‹nsani Müdahale: Ne Kadar ‹nsani, Ne Kadar Siyasi? Zerrin Ayşe ÖZTÜRK* Uluslararası ilişkilerde ‘içişlerine müdahale etmeme ilkesi’ en temel uluslararası normlardan biri olarak kabul edilmesine rağmen, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde artış gösteren çeşitli müdahale örnekleri, insani müdahalenin ve gereğinde askeri müdahalenin meşruluğunu sorgulayan kuramsal tartışmaların da yoğunlaşmasına neden olmuştur. Uluslararası toplumun birer üyesi olan devletler, vatandaşlarının insan haklarını ciddi bir şekilde ihlal ettiklerinde ya da bu haklarını koruyamadıklarında, süregelen sivil savaşlar ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan etnik temizleme ya da soykırım tehdidi hallerinde insani müdahale ve onun bir parçası olarak da askeri güç kullanımı ne kadar meşrudur? Devletlerin egemen haklarını kullanırken kendi vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini zedeleyici ya da yok edici bir şekilde davranmaları ve vatandaşlarının can güvenliklerini sağlayamamaları durumunda müdahalenin gerekliliğine kim, ne zaman ve nasıl karar vermelidir? İnsani müdahale kararı, her zaman insani nedenlerle mi yoksa siyasi çıkarlar gözetilerek mi alınmaktadır? Devlet egemenliğine saygı, müdahale etmeme ve askeri güç kullanmama gibi uluslararası normlar üzerinde temellenen uluslararası ilişkiler, Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte artan insani müdahaleler nedeniyle oldukça zor bir sınavdan geçmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında soykırımın yasaklanması ve temel insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıyla birlikte, gereğinde insani müdahaleye başvurulması düşüncesi ortaya çıkmışsa da, Soğuk Savaş boyunca askeri güç kullanımını da içeren bir insani müdahale anlayışı pek benimsenmemiştir. Bu dönemde yapılan askeri müdahaleler, uluslararası ilişkilerde meşruluğu tartışılmayan ‘meşru müdafaa’ temeline oturtulmuştur. Hâlbuki 1990’larla birlikte insani boyut çerçevesinde gerçekleştirildiği ileri sürülen askeri müdahaleler giderek artmış ve yapılan müdahalelerin pek çoğunda insani nedenler ileri sürülmüştür. Soğuk Savaş sonrası dönem, insani müdahale gerektiren ama yapılmayan ya da askeri güç kullanımı da içeren bir insani müdahale gereği olup olmadığı sorgulanan örneklerin arttığı bir dönem olmuştur. Günümüzde bu zor konu karşında uluslararası toplumun nasıl bir tavır takınması gerektiğini netleştiren bir uzlaşıya halen varılamamıştır. Çalışmanın birinci bölümünde insani müdahalenin kuramsal çerçevesi incelenerek, müdahale taraf olan ve müdahaleye karşı çıkanların argümanları ele alınacaktır. İkinci bölümde ise, insani müdahalenin insani ve siyasi boyutları arasındaki ilişkiyi açığa çıkaracak Soğuk Savaş sonrası müdahale örnekleri irdelenecektir. Kuramsal Boyut: İnsani Müdahale Yanlıları Ve Karşıtları Dünya politikasında son yirmi yıl içerisinde yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler, uluslararası ilişkilerde pek çok yeni kavram, olgu ve sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. En * Yard. Doç Dr., Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, zerrinayseozturk@gmail.com Haziran ’11 • Sayı: 30 21. YÜZYIL [23] Zerrin Ayfle Öztürk başta da Soğuk Savaş sonrasında güvenlik kavramı, yeni sektörleri, boyutları ve tanımlarıyla yeniden düşünülmeye başlanmış; bu çerçevede devletlerin ve diğer uluslararası aktörlerin güvenlik algılamaları değişmiştir.1 Soğuk Savaş’ın iki kutuplu sisteminin bir anlamda dondurduğu konulardan biri olan insani müdahale kavramı da 1990’larla birlikte tartışılmaya başlanmıştır. Hatta 1990’lı yıllar, insani boyut temelinde şekillenen müdahale örneklerinin çokça yaşandığı ve “insani müdahalenin altın çağı” olarak nitelendirilen yıllardır. İnsani müdahale anlayışının kuramsal altyapısına bakıldığında, insani müdahale yanlıları ve karşıtlarının bu konuyu iki temel boyutta ele aldıklarını, yani insani müdahalenin hukuki ve etik gerekçelerini tartıştıklarını görürüz. Bu tartışmalar geçmeden önce kavramın kısa bir tanımını yapalım: İnsani müdahale, bir devletin içişlerine karışılması anlamına gelecek şekilde devlet egemenliğinin zor kullanılarak ihlal edilmesi halidir. R.J. Vincent’ın tanımıyla insani müdahale, bir devlet, devlet içinde bir grup, bir grup devlet ya da bir uluslararası örgüt tarafından bir başka devletin içişlerine yapılan ve genellikle güç kullanımı da içeren bir olgudur. Bir başlangıç noktası ve bir sonu olan insani müdahale, müdahale edilen devletin siyasi otoritesini hedef alır. Yasallığı ya da yasa-dışı olması tartışmaları bir yana bırakıldığında, insani müdahalenin en temel özelliği, uluslararası ilişkilerdeki geleneksel davranış kalıplarının dışına çıkan bir olgu olmasıdır. İnsani müdahale yanlıları, insani müdahalenin yasallığını savunurken Birleşmiş Milletler (BM) Şartındaki insan haklarıyla ilgili hükümleri ve uluslararası teamül (yapılageliş) hukukunu ileri sürmektedirler. 1945 tarihli BM Şartının Başlangıç bölümünde, 1., 55. ve 56. maddelerinde sözü edilen insan haklarının korunması ve bunun BM’nin temel amaçları arasında sayılması, insan haklarını korumak amacıyla bir diğer devlete yapılacak olan müdahalenin yasallığının çerçevesini çizmektedir. Buna göre, insani müdahale, BM Şartının 2. maddesindeki güç kullanmama ilkesinin bir istisnası olarak yasallık kazanmaktadır.2 Ayrıca bazı insani müdahale yanlıları, 19. yüzyıl boyunca devletlerin kullandıkları müdahale pratiğinin uluslararası teamüle dönüştüğünü ve bunun sonucunda ise, uluslararası teamül (yapılageliş) hukukunun günümüzde devletlere tek taraflı olarak müdahale yapabilme hakkını verdiğini ileri sürmektedirler. Hukuki çerçevenin yanı sıra, insani müdahalenin etik bir gereklilik olduğunu düşünen müdahale taraftarları, dayanışmacı anlayış üzerinden şekillendirdikleri argümanlarında sivillerin soykırım, etnik temizlik ya da kitlesel ölümler gibi bir devletin vatandaşlarının güvenliğini sağlayamaması ya da bilerek ve isteyerek ihlal etmesi durumunun uluslararası topluma etik bir sorumluluk yüklediğini savunmaktadırlar. Bu durumlarda insani müdahale, bir insanlık görevi olarak düşünülmektedir. Öte yandan, insani müdahaleye şüphe ile yaklaşan müdahale karşıtları, uluslararası hukukta insani müdahaleyi meşru kılacak yasal bir düzenleme olmadığı fikrini savunurlar. Askeri müdahale ve güç kullanımının tek meşru istisnası, BM Şartının 