Başyazı Garanti Bankası ve Kobi'ler... Ergun Özen Bundan tam 2 sene önce yine bu köşede, ekonomimiz henüz çalkantılı dönemden çıkmamışken, "Bankacılık Sorumluluğu" başlığıyla bir yazı yazmıştım. Garanti Bankası olarak, o gün içinde bulunduğumuz zor günlerden ancak birbirimize destek olarak çıkabileceğimizi, üzerimize düşen sorumluluğun da bilinciyle, inisiyatifi ele aldığımızı belirtmiştim. Türkiye'nin ekonomik alanda yaşadığı sorunlara en kalıcı çözüm yollarından birinin, çağdaş üretim ve yönetim araçlarıyla donanmış KOBİ'ler olduğu inancıyla bir dizi eylem planı başlatmıştık. Ticaret ve Sanayi Odaları'yla yaptığımız özel anlaşmalar ve Anadolu Sohbetleri'yle ulaştığımız onbinlerce KOBİ'nin takdirlerini kazandık... O günlerden bugüne ekonomimizde çok olumlu değişimler yaşandı. Türk ekonomisinin bel kemiği KOBİ'lerimiz hak ettiği değeri ve desteği görmeye başladı. Sektörde öncülüğünü yaptığımız çalışmaların başka kurumlarca da benimsenip geliştirilmesinden gurur duyuyoruz. KOBİ'ler Garanti Bankası için her zaman çok farklı bir anlam ifade etti, ediyor ve edecek. Bugün geldiğimiz noktada, kurum olarak KOBİ'lerle ilişkimizi yalnızca finansal değil kültürel açıdan da zenginleştirmek için özel fırsatlar yaratmaya çalışıyoruz. Bu ay Osmanlı Bankası Müzesi 'nde başlayan "Lonca'dan KOBİ'ye: Esnaf ve Sanatkârın Dünü" sergisi de böyle bir arayışın ürünü. Tasarımını Bülent Erkmen'in yaptığı sergi, Prof. Dr. Zafer Toprak'ın metinleri ve Fotoğraf Tarihçisi Engin Özendes'in koleksiyonundaki 52 fotoğrafla, KOBİ'lerin zaman tünelindeki yansımalarını bir araya getiriyor. Sergi, geçmişi ahiliğe ve loncalara kadar uzanan günümüzün KOBİ'lerinin Türk ekonomisindeki yerini ve katettiği mesafeyi değerlendirmek açısından önem taşıyor. Türk girişimcisi, daha 1 yüzyıl öncesinin Türkiye'sinde, ağırlıklı olarak bedensel çalışmaya dayanan bir sistemi, bugün en ileri teknolojilerin kullanıldığı, dünyayla rekabet eden bir sisteme başarıyla dönüştürmeyi başarmış. Sergiyi gezerken bu kıyaslamayı çok net yapabiliyorsunuz. Sanatseverlerin yanı sıra, KOBİ sahibi ve yöneticilerinin de sergiden farklı tatlar alacağını ümit ediyorum. Garanti Bankası'nın müşterisini dinleyen, çözüm üreten ve değer katan kimliğine eklenen bu yaratıcı çalışmada emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Dünyada Ekonomi DÜNYADA EKONOMİ: Çin ve Dünya Çelik Sektörü Hazırlayan: Didem Akyel, Finansal Kurumlar - Kredi Analiz, Araştırma ve Yurtdışı Koordinasyon Yetkilisi Geçtiğimiz ay Çin hükümetinin ekonomiyi soğutma tedbirleri kapsamında temel metal ithalatını azaltacağı yönündeki açıklamaları sonucu uluslararası çelik ve aliminyum şirketlerinin olumsuz etkilendiğine tanık olduk. Dünya çelik talebindeki yıllık artışın %75'ini oluşturan Çin, geçtiğimiz yıl dünya çelik fiyatlarının artmasında da önemli rol oynamıştı. Çin otoritelerinin gittikçe daha sıkı politikalar uygulamasının arkasındaki sebepleri ve bunun yabancı üreticilere etkilerini daha iyi anlayabilmek için Çin ekonomisinin mevcut durumunu ve ekonomideki aşırı ısınmayı yaratan faktörleri kısaca gözden geçirmekte fayda var. Büyümeyi desteklemek yerine dizginlemeye çalışmak... Çin hükümetinin 2004 yılı büyüme hedefini %7 olarak belirlemesine karşılık şu an için yılsonu beklentisi %9.5 civarında. İlk çeyrekte sabit değer yatırımlarında geçen yıla oranla %43, gayrimenkul yatırımlarında ise %41 artış görüldü. Özellikle fabrika yatırımlarındaki hareketliliğin etkisiyle Çin ekonomisi 2004'ün ilk üç ayında %9.7 büyüdü (hatırlarsak 2003 dördüncü çeyrek büyümesi yine %9.9 seviyelerindeydi). 2004'ün ilk çeyreğinde sanayi üretiminin geçen yıl aynı döneme oranla %17 artış göstermesi tüm önlemlere rağmen özellikle yatırım tarafındaki büyümenin gücünü koruduğunu gösteriyor. Bu durum enflasyonist baskılar açısından da değerlendirilmeli; nitekim Çin'in enflasyon verilerindeki yükseliş dikkat çekici. İlk çeyrek itibariyle hammadde ve enerji fiyatları %8.3 artmakla birlikte yükselen maliyetler tüketici fiyatlarına yansımadı ve TÜFE'de %3'lük bir artış kaydedildi. Öte yandan yılsonunda enflasyonun %6'lara ulaşması beklenmekte ki bu Çin için oldukça yüksek bir rakam. Yatırımların yüksek seviyede olduğu Çin'de son dönemlerde tüketimin de canlanması dikkat çekici. Mart 2004 itibariyle kırsal kesim gelirlerinde geçen yıla göre %12 artış kaydedilirken şehirlerdeki gelirlerin %13 arttığı açıklandı. Perakende satışlarda ise %11 civarı bir artış görülmekte. Bu veriler doğrultusunda tüketimin önümüzdeki dönemlerde de güçlü seviyelerde seyretmesi bekleniyor. Bu trendi destekleyen başlıca faktörler şehirleşme sürecinin devam etmesi, orta sınıfın büyümesi, tüketici finansmanının hareketlenmesi ve sosyal güvenlik sistemlerinin kurulması olarak sıralanabilir. Dış ticaret verileri ihracat ve ithalattaki artışın devam ettiğini gösterirken, Mart 2004'te Çin arka arkaya üçüncü ayda da dış ticaret açığı verdi ($18 milyar). Bunun sebebi yurtiçi taleple birlikte emtia fiyatlarının da artması olarak açıklanabilir. Buna karşılık dış ticaret açığının önümüzdeki aylarda da süreceği beklentisinin Yuan üzerindeki yukarı doğru baskıyı az da olsa hafifletmek gibi Çin açısından olumlu bir etkisi de bulunuyor. Yatırım fazlası olan sektörler ve çelik seköründeki uygulamalar... Ekonominin fazla ısınması nedeniyle son günlerde alınan önlemlerden biri de bankaların kredilerini kısmaya yönlendirilmeleri oldu. Bu uygulama ile özellikle fazla yatırım yapılan otomotiv, çelik, aliminyum, çimento ve gayrimenkul gibi sektörlerdeki yatırımların durdurulması veya yavaşlatılması hedeflenmekte. Çin'in ekonomiyi soğutma çabaları bunlarla da sınırlı kalmıyor. Çin Merkez Bankası, Eylül 2003'ten itibaren büyümeyi destekleyen politikaları bırakıp büyümeyi dizginlemeye yönelik uygulamalara geçti. Eylül'de bankaların Merkez Bankası nezdinde tutmak zorunda olduğu mevduat karşılık oranı %6'dan %7'ye çıkarıldı, Nisan sonunda ise piyasadaki likiditeyi daha da azaltmak için bu oran %7'den %7.5'e yükseltildi. Bu önlemlere rağmen yatırımlardaki artışın önü kesilemezse, sözkonusu oranın %8'lere de çıkarılabileceği öne sürülmekte. Hükümetin fazla yatırım yapılan bazı sektörlere yatırımı kısmak amacıyla uyguladığı yöntemlerden biri de yeni çelik tesislerine yatırım yapmak isteyen yatırımcıların toplam maliyetin %40'ını başlangıçta kendi kaynaklarından karşılamaları (bu oran eskiden %25 idi) zorunluluğunun getirilmesi. Ancak çelik sektöründeki fazla kapasiteyi dizginlemeye yönelik bu olumlu gelişmelere rağmen, Çin'in çelik üretiminin dünya çapında bir çelik fazlası yaratma olasılığı devam ediyor. 2000'den beri Çin çelik üretimi ikiye katlandı ve aralarında Jinan ve Baoshan gibi büyük firmaların bulunduğu yerli demir-çelik şirketleri yakın zamanda kapasitelerini artıracaklarını duyurdular. Bir de buna Çin hükümetinin altyapı ve endüstriyel inşaat projelerini kısma politikası eklendiğinde, Çin'in artan üretimini ihracata yönlendirerek yabancı üreticiler için bir tehdit unsuru oluşturabileceği görülmekte. Çin çelik sektörünün geleceği ve beklentiler... Geçtiğimiz hafta Çin Çelik Sanayi Birliği tarafından açıklanan verilere göre sektördeki yatırım ve kapasite artışlarının etkisiyle 2004 ilk çeyrekte çelik üretimi geçen yıla göre %71 artarken satışlar %72 arttı. Bunun yanı sıra sektörün karı da %126 artış gösterdi. Dünya çelik üretiminin 61 milyon tonu, yani yaklaşık %25'i Çin'den geliyor. Hükümetin sıkılaştırma politikaları dahilinde dikkatli davranan Çinli çelik alıcıları stoklarını azaltırken, çelik üreticilerin stoklarının ise arttığı görülüyor. Çelik sektörüne yatırım 2002'de 70 milyar RMB iken (yaklaşık 8.5 milyar $), 2003'te 133 milyar RMB'yi (16 milyar $) geçti. 2002'de 210 milyon ton olan Çin'in toplam çelik talebinin 2005'te 250 milyon tona, 2010'da ise 310 milyon tona ulaşması beklenmekte. Buna karşılık toplam üretim kapasitesinin ise 2006'ya kadar 350-400 milyon ton arasında olacağı tahmin ediliyor. Bu şartlar altında, geçen yıl 37 milyon ton çelik ithal eden Çin'in bir yıl gibi kısa bir süre içerisinde net ihracatçı konumuna gelmesi olası. Yüksek kaliteli çelik ithalatına ise önümüzdeki 2-3 yıl boyunca devam edilmesi beklenebilir. Sonuç olarak; Çin talebindeki değişimlerin bir çok üründe olduğu gibi çelikte de dünya dengelerini etkileme gücü oldukça açık. Bu nedenle çelik üreticileri için ciddi bir ihracat pazarı olan Çin'in metal ithalatına sınırlama getirmesi bazı çevrelerde endişe yarattı. Ancak ekonomisini dizginlemeye çalışan ve fazla ısınan sektörlerin ileride ciddi sorunlarla karşılaşmasını engellemeyi hedefleyen Çin'in özellikle çelik, aliminyum, çimento ve gayrimenkul gibi sektörlerde uygulamaya başladığı tedbirlerin olumlu etkileri göz ardı edilmemeli. Her ne kadar artan üretim kapasitesi ve zorunlu olarak azalan inşaat yatırımları Çin için önümüzdeki yıllarda çelik ihracatı potansiyeli yaratsa da, gerek yüksek kaliteli çelik için bu ülkenin halen bir pazar olmaya devam etmesi, gerekse çelik sektörü gibi ekonominin diğer alanlarının da kontrol altına alınmaya başlanması uzun vadede global üreticiler için olumlu gelişmelerdir. Dünyada Bankacılık HİNDİSTAN BANKACILIK SEKTÖRÜNDE YAŞANAN SON GELİŞMELER Yazan : Emre KOZLU – Finansal Kurumlar, Kredi Analiz, Araştırma ve Yurtdışı Koordinasyon Bu ayki yazımızda, 2003 yılında yabancı para kredi notu Moody's tarafından iki kez artırılarak yatırım notu seviyesine yükseltilen Hindistan'ın bankacılık sektörünü mercek altına alacağız. Asya'daki gelişmekte olan ekonomiler arasında önemli bir yeri olan Hindistan'ın 31 Mart 2004'te sona eren mali yılı % 8 civarında bir ekonomik büyüme ile tamamladığı tahmin edilmekte olup, ekonomik gelişimin bankacılık sektörüne ne şekilde yansıdığını incelemek önem arz etmektedir. Genel görünüş... Bankacılık sektörü kamu bankaları tarafından domine edilen Hindistan'da 93 ticari banka faaliyet göstermektedir. Toplam sayısı 27 olan kamu bankalarının aktif büyüklüğüne göre sektördeki payı %76 gibi yüksek bir seviyededir. 