T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 1.GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ Klinik Şef Vekili:Prof.Dr.Mehmet Mihmanlı ÇERNOBİL NÜKLEER KAZASI, HASTANEYE BAŞVURAN TİROİT KANSERİ HASTA SAYISINI ETKİLEDİ Mİ? UZMANLIK TEZİ Dr.Orçun Oral Şentürk İSTANBUL 2005 2 ÖNSÖZ Uzmanlık eğitimim süresince bilgisi, hoşgörüsü ve engin deneyimleri ile her zaman desteğini gördüğüm ve mesleki gelişmeme çok değerli katkılarda bulunan klinik şef vekilim Prof.Dr.Mehmet Mihmanlı’ya ve ihtisasımın ilk yıllarında klinik şefim olan Prof.Dr.Onat Arınç’a minnetle teşekkürlerimi sunarım. İhtisasımın ilk günlerinden uzmanlığıma kadar eğitimim konusunda bana her türlü desteği sağlayan, gerek cerrahi bilimi ve sanatını öğrenmemde gerekse de kişiliğimin gelişmesinde sonsuz katkılarını gördüğüm değerli şef muavinlerimiz Op.Dr.Fadıl Halas, Doç.Dr.Haldun Sunar ve Op.Dr.Muzaffer Akıncı’ya ve değerli uzmanlarımızdan Op.Dr.Mehmet Gülen, Op.Dr.Adil Koyuncu, Op.Dr.Hasan Lice, Op.Dr.Adem Duru, Op.Dr.Ahmet Yücel ve Op.Dr.Ahmet Kocakuşak’a sonsuz minnetlerimi sunarım. Asistanlığımın ilk yıllarında cerrahi deneyim ve bilgilerinden yararlanma fırsatı bulduğum ve aynı zamanda tezimin hazırlanmasında ve uygulanmasında tez danışmanım olarak görev alan; tezime konu olan çalışma süresince, basılma aşamasına kadar bana her türlü desteği ve imkanı sağlayan değerli uzmanım Op.Dr.Soykan Arıkan’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Kliniğimizde geçmişte ve bugün beraber çalıştığım, acı-tatlı pek çok şeyi paylaştığımız tüm asistan arkadaşlarıma, tüm servis hemşirelerine ve çalışanlarına teşekkürlerimi sunarım. Eğitimimde ve yetişmemde maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen canımdan çok sevdiğim aileme minnetle teşekkürlerimi sunarım. 3 ÇERNOBİL NÜKLEER KAZASI, HASTANEYE BAŞVURAN TİROİT KANSERİ HASTA SAYISINI ETKİLEDİ Mİ? İÇİNDEKİLER I-AMAÇ II-GENEL BİLGİLER 1-BASİT ANATOMİ A-Genel Bilgiler B-Kan Dolaşımı a-Tiroidin Arterleri b-Tiroidin Venleri C-Lenfatik Drenaj D-Tiroidin Önemli Komşulukları a-Fasya ve Komşulukları b-Komşu Sinirler c-Paratiroidler d-Trakea e-Özofagus 2-TİROİDİN FİZYOLOJİSİ 3-TİROİDİN NEOPLAZİK HASTALIKLARI A-Benign Tiroit Tümörleri B-Malign tiroit tümörleri a-Tiroit Kanserlerine Genel Bakış b-Tiroit Papiller Kanseri c-Tiroit Folliküler Kanseri d-Tiroit Hurtle Hücreli Kanseri e-Tiroit Medüller Kanseri f-Tiroidin Ender Görülen Tümörleri ve Metastazları III-MATERYAL-METOD IV-İSTATİSTİK V-BULGULAR 1-1990-1996 DÖNEMİNE AİT BULGULAR 2-1997-2003 DÖNEMİNE AİT BULGULAR VI-TARTIŞMA VII-SONUÇ VII-KAYNAKLAR 4 KISALTMALAR RLS: Rekürren Laringeal Sinir SLS: Superior Laringeal Sinr SLSE: Superior Laringeal Sinirin Eksternal Dalı TPO: Tiroit Peroksidaz Enzimi H2O2: Hidrojen Peroksit MİT: Monoiyodotirozin DİT: Diiyodotirozin TBG: Tiroksin Bağlayan Globulin TBPB: Tiroksin Bağlayan Prealbumin Tip D: De İyodinaz Enzimi BNRP: Bilateral Nervus Recurrens Paralizi TR: Tiroit Hormon Reseptörü MTC: Medüller Tiroit Kanser DTC: Diferansiye tiroit kanser ATC: Anaplastik Tiroit Kanser WHO: Dünya Sağlık Örgütü FTC: Folliküler Tiroit Kanser İİAB: İnce İğne Aspirasyoon Biopsisi PTC: Papiller Tiroit Kanser USG: Ultrasonografi FS: Frozen Section TSH: Tiroit Uyarıcı Hormon HCC: Hurtle Hücreli Karsinom MEN: Multipl Endokrin Neoplazi FMCT: Ailevi non-MEN Medüller Tiroit Kanser ACTH: Adrenokortikotropik Hormon CRH: Kortikokotropik Salıcı Hormon MNG: Multinodüler Guatr MALT: Mucosa Associated Lymphoid Tissue BST: Bilateral Subtotal Tiroidektomi BTT: Bilateral Total Tiroidektomi MRBD: Modifiye Radikal Boyun Diseksiyonu UNSCEAR: Radyasyon Etkilerini İnceleyen Uluslar arası Bilimsel Komite PKA: Protein Kinaz 5 ŞEKİLLER Şekil 1:Çernobil Nükleer Kazası (s 7 ) Şekil 2:Tiroit ve komşularını saran boyun fasyaları (transvers oblik kesit) (s 10 ) Şekil 3:Tiroit, inferior tiroit arter, Berry ligamanı, rekürren laringeal sinir ve inferior laringeal arter arasındaki ilişki (s 11) Şekil 4:Tiroit ve komşulukları (arkadan görünüm) (s 13 ) Şekil 5:Tiroidin lenfatik drenajı (s 15) Şekil 6:Rekürren laringeal sinirin trakea ile ilişkisi (s 17 ) Şekil 7:Non-rekürren laringeal sinir (s 19 ) Şekil 8:Servikal sempatik zincir ve tiroidin komşulukları (s 21 ) Şekil 9:Üst paratiroitlerin normal yerleşimi (s 23 ) Şekil 10:Tiroit hormon sentezindeki aşamalar (s 25 ) Şekil 11:İnsan vücudunun eksternal radyasyona maruz kalma yolları (s 69 ) Şekil 12:Çernobil yakınlarında kızıl orman olarak bilinen bölgede bulunan genetik değişikliğe uğramış fareler (s 70) Şekil 13:Çernobil nükleer kazasından en fazla etkilenen ülkeler (s 71 ) Şekil 14:Çernobil nükleer kazasında çalışan ve lösemi tedavisi gören Ukrayna’lı bir çift (s 72 ) 6 TABLO SINIFLAMASI Tablo 1:Benign tiroit tümörleri (s 27 ) Tablo 2:Tiroit tümörlerinin WHO sınıflaması (s 30 ) Tablo 3:Papiller tiroit kanseri etyolojisinde rolü olduğu öne sürülen faktörler (s 31 ) Tablo 4:AJCC (America Joint Comittee on Cancer) Evrelemesi (Tüm tiroit kanserleri için) (s 34 ) Tablo 5:Folliküler tiroit kanserinde kötü prognoza işaret eden faktörler (s 39 ) Tablo 6:Sporadik ve herediter medüller tiroit kanserinin ayırıcı özellikleri (s 43 ) Tablo 7:Ender görülen primer tiroit tümörleri (s 48 ) Tablo 8:1990-1996 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarında değerlendirmeye alınan parametreler (s 51 ) Tablo 9:1997-2003 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarında değerlendirmeye alınan parametreler (s 51) Tablo 10:1990-2003 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarının bulgularının dağılımı (s 53 ) Tablo 11:1990-1996 yılları arasında malign tiroit hastalarına uygulanan ameliyat tipi (s 53 ) Tablo 12:1990-1996 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastaların patoloji raporları (s 54 ) Tablo 13:1990-1996 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastaların patoloji raporları (s 54 ) Tablo 14:1990-1996 yılları arasında tedavi edilen hastalarda patoloji raporlarına göre tiroit kanseri gelişme zemini (s 55 ) Tablo 15:1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalarına uygulanan İİAB’ler ile ameliyat sonrası patoloji raporlarının karşılaştırılması (s 57 ) Tablo 16:Tiroit hastalarında İİAB raporlarının istatistiki değerlendirilmesi (s 58 ) Tablo 17:Tiroit hastalarında İİAB’lerin istatistiki değerlendirilmesinin sonuçları (s 58 ) Tablo 18:1997-2003 yılları arasında opere edilen tiroit hastalarının ultrasonografi sonuçları (s 59) Tablo 19:1997-2003 yılları arasında opere edilen tiroit hastalarının sintigrafi raporları (s 59 ) Tablo 20:1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalarına uygulanan ameliyatlar (s 60 ) Tablo 21:1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalarına uygulanan ameliyatlar (s 61 ) 7 Tablo 22:1997-2003 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastalarının patoloji raporları (s 62 ) Tablo 23:1997-2003 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastalarının patoloji raporları (s 62 ) Tablo 24:1997-2003 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastalarında ameliyat sonrasında ortaya çıkan komplikasyonlar (s 63 ) Tablo 25: 1997-2003 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastalarında ameliyat sonrası ortaya çıkan komplikasyonlar (s 63 ) Tablo 26:1997-2003 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastalarının doğum yerlerine göre dağılımı (s 64 ) Tablo 27:1997-2003 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastalarının doğum yerlerine göre dağılımı (s 65 ) Tablo 28:1990-1996 ile 1997-2003 yılları arasında tedavi edilen malign ve benign tiroit hastalarının istatistiki değerlendirilmesi (s 66 ) Tablo 29:Belarus’da Çernobil Nükleer Kazası’ndan sonra pediatrik tiroit kanserlerinde saptanan artışın şematik görünümü (Cancer 1994 Jul 15;74(2):748-66.) (s 67 ) Tablo 30:1990-1996 ile 1997-2003 yılları arasında hastanemizde tedavi edilen benign ve malign tiroit hasta sayısının şematik görünümü (s 78 ) 8 I-AMAÇ Tiroit kanserleri en sık görülen nöroendokrin tümörler olmasına rağmen nadir görülen tümörlerdir.Toplumda görülme sıklığı erkeklerde 0.9/100000, bayanlarda 2.4/100000 olarak bildirilmiştir(1).Son yıllarda tiroit kanserlerinin görülme sıklığında artış olduğuna dair gözlemler mevcuttur. Buna sebep olarak Nisan 1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer kazasının (Şekil 1)etken olabileceği ileri sürülmektedir. Çernobil kazasının ülkemize yakınlığı (1150km),o dönemdeki radyasyon iletici etkilerin ülkemizle yakından ilişkili olması ve kliniğimizde karşılaşılan tiroit kanser vakalarının arttığı izlenimi üzerine bu konuda bir veriye ulaşabilmek amacıyla retrospektif bir inceleme gerçekleştirdik. Şekil 1:Çernobil Nükleer Santrali 9 II-GENEL BİLGİLER 1-BASİT ANATOMİ A-Genel Bilgiler B-Kan Dolaşımı a-Tiroit bezinin arterleri b-Tiroit bezinin venleri C-Lenfatik Drenaj D-Tiroidin Önemli Komşulukları a-Tiroit bezinin fasyası ve komşulukları b-Tiroit bezine komşu sinirler c-Paratiroidler d-Trakea e-Özefagus 2-TİROİDİN FİZYOLOJİSİ 3-TİROİDİN NEOPLAZİK HASTALIKLARI A-Benign Tiroit Tümörleri B-Malign Tiroit Tümörleri a-Tiroit Kanserlerine Genel Bakış b-Tiroit Papiller Kanseri c-Tiroit Folliküler Kanseri d-Tiroit Hurtle Hücreli Kanseri e-Tiroit Medüller Kanseri f-Tiroidin Ender Görülen Tümörleri ve Metastazları 1-BASİT ANATOMİ A-GENEL BİLGİLER Cerrahi tedavi gerektiren tiroit hastalıklarında uygun cerrahi yöntemin seçilmesi hem hastalığın ortadan kaldırılmasına hemde postoperatif komplikasyonların minimal düzeyde tutulmasına olanak sağlamalıdır. Benign hastalıkların bir çoğunda subtotal tiroidektomi yeterli olurken, malign hastalıkların hemen hepsinde total tiroidektomi veya en azından total lobektomi bazende radikal boyun diseksiyonu gerekebilir. Bu nedenle tiroidin ve boyun cerrahi anatomisi iyi bilinmelidir.Yine tiroit ile uğraşan cerrahların tiroit, paratiroitler ve laringeal sinirleri bir bütün halinde kabul etmeleri ve yapacakları diseksiyonları bu bütüne göre planlamaları, cerrahi komplikasyonlar açısından önemlidir. Yenidoğanda ortalama 1.5 g ağırlığında olan tiroit,16 yaşına kadar yavaş yavaş büyüyerek erişkinde ortalama 17-20 g ağırlığına ulaşır.Bazı kaynaklarda ağırlık 20-30 g olarak belirtilmektedir (2). Vücudun yaş kitlesi arttıkça tiroidin büyüklüğü de artmaktadır. Dolayısıyla tiroit, erkeklerde daha büyüktür.Yine aynı kaynağa göre, tiroidin büyüklüğü ile boy arasında da doğru orantı vardır. 10 Larinks ve üst trakeal halkaların anterolateral parçalarını saran tiroit, genellikle iki lateral lop ve bunları birleştiren istmustan oluşur. Her bir lateral lobun boyu 4-5 cm,eni 2-3 cm,kalınlığı ise 2-4 cm olup,tiroit kıkırdağın ortası ile 6.trakeal halka arasında uzanır. Genellikle 1. ile 4.trakeal halkalar üzerine yerleşim gösteren istmusun kalınlığı ve genişliği, insandan insana göre değişir ve ortalama olarak 1-1.5cm genişliğinde, 2-6 mm kalınlığındadır. Zayıf insanlarda krikoid kıkırdağın 1-1.5 cm altında palpe edilebilir. Tiroit, yüzeyden derine (önden arkaya) doğru; deri, superfisyal fasia (platisma dahil), derin boyun fasyasının yüzeyel tabakası ve bu tabakanın örtüğü sternokleidomastoid, omohiyoid, sternohiyoid ve sternotiroit kasları tarafından örtülür.Arka medialde özefagus ve trakea, arka lateralde karotis kılıfı ve içeriği tarafından sınırlanmıştır(Şekil 2). Tiroit, normalde komşu organlardan rahatlıkla ayrılabilir konumdadır. Ancak posterior süspansuar ligament (Berry ligamenti) aracılığı ile krikoid kıkırdak ve üst trakeal halkalara sıkıca yapışıktır ve rekürren laringeal sinirin en çok bu bölgede yaralanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Lateral lobun posteriosuperiorunda, superior; posteroinferiorunda, inferior paratiroitler yerleşmişlerdir(Şekil 3). Normal tiroit dokusu yumuşak, açık şarap kırmızısı renginde olup, ince bir kapsülle sarılıdır. Bu kapsül tiroidi örten boyun fasyası ile karıştırılmamalıdır. Gerçek bağ dokusundan oluşan bu kapsül bezin içine doğru septalar halinde uzanır. Tiroidi örten fasya adı için fikir birliği yoktur. Dolayısıyla literatürde pretrakeal fasya, peritiroit kılıf, tiroid fasyası, yalancı tiroit kapsülü veya tiroidin cerrahi kapsülü olarak adlandırılmıştır.Bu fasya pramidal lop varsa onu da sarar ve istmusun yukarısına kadar uzanarak anterior süspansuar ligament adını alır.Yerleşimi nedeniyle gözle görülemediği gibi ince yapılı insanlarda bile palpe edilmeyebilir. Tiroit dokusunun gelişimi ve yerleşimi sırasında bazı anomaliler ortaya çıkabilir. Bir lobun gelişememesi %0.1’den daha azdır. İstmus ise %10 oranında görülmeyebilir. Yaklaşık %7 oranında bir lop diğerinden küçükdür (sağ>sol). Diğer yandan embriyolojik gelişme sırasında çoğu zaman dejenere olan tiroglossal kanal açık kalabilir ve tiroglossal kist ve/veya fistül gelişebilir. Tiroglossal kist veya fistül, genellikle hiyoid kemik ve dil kökü arasında görülmekle beraber, dil kökü ile sternal çentik arasındaki bölgeye de yerleşmiş olabilir. Tiroglossal kanal kalıntısında bulunan epitelin aşırı prolifere olması, orta hatta (hiyoid kemik altında veya üstünde) ektopik tiroit dokusu gelişimi ile sonlanabilir. Bunlardan birisi % 0.03 oranında görülen lingual tiroit olup, büyümesi sonucu lingual guatr ortaya çıkar. Bazen bu doku fonksiyon görebilen tek tiroit dokusudur(3,4). Bunların dışında juguler venin lateralinde, intratorasik bölgede (periaortik bölge ve perikardda) ektopik tiroit dokusu bulunabilir. İntratorasik yerleşim, kalp ve büyük damarların mediastinuma inmesi sırasında ortaya çıkar. Ektopik tiroit dokusunda kanser gelişme oranı son derece düşük olup, tüm tirogglossal kistlerde kanser gelişme oranı %1 civarındadır. Tiroglossal kanalın kaybolmaması ve epitelinde proliferasyon olmasıyla pramidal lop gelişebilir. Ortalama %30-50, bazı kaynaklara göre %80 oranında görülebilen bu yapı, daha çok istmusun sol üst kısmı ile birleşik haldedir. Çapı 2-3 mm olan piramidal lop, bazen hiyoid kemiğe kadar uzanır. Endemik guatr ve Graves hastalığında çok fazla büyüyebilen piramidal lop, tiroidektomi sırasında çıkarılmalıdır. Aksi halde postoperatif devrede büyüyebileceği gibi, Graves hastalığının tekrarlanmasına da neden olabilir. Diğer önemli bir nokta, tiroit dokusunun boyundaki lenf düğümlerinde görülebilmesidir.Tiroit dokusunda papiller kanser olmadığı kanıtlanmasına karşın, tiroit dokusu içeren lenf düğümleri internal juguler venin lateralindeyse papiller kanser metastazı olarak kabul edilir.Eğer lenf düğümü ,internal juguler venin medialindeyse ve tiroit dousuna ait birkaç adet follikül, lenf düğümünün kapsülü altında ve periferik olarak yerleşmişse, metastaz olarak kabul edilmemektedir(5). 11 Şekil 2:Tiroit ve komşularını saran boyun fasyaları (transvers oblik kesit) SCM:Sternokleidomastoid kas ST:Sternotiroit kas SH:Sternohiyoid kas T:Tiroit Tr:Trakea O:Özefagus K:Karotis arter RLS:Rekürren laringeal sinir OH:Omohiyoid kas Or:Orta hat KK:Karotis kılıfı PY:Platisma YF:Yüzeyel fasya DYD:Derin fasyanın yüzeyel tabakası 12 J:Juguler ven PT:Pretiroit faysa PVF:Prevertebral fasya PF:Pretrakeal fasya Şekil 3:Tiroit, inferior tiroit arter, Berry ligamanı, rekürren laringeal sinir ve inferior laringeal arter arasındaki ilişki ITA:İnferior tiroit arter ILA:İnferior laringeal arter Tr:Trakea B:Berry Ligamanı RLS:Rekürren laringeal sinir PT:Paratiroitler T:Tiroit IFK:İnferior faringeal konstriktör kas TK:Tiroit kıkırdak 13 B)TİROİT BEZİNİN KAN DOLAŞIMI a-ARTERLERİ Tiroit ,genel olarak superior ve inferior tiroit arterler tarafından beslenir. Arteria tiroidea ima, üçüncü bir arter sistemi olarak tiroidin kan akımına katkıda bulunur. Görülme oranı %1.512.2 arasında değişir ve inferior tiroit arterin yerine geçecek kadar büyük olabilir. En sık innominate arter veya aortadan, çok ender olarak internal torasik arterden ayrılan bu dal, trakea önünde seyrederek tiroide ulaşır. Bu nedenle trakeostomi sırasında sorunlara yol açabilir. Bunların dışında küçük trakeal ve özefageal dallar da tiroide gelebilir. Tiroitteki normal kan akımı hızı 5 ml/g/dk dır. Superior tiroid arter, eksternal karotis arterin ilk dalıdır. Karotis üçgen içinde, tiroit kıkırdağın hemen üstünde, hyoid kemiğin büyük boynuzunun hemen altında, eksternal karotis arterin ön yüzünden ayrılarak öne ve aşağı doğru seyreder(Şekil 4). Superior larengeal, sternokleidomastoid ve laringeal dalları verdikten sonra tiroidin üst kutbuna anteriomedialden birkaç dala ayrılarak girer. Bunlar; posterior tiroidi ve üst paratiroidi besleyebilen posterior dal, tiroidin anteriorunu besleyen anterior dal, istmus ve /veya pramidal lobu besleyen pramidal daldır. Süperior tiroit arter medialde inferior konstriktör kaslar ve süperior leringeal sinirin eksternal dalı ile yakın komşuluk gösterir. Süperior tiroit arterin süperior laringeal sinirle olan ilişkisine, süperior laringeal sinirin seyri anlatılırken tekrar değinilecektir. İnferior tiroit arter, subclavian arterin dalı tiroservikal trunkustan çıkar. Karotis kılıfının arkasında ve anterior skalen kasın ön kenarında yukarı seyrederek yaklaşık krikoid kıkırdak düzeyinde mediale doğru karotisi arkadan çaprazlayarak döner ve lup şeklinde aşağı doğru inerek tiroidin alt kutbu hizasına gelir. Buradan tekrar yukarı döner ve tiroidin yaklaşık orta kısmında tiroide ulaşır. Tiroide girmeden önce inferior, posterior ve internal olmak üzere üç dala ayrılır(Şekil 4). Bunlardan biri çoğu zaman alt paratiroide giden izole dalı oluşturur ve uzunluğu genellikle 8-12 mm olup,1-40 mm arasında değişebilmektedir. Ayrıca küçük bir dal üst paratiroidi besleyebilmektedir. En arka dalı (inferior laringeal arter) ise trakea ve larinkse ulaşarak bu oluşumların vazkülarizasyonuna yardımcı olur. İnferior tiroit arter krikoid kıkırdak düzeyinde mediale doğru dönerken servikal sempatik zinciri arkasından çaprazlar. Tiroidektomi sırasında inferior tiroit arter çok fazla lateral-derinde aranacak olursa, servikal sempatik zincir zedelenebilir ve Horner sendromu ortaya çıkabilir (6). İnferior tiroit arter sağda %3, solda %1 oranında görülmez. 14 Şekil 4:Tiroit ve komşuları(Arkadan görünüm) ITA:İnferior tiroit arter SLSİ:Superior Laringeal Sinir, internal dal İLA:İnferior laringeal arter SLSE:Superior Laringela Sinir, eksternal dal Tr:Trakea KK:Karotis kommonis B:Berry ligamanı EKA:Eksternal karotis arter RLS:Rekürren laringeal sinir STA:Superior tiroit arter Pr:Paratiroit VJ:Vena jugularis interna SCA:Subklavian arter Ö:Özefagus A:Arkus aorta PT:Paratiroit 15 b-VENLERİ Tiroit dokusu içindeki venler küçük çaplı olup kapsüler bölgeye geldiklerinde büyürler ve aralarında çok fazla anastamoz yaparlar.Böylece tiroidin yüzeyinde görülen tipik venöz ağ oluşur.Genelde bu venlerin duvarları oldukça zayıftır. Graves hastalığı gibi patolojik durumlarda venlerin çapında belirgin artış vardır, dolayısıyla bu hastalık için yapılan tiroidektomilerde önemli miktarda kanama olabilir. Kapsüler venöz ağ, sayıları ve yerleri değişmekle beraber, üç ayrı vene drene olur. Süperior tiroit ven, süperior tiroit arterin anterolateralinde seyrederek direkt olarak ya da krikotiroit dalları yoluyla indirekt olarak süperior karotis üçgendeki arterleri çaprazlar ve internal juguler vene derene olurlar. Lateral veya orta ven grubu değişik sayılarda olup tiroidin lateral kenarından çıkarak strap kaslarının hemen derininden internal juguler vene katılırlar. Özellikle büyük tiroidlerde, tiroit mediale doğru çekildiğinde juguler ven ve lateral venler, kapsüler ven gibi algılanabilir. İnferior tiroit ven; tiroidin alt kutbunu, bir veya birkaç dal şeklinde veya diğer taraftan gelen dallarla pleksus halinde(plexus thyroideus impar) terk eder ve çoğunlukla innominant vene direkt olarak drene olurlar(Şekil 4). Bu şekilde organize olmuş inferior tiroit venler, trakeostomi sırasında kanayabilir. Lateraldeki inferior venler, özellikle önden seyreden rekürren laringeal sinirle yakın komşulukta olabilir. Dolayısıyla bu venler bağlanırken rekürren laringeal sinirin zedelenebileceği akılda tutulmalıdır. Substernal guatrların çıkarılması sırasında da inferior tiroit venler sorun yaratabilir. Klavikulanın turnike etkisine bağlı olarak kanama ortaya çıkabilir. Bu nedenle substernal guatr bir an önce boyuna doğrultularak klavikulanın turnike etkisi ortadan kaldırılmalıdır. C-TİROİDİN LENFATİK DRENAJI Intraglandüler lenfatik kapillerler önce subkapsüler toplayıcı lenf kanallarına, daha sonra istmus ve diğer lobla ilişkide olan kapsüler lenf damarlarına drene olurlar. Kapiller lenfatikler tiroidi terk ettikten sonra, direkt olarak derin anterior boyun lenf düğümlerine (jukstaviseral; santral grup), direkt yada indirekt olarak derin lateral boyun zincire (internal juguler grup ve transvers servikal grup) drene olurlar(Şekil 5). Tiroit, üst kutup, istmus ile alt anteromedial, istmus ile üst anteromedial ve posterolateral olarak dört kısma ayrılırsa, lenfatik drenaj yönlerinin daha kolay şematize edilmesi sağlanır(Şekil 5). Tiroidin üst kutup lenfatiği prelaringeal lenf düğümlerine doğrudur. Bu kanallar aynı zamanda direkt olarak üst internal juguler lenf düğümlerine gidebilir. Bu nedenle üst kutupta yerleşmiş papiller kanserlerin 2/3’ü lateral boyun lenf düğümlerine metastaz yapabilir(7). İstmus ile üst anteromedial tiroidin lenfatiği prelaringeal lenf düğümlerine, istmus ile alt anteromedial tiroidin lenfatiği pretrakeal lenf düğümlerine drene olur. Posterolateral tiroidin lenfatik drenajı paratrakeal (rekürren laringeal zincir) lenf düğümlerine doğrudur. Daha önce, boyun anatomisinde de belirtildiği gibi prelaringeal lenf düğümlerinden çıkan eferent lenfatik kanallar pretrakeal ve üst internal juguler lenf düğümlerine gider. Pretrakeal lenf düğümlerinden ayrılan eferent lenfatik damarlar aşağı doğru mediastinuma, yukarı ve yana doğru paratrakeal lenf düğümlerine veya orta internal juguler lenf düğümlerine ulaşır. Paratrakeal lenf düğümleri (rekürren laringeal zincir) posterior özefagus, larinks ve trakeanın posteriorundaki lenf kanalları ile ilşkide olup, eferent lenf damarları orta ve alt internal juguler 16 zincire ve subclavian üçgendeki transvers boyun zincirine doğrudur. Bazen tiroidin posterior ve süperior bölgelerin lenfatiği retrofaringeal bölgeye ulaşabilir. Şekil 5:Tiroidin lenfatik drenajı PL:Prelaringeal lenf bezleri PTi:Pretiroidal lenf bezleri PrT:Pretrakeal lenf bezleri PaTr:Paratrakeal lenf bezleri M:Mediastinum J1:Üst internal juguler lenf bezleri J2:Orta internal juguler lenf bezleri HK:Hyoid kemik THM:Tirohyoid membran TK:Tiroit kıkırdak T:Tiroit Tim:Timus KK:Krikoid kıkırdak D:Delphian 17 J3:Alt internal juguler lenf bezleri VJ:Juguler ven KA:Karotis arter SC:Subklavian Sonuç olarak, üst kutup hariç tiroidin lenfatik drenajı esas olarak santral gruba doğrudur denebilir. Lateral boyun lenf zinciri tiroid lenfatiğinin drene olduğu ikincil bölgedir. Santral bölgenin lenfatik drenajında obstrüksiyon olursa, retrograd yolla lateral boyun lenfatik sisteme yayılma olabilir(8). D-TİROİDİN ÖNEMLİ KOMŞULUKLARI a-TİROİT BEZİNİN FASYASI VE KOMŞULUKLARI Tiroit lateralden sternokleidomastoid, önden sternotiroit ve sternohyoid kasları tarafından örtülür. Sternohiyoid ve sternotiroit kasları strap kasları olarak bilinir. Birçok kaynakta tirohyoid, bazı kaynaklarda omohyoid kasları da strap kasları grubuna dahil edilirler. Her iki sternohyoid ve sternotiroit kasları orta hatta tam olarak birleşmezler. Bu nedenle sternohyoid ve sternotiroit kaslarını saran derin boyun fasyasının orta tabakası birbirleri ile temas halindedir ve bu sınırlı alanda derin servikal fasyanın yüzeyel tabakası üzerinde sadece sübkutan doku(boynun yüzeyel fasyası) vardır( Şekil 2). Tiroidin üst kutbuna ulaşmakta zorluk çekilen olgularda strap kasların kesilmesi gerekebilir. Bunun için sternokleidomastoid ve sternotiroit arasındaki fasya vertikal olarak açılır, böylece sternokleidomastoid laterale, sternohyoid kası mediale kolayca çekilebilir. Sternohiyoid ve sternotiroit kaslarının büyük bir kısmının motor inervasyonu kaslara alt kesimlerinden giren ansa servikalisin dalları tarafından sağlanır. Dolayısıyla strap kasları mümkün olan en üst düzeyden kesilirse (sternotiroit kasın tiroit kıkırdağa yapıştığı yerin yaklaşık 1 cm altı) bu kasların motor innervasyonu korunmuş olur. Ancak bazı kaynaklarda strap kaslarına gelen motor sinirlerin üst kesimde tiroit kıkırdağın hemen kaudalinden, alt kesimde ise juguler çentiğin kranialindeki düzeyden kaslara girdiği belirtilmektedir. Bu nedenle kasların orta kısımdan kesilebileceği ileri sürülmektedir(9,10). b-TİROİDE KOMŞU SİNİRLER Tiroit, rekürren laringeal sinir(RLS), süperior laringeal sinirin (SLS) eksternal dalı (SLSE) ve servikal sempatik zincir ile yakın komşuluktadır. Dolayısıyla tiroit cerrahisi sırasında travmaya uğrayabilirler. Laringeal sinir lifleri, bulbusta bulunan somatomotor nükleustan çıkarak vagus sinirine katılırlar. Sağ rekürren laringeal sinir, subklavian arterin ilk parçası düzeyinde nervus vagustan ayrılarak arter etrafında arkaya ve yukarı doğru döner, çoğunlukla(%64) hafif oblik ve lateral pozisyonda trakeo-özefageal sulkusta seyreder (Şekil 4;6). Yaklaşık %10 oranında inferior tiroit arterin dalları arasından, %50 oranında arkasından ve %40 oranında önünden geçer(4). Sol rekürren laringeal sinir, arkus aorta hizasında vagus sinirinden ayrılarak arkus aortanın etrafından arkaya ve yukarı doğru döner. İnferior tiroit artere kadar olan kesimde ya trakeo-özofageal sulkusta(%77) ya trakeanın lateralinde (%17) ya da trakeanın ön kesimine yakın bir posizyonda(%6) seyreden sinir(Şekil 6), inferior tiroit arterin çoğunlukla arkasından(% 69), bazen önünden (%24), ender olarak dalları arasından(%5-6) geçerek yukarı devam eder. RLS, larinks dışında trake ve özofagusa da dallar vermektedir. 