Akademi Bülten 04.12.2006 Sayı: 2 •Üstad’ın Gençliğe Hitabesi •Sezer ve CHP’ye Suçlama •Psikolojik Porno Terörü •Kısa Kısa •Ulu Hakan •Güler misin? Ağlar mısın? •Güzel Bir Diyalog Örneği •MHP’nin Halleri •Đslamiyette Kadının Yeri •Tarihi Derbi Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 Editö Editörden Merhaba, Bu hafta da ülke gündeminin nabzını Akademi Bülten’le tutacaksınız… Hızlı bir bozulma sürecinin içerisinde bulunduğumuz günümüzde, dirayetli, geçmişini bilen, geleceğe geçmişinin ışığıyla yürüyen bir gençliğe sahip olmak, ülkelerin geleceğini önemli ölçüde etkilemektedir. Üstad Necip Fazıl, bu konunun önemine yaşadığı müddetçe dikkat çekmiş ve gençliğe, bu vatana ve millete borçlarını nasıl ödeyebileceklerini göstermiştir. Biz de bunu kendimize görev olarak addettik, hatırlatma olsun ve yaşayışımıza rehberlik etsin diye 2. sayımızın giriş sayfası yaptık… Bir üniversite de rektörlük seçimleri sonrası Sezer-CHP ve rektör adayının arasında yaşanan traji komik gelişmeleri yorumsuz olarak gözler önüne sermeye çalıştık… Kartel medyasının özellikle bu günlerde sık sık pornografik haberlere yer vermesinin altında yatan gerekçeleri bulmaya çalıştık.. Her hafta olduğu gibi bazen manşet olup gözümüze sokulan ama bir kez daha okunmasında mahzur olmayan bazen de kıyıda köşede gizli kalan mühim hadiseleri sizlere kısa kısa sunduk … Abdülhamid… Ulu Hakan… Söze ne hacet… Yine bir araştırma… Yine dahiyane bir fikirle karşı karşıya kalma… Abdülhamid’in ileri görüşlülüğünün bir vesikası… Mustafa Armağan’ın kaleminden Abdülhamid’in bizzat uzmanlara hazırlattığı petrol haritasını ilgilerinize arz ettik… Geçen sayımızda da değindiğimiz diyalog konusuna ilginç bir örnekle devam ettik… Bir önceki siyasi dönemde büyük bir hayal kırıklığı yaşayan MHP’nin neden bu hallere düştüğünü ve ne yapması gerektiğine değindik… Kimileri, kimi zamanlarda kendilerinin kim olduklarını dahi düşünmeden, kendilerini kimi konularda yetkili zannederek münasebetsiz açıklamalarda bulunur. Onların bir örneğini bu hafta bir kez daha yaşadık… Biz de bu münasebetsizlik hakkında görüşlerimizi dile getirdik… Ve son olarak bu hafta soluklarımızı tutarak izlediğimiz derbiyi anlattık… Bir sonraki sayıda görüşmek dileğiyle… Bakmak değ değil, Gö Görmek iç için!!! Akademi Çalış alışma ışma Grubu Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 1 Üstad’ın Gençliğe Hitabesi Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... "Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik... Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... Đkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kuran’ında "belhümadal - hayvandan aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü?... Son yarım asır!.. Đşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkûmiyet... Đşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik... Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir çığlık kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında "Hâkimiyet Hakk’ındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakk’a kölelikte bilen bir gençlik... Emekçiye, "Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!" diyecek... Kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 diyalektiğine, estetiğine, idrâkine sahip bir gençlik... irfanına, Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin, Đslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, Đslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik... "Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik... Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırt etmekte kuyumcu ustası bir gençlik... Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı 2 sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik... Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara "siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız…! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek Müslümanlığın "nasıl" ını ve "ne idüğü" nü her haliyle gösterecek bir gençlik... Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu, hürmetine yarattığı Sevgilisi’nin fezâyı bütün yıldızlarıyla manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik... Đşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi,billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine oIsun… Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!.. Necip Fazıl Kısakürek Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 Sezer ve CHP’ CHP’ye Suç Suçlama Kaynak: www.internethaber.com BAÜ Rektörlüğü için 10 Ekim 2006 tarihinde yapılan seçimlerde 8 aday yarışmış, tek bayan aday olan Prof. Dr. Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper, sandıktan birinci olarak çıkmıştı. Aldıkları oylara göre sıralanan ilk 6 aday YÖK tarafından değerlendirildikten sonra aday sayısı 3'e indirilirken, Bedriye Tunçsiper, Cumhurbaşkanlığı'na sunulan listede de yine ilk sırada yer almıştı. Yaklaşık 1 ay süren Çankaya Köşkü'ndeki değerlendirme sonucu Cumhurbaşkanı Sezer, YÖK'ün oy birliği ile üzerinde uzlaşı sağladığı kaydedilen Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'in yerine ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Şerif Saylan'ı BAÜ Rektörü olarak atadı. Karara ilk tepki de Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper ve eşinden geldi. Bedriye Tunçsiper, "Ben seçimi kazandım ama atama yapılmadı, bunun altını çizmek isterim. Kendisini kanıtlamış bir Cumhuriyet kadınıyım. Üniversitemiz, yeni kurulan bir üniversite. Dolayısıyla yeni bir yapılanma içerisinde, inşaat alanı anlamında, büyüme anlamında. Tabi buradan çıkar sağlamak isteyen bazı gruplar var. Bu grupların devreye girdiğini biliyorum, herkes de biliyor. Ne var ki ben üniversiteyi siyasileştirme taraftarı değilim. Bu nedenle de ne Đsa'ya, ne Musa'ya yaranmak söz konusu değil benim için, bu mümkün de değil. Hiçbir kimseyle, hiçbir siyasi parti ile bir pazarlığa oturmadım, oturmam da mümkün değil. Dolayısıyla böyle bir pazarlığa oturduğunuz zaman vereceğiniz diyetin faturası çok ağır olacaktır. Bu çıkar grupları benimle anlaşma yapmak da istediler. Ama, ben onları yanıma yanaştırmadım, randevu vermedim, görüşmedim. Onların binalarına gitmedim. Çünkü, ben üniversiteyi bir siyasi arena yeri değil, bilim arenası, bilim yuvası olarak düşündüğüm için bilimsel kriterlerin daima ön planda olması gerektiğini düşündüm. Siyasiler bize karışamaz, üniversiteye siyasiler giremez, girmemelidir de. Rektörlüğe talip aday bir kimse de partilerin içine, parti binalarına girmemelidir. Evet, Cumhurbaşkanımız aldatılmış, kandı- Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 rılmıştır. Ben bir