Köşe Yazıları – 11/01/2017 STAR Baykal’ın konuşması niçin sönük kaldı? Yalçın Akdoğan Meclis’ teki anayasa değişikliği oturumunda CHP adına Deniz Baykal kürsüye çıktı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu günler öncesinden Pazartesi oturumuna işaret ediyordu, Baykal’ ın konuşma yapacağı da manidar bir şekilde çok öncesinden duyurulmuştu. Baykal’ ın konuşmasıyla ilgili muhalefetin beklentisi yüksekti ama neticesi hiç de öyle olmadı. CHP’ lilerin korsan kameramanlık yaptığı, milletvekillerinin dinlemek yerine cep telefonlarıyla canlı yayın yarışına giriştiği Baykal konuşması tam anlamıyla beklentilerin gerisinde kaldı. CHP’ lilerin birçoğunun konuşmayı zayıf bulduğunu düşünüyorum. İktidar partisi de böyle kritik günlerde muhtevası zengin konuşmaların yapılmasını arzu eder. Muhalefet ne kadar iyi bir performans ortaya koyarsa iktidar ondan daha parlak bir görünüm vererek aradaki farkı göstermeye çalışır. Siyasi arenada cılız konuşmalar rahat kazanan iktidarı bile memnun etmez. Başbakan Yıldırım, muhalefetin yakmaya çalıştığı ateşi, sempatik ve rahat haliyle kolaylıkla söndürüyor, milleti rahatlatıyor. Sayın Baykal sürekli tekrar ettiği ‘halkın bilgi sahibi olmadığı’ iddiasına adeta örneklik sergilemeye çıkmış. Düzenlemenin ne getirdiği konusunda kafası karışık olan, aynı cümleleri tekrar ettiğini bile fark etmeyen, süre bitse de kurtulsam edasıyla yapılan bir konuşma… Doğrusu devlet umuru görmüş bir siyasi şahsiyet olarak Baykal, CHP’nin en ateşli hatiplerindendir ve geçmişten bu yana retorik konusunda örnek gösterilir. Hem akademisyen kimliğiyle meselenin teorisini bilir, hem de siyasetin ihtişamlı dilini çok iyi kullanır. Ama bu kez hem içerik zayıftı, hem hitabeti... Kılıçdaroğlu’ nun böyle önemli günlerde kendisi konuşmak yerine daha iyi konuşan kişileri konuşturması ilk değil. En son Bütçe konuşmasında İlhan Kesici de şov yapar gibi konuşmuştu. Peki, büyük beklentilerle sahne alan Baykal niçin beklentileri karşılamadı? Sanırım o da söylediklerine yeterince inanmamış… Anlaşılan düzenlemenin içeriği konusunda partisinden de gereken desteği alamamış. ‘Cumhuriyet ve rejim tehlikede’üzerine kurulu duygusal girişi konuşmayı kurtarmaya yetmedi. Baykal geçmişte çok ateşli, çok vurucu konuşmalar yapıyordu çünkü siyasi bir kutuplaşma üzerinden motivasyon üretiyordu. Şu an çok çabalamalarına rağmen bu kutuplaşmayı üretemiyorlar. ‘ Rejim değişiyor?’ diyorlar. Hangi rejim değişiyor? Demokratik rejim yerinde duruyor, Cumhuriyet yerinde duruyor, üniter yapı/ulus devlet yerinde duruyor, laikliğe kimsenin bir şey yaptığı yok… Demokratik rejimin bir hükümet sistemi yerine demokratik rejimin başka bir hükümet sistemine geçiliyor, o kadar… CHP ‘devlet elden gidiyor’ söylemini dile getirdiğinde halkı değil zinde güçleri muhatap alıyordu. Bugün onların sürekli hitap ettikleri bir statüko ve zinde güç yok. Göreve davet edecekleri bir güç olmayınca tehditkâr ifadeleri boşlukta kalıyor. Baykal, adeta eski Türkiye’nin ve derin anlayışın tercümanı gibi kürsüye çıktı ama sözleri böyle bir tehdit üretemediği için karşılıksız kaldı. Baykal’ ın bu hissiyatı oluşturmak için kullandığı bir cümle vardı: “ Bu, siyaseti devletin temellerine sokmak demektir” . Bu cümle alarm zili olarak kurgulanmış ama demokratik olmayan bir anlayışı ifşa ediyor. Devletin temellerine de, çatısına da millet nüfuz eder ve bunu siyaset marifetiyle yapar. Halktan başka, kıymeti kendinden menkul bir güç, bir kesim, bir sınıf devletin temellerine girip ülkeyi yönetmez. Demokrasi tam da milletin devletin temellerine nüfuz ettiği sistemin adıdır. Nitekim 23 Nisan ve 29 Ekim’ de bu devleti kuran da millettir, 15 Temmuz’ da devletin temellerini kurtaran da bu millettir. CHP laiklik üzerinden bir gerilim üretmek yerine rejim gibi soyut bir laf üzerinden tehlike uyarısı yapıyor. Ama millet artık bu tür sun’i gerilimleri kaale almıyor. Bunları ciddiye alıp siyaset üzerinde racon kesecek odaklar da yok… Bu yüzden Baykal pırıltılı muhalefet defterine sönük bir sayfa ekledi. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 STAR CHP-HDP el ele mücadelede! Fadime Özkan PKK terör örgütüyle bağlantıda olduğu gerekçesiyle yargılanan ve halen cezaevinde bulunan HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş 17 M art 2015 günü grup toplantısı için kürsüye çıktığında üzerinde çalışıldığı anlaşılan bir cümleyi müstehzi bir ifadeyle üç kez okudu: Seni başkan yaptırmayacağız! Seni başkan yaptırmayacağız! Seni başkan yaptırmayacağız! "Sen" dediği 13 yıl boyunca girdiği her seçimden oyunu artırarak çıkan ve 2014 Ağustos'unda Cumhuriyet tarihinde bir ilk olmak üzere doğrudan halk oyuyla ve ilk turda Cumhur'un Başkan'ı seçilen Recep Tayyip Erdoğan'dı. "Biz" bir gizli özneydi.