51. Maddesinde düzenlenen devletlerin silahlı bir saldırı karşısında tek başlarına ya da ortaklaşa olarak meşru müdafaa hakkını kullanmalarıdır.3 Ayrıca, BM Şartının 7. Bölümünde yer alan 39. ile 42. maddelerinde belirtildiği gibi, uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edildiği hallerin ve bu hallerde müdahale gerekip gerekmediğinin belirlenmesi yetkisi BM Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir.4 Yapılacak insani müdahalelerin hukuki boyutunun ötesinde, siyasi ve etik açılardan da sorunlar içerdiğini öne süren müdahale karşıtları, devletlerin yaptıkları müdahalelerin pek çoğunun insani değerlerin değil siyasi çıkarların korunmasının amaçladığını söylemektedirler. Uluslararası ilişkilerde devletlerin, neden bazı örneklerde hemen müdahale etme gerekliliği duymaları, neden bazı durumlarda mü1 [24] Soğuk Savaş sonrası dönemde değişen güvenlik anlayışı için bakınız: Zerrin Ayşe Bakan, “Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Güvenlik Teorileri ve Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları,” 21. Yüzyıl, Cilt 1, No 3, Ekim-Aralık 2007, ss. 35-50. 2 Birleşmiş Milletler Antlaşması, 26 Haziran 1945, http://www.belgenet.com/arsiv/sozlesme/bmsarti.html, Erişim tarihi: 21/05/2011. 3 Silahlı saldırı ve saldırı suçunun uluslararası hukuk açısından detaylı bir incelemesi için bakınız: Yücel Acer, “Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu Kavramının Temel Unsurları: Tanım Çalışmaları ve Yansımalar,” Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt.1, No.3, 2005, ss. 15-42. 4 Bakınız: Birleşmiş Milletler Antlaşması, 26 Haziran 1945. 21. YÜZYIL Haziran ’11 • Sayı: 30 ‹nsani Müdahale: Ne Kadar ‹nsani, Ne Kadar Siyasi? dahale yapmayı tercih etmemeleri ya da müdahaleyi çok geç başlatmaları, insani müdahalenin ulusal çıkarlar çerçevesinde şekillendiğini göstermektedir. Ayrıca insani müdahale kavramı, özelikle güçlü devletlere kendilerinden daha zayıf olan devletlerin içişlerine gerekli-gereksiz karışabilme fırsatı sağlayacağından müdahale karşıtlarınca pek de benimsenmemektedir.5 Diğer taraftan, siyasi liderlerin kendi vatandaşlarının güvenliklerinde birinci derecede sorumlu oldukları ve bu sebepten ötürü, kendi askerilerinin hayatlarını uzak ülkelerde yaşayan yabancıları kurtarmak için tehlikeye atmanın etik ya da siyasi bir açıklaması olamayacağının savunun Realist kuramcılar da bu çerçevede insani müdahaleyi ulusal çıkarlar gerektirmedikçe gereksiz bulmaktadırlar. Tüm bu nedenlerin yanı sıra, insani müdahale karşıtlarının en dikkat çekici iddiası, çoğulcu bir uluslararası toplum anlayışı çerçevesinde şekillenen günümüz dünya politikasında, insani müdahalenin hangi ciddi insani konular ya da hak ihlalleri sonucunda yapılacağı ve hangi etik kurallar temelinde yürütüleceği konularında bir uzlaşı olmaması sorunudur. İnsani müdahaleyi gerekli kılacak ve içeriğini şekillendirecek uluslararası düzeyde üzerinde uzlaşılmış ortak etik değerler olmamasından dolayı, küreselleşen dünyada giderek güçlü devletlerin kültürel değerlerinin başatlığında bir insani müdahale anlayışının oluşması tehlikesi de mevcuttur.6 Örnekleriyle İnsani Müdahale: İnsani mi, Siyasi mi? İnsani