18 Şekil 6:Rekürren laringeal sinirin trakea ile olan ilşkisi a-RLS Trakeo-özefageal olukda sağda ; %64, solda %77 b-RLS Trakeanın lateralinde sağda ; %28, solda%17 c-RLS Trakeanın antero-lateralinde sağda; %8, solda %6 19 Her iki RLS, bezin 1/3 orta kısmından itibaren iki tarafta da hemen hemen aynı şekilde seyreder ve bu bölgede tiroit kapsülüne oldukça yakın, alt düzeylerindeki konumlarına göre daha medialde kalır. Bazı durumlarda, özellikle bezin düzensiz nodüler büyümelerinde , sinirler tiroit dokusunun içinden veya kapsülünün altından geçebilir. Daha yukarıda üst iki trakeal halka civarında Berry ligamanın arka parçasına gömülmüş gibi seyrederek krikoid kıkırdak düzeyinde ve krikotiroit kasının posteriorunda, %29-79 oranında iki dala ayrıldıktan sonra larinkse girer. Hangi dalın motor dalı olduğunu bilmek mümkün olmadığından her iki dalın da dikkatlice korunması gerekmektedir. Berry ligamanı civarında, sıklıkla RLS’nin tam posteriorunda inferior laringeal arterden çıkan bir dal, siniri çaprazlayarak tiroide ulaşır. Dolayısıyla bu bölgede diseksiyon yapılırken ortaya çıkan kanamalar, sinir görülmeden tutulmamalıdır. İnferior tiroit arter, RLS’ye göre daha düzgün, daha yuvarlak ve elastik kıvama sahiptir. Yine sinir üzerinde kıvrımlar yaparak seyreden vasa nervosumlar vardır. Tiroit mediale çekilerek gerildiğinde bu damarların kıvrımları hafifçe düzleşir. Bu bölgede sinir diseksiyonu sırasında dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, tiroidin hangi yöne doğru çekileceğidir. Aşırı medial retraksiyon siniri hem gerer hem de trakeal halkalara yaklaşmasına neden olur. Dolayısıyla tiroit öne ve yukarı doğru çekilmelidir. Çok ender olarak RLS, servikal bölgede nervus vagustan ayrılır ve non rekürren laringeal sinir adını alır. Bu anomali sağda %0.6, solda ise %0.04 olarak görülür(Şekil 7). Vagustan ayrılan non rekürren laringeal sinir kommon karotis arteri arkadan çaprazlayarak, yukarıda süperior tiroit damarlar hizasında ya da aşağıda inferior tiroit arter etrafında dönerek krikotiroit kasın posteriorundan larinkse girer. Bu anomali embriyonel hayatta gelişen vasküler anomaliler sonucu ortaya çıkar. Sağ non rekürren laringeal sinirle beraber görülen anomaliler, aberran subclavian arter varlığı ve innominat arter yokluğudur. Sol non rekürren laringeal sinire eşlik eden anomaliler, situs inversus ve sağ yerleşimli arkus aortadır. Aynı tarafta rekürren ve non rekürren laringeal sinirlerin beraber olduğu bildirilmiştir. Bu olgularda vasküler anomali rastlanmamıştır. Krikotiroit kası hariç, vokal kord hareketlerini kontrol eden laringeal kaslar rekürren laringeal sinirin motor dalı tarafından innerve edilir. Bu kaslar, vokal kord abdüktörleri olan internal aritenoid ve tiroaritenoid ile vokal kord addüktörleri olan lateral ve posterior krikoaritenoid kaslardır. Postoperatif devrede vokal kordların posizyonu hangi sinirlerin zarara uğradığını gösterebilir. Buna göre, RLS’nin tam paralizi ipsilateral vokal kordun paramedian posizyonda , süperior ve rekürren laringeal sinirlerin beraber paralizi ise vokal kordun intermedier posizyonda fiske olmasına neden olur. Ayrıca RLS, SLS’nin internal dalı ile beraber larinksin duyusunuda sağladığından tam tramvaya uğraması halinde vokal kordlar tam kapanamayacağı için SLSİ travmasında olduğu gibi sıvı gıdalar trakeaya kaçabilmektedir. Superior Laringeal Sinir(SLS), kafatası kaidesi civarında vagustan ayrılır, karotis damarlarının medialinden aşağı doğru iner ve hyoid kemik civarında iki dala ayrılır. İnternal dal duyu dalı olup tirohyoid membranı delerek larinkse girer ve rekürren laringeal sinirin duyu dalları ile birleşip Galen anastomozunu yapar. Epiglotun duyusunu da sağlayan internal dal cerrahi sırasında travmaya uğrarsa postoperatif devrede çoğu zaman sıvı bazen de katı gıdalar trakeaya kaçabilir. Buna bağlı olarak bazı hastalarda öksürük ortaya çıkabilir ve aspirasyon pnömonisi gelişebilir. 20 Şekil 7:Non-rekürren laringeal sinir(1-2) TK:Tiroit kıkırdak K:Krikoid kıkırdak V:Nervus vagus 21 ‘Gali Curci’ adı da verilen eksternal dal (SLSE) daha ince olup inferior konstriktör kasın lateral yüzeyinden aşağı döner ve aşağıda kritiroit kasa girerek bu kasın motor inervasyonunu sağlar. Kadavra çalışmalarına göre SLSE %22 oranında tüm seyri boyunca inferior faringeal konstriktör kas yüzeyinde kalmakta ve daha sonra krikotiroit kasa girmektedir. Geriye kalan sinirlerin distal bölümleri krikotiroit kasa giriş yerinden daha yukarıda inferior faringeal konstriktör kas lifleri arasına girmektedir. Kadavraların %60’ında bu aralık 1 cm dir. Diğer bir deyişle sinirin %80’ni görülebilir pozisyonundadır. Bu durumda kadavraların %20’sinde sinir daha proksimalden inferior faringeal konstriktör kas lifleri arasına karışmakta ve cerrahi diseksiyon alanı dışında kalmaktadır(11). Artık görülebilir durumda olan sinirlerin superior tiroit arter ile olan ilişkileri önem kazanmaktadır. Yine kadavra diseksiyonlarına göre görülebilen SLSE’lerin %82’si damarların medialinde ve damarlardan ayrı olarak seyretmektedir. Geriye kalan %18’de ise damar dalları ile çok yakın komşuluk gösterir. Dolayısıyla tiroidektomi sırasında bu ilişkiler akılda tutulmalı ve diseksiyon buna göre planlanmalıdır. SLSE, krikotiroit kasları buna bağlı olarak vokal kordları gererek sesin tarzını belirler. Sinire olan travma sonucu o taraftaki vokal kord flask hale gelir. Bu durumda, ekspiryum sırasında bombeleşen, inpiryumda retraksiyona uğrayan vokal kordun gerginliğinde azalma ortaya çıkar. Böylece hastalar konuşurken çabuk yorulur ve tiz sesleri yeteri kadar çıkaramazlar. Servikal sempatik zincirin, inferior tiroit arterle olan konumu daha önce anlatılmıştı. Genellikle rekürren laringeal siniri zedelememek için inferior tiroit arterin en lateralde bağlanmasına çalışılması sırasında yada boyun diseksiyonu sırasında travmaya uğrayabilir ve Horner sendromu ortaya çıkabilir. Yine inferior tiroit arterin bulunması sırasında karotis kılıfının aşırı derecede laterale çekilmesi sırasında zedelenebilir. Dolayısıyla inferior tiroit arter bulunurken, karotis kılıfını laterale doğru aşırı çekilmemeli ve inferior tiroit arter lateralden bağlanacaksa çok fazla lateralden bağlanmamalıdır(Şekil 8). c-PARATİROİTLER Paratiroitlerin yerleşimi ve makroskopik görünümlerinin iyi bilinmesi, tiroit cerrahisi sırasında korunmaları için en önemli adımdır. Embriyonel yaşamda üst paratiroitler (Partairoit IV) dördüncü, alt paratiroitler (Paratiroit III) üçüncü brankial poştan gelişir. Üst paratiroitler ultimobrankial cisimle (lateral tiroit) beraber indikleri için , son yerleşimleri alt paratiroitlere göre daha sabittir. Alt paratiroitler, embriyonel yaşamda timusla beraber indikleri ve oldukça uzun sayılabilecek bir yol izledikleri için, karotis bifurkasyonu önünden perikarda kadar olan herhangi bir bölgede görülebilir. Üst paratiroitler % 80, alt paratiroitler %70 oranında simetrik olarak yerleşirler. Ancak ektopik yerleşen paratiroitlerde simetrik olarak yerleşme oranı düşüktür (12). Paratiroitlerin sayısı çeşitli kaynaklarda farklı olarak verilmektedir. Otopsi serilerinde ortalama %80 oranında dört, %6 oranında beş veya altı ve %13 oranında üç paratiroit vardır. Ancak dördün altındaki paratiroitlerde, eksik olan paratiroidin lokalize edilemediği ileri sürülmüştür. Dördün üstündeki paratiroitlerin ağırlığının 5 mg’ın üstünde olması gerekir, 5 mg’ın altında olanlar aksesuar paratiroit olarak kabul edilirler ve ana paratiroidin hemen yanında yer alırlar. Bir paratiroit ortalama 5x3x1 mm boyutlarında olup, ağırlığı 40 mg’dır(13). Genellikle küresel, oval veya fasulye şeklindedir. Bazen uzamış, ince uzun veya iki loplu olabilir. Çok ender olarak görülen ‘kissing paratiroit’, iki loblu paratiroitle karışabilir. Paratiroit, tiroit nodüllerinin basısına bağlı olarak yayvan hale gelebilir, ancak yerinden ayrıldığında normal şekline döner. 22 Şekil 8:Servikal sempatik zincir ve komşulukları KK:Arteria karotis kommunis RLS:Rekürren laringeal sinir ITA:İnferior tiroit arter SM:Strep kaslar P:Paratiroit KT:Krikoid kıkırdak UV:Üst kutup veni SCA:Subklavian arter SCV:Subklavian ven Tr:Trakea SS:Sempatik ganglion ve sinirleri V:Vagus siniri TD:Torasik dukus TK:Tiroit kartilaj KTK:Krikotiroit kas VJ:İnternal juguler ven STA:Süperior tiroit arter KK:Arteria karotis kommonis SLS:Süperior laringeal sinir Ö:Özefagus 23 Paratiroidin rengi çoğu zaman açık sarıdır. Ancak rengi yaşla, içerdiği yağ dokusu ve vaskülarizasyon derecesine göre değişebilir. Yenidoğanda gri, çocukta açık pembedir. Yağlı doku fazlalığında açık kahverengi, hücresel eleman ve vaskülarizasyon fazlalığında açık kırmızı yada kahverenklidir. Belirgin bir kapsül ile sarılı olan paratiroitler düz ve parlak bir yüzeye sahiptir, ancak büyüteçle bakıldığında tuz parçacığı gibi görülebilir. Çoğu zaman tamamı veya bir kısmı yağ lobülleri içersine gömülüdür.Özellikle alt paratiroitler tiroit nodülü, yağ dokusu, lenf düğümü veya timus ile karışabilir. Ameliyat sırasında çıkarılan doku paratiroit ise serum fizyolojik içinde yavaş yavaş dibe batarken, yağ dokusu ise yüzer. Genel olarak alt paratiroitler, RLS’in anteromedialinde ve inferior tiroit arterin altında; üst paratiroitler, RLS’in posterolateralinde bulunurlar. Paratiroitlerin yerleşimi, çeşitli serilerde farklı olarak bulunmuştur. Bu konuda genel kabul gören yerleşim bölgelerinin oranları verilecektir. Üst paratiroitler, çoğunlukla tiroitin 1/3 orta ve üst kesiminin posterolateralinde ve krikoid kıkırdak düzeyinde yerleşim gösterirler. Diğer bir deyişle üst paratiroitlerin %80-85’i tiroidin arka kısmında, inferior tiroit arterin tiroide girdiği yerin 1 cm üstündeki 2 cm çaplı alan içersindedir (4,12-14). Bunun dışında, %13 oranında üst kutbun arkasında , %1 oranında üst kutbun yukarısında , %1-4 oranında farinks veya özofagusun arkasında bulunabilirler(Şekil 9). Alt paratiroitlerin çoğu tiroit alt kutbunun posterolateralinde ve inferior tiroit arterin kaudalinde bulunan göreli bir nokta etrafındaki 2 cm çaplı bir alan içersinde bulunurlar. Diğer bir deyişle alt paratiroitlerin yaklaşık %60’ı alt kutbun posterior, lateral veya anterolateralinde, % 26’sı tirotimik ligamantte veya servikal timüsun üst ve orta kısmında,%7’si ise tiroidin 1/3 orta kısmında görülür ve üst paratiroit gibi algılanabilirler. Timusun alt ucunda ve mediastinuma doğru daha az oranda yerleşirler(%2). Adenomatöz ve hiperplazik paratiroitlerin yerleşimi normale göre daha farklılık gösterir. Patolojik üst paratiroitler retrofaringeal, paraözefageal ve trakeo-özefageal sulkustatır ve çoğu posterior süperior mediastinum içinde yer alır. Alt paratiroitler, hem posterior hem de anterior superior mediastinumda, timustan ayrı veya timusla beraber yerleşmi olabilir. Rekürren hiperparatiroidizm nedeniyle reeksplorasyon yapılan hastaların %34’ünde mediastinal timus içersinde , %34’ü ise posterior mediastinumda , patolojik paratiroit bulunmuştur. Patolojik paratiroitlerin normale göre daha aşağıda bulunması , tümörün ağırlığına bağlı olarak paratiroitlerin aşağı doğru inmesiyle açıklanabilir. d-TRAKEA Trakea, krikoid kıkırdağın hemen altından, 6.servikal vertebra düzeyinden başlar ve toraksa doğru devam eder. Trakea, önde 2-3.4. halkaları aracılığı ile tiroit istmusu, daha aşağıda inferior tiroit ven pleksusu, arteria tiroidea ima ve pretrakeal lenf düğümleri ile yakın komşuluk gösterir. Lateralde tiroit lopları, posterolateralde rekürren laringeal sinir, posteriorda ise özefagusla yakın komşuluktadır. e-ÖZEFAGUS Krikoid kıkırdağın alt ucu düzeyinden başlar, yukarı doğru farinksle devam eder ve boyunda sola doğru hafifçe yaylanma gösterir. Bu nedenle sol rekürren laringeal sinir özefagusun sağ yanı ile komşuluk gösterir. Bu yaylanma nedeniyle özefajektomi ve gastrik ya da kolonik by pass yapılırken, özefagus daha çok sol boyunda yapılan kesi ile eksplore edilir. Trakea ve özefagusun boyunda kalan bölümleri çoğunlukla inferior tiroit arterin dalları tarafından beslenirken, inervasyonları rekürren laringeal sinir tarafından sağlanır. 24 Şekil 9:Üst paratiroitlerin normal yerleşimi %80-85:İTA’in tiroide girdiği yerin 1 cm üstündeki 2 cm’lik alan %13:Tiroit üst kutbu arkasında %1-4:Ozefagus ve larinks arkasında %1 :Üst kutbun yukarısında TK:Tiroit kartilaj T:Tiroit TA:İnferor tiroit arter Ö:Özefagus T:Trakea VJ:İnternal juguler ven 25 2-TİROİT FİZYOLOJİSİ Tiroit, T3 ve T4 sentezleyen folliküler hücreler ve kalsitonin sentezleyen parafolliküler hücrelerden oluşur. Folliküler hücrelerin polaritesi kolloid lümene doğru iken, parafolliküler hücreler bazal membran ile temas halindedir ve lümenle ilişkileri yoktur. Tiroit hormonunun yapımı için gerekli madde iyottur. Günlük iyot gereksinimi 100-200 µg arasında değişir. İyot azlığında nodüler guatr, hipotiroidizm ve folliküler tiroit karsinomu ortaya çıkabilir. İyot fazlalığında otoimmun tiroit hastalıkları (Graves ve Hashimoto) ve papiller tiroit karsinomu gelişebilir. İnorganik iyot(iyodür) gastrointestinal sistemden hızlıca absorbe edilerek tiroitten gelen iyodürle beraber, ekstraselüller iyodür havuzuna girer. Bazal membrandan aktif transportla tirositlere geçen iyodür, apikal membranda tiroit peroksidaz enzimi(TPO) ve hidrojen peroksit (H2O2) aracılığı ile organik iyot haline geçerek tiroglobulinlere bağlanır. Böylece monoiyodotirozin (MİT) ve diiyodotirozin(DİT) oluşur. İki DİT birleşerek T4, bir DİT ve bir MİT birleşerek T3 ortaya çıkar. Bu reaksiyon da TPO ve H2O2 tarafından başarılır. Tiroglobuline bağlı bu hormonlar ve iyodotirozinler follikül lümeninde, kolloid içinde depo edilir(Şekil 10). Periferde hormon gereksinimi olduğunda, tiroglobulin-hormon kompleksi kolloid damlaları ile beraber endositoz yoluyla alınır ve lizozomlara gelir. Lizozomal hidroliz ile Tg, T3-T4’den ayrılır ve T3,T4 bazal membran yoluyla dolaşıma katılır. Tiroglobulinden ayrılan iyodotirozinler deiyoidine olarak hormon yapımı için tekrar döngüye girerler. Dolaşımdaki tiroit hormonları tiroksin bağlayan globulin (TBG), tiroksin bağlayan prealbumin(TBPB veya TTR) ve albumine bağlanarak taşınır. TBG dolaşımdaki tiroit hormonlarının yaklaşık %75’ini taşır. Az miktarda T4 ve T3 hormonları serbest halde dolaşır. Proteine bağlı hormonlar gerektiğinde serbest hale geçer ve dokuların hormon gereksinimi karşılanır. Metabolik aktiviteden serbest T3 sorumludur. Periferdeki T3’ün çoğu T4’den deiyoidinizasyon yoluyla oluşur. T4’ün dış halkasındaki iyodin atomu tip I deiyodinaz (tip I-D), iç halkasındaki iyodin atomu tip III deiyodinaz (tip III-D) tarafından çıkarılarak,T3 ve rT3’e dönüşüm sağlanır. Tip I-D enzimi en çok plazma ve karaciğerde , Tip II deiyodinaz enzimi (Tip II-D) ise hipofiz, beyin ve kahverengi yağ dokusunda, tip II-D enzimi beyin, karaciğer, plasenta ve deride yoğundur(15,16). T4→T3 dönüşümü tiroit dışı hastalıklarda ve bazı ilaçların etkisi ile inhibe olabilir. T4’ün yarı ömrü ortalama 7 gün, T3’ün ise 1-3 gündür(17). Tiroit hormonları periferde birçok metabolik olayda rol oynayarak büyüme ve gelişmeyi sağlar. Bunu başarabilmek için T3 önce hedef organ nükleusunda bulunan tiroit hormon reseptörlerine (TR) bağlanır. T3-TR kompleksi de ilgili genin düzenleyici bölgesindeki tiroit hormon reseptör yanıt elemanlarına (TRE) bağlanarak geni aktive eder. Tiroit hormonlarının miktarı TR reseptörlerinin ekspresyonunu belirler. Örneğin serum tiroit hormon düzeyi azalırken, TR sayısı artar. Tiroit hormonlarının etkileri, T3’ün düzenlenmesi sonucu ekspresse ettiği genlerin ürünleriyle ortaya çıkar. Örneğin karaciğerde defosforilaz kinaz ve lizozomal α oksidaz enzimlerini kodlayan gende ekspresyona neden olarak karaciğer glikojen depolarının mobilizasyonunu sağlar. Hipofizde ise TSH genlerini etkileyerek TSH’nın salınma miktarını belirler. Tiroit hormonlarının yapım ve salınması hipotalamus-hipofiz-tiroit eksenindeki etkileşimlerle belirlenir. Anterior hipofizden salınan TSH; α ve β polipeptid zincirlerine oligosakkarit moleküllerinin eklenmesiyle oluşan hormon olup, tiroit aktivitesinde primer rol oynar. TSH, tirosit membranındaki G proteinleri ile ilişkide olan TSH reseptörlerine bağlanarak, sinyal aktarım sistemlerini harekete geçirir. G proteini tarafından aktive olan adenilat siklaz , cAMP yapımını arttırır. cAMP ise, protein kinaz A(PKA) sistemini harekete geçirerek ilgili gende 26 Şekil 10:Tiroit hormon sentezindeki aşamalar MİT:Monoiyodotirozin DİT:Diiyodotirozin H2O2:Hidrojen peroksidaz TPO:Tiroit peroksidaz Tg:Tiroglobulin 27 transkripsiyonu başlatır. TSH reseptörünün 1., 2. ve 3. intrasitoplazmik lupları cAMP yapımından sorumlu kısımlardır. TSH reseptörlerindeki mutasyonlar bazı tiroit hastalıklarının ortaya çıkmasına neden olabilir(18-21). TSH’ın yapım ve salınması; hem hipotalamustan salgılanan TRH’nın, hem de periferde dolaşan tiroit hormonlarının etkisi altındadır. TRH, tirotroplardaki TRH reseptörlerini aktive ederek TSH yapımını başarırken, kendi salınması da tiroit hormonlarının negatif feed back kontrolündedir. Tirotroplardaki T3 (%50’si sirkülasyondan, %50’si lokal T4→T3 dönüşümden) TSH yapımını direkt olarak inhibe ederken, tirotoplardaki TRH reseptör sayısını azaltarak bu inhibisyona katkıda bulunur. Ayırıcı T3, tirotrop membranında bulunan ve TRH’yı parçalayan piroglutamil-aminopeptidaz aktivitesini de arttırarak TRH’nın TSH üzerindeki uyarıcı etkisini önler(22-24). Hipotalamus-hipofiz-tiroit ekseni dışındaki değişkenler de tiroit hormonlarının düzenlenmesini etkiler. Gebelikde ve mol hidatiformda olduğu gibi hCG tiroit hormon yapımını uyarabilir. Glikokortikoitler TSH’yı baskılayarak tiroit hormon yapımını azaltabilir. Katekolaminler tiroit hormonlarının salınması üzerine direk uyarıcı etkiye sahiptirler. Ayrıca tiroitte adrenerjik innervasyon olduğundan sempatik aktivite ile hormon yapımı arttırılmaktadır. Yine tiroit hormonları, dokuların katekolaminlere olan yanıtını arttırır. Tiroit hormon düzenlenmesinde rol oynayan diğer faktörler tiroit dışı hastalıklar, açlık, çevre ısı değişimleri, yaş, yükseklik, egsersiz, farmakolojik ajanlar’dır (perklorat, perteknetat, tiyosiyanat, tiyonamid, anti-aritmik ilaç-amiodaron, antiepileptik ve antitüberkülöz ilaçrifampicin). Tiroit dışı hastalıklardan bazılarında, tiroit hormon yapımı azalmasına rağmen, TSH yükselmesi gözlenmez. Buna ötiroit hasta sendromu denir. Yine birçok patolojik durumda ortaya çıkan sitokinler, tiroit fonksiyonlarında kısmi inhibisyona (düşük T3 sendromu) neden olabilir (25-27). Ayrıca tiroitte otoregülasyon mekanizması da vardır. Buna göre iyot azlığında; foliküller hücrelerin iyot tutulumunda artma, fazlalığında ise azalma olur. Yüksek miktarda iyot fazlalığı, önce iyot organifikasyonunda düşüşe, daha sonra yüksekliğe neden olur. İlkine Wolff-Chaikoff etki, ikincisine Wolf-Chaikoff etkiden kaçış ya da tiroidin adaptasyonu denir. Ancak yapılan çalışmalarda otoregülasyondan TSH’ nın da sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. 28 3-TİROİDİN NEOPLAZİK HASTALIKLARI A-BENİGN TİROİT TÜMÖRLERİ B-MALİGN TİROİT TÜMÖRLERİ a -TİROİT KANSERLERİNE GENEL BAKIŞ b-TİROİT PAPİLLER CA c-TİROİT FOLLİKÜLER CA d-TİROİT HURTLE HÜCRELİ CA e-TİROİT MEDÜLLER CA f-TİROİT ANAPLASTİK CA g-TİROİDİN ENDER TÜMÖRLERİ VE METASTAZLARI A-BENİGN TİROİT TÜMÖRLERİ GİRİŞ:Tiroidin benign tümörleri denilince çok az görülen teratomlar dışında, folliküler hücrelerden gelişen tiroit adenomları anlaşılır(28). Tiroit adenomu genellikle bir kapsül içeren benign neoplastik bir büyüme olarak tanımlanır. Nodül ve adenom terimleri birbirlerinin yerlerine kullanılırsa da doğru olarak kabul edilmeyebilir. Adenomda histopatolojik olarak saptanan spesifik yeni ve benign bir dokunun büyümesi söz konusu iken, nodülde; karsinom, normal bir bez lobulü veya herhangi bir fokal lezyon olabilir. Yapılan çalışmalara göre normal populasyonda %4 oranında palpapl tiroit nodülü saptanmaktadır. Bunların %50’sinde tek, % 50’sinde ise birden fazla nodül vardır(29). PATOLOJİ: Benign tümörler histopatolojik olarak folliküler, papiller adenomlar ve teratomlar şeklinde sınıflandırılırlar. Ancak papiller adenomlar ve teratomlar oldukça ender görülürler Tiroit adenomları multinodüler guatrlarda oluşan multipl adenomlardan etyopatolojik olarak farklı değerlendirilirler. Günümüzde gerçek adenomların folliküler hücre klonlarının aşırı üretimi sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. ADENOMLAR Folliküler Kolloid varyant Embriyonal Fetal Hurtle hücreli varyant Papiller Atipik TERATOMLAR Tablo 1:Benign tiroit tümörleri Folliküler adenomlar iyi sınırlı tek lezyonlar şeklinde olup, genellikle adenomu normal tiroit dokusundan ayıran bir kapsül vardır. Folliküler adenomlar yapı, hücresel özellik ve içerdikleri kolloid miktarına göre alt gruplara ayrılırlar. Bunlar fetal, kolloid, embriyonal, hurtle hücreli adenomlardır. Kolloid adenomlar histopatolojik olarak multinodüler guatrlarda oluşan multipl nodüllere benzerler. Mikroskpik olarak büyük miktarlarda kolloid içeren follikülerden oluşurlar. Bunlar bazı patologlar tarafından kolloid nodüller olarak adlandırılırlar. 29 Fetal adenomlar küçük follikülerden oluşurlar. Bu lezyonların kendine özgü hücreleri normal tiroit dokusundaki hücrelere benzer. Hurtle hücreli adenom elektron mikroskpik inceleme yapıldığında Hurtle hücreli lezyonların hücrelerinde belirgin eosinofili ve sitoplazmlarında bol mitokondri içerdiği görülür. Histopatolojik kriterler kullanarak bu lezyonların malignite potansiyelini ortaya koymak zor olduğundan bazı patologlar Hurtle hücreli tümör (neoplazm) deyimini kullanmayı yeğlerler. Papiller adenomların tanısında çok dikkat etmek gerekmektedir.Hatta bazı patologlar tüm papiller lezyonları malign olarak kabul ederler. Teratomlar oldukça nadir görülür. Teratomların çoğu benign olsada malign teratomlar görülebilir. Adenomlar genellikle çok yavaş büyürler. Yıllarca asemptomatik olarak saptanmadan kalırlar. Genellikle hasta yada hekim tarafından rastlantısal olarak saptanırlar. Ender olarak lokal bası semptomlarına ve ağrıya neden olurlar. Adenomlarda kanama, nekroz, kalsifikasyon yada kistik dejenerasyon görülebilir. Adenom içine kanama sonucunda klinik olarak ağrı, gerginlik ve adenom boyutunda büyüme ortaya çıkar. Adenomların yaklaşık %70’i radyoaktif iyodu tutmaz ve sintigrafide soğuk nodül olarak adlandırılırlar. %20’si ise adenomun dışında kalan normal tiroit dokusu ile eşit oranda radyoaktif iyot tutar ve bunlarda sintigrafide ılık nodül olarak adlandırılırlar. Adenomların %5-10’u ise hiperfonksiyonel olup tirotoksikoz oluşturabilirler. Tirotoksikozis, özellikle büyüklüğü 3 cm’nin üzerinde olan adenomlarda ortaya çıkar. Adenomlarda bazen malign dejenerasyon göstergesi olan mikroinvazyon gelişebilir. Kolloid adenomlar mikroinvazyon potansiyeli taşımazlar. Sellüler adenomlar(fetal, hurtle hücreli, embriyonel tip) mikroinvazyon potansiyeli gösterirler. Mikrofolliküler ve Hurtle hücreli tümörlerin yaklaşık %5’inde vasküler ve kapsüler invazyon mevcuttur. Bu özellik malignite tanısının konmasına neden olur. Bu lezyonların benign yada malign ayırımını yapacak tek yöntem, birden fazla doku kesitinde çalışılarak kapsüler veya vasküler invazyonun olup olmadığının ortaya konulmasıdır(30). Tiroit adenomlarının değerlendirilmesinde en önemi faktör, adenomların malign tiroit lezyonlarından ayırt edilmesidir. Aspirasyon sitolojisi veya diğer biyopsi yöntemleri ile adenom tanısı konulduktan sonra hasta genellikle yakın izleme alınır. Geçmişte bu tür hastalara tiroit hormon süpresyon tedavisi uygulanırdı. Günümüzde ise bu tedavi tartışmalıdır. Günümüzde süpresyon tedavisinin nodülün büyüklüğünde herhangi bir değişmeye yol açmadığı birçok çalışmada gösterilmiştir(31). Devamlı ilerleyici büyüme gösteren, bası bulguları gelişen ve tirotoksikozise yol açmış adenomlarda cerrahi tedavi düşünülmelidir. Cerrahi tedavi kararı verilen olgularda lezyon tarafına total lobektomi yapılması en uygun cerrahi girişimdir. 