ayrımcılık ve çalışma hukukunda durum

advertisement
AYRIMCILIK VE ÇALIŞMA HUKUKUNDA DURUM
Konuşmacı: Prof. Dr. Mesut Gülmez
Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu
Tarih: 17.03.2009
Prof. Dr. Mesut Gülmez: Ben aşağı yukarı 10 aydan beri erken emekli olan bir
hocayım. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde 35 yıla aşkın bir süre
çalıştım. Sadece orada çalıştım kadrolu olarak. Onun dışında Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde lisans dersi olarak Uluslararası Sosyal Politika ve doktora dersi olarak
da İnsan Hakları Belgelerinde Sendikal Haklar konusunda dersler yaptım. Ama tabii
çalışmalarım bundan ibaret değil. Onun dışında da özellikle yazarak ve konuşarak bu
çalıştığım alana disiplinlerarası nitelik kazanan bir alana katkıda bulunmaya çalıştım.
Akademik yaşama nasıl başladık, benim akademik yaşamım nasıl bir çizgi izledi
ondan kısaca söz etmekte yarar görüyorum. Çünkü öylesine değişik bir çizgide
başladı ki geldiğim nokta sonunda disiplinlerarası bir nitelik kazandı ve çalışmalarım
da bu doğrultuda yürüyor. Hukuk Fakültesinde İş Hukuku okumadan seçimlik olduğu
için bu alana sonradan girdim. Onun için kendime alaylı diye nitelemekte bir sakınca
görmem, bu işin içinde başından beri olanlarla kendimi karşılaştırdığım zaman.
Yönetim birimi alanında da doktora yaptım Fransa’da. İş Hukuku’yla da o yıllarda
ilgim yoktu. Sonra Türkiye’ye döndüm. Burslu olarak gittim Milli Eğitim Bakanlığı’nın
burslusu olarak Türkiye’ye de döndüm. İş Hukuku okutacaksın dediler bir Yüksek
okul kurulmuştu. Olur dedim İş Hukuku öğrenmeye çalışmaya ve teksirini yazmaya
aynı zamanda başladım ve ondan sonra İş Hukukunun bir nedenle tarihine girdim. İş
Hukuku alanında çok tartışmalı bir konu vardı dikkatimi çekti çelişkili bir konuyla ilgili
olarak. 4. sınıf öğrencisi var mı İş Hukuku okuyan aranızda? Henüz olmadığına göre
demek ki o yasadan da söz etmeme gerek yok. Meşrutiyet yıllarında çıkmış bir
yasada grev hakkı var mıdır yok mudur, grev yasaklanmış mıdır yasaklanmamış
mıdır konusunu açıklığa çıkarmak için İş Hukuku tarihine daldım. Aşağı yukarı 8–10
yıl o alanda kaldım. Sonra Memur Sendikacılığı 80’li yılların ortalarında 82
Anayasası’nda yasaktır diyenlere karşı hayır yasak yoktur görüşünü savunmak üzere
ve bunu araştırmak üzere daldım. Daha sonra 90’lı yıllarda da dünyanın gündemine
de İnsan Hakları eğitimi özellikleri girmeye başladı. Berlin duvarı yıkıldıktan sonra
eski Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Konseyiyle bütünleştirilmesi
çalışmalarının da aynı zamanda başladığı yıllarda İnsan Hakları ve Demokrasi
Eğitimi bu konuyla ilgili olarak çalışmaya başladım. Derken İnsan Hakları zaten İş
Hukuku ve Sosyal Politikayla ilgilendiğim için sınırlı olarak benim çalışma alanımın
içindeydi ama daha bir genel çerçevede İnsan Haklarına girmeye başladım. Evet,
ondan sonra 2000’li yıllarda Sendikal Haklar özellikle kamu görevlilerinin ve
memurların sendikal hakları konusu beni çok uğraştırdı çok çalıştığım yayın yaptığım
alanlardan birisi ve sonuç olarak aşağı yukarı 4 yıldan beri de o tarihe kadar çok
ayrıntılı çalışmadığım bir konuya “Ayrımcılık Yasağı” konusuna girdim. Bir sendikanın
bir projesi dolayısıyla bu konuya girdim. Daha doğrusu konu benim üstümde kaldı bir
anlamda. 8 kitaplık bir proje söz konusuydu. Bunlardan birisi “Ayrımcılık Yasağı
Ayrımcılığın Önlenmesi” konusuydu. Ama aynı zamanda Eşitlikte ayrı bir proje ayrı
bir çalışma konusu olarak bu dizinin içinde yer almıştı. İkisi birlikte ele alınsın dedik o
yıllarda. Yok, bu ulusal programda da ayrı ayrı ele alınmıştır. Ayrı başlıklar halinde
ele alınmıştır.
1
Onun için ikisi birlikte değil ayrı ayrı çalışılsın dendi uygun bir isim bulamadık ve
bende kaldı konu. Şimdi ben biliyordum ki bu konu “Ayrımcılık” konusu “Ayrımcılığın
Önlenmesi” “Ayrımcılığın” daha doğrusu kaldırılması konusu “Eşitlik” konusuna
girmeden çalışılamazdı. Bu işin içine girince çok daha yakından gördüm. Aşağı
yukarı 4 yıldan beri bu konu üzerinde çalıştığımı söyleyebilirim. Önceki bölük pörçük
çalışmalarım bir tarafa okumaları bir tarafa bırakıyorum. Ama son 10 aydan beri de
üzerinden hiç kalkmadan hiç ara vermeden gece gündüz tatil yaz demeden üzerinde
deliksiz tırnak içinde çalıştığım bir konu ve şu günlerde de noktayı ister istemez
koymak zorundasınız ve konunun içine girdiğimde zaten çok kapsamlı olduğunu
biliyorduk ve konuyu tüketemeyeceğimi gördüm ve konunun içinde kaybolduğum
zamanlar oldu.