30 özel bankanın toplam payı %17 iken, 36 adet yabancı bankanın payı ise ancak %7 seviyesindedir. Ancak, özel ve yabancı bankaların sektördeki ağırlıklarının artış trendinde olması da dikkat çekmektedir. Bu bankaların özellikle gelişmiş bankacılık ürünleri, teknoloji ve altyapı açısından kamu bankalarının çok ilerisinde olması, rekabetin artmasına sebep olmakta ve bu da sektörün geneline olumlu yansımaktadır. Bireysel kredilerdeki artış trendi... Sektörde son yıllarda kurumsal kredilerde yaşanan durgunluğun tersine bireysel kredilerde önemli bir artış görülmüştür. Toplam bireysel krediler portföyünün son 5 yılda %200'den fazla büyüdüğü tahmin edilmektedir. Toplam krediler içindeki payı %25 civarında olan bireysel kredilerin önemli kısmını geri dönmeme oranı oldukça düşük olan konut kredileri oluşturmaktadır. Tüketici kredilerindeki bu artış, hem daha yüksek kârlılık sağlaması, hem de risk portföyünün çeşitlendirilmesine yardımcı olması açılarından bankalar tarafından da tercih edilen bir gelişmedir. Bu alanda potansiyelin daha da yüksek olması nedeniyle, kamu bankaları, pazar paylarını artırabilmek adına kredi kartı ve ATM alanında yatırımlar yapmaktadırlar. Denetleme alanında son reformlar... Denetimin artırılmasına yönelik olarak Hindistan Merkez Bankası'nın son yıllarda uygulamaya koyduğu yeni kurallar, uluslararası standartlarla aradaki farkın azalmasına yardımcı olmuştur. Birkaç örnek vermek gerekirse; 2000 yılında minimum sermaye yeterlilik oranının %8'den %9'a çıkarıldığı sektörde bu oran 2003 mali yılsonu itibariyle %12,6 olarak gerçekleşmiştir. Ocak 2002'de bankalara, ilerleyen 5 yıl içinde, alım-satım amaçlı ve satılmaya hazır menkul portföyleri toplamının minimum %5'i kadar ek karşılık oluşturmaları zorunluluğu getirilmiştir. Mart 2003'den itibaren ise bankalara iştiraklerini de içeren konsolide bilançolarını sunma zorunluluğu getirilmiştir. Kredileri sorunlu kredi olarak sınıflandırmak için vadesi üzerinden geçmesi gereken süre, Mart 2004'ten itibaren geçerli olmak üzere, 180 günden uluslararası standart olan 90 güne düşürülmüştür. Bunların dışında uygulamaya konulan daha birçok yenilik söz konusu olup, tüm bunlar sektörün şeffaflığının artmasına yardımcı olmaktadır. Kârlılık performansı... Bankaların kârlılık performansları 2001 yılından beri artmakta, fakat artışın önemli bir kısmı, düşen faiz ortamında gerçekleşen hazine gelirlerinden kaynaklanmaktadır. Faiz dışı gelirlerin toplam gelirler içindeki payı yabancı ve özel bankalarda kamu bankalarına kıyasla daha yüksektir. Zira, kamu bankalarının ellerinde yüksek miktarda hazine kağıdı bulunmaktadır. Hindistan, bankacılık sektörünün elindeki devlet borçlanma kağıtlarının toplam aktifler içindeki payı en yüksek ülkelerden biridir. Bu durum, faizler düşüş trendinde olduğu dönemde sektörün kârlılığını olumlu yönde etkilese de bankaların orta ve uzun vadede kârlılık performanslarını koruyabilmeleri için katma değeri yüksek bankacılık ürünlerine yönelmeleri gerektiği de bir gerçektir. Bu doğrultuda, özellikle yabancı ve özel bankaların nakit yönetimi, sigorta, yatırım fonları, danışmanlık ve yatırım bankacılığı konularında hizmet sunuyor olmaları hem bu bankaların kârlılık performanslarının sürekliliği, hem de devlet bankalarına örnek teşkil etmesi açılarından önemlidir. Sektörün zayıf yönleri... Tüm bu değişimlere rağmen mali sektörde bazı sorunların devam ettiğini de belirtmek gerekmektedir. Bunlar içinde belki de en önemlisi, özellikle kamu bankaları için söz konusu olan yüksek sorunlu kredi oranlarıdır. Kamu bankalarının kredi portföylerinin %40'ını devlet tarafından önceliklendirilmiş sektörlere verme zorunluluğu bu oranın yüksek seviyede seyretmesine neden olmuştur. Ülkedeki hukuk sisteminin sorunlu kredilerin tahsilini yeteri düzeyde hızlandıramaması da problemlerin çözümünü yavaşlatmaktadır. Yeni çıkarılan bir kanun, bankalara teminatlandırılmış alacaklarıyla ilgili teminatları mahkeme kararı olmadan tahsil etme hakkı vermektedir. Yine aynı kanunun bir parçası olarak bankalar sorunlu kredilerini kurulacak olan varlık yönetimi şirketlerine satabileceklerdir. Sonuç olarak, Hindistan bankacılık sektöründe son yıllarda önemli gelişmeler yaşanmakla birlikte, bu gelişmelerin etkisi sektöre henüz tam olarak yansımamıştır. Ancak, orta ve uzun vadede sözkonusu değişimlerin finansal piyasalar üzerindeki etkisinin olumlu yönde olacağı tahmin edilmektedir. İç Ekonomi Hazine'nin Faizi Yükseldi Kıbrıs belirsizliğinin ardından gelişmekte olan piyasalardan çıkış yapan yabancıların bono satıp döviz alımıyla yükselen tansiyon Hazine'nin borçlanma maliyetlerini de yükseltti. 5.6 katrilyon liralık itfasını karşılamak için ihale düzenleyen Hazine istediği tutarda borçlanabilmek için faiz oranlarını yükseltmek zorunda kaldı. Hazine 525 gün vadeli ve 210 gün vadeli ihalelerinde 2.9 katrilyon lira borçlanırken, kamu ve piyasa yapıcılarına ihale öncesi yaptığı satışla toplam 3.7 katrilyon borçlandı. Hazine'nin yaptığı toplam borçlanma ise 5.5 katrilyona ulaştı. Hazine'nin 210 günlük 24 Kasım 2004 vadeli bono ihalesine 1.11 katrilyon liralık teklif geldi. Yüzde 24.9 bileşik faizle net 831.1 katrilyon borçlanan Hazine kamu ve piyasa yapıcısı bankalara da 236.9 trilyonluk satış yaptı. Hazine en son 6 Nisan'da aynı vadeye ihale açmış ve yüzde 23.31 faiz oranıyla 1.7 katrilyon lira borçlanmıştı. Buna göre Hazine'nin faizi 0.88 puan yükselmiş oldu. 525 gün vadeli TL cinsi iskontolu tahvil ihalesine ise 3.41 katrilyon liralık teklif gelirken, Hazine yüzde 23.72 yıllık ortalama bileşik faizle net 2.33 katrilyon lira borçlandı. İhale öncesinde kamu ve piyasa yapıcı bankalara ise 573.3 trilyon liralık satış yapıldı. Bu iki ihalede, toplam 3 katrilyon 674.4 trilyonluk satış yapıldı. İki yıl vadeli tahvil ihalesinde toplam 1.86 katrilyon liralık satışla birlikte iki günlük toplam borçlanma 5 katrilyon 536 trilyon liraya ulaştı. Merkez Bankası Para Politikası Raporu Merkez Bankası, önümüzdeki dönemde özel tüketim harcamalarındaki gelişmelerin, enflasyondaki düşüş sürecine 2003 yılındaki kadar destek vermeyeceğinin, hatta talep kaynaklı enflasyonist baskı yaratacağının düşünüldüğünü bildirdi. Merkez Bankası tarafından hazırlanan Para Politikası Raporu yayımlandı. Rapora göre, kriz sonrasında oldukça düşük düzeyde seyreden özel tüketim harcamalarının, 2000 yılındaki seviyesini ancak 2003 yılının son çeyreğinde yakalayabilmiş olması, halihazırda tüketim harcamalarının milli gelire oranının düşük seviyelerde bulunması, 2004 yılında da belirgin bir talep kaynaklı enflasyonist baskı gözlenmeyeceğine işaret ediyor. Gerek istihdamın oldukça düşük düzeylerde olması, gerekse ekonominin içinde bulunduğu yapısal değişim süreci ve uygulanan gelirler politikasının, tüketim üzerinde sınırlayıcı bir etki yarattığı belirtilen raporda, şöyle denildi: "2004 yılında kamu kesiminde yapılan maaş ve ücret artışları, reel olarak oldukça sınırlı bir yükseliş öngörmektedir. Özel sektörün de kamu kesiminde yapılan ücret artışlarını dikkate aldığı düşünüldüğünde, 2004 yılında kısıtlı bir reel gelir artışının olacağı ve bunun da tüketim harcamalarındaki artışı sınırlayıcı bir etki yaratacağı düşünülmektedir." Sürdürülmekte olan yapısal reformlar ve enflasyonun düşüş sürecinde olması nedeniyle, reel sektördeki rekabetçi yapının kuvvetlenmekte olduğu ve dolayısıyla kar marjlarının daraldığı ifade edilen raporda, bununla birlikte reel faizlerin gerilemesi ve Türk Lirasının değer kazanmasının da tasarrufların reel olarak değer kaybetmesine neden olduğu kaydedildi. Bu durumun, önümüzdeki dönemde servetlerdeki reel kaybı telafi etmek için yeniden tasarrufa yönelmeyi teşvik edecek bir olgu olduğu belirtilen raporda, şöyle denildi: "Reel faizlerdeki gerileme, diğer taraftan tüketici kredilerinin artmasına yol açmıştır. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde kredilerdeki artış, önümüzdeki dönemlerde kredi geri ödemelerinin artmasını gerektireceğinden, gelirler ve dolayısıyla harcamalar üzerinde kısıt oluşturacaktır." 