30 B-MALİGN TİROİT TÜMÖRLERİ a-TİROİT KANSELERİNE GENEL BAKIŞ Tiroit kanserleri, over kanserlerinden sonra en sık görülen endokrin sistem kanseridir. ABD’de 1996 yılında yaklaşık 15.600 yeni kanser olgusu saptanmış olup 1.200 hasta tiroit kanserinden ölmüştür(32). Amerikan erişkin popülasyonun %4-7’sinde klinik olarak belirgin tiroit nodülü vardır(33). Ancak bu nodüllerin çoğu benigndir ve bu nodüllerde malignite gelişme oranı yaklaşık %5’dir(34). Tiroit kanserleri, papiller, folliküler, medüller ve anaplastik kanserler şeklinde görülürler. Okült papiller kanserler sıklıkla benign davranışlıdır. Ancak anaplastik kanserler çok agresifitir ve hastaların çoğu 6 ay içinde ölür. Tiroit kanserleri iki ana epitelyal hücreden kaynaklanır. Papiller, folliküler ve Hürtle hücreli kanserler primitif ön barsaktan kaynaklı hücrelerden gelişirler. Bu hücreler tiroksin ve triiyodotironin yapımından sorumludur. Medüller tiroit kanseri (MTC) nöral krestten kaynaklanan C hücrelerinden gelişir. Folliküler hücre kaynaklı tiroit kanserleri differansiye (DTC) ve anaplastik tiroit kanseri (ATC) gibi iki ana grubu içerir. Mikst papiller-folliküler karsinom ve papiller karsinomun folliküler varyantı papiller karsinom sınıfına girer.Çünkü davranışları aynıdır. İnce iğne aspirasyonu ile yapılan sitolojik inceleme papiller, medüller, anaplastik karsinomlar ve tiroit lenfomalarının tanısı için iyi bir yöntemdir. Ancak folliküler karsinomu ile adenomu ,Hurtle hücreli karsinomu ile adenomu ayıramaz. Yine ailevi tiroit kanserleri ve boyuna terapötik düşük doz radyasyon öyküsü olan tiroit nodüllü hastalarda yüksek yanlış negatif sonuç alınabilir. Çünkü bu olgularda multifokal benign ve malign tiroit neoplazm insidansı yüksektir ve rekürrens oranı fazladır(35,36). Tiroit kanserlerine uygulanacak tedaviler halen tartışmalıdır. Lobektomi ve istmektomi, subtotal tiroidektomi, total veya totale yakın tiroidektomi gibi cerrahi yöntemleri karşılaştıran randomize, kontrollü ve prospektif bir çalışma henüz yoktur. TSH’yı süpresse edici tedavi ve radyoaktif iyot tedavisinin etkinliği hakkında ilerleyen anlayışımız, bu tedavilerin cerrahi tedaviye adjuvan faydalı yöntemler olduğunu göstermektedir 31 EPİTELYAL TÜMÖRLER BENİGN Folliküler adenom Diğerleri MALİGN Folliküler karsinom Papiller karsinom Skuamöz hücreli karsinom İndifferansiye (anaplastik) karsinom İg hücreli Dev hücreli Küçük hücreli Medüller karsinom NON-EPİTELYAL TÜMÖRLER BENİGN MALİGN Fibrosarkom Diğerleri ENDER GÖRÜLENLER Karsinosarkom Malign hemangioma Malign Lenfoma Teratomlar SEKONDER TÜMÖRLER SINIFLANDIRIAMAYANLAR TÜMÖR BENZERİ LEZYONLAR Tablo 2:Tiroit tümörlerinin WHO tarafından belirlenen sınıflandırılması b-PAPİLLER TİROİT KANSERİ GİRİŞ: Tiroit folliküler hücrelerinden köken alan, iyot tutma yeteneğini koruyan, TSH ile uyarılabilen, tiroit hormonu ve tiroglobulin sentezleyen karsinomlar, diferansiye kanserlerdir. Diferansiye kanserler tüm tiroit kanserlerinin %80-90’ını oluşturur ve alt grupları ile birlikte papiller ve folliküler kanserlerden oluşur. Bazı yazarlar, biyolojik davranışlarının aynı olduğunu öne sürerek papiller ve folliküler kanser ayırımının gereksiz olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak ortaya çıkma yaşları , epidemiyolojik faktörleri ve doğal seyirlerinde farklılıklar olduğu için bu kanserleri ayrı incelemek daha uygun olacaktır. Papiller tiroit kanserleri, tiroitin en sık rastlanan, en genç hastalarda görülen ve prognozu en iyi olan tümörlerdir. İNSİDANS,EPİDOMİYOLOJİ ve PATOGENEZ: Tiroit kanseri insidansı ile ilgili klasik bilgi her yıl 100.000 kişide 4 yeni klinik tiroit kanserinin ortaya çıktığı biçimindedir. Ancak okült kanserler değerlendirmeye alınırsa bu oran dahada yükselmektedir( 37,38). Diğer yandan dünyanın bir çok bölgesinde tiroit kanseri prevelansının giderek arttığı bildirilmektedir(39). Tiroit kanseri insidansında çok önemli coğrafi farklılıklar vardır. Bu durum hem çevresel, hem de genetik faktörlerden kaynaklanmaktadır(40). Tiroit kanseri etyolojisinde rolü olabileceği bildirilmiş olan faktörler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. 32 *Radyasyon *Diyette iyot yetersizliği *Coğrafi bölge *Guatrojenler *Daha önce var olan tiroit hastalıkları *Daha önce geçirilen tiroit ameliyatları *İlaçlar *Yaş *Cinsiyet *Irk *Aile öyküsü *Obesite *Multiparite *Alkolizm *Meme kanseri *Gardner Sendromu, Cowden hastalığı *Paratiroit adenomu…. Tablo 3:Papiller tiroit kanseri etyolojisinde rolü olduğu öne sürülen faktörler Eksternal radyasyonun papiller tiroit kanseri etyolojisinde önemli rolü olduğu ve radyasyon dozu ile kanser riskinin arttığı bilinmektedir. Tiroitleri radyasyonla karşılaşmış insanların% 10’unda tiroit kanseri gelişmektedir ve bunların tamamına yakını tiroit papiller kanseridir. Bu kanserler radyasyonla karşılaşmayı izleyen beşinci yıldan itibaren ve en çok 1025 yıl sonra görülmektedir(41). Radyasyona bağlı tiroit kanserlerinin hemen tümü diferansiye ve çok büyük bölümü papiller kanserdir. Radyoaktif iyot ise tiroit kanseri riskini artırmamaktadır . Tiroit fonksiyonlarının yetersiz kaldığı durumlarda , sürekli ve şiddetli TSH uyarısı sonucunda tiroitte düzensiz büyüme ortaya çıkmaktadır. İyot eksikliği, tiroidin hormon üretme yeteneğinde yetersizlik, diyetle veya ilaç olarak alınan guatrojenler TSH artışına neden olarak tiroit kanseri riskini artırmaktadır. Deneysel çalışmalarda uzun süre iyottan yoksun diyetle beslenen hayvanlarda başlangıçta folliküler hiperplazi, daha sonra sırasıyla nodül ve adenom gelişme oranının arttığı bulunmuştur(42). Papiller kanserin tüm tiroit kanserleri içindeki oranının, endemik guatr bölgelerinde daha düşük olduğu, diyete iyot eklendiğinde tiroit kanserlerinin toplam sayısı azalırken, papiller kanserlerin oranının arttığı bildirilmiştir. Tiroit kanserinin çeşitli benign tiroit hastalıklarına eşlik ettiği bildirilmiştir. Fokal veya diffuz tiroiditler, özellikle de Hashimoto tiroiditi ile tiroit kanserinin ilşkisi konusunda sonuçları birbiriyle çelişkili olan çok sayıda seri yayınlanmıştır. Graves hastalığında bulunan , tiroit uyarıcı antikorların, karsinogenezde TSH benzeri etkilerinin olabileceği düşünülmektedir. Genel olarak Graves hastalığında tiroit kanseri sıklığında belirgin bir artış saptanmamıştır. Ender olarak ailevi olan tiroit papiller kanserlerinin Ret onkogen aktivasyonu ile ilişkisi vardır. Gardner sendromu, Cowden hastalığı ve ataksi telenjiektazi ile birlikte görülebildiği bildirilmiştir. PATOLOJİ:Karakteristik sitolojik özelliklere sahip hücrelerin papiller yapılar oluşturduğu tüm tümörler papiller kanser olarak tanımlanır. Bazı olgularda tümör hücreleri az sayıda papiller yapılar, daha çok sayıda belirgin folliküler oluşturabilir. Önceleri bu olgular ‘mikst papillerfolliküler’ olarak adlandırılırken, bugün papiller kanserin bir alt grubu olarak tanımlanmaktadır. Bu tümörlerin biyolojik davranışları diğer papiller tiroit kanser tiplerinden farklı değildir. Papiller tiroit kanserleri makroskopik görünümlerine göre okült, intratiroidal ve ekstratiroidal olarak ayrılır. 33 Okült papiller kanserler, küçük papiller kanser ve papiller mikrokanser olarak da adlandırılmaktadır. Klinik tanım olarak başka nedenle yapılan tiroidektomi sonrasında rastlantısal olarak bulunan veya metastazları ile ortaya çıkan kanserler için kullanılan bu terim, patologlar tarafından daha çok küçük tümörleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Bazı patologları çapı 1 cm’den küçük olan tümörleri bu grupta incelerken, bazıları 0.1-1.5 cm arasındaki tümörleri okült kanser kabul ederler(43,44). 1 cm’den küçük tümörler için minimal tiroit kanseri tanımı da kullanılmaktadır. Ancak WHO tarfından yapılan tiroit tümörleri sınıflamasında ‘okült’ yerine ‘mikropapiller’ kanser terimi önerilmiş ve bunun 1cm’den küçük tümörleri ifade ettiği bildirilmiştir. Okült papiller kanser, tiroit dışı patolojiler nedeniyle ölen insanların otopsilerinde coğrafi bölgeye, yaşa ve radyasyonla karşılaşma öyküsüne göre değişerek %9-28 oranında saptanmaktadır. Papiller tiorit kanserlerinin %70’ini oluşturan ve klinik önemi olan intratiroidal kanserlerin çapı çoğunlukla 1.5 cm veya daha fazladır. Beyaz renkli ve sert kıvamlı olan lezyonlar kapsül içermedikleri zaman, sınırları normal tiroit dokusundan zor ayrılır. Kalsifiye olabilir ve belirgin kistik değişiklikler gösterebilirler. Hemoraji alanları ve kolesterol yarıkları olabilirse de, iğne aspirasyon biyopsi travması olmadıkça nekroz içermezler. Papiller kanserlerin yaklaşık %10’unu oluşturan ve tüm olarak enkapsüle olduğu için makroskopik görünümleri adenoma benzeyen olgular da bu grupla beraber değerlendirilebilir. Ekstratiroidal papiller kanserler, çoğunlukla 5 cm üzerinde çapı olan ve tiroit kapsülünü geçerek servikal yumuşak dokulara enfiltre olmuş tümörlerdir. Papiller kanserler mikroskopik olarak soluk buzlu cam görünümlü, büyük veziküler, düzensiz nukleuslar ile karakteristiktir. Yalancı inklüzyonlar ve sitoplazmik invajinasyonlar nukleusta girintilere neden olur. Belirgin iç içe tabakalar biçiminde kalsifikasyonlar ’psammoma cisimleri’ olarak adlandırılır. Bunlar papiller kanserlerin yaklaşık %40’ında vardır ve varlıkları lenfatik invazyonla ilişkili olabilir. Papiller kanserlerin sitolojik özelliklere göre tanımlanmış ve prognozları arasında farklılıklar olduğu bildirilen alt grupları vardır. Uzun hücreli tip tüm papiller kanserlerin %10’unu oluşturur. Genellikle ileri yaşta görülen, büyük ve tiroit kapsülünün dışına yayılmış tümörlerdir. Papiller kanserler arasında mitotik aktivite, nekroz ve vasküler invazyonun en fazla görüldüğü gruptur. Olguların çoğunda tümör dışındaki tiroit alanlarında tiroidit vardır. Prognozu diğer papiller kanserlerden daha kötü olan uzun hücreli tümörlerin, DNA ploidi farklılığı saptanmamıştır. Kolumnar hücreli tip çok ender görülür. Hastaların çoğu erkek ve 5 yıllık mortalite %90’dır. Diffuz sklerozan tip genellikle çocuk ve genç erişkinlerde görülür. Tiroidi yaygın olarak tutan belirgin bir lenfositik enfiltrasyonun eşlik ettiği psammoma cisimlerinden zengin tümörlerdir. Sıklıkla bölgesel lenf düğümü metastazı yapan tümörlerdir ve prognozlarının iyi olmadığı bildirilmektedir. Enkapsüle tip, papiller kanserlerin yaklaşık %10’unu oluşturur. Prognozu diğer papiller kanserlerden daha iyidir. Papiller kanserin diğer alt tipleri; solit tip, saydam hücreli tip, oksifilik tip, yağlı stromalı ve fasiit benzeri stromalı tipler ve kribriform tip olarak tanımlanmıştır. Papiller tiroit kanserinin folliküler varyantı, folliküler neoplazmlarla karışabilir. Bu grubun, prognozu oldukça kötü olan alt tipi ‘difuz folliküler varyant’dır. Özellikle yaşlı hastalarda görülebilen iğ hücreli ve dev hücreli metaplazinin papiller kanserle anaplastik kanser arasındaki geçiş tipleri olduğu kabul edilmektedir. Bu olguların genel olarak prognozu kötüdür. Tedaviden sonra lokal rekürrens fazla olup, hastalıksız yaşama süresi oldukça kısadır. Papiller kanserler içinde skuamöz metaplaziye de rastlanabilir. Stromada, bazen nodüler fasiit ile karıştırılabilecek yoğun fibroz doku alanları olabilir. Tümör içinde yağ hücreleri, miksomatöz alanlar, elastik fibril kümeleri ve lenfoid enfiltrasyon görülebilir. Papiller tioit kanserleri çok sayıda hücre klonunun malign transformasyon gösterdiği ‘multrisentrik’ kanserlerdir. Klinik veya histopatolojik olarak saptanan multifokal tümörler tiroit 34 içi lenfatik yayılıma bağlıdır. Russel ve ark. 80 tiroit papiller kanserli olguda tiroidin bütününü histopatolojik olarak inceledikleri araştırmada birden fazla odakta tümör bulunma oranının % 87.5 olduğunu bulmuşlardır(45). Bunu izleyen yıllarda bu nitelikte bir çalışma yayınlanmamış, rutin histopatolojik incelemelerde ise papiller kanserde %20 ile %50 arasında değişen multifokal olma oranları bildirilmiştir. KLİNİK: Tiroit kanserli olguların büyük bir bölümünde tiroitte tek, ağrısız nodül vardır. Ancak %20 olguda birden çok nodül saptanır. Papiller kanserli olguların küçük bir bölümü servikal lenfadenopati ile karşımıza çıkar, ancak genellikle klinik inceleme ve görüntüleme yöntemleri ile tiroitte nodül saptanır. Çok az olgunun ilk belirtisi uzak metastazdır. Papiller kanserde uzak metastazların çoğu akciğere olmakta(%5) ve genellikle geç dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Tiroidit belirtileriyle başvuran hastalar arasında tiroit kanseri alan olgularda tanımlanmıştır. Tanı sırasında primer papiller kanserlerin büyüklüğü klinik okült tümörlerden, trakea ve özefagusta belirgin itilme yapan dev boyun kitlelerine kadar değişebilir. Çoğunlukla 1-4 cm çaplı bir intratiroidal tümör saptanır ve tiroit dışı yayılma yoktur. Tanı sırasında % 5 olguda ses kısıklığı olduğu bildirilmektedir(46). Ancak tiroit kanserleri birçok başka kanser gibi giderek daha erken yakalanmaktadır ve tiroit dışı yayılma günümüzde daha az görülmektedir. Çocuklarda papiller tiroit kanseri tanısı konduğunda %90 servikal lenf düğümü, %20 akciğer metastazı bulunmaktadır(47). EVRELEME: Papiller tiroit kanserlerinde riskin belirlenmesini amaçlayan ilk prognostik sistem ‘AMES’ sınıflaması olup Lahey Klinikte Cady ve ark. tarafından geliştirilmiştir(AMES=Age, Metastasiz, Extension, Size). AMES’i, ‘Mayo Klinik’ tarafından 1987’de geliştirilen AGES izlemiştir(AGES=Age, Grade, Extension,Size).AMES’den farklı olarak bu sınıflamada metastaz yerine histolojik grade dahil edilmiştir. Daha sonra AGES’i Paseika ve ark. tek başlarına anlamlı bir risk faktörü olduğun gösterdikleri nükleer DNA içeriğinin bu sisteme eklenmesi ile ‘DAMES’ biçiminde uygulanması önermişlerdir(48). Mayo Klinikj tarafından önerilen papiller kanserler üzerine prognostik sitemde ise grade ve DNA ploidisi dışarıda bırakılmıştır(MACİS).Bunun dışında De-groot-Kaplan sınıflaması ve TNM sınıflaması da kullanılmaktadır. TNM sınıflaması aşağıda yapılan tabloda özetlenmiştir. Tüm evrelendirmelerde 10 yıllık sağkalım oranları Evre I için %95,Evre II için %50-95, Evre III için %15-50 ve Evre IV için %15’dir. 35 PRİMER TÜMÖR(T) Tx Primer tümör değerlendirilemiyor T0 Primer tümör bulgusu yok T1 Tümör tiroit içinde ve çapı 1 cm’den küçük T2 Tümör tiroit içinde ve çapı 1-4 cm T3 Tümör tiroit içinde ve çapı 4cm’den büyük T4 Tümör tiroit kapsülü dışına invaze LENF NODU(N) Nx Bölgesel lenf düğümleri değerlendirilemiyor N0 Bölgesel lenf düğümlerine metastaz yok N1 Bölgesel lenf düğümlerine metastaz var N1a Aynı taraf servikal lenf düğümlerine metastaz var N1b Mediastinal, bilateral veya karşı servikalde metastaz UZAK METASTAZ(M) Mx Uzak metastaz değerlendirilemiyor M0 Uzak metastaz yok M1 Uzak metastaz var EVRELEME Papiller ve folliküler kanserler için 45 yaş altında Evre I herhangi bir T ve N,M0 Evre II herhangi bir T ve N,M1 45 yaş üzerinde Evre I T1,N0,M0 Evre II T2,N0,M0 T3,N0,M0 Evre III T4,N0,M0 T,N1,M0 Evre IV T,N,M1 Medüller kanser için Evre I Evre II Evre III Evre IV T1,N0,M0 T2,N0,M0 T3,N0,M0 T4,N0,M0 T,N1,M0 T,N,M1 İndiferansiye tiroit kanseri için Tüm olgular Evre IV Tablo 4:AJCC(American Joint Comittee on Cancer) Evrelemesi(Tüm tiroit kanserler için) 36 TEDAVİ: Papiller tiroit kanseri tedavisinin temel taşı cerrahi rezeksiyon ve ideal ameliyat total tiroidektomidir. Ancak total tiroidektomi morbitesinin yüksek ve papiller kanserin prognozunun çok iyi olduğunu ileri sürerek daha sınırlı rezeksiyonların yapılabileceğini öne sürenler de olmuştur. Bu konuda konsensus kabul edilebilecek en sınırlı ameliyatın tümör tarafına total lobektomi ve istmusektomi (istmektomi) olduğudur(47). Papiller tiroit kanseri tedavisinde total tiroidektomi yapılmasının yararları vardır. Patoloji başlığı altında ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi bu tümörler yüksek oranda multifokaldir. Tüm tiroit içi yayılma odaklarının kontrol edilebilmesi için total tiroidektomi yapılması gerekmektedir. Bunla birlikte radyoaktif iyotla tüm vücut taraması yapılabilmesi, bu yolla uzak metastazların saptanabilmesi için tirosit kitlesinin mümkün olabildiğince küçültülmesi gerekmektedir. Radyoaktif iyot tedavisinin olabildiğince düşük dozda gerçekleştirilebilmesi için iyot tutan tirosit kitlesinin az olması gerekmektedir. Aynı zamanda hasta izlenmesinde tiroglobulinin bir belirteç olarak değer kazanabilmesi için tüm tiroit dokusunun ablasyonu yapılmalıdır. Bu da total veya totale yakın tiroidektomi ve gerekiyorsa adjuvant radyoaktif iyot tedavisi ile gerçekleştirilebilir. Geride bırakılabilecek mikroskopik papiller kanser odaklarından indifferansiye kanser gelişme riski ortadan kalkar. Sayılan olumlu yanlarına karşın bazı cerrahlar klinik olarak tek taraflı olan papiller kanserlerde lobektomi ve istmektomiyi önermektedir. Bu girişimde karşı yandaki rekürren laringeal sinir ve paratiroitlerin zarar görme riski yoktur. Bu nedenle özellikle tiroit cerrahisinde deneyimli olmayan cerrahların bu yöntemi uygulamaları önerilmektedir. Ancak iyi prognostik gruptaki hastalarda bile tek yanlı lobektomiden sonra, 25 yıla varan izlemelrede rekürrensler görülebilmektedir. Bu olgularda yaklaşık % 7 oranında lokal rekürrens gelişmekte ve bunların yarısı da hastalık nedeniyle kaybedilmektedir. Total tiroidektomiye karşı olanlar bile bazı koşullarda bu ameliyatın mutlaka yapılması gerektiğini kabul ederler. Radyasyona bağlı tirot kanserlerinde multifokal olma oranının yüksekliği, çocuklarda ise buna ek olarak yüksek metastaz oranı nedeniyle total veya totale yakın tiroidektominin gerektiği genel olarak kabul edilmektedir. Çocuklardaki papiller kanserlerde rutin olarak bölgesel ya da modifiye radikal boyun disseksiyonu önerilmektedir. Papiller kanserler için önemli kötü bir prognostik faktör olan tiroit kapsülüne invazyon varlığında da adjuvant radyoaktif iyot tedavisinin uygulanabilmesi için total tiroidektomi gereklidir(47). Papiller kanserin cerrahi tedavisi konusunda tartışmaların sürmesinin nedeni, çok yavaş seyirli olan bu tümörde farklı tedavi gruplarının karşılaştırıldığı prospektif çalışmaların yapılamamasıdır. Ancak uzun süreli izleme sonuçlarının bildirildiği tüm retrospektif araştırmalarda total tiroidektomi yapılan olgularda rekürrens ve mortalite oranları daha düşük bulunmuştur(47). Tiroit kanserlerinde total tiroidektomi yapılmasının birçok yararı mevcuttur .Bunlar; *Çernobil kazasından sonra tespit edilen tiroit kanserlerinin çoğu başta tiroit papiller kanserler olmak üzere multifokaldir. Bu nedenle tüm tiroit içi yayılma odaklarının kontrol edilebilmesi için total tiroidektomi yapılması gerekmektedir. *Radyoaktif iyotla tüm vücut taraması yapılabilmesi, bu yolla uzak metastazların saptanabilmesi için tirosit kitlesinin olabildiğince küçültülmesi gerekmektedir. *Radyoaktif iyot tedavisinin olabildiğince düşük dozla gerçekleştirilebilmesi için iyot tutan tirosit kitlesinin az olması gerekmektedir. *Hasta izlenmesinde tiroglobulinin bir belirteç olarak değer kazanabilmesi için tüm tiroit dokusunun ablasyonu yapılmalıdır. Bu da total ya da totale yakın tiroidektomi ve gerekiyorsa adjuvant radyoaktif iyot tedavisi ile gerçekleştirilebilir. *Geride bırakılacak mikroskopik papiller kanser odaklarından İndifferansiye kanser gelişme riski ortadan kalkar. 37 Sonuç olarak, papiller tiroit kanserinin cerrahi tedavisinde total tiroidektominin ideal ameliyat olduğu söylenebilir. Ancak bugün için tartışmaya değer olan konu boyun disseksiyonu endikasyonları ve yapılacak diseksiyonun genişliğidir. Diferansiye tiroit kanserlerinin servikal lenf düğümlerine yaptıkları metastazlarının prognostik önemi tartışmalı olduğu gibi, bunların diseksiyonunun gerekliliği konusunda da tartışmalar sürmektedir. Tüm papiller tiroit kanserlerine lenf diseksiyonu yapılması önerilmiş, ancak kabul görmemiştir. Ancak papiller ve medüller tiroit kanserlerinde tümörün bulunduğu taraftaki santral lenfatik grubun (prelarengeal, pretiroidal, pretrakeal, paratrakeal) metastaz yokken bile çıkarılması önerilmektedir. Çünkü bu bölgeler de daha sonra metastaz çıkması, reoperasyonun daha zor olmasına ve komplikasyonların daha çok çıkmasına neden olur. Lateral servikal diseksiyon, ya da 2-5. düzey boyun diseksiyonu ise yalnızca bu alan metastaz saptanırsa yapılmalıdır. Tiroit kanserlerinde bu alanın diseksiyonu radikal değil, internal juguler ven, spinal aksesuar sinir ve sternokleidomastoid kasın korunduğu modifiye radikal diseksiyon biçiminde yapılmalıdır. Diğer taraftan bazı cerrahlar, papiller kanserlerin metastazlarının lenf düğümü kapsülünü çoğu zaman aşmadığı için en-blok diseksiyon yerine, yalnızca metastatik olduğu düşünülen lenf düğümlerin çıkarılması yeterli bulmaktadır. Ancak bu görüş fazla taraflar toplayamamıştır. Papiller kanserin cerrahi tedavisinde tamamlayıcı tiroidektominin yeri ayrıca tartışmalıdır. Daha önce lobektomiden daha kısıtlı bir girişim yapılmış olan tiroit lobuna ikinci kez yapılan eksplorasyonda , en deneyimli ellerde bile komplikasyon oranları belirgin biçimde artmaktadır. Bu nedele özellikle bilateral girişim yapılmış olgularda tamamlayıcı tiroidektomi, ilk ameliyat olarak yapılan total tiroidektomiden daha riskli bir girişimdir. İnce iğne aspirasyon biopsinin tanıda yaygın olarak kullanılması ile günümüzde kanser tanısı çoğunlukla ameliyat öncesinde konmaktadır. Ancak, sitolojik tanı olmadan yapılan ‘frozen section’ incelemeden yanlış tanı alınan veya ancak histopatolojik incelemede saptanan papiller kanserlerde, bu sorunla karşılaşılmaktadır. Yeterli girişim yapılmadan sonlandırılan tiroidektomilerden sonra malignite saptandığında, hangi olgularda tiroidektomi yapılmalıdır? Çapı bir santimetrenin üzerinde olan ve kötü prognoz grubunda olduğu için radyoaktif iyot tedavisi planlanan hastalarda tamamlayıcı tiroidektomi yapılmalıdır. Bu şekilde radyoaktif iyot hem daha az dozda, hem de daha etkin bir biçimde uygulanabilir. Radyoaktif iyot, diferansiye tiroit kanserinde hem metastazların saptanması, hem de tedavi için kullanılmaktadır. Papiller tiroit kanseri hücreleri yeterli TSH uyarısı altında I-131 tutar. Ancak papiller tiroit kanser tedavisinde radyoaktif iyot rutin bir yöntem olmamalıdır. İdeal olan bu tedavinin yalnızca cerrahi olarak tedavi edilemiyen metastazlarda uygulanmasıdır. Ancak uzun süreli izleme sonucu bildirilen serilerde, adjuvant radyoaktif iyot tedavisinin uygulandığı olgularda, sağkalım oranı yüksek ve lokal rekkürens oranı az bulunmuştur. Tiroidin bilinen en önemli büyüme uyaranı hipofiz tarafından salınan TSH’dır. Dışarıdan tiroit hormonu verilerek TSH’nın baskılandığı diferansiye tiroit kanseri olgularında rekkürens oranları daha düşük olmaktadır. TSH baskılanması oral levotiroksin (T4) verilerek yapılır. Amaç hastayı klinik ve laboratuvar olarak hipertiroidizme sokmayacak en yüksek levotiroksin dozun vererek TSH’yı olabildiğince baskılamaktadır. Bunun için genellikle 0.2-0.3 mg levotiroksin gereklidir. Diferansiye tiroit kanserlerinde genel olarak sağkalım oranları yüksektir. Geniş serilerde papiller kanserler için bildirilen 10 yıllık sağkalım oranları %85-90’dır. Evreleme başlığı altında anlatılan prognostik faktörler değerlendirildiğinde , iyi risk grubunda bu oran %95’tir. Papiller kanserde tedavinin sağkalıma etkisi özellikle kötü risk grubunda ve ancak 10 yılı aşan izlem sürelerinde belirgin hale gelmektedir. Papiller kanserlerde tedavi sonrasında lokal rekkürens ve uzak metastazların ortalama görülme zamanı 69 aydır(48). Tedavi uygulamaları arasında geniş cerrahi rezeksiyon, radyoaktif iyot tedavisi ve TSH baskılanmasının sağkalımı olumlu etkilediği kesindir. Lenfatik diseksiyonların gerek lokal kontrole, gerekse sağkalıma katkısı ise tartışmalıdır. 