ERDOĞAN TOPRAK HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU 06 ARALIK 2016 HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU ANA BAŞLIKLAR 1. NEÇİRVAN BARZANİ’NİN ANİ ANKARA ZİYARETİNDEN SONRA, ŞİRVAN BARZANİ’NİN YAPTIĞI AÇIKLAMADA KÜRDİSTAN’I KURMA GÖRÜŞMELERİNE BAŞLADIKLARINI İFADE ETMESİ VE BU KONUDA BAĞDAT YÖNETİMİ İLE DE İLERLEME KAYDETTİKLERİNİ DİLE GETİRMESİ, KRİTİK BİR SÜRECE GELİNDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR! 2. PEŞMERGE İLE IRAK ORDUSUNUN BİRLİKTE SAVAŞMASI ANLAŞMANIN TEMELİNİ OLUŞTURUYOR DİYEN ŞİRVAN BARZANİ, MERKEZİ HÜKÜMETLE BAĞIMSIZ BİR KÜRDİSTAN OLUP OLMAYACAĞI KONUSUNDA RESMİ GÖRÜŞMELERE BAŞLADIKLARINI, GELECEKTE BÜTÜN BÖLGE İÇİN REFERANDUM YAPILACAĞINI, DİLE GETİRİYOR. 3. TÜRKİYE’NİN MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ’NİN UYGULANIRLIĞI, İKTİDARLARIN BU BELGEDE SAPTANAN DEVLET SİYASETİ ÇİZGİSİNE NE ÖLÇÜDE SADIK KALDIKLARI 2004’DE MGK KARARLARIYLA AÇIĞA ÇIKTI. İLGİNÇ OLAN, AKP O TARİHTE, GÜLEN CEMAATİ’Nİ “TERÖR ÖRGÜTÜ” OLARAK GÖRMÜYORDU! 4. RUSYA’NIN YENİ DIŞ POLİTİKA KONSEPTİ PUTİN TARAFINDAN ONAYLANDI. ULUSLARARASI TERÖR, ULUSLARARASI HUKUK, DİPLOMATİK ÇÖZÜME ÖNCELİK GİBİ UNSURLAR ÖN PLANA ÇIKTI. 2017’DEN İTİBAREN BÖLGEMİZDE VE DÜNYADA YENİ OLUŞUMLARA HAZIR OLMA ZORUNLULUĞU BELİRGİNLEŞTİ! 5. ERKEN SEÇİME GİTMESİ BEKLENEN İTALYA’DA “TEK ADAMLIĞI” HEDEFLEDİĞİ İÇİN ÇOĞUNLUĞUN KARŞI ÇIKTIĞI REFERANDUMUN ARDINDAN AB KARŞITLARININ DA ELİNİN GÜÇLENMESİ, AB’DEN AYRILMA YANLILARININ, RENZİ’NİN YENİLGİSİ SONRASI YENİDEN ÖN PLANA ÇIKMASI GÜNDEMDE. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 1 6. AVRUPA BİRLİĞİ İLE SADECE MÜLTECİ ANLAŞMASI VE VİZE MUAFİYETİNE İNDİRGENEN DİYALOG, KOPMA NOKTASINA DOĞRU GİDERKEN, AP’NİN MÜZAKERELERİN ASKIYA ALINMASI KARARINA GÖSTERİLEN TEPKİ YANINDA, PERDE GERİSİNDEN DE BAZI GİZLİ TEMASLARLA, NORMALLEŞME ARAYIŞLARINA GİRİŞİLDİĞİ ANLAŞILIYOR. 7. MÜLTECİ ANLAŞMASININ ASKIYA ALINACAĞI, MÜLTECİLERE AVRUPA’YA GİTMELERİ İÇİN SINIR KAPILARININ AÇILACAĞI VB. TEHDİTLERE AB’DEN GELEN TEPKİ ÇOK SERT OLDU: “AB’NİN TÜRKİYE’NİN TEHDİT VE ŞANTAJLARINA BOYUN EĞEREK, GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞÜRÜLMESİNE MÜSAADE ETMEYECEĞİZ!” 8. TL’DEKİ ERİME HIZLA DEVAM EDİYOR. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN VE BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM’IN “YASTIK ALTI DÖVİZLERİNİZİ BOZDURUN” ÇAĞRILARINA RAĞMEN, TL’DEKİ DEĞER KAYBI 11 AYDA YÜZDE 20’NİN ÜZERİNE ÇIKTI. EKONOMİYE VE YÖNETİME GÜVEN AZALDIKÇA YABANCI YATIRIMCILAR TÜRKİYE’DEN ÇEKİLİYOR. 9. MB, DÖVİZ SATARAK KURLARA MÜDAHALE SEÇENEĞİNİ KULLANMA YOLUNA GİTSE BİLE, MEVCUT NET REZERVLERİ İLE ANCAK BİRKAÇ GÜNLÜK MÜDAHALEYE YETECEK DÖVİZİ VAR. BU DA, KURLARA MÜDAHALE KONUSUNDA MB’NIN ELİNİ KOLUNU İYİCE BAĞLIYOR VE FAİZ ARTIŞI DIŞINDA BİR SEÇENEK BIRAKMIYOR. 10. CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKAN FAİZE KARŞI OLDUKLARINI, FAİZLERİN İNDİRİLMESİNDEN YANA TAVIR ALDIKLARINI SÖYLESELER DE EKONOMİNİN GERÇEKLERİ BUNA OLANAK BIRAKMIYOR VE KENDİ İKTİDARLARINDA, KENDİ EKONOMİ YÖNETİMLERİNDE FAİZ ARTIŞINA GİTMEK ZORUNDA KALIYORLAR. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 2 11. HÜKÜMET, DIŞARIDAN GELMESİNİ BEKLEDİĞİ KAYNAK AÇISINDAN UMUDUNU VARLIK BARIŞI’NA BAĞLAMIŞ GÖRÜNMEKTEDİR. ANCAK YETERİ KADAR GÜVEN VEREMEDİĞİ İÇİN OLSA GEREK, YENİ BİR TEBLİĞ İLE SERVET SAHİPLERİNE, DAHA GENİŞ VE KAPSAMLI TAAHHÜTLERDE BULUNMAK ZORUNDA KALDI! 12. MALİYE BAKANI NACİ AĞBAL’IN, “ÜLKELER BİLGİ PAYLAŞIMINA GEÇMEDEN VARLIKLARINIZI ÜLKEYE GETİRİN” ÇAĞRISI, HÜKÜMETİN DIŞ KAYNAK AÇISINDAN İÇİNDE BULUNDUĞU SIKINTILI TABLONUN EN YETKİLİ AĞIZDAN İTİRAFIDIR. BAKAN, ŞEFFAF DÖNEM BAŞLAMADAN KAYIT DIŞI PARALARA YASALLAŞMA TAVSİYESİNDE BULUNMAKTADIR. 13. AKP’NİN DÖRDÜNCÜSÜNÜ UYGULAMAYA KOYDUĞU VARLIK BARIŞI’NDA GETİRİLEN DÜZENLEMELER VE MALİYE BAKANLIĞININ YAYINLADIĞI TEBLİĞ, ADETA HÜKÜMETİN HER TÜRLÜ KAYNAĞI BELİRSİZ SERVETİN, GERİYE DÖNÜK HİÇBİR İNCELEME YAPILMAYACAĞI TAAHHÜDÜNDE BULUNARAK, GETİRİLMESİNİ AMAÇLAMAKTADIR. 14. BİR YANDA TAKSİTİNİ ÖDEYEMEYEN MÜKELLEFİN YAPILANDIRMASININ İPTAL EDİLECEĞİ, GEÇMİŞ FAİZİYLE BİRLİKTE GERİYE DÖNÜK TAHSİLİ YOLUNA GİDİLMESİ TEHDİDİ GÜNDEMDE İKEN, DİĞER YANDA 31 ARALIK’A KADAR SERVETİNİ GETİRMEYENLERE İLAVE SÜRE TANINACAĞI SÖZÜ VERİLMEKTEDİR. 15. CUMHURBAŞKANI, RUSYA, ÇİN VE İRAN İLE ULUSAL PARALAR ÜZERİNDEN TİCARET YAPILMASINI ÖNERDİ. DAHA ÖNCE DE BU KONU PEK ÇOK KEZ GÜNDEME GETİRİLMİŞTİ, HAYATA GEÇEMEDİ. BU SENARYOLAR YÜKSELEN KRİZ DALGASINA KARŞI MİLLİ DUYGULARI KULLANARAK, ÇARESİZ BİR RÜZGÂR YARATMA ÇABASIDIR! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 3 16. TL’Yİ DEĞERSİZ KILAN HÜKÜMETİN 15 YILDIR DOLARİZASYONU DESTEKLEYEN EKONOMİ POLİTİKALARI, DÖVİZLE KAMU ALIMLARI, DÖVİZLE MEGA PROJELER, ÖZELLEŞTİRMELER, VB. UYGULAMALARIDIR. TL’YE GÜVENİ YOK EDEN, DÖVİZE YATIRIMI CAZİP VE GÜVENLİ KILAN BU POLİTİKALARDIR. 17. 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ SONRASINDA, ERKEN SEÇİM DİYE ORTAYA ÇIKIP, AKP İLE KOALİSYONA KAPILARI KAPATAN MHP’NİN, ŞİMDİ BAŞKANLIK İÇİN ÇOK İSTEKLİ BİR TAVIR SERGİLEMESİ, PERDE ARKASINDAKİ PAZARLIKLARDA NE VAATLERDE BULUNULDUĞUNUN SORGULANMASI GEREKMEKTEDİR! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 4 DETAYLAR 1. NEÇİRVAN BARZANİ’NİN ANİ ANKARA ZİYARETİNDEN SONRA, ŞİRVAN BARZANİ’NİN YAPTIĞI AÇIKLAMADA KÜRDİSTAN’I KURMA GÖRÜŞMELERİNE BAŞLADIKLARINI İFADE ETMESİ VE BU KONUDA BAĞDAT YÖNETİMİ İLE DE İLERLEME KAYDETTİKLERİNİ DİLE GETİRMESİ, KRİTİK BİR SÜRECE GELİNDİĞİNİ GÖSTERMEKTEDİR! Geçen hafta Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (KIBKY) Başbakanı Neçirvan Barzani’nin aniden gerçekleşen günü birlik Ankara ziyaretinde, yapılan resmi açıklamaların dışında, ele alınmış olması muhtemel konular ve pazarlıklarla ilgili analizlerimi ayrıntılı bir şekilde paylaşmıştım. AKP’nin Kürt siyasetini yeniden biçimlendirme ve bölgede referandum altyapısının başkanlık sistemi lehinde oluşturulması çalışmaları yanında, 2017’deki Kuzey Irak Başkanlık ve meclis seçimleri için siyasi ve ekonomik destek talebinin de söz konusu olacağını ifade ettim. Hepsinden de önemlisi, KIBKY’nin 2017 yılında Ankara’da resmi temsilcilik açması konusunda bir mutabakatın sağlandığı açıklandı. Bu ziyaretin hemen ertesindeki bu hafta içinde yapılan açıklamalardan öğreniyoruz ki, bu temsilciliğin bir süre sonra, belki 2017 yılı içinde belki de bir yıl sonra “Kürdistan Büyükelçiliğine” dönüşmesi olasılığı yükselmiş durumdadır. Barzani ailesinin Peşmerge güçleri komutanı olan Şirvan Barzani yaptığı açıklamada “Kürdistan’ı kuruyoruz” derken, Bağdat yönetimi ile müzakerelere başladıklarını ve önemli mesafe kat ettiklerini söylüyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 5 KIBKY Başkanı Mesud Barzani’nin de yeğeni olan ve aynı zamanda Kuzey Irak’ın ordusu niteliğindeki Peşmergelerin önemli komutanları arasında yer alan Şirvan Barzani’nin Almanya’nın önde gelen saygın gazetelerinden Die Welt’e bu açıklamaları yapması ve Kürdistan’ın kurulmakta olduğunu aktarması, bu açıklamanın yapılması için Alman medyasının seçilmesi dikkat çekici! Diğer yandan Şirvan Barzani’nin bu açıklamasının Mesud Barzani’nin ve Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’nin bilgisi ve onayı dışında olduğunu düşünmek doğru olmaz. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Lideri Mesut Barzani’nin yeğeni ve üst düzey Peşmerge komutanlarından Şirvan Barzani ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 6 2. PEŞMERGE İLE IRAK ORDUSUNUN BİRLİKTE SAVAŞMASI ANLAŞMANIN TEMELİNİ OLUŞTURUYOR DİYEN ŞİRVAN BARZANİ, MERKEZİ HÜKÜMETLE BAĞIMSIZ BİR KÜRDİSTAN OLUP OLMAYACAĞI KONUSUNDA RESMİ GÖRÜŞMELERE BAŞLADIKLARINI, GELECEKTE BÜTÜN BÖLGE İÇİN REFERANDUM YAPILACAĞINI, DİLE GETİRİYOR. Şirvan Barzani, “Merkezi Hükümetle Irak’ın bölünmesi konusunu konuştuklarını” bu görüşmeleri “resmi düzeyde” yürüttüklerini belirtirken, Musul operasyonu ve öncesindeki Şengal operasyonları, Başika harekâtı ile Kürt bölgesinin yüzde 97’sinin “IŞİD’ten temizlendiğini, Peşmerge’nin kontrol ve denetimi yanında, KIBKY’nin idari yönetimi altına girdiğini” söylüyor. Musul harekatının, Kürtlerle Merkezi Hükümet arasındaki ilişkileri tarihsel şekilde olumlu etkilediğini, geçmişten bu yana hep Irak ordusuyla savaşmak zorunda kalan, Saddam döneminde Halepçe başta olmak üzere pek çok kez katliama maruz kalan Kürtlerin, Peşmerge’nin ilk kez Irak ordusu ile birlikte “ortak bir düşmana” karşı ortak harekât yaptığına dikkat çekiyor. Iraklı ve Peşmerge komutanların harekâtı birlikte planlayıp yürüttüklerini, dile getiren Şirvan Barzani bu yakınlaşmanın önemini vurguluyor. Şirvan Barzani, KIBKY Başkanı Mesud Barzani’nin Musul harekâtı başlamadan önce beraberindeki resmi delegasyonla Bağdat’a giderek Başbakan İbadi ve diğer yetkililerle görüşmeler gerçekleştirdiğini ve mutabakatların sağlandığını, söylüyor. Musul Operasyonu tamamlandıktan sonraki döneme ilişkin de bazı ilkesel tutumların