2004 yılında da, kamu kesiminin daha verimli ve sağlıklı bir yapıya kavuşturulması amacıyla, uygulanmakta olan sıkı maliye politikalarına devam edeceği belirtilen raporda, bu nedenle 2004 yılında kamu harcamalarının artış hızının oldukça düşük olmasının beklendiği ifade edildi. Tüketim ve yatırım harcamalarının 2004 yılında sırasıyla yüzde 2.8 ve yüzde 5.9 oranlarında artacağının öngörüldüğü kaydedilen rapora göre, 2004 yılında iç talepte enflasyon hedefini tehlikeye sokacak bir gelişme olması beklenmiyor. Buna karşın üretim artışlarının ihracata yönelik olarak devam edeceği, ayrıca bu yıl üretime ilişkin öngörülerin enflasyonun olumlu seyrine katkı yapmaya devam edeceği düşünülüyor. Raporda, kurlarla ilgili ise şu görüşlere yer verildi: "2004 yılı içersinde gerek Avrupa Birliğine adaylık süreci ile ilgili gelişmeler gerekse ABD Merkez Bankası'nın faiz artırımına dair beklentiler doğrultusunda, dönem dönem dışsal faktörlerden kaynaklanan dalgalanmaların oluşabileceği öngörülmektedir. Ancak yapısal reformların hayata geçirileceği ve kamu kesimindeki mali disiplinin devamlılığın sağlanacağı varsayımı altında, döviz kurlarının üzerinde uzun süreli ve kalıcı bir baskı oluşmayacağı düşünülmektedir." Ağır kış koşulları nedeniyle, özellikle Şubat ve Mart aylarında artan ham petrol stokunun, ham petrol fiyatlarında gözlenen artış eğilimini yılın ikinci çeyreğinde sınırlayabileceğinin düşünüldüğü kaydedilen raporda, ayrıca Irak'taki belirsizliğin 2004 yılı ikinci yarısında sona ermesi ve Irak ham petrol üretiminin savaş öncesi düzeye yükselmesi durumunda, ham petrol fiyatları üzerinde aşağı yönlü bir baskının oluşabileceği belirtildi. Raporda, şöyle denildi: "Ancak 2004 yılının ilk çeyreğindeki yüksek oranlı asgari ücret artışları ve 2003 yılı gelir gerçekleşmelerine bağlı 2004 yılı gelir tahminlerinde ortaya çıkan sapmalardan doğan finansman açığının kapatılabilmesi için, akaryakıt fiyat artışlarına gereksinim duyulma olasılığı, mali uyumun kalitesin fiyat istikrarı açısından önemini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Zira artışların 2004 yılının geri kalan döneminde de devam etmesi durumunda, ilerleyen aylarda enflasyon üzerinde genel olarak maliyet baskılar oluşabilecektir." Raporda, dünya demir ve çelik fiyatlarının yüksek seviyelerde seyretme olasılığının, 2004 yılı enflasyon hedefi açısından maliyet yönlü bir baskı oluşturmakla birlikte, sanayi sektöründeki yüksek verimlilik ve düşük işçilik maliyetlerinin bu baskıyı telafi edebileceğinin düşünüldüğü belirtildi. Dalgalı Kur Rejimine Devam Dalgalı kur rejimine 2004 yılında da devam edileceğinin ifade edildiği rapor uyarınca, dalgalı kur politikasının döviz kuru- enflasyon ilişkisinde yapısal bir değişime yol açtığı düşünülüyor. Önemli olanın kamu fiyat ayarlamaları ve ek vergilerle gelir artırmak yerine, harcamaların kısılması yönünde politikaların geliştirilmesi olduğu ifade edilen raporda, aksi takdirde mali disiplini sağlamaya yönelik alınan tedbirlerin enflasyon hedefini tehlikeye sokabilecek sonuçlarının olabileceği üzerinde duruldu. 2004 yılının kalan bölümünün, ilk çeyrek kadar olmasa da enflasyon açısından genelde olumlu bir görünüm sergilediği belirtilen raporda, gerek kısa vadede gerekse orta ve uzun vadede bazı önemli risklerin olduğu kaydedildi. İçinde bulunulan dönemde en büyük riskin rehavete kapılma riski olduğu vurgulanan raporda, şöyle denildi: "Uluslararası finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek farklı eğilimler veya dışsal şoklar sonucu portföy tercihlerindeki yön değişimlerinin döviz kurlarında öngörülemeyen hareketlere yol açabileceği ve bunun da yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı enflasyon üzerinde bir risk oluşturabileceği her dönemde göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur. ABD Merkez Bankasının önümüzdeki aylarda faiz artırımına gidebileceği yönünde sinyaller vermesi global likidite eğilimlerinde farklılaşmaya yol açarak gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarındaki dalgalanmaları artırmaktadır." Faiz artırımının hangi seviyeye kadar ve ne hızla gerçekleşeceğine dair belirsizliklerin söz konusu dalgalanmaların devam edebileceğine işaret ettiği ifade edilen raporda, "ancak burada altı çizilmesi gereken nokta, dalgalı kur rejimi altında bu tarz hareketlerin olağan görülmesi gerektiğidir. Parasal ve mali disiplin devam ettikçe ve ekonomik yapısal reformlarla güçlendirildikçe söz konusu şokların olumsuz etkilerinin geçici olmaya mahkum olduğudur" denildi. Tüketici Kredileri Yakın Takipte Raporda, "tüketici kredilerindeki hızlı artış, iç talep ve enflasyon ve cari işlemler açığı açısından, mevcut koşullarda bir risk unsuru olarak görülmemesine rağmen yakından takip edilecektir" denildi. Merkez Bankası, rekabeti geliştirmeyi ve verimliliği artırmayı hedefleyen yapısal reformların ise "kamuda verimlilik artırıcı önlemler, özel sektörün ekonomideki rolünün artırılması, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve mali sektör düzenlemelerini" içerdiğini bildirdi. Türkiye ekonomisinin yaşadığı süreç içerisinde, enflasyon dinamiklerinde meydana gelen değişimin de ele alındığı raporda, döviz kuru rejiminin değişimiyle, kura endeksleme davranışının gücünü kaybettiği, ancak döviz kurunun maliyetler ve ithal fiyatlar yoluyla enflasyon üzerinde etkili olmaya devam ettiği belirtildi. Rapora göre, borçlanmanın sürdürülebilirliğine dair kaygıların azalması ve kamu fiyatlarının enflasyon hedefleri ile uyumlu oranda artırılması sonucu, kamu kesiminin enflasyon üzerindeki baskısı zayıfladı, ancak bu durumun devamını sağlayacak düzenlemeler tam anlamıyla gerçekleştirilemedi. Enflasyonla mücadelede tarihsel anlamda önemli bir başarı sağlanması nedeniyle, geçmiş enflasyona göre karar alma davranışı değişmeye başladığı ve hedeflenen enflasyonun bekleyişlerin oluşmasında etkili oldu. Fiyatlama davranışları daha rasyonel hale gelirken, özellikle iç talebin geçmişe kıyasla enflasyonu belirlemedeki etkisinin artmaya başladığı görüldü. Raporda, şöyle denildi: "Burada unutulmaması gereken, ekonomik birimlerin enflasyon hafızasının hala çok güçlü olduğu ve herhangi bir olumsuzluk algıladıklarında tekrar eski davranış biçimine dönme eğiliminde olabilecekleridir. Dolayısıyla, enflasyon dinamiklerindeki olumlu değişimin kalıcı olabilmesi, sağlanan istikrarın orta ve uzun döneme taşınabilmesi ile mümkün olacaktır. Bunun da yolu kalıcı yapısal reformlardan geçmektedir." Tekstilin Çin Faturası İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) 2005'te kotaların kalkmasıyla dünya ticaret dengelerinin nasıl olacağı hakkında bir çalışma hazırladı. Kadir Has Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Mehmet Hüseyin Bilgin, araştırma görevlisi Hakan Danış ve İstanbul Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Gökhan Karabulut tarafından hazırlanan 'Türk Hazır Giyim Sektöründe Rekabet Gücü Analizi ve Rekabet Gücünü Artırıcı Politika Önerileri' başlıklı çalışmada hazır giyimde Türkiye'nin rekabet gücü analiz edilirken, 2005 sonrası izlenmesi gereken politikalar masaya yatırıldı. Önlemlerin alınmaması durumunda Türkiye'nin ciddi pazar kaybına uğrayacağı belirtilen çalışmada can alıcı örneklere yer verildi. Daha önce ABD bornoz pazarında Türkiye'nin yüzde 33 olan pazar payının, bornoz kotasının kalkmasıyla yüzde 18'e düştüğü belirtilirken, Çin'in kota öncesi olan yüzde 3.5 olan payının yüzde 25'e ulaştığına dikkat çekildi. AB'nin yaptığı bir çalışmada ise kotaların kalkmasıyla Türkiye'deki tekstil üretiminde yüzde 23, ihracatta yüzde 33'e varan düşüşler yaşanacağı gözler önüne serildi. Kitabın tanıtım toplantısında konuşan İHKİB Başkanı Süleyman Orakçıoğlu şunları söyledi: "Bu çelişkiyi anlamak, anlatmak imkânsız. Rekabet gücüne ihtiyacımız var. Maliyetlerimizi hiç değilse dünya standartlarına çekin diyorum. Ama bizi kaleye geçirmişler, ellerimizi kullanmayı yasaklamışlar, sonra da 'Gol yemeyin, kazanmaya ihtiyacımız var' deniyor. Ellerimizi kullanabilsek sektör olarak üstünlüğümüzü ispat edecek kalite ve kapasiteye sahibiz. 2 milyondan fazla insanı istihdam eden bir sektör, dünyanın en yüksek istihdam vergisini ödüyor." Kota uzatımına destek Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun Çin tehdidi konusunda bilgilendirildiği ve kotaların uzatılması talebini içeren İstanbul Deklarasyonu'na imza atan ülkelerin sayısının 33'e kadar ulaştığını belirten Orakçıoğlu, "2005'de dış ticaret kotalarının kaldırılması dünya ticaretine tamiri zor hasarlar verecektir. Söz konusu gerçeğin DTÖ'ye de en kısa sürede açıklanması gerekiyor" diye konuştu. Rekabetin Yolu Marka Olabilmek İTKİB tarafından hazırlatılan 'Türk Hazır Giyim Sektöründe Rekabet Gücü Analizi ve Rekabet Gücünü Artırıcı Politika Önerileri isimli çalışmada, Türkiye gibi sermayenin pahalı, işgücü maliyetlerinin ise giderek arttığı ülkelerde rekabetin en önemli yolunun moda ve marka yaratmaya yönelik olduğu belirtildi. İtalya'nın tekstil sektöründe en pahalı işgücüne sahip olmasına rağmen hazır giyimde söz sahibi olduğu hatırlatılarak, bu başarıda pazarlama ve verimliliği artırıcı organizasyon yapılarının önemli olduğu ifade edildi. Türkiye'ye İtalya ve İspanya'nın stratejisi önerildi. Tekstilcilerin hazırlattığı çalışmada İhracatın finansmanında büyük rol oynayan Eximbank'ın piyasa yapıcı konuma kavuşturulmasının önemi vurgulandı. Kredi tahsisinde, firmaların bankaları kendilerinin seçmelerine olanak tanınması, yerli hammadde girdisi yüzde 50 ve üzerinde olanlara teşvik anlamında kredilerde öncelik verilmesi ve yerli hammadde girdileri yüzde 90'ın üzerinde olanların kredi faizlerinin düşük tutulması gerektiğine dikkat çekildi. SSK primlerinin, gelir vergisi, geçici vergi veya KDV'den mahsup edilecek şekilde sübvanse edilmesi gerektiği de ifade edildi. DB: "IMF'ye Hayır" Sürpriz Olur Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn, IMF'den gelecek ciddi bir fon olduğunu ifade ederken, "açıkçası eğer hükümet buna rağmen IMF ile devam etmeme kararı alırsa çok şaşırırım" dedi. Wolfensohn, Yabancı Sermaye Derneği'nin (YASED) "Insight Yased" adlı dergisinin Nisan sayısına verdiği demeçte Türkiye'ye yapıcı bir destek