ANTİK YUNAN`DA YEMEK KÜLTÜRÜ: Yalınlığı ve dönemin

advertisement
ANTİK YUNAN’DA YEMEK KÜLTÜRÜ:
Yalınlığı ve dönemin tarımsal yetersizliklerini yansıtmasıyla bilinir.Bu dönemde
beslenme alışkanlıkları, Akdeniz mutfağının üç ana öğesi olan buğday, zeytin
yağı ve şarap üzerine kuruludur.
ANTİK YUNAN MUTFAĞI’NIN GENEL ÖZELLİKLERİ
M.Ö. 3 yüzyıla dek Antik Yunan mutfağında iklimin ve fiziksel şartların
doğurmuş olduğu sadelik göze çarpıyordu ve bu sadelik bir erdem olarak kabul
görüyordu. Toplum yemek zevklerini ve damak tatlarını umursamazlık
etmiyorsa da yalınlığa ve gösterişsizliğe büyük önem veriyorlardı. Pers
İmparatorluğu'nun gösterişli yemek kültürünü yadırgıyorlarsa da bu dönemde
Pers kültürünün Yunan mutfağı üzerindeki etkisi açıkça görülmüştür. Bunun
yanında dönemin yazarları İran Fars krallarının sofralarını sık sık kaleme
almışlardır. Aksine kendi mutfaklarındaki sadeliği ve basitliği ise her zaman az
göstermeye çalışmışlardır. Plutarhos'un Likurgus'un Yaşamı adlı kitabında
belirttiğine göre ünü çok büyük olan ve bütün Yunanistan'da yayılan Sparta'nın
yulaf lapasını (maza) denemek isteyen Pontus Kralı Lakonya'dan bir aşçı getirtir,
bu yemeği yaptırır ve bu gösterişsiz yemeği tadar ama beğenmez. Yemeklerine
laf söyletmek istemeyen ve ona bakan aşçı hemen söze karışarak "Efendim, bu
yemeğin tadına, Evrotas Nehri'nde bir kez yıkanmadan varamazsınız" diyerek
durumu kurtarmaya çalışır. Polyaenus'un belirttiklerine göre İranlıların
kraliyetteki yemek salonlarını keşfetmeye çalışan Büyük İskender onların damak
tadıyla ve aldıkları yenilgiyle alay etmiştir.
Bu kalıplaşmış yalınlık düşüncesi ve pek değer verilmeyen mutfak olgusu
nedeniyle mutfaklar uzun bir dönem -köle ya da özgür- yalnızca kadınların
tekelinde kaldı. Klasik çağlara gelindiğinde mutfakla ilgili yavaş yavaş yazılı
kayıtlar vermeye başladılar.
BESLENME BİÇİMLERİ
Vejetaryenlik : Antik Yunan'da bir din olarak ele alınabilecek iki büyük olgu olan
Orfecilik ve Pisagorculuk kişiler için değişik bir yaşam biçimi teklif ediyordu. Bu
sadelik ve basitlik üzerine kuruluydu. Orfecilik felsefesinde etyemezlik baş
ögeydi. Pisagorculuğun da pek çok yerinde adı geçerdi.
Empedocles, (M.Ö. 5. yüzyıl) vejetaryenliği ruh göçleriyle bağdaştırmıştır.
Kesilmek üzere olan bir hayvanın ruhunun bir insanın bedenini de mesken
edinebileceği inancına hak vermiştir.Orfecilikte vejetaryenliğin nedeni başka
canlıların yaşamlarına son vermeme erdemidir.
Atletlerin Rejimleri : Antik Yunan'da olimpiyat oyunlarına katılmak ve iyi
dereceler yapmak için her zaman antrenman yapan ve beslenmelerine çok
dikkat eden atletler içinde kendini ilk kez bütünüyle grçek bir diyet içine sokan
atlet Torontolu İkkus olmuştur.
Platon'un anlattıklarına göre çok sıkı bir rejim içine giren atlet eğitim süreci
boyunca pek çok şeye yaklaşmamıştır. Bütünüyle cinsel yaşamdan uzaklaşan
atlet, yalnızca kuru incir, ekmek ve peynir yemiş, beceriler kazanabilmek için
pek çok ilkel inanç doğrultusunda hareket etmiştir. Keçi gibi sıçramak için keçi
etine baş vurmuş, "öküz" gibi güçlü olmak içinse sığıt eti yemiştir.
GÜNLÜK BESLENME;
Antik Yunan'da insanlar günde genelde 3 öğün yemek yerlerdi.
* (ἀκρατισμός / akratismós) Kahvaltı; Şarap içine bandırılrak yenen arpa
ekmeği, (ἄκρατος / ákratos), bunun bazen incir ya da zeytinle tamamlanan türü;
* (ἄριστον / ariston) Gün ortasında ya da biraz sonrasında yenen öğle
yemeği;
* (δεῖπνον / deĩpnon) günün en önemli öğünü; akşam yemeği, genelde hava
kararmaya başlayınca yenirdi.
Bu ana öğünlerin yanı sıra kimi zaman ikindi vakitlerinde (ἑσπέρισμα /
espérisma) adı verilen atıştırma da yapılırdı.
Antik Yunan'da genelde masalarda oturularak yemekler yenilirdi. Masalar
günlük yemekler içinse; yüksek, ziyafetler içinse alçak olurdu. İlk görülen
masalar dikdörtgen biçimliydi. Daha sonra, M.Ö. 4. yüzyılda masalar yuvarlak
biçimli olarak yapılmaya ve ayaklarına hayvan ayağı görüntüleri verilmeye
başladı. Bunun en çok görülen örneklerinden biri de aslan pençesi biçiminde
olanlardı. Yunanlar, ölen çocukların mezarlarına, sahip oldukları ev eşyalarının
pişmiş topraktan yapılmış minyatürlerini koyarlardı, bu da bugün Antik Yunan
uygarlığındaki ev eşya ve yaşamının nasıl olduğu konusunda en güvenilir bilgi
veren kaynaklardan biridir.
Yemekler ekmek arasında ya da kalın ekmekler içine tabağa koyar gibi yenilerek
tüketilse de pişmiş topraktan ya da metalden yapılan kase ve tabaklar çok daha
yaygın olarak kullanılmıştır. Tabaklar zamanla daha ince işlenmeye başlamış ve
Roma döneminde paha biçilemez metal ve camlardan tabaklar yapılmaya
başlanmıştır. Çatal kullanımından haberdar olunmamış, katı yiyecekler elle
yanmiştir. Bıçaklara sadece et kesmek için başvurulmuş, kaşık bugünkü
işlevinde olduğu gibi çorba ve diğer sıvı yiyeceklerin tüketilmesinde
kullanılmıştır.
A-YİYECEKLER
1-EKMEK: Tahıllar, (σῖτος / sĩtos) beslenme kültürünün başlıca ögeleriydi.
Tahıllardan en önemli ikisi buğday ve arpaydı. Bunlar suya yatırılarak
yumuşatılır, daha sonra ya yulaf lapası yapılır ya da öğütülerek un (ἀλείατα /
aleíata) hâline getirilirdi. Un daha sonra suyla yoğurularak somun (ἄρτος /
ártos) ya da düz ekmek yapılır ve peynir ya da balla karıştırılarak pişirilirdi.
Hamur mayalandırma yöntemleri bilinirdi ancak taştan yapılma fırın türlerinden
Roma dönemine dek haberdar olunmadı. Atinalı devlet adamı Solon'un çıkardığı
yasalara göre mayalanmış hamurla yapılan ekmek festival günlerinde satılıp
tüketilmeye başlandı. Ancak fiyatı çok yüksek olmasına rağmen, klasik çağlara
gelindiğinde bu tür ekmekler fırın dükkânlarında satılıyordu.