Cumhuriyet kadını olarak hakkımın gasp edildiğini düşünüyorum. Vicdanen huzurluyum, kimseye diyet borcum yoktu. Hiçbir siyasi partiyle oturmadım, oturmam da mümkün değil. Gidip kapılarını çalmadım, bu da mümkün değil" diye konuştu. "Bana göre demokrasi darbe yemiştir" diye devam eden Tunçsiper, "Bir hukuk devleti içerisinde, özerk bir üniversite olduğunu savunuyorsak sonucun da bu paralelde olması gerekirdi. Bu nedenle, saygı duyduğum sayın Cumhurbaşkanımız'ın çıkar gruplarının, menfaat çetelerinin etkisiyle yanlış bilgilendirildiği düşüncesindeyim. Đnşallah gelecekte güzel günlerin bizi beklediğini görmek ve düşünmek istiyorum" ifadelerini kaydetti. BAÜ Rektörlüğü'ne yapılan atamada eşine büyük bir haksızlık yapıldığını belirten Cenk Tunçsiper ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i kınadığını açıkladı. Bir siyasi partinin merkez yürütme kurulu üyesi olan Tunçsiper, siyasi kimliğini hiçbir şekilde karıştırmadığı ve müdahil olmadığı eşinin rektör adaylığıyla ilgili yaşanan sürecin ibretlik olduğunu ifade etti. Cenk Tunçsiper, "Prof. Bedriye Tunçsiper Atatürkçü bir ailenin mensubu olan kişiliktir. Dolayısıyla hem sandığın, hem sivil toplum örgütleri, hem de YÖK'ün yaptığı tercihi Cumhurbaşkanı'nın değiştirmesini kınıyorum. Kafamda bazı soru işaretleri oluşuyor. Cumhurbaşkanımızın bu devletin önünde, Mustafa Kemal Atatürk'ün oturduğu koltukta oturan bir Cumhurbaşkanı olarak, onun devrimlerini devam ettirmesi gerekir. Bir Cumhuriyet kadınını Cumhuriyet üniversitesinin rektörlüğüne atamamasını ben Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper'in eşi olarak kınıyorum. Hayatım boyunca Ahmet Necdet Sezer ismini unutmayacağım. Ailemizde ve çevremizde bu isim özelliğini kaybetmiş, önemini yitirmiştir. Ben de 16 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanı'nın değişmesini ve bu Cumhurbaşkanı'nın görevinin bir an önce bitmesini hevesle bekleyen kamuoyunun ara-sına katılmayı düşünüyorum" diye konuştu. 3 "Ana muhalefet partisinin referansı olmayan Bedriye Tunçsiper rektörlüğe atanmadı, bu referansı alan BAÇEV'in adayı atandı' gibi söylemler duyuyoruz" diye devam eden Cenk Tunçsiper, "Eğer bunlar doğru ise, yine o makamda oturan kişiyi bu tercihinden dolayı kınıyorum" dedi. Cenk Tunçsiper, sözlerini şöyle sürdürdü: "Cumhuriyet kutlamalarının yapıldığı gün Valilik binasında, CHP Đl Başkanı ve yöneticileriyle karşılaştık. CHP Đl Başkanı'nı çok iyi tanırım, sayın Münir Balkanlı. Sohbet ederken eşimin rektörlük seçiminde birinci çıktığını söyledim. O da kendisini CHP Đl Merkezi'ne davet etti görüşmek üzere. Eşim bunun sebebini sorduğu zaman, 'Bize projelerinizi anlatın, size üniversitedeki CHP'li öğretim üyelerini davet edeceğiz. Eğer onlarla aranızda bir mutabakat olursa bir protokol imzalarız, bu protokol neticesinde de bir siyasi parti olarak belki sizi destekleyebiliriz' şeklinde görüş belirtti. Bilmiyorum, bir siyasi partinin üniversiteye rektör atamasında bu denli etkili olabileceği bana yanlış geliyor. Ayrıca, bir kamu kurumuna atanan müdürün, üniversiteye atanan rektörün bir protokol ile atanması da yanlışlık olacaktır. Bu da benim hatıralarım arasında kalacak kötü bir anıdır. Ben bu konularda hiç konuşmadım ve taraf olmadım. Konuşmayı da düşünmüyordum. Fakat, eşim haksızlığa uğradığı için şahit olduğum olayı, sorunuz üzerine cevaplandırıyorum. O gün, bu sorulara ben cevap vermedim, eşim şunu söyledi, 'Üniversitenin sorunu üniversitede çözülür, ben böyle bir şeyi kabul edemiyorum' dedi. Ve o buluşma gerçekleşmedi. Bir protokolden bahsedildiğine göre, o protokolün ne getirip ne götüreceğini kamuoyunun yorumuna bırakıyorum. Demek, bu konuşma ve görüşme ile yapılacak protokol etkili olacaktı ki protokol yapmaya ve bu konuda görüş birliğine varmaya davet ettiler. Bu protokol yapıldığı taktirde rektörlük konusunda yardımcı olunabileceğinin mesajını verdi. Fakat, biz bu işlere siyasetin bulaşmasını asla istemiyoruz, yanlış olur. Psikolojik Porno Terö Terörü Medya, özellikle “bir kısım” medya son zamanlarda, devamlı olarak, töre cinayetleri, tecavüz ve porno haberlerini manşetten veya ilk sayfadan veriyor. Bunun psikolojik harpte mutlaka bir anlamı vardı… Aslında kendim kaleme almak istediğim bir konu idi ancak konuyu haber10.com o kadar güzel aktarmış ki, tekrar yazmaya cesaret edemedim. Yazının en sonunda “Bütün okurlarımızı ve haysiyetli medyayı sermaye medyasındaki bu 'psikolojik porno terörüne' tepki göstermeye davet ediyoruz.” diyor, biz de Akademi Çalışma Grubu olarak Haber10’un çağrısına kulak veriyor ve gerekli yerlere tepkimizi gösteriyoruz, siz değerli okuyucularımızı da tepkiye davet ediyoruz. Haber10.com’un yazısını aynen aktarıyoruz. (02.12.2006) Lokman Ökten Bir süredir medyada yoğunlaştırılan cinsellik-porno-sapıklık haberlerine bir yenisi daha eklendi. Hürriyet gazetesi bugün 'kadından kadına seks şantajı' manşetiyle çıktı. Haber değeri bile taşımayan, aslı astarı muhtemelen olmayan, olsa bile abartı ve çarpıtma içeren son derece absürt bir olay cımbızla seçilip, özenli başlıklarla süslenip Türkiye'nin sözde en önemli gazetesinin manşetine yerleştirilmiş. En tepede 'Papa kıyama durdu', sağ tarafta 'Berdel değil insanlık ayıbı', sol tarafta 'Müslüman'a kaçan Yezidi kızı', ortada başörtülü bir bayan resmi ve 'kadından kadına seks şantajı.' (Gazetenin internet ekranında bu başlık sapıklaşmış: kadın kadına seks şantajı olmuş!) Bir süredir sermayenin medyasında neredeyse bir kampanyaya dönüştürülen 'bebeğe tecavüz', 'sapık ilişkiler', 'töre cinayeti' gibi haberlerin bir gazetecilik örneği olmaktan çok, organize bir psikolojik saldırının işaretleri olduğuna dair kuvvetli emareler var. Her şeyden önce bu haberlerin hemen hepsinin aslında bir süre sonra ya çok farklı ya da medyanın sunduğunun aksine gerçekleşmiş münferit olaylar olduğu ortaya çıkıyor. Özellikle cinsellik içerikli haberlerde sapıklık dozajı özenle öne çıkarılıyor ve adeta sıradanlaştırıcı-alenileştiricimeşrulaştırıcı bir muhteva ile sunuluyor. Adeta haberin içeriğinden çok sunuş biçiminin kendisi pornografik özellik taşıyor. Töre cinayetleri haberleri ise toplumsal gelenekleri tahrip edici, daha doğrusu toplumun batılı değerlere direnen yanlarını aşağılayıcı bir bağlam için- de haber konusu yapılıyor. Öyle ki, cinayet ya da tecavüz mağdurlarının figüranlaştırıldığı bu haberlerde 'Töre' kavramı hedefe koyulup, insanlık dışı cinayetlerin mağdurlarının hak ve hukuku savunuluyormuş, ilkel ve barbar alışkanlıklara tepki gösteriliyormuş gibi yapılıp, bir süre sonra istenilen her davranışa 'töre' damgası vurunca kendiliğinden nefret uyandıracak bir 'töre, gelenek, değer