kültür aktarımında kadının rolü

advertisement
KÜLTÜR AKTARIMINDA KADININ ROLÜ
Dr. Pervin ERGUN
Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kadın Hareketi Derneği Genel Sekreteri
Ben bu konuşmamda, kültür aktarımında kadının üstlendiği role geçmeden
önce kültür nedir, unsurları nelerdir onları açıklamak istiyorum. Daha sonra kültürün
aktarımında kadının rolü ne şekilde gerçekleşmektedir; bugün Türk kadını bu rolü
hakkıyla yerine getirebiliyor mu, getiremiyor ise engel olan şeyler nelerdir? Onlar
üzerinde duracağım.
Kültür, bir toplumun ürettiği maddi ve manevi değerler bütünüdür. Bir
toplumun kendine özgü inanış, duyuş, yaşayış ve üretiş tarzıdır. Herhangi bir
toplumun içinde doğan bir insan, aynı zamanda bir kültürün içinde doğmuş olur.
İnsanın içinde doğduğu kültür, asırlar boyunca işlenerek oluşmuştur. Toplumların
yaşadıkları coğrafyada karşılaştığı felaketler, ortak heyecanlar, sevinçlere ve
üzüntülere karşı ürettiği her şey kültürel dokuyu oluşturur. Dil, din, edebiyat, ahlak,
tarih, gelenek, görenek, töre, hukuk, sanat, şehircilik, spor, eğlence, eğitim, yemek,
giyim, vatan, folklor, ekonomi kültürel doku önde gelen unsurlarıdır. Bütün bu
unsurlar, milletlere has maddi manevi değerlere dönüşür. Milletler, bütün bu
değerlere sahip çıktığı müddetçe hayatta kalır.
Toplulukları millet haline getiren şey, kültürleridir. Sadece biyolojik köken
birlikteliği bir topluluğu millet haline getirmede yetersiz kalır. Bu noktadan
baktığımızda kültüre milli kimlik diyebiliriz. Kısacası bir toplumun binlerce yıl boyunca
oluşturduğu gelenek, görenek, yaşadığı tecrübe onun kimliği haline gelmektedir ve
onu milletleştirmektedir. Bir milletin kültürü bir yolla yok edilirse yani
kimliksizleştirilirse millet olmaktan çıkarılmış; kimliksiz, değerler sistemi oluşmamış;
toplumsal hiyerarşisi ve ahlaki öncelikleri düzenlenmemiş kuru bir kalabalık haline
getirilmiş olur. Yani güruh!.. Güruhun kimliği yoktur; değerleri yoktur; hiyerarşisi
yoktur; saygısı-sevgisi yoktur; hadleri ve hakları yoktur; yani bireysel ve toplumsal
ilişkilerde sınırları yoktur; ahlaki değerleri oluşmamıştır.
Kültürü yok olan bir millet, sadece kimliğini kaybetmekle kalmaz; bütün
değerleriyle birlikte şuurunu da yitirerek tarih sahnesinden silinir gider. Tarih sayfaları
böyle nice kültürünü kaybettiği için yok olup giden milletlerle doludur.
Kültürel unsurlar, aile, okul, iş hayatı aracılığıyla birer değer olarak herkese
aktarılır. Bu sayede, toplumda ortalama bir yaşayış, düşünüş, üretiş gerçekleşir.
Toplumu oluşturan kişilerin şahsiyetleri de dilleri de buna göre şekillenir.
Bütün dünyada olduğu gibi, bizim toplumumuzda kadının en önemli vazifesi
1
anneliktir. Evladını bir taraftan maddi anlamda beslerken diğer taraftan da manevi anlamda
besler. Kültürünü, ekmeğine, sütüne katık eder. Ahlaki değerlerini, milletinin kahramanlık,
yiğitlik, mertlik, misafirperverlik gibi karakteristik özelliklerini daha kucağında iken masallar,
ninniler, tekerlemeler içinde sevgiyle yoğurarak ruhunu beslediği için, çocuk yetiştiğinde
vatan, millet, bayrak sevgisi ile dolu olur.
