Esat Can, Trakya Üniversitesi Edirne

advertisement
1
Esat Can, Trakya Üniversitesi Edirne-TÜRKİYE
“Viran Dağlar Romanında Halklar Arası Barış Temi”
ÖZET: Türk Edebiyatının tanınmış isimlerinden Necati Cumalı, seksen yıllık ömrüne
on dört şiir kitabı, dokuz hikâye kitabı, altı roman, altı deneme, bir senaryo, beş çeviri,
iki inceleme ve bir de hatıra kitabı olmak üzere toplam altmış sekiz eser sığdırabilmiş,
üretken ve değerli bir sanatkârdır. Köken olarak o bir “Makedonyalı”dır. 1921 yılında o
topraklarda doğduktan sonra üç yaşında Türkiye‟ye göç etmiştir.
Necati Cumalı, Makedonya 1900 ve Revizyonist adlı hikâye kitaplarıyla Viran
Dağlar romanı ve bazı şiirlerini, çoğunlukla babasının Makedonya hatıralarına, gerçek
şahıslara ve gerçek olaylara dayanarak yazmıştır. Söz konusu kitaplar, realist temeller
üzerine inşa edilip ferdî ve tarihî duyarlılığı işledikten sonra insaniyet realitesinde son
hükmüne ulaşan hüzünlü ve sürükleyici eserlerdir.
Yazar, sahifeler boyunca değişik ırklardan ve değişik dinlerden insanların yer
yer çatışma, yer yer uyuşma şeklindeki ilişkilerini işler. Bu esnada merkezde tutulan
barış temi, diğer insanî değer ve duygularla desteklenip geliştirilir.
Anahtar Kelimeler: Makedonya, Zülfikar Bey, savaş, müslüman, hristiyan, insan,
insanlık, barış, Necati Cumalı, Viran Dağlar.
GİRİŞ: Tebliğimizde Türk Edebiyatının önde gelen şair ve yazarlarından Necati
Cumalı‟nın insaniyet ve barış taraftarı yaklaşımını, en ziyade Viran Dağlar romanı ve
onun baş kişisi Zülfikar Bey‟in şahsına dair örneklerle, kısmen de hikâyelerinden
alıntılarla işlemek, yazarın bu hümanist fikirlerinin günümüze de ışık tutabileceğini
anlatmak istiyorum.
AMAÇ: Söz konusu tebliği sunmaktan amacımız, yüzyıllarca bir arada yaşamış ve
bugün de yakın komşuluk münasebetleri içinde bulunan Balkan milletlerinin ve
2
Makedonya halklarının ortak konu ve olaylarını ustalıklı bir dille anlatan romanı ve
hikâyeyi ilim ve edebiyat dünyası mensuplarına ve onlar aracılığı ile de komşu halklara
duyurup tanıtmaktır.
ARAÇ GEREÇ VE METOT: Araçlarımız, ağırlıkla Viran Dağlar romanı,
kısmen de Makedonya 1900 adlı hikâye kitabıdır. Metodumuz ise metin analizidir.
İŞLEYİŞ VE TARTIŞMA: Viran Dağlar1 romanının yazarı Necati Cumalı 1901
yılında Makedonya‟da2 dünyaya gelmiştir. Eser onun babasının pek güzel ve defalarca
anlattığı hatıralarından hareketle, bazılarına kendisinin de akraba olduğu gerçek şahıslar
ve yaşanmış olaylar üzerine kurulmuştur. “Yazar hatıra ve intibaların ruha sinmiş sesini
temiz bir dille” duyurur.3 Romanın asıl olayları Ağustos 1916 ile Ekim 1918 arasında
cereyan eder. Eserin akışı, Goriçka- Florina hattında yoğunlaşarak sürdürülürken geriye
dönüşle, Balkan Savaşına ve 19.yüzyılın ortalarına kadar gidilir.
Viran Dağlar romanına konu olan aile, 15. yüzyılda Makedonya‟nın
güneyindeki Goriçka‟ya yerleşmiş Seyit Ali Bey‟in nesiller sonraki torunlarıdır. Söz
konusu aile, dört yüz yıl boyunca Güney Makedonya‟da Goriçka Beyleri olarak
anılmıştır.