ve namus' düşmanlığının taşları döşeniyor. Medya, her tür sapıklığı sürekli öne çıkararak, toplumun kendinden nefret etmesini, kendine aidiyeti ve haysiyet duygusunu kaybetmesini, bir süre sonra başkalaşmanın kendi isteğiyle sağlanabilmesi için gerekli kendinden tiksinti duygusunun iyice pekişmesini hedefliyor. Münferit olayları abartarak, sapıklık dozajını artırarak, bazı cinsel sapıklık kavramlarını toplum hafızasına yerleştirip meşrulaştırarak yapılan haberciliğin adı gazetecilik olmasa gerek. Bu olsa olsa kökü mutlaka dışarıda bir zihniyetin milletin beynine ve ruhuna dönük psikolojik saldırı hamlesi olabilir. Bağdat ve Kabil'e düşen bombalara paralel olarak bizim ülkemize de şimdilik 'Psikolojik harp bombaları' düşüyor. Bütün tarihsel ve toplumsal değerlerimizi makul görünen nedenler eşliğinde tahrip etmeye çalışmanın masum hiçbir tarafı yok. Hürriyet gazetesi'nin ve onu taklit eden diğerlerinin bu tasallutu ne ilk ne de son. Ama en azından toplum olarak tepki gösterip, bütün çabalara rağmen birilerinin de bu tezgahları yakından izleyip not ettiğini ve en önemlisi kendi sapıklıklarını topluma 4 taciz edercesine bulaştırmaya kalkanların yaptıklarını yüzlerine vuracak bir çoğunluğun haysiyet davasının onlardan daha diri ve atak olduğunu göstermek gerekiyor. Bütün okurlarımızı ve haysiyetli medyayı sermaye medyasındaki bu 'psikolojik porno terörüne' tepki göstermeye davet ediyoruz. *** Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 Kısa Kı Kısa … ARINÇ'TAN SERT TÜRBAN TEPKĐSĐ TBMM Başkanı Bülent Arınç, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin çeşitli konulara ilişkin sorularını yanıtladı. Türban konusunda son dönemlerde yapılan bazı açıklamaları, ''bayanlara karşı yapılan bir saygısızlık olarak'' gördüğünü ifade eden Arınç, şöyle konuştu: "Birileri 'Eşlerinize söyleyin başlarını açsınlar.' diyebiliyor. Siz, bizim eşlerimizi köle mi zannediyorsunuz? Siz, bizim eşlerimizin; 'başını kapa' dediğimiz zaman kapadığını, 'aç' dediğimiz zaman açacağını mı düşünüyorsunuz? Siz kadına saygı diye bir şey bilmez misiniz? Bu, bu kadar basit bir olay mıdır? Kendi hür iradesiyle kendi kıyafetini belirlemiş insanlara, bir eş de olsanız 'onu çıkar bunu tak' deme hakkına sahip misiniz? bu kadına karşı bir ayrımcılık olmaz mı? Bundan daha büyük bir saygısızlık düşünebiliyor musunuz? Birileri daha önceleri başka formüller de bulmuştu. 'Kumaş fabrikalarını kapatalım da örtü yapacak kumaş bulamasınlar' diye... bu da biraz ona benziyor. Eğer bu sorunun muhatabı olsaydım, benim söyleyeceğim bir şey vardı; benim, eşime böyle bir teklifte bulunacak kadar düşük bir insan olduğumu zannediyorsanız, size bunun hesabını sorarım. Böyle saygısızlık olmaz.'‘ BAYKAL'DAN GARĐP BĐR AÇIKLAMA CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Star TV ana haber bülteninde yaptığı açıklamalar tartışmalara neden olacak. CHP lideri Deniz Baykal kendisine yöneltilen “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dışında eşi başörtülü bir AK Parti'linin Cumhurbaşkanı olmasına nasıl bakarsınız?” sorusuna “Anayasal ilkeleri içine sindirmiş, yolsuzluklara bulaşmamış, dürüst birisi olursa bazı kusurları görmezden gelebiliriz” dedi. Baykal, Đşte Bu Sizin Đffetiniz Demişti CHP lideri Baykal, 1993 yılında Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 Bosna'ya yaptığı bir ziyaret sırasında başörtüsünü “Đffet ve namus” simgesi olarak kadınlara dağıtmıştı. Baykal, Türkiye'de seçimlerin arifesinde 8 günlük bir Bosna gezisi sırasında binlerce Bosnalıya hitaben yaptığı konuşmasında, “işte size namusunuzu ve iffetinizi korumanız için size bu başörtüsünü bırakıyorum” diyerek, sembolik bir başörtüsünü Bosnalı bir kadına vermişti. Başörtülünün Oyunu Đstedi Baykal yine bu sene içinde CHP Kadın Kolları Başkanları toplantısı sırasında, partililere tavsiyelerde bulunarak, “Dışlayıcı değil kapsayıcı olacağız. CHP devletin partisi, hiyerarşi partisi değildir, toplumun partisidir. Temelinde insan vardır” diye konuşmuştu. Hiç kimsenin, geçmiş siyasi anlayışından dolayı bir başkasını dışlamaya hakkı olmadığını vurgulayan Baykal, başörtülü ve MHP'li kadınların oylarını da almak istediklerini belirtmişti. CHP'ye Oy Veren Kadınlar da Kusurlu mu? Başkent Kadın Platformu Başkanı Safiye Özdemir Baykal'ın ifadesine ilişkin olarak, “Bu değerlendirmeye ancak gülünebilir. Bu, Türkiye'deki kadınların yüzde 70'e yakınının kusurlu olduğunu gösterir. Benim bildiğim, CHP'ye oy veren çok sayıda başörtülü kadın da var, kusurlu olarak değerlendirdikleri arasında. Bu görüşe katılmak mümkün değil” diye konuştu. Ucuz Politika Yapıyor AK Parti K.Maraş Milletvekili Mehmet Ali Bulut: Baykal ucuz politika peşinde. Ya Türk kültürünü tanımıyor veya Türk kadınına bilerek hakaret ediyor. Baykal'ın bu açıklamasından dolayı başörtülü insanlardan özür dilemesi gerekir. Konu Sulandırılıyor CHP Đstanbul Milletvekili Güldal Okuducu: Cumhurbaşkanlığı konusunda başörtüsüyle ilgili yapılan tartışmalar, meselenin ciddiyetini ortadan kaldırmaya, sulandırmaya yönelik gibi geliyor bana. Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı ile ilgili tartışılması gereken o kadar çok nokta var ki, bütün bunlar dururken, sayın Başbakan'ın eşinin başındaki örtüye bağlı 5 kılmak, onu endekslemek doğru değil. MÜZAKERELERE ĐKĐNCĐ DARBE Kıbrıs Rum Kesimi"ne liman ve havaalanlarını açmadığı gerekçesiyle Avrupa Komisyonu"nun Türkiye ile sekiz başlıkta müzakerelerin askıya alınmasını önermesi Fransa ve Almanya"ya yetmedi. Bu iki ülke, kamu alımları ve rekabet başlıklarında da müzakerelerin durdurularak, Türkiye"ye daha sert bir yanıt vermek istiyorlar. Almanya ve Fransa, "beklemeye" alınan müzakere başlıklarının sayısının 10"a çıkarılmasını talep etti. Her iki ülke, AB Komisyonu"nun geçtiğimiz çarşamba günü yayınladığı ve 8 müzakere başlığının "açılmamasını" tavsiye ettiği kararının daha da sertleştirilmesini istedi. Berlin ve Paris, kamu alımları ve rekabet başlıklarının da "bekletilmeye" alınan müzakere başlıklarına dahil edilmesini talep etti. AB Komisyonu çarşamba günü, 1.Malların Serbest Dolaşımı, 2.Taşımacılık, 3.Gümrük Birliği, 4.Tarım, 5.Balıkçılık, 6.Dış Đlişkiler, 7.Mali Hizmetler ve 8.