Arpanın üretimi kolay olan bir besindi ama arpadan ekmek yapmak oldukça güç
bir işti. Besleyici değeri vardı ama arpadan yapılan ekmek çok ağır olurdu. Bu
nedenle arpalar öğütülerek un (ἄλφιτα / álfita) hâline getirilmeden önce
kızartılırdı. Bu un, Antik Yunanistan'da geleneksel bir yemek olan μᾶζα / mãza'yı
yapmada kullanılırdı. Tahıllar günlük yaşamda da büyük yer edinmişti.
Aristofanes, (Εἰρήνη /İrene adlı) komedyasında yalnızca arpa yemek gibi bir
deyim kullanmıştır. Maza'nın tarifini veren pek çok kaynak vardır. Bunlara göre
maza hem pişmiş hem de çiğ olarak servis edilebilirdi. Küçük parçalar hâline
getirilebilir, yufka gibi açılabilir, buğday ekmeği gibi içine peynir vb. dolgular
koyularak tatlandırılabilirdi.
2-MEYVE ve SEBZELER : Tahıllar genel olarak ὄψον / ópson adı verilen şeylerle
birlikte sunulurdu. Bu sözcük ilk olarak ateş üzerinde pişirilmiş her türlü yiyeceği
anlatmak için kullanırdı ancak zamanla ekmekle birlikte tüketilen besinleri
anlatmak için kullanılmaya başlandı. Ópson terimi İlyada'da sadece et
anlamında kullanılmış, Odysseia'da balık eti de buna dâhil edilmiştir. Klasik
dönemde lahana, fasulye, soğan, mercimek gibi çorbalar içinde kullanılan tüm
sebzeleri de kapsamaya başladı. Genel olarak ἔτνος (étnos, "fasulye çorbası")
adı verilen bu çorbalara zeytin yağı, sirke ve γάρον/gáron (bir balık türü) da
ilave edilerek yenirdi. Aristofanes'in belirtiğine göre bu fasulye çorbası Yunan
komedyalarında bir obur olarak canlandırılan Herakles'in (Herkül) en sevdiği
yiyeceklerden biriydi. Çiğ ya da salamura edilmiş zeytinler yaygın bir biçimde
garnitür olarak tüketilirdi.
Şehirlerde, taze meyveler çok pahalıydı ve nadiren tüketilirlerdi. Yoksul şehir
sakinleri kurutulmuş meyvelerle idare etmek zorundalardı. Soğanlar ise askerî
açıdan sembolik bir öneme sahiplerdi. Gerek kurutulmuş gerek ise taze
meyveler ve kabuklu yemişler yemek sonlarında tatlı yerine yenirdi. En önemli
meyveler, incir, nar ve kuru üzümdü. Kuru incirler ayrıca aperitif olarak da yenir
ya da şarabın yanına katık edilirdi. Daha sonraki zamanlarda incirler kızartılmış
kestane, nohut ve kayın ağacı meyvesi ile tüketilmeye başlandı.
3-ET ve BALIKLAR: Balık ve et tüketimi, ailenin ülkenin hangi bölgesinde
yaşadığına ve ne ölçüde varlıklı olduğuyla bağlantılı olarak değişiklik gösterirdi.
Avcılık, (genelde genç erkeklerce tuzaklar kurulması) kuş ve yabani tavşanların
büyük ölçüde tüketilmesine olanak verirdi. Köylüler ayrıca çiftliklerinde
geçimlerini sağlayacak kadar kaz ve tavuk da yetiştirirlerdi. Daha varlıklı kişilerin
bunların yanı sıra koyun, keçi ve domuz da yetiştirdiği görülebilirdi. Şehir
merkezlerinde domuz eti dışındaki et türlerinin fiyatları oldukça yüksekti.
Aristofanes'in İrene adlı eserinde (374. dize) bir domuz yavrusunun o dönemin
parasıyla 3 drahma tuttuğu belirtilmiştir. Bu da o dönemde normal bir işçinin üç
günlük çalışma sonucu kazanabileceği paraya eşitti.
İlk şiir örnekleri ile karşılaştırıldığında, M.Ö. 5. yüzyıldan sonraki eser ve
yazılarda etten çok daha az söz edilmektedir. Ancak bu azalmanın et
tüketiminin azalmasından değil, daha çok şiir ve yazındaki tür değişiminden
kaynaklandığı sanılmaktadır. Taze et yeme işlemleri çoğu zaman tanrılara
kurbanların verildiği dinî törenlerde gerçekleşirdi. Buna karşın tuzlanmış vb. gibi
din adına bir ibadet gerektirmeden tüketilenilen tuzlanmış ve saklanmış etin
büyük bir pazar payı vardı.
Bulundukları bölge nedeniyle Spartalıların yediği başlıca (μέλας ζωμός / mélas
zômós), yemek domuz yahnisiydi. Antik Yunanlı filozof Dikearhos'un Ἀθήναιος
Nαυκράτιος / Ãtineos Nauktrios adlı eserinde belirttiklerine göre bu yemeğin
içindekiler, domuz eti, tuz ve sirkeydi ve yemek incir ya da peynir ile birlikte
tüketilirdi. 2. ve 3. yüzyıllarda pek çok Yunanca eser vermiş olan Romalı yazar
Claudius Aelianus'un söylediklerine göre bu dönemde Sparta'daki aşçıların et
dışında yemek yapmaları yasaktı. Sardunya ve ançuez Atinalılar için günlük bir
yiyecek durumundaydı. Bazen taze olarak satıldıkları görülse de çoğu zaman
tuzlanmış olanlar satılırdı.
Taze balıklar ve diğer deniz ürünleri (kalamar, ahtapot ve kabuklu deniz canlıları
gibi) yaygın bir biçimde tüketilirdi. Yerel olarak tüketildikleri gibi iç bölgelere,
deniz olmayan yerlere de pazarlanırlardı. Ton balığı ve yılan balığı gibi pahalı ve
saygın yiyecekler soylular tarafından satın alınır ve yenirdi.
B-İÇECEKLER
Antik Yunan toplumlarında en çok tüketilen içecek suydu. Umuma açık meydan
çeşmelerinden su alıp getirmek köleler ve bazen kadınlar için günlük işlerden
biriydi. Kuyular yaygın olmasına karşın kaynak suları en çok tercih edilenlerdi.
Bu suların besleyici olduğu sanılıyordu ve bitkilerin çabuk büyümesine de
yardım ettiği sanılıyordu. Pindar kaynak suyunu bal kadar tatlı olarak
nitelendirmiştir. (bölüm 198 B4).
Yunanlar içme suyunu ağır, kuru, ekşi, asitli ve şarap gibi vb. terimlerle
sınıflandırılardı. Yunan komedya yazarlarından biri olan Antifanes'in yarattığı
karakterlerden biri oyunda Attika'nın neresinden olursa olsun her tür suyunu
ayırt edebileceğini söyler. (Blm. 179 Kock). Athenaeus (II, 44), bu dönemde bazı
filozofların vejeteryanlıkla birlikte uygulanan sudan başka içecek içmeme
hakkında da bir tartışma yaptığını belirtmiştir. Suyun yanında genelde evcil
keçilerden sağlanan süt de sık tüketilen bir içecek olmuştur.
Metalden, pişmiş toprakta ya da tahtadan yapılan skifos adındaki kaplar yaygın
olarak kullanılan içecek kaplarından biriydi. İçki içmede en çok kullanılan kap
türü kilikslerdi. (sığ, ayaklı bir kap türü) Ziyafetlerde kantaros ya da riton adı
verilen insan ya da hayvan başı biçimi verilmiş, ayaksız kaplar kullanılırdı.
