Köşe Yazıları

advertisement
Köşe Yazıları – 11/01/2017
STAR
Baykal’ın konuşması niçin sönük
kaldı?
Yalçın Akdoğan
Meclis’ teki anayasa değişikliği oturumunda CHP
adına Deniz Baykal kürsüye çıktı. CHP
lideri Kemal Kılıçdaroğlu günler öncesinden
Pazartesi oturumuna işaret ediyordu, Baykal’ ın
konuşma yapacağı da manidar bir şekilde çok
öncesinden duyurulmuştu. Baykal’ ın konuşmasıyla
ilgili muhalefetin beklentisi yüksekti ama neticesi
hiç de öyle olmadı.
CHP’ lilerin korsan kameramanlık yaptığı,
milletvekillerinin dinlemek yerine cep
telefonlarıyla canlı yayın yarışına giriştiği Baykal
konuşması tam anlamıyla beklentilerin gerisinde
kaldı. CHP’ lilerin birçoğunun konuşmayı zayıf
bulduğunu düşünüyorum. İktidar partisi de böyle
kritik günlerde muhtevası zengin konuşmaların
yapılmasını arzu eder. Muhalefet ne kadar iyi bir
performans ortaya koyarsa iktidar ondan daha
parlak bir görünüm vererek aradaki farkı
göstermeye çalışır. Siyasi arenada cılız konuşmalar
rahat kazanan iktidarı bile memnun etmez.
Başbakan Yıldırım, muhalefetin yakmaya çalıştığı
ateşi, sempatik ve rahat haliyle kolaylıkla
söndürüyor, milleti rahatlatıyor.
Sayın Baykal sürekli tekrar ettiği ‘halkın bilgi
sahibi olmadığı’
iddiasına adeta örneklik sergilemeye çıkmış.
Düzenlemenin ne getirdiği konusunda kafası
karışık olan, aynı cümleleri tekrar ettiğini bile fark
etmeyen, süre bitse de kurtulsam edasıyla yapılan
bir konuşma… Doğrusu devlet umuru görmüş bir
siyasi şahsiyet olarak Baykal, CHP’nin en ateşli
hatiplerindendir ve geçmişten bu yana retorik
konusunda örnek gösterilir. Hem akademisyen
kimliğiyle meselenin teorisini bilir, hem de
siyasetin ihtişamlı dilini çok iyi kullanır. Ama bu
kez hem içerik zayıftı, hem hitabeti...
Kılıçdaroğlu’ nun böyle önemli günlerde kendisi
konuşmak yerine daha iyi konuşan kişileri
konuşturması ilk değil. En son Bütçe
konuşmasında İlhan Kesici de şov yapar gibi
konuşmuştu.
Peki, büyük beklentilerle sahne alan Baykal niçin
beklentileri karşılamadı? Sanırım o
da söylediklerine yeterince inanmamış…
Anlaşılan düzenlemenin içeriği konusunda
partisinden de gereken desteği alamamış.
‘Cumhuriyet ve rejim tehlikede’üzerine kurulu
duygusal girişi konuşmayı kurtarmaya yetmedi.
Baykal geçmişte çok ateşli, çok vurucu konuşmalar
yapıyordu çünkü siyasi bir kutuplaşma üzerinden
motivasyon üretiyordu. Şu an çok çabalamalarına
rağmen bu kutuplaşmayı üretemiyorlar.
‘ Rejim değişiyor?’ diyorlar. Hangi rejim
değişiyor? Demokratik rejim yerinde duruyor,
Cumhuriyet yerinde duruyor, üniter yapı/ulus
devlet yerinde duruyor, laikliğe kimsenin bir
şey yaptığı yok… Demokratik rejimin bir hükümet
sistemi yerine demokratik rejimin başka bir
hükümet sistemine geçiliyor, o kadar…
CHP ‘devlet elden gidiyor’ söylemini dile
getirdiğinde halkı değil zinde güçleri muhatap
alıyordu. Bugün onların sürekli hitap ettikleri bir
statüko ve zinde güç yok. Göreve davet
edecekleri bir güç olmayınca tehditkâr ifadeleri
boşlukta kalıyor.
Baykal, adeta eski Türkiye’nin ve derin anlayışın
tercümanı gibi kürsüye çıktı ama sözleri böyle bir
tehdit üretemediği için karşılıksız kaldı.
Baykal’ ın bu hissiyatı oluşturmak için kullandığı
bir cümle vardı: “ Bu, siyaseti devletin temellerine
sokmak demektir” . Bu cümle alarm zili olarak
kurgulanmış ama demokratik olmayan bir
anlayışı ifşa ediyor. Devletin temellerine de,
çatısına da millet nüfuz eder ve bunu siyaset
marifetiyle yapar. Halktan başka, kıymeti
kendinden menkul bir güç, bir kesim, bir sınıf
devletin temellerine girip ülkeyi
yönetmez. Demokrasi tam da milletin devletin
temellerine nüfuz ettiği sistemin adıdır. Nitekim
23 Nisan ve 29 Ekim’ de bu devleti kuran da
millettir, 15 Temmuz’ da devletin temellerini
kurtaran da bu millettir.
CHP laiklik üzerinden bir gerilim üretmek yerine
rejim gibi soyut bir laf üzerinden tehlike uyarısı
yapıyor. Ama millet artık bu tür sun’i gerilimleri
kaale almıyor. Bunları ciddiye alıp siyaset
üzerinde racon kesecek odaklar da yok… Bu
yüzden Baykal pırıltılı muhalefet defterine
sönük bir sayfa ekledi.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
STAR
CHP-HDP el ele mücadelede!
Fadime Özkan
PKK terör örgütüyle bağlantıda olduğu
gerekçesiyle yargılanan ve halen cezaevinde
bulunan HDP eş genel başkanı Selahattin
Demirtaş 17 M art 2015 günü grup toplantısı için
kürsüye çıktığında üzerinde çalışıldığı anlaşılan bir
cümleyi müstehzi bir ifadeyle üç kez okudu:
Seni başkan yaptırmayacağız!
Seni başkan yaptırmayacağız!
Seni başkan yaptırmayacağız!