Đş Kurma Hakkı ilgili başlıkların açılmamasını tavsiye etmişti. Komisyon ayrıca, diğer 26 başlığın açılabileceğini belirterek, bu başlıkların kapanmasını Türkiye"nin Kıbrıs Rum Kesimi"ne liman ve havaalanlarını açma şartına bağlamıştı. Önümüzdeki hafta, AB ülkelerinin Brüksel"deki Daimi Temsilcileri"nin (COREPER) önüne gelecek olan bu tavsiye kararının daha da sertleştirilmesi talebi, Fransa ve Almanya"dan geldi. Her iki ülke, açılmayacak olan başlık sayısının 10"a çıkarılmasını talep etti. Đngiltere"nin ise, bu taleplere karşı çıkması ve AB Komisyonu"nun belirlediği sekiz başlığın azaltılmasını talep etmesi bekleniyor. Đngiltere aynı zamanda, 11 Aralık"ta toplanacak olan AB Dışişleri Bakanları"nın, 1.Ekonomi ve para politikası, 2.Sanayi, 3.Mali Kontrol ve 4.Eğitim ve Kültür başlıklarının müzakereye açılması kararının da alınmasını talep ediyor. Ulu Hakan Yazan : Mustafa ARMAĞAN Kaynak : Zaman Gazetesi Sultan II. Abdülhamid döneminin çeşitli sebeplerle karanlıkta kalmış pek çok noktası var. Bunlardan birisi de, Osmanlı ülkesini demir bir ağ içine alma, sonradan Onuncu Yıl Marşı’nda dile geldiği üzere, ülkeyi ‘demir ağlarla örme’ projesidir. Hicaz Demiryolu hakkında çok şey söylenebilir; ama herhalde tamamen yerli sermaye ile ve yerli mühendis ve işçilerle ve dahi, başta padişah olmak üzere Osmanlı halkından ve Đslam âleminden bir seferberlik halinde toplanan yardımlarla (bu yardımların içerisine kurban derileri de dahildir) gerçekleştirilmiş olması, öncelikle söylenmesi gerekenler arasındadır. Projelendirilmesinden uygulanmasına kadar yerlidir ve Cumhuriyet dönemindeki Türk şimendiferciliğinin temeli bu projenin tatbiki yıllarında atılmıştır. Bir uzmanın (Yakup Kalgay) deyişiyle, “Hicaz Demiryolu, bugünkü Türk şimendiferciliğine geniş ölçüde bir tatbikat alanı, tecrübe ve meleke okulu olmuştur. Ve gerçekten bugün (1945 Kasım’ında yazıyor) işbaşında bulunan mühendislerimizden bir kısmı, bu tatbikat alanında stajlarını tamamlamış, salâhiyet, ehliyet imtihanlarını başarı ile vermiştir.” Demek ki, Hicaz Demiryolu’na bakarken sadece 1.465 kilometre uzunluğunda dev bir tesis olmaktan öte, yerlilik ve Türk demiryolculuğunun okulu olma keyfiyetlerini de vurgulamak önemlidir. Ancak önemli olan başka bir nokta daha var ki genellikle ihmal edilir: Bu projenin Abdülhamid’in enerji politikasıyla yakın ilgisi. Öncelikle tarihimizin ne kadar sığ ve sebep-sonuç bağlantısı olmadan anlatıldığına bir örnek olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’nın ana gerekçesini petrolün oluşturduğuna dikkat çekmemiz şart. Yani temel sorun, Đran, Irak, Suriye, Kuveyt, Azerbaycan vs. gibi yerlerdeki petrole hangi emperyalist ülkenin daha önce ulaşacağı sorunuydu. Çünkü x kaynaklarının ‘Ortadoğu’da yoğunlaş tığı anlaşılmıştı. Daha 1882’de Đngiliz Amirali Fisher, dünya üzerindeki kontrollerinin, gemilerinde kömür yerine petrol kullanmaya bağlı olduğu- na inandırmaya çalışıyordu Savunma Bakanlığı’nı. Petrolün kaynağı ise Ortadoğu’daydı. Öyleyse? Ancak bunun karşısında Abdülhamid iktidarının sonlarında Almanlara verilen Bağdat Demiryolu ihalesi kalın bir duvar oluşturacağa benziyor, Hindistan’daki Đngiliz hakimiyetini bile tehdit edeceğinden korkuluyordu. Proje gerçekleşirse Bakü ve Đran’da gemileri için petrol çıkarmaya uğraşan Đngiliz emperyalizmi, Almanya’dan başlayan ve AvusturyaMacaristan Đmparatorluğu, Bulgaristan, Sırbistan ve Osmanlı Devleti’yle Basra Körfezi’ne bağlanan binlerce kilometrelik duvara toslayacak ve müttefiki olan Rusya’yla bağlantısı kopacaktı. Yani Bağdat Demiryolu, böyle bir demir perde gerecekti Đngiliz emperyalizminin karşısına. Ne var ki, ‘demir perde’ projesinin en zayıf halkası, Sırbistan’dı. Bütün mesele, Sırbistan’ın hangi cephede kalacağı noktasında düğümleniyordu. Sırplar Almanları tercih ederse Đngilizler, Đngilizleri tercih ederse Almanlar şapa oturacaktı. Đşte Birinci Dünya Savaşı’nın bir Sırp anarşisti tarafından Saraybosna’da AvusturyaMacaristan Arşidük’üne karşı gerçekleştirilen suikast sonucu çıkmasının gerçek sebebi, Ortadoğu petrollerine uzanacak hattın zayıf halkasının kimde kalacağı meselesiydi. Zaten daha 1896’da Bağdat Demiryolu, Konya’yı Berlin’e bağlamıştı bile. Đş, Konya’dan Bağdat’a uzanmaya kalmıştı. Böylece Osmanlı ülkesinin iç pazarı, Avrupa kanalından dünya pazarlarına bağlanmış, öbür taraftan 1900 yılında Sultan’ın iradesiyle başlanan Hicaz Demiryolu, Osmanlı’nın bu defa yabancı devletlerin yardımı olmadan Ortadoğu’ya karadan bir kanal açma harekâtı olacaktı. Aslında Hicaz Demiryolu, Sultan Abdülhamid’in imparatorluğu kurtarma projesinin bir parçasıydı. Yalnızca içerideki ekonomik canlanmayı temin etmeyecekti bu projenin gerçekleşmesi, aynı zamanda yakın bir gelecekte kopması muhtemel kıyamet öncesinde Osmanlı kuvvetlerinin seri hareket edebilmesini de sağlayacak, 6 petrol bölgelerine yönelik bir emperyalist hücumunu da önleyebilecekti. Yani Hicaz Demiryolu’nun gerçek yapılma sebebi, Yavuz Sultan Selim’in, Osmanlı fetihlerinin yönünü doğuya çevirmesindeki sırla alakalıydı. Nasıl Yavuz, Đran, Suriye ve Mısır fetihleriyle Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki etkinliğine karadan giderek bir cevap vermişse, torunu olan II. Abdülhamid de Hindistan ve Mısır’ı kontrolü altına alan Đngiliz emperyalizmine yine karadan bir yol bularak karşılık veriyor, kurtların iştahlarını kabartan enerji havzalarına sahip çıkıyordu. Bunu, Bağdat ve Hicaz demiryollarının geçtiği noktalar ile petrol çıkan bölgeleri gösteren haritaya baktığınız-da daha net olarak görebilirsiniz. Ne tuhaf, değil mi! Tren hatları, petrol çıkan bölgelerden geçirilmiştir. Ve bu Abdülhamid de çok olmaktadır artık... Nitekim 1908 yılının Mayıs’ında Concession Sydicate Limited şirketinin operasyon şefi George B. Reynolds, Đran sınırları içindeki Mescid-i Süleyman bölgesinde dünyanın o zamana kadar gördüğü en zengin petrol yataklarını patlattığında Abdülhamid iktidarının sonu da gözükmeye başlamıştı. Ne gariptir ki, Mayıs 1908’de petrol bulunmuş, bundan sadece ve sadece 2 ay sonra Jön Türk isyanı başlamış ve temmuz ayında Abdülhamid, Meşrutiyet’i ilan ederek iktidarı bırakmak zorunda kalmıştı. Velhasıl, petrol, bir devlet başkanının daha başını yemişti. Ama bu, ne ilk, ne de son olacak, sadece 10 yıl sonra bu defa, onu devirenler de kullanılarak Osmanlı Devleti yıkılacak ve Abdülhamid’in petrol haritasında işaretlediği hemen bütün noktaların kontrolünün şaşırtıcı bir hızla Đngilizlerin eline geçtiği görülecekti. 