38 c-FOLLİKÜLER TİROİT KANSERİ GİRİŞ :Folliküler tiroit karsinomu(FTC), diferansiye tiroit kanserlerinden biri olup follikül epitelinden köken alır. Tüm tiroit kanserleri arasında papiller tiroit karsinomundan(TPC) sonra ikinci sıklıkta ve 5-15 gibi bir oranda görülür(49,50). İyot açlığı ülkemizde yaygındır ve FTC iyot açlığı olan bölgelerde daha sıktır. Buna karşın, papiller tiroit karsinomu bizi serimizde %78.5 gibi yüksek bir oranı oluşturmuştur. FTC, daha çok kadınlarda, 50 yaşından sonra görülür. Hastaların çoğu bir tiroit nodülü ile hekime gelirler. Gerek cerrahlar gerekse endokrinologlar, tiroit hastalıklarında ince iğne aspirasyon biyopsini (İİAB) sıklıkla kullanmaktadırlar. İİAB’nin sitolog tarafından folliküler neoplazi veya folliküler adenom olarak bildirilmesi bazı tartışmaları beraberinde getirmektedir. Bugünkü bilgilere göre sadece sitolojik kriterlere dayanarak folliküler adenom, atipik adenom ve FTC ayırımı yapmak mümkün değildir. FTC tanısını koyduran kriterler histopatolojiktir. Bu nedenle İİAB ile folliküler adenom gibi tanılar konduğunda cerrahi tedavi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Nodülün histopatolojik incelemesinde kapsül ve damar duvar invazyonu yok ise lezyon, folliküler adenom olarak kabul edilir. Mitoz , belirgin sellüler proliferasyon gibi özellikler FTC tanısı için yeterli değildir. İİAB’de, folliküler adenom tanısı açısından yalancı pozitiflik oranı yüksektir. Yani patolog gönderilen numuneye folliküler adenom dediği halde histopatolojik inceleme, olgunun nodüler koloidal guatr olduğunu göstermiştir. Buna karşın yalancı negatifliliğin olmaması sevindiricidir. Bugünkü bilgilere göre İİAB’in folliküler neoplazmdaki duyarlılığı düşüktür. Çünkü FTC’yi gözden kaçırmak mümkündür. PATOLOJİ: Genellikle tek, unisentrik tümörlerdir. Çapları 2-5 cm arasında değişmekle beraber 1 cm’den küçük tümörler tüm FTC’lerin %25’ini oluşturur. Tümörün etrafında fibröz bir kapsül bulunmaktadır. Bu haliyle folliküler adenomdan ayrılması olanaksızdır. Bazen çıplak gözle tümör kapsülünün ve hatta tiroit kapsülünün tümör tarafından enfiltre olduğu görülür. Bazen de tümör kapsülüne ait çok fazla kesit, mikroskpik olarak inceledikten sonra lezyon FTC olduğuna karar verilir. Tümör rengi kirli sarıdan kırmızıya kadar değişir. Kesit yüzünün oldukça homojen, sıkı ve daha sert olması ile koloidal guatrdan ayrılır. Ancak makroskopi yanıltıcı olabilir, deneyimli cerrahlar bile kollolid nodülü adenom sanabilir. Genellikle PTC kadar beyazımsı ve sert olmadığı için PTC’dan ayrılması sorun yaratmaz. PTC, bilindiği gibi sık olarak multisentriktir. Oysa FTC genellikle unisentriktir. Mikroskobide, göreli olarak uniform kübik hücrelerin folliküler oluşturduğu gözlenir. Belirgin atipi, pleomorfizm nekroz ve mitoz gözlenebilir. Normal follikülere göre kolloid miktarı çok azdır. Eğer mikroskopik olarak az da olsa papiller yapılar, intranükleer inklüzyonlar-Orphan Annie nükleusu ve psammom cisimleri varsa bu tümör artık tiroit papiller kanserin folliküler varyantı olarak isimlendirilir. Çünkü klinik olarak hastalığın seyri tamamen papiller tiroit kanseri gibidir. FTC’nin kliniği ile ilşkisi yoktur. FTC, follikül yapılarının iyi korunduğu diferansiye bir görünüş sergileyebileceği gibi kötü diferansiyasyon da gösterebilir. FTC’li örneklerde damar invazyona saptanmasına rağmen, kapsül invazyonu yok veya çok az ise minimal invazif FTC’den söz edilir. Minimal invazif FTC’li hastalarda tümör genellikle küçüktür ve 1-2 cm çapındadır. Yaygın kapsül invazyonu olan olgularda klinik gidişin daha kötü olduğu ve erken metastazların ortaya çıktığı bilinmektedir. Damar ve kapsül invazyonu yaygın olarak birlikte olduğu agresif tümörlerde, tümör büyüklüğü genellikle 3-4 cm’den fazladır. TANI: Hastaların çoğu kadındır.Genellikle 6.dekatta sık görülür. FTC’li hastaların kliniği folliküler adenomlu hastalara çok benzer. FTC’li hastalar, adenomlarda olduğu gibi genellikle ötiroittir. Ender olarak, tiroit sintigrafisinde sıcak nodül olarak görülen ve TSH süpresyonuna yol açan olgular da vardır. 39 FTC’li hastalar klinisyenin karşısına 4 ayrı şekilde gelebilmektedir. Hastanın kliniğe en sık geliş şekli, palpabl bir tiroit nodülü ve/veya USG ile gösterilebilir dominant bir nodüldür. Nodül çoğu kere 2-4 cm çapında ve tektir. Hastanın öyküsünde bu nodülün aylar hatta yıllardır var olduğu öğrenilebilir. Nodül, papiller tiroit kanserine göre çoğu defa daha yumuşaktır. Ancak palpasyon bulguları ile koloidal guatrdan ve folliküler adenomdan ayırt edilmesi mümküm değildir. Daha önce belirtildiği gibi nodül sitolojik olarak değerlendirilmelidir. İİAB ile foliküler adenom ve folliküler neoplazi tanısı konursa cerrahi endikasyon vardır ve hastaya tiroidektomi yapılır. Operasyon sırasında yapılan frozen-section(FS) deneyimli bir patolog tarafından incelenirse bazen açık seçik FTC tanısı konur. Cerrah patologdan folliküler adenom ile folliküler kanser ayırımını beklememelidir. Bazen multinodüler guatr nedeniyle ameliyat edilen bir hastada, rastlantısal olarak frozensectionda FTC’den şüphelenilir veya parafin blok sonucu FTC olarak gelir. Hastaların %25 kadarı, hekime geldiklerinde tümör 5cm’den büyük ve çevre dokulara enfiltredir. Cerrah ilk değerlendirmede FTC ile karşılaştığını bilmeyebilir. Hatta bunun differansiye bir tiroit kanseri olduğundan da kuşkulanmayablir. Endokrin cerrahi ile uğraşan cerrahların karşısına çıkan 4.bir grup hasta daha vardır. Bunlar patolojik femur kırığı, göğüs duvarında kitle gibi nedenlerle başka cerrahi dallarda ameliyat olurlar ve biopsileri FTC olduğu için endokrin cerrahına gelirler. Bu tür hastaların tiroidindeki primer odağın klinik olarak belirgin olması şart değildir. Uzak organ metastazları daha çok kemik, akciğer, beyin, karaciğer gibi organlara olmaktadır. FTC, hematojen yayılım gösteren bir malignite olduğu için uzak organ metastazı ile gelen hastalarda boyunda lenf düğümü metastazı olmayabilir. FTC tanısı konduğunda boyun lenf düğümü metastazının %13 civarında olduğu bildirilmektedir. FTC, otopsi serilerinde %1 civarında saptanmıştır(51). Bu hastaların hayatları boyunca tiroit ile ilgili herhangi bir yakınmaları olmadığı belirlenmiştir. AYIRICI TANI: FTC’nin ayırıcı tanısında en önemli konu, daha önce belirtildiği gibi tamamen benign bir lezyon olan folliküler adenomun ayırt edilmesidir. Klinik görünümlerinin benzerliği nedeniyle bu iki lezyon ancak tiroidektomi materyalinin histopatolojik incelemesi ayrılabilir. Ancak uzak organ metastazı ile gelen olgularda durum farklıdır. Klinik değerlendirme, USG ve İİAB; folliküler adenom ile kanseri kolay ayıramaz. FTC’lerin bir kısmında görülen çevre doku invazyonu, lezyonun folliküler adenom olmadığını gösterebilir. Ancak bu özellik FTC için de kesin tanı koydurucu değildir. Daha önce değinildiği gibi, tiroidektomi sırasında yapılan frozen-section, çoğu kez folliküler adenomu kanserden ayıramaz. FTC, Hurtle hücreli kanserlerle de karışır. Hurtle hücreli neoplazmlar İİAB ile tanınabilir. Aynı zamanda Hurtle hücreli kanserler, FTC’lere oranla daha fazla etraf dokulara enfiltre olma eğilimindedir. Yine Hurtle hücreli kanserlerde lenf düğümü metastazı daha fazla gözükmektedir. Büyük ve çevre dokulara enfiltre FTC’lerde, papiller tiroit kanseri ve anaplastik tiroit kanseri akla gelmelidir. Çünkü anaplastik kanserler, haftalar-aylar içersinde çok çabuk büyür ve bası semptomlarına neden olurlar. Medüller tiroit kanserinin(MTC) sporadik formu da bazen FTC ile karışabilir. Bilindiği gibi MTC’nin herediter formu hemen daima multrisentriktir ve çoğu kez aile öyküsü bilindiğinden ayırt edilmesi kolaydır. Sporadik MTC, 5-6cm gibi büyük çaplara ulaştıktan sonra hekim karşısına çıkabilir. Bu tür olgularda palpabl boyun lenf düğümleri ve bunlara metastaz oranının yüksek olması, ayırt edici tanıda yardımcı olabilir(52,53). PROGNOSTİK FAKTÖRLER: Bütün olarak ele alındığında FTC’de prognoz papiller tiroit kanserine göre daha kötüdür. FTC’de kötü prognostik faktörler tanı sırasında uzak organ metastazı, yaşın elliden fazla olması ve belirgin damar invazyonudur. Bu faktörlerden en çok birini taşıyan tümörler düşük riskli tümörler olarak kabul edilir. Bu tümörlerde 5 yıllık mortalite % 1, 20 yıllık mortalite ise %14’dür. Oysa bu faktörlerden 2 ve daha çoğunu içeren tümörlerde (yüksek riskli tümörler) 5 yıllık mortalite %53, 20 yıllık mortalite ise %92’dir. 40 *Uzak organ metastazı *İleri yaş(>50) *Cinsiyet *Belirgin damar invazyonu *Lenf düğümü metastazı *Yüksek yümör grade *Multifokalite *Büyük tümör(>5cm) *Anöploidi *Tiroit kapsülü enfiltrasyonu *Çevre dokuda enfiltrasyon Tablo 5:FTC’de kötü prognoza işaret eden risk faktörleri AMES sistemi göz önüne alındığında FTC’li hastaların%80’nin düşük risk grubunda olması sevindiricidir. Ender olarak prognostik kriterler açısından olumlu parametrelere sahip olan tümörler oldukça agresif seyretmektedirler. Bunun nedenleri araştırılmaktadır. Son zamanlarda birçok çalışmanın konusunu kapsayan ploidi, DNA miktarı, hücresel proliferasyon antijenleri, onkogen ekspresyonu gibi biyolojik değişkenler henüz pratikte tedavi yöntemi ve prognoz belirleyicisi olarak kullanılamamaktadır(54). TEDAVİ: FTC’nin tedavisi cerrahidir. İdeal tedavi total tiroidektomidir. Total tiroidekomi yapılmasa bile FTC’yi tedavi eden cerrah geride gözle görülebilir tümör dokusu bırakmamak için tüm bilgi ve becerisini kullanmalıdır. Ender olarak bazı hastalara, lezyon tarafına lobektomi ve istmektomi gibi oldukça kısıtlı bir cerrahi girişim uygulanabilir. Eğer hasta 35 yaşından küçük, tümör 1cm’den küçük ve histopatolojik olarak sadece minimal kapsül invazyonu mevcutsa o zaman bu bahsedilen kısıtlı cerrahi girişim uygulanabilir. Gözle görülür aşikar boyun lenf düğümü metastazı olan hastalara modifiye boyun diseksiyonu uygulanmalıdır. Ameliyat sonrası dönemde I-131 ile tümörsüz kalan tiroit dokusunun ablasyonu birçok olguda uygulanırken postopartif TSH süpresyonu daima uygulanmaktadır. Radyoaktif iyot tedavisi ya uzak metastazların tedavisi ya da boyunda teorik olarak kalmış olan mikroskobik odakların ablasyonu amacı ile kullanılır. Hastaların çoğuna I-131 tedavisi uygulanmaktadır ve bu tedavinin lokal rekürrensi azalttığı ve hayatta kalma süresini uzattığı bilinmektedir. Ancak minimal invazif FTC’lere I-131 tedavisi uygulamanın yararı gösterilememiştir. FTC, radyoaktif iyot duyarlılığı açısından PTC’den daha şanslıdır. Buna karşın radyoaktif iyot tedavisine güvenerek boyunda gözle görülür tümör kitlesi bırakmak ve bunun ablasyon tedavisi ile yok olacağını düşünmek yanlıştır. Tiroit uyarıcı hormonun (TSH) diferansiye tiroit tümörlerinde büyütücü, geliştirici faktörlerden biri olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Buradan hareketle özellikle FTC’de total veya totale yakın tiroidektomi yapıldıktan sonra ömür boyu TSH süpresyonu yapılması gerekliliği genel kabul görmüştür. TSH süpresyonundan kastedilen hastanın TSH düzeyinin 0.1 mU/ml düzeyinde tutmaktır. Total tiroidektomi yapılmış hastaların çoğunda sabah aç karnına alınan 150-200 mikrogram T4(Levotiroksin) TSH süpresyonu için yeterli olmaktadır. Ancak yaşlı hastalarda osteoporoz ve kardiak riskler nedeniyle bu düzeyde TSH süpresyonunun faydadan çok zarar verebileceği düşünülerek TSH düzeyinin 0.2-0.4 mU/ml’de tutulmasının yeterli olacağı kabul edilmektedir. Bu hastaların duyarlı TSH(sTSH) ile izlenmeleri uygundur. 41 FTC’li hastaların ömür boyu izlenmeleri gereklidir. Total ya da totale yakın tiroidektomi yapılan hastalara periyodik tiroglobulin (Tg) ölçümleri rekürrens olup olmadığını gösterebilen çok önemli bir testtir. Total tiroidektomi yapıldıktan sonra Tg değerleri genellikle 3-4 ng/ml civarına düşer. Bölgesel ya da uzak organ metastazı ortaya çıktığında Tg düzeyi 25 ng/ml’nin üzerine çıkmaktadır. FTC’li hastalarda tiroidektomi yapıldıktan 6-9 ay sonra TSH süpresyonu kesilmeli, boyun-vücut sintigrafisi yapılmalı ve serum Tg düzeyi ölçülmelidir. Eğer bu değişkenlerden birisi anormal çıkarsa tekrar radyoaktif iyot tedavisi endikasyonu vardır. Daha sonraki ilk 5 yıl bu işlem yılda bir kere tekrarlanmalıdır. Boyun USG, boyun-göğüs BT gibi görüntüleme yöntemleri de metastaz araştırması için kullanılmalıdır. d-HÜRTLE HÜCERLİ TİROİT KARSİNOMU GİRİŞ: Hürtle hücreli karsinom (HCC) bütün iyi diferansiye epitelyal tiroit karsinomlarının %0.4 ile %10’unu oluşturur(55,56,57,58). Görülme sıklığının az ve sınıflandırılmasının yetersiz oluşu nedeniyle, uzun zamanlar ancak hastalığın doğal seyri, tanısı ve tedavisi tartışılmıştır. Bununla beraber son 30 yılda İngiliz literatüründe HCC’lerin klinik davranış ve histopatolojisine ait elde edilen deneyimler, bu neoplazmların davranışalrını ve sınıflandırılmalarını, hastaların bakım ve tedavilerini anlamaya yardımcı olmuştur. HCC’nin kendine özgü klinikopatolojik özellikleri vardır ve HCC’li hastalara uygulanacak cerrahi tedavi özel bir ilgi gerektirir. PATOLOJİ: Hürtle hücreleri, genellikle büyük, poliglonal ve granüler sitoplazmalı eosinofilik hücrelerdir. Bu hücrelerin pleomorfik, hiperkromatik nukleusları ve bol mitokondrileri vardır. HCC’de, benign Hürtle neoplazmlarına göre daha çok kolumnar ve uzun küboidal hücreler vardır. HCC’nin büyüme şekli genellikle trabeküler ya da solit yapıda olup, folliküler ve papiller şekilde de olabilir. Makroskopik kesitte, HCC sıklıkla homogen, esmer, sert görünümde olup bazen nekrotik odaklar içerir. Olguların %50’sinde HCC bilateraldir. Baş ve boyun bölgesine radyasyon öyküsü olan hastalara HCC’nin multifokal olarak görülmesi daha sıktır. HCC çapı genellikle 4-5 cm’dir, ancak çapı 0.2 cm’den 12 cm’ye kadar da olabilir. Bazı araştırmacıların Hürtle hücrelerinin parafolliküler kaynaklı olduğunu ileri sürmesine karşın, birçok kanıt bunların folliküler kaynaklı olduğuna işaret eder. Histolojik incelemede, folliküler hücrelerden Hürtle hücrelerine geçiş olduğunu gösterir. Aynı zamanda Hürtle hücrelerinde TSH reseptör-adenialt siklaz sistemi tam olarak vardır. Hürtle hücre değişimleri enflamatuar tiroit hastalıklarında da görülür. İmmünokimyasal yöntemler açısından bu hücreler tiroglobulin için pozitif, kalsitonin için negatiftir ve genellikle tiroglobulin salgılarlar. Kronik lenfositik tiroditi olan hipotiroidili hastalarda, Hürtle hücreleri ile döşeli folliküler vardır. Bu nedenlerden dolayı WHO, HCC’yi folliküler ya da papiller tiroit karsinomlarının oksifilik varyantı olarak sınıflandırmıştır. HCC’nin folliküler kanser gibi sınıflandırılmaması için çok fazla veri mevcuttur. HCC’ler folliküler tiroit kanserlerine göre çok daha fazla oranda onkogen ekspresyonuna sahiptir. Yine HCC’li hastalarda daha fazla lenf düğümü tutulumu ve metastaz ortaya çıkar. HCC’lerin yaklaşık %10’u, folliküler tiroit kanserlerinin ise yaklaşık %80’i radyoaktif iyot tutar. Daha öncede değinildiği gibi, HCC’ler ender olarak gerçek papiller görünüm sergileyebilir. Dolayısıyla bunlar, papiller karsinomun oksifilik varyantı ya da Hürtle hücreli papiller tiroit kanseri olarak adlandırılır(59-64). Hürtle hücreli papiller tiroit karsinomunun davranışı tipik papiller tiroit kanserinden farklı olup olmadığı tartışmalıdır. Herrera ve ark. Hürtle hücreli papiller karsinom varyantı olan hastaların, tipik papiller karsinomu olan hastalara göre ilk tanı sırasında daha az servikal lenf düğümü metastazına ve daha fazla non diploid hücrelere sahip olduğunu gösterdiler. Bu gözleme karşın, bu çalışmada papiller tiroit kanserinin Hürtle hücreli varyantlarında, 10 yıllık rekürrens oranı ve mortalitenin daha fazla olduğu saptanmıştır. Genel olarak, bu konunun uzmanları HCC’nin farklı bir diferansiye tiroit kanseri olduğunu ve papiller 42 veya folliküler tiroit karsinomlarından biraz daha fazla agresif karaktere sahip olduğunu kabul ederler. Hürtle hücreleri adalar şeklinde, Hashimoto tiroiditi, Graves hastalığı veya multinodüler guatrla beraber olabileceği gibi, benign ya da malign enkapsüle neoplazmlar şeklinde de olabilir. HCC’li olguların yaklaşık üçte birinde papiller karsinom ve non malign tiroit lezyonları birlikte olabilir. Hurtle hücreli neoplazm denebilmesi için, neoplazmın enkapsüle olması ve tümör hücre popülasyonunun %75’inden fazlasını Hurtle hücrelerinin oluşturması gereklidir. Tiroidit, Graves hastalığı veya multinodüler guatrlı tiroit dokusunda Hurtle hücrelerinin bulunması, eğer kapsül yok ise gerçek neoplazm olmadığı, sadece Hurtle hücreye değişim olduğu gösterir. HCC, Hurtle hücre neoplazmalarının %5 ile %69’unu oluşturur (55,65-69). İnsidansın geniş bir yelpazede olmasının nedeni çeşitli merkezlerin farklı patolojik kriterleri kullanmasına bağlıdır. HCC’yi saptayan en güvenilir kriterler tam kat kapsüler invazyon, damar invazyonu, yandaş yapılara makroskopik invazyon, lenf düğümü veya uzak metastazların varlığıdır. KLİNİK ÖZELLİKLER: HCC’li hastaların %90’nından fazlası tiroitte kitle ile hekime gelir (55,58,70). Çok az hastada disfaji, ses bozukluğu gibi lokal semptomlar olabilir. İlerlemiş HCC’li hastalarda seyrek olarak santral hava yolu veya özefagusta obstrüksiyon olabilir. HCC, daha çok 50-70 yaşları arasında görülür. Kadınlarda daha sık görülmektedir. Hastaların ortalama %25’inde, ilk gelişte servikal yada mediastinal lenf bezi metastazı saptanır. %5 hastada ise uzak metastaza ait klinik belirtiler vardır. Uzak metastazlar en çok akciğer yada kemiğe olup, karaciğer, adrenal bez, santral sinir sistemi, göz ve ince bağırsaklarda da saptanabilir(71-73). HCC’li hastaların yaklaşık %34’ünde uzak metastaz ortaya çıkmaktadır. Bu oran, diğer iyi differansiye tiroit kanserlerinden oldukça yüksektir. Tiroit papiller kanseri gibi diğer tiroit neoplazmları ile beraber görülebilir. Özellikle bu durum boyuna radyasyon alan hastalarda daha fazla görülmektedir. TANI: İnce iğne aspirasyonu(İİA) tanısal amaçlı gereksinimi büyük ölçüde azaltmıştır. Deneyimli ellerde, İİA’da yanlış hedefi örnekleme, yetersiz örnek alma ve havada kurutulmasına bağlı artefakt oluşumu önlenebilir. İİA yaymasında iri nükleus, belirgin nükleer plemorfizm bulunması, makrofaj, lenfosit ve plazma hücrelerinin olmaması veya çok az görülmesi Hurtle hücreli neoplazmları, Hurtle hücreli değişikliklerinden ayırt edebilir(74-77). Bununla beraber, folliküler tiroit karsinomunda olduğu gibi HCC tanısı sıklıkla İİAB ile konamaz. ‘Frozen section’ ile HCC’lerin çoğunun adenomdan ayırt edilmesi bugün için bile patologlar için çok zor yada imkansızdır. Lenf düğümü metastazı veya mikroskopik invazyonu olmayan hastalarda, HCC’nin tanısı histolojik kesitler incelenmeden konamaz. HCC’li hastalarda preoperatif dönemde serum tiroglobulin düzeyleri ölçülmelidir. Özellikle HCC metastazı olan hastalarda bu düzey yüksektir ve total tiroidektomiden sonra rekürrensin belirlenmesinde oldukça duyarlıdır. HCC’lerin çoğu I-131’i tutmaz, ayrıca benign ve malign Hürtle hücreli neoplazmalar arasında tutulum açısından fark yoktur. Dolayısıyla preoperatif tiroit sintigrafisi yapılması ekonomik açıdan yük getirecektir. Lokal invazyon beklenen veya lokal obstrüktif semptomları olan HCC’li hastalarda boyun ve/veya göğüs için MR veya tomografi yapılması hastalığın yaygınlığı ve cerrahi rezeksiyonun sınırları için yol gösterici olabilir. TEDAVİ:HCC’li hastalarda etkin ve kesin tedavi Hürtle hücreli neoplazmın cerrahi rezeksiyonla çıkarılmasıdır. Kemoterapi, eksternal radyasyon ve radyoaktif iyot hastaların çoğunda etkisiz veya çok az bir etkiye sahiptir. İlk ameliyatta HCC saptanan hastalara, total veya totale yakın tiroidektomi ile beraber ipsilateral santral boyun diseksiyonu yapılmasını önerilmektedir. Bu yaklaşımın mantığı HCC’li hastalarda tümörün %30 oranda multifokal olması ve %50’sinde ise gene tümörün bilateral olmasıdır(55,66,69,78-81) . Yine, postoperatif dönemde HCC’nin geride kalıp kalmadığını yada rekürrens gelişip gelişmediğini serum tiroglobulin düzeyleri ile izlemek mümkündür. Radyoaktif iyot sintigrafisi bu konuda çok az yardımcıdır. Diğer cerrahlar santral boyun diseksiyonu eklemeksizin total tiroidektominin yapılmasını 43 savunmaktadır. Ancak, yaklaşık %30 oranında lenf düğümü metastazı olması ve HCC’nin doğal agresif seyri nedeniyle, ipsilateral santral boyun diseksiyonu yapılmasının daha uygun olacağı düşünülmektedir. Frozen section ile Hürtle hücreli neoplazm tanısı konan hastaların cerrahi tedavisinde de tartışmalar vardır. Bu durumda, lenf düğümü metastazı olup olmadığına bakıyoruz. Bir çok hastada lobektomi ya da istmektomi yapılmaktadır. Eğer, histopatolojik kesitlerde HCC tanısı konursa tamamlayıcı tiroidektomi önerilir. Bazı cerrahlar, 2 cm’den büyük tümörü olan ve hikayesinde boyuna radyasyon uygulanımı olan hastalara total tiroidektomi önermektedirler. Ameliyat sırasında makroskopik anomali olmayan lob yerinde bırakılabilir. HCC’li hastaların sadece %9’unda tiroit sintigrafisinde ılık veya sıcak nodül saptanmasına karşın, cerrahi rezeksiyondan 3-4 ay sonra radyoaktif iyotla sintigrafi yapılmasını öneriyoruz. Böylece, olası reziduel, normal yada neoplastik tiroit dokusunun cerrahi ablasyonu sağlanabilir. Kemik metastazı olan hastalarda, eksternal radyasyon ancak palyasyon amacıyla verilebilir, ancak yaşam süreine herhangi bir katkısı bulunmamaktadır. Yaygın olarak kullanılan kemoterapötikler adriamisin, bleomisin ve cis-platindir. Adriamisin monoterapisi en iyi olanıdır. Her şeye rağmen kemoterapi en iyi koşullarda palyatif etkiye sahip olup yaşam süresini uzattığı bildirilmemiştir. e-MEDÜLLER TİROİT KARSİNOMU GİRİŞ: Medüller tiroit karsinomu(MTC), parafolliküler C hücrelerinin malign lezyonu olup tüm tiroit malignitelerinin yaklaşık %10’unu oluşturur. İlk defa 1959 yılında solit, nonfolliküler yapıda ve stromasında amiloid bulunan ve sıklıkla lenf düğümlerine metastaz yapan tiroit kanseri olarak tanımlanmıştır. Herediter ve sporadik olmak üzere 2 klinik tablo oluşturur. Herediter formu, multipl endokrin neoplazi tip 2 sendromunun(MEN-2) bir parçasıdır ve adrenal medullası ve paratiroit neoplazisini de kapsar veya non-MEN formu ailevi olabilir(Ailevi non-MEN medüller tiroit karsinomu;FMCT). Malignitenin herediter formundaki moleküler anomalileri anlamada önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu ilerlemeler klinisyenlerin hastalığın herediter formuna diagnostik yaklaşımlarını arttırmıştır. Aynı zamanda bu gelişmeler sporadik MTC’nin neoplastik transformasyon mekanizmasını aydınlatmasına olanak sağlayabilecektir. ANATOMİ VE HİSTOLOJİ:Parafolliküler veya C hücreleri intrauterin yaşamda nöral krestten ayrılarak tiroide yerleşirler. C hücreleri, polipeptid hormonlar(kalsitonin ve kalsitonine bağlı peptid) ve dekarboksilat biyojenik aminler üreten bir nöroendokrin hücre grubuna aittir. C hücreleri tiroit hormonu üretmeme özellikleri veya tiroit uyarıcı hormon (TSH) gibi düzenleyici faktörlere yanıt vermemeleri ile tiroitin folliküler hücrelerinden ayrılırlar. Parafolliküler hücreler ile folliküler hücrelerin birbirlerine olan yakınlıklarına rağmen bu iki tür hücre arasında hormonal veya hücresel etkileşimleri gösteren çok az kanıt vardır. Klinik olarak C hücrelerinin tiroitteki tipik dağılımları önemlidir. C hücrelerinin büyük çoğunluğu her iki tiroit lobunun üst üçte bir ile alt üçte ikisini birleştiren kesimde bulunurlar. Bu dağılım şekli herediter MTC ‘lerin karakteristik yerleşimlerini açıklar. Sporadik MTC’ler yavaş büyüyen tebeşir beyazına yakın renkte lezyonlar veya daha hızlı büyüyen kırmızımsı lezyonlar olarak görülebilir. Sporadik terimi, tiroit içersinde herhangi bir yerleşimde bulunabilecek tek bir karsinom odağını ifade eder ve aynı zamanda sporadik MTC’ye C hücre hiperplazisinin eşlik edebileceğini gösteren bulgular da vardır. Histolojik özellikler endokrin tipi tümörlerde sıkça görülen ağsı pattern içersinde bulunan iğsi veya yuvarlak hücre katlarını içerir. Karakteristik olarak kalsitonin gen ürünlerinden kaynaklandığına inanılan amiloid içerirler. MTC sıklıkla anaplastik karsinom, Hürtle hücreli tümör ve papiller karsinom ile karışabilir. Karar verilemiyen olgularda, kalsitonin için pozitif immünohistokimyasal boyama tanıyı doğrulayabilir. Boynun santral, ve lateral lenf düğümlerine veya daha uzak olarak akciğer, karaciğer ve kemiğe metastaz yapabilirler. 