İçini kimlerin doldurduğu kısa sürede netleşti: PKK + FETÖ + DHKPC + DEAŞ + Bölgeyi ve Türkiye'yi karıştırmak için yerli uşaklar ve taşeronlar satın alan küresel güçler ve onların emrindekiler. Erdoğan hedef tahtasına konuldu. İftira, karalama, şeytanlaştırma başladı. Sultan, diktatör, Yezit vesaire dediler. 7 Haziran seçimlerine gidilen süreçte HDP ile eş zamanlı olarak PKK yöneticileri, terör destekçisi yerli ve yabancı gazetelere konuştu ve Erdoğan üzerinden Türkiye'yi tehdit etti. Yerelde ise bölge halkı canıyla, malıyla, çoluk çocuğuyla korkutuldu. Sahada şu aşikardı: PKK hiç bir HDP'liye dokunmuyordu. Bölgede tabeladan başka varlığı olmayan CHP'ye de dokunmuyordu. Ama AK Partili yerel siyasetçiler PKK tarafından kaçırılıyor, tehdit ediliyor, evlerine dükkanlarına zarar veriliyordu. 7 Haziran'dan sonra CHP'li ve HDP'li vekiller "birlikte iyi salladık" kutlaması yaparkenPKK da -vaktin geldiğini düşünmüş olmalı ki-ateşkesi bozdu ve hendek terörünü başlattı. Sonrası malum. 15 Temmuz 2015'te PKK'nın halk savaşı, HDP'nin özerklik ilanıyla başlayan terör süreci 15 Temmuz 2016'da FETÖ darbe-işgal girişimiyle yükseltildi. HDP'nin dilinden düşmeyen "mücadeleyi yükselteceğiz" cümlesini şimdi CHP'liler dillendiriyor. HDP'nin iki yıl çiğneyip tükürdüğü kanlı"seni başkan yaptırmayacağız" sakızı, anayasa değişiklik teklifiyle ilgili müzakerelerin başladığı Ekim başından beri CHP'nin ağzında. Hükümet sistemi değişikliğini şahıslaştırma siyaseti ikinci el bir söylem çünkü. Nitekim CHP PM düşünüp taşındı ve terörden tutuklu Figen Yüksekdağ'ın kullandığı "Türkiye'yi size böldürtmeyeceğiz" cümlesini resmi söylem olarak ilan etti. Milli egemenliğin temsil makamı Meclis'in ülkenin bir ihtiyacı hakkında çalışma yapıp halkın önüne getirmesini kan dökülür, iç savaş çıkar, bedeli ağır olur cümleleriyle engellemeye çalışıyor CHP. Genel başkanın ağzından! HDP'nin bıraktığı yerden alarak! CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, terör örgütlerine bahane buluyor, "başkanlık tartışmaları yüzünden ülke kan gölüne döndü, iç savaş kaçınılmaz" diyebiliyor. Ülkeyi işgale kalkışan FETÖ'yü, katliama hazırlanan PKK'lıları, terör propagandası yapan HDP'lileri, suç mahallinde yakalanan DHKPC'lileri savunmak CHP'ye kalıyor. Selin Sayek Böke gibi isimler "OHAL Türkiye’ye değil AKP’ye lazım" türünden sözlerle terör örgütlerine perde oluyor. IsrarlaFETÖ’cüleri değilFETÖ ile mücadele edenleri suçluyor Kılıçdaroğlu! FETÖ'ye kızmıyor Kemal Bey, OHAL'e kızdığı kadar. CHP'nin kahir ekserisi AKP rejim değişiyor iddiasıyla pasif kara propaganda yaparken, Gezi'den beri her türlü sokak eyleminin baş eylemcisi payesini kimselere kaptırmayan CHP'liler yine en önde. Ezcümle: CHP ve HDP anayasa değişikliğine karşı aynı argümanları kullanıyor. Ama CHP bu konuda daha ezberci ve tekrarcı. HDP dilinden düşen sloganlara laiklik vurgusu yaparak işin kolayına kaçıyor. CHP'nin 133 sandalyesi var ver ilk turda "hayır" 134'de kaldı malum. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 59 üyeli HDP ise "hayır" oyu kullanmıyor. 12 vekilden 10'nun terör suçundan tutuklu, 2'sinin terör suçundan firari olduğu bilgisinin bu vesileyle dolaşıma girmesi istenmiyor anlaşılan. Belki de PKK'nın döktüğü kanın "hayır" oylarına sıçraması zımni bir kararla önlenmek isteniyordur. SABAH Muhalefet eksiğinin nedeni... Hasan Bülent Kahraman Türkiye'de son zamanlarda cereyan eden siyaset tartışmalarını kıyısından köşesindenizliyorum. Hepsine bakacak halim yok. Hele televizyon tartışmaları hiç ilgim dairesinde değil. O programları izleyenlere kolaylıklar değil de, iyi eğlenceler dilerim. Bir ülkenin bunca önemli meselesi tartışılırken nasıl böyle bir anlayış, yöntem ve uygulama içinde bulunur televizyonlar aklım almıyor. Ama ne yapalım, burası herkesin her konuda bildiği gibi konuştuğu bir ülke. *** Asıl başka bir noktaya, siyasal muhalefete geleceğim. Bazı çevrelerden muhalefet hakkında yazılan yazılara gelen eleştirileri biliyorum. M uhalefeti eleştirmenin, iktidar dururken, anlamlı olmadığı vurgulanıyor. Önce onlara bir cevap vereyim ve muhalefeti eleştirmenin kipleri olduğunu belirteyim. Muhalefeti, en azından kendi payıma, siyasallaşamadığı, siyasal etkinlik gösteremediğiiçin eleştiriyorum. Yani, siyaset yapıyorum muhalefeti söz konusu ederken. Yani, yönetim eleştirisi