1-ŞARAP: Yunanların pembe şarap ve beyaz şarabın yanı sıra kırmızı şarap
yapmayı da bildikleri düşünülmektedir. Bugün de olduğu gibi şarap
üreticiliğinde pek çok kriter ve özelliğin olduğu bilinmektedir. Normal sofra
şarapları ile yüksek kalitedeki şaraplar birbirlerinden farklı olarak hazırlanırdı.
Genel bir kanıya göre, en iyi şaraplar Taşöz, Limni ve Sakız adalarında yapılırdı.
Bunların yanında, daha sonraki dönemlerde Girit şarabı da öne çıktı. Şarap
yapmak için ezilmiş üzümlerin posasının suyla karıştırılması ile elde edilen ikinci
kalite şaraplar, içlerine mayalandırıcı katılarak köylü kesim tarafından kendileri
tüketmek amacıyla yapılırdı. Yunanlar bazen şaraplarını bal ile tatlandırırlardı.
(bu işlem için şeker kullanılmazdı) Bunların içine kekik, yarpuz ya da başka
baharatlar eklenerek tıp alanında iyileştirici olarak kullanılırdı. Milattan sonraki
ilk yüzyılda şarapların tatlandırılmasında çam reçinesi de kullanılmaya başlandı.
Şarap genelde sulandırılarak içilirdi. Akraton (karıştırılmamış) adı verilen sek
şarap kuzeydeki barbarlarca yenirdi ve böyle şarapları içmenin deliliğe ve erken
ölüme neden olacağı düşünülürdü. Şaraplar krater adı verilen büyük kaplarda
saklanırdı ve köleler sahiplerinin kilikslerini buradan doldurdukları onihilerle
doldurulardı. Şarap genel olarak hastalıkların tedavi edilmesinde de kullanılırdı.
Arkadia'da yapılan şarapların erkekleri sersemlettiğine, kadınları ise daha
doğurgan yaptığına inanılırdı. Aksine, Ahaia şarabının ise kadınlarda düşük
yapmaya neden olduğu düşünülürdü. Tedavi amaçlı tüketim dışında Antik
Yunan'da kadınların şarap içmesi hoş karşılanmazdı.
Satış amacıyla üretilmiş şaraplar πίθοι / píthoi, (büyük toprak kaplar) içine
boşaltılırdı ve bunlar içinde saklanırdı. Daha sonra buradaki şaraplar dağıtıma
gidecekleri zaman dikkatle amforalar içine dökülür ve perakende satışa
sunulurdu. Yüksek kalite seçkin şaraplar üreticilerinin ya da şehir meclisinin bir
damgasına sahip olurdu ve bu da ürün için bir garanti niteliği taşırdı. Bu bir
ürünün coğrafi ya da üretimsel kaynağının belirtilmesinin tarihteki ilk örneğidir.
2-KIKEON: Antik Yunan’da kikeon (κυκεών, κυκάω / kykáô, "karıştırmak"
sözcğünden) adı verilen içecekte sıkça türketilirdi. Ancak bu tam bir içecek
olmadığı gibi, yiyecek ile içecek arasında bir besindi. Arpadan yapılan bir lapa
içine su ve çeşitli otların eklenmesi ile elde edilirdi. İlyada destanında
belirtildiğine göre (XV, 638-641) bazen içine rendelenmiş keçi peyniri de
koyulurdu. Odysseia'ya göre (X, 234) büyücü nemf Kirki kikeonun içine bal ve
büyülü iksir de eklerdi. Yunan mitolojisinde bereket tanrıçası olarak nitelenen
Demeter, kırmızı şarabı reddeder, ancak su, un ve yarpuz ile yapılmış kikeonu
kabul ederdi. Bazen dinî törenlerde tüketilse de günlük yaşamda kırsal kesimde
de oldukça yaygındı. Theophrastus'un Kişiler adlı eserinde (IV, 2-3) çok fazla
kikeon içerek meclise gelen ve kokan soluğuyla herkesi rahatsız eden kaba bir
kişiyi de kaleme almıştır.
TOPLU YEMEKLER: Antik Yunan kültüründe erkeklerin topluca buluşup yemek
yemeleri, içki içmeleri, konuşmalar yapmaları çok sık bir durumdu. Genelde bir
ev sahibi olur ve tanıdıklarını evine davet ederdi. Sadece erkeklerin katıldığı bu
yemeklerin pek çok çeşidi olmasına karşın, içlerinde en yaygınları eğlence ve
oyun amaçlı yapılan (συμπόσιον / symposion) ve herkesin katılmasının zorunlu
olduğu, şehirle ilgili vb. kararların alındığı resmî (τὰ συσσίτια / ta sussitia) idi.
1-SEMPOZYUM: Sempozyumlar (συμπόσιον / symposion) bugünkü kaynaklarda
ziyafet olarak çevirilir ve "içenlerin toplantısı" anlamına gelir. Bugünkü anlamda
sempozyumların adının ve yapılış amacının kaynağıdır. Bugün önemli kararların
alındığı resmî toplantılara verilen sempozyum terimi, Antik Yunan’da erkekler
arasında sık sık düzenlenir ve genel de yalnızca eğlenme amacıyla yapılan iki
bölümden oluşurdu.
Birinci bölümde hafif bir yemek yenir ya da hızlıca birşeyler atıştırılırdı, ikinci
bölümse bütünüyle içki içmeye ayrılırdı. Hemen hemen her zaman şarabın
içildiği toplantıların bu, ikinci bölümlerinde de eğlenceyi uzun tutabilmek
amacıyla (τραγήματα / tragếmata) adı verilen, kestane, kızartılmış buğday ya da
ballı keklerden oluşan çerezler yenirdi.
Sempozyumun ikinci bölümü, genelde Dionysus olmak üzere, tanrıların şerefine
kadeh kaldırmak suretiyle başlatılırdı. Bunu topluca yapılan tartışmalar ya da
kotavos gibi masa oyunları izlerdi. Konuklar, yakınlarında sunulan yiyeceklerin
ya da oyun tahtalarının koyulduğu alçak boylu sehpalar bulunan (κλίναι / klínai)
adı verilen taş oturaklar üzerine uzanırlardı. Dansçıların, akrobatların ve
müzisyenlerin de bu tür toplantılara katılarak, kişileri eğlendirmeye çalıştığı
görülebilirdi. Kura ile seçilen yemek başkanı köleleri şarapları sunmada
yönlendirme görevini yürütürdü.
Dansçılar ve geceye özel kiralanmış kadınların dışında bu ziyafetler yalnızca
erkeklerin katıldığı toplantılar olur ve Antik Yunan'da sosyal yaşamın en önemli
ögelerinden biri olma özelliğini taşırdı. Büyük festival ve kutlamalar varlıklı
kişilerce yapılırken, daha gösterişsiz aile kutlamaları ya da dinî kutlamalar
hemen her evde yapılırdı.
Sempozyumlar dönemin edebiyatında da oldukça önemli yer tutardı. Platon'un
ve Ksenofon'un aynı adlı Sempozyum eserlerinin yanı sıra Plutarhos ve
Athenaeus da bu sempozyumlarda konuşulan konulardan yola çıkarak bir çok
eser vermişlerdir.