44 Herediter MTC karakteristik olarak bilateral şekilde tiroitin üst üçte biri ve alt üçte ikisinin birleştiği yerde görülür. Tam gelişmiş bir herediter MTC’nin histolojik özellikleri sporadik MTC ‘nin özelliklerinden önemli bir farklılık göstermez. Ancak herediter MTC sıklıkla multifokaldir. Ayrıca primer tümörden uzak kesimlerde, C hücre hiperplazisi içeren alanlara sıklıkla rastlanır. MEN-2 sendromu olan hastanın tiroidinde gözlenen ilk anomali C hücre hiperplazisidir. C hücre hiperplazisinin geliştiği yaş aynı aile içinde ve aileler arasında değişikler gösterebilirler. MEN -2A’da en erken C hücre hiperplazisi 3 yaşında bildirilmiştir ve MEN-2B sendromlu çocuklarda ise bu lezyon doğumdan itibaren vardır. Bu histolojik yapı mikroskopik MTC’ye doğru gelişir. Hangi biyolojik gelişim evresinde metastaz oluştuğu belirli değildir. Ancak mikroskopik MTC’de metastaz olabileceğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Hiperplaziden mikroskopik karsinoma geçiş için gerekli süre , büyük olasıkla 5-10 yıl arasında değişmektedir. ÖZELLİK SPORADİK MTC HEREDİTER MTC *YAŞ ----------------------------------Yaşlı---------------------------------------Genç *TANI----------------------------------Palpe edilen nodül--------------------Genetik tarama ile yada metastaz ile preklinik dönemde *TİROİT TUTULUMU-------------Unilateral----------------------------------Bilateral *C HÜCRE HİPERPLAZİSİ------Yok------------------------------------------Var *EŞLİK EDEN------------------------Yok-------------------------------------------Feokromasitoma ENDOKRİNOPATİ Mukozal nöroma Hiperparatiroidizm Tablo 6:Sporadik ve Herediter Medüller Tiroit Kanserinin Ayırıcı Özellikleri KLİNİK: Sporadik MTC’nin en sık klinik bulgusu, rutin incelemelerde rastlantısal olarak bulunan tek bir nodül yada tiroit kitlesidir. Papiller yada folliküler tiroit karsinomunun bulgularından farklı değildir. Hastaların yarısında servikal veya mediastinal lenf düğümlerine metastaz vardır ve tanı anında palpabl lenf düğümleri bulunabilir. Akciğer, karaciğer, kemik ve adrenal gibi uzak metastazlar ise hastalık ilerleyince ortaya çıkar. Geç belirtiler; trakeaya fiksasyon, laringeal sinirin hasarına bağlı olarak ses kısıklığı ve trakeal obstrüksiyon sonucu gelişen dispnedir. Disfaji, dispne, ses kısıklığı ve stridor lokal invazif tümörün varlığını gösterir. Sporadik MTC’lerin çoğu dördüncü ve beşinci dekadda ortaya çıkar, erkek-kadın oranı 1.4:1’dir. Sporadik MTC’dde ortalama yaş, herediter MTC’da gözlenenden 1-1.5 dekad daha ileridir(82). Diyare, MTC’nin hormonlara bağlı klinik özelliklerinden en belirgin olanıdır. Yaygın tümörlü hastalarda ağır diyare oldukça sıktır ve yaklaşık %30 oranında rastlanır(83). Diyareye neden olan hümöral faktör belirlenememiştir. Ancak prostaglandinler, 5hidroksitriptamin, kininler, kalsitonin, ‘Calcitonin-gene-related peptide’ ve vazoaktif intestinal polipeptidler sorumlu olabilir. Kodein ve loperamid diyareyi kontrol etmekde yararlıdır. Cushing sendromu, MTC’nin hormonal etkilerine bağlı olarak gelişebilen seyrek bir komplikasyonudur. Ektopik adrenokortikotropik hormon (ACTH) üretimi kortikotropik salıcı hormon(CRH) yapımı ve aynı tümörden ACTH ve CRH’nın kombine salınması sonucu oluşur. CRH salınmasını uyaran bombesin de buna katkıda bulunabilir. Medüller tiroit karsinomunun çıkarılması, Cushing sendromunun gerilemesine yol açsa da adrenalektomi yada glikokortikoid sentez inhibitörleri ile tedavi de gerekebilir. MTC’li hastalarda Cushing sendromu tedavisini değerlendirmek önemlidir. 45 Akciğer kanserine bağlı oluşan Cushing sendromunun aksine MTC’li hastaların yaşam süreleri daha uzun ve yaşam kaliteleri daha iyidir. Önemli tümör kitlesi olan hastalarda depresyon seyrek değildir. Depresyonun MTC’ye özel mi, yoksa genel kanser sendromunun bir parçasımı olduğunu belirlemek zordur. Sınırlı klinik deneyimler, bu hastaların trisiklik antidepresanlar ile tedaviye yanıt verebileceğini göstermektedir. Akut olarak kalsitonin verilen bireylerde akut etkiler ortaya çıkar. MTC’li hastalarda yoğun miktarlarda kalsitonin yapılması ve salınmasına karşın, kalsitonin hedef organlardan kemik ve böbrekler üzerinde klinik biyolojik etkisi olmadığı görülmektedir. İnce iğne aspirasyon biyopsisinin uygulamaya girişi ile tiroit nodülünün değerlendirilmesi günümüzde giderek kolaylaşmıştır. Fizik incelemede bir nodül saptandığında, başka nodüllerin varlığını ve nodülün kalsifiye olup olmadığını belirlemek için tiroit sintigrafisi yapılabilir. Palpabl MTC, ultrasonografide genellikle hipoekojen, sintigrafide ise radyoaktif madde tutmaması nedeniyle hemen her zaman soğuk nodül olarak karşımıza çıkar. Soğuk veya hipoekojen nodülün ince iğne ile aspirasyonu ve deneyimli ellerde yapılan sitolojik incelemelerde önemli bir adımdır. Özellikle çoğu sporadik MTC olgusunda kalsitonin için yapılan immünohistokimyasal boyama, doğru tanı konmasını sağlar. Sporadik MTC’da kalsitonin düzeylerinin ölçülmesinin iki ana nedeni vardır. Birincisi, serum kalsitonin düzeyi sitolojinin MTC olduğunu ileri sürdüğü ancak kesin tanıyı koyamadığı olgularda tanıyı kesinleştirir. Palpabl tiroit tümörü varlığında, bazal kalsitonin konsantrasyonu çoğunlukla 1000pg/L’den fazladır. Tümör büyüklüğü ve bazal kalsitonin konsantrasyonu arasında pozitif bir korelasyon vardır. İkincisi, cerrahi öncesi bazal kalsitonin düzeyini saptamak ve pentagastrin uyarı testini yapmak, postoperatif dönemde cerrahinin yeterliliğini, lokal rekürrensi veya metastazları değerlendirmek açısından önemlidir. Herediter MTC’larda MEN-2A, ilk olarak yaklaşık 30 yıl önce klinik bir sendrom olarak tanımlanmıştır. Bunu izleyen yıllarda, otozomal dominant geçen bu genetik sendromun bir çok klinik özelliği tanımlanabilmiştir. MEN-2A sendromunu medüller tiroit karsinomu(%90), unilateral veya bilateral feokromasitoma (%50) ve hiperparatiroidizm (%10-20) oluşturur. Kalsitonin için özel immün analizlerin geliştirilmesi ve MTC’nin bu peptidi yüksek miktarlarda üretmesi, MTC’nin klinik olarak belli olmadan önce veya tek anomalinin C hücre hiperplazisi olduğu evrede saptanabilmesini sağlamıştır. Pentagastrin veya kombine kalsiyum-pentagastrin testi hastalığı erken evrede yakalama olasılığını dahada arttırmıştır. Çeşitli araştırmalar sonucunda premalign veya erken malign hastalığın belirlenebildiği görülmüştür (84-86). Herediter MTC’larda MEN-2B 1966’da medüller tiroit karsinomu, feokromasitoma ve ganlionöromatösizi içeren klinik bir sendrom olarak tanımlanmıştır. MEN-2B sendromu dil ve subkonjoktival alanlarda mukozal nöromaların varlığı, dudak kalınlaşması, marfanoid görünüm, ince ekstremiteler, değişmiş üst alt beden oranı ve gastrointestinal kanal boyunca ganglionöromatosiz ile karakterizedir. Hiperparatiroidizm hemen hiç gözükmez. Bu sendromda görülen en sık belirtiler, gastrointestinal kolik veya obstrüksiyon ile abdominal kramp veya diyaredir. MEN-2B sendromundan, MEN-2A’da saptanan mutasyondan farklı olarak mutasyona uğramış ret protoonkogeni sorumludur. MEN-2B ile ilşkili MTC, MEN-2A sendromundaki MTC’den farklı olarak daha agresif seyretmektedir. Metastaz genelde erken olur ve primer cerrahi esnasında tümör boyundan uzağa yayılmıştır. MEN-2A’daki MTC’de bulunan bilateral ve multrisentrik histolojik değişiklikler MEN2B’deki MTC’de de gözlenir. Hızlı büyüyen tümörlerde tümör içinde daha az amiloid birikimi olabilir.MEN-2B’li kişilerin yaklaşık olarak yarısında feokromasitoma bulunur. Feokromasitomalar bilateral, multrisentrik olup MEN-2A ‘da görülenle ortak birçok özellik taşır.MEN-2B’de malign feokromasitoma seyrektir ama yüksek bilateralite insidansı bazı klinisyenleri bilateral adrenelektomiye yöneltmiştir. TEDAVİ :Sporadik MTC için kesin tedavi cerrahidir. Çeşitli çalışmalar MTC’li hastalarda yaşam süresinin ilk cerrahi girişimin yeterliliğine bağlı olduğunu göstermiştir. Belirgin sporadik 46 hastalık için total tiroidektomi önerilir. Deneyimli bir cerrah tarafından total tiroidektomi ile beraber santral boyun lenfatik diseksiyonu primer cerrahi işlem olarak gereklidir. Histolojik değerlendirme yapmadan bilateral hastalık olmadığını söylemek çok zordur ve sporadik hastalıkta tümörün intratiroidal yayılımı olabilir(87). Boyun santral lenf düğümleri ilk cerrahi işlemde genelde çıkarılır. Lateral boyun diseksiyonu hastalığın kitlesel varlığına göre değerlendirilir. Eğer primer tümör çapı 2 cm veya daha fazla ise ya da lateral boyunda palpabl lenf düğümü varsa santral lenf düğümü diseksiyonuna ipsilateral lateral boyun diseksiyonuda eklenir. Çoğunlukla modifiye radikal yada fonksiyonel boyun diseksiyonu yeğlenir. Sternokleidomastoid kas,spinal aksesuar sinir ve internal juguler ven korunur. Palpabl MTC’li hastalarda lenf düğümü metastazı bulunması olasıdır. MTC için cerrahi girişim sırasında santral boyun, ön-üst mediasten ve lateral boyundaki lenf düğümlerinin uzaklaştırılmasına önem verilmelidir. Lenf düğümü kapsülünü aşan metastaz varlığında, klasik radikal boyun diseksiyonu önerilmektedir. Seyrek olarak trakea veya özefagusa invazyon sonucu bu organların bazı bölümleri de çıkarılır. Primer cerrahi sırasında sporadik MTC’li hastaların %64’ünde, MEN-2B’li hastaların %60’ında ve MEN-2A’lı hastaların %26’sında ekstratiroidal yayılım mevcuttur(88). Tiroit hormon replasmanı olarak 100-200 mg/gün L-Tiroksin başlanmalıdır. Hastalığın biyolojik yayılımı ve seyrinin anlaşılmasıyla beraber, geçmişte %60 olan 10 yıllık yaşam süreleri günümüzde %90’lara ulaşmıştır. Herediter MTC hemen her zaman bilateral ve multifokaldir. Unilateral hastalıklı olgularda bile cerrahi girişim sırasında, karşı tiroit lobunun incelenmesinde enderde olsa C hücre hiperplazisi veya mikroskopik karsinom içeren alanlar bulunur. Tiroitte, her C hücresi, primer cerrahi sırasında transforme olmamışsa da, transforme olabilme kapasitesi olduğunu kabul etmek gerekir. Herediter form için kabul edilebilir tek tedavi total tiroidektomidir. Belirgin hastalığı olan olgularda, lokal lenf düğümü metastazlarının yüksek insidansı nedeniyle santral boyun lenf düğümü diseksiyonu rutin olarak yapılmalıdır. Hastalık gelişmesi riski taşıyan bir çocukta test sonuçları anormal olmaya başlar başlamaz total tiroidektomi uygulanmalıdır. Bazı cerrahlar total tiroidektomi ile beraber selektif santral boyun diseksiyonu önerirken bazıları ise tiroidektomi yapılmış her çocukta santral lenfatik diseksiyonu önermektedir. Günümüzde kabul gören, çocuklarda total tiroidektomi uygulanmasıdır. Ancak lenf düğümü tutulumu olan veya bazal kalsitonin düzeyi çok yüksek değerler ulaşmış hastalarda lenfatik diseksiyonda eklenmelidir. Paratiroidin kanlanması korunamamışsa veya paratiroidin durumu belirsizse o zaman paratiroit ototransplantasyonu yapılmalıdır. Küçük bir çocuk için ömür boyu kalıcı hipoparatiroidizm gelişmesi önemli bir sorundur. Hiperparatiroidizm MEN-2A sendromunun önemli bir parçası olduğu ailelerde total paratiroidektomi ve ön kola paratiroit ototranplantasyonu primer tedavi olarak önerilmektedir. Bununla beraber bazı araştırmacılar subtotal paratiroidektomiyi (3+1/2 rezeksiyon) uygulamaktadır. MEN-2B’deki MTC’ye yaklaşım sporadik veya MEN-2A sendromundan farklı değildir, sadece cerrah erken metastatik hastalığın yüksek olasılığını düşünmelidir. Palpabl tümörlü hastaların ilk cerrahi girişiminde santral boyun lenfatik diseksiyonu yapılmalı ve lateral modifiye boyun diseksiyonu yapılıp yapılmayacağı değerlendirilmelidir. Mikroskopik hastalığı olan çocuklar için kesin önermeler yapılması için yeterli deneyim yoktur ancak santral boyun lenf bezi diseksiyonu dikatte alınmalıdır. f-ANAPLASTİK TİROİT KARSİNOMU GİRİŞ:Anaplastik tiroit karsinomu hızlı büyüme göstererek çevre dokulara kısa zamanda invazyon yapan ve seyrek rastlanan tiroit tümörüdür. Tedavisi cerrahi ve onkolojik prensipler gerektirir. Bilinmeyen nedenlerden dolayı günümüzde anaplastik tiroit karsinomu insidansı azalmaktadır. Anaplastik tiroit kanserleri, geniş ve küçük hücreli tipler olmak üzere alt gruplara ayrılır. Gözlemlere göre küçük hücreli tipler neoplastik yönden heterojen bir grubu oluşturur ve 47 biyolojik özellikleri ile geniş hücreli gruptan ayrılır. Küçük hücreli anaplastik karsinomlara ender rastlanır. Hastaların %50-70’inin öyküsünde önceden geçirilmiş veya eşlik eden iyi diferansiye tiroit karsinomu saptanır. Papiller ve folliküler kanserlerin aksine hastalarda yaşam süresi son derece düşükdür KLİNİK : Anaplastik tiroit karsinomları tiroit kanserlerinin en agresif tipidir ve primer tiroit kanserleri arasında %5-14 oranına sahiptir. Folliküler kanserlerde olduğu gibi iyot yetersizliği olan bölgelerde anaplastik tiroit kanserine daha fazla oranda rastlanılır. Hastalığın tipik özelliği boyunda var olan bir kitlenin hızla büyümesi veya o güne kadar olmayan bir kitlenin aniden ortaya çıkmasıdır. Hastalığın diğer önemli bir karakteristiği ise özellikle yaşlı hastalarda ve genelliklede 7. dekadda görülmesidir(89,90). Kadınlarda daha sık gözükmektedir. Fizik incelemede tiroit ve boyundaki kitlenin sert olduğu, altındaki veya çevresindeki yapılarla fiksasyon gösterdiği saptanır. Bazen kitlenin içinde tümörün nekrozuna bağlı olarak fluktuasyon veren yumuşak alanlar palpe edilebilir. Tümörün hızla büyümesi kan akımını bozarak nekrozlara neden olabilir. Tümörün üzerindeki ciltte bile nekroz olabilir. Boyun lenf bezlerinin tutulması hastalığın erken döneminde gelişebilir. Çok seyrek olarak tiroit fonksiyonlarında bozulma olur. Oldukça büyük kitlesel yapılara ulaşan anaplastik kanserler sıklıkla trakeaya invazyon gösterirler. Trakeanın tutulma derecesine bağlı olarak ağır solunum yolu obstrüksiyonu gelişebilir. Hızlı bir şekilde lokal hava yolu tıkanması acil girişim gerektirebilir. Bazen tümörün çapı ve buna bağlı büyüklüğü trakeostomiyi güçleştirebilir, hatta imkansız kılar. Bu durumda trakeostominin dolayısıyla hava yolu açıklığının sağlanabilmesi için kısmi tiroidektomi yaparak trakea üzeri serbestleştirilir. Diğer taraftan tümör sıklıkla boyun sinir damar paketine ve larinkse doğru yayılma ve fiksasyon gösterir. Bu yapılara olan enfiltrasyondan dolayı kitle yutma ile harekete etmez. Tümörün vokal kordları enfiltre etmesi veya laringeal sinirleri tutması nedeniyle vokal kord paralizi ve ses kısıklığı görülebilir. Tümörün retrosternal lokalizasyon gösteren tiroitten kaynaklanması, direkt yolla tiroitten bu bölgeye doğru enfiltrasyonu veya retrosternal metastazı nedeniyle vena kava süperior obstrüksiyonu gelişebilir. Dispne, disfaji ve disfoni sık rastlanan klinik semptomlarıdır. Anaplastik kanserler ya doğrudan birincil olarak veya iyi diferansiye tiroit karsinomunun anaplastik kansere transformasyonu sonucu ortaya çıkarlar. Transformasyon sonucu gelişen tiplerde iyi diferansiye tiroit kanseri birincil tanıyı oluşturur. Bu tip kanserlerde anaplastik kanser daha geç dönemde gelişir ve predominant klinik tablo, diferansiye tiroit kanserinin birincil tedavisinden yıllar sonra ani olarak metastatik hastalığın yayılması şeklinde ortaya çıkar. Hastalık ortaya çıktığında yalnızca tiroitte lokalizedir. Diğer bir deyişle tümör tiroitte veya tiroit ile servikal lenf düğümlerine sınırlıdır. Klinik açıdan bakıldığında tümör bölgesel lenf düğümlerine yayılmıştır. Eğer tümör tiroidi, bölgesel lenf düğümlerini ve komşu yumuşak dokuları tutmuşsa, o takdirde hastalık tiroit, lenf düğümü ve boyun hastalığı olarak sınıflandırılır. Uzak metastazlar ise boyun bölgesi dışındaki metastazları işaret eder. Yapılan incelemelerde; sadece tiroitte, tiroit ve lenf düğümlerinde veya tiroit, lenf düğümü ve komşu yumuşak dokulara invazyon göstren anaplastik kanserler arasında yaşam süresi açısından herhangi bir fark bulunamamıştır. Yaşam süresi ortalama olarak 7.3±10.7 ay olarak bulunmuştur. Ancak uzak metastazı olan grupla yukarıda değinilen diğer 3 grup arasında yaşam süresi açısından anlamlı fark bulunmuştur. TANI: Genellikle öykü ve klinik bulgular az diferansiye tiroit kanserinin varlığını gösterebilir. İnce iğne aspirasyon biyopsisi ile sitolojik, punch veya açık biyopsi ile histolojik inceleme tanıyı kesinleştirir. İİAB, anaplastik tiroit karsinomu ile nontoksik nodüler guatr ayırıcı tanısında son derece faydalı olmaktadır. Küçük hücreli anaplastik karsinomlarda immünoperoksidaz teknikleri ile ve monoklonal antikorla uygulanan immünohistokimyasal tetkikler, bu tip karsinomları malign lenfoma ve medüller kanserlerden ayırt etmede kullanılır. Biyopsi ile tanı konuldukdan sonra hastalığın yaygınlığını saptamak gerekir. Bilgisayarlı tomografi hastalığın boyun ve mediastinumda yaygınlığını ve trakeal stenozun derecesini 48 gösterir. Endirekt laringoskopi ile vokal kord paralizi saptanırken laringoskpi ve özofagoskopi ile özefageal veya trakeal tutulumlar gösterilebilir. Direkt akciğer grafisi ile pulmoner metastazlar aranır. Çünkü %75 hastada sistemik metastaz gelişir. Metastazların %80’i akciğer ve kemikte lokalizasyon gösterir. TEDAVİ: Anaplastik tiroit kanserleri, bilinen tedavi yöntemlerinin tümüne çoğu zaman dirençli olup hastalarda seyrek olarak kür şansı vardır. En iyi yaşam süresi cerrahi, radyasyon ve kemoterapi kombinasyonları ile elde edilmektedir. Tümörün komşu organlara hızla yayılması ve invazyonu nedeniyle, hastaların büyük çoğunluğunda tanı konduktan sonra radikal rezeksiyon yapılamamaktadır. Çok seyrek de olsa olanaklar elverdiğince, total yada totale yakın tiroidektomi ve pozitif lenf düğümlerini çıkarmaya yönelik modifiye radikal boyun diseksiyonu yapılmalıdır. Eğer hastada üst solunum yolu obstrüksiyonu söz konusu ise trakeostomi yapılmalıdır. Böyle durumlarda trakeostomi yarasının iyileşmesinden hemen sonra boyuna, supraklavikular bölgeye ve mediastinuma radyoterapi uygulanmalıdır. Hastalığın seyrinde gerek radyoaktif iyot gerekse de tiroit hormon tedavisinin olumlu katkıları bulunmaktadır. Bu hastalık içinde belirgin kemoterapi şemasıda bulunmamaktadır. Doksorubusin en sık kullanılan kemoterapotik ajan olup tek yada kombine olarak cisplatin de uygulanmamaktadır. Ancak çok az sayıdaki çalışmalarda cesaret verici sonuçlara da ulaşılabilmiştir(91). Hastaların büyük çoğunluğu birkaç ay içinde kaybedilmektedir. Pulmoner metastazlar ile solunum yolunun tümör tarafından obstrüksiyonu en sık ölüm nedenlerini oluşturur. Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi kombinasyonları küratif olmaktan çok hastalığın lokal kontrolünü sağlamaktadır. Birlikte kullanılan doksorubisin ve radyoterapi tümör hücresi üzerinde sinerjistik etki gösterirler. Günümüzde daha ziyade doksorubisin ve cisplatin kombinasyonuna ilaveten hiperfraksiyone radyoterapi uygulanmaktadır. Bazı merkezlerde bu tedaviden sonra tümör debulking cerrahi işlemleride uygulabilmektedir(92,93). Anaplastik tiroit karsinomunun tedavisi üzerine bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar retrospektif çalışmalardır(91-93). Bu çalışmalarda kesin yargılara varmak güçtür ve kontrollü çalışma bulunmamaktadır. Her şeye karşın hastalık saptandığında en uygun tedavi şeklinin planlanması gerekir. Her ne kadar total tiroidektomi ve lokal lenf düğümleri diseksiyonundan sonra eksternal radyoterapi ve kemoterapi uygun tedavi şekli olarak gözüküyorsa da , bu tür bir tedavinin yaşam süresini uzatıcı ve morbiditeyi azaltıcı etkisi henüz kanıtlanmamıştır. Denovo olarak başlayan çalışmalarda anaplastik karsinom ile sonradan transforme olan anaplastik karsinom arasında yaşam süresi açısından bir fark saptanmamıştır. Tümörü 6 cm’den küçük olan bayan hastalara, tam bir cerrahi rezeksiyon uygulandığında, daha uzun yaşam süresi elde edilebileceği bildirilmektedir. Tanı konduğunda yaşı genç olan, lokal olarak daha az oranda yaygınlığı olan ve agresif cerrahi girişime uygun karsinomu olan hastaların radyoterapi ve kemoterapi ile kombine tedavi uygulandığında yaşam süresi açısından daha şanslı olduğu gözlenmiştir. g-TİROİDİN ENDER TÜMÖRLERİ VE METASTAZLARI GİRİŞ:Ender görülen tiroit kanserleri, tiroit neoplazmlarının %1-2’lik kısmını oluştururlar. Ender görüldükleri için tanınmaları zor ve belli bir tedavi planı yoktur. Çoğu agresif karakterli olup acil yaklaşım gerektirebilir. 49 Ekstra nodal lenfomalar Non-Hodgkin Hodgkin Sarkomlar Hemanjioendotelyoma Karsinosarkom Liposarkom Leyomiyosarkom Plazmasitoma Paraganglioma Teratomlar Skuamöz hücreli karsinomlar Adenoskuamöz karsinom Mukoepidermoid karsinom Kötü diferansiye karsinomlar İnsüler karsinom Kolumnar hücreli karsinom Mukoepidermoid karsinom Musinöz hücreli karsinom Tablo 7:Ender görülen primer tiroit tümörleri LENFOMALAR: Malign Non-Hodgkin lenfomalarının büyük bir bölümü lenf düğümlerinden köken alırken, yaklaşık %20’sinin primer odağı başka organ ve dokulardır. Tiroit lenfomaları ekstranodal lenfomalarının %2-3’ünü oluşturur. Lenfomalar primer olarak tiroitte ortaya çıkabileceği gibi sistemik Non-Hodgkin ve daha ender olarak Hodgkin lenfomalarının bir parçası olarak tiroidi tutabilir. Primer tiroit lenfomalarında olguların büyük bir bölümü orta yaş ve üzeri olup genelde bayan hastalardır. Lenfomaların tüm tiroit maligniteleri içindeki oranı konusunda %2 ile 10 arasında değişen değerler bildirilmiştir(94). Bazı yazarlar, düşük sayılar bildirilmesinin nedenini lenfomaların yanlış bir biçimde küçük hücreli kanser olarak tanınmasına bağlamıştır. Tiroit lenfomaları gerçektende histopatolojik incelemede küçük hücreli medüller, folliküler anaplastik kanserlerle karışabilir ve ayırt edilmeleri için elektron mikroskopik veya immünohistokimyasal inceleme gerekebilir(95,96). Geçmişte, tiroit lenfomalarının tiroit zemininden mi geliştiği, yoksa yalnızca lenfositik tiroidit ile ayırıcı tanıda güçlük mü çekildiği tartışılmıştır. İmmünohistokimyasal çalışmalar lenfomalarda yüksek oranda otoimmün tiroidit varlığını kanıtlamıştır(97). Otoimmün tiroidit olgularında lenfoma ortaya çıkma olasılığı, normal populasyondan 80 kat fazladır(98). Primer tiroit lenfomaları, tiroidit ile aynı zamanda görülebileceği gibi, tiroidit tanısıyla uzun süredir izlenen hastalarda da ortaya çıkabilir. Tiroit lenfoma etyolojisinde lenfositik tiroidit dışında Graves hastalığının da rolü olabileceği öne sürülmüştür. Ancak bu görüş kabul görmemiştir. Boyun bölgesine radyoterapi uygulan hastalarda ortaya çıkan tiroit lenfoma vakaları vardır. Yine tiroit lenfomaları ile birlikte görülen kromozom anomalileri bildirilmişlerdir. Tiroit lenfoması genelde hızlı büyüyen bir tiroit kitlesi şeklinde ortaya çıkar. Yaşlı kadınlarda daha sıklıkla görülmesine rağmen %10-30 erkeklerde ve %20 oranında 50 yaşın altında görülebilir(99). 50 Lenfoma, tiroitte tek veya çift taraflı görülebilir. Ağrı veya bası bulguları olabilir. Palpasyonla daha çok sert ve çevre dokulara fiske olmuş kitle palpe edilir. Hastalarda ötiroit veya hafif hipotiroidizm bulguları, hashimoto tiroiditi zemininde gelişen olgularda ise otoantikorlar saptanabilir. Tanı sırasında aksiler ya da servikal lenf nodları palpe edilebilir. Tiroitten önce yada sonra respiratuar veya gastrointestinal sistemde lenfoma ortaya çıkabilir. Klinik olarak ayırıcı tanıda subakut tiroidit, kronik lenfositik tiroidit, anaplastik kanser ve hızlı büyüyen tiroit kistleri düşünülmelidir. Tiroit lenfomalarının büyük bir bölümü Non-Hodking B hücreli lenfomalardır. Mikroskopik olarak lenfomaya özgü enfiltratif yayılma özelliği gösterirler. Genellikle büyük hücreli, bazen küçük hücreli veya karışık tipleri olabilir. MALT(mucosa associated lymphoid tissue) olarak adlandırılan lenfoid dokudan zengin mukozalarda gelişen B hücreli lenfomalarla ilişkisi vardır. Klinikopataolojik olarak nodal lenfomalardan çok bu mukozal tip lenfomalara benzer özellikler gösterirler. DNA ploidi çalışmaları, tiroit lenfomalarının öploid yada anöploid olabildiğini ve anöploid olanların daha kötü prognoza sahip olduğunu göstermişlerdir. Lenfoma genellikle tiroitte lokalizedir ve Evre I ekstranodal (Evre IE) olarak evrelendirilir. Eğer servikal lenf düğümleri de tutulmuşsa Evre IIE olarak tanımlanır. Tam bir evreleme için baş, boyun, toraks, abdomen ve pelvis bilgisayarlı tomografilerinin çekilmesi gerekir. MALT açısından değerlendirmek için gastrointestinal kanalın kontrast incelemelerinin yapılmasını önerenler de vardır. Tanı için genellikle ince iğne aspirasyon biopsisi yeterlidir. Sitolojik incelemede lenfoma ve lenfositik tiroidit ayırımı deneyimli sitologlar tarafından yapılabilmektedir. Ancak ayırıcı inceleme için immünohistokimyasal inceleme ve lenfoma tiplendirmesi için gerektiğinde tru-cut veya açık biyopsi yapılabilir. Açık biyopside ne kadar doku çıkarılması gerekliliği halen tartışma konusudur. Bazı yazarlar tanı için örneklemenin yeterli olduğunu, bazıları ise geniş tiroit rezeksiyonlarını önerir. Ancak çoğu zaman parsiyel lobektomi yeterlidir. Ayırıcı tanıda ultrasonografiden yararlanabilir. Radyonuklid görüntülemenin genel olarak yararı yoktur, eğer yapılırsa, tiroit içinde fonksiyonel olmayan bir alan veya alanlar olarak görülür. Boyun dışına yayılması olmayan tiroit lenfomalarının tedavisinide primer yöntem radyoterapidir. Bu amaçla boyun ve üst mediasten tolam doz 4000 cGy’den az olmayacak bir biçimde ışınlanmalıdır. Boyun dışına yayılma varsa, boyundaki yayılma ileri derecede ise veya lenfomanın grade’i yüksekse radyoterapiye ek olarak kemoterapi verilmelidir(100,101). Tiroit lenfomalarının cerrahi tedavisinde değişik görüşler mevcuttur. Mayo ve Lahey Klinikler’inde yayınlanan iki çalışmada, tiroide lokalize lenfomalarda tiroidektomi ve sonrasında radyoterapi uygulanarak çok yüksek kür ve hastalıksız yaşam oranları elde edildiği bildirilmiştir (102,103). Ancak hastalık tiroit dışına yayılmış ise tiroidektominin tedavi değeri çok sınırlı olmaktadır. Tiroit dışına yayılma, tiroidektomi sırasında ya da sonrasında anlaşılırsa, bu tedaviye mutlaka kemoterapi eklenmelidir. Yaygın görüş, boyunda tiroit dışına yayılma olan lenfomalarda cerrahi tedavinin yalnızca biyopsi ile sınırlı olması gerektiği biçimdedir. Diğer bir deyişle bu olgularda cerrahinin yalnızca biyopsi amacıyla kullanılması, kesin tedavinin ise radyoterapi olduğu kabul edilmektedir. Tiroit lenfomalarının tedavi sonrası rekürrensleri, boyunda radyoterapi yapılmış alanda olabileceği gibi boyun dışında da olabilir. Rekürrenslerin tedavisi esas olarak kemoterapi ile yapılır. Birkaç ay içinde ortaya çıkan sistemik rekürrenslerde, hastalığın başlangıçtan beri sistemik olduğu, bu nedenle de ilk tanıda yapılan sistemik evrelemenin çok önemli olduğu öne sürülmektedir. Tiroit lenfomalarında prognoz, hastalığın yayılma ve tümörün grade’ine bağlıdır. Makroskpik olarak kapsül dışına yayılma, servikal lenf düğümlerinin tutulumu ve boyun dışına yayılmış olması; histopatolojik olarak hücresel tip, damar invazyonu ve tiroit içi yayılmanın diffüz patterni ile değerlendirilebilir. Tiroidin büyüklüğü prognoz konusunda yanıltıcıdır. Çok 51 büyük guatrla beraber tiroit içinde sınırlı lenfoma veya küçük tiroitlilerde metastaz yapmış lenfomalar olabilmektedir. 