vermek istediklerini, IMF olsa da olmasa da destek vermeyi düşündüklerini kaydetti. Wolfensohn, gelecek 3 yıl içinde Türkiye'ye 4.5 milyar dolarlık bir destek vereceklerini hatırlatırken, şartlar yerine getirildiğinde bu yıl içinde 1.5 milyar dolarlık destek vereceklerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a söylediğini ifade etti. Bankacılık Sistemine Reform Türkiye'nin reform programının başında olduğunu anlatan Wolfensohn, şunları kaydetti: "Bankacılık sisteminin biraz daha temizlenmeye ihtiyacı var. Daha fazla reform yapılması, özellikle gümrük vergileri ve bürokrasi alanında gerekli yasal sistemin daha da hızlandırılması gerekiyor. Dolayısıyla Dünya Bankası'nın dayattığı bir şey değil bu. AB ile müzakereler yaklaştığı dönemde, AB'deki uygulamalara eşit düzeyde bir uygulamanın burada oluşturulması gerekecek. Dolayısıyla hükümet bunun farkında. Ülkenin yararına olacağını da biliyor. Uygulamaya ihtiyaç var." Yatırıma açık olması istenen her ülkede, yasal sistemin, mali sistemin işler hale gelmesi, yolsuzlukla mücadelenin önemine dikkati çeken Wolfensohn, faiz oranlarının indiğini, çok daha dinamik bir ortam yaratıldığını, bütün bu unsurların yatırım çekmek için gerekli olduğunu belirtti. Öte yandan sade vatandaşın enflasyonun düşüşünden faydalanacağını anlatan Wolfensohn, gelecek 1-2 yıl içinde insanların kendilerini biraz daha rahat hissedeceklerini kaydetti. Stiglitz Değerli TL İçin Uyardı Uluslararası Para Fonu'na yönelik eleştirileriyle öne çıkan, Nobel ödüllü Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz, Türkiye'deki ekonomik göstergelerde gözlenen iyileşmeye karşılık, ekonomik büyüme konusunda döviz kurlarının endişe yarattığını söyledi. Stiglitz, İstanbul'da düzenlenen "Küreselleşme ve Düşkırıklıkları" başlıklı konferansta, Türk ekonomisinin inişli çıkışlı olduğunu belirtirken, "Para birimi çok değerli, bu büyümeyi zorlaştırır. Bu kur hayli yüksek" dedi. 1997'ye kadar ABD Başkanı Bill Clinton'ın Ekonomi Danışmanları Konseyi Üyesi, 2000'e kadar ise Dünya Bankası'nın baş ekonomisti görevini üstlenen Stiglitz, son kitabı "The Roaring Nineties Dünyanın En Parlak 10 Yılının Hikayesi" adlı kitabının tanıtımı amacıyla Türkiye'de temaslarda bulundu. Stiglitz, verdiği konferansta "Açıkçası son iki-üç yıldır ekonomik çerçevede bazı önemli değişiklikler oldu. Bankalar daha iyi durumda, kurallar daha iyi. Faizler daha iyi ama öte yandan önemli değişkenlerden biri ve ekonomik büyüme için önemli olan döviz kurları endişe yaratıyor" dedi. Stiglitz, "Yüksek döviz kurunun tıpkı AB'nin büyümesini durağanlaştırdığı gibi burada da endişe söz konusu, çünkü onlarda da döviz kuru yüksek" dedi. CNBC-e'nin sorularını yanıtlayan Stiglitz, büyüme istihdam ve fiyat istikrarını gözeten merkez bankası politikalarının çok daha doğru olacağını ifade ederken, "Yalnızca fiyat istikrarını gözetmek doğru değil" dedi. Uluslararası Para Fonu'yla ilişkileri de değerlendiren Stiglitz, "IMF ile sürekli birlikteliğin en önemli sorunlarından biri, IMF'nin Her şeyden fazla enflasyonu önemsemesi" diyerek, enflasyon merkezli politikaları eleştirdi. Ülkeler hep doğru politikaları da seçse, kısa vadeli spekülatif sermayenin çıkışını engellenemeyebilir" diyen Stiglitz, piyasalarda dengelerin hızla değişebileceğini vurguladı. Sosyal Güvenlik Özelleştirilmemeli Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmemesi gerektiğini ifade eden Stiglitz, "IMF sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesini öneriyor ve bu ülkeleri riske sokuyor. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi yaşlıların yoksulluk düzeyini artıracaktır" şeklinde konuştu. Stiglitz, uluslararası kuruluşların sadece piyasa mekanizmalarını önemsediğini, toplumların sosyal yanlarının ikinci plana itildiğini ve bunun dengesizlik yarattığını kaydetti. Stiglitz, "Örneğin, biz ABD'de piyasaların sınırlı olduğunu anlıyoruz ve sosyal kontratların önemli olduğunu biliyoruz. Ama dünyanın diğer ülkelerinde sınırsız kapitalizm uygulamaya çalışıyoruz. Bu çok büyük bir dengesizlik yaratıyor. Sosyal adalet maalesef ABD sınırlarından dışarı çıkamıyor" dedi. IMF'ye seçim yapılmadan başkan atanmasının anti demokratik bir uygulama olduğunu belirten Stiglitz, IMF'ye gelişmekte olan ülkelerin koşullarını bilen ve anlayan başkanların getirilmesi gerektiğine işaret etti. Ayrıca, IMF'yi şeffaflığının yeterli olmadığı konusunda da eleştiren Stiglitz, "IMF'nin kararlarını aldıktan sonra öğreniyorsunuz. Daha önceden bu kararlara götüren yolu bilmiyorsunuz. Oysa, vatandaşlar finans kurumlarının aldıkları kararları bilme hakkına sahip olmalı" şeklinde konuştu. Bugün gelinen noktanın 15 sene öncesine göre yine de daha iyi olduğunu söyleyen Stiglitz, bu gelişmeyi şöyle açıkladı: "Bugün en azından sorunların neler olduğu, dengesizliklerin neden kaynaklandığı görülmeye başlandı. Daha önce yapılan uluslararası ekonomik anlaşmaların gelişmekte olan ülkelerin aleyhine olduğu görüldü ve artık gelişmekte olan ülkeler bu tür politikaları kabul etmedikleri konusunda ses çıkarmaya başladılar. IMF artık kısmen de olsa, başarısızlıklarını kabul etmeye başladı. Gelişmekte olan ülkeler artık daha adil bir sistem istiyorlar. Uruguay Roundu gibi ticaret anlaşmaları istemiyorlar. Artık ABD Başkanı George W. Bush yönetiminin tek yanlı politikalarından dünya rahatsız olmaya başladı. Kısaca, en azından görünüşte bardağın yarısı dolu. Ancak, unutmamalıyız ki diğer yarısı da hala boş." Satın Alma Gücü Yüzde 5.2 Arttı IMF, Türkiye'de satın alma gücü paritesine (SAGP) göre kişi başına milli gelirin geçen yıl 338 dolar artarak 6 bin 882 dolara çıktığını açıkladı. IMF'nin Dünya Ekonomik Görünüm raporuna göre, gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) geçen yıl yüzde 28.9 artarak 358.7 katrilyona ulaştı. 2003'te cari fiyatlarla 5 milyar 346.2 milyon olan kişi başına GSYİH, SAGP'ye göre 6 bin 882.4 dolara denk geldi. SAGP'ye göre kişi başına milli gelir, halkın gerçek alım gücünü gösteriyor. Bu hesapla kişi başına milli gelir, geçen yıl 2002'ye göre yüzde 5.2 yani 338 dolar arttı. Türkiye, geçen yıl SAGP'ye göre kişi başına milli gelir düzeyiyle 179 ülke içinde 73'üncü sıradaki yerini korudu. Türkiye'de SAGP bazlı kişi başına GSYİH'nın bu yıl 313 dolar artarak 7 bin 195 dolara, 2005'te de 366 dolar artarak 7 bin 561 dolara kadar çıkması bekleniyor. Nisan Enflasyon Tahmini % 1.3 Ekonomik göstergelerde cari açığa yönelik endişeler artmasına karşılık, enflasyonun düşüş eğilimini sürdürmesi bekleniyor. CNBC-e'nin 23 banka ve aracı kurum ekonomisti arasında yaptığı ankete göre, Toptan Eşya Fiyatları Endeksi'nin Nisan ayında yüzde 1.3, Tüketici Fiyatları Endeksi'nin yüzde 1.4 artış göstermesi bekleniyor.Anket sonuçlarına göre, çekirdek enflasyon olarak da bilinen özel imalat sanayi fiyat artışı tahmini ise binde 9 düzeyinde yoğunlaşıyor. Katılımcıların yıl sonu enflasyon oranıyla ilgili tahminlerinin ortalaması ise TÜFE'de yüzde 11.2, TEFE'de yüzde 12 olarak belirlendi. Ankette, yıl sonu dolar kuru beklentileri de 1 milyon 489 bin 545 lira düzeyinde yoğunlaşıyor. Mart ayında TÜFE yüzde 0.89 artarken, TEFE'deki artış yüzde 2.1 düzeyinde gerçekleşmişti. Ekonomi Haberleri K. Strateji, İş Geliştirme Nisan Ayında Yıllık Enflasyon Trendini Korudu... Mayıs Enflasyonu, Dezenflasyon Programı Açısından Kritik Önemde... DİE'nin Nisan ayı enflasyon rakamlarına göre TEFE %2.65, TÜFE ise %0.59 oranlarında arttı. Enflasyon Nisan ayında toptan eşya fiyatlarıyla %8.91'e çıkarken, tüketici fiyatlarıyla %10.18'e geriledi. Çekirdek enflasyon olarak adlandırılan özel sektör imalat sanayinde fiyat artışı Nisan ayında %1.5 düzeyinde gerçekleşirken, Kamu İmalat Sanayi fiyatlarındaki artış %0.4 oldu. Nisan ayında %6.9 seviyesinde gerçekleşen tarım fiyatları piyasadaki beklentiler açısından sürpriz oldu. Tarım fiyatlarında meydana gelen %6.9'luk artış, %2.65'lik Nisan TEFE enflasyonunun 1.5 puanını oluşturdu. Tüketici fiyatlarında ise özellikle giyimdeki mevsimsel fiyat artışının %4.8 ile son beş yıllık ortalamasının yaklaşık %40'ı düzeyinde gerçekleşmesi, TÜFE endeksindeki artışın %0.59 seviyesinde kalmasını sağladı. Enflasyon son iki aydır ciddi bir test sürecinden geçiyor. İlk olarak, Mart ayında kamu imalat sanayinde mini şok diyebileceğimiz bir fiyat artışı gerçekleşti. Döviz kurunun stabil kaldığı Mart ayında, Kamu İmalat Sanayi fiyatlarında gerçekleşen %4.1'lik artışa karşılık, Özel İmalat Sanayi (ÖİS) fiyatlarında sadece %0.7'lik bir artış gerçekleşmişti. Mart-Nisan dönemi itibarı ile bakıldığında ise Kamu İmalat Sanayi fiyatlarındaki artışın kümülatif %4.5 seviyesinde gerçekleşmesine rağmen, ÖİS fiyatlarındaki birikimli artış sadece %2.2 seviyesinde kaldı (Nisan ayında maliyetler üzerinde önemli etkiye sahip olan döviz kurunda ani bir sıçrama yaşandı, ancak söz konusu sıçrama 20 Nisan'dan sonra gerçekleştiği için daha çok Mayıs enflasyonu üzerinde belirleyici olacak) . Bu gelişmeler, ÖİS'inde kamudaki fiyat ayarlamalarına olan duyarlılığın zayıfladığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, ÖİS'inde kamu fiyatlarına endeksleme alışkanlığının zayıfladığı, Mart ve Nisan enflasyonları ile teyit edilmiş oldu. Buna ek olarak, kamu zamlarının enflasyon beklentileri üzerindeki menfi etkisinin de önemli ölçüde azaldığını söylemek mümkün. Bu noktada, ÖİS'nin girdi ve hammadde temininde, son iki yıldır, uluslararası piyasalara yönelmesi etkili olmuştur (Detay için lütfen Mart enflasyon raporuna bakınız). Son iki yılda (1) enflasyon hedefinde ulaşılan başarı, (2) enflasyon bekleyişlerindeki iyileşme ve (3) yıllık enflasyon oranında devam eden düşüş trendi, döviz kurunun fiyatlar üzerindeki etkisini azalttı. Örneğin, olumsuz dış koşullara (Çin'in büyümede frene basması, ABD'de artışa geçen enflasyon ve kuvvetlenen faiz artırım baskıları) ve kur seviyesinde yaşanan hızlanmaya rağmen, piyasanın yılsonuna ilişkin enflasyon beklentileri %11.4 seviyesine gerilemiş durumdadır. Yaptığımız çalışmalar, döviz kurundaki artışın enflasyona yansımasının takip eden üçüncü ayda belirginlik kazandığına işaret etmektedir. 