Son Goriçka Bey‟i Rıza Bey, 1865 yılında Uçanalı Saliha Hanımla evlenir ve
Goriçka‟dan ayrılıp Uçana‟ya yerleşir. Viran Dağlar romanının baş kahramanı Zülfikar
Bey, işte bu ailenin, dördü kız beş çocuğundan biridir.
Rıza Bey, dört kız çocuğundan sonra dünyaya gelen Zülfikar‟ı heves, özen ve
heyecanla büyütür. Onun her isteğini karşılar. Henüz iki yaşında iken oğlunu atlarla,
1
Necati Cumalı, Viran Dağlar, Cumhuriyet Kitapları, 8.b., İstanbul 2003, 479s.
Alıntılar bu baskıdan yapılmıştır.
2
Makedonya derken romanda kast edilen bugünkü Makedonya devleti değil, birbirine komşu üç ülkenin
(Yunanistan, Makedonya ve Arnavutluk) kasaba ve köylerinden oluşan bir coğrafî alandır. Yani
Makedonya romanda siyasî değil coğrafi bir isimlendirmedir.)
3
Behçet Necatigil, Düzyazılar 2, Cem Yayınevi, İstanbul 1983, s.430.
3
silâhlarla tanıştırır ve Zülfikar, atlar, silâhlarla büyür. Yedi yaşından on bir yaşına kadar
çevrenin en bilgili hocalarından özel ders alarak yetişir.
Biliste‟deki baba dostu Yakup Ağa‟nın kızı Cemile onun ilk defa on bir yaşında
görüp gönül verdiği ve ömür boyu sürecek yegâne aşkı olur.
Rüştiyeyi Selânik‟te okuyan Zülfikar; geniş dalgalı, kumral, gür saçları, düzgün
yüz çizgileri, ışıltılı açık yeşil gözleri, uzun boyu ve muntazam fiziği ile gören herkesin
dikkatini çeker. Selânik, öğreniminin dışında ona ayrıca zengin bir hayat ve cemiyet
tecrübesi kazandırır. 1904 yılında okul biter.
Zülfikar‟ın gençlik yılları, o dönemde bir başka adı “barut fıçısı” olan
Makedonya‟nın kargaşası ve delikanlılığın başıboşluğu içinde geçer. O sadece
yakışıklılığı ve iyi giyinmesiyle değil, cömertliği, ağırbaşlılığı, ölçülü oluşu,
alçakgönüllülüğü ile de dikkat çeker ve kendisini sevdirip saydırır. “… Makedonya her
dilden, her dinden insanın karıştığı bir bölgeydi o dönemde. Dilleri Türkçe, Rumca,
Bulgarca, Sırpça, Arnavutça, Çingenece; dinleri Müslüman, Ortadoks, Uryanî, Musevî
her ne olursa olsun, tanıştığı, dostluk gördüğü her insana sevecen yaradılışıyla içten
gelen bir karşılık verdi. Makedonya’da konuşulan dillerin hepsini az ya da çok bilirdi.
Rumcası iyi sayılırdı. Bulgarcası, Arnavutçası orta, Sırpçası zararsızdı. Genç yaşta
hemen hemen her köyde, her kasabada genç ya da yaşlı, kadın ya da erkek çok sayıda
değişik dostlar edindi, nereye gitse yabancılık çekmez oldu, kolaylıkla akla gelebileceği
gibi, değişik gönül serüvenleri yaşadı Aşağı Makedonya’da.”(s.61)
Onun ilk gençlik yıllarında baba ocağından sonra ikinci mekânı Florina‟daki
halasının evidir. Halasının oğlu Mustafa ile kardeş gibi geçinirler ve bir çok macerayı da
birlikte yaşarlar. Zülfikar yörede, erkenden, nişancılığı ile üne kavuşur. Selânik‟te
gittikleri lokallerde Mustafa Kemal‟i, Ziya Gökalp‟i ve Ömer Seyfettin‟i de halasının
oğlu ile birlikte görüp tanırlar. Zülfikar Selânik‟in yanı sıra Manastır‟a da düşkündür.