2-SİSİTYA: Sisitya, (τὰ συσσίτια / ta sissitia) özellikle Sparta ve Girit'te yetişkin
ve genç erkekler arasında, sosyal ya da dinsel amaçlarla toplanan kişilerin yediği
resmî bir yemekti. Hetairia, pheiditia ya da andreia gibi adlarla da anılırdı ve
"erkeklere ait" anlamına gelirdi. Kentlerde sosyal yaşamın bir parçasıydı.
Yalnızca soyluların katılabildiği seçkin bir yemekti, ve önemli kararların alındığı
toplantılardı. Sempozyum gibi bu yemekler de yalnızca erkeklere özgüydü.
Sadece kadınların katıldığı sisityalar olduğuna ilişin kayıtlar olsa da bu yemekler
de baskınlık erkeklerdeydi. Sempozyumlardaki eğlence ve oyunların aksine
sisityalar ağırbaşlı, yalın yemekler olarak ayrılmıştır.
************************************************************
Yunan mutfağı hakkında az da olsa bildiğimiz bir başka konu da anlatılan
“mitolojik ziyafetler”di. Bu hikayeler sayesinde gezgin aşçılar olduğunu,
bunların Akdeniz’de savaşa giden kahramanların gemileriyle gezip onlara
zenginlere pişirilen türden yemekler pişiren, maceraperest halleriyle
karışıklıklara karışıklık, dedikodulara dedikodu katan kişiliklere sahip olduklarını
biliyoruz.
Eski Yunan kitaplarında yazılan, zenginler için hazırlanan yemekler daha çok dini
ritüellerle ilgiliydi. Tanrılar görünmez olsalar da hep davetliydiler. Onların
onuruna masanın üzerinde çeşitli hayvanlar öldürülür, sonra taşın üzerinde
kızartılırdı. İlk lokma her zaman tükürülür ve ilk koyulan şarap havaya doğru
atılırdı… Ziyafetler felsefi kantolara, kahramanlık hikayelerine konu olurdu.
Büyük ihtimalle çok sıkıcıydılar çünkü mitolojiden öğrendiğimiz kadarıyla,
tanrılar son derece kaprisli, hiddetli, seks düşkünü ve ahlaksızdı. Bu uzun
yemeklerden yararlanıp ev sahiplerinin karılarını “eğlendiriyor”lardı (hem de
sıkça hamile bırakarak). Zavallı kraliçeler bu yemeklere hiç davet edilmez,
sarhoş ve kesinlikle çok kötü kokarak dönen kocalarını evde beklerdi.
Evet, dediğim gibi az yazılı doküman çok hayal gücü… Sonra gelenler daha
şanslılar. Senin, benim, onların sayesinde bir sürü yazılı tarife sahip olacaklar.
Tanrıların Savaşı
Malzemesi:
Bir avuç maydanoz, 1 lt. kırmızı şarap, 1 kaşık şarap sirkesi, 300 gr. saf bal.
Hazırlanışı:
Maydanozun yapraklarını ve saplarını şarabın içinde, sirke ve bal ekleyerek ve
devamlı karıştırarak 10 dakika kadar kaynatın. Bir şişeye boşaltın ve birkaç gün
serin yerde dinlenmeye bırakın… Bir rivayete göre tanrılar heyecandan ve
aşktan yorulan kalplerine iyi gelsin diye bu şarabı içerlermiş…
*****************************************************************
**********
Roma da beslenme
Ana menüleri puls idi. Bunun mazadan farkı arpa yerine kızıl buğday unundan
yapılmış olmasıdır. Romalılar pulsun yanında katık olarak soğan, sarımsak,
peynir ve buna benzer yiyecekler yerlermiş. İmparatorluk devrinde pulsun yanı
sıra buğday ekmeği yemeğe başlanmış. Romalılar genelde domuz, koyun, keçi,
inek, kaz, ördek, güvercin, fındık faresi, yaban domuzu gibi hayvanların etlerini
tercih ediyorlarmış. Tuzlanmış balıktan yapılan garum sosu ise hemen her
yemekte kullanılırmış. Roma da fakir halk genelde günde iki kere yemek yermiş.
Bunun ilki sabahları saat 10.00 gibi gerçekleşiyormuş. (Prandium). Başka bir
değişle bu yarı kahvaltı yarı ekmek olarak hazırlanırmış. İçeriği ise şaraba
batırılmış ekmek bal soğuk ve sıcak yemekler bazen de meyve. Günün ikinci
yemeği ise vespernadır içeriği ise şaraba batırılmış ekmek hurma zeytin ve tuz.
O dönemlerde fazlasıyla savaşlar vardı ve askerler bilek gücüne sık sık ihtiyaç
duyarlardı. Buna karşın günde bir kez sabahları saat 10.00 gibi prandium
yerlerdi. Zengin Romalılar ise genelde üç bazen de dört kez yemek yerlermiş.
Güne lantakulumla başlarlarmış. Bu da sabahları 09.00 civarındaymış. İçeriği ise
vespernadan pek farklı değilmiş. Öğle yemeği yerine geçen Cena saat 15.00
civarında yenirmiş ve günün ana yemeği kabul edilirmiş. Cenanın içine her türlü
soğuk ve sıcak yemekler girerdi.
Romalılar yemek odasına triclinium derdi. Genelde zengin Romalı yemeğini
masada yermiş. Köleleri ise yerde. Fakir halk Helenlerde olduğu gibi
yemeklerini elle yerlermiş. Zenginlerin ise büyük ve küçük kaşıkla yeme
alışkanlıkları varmış.
Çatal kaşık ve bıçak yeme geleneği Fransa da 1379 yılında daha sonra İtalya da
15. yy da ve İngiltere de 15. yy da başlandığı bilinmektedir. Roma döneminde
yemek araçlarından en önemlisi tuzluk idi ve fakir halk bile onun gümüşten
yapılı olduğuna dikkat ederlerdi.
Zengin evinde yemek masası U şeklinde olup 9 kişilikmiş. İmus yanının sol
tarafına ev sahibi, Medius orta kısmına en saygın misafirler, Lactus bölümüne
ise diğer misafirler otururdu. Yemek masası genelde masif tahtadan yapılırmış
ve üstüne özellikle imparatorluk döneminde mantele denen örtü serilirmiş.
Masaya oturduktan sonra köleler su getirip misafirler ellerini yıkayıp ve
ardından mantele de kuruturlarmış.
Zengin sofrası genelde üç bölümden ibarettir. Antre, ana yemek ve tatlı. Antre
de genelde iştah açıcı içecek ve yiyecekler varmış. Örnek olarak promulsis
denilen bal ve şarap karışımı şerbet içilirdi. Bunun dışında çeşitli acılı soslarla
hazırlanmış sebzeler ve deniz mahsulleri yenirdi. Ana yemekte genelde et ve
balık yenirmiş ve yemeğe bir süre ara verilirdi. Bunun dinsel bir anlamı vardı. Ve
imparatorluğun son dönemine kadar devam etti. Yemeklerin çoğu zeytin yağla
hazırlanırmış tereyağ ise ilaç yapımında kullanılırmış. Yemeklere katılan
ilavelerin başında bal, tuz, karabiber bunun dışında anason, kimyon, nane
maydanoz ve tarçın olarak kullanılırmış. O dönemlerde en sevilen domuz
etiymiş. Ve elliye yakın yemek çeşidi hazırlanırmış. (Bal yağ ve kimyonun
kaynatılmasından elde edilen şerbetin öksürüğe iyi geldiğine inanılırmış.)
Yemeğin son bölümündü ise çeşitli meyveler ve özellikle bellariya tatlısı
yenirmiş.