Binlerce yıl boyunca ve hâlâ toplumların kültürünün yeni nesillere
aktarılmasında en önemli rolü kadın üstlenmiştir. Kadının insan toplulukları içindeki
en önemli ve en hayati rolü budur. Kadın yalnızca doğurganlık özelliğiyle toplumların
devamını sağlamakla kalmaz; aynı zamanda kendi milletinin oluşturduğu kültürü daha
karnındayken çocuğuna aktarmaya başlayarak milli kültürün; yani milletleşmenin
devamını sağlar. Bu yönüyle kadın; bir nevi milletleşmenin devamının sigortasıdır. Biz
bu konuşmamızda bu sigortanın mahiyeti üzerinde kısaca da olsa durmaya
çalışacağız.
Kadın, çocuğuna kültürel unsurlardan öncelikle millî dili aktarır; öğretir.
Kültürü oluşturan unsurların başında dil gelir. Bir toplum içinde doğan insan aynı
zamanda bir dilin de içinde doğar. Dil, bireyler arasındaki en sağlam bağlantı aracıdır.
Dil birlikteliği olmazsa; sağlanamazsa bireylerin birbiriyle olan irtibatı zayıflar ve
toplumsal çözülme meydana gelir. İşte bu yüzden milli kültürün, dolayısıyla
milletleşmenin en belirgin aracı dildir. Dil olmazsa veya bozulursa ne kültür kalır, ne
de milletin varlığı devam eder.
Dil, kültürün hem bir unsuru hem de taşıyıcısı ve aktarıcısıdır. Kültürün malı olan her
şey kelimelerin dünyasında kodlanmıştır. Binlerce yıllık geçmişi ile en eski dillerden olan
Türkçe, bünyesinde çok eski kelimeler, kurallar ve mitolojik anlamlar barındırmaktadır. Bu
zenginlik de bizi hem köklerimize hem de bugünkü soydaşlarımıza bağlamaktadır.
Türkçenin en büyük üreticisi, öğreticisi, anlatıcısı olan Türk kadının diline göstereceği
özen, gelecek kuşaklara aktaracağı için, devletin, milletin bekası ile de doğrudan alakalıdır.
Türkçemiz, „ses bayrağımız‟, kadınlarımızın ona göstereceği ilgi ile yükselecektir.
Millet varlığı için bu kadar hayatî önem taşıyan dili yeni nesillere kadın, yani
anne aktarır. İşte bundan dolayı insanoğlu farkında olmadan, anne kucağında
öğrendiği dile ana dili diye adlandırmıştır. İnsan, ancak ana dilinin içinde düşünebilir.
Çünkü ana dilinde sözcükler zihne sadece ses olarak değil, bir durumun içinde, duygu
ve düşüncelerle kodlanır. Bütün dillerde en güzel kelime "anne" olmasına rağmen,
her toplum sadece kendi ana dilindeki anneyi sever. Çünkü o, insanlığın hafızasına
karşılıksız sevgi, merhamet, hasret, -mezarında bile olsa- her daim sıcacık bir kucak
şeklinde kodlanmıştır.
Onun şefkatli kollarında sabırla, sevgiyle öğrettiği her şey, "ana sütü gibi
candan, ana sütü gibi temiz" kalır. Kelimeler ve sözler, hafızaya annenin görüntüsü
ve kokusu ile kaydedilir. Bebeğin dil gelişimi, annesinin gösterdiği ilgi ile doğru
orantılıdır. Üstelik bu dil, nesiller boyu kullanılacaktır.
2
Millî dilin kodları anne tarafından çocuğa daha karnındayken aktarılmaya,
öğretilmeye başlanır. Anne daha karnındayken çocuğuyla konuşur; ona ninniler,
türküler söyler; ona seslenir. Araştırmacılar bunu, yani annenin daha karnındayken
çocuğuna ninni söylemesinin, ona seslenmesinin sadece bir sevgi göstergesi
olmadığını ispatlamışlar; hamileliğin altıncı ayından itibaren çocuğun annesinin bu tip
eylemleriyle ana dilinin kodlarını öğrenmeye başladığını ortaya koymuşlardır.