Bu iki şehir o zamanlar hem eğlence hem de fikir mekânlarıdır.
4
Romana konu teşkil eden Makedonya yaklaşık yirmi yıldan beri terör olayları
içindedir. Can ve Mal güvenliği yoktur. İnsanlar, bu durumu giderek kanıksamışlardır.
Zülfikar Bey‟in annesi ve babası, onu yaşamakta olduğu maceralı hayattan
uzaklaştırmak için, beğendikleri bir Arnavut kızı olan Emine ile evlendirirler.
Zülfikar, Florinalı dostu terzi Halit‟ten ünlü Fransız sosyalisti Jaurés‟in sosyal
adalet, eşitlik, kardeşlik, savaş düşmanlığı, barışa dair fikirlerini dinler. 1900lü yılların
başları Balkan milletleri arasında milliyetçilik tutkusunun yaygınlaştığı yıllardır.
Sosyalist arkadaşı terzi Halit‟e şahsen sempati duyan Zülfikar, İttihat ve Terakki
partisinin fikir ve ideallerini ise bütünüyle benimser ve kendisini bu partinin ateşli bir
mensubu olarak görür. “…Bütün güzel beklentilerin doğru düşüncelerin özü İttihatçı
olmakla” birleşmektedir. (s.141)
1912 yılında Balkan Savaşına katılır. Onunu yaralanıp cepheyi terk etmek
zorunda kaldığı savaş bir süre sonra biter. Osmanlı sınırları Meriç‟in doğusuna çekilir.
Aşağı Makedonya Yunanlıların eline geçer. Azınlık durumuna düşen Türklerin bir
kısmı Türkiye‟ye göç etmeye başlar.
Ardından Birinci Dünya Savaşı çıkar. Savaşın başında Sırp ordusu Avusturya‟ya
yenilerek Arnavutluk‟a çekilir. 1915 kışında toparlanır, Manastır yöresini tutar. 1915
Eylülünde savaşa giren Bulgarlar, Sırp ordusunu mağlûp ederek Üsküp‟e girerler.
Belgrad-Selânik demiryolunu keserler. Sırp ordusu ile bağlantı kurmak isteyen
Fransızlar, Ekim‟de Selânik‟e asker çıkarırlar. Çıkarma İngilizlerin katılmasıyla kış
ortasında tamamlanır. 1916 baharında Makedonya‟da ilerlerler. Florina‟yı, Manastır‟ı
alarak Sırplarla bağlantı kurarlar.
O sıralarda, Selânik‟teki Fransız polisi, Viyana ile İstanbul arasında çalışan gizli
bir casus teşkilâtının izlerini ortaya çıkarır. Fransızlar girdikleri Makedonya şehirlerinde
“eli kolu sağlam, başlarına dert açabilecek gibi gördükleri her Türk’ü, her Bulgar’ı”
tutuklarlar. Bu esnada kendilerine Yunan jandarması ile Yunan köylüleri yardımcı
5
olurlar. Yakalananlar, işkenceler uygulanarak sorguya çekilirler. Suçlu sayılanlar, savaş
yasalarına göre kurulan özel mahkemelerde kısa yargılamalardan sonra, kurşuna
dizilirler.
Bu baskılar Makedonya‟da yaşayan Osmanlı, Bulgar azınlıkları arasında tepki
yaratır. Makedonya dağları, özellikle Ohri bölgesi kısa sürede Türk-Bulgar
komitacılarıyla dolar. Faaliyetlerine Arnavutluk‟un da göz yumduğu çeteler, bir yandan
Sırbistan‟a bir yandan Yunanistan‟a geçerek Sırp-Fransız yığınaklarına ağır zararlar
verir, ardından kaçıp Arnavutluk‟a sığınırlar.
1916 baharında İstanbul‟daki Türk-Alman kuvvetleri Başkomutanlığı ile Ohri
bölgesindeki komitacılar arasında gizli bir haberleşme örgütü kurulur. Bu bölgede
hazırlanan raporlar, Biliste‟ye, oradan Florina köylerine gelir, Soroviç-Selânik yoluyla
İstanbul‟a ulaştırılır. İstanbul‟un yazılı emirleri de yine aynı yoldan Bogradeç‟e
gönderilir.