getiriyorum. Böyle düşünürken geçen gün ve bu halin sorumlusu nedir derken eski bir fikrimin içimdeyeniden şekillendiğini gördüm: M arksist eleştiri yoksunluğu! *** Marksizm, bizzat bazı eski solcuların, Marksistlerin onu 'mahkûm eden' tavrından sonra büsbütün ortadan el ayak çekmiş durumda. M arksist bir eleştirinin geçerli, anlamlı, etkili, etkin olacağına kimse inanmıyor. Varsın inanmasın. Gerçek benim söylediğimdir. Siyaset olarak M arksizmi tartışabiliriz. Elbette şimdi 100. yılına eriştiğimiz Ekim Devrimi'nden sonraki uygulamaların iç yüzüiyice anlaşıldığından hâlâ siyaset olarak, siyasal sistem olarak Marksizm adı altındaki osakat ve bürokratik yapıdan yana olmanın imkânı yok. (Kendi payıma, hiç olmadı!) Fakat bu, yöntem, yaklaşım, bilinç ve nihayet terminoloji olarak M arksizmi dışlamak anlamına gelmez. *** Birincisi, ne kadar eskimiş yanları bulunsa da, Marksizmin sosyoloji olarak, ekonomi politikası olarak geliştirdiği perspektifi, analiz gücünü ve onu tatbik eden terminolojiyi haiz, haiz ne kelime, onunla eşit tutulacak herhangi bir metodoloji yok. Çok uğraşıldı, çok çalışıldı ama henüz o birikimle başa çıkılmadı. Toplumsal yapıyı ve bağlı oluşumları anlamamıza yardım etmesi bakımından hayati bir gerçek bu. Hatta şunu belirteyim. Bugün postM arksist bir analiz ve birikim var. Mesela ondanetkilenmiş bir Feminist söylem var. Bunlar da Marksizmden türemiştir. Kısacası, işin içineMarksizm girdiğinde tablo değişir, bakış açısı değişir, söylem değişir. İkincisi şu. Kapitalizmin içinde yaşıyoruz. Neo-liberal politikalar, Yeni Sağ politikalar kırkıncı yılına yaklaşıyor. Aşılamadılar. Siyaset olarak M arksizm de o noktada tıkandı. Yeni bir şey öneremedi. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla doğan travmayı ve o duvarın yıkılmasını sağlayan kısıtlamalarını (siyaset olarak) aşamadı Marksizm. Ama kapitalizmi gene de sistematik olarak eleştirebilen, onu sorgulayan, onu kuşatan tek söylem Marksizm. Anarşizm, hatta postanarşizm denebilir. Ama o da bir yerden sonraMarksizmin bir versiyonudur. Marksizm şemsiyedir, çatıdır. Türkiye'de muhalefet bu gerçeğin ne kadar ayırtındadır, ana soru bu. Cevap belli: 'hiç değildir.' Zaman bize bu ışığı tuttu. Bilenler AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 zaten bilirdi. Bilmeyenler de şimdi CHP'nin bu manada bir solla ilişkisi olmadığını öğrendi. Tam tersine bürokratik bir statükoyu savunmakla CHP'nin sol bile olamayacağını ortaya koydu zaman. Ha, bunu görmek istemeyenler var, ona bir şey diyemem. Öte yandan bu çerçeveyi çok iyi kuşatan sol bir söylem var elbette. Fakat sesleri duyulmuyor. Dolayısıyla bize M arksist perspektifin araçlarını kullanan bir yaklaşım lazım ki, asıl eksik o! Gerçek bir sosyal demokrasi olsaydı demenin sırası değil mi? YENİ ŞAFAK Anayasa işi CHP’yi yeni bir bunalıma soktu Mehmet Acet Belli oldu. CHP, Meclis'e 1 Mart ruhunu taşımak için gelmiş. Deniz Baykal, kürsüde, gelecekte yaşanacak büyük bir felaketi haber veren çıplak uyarıcı edasıyla ağdalı bir konuşma yapıyor. “ Ayıplı malını pazarlamaya çalışan kurnaz tüccar” gibi benzetmeler yapıyor, teflon bakışlarla Ak Partili vekillerin yüreklerine nüfuz etmeye çalışıyor. Tabi, bu kolay değil. Neden derseniz, 1 Mart tezkere oylamasından bu yana köprünün altından çok sular geçti. Deniz Baykal'ın altından da çok sular geçti. Hiçbir şey ne o döneme, ne o günün şartlarına benzemiyor artık. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçenlerde gazetelerin Ankara temsilcilerine ne demişti: “ Dünyanın her ülkesinde halklar, uzun vadeli düşünmezler. Bunu düşünecek olanlar, aydınlar ve bürokrasidir.” CHP aklı, Anayasa işine işte tam da bu noktadan bakıyor. Aydınlar ve bürokrasi, devlet iktidarını yönetsin, çarıklıların seçtikleri dar alanda ufak tefek şeylerle biraz meşgul olup gitsinler. Baykal, Genel Başkan olduğu dönemlerde, “ Her partinin bir sayısal ağırlığı vardır, bir de siyasal ağırlığı. CHP siyasal ağırlığı olan bir partidir” derdi. Yan yana koyun, yukarıda Kılıçdaroğlu'nun söylediği lafla aynı hizaya gelen bir yaklaşım biçimi. Şimdi o kadarını yapabilecek kudreti yok, belli, ama eskiden her iki konuşmasından birinde Tayyip Erdoğan'ı zinde güçler ile tehdit eden de Deniz Baykal'dan başkası değildi. Anayasa işi, CHP açısından ters bir zamanda geldi. 