2001 öncesinde ise döviz kurundaki sıçramalar, ÖİS fiyatlarını aynı ay içersinde artırmakta idi. Kaldı ki, üç aylık zaman periyodu, ekonomi politikası uygulayıcılarına olası kur artışları karşısında aksiyon alma şansı da vermektedir. İstatistiksel bazda bakıldığında ise, ekonominin iç dinamiklerinde köklü değişikliklere yol açacak bir dış şok ile karşılaşılmadığı sürece, enflasyonun, döviz kurundaki %10-12'lik bir artışı absorbe edecek yapıya kavuşmuş olduğu gözlenmektedir. Daha önemlisi, enflasyondaki volatilite hafızası (enflasyonist atalet) zayıflamış durumdadır. Yani, artık cari dönemdeki volatilitenin geçmiş volatilite seviyeleri ile olan koralasyonu azalmıştır. Dolayısıyla, son iki yılda enflasyon (TÜFE) veri setindeki değişim, enflasyon dinamiklerine dışarıdan verilecek bir şokun, zaman içinde etkisini tamamen yitirdiğini ortaya koymaktadır. 2001 öncesinde ise enflasyon dış şoka maruz kaldığında hep bir üst platforma çıkıyor; yani şokun etkisi artarak bir sonraki dönemlere taşınıyordu. Özetle, Nisan 04 sonu itibarı ile yaptığımız çalışmalar, 2001 öncesinde geçmiş şokları hafızada tutan TÜFE endeksinin, geçmiş şokları kademeli olarak unutan bir davranış sergilemeye başladığını göstermektedir. Ayrıca, enflasyonda "bir sonraki döneme geçişme eğiliminin" ve "ataletin" zayıfladığı gözlenmektedir. Yaptığımız analizler, baz senaryo devam ettiği takdirde, şok dönemlerinde enflasyonun (TÜFE) tahmin edilemeyecek sıçramalar göstermeyeceğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, 2002-2004 arasındaki enflasyon serisi, önceki yıllar ile kıyaslandığında, TÜFE'nin aylık bazda daha düşük olasılıklarla artışlar sergileyebileceğini de göstermektedir. 3 Haziran'da açıklanacak Mayıs enflasyon verileri, enflasyondaki bu yapının dayanıklılık gösterip göstermeyeceği açısından kritik önemdedir. Zira, döviz kuru 20 Nisan'dan sonra hızlı bir artış trendine girdiğinden, büyük ölçüde Mayıs ayı enflasyonuna yansıyacak ve bu da bizim, bir şok döneminde enflasyonun nasıl bir davranış sergilediğini net bir şekilde görmemizi sağlayacak. Bu noktada, döviz kurunun nasıl bir eğilim sergilediği önem arz etmektedir. Ekonominin program hedefleri ile uyumlu bir görüntü çizdiği baz senaryosunda, döviz kuruna ilişkin simulasyonlar (Geometric Brownian Motion altında, 25 Nisan-31 Aralık 04 dönemi %1'lik dilimlere ayrılarak 200 civarında simulasyon yapıldı), yılın kalan döneminde US$/TL kurunun TL 1,450,000 TL 1,500,000 arasında kümülendiğini göstermektedir. Normal dağılıma yakın bir dağılım gösteren döviz kuru, serinin ortalamadan (TL 1,475,000) düşük olduğu dönemlerde ortalamaya nispeten daha hızlı bir şekilde yaklaşmaktadır. Ortalamadan daha yüksek kur seviyelerinde ise döviz kurunun artış eğilimi zayıflamaktadır. Yılın kalan dönemi için baz senaryosuna şok verildiğinde ise döviz kurunun (US$/TL) TL 1,600,000-1,650,000 bandına doğru tırmandığı gözleniyor. 200 simulasyonun bize gösterdiği "uç senaryolarda" ise döviz kurunun TL 1,675,000 ile TL 1,725,000 arasında değer alabildiği görülmektedir. Ancak, döviz kuru, baz senaryosunda, TL 1,700,000-1,725,000 seviyelerine çok ender ulaşmaktadır. Öte yandan, "dağılımın uç noktalarında (aşırı stres dönemlerinde)", döviz kurundaki ivmelenme, geçtiğimiz yıllara kıyasla zayıf bir görüntü çizmektedir. Yani, döviz kuru stres dönemlerinde tahmin edilemeyecek oranlarda sıçramalar gösterecek bir karakteristiğe bugün itibarı ile sahip değildir . Buraya kadarki analizlerimiz, enflasyonun içsel dinamiklerinin dezenflasyon lehine bir değişime uğradığını göstermektedir. Dezenflasyonist kazanımların devamı ise "beklentilere" bağlıdır. Zira, kritik nokta, enflasyonun volatilite hafızasındaki iyileşmenin korunup korunamayacağıdır. Bu da beklentilerle sıkı sıkıya ilişkilidir. Beklentileri ve dolayısıyla enflasyonun içsel dinamiklerindeki bu yapısal değişimi etkileyecek faktörler mevcuttur. TCMB de faiz indirme politikasını, söz konusu faktörlerin enflasyonun içsel dinamiklerine olası olumsuz yansımalarını minimuma indirecek şekilde sürdürmektedir. Bu nedenle, TCMB faiz politikasını, O/N faizlerin aşağı yönlü trendini koruyacak ve potansiyel şoklar karşısında yatırımcıları TL'de tutabilecek bir "reel faiz oranını" garanti edecek şekilde yönetmektedir. Bu noktada, para politikasının karşılaşabileceği riskler ise; (1) mali konsolidasyonda olası bir zayıflama, (2) cari denge açığında beklenmeyen seviyeler ( örneğin GSMH'nın %4'ü ve üzeri; ayrıca ilk üç ay itibarı ile US$ 3.7 milyarlık cari açık kesinleşti gibi... Cari açığın Mayıs aonunda US$ 5 milyara yaklaşma ihtimali mevcut...), (3) ekonomideki kuvvetli likidite genişlemesinin sürmesi ve geniş tanımlı para stokundaki hızlı büyümenin engellenememesi, (4)tüketici ve kredi kartlarındaki mevcut patlamanın devam etmesi, (5) ABD' de yükselen enflasyon ve FED'nin faiz artırımında agresif tutum sergilemesi gibi. Mevcut riskler TCMB'yi, faiz politikasında çok daha ihtiyatlı olmaya sevk etmektedir. Bu koşullarda, TCMB faiz indirimini en azından turizm gelirlerinin kuvvetleneceği yaz ortalarına kadar durdurmuş görünmektedir. Zira, fiyat istikrarının henüz kalıcı bir şekilde yakalanamadığı bir ortamda, söz konusu riskler faiz politikası ile yönetilebilir olmaktan çıkarsa, enflasyonun içsel dinamiklerinde zafiyet yaşanabilir. Bu noktada, Mayıs enflasyonunun önemi daha da artmaktadır. Eğer, Mayıs ayında, döviz kurundan enflasyona kuvvetli bir geçişme olursa, TCMB'nin faiz indirme politikasını üçüncü çeyreğin sonuna kadar dondurması kaçınılmaz olabilir. Bu ortamda, yıl sonunda O/N faizin %20'nin altına gerilemesi de pek mümkün görünmemektedir. Değişen dış dinamikler, cari işlemler açığının ekonomik istikrar üzerindeki önemini artırıyor... 2004 yılı Ocak ayı cari işlemler açığının yüksek çıkması, genel denge açısından cari işlemler açığının 2004 yılında takip edilmesi gereken önemli bir makro değişken olacağını gösterdi. 2004 yılının ilk ayında cari işlemler dengesi bir önceki yıla göre %314'lük artışla US$ 783 milyon seviyesinde gerçekleşti. Böylece geçtiğimiz 12 aylık cari işlemler açığı US$ 7,203 milyona ulaştı. US$ 7.2 milyarlık seviye, 2001 krizi sonrasında Mart 2001'deki US$ 8,023 milyondan sonra gerçekleşmiş en yüksek seviye oldu. Her ne kadar Ocak ayı seviyesi son 33 aydır ulaşılan en yüksek rakamı gösterse de Cari İşlemler Açığı'nın GSYİH'ya oranı 2001 yılının yaklaşık 1.5 puan altında bulunuyor. (2001 yılı Mart ayı itibariyle Cari İşlemler Açığı/GSYİH oranı %4.2 seviyesindeydi.) TCMB'nin açıkladığı ödemeler dengesi hesaplamalarında yapılan değişikliklerle birlikte 2003 yılı cari işlemler açığı US$ 6.8 milyardan US$ 6.6 milyara düştü. TCMB'nin "İşçi Gelirleri" ile "Turizm Gelirleri" arasında yaptığı sınıflama değişikliği ile 2003 yılı turizm gelirleri US$ 3.5 milyar artışla US$ 9.7 milyardan US$ 13.2 milyara yükseldi. TCMB ayrıca "Navlun gelir ve gideri", "inşaat, diğer ticari ve diğer hizmetler" kalemleri hesaplama yöntemlerinde de değişiklikler yaptı. Bu değişiklikler sonucunda, 2003 yılında kaynağı bilinmeyen döviz girişleri (Net Hata Noksan) US$ 112 milyonluk azalma ile US$ 5.1 milyar seviyesine geriledi. Revizyon neticesinde cari işlemler açığı, US$ 200 milyon azaldı. Cari açığın GSYİH'ya oranı da binde 1 puanlık düşüşle %2.7'ye geriledi. 2004 yılı Ocak ayında bavul ticareti dahil toplam ihracat geliri %27'lik artışla US$ 3.7 milyardan US$ 4.7 milyara yükseldi. Yılın ilk ayında ithalat (CIF) harcamaları ise %35 oranında artarak US$ 5.6 milyara ulaştı. Böylece dış ticaret açığı %109 oranında büyüdü ve US$ 906 milyon oldu. Cari işlemlerin dış ticaretten kaynaklanan açığı, hizmetler dengesinde döviz fazlasının %43'lük artışla US$ 395 milyon olarak gerçekleşmesi neticesinde daraldı. Hizmetler dengesindeki iyileşmede en büyük katkı geçtiğimiz yılın aynı ayına göre %60 oranında artan turizm gelirlerinden geldi. Turizm gelirleri US$ 602 milyona çıkarken, net turizm gelirleri %61 oranında artışla US$ 432 milyona yükseldi. Turizmden elde edilen gelirin hizmetler içerisindeki payı, TCMB'nin turizm hesaplamasında yaptığı değişiklik dolayısıyla yükseldi. Cari işlemler kapsamında yeralan yatırım dengesinde gerçekleşen US$ 451 milyonluk açık (geçen yıla göre %83 oranında artış) cari işlemler dengesine olumsuz yansıdı. 