Viran Dağlar romanının baş kahramanı Zülfikar Bey ile onun baba dostu Yakup
Ağa 1916 baharında yeni örgütün ilk gönüllüleri arasında yer alırlar ve İstanbulBogradeç arasındaki haberleşmenin Goriçka-Biliste ayağında üzerlerine düşen gizli
görevi ifa ederek vatan savunmasına katkıda bulunurlar. Zülfikar, bu görevle Biliste‟ye
dört defa gelir.
Ancak, bir süre sonra İstanbul‟dan gelen son mektubun kayıp olduğu anlaşılır.
Teşkilâtın Soroviç sorumlusu Şahin, Fransızlara yakalanınca bir yolunu bulup mektubu
yok etmiş, kaçarken bir Fransız çavuşunu öldürüp bir eri yaraladıktan sonra, kalan tek
kurşunu da kendi şakağına sıkmıştır.
Bu olaydan sonra Fransızların tutuklamaları daha da artar. Artık Zülfikar da
arananlar arasındadır. Köy köy bütün Kaylar yöresi taranır. Zülfikar, Fransızların
takibinden kurtulmak için Manastır‟a geçer.
6
Manastır‟da bir süre kaldıktan sonra, Uçana‟dan gelen komşuları bir Rum‟dan
borç alarak oradan ayrılır. Ardından şehir Sırplarla Fransızların işgaline uğrar. Zülfikar
bir hafta kadar Peristeri dağının yamaçlarında dolaşır. Üç aydan beri kaçmaktadır.
Karşısına çıkan tanıdık bir komitacının teklifi üzerine onlara katılır. Fransız ve Sırp
birliklerine baskınlar yaparlar. Oraya katılmasından iki ay sonra çete reisi ile ihtilâfa
düşüp onu vurur ve komitadan ayrılır. Biliste‟ye vardığında Yakup Ağa‟nın, malını
mülkünü satıp Türkiye‟ye göç ettiğini öğrenir. Kastorya yaylası, Nestoran, Zeleniç
yoluyla memleketi Goriçka‟ya döner. Ancak annesi ve karısı evde yoktur. Daha güvenli
gördükleri Görce‟ye gitmişlerdir.
Konakta bir gece kalan Zülfikar, ertesi gün Görce yoluna düşer. Nevaska,
Kirlâki, Deropigi köylerini geçip Morovas dağı eteklerinden Görce‟ye ulaşır.
İlk geceyi bir otelde geçirmek ister, sabah vakti yatağında yatarken, silâhına
davranmaya imkân kalmadan Fransız jandarmalarınca tutuklanır. Türkler, Bulgarlar,
Arnavutlar, Rumlar bütün Görce halkı onun yakalanmasından dolayı üzüntü duyar.
Fransızlar, yaklaşık on ay sonra yakalayabildikleri Zülfikar Bey‟i köy ve kasabalardan
geçirip teşhir ederek Florina‟ya getirirler. Yakın akrabalarının hazırladığı eşya ve
yiyeceklerin kendisine ulaşmasında Taşko adında Rum kökenli bir başçavuş yardımcı
olur. Zülfikar Bey, çıkarıldığı Fransız askerî mahkemesinde, doğup büyüdüğü toprakları
savunduğu için suçlanamayacağını ifade ederek sorgu yargıcına “Biz çağırmadık
sizi.(…) Ben topumla tüfeğimle Fransa’ya gelecek olsaydım, çok iyi biliyorum ki siz de
benim yaptığım gibi yapacaktınız!.” der. (s.376) Çok geçmeden, kapatıldığı binanın
karşısında oturan bir Rum karı-kocanın yardımıyla hapisten kaçar. Tutukluluğu bir hafta
bile sürmemiştir.