"Sen" dediği 13 yıl boyunca girdiği her
seçimden oyunu artırarak çıkan ve 2014
Ağustos'unda Cumhuriyet tarihinde bir ilk
olmak üzere doğrudan halk oyuyla ve ilk turda
Cumhur'un Başkan'ı seçilen Recep Tayyip
Erdoğan'dı.
"Biz" bir gizli özneydi.İçini kimlerin doldurduğu
kısa sürede netleşti: PKK + FETÖ + DHKPC +
DEAŞ + Bölgeyi ve Türkiye'yi karıştırmak için
yerli uşaklar ve taşeronlar satın alan küresel
güçler ve onların emrindekiler.
Erdoğan hedef tahtasına konuldu. İftira, karalama,
şeytanlaştırma başladı. Sultan, diktatör, Yezit
vesaire dediler.
7 Haziran seçimlerine gidilen süreçte HDP ile eş
zamanlı olarak PKK yöneticileri, terör destekçisi
yerli ve yabancı gazetelere konuştu ve Erdoğan
üzerinden Türkiye'yi tehdit etti. Yerelde ise
bölge halkı canıyla, malıyla, çoluk çocuğuyla
korkutuldu.
Sahada şu aşikardı: PKK hiç bir HDP'liye
dokunmuyordu. Bölgede tabeladan başka
varlığı olmayan CHP'ye de
dokunmuyordu. Ama AK Partili yerel
siyasetçiler PKK tarafından kaçırılıyor, tehdit
ediliyor, evlerine dükkanlarına zarar
veriliyordu.
7 Haziran'dan sonra CHP'li ve HDP'li vekiller
"birlikte iyi salladık" kutlaması yaparkenPKK
da -vaktin geldiğini düşünmüş olmalı ki-ateşkesi
bozdu ve hendek terörünü başlattı.
Sonrası malum. 15 Temmuz 2015'te
PKK'nın halk savaşı, HDP'nin özerklik
ilanıyla başlayan terör süreci 15 Temmuz 2016'da
FETÖ darbe-işgal girişimiyle yükseltildi.
HDP'nin dilinden düşmeyen "mücadeleyi
yükselteceğiz" cümlesini şimdi CHP'liler
dillendiriyor.
HDP'nin iki yıl çiğneyip tükürdüğü kanlı"seni
başkan yaptırmayacağız" sakızı, anayasa
değişiklik teklifiyle ilgili müzakerelerin
başladığı Ekim başından beri CHP'nin ağzında.
Hükümet sistemi değişikliğini şahıslaştırma
siyaseti ikinci el bir söylem çünkü. Nitekim CHP
PM düşünüp taşındı ve terörden tutuklu Figen
Yüksekdağ'ın kullandığı "Türkiye'yi size
böldürtmeyeceğiz" cümlesini resmi söylem olarak
ilan etti.
Milli egemenliğin temsil makamı Meclis'in ülkenin
bir ihtiyacı hakkında çalışma yapıp halkın önüne
getirmesini kan dökülür, iç savaş çıkar, bedeli
ağır olur cümleleriyle engellemeye çalışıyor CHP.
Genel başkanın ağzından! HDP'nin bıraktığı
yerden alarak!
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, terör
örgütlerine bahane buluyor, "başkanlık
tartışmaları yüzünden ülke kan gölüne
döndü, iç savaş kaçınılmaz" diyebiliyor. Ülkeyi
işgale kalkışan FETÖ'yü, katliama
hazırlanan PKK'lıları, terör propagandası yapan
HDP'lileri, suç mahallinde yakalanan DHKPC'lileri savunmak CHP'ye kalıyor. Selin Sayek
Böke gibi isimler "OHAL Türkiye’ye değil
AKP’ye lazım" türünden sözlerle terör örgütlerine
perde oluyor.
IsrarlaFETÖ’cüleri değilFETÖ ile mücadele
edenleri suçluyor Kılıçdaroğlu!
FETÖ'ye kızmıyor Kemal Bey, OHAL'e kızdığı
kadar.
CHP'nin kahir ekserisi AKP rejim
değişiyor iddiasıyla pasif kara
propaganda yaparken, Gezi'den beri her türlü
sokak eyleminin baş eylemcisi payesini kimselere
kaptırmayan CHP'liler yine en önde.
Ezcümle: CHP ve HDP anayasa değişikliğine karşı
aynı argümanları kullanıyor. Ama CHP bu
konuda daha ezberci ve tekrarcı. HDP dilinden
düşen sloganlara laiklik vurgusu yaparak işin
kolayına kaçıyor.
CHP'nin 133 sandalyesi var ver ilk turda "hayır"
134'de kaldı malum.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
59 üyeli HDP ise "hayır" oyu kullanmıyor. 12
vekilden 10'nun terör suçundan tutuklu, 2'sinin
terör suçundan firari olduğu bilgisinin bu
vesileyle dolaşıma girmesi istenmiyor anlaşılan.
Belki de PKK'nın döktüğü kanın "hayır"
oylarına sıçraması zımni bir kararla önlenmek
isteniyordur.
SABAH
Muhalefet eksiğinin nedeni...
Hasan Bülent Kahraman
Türkiye'de son zamanlarda cereyan eden siyaset
tartışmalarını kıyısından köşesindenizliyorum.
Hepsine bakacak halim yok. Hele televizyon
tartışmaları hiç ilgim dairesinde değil. O
programları izleyenlere kolaylıklar değil de, iyi
eğlenceler dilerim.
Bir ülkenin bunca önemli meselesi tartışılırken
nasıl böyle bir anlayış, yöntem ve uygulama içinde
bulunur televizyonlar aklım almıyor.
Ama ne yapalım, burası herkesin her
konuda bildiği gibi konuştuğu bir ülke.
***
Asıl başka bir noktaya, siyasal
muhalefete geleceğim.
Bazı çevrelerden muhalefet hakkında yazılan
yazılara gelen eleştirileri
biliyorum. M uhalefeti eleştirmenin, iktidar
dururken, anlamlı olmadığı vurgulanıyor.
Önce onlara bir cevap vereyim ve muhalefeti
eleştirmenin kipleri olduğunu belirteyim.
Muhalefeti, en azından kendi
payıma, siyasallaşamadığı, siyasal etkinlik
gösteremediğiiçin eleştiriyorum. Yani, siyaset
yapıyorum muhalefeti söz konusu ederken.