Ama en sonunda belli bir çerçevede bir çalışmalarında bitmesi gerekiyor ve çok
kapsamlı bir çalışma ortaya çıktı. Şimdi böyle birçok kapsamlı çalışma yapmış birisi
olarak sizinle bu yaptığım çalışmanın belki bazı noktalarını, bazı çarpıcı bölümlerini
paylaşma fırsatı verdi bana arkadaşlarım. Bir öğrenci topluluğunun çağrısı olarak ilk
kez bir özel üniversiteye ayağımı attığımı da bu arada size söyleyeyim. Ayrımcılık
nedir? Eşitlikle ilgisi var mıdır? Varsa nasıl bir ilişki vardır aralarında? Bunu Pozitif
Hukuka baktığımız zaman gerek uluslararası ve hatta ulusal üstü, gerek iç
hukukumuza anayasamıza ve yasalarımıza baktığımız zaman arasındaki ilişkiyi
görebilir miyiz? Yani anlayışıdır, hukuksal eşitlik anlayışıdır. Demek ki ikisinin
arasında bir ilişki var mı şimdi Ayrımcılıkla Eşitlik arasında. Öyleyse tek başına
ayrımcılık sorununa bakamazsınız. Tek başına eşitlik konusunu ister cinsiyetler arası
eşitlik olsun, ister genel anlamda eşitlik Eşitlik ve Ayrımcılık Eşitlik İlkesi ve Ayrımcılık
Yasağı acaba birlikte mi düzenlenmiştir, yoksa biri görmezlikten gelinerek sadece bu
aynı gerçeğin iki yüzünü olumlu ve olumsuz anlatımlarla ortaya koyan kavramlar
olarak mı düzenlenmiştir? Çok basit tanımlar yapabilirsiniz böyle girilebilir konuya.
Eşitlik genellikle hem İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin incelediği çok sayıda
kararına bakarsanız, Adalet Divanı Avrupa Toplulukları kararlarına bakarsanız,
bunlardan esinlenen Anayasa Mahkememizin kararlarına bakarsanız, eşitlik için
böyle çok basit bir tanım yapılır ve bu tanım daha çok biçimsel eşitlikle ilgili bir
tanımdır. Aynı durumda olan kişilere aynı kuralların uygulanması ve bunun tersini
eğer söyleyecek olursanız karşınıza ayrımcılık tanımı çıkar farklı durumda olan
kişilere farklı kuralların uygulanması. Şimdi aynı durumda olan kişilere farklı kurallar
uygulayabilmek için yani farklı işlem yapabilmek için bir haklı nedenin bulunması
gerekir. Haklı ya da nesnel nedenler olmadıkça aynı durumda bulunanlara farklı
kurallar uygulayamazsınız. Bu biçimsel eşitlik ilkesinden söz edilsin. Tek başına ne
eşitlikten söz edilebilir ne de ayrımcılık yasağından ayrımcılığın kaldırılmasından söz
edilebilir. Öyleyse bu çalışmalarım sırasında gördüm ki bu iki kavram arasında çok
sıkı bir ilişki var. Görmezlikten gelinmesi mümkün olmayan çok sıkı bir ilişki var.
Bunlar siyam ikizleri gibi demek ki, bu iki kavram siyam ikizleri gibi birbirine yapışık ve
ayrılması olanaksız iki kavram diye düşündüm. Birbirinin onsuz olmaz parçasını
oluşturan kavramlar bunlar ve sonuç olarak İnsan Hakları Tebliğiyle anlatmak
gerekirse eğer aralarındaki ilişki ancak bölünmezlik ilkesiyle doğru biçimde
anlatılabilecek kavramlardır. Bunu benden önce de kuşkusuz söyleyenler olmuş. İlk
kez ben bulmadım bölünmezlik üzerine ama Türkçe yazına baktığınız zaman eşitlikle
ayrımcılık yasağı arasındaki ilişkinin böylesi bir ayrılmaz parça oluşturması
bölünemez nitelik taşıma yönü bana yeterince vurgulanmamış gibi geldi. Hele hele İş
Hukuku yazınına öğretisine bakacak olursanız bu yönünün biraz göz ardı edildiğini
2
saptadım. Zaten İş Hukuku öğretisinde de bu konuya İnsan Hakları perspektifinden
bakılmıyor.
İş Hukuku öğretisinde bu konuya daha çok “İşverenin Eşit Davranma Borcu,
İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğü” olarak bakılıyor bu aslında benim üstün bir
ilke olarak nitelediğim Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik ilkesiyle bağdaşmayan bir yaklaşım.
Dikkat ederseniz bir kavram kullandım. Demek ki Eşitlik ile Genel Eşitlik İlkesiyle ve
bunun İş Hukuku Çalışma Hukuku alanına uyarlanmış versiyonu olarak Eşit
Davranma İlkesi ile Ayrımcılık Yasağı arasında öyle bir ilişki var. Bu ilişki hem Ulusal
Hukuk için geçerli, hem de ondan önce uluslararası ve tırnak içinde söylüyorum
“Ulusal Üstü Hukuk” için de geçerli. Daha doğrusu öncelikle ta Evrensel Bildirgeden
başladı 1948. Sonra evrensel ölçekli Birleşmiş Milletler Sözleşmesinden başlayarak,
Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmelerinden başlayarak ve ardından yine aynı
yıllarda II. Dünya Savaşı sonrasında bölgesel ölçekli sözleşmelerden başlayarak
başta Avrupa Konseyinin kabul ettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinden
başlayarak Eşitlikle Ayrımcılık Yasağı birbirinin onsuz olmaz parçası niteliği taşıyan
bu ilişki yazılı hukuka da girmiş oldu. Uluslararası İnsan Hakları yazılı hukukuna
pozitif hukukuna da girmiş orada da düzenlenmiş. Onun için Eşitlik ile Ayrımcılık
Yasağı arasındaki bölünmezliği anlatmak üzere ben Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik diye bir
kavram ortaya attım. Bunu genel olarak söylediğimiz zaman Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik
İlkesi, İş Hukuku bağlamında söylediğimiz zaman Ayrımcılık Yasaklı Eşit Davranma
İlkesi Eşit İşlem İlkesi olarak dile getirilir. Bu çalışmalarım sırasında yine ilgili daha
önce yayımlanmış çalışmalarda yeterince vurgulanmamış bir yönü dikkatimi çekti.