Dağlarda rastladığı on iki yaşında bir Türk çocuğu Zülfikar Bey‟in bir pusulaya
yazdığı kaçış haberini Florina‟daki halasına götürür. Zülfikar, baba dostu bir Arnavut
köylüden aldığı at ve giyecekler sayesinde yoluna rahatlıkla devam edip bir hafta önce
çok yakınından dönmek zorunda kaldığı evine, annesine ve karısına kavuşur. Bir gece
sonra tekrar dağlara döner. Rudnik gölü kıyısında kendisini aramakta olan dört Fransız
7
jandarmasını, silâhlarını alarak etkisiz hale getirir. Daha sonra eskiden tanıştığı komitacı
Kara Ali‟yi bulur ve onun çetesine katılır. Verno dağının batı tepelerine doğru yola
çıkarlar. Oradan Gramos dağlarına, ardından Voyo, Aliakmon dağlarına ve Siniatsika
yamaçlarına ulaşırlar. Beraberlikleri üç ayı geçmiştir. Bu esnada ekmek, yemek
ihtiyaçlarını dağ köylerinden temin ederler.
Zülfikar, komitacılara yardımcı oldukları için köylülere işkence eden Kozana
valisini dağlarda pusuya düşürüp hakaret ve tehditle uyarır. Eşini ve annesini imkân
buldukça gizlilik içinde ziyaret eder. Çete yaza doğru, geldikleri yöne, dağlardan
ovalara doğru iner. Aydos‟ta şiddetli bir yağmura tutulup sığındıkları Manastır‟da
jandarmalardan yine kurtulurlar. Daha sonra Morovas dağı tepelerinde yetmiş kişilik bir
jandarma birliği ile karşılaşırlar ve bir kaçını öldürerek onları püskürtürler.
Zülfikar Bey ara sıra İğneli‟de arabacıları İsmail‟in evinde kalır. Komita
dağlarda dolaşmaya devam eder. Pindos dağlarına, sonra Voyo dağına, Nestoran
yakınlarına geçerler. Fransızlar onları her yerde aramaya devam etmektedirler.
Zülfikar Bey, yine evine gitmek üzere komitacı arkadaşlarından ayrılır, ancak
jandarmalarla karşılaşmamak için yolunu uzatınca, geceyi, daha önceleri yaptığı gibi,
arabacıları İsmail‟in evinde geçirmenin uygun olacağını düşünür. Ve misafirin
yemeğine afyon katan İsmail, gece derin uykusunda iken Zülfikar Bey‟i onun
mavzeriyle öldürür.
Cenazesine Türk Rum, Bulgar, Arnavut pek çok insan katılır. Hristiyanlar
ellerinde küçük çiçek demetleriyle gelmişlerdir. Cenaze namazına onlar da iştirak
ederler ve imam, “Nasıl bilirsiniz?” diye sorduğunda hep birden “İyi biliriz.” diye
karşılık verirler.
Komiteci arkadaşı Kara Ali kısa süre sonra onu öldürenin başını koparacaktır
ama, artık Zülfikar Bey yoktur. Onun adı bundan sonra bütün Makedonya‟da bir
hüzünlü efsane olarak dilden dile dolaşacaktır.
8
Üç gün sonra Birinci Dünya Savaşı sona erer. Makedonya‟da genel af ilân edilir.
İlk bakışta bir çelişki gibi görünmekle birlikte siyasî görüş olarak sosyalizmden,
insânî bakış ve yaklaşım olarak Yunus Emre‟den4 etkilendiğini bildiğimiz Necati
Cumalı, 479 sahife süren romanın çeşitli bölüm ve satırlarında verdiği çok sayıda
örnekle okuyucunun dikkatini insan olmak fikri üzerine çeker. Onun son derece tabiî ve
akıcı Türkçesi ile ustalıklı kurgusu, ele alınan tem ve mesajlar karşısında bizi önce derin
surette hislendirir, ardından bir hüzün atmosferi içinde, kendimiz de dahil olmak üzere,
her şeyi yeniden ve tekrarlayarak düşünmeye sevk eder.