*******************************************
Milattan önce yedinci yüzyılda yaşayan eski Yunanlılar içinse yemek davetleri
yalnızca erkeklerin katılabildiği özel bir eğlenme biçimiymiş. Yemekten sonra ev
sahibiyle konuklar odalara çekilir, şarap içerek felsefe ve sanattan söz ederler,
birbirlerine şiirler okurlarmış. “Parti vermek” konusunda Eski Romalılar’a örnek
olanlar da onlarmış. Roma’da hiçbir etkinlik iktidara ve hazza, o zamanlar
“orji”nin öteki adı sayılan bir yemek daveti kadar hizmet etmiyormuş. Gaius
Petronius, Satyricon adlı yapıtında bu orjileri eşsiz bir canlılıkla resmeder.
Petronieus’a göre o toplantılarda kölelere işkence edilirken içki de su gibi
akarmış, ev sahibinin karısı ve kızlarıysa kuytu köşelerde konukları “özel olarak”
eğlendirirlermiş. Sonra durum giderek iyice abartılı bir hal almış. Yeniyetme
imparator Egalabalus bir günde üç ya da dört büyük -gerçekten büyük- davet
veriyormuş. Neler neler yenmiyormuş ki; deve ayağı, bülbül dili, flamingo beyni,
yani hayal edilebilecek her türlü acayip şey. Romalı asilzadeler, adamlarıyla
birlikte önünden geçtiği herhangi bir eve girip kendisini yemeğe davet
ettirebilecek kadar pervasız olan genç imparatorun bu tür çılgınlıklarını önceleri
hoş görmüşler ama zoraki davetlerin günlük maliyeti dört bin altını aşmaya
başlayınca durup düşünmeye başlamışlar, sonunda da onu öldürterek cesedini
Tiber nehrinin derinliklerine yollamışlar.
************************
Eski Yunan’dan yemek isimleri
Kuzu köftesi
İncir dolması
Bal ve şarap karışımıyla sırlanıp kavrulmuş ceviz
Zomon (Domuz dölyatağı çorbası)
Kalamar dolması
Yarısı haşlanmış, yarısı fırınlanmış bütün domuz
Hurma soslu yaban tavşanı
İncir yaprağı sarması
Yassı ayva çöreği
*****************************************************
Antik Yunanistan Yemek Kültürü
Yunan mutfağı, Antik Yunan ve Bizans'ın mirasçısı mutfaktır. Balkan ve
Akdeniz mutfaklarının bir parçasıdır.Zeytinyağlı yiyecekler ağırlıklıdır. Batı
Anadolu Türk Mutfağı ile çok büyük benzerlikler taşır.
Antik Yunanistan'da mutfak kültürü, yalınlığı ve dönemin tarımsal
yetersizliklerini yansıtmasıyla da bilinir.Bu dönemde beslenme alışkanlıkları ,
Akdeniz mutfağı üç ana öğesi olan buğday,zeytinyağı ve şarap üzerine
kuruludur.
Günlük beslenme
•
Kahvaltı da şarap içine bandırılarak yenen arpaekmeği ,bazen
bunun incir ya da zeytinle tamamlanan türü.
•
Gün ortasında ya da biraz sonrasında yenen öğle yemeği.
•
Günün en önemli öğünü akşam yemeği genelde hava kararmya
başlayınca yenilirdi.
Bazen ikindi vakitlerinde atıştırma da yapılırdı.
Yunanlılar genelde masalarda oturarak yemeklerini yerlerdi.Masalar
günlük yemekler içinse yüksek , ziyafetler içinse alçak olurdu.
Yemekler ekmek arasında ya da kalın ekmekler içine tabağa koyar gibi
yenilerek tüketilse de pişmiş toprak ve metalden yapılan kase ve tabaklar çok
yaygın olarak kullanılırdı.Roma döneminde paha biçilemez metal ve camlardan
tabaklar yapılmaya başlanmıştır.Çatal kullanımı olmayıp elle yenmiştir.Bıçaklar
sadece et kesmek için kullanılmıştır.
Ekmek: Tahıllardan en önemli ikisi buğday ve arpaydı.Bunlar suya
yatırılarak yumuşatılır, daha sonra ya yulaf lapası ya da öğütülerek un haline
getirilirdi. Atina'lı devlet adamı Solon'un çıkardığı yasalara göre mayalanmış
hamurla yapılan ekmek festiva günlerinde satılıp tüketilmeye başlandı.
Meyve ve sebzeler: Tahıllar genel olarak opson adı verilen şeylerle
birlikte sunulurdu.Bu sözcük ilk olarak ateş üzerinde pişirilmiş her türlü yiyeceği
anlatmak için kullanılırdı.Ancak zamanla ekmekle birlikte tüketilen besinleri
anlatmak için kullanılmaya başlandı.Opson terimi İlyada'da sadece et anlamında
kullanılmıştır.Şehirlerde taze meyveler çok pahalıydı ve nadiren
tüketilirdi.Yoksul şehir sakinleri kurutulmuş meyvelerle idare etmek
zorundalardı.En önemli meyveler incir, nar ve kuru üzümdü.
Et ve balıklar: Balık ve et tüketimi ailenin ülkenin hangi bölgesinde
yaşadığına ve ne ölçüde varlıklı olduğuyla bağlantılıydı.Köylüler geçimlerini
sağlayacak kadar kaz ve tavuk da yetiştirirdi.Şehir merkezlerinde domuz eti
dışındaki et türlerinin fiyatları oldukça yüksekti.Yunan Adaları'nda ve kıyı
illerinde taze balıklar ve diğer deniz ürünleri yaygın olarak tüketilirdi.Ton balığı
ve yılan balığı gibi pahalı ve saygın yiyecekler soylular tarafından satın alınır ve
yenilirdi.
İçecekler: Antik Yunan toplumlarında en çok tüketilen içecek
suydu.Suyun yanında genelde evcil keçilerden sağlanan süt de sık tüketilen bir
içecek olmuştur.
Şarap: Genel bir kanıya göre, en iyi şaraplar Taşöz , Limni ve Sakız
adalarında yapılırdı.Daha sonra ki dönemlerde Girit şarabı da öne çıkmıştır.
Şarap genelde sulandırılarak içilirdi.Satış amacıyla üretilen şaraplar, büyük
toprak kaplar içine boşaltılıp saklanırdı.
TOPLU YEMEKLER
Antik Yunan kültüründe erkeklerin topluca buluşup yemek yemeleri,
içki içmeleri konuşma yapmaları çok sık bir durumdu.En yaygın olanı, katılımın
zorunlu olduğu şehirlerle ilgili kararların alındığı sempozyumlardı.
Sempozyumlar ziyafet anlamına gelirdi.
SİSİTYA: Sparta ve Girit'te yetişkin ve genç erkekler arasında sosyal ya
da dinsel amaçlarla toplanan kişilerin yediği resmi bir yemekti.
*****************************************************************
*************
Eski Yunan’da günlük yaşamda en çok püre haline getirilmiş fasulye ve
mercimek yenirdi. Sarımsak, soğan ve peynir de pek rağbetteydi. Atinalıların
büyük bir kısmı etten daha fazla balık yemek zorundaydılar.
Ispartalıların ortak sofralarındaki en sevilen yemek ise ünlü “kara çorba” idi.
Domuz eti, kan, sirke ve tuzdan yapılmış bir yahniydi bu. Yemeklerin çoğunu
elle yerlerdi. Mısır’da olduğu gibi burada da çatal kullanımı henüz bilinmiyordu.
Domuz eti, kan, sirke ve tuzdan yapılmış bir yahniydi bu. Yemeklerin çoğunu
elle yerlerdi. Mısır’da olduğu gibi burada da çatal kullanımı henüz bilinmiyordu.