müdahalenin başta uluslararası düzendeki güçlü devletler olmak üzere, bir grup devlet ya da uluslararası örgütler eliyle yürütülen ve askeri bir müdahaleyi de içeren bir hal alması özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde giderek artmıştır. Bu haliyle, “zorlayıcı insani müdaha5 İnsani müdahalenin devlet egemenliğiyle çelişen yanlarını tartışan çalışmalar için bakınız: Mohammed Ayoob, “Humanitarian Intervention and State Sovereignty,” The International Journal of Human Rights, Cilt.6, No.1, 2002, ss. 81-102 & Zerrin Ayşe Bakan, “Soğuk Savaş Sonrasında Devlet Egemenliğinin Sınırlarına Normatif Bir Bakış,” Avrasya Dosyası, Cilt 8, No 3, Sonbahar 2002, ss. 140-153. 6 İnsani müdahale karşıtlarının etik temelli itirazları için bakınız: Iain Atack, “Ethical Objections to Humanitarian Intervention,” Security Dialogue, Cilt.33, No.3, 2002, ss. 279-292. Haziran ’11 • Sayı: 30 21. YÜZYIL [25] Zerrin Ayfle Öztürk le”, devlet egemenliğine saygı prensibini ihlal eden ve genellikle müdahale yapılan devletin siyasi otoritesini hedef alarak, o ülkede yaşayan sivillerin maruz kaldıkları insan hakları ihlallerini (soykırım, etnik temizleme, sivil savaşlarda toplu halde işkence, ölüm tehdidi ve insanlık dışı muameleler, vb.) ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Barışçıl metotlarla yapılan ve şiddet içermeyen ‘zorlayıcı olmayan insani müdahale’ ise, genellikle Uluslararası Kızıl Haç örgütü ya da Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü gibi uluslararası hükümet-dışı örgütler tarafından çoğunlukla hedefteki hükümetin çağrısı ya da rızası ile yapılan her çeşit insani yardımı (gıda, çadır, tıbbi yardım, vs.) kapsamaktadır. Ancak, burada hukuki ve etik açılardan tartışma konusu olan ve meşruluğu sorgulanan zorlayıcı insani müdahalenin ne kadar insani veya ne kadar siyasi olduğunu gözler önüne serecek Soğuk Savaş sonrası çeşitli müdahale örnekleri irdelemek gerekmektedir. İlk örnek olan 1991’deki Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak’a yapılan müdahaleyle ilgili olarak şu soru akıllara gelmektedir: Kuveyt’in egemenliğini korumayı ve kuzey Iraklıların güvenliğini sağlamayı mı, yoksa Körfez Savaşı sonrasında bölgeyi daha kolay nüfuz edebilmeyi mi amaçlamıştır? BM Güvenlik Konseyi’nin 15 Ocak 1991’de aldığı 678 sayılı kararla 16 Ocak 1991’de başlayan ve ABD, İngiltere ve Fransa’nın da yer aldığı bir askeri operasyonla Kuveyt, Irak’ın işgalinden kurtarılmıştır. Zorlay›c› insani 31 Temmuz 1994 tarihli ve 940 sayılı BM Güvenlik Konmüdahale, devlet seyi’nin verdiği yetkiyle ABD liderliğinde gerçekleştirilen egemenli¤ine sayg› bir askeri müdahale ile Haiti’deki askeri diktatörlük rejimiprensibini ihlal eden ve ne son verilmesi amaçlanmıştır. Hâlbuki Haiti’ye yapılan genellikle müdahale müdahalede ABD’nin gerçek amacının Haiti’deki sivil halkın güvenliğinden çok ülkedeki siyasi istikrasızlığın sonuyap›lan devletin siyasi cunda ABD’ye akın eden Haitili mültecilerin önünü kesmek otoritesini hedef alarak, olduğu ileri sürülmüştür. Öte yandan, Ruanda’da olan biteo ülkede yaflayan nin müdahale gerektirmeyen kabileler arası bir çatışma mı sivillerin maruz olduğu yoksa devlet eliyle yürütülen