Yani, yönetim eleştirisi getiriyorum.
Böyle düşünürken geçen gün ve bu
halin sorumlusu nedir derken eski bir fikrimin
içimdeyeniden şekillendiğini gördüm: M arksist
eleştiri yoksunluğu!
***
Marksizm, bizzat bazı eski solcuların,
Marksistlerin onu 'mahkûm eden' tavrından sonra
büsbütün ortadan el ayak çekmiş durumda.
M arksist bir eleştirinin geçerli, anlamlı, etkili,
etkin olacağına kimse inanmıyor.
Varsın inanmasın. Gerçek benim söylediğimdir.
Siyaset olarak M arksizmi tartışabiliriz.
Elbette şimdi 100.
yılına eriştiğimiz Ekim Devrimi'nden sonraki
uygulamaların iç yüzüiyice anlaşıldığından
hâlâ siyaset olarak, siyasal sistem
olarak Marksizm adı altındaki osakat ve
bürokratik yapıdan yana olmanın imkânı yok.
(Kendi payıma, hiç olmadı!) Fakat bu, yöntem,
yaklaşım,
bilinç ve nihayet terminoloji olarak M arksizmi
dışlamak anlamına gelmez.
***
Birincisi, ne kadar eskimiş yanları bulunsa da,
Marksizmin sosyoloji olarak, ekonomi
politikası olarak geliştirdiği perspektifi,
analiz gücünü ve onu tatbik
eden terminolojiyi haiz, haiz ne kelime, onunla
eşit tutulacak herhangi bir metodoloji yok. Çok
uğraşıldı, çok çalışıldı ama henüz o birikimle
başa çıkılmadı.
Toplumsal yapıyı ve bağlı oluşumları
anlamamıza yardım etmesi bakımından hayati
bir gerçek bu.
Hatta şunu belirteyim. Bugün postM arksist bir analiz ve birikim var. Mesela
ondanetkilenmiş bir Feminist söylem var.
Bunlar da Marksizmden türemiştir. Kısacası,
işin içineMarksizm girdiğinde tablo değişir,
bakış açısı değişir, söylem değişir.
İkincisi şu. Kapitalizmin içinde yaşıyoruz.
Neo-liberal politikalar, Yeni Sağ politikalar
kırkıncı yılına yaklaşıyor. Aşılamadılar. Siyaset
olarak M arksizm de o noktada tıkandı. Yeni
bir şey öneremedi. 1989'da Berlin Duvarı'nın
yıkılmasıyla doğan travmayı ve o duvarın
yıkılmasını sağlayan kısıtlamalarını (siyaset
olarak) aşamadı Marksizm.
Ama kapitalizmi gene de sistematik
olarak eleştirebilen, onu sorgulayan, onu
kuşatan tek söylem Marksizm. Anarşizm,
hatta postanarşizm denebilir. Ama o da bir
yerden sonraMarksizmin bir versiyonudur.
Marksizm şemsiyedir, çatıdır.
Türkiye'de muhalefet bu gerçeğin ne kadar
ayırtındadır, ana soru bu. Cevap belli:
'hiç değildir.' Zaman bize bu ışığı tuttu. Bilenler
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
zaten bilirdi. Bilmeyenler de şimdi CHP'nin bu
manada bir solla ilişkisi olmadığını öğrendi.
Tam tersine bürokratik bir
statükoyu savunmakla CHP'nin sol bile
olamayacağını ortaya koydu zaman. Ha, bunu
görmek istemeyenler var, ona bir şey diyemem.
Öte yandan bu çerçeveyi çok iyi kuşatan sol bir
söylem var elbette. Fakat sesleri duyulmuyor.
Dolayısıyla bize M arksist
perspektifin araçlarını kullanan bir yaklaşım
lazım ki, asıl eksik o!
Gerçek bir sosyal demokrasi olsaydı demenin
sırası değil mi?
YENİ ŞAFAK
Anayasa işi CHP’yi yeni bir
bunalıma soktu
Mehmet Acet
Belli oldu.
CHP, Meclis'e 1 Mart ruhunu taşımak için
gelmiş.
Deniz Baykal, kürsüde, gelecekte yaşanacak
büyük bir felaketi haber veren çıplak uyarıcı
edasıyla ağdalı bir konuşma yapıyor.
“ Ayıplı malını pazarlamaya çalışan kurnaz
tüccar” gibi benzetmeler yapıyor, teflon
bakışlarla Ak Partili vekillerin yüreklerine
nüfuz etmeye çalışıyor.
Tabi, bu kolay değil.
Neden derseniz, 1 Mart tezkere
oylamasından bu yana köprünün altından
çok sular geçti.
Deniz Baykal'ın altından da çok sular geçti.
Hiçbir şey ne o döneme, ne o günün
şartlarına benzemiyor artık.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
geçenlerde gazetelerin Ankara temsilcilerine
ne demişti:
“ Dünyanın her ülkesinde halklar, uzun vadeli
düşünmezler. Bunu düşünecek olanlar, aydınlar
ve bürokrasidir.”
CHP aklı, Anayasa işine işte tam da bu
noktadan bakıyor.
Aydınlar ve bürokrasi, devlet iktidarını
yönetsin, çarıklıların seçtikleri dar alanda
ufak tefek şeylerle biraz meşgul olup
gitsinler.
Baykal, Genel Başkan olduğu
dönemlerde, “ Her partinin bir sayısal ağırlığı
vardır, bir de siyasal ağırlığı. CHP siyasal
ağırlığı olan bir partidir” derdi.
Yan yana koyun, yukarıda Kılıçdaroğlu'nun
söylediği lafla aynı hizaya gelen bir yaklaşım
biçimi.
Şimdi o kadarını yapabilecek kudreti yok,
belli, ama eskiden her iki konuşmasından
birinde Tayyip Erdoğan'ı zinde güçler ile
tehdit eden de Deniz Baykal'dan başkası
değildi.
Anayasa işi, CHP açısından ters bir
zamanda geldi.
15 Temmuz sonrası, “ Acaba parti ilkelerimiz
yeniden inşa edilen devlet kurgusuna hakim olur
mu?” umuduna kapıldıkları bir anda, bu iş
karşılarına çıkıverdi.