15 Temmuz sonrası, “ Acaba parti ilkelerimiz yeniden inşa edilen devlet kurgusuna hakim olur mu?” umuduna kapıldıkları bir anda, bu iş karşılarına çıkıverdi. Anayasa değişikliği olursa, zayıf hükümetlerle, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan vesayet odakları artık böyle bir ortam bulamayacaklar. Evet diyene hain gözüyle bakmalarının, bu kadar öfkelenmelerinin bir sebebi de bu. HALK GERÇEKTEN YARIM AKILLI MI? Bir başka bakımdan daha, bir CHP klasiği ile karşı karşıyayız. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 Küçük doğrularla büyük yalanları harmanlayarak korkutucu bir tablo ile karşı karşıya kalmanızı hedefleyen bir pazarlama biçimi. Ankara'nın Etimesgut İlçesinde sandık başına giden seçmen, Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi üç ayrı oy pusulasına mühür bastı. Anayasa değişikliği, TBMM'de yürüyen cumhurbaşkanlığı oylaması konusunda tam da böyle bir şey görüyoruz. Çıkan sonuç şu oldu: Örnekler verelim: Mesela diyorlar ki; Cumhurbaşkanı'na Meclis'i tek başına fesh etme yetkisi veriliyor. Atatürk'e bile verilmeyen bu yetki Cumhurbaşkanına nasıl verilir? Peki işin aslı nedir? Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı ve Meclis'in karşılıklı fesh yetkisini öngörüyor. Meselenin yarısını perdeleyip, öbür yarısı ile göz korkutma çabası. CHP'liler, Türkiye tek adam rejimine geçiyor, demokrasi rafa kaldırılıyor, meclis devre dışı kalıyor diyorlar. Halbuki, anayasa paketi ile yapılan işin özeti şu: Sorumsuz Cumhurbaşkanı, sorumlu cumhurbaşkanı haline getiriliyor. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Anayasa Mahkemesi'nin; Cumhurbaşkanının idari tasarrufları da Danıştay'ın tasarrufuna açılıyor. Yani, bugün Başbakan için geçerli olan yetki/sorumluluk dengesi, başbakandan alınıp Cumhurbaşkanına veriliyor. KONTROL DENGE GARANTİSİ HALKTA Etimesgut seçmeni Büyükşehir'de Ak Parti'yi, İlçe Belediye Başkanlığı seçiminde MHP'yi, İl Genel Meclisi oylamasında da yine Ak Parti'yi birinci çıkardı. Bu ne demek? İnsanlar, her üç oylamada da bilinçli bir şekilde oy kullanıyor ve duruma göre tercihlerini değiştirebiliyordu. Etimesgut'tan örnek verdim. Ama benzeri örnekler Türkiye'nin her tarafında yaşandı. Niye mi böyle bir konuya girdim? Anayasa paketi, önce Meclisten, sonra da referandumdan geçerse, bundan sonra Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri aynı anda yapılacak. Yukarıda anlattığımız örnek bize neyi gösteriyor? Türkiye'de seçmen bilincinin çok nitelikli bir noktaya ulaştığını, insanların tercih yaparken esnek davranabildiğini. Türkiye seçmeni şu iradeyi bütün seçimlerde ortaya koydu: Bu ülkeyi iyi yönetenleri alır başıma getiririm, kötü yönetenleri, sapma içine girenleri de ya uyarır, ya da alaşağı ederim. Çok partili tarihimiz içinde yapılan bütün seçimlerin böyle bir mesajı olmuştur. 30 Mart 2014 seçimlerini hatırlayalım. Ve bir örnek verelim. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 YENİ AKİT Reina ve komplo teorisi-2 Abdurrahman Dilipak Şu “yakışıklı Amerikalı” William Jake Raak’a takıldı aklım. Bunu araştırmak gerek. Belki o kod adıdır. Böyle bir kişinin gerçekten varolup olmadığını öğrenmek zor olmasa gerek. Niye geldi ve şimdi nerede, ne yapıyor? 9 kişiymişler, 7’si yaralanmış. Türkiye çok güzel, insanlar çok iyi, işler yoluna girince tekrar gelecek.. Giderken öyle diyordu. Çok rahat ve tebessüm ederek ve birilerine “görev tamam” der gibi selamlayarak!? Bir terör saldırısından kurtulan bir adam hali var mı? Olay yerinden ayrılırken ambulansın kapısında “bilmiyorum, tek kişi gördüm. Ateş edip saklanıyorlardı” gibi bir laf ediyor. “AK-47 vardı elinde” diyor. O şartlarda silahı tanıyor.. “Ateş eden bir kişi” görmüş, ama ifadesinden başkalarının da olduğu anlaşılıyor.. Adam “Küçük bir kasabada küçük bir işletme sahibi” gibi görünüyor ama eski bir deniz piyadesi. Dahası var, adamın asıl işi Pennsylvania’da askeri malzeme üreten bir firmanın yönetim kurulu başkanı. Penn State Üni. Mezunu. Başındaki şapka ABD kara kuvvetlerinin istihbarat toplayan merkezin markasını taşıyor. Örgütün adı “National Ground Intelligence Center” iyi mi? Desenize çetenin elebaşını kendi ellerimizle gönderdik ABD’ye.. Sahi Amerikan konsolosluğunun uyarısını tekrar hatırlayalım. “Turistlerin gittiği restoran” yerine Reina diye de yazsalardı bari! Reina’nın sahibi de dil sürçmesi ile sehven doğruyu söylemiş olamaz mı? Sahi bu Jacop hangi isimle rezervasyon yaptırmış ve kaç kişilik. Ve onlar kimler. Mekana kimlerle geliyor ve eğleniyorlar. Güvenlik kamerasında yok mu bu görüntüler. Raak, sakal ve imaj olarak aslında Araplara benzemiyor da değil.. Belki kendi aralarında Yakup falan diye de dalga geçiyorlardır. “Raak’a rakı getir” filan! Bakın terörist, genel olarak taradıktan