“Realist bir anlayışla seçilen malzemeyi romantik bir atmosferde estetik olanı
yakalama
gayreti”5
ile
işleyen
yazar,
olay örgüsünden
anlaşılacağı
üzere,
“Makedonya’nın en yakışıklı ve en seçkin erkeği”(s.121) Zülfikar Bey ile sevgilisi
Cemile arasındaki aşkı, romanı şekillendirmenin ilk ve önemli malzemelerinden olarak
alır. Onlar birleşemez, evlenemezler. Fakat birbirlerini daima severler. Aynı zamanda
bir şair olan, hattâ şairliği yazarlığından önde görülen Necati Cumalı‟nın “…Şiirlerinde
sevmek, sevilmek, sevinmek, sevişmek, sevinç, sevgi, sevimli gibi dünyaya ve insanlara
bağlılık ve mutluluk duygusu ifade eden kelimelere sık sık rastlanır”.6
Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, romanın kuruluşunu biçimlendiren bir diğer
önemli unsurdur. Savaşlar cephe gerisinde her evi bir dram sahnesi haline getirir.
Makedonya‟nın pek çok şehir kasaba ve köyünde yüzyıllardan beri her gün
yirmi dört saat yaşanan müşterek sosyal hayat ise romanın dokusuna biçim ve renk
4
Şerif Aktaş, “Necati Cumalı”, Türk Dili, Sayı 454, Ekim 1989, s.199.
Songül Taş, Necati Cumalı ve Oyunları, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1.b. Ankara 2001, s.22.
6
Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yayınları cilt 1, s.233.
5
9
veren en önemli hususu teşkil eder. Zira, etkileyici, şaşırtıcı örneklerin hemen hemen
tamamı roman sahifelerine bu müşterek hayatın içinden alınarak taşınmıştır.
Romanda bir “barut fıçısı” olarak zikr edilen Makedonya‟nın Florina ve Goriçka
kasabaları olayların sık vuku bulduğu yerler olarak geçerken, Selânik, “bu barut
fıçısının bütün fitil uçları”nın geldiği ve bağlandığı yerdir. (s.54) Lüks ve sefahatı aynı
zamanda anarşi ve terörle bir arada yaşamaya çalışan “ Manastır’a 'Küçük Paris' veya
'Balkanların Paris’i ' derlerdi o dönemde.” (s.126) Ve “küçük gölleri, öbek öbek yeşil
koruları, bereket taşan toprakları, uzaklarda çevresini kuşatan gür ormanlarla örtülü
koç göğüslü dağlarıyla” (s.257), ırmaklarıyla, yazı ve kışıyla çok sayıda Makedonya
köyü yine bu müşterek hayatın uç ve ücra mekânlarını oluştururlar.
Şimdi bu müşterek hayattan insanlık, komşuluk ve dostluk örneklerini
sıralayalım:
Zülfikar Bey, insan sevgisini ve iyiliği en evvel ailesinden öğrenmiştir. Annesi
Saliha Hanım ona “Sen sen ol, bir kötülüğünü görmediğin komşularını da hoş tut.
İnsanları dillerine göre ayırma.” (s.149) der.
“Zülfikar, Balkan Savaşı öncesinde Rum ve Bulgar dostlarıyla yeni
münasebetlerinin nasıl olacağı hususunda tereddütlüdür. “Ama Rum ya da Bulgar
değildi ki onlar. Goriçkalıydılar. İşte dedi bir ses, annesinin sesine benzer bir ses, şimdi
doğruyu buldun! Önce Goriçkalısınız hepiniz. Hepiniz Goriçka toprağı üzerinde çıplak
dünyaya geldiniz, Türkçeyi, Rumcayı, Bulgarcayı sonradan öğrendiniz.” (s.150)
Kaylar müftüsü müslüman halktan Balkan Savaşı boyunca dostluk, komşuluk
ilişkilerinde her zaman olduğundan daha duyarlı davranmalarını ister. Rumların,
Bulgarların, Sırpların Osmanlı uyruğu olduğunu, canlarının, mallarının, namuslarının
korunmasının Osmanlı devletine emanet olduğunu söyler. (s.165)
Eserin 177-181 sahifelerinde yer verilen Rum ebe, insanlık dersi verme
bakımından yazarın yarattığı arka plân şahısları içinde farklı ve ilgi çekici biri olarak
10
görünür. Balkan Harbinde göç ederken yollarda ıslanıp fena halde üşüten bir bebeği,
Krisula adlı bu mütevazı kadın, hastanın bulunduğu eve gelerek tedavi eder. O,
müslümanların “aralarından biriymiş gibi” davranır. “Yirmi yıldır, Goriçka’da yakın
köylerinde, hristiyan ya da Müslüman, Türk, Rum, Bulgar, Arnavut demeden, yüzlerce
çocuk dünyaya getirmişti o.” Savaş onu sağnak altında hasta bebeğin yardımına
koşmaktan uzaklaştıramamıştır. Müslümanlar da onu o an “kızkardeş” gibi görürler.