Anayasa değişikliği olursa, zayıf
hükümetlerle, kedinin fareyle oynadığı gibi
oynayan vesayet odakları artık böyle bir
ortam bulamayacaklar.
Evet diyene hain gözüyle bakmalarının, bu
kadar öfkelenmelerinin bir sebebi de bu.
HALK GERÇEKTEN YARIM AKILLI MI?
Bir başka bakımdan daha, bir CHP klasiği
ile karşı karşıyayız.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
Küçük doğrularla büyük yalanları
harmanlayarak korkutucu bir tablo ile karşı
karşıya kalmanızı hedefleyen bir pazarlama
biçimi.
Ankara'nın Etimesgut İlçesinde sandık
başına giden seçmen, Türkiye'nin her
tarafında olduğu gibi üç ayrı oy pusulasına
mühür bastı.
Anayasa değişikliği, TBMM'de yürüyen
cumhurbaşkanlığı oylaması konusunda tam
da böyle bir şey görüyoruz.
Çıkan sonuç şu oldu:
Örnekler verelim:
Mesela diyorlar ki; Cumhurbaşkanı'na
Meclis'i tek başına fesh etme yetkisi
veriliyor. Atatürk'e bile verilmeyen bu yetki
Cumhurbaşkanına nasıl verilir?
Peki işin aslı nedir?
Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı ve
Meclis'in karşılıklı fesh yetkisini öngörüyor.
Meselenin yarısını perdeleyip, öbür yarısı ile
göz korkutma çabası.
CHP'liler, Türkiye tek adam rejimine
geçiyor, demokrasi rafa kaldırılıyor, meclis
devre dışı kalıyor diyorlar.
Halbuki, anayasa paketi ile yapılan işin özeti
şu:
Sorumsuz Cumhurbaşkanı, sorumlu
cumhurbaşkanı haline getiriliyor.
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Anayasa
Mahkemesi'nin; Cumhurbaşkanının idari
tasarrufları da Danıştay'ın tasarrufuna
açılıyor.
Yani, bugün Başbakan için geçerli olan
yetki/sorumluluk dengesi, başbakandan
alınıp Cumhurbaşkanına veriliyor.
KONTROL DENGE GARANTİSİ HALKTA
Etimesgut seçmeni Büyükşehir'de Ak
Parti'yi, İlçe Belediye Başkanlığı seçiminde
MHP'yi, İl Genel Meclisi oylamasında da
yine Ak Parti'yi birinci çıkardı.
Bu ne demek?
İnsanlar, her üç oylamada da bilinçli bir
şekilde oy kullanıyor ve duruma göre
tercihlerini değiştirebiliyordu.
Etimesgut'tan örnek verdim.
Ama benzeri örnekler Türkiye'nin her
tarafında yaşandı.
Niye mi böyle bir konuya girdim?
Anayasa paketi, önce Meclisten, sonra da
referandumdan geçerse, bundan sonra
Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri aynı
anda yapılacak.
Yukarıda anlattığımız örnek bize neyi
gösteriyor?
Türkiye'de seçmen bilincinin çok nitelikli
bir noktaya ulaştığını, insanların tercih
yaparken esnek davranabildiğini.
Türkiye seçmeni şu iradeyi bütün
seçimlerde ortaya koydu:
Bu ülkeyi iyi yönetenleri alır başıma
getiririm, kötü yönetenleri, sapma içine
girenleri de ya uyarır, ya da alaşağı ederim.
Çok partili tarihimiz içinde yapılan bütün
seçimlerin böyle bir mesajı olmuştur.
30 Mart 2014 seçimlerini hatırlayalım.
Ve bir örnek verelim.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
YENİ AKİT
Reina ve komplo teorisi-2
Abdurrahman Dilipak
Şu “yakışıklı Amerikalı” William Jake Raak’a
takıldı aklım. Bunu araştırmak gerek. Belki o
kod adıdır. Böyle bir kişinin gerçekten varolup
olmadığını öğrenmek zor olmasa gerek. Niye
geldi ve şimdi nerede, ne yapıyor? 9
kişiymişler, 7’si yaralanmış. Türkiye çok güzel,
insanlar çok iyi, işler yoluna girince tekrar
gelecek.. Giderken öyle diyordu. Çok rahat ve
tebessüm ederek ve birilerine “görev tamam”
der gibi selamlayarak!? Bir terör saldırısından
kurtulan bir adam hali var mı?
Olay yerinden ayrılırken ambulansın kapısında
“bilmiyorum, tek kişi gördüm. Ateş edip
saklanıyorlardı” gibi bir laf ediyor. “AK-47 vardı
elinde” diyor. O şartlarda silahı tanıyor.. “Ateş
eden bir kişi” görmüş, ama ifadesinden
başkalarının da olduğu anlaşılıyor.. Adam
“Küçük bir kasabada küçük bir işletme sahibi”
gibi görünüyor ama eski bir deniz piyadesi.
Dahası var, adamın asıl işi Pennsylvania’da
askeri malzeme üreten bir firmanın yönetim
kurulu başkanı. Penn State Üni. Mezunu.
Başındaki şapka ABD kara kuvvetlerinin
istihbarat toplayan merkezin markasını
taşıyor. Örgütün adı “National Ground
Intelligence Center” iyi mi?
Desenize çetenin elebaşını kendi ellerimizle
gönderdik ABD’ye..
Sahi Amerikan konsolosluğunun uyarısını
tekrar hatırlayalım. “Turistlerin gittiği restoran”
yerine Reina diye de yazsalardı bari!
Reina’nın sahibi de dil sürçmesi ile sehven
doğruyu söylemiş olamaz mı?
Sahi bu Jacop hangi isimle rezervasyon
yaptırmış ve kaç kişilik. Ve onlar
kimler. Mekana kimlerle geliyor ve
eğleniyorlar. Güvenlik kamerasında yok mu bu
görüntüler.
Raak, sakal ve imaj olarak aslında Araplara
benzemiyor da değil.. Belki kendi aralarında
Yakup falan diye de dalga geçiyorlardır.
“Raak’a rakı getir” filan!
Bakın terörist, genel olarak taradıktan sonra
birilerini özel olarak hedef seçip, gidip tek tek
kafasına sıkıyor.. Sahi bunlar 9 kişiydi değil
mi? Diğerleri kimler ve neredeler?