sonra birilerini özel olarak hedef seçip, gidip tek tek kafasına sıkıyor.. Sahi bunlar 9 kişiydi değil mi? Diğerleri kimler ve neredeler? ‘Reina saldırganı içerden yardım aldı’.. Eski Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Reina saldırısıyla ilişkin bir gazeteye konuştu ve “saldırganın içerden yardım aldığı kesin” dedi. “Bizim Kırgız” birçok kamera görüntüsünden sonra, bir sosyal media analistinin dediği gibi “ABD istihbarında ‘safe hause’ denilen içerideki CIA evlerinden birinde saklanıyor olmasın.. Belki de zaten çoktan öldürülmüştür bile.” Sahi, niçin sadece Jakop’un ambulans videosu var. Niçin sadece onun uğurlanışı.. O ambulans hangi kuruluşa ait, o çalışanlar kimler. O kamera görüntülerini kim çekti, kim servis etti! Yabancı kaynaklar da bu olayla ilgili ilginç iddialar atıyorlar ortaya.. Raak’ın başında olduğu savunma şirketi insansız hava araçlarına donanım ve parça üretiyor.. Alper Tan geçen gün Twitter’den birtakım mesajlar geçti: ABD’DE BİR YILDA 90.000 TECAVÜZ VAKASI OLMUŞ. ABD’de geçen bir yılda 90.185 tecavüz olayı polis kayıtlarına geçmiş iyi mi? Dahası da var: ABD genelinde, son bir yılda cinayete kurban gidenlerin sayısı 15.696 olarak belirlenmiş. Yani ABD’de her ay 1308 kişi cinayetlerde ölüyormuş. ABD’nin nüfusu Türkiye’nin 3 katından biraz fazla. Siz deyin 4 katı. Bunun anlamı şu: Türkiye’de her AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 ay 375 kişinin cinayete kurban gitmesi demek.. bilelim ki, “Orman” bu “kibrit çöpü”nün arkasında. Bu doğulular katil canım. Türkiye kan gölü.. Herkes birbirini öldürüyor değil mi? Dahası var ABD’de her ay binlerce kişi intihar ediyor. Doğu’da terör, savaş, cinayet bu kadar insan ölmüyor, nüfusa oranla! Kayıp anahtar suya düşmüştü değil mi? Suyu da inek içmişti. İnek de dağa, ormana kaçmıştı. Orman da yanmış-bitmiş kül olmuştu! O dağ büyücüler dağı bilesiniz. Şeytanlar vadisinde.. AnlayacağınızABD ŞİDDET VE ÖLÜM KOKUYOR.New York Üniversitesi raporu: Geçen bir yılda ülke genelinde şehirlerdeki cinayetler % 14 oranında yükseldi.FBI’ın yayınladığı son rapora göre tablo dehşet verici. ABD’de son bir yılda 1.195.704 şiddet içeren suç işlendi. Tacizin haddi-hesabı yok! Euzubillahimineşşeytanirraciym.. Şeytan taşlamaya var mısınız, ama önce Şeytanla yoldaşlık etmekten, ortaklık yapmaktan, işbirliğinden vazgeçelim. Haksızlık yapmaktan önce haksızlıklar karşısında susanlardan olmamayı öğrenelim. Allah rüşvetçiler ve torpilcilere de yardım etmeyecek zira. Çünkü Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmeyecek.. Hem Resul’e, hem Şeytana dost olunmaz zira! ABD’nin işi zor.. Görünen o ki, ABD dünyaya sömürü aracı olan dolar, teknoloji, yazılım, film ya da silah ihraç etmiyor sadece, Dünyaya terör ve savaş da ihraç ediyor.. Bakarsınız yarın bu işin filmini çekip dünyaya satarlar.. Reina’da yaşanan katliamın ardından bulunamayan saldırgan hakkında her gün yeni bir iddia atılıyor ortaya. Milliyet yazarı Tunca Bengin, Reina saldırganının gizli servis tarafından kandırılıp, öldürülmüş olabileceğini yazdı. Her şey mümkün.. Gerçek bunların dışında da olabilir.. Ama olayla ilgili derin bir kuşkunun olduğu muhakkak. Bana kalırsa asıl bulunması gereken tetikçi değil, tetikçiyi yönlendiren akıl! Ya da tetikçiyi bulmak, asıl faili bulmaya götürmeyecekse ya da soruşturmayı orada bırakacaksak bu da büyük bir yanılgı olur. Kertenkele kuyruğunu bırakır ve kaçar.. Bana sorarsanız Reina’dan ABD’ye, CIA’ya uzanmak mümkün. Pensilvenya, DAEŞ ya da PYD’ye de uzanmak mümkün.. Şunu bilelim: “Uygur Türkü” sadece bir kukla, bir kandırmaca olabilir. Ya da başka biri. Şunu KOMPLO GÜNCELLEMESİ: 39 kişinin katledildiği Reina saldırısında ibre FETÖ’ye döndü. Star’ın haberine göre biri bayan 3 tetikçi, 4 gözcü vardı. Özel güvenlik DELTAVİB FETÖ ile ilişkili. Kullanılan mühimmat ABD ve İsrail’e ait. DAEŞ hedef saptırmak için olaya dahil oluyor. “Yılbaşı kutlaması”na saldırısı da, “Yaşam Tarzı tartışmaları” da planın diğer parçaları. Selâm ve dua ile.. TAKVİM Kıran kırana Ergün Diler Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Karlov, canlı yayında arkadan vurularak öldürüldü. Saldırgan polisti. Devletin kadrolu elemanıydı. Ve FETÖ'cüydü! İlişkileri garipti. Ama seçilmiş biri olduğu belliydi. Karlov suikastıyla birlikte Rusya'nın önemli diplomatlarından Polshikov da evinde ölü bulunuyordu. Herkes şaşırıyordu ama ölümler birbirini izliyordu. Sibirya'da Rus askeri uçağı düşüyordu. Kızılordu Korosu'nu taşıyan uçak Karadeniz'e çakılıyordu. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 Kurtulan olmuyordu. Bir güç Rusya ile savaşıyordu. Aynı anda bizim de şehirlerimizde TERÖR HORTLUYORDU! Beş iktaş, Kayseri ve Reina saldırıları peş peşe geldi. Canımız yandı... Güney sınırımız zaten karışıktı. Olmayan yoktu orada! Birinci Dünya Savaşı'nda kurulan sistem çöküyordu! Ama yerine ne geleceği belli değildi. TERÖR yeni sistemi uygulamak için ucuza mal edilen savaşın adıydı. Önceki gece Rusya'nın Atina Büyükelçiliği'nde görev yapan çok kez BÜYÜKELÇİ gibi davranan eski istihbaratçı Andrey Malanin evinde ölü bulundu. Muhtemelen öldürüldü. Diğerleri gibi. Ama birileri ısrarla Rusya'yı kıskaca alıyordu. Hesap soruyordu. Tel Aviv'de BÜYÜKELÇİ zehirleniyor, Atina'daki ölüyor Ankara'daki suikasta kurban gidiyordu... Çok belli ki MOSKOVA AKDENİZ'de istenmiyordu! Ne doğusunda ne batısında! Hatta Karadeniz'de bile! Orada da Kızılordu Korosu'nu taşıyan uçağı düşürerek bu mesajı veriyorlardı... Dünyada KARAR ALACAK GÜCE SAHİP ÜÇ MERKEZ VARDI! MOSKOVA, LONDRA ve WASHINGTON... Biri ya da ikisi birden Moskova'yı dışlıyordu! CIA Başkanı John Brennan'a bakalım... Yeni Başkan Trump'ı öyle bir eleştiriyor ki şaşırıp kalırsınız. Bence TEHDİT ediyor. "Yeni hükümet ve Başkan'ın, dünyanın tehlikeli bir yer olduğunun farkında olması şart. Ancak şu aşamada bunun olmadığını görüyoruz. Ülkemizin istihbaratı, güvenlik çıkarlarımızı koruyup gözetmek için var. Seçimlerde ne olup bittiğine dair çok netiz. Raporlar ortada... Rusya'nın seçimlere entegre olduğunu biliyoruz. İstihbarat raporlarının önemini dikkate almayan bir hükümet ya da Başkan ülke güvenliğini ciddi bir tehlikeye atar. Rus yetkililerle yakınlaşma, ulusal güvenliğimiz için de tehlikeli. CIA'nın kuralları bellidir. Bu da, başkanlara göre değişmez. Trump, ülke güvenliğini tehlikeye atıyor..." Nereden bakarsanız bakın Trump'ın Putin ile bir DENGE KURMASI pahalıya patlayacak. CIA böyle diyor. Ve resmen tehdit ediyor. Bunları söyleyen sıradan biri olsa gülüp geçelim ama durum bu! ABD'nin içindeki bir kanat RUSYA 'ya savaş açmış durumda. Bunun ayak izleri CIA ve NATO içinde de fazlasıyla var. Zaten ellerinin altında her zaman kullandıkları ve her zaman değişim yaşatarak operasyon yaptıkları bir GLADYO organizasyonu var! GLADYO tek başına bile Avrupa Birliği'nden güçlüdür. Her ülkede etkin olacak kadar sağlam alt yapıya sahip olan bu güç, Türkiye'de de hiç ama hiç zayıf değildir! Türkiye'de üzerine onlarca yazı yazılan, kitap basılan, film çekilen GLADYO, 1997'den sonra yapıyı değiştirdi... 1997'de GLADYO yeni oyuncu olarak FETULLAH GÜLEN'i seçti... Askerlerin verdiği destek buradan kaynaklanıyordu. Siyasilerin de... Patronların da... Gülen ve ekibi CIA'ya çalıştığı için NATO'ya elini uzatması zor olmadı... Tabii şimdilerde kimse hatırlamaz ama 4 EYLÜL günü Gülen kendi yayın organında şunları yazıyordu: "İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı'yla entegrasyon karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması mümkün değil!" Bu, GLADYO içindeki ilk günüydü ve kabul edilişini dünyaya duyuruyordu... Yani hiçbir şey kendiliğinden olmuyordu... Özellikle konu Türkiye ise... Yaklaşık 1.5 yıl sonra Pensilvanya'ya götürüldü. Aslında ilk adres BRÜKSEL'di. Orada gerekli çalışmalar yapılmış örgütün, MERKEZE yakın olarak bulunmasında büyük fayda görülmüştü. Ama çalışmaları yürütenlerden bir bölümü "İŞLER KARIŞIRSA BURADA OLMASI HİÇ GÜVENLİ DEĞİL" raporu vermişti. Bu, kabul gördü. Gülen ekibiyle birlikte Pensilvanya'ya uçtu. Öcalan geliyor, Gülen gidiyordu! Kimse de üzerinde fazla düşünmüyordu! NATO, Gülen'e iki temel görev verdi! Rusya'nın yanı başındaki Kafkasya ve Çin'in kalbi olan Uygur bölgesinde yoğunlaşması istendi. Operasyon 'İSLAM'ı kullanarak ilerleyecekti tabii... İslam dinini kullanarak bölgeyi ele geçirdi. Hem NATO hem de CIA, bu bölgelerde istediği adımları attı. Ele geçirilen bölgelerde çok değişik yöntemler kullanıldı. Pek çok militan yetiştirildi. Aralarında TÜRK gibi olanlar vardı ama AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 TÜRK değildi, Iraklı gibi olanlar vardı IRAKLI değildi, Suudi gibi olanlar vardı SUUD değildi, Suriyeli gibi olanlar vardı SURİYELİ değildi... Yetiştirilen herkes yeni görevlerini alıyordu. CIA ve NATO askeri olarak... Bunların pek çoğu şimdilerde tavan yapan SAHTE BAYRAK operasyonlarında kullanılacaktı... AFRİKA'ya bakın! CIA ve NATO elemanı pek çok kişi aynı zamanda GÜLEN OKULLARINDA çalışıyord u... 2002'den 2014'e kadar pek çok AFRİKA ülkesi DARBELERLE sarsıldı. Kim yaptı bunları? Elbette