bir soykırım mı olduğu Batılı devletlerce ve BM tarafından kararlaştırılana kadar, ülkald›klar› insan haklar› kedeki soykırım 1994’in Nisan ve Temmuz ayları arasında ihlallerini ortadan tam dört ayda 800.000’den fazla insanın öldürülmesiyle sokald›rmay› nuçlanmıştır. Yine bu dönem boyunca, 250.000 ile 500.000 amaçlamaktad›r. civarında kadın ve çocuk savaş tecavüzüne uğramıştır. Haiti’deki başarılı askeri müdahaleye karşın Ruanda’da yaşanan insanlık dramı, pek çok uzmana göre Amerikan ulusal çıkarlarının bu müdahalelerde söz konusu olup olmadığıyla ilişkilendirilmiştir. 2000’de yaptığı bir konuşmada BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan ise, Ruanda’daki soykırıma müdahale etmekte uluslararası toplumun çok geç kaldığını ve bunun BM’nin başarısızlığı olduğunu açıkça itiraf etmiştir. 1991-1995 yılları arasında devam eden Yugoslavya İç Savaşı sırasında yaşanan Srebrenitsa Soykırımı, Bosnalı Sırpların Temmuz 1995’te 8300’den fazla Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde öldürülmesiyle gerçekleşmiştir. BM’nin Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmesi ve 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı dahi soykırımı önleyememiştir. Yaşanan katliam BM’nin bölgedeki Bosna Sırp Ordusuna silah ambargosu kararı almaması ve zamanında insani müdahale gerektiren bir durumun olduğu kararını verememesinin bir sonucudur. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük insan katliamı olarak nitelendirilen Srebrenitsa soykırımının, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin 2004 yılında verdiği karar uyarınca soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar kategorisinde olduğu açıklanmıştır. Öte yandan NATO’nun Mart 1999’da Sırpların Kosova’da yaşayan Arnavutlara yaptıkları saldırıları ve etnik temizleme girişimlerini sonlandırmak amacıyla yaptığı müdahale, BM Güven[26] 21. YÜZYIL Haziran ’11 • Sayı: 30 ‹nsani Müdahale: Ne Kadar ‹nsani, Ne Kadar Siyasi? lik Konseyi’nin onayı alınmadan gerçekleşmiştir. Başta Çin, Rusya ve Hindistan olmak üzere pek çok devlet bu müdahaleyi tek taraflı olması, BM onayı alınmadan yapılması ve askeri anlamda aşırı güç kullanımı içerdiği için eleştirmiştir. Eylül 1999’da ise Avustralya’nın Doğu Timor’a sivillerin kitle ölümlerinin sonlandırılması için yaptığı askeri müdahale, bu bölgenin Endonezya’dan ayrılıp egemen bir devlet kurmasıyla sonuçlanmıştır. 2006 yılında da ülkedeki hükümet değişikliğini amaçlayan Avustralya Ordusu yine Doğu Timor’da varlığını göstermiştir. Darfur’da Şubat 2003’te başlayan sivil savaş, 70.000 kişinin savaşta öldürüldüğü, 300.000 civarında sivilin açlık ve hastalık gibi nedenlerden dolayı hayatını kaybettiği, pek çoklarının cinsel şiddete maruz kaldığı ve 2 milyondan fazla halkın da komşu Çad’a veya Sudan içinde göçmek zorunda kaldığı bir insani kriz olarak tarihe geçmiştir. Mart 2004’ten itibaren Darfur’daki insani krizin daha fazla derinleşmesinin önlenmesi için uluslararası toplumun dikkati çekilmek istenmiş; hatta Ekim 2006’da uluslararası bir sivil toplum örgütünün hazırladığı eleştirel bir raporla BM’nin ve büyük güçlerin krize müdahale etmesiyle belki de Ruanda örneğinde yapılan yanlışların