2004 yılının ilk ayında yatırım gelirleri (yabancı sermayeli şirketlerin kar payları+faiz gelirleri+portföy yatırım gelirleri) US$ 271 milyon olurken; giderler US$ 722 milyona yükseldi. Ocak ayında cari işlemlere olumsuz olarak yansıyan diğer bir gelişme de cari transferlerin %17 oranında düşerek US$ 179 milyon olarak gerçekleşmesiydi. Bu dönemde işçi gelirlerinin %50 artmasına rağmen resmi transferlerin %80 oranında azalması etkili oldu. (TCMB'nin işçi gelirleri sınıflamasını değiştirmesi nedeniyle, transferlerin cari işlemlere katkısı azalmış bulunuyor.) Cari işlemler açığının oluşmasında en fazla etkisi olan dış ticaret açığı, Türkiye'nin ödemeler dengesi dinamikleri açısından oldukça önemlidir. Şubat ayında beklentilerin oldukça üzerinde gerçekleşen dış ticaret açığı (geçen yıla göre %99.9 oranında artış) cari işlemler açığının artmaya devam edeceğini gösteriyor. Ayrıca Mart ayı konsolide bütçe "ithalde alınan KDV" gerçekleşmelerine dayanarak tahmin edilen ithalat hacminin US$ 7.5-8 milyar aralığında gerçekleşmesi beklenmektedir. Söz konusu ayda TİM'in ilan ettiği ihracat rakamlarının da yüksek olmasına rağmen dış ticaret açığının US$ 2.5 milyar seviyelerinde oluşacağı tahmin edilmektedir. Yılın ilk çeyreğinde ithalat hacmindeki yüksek artışın cari işlemlerin ticaret tarafında baskı yaratması kaçınılmazdır. Ancak turizmin öncü verileri 2004 yılında turizmde rekor sayılara ulaşılacağına işaret etmektedir. Dolayısıyla cari işlemler açığının genel denge üzerindeki etkisi önümüzdeki aylarda dış ticaret rakamlarına ve turizm performansına bağlı görünmektedir. Son verilerden hareketle (eğer mevcut makro ortam devam ederse) dış ticaret açığı, 2004 sonunda US$ 27-29 milyar, cari denge açığı ise US$ 10 milyar dolayında (turizmdeki performansa bağlı olarak) gerçekleşecek. Ödemeler Dengesi'nin sermaye hareketleri tarafında ise geçen yıla göre %75 oranında bir artışla US$ 1,988 milyonluk sermaye girişinin gerçekleştiği görüldü. Sermaye hareketleri içinde doğrudan yatırımların payı, 2003 yılında olduğu gibi 2004 yılının ilk ayında da düşük kalmaya devam etti. Doğrudan yabancı sermaye girişlerinde "sürdürülebilir kar" potansiyeli oldukça önemlidir. Sürdürülebilir karlılık için de enflasyon-fiyat istikrarı, ucuz iş gücü ve düşük operasyonel faaliyet gerekli koşullardır. Türkiye'nin kalıcı istikrarı sağlaması ile birlikte doğrudan yabancı yatırımın artması beklenmektedir. Portföy yatırımları tarafında ise kamunun Eurobond satışı ile sağladığı para girişi US$ 1.5 milyarlık katkı sağladı. Böylece nette potföy yatırımları US$ 1,411 milyonluk sermaye girişi ile toplam sermaye akımının %71'ini oluşturdu. Net Hata Noksan tarafında ise 2004 yılının ilk ayında US$ 1.2 milyarlık kaynağı bilinmeyen sermaye çıkışı oldu. Geçtiğimiz yıl TCMB, US$ 5.1 milyarlık sermaye girişini açıklayamamıştı. 2004 yılının ilk ayında US$ 1.2 milyarlık kaynağı bilinmeyen sermaye çıkışı ve US$ 783 milyonluk cari açık rakamına rağmen, Hazine Eurobond ihracı sayesinde resmi rezervlerde US$ 192 milyonluk artış oldu. Geçtiğimiz yıl dünya ekonomisinde, Türkiye ekonomisi ödemeler dengesi dinamikleri açısından olumlu gelişmeler yaşandı. Gelişmiş ülkelerde faiz oranlarının tarihi rekor seviyelere düşmesi, gelişen ülke ekonomilerine olan sermaye akımının devam etmesini sağladı. Türkiye'de de TL'nin yabancı paralar karşısında değer kazanmasının da etkisiyle oluşan dış ticaret açığına rağmen, kuvvetli sermaye akışı ve ters para ikamesi sayesinde döviz rezervinde azalma olmadan ödemeler dengesinin korunması başarıldı. 2004 yılında ise FED'in olası faiz artırım/artırımlarının sermaye akışını yavaşlatabileceği tahmin ediliyor. Dolayısıyla sermaye girişlerinin ivmesinin yavaşlaması, cari işlemler açığının artmaya devam ettiği ve yüklü dış borç servisinin gerçekleştirileceği bu dönemde istikrarlı bir ekonomik büyümenin önünde bir sorun olacak gibi görünüyor. Ayrıca son dönemde TL'de meydana gelen değer kaybı, dış ticaret açığında bir düzelme sağlayacak şekilde görünmüyor. Zira son değer kaybına rağmen TL'nin reel efektif değeri, 2003 sonundaki seviyesine gelmiş oldu. Kültür Sanat Tarantino'dan Seriye Devam: "Kill Bill Volume 2" Tek bir film için yola çıkılan projenin, Quentin Tarantino tarafından, daha önce rastlanılmamış bir cesaretle 2 ayrı film olarak vizyona çıkacak bir hale getirilmesiyle, hem filmin süresi sinema seyircilerini yormayacak bir uzunlukta kaldı hem de Tarantino, filminden hiçbir sahneyi feda etmemiş oldu. "Rezervuar Köpekleri" ve "Ucuz Roman" gibi kült filmleriyle tanınan ABD'li yönetmen Quentin Tarantino'nun dördüncü filmi "Kill Bill"in ikinci bölümü merakları gideriyor. "Kill Bill: Volume 2", 16 Nisan'da Amerika Birleşik Devletleri'nde gösterime girmişti. "Kill Bill Volume 2"de Uma Thurman'ın canlandırdığı Gelin, düğün töreninde (düğün provası) kendisini ölüme terk edenlerden intikam almaya kaldığı yerden devam ediyor. Gelin, geriye kalan 3 can düşmanının peşine düşerken, ilk filmdeki belirsizlikler de birer birer aydınlanıyor. Quentin Tarantino, "Kill Bill Volume 2"nin devam filmi olmasına karşın, farklı tarzı ve kurgusuyla, aynı zamanda ayrı bir film olduğunu söylüyor. Tarantino'nun şiddetin dozunu azalttığı "Kill Bill Bölüm 2", uzun diyalog sahneleriyle de, birincisinden ayrılıyor. Sıra dışı yönetmenin, bunun "Kill Bill"in son bölümü olduğunu düşünenler için de bir sürprizi var. Ünlü yönetmen "Kill Bill"in üçüncü bölümünü de çekmeyi düşünüyor. Tarantino üçüncü bölümde, bu kez Gelin'in öldürdüğü Vivica Fox'un küçük kızı Nikki'yi intikam meleği yapmayı planlıyor. Tarantino ismi günümüz sineması için o kadar önemli ki filmin ABD'deki satış cümlesi sadece "Tarantino'nun dördüncü filmi". "Kill Bill Volume 1"in ardından "Kill Bill Volume 2", 2004 sezonunun en çok beklenen yapımlarından. "Reservoir Dogs" ve "Pulp Fiction" gibi bu filmin de senaryosu yönetmenin kendisine ait. "Pulp Fiction"da hikaye akışını izlemeyen bir kurguyu seçen Tarantino, bu son filminde de hikayesini bölümler şeklinde anlatmayı seçmiş. "Kill Bill" bir roman gibi bir çok ayrı bölümden oluşuyor. Üç saati bulan yapımı ikiye bölmek de bu şekilde daha kolay olmuş. "Kill Bill Volume 2", birinci filmin kaldığı yerden devam ediyor. Bu romanımsı yapı filmin adına bile yansıyor. İki bölümde salonlara gelen filmin ikinci kısmı "Volume 2". Carradine'dan Yönetmene Teşekkür "Kill Bill" serisinde 'Bill' rolünü üstlenen Carradine, yönetmene kendine parlama fırsatı verdiği için teşekkür etti. Tarantino'nun oyuncu keşfetmekte ve onlara rol vermekte başarılı olduğunu vurgulayan Carradine, "Quentin, oyuncuları alıp endüstrinin merkezine çekmekte usta. Onunla çalışan oyuncu gözde oluyor" dedi. Quentin Tarantino'nun çalıştığı oyuncuları değiştirerek yol gösterdiğini anlatan Carradine, "Beni de değiştirdi. Önüme koyduğum bazı sınırları aşmamı sağladı. Ufkumu açtı ve çok iyi bir çalışma sergiledik. Ona teşekkür ediyorum" dedi. "Kill Bill" filminin ilkinde hiç görünmeyen ve David Carradine'ın canlandırdığı çete lideri 'Bill' karakteri, "Kill Bill: Volume 2"de seyirci karşısına çıkıyor. Platform'a Avrupa'dan Özel Ödül Ödül, Platform'a, Türkiye'nin dünya güncel sanat haritasında yer almasındaki katkıları ve bu konuda oynadığı önemli rol nedeniyle verildi. Platform'un yöneticisi Vasıf Kortun, 24 Nisan Cumartesi günü Amsterdam'ın eski ünlü borsa binası Beurs van Berlage'de gerçekleştirilen 50. yıl kutlama gecesinde ödülü aldı. Aralarında, sanat ve politika dünyasından birçok önemli ismin bulunduğu yaklaşık 300 davetlinin katıldığı gecede, Hollanda Prensesi Margriet, eski Fransız Kültür Bakanı Jack Lang ve ECF Başkanı birer konuşma yaptı. Referans Noktası Vasıf Kortun ödülü alırken, Platform'un sadece sergi düzenleyen bir galeri olmadığını, aynı zamanda Türkiye ve bölgeden sanatçıların uluslararası projelerle kaynaşmasına olanak tanıdığını söyledi. Zengin arşiv ve kütüphanesiyle sanatçılara, öğrencilere ve araştırmacılara eşsiz kaynak sunan Platform'un, güncel sanat alanında bir referans noktası oluşturduğunu belirtti. Kortun, Platfrom'un başarısındaki en önemli unsurlardan birinin, Garanti Bankası'nın profesyonel bilgiye saygı duyarak kuruma özerklik tanıması olduğunu söyledi. İstanbul izleyicisini güncel sanatla buluşturan sergi mekanı ve araştırma merkezi Platform, genç kuşakların kültürle ilişkisinde uluslararası bir düzeyi tutturmayı ve değişen dünyayı daha iyi anlamlandırmaya yardımcı olacak bir ortam sağlamayı amaçlıyor. Avrupa Kültür Vakfı (ECF-European Cultural Foundation) Avrupa'nın ekonomik, teknik ve resmi entegrasyon sürecine kültürel ve insani bir boyut kazandırmak amacıyla, Robert Schuman ve İsveçli filozof Denis de Rougemont tarafından 1954 yılında Cenevre'de kuruldu. Senelik bütçesi 4 milyon Euro olan vakfın merkezi, 1960 yılından bu yana Amsterdam'da bulunuyor. Kendine özgü, hiçbir ülkeyle bağlantısı olmayan, bağımsız bir kurum niteliğindeki ECF, sağladığı fon ve ödeneklerin yanı sıra kendi yürüttüğü projelerle, 50 yıldır Avrupa'daki kültürel diyaloğu, sanat, eğitim ve medya alanındaki sınır ötesi etkinlikleri teşvik ediyor ve destekliyor. Vakıf, Tempus ve Erasmus gibi uluslararası değişim programlarıyla bugüne kadar 1 milyonun üzerinde öğrenciye ve genç araştırmacıya katkıda bulundu. Avrupa'daki yüzlerce sanatçının işlerinin, diğer ülkelerde gösterilmesini ve binlerce gencin sanatsal projelerde rol almalarını sağladı. Avrupa'nın kültür politikasında büyük rol oynayan ECF'nin, önemli Avrupalı politikacılar ve kültür sanat adamlarıyla arasında güçlü bir bağ bulunuyor. Yönetmen Jose Giovanni Öldü Giovanni'nin, geçirdiği beyin kanamasının ardından tedavi gördüğü Lozan'daki klinikte yaşamını yitirdiği bildirildi. Odunculuk, dalgıçlık, maden işçiliği, dağ rehberliği yapan ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direnişine katılan Giovanni, savaştan sonra bir suç çetesiyle bağlantısı