Yeni doğan bir bebeğe daha yürüyüp konuşamazken bile niçin ninniler
söylediğimizin üzerinde düşündük mü, acaba? Bu masum sabiyi söylediğimiz
ninnilerle avuturken veya uyuturken tabii olan fiziki ihtiyaçlarını karşılamanın yanında
başka ne yapıyoruz, acaba? Bunun üzerinde hiç düşündük mü? Anne olarak kendimiz
bile farkında olmadan ona milletimizin dil kodlarını, kültür kodlarını öğretiyor
olmayalım? Bu yolla dilin, kültürün yeni nesillere aktarımını sağlamıyor muyuz? Bu
aynı zamanda milli dilin ve milli kültürün yaşatılması; bir başka deyişle milletin
yaşatılması değil midir? İşte kadının milletin yaşatılmasında sigorta olması dediğimiz
şey bundan başka bir şey değildir.
O zaman şimdi sorma zamanıdır. Bugün kaç anne çocuğuna ninni söylüyor? Bu
konuda bir duyarlılık kaldı mı; kalmadı mı? Bir umursamazlık, bir ihmal var mı; yok
mu? Yoksa bugün gençlerimizde görülen dil bozukluklarının, kültürel bozuklukların
sebebi bu ihmal olmasın? Evet, öyledir; kültürel bozulmuşluğun temel sebeplerinden
birincisi bu ihmaldir. O zaman kadınımızın bu doğrultuda bilinçlendirilmesi, eğitilmesi
gereklidir.
Kadının kültür aktarımındaki rolü sadece bununla, yani dil aktarımı, milli dilin
öğretilmesiyle sınırlı değildir. Kültürün hemen bütün unsurlarını yeni nesiller anneleri
vasıtasıyla öğrenirler.
Bunlardan başta gelenleri belirtmeye çalışalım. Annenin çocuğuna dil aktarımı
vermesinin yanında en önemli kültürel aktarımlarından biri aile kavramıdır.
Aileyi bir arada tutan annedir. Çocuğun şahsiyeti aile içinde şekillenir. Bu
şekillendirmede en önemli rolü yine anne oynar. Yuvayı dişi kuş yapar; iyi aile çocuğu
vb. bütün ifadeler, bunun özetidir. Aileyi bir arada tutan ve çocuğa aile kavramını
öğreten annedir. Anne evi ve aileyi “yuva” haline getirir. Taş, tuğla, beton ve ağaçtan
ibaret cansız ve soğuk bir yapı olan ev, annenin varlığıyla “sıcak yuva”ya dönüşür.
Belki de bu yüzdendir, annenin ölümünün dilimizde “yuva yıkılması” olarak ifade
edilmesi. Bu yüzdendir, karısı ölen bir kocanın “yuvam yıkıldı” diye dövünmesi. Aileye,
eve bu sıcaklığı veren, soğuk taş binaları ısıtıp sıcak yuvaya dönüştüren annedir.
Viraneyi abat eden odur. Anne, çocuğuna aile ve yuva kavramlarını öğretir.
Anne, bebekliğinden itibaren çocuğuna masal anlatır. Masal yoluyla çocuğa
hem millî dilin kalıplarını öğretir, hem de millî kültürün normlarını ve toplumsal genel
doğruları ve yanlışları algılatır. Fakat günümüzde masal anlatmadaki bu derin anlam,
tam olarak anlaşılmadığı için çocuklar masalları annelerinden değil; kitle iletişim
araçlarından dinlemektedirler.
3
Şehirlerde çocuklarımızı emanet ettiğimiz, annelik vazifesi üstlenen kreşlere bu
açıdan çok özen göstermelidir. Çalışan annenin eksik bıraktığı kültür aktarımı, kreşlerde
telafi edilmelidir. Peki, kreşler bu duyarlılığı yeterince gösterebiliyor mu? Hayır. Yabancı dil
eğitimi verdiğini övünerek anlatan kreş sahiplerine ebeveynler tepki gösteriyor mu? Hayır.
Gerek anaokullarında gerekse basındaki çocuk programlarında masallara yeterince yer
veriliyor mu? Hayır. Sadece yabancı kültürlerin masallarına yer veriliyor?
Bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışmadan örnek verelim dilerseniz: En fazla
kullanılan masal, Beyaz Atlı Prens. Onu Bremen Mızıkacıları, Fareli Köyün Kavalcısı, Pinokyo,
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Kırmızı Şapkalı Kız, Tilki İle Karga, Tilki İle Leylek, Kül
Kedisi, Kral Çıplak, vb. takip ediyor.