‘Reina saldırganı içerden yardım aldı’..
Eski Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşar
Yardımcısı Cevat Öneş, Reina saldırısıyla
ilişkin bir gazeteye konuştu ve “saldırganın
içerden yardım aldığı kesin” dedi.
“Bizim Kırgız” birçok kamera görüntüsünden
sonra, bir sosyal media analistinin dediği gibi
“ABD istihbarında ‘safe hause’ denilen
içerideki CIA evlerinden birinde saklanıyor
olmasın.. Belki de zaten çoktan öldürülmüştür
bile.”
Sahi, niçin sadece Jakop’un ambulans
videosu var. Niçin sadece onun uğurlanışı..
O ambulans hangi kuruluşa ait, o çalışanlar
kimler. O kamera görüntülerini kim çekti, kim
servis etti!
Yabancı kaynaklar da bu olayla ilgili ilginç
iddialar atıyorlar ortaya..
Raak’ın başında olduğu savunma şirketi
insansız hava araçlarına donanım ve parça
üretiyor..
Alper Tan geçen gün Twitter’den birtakım
mesajlar geçti: ABD’DE BİR YILDA 90.000
TECAVÜZ VAKASI OLMUŞ. ABD’de geçen
bir yılda 90.185 tecavüz olayı polis kayıtlarına
geçmiş iyi mi? Dahası da var: ABD genelinde,
son bir yılda cinayete kurban gidenlerin sayısı
15.696 olarak belirlenmiş. Yani ABD’de her ay
1308 kişi cinayetlerde ölüyormuş. ABD’nin
nüfusu Türkiye’nin 3 katından biraz fazla. Siz
deyin 4 katı. Bunun anlamı şu: Türkiye’de her
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
ay 375 kişinin cinayete kurban gitmesi
demek..
bilelim ki, “Orman” bu “kibrit çöpü”nün
arkasında.
Bu doğulular katil canım. Türkiye kan gölü..
Herkes birbirini öldürüyor değil mi? Dahası var
ABD’de her ay binlerce kişi intihar ediyor.
Doğu’da terör, savaş, cinayet bu kadar insan
ölmüyor, nüfusa oranla!
Kayıp anahtar suya düşmüştü değil mi? Suyu
da inek içmişti. İnek de dağa, ormana
kaçmıştı. Orman da yanmış-bitmiş kül
olmuştu! O dağ büyücüler dağı bilesiniz.
Şeytanlar vadisinde..
AnlayacağınızABD ŞİDDET VE ÖLÜM
KOKUYOR.New York Üniversitesi raporu:
Geçen bir yılda ülke genelinde şehirlerdeki
cinayetler % 14 oranında yükseldi.FBI’ın
yayınladığı son rapora göre tablo dehşet
verici. ABD’de son bir yılda 1.195.704 şiddet
içeren suç işlendi. Tacizin haddi-hesabı yok!
Euzubillahimineşşeytanirraciym.. Şeytan
taşlamaya var mısınız, ama önce Şeytanla
yoldaşlık etmekten, ortaklık yapmaktan,
işbirliğinden vazgeçelim. Haksızlık yapmaktan
önce haksızlıklar karşısında susanlardan
olmamayı öğrenelim. Allah rüşvetçiler ve
torpilcilere de yardım etmeyecek zira. Çünkü
Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım
etmeyecek.. Hem Resul’e, hem Şeytana dost
olunmaz zira!
ABD’nin işi zor.. Görünen o ki, ABD dünyaya
sömürü aracı olan dolar, teknoloji, yazılım, film
ya da silah ihraç etmiyor sadece, Dünyaya
terör ve savaş da ihraç ediyor..
Bakarsınız yarın bu işin filmini çekip dünyaya
satarlar..
Reina’da yaşanan katliamın ardından
bulunamayan saldırgan hakkında her gün yeni
bir iddia atılıyor ortaya. Milliyet yazarı Tunca
Bengin, Reina saldırganının gizli servis
tarafından kandırılıp, öldürülmüş olabileceğini
yazdı. Her şey mümkün.. Gerçek bunların
dışında da olabilir.. Ama olayla ilgili derin bir
kuşkunun olduğu muhakkak.
Bana kalırsa asıl bulunması gereken tetikçi
değil, tetikçiyi yönlendiren akıl! Ya da tetikçiyi
bulmak, asıl faili bulmaya götürmeyecekse ya
da soruşturmayı orada bırakacaksak bu da
büyük bir yanılgı olur. Kertenkele kuyruğunu
bırakır ve kaçar..
Bana sorarsanız Reina’dan ABD’ye, CIA’ya
uzanmak mümkün. Pensilvenya, DAEŞ ya da
PYD’ye de uzanmak mümkün..
Şunu bilelim: “Uygur Türkü” sadece bir kukla,
bir kandırmaca olabilir. Ya da başka biri. Şunu
KOMPLO GÜNCELLEMESİ: 39 kişinin
katledildiği Reina saldırısında ibre FETÖ’ye
döndü. Star’ın haberine göre biri bayan 3
tetikçi, 4 gözcü vardı. Özel güvenlik
DELTAVİB FETÖ ile ilişkili. Kullanılan
mühimmat ABD ve İsrail’e ait. DAEŞ hedef
saptırmak için olaya dahil oluyor. “Yılbaşı
kutlaması”na saldırısı da, “Yaşam Tarzı
tartışmaları” da planın diğer parçaları.
Selâm ve dua ile..
TAKVİM
Kıran kırana
Ergün Diler
Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Karlov, canlı
yayında arkadan vurularak öldürüldü.
Saldırgan polisti. Devletin kadrolu elemanıydı.
Ve FETÖ'cüydü! İlişkileri garipti.
Ama seçilmiş biri olduğu belliydi.
Karlov suikastıyla birlikte Rusya'nın önemli
diplomatlarından Polshikov da evinde ölü
bulunuyordu. Herkes şaşırıyordu ama ölümler
birbirini izliyordu. Sibirya'da Rus askeri uçağı
düşüyordu. Kızılordu Korosu'nu taşıyan uçak
Karadeniz'e çakılıyordu.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
Kurtulan olmuyordu. Bir güç Rusya ile
savaşıyordu. Aynı anda bizim de
şehirlerimizde TERÖR HORTLUYORDU! Beş
iktaş, Kayseri ve Reina saldırıları peş peşe
geldi. Canımız yandı... Güney sınırımız zaten
karışıktı. Olmayan yoktu orada! Birinci Dünya
Savaşı'nda kurulan sistem çöküyordu! Ama
yerine ne geleceği belli değildi. TERÖR yeni
sistemi uygulamak için ucuza mal edilen
savaşın adıydı.