olduğu suçlamalarıyla karşı karşıya kalarak, ölüm cezasına çarptırılmıştı. Affedilerek serbest kalmasından sonra 1950'lerin sonlarında sinema kariyerine başlayan Giovanni, Paris'teki hapishaneden kaçma girişimini anlattığı "Delik" adlı romanını senaryolaştırdı. Romanla aynı adı taşıyan film, yönetmen Jacques Baker tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Yönetmenliğe ise 1970'lerin başında başlayan Giovanni, 2001'de sona eren yönetmenlik kariyeri boyunca 20 film çekti. Polanski 'Oliver Twist'i Buldu Polanski, Charles Dickens'ın ölümsüz romanı "Oliver Twist"in kahramanı Oliver gibi, Londra'nın doğu yakasına özgü anlaşılması zor şivesiyle konuşan bir çocuk oyuncu bulmak için Londra'daki oyunculuk okullarında başlattığı araştırma sonucu 30 aday belirlediğini, Prag'da yapılan bir deneme çekiminden sonra ise Oliver Twist'i oynayacak oyuncunun seçildiğini söyledi. Çekimleri 12 Temmuz'da başlayacak filmde, 10 yaşındaki Barney Clarke, Oliver Twist'i oynayacak. Ünlü aktör Ben Kingsley ise çocuklara hırsızlık yaptıran kötü karakter Fagin'i canlandıracak. David Lean'in 1948 yılında çektiği "Oliver Twist" filmini, bir çocuk olarak izleyip çok sevdiğini belirten Polanski, "Oliver Twist'in tekrar ortaya çıkma zamanı gelmişti. Bu filmi çocuklar, özellikle de kendi çocuklarım için çekiyorum" dedi. 1977'de ABD'de hakkında açılan bir davada tutuklanma kararı bulunduğu için ödül törenine katılamayan Polanski, Oscar Ödülü'nü, ünlü oyuncu Harrison Ford'un kendisi için sakladığını söyledi. Ödüllü Fotoğrafçı Mary Ellen Mark İstanbul'da "World Press Photo 2004 Ödülleri" sergisi için İstanbul'a gelen Mark, 1965 yılında da, bir bursla Türkiye'ye geldiğini hatırlattı. "Kişisel işlerini yapabilme konusunda ilk fırsatı tanıdığı için Türkiye'ye çok şey borçlu olduğunu" vurgulayan Mark, İstanbul'u ve özellikle İstiklal Caddesi'ni çok değişmiş bulduğunu bildirdi. Bugüne kadar çoğu 'basın fotoğrafçılığı' dalında olmak üzere toplam 57 ödül kazanan ve dünya çapında 92 kişisel sergi açan Mark, "40 yıldan sonra Ara Güler ile tekrar karşılaşma nezaketine eriştim. Çok güzel" dedi. World Press Photo yetkilisi Evelien Kunst, World Press Photo'nun Hollanda'da 1955'te kurulmuş bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir vakıf olduğunu söyledi. Kuruluşun ana amacının, profesyonel basın fotoğrafçılarının çalışmalarını desteklemek ve bu çalışmaların uluslararası alanda tanınmasına katkıda bulunmak olduğunu dile getiren Kunst, bu nedenle her yıl dünyanın en büyük ve en prestijli basın fotoğrafı yarışmasının düzenlendiğini bildirdi. Bu yarışmanın derece alan fotoğraflarından oluşan serginin, her yıl 40 ülkeyi gezerek 1 milyonu aşkın insanla buluştuğunu anlatan Kunst, derece alan fotoğrafların 7 dilde basılan bir kitapta toplandığını da kaydetti. Kunst, bu yıl yarışmaya 124 ülkeden 4.000'i aşkın fotoğrafçı ile 63.000'den fazla fotoğrafın katıldığını sözlerine ekledi. Sergi 29 Mayıs'a Kadar Gezilebilecek Sergi, 29 Nisan'daki resmi açılışının ardından, 29 Mayıs 2004'e kadar Cemal Reşit Rey Konser Salonu üst fuayesinde fotoğraf severlerle buluşacak. TNT Express ile Canon'un sponsorluğunda gerçekleşen ve her yıl tekrarlanan dünyanın en önemli basın fotoğrafı yarışmasını kazanan fotoğraflardan oluşan sergi, dünya çapında yaklaşık 80 ayrı sergi mekanını dolaşıyor. Bu yılki sergide, 10 ayrı kategoride dereceye giren 23 farklı ülkeden 62 fotoğrafçının 300'e yakın eseri paneller hâlinde yer alıyor. Bugüne kadar çoğu basın fotoğrafçılığı dalında olmak üzere toplam 57 ödül kazanan ve dünya çapında 92 kişisel sergi açan Mary Ellen Mark, dünyanın en ünlü gazete, dergi ve ajanslarına fotoğraf veriyor. 30 yıldır tüm dünyayı dolaşarak kendi deyimiyle dünyayı tercüme eden Mark, fotoğraf çalışmalarını gerçekleştirmek için çok ilginç hayat hikayelerine de tanıklık etti. 1976 yılında bir aydan fazla bir süre kadınlar koğuşunda kadınlarla birlikte yaşadı ve farklı hayatları keşfetme isteğiyle uzun süre Hindistan'da çalışmalar yaptı. Beyazperdenin İdeal Aşıkları: Hepburn ve Tracy Raymond Chandler'ın aynı adlı ünlü polisiye romanından uyarlanan "The Big Sleep" (Büyük Uyku) Bacall ve Bogart'ın uyumlu kimyalarını en iyi yansıttığı filmlerden biri. Gerçek yaşamlarında da büyük aşk yaşayan iki ünlü oyuncu, Katharine Hepburn ve Spencer Tracy, İngiltere'deki Royal Society of Chemistry'nin yürüttüğü çalışmaya göre beyazperdenin 'kimyası en çok tutan' çifti oldu. Kimyası hiç tutmayan beyazperde çiftlerinin en çarpıcı örneği ise "The Prince and the Showgirl" filmiyle Marilyn Monroe ve Laurence Olivier. Royal Society of Chemistry'nin sözcüsü, Katharine Hepburn'ün ateşli kişiliği ile Spencer Tracy'nin samimi ve girişken yapısının birbirini tamamladığını bunun da sinema izleyicisi üzerinde olumlu etki yarattığını söyledi. Hepburn ile Tracy'nin olağanüstü kimyalarını beyazperdede yansıttığı en iyi iki film "Adam's Rib" ve "Gues Who's Coming to Dinner." Sıralamada, Hepburn ve Tracy'yi, gerçek yaşamda da bir süre evli kalan Elizabeth Taylor ile Richard Burton izliyor. Bu çiftin 'uyumlu kimyalarının' beyazperdeye en çok yansıdığı filmler de "Kleopatra" ve "Who's Afraid of Virginia Woolf." Humphrey Bogart ile Lauren Bacall da "The Big Sleep" (Büyük Uyku) ve "Key Largo" filmleriyle üçüncü sırada yeralıyor. Bacall, Bogart'ın 1957 yılındaki ölümüne kadar aktörle evliydi. İlk üç sıradaki çiftlerin ortak özelliği, hepsinin gerçek yaşamda da birbirlerine aşık olması. Royal Society of Chemistry'nin araştırmasına göre beyazperdedeki bazı erkek oyuncular da bu 'etkileyici kimyayı' yakalayabiliyor. Ancak buna örnek olabilecek kadın ikililer yok. Kimyası tutan 'erkek ikililere' en iyi örneklerden biri "Lethal Weapon" (Ölümcül Silah) serisindeki Mel Gibson ve Danny Glover. "Butch Cassidy ve Sundance Kid" ile "The Sting" filmlerinde Robert Redford ve Paul Newmann'ın yarattığı kimya da seyirci üzerinde etkili. Artık her ikisi de hayatta olmasa da Jack Lemmon ve Walter Matthau'da beyazperdeden 'elektrik yaymayı' başarabilen ikililerden. Çalışma sonuçlarına göre, bazı çiftlerin kimyası asla birbirini tutmuyor, bu da izleyici üzerinde olumsuz etki yapıyor. "Dört Nikah Bir Cenaze" filmindeki Hugh Grant ile Andie McDowell ve "Entrampent"teki Sean Connery ile Catherine Zeta Jones kimyası tutmayan çiftlerden. Garanti’den Kültür Sanat Platform'da bu ayın programı... Garanti Galeri'de bu ayın programı... Osmanlı Bankası'nın Bankalar Caddesi'ndeki eski genel müdürlük binasında kurulan Osmanlı Bankası Müzesi, 19 Aralık 2002'de açıldı. Bankanın zengin arşivinden yararlanılarak, binada bulunan kasa dairelerinin içinde ve etrafında düzenlenen müze, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkez bankası, emisyon bankası ve hazinedarı olarak görev yapan Osmanlı Bankası'nın ve dönemin tarihine ışık tutuyor. Dünyanın sayılı finans tarihi müzeleri arasında yerini almayı hedefleyen müzenin kuruluş çalışmaları Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi tarafından yürütüldü. Müzenin projesi, Tarihbilimci Prof. Dr. Edhem Eldem, Mimar Prof. Dr. İhsan Bilgin ve Tasarımcı Bülent Erkmen'den oluşan ekibin koordinasyonunda 9 ay gibi kısa bir sürede hayata geçirildi. Her gün 10:00-18:00 saatleri arasında ziyaret edilebilen müzeye giriş, öğrenci, öğretmen ve 65 yaş üzeri ziyaretçileri için 1 YTL diğer ziyaretçiler için ise 3 YTL'dir. www.obmuze.com Portre Misha fotoğrafı tanımlama işine bir soru ile başlıyor: "Ben var olan bir şeyi mi çekiyorum, yoksa kendi dünyamı yaratarak gerçek ama var olmayan bir ürün mü çıkartıyorum?" Misha Gordin Sanatçı 1946 yılında, İkinci Dünya savaşının bitiminden tam bir yıl sonra, o zamanlar Sovyet toprakları içerisinde olan Latvia'daki Riga şehrinde dünyaya geldi. Latvia'da Rusça konuşan bir topluluk içinde Rus kültürü ile geçti çocukluğu. Teknik liseden Uçuş Mühendisi olarak mezun olan Misha, ileriki hayatında bu işle hiç uğraşmayacaktı. Riga Motion Studio'da özel efektler yapım yardımcısı olarak işe başladığında 20 yaşındaydı. Sanattan tamamen uzakta, sadece resmi kültür olan Sosyal Gerçekler ile ilgilenmesi istense de, Misha bundan çok uzaktaydı. Bu yaşlarda fotoğraf çekmeye başlayan sanatçı belgesel ve portre çalışmalarına yöneldi. Fakat çok kısa zamanda bunun kendi stili olmadığını fark etti. O kendi kişisel vizyonunu ortaya koymak ve yansıtmak istiyordu. Fotoğraf makinesini kutusuna koyup dolaba kaldırdı ve Dostoyevski, Bulgakov, Tarkovski okumaya başladı. Amacı, kendi kişisel duygu ve düşüncelerini fotoğraf ile anlatmanın yollarını bulmaktı. Kavramsal fotoğraf ile tanışmasından sonra hep insan figürleri ile çalıştı. Her yarattığı biçim belirgin bir insan şekli idi ve tüm bu biçim arayışları kendi kişisel değişimi ve kendi hayati ile görüşlerini yansıtıyordu. Bir süre sonra "Kavramları" fotoğraflamak istediğine karar verdi. 1972'de ilk fotoğrafı "Confession"ı yarattı ve bu fotoğrafı yaparken kullandığı yöntem ve yaklaşım daha sonraki fotoğraf yaşamına hep yansıdı. 