Artık bundan sonra Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik İlkesinden söz edebilirim. Sadece
Eşitlikten ya da sadece Ayrımcılık Yasağından değil, ikisini birlikte anlatan Ayrımcılık
Yasaklı Eşitlikten söz edebilirim. Bu ilke aslında İnsan Haklarından yararlanma
bağlamında öncelikle karşımıza çıkan işlevi olan bir ilkedir. İnsan Haklarından eşitlik
koşullarında yararlanma tüm insan haklarından eşitlik koşulları içinde tüm hak
öznelerinin yararlanmasını sağlama anlamında eşitlik ilkesinin son derece önemli bir
işlevi vardır insan haklarından yararlanma. Öyleyse Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik İlkesi
böyle sıradan bir ilke olmanın ötesinde anlam taşır işlevi vardır. Bir kere tüm insan
hakları için Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik İlkesi söz konusu olabilir ve tüm hak öznelerinin
herhangi bir insan hakkından yararlanması eşitlik koşulları içinde yararlanması söz
konusu olduğunda yine bu ilke son derece önemli bir işlevle karşımıza çıkar. Onun
için bu ilkeyi ben üstün bir ilke olarak görüyorum. Ölçü bir ilke olarak yani tüm hak ve
öznelerinin tüm insan haklarından eşitlik koşullarından yararlanıp yararlanmadığını
ortaya koymanın aynı zamanda bir ölçüsü bir işlevi de görebilecek ilke niteliği
taşımaktadır. Bunun altını çizmekte yarar var. Eğer Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik İlkesini
tanımlayacak olursanız, mutlaka hak öznelerinin insan haklarından eşitlik koşullarının
içinde şu nedenlere ırk renk din dil cinsiyet sayabilirsiniz ve ne kadar geniş biçimde
sayarsanız sayın bu nedenleri tüketemezsiniz. Bugün tarihin belli bir aşamasında
tüketirsiniz. Ama izleyen yıllarda başka bir nedene öngöremediğiniz düşünemediğiniz
bir nedene dayalı ya da kamuoyuna açılan çıkamamış çeşitli nedenlerle açığa
çıkamamış bir nedene dayalı ayrımcılık sorunu içinde başka bir neden söz konusu
olabilir. Onun için ayrımcılık nedenlerini sayarken belgeler Uluslararası İnsan Hakları
Sözleşmeleri başına bir özellikle sözcüğü getirirler. Özellikle ırk renk dil din cinsiyet
diye saymaya başlarlar ve baktılar ki biteremeyecekler ne kadar saysa tüketmek
olanaklı değil. Bunların örnek olarak sayıldığını göstermek üzere ve benzeri nedenler
diyerek bitirirler ve benzeri nedenlere dayalı ayrımcılık yapılamaz yasaktır diye de
bitirirler. Şimdi genellikle eski belgeler II. Dünya Savaşını izleyen yıllarda hemen 50’li
3
60’lı yıllarda kabul edilen belgelere baktığınız zaman örneğin yaş, engel, cinsel
yönelim yasaklanmış ayrımcılık nedenleri arasında sayılmamıştır.
Ama 2000’li yıllara geldiğimiz zaman özellikle Avrupa Birliği’nin bu alandaki belgeleri
evrensel hukukun çok önemli kaynaklarını oluşturan yönergeleri çerçevesinde bu
nedenlerde yazılı hukuka açıkça girmiştir. Anayasaya bakarsanız 10. maddesinde
Eşitlik İlkesi var biliyorsunuz ve anayasada Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik yaklaşımı
çerçevesinde sayılmıştır ve benzeri sebepler denmiştir ve öyle bitirmiştir. Bütün
ayrımcılık nedenlerini saymaya gerek görmemiştir öyle bitirmiştir. Ama aralarında yaş
yoktur, engel yoktur, cinsel yönelim yoktur. Oysa bu saydığım nedenlere dayalı
ayrımcılık sorunlarını ülkemizde de son yıllarda duymaya başladık. Avrupa
Komisyonunun ilerleme raporlarında özellikle son 3 yıldan beri açıkça cinsel yönelime
dayalı ayrımcılıklar da bunların önlenmesi de komisyon raporuna ilerleme raporuna
girmiştir biliyorsunuz. Bununla ilgili olarak kurulmuş olan bir derneğin kapatılmasının
istenmesi dolayısıyla bu dava dolayısıyla cinsel yönelime dayalı ayrımcılığında
Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda yerinin olmadığı gerçeğinden hareketle bunun
önlenmesi hem hukuksal hem de uygulama düzenlerinde önlemler alınması gerektiği
söylenmeye başlanmıştır haklı olarak. Bütün bu Uluslararası İnsan Hakları
Sözleşmelerindeki Ayrımcılık Yasağı ile ilgili yasa önünde eşitlik eşitliğin belgelerdeki
bir başka adı da yasa önünde eşitlik ilkesidir. Yasayı tabii dar anlamda anlamamak
gerekir. Hukuk önünde eşitlik bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı yok yazarlar
arasında yani hem içeride hem dışarıda. Hukuk önünde eşitlik pozitif hukuk önünde
eşitlik kuşkusuz hiyerarşinin en üst düzeyindeki kaynaktan anayasadan başlayarak
en alt düzeyine kadar yönetsel işlemlere kadar hukuk önünde eşitlik bu şekilde
girmiştir. Öyleyse ayrımcılık yasaklı hukuk önünde eşitlik ilkesi olaraktan
adlandırabiliriz öyle de görmek olanaklı. Bunun uluslararası kaynaklarına baktığımız
zaman Türkiye’yi ilgilendiren Türkiye’yi bağlayan kaynaklara baktığımız zaman belli
başlı çok sayıda kaynak var artık. Bu çerçeve Türkiye’yi ayrımcılık yasaklı eşitlik ilkesi
ile ilgili olarak bağlayan hukuksal yönden bağlayan çok sayıda uluslararası sözleşme
var İnsan Hakları Sözleşmesi. Birleşmiş Milletler’den başlayalım. Birleşmiş Milletler’in
yani İnsan Hakları Evrensel Hakları Bildirgesi hepimizin bildiği 1948 tarihli ama bir
sözleşme değildi biliyorsunuz onaylanması söz konusu değil. Birçok insan hakları
kitabında ne yazık ki Türkiye’nin 1949 yılında Resmi Gazetede yayınlayarak
onayladığı evrensel bildirge diye söz ediyor. Yanlış bildirge onaylanmaz. Bildirgeler
onaylanmaz ve onaylanmadığı için de hukuksal yükümlülük doğurması devlet için söz
konusu değildir. Sözleşmeler onaylanır. Sözleşme niteliği taşıyan uluslararası
belgeler onaylanır. Bunlardan neler var Birleşmiş Milletler çerçevesinde; ırk