belirlendiğini belirterek, Başbakan İbadi’nin de ilk kez Erbil’e geldiğini vurgulayarak, bağımsızlık konusunda olumlu gelişmelerin yaşandığını belirtiyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 7 Şirvan Barzani, “Peşmerge ile Irak ordusunun birlikte savaşması, zaten böyle bir anlaşmanın temelini oluşturuyor. Bağdat’la ülkenin bölünmesini ve bizim Kuzey’de bağımsız bir devlet olmamızı resmen konuşuyor olmak, bizim için yeni bir durum. Merkezi yönetim, Musul’un IŞİD’ten kurtarılmasının ardından kentin ve bölgenin geleceğini bizimle tartışmaya hazır olduklarını belirttiler” diyor. Şirvan Barzani’nin bütün bu açıklamalarından, Kuzey Irak Kürtlerinin bağımsız devlet sürecine girdiklerini, bu konuda Bağdat yönetiminin de “retçi” bir tavır takınmadığını ve “ayrılık müzakerelerinin resmi düzeyde başlatıldığını ve sürdüğünü” anlıyoruz. Bunun yanı sıra, Musul operasyonu sonrasında, Musul’un ve Ninova eyaletinin geleceği konusunda da Barzani yönetimi ile Bağdat yönetiminin bazı müzakereler yürüttüğü anlaşılıyor. Neçirvan Barzani’nin Ankara ziyaretinde de bu konunun gündeme geldiği görüşümü paylaşmıştım. KIBKY yönetimi Musul’un IŞİD tarafından işgalinden bu yana, Barzani yönetimi, Kuzey Irak’a sığınan bölgenin önemli aşiret liderleri, siyasileri ve önemli isimlerine ev sahipliği yapıyor. Onlarla önemli diyaloglar geliştirildi ve gelecekte Musul’un merkezinde olduğu Ninova eyaletinin önemli bir bölümünün KIBKY’nin kontrolüne geçmesi söz konusu. Şu anda da Peşmerge güçleri IŞİD’ten geri aldıkları, Musul’un köyleri ve mahallelerini kendi denetim ve yönetimleri altına aldılar. Hükümetin bu konudaki yaklaşımı ve tavrının ne olduğu ise bilinmiyor. Ancak “sükût ikrardan gelir” sözünden yola çıkarsak, Cumhurbaşkanının ve AKP hükümetinin suskunluğunun, Barzani’nin Bağımsız Kürdistan’ına onay anlamına geldiğini söyleyebiliriz. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 8 3. TÜRKİYE’NİN MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ’NİN UYGULANIRLIĞI, İKTİDARLARIN BU BELGEDE SAPTANAN DEVLET SİYASETİ ÇİZGİSİNE İÇ VE DIŞ POLİTİKA AÇISINDAN NE ÖLÇÜDE SADIK KALDIKLARI 2004’DE MGK KARARLARIYLA AÇIĞA ÇIKTI. İLGİNÇ OLAN, AKP O TARİHTE, GÜLEN CEMAATİ’Nİ “TERÖR ÖRGÜTÜ” OLARAK GÖRMÜYORDU! Gülen Cemaati’nin ulusal güvenliğe yönelik tehdidi, terör faaliyetleri, devleti ele geçirme çabaları Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde hükümete iletilmesine karşın, hiç birisi ciddiye alınmadı. Bu konudaki eleştiriler gündeme getirildiğinde, eski Başbakan Yardımcılarından Yalçın Akdoğan çok rahat bir şekilde 2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Belgesi’nin hiçbir zaman uygulanmadığını, Gülen Cemaati’nin tehdit ve terör örgütü olarak görmediklerini açıklamıştı. Devlet olmanın en temel niteliklerinden birisi, tüm hükümetleri bağlayan, bugünlerin moda tabiriyle artık istismar düzeyine gelen “devletin bekası” kavramının ciddiyetle ele alınması, iç ve dış tehditlere karşı uzun süreli, kalıcı ve bağlayıcı devlet politikalarının üretilmesidir. Bu açıdan Türkiye’nin yıllardır süre gelen dış politikası, iç güvenlik konsepti, terörle mücadele çizgisi, gerici yapılanmalara karşı devletin korunması yaklaşımlarının hemen tamamı AKP iktidarları döneminde ters yüz edildi. FETÖ’nün devlete sızmasına zemin yaratıldı. PKK terör örgütü ile masaya oturuldu, müzakereler yürütüldü. Dış politikada Cumhuriyetin temel dış politika felsefesi, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi terk edildi. Komşularla barış içinde bir arada yaşama, içişlerine karşılıklı ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygının yerini, komşularla kavga, içişlerine müdahale aldı. Tüm bunların sonucunda bugünlere gelindi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 9 4. RUSYA’NIN YENİ DIŞ POLİTİKA KONSEPTİ PUTİN TARAFINDAN ONAYLANDI. ULUSLARARASI TERÖR, ULUSLARARASI HUKUK, DİPLOMATİK ÇÖZÜME ÖNCELİK GİBİ UNSURLAR ÖN PLANA ÇIKTI. 2017’DEN İTİBAREN BÖLGEMİZDE VE DÜNYADA YENİ OLUŞUMLARA HAZIR OLMA ZORUNLULUĞU BELİRGİNLEŞTİ! İlişkilerimizi normalleştirmeye çalıştığımız Rusya, dönemsel olarak güncellediği dış politika ve küresel yaklaşım konseptini yeniledi. Her üç yılda bir dünyadaki gelişmeler gözden geçirilerek “devlet aklı” devreye sokularak güncellenen yeni dış politika konsepti, Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından da onaylandı ve 2017 başından itibaren uygulamaya girecek. Bu yenilenen konsept sadece Dışişleri Bakanlığı için değil, tüm bakanlıklar, devlet kurumları ve birimleri açısından bağlayıcı. Yeni Dış Politika Konsepti Belgesine göre, Rusya’nın devlet olarak dış politikadaki hedefleri, amaçları, ilkeleri, araçları ve kurumların görevleri ayrıntılarıyla sıralanıyor. Putin’in onayladığı belgeye göre, 2017’den itibaren Rusya’nın dış politika başta olmak üzere, küresel hedef ve stratejilerini söyle sıralamak olanaklı: 1-Uluslararası terör tehdidindeki artış, günümüz dünyasının en tehlikeli ve mücadele edilmesi gereken öncelikli gerçeklerinden birisi olarak ilk sırada yer alırken, terörle mücadelede öncelikli amacın ve temel olarak yapılması gerekenin, en geniş katılımlı bir uluslararası koalisyon kurulması olduğu vurgulanıyor. 2-Başta, IŞİD, El Nusra, El Kaide vb. örgütlerin ortaya çıkmasıyla, uluslararası terör tehdidinin tamamen yeni bir kimliğe büründüğü, bu örgütlerin sadece terörü değil, terörün şiddeti ve yılgınlık yaratma boyutunu öne çıkartarak devlet kurma, kendileri devlet olma hedefine yöneldikleri, bunun yeni bir boyut olduğu dile getiriliyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 10 Bu yeni terör örgütleriyle, terör eylemleri ve uyguladıkları şiddetin tüm dünyayı tehdit eder hale geldiği, her yerde kendisini gösterdiği tespitine yer veriliyor. 3-Yeni dış politika konseptine göre, Rusya’nın önceliği, sorunlara diplomatik çözüm. Suriye krizinde de bu çerçevede öncelikle müzakere yoluyla barışçıl çözüm hedeflenirken, ülkenin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve birliği destekleniyor. 4-Rusya, Ortadoğu'daki tüm sorunlarda, “dış müdahale olmaksızın siyasi ve diplomatik çözüme bağlı kalacağını, önceliğinin bu doğrultuda olacağını” teyit ve ilan ediyor. 5-Rusya, uluslararası hukuka, saygı ve atılacak adımların uluslararası hukuka uygunluğunu dış politikasının öncelikli ilkesi olarak benimsediğini ifade ediyor. 6-Rusya, ülkelerin anayasalarına aykırı olarak, iktidarları devirme, iktidarları değiştirme amacıyla, iç işlerine yönelik dış müdahale girişimlerine karşı koyacağını taahhüt ediyor. 7-Rusya, silahlanmanın ve silahların kontrolüyle ilgili uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerine kesinlikle bağlı kalacağını, öteden beri süregelen bu politikasını sürdüreceğini taahhüt ederken, diğer ülkeleri de aynı şekilde davranmaya çağırıyor. 8-Bu çerçevede özellikle Ortadoğu'da, nükleer silahlardan ve diğer kitle imha silahlarından arındırılmış bölgelerin kurulması önerisini gündeme getirerek bu yaklaşımlara destek vereceğini belirtiyor. 9-Uzayda silahlanma yarışının önlenmesi için, uluslararası anlaşmaların imzalanmasını desteklediğini, bu konuda her türlü çabayı göstereceğini, ülkelerin uzaya silah göndermemeyi taahhüt etmelerini öneriyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 11 10-ABD ve AB ile diğer batılı müttefiklerinin Rusya’yı kuşatma, baskılama politikalarının yanlışlığı ve kabul edilemezliği vurgulanan yeni dış politika konseptinde, bu amaçla Rusya’ya karşı izlenen siyasi ve ekonomik baskıların, amaçlananın aksine bölgesel ve küresel istikrara zarar verdiği savunuluyor. Bu çerçevede Rusya’nın, ABD'nin ve batılı ülkelerin baskı uygulama politikalarının kınandığı, dostça olmayan bu yaklaşımlara ve eylemlere karşılık verme hakkının saklı tutulduğu ifade edildi. 11-Rusya ve ABD’nin, uluslararası güvenliğin sağlanması yönünde sorumluluklarının olduğu, küresel güvenliğe yönelik tehditlerin bertaraf edilmesi için iki tarafında, birbirlerinin yararına olacak ilişkiler geliştirmelerinin Rusya tarafından destekleneceği kaydediliyor. 12-ABD’nin kendi sınırları dışında kendi hukukunu ve yargılama yetkisini kullanma girişimlerinde bulunmasının kabul edilemez olduğu, Rusya’nın bunu uluslararası hukuka ve uluslararası anlaşmalara aykırı gördüğü ifade ediliyor. 13-Rusya’nın, AB’yi önemli bir ekonomik ve siyasi ortağı olarak gördüğü, bu yaklaşımının yaşanan sorunlara ve uygulanan yaptırımlara rağmen değişmediği dile getirilen yeni dış politika konseptinde, Rusya’nın Avrupa ile “istikrarlı ve öngörülebilir işbirliğine” önem verdiği özen gösterdiği belirtilerek, bunun önündeki en büyük engellerden birisi olarak uygulanan vize rejimi gösteriliyor. Vizelerin karşılıklı kaldırılmasının işbirliğini çok daha ileriye taşıyacağı görüşü ve çağrısı, yeni konseptte yer alıyor. 