(s.179)
Nalbant köylü Şahin Hoca, Yunan birlikleri çekilip de köye Türk gönüllüler
girince iki Rum aileyi gizlice evine alır. Onlara on beş gün bakar. Aynı köye Yunanlılar
dönünce o iki Rum ailesi, dört müslüman aileyi evlerine alıp himaye ederler. (s.226)
Yine Nalbantköy‟de Kör Ligor diye tanınan bir Rum, savaş sonrası ortalık
yatışınca Manastır‟a gider, oradaki göçmen kampında hemşehrisi olan Türkleri bulur,
getirdiği bir sepet dolusu peynir, yumurta, çörek, vs.yi, bir sarı lirayı onlara verir. Köyü
terk etmiş bulunan Türk komşularına, yokluklarında onların tarlalarını ektiğini,
döndüklerinde ürünü kendilerinin kaldıracağını söyledikten sonra “Bana tohumunu geri
verirsiniz, helâlleşiriz”der. (s.228) Kör Ligor, “Komşunun sizinkilerden, bizimkilerdeni
olmaz.(…) iyisi kötüsü olur. O sizden de çıkar bizden de.” (s.228) der.
Lâkin bu insaniyet örneklerinin en sâde fakat aynı zamanda en tabîî ve olay
kurgusuyla en iyi bütünleşmiş tezahürleri ise her ırk ve her dinden insanların Zülfikar
Bey‟e tevcih ettikleri ilgi, sevgi ile, gösterdikleri samimi destek ve yaptıkları karşılıksız
yardımlarda görülür. Pek çok kişi “dilleri, dinleri ne olursa olsun (…) Zülfikar Bey’den
yanadır”. (s.357) Çünkü onlar işgalci “Fransızlar Makedonya’dan gidinceye kadar traş
olmayacağım.” (s.275) diyen Zülfikar Bey„i sağlam, güçlü ve haysiyetli bir bağımsızlık
savaşçısı olarak görürler. Bundan dolayı memleketinden bir Rum komşusu, Manastır‟da
ona, kendisi teklif ve ısrar ederek, borç verir. Dağlardaki meşakkatli yolculuklarında
Rum köylülerden yardım görür. Bulgar komitacılarla dost ve silâh arkadaşı olur. Fransız
karargâhındaki Rum kökenli başçavuş eski arkadaşıdır ve tutukluluğu sırasında
ihtiyaçlarını karşılamada kolaylık gösterir. Karargâhın hemen karşısında oturan Rum
11
karıkoca haps olduğu yerden kaçmasına yardımcı olurlar. Ve nihayet cenazesinde
“bütün Goriçkalılar, yakın köylerden gelenler, Türk, Rum, Bulgar, Arnavut ayrılık
gayrılık gütmeden” ailesinin acısını paylaşırlar. (s.471) Kadın-erkek, ellerinde küçük
çiçek demetleri ile cenaze törenine katılırlar.