1918 yılının 1 Kasım’ını 2 Kasım’a bağlayan gece vatanı terk eden Enver Paşa, gitmeden önce yaveri Mersinli Cemal Paşa’ya, Siyonizm’in oyununa geldiklerini ve en büyük hatalarının Sultan Hamid’i anlayamamak olduğunu söyleyecekti. Haklıydı belki; ama ne çare ki, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 Güler misin, ağ ağlar mı mısın? GAYMAK GĐBĐ TARTIŞMA Oscar'a aday gösterilen 'Dondurmam Gaymak' filminin yönetmeni Yüksel Aksu, filmde geçen dondurma firması isimleri yüzünden bazı dondurma firmalarının film hakkında hukuki takip başlattıklarını söyledi. Ancak iddia kastedilen firmalar tarafından hemen yalanlandı. Çukurova Üniversitesi'nde bir söyleşiye katılmak için Adana'ya gelen Aksu, Oscar'a aday gösterilmesinin ardından filmde geçen 'Manda' ve 'Malgida' gibi isimler yüzünden bazı dondurma firmalarının hukuki takip başlattıklarını belirtti. Aksu, 'Filmimdeki karakterim, film gereği onlara cephe alıyor' diye konuştu. ABD'deki gala için 300 bin dolar gerektiğini belirten Aksu, 'Türkiye'nin, Oscar'a aday gösterilen bir Türk filmine sahip çıkması gerekir' dedi. Gurur Duyuyoruz Unilever Algida Türkiye ise film hakkında hukuki süreç başlattıkları yönündeki iddiaları yalanladı. Benzer bir açıklamada Panda'nın üreticisi Has Gıda'dan geldi. Açıklamada 'Dondurmam Gaymak' filmi, senaristi veya yönetmeni hakkında hiçbir hukuki girişimde bulunulmadığı belirtilerek 'Filmin yurtdışında kazandığı başarılardan dolayı gurur duyuyoruz' denildi. Kaynak: Yenişafak / 29.11.2006 Yorum Yenişafak’ta gördüğüm bu haber tam bir güler misin ağlar mısın dedirtecek cinsten. Oscar’a aday gösterilecek kalitede film yapan yönetmenimiz hiç gereği yokken sırf şamata olsun ya da ne olsun diye bilmiyorum ama, böyle bir polemiğe girmesi üzüyor bizleri. Hani fazla söze de lüzum yok da insanın aklını şöyle düşünceler kaplamıyor değil; acaba yönetmenimiz sadece Oscar’a aday olma başarısını göstermiyor aynı zamanda henüz 10 gün önce gösterime girmiş olan filmin müthiş ve de ücretsiz reklamını yapıp reklamcılara da dersler mi veriyor! Yok canım, o kadar abartmayalım, yönetmenimiz yanlış bilgiler almış yada firma yetkililerinin yaptıkları Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 açıklamaları yanlış anlamış olabilir! Kim bilir? Allah bilir tabi ki de bize de sü-i zan değil hüsn-ü zan düştüğüne göre son olarak şu güzel zannımız ile bitirelim artık: Sayın Aksu’nun kulakları ile ilgili bazı sağlık sorunları olabilir hemen bir kulak burun boğaz hekimine gitmesini buradan acizane tavsiye edelim. Aman problem daha yukarıda olmasın da… Bakırköy bize uzak da o yönden diyorum… Sözü uzatmayalım derken uzattık gittik son sözüm de şu olsun: bunlar reklam kokan hareketler, gerenk yok… Mahlas Arayan BĐRĐ MEŞHUR TÜRK ĐŞĐ BULUŞLAR! Geçen hafta "erke dönergeci" ile yatıp onunla kalktık. Sır buluş konusunda henüz bir açıklama yok. Ancak bu bizlere tarihteki diğer Türk işi buluşları hatırlattı. Đşte büyük bir sükse ve Türkiye'yi kurtaracak sloganı ile ortaya atılan buluşlar! "Devrim" Fiyaskosu Tarih; 16 Haziran 1961... Türkiye otomobil üretmeye karar verir. Proje 4 ay içinde uygulanacaktır. Bu hayali projenin başındaki isim ise Necmettin Erbakan'dır. Erbakan öncülüğündeki mühendis grubu harıl harıl çalışır ve Ekim ayı ortalarında ilk otomobili tamamlarlar. Otomobile "devrim" adı verilir. Devrim'in tanıtımı için sükseli bir tören organize edilir. Ve Erbakan'ın şoförlüğünde Devrim Ankara caddelerinden geçerek TBMM'ye 7 gitmek için yola çıkar. Sonrası mı? Tam bir hayal kırıklığı. Çünkü Türkiye'nin bu büyük "devrimi" sadece 100 metre gidebilmişti. Dumanlar içinde yolda kalan ilk otomobilimiz ne bir daha hareket etti, ne de ondan sonra onu bir gören oldu. 38 Yıl Sonra Đkinci Fiyasko Bu olayın üzerinden tam 38 yıl geçer. Türk halkı yine ayaktadır ve bu kez gözünü televizyon ekranına dikmiştir. Çünkü tamamen yerli üretim olan "Đmza"nın Siirt'teki sükseli tanıtımını izlemektedir. Dünyaya Türk "imza"sı atacak olan bu otomobil de "Jet gibi" tarihe gömüldü. Çünkü sahibi "Jet" Fadıl (Fadıl Akgündüz) tarihi bir olaya olmasa da bir dolandırıcılığa "imza" atıp sahneden çekildi. Zakkum "Zıkkım" Oldu Tarih 11 Şubat 1988... Çaresiz hastalık kansere bir Türk doktoru çare buldu. Doktor Ziya Özel... Hatırlamışsınızdır bu ismi. Zakkum-'dan kanserin ilacını elde ettiğini söyleyip Türkiye'yi ayağa kaldırmıştı. Kimileri bunu yüzyılın buluşu olarak niteledi, kimileri "düpedüz şarlatanlık" dedi. Ama ona inanıp bahçesindeki zakkumu kaynatıp içen bir kanser hastası canından oldu. (Zakkum bitkisi zehirli) Sonuç mu? Ziya Özel doktorluk diplomasından oldu, kanser hastaları da yaşam umudundan... PĐKNĐKTUBE Beyazıt Öztürk, Beyaz Show'un geçen hafta yayınlanan bölümünde internetin popüler video sitesi YouTube'a yerli alternatif olarak oluşturdukları www.pikniktube.com web sitesini duyurdu. Bu site üzerinde de aynı YouTube'da olduğu gibi ziyaretçilerden gelen ilgnç videolar paylaşılacak. Farklı olarak Beyaz, gelen en komik videoları programında diğer izleyicilerle de paylaşacak. Dolayısıyla eğer elinizde bu tür komik videolar varsa artık sadece sanal dünyada değil, gerçek dünyada da şöhret olma şansınız doğacak. Şu an site, yoğun ilgiden olsa gerek çok ağır çalışıyor ve henüz yeteri kadar içeriğe ulaşabilmiş değil. Ama ileride gelişeceğine eminiz. Güzel Bir Diyalog Örneğ rneği Hazırlayan: Enes Yılmaz GÜZEL BĐR DĐYALOG ÖRNEĞĐ “Dinler arası Diyalog” u başlatan ilk Papa unvanına sahip 6. Paul, Aralık 1967'de dünyanın ileri gelen bazı şahsiyetlerine evrensel barış için bir mektup göndermiştir. VI. Paul’un mektup gönderdiği kişiler arasında bazı Müslüman âlimler de bulunmaktadır. Bunlardan biri Pakistanlı değerli Đslâm âlimi Ebûl A'lâ Mevdudi'dir. Papa'nın barışı sağlamak için çabaya çağırdığı Mevdudi’nin, Papa’ya Kaos ortamının sorumlusunun Hıristiyan alemi olduğunu belirten mektubu aşağıdadır. Mevdudi’nin Papa’ya Cevabı Geçenlerde mektubunuz elime ulaştı. Yeni yılın başlangıcının “Dünya Barış Günü” olarak kutlanmasını rica ediyorsunuz. Öncelikle herkesin ortak amacı olan iyi bir maksat için dünyadaki tüm insanları davet ettiğiniz ve bununla birlikte bu amacı elde etmek için de önemli yollara işaret buyurduğunuz için sizi tebrik ederim. Ancak benim fikrime göre, fiilen bu sebepleri kaldırmak için bir şey yapılmazsa sadece iyi niyetli ve temiz dileklerde bulunmak ile dünya barışı sağlanamaz. Bu yüzden bana göre bizden herkesin, milletler, toplumlar ve bütün dinlerin takipçileri tam ihlâs ve doğrulukla kendi muhasebesini yapmalıdır. Bununla birlikte her birimizin tam olarak gerçekçi şekilde, tatsızlık doğurmak ve çoğaltmak için değil de ıslah etme niyeti ile diğer güruhun iyi niyetli insanlarıyla, onların hangi tavırlarından kendi güruhunun rahatsızlık duyduğunu da belirterek bunları düzeltmeye çalışsın. Đşte bu amaçla, ben, Müslümanların siz Hıristiyanlardan şikâyetçi olduğu bazı sorunlarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Böylece Katolik Kilise’nin lider olma hesabıyla Hıristiyan âlemi arasında sahip olduğunuz olağanüstü etki ve saygıdan yararlanarak sizin onların ıslahı için çaba sarf edeceğinizi umuyorum. Ve ben de, Hıristiyan kardeşlerimizin eğer makul sebeple bizim davranışlarımızdan bir şikâyeti varsa bize