Oscar Kazanan Filmler Annie Hall Yönetmen: Woody Allen Senaryo: Woody Allen, Marshall Brickman Oyuncular: Woody Allen (Alvy Singer), Diane Keaton (Annie Hall) 1977/ABD/İngilizce/89’ Sinefil için Annie Hall ’u yeniden ziyaret ettiğimde uzun zamandır görüşmediğim bir dostla eski günler hakkında sohbet etmiş gibi hissettim. Filmi daha önce izlemiş olmanın verdiği aşinalık, Woody Allen’ın kendini tüm olağanlıyla perdeye taşıması ve filmin doğrusallıktan nasiplenmeyen yapısı böyle bir his yarattı bende. Annie Hall ’un tamamına yayılan tanıdıklığın sadece bu filme özgü bir boyutu var; geçmişin sevgiyle anımsanan parçaları arasında yapılan bu gezinti, hatıraların geçmişte kalmış olmasına karanlık bir hüzne gömülerek bakmıyor. Kuşkusuz en hatırlanası anların tozlanması bu filme Allen’ın daha önceki filmlerinde olmayan bir durağanlık veriyor, ancak filmin hiçbir sahnesi sevimsiz bir kasvete bürünmüyor. Annie Hall ’un Woody Allen’ın o zamana kadar yaptığı episodik ve slapstick sayılabilecek komedilerden hayli farklı olduğunu hemen fark ediyoruz; filmin jeneriği tamamen sessiz, açılış sahnesinde ise Allen doğrudan izleyiciye bakarak artık klasikleşmiş esprilerinden birini kendi benzersiz vücut diliyle söylüyor. Hayatın yalnızlık, sefalet, acı ve mutsuzlukla dolu olduğunu, üstelik çok da kısa sürdüğünü dile getiren bir espri bu. Allen bir restoranda yemek yerken yemeklerin kötülüğünden ve porsiyonların küçüklüğünden yakınan iki yaşlı kadın hakkındaki bu replikleri, yalnızca izleyiciyi güldürmek için değil yaşama dair kendi fikirlerini özetlediği için filminin hemen ilk sahnesinde seslendiriyor. Annie Hall ’da benzer nitelikte pek çok espri var; filmin sinema tarihinin en iyi yazılmış ve en keyifli senaryolarından birine sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir, fakat anlatılanlar ne kadar eğlenceli olursa olsun yüksek sesle kahkaha atmak pek mümkün değil. Filme hâkim olan mizahın birincil etkisi Woody Allen’ı tek boyutlu bir film karakteri olmaktan çıkarıp hayatının ve kişiliğinin tüm detaylarıyla tanıdığımız bir insan haline getirmek ve bunu yaparken izleyiciyi gülümsetmek. Filmi oluşturan sahneleri bir “kişisellik skalasına” dizecek olursak, Annie Hall ’un hayranlık uyandırıcı bir anlatım ekonomisiyle kurulduğunu fark edebiliriz. Filmde sadece öyküyü ilerletmek ya da izleyiciye kahkaha attırmak için eklenmiş tek bir plan yok; tüm karakterleri Woody’nin bugününü biçimlendirdikleri, Annie ile ilişkisini etkiledikleri ölçüde tanıyoruz. Süresi bir buçuk saate ancak ulaşan bu yolculukta Annie ve Woody’nin birbirlerine aşklarını haykırdıkları ya da uzun uzadıya kavga ettikleri bölümler yok, birlikte çözdükleri bir gizem veya baş ettikleri bir trajedi de kurulmuyor. Üstelik bu hesaplılık asla tekdüzeliğe ya da noksanlığa dönüşmüyor. Filmin senaryosundaki tutumluluk, yönetmenlik sanatının tüm olanaklarını kullanan Allen’ın görsel tercihleriyle dengeleniyor. Monologlar, animasyon bölümler, zaman atlamaları, uzun sabit planlar, altyazılarla tamamlanan sahneler ve dış sesin eşlik ettiği kolâjları bir araya getiren bu cesur sentez, öyküsünün alçakgönüllülüğünden olabildiğince uzak duruyor. Annie Hall ’u bir başyapıt yapan şeylerden biri çok parçalı ve yoğun yapısına rağmen izleyiciyi yormaması, kâğıt üstündeki film ve peliküle yansıyanlar arasındaki zıtlıktan güç kazanması. Sinemada böylesi bir ustalıkla kurulduğuna çok nadir tanık olduğumuz bu denge, özellikle Annie Hall gibi kişisel bir film için hayati önem taşıyor. Şüphesiz auteur sayılabilecek pek çok yönetmen kendi yaşamlarını perdeye aktarmaya çabalıyor ancak bu kişisellik kimi zaman yaratıcı yönetmenliğin önüne geçiyor, adeta bireysellik bencilliğe bulanıyor. Bazı yönetmenlerin filmleri ise öylesine iddialı, üzerinde çalışılmış görsel dünyalar kuruyorlar ki kendilerine, anlatılanların bu paketi tamamlayan bir detaydan fazlası olduğuna ikna olmak ve yönetmenin samimiyetine inanmak zor hale geliyor. Annie Hall bu tehlikeli ikilikten benzersiz bir incelikle sıyrılıyor; sinemanın en büyük auteurlerinden Woody Allen’ın hem 16 26 