Önceki gece Rusya'nın Atina
Büyükelçiliği'nde görev yapan çok
kez BÜYÜKELÇİ gibi davranan eski
istihbaratçı Andrey Malanin evinde ölü
bulundu.
Muhtemelen öldürüldü. Diğerleri gibi. Ama
birileri ısrarla Rusya'yı kıskaca alıyordu.
Hesap soruyordu. Tel
Aviv'de BÜYÜKELÇİ zehirleniyor, Atina'daki
ölüyor Ankara'daki suikasta kurban
gidiyordu... Çok belli ki MOSKOVA
AKDENİZ'de istenmiyordu! Ne doğusunda ne
batısında! Hatta Karadeniz'de bile! Orada da
Kızılordu Korosu'nu taşıyan uçağı düşürerek
bu mesajı veriyorlardı...
Dünyada KARAR ALACAK GÜCE SAHİP
ÜÇ MERKEZ VARDI! MOSKOVA,
LONDRA ve WASHINGTON... Biri ya da ikisi
birden Moskova'yı dışlıyordu!
CIA Başkanı John Brennan'a bakalım...
Yeni Başkan Trump'ı öyle bir eleştiriyor ki
şaşırıp kalırsınız. Bence TEHDİT ediyor.
"Yeni hükümet ve Başkan'ın, dünyanın
tehlikeli bir yer olduğunun farkında olması
şart. Ancak şu aşamada bunun olmadığını
görüyoruz. Ülkemizin istihbaratı, güvenlik
çıkarlarımızı koruyup gözetmek için var.
Seçimlerde ne olup bittiğine dair çok netiz.
Raporlar ortada... Rusya'nın seçimlere
entegre olduğunu biliyoruz. İstihbarat
raporlarının önemini dikkate almayan bir
hükümet ya da Başkan ülke güvenliğini ciddi
bir tehlikeye atar. Rus yetkililerle yakınlaşma,
ulusal güvenliğimiz için de tehlikeli. CIA'nın
kuralları bellidir. Bu da, başkanlara göre
değişmez. Trump, ülke güvenliğini tehlikeye
atıyor..." Nereden bakarsanız bakın Trump'ın
Putin ile bir DENGE KURMASI pahalıya
patlayacak. CIA böyle diyor. Ve resmen tehdit
ediyor. Bunları söyleyen sıradan biri olsa
gülüp geçelim ama durum bu! ABD'nin
içindeki bir kanat RUSYA 'ya savaş açmış
durumda. Bunun ayak izleri CIA ve NATO
içinde de fazlasıyla var. Zaten ellerinin altında
her zaman kullandıkları ve her zaman değişim
yaşatarak operasyon yaptıkları
bir GLADYO organizasyonu var!
GLADYO tek başına bile Avrupa Birliği'nden
güçlüdür. Her ülkede etkin olacak kadar
sağlam alt yapıya sahip olan bu güç,
Türkiye'de de hiç ama hiç zayıf değildir!
Türkiye'de üzerine onlarca yazı yazılan, kitap
basılan, film çekilen GLADYO, 1997'den
sonra yapıyı değiştirdi...
1997'de GLADYO yeni oyuncu
olarak FETULLAH GÜLEN'i seçti... Askerlerin
verdiği destek buradan kaynaklanıyordu.
Siyasilerin de... Patronların da... Gülen ve
ekibi CIA'ya çalıştığı için NATO'ya elini
uzatması zor olmadı... Tabii şimdilerde kimse
hatırlamaz ama 4 EYLÜL günü Gülen kendi
yayın organında şunları yazıyordu: "İnanmış
bir insanın Batı karşısında, Batı'yla
entegrasyon karşısında, Amerika'yla
entegrasyon karşısında olması mümkün
değil!" Bu, GLADYO içindeki ilk günüydü ve
kabul edilişini dünyaya duyuruyordu... Yani
hiçbir şey kendiliğinden olmuyordu... Özellikle
konu Türkiye ise...
Yaklaşık 1.5 yıl sonra Pensilvanya'ya
götürüldü. Aslında ilk adres BRÜKSEL'di.
Orada gerekli çalışmalar yapılmış
örgütün, MERKEZE yakın olarak
bulunmasında büyük fayda görülmüştü. Ama
çalışmaları yürütenlerden bir
bölümü "İŞLER KARIŞIRSA BURADA
OLMASI HİÇ GÜVENLİ DEĞİL" raporu
vermişti.
Bu, kabul gördü. Gülen ekibiyle birlikte
Pensilvanya'ya uçtu. Öcalan geliyor, Gülen
gidiyordu! Kimse de üzerinde fazla
düşünmüyordu!
NATO, Gülen'e iki temel görev verdi!
Rusya'nın yanı başındaki Kafkasya ve Çin'in
kalbi olan Uygur bölgesinde yoğunlaşması
istendi. Operasyon 'İSLAM'ı kullanarak
ilerleyecekti tabii... İslam dinini kullanarak
bölgeyi ele geçirdi. Hem NATO hem de CIA,
bu bölgelerde istediği adımları attı.
Ele geçirilen bölgelerde çok değişik yöntemler
kullanıldı. Pek çok militan yetiştirildi.
Aralarında TÜRK gibi olanlar vardı ama
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
TÜRK değildi, Iraklı gibi olanlar
vardı IRAKLI değildi, Suudi gibi olanlar
vardı SUUD değildi, Suriyeli gibi olanlar
vardı SURİYELİ değildi... Yetiştirilen herkes
yeni görevlerini alıyordu. CIA ve NATO askeri
olarak... Bunların pek çoğu şimdilerde tavan
yapan SAHTE BAYRAK operasyonlarında
kullanılacaktı...
AFRİKA'ya bakın! CIA ve NATO elemanı pek
çok kişi aynı
zamanda GÜLEN OKULLARINDA çalışıyord
u... 2002'den 2014'e kadar pek
çok AFRİKA ülkesi DARBELERLE sarsıldı.