ayrımcılığının tüm biçimleriyle kaldırılması sözleşmesi var onayladığımız. Irka dayalı
ayrımcılık biliyorsunuz tarihin çok gerilerine kadar çok tek insan hakları ihlalidir. Irk
temeline dayalı ayrımcılıktır ve cinsiyet temeline dayalı ayrımcılık tarihin çok
eskilerine kadar giden bir ayrımcılıktır. Şimdi bilmiyorum Eflâtun ve Aristo’nun eşitlik
ilkesi konusundaki görüşlerini eğer anımsatırsak özellikle cinsiyet temeline dayalı
ayrımcılık alanındaki görüşlerini anımsatacak olursak çok parlak olmadığını köle için
düzenden yana olmadığını kadınların kölelerle eş tutuklarını ne yazık ki söyleyebiliriz
görebiliriz. Çok derinlere çok eskilere giden ayrımcılık biçimleri var. Bu nedenledir ki
kadınlara yönelik ayrımcılık sadece genel belgelerde ayrımcılık yasaklanan ayrımcılık
nedenleri arasında cinsiyetin de sayılmasının dışında özel bir kuruma ihtiyacı
gösteren bir ayrımcılıktır bu çok yaygın olması nedeniyle çok eski olması nedeniyle
ve hala da yerkürenin hemen bütün coğrafyalarında bu tür ayrımcılığa rastlanmakta
olması nedeniyle. Onun için Birleşmiş Milletler o genel sözleşmelerin dışında bir de
4
kadınlara karşı tüm ayrımcılık biçimlerinin kaldırılması sözleşmesi hukuk ayrıntılı
biçimde bir düzenlemeyle kabul etmiştir. Bu sözleşmede Türkiye’nin onayladığı bir
sözleşmedir.
Bu toplumsal cinsiyet diye nitelenen çok geniş kapsamlı bir koruma sağlayan siyasal
alanda, ekonomik alanda sosyal alanda kültürel alanda eğitim alanında tüm
ayrımcılık biçimlerinin kaldırılmasını öngören bir sözleşmedir. O alanda güvence
sağlayan bir sözleşmedir. Bunun dışında Birleşmiş Milletler’in engel temeline dayalı
ayrımcılıklarla ilgili yeni bir sözleşmesi daha ortaya çıkmıştır 2005 yılında; Engelli
Kişilerin Korunması Sözleşmesi. Yine Göçmen İşçilere yönelik ayrımcılıkları önlemek
içinde ayrı ve özel bir sözleşme yapmıştır. Ama Birleşmiş Milletler’in bunların dışında
bütün bu özel olarak saydığım kesimleri kişi gruplarını da kapsayan iki genel
sözleşmesi daha vardır. Aynı zamanda Eşitlik İlkesine ve Ayrımcılık Yasağına birer
maddeyle yer veren ve bazı haklar açısından da özel koruma öngören iki sözleşmesi
daha vardır; İkiz Sözleşmeler diye adlandırdığımız sözleşmeler. Birincisi Ekonomik
Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi, ikincisi de Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesidir. Neden İkiz Sözleşmeler bunlar? Evrensel Bildirgede bu iki kuşak hak
birinci ve ikinci kuşak dediğimiz haklar birinci kuşak Kişi Hakları Siyasal Haklar tarih
sahnesinde ilk kez onlar yazılı hukuk alanında yer aldı belgelere girdi. Amerikan
Devriminin ve Fransız Devriminin ürünü olan belgelerle yazılı hukuk alanına girdi.
Daha sonra da Sanayi Devrimi onun yaratığı İşçi Sınıfı ve Burjuvazi ile girdiği
çatışmaların ürünü olan ulusal bir uluslararası belgelerle de ikinci kuşak haklar
Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar yazılı hukuk alanına girdi ve bu iki kuşak ulusal
haklarını güvenceye alan İkiz Sözleşmeler de Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağını
maddeleri arasında birer ikişer maddeyle açıkça düzenlemişlerdir. Bu iki sözleşmenin
bana göre özel bir önemi var. Türkiye henüz bu iki sözleşme açısından denetlenmeye
başlanmadı. 2003’te onayladık ertesi yıl en geç 2 yıl içinde hükümetin bu
sözleşmelere uygunluk sağlamak için aldığı önlemleri içeren raporunu Birleşmiş
Milletlere göndermesi gerekiyordu ve 2009’un Mart’ına geldiğimizde bunlardan
sadece birinin raporu 5 yıl gecikmeli olmak üzere gitti. Ötekinin raporu da hala
Dışişleri Bakanlığında bekliyor. Yani bu sözleşmelere ne kadar Türkiye’nin hukuku
uygundur değildir henüz bilmiyoruz. Ama bilenler biliyor. Bu sözleşmelerde devreye
girdiği zaman denetim organları iç hukukumuzu ve uygulamamızı bu sözleşmelerle
karşılaştıran raporlarla ortaya koyduğu zaman göreceğiz ki sadece Çalışma Hukuku,
İş Hukuku alanında değil genel olarak İnsan Hakları alanında çok sayıda aykırılıklar
ortaya konulacaktır. Birleşmiş Milletler dışında Avrupa Konseyinin sözleşmeleri var
bunlardan sadece ikisine değinmekle yetinelim. Birini hepimiz biliyoruz herkes zaten
basında kamuoyu da uzmanlarda genellikle ondan söz ediyor İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi. Bunun maddelerinden biri 14. maddesi Ayrımcılığın Kaldırılmasıyla
ilgilidir. Ama sadece sözleşmenin güvenceye aldığı hakların kullanılması açısından
ayrımcılığın kaldırılmasıyla ilgilidir ve sınırlıdır. Bunu geliştirmek bunun kapsamını
genişletmek üzere bir ek protokol yapıldı 2000’li yıllarda 12 sayılı ek protokol ve
sözleşmedeki haklarla sınırlı olmaksızın da Ayrımcılık Yasağıyla sağlanan
güvenceden yararlanmak olanağı getirildi. Ama bu ek protokolü Avrupa Konseyinin
üyesi olan devletlerin ancak yarısı bile şu durumda onaylamış değil. Onaylamaya
yanaşmıyorlar ve bunların içinde düşününüz Avrupa Konseyinin kurucusu olan
1949’da kurucusu olan devletler de var ve hatta bunlardan bazıları birkaç tanesi aynı
zamanda AB’nin 6 kurucusundan da birisidir. Onaylamaya yanaşmıyorlar. Çünkü o
protokol iç hukukta tanınmış olan bütün hakların kullanılması söz konusu olduğunda
da Ayrımcılık Yasağının sağladığı güvencenin uygulanmasını öngörüyor. Onun için
5
buna yanaşmıyoruz. Avrupa Konseyinin bir başka önemli belgesi Sosyal Haklarla ilgili
Avrupa Sosyal Şartı eskisi 1961 tarihli, yenisi 1996 tarihli Avrupa Sosyal Şartı yenisi
gözden geçirilmiştir. Türkiye bunu da onayladı. Gözden geçirilmiş olan Avrupa Sosyal
Şartında onayladı.