CIANATO işbirliği... NATO veya CIA denilince akla asker veya siyah gözlüklü ajanlar gelmemeli. Halkın arasında yaşayan, itibar edilen, 'bilge adam' olarak görülen, dini önder kabul edilen isimler GLADYO'nun parçası oldu. İşadamları, gazeteciler, STK üyeleri de tabii... Şimdi bu gücü BAŞKANLIK sistemi tartışmalarında iyice göreceğiz... Kavga sandığımızdan çok daha büyük. Bir köşe yazısına sığacak gibi değil... Herkes herkesle hem oturup konuşuyor hem kavga ediyor. Birçok değişken iç içe... Ama önümüzdeki günlerde İngiltere ile ABD'nin tüm güçleriyle kendilerini buralarda göstereceğini biliyorum. Görmek için özel bir bilgiye de gerek yok... ABD kaybettiği gücünü almak için her şeyi deneyecektir. Buna güçleri de yok değil. İngilizler de ABD'nin yanlış yaptığı Türkiye gibi çok önemli bir ülkeyle yan yana gelmek isteyecektir... Haklı olarak... Çünkü herkes gibi onlar da Türkiye'yi yanına alanın ORTADOĞU'da rakipsiz kalacağını bilir... İçerideki gelişmeler CHP içinden filizlenecektir. Ayrıntılara ve ilişkilere girmek istemiyorum ama CHP ön alacaktır. Göreceğiz. Pek çok alanda... Kraliçe ve adamları ARAP BAHARI'ndan büyük ders çıkardı. 1 TRİLYON DOLAR kaybettiler o isyanlarda... Hemen planlarını devreye soktular. MI5 Direktörü Jonathan Evans, Arap Baharı konusunda Kraliçe II. Elizabeth'e bir rapor hazırladı. İngiltere'nin güvendiği liderler Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın Arap Baharı sonucu devrileceğini anlattı. Önlemleri de sıraladı. Evans ayrıca Mübarek, Zeynel Abidin Bin Ali ve Beşşar Esad'ın para transferlerini organize etmekle görevliydi. MI6 ajanlarının AVRUPALI MÜTTEFİKLER TARAFINDAN, CIA'ya verildiğini öğrendikleri an AVRUPA BİRLİĞİ'nde kalmama kararı aldılar. BREXIT İngiliz halkının kararıydı öyle mi! Yok öyle bir şey! İngiliz DERİN DEVLETİNİN aldığı kararın halk tarafından onaylanmasıydı! İşte şimdi İNGİLİZLER bölgede. Eskisi gibi güçlü. Türkiye ile işbirliğini çok ama çok isteyeceklerdir... Bunun için de ellerinden geleni yapacaklardır... Para da, istihbarat desteği de, politik güç de katmak isteyeceklerdir... FETÖ'nün içinde de var olan JAMES BOND'lar yakın zamanda CIA'nın içendeki ORTA ASYA 'da filizlenen GLADYO ile çarpışacaktır... Bu kavganın sahnelerinden biri de muhtemelen Türkiye olacaktır... Birbirilerine burada biz görelim diye DİŞ GEÇİRMEK isteyeceklerdir... İşte bu kavganın siyasi, finansal ve ideolojik tarafları vardır. Bu DENGELERİ GÖTÜREN ÇOK KİŞİ VAR TÜRKİYE'de... Büyük oyun kurucular bizi yanlarına almak için kavga edeceklerdir. Bu kaçınılmaz. Bu kavganın yansımalarına içeride siyaseten de biz şahit olacağız... Bu iki güç 1960'dan beri buralarda MÜCADELE içinde. SAĞSOL neydi sanıyorsunuz! Bunların mevzileri! Şimdi yine geliyorlar! İkisi birden! Trump başarırsa Rusya ile Türkiye'yi yanına alacak. Görünen o ki CIA buna şiddetle karşı! İngilizler de RUSYA 'ya karşıdır! Ta baştan beri! Kartların yeniden karıldığı bir dönemin tam içinden geçiyoruz. Kolay değil... Koca Rusya her gün bir DİPLOMATINI kaybediyor tepki veremiyor. Saldırı altında olan sadece biz değiliz... Yakında CIA-NATO ile MI6 kavgasını göreceğiz... Zaten iki tarafın isimleri de hazır buna! Ayrıntılara girmek istemiyorum... Ama bu kavga derin ve büyük bir kavgadır. İki taraf da sahnede aslında. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 Şimdilik sizler göremiyorsunuz. Yakında herkes rolünün hakkını verecektir... Umarım Türkiye'ye bulaşmazlar ama bu pek mümkün görünmüyor... Bilek güreşini burada yapacaklardır... Yakında sahne alacak tüm figürlere bu pencereden bakın! Karşımıza dikilenlerin bağlı oldukları iki merkez burasıdır. Bu olacakları anlama kılavuzudur! Bakalım ne olacak! İZLEYELİM... GÜNEŞ Deniz Baykal'ın sırları Kayahan Uygur Bugün, laiklik, çağdaşlık, aydınlanmacılık gibi birçok kavramları doğu pazarına uygun ambalajları ile satın aldığımız Fransa’nın ünlü vodvillerinin Türk politikasındaki etkilerine değineceğim. Vodvil pek derinliği olmayan, düşündürtmeden güldüren, eşler, metresler ve âşıklar arasında geçen komik durumları anlatan geleneksel bir Fransız tiyatrosu türüdür. Konu bu olunca ve işin içine politika da girince Deniz Baykal da eksik olmuyor haliyle. “ Siyasette 24 saat çok uzun bir zamandır” özdeyişi de Fransız kökenlidir. İşte bu nedenle yaşı yetmiş ama işi asla bitmemiş eski politikacılar hep umut içinde yaşarlar. Buradaki “ yetmiş” sözcüğü, “ ermiş” , “ ulaşmış” anlamındadır yaşla pek bir ilgisi yoktur, zaten Maşallah bizim politikacıların biyolojik yaşları 39’ a varır da 40 