tekrarlanmasının önüne geçilebileceğini belirtilmiştir. Tüm bu çabalar bir sonuç vermeyince, kimilerine göre 21. yüzyılın en büyük insani dramına, kimilerine göre de soykırımına sahne olan Sudan’ın Darfur bölgesindeki krize Uluslararası Ceza Mahkemesi 2005’ten itibaren hukuken müdahil olmuş Bush’un operasyon ve Darfur’da işlenen uluslararası suçların belgelenmesi ve 7 suçluların cezalandırılması için çalışmalarını yürütmüştür. öncesinde dile getirdi¤i insani argümanlar, Irak 20 Mart 2003’te ABD ve koalisyon güçleri tarafından askeri müdahalesi başlatılan Irak operasyonu, her ne kadar Bush Doktrini çerçevesinde geliştirilen ve aslında hukuken meşru kabul edils›ras›nda 100.000’den meyen ‘önleyici savaş’ kavramıyla gerçekleştirildiyse de8 fazla Irakl›n›n öldü¤ü Bush yönetimi başından itibaren insani argümanlar kullanabunlar›n üçte ikisini rak askeri müdahaleyi meşrulaştırma yoluna gitmiştir.9 MüIrakl› sivillerin dahaleden birkaç gün önce Saddam yönetimine ülkeyi terk etme çağrısı yapan zamanın ABD Başkanı George W. Bush, oluflturdu¤u gerçe¤i ile 17 Mart 2003’te yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında Irakörtüflmemektedir. lılara seslenerek, ülkelerinde hukukun yeniden tesis edileceğini, kendilerinden esirgenen gıda ve tıbbi yardımların sağlanacağını, refah ve özgürlük içinde yaşayan yeni bir Irak inşa edileceğini müjdelemiştir. Çatışma, işkence ve tecavüzlerin son bulacağını ve Irak halkının özgürlüğüne kavuşacağını söylemiştir.10 Askeri müdahaleden bir gün önce 19 Mart 2003’te yaptığı konuşmasında ise Bush, Irak’ta herhangi bir emelleri olmadığını, amaçlarının Irak’taki tehdidi ortadan kaldırmak ve ülkenin yönetiminin yeniden Irak halkına devredilmesini sağlamak olduğunu belirtmiştir.11 Bu insani argümanlar, Irak askeri müdahalesi sırasında 100.000’den fazla Iraklının öldüğü bunların üçte ikisini Iraklı sivillerin oluşturduğu gerçeğini anlamlandırmamızı nasıl sağlayabilir.12 7 Cenap Çakmak, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Darfur Krizi’ne Müdahil Olması ve ABD’nin Süpergüç Olarak Limitleri,” Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt.3, No.10, 2007, ss. 43-74. 8 Irak müdahalesinin uluslararası hukuk boyutu için bakınız: Sercan Reçber, “Irak’a Yönelik Askeri Müdahalenin Uluslararası Hukuk Açısından Geçerliliği,” Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt.4, No.13, 2008, ss. 55-75. 9 Aslında benzer insani argümanlar ABD tarafından daha önce yapılan Afganistan müdahalesinde de kullanılmıştır. 10 Konuşmanın tam metni için bakınız: “President Says Saddam Hussein Must Leave Iraq Within 48 Hours,” Remarks by the President in Address to the Nation, 17 Mart 2003, Office of the Press Secretary, White House, 11 Konuşmanın tam metni için bakınız: “President Bush Addresses the Nation,” 19 Mart 2003, Office of the Press Secretary, White House, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2003/03/20030319-17.html, Erişim tarihi: 21/05/2011. 