Yeni Sosyal Haklar içeren ve eskisindeki bazı Sosyal Hakları daha ileri düzeye
taşıyan bir belge ve bununla ilgili denetimde yeni işlemeye başladı. Şimdi şunu
söylemekle yetineyim. Eski Sosyal Şart çerçevesinde Türkiye Sosyal Şartın sadece
46 paragrafı ya da fıkrası için hukuksal yükümlülük altına girmişti. Ama yeni Sosyal
Şartı onaylarken bu ikiye katlandı 91 fıkrayı da paragraf aralarında maddelerde var,
hukuksal yükümlülük üstlendi. Bir cümle daha eklemek istiyorum. Bu 46 paragraflı
yükümlülük döneminde 1989’dan beri işleyen yükümlülük döneminde Sosyal
Hukukumuzda Sosyal Şarta aykırı çok sayıda düzenleme var. Şimdi 91’e çıkınca
yükümlülük sayısının artık hangi noktaya ulaşacağını siz düşünün Sosyal Haklar
açısından son derece önemli bir belgedir gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı ve
ne yazık ki bu yakın zamana kadar böyle birkaç kişinin birkaç hocanın özel ilgi
alanına giren bir belge niteliği taşıyordu. Onun için üvey evladı diye niteliyordum ben
bunu Avrupa Konseyinin üvey evladı olarak çünkü herkes İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Sosyal Haklar yok ortada. Birazda
Avrupa Birliği’nden söz edeyim bu çerçeveyle ilgili olarak. Avrupa Birliği’nin Ayrımcılık
Yasaklı Eşitlik konusundaki düzenlemeleri ilk toplulukların kurulduğu tarihten itibaren
1950’li yılların başından ve ikinci yarısından itibaren başlamıştır. Antlaşmalarda çok
sınırlı kurallar yer almıştır. Uyrukluk temeline dayalı ayrımcılığı yasaklayan kurallar
vardır. Bir de cinsiyet temeline dayalı ayrımcılığı yasaklayan kurallar vardır. Ama
cinsiyet temeline dayalı ayrımcılık sadece ücret için geçerlidir. Cinsiyetler arası ücret
eşitliğini sağlamaya yönelik bir kural vardır Roma Antlaşmasından Avrupa Ekonomik
Topluluğu Antlaşmasında. Çünkü ne olacaktır vatandaşlık yurttaşlık temeline dayalı
bir ayrımcılık yasağı da vardır. Neden? Çünkü işgücünün serbest dolaşımını
sağlamak bu tür ayrımcılıklarla karşılaşmadan serbest dolaşımı sağlamak istiyordu
Avrupa Topluluğunun 6 kurucu balası. Daha sonra ilerleyen yıllarda özellikle 1970’li
yılların ortalarından başlayarak cinsiyetler arası eşitlik ücret sınırlarını aşmaya
başladı. Ücretin dışındaki başka konulara İstihdama Giriş mesela İşe Giriş Mesleksel
Eğitim Çalışma Koşulları gibi alanları da kapsayarak genişlemeye başladı.
Yönergelerle bunu genel olarak yapmaya çalıştı Avrupa Birliği’nin organları
yönergelerle ve 75’ten 2008’e 2009’a kadar çok sayıda yönerge kabul edildi
Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik için. Ben şu kadarını söyleyeyim. Bu yönergelerde yapılan
bir eşit işlem tanımı vardır ve hepsinde yinelenir. Saydığım ayrımcılıkların yokluğu
anlamında Eşit İşlem İlkesinin uygulamaya konulması amacıyla ben bu yönergeyi
hazırladım diyerek başlar. Yani ayrımcılıkların yokluğu anlamında Eşit İşlem. Eşit
İşlem demek ayrımcılıkların tüm biçimiyle olmaması demektir. Ayrımcılıklar nelerdir?