olmaz. Çünkü “ kırkından sonra saz çalan…” diye başlayan bir de atasözümüz vardır. Darbe rezervleri Fransa’ da emekliye ayrılmış ancak bir gün şansın yine kendilerine gülmesini bekleyen politikacılara “ réserve de la république” yani cumhuriyetin rezervlerindekiler adı verilir. Türkiye’ de bunları daha çok darbe sonrası hükümetlerde, ya da CHP veya AP gibi geçmişte orta yolcu bir çizgi izleyen partilerde kullanma alışkanlığı vardı. Bazı isimler veya aileler vardır: Örneğin Naim Talu veya Ferit Melen gibi. Ya da Öztraklar, Bayülkenler, Öymenler gibileri. Siyasetçi hiç ölmezmiş Özellikle cunta dönemlerindeki hükümetlere bir Önce konunun mantıksal boyutuna bakalım. Gerçi bakın bu isimlerden biri veya diğerini mutlaka Fransa’ da mantık çeşit çeşittir. Bu düşünce bulursunuz. matematiklerinden biri de adına “ raison d’ Etat” Tabii yukarda kullandığımız “ cumhuriyetin denilen devlet mantığıdır ki normal insanlar bunu rezervleri” ifadesi sadece bir ambalajdır, Türkiye’ de algılayamaz. Bu yaklaşıma göre fizik olarak ölmeyen darbeleri kimin organize ettiği açıkça bellidir. bir politikacının siyasal hayatı asla sona ermemiştir. Adaylarını hep merkezden koyduran partiler üzerinde Elli kez seçim kaybetmiş, partisini ve kendisini çok kimin etkili olduğu da. Bu durumda Türkiye’ deki sıkıntılı durumlara sokmuş olan bir politikacı artık politik rezervleri eskiden beri ABD’ nin yönettiğini her şeyden elini eteğini çekmişken bir de bakmışsınız ve en azından önemli sayıda eski politikacının ki yeniden göreve çağrılmış. “ NATO Rezervi” sayılması gereği de ortaya çıkar. Türk siyasetinde ne zaman NATO doğrudan bir rol AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 11/01/2017 oynamaya başlasa “ yurtta sulh ve cihanda sulh” Yerli milli havalar sloganları, “ yine şahlanıyor kolbaşının kıratı” 2016’ nın Şubat ve Mart aylarında Baykal yine son türküleri duyulmaya başlanır ve bazı alışılmış simalar derece aktiftir. Babacan tavırları ve savunduğu medyada arzı endam ederler. İşte Türkiye’ deki bu fikirlerle halkın önemli bir kesiminin takdirini alışılmış simalardan biri 27 Mayıs öncesi öğrenci kazanır, hatta AK Parti çevrelerinde yerli ve milli eylemlerinden itibaren kendini vitrine koymuş olan CHP’ lilerin rol modeli olarak gösterilir ki eski Deniz Baykal’ dır. Maşallah 59 yıldır siyasette olan Baykal’ ın yani Baykal’ a dönüşmesi, adeta tırtılın ay Baykal bu şekilde bir rekor kırmıştır. Kendisinin bir yıldızlı mucize bir kelebek olması gibidir. 15 vodvil sonucu görevden ayrılışı oldukça ilginçtir, bu Temmuz’ a 1-2 ay kala Baykal’ ın Habertürk gibi vodvilde rol alanlardan bazıları kendisinin mecralarda boy gösterdiğini ve CHP ile başkanlığından uzaklaştırıldığı partinin daha sonraki Kılıçdaroğlu’ nu eleştiri bombardımanına tuttuğunu yöneticileri olmuşlar, bazıları ise Dimyat’ a pirince görüyoruz. Baykal, geçmişin Turan Feyzioğlu gibi giderken evdeki bulguru yitirmişlerdir. Malum kaset bir figürü olmuştur artık, “ ortanın tam göbeğinde” ve soruşturmasında bütün deliller Okyanus ötesini her kartın yerini alabilecek bir joker. gösterirken Baykal’ ın ta ilk günden itibaren Cumhurbaşkanı mı olacaktı? “ Hocaefendiye” selamlar sarkıtması ve o cenahı Bir ara başkanlık sistemi önerisine bile sıcak aklamaya çalışması ise kamuoyunu oldukça bakabileceği tartışılan Baykal’ ın önceki gün şaşırtmıştır. hükümete ve AK Parti’ ye yönelik azami şiddetteki, Ana Muhalefet liderliğini yitirmeyi nerdeyse yıkıcı ve yok edici eleştirilerini dinlerken aklıma FETÖ’ ye teşekkür ederek içselleştiren Baykal bu geldi. İşte eskiden beri tanıdığımız gerçek Baykal şekilde insanları şaşırtmışken halkımızı 2015 Haziran geri dönmüştü. 15 Temmuz’ da ortadan kaybolan bu seçimlerinden sonra bir kez daha hayrete düşürmeyi rezerv güç, darbe başarılı olsaydı nasıl başarmıştır. Bu kez Baykal, Cumhurbaşkanı mükâfatlandırılacaktı? “ Yurtta sulh ve cihanda sulh” Erdoğan’ la görüşüp AK Parti ile yakınlaşmaktadır. rejiminin cumhurbaşkanı olarak mı? Onun için mi “ Aaa” sesleri “ ooo” seslerine karışmıştır. Daha sonra vodvilden sonra Okyanus ötesine teşekkür da CHP’ nin meclis başkan adayı olmuş ve işler iyice yollamıştı? Onun için mi 2016’ nın ilk yarısında çatallaşmışken 1 Kasım gelmiş ve Baykal kendisini derleyici, toparlayıcı ideal lider olarak CHP’ lilerin tepkileri ve protestoları altında mevzilendirmişti? Soruyorum işte, meraklı bir vodvil hükümetin dış politikasına ve terörle mücadeleye seyircisiyim. destek vermeye girişmiştir. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