Hepinize çok aşina geldiğine inandığım bu masalların hangisi Türk? Hiçbiri… Türk aile
terbiyesinin kazandırıldığı masallarımızın hangisini çocuklarımıza öğretiyoruz? Hiçbirini.
Torunlarımıza öğretme imkânı bulabilecek miyiz? Hayır.
Kadının kültür aktarımındaki en önemli rollerinden biri “ahlak normları”nı
çocuğuna kazandırmasıdır. Yani millî ahlak normlarını çocuğuna kazandırmasıdır. Millî
ahlâk normları; yani örfî hukuk toplumsal düzeni sağlar. Bireyin haklarını ve
ödevlerini belirler.
Ahlak normları, birey olarak anne-babaya ve bütün aileye karşı ve bütün
topluma karşı onun yazılı olmayan ve sadece sözlü aktarımla öğretilen
sorumluluklarını ve sınırlarını düzenler. Toplumsal düzen sadece yazılı hukukla değil;
ondan daha önce ve daha etkili bir şekilde yazılı olmayan bu millî ahlak normlarıyla
sağlanır. Anne-baba hakkı, komşu hakkı, misafire karşı davranış; büyüklere ve
küçüklere karşı tutum vb. kültürel unsurlar millî ahlak normlarını oluştururlar. Ve bu
normlar, toplumun millet olmasındaki ana etmenlerdir. Millî, ahlakî normlar yok
olursa toplumsal düzen, hiyerarşi bozulur ve toplumda kargaşa meydana gelir. Anababa hakkı, komşu hakkı ortadan kalkar. İşte bu toplumu ayakta tutan millî ahlâk
normlarının yeni nesillere aktarımı da yine anneler tarafından yapılmaktadır.
Bugün gelenekler-görenekler, örf diye basitleştirdiğimiz ve hatta eski, köhne
şeyler diye algılattığımız binlerce yılın tecrübesinin neticesi olan uygulamalar da millî
ahlâk normları içindedir ve bunların aktarımı da yine anneler vasıtasıyla
yapılmaktadır. Millî kültürün vazgeçilmez unsurları olan örf ile gelenek ve görenekler
de toplumsal düzeni sağlar. Toplumun “doğru” ve “yanlış” algılamaları ile tecrübeleri
gelenek-görenekler ve örf yoluyla çocuğa anne tarafından aktarılır. Bu bir nevi sözlü
kültür kodlarının aktarımıdır. Fakat günümüzde örf-adetlerimizde de büyük tahribat
vardır. Toplumumuz ölüyü de diriyi de alkışlayarak anmaktadır. Şehitliklerimizde, büyük
şahsiyetlerimizin ölüm yıldönümlerinde içkili eğlenceler düzenlemekten rahatsız
olmamaktadır. Kendi dinî ve millî bayramlarını önemsemezken başka kültürlerin bayram
pratiklerini yapmakta sakınca görmemektedir.
Komşusuna, akrabalarına yeteri kadar ilgi göstermemekte, içki, uyuşturucu ve
sapıklıkta yoz bir kültüre doğru hızla sürüklenmektedir. Bunun sebebi, annenin kültür
4
aktarımındaki rolünün azalmasıdır.
Annelerin çocuklarına aktardıkları unsurlardan önde gelenlerinden biri de
“vatan, millet sevgisi ve millî şuurdur. Bireyde vatan, millet sevgisi ve millî şuur
olmaz ise kendisine aktarılan, bir nevi yükümlülükler bütün kültürel unsurlar kuru bir
yükten ibaret kalır. Kullanılmayan, değer ifade etmeyen kuru bir yük. Millî kültür
unsurlarını anlamlı hale getiren millî şuurdur. Çocuğun millî şuur kazanması öncelikle
anneyle başlar sonra örgün ve yaygın eğitim kurumlarında devam eder. Bu bir
hassasiyet kazandırma hadisesidir.
Annenin çocuğuna söylediği "yapma, etme, yanlış, doğru, olmaz" vb. sözleri
birer yasaklamadan ziyade başta vatan ve millet sevgisinin yanı sıra bütün kültürel
unsurlarla ilgili hassasiyet kazandırma sözleri olarak algılanmalıdır.