12 David Leigh, “Iraq war logs reveal 15,000 previously unlisted civilian deaths,” The Guardian, 22 Ekim 2010, http://www.guardian.co.uk/world/2010/oct/22/true-civilian-body-count-iraq, Erişim tarihi: 21/05/2011. http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2003/03/20030317-7.html, Erişim tarihi: 21/05/2011. Haziran ’11 • Sayı: 30 21. YÜZYIL [27] Zerrin Ayfle Öztürk Katliam bafllad›ktan dört ay sonra gerçeklefltirilen Ruanda’daki Frans›z müdahalesini, insani kayg›lar de¤il, katliam sonras›nda ülkedeki yeni siyasi düzeni kurma temelindeki ulusal ç›karlar motive etmifltir. İnsani müdahalenin son örneklerinden olan Libya’da BM Güvenlik Konseyi, 17 Mart 2011 tarih ve 1973 sayılı kararı ile Libya hükümetine biran önce ateşkes yaparak sivillere karşı yapılan ve ‘insanlık suçu’ olarak nitelendirilebilecek silahlı saldırılara son verilmesini istemiştir. Ayrıca, ülke hava sahasının uluslararası uçuşlara kapatılmasını, Kaddafi rejimine karşı yaptırımların ağırlaştırılmasını kararlaştırmıştır. Aynı kararla BM, üye devletlere tek taraflı olarak ya da bölgesel örgütler aracılığıyla, ülkedeki sivillerin korunması için her türlü önlemi alma yetkisi vermiştir.13 Sonuç İster insani isterse siyasi amaçlarla gerçekleştirilsin, insani müdahale örneklerinin çoğunda kısa dönemde yaşanan insani krize son vermenin ötesinde, uzun dönemde müdahale gerektiren ülke içi siyasi, ekonomik ve sosyal sorunların çözümlenmesinde pek de olumlu sonuçlar alınmadığı yargısına varılabilir. Somali ya da Bosna örneklerinde olduğu gibi, askeri müdahalelerin bazen savaşı bitirmek yerine bu ülkelerde yaşanan şiddeti ve çatışmaları körüklediğini gözlemlemek mümkündür. Katliam başladıktan dört ay sonra gerçekleştirilen Ruanda’daki Fransız müdahalesini ise, insani kaygıların değil, katliam sonrasında ülkedeki yeni siyasi düzeni kurma temelindeki ulusal çıkarların motive ettiği düşünülebilir. Bir taraftan BM Güvenlik Konseyi’nin onayı alınmadan ve aşırı askeri güç kullanılarak yapılan Kosova müdahalesine karşın, diğer taraftan önlenmesi muhtemel olan fakat uluslararası toplumun dikkatini çekemeyen ve büyük güçlerin çıkarlarını zedelemediği için müdahaleye gerek duyulmayan Darfur krizi ve hatta soykırımı örneklerini görmek mümkün. Bir yanda BM’nin güvenli bölge ilan ettiği ve Avrupalı devletlerin eteklerinde Bosna-Hersek’te meydana gelen Srebrenitsa Soykırımı, öte yanda BM’nin Libya müdahalesi… 1990 sonrası yapılan tüm “insani” müdahaleler, insani kaygıların ve sivilleri korumanın ötesinde birtakım siyasi çıkarların varlığının gerekliliğini apaçık ortaya koymaktadırlar. Aksi takdirde, acilen müdahale yapılan örneklerle, aylarca varlığı tartışılan ya da görmezden gelinen insani krizler arasındaki farkı, yani müdahale konusundaki seçiciliği anlamlandırmak mümkün görünmemektedir. Ayrıca bu askeri müdahaleler sırasında veya geciken ya da hiç gerçekleşemeyen “insani” müdahaleler sonucunda ölen, yaralanan, tecavüze uğrayan, göç etmek zorunda kalan sivil halk düşünüldüğünde müdahalenin amaçlarının ne kadar insani, ne kadar siyasi olduğu tartışma gerektirmeyecektir. 21. YÜZYIL 13 [28] BM Güvenlik Konseyi, “Security Council Approves ‘No-Fly Zone’ over Libya, Authorizing ‘All Necessary Measures’ to Protect Civilians, by Vote of 10 in Favour with 5 Abstentions,” 17 Mart 2011, http://www.un.org/News/Press/docs/2011/sc10200.doc.htm, Erişim tarihi: 21/05/2011. 21. YÜZYIL Haziran ’11 • Sayı: 30