14-NATO'nun “Rusya’yı kuşatacak şekilde” bir genişleme stratejisi izlemesi yanında, İttifak'ın Rusya sınırları yakınındaki altyapısı ile askeri yapılanmasının Rusya’yı açık şekilde rahatsız ettiği, ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 12 Rusya-NATO ilişkilerinin “eşitlerin diyalogu” temelinde kurulmasına Rusya’nın hazır olduğu belirtiliyor. Bu çerçevede Rusya’nın, NATO ve ABD'nin küresel füze savunma sistemi planlarını tehdit olarak gördüğü, buna karşılık verme hakkını saklı tuttuğu kaydediliyor. 15-Yeni konseptin Asya-Pasifik ile ilgili yaklaşımına göre, Rusya ve Çin'in küresel konulardaki pozisyonları birbiriyle örtüşüyor. Rusya ve Çin’in küresel olaylardaki yakın işbirliğini kararlılıkla sürdürmeleri yeni dönemin dış politika ilkeleri arasında. 16-Kuzey Kutup alanındaki Rusya, ABD, Kanada, Norveç, İsveç, Danimarka ve İzlanda topraklarının yer aldığı Arktik Bölgesinde ise Rusya’nın bölgeye siyasi ve askeri cepheleşme unsurları getirilmesine, bölgedeki uluslararası etkileşimi politize etmeye yönelik tüm girişimlere sert biçimde karşı koyacağı yeni konseptte yer alıyor. 17-Uluslararası medya ve iletişim, tanıtım açısından, Rus medyasının yurtdışındaki konumunu güçlendirmek ve enformasyon güvenliğini korumak amacıyla modern teknolojiler kullanmaya devam edilmesi, bu alandaki stratejinin güçlendirilerek sürdürülmesi, Putin’in onayladığı yeni konseptin temel ilkeleri arasında sayılıyor. Yukarıda ana hatlarını özetlemeye çalıştığım, Rusya’nın yeni dış politika belgesi, Türkiye açısından da önemli unsurlar içeriyor. Rusya’nın Suriye politikasındaki yaklaşımı, rejimin anayasal konumunun tanınması yanında, sorunun müzakereler yoluyla, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve birliğinin korunmasını önceliyor. Bu açıdan, “Suriye’ye Esad’ın hükümdarlığına son vermek, Suriye topraklarını asıl sahiplerine vermek için girdik” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, daha sonra bu sözlerini “Suriye’ye hiçbir ülke ve şahıs için girmedik, terörle mücadele için girdik” diye değiştirmesine karşın, Suriye’de Rusya ve Türkiye farklı hedeflere ve beklentilere sahip. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 13 Ortadoğu bölgesinde nükleer silahlardan arındırmayı hedefleyen Rusya’nın dış politika belgesindeki bu ilkeden öncelikle İran ve İsrail’in anlaşılması gerekiyor. İran, nükleer anlaşma ile bu konuda çalışmalarına son vererek taahhütte bulunurken, Rusya’nın bu yaklaşımının İsrail’in de nükleer silahları konusunu dünya gündemine taşıdığını, soruna tek yanlı yaklaşımın yanlışlığını dile getirdiğini söyleyebiliriz. Yeni belgede birincil önceliğin terörle mücadeleye ayrılması ve terörün yeni hedefinin “devletleşme” olduğuna dikkat çekilerek, mücadele için uluslararası koalisyon vurgusu yapılması önemli. ABD’nin 11 Eylül saldırısından sonra, dünyanın istediği her bölgesine “terör bahanesiyle” müdahalede bulunması, uluslararası hukuku, ülkelerin egemenliğini hiçe sayan yaklaşımlarını “terörle mücadele” perdesiyle örterek, kendi hukukunu ve amaçlarını dayatmasına karşı Rusya, yeni konseptte bu mücadelenin uluslararası bir koalisyonla yürütülmesini savunuyor. ABD’nin tavrının, tek başına ya da birkaç batılı ülkeyle, diğer ülkelere müdahalelerinin kabul edilemez olduğunu ileri sürüyor. ABD ve Rusya’nın “uluslararası güvenliğin sağlanması” sorumluluğuna vurgu yapılan yeni belgede, artık dünyanın tek başına ABD inisiyatifine ve müdahalelerine bırakılmayacağı mesajı veriliyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in bu belgeyi onayladıktan sonra Pazar akşamı katıldığı televizyon yayınında verdiği “Tek kutuplu dünya kurma girişimleri başarısız oldu. Artık bu durum değişiyor. Küresel dengeler yeniden oluşacak” mesajı da bu açıdan değerlendirilmeli. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 14 Özetle Rusya, Yeni Dış Politika Konsepti Belgesi’nde artık dünyada meydanı tek başına ABD’ye ve müttefiklerine boş bırakmayacağını, o devrin geçtiğini, dengelerin değiştiğini, yeni politikanın da bu doğrultuda olacağını ilan ediyor. Bir yandan da Çin ile küresel olaylara yaklaşımlarının örtüştüğünü, bu örtüşmeyi daha da ileri taşıyacak stratejik birlikteliğin derinleştirilip, güçlendirileceğini duyuruyor. Ulusal çıkarların ve küresel hedeflerin korunmasını, elde edilmesini öngören devlet politikası konusunda başlangıçta dile getirdiğim hususlar ve Cumhurbaşkanı ile AKP hükümetinin neredeyse 24 saatte bir değişen dış politika yaklaşımları ile söylemlerinin ülkemize kaybettirdiklerini dikkate aldığımızda, Rusya’nın tüm kurumlar açısından bağlayıcı olan yeni dış politika belgesinin iyi analiz edilmesi gereği, daha da önem kazanıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 15 5. ERKEN SEÇİME GİTMESİ BEKLENEN İTALYA’DA “TEK ADAMLIĞI” HEDEFLEDİĞİ İÇİN ÇOĞUNLUĞUN KARŞI ÇIKTIĞI REFERANDUMUN ARDINDAN AB KARŞITLARININ DA ELİNİN GÜÇLENMESİ, AB’DEN AYRILMA YANLILARININ, RENZİ’NİN YENİLGİSİ SONRASI YENİDEN ÖN PLANA ÇIKMASI GÜNDEMDE. İtalya’da 4 Aralık’ta yapılan Anayasa değişikliği referandumu, bu değişikliklerin ülkeyi “daha yönetilebilir” hale getireceğini savunan ve reddedilirse istifa edeceğini ilan eden Başbakan Matteo Renzi’nin yenilgisiyle sonuçlanırken, muhalefetin “tek adam” yönetimine geçilmek istendiği tezi yüzde 59’luk “Hayır” oyu ile kabul gördü.. Yüzde 41 Evet oyuna karşılık, yüzde 59’luk Hayır sonucuyla ağır bir siyasi yenilgi alan Demokratik Parti Lideri ve Başbakan Renzi, istifasını açıkladı. Yapılmak istenen anayasa değişiklikleri, muhalefet partileri tarafından "tek adam yönetimine yol açacağı, demokratik hakları kısıtlayacağı, seçmen iradesine baskı oluşturacağı” gerekçesiyle eleştiriliyor ve “Hayır” kampanyası yürütülüyordu. Nitekim referandum sonuçlarının ardından İtalyan medyasının manşetlerinde “Renzi her şeyi istiyordu, her şeyi birden kaybetti” başlıkları atıldı. Tıpkı İngiltere Başbakanı David Cameron gibi İtalya Başbakanı Matteo Renzi de siyasi kariyerini bu referandumun sonucuna bağladı. Ülkede istikrar ve siyasi krizlerin, hükümet krizlerinin sona ermesi için bu anayasa ve sistem değişikliklerinin şart olduğunu savunuyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden kurulan İtalya Cumhuriyet Anayasası’nın 1946’da uygulamaya girmesinden bu yana geçen 70 yılda, İtalya sürekli koalisyon hükümetleriyle yönetildi. 70 yılda 63 hükümet iş başına geldi. Hükümetlerin ortalama görev süresi 1 yıl 11 ay olarak gerçekleşti. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 16 Bu nedenle Renzi hükümeti, siyasi ve ekonomik istikrar gerekçesiyle, iki kanatlı İtalyan Parlamentosu’nun işleyişinde köklü değişikliğe yol açacak anayasal reform paketi hazırladı. Bu paketin en önemli maddesi İtalyan Parlamentosu’nun alt kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi ile eşit yetkilere sahip olan Senato'nun yapısının değiştirilmesi ve yetkilerinin azaltılmasıydı. Değişiklikle, Senato üyelerinin ağırlıkla yerel yönetimlerle, Roma arasındaki ilişkileri yürütmeleri, bu alanda söz sahibi olmaları ve maaşlarını da seçildikleri bölgenin yerel yönetiminden almaları öngörülüyordu. Mevcut uygulamada çift kanatlı meclis yapısından ötürü tüm yasaların meclisin her iki kanadı tarafından da onaylanması, bir kanadın yaptığı değişikliğin mutlaka diğer tarafın da onayından geçmesi gerekiyor. Renzi, bu durumun acil düzenleme yapılması, yasa değiştirilmesi gereken konularda sıkıntı yarattığını, yasaların aylarca meclisten geçirilemediğini savunarak, Senato’nun bu yetkilerinin kaldırılması konusunda anayasa değişikliğine gitmek istedi. Referanduma sunulan değişiklikte, yasaları ve bütçenin onayı ile hükümete yönelik güvenoyu yetkisinin yalnızca Temsilciler Meclisi'ne ait olmasını, Senato’nun bu yetkilerinin kaldırılmasını içeriyordu. Başbakan Renzi, Anayasal reform paketini parlamentodan geçirmesine karşın, yürürlüğe girebilmesi için gerekli 3'te 2'lik oy çoğunluğuna ulaşamadığı için referanduma gitmek zorunda kaldı. Başbakan Renzi ve reformun destekçileri, bu değişikliklerle İtalya'nın ihtiyaç duyduğu yasal düzenlemeleri yapabilmek için gerekli istikrara kavuşacağını savunurken, İtalyan bürokrasisinin dünyaca da ünlü ağırlığının ve hantal yapısının ortadan kalkacağını, yasa çıkartmanın hızlanacağını, bürokrasisinin basitleştirilip, hızlandırılacağını, bürokrasi giderlerinin azalacağını savunuyorlardı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 17 Başbakan Renzi ile kabinesinde görev verdiği Anayasal Refomlar ve Parlamento ile İlişkiler Bakanı Maria Elena Boschi'nin mimarı olduğu Anayasa değişikliği "Renzi-Boschi reformu" olarak referanduma sunuldu. Renzi’nin partisi Demokratik Parti içinden de bazı milletvekillerinin, bakanların muhalefet ettiği değişikliklere, diğer muhalefet partileri ise en başından itibaren oldukça sert tepkiler gösterdiler. Eleştirilerin ve tepkilerin ağırlık noktası; 1-Yapılacak değişikliklerin hükümete ve dolayısıyla çoğunluğu elinde bulunduran Başbakan ile partisine aşırı yetkiler sağlayacağı, 2-Parlamentonun üst kanadı Senato'nun işlevsizleştirilmesi, yetkilerinin alınması ve kısıtlanmasıyla, denge-denetim ve kontrol mekanizmalarının işleyişinde aksama olacağı, demokratik kontrol sistemlerinden birisinin devreden çıkarılacağı, 3-Renzi’nin geçtiğimiz yaz parlamentodan geçirdiği yeni seçim yasası ile birlikte bu anayasa değişikliklerinin, ülkede “tek parti-tek adam" yönetimine yol açabileceği, üzerinde yoğunlaşmıştı. Renzi hükümetinin çıkarttığı yeni seçim yasası, parlamentonun alt kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi için yapılan seçimlerde, yüzde 40'ın üzerinde oy alan partiye 630 sandalyeden 340'ının (yaklaşık yüzde 54) doğrudan verilmesini öngörüyor. Şayet ilk turda hiçbir parti yüzde 40'tan fazla oy alamazsa, en yüksek oyu alan iki parti ikinci tura kalıyor ve kazanan tarafa otomatik olarak 340 milletvekili veriliyor. Böylece koalisyonlar dönemi sona ererken, iki partili bir sistemin hayata geçirilmiş olacağı ifade ediliyordu. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 18 Bu seçim sistemiyle birlikte parlamentoya yönelik bu anayasa değişikliklerinin İtalya’yı tek adam rejimine sürükleyeceği endişeleri geniş bir kesim tarafından dile getiriliyordu. Diğer bir tepki kaynağı ise, seçimle değil, Demokratik Parti'deki genel başkan değişikliği sonrasında bu partinin lideri olarak Başbakanlığı devralan Matteo Renzi’ye yönelikti. Renzi’nin iktidardan uzaklaştırılması için, muhalefet partileri “referandum Renzi’den kurtulmak için fırsattır” kampanyası yürüttüler. Şayet referandumdan "Evet" çıkmış olsaydı, halk tarafından seçilmeden, Başbakanlığa tepeden inme bir şekilde oturan ve bu nedenle de muhalefet tarafından “siyasi meşruiyeti” sıklıkla tartışma konusu yapılan Başbakan Matteo Renzi dolaylı bir şekilde siyasi meşruiyetini referandumu kazanarak tescil ettirmiş olacaktı. Bu da Renzi’nin tek adamlığa gidiş yolunda hedeflediği yasa değişiklikleri ve diğer düzenlemeleri yürürlüğe koyması açısından elini güçlendirecekti. Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'ya istifasını sunan Sosyal Demokrat Başbakan Renzi veda konuşmasında da “Kaybettim ve bunun tüm sorumluluğunu üstleniyorum. Benim hükümetimin dönemi burada sona eriyor. Hata yaptım” dedi. Cumhurbaşkanı Mattarella, istifa kararı alan Başbakan Matteo Renzi’den görevden ayrılmayı yeni bütçe onaylanana kadar ertelemesini istedi. Başbakan Renzi teklifi kabul etti. İtalya’da yeni hükümet krizi, ekonomik krizi de tetikleyebilir. Devlet borçları açısından, Portekiz, İspanya, Yunanistan ile birlikte Euro bölgesinin en borçlu ülkelerinden birisi olan İtalya’da ülkenin önde gelen bankalarının da mali bünyeleri oldukça bozulmuş durumda. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 19 Dolayısıyla siyasi krizi bir ekonomik kriz, ekonomik krizi de bankacılık krizi izleyebilir. Muhalefet partileri erken seçime gidilmesini savunurken, diğer olasılık olarak da 2018’deki genel seçimlere kadar Cumhurbaşkanının bir geçiş hükümeti, ya da bir teknokratlar hükümeti kurulması yönünde görevlendirme yapması. Olası erken seçimlerde AB karşıtı ve eurodan çıkılmasını savunan Popülist “5 Yıldız Hareketi” partisinin seçimlerden büyük başarıyla çıkabileceği, iktidara gelebileceği öne sürülüyor. Komedyen Beppe Grillo tarafından kurulan AB karşıtı 5 Yıldız Hareketi partisi, 2014’te ilk kez girdiği seçimlerde büyük başarı elde etmişti. Ardından geçtiğimiz Haziran ayında yapılan yerel seçimlerde ise başkent Roma’da yüzde 67 oyla ilk kadın belediye başkanlığını 5 Yıldız Hareketi’nin adayı Virginia Raggi kazanarak, büyük bir seçim başarısına imza atmıştı. Olası erken seçim ya da 2018 yılında zamanında yapılacak genel seçimlerde, 5 Yıldız Hareketi’nin iktidara gelmesi durumunda ise en büyük vaadi olan AB’den ve Euro Bölgesi’nden ayrılmanın gerçekleşmesine kesin gözüyle bakılıyor. 5 Yıldız Hareketi, anayasa referandumu kampanyasında, Hayır oyları için yürüttüğü kampanyada “İtalexit” sloganını kullandı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 20 6. AB İLE SADECE MÜLTECİ ANLAŞMASI VE VİZE MUAFİYETİNE İNDİRGENEN DİYALOG, KOPMA NOKTASINA DOĞRU GİDERKEN, AP’NİN MÜZAKERELERİN ASKIYA ALINMASI KARARINA GÖSTERİLEN TEPKİ YANINDA, PERDE GERİSİNDEN DE BAZI GİZLİ TEMASLARLA, NORMALLEŞME ARAYIŞLARINA GİRİŞİLDİĞİ ANLAŞILIYOR. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye-AB arasında tırmanan gerilimi daha da sert açıklamalarıyla kopma noktasına taşımasının ardından, bazı uyarılar ve telkinlerle bir tavır değişikliğine gidildiği anlaşılıyor. Alman medyasında yer alan bazı haber ve yorumlarda, diplomatik düzeyde yürütülen gizli temaslarla, vize muafiyetinin yürürlüğe girmesi için, Türkiye tarafının bazı tavizleri gündeme getirdiği öne sürülürken, Merkel-Erdoğan arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde, ilişkilerin yeniden değerlendirildiği kaydedildi. Cumhurbaşkanının geçen hafta Muhtarlar Toplantısı’nda “Türkiye bir Avrupa ülkesidir, Osmanlı’dan bu yana 650 yıldır Avrupa’nın içindedir” açıklamaları, bu değişikliğin ilk işareti olarak değerlendirilebilir. AB Bakanı Ömer Çelik’in, 5 Aralık Pazartesi günü Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi’nin 35. Toplantısında yaptığı açıklamada, AB’yi “Türkiye ile tüm fasılları açmaya çağırması ve öncelikle de 2 faslın açılmasına hazır olunduğunu” açıklaması, bu tavır değişikliğinin devamı şeklinde görülebilir. Bakan Çelik’in hemen açılmasını istediği iki fasıl 23 ve 24’üncü fasıllar. 23’üncü fasıl, "Yargı ve Temel Haklar", 24’üncü fasıl ise "Adalet, Özgürlük ve Güvenlik" başlıklarından oluşuyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 21 AB Bakanı, AB’nin bu iki fasılı açmadan ve Türkiye ile müzakerelere oturmadan, yargı, demokrasi, temel haklar konusunda, Türkiye’ye eleştiriler yöneltmesinin haksızlık ve çifte standart olduğunu dile getirdi. Bakan Çelik’in "Biz bütün bu fasılları açmaya hazırız, eğer bizimle insan hakları ve hukuk devleti konuşulmak isteniyorsa. Bu kavramlardan kaçmıyoruz. Tam tersine, bu kavramlar konusunda daha fazla işbirliği istiyoruz AB'yle." şeklindeki sözleri, yeni tavır değişikliğinin göstergesi. AB’nin vize muafiyeti için belirlenen ve Türkiye tarafından taahhüt edilen 72 kriterden 7’sinin halen gerçekleşmediği gerekçesiyle, vize muafiyetinin yürürlüğe giremeyeceği tezine, Cumhurbaşkanı ve Hükümet sert tepki gösteriyordu. Terörle mücadelede temel haklara uyulması, kara para aklamaları, şeffaflık, ihale düzenlemeleri, rüşvetin önlenmesi gibi kriterlerde ayak sürüyen hükümetin, şimdi birdenbire, tüm fasılları açma talebini gündeme getirmesi önemli bir gelişme. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 22 7. MÜLTECİ ANLAŞMASININ ASKIYA ALINACAĞI, MÜLTECİLERE AVRUPA’YA GİTMELERİ İÇİN SINIR KAPILARININ AÇILACAĞI VB. TEHDİTLERE AB’DEN GELEN TEPKİ SERT OLDU: “AB’NİN TÜRKİYE’NİN TEHDİT VE ŞANTAJLARINA BOYUN EĞEREK, GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞÜRÜLMESİNE MÜSAADE ETMEYECEĞİZ!” Almanya Başbakanlık Müsteşarı Peter Altmaier yaptığı açıklamada “AB bu şantajlara boyun eğmez. Vize muafiyetinin yürürlüğe girmesi, Türkiye ile AB arasında birlikte kararlaştırılan ve Türkiye’nin de altına imza attığı şartların, Türkiye tarafından yerine getirilmesine bağlı olduğunu” söyledi. En sert açıklamalardan birisi ise Hessen Eyalet Başbakanından geldi. Hessen Eyalet Başbakanı Volker Bouffier, Türkiye’ye daha sert davranılması çağrısında bulunurken, “AB’nin Türkiye’nin tehdit ve şantajlarına boyun eğerek, gülünç duruma düşürülmesine müsaade edilemeyeceğini, asıl Türkiye’nin kaybedecek çok şeyi olduğunu” dile getirdi. Türkiye’nin mülteci anlaşmasını feshetmesi durumunda, AB’nin mütekabiliyet çerçevesinde, Gümrük Birliği Anlaşması’nın feshetmesini öneren Bouffier, Türkiye’nin AB ile imzaladığı Gümrük Birliği anlaşmasından büyük yararlar sağladığını ve Alman şirketlerinin de bu anlaşmaya dayalı olarak, Türkiye’de büyük yatırımlarının bulunduğunu kaydetti. Bu açıklamalar, karşılıklı tehdit ve şantajların, mültecileri öne sürmenin, Türkiye-AB ilişkilerine katkı sağlamadığını, aksine kötüleştirdiğini gösteriyor. Bilindiği gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliğine ilişkin müzakereler 2005 yılında başladı. Bu müzakereler, 35 fasıl üzerinden yürütülüyor. Şimdiye kadar 16 fasıl müzakereye açıldı, sadece bir tanesi geçici olarak kapatıldı. 14 fasıl, AB Konseyi ve Güney Kıbrıs'ın engellemeleri nedeniyle bloke edilmiş durumda. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 23 8. TL’DEKİ ERİME HIZLA DEVAM EDİYOR. CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANIN “YASTIK ALTI DÖVİZLERİNİZİ BOZDURUN” ÇAĞRILARINA RAĞMEN, TL’DEKİ DEĞER KAYBI 11 AYDA YÜZDE 20’NİN ÜZERİNE ÇIKTI. EKONOMİYE VE YÖNETİME GÜVEN AZALDIKÇA YABANCI YATIRIMCILAR TÜRKİYE’DEN ÇEKİLİYOR. Kronik şekilde kesintisiz olarak değer kaybetmeye devam eden TL, yabancı yatırımcıları, TL enstrümanlarına yatırımdan hızla uzaklaştırmaya ve satış yapıp dövize dönerek, yurt dışına kaçmaya yönlendirmiş durumda. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve hükümet yetkililerinin, “dövizden TL’ye geçin, yastık altındaki dövizlerinizi, altınlarınızı bozdurun” çağrıları, tüm verilerde gelir ve servet dağılımının en bozuk olduğu ülkeler arasında ön sıralarda yer alan Türkiye’de karşılık bulmuyor. Cumhurbaşkanının da bizzat “yastık altı” olarak nitelendirdiği altın ve dövizlerin, kayıt dışı tutulan, bir yerlerde bekletilen döviz ve altınlar olduğu anlaşılıyor. Ülke Milli Gelirinin yarısına yakınını, tek başına ülke nüfusunun en üst gelir dilimindeki yüzde 20’lik kesimin aldığı bir gelir dağılımı tablosunda, insanlarla alay edilircesine yapılan bu çağrılar, bir yanıyla hükümetin ve yönetimin ciddi bir kaygı ve panik içinde olduğunun en somut göstergesi. Yabancı yatırımcılar, sadece kasım ayında 491 milyon dolarlık hisse senedi, 2,1 milyar dolarlık da devlet iç borçlanma senedi (DİBS) sattılar. Böylece kasım ayındaki toplam çıkış 2,6 milyar dolara ulaştı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 24 Hisse senedi ve DİBS toplamında oluşan son tablo, Merkez Bankası verilerine göre şöyle: Yabancı yatırımcılar, Ocak-Eylül döneminde dokuz ayda 4,9 milyar dolarlık hisse senedi ve DİBS aldılar. Ekim ve Kasım’da, 3,3 milyar dolarlık satış yaparak çekildiler. Ocak-Kasım arasındaki 11 aylık dönemde net alım tutarı toplamı 1,6 milyar dolara geriledi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından, son olarak açıklanan haftalık menkul kıymet istatistiklerine göre ise yabancı kaçışı daha da hız kazanacak gibi görünüyor. MB Menkul Kıymet İstatistiklerine göre, yurt dışında yerleşik kişiler, 25 Kasım haftasında net 11 milyon dolarlık hisse senedi ve 969,2 milyon dolarlık Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) sattılar. Böylece sadece son bir haftada gerçekleşen çıkış 1 milyar dolara ulaştı. Yurt dışında yerleşik kişilerin DİBS stoku, aynı dönemde yapılan 969,2 milyon dolarlık net satış, DİBS değerlerindeki düşüş ve dolar kurundaki yükselişle, toplamda 29 milyar 735,2 milyon dolardan 27 milyar 619,1 milyon dolara indi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 25 9. MB, DÖVİZ SATARAK KURLARA MÜDAHALE SEÇENEĞİNİ KULLANMA YOLUNA GİTSE BİLE, MEVCUT NET REZERVLERİ İLE ANCAK BİRKAÇ GÜNLÜK MÜDAHALEYE YETECEK DÖVİZİ VAR. BU DA, KURLARA MÜDAHALE KONUSUNDA MB’NIN ELİNİ KOLUNU İYİCE BAĞLIYOR VE FAİZ ARTIŞI DIŞINDA BİR SEÇENEK BIRAKMIYOR. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, dövize “klasik yollarla müdahaleyi düşünmediklerini, geçmişte yapıldığı gibi Merkez Bankası’nın piyasalara döviz satarak kuru geriletmesi yoluna gitmeyeceklerini” söylemesine karşın, güncel rezerv verileri, zaten Merkez Bankası’nın böyle bir müdahaleyi gerçekleştirebilecek rezervlere sahip olmadığını gösteriyor. O nedenle, Merkez Bankası kurlara müdahale için elinde bulunan iki silahtan birisi olan “döviz satışı” yerine, faiz artışı seçeneğini tercih etmek zorunda kaldı. Buna ilave olarak, Bankaların döviz mevduat hesapları için Merkez Bankası nezdinde tuttukları munzam karşılıklarda da 0,50 puan indirime giden Merkez Bankası bu yolla, bankalara ve piyasaya yaklaşık 1,5 milyar dolarlık nakit döviz akışı sağlandığını açıkladı. Tüm bu önlemlere rağmen, Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu’nun son toplantısının gerçekleştiği ve faiz indirimi kararının alındığı geçtiğimiz Perşembe gününden bu yana geçen bir haftada, döviz kurları artışını sürdürdü, TL’nin değer kaybı da hızlanarak devam etti. Merkez Bankası'nın brüt döviz rezervleri, bir haftada 2,2 milyar dolar azalarak, 99 milyar 35 milyon dolara geriledi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 26 MB’nın toplam rezervleri, haftalık para ve banka istatistiklerine göre, 25 Kasım ile biten haftada 2 milyar 243 milyon dolar azalarak, altın da dahil 115 milyar 263 milyon dolara indi. Buna karşılık, “altın hariç brüt döviz rezervleri” ise 2 milyar 243 milyon dolarlık düşüşün ardından, 101 milyar 278 milyon dolardan, 99 milyar 35 milyon dolara geriledi. Uzun bir aradan bu yana ilk kez, MB’nin döviz rezervleri 100 milyar doların altına inmiş oldu. Kaldı ki, “brüt” 99 milyar dolara inen rezervlerin, doğrudan MB’nin kullanımına ve kendisine ait olan kısmı, sadece 30 milyar dolar düzeyinde. Diğer deyişle, bankaların ve finans kuruluşlarının MB nezdinde tuttukları munzam karşılıklar, mektuplu döviz tevdiat hesapları ve diğer üçüncü kişilere, kurumlara ait döviz varlıkları, brüt rezervlerden düşüldükten sonra, MB’nin piyasalara müdahale amacıyla kullanabileceği rezervlerin tutarı 30 milyar dolara iniyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 27 10. CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKAN FAİZE KARŞI OLDUKLARINI, FAİZLERİN İNDİRİLMESİNDEN YANA TAVIR ALDIKLARINI SÖYLESELER DE EKONOMİNİN GERÇEKLERİ BUNA OLANAK BIRAKMIYOR VE KENDİ İKTİDARLARINDA, KENDİ EKONOMİ YÖNETİMLERİNDE FAİZ ARTIŞINA GİTMEK ZORUNDA KALIYORLAR. S&P tarafından açıklanan son küresel ekonomi analizinde, ABD Merkez Bankasının önümüzdeki aylarda 5 kez faiz artışı yapacağı öngörüsünde bulunuldu. Bunun anlamı, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı gelişmekte olan ekonomilerde sermaye çıkışının daha da hızlanması, piyasalardaki trilyonlarca dolarlık sermayenin akış yönünün ABD ekonomisine doğru olacağıdır. Kaldı ki, ABD’nin yeni başkanı Donald Trump, kampanyası sırasında ve seçildikten sonra yaptığı açıklamalarda, ABD’de devletin bizzat ekonomide yatırımlara yönlendirileceğini, altyapı, yol, inşaat, baraj, santral vb. yatırımlara devlet kaynaklarının tahsis edileceğini söylemektedir. Bu ekonomik yaklaşımın sonucu, ABD devlet harcamalarının artması, devletin kaynak ihtiyacının büyümesidir. Bu kaynağın ülkeye çekilmesi için de ABD Merkez Bankası peş peşe faiz artışlarına giderek, küresel piyasalardaki kaynakları ABD ekonomisine çekme stratejisine yönelecektir. Sonuç olarak 2008-2009 Küresel Finansal Krizi’nden sonra “parasal genişleme” politikasına yönelen ve adeta, piyasaları dolara boğan ABD Merkez Bankası son dönemde bu politikadan vazgeçtiğini zaten ilan etmişti. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 28 Şimdi parasal sıkılaştırma yaklaşımıyla, küresel piyasalara akıtılan dolarların, ABD ekonomisine çekilmesi, Çin ile rekabet ve dünya birinciliğini kaybetme tehdidine karşı, ABD ekonomisinin canlandırılması, yatırımları artırılması yoluna gidilecektir. Burada da devletin harcama ve yatırımlarda öncülüğü üstleneceğinin planlandığı anlaşılmaktadır. Türkiye gibi dış kaynağa, sıcak paraya muhtaç ekonomiler açısından artık 2010’dan bu yana küresel piyasalardan düşük maliyetli, ucuz fiyatla kaynak temini olanaksız hale gelecektir. İnsanlara “dövizinizi bozdurun, Milli Para’ya geçin” çağrıları yapılsa da küresel ekonominin bir parçası olan Türkiye ekonomisinin döviz ve dış kaynak ihtiyacının bu yöntemle karşılanması olanaksızdır. Dövize olan talebi düşürseniz bile değer kaybı hızlanan bir Milli Paranın alım gücü, ekonomik gücü, küresel piyasalarda göreceği kabul, konvertibilitesi yeterli olmayacağı için ekonominin gereksinmelerinin sadece TL ile karşılanması söz konusu olamayacaktır. Hep vurguladığım gibi, Türkiye’nin ve Türkiye ekonomisinin öncelikli ihtiyacı, içerideki ve dışarıdaki siyasi gerilimin düşürülmesi, toplumsal gerginliklerin, karşıtlıkları ve kamplaştırmaların sonlandırılması, ayrımcılığın bitirilmesidir. Kendi yurttaşları atasında bile keskin saflaşmalara, ayrışmalara zemin yaratan bir siyasal söylem ve iktidar yapısının, yabancı yatırımcıya ve sermayeye güven vermesi, ona ayrımcı davranmayacağına ikna edebilmesi güçtür. Hatta olanaksızdır. Bu yüzden de içeride yeterli tasarrufu olamadığı için açığını dış kaynakla telafi eden Türkiye ekonomisinin, mevcut iç ve dış siyasi koşullarda yabancı sermayeyi çekebilmesi, cezbedebilmesi söz konusu olamayacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 29 11. HÜKÜMET, DIŞARIDAN GELMESİNİ UMDUĞU KAYNAK AÇISINDAN UMUDUNU VARLIK BARIŞI’NA BAĞLAMIŞ GÖRÜNMEKTEDİR. ANCAK BU KONUDA, YETERİ KADAR GÜVEN VEREMEDİĞİ İÇİN OLSA GEREK, YENİ BİR TEBLİĞ İLE SERVET SAHİPLERİNE, DAHA GENİŞ VE KAPSAMLI TAAHHÜTLERDE BULUNMAK ZORUNDA KALDI! Maliye Bakanlığı geçen hafta bir tebliğ yayınlayarak, Ağustos ayında yasalaştırılan “Varlık Barışı” düzenlemesi için, yurt dışında bulunan, beyan edilmemiş, döviz, altın, menkul kıymet, bono-tahvil-hisse senedi ve taşınmaz mal varlığı bulunanlara, daha kapsamlı güvenceler ve garantiler verme yoluna gitti. Bakanlar Kurulu’nun 6 aylık süre uzatma yetkisine karşın, süresi 31 Aralık’ta dolacak olan Varlık Barışı kapsamında, yurt dışındaki varlıkların yurda getirilmesi için Maliye Bakanlığı’nın bir de reklam kampanyası başlatacağı açıklandı. Maliye Bakanı Naci Ağbal, bu reklam kampanyaları sonrasında, başvuruların daha da artacağını düşündüklerini söylüyor ve “Ülkeler bilgi paylaşımına gitmeden varlığınızı Türkiye’ye getirin” çağrısında bulunuyor. Bu yasa çıktığı zaman gündeme