söylemesini istiyorum. Barış ve Karşılıklı Nefret Uzun bir süreden beri Hıristiyan ilim sahiplerinin ve liderlerinin, yazı ve konuşmalarında Efendimiz Hz. Muhammed (sav), Kur’an-ı Kerim ve Đslam üzerine yaptığı ve bugün de devam eden saldırıları Müslümanlar için çok inciticidir... yalan ve yanlış suçlamalar şeklinde ortaya atılan ve çok kalp kırıcı bir dil ile işlenen ve hâlâ da devam eden saldırılardan şikâyetçiyiz. Müslümanlar ise Hz. Meryem (as) ve Hz. Đsa (as)’ya çok ciddi bir şekilde saygı gösterirler. Ve onlara karşı saygısızlık ifade eden her hangi bir kelime sarf etmek inancımıza göre küfürdür. Siz her hangi bir Müslüman’ın Hz. Đsa (as) veya saygıdeğer annesine saygısızlık ettiği hiçbir örneği bulamazsınız.. Bizim tarafımızdan eğer bir bahis mevzuu varsa, o da Đncil’in şu anki mevcut şekliyle ne kadar müstened olduğu konusudur. Ve bu bahsi Hıristiyan âlimler bile kendi aralarında yapmaktadırlar. Fakat Müslümanlardan Hz. Musa (as) ve Hz. Đsa (as) ile Đncil’deki diğer peygamberlere Allah’ın kelamının indiğini inkâr eden hiçbir kimse çıkmamıştır. Barış ve Sömürgecilik Misyoner hareketlerinin uzun bir süredir Đslam ülkelerinde Hıristiyanlığı yaymak için kullandığı ve halen kullanmakta olduğu metotlar da dünyadaki Müslümanlar için büyük bir şikayet nedeni olagelmiştir. Diğer ülkeler ve toplumlarda ne tür metotlar kullandıkları bizi fazla ilgilendirmiyor ama Müslüman ülke ve toplumlarda bizim deneyimimiz ve gözlemimiz odur ki misyonerler sadece “tebliğ” ile iktifa etmemişlerdir. Bilakis tebliğ sınırlarını aşarak çok çeşitli yollar benimsemişlerdir. Bunlar tebliğden daha çok siyasi baskı, ekonomik tamah ve hırs, ahlâki ve itikadı yıpratma tanımı içerisinde yer almaktadır ve bu metotları herhangi makul düşünen birisinin dini yaymanın meşru aracı olarak kabul etmesi çok zordur. Bizim kendi ülkemizdeki misyoner hastaneleri ve okullarında bilinen yöntem şudur: Bunlar Müslüman 8 hastalar ve öğrencilerden akıl almaz ücretler talep etmektedirler. Ancak herhangi fakir birisi Hıristiyanlığı kabul etmeye görsün, ona tedavi ve eğitimde kolaylık sağlanmakta; ya bedava veya göstermelik bir ücret alınmaktadır. Bunun tebliğ olmadığı, bilakis insanların şahsiyeti ve inancının satın alınması olduğu açıktır. Buna ilave olarak, misyoner okulları bizim ülkemizde öyle bir nesil yetiştirmektedir ki bunlar ne Hıristiyanlığı benimsemekte, ne de Müslüman olarak kalmaktadır. Bilakis, kendi ahlak ve davranışları, dil ve hayat tarzı itibariyle yabancı biri olup çıkmaktadır. Ben sizden, bütün bu faaliyetlerin akıbeti üzerinde düşünmenizi ve kendi etki ve nüfuzunuzu kullanarak misyoner teşkilatların tebliğ metodunun düzeltilmesi noktasında gayret göstermenizi rica ediyorum. Barış ve Đsrail Hıristiyan dünyası ile ilgili olarak Müslümanlar genelde, Hıristiyanların Đslam ve Müslümanlar aleyhine şiddetli bir inatlaşma hissine sahip oldukları kanısını taşımaktadırlar. Arap-Đsrail savaşı sürecinde olan hadiseler bu inatlaşmanın kanıtıdır. Bu savaşta Đsrail’in elde ettiği başarılar üzerine Avrupa ve Amerika’daki misyoner ülkelerde yapılan kutlamalar tüm dünya Müslümanlarını derinden yaralamıştır. Dolayısıyla acaba siz tüm bu olanlardan sonra, sadece Arapların değil tüm dünya Müslümanları gözünde Hıristiyanların adalete olan saygıları, insanların iyiliğini isteme ve dini inat ve taassuptan uzak olmaları gibi söylemlere herhangi bir inançları kalmış olduğunu söyleyebilir misiniz? Barış ve Birleşmiş Milletler Bu konuyla ilgili olarak bizzat sizin tarafınızdan yapılan bir başka haksızlık daha var ki bu da Kudüs’ün uluslararası denetime verilmesi şeklindeki teklifinizdir. Eğer bu yönde bir karar uygulamaya konulursa kısa bir süre içerisinde bu kutsal şehir fiili olarak da bir Yahudi şehrine dönüşecektir. Kaynak: Dünya Bülteni Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 MHP’nin Halleri Mehmet BURAK MHP’nin Halleri Bilindiği üzere geçen hafta MHP kongresi yapıldı ve partinin genel başkanlığına yeniden Devlet Bahçeli getirildi. Kongre öncesi parti içinde birçok ayrılıkçı fikir ayyuka çıkmış, partinin en ağır simaları parti ile yollarını ayırmış, ayırmak zorunda bırakılmıştı. (MHP denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Ozan Arif’in bile partililer tarafından mahkemeye verilmesinde herhangi bir beis görülmemişti). Genel başkanlığa adaylığını açıklayan Ümit Özdağ her ne hikmetse kongre öncesi partiden ihraç edilerek bertaraf edildi. Ve neticede Bahçeli koltuğunu sağlama almış oldu. Lakin burada etraflıca düşünülmesi ve mülahaza edilmesi (irdeleme) gereken muhtelif mefhumlar(konu) var diye düşünüyorum. Gelin bunun için zaman tünelinde bir yolculukla MHP’nin bu günlere nasıl geldiğini muhtasar (kısa) bir üslupla ifadelendirmeye çalışalım… Yıl 1999... Ülke 28 Şubat kararları altında her dem biraz daha ezilmektedir... Durum hiç de iç açıcı gözükmemektedir… Ve seçime doğru yol alınmaktadır... Halk, radikal Đslamcı denilen partilerden umduğunu bulamadığını düşünmekte ve yeni arayışlara düçar olmaktadır... Yıllardır meclise taşıdığı partiler ise millete/ülkeye herhangi bir şey verememekte; aynı hamam aynı tas muhabbeti veçhile hüküm sürmektedir... Đşte bu noktada, o günlerde sert söylemleriyle dikkatleri celbeden MHP yeni ekibiyle ve dahi ABD’nin APO’yu kucağına atıverdiği DSP/Ecevit, seçimlerde başı çekmeğe göz kırpmaktadır… Nitekim beklenen de olmuştur… Halk, iradesini MHP ve DSP’den yana kullanmıştır... Sonrasında halk içinde hayretler yaratan ve fakat siyasi kulislerde hiç de yadırganmayan bir koalisyonla yeni meclis, çalışmalarına başlamıştır... Đktidarın adı: MHP-DSP-ANAP’tır… Đlerleyen günlerde her şey ters yüz olmuş; halkın sert imajıyla meclise taşıdığı MHP, liderinin vasfından ötürü müdür bilinmez bir anda yumuşacık olmuştur... Meydanlarda verilen vaat- Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 ler unutuluvermiştir. Başörtüsü sorununu çözeceğini söyleyen MHP, sorunu değil bizatihi başörtüsünü çözerek meclise girmiş, bu meyanda ilk gölü de yemiştir... Ve diğer tavizlerde peşinden gelmekte gecikmemiştir. APO’nun asılması, ÖSS sorunu, Ekonomik sorunlar, vs... MHP, hepsinde yandaşlarını büyük hayal kırıklığına gark etmiştir... Diğer bir ifade ile iktidar olan MHP, iktidarlı olamamıştır. Nihayetinde kendi seçtikleri cumhurbaşkanının da Anayasa Kitapçığı’nı birilerinin suratına fırlatmasıyla bu ülkeyi ekonomik bir buhranın içine sokmaları da sonun başlangıcı olmuştur. Bahçeli de son bir umut düşüncesiyle erken seçim kararını açıklamış, idam fermanını kendi eliyle vermiş ve hüsrana davetiye çıkarmıştır. 