TEMMUZ Pazartesi 19:00 Annie Hall kendini dolaysızca filmlerine yansıttığına hem de yönetmenlik sanatını zenginleştiren yaratıcı bir yönetmen olduğuna şüphe duymak imkansız hale geliyor. Annie Hall ’u yıllar sonra izlemek filmde anlatılanlar da artık karakterlere hüzün veren anılara karıştığı için 1977’de olduğundan farklı bir deneyim belki de. Zamanın akışı Annie Hall ’a filme çok yakışan, zarif bir dinginlik kazandırıyor, aradan geçen süre izleyicinin Alvy ve Annie ile kurduğu bağı güçlendiriyor adeta. Çünkü onların izlediğimiz hatıralara ne kadar değer verdiklerini, bizimle paylaştıkları şeylerin ne derece kişisel ve gerçek olduğunu bilmek, bizi de benzer bir ruh haline ortak ediyor. Annie Hall ’un benzersiz yönü karakterlerle kurduğumuz bu bağın öykü üzerine temellenen alışıldık bir özdeşleşme olmaması. Film boyunca Alvy ya da Annie için bir şeyler hissetmiyoruz, onların durumuna üzülmüyoruz, filmin sonlarında iyice belirginleşen melankolinin gerekçesi karakterlerin başlarından geçenler değil. Annie Hall ile izleyici arasında oluşan bağ belki de başka hiçbir filmde olmadığı kadar derin ve kalıcı, çünkü çoğu zaman Annie ya da Alvy gibi hissediyoruz. Filmin tamamına yayılan tatlı hüznün sebebi, Annie ile Alvy’nin ayrılmasından ziyade bizim onlarla geçirdiğimiz sürenin sona ermesi oluyor. Filmin öyküsünün ulaştığı nokta değil, o noktanın karakterlere hissettirdikleri ve bizim de o hisleri paylaşabilmemiz halet-i ruhiyemizi yönlendiren. Bu kısacık tanışıklığımızda ikisinin de ne gibi durumlarda neler yapacaklarını, zihinlerini neyin meşgul edeceğini, nelerden sıkıntı duyacaklarını o kadar iyi duyumsuyoruz ki, perde karşısındaki konumumuz edilgenliğinden sıyrılıyor, onların yaşamlarının detayları ustalıkla yazılmış birer sahne olmanın ötesine geçiyor. Annie Hall, yönetmenin daha sonra yapacağı onlarca filmde karşımıza çıkacak olan karamsar, nevrotik ama mizahi hayat görüşüne, takma ismi Annie, soyadı ise Hall olan ve filmin çekildiği dönemde Allen ile bir birliktelik yaşayan Diane Keaton’ın varlığına ve esprilerin beslendiği sinemasal ve edebi kaynaklara (Grucho Marx, Fellini, Bergman gibi) bakılırsa sadece Allen’ın çekebileceği, Allen’a özgü ve daha önemlisi Allen’a dair bir film. Bu tespiti destekleyen bir nokta daha var; filmin kurgusu doğrusal bir akışı takip etmek yerine Allen’ın (ya da Alvy’nin) Annie ile ilişkisine dair izlenimlerini yansıtıyor. Alvy ve Annie sinemada buluştuktan çok daha sonra tanışıyorlar filmin ilerleyişinde, Woody’nin çocukluğunu ya da Annie’nin bir yıl önceki halini birlikte ziyaret ediyorlar. Sıradan bir ilişkide kırılma noktası sayılamayacak ama Allen’ın Annie’ye dair anılarını şekillendiren bölümler (ıstakoz avı gibi) filmde geniş yer tutuyor. Filmin son kısmında Woody Annie ile yeniden karşılaştığında buna ne kadar sevindiğini, onu tanımanın harika olduğunu söylüyor, filmde Annie’nin bir gece kulübünde seslendirdiği Seems Like Old Times şarkısında sezilen nostaljiyi dile getiriyor bir bakıma. Hatta Woody’nin dış sesini dinlerken eski günlerden küçük parçalar izlediğimiz bölümde aynı şarkı yineleniyor. Film boyunca izlediklerimizin yönetmenin (ve dolayısıyla karakterin) zihninde derin bir iz bıraktığını, onun düşüncelerini ve ruh halini yönlendirdiğini fark ediyoruz. Woody filmin sonlarına doğru ilk tiyatro oyununu yazdığında Annie ile konuşmalarından ifadeleri değiştirmeden kullanıyor örneğin. Annie Hall ’un en azından ilk izleyişte tespitlerimin çağrıştırdığı ölçüde güçlü bir iz bırakacak bir film olmadığını, zaten bunu hedeflemediğini söylemeliyim. Filmi böyle bir yakınlıktan soyutlayarak; sırf sinemada görülebilecek en karmaşık ve cesur, aynı ölçüde de olgun ve kontrollü yönetmenlik çalışmalarından birine tanıklık etmek için izlemek başlı başına ödüllendirici bir deneyim zaten. Ancak sanırım bu şaheserin değeri yönetmenle tanışıklığınız arttıkça, Allen’ın yaşama karamsar ama esprili bakışındaki incelikleri keşfettikçe ve filmin zarif, hoş ve hüzünlü parçaları şarkıda denildiği gibi eski günlere ait olmaya başladıkça büyüyor. Eren Odabaşı 17