Tüm biçimleri nelerdir? İlk belgelerde böyle biçimlerinden bahsedildiğini de
göremezsiniz. Doğrudan ayrımcılık vardır. Cinsiyet temeline dayalı bir yasak
koymuştur. Vatandaşlık temeline dayalı bir yasak koymuştur veya öteki nedenlerden
birine birkaçına dayalı bir yasak koymuştur doğrudan doğruya Anayasada yasalarda
böyle bir düzenleme vardır, doğrudan ayrımcılık. Bir de bakarsınız görünüşte böyle
bir yasak yok yansız görünüyor tarafsız görünüyor yapılan düzenlemeler hukuki
düzenleme. Ama sonuç olarak bir bakıyorsunuz ki bu belli bir kategorinin zararına
sonuçlar doğurmaya başlıyor. Cinsiyet temeline dayalı bir ayrımcılık söz konusu değil
ama bir bakıyorsunuz ki esnek çalışma biçimlerinden örneğin kısmi çalışmanın ezici
bir çoğunlukla kadın işgücü tarafından yerine getirildiğini görüyorsunuz. Kadın
6
işgücünün Kısmi Çalışma Part-time Çalışma çerçevesinde istihdam edildiğini
görüyorsunuz ve ondan sonra bir karşılaştırıyorsunuz ki ücretlerinin örneğin korkunç
farklar var. Kimin zararına farklar var? Kadın işgücü zararında farklar var. Yasaya
bakıyorsunuz böyle bir şey öngörmüyor. Ama ortaya öyle bir sonuç çıkıyor ki belli bir
katagori kitlesel olarak ayrımcılığa uğramış.
İşte bu dolaylı ayrımcılıktı bunu da önleyeceksin diyor. Uygulamada ortaya çıkan bu
tür eşitsizlikleri de önleyeceksin diyor ve bu da böyle bir tanımda AB belgelerine
girmeye başlıyor; Doğrudan Ayrımcılık, Dolaylı Ayrımcılık, Taciz, Cinsel Taciz onun
özel biçimi olan Cinsel Taciz. Kendin ayrımcılık yapamıyorsun ama bulunduğun
konum itibariyle astına emir vererek talimat vererek ayrımcılık uygulaması
yaptırıyorsun. Bu da bir ayrımcılık ve böylece ayrımcılık biçimleri de tanımlarıyla
birlikte Avrupa Birliği Yönergelerine ayrıntılı olarak girmeye başlıyor ve gerçekten
Avrupa Birliği’nin oluşturduğu 1975’ten 2008’e kadar uzanan kesiti içinde oluşturduğu
ayrımcılık karşıtı hukuksal çerçeveye baktığımız zaman, bütün bileşenleriyle bütün
öğeleriyle birlikte olabildiğince eksiksiz biçimde koruyucu çerçevenin ortaya çıktığını
görüyorsunuz. Ama hep bu çerçeve genellikle istihdam ve çalışma alanıyla sınırlı
kalmıştır ve Avrupa Birliği bu korumayı din ve inanç temeline dayalı, yaşa dayalı,
engele dayalı ve cinsel yönelime dayalı ayrımcılık karşıtı koruyucu hukukunu emek
piyasasının dışına da çıkarmayı amaçlayan yeni bir yönerge önerisi hazırlamıştır.
2008’in yaz aylarında ve yasama sürecini başlatmıştır, henüz noktalanmamıştır.
Hukuksal çerçeve açısından ayrımcılık karşıtı uluslararası ve ulusal üstü düzenleme
önemli bir aşamaya varmıştır. Ama hukuksal çerçeve ayrımcılıkların çok ciddi bir
İnsan Hakları ihlali olan ve olmayı sürdüren ayrımcılıkların önlenmesi için tek başına
yeterli değildir. Gereklidir ama yeterli değildir. Onun için uygulamaya dönük eylem
planları programları hazırlamak gerekir ayrımcılıkları önlemek için, ön yargıları
ortadan kaldırmak için, bilgilendirme bilinçlendirme ve eğitim programları yapmak
gerekir. Bu alandaki Sivil Toplum Örgütlerinin hak arama yollarını işletmesine olanak
tanımak gerekir. Ayrımcılık mağduru kişinin kanıtlama yükümlülüğü yönünden üstüne
düşen görevi hafifletmek gerekir. Bunu nasıl yapacaksınız? Herkes iddiasını ispata
mecburdur kuralından yola çıkacak olursanız, böyle bir yükümlülük olduğunu bilen bir
ayrımcılık mağduru bu sorununu yargıya taşımak istemeyebilir. Bunu
beceremeyeceği için güçsüz olduğu için istemeyebilir. Öyleyse kanıtlama
yükümlülüğünü de paylaştırmanız gerekir ve ayrımcılık mağdurunun üstünden onu
alıp ayrımcı işlemi gerçekleştiren kişiye işverene asıl kanıtlama yükümlülüğünü
yüklemeniz gerekir. İşte bu alanda da ayrımcılık karşıtı Uluslararası Hukuk ve AB
Hukuku da önemli adımlar atmıştır. Hukuksal çerçevenin boşluklarını bu alanda da
doldurmuştur. Başka ne yapacaksınız? Ayrımcılık sorununu tüm yönleriyle ekonomik,
sosyal, kültürel, eğitimsel ve başka yönleriyle incelemek başka ülkelerdeki
uygulamaları incelemek amacıyla özerk ve bağımsız bir eşitlik birimi kurmanız
gerekir. Çok önemli bileşenlerinin bir tanesi de budur Ayrımcılık Karşıtı Hukukun. AB
yönergelerinde de çok açık biçimde görülmüştür. Uluslararası Hukukun daha doğrusu
adını saydığım belgeler çerçevesinde İnsan Hakları Sözleşmeleri çerçevesinde
Ulusal Üstü İnsan Hakları Hukukunun bu hukuksal çerçevesi karşısında Çalışma
Hukukumuzdaki durum nedir? Neden ulusal üstü dedim? Uluslararası ve ulusal üstü
Anayasanın 90. maddesini biliyorsunuz. 90. maddesinin son fıkrasına 2004’de
eklenen bir cümleyi eğer onaylanmış İnsan Hakları Sözleşmeleri ile yasalarımız
arasında bir uyuşmazlık çıkarsa ne olacak, hangisine bakacağız? Bu konu yıllarca
tartışıldı. İnsan Hakları uzmanları Anayasa Hukuk uzmanları, Kamu Hukuku
uzmanları bunların arasına bir Sosyal Politikacı olarak ben de girdim. Daha sonra bir
7
İnsan Hakları uzmanı olmaya çaba göstererek ben de girdim ve bir görüş birliğine
varılamadı. İki farklı görüş ortaya çıktı. 2004’de yapılan Anayasa değişiklikleri
çerçevesinde bir cümle eklendi ve dendi ki eğer Türkiye’nin onayladığı bir sözleşme
ile İnsan Hakları Sözleşmesi ile yasalar arasında çatışma varsa uyuşmazlık varsa
yasalar değil, İnsan Hakları Sözleşmeleri esas alınır dedi. Bunun anlamı nedir?