Yazarın Manastır‟da bir otelcinin ağzından Manastır‟ı ve halkını izah için
söylediği şu sözler, aynı konuşmacı tarafından Makedonya‟yı da kapsayacak şekilde
genişletilir. Ve söz, ezeli insanlık hakikati ile bağlanır:
“Manastırlının Sırp’ı Bulgar’ı, Türk’ü, Arnavut’u olmaz. (…) Nasıl aşurenin
tadı buğdayının yanı sıra narından, cevizinden, kuşüzümünden, kestanesinden,
tarçınından, daha ne katmışsan ondan gelirse Manastır’ın tadı da öyle karışıklığından
gelir! Makedonya’nın da! Makedonya ne Sırp’ın malıdır, ne Bulgar’ın; ne yalnız Rum’a
kalır, ne de yalnız Türk’e! Makedonya Makedonyalılarındır. Türk’ü, Rum’u, Sırp’ı,
Bulgar’ı, Arnavut’u, daha kim varsa tümü Makedonya’nın çocuklarıdır, Tümü
birbirinin kardeşidir.” (s.289-290)
Yazar, babasının ve büyük babasının şahıslarında Osmanlıya sık sık hayranlığını
ifade eder, fakat insaniyet söz konusu olduğunda soy büyüklerini, hattâ Osmanlılığı da
eleştirmekten çekinmez. Onların kendilerine fazla güvendiğini ve zaman zaman fazla
gururlu davrandıklarını belirtir. “Onlara kalırsa Osmanlılar her ne yaparsa yapsın
haklıydılar.”7 der.
Sanatkâra göre, üzerinde yaşanılan topraklarda herkesin hakkı vardır. “Hep
birden sahibiydiler bu toprakların. (…) Toprakların dili, dini yoktu. Dinlerin ya da
dillerin değil üzerinde doğup yaşayanlarındı toprak. Türk’e, Rum’a, Bulgar’a mal
edilemezdi. Aralarında bu hak hangi topluluğa, kimlere kısıtlanırsa kavganın başı
orada başlıyordu. Geçmişte, bugün, ya da ilerde, bu haksızlık işlendikçe kavga da sürüp
giderecekti.”8
7
8
Necati Cumalı, “Babam”, Makedonya 1900, Çağdaş Yayınları, 6.b., İstanbul 1995, s.19.
Necati Cumalı, “Zole Kaptanın Ölümü” a.g.e., s.79.
12
Din ve milliyet farklılıklarını kavga konusu haline getirmeyi “saçma” bulan
Necati Cumalı, bu halin süreklilik kazanmasını da “hastalık” olarak nitelendirir. Onun
insan canlısı bakışına göre, “ Yalnız Makedonya’da değil bu hastalık, dünyanın her
yerinde salgın.(…) Köksüz, asılsız, saçma bir çekişme bu. İnsan önce insandır. “ (s.113)
SONUÇ: Necati Cumalı‟nın, Makedonya‟daki millet, toplum ve insan ilişkilerini
ustalıklı bir anlatımla işlediği Viran Dağlar romanıyla, Balkanlarda bu gün de ihtiyaç
duyulan barış fikrine ve o fikrin güçlenmesine kendi ölçüsünde önemli bir katkı yaptığı
ifade edilebilir. İnanıyor ve ümit ediyoruz ki, geleceğin Makedonya‟sı ve geleceğin
Balkanları onun ve onun gibi:
“İnsan her şeyden önce insandır”
diyen şair ve yazarların sayesinde daha güzel bir coğrafya, halkları daha mesut insanlar
olacaklardır.
KAYNAKLAR:
1-Aktaş Şerif, “Necati Cumalı”, Türk Dili, Sayı 454, Ekim 1989.
2-Cumalı Necati, “Babam”, Makedonya 1900, Çağdaş Yayınları, 6.b., İstanbul
1995, 191s.
3-Cumalı Necati, Viran Dağlar Cumhuriyet Kitapları 8.b., İstanbul 2003, 479s.
4-Necatigil Behçet, Düzyazılar 2, Cem Yayınevi, İstanbul 1983.
5-Taş Songül, Necati Cumalı ve Oyunları, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1.b.
Ankara 2001.
6-Yapı Kredi Yayınları, Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi,
Yapı Kredi Yayınları cilt 1.
13
Adres:
Yrd. Doç. Dr. Esat Can
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Edirne – TÜRKİYE
Tlf: 0090 284 235 28 24 / 1271 - 1224
Download