Romalıların yemek alışkanlıkları ise çok daha farklıydı. Bu, günlük yaşam ritmiyle
bağlantılıydı. Sabahları kalkınca bir bardak su içerlerdi.
Çoğunlukla kahvaltı yapmaz, hatta öğle yemeği de yemezlerdi. İştahlarını birçok
yemekten oluşan zengin bir akşam öğününe saklarlardı. Gün içinde bir şey
yerlerse, bunu yalnızca çok hafif atıştırarak midelerinin ezikliğini geçiştirmek
için yaparlardı.
Büyük ziyafetler söz konusu olduğunda hem Mısırlılar hem Yunanlılar ve hem
de Romalılar gerçekten abartılı bir “bolluk” delisiydiler.
Hepsinde görülen ortak bir özellik de bu yemeklere bugün bile kıskanılacak
derecede birinci sınıf bir eğlence programının eşlik etmesiydi.
Ziyafet boyunca ozanlar, müzisyenler, dansözler ve akrobatlar becerilerini
gösterirdi. Onları çeşitli oyunlar ve yarışmalar izlerdi. (Kaynak : Seferia.com)
******************************************************
Bizans Mutfağı 1
Bir yanıt bırakın
Konstantinopolis sakinleri 4. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar akşam yemeklerini bir
tören havasında yemeğe düşkündüler. Küçük yarım daire bir masa (sigma) ve
yine yarım daire biçiminde bir kanape kullanılırdı. Uzanarak yemek yemek bir
statü işaretiydi. Ziyafet masanın çevresinde oturmak küçültücüydü, toplumun
alt tabakalarına mahsustu. Görgü kurallarına göre ayakkabılar çıkarılmalı, terlik
giyilmeliydi.
Firavunun Ziyafeti minyatürü, Yaratılış Kitabı, Eski Ahit, 6. yüzyıl,
Österreichisches Nationalbibliothek, Viyana, Avusturya.
•
Bizans mutfağı eski Yunan ve Romalıların kültürel deneyimleri, iklim ve
doğa koşulları ve Hıristiyanlık’ın kuralları ile oluşmuştu. Zaman içinde
komşulardan da bazı şeyler almışlardı.
•
Bizanslılar yemeğe düşkündüler.
•
Ziyafetler elitlerin görüşme ve etkileşim yollarından biriydi. Ziyafetin
verildiği mekan, sigmanın arkasından ya da tavandan sarkan kandiller ile
aydınlatılırdı.
•
Ziyafette baş konuk kanapenin sağ köşesine, minderler ve örtülere
yaslanarak, ev sahibi ya da ikinci önemli konuk da sol köşeye yaslanarak
uzanırlardı. Sol el bir destek minderine yerleştirilir, sağ elle de ortak kaptan
yemek alınırdı. Daha önce mutfakta kesilen yiyecek parmaklarla yenirdi. Ekmek,
yemeği tabaktan almak için kullanılırdı.
•
Yemek elle yendiğinden, her kaptan önce ve sonra elleri yıkamak
gerekiyordu. Hizmetkarlar konuklar ellerini yıkasın diye ibrik ve leğen getirir,
sonra da onlara kokular ve kokulu yağlar serperlerdi.
•
Antikçağın şarabı sulandırma adeti Bizans dönemi boyunca, 12. yüzyıla
kadar devam etmiştir. Şaraba katılacak ılık su hizmetkarlar tarafından amfora ya
da ibrikle sofraya getirilirdi. Suyu ılık tutmak için kullanılan bir tür semaver
(authepsa) Bizanslıların masasından eksik olmazdı.
Yemek masasının etrafında uzanma adeti 8. yüzyıldan sonra giderek ortadan
kalktı. Ortadan yemek yeme alışkanlığı Orta Bizans Döneminde de (9.-13.yüzyıl)
sürdü. 13.-14.yüzyıllarda sofra alışkanlıklarında yenilikler ortaya çıktı. Artık
yüksek, genellikle beyaz örtüler örtülmüş masaların etrafında, katlanabilen
tabure ya da sıralara oturarak yemek yenmeye başlanmıştı. Masanın
ortasındaki ortak kap artık yoktur, kişisel kullanım için yapılmış küçük kaplar
kullanılmaktadır.
Dini ikonografide ziyafet sahneleri bu yenilikleri yansıtır.
Eyüp Peygamber’in en büyük oğlunun evinde şölen, Eyüp Kitabı, Eski Ahit,
Manuel Tzikandiles’in yorumu.
Bibliothéque nationale de France, Paris, Fransa.
•
Bizanslılar günü üç öğüne bölmüşlerdi. Asil sofralarında öğle ve akşam
yemeklerinin başlangıcında meze türü yemekler sunulduğu biliniyor. Bu
öğünlerde üç çeşit yemek hazırlanmakta, mezelerden sonra genellikle bir balık
yemeği sunulmakta, yemek bir tatlı ile bitmekteydi.
•
Bizans yemek düzeni, Ortaçağ Avrupa mutfağındaki menü zenginliğine
göre daha sade idi.
•
Bizans’ta çok sayıda gurme olduğu düşünülüyor.
•
Doğu Roma sofrasında peynirin özel bir konumu vardı. Peyniri incir
yaprağı ile sararlarmış.
•
Temel yağ zeytinyağı idi. Trilye’nin zeytinyağı meşhurdu.
*****************************************************************
**********
Romalılar gibi yemek
Antik Roma’da insanlar ne yiyordu? Yemekler nasıl pişiriliyor ve nasıl lezzet
katılıyordu? Filia Culinary’deki Antik Roma Mutfağı Atölyesi, tarihi kaynakların
izinde bu soruların yanıtlarını arıyor ve dahası orijinal reçeteye sadık kalınarak
hazırlanan yemeklerle bu tatları bizzat deneyimlemenize olanak sunuyor.
Yemek kültürünün son yıllarda kazandığı ivmeyi sadece yaratıcı şeflerin
hazırladığı yeni yemeklere değil, hem yerel hem de tarihi mutfak
araştırmalarına borçluyuz. Yeni şefler (sadece yaşça genç olanlar değil, yeni
yaklaşımı benimseyen tüm şefleri kast ediyoruz) yeni lezzetler yaratmak için
yerel yiyeceklerden, onların tarihsel yolculuğundan ve toplumun yemek
alışkanlıklarından ilham alıyorlar. Bu nedenle gastronomi alanında her geçen
gün yeni deneyler yapılıyor ve lezzet meraklıları bir araya gelerek deneyimlerini
paylaşıyor.
Emirgan’daki Filia Culinary, tematik gastronomi etkinlikleri için düzenlemek için
kurulmuş bir mekan. Kurucusu Burak Türkyener, üniversite eğitiminden sonra
aile işi olan aşçılık ve restoran işletmeciliğini seçmiş biri. Biraz araştırmacı yönü,
biraz yeniliklere meraklı olması biraz da paylaşmayı sevmesi nedeniyle
restoranının üst katında Filia Culinary’yi kurmuş. Filia Culinary’de kalabalık
gruplar için uzun bir masa ve dev bir beyaz perde var. Böylece bu mekanda
yemek pişirme, tadım, sunum veya sinema izlemek mümkün olabiliyor. Nitekim
Filia Culinary’de konuk olduğumuz Antik Roma Mutfağı Atölyesi, tarihçi ve
araştırmacı Sevinç Çalhanoğlu’nun sunumu ve eşlik eden Roma dönemi
yemekleriyle, gastronomi meraklıları için her yönüyle “doyurucu” bir etkinlikti.