getirdiğim gibi, 2011 yılında OECD ve Avrupa Konseyi’nin öncülüğünde hazırlanan “ülkeler arası bilgi paylaşımı (ortak raporlama)” kuralları çerçevesinde, “Vergi Konularında İdari Yardımlaşma Anlaşması”, 3 Kasım 2011 tarihinde G20 Liderler Zirvesi’nde Türkiye’nin de dâhil olduğu 93 ülke tarafından imzalandı. Bu anlaşmayla artık, yurt dışında serveti, parası, dövizi, altını, varlığı bulunanlar, bunları o ülkelerin mali otoritelerine beyan etmek ve vergisini ödemek zorunda olacaklar, kaynağını da bildirmekle yükümlü olacaklar. Maliye Bakanı işte bunun için çağrıda bulunuyor ve yurt dışında varlığı olanlara “Çabuk olun, bilgi paylaşımına geçilmeden, vergi ödemek, hesap vermek, kaynağını beyan etmek zorunda kalmadan paralarınızı getirin, aklayın” diyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 30 12. MALİYE BAKANININ, “ÜLKELER BİLGİ PAYLAŞIMINA GEÇMEDEN VARLIKLARINIZI ÜLKEYE GETİRİN” ÇAĞRISI, HÜKÜMETİN DIŞ KAYNAK AÇISINDAN İÇİNDE BULUNDUĞU SIKINTILI TABLONUN EN YETKİLİ AĞIZDAN İTİRAFIDIR. BAKAN ŞEFFAF DÖNEM BAŞLAMADAN KAYIT DIŞI PARALARA YASALLAŞMA TAVSİYESİNDE BULUNMAKTADIR. Bir Maliye Bakanının, gizli varlıklarını yurt dışında tutan, ülke dışına çıkartan, vergisini ödemekten kaçınanlara “getirin, kurtulun” anlamında böyle bir çağrı yapması, hükümetin dış kaynak ve döviz açısından içinde bulunduğu sıkıntının ilanıdır. Bilgi paylaşımı anlaşmasıyla, artık ülkelerin mali otoriteleri (Maliye Bakanlığı vb. gibi) banka ve finansal kurumlardan sağladıkları bilgileri, karşılıklı olarak paylaşacaklar ve hatta karşılıklı vergi incelemeleri ve denetimler yapılacak. Bilindiği gibi AKP hükümetleri döneminde, ilk ‘Varlık Barışı’ uygulaması, küresel finansal krizin gündemde olduğu dönemde, 5811 sayılı Kanun ile 22 Kasım 2008’de kabul edildi. 2 Mart 2009’de sona eren başvurusu süresi, Temmuz 2009’da uygulamaya giren ikinci varlık barışıyla, yılsonuna kadar uzatıldı. Daha sonra, 2011 yılında çıkarılan 6111 sayılı Yasa’yla, 2008’deki 5811 sayılı Yasa kapsamında beyan edilen yurtdışında bulunan varlıklarını, süresi içinde Türkiye’ye getiremeyen servet sahiplerine, 2 Mayıs 2011’e kadar ek süre verildi. Bu düzenlemelerde Varlık Barışı’na başvuranlardan, yurtiçi varlıklar için yüzde 5, yurtdışı varlıklar için yüzde 2 vergi alındı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 31 2013 yılında ise bu kez AKP hükümeti, sadece yurtdışı varlıkları kapsayan varlık barışını, 29 Mayıs 2013’te 6486 sayılı Kanun ile yürürlüğe koydu. Bu düzenlemede de yüzde 2 vergi vardı. Gelir İdaresi Başkanlığı 10 Şubat 2010 tarihinde yaptığı açıklamada, 2008’deki varlık barışında, toplam 64 bin 567 beyannameyle 48,3 milyar liralık matrah elde edildiğini kaydetti. Ödenmesi gereken vergi ise 1,6 milyar lira olarak açıklandı. 2013 yılındaki barışın sonuçları Gelir İdaresi tarafından resmi olarak açıklanmadı. O dönemde Maliye Bakanı olan Mehmet Şimşek, 69,8 milyar liralık varlık beyan edildiğini, 1,4 milyar lira vergi tahakkuk ettirildiğini açıklamakla yetindi. Bunlar, Maliye’nin resmi kayıtlarına yansımadı. Dolayısıyla beyan edilen varlıkların önemli bölümünün kâğıt üzerinde kaldığı, beyan edildiği halde getirilmediği, tahakkuk ettirilen vergi tutarının da büyük kısmının tahsil edilemediği yönünde, yaygın bir şekilde medyaya da yansıyan bilgiler, Maliye Bakanlığı tarafından yalanlanmadı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 32 13. AKP’NİN DÖRDÜNCÜSÜNÜ UYGULAMAYA KOYDUĞU VARLIK BARIŞI’NDA GETİRİLEN DÜZENLEMELER VE MALİYE BAKANLIĞININ YAYINLADIĞI TEBLİĞ, ADETA HÜKÜMETİN HER TÜRLÜ KAYNAĞI BELİRSİZ SERVETİN, GERİYE DÖNÜK HİÇBİR İNCELEME YAPILMAYACAĞI TAAHHÜDÜNDE BULUNARAK, GETİRİLMESİNİ AMAÇLAMAKTADIR. Maliye, bu kez kanımca geçmişteki bu sonuçlardan da yola çıkarak, 130 milyar dolara ulaştığı kaydedilen, yurt dışı servetlerden vergi talep etmiyor. Herhangi bir beyanname talebi de yok. Sadece bir form doldurmak ya da bir dekont veya makbuz ibraz etmek yeterli. Servet sahibinin kendisinin bildirmesine de gerek yok. Bir başkasını yetkilendirebiliyor ya da vekalet verebiliyor. Hiçbir sorgu, sual, inceleme, hesap sorma, kaynağın beyanını talep etme, kazancın nereden geldiğini, kara para olup olmadığını, uyuşturucu, silah kaçakçılığı vb. yollarla elde edilip edilmediğini soruşturma yok. Ne Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), ne vergi dairesi, ne bankalar, ne Sermaye Piyasası Kurulu, ne BDDK hiç birisinin inceleme yapmayacağı, soruşturma açmayacağı, geriye dönük bir takibin söz konusu olmayacağı taahhüt ediliyor. Asıl önemlisi, tüm getirilecek olan paralarla ilgili, form, dekont, makbuz vb. bilgiler “sır kapsamına” alınıyor ve açıklanmayacağı, hiçbir şekilde bilgi verilmeyeceği güvencesi veriliyor. Yani Bilgi Edinme Hakkı Yasası başta olmak üzere, yukarıda sıraladığım gibi pek çok yasa düzenlemesi, kurumsal yetkiler vb. bu tebliğ kapsamında askıya alınıyor, geçersiz kılınıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 33 Tebliğe göre, yurt dışındaki döviz, altın, menkul kıymet, mücevher gibi nakdi ve menkul varlıklarını, gayrimenkul, taşıt, yat, gemi vs. tüm taşınmazlarını, nakde çevirerek, 31 Aralık 2016’ya kadar Türkiye’ye getiren gerçek ve tüzel kişiler, bu varlıklarını hiçbir yükümlülük altına girmeksizin serbestçe tasarruf edebilecek. Varlık barışına daha önce başvurmamış kişiler için de özel bir “Form” olanağı getiren yeni tebliğ, önemli tavizler, taahhütler içeriyor. Gerçek ve tüzel kişilerin, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının, banka veya aracı kurumlara bildirmesinde, yurtdışındaki ilgili kurum veya kuruluştan alacakları dekont ya da makbuzu beyan etmeleri “yeterli” görülecek. Yurtdışında sahip olunan varlıklar, Türkiye’ye getirildiği veya bildirildiği tarih itibarıyla, örneğin TL ise nominal değer, altın ise rayiç bedel ve döviz ise TCMB döviz alış kuru üzerinden değerlendirilerek tutarı belirlenecek. Varlık barışından yararlananlar ve bunların kanuni temsilcileri hakkında, sırf bu işlemin yapılmış olmasından dolayı ve bu işlemden hareket edilerek, hiçbir şekilde vergi incelemesi ve vergi tahakkuku ve tahsili, herhangi bir araştırma, inceleme, soruşturma veya kovuşturma yapılamayacak, vergi cezası ve idari para cezası kesilemeyecek. Bütün bunlara ilave olarak, Hükümet, Maliye Bakanlığı tebliğiyle, varlığını getirecek olanlara şu vaatlerde ve taahhütlerde bulunuyor: 1-Türkiye’ye getirilen varlık sebebiyle, geçmişte elde edilmiş olabilecek kazançlar ve kaynaklar nedeniyle, geçmişe dönük bir vergi incelemesi yapılmayacak, bilgi de talep edilemeyecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 34 2-Getirilen varlık veya bunlara ilişkin bildirimler, mevzuattaki diğer düzenlemeler bakımından herhangi bir araştırma, inceleme veya soruşturma kapsamında değerlendirilemeyecek. 3-Varlığı getirenin tüzel kişi (Şirket, kurum vb.) olması halinde, sırf getirilen bu varlıklar nedeniyle, bu tüzel kişinin kanuni temsilcileri, ortakları ve vekilleri ile bunların ortak oldukları şirketler hakkında da inceleme ve ceza uygulanmayacak. 4-Getirilen varlıklar nedeniyle, bunu getiren gerçek kişinin yönetiminde bulunduğu veya ortak olduğu şirketler de, benzer şekilde korunacak. Herhangi bir denetim, inceleme, soruşturma yapılmayacak. 5- Yurda getirilen varlıklar ve bu varlıklara ilişkin bildirim formlarında, dekont ve makbuzlarda yer alan “bilgiler ve diğer belgeler ilgili yasalara uygun sır ve mahremiyet” kapsamında değerlendirilecek, hiçbir şekilde açıklanmayacak. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 35 14. BİR YANDA TAKSİTİNİ ÖDEYEMEYEN MÜKELLEFİN YAPILANDIRMASININ İPTAL EDİLECEĞİ, GEÇMİŞ FAİZİYLE BİRLİKTE GERİYE DÖNÜK TAHSİLİ YOLUNA GİDİLMESİ TEHDİDİ GÜNDEMDE İKEN, DİĞER YANDA 31 ARALIK’A KADAR SERVETİNİ GETİRMEYENLERE İLAVE SÜRE TANINACAĞI SÖZÜ VERİLMEKTEDİR. 