ORTADOöU SU POLøTøKALARININ TÜRKøYE’DEKø SÜRDÜRÜLEBøLøR KALKINMA ÜZERøNDEKø ETKøSø METE CÜNEYT OKYAR Kafkas Üniversitesi øøBF øktisat Bölümü, KARS e-mail: alo131@yahoo.com ÖZET Dünya toplam su rezervinin %98’i kutuplarda kullanılmaz halde bulunmakta ve ancak %1’i, insan ihtiyacına uygun niteliktedir. Kaynak da÷ılımındaki dengesizli÷e ra÷men son 25 yılda toplam su tüketiminin, %400’e yakın bir artıú gösterdi÷i söylenebilir. Türkiye ile Suriye ve Irak arasında soruna neden olan su kaynaklarının baúında Dicle ve Fırat nehirleri gelmektedir. Fırat Nehri toplam suyunun %88’i Türkiye, %12’si ise Suriye topraklarından kaynaklanmaktadır. Dicle Nehri su potansiyelinin %52’si Türkiye, %48’lik kısmını da Irak’tan almaktadır. Suriye; her iki nehre toplam katkısı en düúük ülke oldu÷u halde, su konusunda en fazla problem yaratan devlettir. Üstelik Lübnan’da Bekaa Vadisi’nden do÷up Hatay’dan geçerek Samanda÷ı yakınlarında Akdeniz’e dökülen Asi Nehri’ni kendi ulusal suyu olarak görmekte, istedi÷i gibi kullanmaktadır. Yaz aylarında iyice azalan suyu kesip; kimyasal atıklarla kirleterek, Amik Ovası’ndaki tarıma büyük zarar vermektedir. Araútırmanın ilk bölümünde, Aras ve Meriç nehirlerinin de dahil oldu÷u uluslararası sular ile ilgili analiz yapılmaktadır. Araútırmanın ikinci bölümünde; su politikaları konusuna uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde bakılmakta, bu ba÷lamda su meselesindeki ilk yazılı metin olan 21 Ekim 1921 tarihli Ankara øtilafnamesi, Lozan Antlaúması, Türkiye-Fransa Dostluk ve øyi Komúuluk Sözleúmesi, Türkiye ile Irak arasında 29 Mart 1946’da imzalanan Dostluk ve øyi Komúuluk Antlaúması maddeleri yorumlanmıútır. Araútırmanın son bölümünde; su meselesinin sürdürülebilir kalkınma üzerindeki etkisinin analizi, 1964 yılı Keban Barajı’nın yapımı ile baúlatılmıútır. Gerçekte Keban Barajı havzadaki su miktarını de÷iútirmeyecek; tam tersi Fırat Nehri sularının %70’ini düzenleyerek, her iki ülkedeki depolama tesislerine olumsuz etkisi olmayacak bir proje idi. Üstelik Türkiye, 1964’ten itibaren Suriye’ye saniyede 350 metreküp taahhüt etmiú ve sözünde durmuútur. 1980 yılında hayata geçirilen Güney Do÷u Anadolu Projesi (GAP), özellikle Suriye ile olan sorunları zirveye çıkarmıútır. Türkiye’de kalkınmanın sürdürülebilirli÷i üzerine günümüze kadar gerçekleúen kurumsallaúma süreci hakkında özet bilgi verilmekte; daha sonra bu sürece katkı sa÷laması beklenen proje yönetimleri kapsamında, su politikalarının öneminin anlaúılabilmesi için örnek bir model analiz edilmektedir. Anahtar Sözcükler: Su potansiyeli ve tüketimi, uluslararası hukuk, sürdürülebilir kalkınma, proje yönetimi ABSTRACT Total water reserve of world is nearly present at the poles (%98 percentage) and the other part of %1 percentage is optimum quality for men usage. Although imbalance in distribution of resources; during last 25 years, it can be said that consumption of water is increased approxiamately %400 percentage. Dicle and Fırat Rivers are the biggest problems between Syria, Iraq and Turkey countries. Fırat River’s total water of %88 part comes from Turkey and the other part (%12) comes from Syria land resources. On the other hand, Dicle River’s is %52 Turkey and %48 Iraq respectively. Despite its addition to land resources the worst, Syria usually makes problems about distribution. It also uses Asi River as if its own national river and this makes big harm in agriculture of Amik Land in Turkey. In the first chapter of this research, analysis about international waters including Aras and Meriç Rivers is done. In the second chapter, politics about waters is discussed by using international law rules. By the way; beginning from the first written text, several international contracts are examined. At the last part of research, the effects of water problems on sustainable development is discussed. The beginning of its history is the construction of Keban Barrage in 1964. In fact, Turkey promised to give 350 cubic meters of water to Syria and there was never problem about this promise since then. After this construction, the Project of South-Eastern Anatolia was the main problem between Syria and Turkey since 1980. At the end of this research, an example model of sustainable development is told. By the way, it is thought that water politics problem can easily be understood by the reader. Keywords: Potential of water resource