Antik Roma yemek kültürü hakkında
Antik Roma Mutfağı Atölyesi’nde sunulan yemekleri daha iyi anlamak için
öncelikle Roma döneminin yeme-içme alışkanlıklarını ve sahip oldukları
olanakları bilmekte fayda var. Öncelikle Roma İmparatorluğu İtalya merkezli
fakat bütün Akdeniz’e ve Avrupa ve Afrika’nın belli bölümlerine yayılmış bir
devlet olduğunu hatırlamak gerekiyor. Elbette bir Akdeniz medeniyeti olarak
temel gıdalarından biri zeytinyağı, diğeri şarap. Her ikisinin de üretiminin ve
ticaretinin yoğun olarak yapıldığını biliyoruz. Fakat o dönemde şimdiki Akdeniz
mutfağında önemli bir yere sahip olan domates bilinmiyordu, meyve ve
sebzelerin çoğu ya yoktu ya da popüler değildi.
Üzüm, incir, elma, armut gibi meyveler Romalılar tarafından bolca tüketiliyordu.
Süt, peynir, yumurta, balık ve domuz eti ile baklagiller de Roma yemek
kültüründe önemli yere sahipti. Pazı, enginar, pancar yaprağı, kuşkonmaz gibi
sebzeler çok seviliyordu ve Romalılar’dan kalan yemek tariflerinde bolca yer
aldığını görüyoruz. Tarihin belki ilk yemek kitabı sayılabilecek De Re Coquinaria
(Yemek Pişirme Üzerine) Roma mutfağını anlatan ve günümüze gelebilmiş
önemli kaynaklardan biri. Romalı gurme Apicius tarafından yazılan kitapta
yemek tarifleri ve kaliteli malzemeler hakkında ayrıntılı bilgiler bulunuyor.
Apicius’un anlatımından Romalılar’ın tarla işlerinde kullandıkları ve sütünü
aldıkları için sığır, koyun ve keçiyi et için pek tercih etmediklerini, bunun yerine
et yemeklerinde domuz, tavuk ve çeşitli kuşları kullandıklarını anlıyoruz. Balık,
deniz kestanesi, midye, istridye, ahtopot gibi deniz mahsulleri Romalılar’ın
gözde besinleri olsa da, avlanmalarının zahmetli olması nedeniyle herkesin balık
ve deniz ürünlerine erişimi yoktu. Eski kaynaklarda garum veya liquamen olarak
geçen sos, hem antik Yunanlılar hem de Romalılar tarafından tuz yerine
kullanılıyordu. Fermente balıktan üretilen garum, zengin-fakir tüm Romalıların
mutfağına giriyordu ve çok seviliyordu.
Romalılar, tıpkı Yunanlılar gibi şarabı deniz suyuyla sulandırarak içiyorlardı.
Ancak yemeklerden önce başlangıç olarak ballı şarap da ikram ediliyordu.
Ekmek, Roma mutfağının vazgeçilmez yiyeceklerinden biriydi ve Roma’da pek
çok fırın vardı. Elbette şimdiki beyaz ekmekten çok farklı, tam tahıldan
hazırlanmış ekşi mayalı yassı ekmeklerdi bunlar. Bal ise hem tatlılarda hem de
yemeklere tat katmakta kullanılıyordu. Biberiye, kişniş, anason gibi aromalı
otlar; kimyon, tarçın ve karanfil gibi hoş kokulu baharatlar biliniyor ve
kullanılıyordu ama karabiberin özel bir yeri vardı.
Yemek kültürüne gelince: Roma döneminde yukarıda saydığımız kaliteli ve iyi
yiyeceklere sınırlı sayıda insan ulaşabiliyordu, çünkü pahalı ve zahmetliydi. Orta
halli Romalıların günlük yemekleri ekmek, mercimek, şarap ve kuru incir, hurma
veya ceviz gibi yemişler oluşuyordu. Çatal-bıçak yoktu, yemekler elle yeniyordu.
Toplumda statü sahibi varlıklı kişilerin köleleri vardı ve kölelerden biri genellikle
aşçı oluyordu. Bu kişiler için yemek daveti vermek statü sembolüydü ve bu tür
davetlere katılmak da çok önemliydi. Yemekli davetlerin sonundaki
sempozyumlar, şarap eşliğinde politika, felsefe konuşulan ve şiirler okunan
yemek sonrası etkinliklerdi. yemekli davetlerde mümkün olduğunca çok kişinin
ağırlanması ve birbirinden farklı, ilginç yemekler sunulması önemliydi. Ancak bu
aşırılıklar aynı zamanda Romalı şairlerin hicvetmeyi en sevdiği konuların başında
geliyordu.
Filia Culinary’nin antik Roma menüsü
Başlangıç:
Taze üzüm, kuru incir, lor peyniri ve zeytinli karışım, tuzlu balık, fava, üzüm
suyunda pişmiş enginar, kırmızı şarap ve ekmek
Ana yemek:
Apicius’un kitabından yola çıkılarak hazırlanan içi fındık ve ıspanakla
doldurulmuş tavuk göğsü
Tatlı:
Susamlı-cevizli incir tatlısı
*****************************************************************
*********
Roma Dönemi Yemekleri Ve Pişirme Kapları Deneysel Arkeolojik Bir Uygulama...
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü lisansüstü dersleri kapsamında
öğrencilerle yürütülen deneysel arkeoloji özlü bir projeyle, Roma Dönemi
"mutfak kültürü" irdelendi.
Projenin teorik kısmında, Likya Birliği'nin Başkenti Patara Antik Kenti kazılarında
ele geçen Roma Dönemi çömlek parçaları incelenerek, yemek pişirmede ve
masada servis amaçlı kullanılan seramik formlarının yeniden tasarımlamaları
(restitüsyon) yapıldı.
Diğer yandan, antik kaynaklardan yararlanılarak Roma Dönemi besin maddeleri
ve bunlardan üretilen yemekler araştırıldı ve günümüzde uygulanabilir olanlar
tespit edildi. Cato, Varro ve Columella gibi yazarların aktarımlarından antik
çağların besin türleri ve bunların üretimi hakkında bilgiler edinildi.
Athenaios ve Apicius'un yazdığı kitaplardan ise, antik yemek çeşitleri ve yemek
tarifleri öğrenilerek, projenin uygulama aşamasında sanatçı Tufan Dağıstanlı,
yeniden tasarımlaması (restitüsyon) yapılan çömleklerin orijinal benzerlerinden
üretildi. Üretilen bu seramiklerde daha önce antik kaynaklardan araştırılan
Roma Dönemi yemekleri deneme amaçlı pişirilip ve test edildi. Seramik kaplar
içerisinde yapılan pek çok pişirme denemesi sonucunda antik çağların
enteresan ve kalıcı yemek tatlarına ulaşıldı.
Üzerinde yaşadığımız toprakların Üzerinde yaşadığımız toprakların barındırdığı
kültürel Üzerinde yaşadığımız toprakların barındırdığı kültürel mirasın bir
parçası olan "antik mutfak kültürleri"nin araştırılmasının bilimsel kazanımları
dışında ülke turizminin gelişmesine yeni bir ivme kazandıracağı inancıyla,
Arkeoloji Bölümü olarak geliştirilen bu gastro-arkeoloji projesi üst düzey
protokol katılımlı bir sunumla tanıtıldı.
Arkeolojik bir deney olarak da tanımlanabilecek bu sunuma başta Antalya
Valiliği, Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü ve Belediye Başkanları büyük ilgi
gösterdi. Bu arkeolojik uygulama için hem geçmişten hem de günümüzden izleri
bünyesinde barındıran Antalya Kaleiçi'ndeki tarihi Alp Paşa Konağı mekân
olarak seçildi.