3 Kasımda halk, hakkını yine yenilerden yana kullanmış ve AKP’yi tek başına iktidara taşıyarak bir manada da siyasi çıkar için oluşturulan koalisyonlardan bezdiğini göstermiştir. Mamafih(ayrıca) Bahçeli’nin MHP’si kemik oyu dışında gram oy alamamış hatta ve hatta kemik oyundan da kaybı olmuş, barajın altında kalarak büyük bir hezimete uğramıştır. Aynı gece Bahçeli istifasını açıklamış, bu sonuçtan kendisinin sorumlu/sorunlu olduğunu dile getirmiştir. Fakat ilerleyen günlerde bir gaflet eseri olarak, görevini devam ettirme yolunda istekler olduğunu öne sürerek tekrar partinin başına geçmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz hadiselerde bundan sonra cereyan etmiştir. Devlet Bahçeli yine yeniden genel başkanlık koltuğundadır... Bu yazının yazılma nedeni de bundan sonra zuhur etti diyebiliriz. Bazı arkadaş toplantılarında bu konu ile ilgili görüşüm sorulduğunda kendilerine MHP’nin, Bahçeli ile yoluna devam ederse kesinlikle barajın altında kalacağını söylemiştim. Bu düşüncemin mesnedini (dayanağı) yukarıda mufassal (detaylı) bir şekilde izah etmeye çalıştım… Tam da bu sıralarda tezahür eden bir olay sanki benim bu görüşümü destekler nitelikteydi: Bir haber sitesinde DSP 9 genel başkanı Zeki Sezer, Baykal’a “yola gel; sola gel” diye çağrıda bulunuyordu. Nedeni Baykal’ın Bahçeli’ye seçimde birleşme teklifinde bulunmasından kaynaklanıyordu. Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde aldığım bir haber de bu bilgiyi doğrular nitelikteydi. Bahçeli ile Baykal seçim için söz kesmişlerdi. Sonradan Bahçeli’nin yaptığı “Bu tür yaygaralarla AKP’yi güçlü göstermeye çalışıyorlar” izahatı beni pek de tatmin etmedi… Günler sonra yapılan bu açıklama bana “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” atasözünü hatırlattı… Açıkçası bu seçim öncesi koalisyon çabalarını da yadırgamadım desem yeridir çünkü MHP bunu daha önce zaten yapmıştı (MHP-DSP koalisyonu). Diyeceksiniz ki bunun konu ile ne alakası var: Burada şu soru sorulabilir: Neden bu iki parti lideri birleşerek seçime girme kararı alıyorlar veya böyle bir söylem gündeme geliyor, manşetlere düşüyor? Baraj korkusu olmasın sakın. Baraj korkusu olmayan ve iktidar nidalarıyla gökleri inleten bir lider neden taban tabana zıt olduğu bir partiyle birleşsin ki? Kaygılarını anlamak benim için pek de güç olmadı. Siz ne dersiniz… Sizce MHP tek başına barajı geçer mi? Veya tek başına iktidar olabilir mi? Mevcut durum onlara bu fırsatı verir mi? Temcit pilavı gibi piyasaya sürdükleri Kıbrıs onların derdine derman olur mu? APO’nun Đmralı da misafir gibi yaşadığını söyleyen Bahçeli’ye birileri onu orada misafir eden kimdir diye sormaz mı? Sorular… sorular… sorular... Cevapları, izleyelim ve görelim… Bu arada konu MHP’yi kötülemek için değil içinde bulundukları zafiyeti onlara göstermek için kaleme alınmıştır… Yoksa ki partiye mensup olup ta halen bu ülke için elinden geleni yapma gayreti olanları da bilmekteyiz; lakin yapılması gereken sadece olaylara biraz daha sağduyulu yaklaşabilmektir… Kişiler gelir geçer; önemli olan kalıcı icraatlar ve bunu yapacak olanlardır… O yüzden görevleri ehliyetli olanlara vermekle MHP tabanı sorumludur… Đslamiyet’ slamiyet’te Kadı Kadının Yeri Enes Yılmaz ĐSLAMĐYETTE KADININ YERĐ Đslamiyet'te kadının yeri araştırıldığında, Đslamiyet, indirildiği dönemde bin bir türlü zorluklarla ve ahlaksızlıklarla karşı karşıya olan kadını, düştüğü aciz ve berbat durumdan kurtarmış ve kadına hiçbir dinin veya ideolojinin vermediği önemi vererek kadınları hak ettikleri statüye kavuşturmuştur. Kız babası olmanın utanç verici bir olay olarak algılandığı ve bu ayıplamanın kız çocuklarını diri diri mezara gömmeye sebep olduğu bir dönemde, Đslamiyet sayesinde kadın bir mal olmaktan çıkmış ve hak ettiği saygıyı ve değeri kazanmıştır. Allah Resulü veda hutbesinde kadın haklarından bahsederek Đslam’da kadının yerinin ne derece önemli olduğunu vurgulamıştır. Veda hutbesinde Hz Muhammed "Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz." şeklinde buyurarak erkeklerin eşlerine nasıl davranmaları gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Allahu Teala, Nisa (Kadın) Suresinde kadınlar ve hakları hakkında uzun uzun bahsetmiştir. Đslamiyet'te kadına verilmesi gereken değer her fırsatta vurgulanmıştır. Đslamiyet'teki kadının yeri bu kadar sabit iken bu yüzyılda Đslamiyet, nedeni bilinmez ama, kadın düşmanı olarak görülmektedir. Yabancıların Müslümanlar hakkında bildikleri tek şey “çok eşlilik” tir. Müslümanların birden fazla kadına sahip olduğu ve onlara köle gibi davrandıkları imajı Gayri Müslim ülkelerde son derece yaygındır. Öyle ki günümüz Türkiyesinde de, Müslümanlığı çok iyi yaşamış ve uzun süre tüm dünya Müslümanlarının önderliğini yapmış, atalarımız olan Osmanlı imparatorluğu denince akla haremler gelmeye başladı. Artık, Osmanlı sultanlarının, gün boyu haremde eğlenen ahlaksız insanlar olduğunu düşünen çok sayıda genç var. Biz farkında olmasak da atalarımız bize kadına değer vermeyen kişiler olarak tanıtılıyor. Ne kapsamlı bir karalama kampanyasıdır ki bu artık gençlerimiz dinlerini ve kültürlerini kadın hakları ihlaliyle suçlamaya başladılar. Bu konuda, affınıza sığınarak, değersiz ve belki de insan tanımına bile giremeyen bir yaratığın Đslam dini ve kadının Đslam’daki yeri hakkında söylediği sözler hakkında bir kaç şey söylemek istiyorum. Farkındayım Akademi Çalışma Grubu gibi seviyeli bir grubun bülteninde bu gibi birinden bahsedilmesi biraz abes. Ancak ilgili haberi okuduğumda hissettiklerimi açıklayabileceğim en iyi platformun bu bülten olduğunu düşünüyorum; ki zaten bu bültenin amacı düşüncelerimizi arkadaşlarımızla paylaşmak ve bu sayede farklı konularda bilgi sahibi olmaktır. Yine de böyle seviyesiz bir kişiden bu bültende bahsetmek zorunluluğunu hissettiğim ve bahsettiğim için üzgünüm. Bu yaratık kim diye merak ediyorsanız; kendisi; Sibel Kekilli, ünlü almancı Türk kızı. Bu Türk kız ifadesi onu tanımlarken çok sık kullanılıyor. Ancak Müslüman terbiyeye sahip Türk milletine yakışmayan bir kişilik olduğunu hepimiz biliyoruz ve eminim bu tanım benim gibi sizleri de utandırıyor ve sinirlendiriyor. Aslında benim ve tahminimce sizlerin de bu kişilik hakkında daha objektif bir tanımımız var ama Müslüman terbiyem ve okuduğunuz bültenin seviyesi bu tanımlamayı yapmamda bana engel oluyor. Kekilli son zamanlarda oyunculuğu ile ön plana çıkmış ve aldığı ödüllerle bazı kesimlerce hatırı sayılır bir kişi haline gelmiştir. Almanya'da bir toplantıya katılan Kekilli bu toplantıda yaptığı konuşmada, Türk-Müslüman aileleri hakkında aptalca bir yorumda bulunmuş. Hafta içinde internethaberde yayınlanan habere göre Sibel Kekilli , özellikle Türk aileleri içinde