5 yıllık sağkalım oranları; düşük ve orta grade için %20 olarak bildirilmiştir. Yayılıma göre yapılan değerlendirmede ise 5 yıllık sağkalım tiroit içinde sınırlı tümörlerde %80, boyunda lenfatik metastazı olanlarda %35, yaygın lenfoması olan olgularda %5 olarak bulunmuştur. SARKOMLAR: Tiroidin en sık rastlanan sarkomu malign hemanjiyoendotelyomadır. Bu tümörün sıklıkla iyot eksikliği bölgelerinde ortaya çıktığı ve iyot profilaksisi yapıldığında prevelansının azaldığı bildirilmiştir(104). Ancak endemik guatr bölgeleri dışından bildirilen olgular da vardır. Malign hemanjioendotelyoma genellikle 50 yaş üzerinde görülür ve erkeklerde daha sıktır. Klinik tablo anaplastik kanserle aynıdır; tiroidin büyük bölümünü tutan, hızlı büyüyen sert bir kitle vardır. Tiroit sarkomları ile anaplastik kanserler arasında histopatolojik olarak ayırım yapmak zor olabilir. Çünkü anaplastik kanserler sarkomatöz özellikler gösteren büyüme paternleri oluşturabilir. Ayırım immünohistokimya yöntemleri ile yapılabilir. Anaplastik kanserler epitel kökenli oldukları için, epitel immünohistokimyasal belirleyici olarak sitokeratin ile boyanırlar. Sarkomlar ise demsin ve aktin gibi immün boyaları tutarlar. Ancak sitokeratin tutabilen sarkomlar da bildirilmiştir. Bunlar epiteloid sarkom veya sarkomatöz transformasyon gösteren anaplastik kanser olarak tanımlanabilirler. Bazı patologlar tarafından mezenkimal metaplazi gösteren anaplastik kanserlere karsinosarkom adı verilmiştir. Tiroit sarkomları ile sıklıkla karıştırılabilen bir diğer patoloji de tiroit bölgesindeki agresif fibromatozistir. Agresif fibromatozis, papiller kanserler eşlik edebilen fibröz proliferasyonla da karıştırılabilir. Tiroitte ender olarak fibrosarkom, leiyomyosarkom, liposarkom, kondrosarkom ve osteojenik sarkomlar görülebildiği bildirilmiştir. Yine ender olarak başka vücut bölgesindeki sarkomlar tiroide metastaz yapabilmektedir. Tüm tiroit sarkomlalrının tedavisi cerrahidir. Tüm olgularda total tiroidektomi yapılmalıdır. Ayrıca çevrede tutulmuş olan yumuşak dokuların eksizyonu ve gerekirse boyun diseksiyonu total tiroidektomiye eklenmelidir. Cerrahi girişimden sonra yine tüm olgulara adjuvant radyoterapi uygulanmalıdır. Baş ve boyun bölgesinin diğer sarkomları gibi tiroit sarkomlarının da agresif lokal rekürrensleri sık ve prognozları kötüdür. Tümörün tiroitte sınırlı olduğu ve total olarak çıkarılabildiği sarkom olgularında kür bildirilmiştir. Ancak tümörün tam çıkarılamadığı olgularda ortalama yaşam süresi 1 yıldır. SKUAMÖZ HÜCRELİ KANSERLER: Tiroidin primer Skuamöz hücreli kanseri tüm tiroit kanser hastalarının % 1’inden azını oluşturur. Tiroidin primer Skuamöz hücreli kanserleri tanı konulduğunda hem servikal lenf düğümlerini hem de sıklıkla üst solunum ve sindirim sistemni tutmuşlardır. Tedavide tümör kitlesi, invaze olan komşu dokular ve lenf düğümlerinin eksizyonuna ek olarak radyoterapi yapılması önerilmektedir. Kemoterapinin yararı yoktur. Tiroit skuamöz hücreli kanserlerinin prognozu kötü, ve tedavi edilen olgularda beklenen yaşam süresi ortalama bir yıldır. TİROİDE METASTAZ YAPAN KANSERLER: En sık tiroide metastaz yapan tümörler malign melanom ve meme kanserleridir. 52 III-MATERYAL-METOD Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Cerrahi Klinik’lerinde 1990-2003 yılları arasında yatarak tedavi görmüş ve ameliyat olan tiroit hastaları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar 1990-1996 ve 1997-2003 yılları olmak üzere iki ayrı zaman dilimine ayrılarak değerlendirildi. . Radyasyona maruz kaldıktan sonra tiroit kanseri gelişmesi için gerekli olan yaklaşık latent period zamanı 10 yıl olduğu için bu süre sınır olarak kabul edilmiştir. 1990-1996 yılları arasında tedavi görmüş hastaların değerlendirilmesinde hastane patoloji kayıtları, ameliyat defterleri, hastane karantina kayıtları kullanılarak bilgilere ulaşıldı. Bu dönem hastaların ameliyat sonrası patoloji piyesleri inceleme sonuçları esas veriyi sağlamıştır. Bu dönemde hastanın yaşı, cinsiyeti, patolojik inceleme sonucu değerlendirildi (Tablo 8). 1997-2003 yılları arasındaki hastalarda 1990-1996 yılları arasında tedavi görmüş hastaların verilerine ilaveten bizzat hasta dosyaları incelenerek; ameliyat öncesi inceleme sonuçları, hastaların geldiği bölgeler, hastanede kalış süreleri, çıkan komplikasyonlar, tanı yöntemleri, hastalara uygulanan ameliyat tipi, hormonal durumları ve ilaç kullanımları açısından da değerlendirildiler(Tablo 9). 1990-1996 periyodu ve 1997-2003 periyodu hastanede görülen tiroit kanser sayısı ve bu yıllar içinde tedavi görmüş tiroit hasta sayısı dikkate alınarak iki grup birbiriyle karşılaştırıldı. *Yaş *Cinsiyet *Patoloji inceleme sonuçları Tablo 8:1990-1996 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarında değerlendirmeye alınan parametreler *Yaş *Cinsiyet *Hastaların geldiği bölgeler *Hormonal durumlar ve ilaç kullanımı *Ameliyat öncesi tanı yöntemleri *Ameliyat tipi *Patoloji inceleme sonuçları *Çıkan komplikasyonlar *Hastanede kalış süreleri Tablo 9:1997-2003 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarında değerlendirmeye alınan parametreler 53 IV-İSTATİSTİK 1990-1996 ile 1997-2003 periyodunda tedavi edilen tiroit hasta grubunu karşılaştırmada Kİ-KARE TESTİ (Chi-Square Testi) kullanıldı. 54 V-BULGULAR 1-1990-1996 DÖNEMİNE AİT BULGULAR 2-1997-2003 DÖNEMİNE AİT BULGULAR 1990-2003 yılları arasında Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Servisi’inde 1958 hasta tiroit hastalıkları nedeniyle tedavi edildi. Bu hastalardan elde edilen veriler; 19901996 ve 1997-2003 yılları arası olmak üzere iki döneme ayrılarak sırayla sunulmuştur. 1-1990-1996 DÖNEMİNE AİT BULGULAR:1990-1996 yılları arasında hastanemiz cerrahi servisinde 817 hasta tiroit hastalıkları nedeniyle tedavi edildiler. Patoloji raporlarından 803 hastanın benign tiroit hastalıkları nedeniyle, 14 hastanın ise malign tiroit hastalıkları nedeniyle opere edildiği anlaşılmıştır. Bu hastaların ortalama yaşı benign tiroit hastaları için 47.91 yıl iken, malign tiroit hastaları için ise 51.07 yıl idi. 803 benign tiroit hastasının 627’si (%78.09)bayan , 1990-1996 1990-1996 1997-2003 1997-2003 BENİGN MALİGN BENİGN MALİGN Hasta Sayısı 803 14 1063 78 Yaş Ortalaması 47.91 51.07 60.02 46.20 Bayan % 78.09 % 57.10 % 86.83 % 76.90 Erkek % 21.91 % 42.90 % 13.17 % 23.10 176’sı (%21.91) erkek iken; 14 malign tiroit hastasının 8’i bayan(%57.1), 6’sı erkek(%42.9) idi. Tablo 10 : 1990-2003 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarının bulgularının dağılımı 1990 -1996 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 14 hastanın 2’sine tamamlayıcı tiroidektomi uygulanmıştır. 55 1990-1996 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 14 hastaya uygulanan ameliyat tipi; YAPILAN AMELİYAT HASTA SAYISI Bilateral total tiroidektomi 4 Tek taraf total diğer lob subtotal tiroidektomi 3 Tek taraf total diğer lob totale yakın tiroidektomi 2 Bilateral subtotal tiroidektomi (2. operasyona gerek duyulmamış) 3 Tamamlayıcı tiroidektomi 2 Tablo 11:1990-1996 yılları arasında malign tiroit hastalarına uygulanan ameliyat tipi(Patoloji raporlarından elde edilen ek bilgiye istinaden) Tablo 12’de 1990-1996 yılları arasındaki hastaların patolojik inceleme sonuçları özetlenmiştir. 1990-1996 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan hastalarda histopatolojik incelemelere göre en sık nodüler guatra rastlanılmıştır. Saptanan diğer patoloji raporları aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. PATOLOJİ RAPORU SOLİTER NODÜL MULTİNODÜLER GUATR NODÜLER GUATR 25 679 704 FOLİKÜLER ADENOM 31 - 31 GRANÜLAMATÖZ TİROİDİT - 12 12 LENFOSİTİK TİROİDİT - 56 56 56 747 803 Tablo 12:1990-1996 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastaların patoloji raporları 1990-1996 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan hastalarda histopatolojik inceleme sonucu en fazla papiller kansere rastlanılmıştır. Saptanan diğer patoloji sonuçları tablo 13’de özetlenmiştir. PATOLOJİ VERİLERİ HASTA SAYISI (14) 56 PAPİLLER CA 8 (%57.2) FOLİKÜLER CA 4 (%28.6) ANAPLASTİK CA 2 (%14.2) Tablo 13: 1990-1996 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastaların patoloji raporları 1990-1996 yılları arasında opere olan tiroit hastalarının patoloji raporlarından elde edilen veriler sonucu tiroit kanseri gelişme zemini bulunmuştur. Tablo 14’de bu dağılım sunulmaktadır. PATOLOJİ RAPORU 1990-1996 1990-1996 BENİGN HASTALAR MALİGN HASTALAR MULTİNODÜLER GUATR 747 (%98.67) 10 (%1.33) 757 SOLİTER NODÜL 56 (%93.34) 4 (%6.66) 60 803 (%98.29) 14 (%1.71) 817 Tablo 14:1990-1996 yılları arasında tedavi edilen hastalarda patoloji raporlarına göre tiroit kanseri gelişme zemini 2-1997-2003 DÖNEMİNE AİT BULGULAR:1997-2003 yılları arasında 1141 hasta tiroit hastalıkları nedeniyle opere edildiler. Opere edilen 1141 hastanın 78’i malign, 1063’ü benign tiroit hastalığı tanısı almıştır. 1997-2003 yılları arasında opere edilen 1063 benign tiroit hastasının 923’ü bayan (%86.83), 140 ‘ı erkek (%13.7) iken, malign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 78 hastanın 60’ı bayan (% 57 76.9), 18’i erkek (%23.1) idi. Benign tiroit hastaları için ortalama yaş 60.02 yıl iken, malign tiroit hastaları için 46.20 yıl idi. Gene bu dönem içinde tedavi gören malign tiroit hastaları için ortalama yatış süresi 3.50 gün iken, benign tiroit hastaları için ortalama yatış süresi 2.44 gün idi. 1997-2003 yılları arasında 1063 hasta guatr ön tanısı ile 78 hasta ise tiroit karsinomu nedeniyle opere edildi. Opere edilen 78 tiroit kanser hastasının 37 tanesine(%47.7) tamamlayıcı tiroidektomi uygulanmıştır. Tamamlayıcı tiroidektomi geçiren 37 hastanın 11’i ilk ameliyatını başka merkezlerde olmuştur. Hastaların hepsi ötiroid hale getirilerek operasyona alınmıştır. Benign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 1063 hastanın 301’i(%28.31) hipertiroidi nedeniyle Propicil yada Tyramazol kullanırken, 37 hasta (%3.48) TSH supresyon amacıyla Levotiron yada Tefor almakta idi. 630 hastada (%67.21) ötiroidi olması nedeniyle ilaç kullanmadığı tespit edilmiştir. Malign tiroit hastalıkları nedeniyle opere edilen 78 hastanın 19’u hipertiroidi(%24.3) nedeniyle medikal tedavi görürken, 2 hastanın(%2.6) hipotiroidi nedeniyle Tefor kullandığı, 57 hastanın(%73.1) ötiroid olduğu saptandı. 1997-2003 yılları arasında opere olan 1141 hastanın 914’ünde (%80.1) ultrasonografi, 839 hastada (% 73.53) sintigrafi, 70 hastada (%6.13)bilgisayarlı tomografi ile, 374 hastada ise (% 32.77) ince iğne aspirasyon biopsisi ile tanıya gidilmeye çalışılmıştır. 1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 1063 hastanın İİAB sonuçları; İİAB’si olmayan--------- 718 (%67.54) Şüpheli İİAB--------------- 44 (%4.13) Normal İİAB------------- 260 (%24.45) Yetersiz İİAB------------- 41 (%3.88) adettir. Şüpheli İİAB bulguları olan hastaların dağılımı; Foliküler neoplazi----------21 Hafif atipi----------------8 Diskaryotik hücre----------6 Hurtle hücre (+)-----------4 Hurtle hücreli neoplazi------3 Papiller yapı(Malignite?)------1 Atipik Hücre--------------1 şeklindedir. 58 1997-2003 yılları arasında opere edilen 78 malign tiroit hastasının 29’una(%37.2) ince iğne aspirasyon biopsisi yapılırken (İİAB), 49’unda (%62.8) ameliyat öncesinde İİAB yapılmamıştır. Ameliyat öncesi İİAB yapılan hastaların İİAB sonuçları ameliyat sonrası patoloji raporları ile karşılaştırıldı. Tablo 15’de sarı ile boyanan yerler pre op. İİAB raporları ile ameliyat sonrası patoloji raporlarının birbirine uymadığı hastalardır. Mavi ile boyanan yerler ise bu uyumun görüldüğü hastalardır. İİAB (PRE OP.) PATOLOJİ POST OP. HASTA SAYISI Normal tirosit Papiller Ca 11 (%38.08) Normal tirosit Medüller Ca 2 (%6.88) Kolloid materyal Papiller Ca 1 (%3.44) Normal tirosit Folliküler Ca 1 (%3.44) Atipik tirosit Medüller Ca 1 (%3.44) Foliküler neoplazi Anaplastik Ca 1 (%3.44) Anaplastik Ca Anaplastik Ca 2 (%6.88) 59 Hurtle hücreli neoplazi Hurtle hücreli Ca 2 (%6.88) Foliküler neoplazi Papiller ca (Folliküler varyant) 2 (%6.88) Papiller Ca Papiller Ca 2 (%6.88) Atipik tirosit Papiller Ca 2 (%6.88) Atipik tirosit Folliküler Ca 2 (%6.88) Tablo 15:1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalarına uygulanan İİAB’ler ile ameliyat sonrası patoloji raporlarının karşılaştırılması 1997-2003 yılları arasında tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen ve operasyon öncesi ince iğne aspirasyon biopsisi yapılan hastaların raporları ameliyat sonrası patoloji raporları ile karşılaştırdık. İİAB’nin tanıyı koymadaki başarısını ortaya koymak amacıyla yaptığımız karşılaştırmayı istatistiki olarak değerlendirdik. İİAB ve patoloji raporları sonucu benign hastalık tanısı alan hastalar ‘0’, malign hastalık tanısı alanlar ‘1’ olarak kaydedildi. Yetersiz İİAB sonucu bulunanlar istatistiki çalışmada değerlendirmeye alınmadı. 0 TEST (İİAB bulguları) TEST (İİAB bulguları) 1 GOLD (post op. patoloji raporu) 0 1 260 15 (%94.5) (%5.5) 44 14 (%75.9) (%24.1) 304 29 GOLD STANDART (post op.patoloji raporu) 0 44 275 58 333 1 1 14 0 15 260 275 29 304 333 Tablo 16:Tiroit hastalarında İİAB raporlarının istatistiki değerlendirilmesi DUYARLILIK: 14/29=%48 (Sensivite) YALANCI NEGATİF ORANI:15/29=%52 ÖZGÜLLÜK:260/304=%86 YALANCI POZİTİF ORANI:44/304=%14 58 60 (Spesivite) DOĞRULUK: 14+260/333=%82 POZİTİF SONUCU KESTİRME DEĞERİ:14/58=%24 (Malign tanı koymada başarı oranı) NEGATİF SONUCU KESTİRME DEĞERİ:260/275=%95 (Benign tanı koymada başarı oranı) Tablo 17:Tiroit hastalarında uygulanan İİAB’lerin istatistiki değerlendirilmesinin sonuçları İİAB raporlarının ameliyat sonrası patoloji verileriyle karşılaştırıldığında istatistiki olarak benign hastaların tanısını koymada başarılı olduğumuzu fakat malign hastaların tanısını koymada aynı başarıyı gösteremediğimizi gördük. Bunun nedenlerine yönelik sorunlar tartışma bölümünde daha detaylı bir şekilde anlatılacaktır. 1997-2003 yılları arasında opere edilen tiroit hastalarının ultrasonografi sonuçlarına göre en sık multinodüler guatr(MNG) saptanırken, rastlanan diğer ultrasonografi bulguları tablo 18’de sunulmuştur. USG BULGUSU 1997-2003 Benign hastalar 1997-2003 Malign hastalar MULTİNODÜLER GUATR 644 (%92.67) 51 (%7.33) 695 SOLİTER NODÜL 155 (%85.64) 26 (%14.36) 181 DİFFUZ HİPERPLAZİ 37 (%97.36) 1 (%2.64) 38 ULTRASONOGRAFİSİ OLMAYANLAR 227 - 227 1063 78 Tablo 18: 1997-2003 yılları arasında opere edilen tiroit hastalarının ultrasonografi sonuçlarının 1997-2003 yılları arasında opere edilen tiroit hastalarının sintigrafi sonuçlarına göre en sık hipoaktif multinodüler guatr saptanırken,bulunan diğer sintigrafi raporları aşağıdaki tablo 19’de sunulmuştur. 61 SİNTİGRAFİ BENİGN MALİGN Hipoaktif Multinodüler Guatr 444 (%91.73) 40(%8.27) 484 Nonhomojen Multinodüler Guatr 108 (%91.52) 10(%8.48) 118 Hipoaktif Soliter Nodül 98 (%78.40) 27(%21.60) 125 Hiperaktif Soliter Nodül 47 - 47 Diffuz Hiperplazi 37 (%97.36) 1(%2.64) 38 Hiperaktif ve Hipoaktif Multinodüler Guatr 27 - 27 Sintigrafisi Olmayanlar 302 - 302 Tablo 19:1997-2003 yılları arasında opere edilen tiroit hastalarının sintigrafi raporları 1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen hastalara en sık uygulanan ameliyat tipi bilateral subtotal tiroidektomi olup uygulanan diğer ameliyatlar tablo 20’de sunulmuştur. 62 YAPILAN AMELİYAT HASTA % SAYIS (1063 Hasta) Bilateral Subtotal Tiroidektomi 720 %67.73 Tek taraf Total Lobektomi, diğer lob Subtotal Lobektomi 69 %6.54 Bilateral Totale yakın Tiroidektomi 64 %6.02 Tek taraflı Subtotal Lobektomi 58 %5.45 Tek taraf Subtotal Lobektomi, diğer lob totale yakın Lobektomi 47 %4.42 Tek taraflı Total Lobektomi 46 %4.32 Tek taraflı totale yakın lobektomi 37 %3.48 Bilateral Total Tiroidektomi 17 %1.59 Nodülektomi 3 %0.27 Piramidal lob eksizyonu 1 %0.09 İstmektomi 1 %0.09 Tablo 20:1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalarına uygulanan ameliyatlar 1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalarına en sık uygulanan ameliyat tipi tamamlayıcı tiroidektomi olup , uygulanan diğer ameliyatlar tablo 21’de sunulmuştur. 63 HASTA SAYISI (78 Hasta) 37 YAPILAN AMELİYAT Tamamlayıcı tiroidektomi % %46.7 Bilateral Total Tiroidektomi 15 (3 Modifiye Radikal Boyun Diseksiyonu)) Bilateral Totale yakın Tiroidektomi 12 (3 Modifiye Radikal Boyun Diseksiyonu) Tek taraf Total Lobektomi diğer lob Totale yakın Lobektomi 4 %19.5 Tek taraf Totale yakın Lobektomi diğer lob Subtotal Lobektomi Bilateral Subtotal Tiroidektomi 3 %3.9 2 %2.6 Nüks Ca nedeniyle kitle eksizyonu 1 %1.3 Tek lob totale yakın Lobektomi* 1 %1.3 Tek taraf Total Lobektomi diğer lob Subtotal Lobektomi 1 %1.3 Uzak met. nedeniyle haliyle taburcu 1 %1.3 Opere edilmeden yatağında ex.(Anaplas. Ca) 1 %1.3 %15.6 %5.2 Tablo 21:1997 -2003 yılları arasında malign tiroit hastalarına uygulanan ameliyatlar (*Tek loba totale yakın tiroidektomi yetersiz bir tedavi gibi görüksede bu hasta, ilk ameliyatının patoloji raporunun tiroit kanseri ile uyumlu gelmesi üzerine tamamlayıcı tiroidektomi amacıyla çağrılmış fakat hastamız önerilen bu ikinci ameliyatı kabul etmemiştir.) 1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan hastalarımızın patoloji raporlarından elde edilen veriler sonrasında ensık nodüler guatr saptanırken bulunan diğer patoloji raporları tablo 22’de sunulmuştur. PATOLOJİ VERİLERİ HASTA SAYISI (1063) 64 NODÜLER GUATR 718 (%67.54) LENFOSİTİK TİROİDİT 148 (%13.93) FOLİKÜLER ADENOM 49 (%4.61) HASHİMOTO TİROİDİT 6 (%0.57) GRANÜLAMATOZ TİROİDİT 2 (%0.18) Tablo 22:1997-2003 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastalarının patoloji raporları 1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan hastalarımızın patoloji raporlarından elde edilen veriler sonucunda en sık papiller kansere rastlarken diğer patoloji verileri dağılımı tablo 23’de sunulmuştur. PATOLOJİ VERİLERİ HASTA SAYISI(78) PAPİLLER CA 57 (%73.1) ANAPLASTİK CA 9 (%11.5) FOLİKÜLER CA 8 (%10.2) HURTLE CA 2 (%2.6) MEDÜLLER CA 1 (%1.3) EPİTEL HÜCRE MET. (Primeri akc ca) 1 (%1.3) Tablo 23:1997-2003 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastalarının patoloji raporları 1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan 1063 hastanın 58’inde(%5.43) komplikasyon görülmüş olup en sık rastlanan komplikasyon hipokalsemi olarak saptanmıştır. Ameliyat sonrası ortaya çıkan diğer komplikasyonlar tablo 24’da özetlenmiştir. KOMPLİKASYONLAR HASTA SAYISI % HİPOKALSEMİ 40 %3.76 65 TRAKEOSTOMİ(*BNRP) 4 %0.37 HEMATOM 5 %0.47 SES KISIKLIĞI 6 %0.56 AKCİĞER ENFEKSİYONU 2 %0.18 VOKAL KORD ÖDEMİ 1 %0.09 58 %5.43 Tablo 24:1997-2003 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastalarında ameliyat sonrasında ortaya çıkan komplikasyonlar 1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan 78 hastanın 10’unda (%12.8) komplikasyon saptanmış olup en sık rastlanan komplikasyon hipokalsemi ve nervus recurrens yaralanması olarak saptanmıştır. Saptanan diğer komplikasyonlar tablo 25’de sunulmuştur. KOMPLİKASYONLAR HASTA SAYISI HİPOKALSEMİ 4 TRAKEOSTOMİ(*BNRP) 2 SES KISIKLIĞI 2 ÖZOFAGUS FİSTÜLÜ 1 SAĞ VOKAL KORD PARALİZİ 1 10(%12.8) Tablo 25:1997-2003 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastalarında operasyon sonrası ortaya çıkan komplikasyonlar (*BNRP:Bilateral nervus rekürrens paralizi) (Trakeostomi uygulanan hastalardan bir tanesi post op. 4.günde exitus olmuştur.) 1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan 1063 hastanın 928’inin doğum yerleri açısından değerlendirilmiştir. En sık rastlanan doğum yeri olarak Karadeniz bölgesi tespit edilmiştir. Diğer saptanan bölgeler tablo 26’de sunulmuştur. 66 DOĞUM YERİ HASTA SAYISI % KARADENİZ 337 %36.31 DOĞU ANADOLU BÖLGESİ 161 %17.36 GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ 139 %14.98 İÇ ANADOLU BÖLGESİ 133 %14.34 MARMARA BÖLGESİ 117 %12.61 EGE BÖLGESİ 18 %1.94 AKDENİZ BÖLGESİ 18 %1.94 YUGOSLAVYA 3 %0.32 ALMANYA 1 %0.10 YUNANİSTAN 1 %0.10 928 %100 Tablo 26:1997-2003 yılları arasında opere edilen benign tiroit hastalarının doğum yerlerine göre dağılımı 1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere olan hastaların doğum yerlerine göre yapılan dağılımda en sık Karadeniz bölgesine rastlanılmıştır. Diğer bölgeler tablo 27’da sunulmuştur. DOĞUM YERİ HASTA SATISI % 67 KARADENİZ BÖLGESİ 22 %28.2 DOĞU ANADOLU BÖLGESİ 17 %21.8 MARMARA BÖLGESİ 14 %17.9 İÇ ANADOLU BÖLGESİ 8 %10.2 GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ 8 %10.2 AKDENİZ BÖLGESİ 5 %6.5 EGE BÖLGESİ 4 %5.2 78 %100 Tablo 27:1997-2003 yılları arasında opere edilen malign tiroit hastalarının doğum yerlerine göre dağılımı Sonuç olarak 1990-1996 dönemi, 1997-2003 dönemi ile karşılaştırıldığında hastanemize başvuran ve tedavi edilen tiroit hasta sayısında istatistiki bir fark bulunmazken, tiroit kanseri görülme sıklığı açısından 1997-2003 döneminde 1990-1996 dönemine göre istatistiki olarak oldukça anlamlı bir artış saptanmıştır (x2=27.9,p=0.0001 veya p<0.001). 