Kim yaptı bunları? Elbette CIANATO işbirliği...
NATO veya CIA denilince akla asker veya
siyah gözlüklü ajanlar gelmemeli. Halkın
arasında yaşayan, itibar edilen, 'bilge
adam' olarak görülen, dini önder kabul edilen
isimler GLADYO'nun parçası oldu.
İşadamları, gazeteciler, STK üyeleri de tabii...
Şimdi bu gücü BAŞKANLIK sistemi
tartışmalarında iyice göreceğiz... Kavga
sandığımızdan çok daha büyük. Bir köşe
yazısına sığacak gibi değil... Herkes herkesle
hem oturup konuşuyor hem kavga ediyor.
Birçok değişken iç içe... Ama önümüzdeki
günlerde İngiltere ile ABD'nin tüm güçleriyle
kendilerini buralarda göstereceğini biliyorum.
Görmek için özel bir bilgiye de gerek yok...
ABD kaybettiği gücünü almak için her şeyi
deneyecektir. Buna güçleri de yok değil.
İngilizler de ABD'nin yanlış yaptığı Türkiye
gibi çok önemli bir ülkeyle yan yana gelmek
isteyecektir... Haklı olarak... Çünkü herkes
gibi onlar da Türkiye'yi yanına
alanın ORTADOĞU'da rakipsiz kalacağını
bilir...
İçerideki gelişmeler CHP içinden
filizlenecektir. Ayrıntılara ve ilişkilere girmek
istemiyorum ama CHP ön alacaktır.
Göreceğiz. Pek çok alanda...
Kraliçe ve adamları ARAP BAHARI'ndan
büyük ders çıkardı.
1 TRİLYON DOLAR kaybettiler o isyanlarda...
Hemen planlarını devreye soktular. MI5
Direktörü Jonathan Evans, Arap Baharı
konusunda Kraliçe II. Elizabeth'e bir rapor
hazırladı.
İngiltere'nin güvendiği liderler Mısır Devlet
Başkanı Hüsnü Mübarek, Tunus
Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali ve
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın Arap
Baharı sonucu devrileceğini anlattı.
Önlemleri de sıraladı. Evans ayrıca Mübarek,
Zeynel Abidin Bin Ali ve Beşşar Esad'ın para
transferlerini organize etmekle görevliydi. MI6
ajanlarının AVRUPALI MÜTTEFİKLER
TARAFINDAN, CIA'ya verildiğini öğrendikleri
an AVRUPA BİRLİĞİ'nde kalmama kararı
aldılar.
BREXIT İngiliz halkının kararıydı öyle mi! Yok
öyle bir şey!
İngiliz DERİN DEVLETİNİN aldığı kararın halk
tarafından onaylanmasıydı! İşte
şimdi İNGİLİZLER bölgede. Eskisi gibi güçlü.
Türkiye ile işbirliğini çok ama çok
isteyeceklerdir...
Bunun için de ellerinden geleni
yapacaklardır... Para da, istihbarat desteği de,
politik güç de katmak isteyeceklerdir...
FETÖ'nün içinde de var
olan JAMES BOND'lar yakın zamanda
CIA'nın içendeki ORTA ASYA 'da
filizlenen GLADYO ile çarpışacaktır... Bu
kavganın sahnelerinden biri de muhtemelen
Türkiye olacaktır...
Birbirilerine burada biz görelim diye DİŞ
GEÇİRMEK isteyeceklerdir... İşte bu
kavganın siyasi, finansal ve ideolojik tarafları
vardır. Bu DENGELERİ GÖTÜREN ÇOK KİŞİ
VAR TÜRKİYE'de... Büyük oyun kurucular
bizi yanlarına almak için kavga edeceklerdir.
Bu kaçınılmaz. Bu kavganın yansımalarına
içeride siyaseten de biz şahit olacağız... Bu iki
güç 1960'dan beri
buralarda MÜCADELE içinde. SAĞSOL neydi sanıyorsunuz! Bunların mevzileri!
Şimdi yine geliyorlar! İkisi birden!
Trump başarırsa Rusya ile Türkiye'yi yanına
alacak. Görünen o ki CIA buna şiddetle karşı!
İngilizler de RUSYA 'ya karşıdır! Ta baştan
beri!
Kartların yeniden karıldığı bir dönemin tam
içinden geçiyoruz. Kolay değil...
Koca Rusya her gün
bir DİPLOMATINI kaybediyor tepki veremiyor.
Saldırı altında olan sadece biz değiliz...
Yakında CIA-NATO ile MI6 kavgasını
göreceğiz... Zaten iki tarafın isimleri de hazır
buna! Ayrıntılara girmek istemiyorum... Ama
bu kavga derin ve büyük bir kavgadır. İki taraf
da sahnede aslında.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
Şimdilik sizler göremiyorsunuz. Yakında
herkes rolünün hakkını verecektir...
Umarım Türkiye'ye bulaşmazlar ama bu pek
mümkün görünmüyor...
Bilek güreşini burada yapacaklardır...
Yakında sahne alacak tüm figürlere bu
pencereden bakın!
Karşımıza dikilenlerin bağlı oldukları iki
merkez burasıdır.
Bu olacakları anlama kılavuzudur!
Bakalım ne olacak!
İZLEYELİM...
GÜNEŞ
Deniz Baykal'ın sırları
Kayahan Uygur
Bugün, laiklik, çağdaşlık, aydınlanmacılık gibi
birçok kavramları doğu pazarına uygun
ambalajları ile satın aldığımız Fransa’nın ünlü
vodvillerinin Türk politikasındaki etkilerine
değineceğim. Vodvil pek derinliği olmayan,
düşündürtmeden güldüren, eşler, metresler
ve âşıklar arasında geçen komik durumları
anlatan geleneksel bir Fransız tiyatrosu
türüdür. Konu bu olunca ve işin içine politika
da girince Deniz Baykal da eksik olmuyor
haliyle.
“ Siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır” özdeyişi
de Fransız kökenlidir. İşte bu nedenle yaşı yetmiş
ama işi asla bitmemiş eski politikacılar hep umut
içinde yaşarlar. Buradaki “ yetmiş” sözcüğü, “ ermiş” ,
“ ulaşmış” anlamındadır yaşla pek bir ilgisi yoktur,
zaten Maşallah bizim politikacıların biyolojik yaşları
39’ a varır da 40 olmaz. Çünkü “ kırkından sonra saz
çalan…” diye başlayan bir de atasözümüz vardır.