Anne çocuğuna “tarih şuuru” da kazandırır. Sözlü tarih, sözlü kültür tarihi
daha okula gitmeye başlamadan önce anne tarafından çocuğa aktarılır.
Aynı şekilde “dinin temel kuralları, temel emir ve yasakları” da yine anne
tarafından çocuğa aktarılır. Bu temel emir ve yasaklar dinin olmazsa olmazlarıdır.
Kadın tarih boyunca millî kültürün aktarımında en büyük rolü oynamıştır.
Fakat ne yazık ki, günümüzde bu rolünü tam olarak yerine getirdiğini söylememiz
pek mümkün görünmüyor. Çünkü günümüzde çağdaş kadının, yani annenin işi
başından aşkın olduğu için çocuğunu televizyona emanet ediyor. Çalışan anne, çocuğunun
en iyi öğrenme saatlerinde zaten yanında değil. Çekirdek aile diye diye geleneksel Türk aile
yapısını da tarumar ettik. Dedeler, nineler torunlarına hasret, torunlar, onların sevgiyle
aktaracağı kültüre.
Küçük yerleşim birimlerinde geleneksel aile yapısı biraz daha fazla korunduğu için
problem daha az görünüyor. Şehirlerde ve küçük yerleşim birimlerinde okuyan ilköğretim
okulu öğrencilerinin dil kullanımı ile ilgili yapılan doktora tezlerinde bu farklılık çok çarpıcı bir
biçimde ortaya konmaktadır. Bunlardan hareketle çözüm yolları bulunmalıdır.
İçinde yaşadığımız şu zor süreçte kadınlarımızın eğitimine her zamankinden daha
fazla ihtiyaç vardır. Bilim ve teknolojide, sosyal hayatın her alanında, siyasette başarılı olan
kadınlarımız, Türk kültürü ve irfanını modernize ederek yüceltmelidir. Kendi kültürüne
yabancılaşmanın, onu aşağılamanın milleti felakete sürükleyeceğinin bilincinde olmalıdır.
Kadınlarımızın çok bilinçli eğitim görmesi gerekmektedir. Bu proje sadece Türkiye‟deki
kadınları değil, Türk dünyası ile dünyanın her bölgesine yayılan gurbetçi kadınlarımızı da
kapsamalıdır. Onlar daha büyük bir tehdit altındadır.
Unutmayalım ki „Lider Ülke Türkiye‟ projesini gerçekleştirmenin yolu toplumumuzun
bilinçli eğitiminden geçecektir. Gerek okul öncesi, gerek okul dönemi çocuklarının
eğitiminde Atatürk döneminin kıstaslarının yeniden temel alınması ve çağa uydurulması
gerekmektedir.
5
Atatürk‟ün uyarıları dikkate alınmalıdır:
„Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak
zaferler elde ederse etsin o zaferlerin payidar neticeler vermesi ancak irfan ordusu ile
kaimdir.‟
„Bir içtimai heyet aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle yürümezse terakki,
temeddün etmesine fenni imkân, ilmi ihtimal yoktur.‟
„Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir.
Bugünün anaları için evsaf-ı lâzımeyi haiz evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için
faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek evsafın hamili olmaya mütevakkıftır.
Binaenaleyh kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok münevver, daha çok feyizli,
daha bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle
olmalıdırlar.
Sözlerimi yine Ata‟mızın, Türk kadını ile ilgili sözleriyle bitirmek istiyorum: „Türk
kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil,
fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türkü zihniyetiyle, bazusiyle,
azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetiştirmektir. Milletin menba‟ı, hayat-ı
içtimaiyenin esası olan kadın, ancak faziletkâr olursa vazifesini ifa edebilir. Her halde kadın
çok yüksek olmalıdır.”
Ne mutlu Türk‟üm diyene! Ne mutlu yüksek faziletli Türk kadını olabilene!
Türk kadınının her alanda hak ettiği mevkie ve fazilete yükseltilmesi için çalışacağına
inandığım Kadın Hareketi Derneğine çalışmalarında başarılar diliyorum.
6
Download