68 MALİGNİTE VAR (-) MALİGNİTE YOK (+) 1990-1996 DÖNEMİ 14(%1.71) 803(%98.29) 817 1997-2003 DÖNEMİ 78(%6.8) 1063(%93.2) 1141 92 1866 1958 Tablo 28:1990-1996 ile 1997-2003 döneminde tedavi edilen malign ve benign tiroit hastalarının istatistiki değerlendirilmesi VI-TARTIŞMA Tiroit kanserleri en sık görülen endokrin tümörler olmasına rağmen literatürde oldukça nadir kanserler olarak tanımlanmaktadır. Bayanlarda görülme insidansı 2.4/100.000 iken, erkeklerde ise bu oran 0.9/100.000’dır(1). Cerrahi kliniklerinde yapılan ameliyatların oldukça önemli bir bölümünü tiroit hastalıkları oluşturmaktadır. Cerrahi müdahele geçiren hastaların 69 büyük çoğunluğu kanser şüphesi nedeniyle ameliyat edilmektedir. Hastanemizde de bu genel kurallar geçerliliğini korumaktadır. Ancak son yıllarda geçmişle kıyaslandığında tiroit kanseri görülme sıklığında bir artış olduğu genel kanı haline gelmiştir. Tiroit kanserleri bilindiği gibi iyonize radyasyona maruz kalmış insanlarda görülme sıklığı artan kanserlerdir. Özellikle çocukluk çağında radyasyona maruz kalmış kişilerde tiroit kanseri görülme sıklığı artmıştır. Belarus’da pediatrik tiroit kanserlerinde artış saptandığına dair çalışmanın sonuçları Tablo 29’da sunulmuştur. Yani radyasyon tiroit kanseri gelişme açısından bir risk faktörüdür. Tablo 29:Belarus’da Çernobil Nükleer Kazası’ndan sonra pediatrik tiroit kanserlerinde saptanan artışın şematik görünümü (Cancer 1994 Jul 15;74(2):748-66.) Bilindiği üzere dünyamız Nisan 1986’da Çernobil Nükleer Kazası’na tanıklık etti. Bu kaza nükleer bomba nedeniyle radyasyona maruz kalmış insanlar bir tarafa bırakıldığında insanlığın karşı karşıya kaldığı en ciddi nükleer tehlike olmuştur. Bu kaza sonrası birçok radyoaktif madde çevreye yayılmıştır. En sık yayılan radyoaktif maddeler: -Caesium 134(yarıömrü 2 yıl) -Caesium 137(yarıömrü 30 yıl) -Strontium 89(yarıömrü 52 gün) -Strontium 90(yarıömrü 28 gün) -Iod 131(yarıömrü 8 gün) -Iod 133 -Tellerium 132 -Seryum olarak tespit edilmiştir(105-108). Çernobil kazasında yayılan bu radyoaktif maddelerin çok geniş bir çevrede etkili olmasının en önemli nedeni kazada yayılan ağır radyoaktif maddelerden Strontium ve Seryum’un kazanın olduğu santralin etrafına düşerken, daha hafif olan İyot ve Caesium gibi radyoaktif maddelerin bulut halinde dağılması ve Avrupa’nın %75’ine yayılmasıdır(107,108). Çernobil kazasında oldukça fazla miktarda İodine radyoizotopu açığa çıktığı için tiroit bezi en fazla etkilenen organ olmuştur(105,106). Etrafa yayılan radyoaktif maddeler gerek hava yoluyla gerek ise topraktan, içilen sudan beslenilen gıdalara kadar birçok yolla insan vucuduna taşınmıştır(Şekil 11). Çernobil yakınlarında kızıl orman olarak da bilinen bölgede kaza sonrası genetik değişikliğe 70 uğramış birçok fareye rastlanılmıştır(şekil 12). Buda kazanın yalnızca insanları değil doğada bulunan tüm canlıları etkilediğini gösteren bir bulgudur. Çernobil kazasında etrafa yayılan radyoaktif maddelerden en fazla etkilenen ülkeler Ukrayna, Belarus ve Rusya Federasyonu olmuştur(105,109,110)(Şekil 13). Açığa çıkan radyoaktif maddeler 150.000 km2 alana yayılmış olup yaklaşık 5 ile 7 milyon kişiyi etkilediği söylenmektedir (109). Çernobil’deki kazasına bağlı etkiler 2 mayısda Japonya’da, 4 mayısda Çin, 5-6 mayısda Amerika Birleşik Devletler’inde tespit edilmiştir(108,109). Ülkemizde bu konuyla ilgili yapılmış resmi açıklamalardan fazla sonuç alınamasada Çernobil’in coğrafi olarak Türkiye’ye yakınlığı (1150 km) ve atmosferik olaylarla çok kısa sürede radyoaktif serpintinin ulaşmış olacağı gerçeği ülkemizde de birçok insanın ciddi anlamda radyasyona maruz kalmış olabileceğini düşündürmektedir. Radyasyon nedeniyle imha edilmiş olan çaylar bunun bir göstergesi olabilir. O tarihteki atmosferik olaylar incelendiğinde 15-20 gün sonra Ukrayna tarafından gelen bulutların Doğu Avrupa ile birlikte Türkiye üzerinde özellikle Karadeniz yoluyla yağış bıraktığı ve radyoaktif serpinti içeren materyallerin ülkemiz sınırlarına kadar geldiği bilinmektedir(107). Çernobil Nükleer Kazası ile ilgili olan literatürlerde özellikle çocuklarda olmak üzere tiroit kanseri görülme sıklığının arttığı bildirilmektedir(105,107,108,110-118). Eksternal radyasyona maruz kalanlarda tiroit kanseri gelişiminde bir risk faktörü olduğuna dair kanıt mevcut değildir diyen yayınlarda mevcuttur(110,119). Fakat Japonya’da atom bombası atılan Hiroşima’da ve Marshall adalarında hidrojen bombası denemesi yapılan bölgelerde tiroit kanserinin insidansının yüksek olması tiroit kanseri ile radyoaktif etki arasındaki ilişkiyi güçlendirmektedir(120). Özellikle çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda tiroit kanserinin Çernobil kazasının olduğu yere yakın bölgelerde artışlar mevcuttur(Tablo 29). Çalışmaların çoğunda kısa dönemdeki artışlardan bahsedilmiştir (105,107,108,110-118). Kanserin gelişmesi için gerekli olan latent periodun minimum 3ile 5 yıl ile (107,108,110,112,113,116) 10 yıla (114-116,118,121) kadar uzanan bir süreye sahip olduğuna dair çalışmalar literatürde bildirilmiştir. Literatürde saptadığımız bir diğer bilgi ise kaza sırasında 5 yaşından küçük olan hastalarda rastlanan tiroit kanserinin daha kısa süreli bir latent perioda sahip olup aynı zamanda daha agresif seyrettiğidir (105). Uzun dönemdeki etkiler açısından fazla veriye ulaşamadık ancak bir çalışmada zaman geçtikçe tiroit kanseri görülme sıklığında artış olduğu dökümante edilmektedir(117). Çernobil kazası sonrası Ukrayna’ya yakın ülkelerde tiroit kanserleri dışında başka hastalıklarda da artış görüldüğü bildirilmiştir. Estonya’da yapılan çalışmalarda özellikle tiroit kanserinden sonra en fazla olmak üzere sırasıyla lösemi, non-hodking lenfoma, özofagus kanseri, karaciğer kanseri ve nazofarinks kanserinde de artış olduğu bildirilmiştir(105)(Şekil 14). Özellikle lösemi konusunda ciddi artış bildirilmesi ile beraber, 2 yıl gibi kısa bir sürede gelişmesi ve özellikle AML formunda artışlar olması çeşitli yayınlarda ortaya konan bilgilerdir(122-126). Türkiye’de de kaza sonrası lösemi değerlerinde ve nöral tüp defektlerinde ciddi artışın saptandığına dair yayınlar mevcuttur(105,108). 71 Şekil 11:İnsan vücudunun eksternal radyasyona maruz kalma yolları (1991 Vienna Konferansı) 72 Şekil 12:Çernobil yakınlarında kızıl orman olarak bilinen bölgede bulunan genetik değişikliğe uğramış fareler (Rahu M. Health effectsof the Chernobyl accident: fears, rumours and the truth. Eur J Cancer 39:295-9, 2003.) 73 Şekil 13:Çernobil nükleer kazasından en fazla etkilenen ülkeler 74 Şekil 14:Çernobil nükleer kazasında çalışan ve lösemi tedavisi gören Ukrayna’lı bir çift (Rahu M. Health effectsof the Chernobyl accident: fears, rumours and the truth. Eur J Cancer 39:295-9, 2003.) 75 Çernobil kazası sonrası kaza ile ilgili olarak birçok iddia ortaya atılmıştır. Bu iddialar içersinde; -Kiev’de 15000 kişinin 1986 ‘da kaza sonrasında toprağa gömüldüğü, -Çernobil kazasının, radyasyonun insan üzerindeki etkisini incelemek için ortaya çıkarılmış bir deney kazası olduğu, -Çernobil kazasına bağlı olarak 2000 yılına kadar 300000 insanın öldüğü, -1986-1990 yılları arasında kazada çalıştırılan yaklaşık 600000 kişinin birçoğunun öldüğü ve gene yaşayanların tamamına yakınının hasta olduğu(şekil 15), -Çernobil kazası sonrası cilt kanserinin 60 kat arttığı yer almaktadır(109). Bu iddialar o kadar ciddi boyutta tartışılır olmuştur ki Radyasyon Etkilerini İnceleyen Uluslararası Bilimsel Komite(UNSCEAR) toplanarak Çernobil kazası hakkında araştırma raporu sunmak zorunda kalmıştır. UNSCEAR sunduğu bu raporunda Çernobil kazasında ortaya çıkan radyasyonun insanlar üzerine olan etkilerinin abartıldığını iddia etiler(109,119). Bu rapora göre; A*Çernobil Kazası sonrası 3 ülkede(Ukrayna, Belarus, Rusya Federasyonu) özellikle çocuklarda tiroit kanseri görülme insidansı artmıştır. B*Löseminin kaza sonrası arttığına dair kesin kanıt mevcut değildir. C*Radyasyonun etkisine sekonder diğer hastalıklarda artış olduğuna dair kanıt mevcut değildir. D*Radyasyon sonrası doğum defektlerinde artış olduğuna dair kanıt mevcut değildir. Diğer hastalıklar bir kenara bırakıldığında özellikle tiroit kanserlerinde kaza sonrası ciddi bir artışın bildirilmesi üzerine bu konu üzerine araştırmalar yoğunlaşmıştır. Özellikle kaza sonrası saptanan tiroit kanserlerinde genetik araştırmalar hız kazanmıştır.Çernobil nükleer kaza sonrasında özellikle Belarus’daki çocuklarda ortaya çıkan tiroit papiller kanserlerinde 10. kromozom üzerinde RET-PTC1 ve RET-PTC3 denen protoonkojenlere rastlanılmıştır. Bu onkojenlerin 10.kromozom üzerinde aberasyonlardan sorumlu olduğu düşünülmektedir(127132). Bu onkojenler tiroit kanserlerinde en fazla saptanan mutasyonlardır ve 10.kromozom uzun kolunda transmembrane tirozin kinaz reseptörünü kodlarlar(133-141). RET protoonkojenlere tiroit kanserlerinde %70 oranında rastlanılmaktadır(129,130). Bu onkojenler dışında Çernobil kazası sonrasında gelişen tiroit kanserlerinde daha az sıklıkla olmak üzere başka onkojenlerede rastlanılmıştır. Bunların bazıları trk, gsp, G-alpha, ras, p53’dür(133). Her ne kadar ras ve p53 onkojenine rastlanılmadığını söyleyen yayınlar da mevcuttur(129,130). Yapılan araştırmalar sonucu tiroit papiller kanserinin gen değişikleri ile ilgili, folliküler kanserin ise nokta mutasyon ile ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir(128). Tüm bu bilgiler ışığında ve kliniğimizde gördüğümüz tiroit kanserlerinde geçmiş yılların deneyimine sahip tecrübeli cerrahlar tarafından artış olduğuna dair yorumlara dayanılarak hastanemizde belli bir döneme ait vakaları incelemeye karar verdik. 1990-2003 yılları arasındaki 13 yıllık periyodu eşit zaman dilimine bölerek Çernobil Nükleer Kazasının 10 yıl geçtikten sonraki ve önceki dönem olarak 2 ayrı grupta hastanemizde tedavi edilen tiroit hastası ve tiroit kanseri hastaları araştırıldı. Radyasyona maruz kaldıktan sonra tiroit kanseri gelişmesi için gerekli olan yaklaşık latent period zamanı 10 yıl olduğu için bu süre sınır olarak kabul edilmiştir. 1990-2003 yılları arasında tiroit hastalığı nedeniyle tedavi olmuş ve patoloji verileri elimizde olan toplam 1958 hasta çalışmamıza dahil edildi. 1958 hastanın 817’si 1990-1996 yılları arasında, 1141’i ise 1997-2003 yılları arasında tedavi edilmişlerdir(Bir hastamız opere edilemeden var olan metastazları nedeniyle kaybedilmiştir). 1990-2003 yılları arasında tüm gruplarda cinsiyet olarak bayan hakimiyeti mevcuttu. Benign tiroit hastalığı olan hastaların çoğu hastanemize boyunda şişlik yada tiroit bezinin çok yada az çalışmasına bağlı klinik bulgularla başvurmuşlardır. Malign tiroit hastalığı olan 76 hastaların çoğu ise boyunda şişlik yada lenfadenopati ile başvurmuşlardır. Aynı zamanda malign grubun en az yarısında ek bir benign tiroit patolojisi saptanmıştır ki buda literatür bilgileri ile uyum göstermektedir(112). Hastaların hepsi ötiroid hale getirilerek operasyona alınmıştır. 1997-2003 yılları arasında benign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 1063 hastanın 301’i(%28.31) hipertiroidi nedeniyle Propicil yada Tyramazol kullanırken, 37 hasta (%3.48) TSH supresyon amacıyla Levotiron yada Tefor almakta idi. 630 hastada (%67.21) ötiroidi olması nedeniyle ilaç kullanmadığı tespit edilmiştir. 1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 78 hastanın 19’u hipertiroidi(%24.3) nedeniyle medikal tedavi görürken, 2 hastanın(%2.6) hipotiroidi nedeniyle Tefor kullandığı, 57 hastanın(%73.1) otiroid olduğu saptandı. Otonom nodül-kanser göz önüne alındığında bu nodüllerde kanser bulunma şansı % 1’den az olmakla beraber bir seride %12 olarak saptanmıştır(143). Literatürle karşılaştırıldığında kendi serilerimizde malign hastalarda saptanan hipertiroidi oranlarının yüksek olduğunu görmekteyiz. 1997-2003 yılları arasında opere olan 1141 hastanın 914’ünde (%80.1) ultrasonografi, 839 hastada(% 73.53) sintigrafi, 70 hastada (%6.13)bilgisayarlı tomografi ile, 374 hastada ise(%32.77) ince iğne aspirasyon biopsisi (İİAB)ile tanıya gidilmeye çalışılmıştır. İnce iğne aspirasyon biopsisi sitoloji doğruluk oranımız (%82) literatürde bildirilen doğruluk oranları ile(%67-90) uyumlu olduğunu saptadık(112,144,145). Buna rağmen İİAB raporlarının ameliyat sonrası patoloji raporlarıyla karşılaştırıldığında benign hastaların tanısını koymada (%95) başarılı olduğumuzu fakat malign hastaların tanısını koymada(% 24) aynı başarıyı gösteremediğimizi istatistiki olarak saptadık. Malign hastalarda İİAB ile tanısını koymada başarı oranının düşük olmasını polikliniğimizde İİAB’nin rutin olarak yapılmaması, kliniğimizin patoloji kliniği ile uyumlu bir çalışma içersinde olamaması ve aynı zamanda İİAB’lerinin aynı ekip tarafından değerlendirilmemesine bağlamaktayız. Multipl nodüllerden çap olarak belirgin büyük olanına dominant nodül ve bu guatrlara dominant nodüllü multinodüler guatr adı verilir. Bu nodüllerin çoğunun benign olmasına rağmen nodülde kanser olasılığı korkusu, hasta ve hekimi sıkıntıya sokmaktadır. Soliter nodüllerde ortalama %4.7, dominant nodülde %4.1, multinodüllerde ise %1 oranında maligniteye rastlanılır. Bu oranlar dominant nodül içeren multinodüler guatrların da soliter nodüler guatr gibi ele alınmasını telkin etmektedir(146,147). Diferansiye tiroit kanserlerinde insidansı arttıran risk faktörlerinden en önemlisi tiroidin radyasyonla karşılaşmış olmasıdır. Bu konuda yapılan bir çalışmada, çocukluk çağında radyasyonla karşılaşan ve 30-40 yıl izlenen bireylerin %37’inde tiroit nodülü, %10’unda ise kanıtlanmış tiroit kanseri geliştiği gösterilmiştir(148,149). 40 yıldan fazla izlenenlerde ise bu oranlar sırasıyla %60 ve %15 ‘tir. Aynı seride kanserli olguların %85’inde papiller yada mikst tip karsinom saptanırken,%33’ünde lenf düğümü metastazı bulunmuştur. Papiller kanserin yarısına yakını tiroitte multifokal şeklindedir. Bir başka çalışma, radyasyona ek olarak ailesel yatkınlığın da kanser gelişmesinde rolü olduğu gösterilmiştir(150). Multinodüler guatr ve tiroit kanseri arasındaki ilişki ve hastaların tedavisi bir çok tartışmanın doğmasına neden olmuştur. Tiroit nodüllerinin çoğu benigndir ve tiroit kanserlerinin çoğu hafif seyreder ve agresif değildir(151). Kanserin tipi, evresi, tiroidektominin derecesi, tüm makroskopik tümörün çıkarılması, TSH’u baskılamak için tiroit hormonlarının verilmesi, radyoaktif iyot kullanılması tiroit kanserli hastaların yaşam süresini etkiler (152-155). Hem aile hem de radyasyon öyküsü olmayan multinodüler guatr veya yumuşak nodülleri olan hastalarda dominant nodül de yoksa, tiroit kanseri riski %1 gibi düşük düzeydedir. Bizim serimizde de 19901996 yılları arasında tedavi edilen tiroit hastalarından elde edilen patoloji raporları değerlendirildiğinde 757 multinodüler guatr’lı hastanın 10’unda(%1.33) tiroit kanseri saptanmıştır ki bu değer literatürde bildirilen radyasyona maruz kalmamış multinodüler guatrlardaki saptanan tiroit kanserleri ile uyumludur. 10 yıllık latent periodun geçtiği 1997-2003 yılları arasında ise 77 multinodüler guatr ön tanısıyla tedavi edilen 695 hastanın 51’inde (%7.33) tiroit kanseri saptanmış olup iki dönem birbiriyle karşılaştırıldığında literatürle uyumlu olarak multinodüler guatrlarda radyasyona maruz kalmaya bağlı olarak tiroit kanseri görülme sıklığı artmıştır. Çalışma grubumuzu soliter nodüller açısından değerlendirdiğimizde ise 1990-1996 yılları arasında soliter tiroit nodülü nedeniyle tedavi edilen 60 hastanın 4’ünde (% 6.66) tiroit kanseri saptanırken, 1997-2003 yılları arasında tedavi edilen 181 soliter tiroit nodüllü hastanın 26’sında (% 14.36) tiroit kanseri saptanmıştır. Bu bulgular radyasyona maruz kaldıktan 10 yıllık latent period sonrasında ki soliter tiroit nodüllerinde tiroit kanseri görülme insidansının arttığını göstermektedir. Dikkati çeken bir diğer noktada her iki dönemde de soliter tiroit nodülleri için saptanan tiroit kanseri yüzdelerinin(%6.66,%14.36) literatürlerde bildirilen değerlerden (%4.7) yüksek olmasıdır (146,147). 1997-2003 yılları arasında tiroit hastalığı nedeniyle tedavi edilen 1141 hastanın yapılan sintigrafileri değerlendirildi. Sintigrafi yapılarak hipoaktif multinodüler guatr saptanan 484 hastanın 40’ında (%8.27)tiroit kanseri saptanırken, nonhomojen multinodüler guatr saptanan 118 hastanın 10’unda (%8.48) tiroit kanseri tespit edilmişitir. Ayrıca sintigrafi raporu sonucu hipoaktif soliter tiroit nodülü saptanan 125 hastanın 27’inde (%21.60) tiroit kanseri saptanmıştır ki bu oran literaürlerde bildirilen oranlarla karşılaştırıldığında oldukça yüksektir(147). Tiroit kanseri tedavisinin temel taşı cerrahi rezeksiyon ve uygulanması gereken ideal ameliyat total tiroidektomidir. Ancak total tiroidektominin morbiditesinin yüksek olması ve papiller tiroit kanserinde olduğu gibi bazı kanser formlarında prognozun çok iyi olması nedeniyle daha sınırlı rezeksiyon yapılabileceğini öne sürenlerde olmuştur. Bu konudaki konsensus kabul edilebilir en sınırlı ameliyatın tümör tarafına total lobektomi ve istmusektomi olduğudur(47). Eskiden tiroit kanserleri için yapılacak minimum subtotal tiroidektomi kabul gören bir tedavi idi. Bugün ise özellikle Çernobil kazasından sonra tiroit kanserlerinin daha multifokal, daha agresiv, daha ekstranodal yayılan hale gelmesi nedeniyle bu tür hastalarda uygulanması gereken cerrahi tedavinin total ya da totale yakın tiroidektomi olması gerektiğide bu konu ile ilgili yapılan bir çok çalışmada ortak görüş haline gelmiştir (129,130,156-160). Serimizde her iki dönemde benign tiroit hastalarına en fazla oranda bilateral subtotal tiroidektomi uygulanmıştır. 1990-1996 yılları arasında malign tiroit hastalarına en fazla oranda total tiroidektomi uygulanmıştır. İki hasta ise ilk ameliyatlarını başka hastanede olmuşlar patoloji sonucu tiroit kanseri ile uyumlu gelmesi üzerine hastalara tamamlayıcı tiroidektomi uygulanmıştır. 1997-2003 yılları arasında malign tiroit hastalığı nedeniyle opere edilen 78 hastanın 15’ine (%19.5) total tiroidektomi uygulanmış olup, 37 hastaya ise(%46.7) guatr nedeniyle opere edilmiş ve patoloji raporlarının tiroit kanseri ile uyumlu gelmesi üzerine hastalara tamamlayıcı tiroidektomi uygulanmıştır. 37 hastanın 11’i ilk ameliyatlarını bir başka merkezde, 26’sı ise ilk ameliyatlarını hastanemizde olmuşlardır. Sonuç olarak literatürlerde tiroit kanserlerine uygulanması tavsiye edilen total tiroidektomi 1997-2003 yıllarında daha fazla olmak üzere hastanemizde malign tiroit hastaları için en fazla tercih edilen ameliyat olmuştur. En deneyimli ellerde bile tamamlayıcı tiroidektomi ilk ameliyatta uygulanan total tiroidektomiye göre hem daha zor, hem daha riskli, hem de daha fazla komplikasyon içermektedir(161). Dolayısıyla bu tür hastalarda hastaneye ilk başvurduklarında hastalığın tanısını koymada uygulanan yöntemler önem kazanmaktadır. Çalışmamızda İİAB ile malign hastalığın tanısını koymadaki başarımızın artması durumunda tamamlayıcı tiroidektomi sayılarımızın ve bu tür kanser hastalarında görülen post op. komplikasyon oranlarımızın azalacağına inanmaktayız. Tamamlayıcı tiroidektomi endikasyonları; primer tedavi sonrasında diferansiye tiroit kanseri tanısının konması, tümör çapının 1.5 cm’den büyük olması, tümörün multrisentrik olması ve tümörün ilk ameliyatta tam olarak çıkarılamamış olmasıdır. Ameliyatın planlanmasında 78 hastanın yaşı ve genel durumu da önemlidir. 70 yaşın üzerinde tümörü olan hastalarda , genel durumu kötü, yüksek ameliyat riski olan hastalarda ve yaşam beklentisinin az olduğu hastalarda tamamlayıcı tiroidektomi yapılması önerilmemektedir(162-164). Tamamlayıcı tiroidektomi için en önemli kriter tümörün multisentrik olmasıdır. Diferansiye tiroit kanserleri için multisentrisite oranları için değişik çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilmekle beraber, bazı çalışmalara göre bu oran %60-70’lere çıkmaktadır. Vakalarımızda tamamlayıcı tirodektomi kararı alırken yukarıda bildirilen kriterleri göz önüne aldık. Tamamlayıcı tiroidektomilerde ilk ameliyat sonrasında bozulan anatomi nedeniyle post op. komplikasyonlar diğer ameliyatlara göre daha fazla görülmektedir. Bu nedenle önerilen tamamlayıcı tiroidektominin skar dokusu gelişmeden ilk ameliyatı izleyen 5 gün içinde gerçekleştirilmesi yada skar, ödem ve enflamasyonun yatışması beklenerek 3-4 aylık bir dönem sonrasında yapılması önerilmektedir (162-165). Vakalarımızda da tamamlayıcı tiroidektomiler yukarıda bahsedilen zaman dilimleri içersinde gerçekleştirilmiştir. 78 hastaya uygulanan ameliyat tiplerinden bir vakaya uyguladığımız tek lob totale yakın tiroidektomi yeterli bir tedavi şekli olarak gözükmese de hastamızın post op. patoloji raporunun tiroit kanseri ile uyumlu gelmesi üzerine hasta ikinci operasyona çağrılmış fakat hasta ikinci ameliyatı kabul etmemiştir. Diferansiye tiroit kanserlerinin servikal lenf düğümlerine yaptıkları metastazların prognostik önemi tartışmalı olduğu gibi, bunların diseksiyonunun gerekliliği konusunda da tartışmalar sürmektedir. Tüm papiller tiroit kanserlerine lenf bezi diseksiyonu yapılması önerilmiş ama kabul görmemiştir. Ancak papiller ve medüller tiroit kanserlerinde tümörün bulunduğu taraftaki santral lenfatik grubun ( prelarengeal, pretrakeal, paratrakeal, pretiroidal) metastaz yokken bile çıkarılması önerilmektedir. Çünkü bu bölgelerden daha sonra metastaz çıkması, reoperasyonun daha zor olmasına ve komplikasyonların daha çok çıkmasına neden olmaktadır. Lateral servikal diseksiyon, ya da 2-5. düzey boyun diseksiyonu ise yalnızca bu alan metastaz saptanırsa yapılmalıdır. Lenf bezi tutulumu ameliyat sırasında ya da ameliyat sonrasında da olabilir. Tiroit kanserlerinde bu alanın diseksiyonu radikal değil, internal juguler ven, spinal aksesuar sinir, sternokleidomastoid kasın korunduğu modifiye radikal diseksiyon biçiminde uygulanmalıdır(158). Bizde her iki serimizde differansiye kanserler için profilaktik santral boyun diseksiyonu uygulamadık. Ameliyat sırasında yada öncesinde lenf bezi tutulumu saptadığımız hastalara peroperatuar lenf bezi örneklemesi yapılarak metastaz ile uyumlu gelenlere aynı bölgeye yukarıda bahsedilen modifiye radikal boyun diseksiyonu uyguladık. Eksternal radyasyonun papiller kanser etyolojisinde önemli rolü olduğu ve radyasyon dozu ile kanser riskinin arttığı bilinmektedir. Tiroitleri radyasyonla karşılaşmış insanların % 10’unda tiroit kanseri gelişmektedir ve bunun tümüne yakını papiller kanserdir. Bu kanserler radyasyonla karşılaşmayı izleyen beşinci yıldan itibaren ve en çok 10-25 yıl sonra görülmektedir. Radyasyona bağlı tiroit kanserlerinin hemen tümü diferansiye ve çok büyük bölümü papiller kanserdir(158). Özellikle Çernobil Nükleer Kazasından sonraki 5-10 yıllık latent period sonrası tiroit papiller kanseri literatürlerde bazı serilerde %70(16,17), bazı serilerde ise % 90 (107,131) oranında görüldüğü bildirilmektedir. Bizim serimizde ise ilk period olan 1990-1996 yılları arasında tiroit papiller kanseri görülme sıklığı %57.2 oranında saptanmış iken,10 yıllık latent period sonrası 1997-2003 yılları arasında ise literatürle uyumlu olarak %73.1 olarak tespit edilmiştir. Bu bulgular eşliğinde zaman geçtikçe tiroit papiller kanseri görülme sıklığının arttığını söylemek mümkündür. Malign hastalarda benign tiroit hastalara göre daha fazla oranda ameliyat sonrası komplikasyon görülmektedir. Nitekim malign hastaların ortalama yatış süresi benign hastalara göre daha uzun bulunmuştur. Özellikle tamamlayıcı tiroidektomi uygulananlarda öncellikli endişe ikinci ameliyat olmasından dolayı morbiditenin artmasıdır. Bu riski arttıran en önemli faktör ise birinci ameliyata bağlı skar dokusu ve adhezyonlar nedeniyle anatomik bütünlüğün bozulmasıdır. 79 Operasyon sonrası literatürde en fazla bildirilen komplikasyonlar sırasıyla rekürren laringeal sinir yaralanması, hipoparatiroidizm, yara enfeksiyonu ve kanamadır(156,166). Çeşitli çalışmalarda rekürren laringeal sinir yaralanma insidansı %1.5-5.5 oranında bildirilmiştir (162,163,165,167-169). Bizim serimizde de rekürren laringeal sinir yaralanması en fazla görülen komplikasyon olup %6.40 (5 hastada) oranında saptanmıştır. Rekürren laringeal sinir yaralanması 2 hastada bilateral olup solunum sıkıntısı nedeniyle bu iki hastaya trakeostomi uygulanmıştır. Rekürren laringeal sinir yaralanması dışında en fazla görülen bir diğer komplikasyon ise hipoparatiroidizmdir. Literatürde özellikle tamamlayıcı tiroidektomiler başta olmak üzere malign tiroit hastalarında post op. hipoparatiroidizm insidansı %3 ile 15 arasında bildirilmiştir. Serimizde de hipoparatiroidizm en fazla görülen bir diğer komplikasyon olup literatür ile uyumlu olarak %5.12 (4 hastamızda) oranında tespit edilmiştir. Vakalarımızın birisinde post op. dönemde özofagus fistülü tespit edilmiş olup 3 gün içersinde spontan olarak kapanmıştır. Malign tiroit hastalarında uygulanan ameliyat kadar ameliyat sonrası takipte çok önemlidir. Opreasyondan 4-6 hafta sonra tüm hastalar rezidü tiroit dokusunun ablasyonu için radyoaktif iod tedavisine tabi tutulmalıdır. Bu tiroit ablasyon tedavisinden 3-5 gün sonra lokal ya da uzak metastaz için I-131 ile tüm vücut sintigrafisi yapılmalıdır. Bu zaman dilimi içinde hastanın serum tiroglobulin düzeyleride ölçülmelidir. Tüm vücut sintigrafisinde rastlanan lokal ve/veya uzak metastaz, yükselmiş serum tiroglobulin seviyeleri hastaya I-131 ile terapotik doz tedavisi uygulamak için en önemli endikasyonlardır. Ameliyat sonrası ve rezidü ablasyon sonrası kalıcı hastalık durumlarında tüm vücut sintigrafisi ve I-131 terapisi 8-12 ay arayla tekrarlanmalıdır. Bu tedaviye sintigrafide herhangi bir metastaz odağı saptanmayana kadar ve normal serum tiroglobulin düzeylerine erişinceye kadar devam edilmelidir(142,170,171). Bir diğer tedavi şekli hormonal tedavidir. Foliküller tiroit epiteline bağlı kanser hücreleri büyümelerini ve fonksiyonları için TSH’a bağlıdır. TSH ‘ı baskılanarak kanser hücrelerinin büyümeleri engellenmeye çalışılır. Tedavide kullanılan tiroksin ile TSH’ın baskılanması amaçlanır. Tedavinin etkisi 6 ayda bir tekrarlanan TSH, T3, T4 bakılarak değerlendirilir. Tiroksin tedavisi çocuğun büyümesini ve gelişmesini etkilememektedir (142,170,171). Malign hastalarımızın tümünde yukarıda bahsedilen ameliyat sonrası takip ve tedavi için onkoloji ve nükleer tıp bölümü ile bağlantıya geçilmiştir. 80 VII-SONUÇ Yapığımız retrospektif analiz sonrası; 1)1990-1996 dönemi 1997-2003 dönemi ile karşılaştırıldığında hastaneye başvuran tiroit hasta sayısı açısından istatistiki olarak anlamlı bir fark saptanmadı(P>0.05)(Tablo 31). 2)1990-1996 dönemi ile karşılaştırıldığında 1997-2003 döneminde hastaneye başvuran tiroit kanserli hasta sayısında istatistiki olarak ileri derecede anlamlı artış saptandı (x2=27.9, p=0.0001) (Tablo 30). 3)Her iki dönem incelendiğinde 1997-2003 döneminde kanser görülen hastaların yaş ortalamasında düşme eğilimi saptandı. 4)Her iki dönem incelendiğinde 1997-2003 döneminde bir önceki döneme nazaran tiroit papiller kanseri görülme yüzdesinde artma saptandı. 1200 1000 800 600 400 200 01990-1996 1997-2003 BENİGN MALİGN Tablo 30:1990-1996 ile 1997-2003 yılları arasında hastanemizde tedavi edilen benign ve malign tiroit hasta sayısının şematik dökümü 81 KAYNAKLAR 1-Lupoli G, Cascone E, Vitale G, Arlotta F, Nuzzo V, Lupoli G Jr, Cassese B. Risk factors and prevention of thyroid carcinoma. Minerva Endocrinol 21(3): 93-100, 1996. 2-Meissner WA. Surgical pathology. 24-55,1974. 3-Sedwick CE. Embryology and Development Anomalies. Surgery of the thyroid gland, WB Saunders Comp. PP: 5-10, 1974. 4-Sadler GP, Clark OH, Van Herden JA. Thyroid and parathyroid. Principles of surgery 7th Ed: Schwartz SI New York, Mc Graw Hill PP: 1661-1715, 1999. 