Demek ki İnsan Hakları Sözleşmesi eğer Türkiye’nin onayladığı bir sözleşme ise yani
önce TBMM’nin bir yasayla onaylamasını uygun bulmuşsa ardından Cumhurbaşkanı
ve Bakanlar Kurulu bir ortak kararnameyle ben de bu sözleşmeyi onaylıyorum
demişse ve Resmi Gazetede yayınlamışsa, artık o sözleşme ulusal üstü bir değer
kazanmıştır ve doğrudan doğruya uygulanması gerekir yasama tarafından, yürütme
tarafından, yargı tarafından, tüm kamu yetkilileri tarafından, üniversite rektörleri de
yetkilileri de dahildir buna. O sözleşme iç hukuka aktarılmıştı bununla ilgili yasal
düzenleme yapıldı, gerekli değişiklikler yapıldı; henüz yapılmadı onun için bunu
uygulayamayız gibi gerekçeler türetmeden onayladığımız İnsan Hakları
Sözleşmelerini denetim organlarının kararlarıyla birlikte doğrudan ve kendiliğinden
uygulama yükümlülüğü altındadır bu bir anayasal yükümlülüktür. İşte Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ni bağlayan böyle İnsan Hakları Sözleşmeleri vardır ve bu
sözleşmelerin içinde Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik İlkesi de yer almaktadır. Onun için ben
diyorum ki bu alanda ve genel olarak İnsan Hakları alanında olduğu gibi Eşitlik İlkesi
alanında uyumun yolu Brüksel’den geçmez. Uyumun yolu öncelikle Cenevre’den
geçer, Paris’ten geçer Newyork’tan geçer. Yani bu sözleşmeleri Birleşmiş Milletler’in
ve Avrupa Konseyinin sözleşmelerinin kabul ettiği yerden geçer. O sözleşmelere
uyum sağlanmasından geçer. Avrupa Birliği’ne uyum sağlamak için sadece aday
devlet olarak çaba harcıyorsunuz. Ama ondan önce bizi hukuksal olarak bağlayan
Anayasa gereği İnsan Hakları Sözleşmeleri var. Bunun gözardı edilmemesi gerekir.
Çalışma Hukukuna geliniyor. İş Hukukundaki özellikle Eşit Davranma İlkesiyle ilgili
düzenlemelerden birkaç noktaya değineyim. Eşit Davranma İlkesi yeni iş yasası ile
eskisinde olmayan bir genişlikte ve ileri düzeyde ele alındı ve pozitif hukukumuza
girdi önemli bir yenilik önemli bir ilerleme getirdi. Eşit Davranma İlkesinin böyle
ayrıntılı 6–7 fıkralı bir düzenleme ile İş Yasasına girmesi önemli bir değişme. Ama İş
Yasasının bu 5. maddesinin 1. fıkrası iş ilişkisinde diyerek başlar; ırk, renk, cinsiyet,
dil, din, temeline dayalı ayrımcılık yapılamaz diye biter. İş ilişkisinde nedir peki? İş
ilişkisi acaba işe almayı kapsar mı? İşe giriş aşamasını kapsar mı? İstihdama giriş
evresini de güvence altına alır mı? İş Hukuku öğretimizdeki egemen görüş iş ilişkisi
yasadaki işçi tanımına, işveren tanımına ve iş ilişkisi kavramının tanımına bakacak
olursanız, bu ilişki iş sözleşmesinin imzalanması ile ortaya çıkar. Dolayısıyla iş
sözleşmesinin imzalanmasından önceki evrede yani hukuksal olarak, biçimsel olarak
iş ilişkisinin kurulmasından önceki evrede bu ayrımcılık yasağının koruması geçerli
değildir, uygulanmaz derler. Bu yorum bu görüş yasanın daha sonraki 5. maddesinin
izleyen fıkralarındaki bazı terimlere dayalı olarak ortaya atılıyor. Onları sanıyorum
burada ayrı ayrı ele almaya gerek yok. Karşıt kavram yoluyla yorum yapılarak böyle
bir sonuca ulaşılıyor. Oysa bu iş ilişkisi kurulmasından önceki evresiyle birlikte işe
giriş aşamasıyla birlikte Uluslararası Hukukta ve AB Hukukunda koruma kapsamına
alınmıştır açıkça ve bizi de eleştirmektedir. Bu andığım sözleşmelerin denetim
organlarının kararları sizde işe giriş aşaması ayrımcılıklara karşı korunmuş mudur?
Korunmadıysa korunması gerekir diyerek eleştirmektedir. Buna ilişkin ne gibi
düzenlemeler yaptınız diye eleştirmektedirler. Onun için bu açıdan İş Hukuku
öğretisiyle aynı görüş içinde olmadığını Ulusal Üstü Hukuku İş Yasasından önce ve
onun üstünde olarak uygulanması gerektiğinden İş Yasasından Ulusal Üstü
8
Sözleşmeler doğrultusunda yorumlanması gerektiğinde bu görüşü paylaşmadığımı ve
ayrımcılığa karşı işe giriş aşamasınında koruma güvence kapsamında olduğunu
savunuyorlar. Peki, ayrımcılık yaparsanız bunun yaptırımı ne olacaktır? İş Yasasına
göre bunun yaptırımı yalnızca işçinin 4 aylık ücreti tutarında bir tazminattır ve bir de
yoksun kaldığı başka haklar ihbarsız olarak çıkardıysa ihbar tazminatı veya maddi
manevi tazminat talep edeceği bir durum varsa onlar en çok 4 aylık ücreti tutarında
bir tazminat alabilecekler. Yani tavan sınırlaması getirmiştir. Tavan sınırlaması
getiremezsiniz. Tavan sınırlaması getirdiğiniz zaman bu yaptırım etkileyici olmaz,
etkili olmaz, caydırıcı olmaz ve dolayısıyla bütün ulusal üstü sözleşmelerle
bağdaşmaz. Onun için tavan sınırının kaldırılması gerekir. Öte yandan iş hukuku
öğretisi diyor ki bu 4 aylık ücret çıplak ücrettir. Yani ücret ekleri ikramiyeler primler
öteki sosyal ödemeler bu tazminat hesaplanırken göz önüne alınmaz diyor. Öyle bir
şey olamaz. Böyle yaptığınız zaman o yaptırım göstermelik olmaktan öteye geçmez.
