Engin Esen Öğrenmek İçin Gezmek Gezmek görmek, öğrenmek ne güzel şeydir öyle değil mi? Keşke sorumluluklarımız olmasa da gönlümüzce gezip eğlenebilsek diye düşünürüz hep. Çok değil bundan birkaç gün önce, Nedim Gürsel’in Bana İtalya’yı Anlat eserini okudum. Eseri okurken özellikle dikkatimi çeken bazı şeyler oldu. Sadece Nedim Gürsel’in beni adeta İtalya’nın sokaklarında dolaştıran anlatımı değil, aynı zamanda eserde adı geçen bazı sanatçıların nasıl olup da bir yerleri gezmeden o yerler hakkında gerçekçi eserler ortaya koyabilmiş olmaları açıkçası bana çok ilginç geldi. Bu doğrultuda kendime ve çevremdeki insanlara bakarak biraz düşündüm. Gezip öğrenmeye ne kadar önem veriyoruz? Bir şeyler öğrenmek için gerçekten çok gezip görmek gerekiyor mu? Bu iki soru çok önemli. Bir bakıma “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorunu anlayacağınız. Gezip görmeye ne kadar önem veriyoruz? Otellere gidip havuzun ya da denizin kenarına uzanıp bütün gün orada kalmaktan bahsetmiyorum tabii ki. Bunu zaten hepimiz çok iyi başarıyoruz. Gerçekten bir şeyler öğrenmek için, gerek kendi ülkemizin kültürüyle daha içli dışlı olmak, gerek yabancı ülkelerin kültürleriyle tanışmak için ne yapıyoruz? Pek bir şey yaptığımız söylenemez bence. Günlük hayatın fiziksel stresinden kurtulmak adına bir otelde sınırsızca yemek yiyip yatmak bize çok daha cazip geliyor. Ancak gerçekten bu tür tatiller ya da “geziler” bizi ruhsal olarak dinlendiriyor mu? Her gün sabah kahvaltısının ardından havuzun başına inip bütün gün aynı şezlongun üstünde oturmak bizi sadece fiziksel olarak dinlendiriyor. Ama asıl önemli olan ruhsal dinlenme. İşte geziler bana kalırsa ruhsal dinlenme için çok büyük bir araç. Evet, saatlerce sokaklarda yürümek zorundayız, günlerce bir şehirden bir başkasına yolculuk yapmak zorundayız. Ancak bunun getirdiği fiziksel yorgunluk ruhsal dinlenişimizin yanında solda sıfır kalıyor. Buna ek olarak gezinin orada fiziksel olarak bulunmadan yapılabileceği gerçeği de var. Ruhsal dinlenmenin gerçekleşmesi ve bir şeyler öğrenebilmek için gerçekten gezmenin gerekli olup olmadığı da ayrı bir soru işareti. Yerinde gezmeye vakit ve para ayıramayan ama gezmek istediği yerler hakkında araştırma yapıp yayımlanan eserleri okuyan bir insan gerçekten oraya gitmiş olan bir insandan çok daha bilgili olabilir mesela. Bu nedenle yeri geldiğinde bir kitabın sayfaları arasında bıkmadan usanmadan dolaşmak zorundayız. Bir kitap okuyup fikir edinen insan da orayı gerçekten gezmiş kadar olur, onun gezisi de zihinsel bir gezidir. Önemli olan geziyi etkili değerlendirmektir. Gerçekte ya da kitaplarda müzeleri gezmek mesela, o yörenin insanlarıyla tanışıp onlar hakkında bilgi edinmek, yemeklerini tatmak… Bu tür şeyleri nedense televizyonda görünce çok hoşumuza gidiyor ama kendimiz bunları yapmak istemiyoruz, bir geziye gittiğimizde bir şeyler öğrenmeden, kendimize bir şeyler katmadan geri dönüyoruz. Bu durumu düzeltmek için ne yapmak gerektiğini sorgulamadan ve bir çözüm önerisi üretmeden olmaz tabii. Eğer zihinsel dinlenmemizi öncelikli olarak gerçekleştirebilirsek eminim ki bunun çok faydasını göreceğiz. Bunu nasıl yapacağız peki? Birçok sebepten dolayı günümüzde hepimiz biraz tembel olduk. Çalışıyoruz ama öğrenme isteğimiz yok. Bu nedenle ilk önce içimizde çoktan sönüp gitmiş olan öğrenme meşalesini yakmalıyız. Öğrenme isteği olduktan sonra gerisinin geleceğinden hiç şüphemiz olmamalı. Tek yapmamız gereken bize biraz zor da gelse elimizden geldiğince öğrenmeye uğraşmak. Göreceğiz ki uzun vadede çok daha bilgili ve kültürlü kişiler olmanın yanında hayata daha geniş bir açıdan bakabileceğiz, en önemlisi de zihinsel yorgunluğumuzu üstümüzden atmış olarak daha aktif bireyler olabileceğiz.