Darbe rezervleri
Fransa’ da emekliye ayrılmış ancak bir gün şansın
yine kendilerine gülmesini bekleyen politikacılara
“ réserve de la république” yani cumhuriyetin
rezervlerindekiler adı verilir. Türkiye’ de bunları daha
çok darbe sonrası hükümetlerde, ya da CHP veya AP
gibi geçmişte orta yolcu bir çizgi izleyen partilerde
kullanma alışkanlığı vardı. Bazı isimler veya aileler
vardır: Örneğin Naim Talu veya Ferit Melen gibi. Ya
da Öztraklar, Bayülkenler, Öymenler gibileri.
Siyasetçi hiç ölmezmiş
Özellikle cunta dönemlerindeki hükümetlere bir
Önce konunun mantıksal boyutuna bakalım. Gerçi
bakın bu isimlerden biri veya diğerini mutlaka
Fransa’ da mantık çeşit çeşittir. Bu düşünce
bulursunuz.
matematiklerinden biri de adına “ raison d’ Etat”
Tabii yukarda kullandığımız “ cumhuriyetin
denilen devlet mantığıdır ki normal insanlar bunu
rezervleri” ifadesi sadece bir ambalajdır, Türkiye’ de
algılayamaz. Bu yaklaşıma göre fizik olarak ölmeyen
darbeleri kimin organize ettiği açıkça bellidir.
bir politikacının siyasal hayatı asla sona ermemiştir.
Adaylarını hep merkezden koyduran partiler üzerinde
Elli kez seçim kaybetmiş, partisini ve kendisini çok
kimin etkili olduğu da. Bu durumda Türkiye’ deki
sıkıntılı durumlara sokmuş olan bir politikacı artık
politik rezervleri eskiden beri ABD’ nin yönettiğini
her şeyden elini eteğini çekmişken bir de bakmışsınız
ve en azından önemli sayıda eski politikacının
ki yeniden göreve çağrılmış.
“ NATO Rezervi” sayılması gereği de ortaya çıkar.
Türk siyasetinde ne zaman NATO doğrudan bir rol
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 11/01/2017
oynamaya başlasa “ yurtta sulh ve cihanda sulh”
Yerli milli havalar
sloganları, “ yine şahlanıyor kolbaşının kıratı”
2016’ nın Şubat ve Mart aylarında Baykal yine son
türküleri duyulmaya başlanır ve bazı alışılmış simalar
derece aktiftir. Babacan tavırları ve savunduğu
medyada arzı endam ederler. İşte Türkiye’ deki bu
fikirlerle halkın önemli bir kesiminin takdirini
alışılmış simalardan biri 27 Mayıs öncesi öğrenci
kazanır, hatta AK Parti çevrelerinde yerli ve milli
eylemlerinden itibaren kendini vitrine koymuş olan
CHP’ lilerin rol modeli olarak gösterilir ki eski
Deniz Baykal’ dır. Maşallah 59 yıldır siyasette olan
Baykal’ ın yani Baykal’ a dönüşmesi, adeta tırtılın ay
Baykal bu şekilde bir rekor kırmıştır. Kendisinin bir
yıldızlı mucize bir kelebek olması gibidir. 15
vodvil sonucu görevden ayrılışı oldukça ilginçtir, bu
Temmuz’ a 1-2 ay kala Baykal’ ın Habertürk gibi
vodvilde rol alanlardan bazıları kendisinin
mecralarda boy gösterdiğini ve CHP ile
başkanlığından uzaklaştırıldığı partinin daha sonraki
Kılıçdaroğlu’ nu eleştiri bombardımanına tuttuğunu
yöneticileri olmuşlar, bazıları ise Dimyat’ a pirince
görüyoruz. Baykal, geçmişin Turan Feyzioğlu gibi
giderken evdeki bulguru yitirmişlerdir. Malum kaset
bir figürü olmuştur artık, “ ortanın tam göbeğinde” ve
soruşturmasında bütün deliller Okyanus ötesini
her kartın yerini alabilecek bir joker.
gösterirken Baykal’ ın ta ilk günden itibaren
Cumhurbaşkanı mı olacaktı?
“ Hocaefendiye” selamlar sarkıtması ve o cenahı
Bir ara başkanlık sistemi önerisine bile sıcak
aklamaya çalışması ise kamuoyunu oldukça
bakabileceği tartışılan Baykal’ ın önceki gün
şaşırtmıştır.
hükümete ve AK Parti’ ye yönelik azami şiddetteki,
Ana Muhalefet liderliğini yitirmeyi nerdeyse
yıkıcı ve yok edici eleştirilerini dinlerken aklıma
FETÖ’ ye teşekkür ederek içselleştiren Baykal bu
geldi. İşte eskiden beri tanıdığımız gerçek Baykal
şekilde insanları şaşırtmışken halkımızı 2015 Haziran
geri dönmüştü. 15 Temmuz’ da ortadan kaybolan bu
seçimlerinden sonra bir kez daha hayrete düşürmeyi
rezerv güç, darbe başarılı olsaydı nasıl
başarmıştır. Bu kez Baykal, Cumhurbaşkanı
mükâfatlandırılacaktı? “ Yurtta sulh ve cihanda sulh”
Erdoğan’ la görüşüp AK Parti ile yakınlaşmaktadır.
rejiminin cumhurbaşkanı olarak mı? Onun için mi
“ Aaa” sesleri “ ooo” seslerine karışmıştır. Daha sonra
vodvilden sonra Okyanus ötesine teşekkür
da CHP’ nin meclis başkan adayı olmuş ve işler iyice
yollamıştı? Onun için mi 2016’ nın ilk yarısında
çatallaşmışken 1 Kasım gelmiş ve Baykal
kendisini derleyici, toparlayıcı ideal lider olarak
CHP’ lilerin tepkileri ve protestoları altında
mevzilendirmişti? Soruyorum işte, meraklı bir vodvil
hükümetin dış politikasına ve terörle mücadeleye
seyircisiyim.
destek vermeye girişmiştir.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Download