25 Kasım’da başvuru süresi ve 30 Kasım’da ilk taksiti ödeme zorunluluğu süresi dolan Vergi ve SGK Borçlarının Yapılandırılmasında; anapara borcu silinmedi. Faiz indirimi yapılıp, katsayı ve enflasyon farkı uygulamasıyla bu indirim de sıfırlandı. Vergi Barışı ile Varlık Barışı kıyaslandığında, mükellefler arasında ciddi bir ayrımcılık, yükümlülükler açısından farklılıklar söz konusudur. VARLIK BARIŞI’NDA Ülkede kazandığı paraları, yasal ya da yasadışı yollardan elde ettiğine bakılmaksızın ülke dışında tuttuğu servetini getirecek olanlara, olağanüstü ayrıcalıklar, avantajlar, güvenceler, garantiler sağlanıyor. Bankalar da dahil tüm denetim ve inceleme kurumları, “devre dışı” bırakılarak, sadece bir form ya da makbuzun yeterli olacağı, tüm bilgilerin “sır ve mahremiyet” kapsamında olacağı taahhüt ediliyor. Serveti yurt dışında, kazancını beyan dahi etmemiş, vergisini ödememiş, nasıl kazandığının hesabını vermemiş mükellefe “yeter ki paranı getir, tek kuruşun hesabını bile sormayacağım” sözü veren bir Maliye… ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 36 VERGİ BARIŞI’NDA Kaydını, bildirimini düzenli olarak yapan, istihdam yaratan ancak ülkenin mevcut ekonomik darboğazında vergisini, işçisinin SGK primini ya da kendi Bağ-Kur primini ödeyemeyen 13 milyonu aşkın “borçlu mükellef” yapılandırma adı altında geçmiş ve bugünkü borçlarını taksitle ödeme koşuluyla bir imkândan yararlanmaya çalışıyor. Yapılandırma taksitini ödeme güçlüğüne düşen mükellefe anında “ehaciz” uygulamasına gidilerek, tüm banka hesabı, borcunu aşan kısmı da dahil olmak üzere, hesabındaki tüm parası bloke edilerek, kullanım olanağı ortadan kaldırılıyor. Beyan ettiği halde, ödeyemediği kazancının vergisini, prim borcunu ödemek için dürüstçe, Maliye ile anlaşma ve yapılandırma yoluna giden mükellefe “iki taksitini ödemezsen, yapılandırmanı sonlandırırım” diyen bir Maliye… 30 Kasım tarihi itibariyle oluşan vergi dairesi sistemlerinin aşırı yoğunluk sonucunda, borçlarının ilk taksitini ödeyemeyen mükelleflere, oluşan mağduriyet konusunda, ilk taksit ödeme tarihlerinin ertelenip ertelenmeyeceği veya vatandaşlara ek süre verilip verilmeyeceği konusunda ise henüz net bir açıklama yapılmadı. Gerçekleştirilen yeni yapılandırmaların hem devlete hem de mükelleflere ciddi kazanımlar sağlaması gerektiğini düşünüyorum. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 37 15. CUMHURBAŞKANI, RUSYA, ÇİN VE İRAN İLE ULUSAL PARALAR ÜZERİNDEN TİCARET YAPILMASINI ÖNERDİ. DAHA ÖNCE DE BU KONU PEK ÇOK KEZ GÜNDEME GETİRİLMİŞTİ, HAYATA GEÇEMEDİ. BU SENARYOLAR YÜKSELEN KRİZ DALGASINA KARŞI MİLLİ DUYGULARI KULLANARAK, ÇARESİZ BİR RÜZGÂR YARATMA ÇABASIDIR! Cumhurbaşkanının gündeme getirdiği, Rusya, Çin ve İran ile ulusal paralar cinsinden ikili ticaret konusu yakın dönemde hayata geçmesi ve yürümesi olanaksız görünmektedir. Türkiye ile Rusya arasındaki ticaretin Dolar yerine Ruble ve TL kullanılarak yapılabilmesinin koşullarına ve ekonomik zeminine baktığımızda, 24 Kasım 2015’teki savaş uçağı krizinden sonraki gelişmeleri ve ticari ilişkilerdeki kötüleşmeyi bir kenara bırakacak olursak, ikili ticaret ortalama 25-30 milyar dolar arasında değişmektedir. Türkiye Rusya’dan ağırlıkla doğal gaz olmak üzere 19-22 milyar dolar arasında ithalat yapmakta buna karşılık, yaş sebze meyve, müteahhitlik hizmetleri, tekstil ürünleri makine-teçhizat, yedek parça vb. olmak üzere 6-8 milyar dolar arasında değişen düzeyde ihracat yapmaktadır. Dolayısıyla ilişkilerin normal seyrettiğini varsaydığımızda bile TürkiyeRusya ticaretinde, Türkiye aleyhine yıllık 19-22 milyar dolar arasında değişen bir dış ticaret açığı söz konusudur. Gerek TL gerekse Ruble aynı zamanda “konvertibl” paralardır. Yani uluslararası ticarette kullanımı söz konusu olan, kambiyo rejimleri dışa açık ülke paralarıdır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 38 Yıllar önce ANAP döneminde 32 sayılı kambiyo rejimi kararı değişikliğiyle TL konvertibiliteye geçtiğinde algı TL’nin tüm dünyada geçerli para olacağı yönündeydi. Ancak bir paranın uluslararası düzeyde kabul görmesi, talep doğurması için paranın güvenilir, değerli, tüm dünyada geçerli, istikrarlı vb. niteliklerinin olması gerekmektedir. Bunu daha da etkili ve olumlu kılan unsur ise bir ülke parasının, diğer ülkelerin merkez bankalarınca “rezerv para” olarak kabul edilmesidir. Bugün Çin Merkez Bankası bile Yuan dışında en büyük rezerv para olarak, 2 trilyon dolara yakın dolar stokuna sahiptir. Doların dışında, Euro, İsviçre Frankı, İngiliz sterlini, kısmen Japon yeni rezerv para olarak kabul görmektedir. IMF son olarak, Çin Yuan’ını da “rezerv para” statüsüne aldı. Oysa Rus Rublesi ve TL konvertibl olan ancak, rezerv para olarak kabul görmeyen ulusal paralardır. İki ülke arasındaki ticaret ulusal paralarla yapılsa bile, Rusya’nın Türkiye’ye yaptığı 19-22 milyar dolarlık ihracat karşılığında TL kabul etmesi söz konusu olmayacaktır. Nedenine gelince, Rus Merkez Bankası bu kadar TL’yi Rusya’nın üçüncü ülkelerden yaptığı ithalatta, dolar ya da Euro yerine kullanma olanağına sahip olamayacaktır. Karşı taraf merkez bankası, Rusya’dan ödemeyi TL ile değil, dolar ya da Euro ile yapmasını isteyecektir. Bu durumda Rusya Merkez Bankası belki de hiç kullanamayacağı 1922 milyar dolar karşılığı bir TL rezervini kasasında tutmaya rıza göstermeyecektir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 39 Türkiye açısından ise Rusya’ya yapılan 6-8 milyar dolarlık bir ihracatı ya da bu tutarda bir ithalatı TL veya Ruble ile yapmak, 2015 yılında 143,9 milyar dolarlık ihracat, 207,1 milyar dolarlık ithalatla 351,1 milyar dolara ulaşan toplam dış ticaret hacmi içersinde döviz ihtiyacına çare olabilecek bir tutar değildir. Kaldı ki Türkiye açısından da rezerv para niteliğinde olmayan milyarlarca rublelik Rus parasını merkez bankası kasasında tutmanın, ekonomik bir mantığı olmadığı gibi, bu paranın üçüncü ülkelerle ticarette kullanılması da söz konusu olamayacaktır. Ulusal paralarla ikili ticaretin işlerlik kazanabilmesi için iki ülkenin birbiriyle ticari ilişkilerinde dengeli bir durum, birbirine yakın ihracat ve ithalat tutarları gerekmektedir. Türkiye ile Rusya ticaretinde Türkiye aleyhine böylesine açık ara bir fark söz konusu iken, Rusya’nın bu açığın TL ile ödenmesini kabul etmesini beklemek ve içeride kamuoyuna bu öyküyü anlatmak, halkı aldatmaktan başka bir şey değildir. Rusya ile Çin arasında ticaretin ulusal paralarla yapılmasını öngören bir anlaşma ve yaklaşım mevcuttur. Ancak burada dile getirdiğim gibi, iki ülkenin birbirine olan ihracat ve ithalatları yaklaşık tutarlardadır ve Rusya, Çin’in en büyük enerji tedarikçisidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı değerlendiren İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, “Türkiye’nin çağrısı kısa vadeli olmayıp planlanmış uzun vadeli bir plan ise olumlu bir çağrıdır. Türkiye bu konuda ciddi ise işbirliğini başlatabiliriz” açıklamasında bulundu. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 40 16. TL’Yİ DEĞERSİZ KILAN HÜKÜMETİN 15 YILDIR DOLARİZASYONU DESTEKLEYEN EKONOMİ POLİTİKALARI, DÖVİZLE KAMU ALIMLARI, DÖVİZLE MEGA PROJELER, ÖZELLEŞTİRMELER, VB. UYGULAMALARIDIR. TL’YE GÜVENİ YOK EDEN, DÖVİZE YATIRIMI CAZİP VE GÜVENLİ KILAN BU POLİTİKALARDIR. Türkiye ekonomisinde dolarizasyonu, yani dolara endeksli yaşamı gündeme getiren de bu düzeye ulaşmasına zemin hazırlayan da 15 yıldır uyguladığı para, döviz, faiz politikalarıyla, bizzat AKP iktidarının kendisidir. ABD Merkez Bankası’nın parasal genişleme programıyla küresel piyasalarda bollaşan ve ucuzlayan dolar kurunun ilanihaye bu şekilde süreceği anlayışıyla, ucuz dolar, değerli TL politikası izlendi. Özel sektör ve finans kesimi dövizle yurt dışından borçlanmaya özendirildi, adeta teşvik edildi. İçeride değerli tutulan TL ve faiz politikalarıyla şirketler, işletmeler, bankalar yurt dışından daha ucuza dövizle borçlanarak kaynak ihtiyaçlarını sağladılar. Tüm özelleştirmeleri dolar ya da Euro, TMSF’nin tüm el koyduğu varlık satışlarını dövizle yapan, çok övündükleri mega projelerdeki Yap-İşlet-Devret anlaşmalarını, köprü geçişinden, elektrik dağıtım özelleştirmelerinde elektriğin kilovatsaatini bile dolarla - euro ile belirleyen hükümetin kendisidir. Başbakan Binali Yıldırım, “Suriyelilere 25 milyar doların üzerinde harcama yaptık, pişman değiliz” demektedir. (5 Kasım 2016, ‘Göç ve mülteciler’ konulu Asya ülkeleri siyasi partiler uluslararası konferansındaki konuşması) ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 41 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriyelilere yapılan harcamaları anlatırken bile, bu harcamalar Türkiye bütçesinden yapıldığı halde, sanki Türkiye’nin bütçesi dolar üzerinden belirleniyormuşçasına, “Suriyelilere 15 milyar dolar harcadık” demektedir. (25 Kasım 2016, KADEM Adalet ve Kadın Kongresi'ndeki konuşması) Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında rakam anlaşmazlığı ve hiç de ihmal edilemeyecek 10 milyar dolarlık bir fark söz konusudur. Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osmangazi Köprüsü ve İzmit-Bursa Otoyolu, devam eden 3. Havaalanı ve diğer “Mega projelerin” hazineye getirdiği yük, verilen taahhütler, devlet ve hazine garantileri, araç ve yolcu sayısı garantileriyle gelecek 20-30 yıla dönük olarak 2730 milyar dolar arasındadır. Hükümet, Cumhurbaşkanı “TL’ye dönüş” kampanyasına yönelmiş olsa da; mevcut mega projelerin gelecek yıllarda, hazineye, devlete, tek tek hepimize ve gelecekte çocuklarımıza yüklediği ve her gün TL karşılığı artan bir borç yükü gündemdedir. TMSF’nin bundan sonra satışlarını TL ile yapma kararı, Borsa İstanbul’un varlıklarını TL’ye çevirme açıklaması, zorunlu olmadıkça kamu ihalelerinin TL üzerinden yapılmasını içeren yönetmelik değişiklikleri günü kurtarmaya dönük önlemlerdir. Türkiye’nin üzerine bindirilen döviz borcu yükümlülükleri karşısında “deryada damla” mertebesindedir. Cumhurbaşkanının son dönemde sıklıkla vurguladığı AB’ye alternatif arayışları ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) seçeneği de bu açıdan ekonomik tablonun ne kadar gerçekçilikten uzak değerlendirildiğini göstermektedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 42 Türkiye’nin 2015 yılı verileriyle 143,9 milyar dolarlık toplam ihracatı içinde AB’nin 63,9 milyar dolar, ŞİÖ ülkelerinin payı, 8,6 milyar dolardır. İthalatta da, AB’den yapılan 78,6 milyar dolarlık ithalata karşılık, ŞİÖ’den yapılan ithalat, 53,3 milyar dolardır. AB’ye karşı verilen dış ticaret açığı, 14,6 milyar dolar iken, ŞİÖ’ye karşı verilen açık 44,6 milyar dolardır. Bu tabloya bakıldığında, AB’nin 78,6 milyar dolarlık ihracat bedelinin Euro dışında, TL ile ödenmesini kabul etmesi söz konusu olmayacağı gibi, ŞİÖ ülkelerinin de Türkiye’ye yaptıkları 53,3 milyar dolarlık ihracatın karşılığını TL olarak almayı kabul etmeleri, hayalin de ötesinde, gerçekliklerle bağdaşmayan bir beklentidir. Bu tablo bile, AB ile ŞİÖ’nün, daha önceki değerlendirmelerimde dile getirdiğim gibi siyasi ve askeri bir alternatif olamamasının ötesinde, ekonomik açıdan AB’ye bir alternatif olması hiç de söz konusu değildir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 43 17. 7 HAZİRAN SEÇİMLERİ SONRASINDA, ERKEN SEÇİM DİYE ORTAYA ÇIKIP, AKP İLE KOALİSYONA KAPILARI KAPATAN MHP’NİN, ŞİMDİ BAŞKANLIK İÇİN ÇOK İSTEKLİ BİR TAVIR SERGİLEMESİ, PERDE ARKASINDAKİ PAZARLIKLARDA NE VAATLERDE BULUNULDUĞUNUN SORGULANMASI GEREKMEKTEDİR! 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nin akşamında ilk olarak “yeniden seçim” talebiyle ortaya çıkan, erken seçim çağrısını gündeme getiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu. Hiçbir koalisyonun içinde yer almayacaklarını ilk günden ilan ederek kapıları kapatan Bahçeli ve MHP, tek başına iktidarı yitiren AKP’ye kapıları kapatarak, 1 Kasım’a giden ve yeniden AKP’ye tek başına iktidar yolunu açan parti oldu. 1 Kasım öncesi kurulan seçim hükümetine Bakan verilmesi konusunda, fire veren tek partinin de MHP (Tuğrul Türkeş) olduğunu hatırlatmak isterim. 7 Haziran sonrasında, AKP’nin başlattığı “sözde” koalisyon arayışlarıyla devreye sokulan istikşafi oyalama sürecinin yollarına taşları döşeyen de MHP oldu. Partimizle ve HDP ile olası bir geniş tabanlı koalisyon seçeneğini de en baştan reddederek, “TBMM’nin bir tarafını flu görüyoruz” diyen Bahçeli ve MHP’nin bu yaklaşımları, bizzat Erdoğan’ın planlarına destek sağladı. Hiçbir seçeneği tartışmayacağını ilan ederek, o dönemden bugüne gelinen aşamada, başrolü üstlenen MHP, şimdi “AKP-MHP Başkanlık Koalisyonu” için en istekli görüntüyü sergiliyor. MHP’nin, o dönemde tüm kapıları kapatarak reddettiği koalisyonu, bir yıl sonra, Başkanlığı gündeme taşıyarak, resmen olmasa da “fiilen” gerçekleştirdiği bu siyasi sürecin perde arkasında, çok ciddi pazarlıkların, mutabakatların, karşılıklı vaatlerin olduğunu düşünmekteyim. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 44 MHP’ye yakın bazı yazarların gündeme getirdiği, olası Başkanlık durumunda Bahçeli’ye Başkan Yardımcılığı verileceği, MHP’lilere kamu bürokrasisinde 50 bin kadro tahsis edileceği vb. pazarlıklara inanmak istemiyorum. Türkiye’nin kaderi, parlamenter sistemin ve ülkenin geleceği, bir genel başkana koltuk ve unvan vaadi ya da bir partinin üyelerine memuriyet vaadi karşılığında teslim edilemez. Bahçeli’nin ve MHP’nin böyle bir çirkin pazarlığın içinde olacağını, böylesi vaatlere rıza göstereceğini sanmıyorum. Ancak yine MHP’ye ve Bahçeli’ye yakın bazı yorumcuların gündeme getirdiği; AKP’nin erken seçim şantajıyla, MHP’nin buna razı olduğu, AKP’nin ilkbaharda erken seçime giderek, MHP ve HDP’yi baraj altına itip, TBMM’de istediği çoğunluğu tek başına alarak, tüm hedeflerini gerçekleştireceği, Bahçeli’nin siyasi dehası ile bu planı bozduğu, Türkiye’yi kurtardığı” şeklindeki değerlendirmeler bir ölçüde dikkate alınabilir! 1 Kasım seçimleri sonrasında, olağanüstü kongre girişimleriyle karşı karşıya kalan, AKP’nin yargı desteğiyle, bu süreci atlatan MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin önüne bir bedel, diyet konulduğu söylenebilir. Başbakan Yıldırım’ın, bu hafta TBMM’ye sunulacağını açıkladığı sınırlı anayasa değişikliği paketi üzerinde mutabık kalındığı dile getirildi. Gerek Başkanlık gerekse “Partili Cumhurbaşkanı” konusunda Bahçeli’nin seçim meydanlarında, Parti grubunda, basın açıklamalarında dile getirdiği görüşlerini ve ortaya koyduğu sert siyasal muhalefeti yinelemek istemiyorum. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 45 O zaman şu bir-iki ayda neyin değiştiği, MHP-Bahçeli tavrının bu derece değişebilmesinin ardında ne olduğunun sorgulanması, aydınlatılması gereklidir. Öyle ki, bu pazarlığa tepki gösteren, anayasa değişikliğine oy vermeyeceğini açıklayan MHP’li vekilleri ihraca kadar varan bu tavır değişikliği ve AKP desteği arkasında ne olabilir? Geçmişte siyaseti yeniden dizayn için yaşanan bazı olaylar, MHP üst yönetimine yönelik, kaset şantajları anımsandığında, o olayları FETÖ’ye yıkan AKP ve Cumhurbaşkanının, şimdi benzer yöntemleri MHP üzerinde uygulayıp uygulamadığı sorusu doğal olarak ve sürecin gösterdiği değişimdeki hızlı akışın sonucu olarak akıllara gelmektedir. MHP’nin önde gelen bazı isimleri ile eski bakan ve milletvekillerinden oluşan, merhum Alpaslan Türkeş’in yakın çalışma arkadaşlarının aralarında yer aldığı isimlerin Bahçeli’ye gönderdiği ve kamuoyuna da açıklanan “açık mektupta” dile getirilen eleştiri ve öneriler, ortaya konulan değerlendirmeler dikkat çekicidir. Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin durup dururken ‘Erdoğan hukuka uymadığına göre, hukuku Erdoğan’a uyduralım’ anlamındaki teklifi ile sözde ‘Başkanlık Sisteminin!’ yeniden gündeme getirildiği. Dile getirilen açık mektupta; “Tek kişiyi egemen kılan bu sistemin, ülkemizi despotizme ve bölünmeye götüreceğini düşünüyoruz. Böylece rejim de egemenlik de gizlice el değiştirmiş ve bir kişiye teslim edilmiş olacaktır. Türk Milleti ve Devletinin egemenliği, kim olursa olsun bir kişiye teslim edilemez. Üstelik bu kişi, bir ve bütün olan Türk Milleti’ni etnisitelere ve mezheplere ayrıştırıp, devlete ortak yapmaya uğraşan; Habur, Oslo, İmralı ve Dolmabahçe mutabakatlarından tanıdığımız kişi ise… Ülkemizin bölücü PKK, PYD, YPG, IŞİD, FETÖ gibi terör örgütleri tarafından, içerden ve dışardan kuşatılmasının baş sorumlusu ise!” denilmektedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 46 MHP’nin kurucu lideri Alpaslan Türkeş’in dile getirdiği Başkanlık modeli ile bugün MHP’nin destek vermeyi gündemine aldığı “Türk Tipi Partili Cumhurbaşkanlığı” sisteminin tamamen birbirine zıt olduğu, Türkeş’in de Başkanlığı savunduğu tezlerinin gerçeklerin çarpıtılması anlamına geldiği vurgulanan mektupta, şu hatırlatmaya yer verilmektedir: “Sözde ‘Başkanlık Sistemi’ ile rahmetli Genel Başkanımız Alparslan Türkeş’in 1969’da ve 1996 bütçe görüşmelerinde bahsettiği ‘Başkanlık Sistemi’nin hiçbir ilgisi yoktur. Türkeş 1969’da,’Milli Devlet, Güçlü İktidar’ için bu sistemi önermiştir. 1996 bütçe konuşmasında da; ‘Başkanlık Sistemi ya da asli devlet görevleri arasında yer alan emniyet ve eğitim hizmetlerinin mahalli idarelere terki veya ademi merkeziyet anlamına gelecek usullerle değil; mevcut sistemin aksaklıklarının yine sistemin kendi yapısı içerisinde gidererek, ahenk ve uyumu temin edecek bir anlayışı hâkim kılarak sağlanmalıdır’ demiştir. Türkeş, ‘ademi merkeziyeti (özerklik) ‘reddetmekte ve ‘mevcut sistemin (Parlamenter rejim)aksaklıklarını, yine sistemin kendi yapısı içerisinde gidermekten’ bahsetmektedir. Yargı ve ordu gibi kurumların ‘vesayet’ altına alındığı, anayasanın 132 defa değiştirildiği halde, Başbakanın ‘vesayet Anayasası değişecek’ ısrarının anlamı ne olabilir? ‘ Türk Milleti, egemenliğini seçtiği temsilcileri aracılığıyla ve halk oylaması yoluyla kullanır’ şeklindeki AKP teklifinin yasalaşması değil midir? Bu durumda, milletvekilleri gibi Başkanda seçilmiş olacağından, Meclis çoğunluğu ile birlikte egemenliği kullanarak; yasama, yürütme ve yargının yerine Başkan geçmiş ve Türkiye tek bir kişiye teslim edilmiş olacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 47 Meclis çoğunluğu ile dar bölge gibi seçim sistemi ve iki partili düzene geçilebilir, bir parti Meclis’te anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşabilir, böylece ‘çok ortaklı devlet’ kurma emeli gerçekleşebilir. Malum; Pazarlıklarla da özü değişmeyen sözde ‘Başkanlık Sistemi’, BOP çerçevesinde Türkiye’yi dönüştürme’ projesidir. Hedefte ‘millî egemenliğimizin’ gaspı vardır; bu toptan yıkıma asla izin verilmemeli ve mutlaka HAYIR denilmelidir.” MHP tabanında, meclis grubunda ve MHP’nin eski deneyimli, duayen isimlerinde de rahatsızlık yarattığı ortaya çıkan bu desteğin anlamı, kanımca AKP teklifinin TBMM’ye gelmesi, değişiklik metninin somut olarak ortaya çıkması ve TBMM’de yapılacak görüşmelerde ortaya konulacak tavır ile bir ölçüde de olsa açıklık kazanacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 06 ARALIK 2016 48