1974 yılında Amerika'ya göç ederek çalışmalarına burada devam etti. Sanatçının fotoğrafa bakışını biraz da kendi ağzından anlamaya çalışalım. Misha fotoğrafı tanımlama işine bir soru ile başlıyor: "Fotoğraf makinemi var olan dış dünyaya mı döndürüyorum, yoksa içime, yani ruhuma mı döndürüyorum? Ben var olan bir şeyi mi çekiyorum, yoksa kendi dünyamı yaratarak gerçek ama var olmayan bir ürün mü çıkartıyorum?" Bu iki karşıt yaklaşımının sonunda sanatçı fotoğrafı şöyle tanımlıyor. "Fotoğraf, sanatsal anlatımın biçimsel olarak yüksek bir tarzıdır, ki bu onun resim, şiir ve heykel sanatları arasında yer almasını sağlar. Fotoğraf özel bir sezgisel yaratıcılık yeteneğini işin içinde kullanır. Kişisel kavramların tercümesini fotoğraf lisanına yansıtmak, temel sorulara cevap bulmak için kullanılabilir: doğum, ölüm ve yaşam gibi. Bir düşünce, kanı, fikir yaratmak ve onu fotoğrafa dönüştürmek kavramsal fotoğrafın esas işlevidir." Bir çok alanda yüksek teknoloji kullanılan bu dünyada fotoğrafın gerçekliğine hala inanabilir miyiz ve önemli mi acaba? Bu soruya Misha, "Evet benim için çok önemli" diye cevap verir. "Bunca yıldır kavramsal görüntüler ve imgeler yaratırken olabildiğince gerçek olmalarına çalıştım. Bu çalışmalarda tekniğimde ilerledikçe, görüş açım da genişledi. Fakat işin en önemli parçası bu değil. Güçsüz, yetersiz, iyi tarif edilmemiş, fakir bir kavram sonuçta fakir bir fotoğraf çıkartır. Demek ki güçlü bir fotoğrafın ana ve temel malzemesi kavramdır. Bir kavram yaratmak ve onu bir ürün haline getirmek, kavramsal fotoğrafın iki temel taşıdır. Fotoğraftaki imgelerle oynamak yeni bir düşünce değildir. Bilinçaltımıza şöyle bir kanı hakimdir; kamera tarafından ne görüntülendi ise gerçek olmak zorundadır. Kavramsal fotoğrafın gerçek gücü burada ortaya çıkar, değiştirilmiş gerçek, izleyen tarafından eğer varmışçasına algılanabiliyorsa, fotoğrafın başarısı o oranda yüksektir. Dijital fotoğrafa ilk başladığımda geleneksel fotoğraf teknikleri ile pek de fazla farkı olmadığını gördüm. İkisinde de parlak ve karanlık noktalar vardı. Bu aşamada dijital fotoğrafa geçmeye hiç bir sebep bulmuyorum. Hala özgün ve pırıl pırıl parlayan sonucu ve o sonuca ulaşırkenki laboratuar çalışmalarını tercih ediyorum. Ama yine de, inanıyorum ki, dijital fotoğrafın geleneksel fotoğrafın yerine geçmesi ve kavramsal fotoğrafın, fotoğraf sanatı içersinde hak ettiği yeri alabilmesi sadece zamana bağlıdır. İnanmak istiyorum ki, bundan yıllar sonra, yeni yeni sanatçılar fotoğraf lisanını geliştirecekler ve onun eşsiz gücünü ileriye taşıyacaklardır" Özel Sergileri Everson Museum of Arts, Syracuse, NY Detroit Institute of Arts, Detroit, MI Museum of Photographic Arts, San Diego, CA North Dakota Museum of Art, Grand Forks, ND Cedar Rapids Museum of Art, Cedar Rapids, IA Dennos Museum Center, Traverse City, MI Bemis Center for Contemporary Art, Omaha, NE Fotograf Koleksiyonları Art Institute of Chicago, Chicago, IL National Museum of Modern Art, Kyoto, Japan International Museum of Photography, Rochester, NY Georges Pompidou Centre, Paris, France Toledo Museum of Arts, Toledo, OH Everson Museum of Art, Syracuse, NY Museum of Contemporary Photography, Chicago, IL Dennos Museum Center, Northwestern Michigan College, MI Krannert Art Museum, University of Illinois, IL Ödülleri National Endowment for the Arts, Visual Artist Grant Minnesota State Arts Board, Photography Fellowship Michigan Council for the Arts, Creative Artist Grant Michigan Arts Award, Art Foundation of Michigan FIAP Gold Medal, 18 Salon International d'Art Photographique, Reims, France Niepce Medal, Salon International d'Art Photographique, Denain, France PSA Gold Medal, 22 International Salon of Photography, Bordeaux, France Bir Konu Bir Konuk "Pessoa kelimesi Portekizce 'kişi' anlamında olup, Romalı oyuncuların maskesi olan 'persona'dan gelmektedir. Maske, hayali kişi, hiç kimse, yani Pessoa. Onun öyküsü, günlük hayatının gerçek dışılığı ile hayalinin gerçekliği arasındaki gidip gelmelere indirgenebilir. Bu hayaller, yarattığı şairlerdir. Gerçek Pessoa hep bir başkasıdır." Yazılmamış Bir Romanın Kahramanı: Fernando Pessoa Portekizli şair Fernando Pessoa, yalnız yazdıklarıyla değil, kendi deyimiyle 'başlı başına bir edebiyat olma' isteğiyle yer etti dünya edebiyatında. 13 Haziran 1888'de Lizbon'da doğan Pessoa, 1896'dan 1905'e kadar, üvey babasının konsolos olarak görev yaptığı Güney Afrika'da yaşadı. Portekiz'e dönmesinden sonra, öldüğü 30 Kasım 1935'e dek, Lizbon'dan ayrılmadı. Öldüğünde, pek tanınmayan bir şair, ama Portekiz modernizmine damgasını vurmuş bir kişilikti. Sağlığında çeşitli dergilerde yazdığı yazılar ve birkaç kitaptan başka yapıtı yayınlanmadı. Ölümünden uzunca bir süre sonra ailesi tarafından Portekiz devletine satılan Pessoa belgelerinin (yazı, mektup ve kendi elinden çıkmış tüm yazılı belgeler) sayısı ise 27.543 idi. Ölümünden sonra basılan onlarca cilt, günümüz Portekiz edebiyatına Pessoa'nın varlığını canlı bir hayalet gibi taşımaya devam ediyor. Pessoa, yapıtlarını kendi adının dışında yarattığı çeşitli kimliklerin adlarıyla da imzaladı. Örneğin Ricardo Reis, Alvaro de Campos, Alberto Caeiro, Pero Botelho, Bernardo Soares, Alexandre Search. Liste çok daha uzun aslında. Bu adların her birinin ardında bir yaşam öyküsü, bir edebiyat duruşu, bir yazım tarzı yatar. Pessoa bunların nasıl ortaya çıktığını çeşitli yazılarında ve mektuplarında anlatır. Alberto Caeiro için, "bir gün, içimde 'ustam' doğdu," der. Pessoa'nın bütün öbür kimliklerinin de ustası olan Caeiro, eğitimli değildir, saf bir dille pastoral şiirler kaleme alır. Alvaro de Campos fütürist bir mühendistir. Lizbon'da çalışan basit bir memur olan Bernardo Soares, usul bir ırmak gibi akan, geçtiği yerleri sessizce kemiren "Huzursuzluğun Kitabı"nın yazarıdır. Ricardo Reis, Alberto Caeiro'nun öğrencisidir. 1887'de doğmuştur; ufak tefek, kara kuru bir adamdır, mesleği doktorluktur. Politik anlamda kralcıdır, şiirdeki duruşuyla ise bir neopagandır: Klasik Yunan tarzında, alkaios ve sappho dizeleriyle şiirler yazar. Portekiz'de krallığın ortadan kalkmasından sonra, 1919'da Brezilya'ya göç eder, bir daha da sesi çıkmaz. Pessoa'nın ifadesiyle, "herhalde orada ölüp kalmıştır." Yaşama ve sevme oyunu oynar Ricardo Reis. Şiirlerinde üç kadının adı geçer: Neera, Cloe ve Lidia. Ve der ki, "bilgedir dünyayı seyretmekle yetinen." Bu kimliklerden hiçbiri Pessoa olmadığı gibi, Pessoa'nın parçaları da değildir. Bilinçaltının derinliklerinden fırlayan bu yaşam dilimleri, "ben yazılmamış bir romanın kahramanıyım" diyen Pessoa'nın kendini çoğaltışı, kendini azaltışı, dünyaya farklı pencerelerden bakarak dünyanın kendisi olma isteğinin tezahürüdür. Pessoa, onlarla Lizbon sokaklarında karşılaşır, yapıtlarının eline nasıl geçtiğine dair hikâyeler söyler. Pessoa, Avrupa tarafından da geç keşfedilmiştir. Tabucchi'nin "Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü" adlı yapıtında, Pessoa'nın kendi yarattığı kimlikler, yine ölüm döşeğindeki Pessoa'yı ziyarete gelirler. Pessoa, "Huzursuzluk Kitabı"nda "Bir yabancı gibi kaybolacağım sislerde" derken, içine kapanık, uzun ve karmaşık bir tarihi yazdığının farkındaydı kuşkusuz. Bu 'gizli tarihi' anlamak ve açıklamak için girişilen en başarılı tanımlama Octavio Paz'a aittir: "Pessoa'nın bütün eserleri; yitik kimliğin aranışı." Kaybolan ben'i arama, onu, Gide, Joyce, Musil'den beri kabul gören modern şairlerin 'ben'i arama çabaları sırasında karşılaştıkları tematik ve formel problemlerin bağlı olduğu alana fırlatmıştır. Ama Pessoa'yı diğer modern şairlerden ayıran bir özelliği var ki, bu Pessoa'nın 'ben'i arama çabalarını farklı benlerle yapmasıdır. Pessoa bir tinin böldüğü kişileri, o tini bulmak için harekete geçirir. Böyle başlar Pessoa serüveni. Bu nedenle sadece kronolojik bir çalışma onu anlamaya yetmez. Eserlerini okuyarak da kavrayamayız onu. Özel yaşantısındaki ayrıntılar onu ele vermezler. Yaşadığı dönemin siyasi ve felsefi akımları ise yetersiz kalır. Rüstem Aslan'ın bu doğrultuda yaptığı çalışmalar ve Adnan Özer'in bu çalışmalara yaptığı katkılar, "Fernando Pessoa: 20. Yüzyılın Yalnızı" adlı kitapta buluşmuş kitapseverlerle. Kitap, ayrıntılı bir kronolojiye yer vermesinin yanı sıra, Pessoa'nın felsefi, siyasi ve poetik boyutlarına yöneliyor. Titizlikle yaptıkları çalışmanın her aşamasında bir başka Pessoa, bir başka şair, bir başka yalnız ve münzeviyle karşı karşıya geliyor okuyucu. "Pessoa, görkemli bir kültür ve poetika höyüğü gibiydi," diyor Rüstem Aslan. "Parçaları bir araya getirmek imkânsız gibi görünüyordu. Rekonstrüksiyon gibi genel bir değerlendirmenin imkânsızlığı, önümüzdeki sonuçtu sanki." Bu nedenle de çalışmanın yalnızca dekonstrüksiyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu noktada Octavio Paz'ın "Fernando Pessoa: Kendisine Yabancı" adlı denemesi yazarlara kaynak olmuş. Kitapta da yer verilen deneme, Pessoa'yı dönemin siyasi ve edebi konjonktüründe bir bütün olarak değerlendirerek, Pessoa ve gölgesini üst üste koymaya çalışıyor. Paz'ın denemesi, kısa yoldan fikir edinmek isteyenler için az rastlanır yoğunlukta bir metin olma özelliği taşıyor. Diplomat, denemeci ve Brezilya edebiyatı eleştirmeni Jose Guilherme Merquir'ın "Tulane Konferansı" başlıklı konuşması da bu kitabın temel metinlerinden biri. Pessoa üzerine verilen en geniş konferanslardan biri olan Tulane Konferansı, bu çalışmaya akademik bir boyut katıyor. Dalgın ve ötesiz berisiz Ve de tanımaksızın Yüzüyorum ölü denizinde Kendi varlığımın. Suyu hissettiğimden Hissediyorum sıkıntıyı... Görüyorum seni, ey çalkantı, Hayat-huzursuzluk... Bana has yelkenler ki... Çark etmiş dümeni... İnsan sureti gibi soğuk Yıldızlı bir gökyüzü. Gökyüzüyüm ben, rüzgârım... Gemiyim ve denizim... Hissediyorum ki ben değilim... Yadsımak isterim onu. Fernando Pessoa (Fragmanlar) Türkçesi: Adnan Özer