şiddet gören çoğu kadının ''Erkektir, döver'' düşüncesiyle bu tür olayları gizli tuttuğunu savunarak, ''Müslüman ailelerde şiddet kültürün bir parçası'' şeklinde konuşmuş. Aile içi şiddete Đslamiyet’i sebep gösteren ve sanki aile içi şiddetin yalnızca Müslümanlar tarafından yapıldığını ve 10 bunun da Müslüman kültüründe normal olarak görüldüğünü ima eden bu sözlerin insanın sinirini bozmaması imkansız. Yukarıda da belirttiğim , Kutsal kitabımız kuran-ı Kerim’dekii kadın tanımlamaları ve kadına verilen değerle ilgili ayetler ve Allah Resulünün hadisleri, Đslamiyet ile kadına uygulanan şiddetin bağdaştırılamayacağının en açık ve kesin delilleridir. Buna rağmen Kekilli gibi bir yaratığın Đslamiyet hakkında bu gibi yorumlarda bulunabilme cesaretini hangi bilgiye ya da tecrübeye dayandırdığını anlamak mümkün değil. Özellikle, kadınları ve kadınlığı savunmaya çalışan bu kişiliğin, kadınları cinsel bir obje olarak gören bir sektörde çalıştığı da ortada iken. Zira Kekilli kadın hakları savunucusu tavrına bürünmüş halde kadınlara uygulanan şiddetten Đslamiyet’i sorumlu tutarken, "kendisine uygulanan şiddetin sorumlusu da mı (haşa) islamiyet?" sorusunun aklımızda canlanmaması mümkün değil. Aslında, şiddetin ve aşağılanmanın en iğrencine maruz kalmış Kekilli’nin Đslamiyet’e dil uzatmasının insanı çileden çıkartmaması da mümkün değil. Kadınlığın, anneliğin simgesi olduğu Đslam kültürüne, kadınlara karşı şiddetin kaynağı şeklinde suçlamalar yaparken; acaba kendisinin kadınlık ve anaçlılığa verdiği zarardan habersiz midir? Yazıktır ki Kültürel anlamda hiçbir değeri olmayan Kekilli ve benzeri şahsiyetler, günümüz dünyasında ödüllerle şereflendiriliyor ve kitlelere hitab etme şansı tanınıyor. Oysa ki karakterleri, değil kitlelere hitab etmek, sokakta dolaşmayı dahi hak etmeyecek kadar değersiz. Maalesef şimdilik elimizden bu ve buna benzer kişilere beddua etmekten ve kınamaktan başka bir şey gelmiyor. Allah hepsinin belasını versin. Son olarak ve yeniden, bu kadar değersiz ve gereksiz bir karakter üzerine bu denli uzun yazdığım için hepinizden tekrar özür diliyorum ve affınıza sığınıyorum. Lütfen sinirimi çıkartma bahanesiyle yazdığım bu yazıyı mazur görün. Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 Tarihi Derbi Hazırlayan: Murat Alaçam BĐR KADIKÖY KLASĐĞĐ Galatasaray’ı son 6 sezondur Kadıköy’den eli boş gönderen Fenerbahçe bu hafta da rakibini yenmeyi başardı. Maça, oynanan futboldan çok sahaya atılan cisimler ve hakemin kararları damgasını vurdu. Galatasaray Fenerbahçe’yi Kadıköy’de en son yendiğinde tarihler 22 Aralık 1999’u gösteriyordu. O zamandan beri oynanan 6’sı lig 2’si kupa toplam 8 maçta da sahadan boynu bükük ayrılan taraf Galatasaray’dı. Bu durumun taraflarda yarattığı psikolojik etki, hafta içinde yaşanan şike tartışmaları, Gerets’in Belçika basınına yaptığı açıklamalar ve bir sitede Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin dünyanın en büyük derbisi olduğunun açıklanması ile büyük maç daha da anlamlı hale geldi. Rakibinin 4 puan gerisinde olan ve Avrupa’ya erken havlu atan Galatasaray, Fenerbahçe’yi 7 yıl aradan sonra deplasmanda yenmenin hesaplarını yapıyordu. Teknik adam Eric Gerets maçtan önce Belçika basınına Galatasary’daki geleceğinin bu maça bağlı olduğunu bile söylemişti. Fenerbahçe ise ligde ve UEFA kupasında üst üste oynadığı zorlu maçların yorgunluğunu ve geçen haftanın gündemini oluşturan şike iddialarının merkezinde bulunmanın rahatsızlığını yaşıyordu. Tabi ki Galatasaray maçları, Fenerbahçe için her zaman farklı anlam ifade ettiğinden, o anın koşulları iki saatliğine tamamen unutulacaktı. Maça iki takım da birbirinin üstüne gitmekten çekinir gibi başladı. Öyle ki maçtaki ilk pozisyon 20.dakikada Ümit Karan’ın topu auta atmasıyla gerçekleşti. Daha sonra ise yıllardır Kadıköy’de alışık olduğumuz bir senaryo gerçekleşti, Fenerbahçe Galatasaray kalesine geliştirdiği ilk ciddi atakta Alex ile golü buldu. Bunu iki dakika sonra gelen Kezman’ın golü izledi. Maç 2-0’a geldiğinde, Galatasaray’ın şok olmuş halini görenler büyük ihtimalle yeni bir 6-0 belki de daha fazlası için ümitlendiler ya da endişe ettiler. Üç dakikada iki gol yiyen Galatasaray çok basit top Akademi Çalışma Grubu 04.12.2006 Sayı:2 kayıpları yapmaya başlamıştı . Bu top kayıplarını Fenerbahçe Tuncay ile değerlendiremeyince fark ilk yarıda açılmadı. Đkinci yarıda Gerets’in oyuncu değişiklikleri ile bambaşka bir Galatasaray vardı sahada. Top Fenerbahçe’deyken iyi pres yapan ve pres sonucunda kaptığı topları olumlu kullanan Galatasaray 54. dakikada Ümit Karan ile farkı bire indirmeyi başardı. Golden sonra da baskısını sürdüren Galatasaray üst üste önemli pozisyonlara da girdi. Bu dakikalarda Kadıköy’de Galatasaray taraftarlarının sesi daha çok duyuluyordu. Ancak kaleci Volkan’ın Ümit ve Necati’nin vuruşlarında yaptığı kurtarışlar Galatasaray’ın beraberliği yakalamasına engel oldu. Galatasaray’ın baskısı maçın son dakikalarına doğru kesilince maç 2-1 Fenerbahçe lehine sonuçlandı., Maçın başında Fenerbahçe tribünlerinden koro halinde edilen küfürler, rakiplere yönelik açılan “Đftira Et” pankartı aslında maçın taraftarlar açısından pek sakin geçmeyeceğinin sinyalleriydi. Nitekim ilk yarının ortalarında Gerets’in alnına yabancı bir madde isabet etti, ikinci yarıda ise kaleci Mondragon yakınında patlayan bir ses bombasından bir hayli etkilendi. Fenerbahçe tarafı bu olaylardan dolayı üzüntüsünü belirtirken, Galatasaray tarafı da olayları tüm Fenerbahçe taraftarına mal etmediğini açıkladı. Maçın hakemi ise vermediği kartlar ve penaltılarla maçın sonucuna tesir etti. Birçok spor otoritesi, Galatasaray’ın bir penaltısının verilmediğinde hemfikirken, Fenerbahçeli Lugano’nun 11 kırmızı kart görmesi gerektiğini düşünenler de az değildi. Sonuç olarak bir FenerbahçeGalatasaray derbisi daha geçti. Hakem hataları ya da tribünlerden atılan maddeler, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı evinde bir kez daha yendiği gerçeğini değiştirmiyor. Fenerbahçe bu sonuçla en yakın rakibi Galatasaray’ın 7, Beşiktaş’ın ise 9 puan önünde ilk devreyi lider kapamayı garantiledi. Galatasaray ise Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenme umutlarını bir başka sezona bırakırken, aradaki puan farkını kapatmak için yeni önlemler aramaya başladı. Puan Durumu Takımlar P A Fenerbahçe 34 19 Galatasaray 27 10 Vestel Manisa 27 9 Beşiktaş 26 6 Kayserispor 26 3 Bursaspor 24 2 Gençlerbirliği 24 1 Konyaspor 24 0 Ankaraspor 23 6 Ankaragücü 22 5 Sivasspor 21 -5 Denizlispor 18 -2 Antalyaspor 17 -2 Gaziantepspor 17 -8 Trabzonspor 16 -4 Çaykur Rizespor 15 -8 Sakaryaspor 15 -9 Erciyesspor 10 -23