Onun için bu açıdan da son derece önemli bir uyumsuzluk söz konusudur. Ulusal
Üstü İnsan Hakları Hukuku diyor ki; ayrımcılıkla ilgili olarak bir eşitlik birimi
kuracaksınız olması gerekir diyor ve bütün AB üyesi devletlere değişik adlarla Kadın
Erkek Eşitliği Komisyonu Kurulu gibi değişik adlarla böyle birim kurdular oluşturdular.
Ama biz henüz 5–6 yıldan beri ilerleme raporlarında bu geliştirme olmasına karşın bu
adımı atmadık. Ama nasıl bir adım attık ki geçtiğimiz günlerde iki hafta önce Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde bir komisyon kurduk. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonunu kurduk. Bu TBMM’deki İhtisas Komisyonlarından bir başkası bir yenisi
ve bilmiyorum dikkatinizi çekti mi? Bu komisyonun adı Kadın Erkek Eşitliği
Komisyonu olarak Anayasa Komisyonundaki tartışmalar sırasında belirlenmişti ve
ondan sonra son dakikada AKP Milletvekilleri bir önerge vererek adını fırsata
dönüştürdüler Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu yaptılar. Adı Fırsat görevi Kadın
Erkek Eşitliği olan bir komisyon kuruldu.
Sendikalar Yasasından bir örnek vereyim. Sendika Kurucusu olabilmek için Türk
vatandaşı olmak gerekiyor ve Türkçe okuryazar olmak gerekiyor. Yasa böyle bir
koşul öngördüğü koşullar arasında buna da yer vermiş. Bu koşul aynı zamanda İşyeri
Sendika Temsilcileri için de aranıyordu Türk vatandaşı olma koşulu. Şimdi genellikle
bizde hükümetler siyasi iktidarlar ilkbahar aylarında bu sendikal yasaları değiştirmek
için tasarılar taslaklar hazırlarlar. Sonbahar aylarında da AB’ye uyumla ilgili olarak
anayasada ve başka yasalarda bir takım değişiklik tasarıları taslakları hazırlarlar. İşte
mecliste böyle bir tasarı var ve orada Türk vatandaşlığı koşulunun kaldırılması
öngörürler. Çünkü bu konu eleştiriliyor ve bizim Türk vatandaşlarımız Almanya’daki,
Hollanda’daki bütün Batı Avrupa’daki Türk vatandaşları sendika kurucusu olabiliyor
üyesi olabiliyor yöneticisi olabiliyor. Ondan sonra Türkiye’de Türk vatandaşı
olmayanlar bu haktan yoksun bırakılıyor. Üye olabiliyor ama kurucu olamıyor. Şimdi
bunun ne yazık ki eksik bilgilerle yasalara, anayasaya aykırı olmadığını ileri süren iş
koçlarımız var çoğunluk kaldırılmasından yana durumda kaldırılmasından yana. Ama
azınlıkta kalan birkaç meslektaş, bu yabancıların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili
olarak Milletlerarası Hukuka uygun düzenlemeyi kanunla yapabilirsiniz diyen anayasa
maddesine dayanarak böyle bir görüşe varıyorlar ve o anayasa maddesinde yanlış
oldu demektir diyor. Milletlerarası Hukuka uygun olacak yaptığınız düzenleme. Eğer
uygun değil, aykırı bir düzenleme yapıyorsa bunun kanunla düzenleme yapma
yetkisini kullanmış olmak yeterli değildir bir uyum sağlamak için. Sonuç olarak şunu
söyleyebilirim. Genel olarak İş Hukuku alanında, Toplu Çalışma ilişkileri alanında,
Sendikal Haklar alanında ve özel olarak da Ayrımcılık Yasaklı Eşitlik İlkesi Eşit
Davranma Eşit İşlem İlkesi alanında, Çalışma Hukukumuzdaki aykırılıklar
9
sanıldığından daha ciddi boyutlardadır ve sayıca daha çoktur. Resmi hükümetlerin bir
hükümetin sandığından daha ciddi uyumsuz kurallar vardır Çalışma Hukukumuzda.
Neden bunu söylüyorum? Çünkü Uyum Sağlama Çalışmaları bu alanda sadece
sözleşmelerin pozitif metinlerine bakarak yapılmaya çalışılıyor. Yani alıyorsunuz
sözleşmeyi ilgili maddesini okuyorsunuz ve ona uyum sağlamaya çalışıyorsun.
Oysa o sözleşmenin uygulanmasından sorumlu olan o konuda yetkili olan denetim
organları örneğin kim bunlar İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi bağlamında, İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi bağlamında İnsan Hakları Komitesi, Ekonomik Sosyal
Haklar Komitesi Uluslararası Çalışma Örgütü bağlamında Sendikal Özgürlüğü
Komitesi Uzmanlar Komisyonu diye denetim organları var. Bunların kararlarına
bunların iştihatlarına bakmadığınız zaman yaptığınız uyum çalışmaları çok eksik
kalıyor ve kısmi uyum sağlamaktan öteye geçmiyor. Onun için bu konu daha
önümüzdeki 10 yıl boyunca en azından AB’ye uyum süreci 10 yıl geride bıraktım
biliyorsunuz, onun için önümüzdeki 10 yıl boyunca da herhalde gündemden
düşmeyecektir. Ama eğer denetim organlarının kararları göz önüne alınarak bu
düzenlemeler yapılmazsa hiçbir zaman tam uyum sağlanamayacaktır.
10
Download