Yemek masasındaki (Mensa) tabaklar, testiler, kadehler ve ahşap çatal-kaşıklar
tamamen orijinallerine uygun olarak hazırlandı. Aydınlatma amaçlı kullanılan
kandiller bile özel üretildi. Eleni Karaind-rou ve Musica Romana tarafından
seslendirilen antik melodiler yemek esnasında dinlenecek müzikler olarak
belirlendi.
Roma Dönemi'ne ait bir akşam yemeği (Cena) olarak hazırlanan mönüde
misafirlere giriş yemeklerinden (Gustatio): Peynirli Salata (Lactuca Casi), Lahana
Mezesi (Krambe), Zeytin Mezesi (Gustatio Olivae) ve Sac Ekmeği (Panis) ikram
edildi. Yine seramik çömlekler içerisinde pişirilen Zeytinli Tavuk Dolması (Pullus
Fusilis Cum Olivis) ve Dana Yahnisi (Vitulina Cocta - Minutalis) ikram edilen ana
yemekler (Mensa Prima) arasında yer aldı. Tatlı (Mensa Secun-da) olarak ise,
Lokma Tatlısı (Globuli) ve Meyve (Bel-laria) sunuldu. Ayrıca özel hazırlanan
seramik bardak ve kadehlerde Suyun (Aqua) yanında Şarap (Vinum) ve Üzüm
Suyu (Defrutum) içildi.
Gecenin finalinde ise, bugüne kadar bilinen en eski "düdüklü tencere" akşam
yemeğine katılan konukların huzurunda ilk kez test edilerek kullanılabilirliği
kanıtlandı. Söz konusu düdüklü tencerenin restitüsyonu, Patara kazılarında ele
geçen ve MS. 1.-2. yüzyıllara tarihlenen üç adet seramik parçasının
tamamlanmasından oluşturuldu ve sanatçı Tufan Dağıstanlı'nın özverili
çalışmasıyla da orijinaline uygun olarak yeniden üretildi.
Tencerenin üst haznesine konan sebze yemeği, günümüz modern düdüklü
tencerelerini aratmayacak şekilde, kısa bir süre içerisinde alt haznede biriken
buhar basıncı yardımıyla hazır hale geldi ve o da denendi. Sonuç olarak bu
proje, konukları kısa bir süreliğine de olsa 2000 yıl geçmişe götürmeyi başarmış
ve onlar yaşadıkları bu ayrıcalıkla -carpe diem, quam minimum credula posterodiyerek zaman tünelinden çıkmışlardır.
____________
*Kaynak: Doç. Dr. Taner Korkut, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Antalya
*****************************************************************
*
Eski antik çağlarda Romalıların temel gıdaları buğday, arpa ve darı idi. Hemen
hemen bütün yemekler bu üç terkip ile hazırlanıyordu. Ticaret yoluyla nohut,
bezelye, fasulye gibi baklagiller ülkeye giriyordu. Ayrıca feth edilen bölgelerde
üretilen, zeytin, üzüm, turp ve pancar gibi yiyecekler halk arasında çok popüler
oldu. Roma şehrinin çevresinde verimli toprakalr yoktu fakat Akdeniz ve Ege
kıyıların boyunca feth edilen verimli topraklarla zenginlik ve besin çeşitliliği
arttı.
Romalıların baharatlar ile hazırladığı soslar epeyce ünlüydü. Özellikle
''liquamen'' denen balık sosunu ilk kez Romalılar kullanmışlardır. Üretim
yöntemleri, günümüzde Güneydoğu Asya'daki balık soslarınınkine çok benzer
olduğundan, Antik dönemdeki balık soslarında muhtemelen yüksek oranda
glutamat vardı. Dolayısıyla, glutamat tadına veya umamiye verilen değer, 2.500
yıl öncesine dayanmaktadır. Bugün, liquamen Asya'da hala kullanılmaktadır.
Orada çelşitli isimler almışlardır: Tuk Trey, Muoc Mam oder Nam Pla
Romalılar balıkların tuzlanıp kurutulmasını da keşfetmişlerdir. Güneş altında
fetmente olan lezzetli balıkların keyfine varmışlardır. Bazen buna şarap da
ekledikleri oluyordu.
Romalıların yemek keyfi onların büyümesine ve genişlemesine neden olmuştur.
Feth ettikleri ülkelerin yemek kültürlerini almışlar kendilerine göre
uygulamışlardır. Onların bu kadar savaşçı olmaları sadece yemek zevkinden
dolayıdır.
Romalılar imparatorluklarını kurduklarında fethettikleri toprakların yemek
kültürünü de Roma'ya taşıyıp zengin bir mutfak kültürü yarattılar. Bunda en
büyük pay tabii ki yine fethedilen topraklardan getirilen aşçılarındı.
İmparatorlukta şölenlerde, zafer kutlamalarında, törenlerde öyle kalabalık
topluluklara yemek ve içki hizmeti veriliyormuş ki, İmparator Julius Caesar'ın
askeri bir zaferin ardından düzenlediği kutlamanın birkaç gün sürdüğü ve bu
kutlamada tam 260 bin kişinin yemek yediğini belirtmek, Romalılardaki toplu
yemek geleneği hakkında bir fikir verir sanıyorum.
Şölenlere de çok düşkündü Romalılar. Öyle ki, ziyafet vermeyi bir tutku haline
getiren kimi imparatorlar yüzünden devlet iflasın eşiğine bile gelebiliyordu. Bu
imparatorlardan biri Lucullus'tu. Hazırlattığı sofralar öyle görkemliymiş ki,
İngilizce'de yer alan "Lucullan" sözcüğü işte böyle sofraları tanımlamak için
kullanılıyor bugün. Ayrıca eti yumuşatma özelliği olan bir sos, bugün yine bu
imparatorun adıyla anılıyor.
Madem sözü kelimelere getirdik, biraz daha sürdürelim isterseniz: Taverna
kelimesi de Romalılar döneminden kalma. O dönemdeki yemek ve şarap
sunulan küçük lokantalara Taberna denildiğini biliyoruz. O kadar yüzyıl içinde
bir harfi değişmiş yalnızca!.. Bu tabernalar, günümüz İtalyasındaki trattoria
denilen minik lokantaların ataları aynı zamanda.
Roma'da aşçılar genellikle Yunanistan'dan getirilen, bu konuda yetenekli erkek
köleler arasından seçiliyordu. Roma'da da aşçılık bir sanat olarak
değerlendirildiğinden, iyi bir aşçı, efendisinin toplumdaki saygınlığını
arttırıyordu. Bu durumdan aşçı da kazançlı çıkıyordu tabii. Efendisinin verdiği
para ve hediyelerle iyi bir birikim sağlayan bir aşçı özgürlüğünü satın alabilecek
düzeye bile gelebiliyordu rahatlıkla.
Yine de bu konuda en şanslısı Cleopatra'nın aşçısı olsa gerek. Mark Antony, bu
aşçının hazırladığı yemeklerden o kadar memnun kalmış ki, koca bir şehir
armağan etmiş kendisine!..
İlk yemek kitabinin da bir Romalı tarafından yazıldığını belirtmekte yarar var.
Apicius'un yazdığı kitapta yer alan yemek tariflerinin kimileri halen New York'un
ünlü Forum ve Four Ceasars Restoranlarında kullanılıyor.
Apicius'un adı bugün yemek sayesinde anılıyor ama trajik sonunu hazırlayan da
yine yemek olmuş. Verdiği görkemli bir ziyafetten sonra iflasa sürüklendiğini
fark edince intihar etmekten başka bir çare bulamamış Apicius.
****************************************************
Download