5-Meyer JS, Steinberg LS. Microscopically benign throid follicules in cervical lymp nodes. Cancer 24: 302, 1969. 6-Beahrs OH. Surgical anatomy and technique of radical neck dissection. Surg Clin North Am 57 (4): 663, 1977. 7-Henry JF, Denizot A, Bellus JF. Papillary thyroid carcinomas sevealed by metastatic servical lymp nodes. Endocr Surg 9: 349, 1992. 8-Noguchi S, Noguchi A, Murakomi N. Papillary carcinoma of the thyroid: I. Developing pattern of metastases. Cancer 2: 1053, 1970. 9-Hansen JT. Embryology and surgical anatomy of the lower neck and superior mediastinum. Thyroid disease, Falk SA, Lippincot-Raven, 15-27, 1997. 10-Hollinshed WH. Anatomy of the surgeons. The head and neck, New York, Harper and Row, 1968. 11-Lennquist S, Cahlin C, Smeds S. The superior laringeal nevre in thyroid surgery. Surgery 102: 999, 1987. 12-Akerstörm G, Malmaeus J, Bergström R. Surgical anatomy of human parathyroid glands. Surgery 95: 14, 1984. 13-Wang CA. The anatomic basis of parathyroid surgery. Ann Surg 183: 271, 1976. 14-Herrera MF. Parathyroid,embryology,anatomy and pathology. Endocrine surgery: 227-283, 1997. 15-Courtin F, Pelletier G, Walker P. Subcellular localisation of thyroxine 5’-deiodinase activity in bovine anterior pituitary. Endocrinology 117: 2527, 1985. 16-Auf Dem Brinke D, Köhrle J, et al. Subcellular localization of thyroxine-5-deiodinase in rat liver. J Endocrinol Invest 3:73, 1980. 82 17-Gavaret JM, Chanmann Hj, Nunez J. Thyroid hormone synthesis in thyroglobulin: the mechanism of the coupling reaction. J Biol Chem 256:9167, 1981. 18-Lewinski A, Bartke A, Smith NKR. Compensatory thyroid hemithyroidectomized snell dwarf mice. Endocrinology 113:2317, 1993. hyperplasia in 19-Roger PP, Taton M, Van Sande J, et al. Mitogenic effects of throtropin and cyclic AMP in differantiented human thyroid cells in vitro. J Clin Endocrinol Metab 66:1158, 1988. 20-Gerard CM, Roger PP, Dumont JE. Thyroglobulin gene expression as a differentiation marker in primary cultures of calf thyroid cells. Mol Cell Endocrinol 61:23,1989. 21-Heldin NE, Westermark B. Epidermal growth factor, but not for thyrotropin, stimulates the expression of c-fos and c-myc Messenger ribonucleic acid in porcine thyroid follicle cells in primary culture. Endocrinology 122:1042,1988. 22-Magner JA. Thyroid stimulating hormon biosynthesis, cell biology and bioactivity. Endocrinol Rev 11: 354, 1990. 23-Hinkle PM, Perrone MH, Schonbrunn A. Mechanism of thyroid hormone inhibition of thyrotropin-releasing hormone action. Endocrinology 108:199, 1981. 24-Peters JR, Ford SM, Dieguez C, et al. TSH neuroregulation and alterations in disease states. Clin Endocrinol Metab 12: 669, 1983. 25-Bermudez F, Surks MI, Oppenheimer JH. High incidence of decreased serum triiodothyronin concentration in patients with nonthyroidal disease. J Clin Endocrinol Metab 41:27, 1975. 26-Docter R, Krenning EP, de Jong M, Hennemann G. The sick euthyroid syndrome: changes in serum parameters and hormone metabolism. Clin Endocrinol 39: 499 ,1993. 27-Lo Presti JS, Gray D, Nicoloff JT. Influence of fasting and refeeding on reverse- T3 metabolism (rT3) in man. J Clin Endocrinol Metab 72: 130, 1991. 28-Leight GS. Nodular goiter and benign and malignant neoplasms of the thyroid. In:Textbook of Surgery. Ed:Sabiston DJ, PP:626-638, 1997. 29-DeGroot LJ. Thyroid neoplasia. Endocrinology, Philedelphia. WB Saunders Comp PP:834855, 1995. 30-Larsen PR, Ingbar SH. The thyroid gland. Williams textbook of endocrinology Ed:Wilson JD, Foster DW, New York, WB Saunders Comp. PP: 357-488, 1992. 31-Gharib H, Goellner JR, Johnson DA. Fine needle aspiration cytology of the thyroid. A 12 year experience with 11.000 biopsies. Clin Lab Med 13:699, 1993. 32-Gagel RF, Goepfert H, and Gallewler DL. Changing concepts in the pathogenesis and management of thyroid cancer. CA Cancer J Clin 46:261, 1996. 83 33-Rojeski MT, Gharib H. Nodular thyroid disease. Evaluation and management. N Engl J Med ; 313: 428-436,1985. 34-Udelsman R. Thyroid cancer. In: Cameron JL, ed. Curcent Surginal Therapy. 4 th ed.ST. Louis: Mosby-year book:568-572, 1992. 35-Rosen JB, et al. Efficacy of needle biopsy in post-radiation thyroid disease. Surgery 94:1002, 1987. 36-Grosmann RF, Tu SH, Clark OH et al. Familial nonmedullary thyroid cancer : an emerging entity that warrants aggressive treatment. Arch Surg 130:892-899,1995. 37-Fukunaga KO. Is the differentiation between papillary and follicular carcinoma valid? Cancer 32:853,1973. 38-Harach HR, Franssila KO, Waseneus V. Occult papillary carcinoma of thyroid: a ‘normal’ finding in Finland. A systemic autopsy study. Cancer 56:531,1985. 39-Strong EW. Evaluation and surgical treatment of papillary and follicular carcinoma. In thyroid disease: second edition: Falk SE. Lippincot Raven. Philedelphia pp 565-586,1997. 40-Goodman MT, Yoshizawa CN, Kolonel LN. Descriptive epidemyology of thyroid cancer in Hawaii. Cancer 61: 1272, 1988. 41-Fierro-Renoy JF, De Groot LJ. Radiation associated carcinoma. In: disease of thyroid. Ed: Wheeler MH, Lazarus JH, Chapmann and Hall, London.pp 323-340, 1994. 42-Collins SL. Thyroid cancer: controversies and ethiopathogenesis. In thyroid disease: second edition: Falk SE. Lippincot Raven. Philedelphia pp 495-564, 1997. 43-Vickery Al. Thyroid papillary carcinoma. Pathological and philosophical controversies. Am J Surg Pathol 7:797, 1983. 44-Lissak B, Vannetsel JM, Gallouedec N. Solitary skin metastasis as the presenting feature of the differentiated thyroid microcarcinoma. J Endocrinol Invest 18:813,1995. 45-Russel WO, Ibenez ML, Clark RL, Whitw EC. Thyroid carcinoma-classifications, ıntraglandular dissemination, and clinicopathological study based upon whole organ sections of 80 glands. Cancer 16: 1425, 1963. 46-Mc Cohaney WM, Hay ID, Woolner LB, et al. Papillary thyroid carcinoma treated by the Mayo clinic, 1946, through 1970: initial manifestations, pathological findings, therapy and outcome. Mayo Clin Proc 61: 976, 1986. 47-Thompson NW. Differentiated thyroid carcinoma. In:disease of the thyroid. Ed:Wheeler MH, Lazarus JH Chapmann and Hall, London.pp 365-377, 1994. 48-Paseika JL, Zedenius J, Auer G. Adittion of nuclear DNA content to the AMES risk group classification for papillary thyroid cancer. Surgery 112:1154,1992. 84 49-Doherty GM. Follicular neoplasms of the thyroid. In:textbook of endocrine surgery. Ed: Orlo H, Clark MD, Quan-Yang Duh MD, Philedelphia,W.B Saunders Company p:95, 1997. 50-Paphavasit A,Thpmpson GB, Hay ID, Grant CS, et al. Folliculer and hurtle cell thyroid neoplasms: Is frozen-section evaluation wortwhile? Arch Surg 132:674, 1997. 51-Bisi H, Fernandez VSO, Asato de Camargo RY. The prevalance of unsuspectected thyroid pathology in 300 sequentel autopsies, with special reference to the incidental carcinoma. Cancer 64:1988, 1989. 52-Aydıntuğ S, Düzbay-Sak S. Endokrin tümörler. Klinik cerrahi onkoloji kitabı. Ed:Abdülmüttalip Ünal. Türkiye klinikleri yayınevi 1.baskı 361,1997. 53-Moley JF. Medullary thyroid cancer. Textbook of endocrine surgery. Ed:Orlo H, Clark MD, Philedelphia.W.B Saunders Company 108, 1997. 54-de Micco C. Anatomo-pathology and histological prognosis of follicular thyroid carcinoma. Ann Endocrinol 58(3):172, 1997. 55-Lin JD, Huang HS, Chen SC, Chao TC. Factors that predict metastasis of papillary and follicular thyroid cancers in Taiwan. Otolarngol Head Neck surg 116(4):475,1997. 56-Shaha AR, Shan JP, Loree TR. Patterns of nodal and distant metastasis based on histologic varieties in differentiated carcinoma of the thyroid. Am J Surg 172: 692, 1996. 57-Tscholl-Ducommun J, Hedinger C. Papillary thyroid carcinomas: morphology and prognosis. Virchows Arch 396: 19, 1982. 58-Watson RG, Brennan MD, Goellner JR, et al. Invasive hürtle cell carcinomas of the thyroid. Natural history and management. Mayo Clin Proc 59: 851, 1984. 59-Barbuto D, Carcanggiu ML, Rosai J. Papillary hurtle cell neoplasms of the thyroid gland: a study of 20 cases. Lab Invest 62: 7A, 1990. 60-Berho M, Suster S. The oncocyctic variant of papillary carcinoma of the thyroid: a clinicopathological study of 15 cases. Mod Pathol 51:7,1994. 61-Herrera MF, Hay ID, Wu PSC, et al. Hurtle cell papillary thyroid carcinoma: a variant with more aggressive biological behaviour. World J Surg 16:669, 1992. 62-Hill JH, Werkhaven JA, De May RM. Hurtle cell variant of papillary carcinoma of the thyroid gland. Otolaryngol Head Neck Surg 98: 38, 1988. 63-Rosai J, Carcangiu ML, Delellis RA. Atlas of tumor pathology. Tumors of the thyroid gland page 161. Armed forces ınstitute of pathology, 1990. 64-Tscholl-Ducommun J, Hedinger C. Papillary thyroid carcinomas: morphology and prognosis. Virshows Arch 396: 19. 1982. 85 65-Arganini M, Behar R, Wu Tc, et al. Hurtle cell tumors. A 25 year experience. Surgery 100:1108, 1986. 66-Heppe H, Armin A, Calandra DB, et al. Hurtle cell tumors of the thyroid gland. Surgery 98:6, 1985. 67-Johnson TL, Lloyd RV, Burney RE, et al. Hurtle cell thyroid tumors: an immunohistochemical study. Cancer 59: 107, 1987. 68-Orsolon P, Bagni P, Geatti O, et al. An unusual adrenal metastasis secondary to hurtle cell carcinoma of the thyroid. Clin Nuc Med 21:4 , 1996. 69-Thompson NW, Dunn EL, Batsakis JG, et al. Hurtle cell lesions of the thyroid gland. Surg Gynecol Obstet 139: 555, 1974. 70-Mc Donald MP, Sanders LE, Silvermann ML, et al. Hurtle cell carcinoma of the thyroid gland: prognostic factors and results of the surgical treatment. Surgery 120:6, 1996. 71-Dutton JJ, Barbour HL. Hurtle cell carcinoma metastatic to the uvea. Cancer 73:1, 1994. 72-Ruegemer JJ, Hay ID, Bergstralh EJ, et al. Distant metastasis in differentiated thyroid carcinoma: a multivariate analysis of prognostic variables. J Clin Endocrinol Metabolism 67: 3, 1988. 73-Samaan NA, Shultz PN, Haynie TP, et al. Pulmonary metastatis of differentiated thyroid carcinoma: treatment results in 101 patients. J Clin Endocrinol Meta 65:2, 1985. 74-Gonzales-Compora R, Herreo-Zapatero A, Lerma E, et al. Hurtle cell and mitocondrion-rich cell tumors. Correlation with pathological features and clinical behavior. Cancer 57:1154, 1986. 75-Hall TL, Layfielld LJ, Phillipe A, et al. Sources of diagnostic error in fine needle aspiration of the thyroid. Cancer 63: 718, 1989. 76-Nathan NA. Improved alcohol-fixed smears of fine needle aspirates of cytology of breast and other palpable lesions. Am J Clin Pathol 99:721, 1993. 77-Vodarovic S, Crepinko I, Smoje J. Morphologic diagnosis of hurtle cell tumors of the thyroid gland. Acta Cytol 37:3, 1993. 78-Arganini M, Behar R, Wu TC, et al. Hurtle cell tumors: a 25 year experience. Surgery 100: 1108, 1986. 79-Ditkoff BA, Chabot J, Nin S, et al. Hurtle cell cancer of the thyroid. The incidence of the multifocal and bilateral disease. Throidol Clin Exp 7:49, 1995. 80-Gundry ST, Burney RE, Thompson NV, et al. Total thyroidectomy for hurtle cell neoplasm of the thyroid. Arch Surg 118:529, 1983. 81-Rosen IB, Luk S, Katz I. Hurtle cell tumor bahavior: dilemma and resolution. Surgery 98: 777, 1985. 86 82- Samaan NA, Ordenez NG. Uncommon types of thyroid cancer. Endocrinol Metab North Am 19:637, 1990. 83- Bernier JJ, Rambaud JC, Cattan D, et al. Diarrhoea associated with medullary carcinoma of the thyroid. Gut 10 :1196, 1969. 84-Wolfe HJ, Melvin KEW, Cevri-Skinner SJ, et al. C-cell hyperplasia preceeding medullary thyroid carcinoma. New Engl J Med 289: 437, 1973. 85-Wells SA Jr, Baylin SB, Linehan WM, et al. Provocative agents and the diagnosis of medullary carcinoma of the thyroid gland. Ann Surg 188: 139, 1978. 86- Wells SA Jr, Ontjes DA, Cooper CW, et al. The early diagnosis of medullary carcinoma of the thyroid gland in patients with MEN II. Ann Surg 182: 362, 1975. 87-Tisell L, Hanson G, Jansson S, et al. Reoperation in the treatment old asymptomatic matastasizing medullary thyroid carcinoma. Surgery 99:60, 1986. 88-Russel CF, Van Herden JA, Sizemore GW, et al. The surgical management of the medullary thyroid carcinoma. Ann Surg 197: 42, 1983. 89-Venkatesh YS, Ordenez NG, Shultz PW, et al. Anaplastic carcinoma of the thyroid. Cancer 66: 321, 1990. 90- Moley JF. Medullary thyroid cancer. Surg Cli North Amer 75: 405, 1995. 91-Kim JH, Leeper RD. Treatment of anaplastic giant and spindle cell carcinoma of the thyroid gland with combination adriamycin and radiation therapy. Cancer 6:954, 1983. 92-Demeter JC, De Jong SA, Lawrence AM,et al. Anaplastic thyroid carcinoma: risk factors and outcome. Surgery 110:956, 1991. 93-Tenvall J,Laundhell G, Hallquist A. Combined doxorobusin, hyperfractionated radioterapy and surgery in anaplastic thyroid carcinoma. Cancer 74: 1348, 1994. 94-Aozasa K, Inoue A, Tajima K, et al. Malignant lymphoma of the thyroid. Cancer 58, 100, 1986. 95-Cammeron RG, Seemayer TA, Wang NS, et al. Small cell malignant tumors of the thyroid. A light and electron microscopic study. Human Pathol 23: 1252, 1992. 96-Samaan NA, Ordonez NG. Uncommon types of thyroid cancer. Endocrinol Clin Metab North Am 19: 637, 1990. 97-Hyjek E, Isaaacson PG. Primary B- cell lymphoma of thr thyroid and its relationship to Hashimoto’s thyroiditis. Human Pathol 19: 1315, 1988. 98-Hol LE, Blomgren H, Lowhagen T. Cancer risks in patients with chronic lymphocytic thyroiditis. N Eng J Med 312:601, 1985. 87 99-Edmonds CJ. Malignant lymphoma of the thyroid. In:disease of the thyroid. Wheeler MH, Lazarus JH Eds. Chapmann and Hall, London p:387, 1994. 100-Rasbach DA, Mondschein MS, Haris NL, et al. Malignant lymphoma of the thyroid gland: a clinical and pathological study of 20 cases. Surgery 98: 1166, 1985. 101-Tupchong L, Hughes F, Harmer CL, et al. Primary lymphoma of the thyroid: clinical features prognostic factors, and results of the treatment . Int J Radiat Oncol Biol Phys 12: 1813, 1986. 102-Blar TJ, Evans RG, Buskirk SJ, et al. Radiotherapeutic management of primary thyroid lymphoma. Int J Radiat Oncol Biol Phys 11:365, 1985. 103-Rossi R, Caddy B, Meissner WA, et al. Prognosis of undifferentiated carcinoma and lymphoma of the thyroid. Am J Surg 135: 589, 1978. 104-Beer TW. Malignant thyroid haemangioendthotelioma in a nonendemic goitrous region, with immunohistochemical evidence of a vascular origin. Histopathology 20: 539, 1992. 105- Kirsten M, Ravi M, Arthur M. Chernobyl related ionising radiation exposure and cancer risk: an epidemiological review. Lancet Oncol 3: 269-79, 2002. 106-Keith B, Dıllywyn W. Chernobyl: an overlooked aspect? Science 299:44, 2003. 107-Michael T, David B. The Chernobyl accident and its consequences: update at the millenium. Semin Nucl Medicine 30: 133-40, 2000. 108-Nikiforov YE, Nikiforova MN, Gnepp DR, et al. Prevelance of mutations of ras and p53 in benign and malign thyroid tumors from children exposed to radiation after the Chernobyl Nuclear Accident. Oncogene 13:687-693, 1996. 109-Mati R. Healt effects of the Chernobyl accident: fears, rumours and the truth. Eur Journ Cancer 39: 295-299, 2003. 110-Ivanov VK, Tsyb AF, Petrov AV, et al. Thyroid cancer incidence among liquiators of the Chernobyl accident. Radiat Environ Biophys 41: 195-198, 2002. 111-Yoshisada S, Shunichi Y, Vladimir M, et al. 15 years after Chernobyl: new evidence of thyroid cancer. Lancet 358:1965-66, 2001. 112-Stainslav JR, Igor VK, Nickolay DR, et al. Thyroid cancer in children of Ukraine after Chernobyl Accident. World J Surg 24: 1446-1449, 2000. 113-Heather S, Bogdanova TI, Jacob P, et al. Age and time patterns in thyroid cancer after the Chernobyl accident in the Ukraine. Radiat Res 154: 731-735, 2000. 114-Pacini F, Vorontsova T, Molinaro E, et al. Thyroid consequences of the Chernobyl nuclear accident. Acta Pediatr Suppl 433:23-7, 1999. 115-Tzelman S, Grossman RF, Siperstein AE, et al. Radioiodine-associated thyroid cancers. World J Surg 18:522-8, 1994. 88 116-Antonelli A, Miccoli P, Derzhitski VE, et al. Epidemiologic and clinical evaluation of thyroid cancer in children from the Gomel region(Belarus). World J Surg 20: 867-71, 1996. 117-Nikiforov Y, Gnepp DR. Pediatric thyroid cancer after the Chernobyl disaster. Pathomorphol study of 84 cases (1991-1992) from the republic of Belarus. Cancer 74: 748-66, 1994. 118-Maillie HD. Limited life-table factors for estimating radiation-induced cancers over finite time periods. Health Phys 47: 47-57, 1984. 119-Rahu M. Healt effects of the Chernobyl accident: fears, rumours and the truth. Eur J Cancer 39:295-9, 2003. 120-Pacini F, Vorontsova T, Malinaro E, et al. Thyroid consequences of the Chernobyl nuclear accident. Acta Paediatr Suppl 88: 23-7, 1999. 121-Heidenreich WF, Keinsberg J, Jacob P, et al. Time trends of thyroid cancer incidence in Belarus after the Chernobyl accident. Radiat Res 151: 617-25, 1999. 122- Ivanov VK, Tsyb AF, Gorsky AI, et al. Leukaemia and thyroid cancer in emergency workers of the Chernobyl accident: estimation of radiation risks. Radiat Environ Biophys 36: 9-16, 1997. 123-Boice JD, Inskip PD. Radiation-induced leukemia. Philedelphia WB Saunders 195-209, 1996. 124-Ivanov EP, Tolochko G, Lazarev VS, et al. Child leukaemia after Chernobyl. Nature 365:702, 1993. 125-Parkin DM, Cardis E, Masuyer E, et al. Childhood Leukaemia following the Chernobyl accident: the European Chidhood Leukemia-Lymphoma Incidence Study. Eur J Cancer 29: 8795, 1993. 126-Moysich KB, Menezes RJ, Michalek AM. Chernobyl-related ionising radiation exposure and cancer risk: an epidemiological review. Lancet Oncol 3:269-79, 2002. 127-Rosella E, Cristina R, Pavel S, et al. New breakpoints in both the H4 and RET genes create a variant of PTC-1 in a post-Chernobyl papillary thyroid carcinoma. Clinical Endocrinology 53: 131-136, 2000. 128-Santoro M, Thomas GA, Vecchio G, et al. Gene rearrangement and Chernobyl related thyroid cancers. British Journal of Cancer 82:315-322, 2000. 129-Fugazolla L, Pilotti S, Pinchera A, et al. Oncogenic rearrangements of the RET protooncogene in papillary thyroid carcinomas from children exposed to the Chernobyl nuclear accident. Cancer Res 55:5617-20, 1995. 130-Klugbauer S, Lengfelder E, Demidchik EP, et al. High prevelance of RET rearrangement in thyroid tumors of children from Belarus after the Chernobyl reactor accident. Oncogene 11: 2459-67, 1995. 89 131-Karaoglu A, Chadwick KH. Health consequences of Chernobyl and other radiation accidents. Radiat Environ Biopshys 37: 1-9, 1998. 132-Elisei R, Romei C, Soldotenko PP, et al. New breakpoints in both the H4 and RET genes create a variant of PTC-1 in a post-Chernobyl papillary thyroid carcinoma. Clin Endocrinol 53:131-6, 2000. 133-Tuttle M, Becker D. The Chernobyl accident and its consequences : update at the millenium. Seminars in Nuclear Medicine 2:133-140, 2000. 134-Sozzi G, Pierroti MA, Miozzo M, et al. Refined localization to contigous regions on chromosome 10q of the two genes that form the oncogenic sequence PTC. Oncogene 6:339-342, 1991. 135-Fusco A, Grieco M, Santoro M, et al. A new oncogene in human thyroid carcinomas and their lymph-nodal metastases. Nature 328: 170-172, 1987. papillary 136-Pierroti MA, Santoro M, Jenkins RB, et al. Characterization of an inversion on the long arm of chromosome 10 juxtaposing D10S170 and RET and creating the oncogenic sequence RET/PTC. Proc Natl Acad Sci USA 89:1616-1620, 1992. 137-Klugbauer S, Lengfelder E, Demidchilk EP, et al. High prevelance of RET rearrangement in thyroid tumors of children from Belarus after Chernobyl reactor accident. Oncogene 11:24592467, 1995. 138-Rabes HM, Klaugbauer S. Radiation-induced thyroid carcinomas in children: high prevelance of RET rearrangement. Verh Dtsch Ges Pathol 81: 139-144, 1997. 139-Pisarchik AV, Ermak G, Demidchik EP, et al. Low prevelance of the ret/PTC3r1 rearrangement ina series of papillary thyroid carcinomas presenting in Belarus ten years postChernobyl. Thyroid 8:1003-1008, 1998. 140-Fugazolla L, Pilloti S, Pinchera A, et al. Oncogenic rearrangements of the RET protooncogene in papillary thyroid carcinomas from children exposed to the Chernobyl nuclear accident. Cancer Res 55:5617-5620, 1995. 141-Tuttle RM, Tkahashi T, Fujimori K, et al. Activation rate of ras and ret/PTC in nodular thyroid disease developing in the Marshall Islands. World Scientific 269-272, 1998. 142-Rybakov SJ, Komissarenko IV,Tronko ND, et al. Thyroid cancer in children of Ukraine after the Chernobyl accident. World J Surg 24: 1146-9, 2000. 143-Muzikami Y, Michigishi T, Nonomura A, et al. Autonomously functioning (hot) nodule of the thyroid gland . A clinical and histopathological study of 17 cases. Am J Clin Pathol 101: 29, 1994. 144-Lowhahen T, Grangberg P, Lundell G, et al. Aspiration biopsy cytology (ABS) in nodules of thyroid gland suspected to be malignant. Surg Clin North Am 59:3, 1979. 90 145-Gharib H, Goellner G, Johnson D. Fine needle aspiration cytology of the thyroid: a 12-year experience with 11000 biopsies. Clin Lab Med 13: 699, 1993. 146-Mihmanlı M,Özyeğin A,İşgör A, et al. Soliter tiroit nodülleri. Ed:Adnan İŞGÖR. Tiroit hastalıkları ve cerrahisi 223-231, 2000. 147-Cusich EL, Krusokowski ZH, Macintosh CA, et al. Risk of neoplasia and malignancy in dominant thyroid swelling. BMJ 303.20-24, 1991. 148-Nishiyama RH, Ludwig GK, Thompson NW. The prevelance of small papillary thyroid carcinomas in 100 consecutive necropsies in an A merican population: In, radiation-associated thyroid carcinoma. Ed: De Groot LJ, Grune and Stratton 122-135, 1977. 149-Mc Cohaney WM, Hay ID, Woolner LB, et al. Papillary thyroid cancer treated in the Mayo Clinic 1946 through 1970: initial manifestations, pathological finding, therapy and outcome. Mayo Clin Proc 1986: 61, 1978. 150-Veith FJ, Brooks JR, Grigsyb WP, et al. The nodular thyroid gland and cancer: a practical approach to the problem. N Eng J Med 270: 431, 1964. 151-Mazafferi EL. Management of the solitary thyroid nodule. N Eng J Med 328: 553, 1993. 152-David E, Rosen IB, Bain J, et al. Management of hot thyroid nodule. Am J Surg 170:481, 1995. 153-Miller JH. Needle biopsy of the thyroid: methods and recommendations. Thyroid Today 5:1, 1987.Endocrinol Metab Clin North Am 26: 777, 1997. 154-Gharib H. Changing concepts in the diagnosis and management of thyroid nodules. Endocrinol Metab Clin North Am 26: 777, 1997. 155-Mihmanlı M, Demir U, Aslan A. Multinodüler guatrın cerrahi tedavisinde tercih ne olmalıdır? Çağdaş Cerrahi Dergisi 16(4): 213-217, 2002. 156-Schroder D, Chambors A, France C. Operative strategy for thyroid cancer: is total thyroidectomy worth the price? Cancer 58: 2320, 1986. 157-Degrrot L, Kaplan E, McCormick M, et al. Natural history, treatment and course of papillary thyroid carcinoma. J Clin Endocrinol Metab 71: 414, 1990. 158-Başkan S, Koçak S. Papiller tiroit karsinomu. Ed:Adnan İŞGÖR. Tiroit hastalıkları ve cerrahisi 383-390, 2000. 159-Witt TR, Meng RL, Economou SE, et al. The approach to the irradiated thyroid. Surg Clin North Am 59: 45-63, 1979. 160-Harness J, Thompson NW, McLeod MK, et al. Differentiated thyroid carcinoma in children and adeloscents. World J Surg 16: 547-554, 1992. 91 161-Baskan S, Kocak S. Hipertiroidizim tedavisinde cerrahinin günümüzdeki değeri. Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri 15:292, 1995. 162-Paseika JL, Thompson NW, McLeod MK, et al . The incidence of bilateral well-differentiated thyroid cancer found at completion thyroidectomy. World J Surg 16: 711, 1992. 163-Auguste LJ, Attie NJ. Completion thyroidectomy for initially misdiagnosed thyroid cancer. Otolaryngol Clin North Am 23:429, 1990. 164-Chao TC. Completion thyroidectomy for differentiated thyroid carcinoma. Otolaryngol Head Neck Surg 118:896, 1998. 165-Eroğlu A, Berberoğlu U, Buruk F, et al. Completion thyroidectomy for differentiated thyroid carcinoma. J Sug Oncol 59:261, 1995. 166-Komissarenko I, Rybakov S, Kovalenko A, et al. The experience of surgical tratement of malignant tumors in children and adeloscents. Endocrinology 1:41, 1996. 167-Wax MK, Briant TD. Completion thyroidectomy in the management of well-differentiated thyroid carcinoma. Otolaryngol Head Neck Surg 107: 63, 1992. 168-Calabro S, Auguste LJ, Attie NJ, et al. Morbidity of completion thyroidectomy for initially misdiagnosed thyroid carcinoma. Head Neck Surg 10: 235, 1988. 169-De Jong SA, Demeter JG, Lawrens AM, et al. Necessity and safety of completion thyroidectomy for differentiated thyroid carcinoma. Surgery 112:734, 1992. 170-Globel B, Globel H, Oberhausen E. Epidemiological studies on patients with iodine-131 diagnostic and therapy. Facherband fur Strahlenshutz e.v. 565-8, 1984. 171-Hall P, Mattsson A, Boice JD. Thyroid cancer after diagnostic administration of iodine-131. Radiat Res 145:86-92, 1996.