and its consumption, international law, sustainable development, project management ______________________________________________________________________________________________ GøRøù Dünya toplam su rezervinin ancak yüzde biri, insan ihtiyacına uygun olan tatlı su özelli÷i taúımaktadır. Birleúmiú Milletler Gıda Teúkilatı'nın de÷erlemelerine göre, dünya toplam su rezervinin yüzde 2,6'sını oluúturan tatlı suların yüzde 98'i kutuplarda kullanılmaz haldedir. Su tüketiminde son 25 yılda yüzde 400'lük bir artıú görülmektedir (Özey, 1997, a). Bilim adamlarının tespitine göre dünyada 26 adet su yoksulu ülke vardır ve bunlardan 9'u Ortado÷u ülkesidir. Su yoksullu÷u sınırı ise yılda kiúi baúına düúen 1000 metreküp olarak tanımlanmaktadır (Tomanbay, 1998a). Türkiye'nin su zengini bir ülke oldu÷una dair yaygın bir inanç vardır. Ancak su zengini bir ülkede kiúi baúına yıllık su tüketimi ortalama 10.000 metreküp olarak kabul edilmektedir. Bu miktar Türkiye’de 1830, su fakiri oldu÷unu iddia 193 eden Suriye'de 2362, Irak'ta ise 5192 metreküptür. Bu durumda Türkiye’nin su zengini olmadı÷ı söylenebilir (Keneú, 2002, a). Araútırmanın ilk bölümünde, uluslararası ve sınır aúan su kavramları tanımlanmakta ve aralarındaki farklar üzerinde durulmaktadır. Araútırmanın ikinci bölümünde, tanımlanmıú sular ile ilgili problemlerin çözümü amacıyla uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde hangi geliúmelerin yaúandı÷ı tespit edilmektedir. Araútırmanın üçüncü ve son bölümünde; su politikaları ile ilgili sorunların, sürdürülebilir kalkınma üzerindeki etkisi incelenmektedir. Bu ba÷lamda öncelikle Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma kavramının geliúimi hakkında kısa bir özet verilmiútir. Daha sonra, günümüzde sürdürülebilir kalkınmanın sa÷lanması noktasında temel önem teúkil eden “proje yönetimi” kavramının içeri÷i hakkında ayrıntılı yorum yapılmaktadır. Araútırmanın son bölümünde, konu ile ilgili gelecekte yapılması muhtemel tartıúma baúlıkları gündeme getirilmektedir. Sonuç kısmı ile araútırma son bulmaktadır. 1. ORTADOöU SU POLøTøKALARI AÇISINDAN TÜRKøYE VE KOMùULARI Türkiye'nin dahil edildi÷i savaú senaryolarında sorunun temel dayana÷ını uluslararası su veya sınır aúan sular oluúturmaktadır. Her iki kavram arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Birincisi, iki farklı devletin topraklarında yer alan ve arada sınır oluúturan sulardır. økincisi ise, bir devletin sınırları içinde do÷an ve baúka devletin sınırlarına geçip buralarda aktıktan sonra denize dökülen sulardır. Birleúmiú Milletler Teúkilatı Uluslararası Hukuk Komisyonu'nun hazırladı÷ı "Uluslararası Su Yollarının Ulaúım Dıúı Amaçlı Kullanımları Kanunu Hakkındaki Sözleúmesi" tasarısı; Birleúmiú Milletler Genel Kurulu'nda 1997 Mayıs'ında oylanarak kabul edilmiú, ancak Türkiye, sınır aúan su kabul etti÷i Dicle ve Fırat nehirlerini uluslararası su olarak de÷erlendiren bu tasarıya, red oyu vermiútir (http://www.stradigma.com/turkce/temmuz2003/makale_02.html - 01.08.2005). Türkiye'nin özellikle Suriye ve Irak arasında sorunlara neden olan su kaynaklarının baúında Dicle ve Fırat nehirleri gelmektedir. Fırat Nehri Türkiye'de Erzurum yakınlarında do÷makta, ana kaynaklarını Do÷u Anadolu Bölgesi'nden alarak Suriye ve Irak topraklarına geçmekte ve Dicle Nehri ile birleútikten sonra Basra Körfezi'ne dökülmektedir (øzbırak, 1996, a). Devlet Su øúleri'nin verilerine göre (1937-1993 geneli) yıllık ortalama su miktarı 31 milyar 580 milyon metreküptür. Fırat Nehri toplam suyunun %87,7'si Türkiye topraklarından, %11,3'ü ise Suriye topraklarından kaynaklanmaktadır (Keneú, 2002, b).Dicle Nehri ise, Elazı÷ yakınlarından do÷up, asıl kaynaklarını Do÷u Anadolu'daki da÷lık alanlardan olan Batmansu, Ilısu, Batan, Yanarsu gibi büyük sular ve di÷er kaynaklardan alarak, yaklaúık 70 km. Türkiye-Suriye sınırını oluúturup Irak topraklarına girmektedir. Su potansiyelinin %52’si Türkiye, % 48’ini Irak'tan almaktadır (Tomanbay, 1998, b). Bu noktada Suriye'nin Asi nehriyle ilgili tutumundan bahsetmekte yarar vardır. Suriye, Asi Nehri'nin sularını istedi÷i gibi kullanmakta ve böylece uluslararası ortamda tartıúmaya fırsat vermektedir. Asi Nehri Lübnan'daki Bekaa Vadisi'nden do÷makta ve Amik Ovası'na girmeden önce 20km boyunca Türkiye-Suriye sınırında akmaktadır. Yaz aylarında iyice azalan su kimyasal atıklarla kirletilmekte ve ovadaki tarıma büyük zarar vermektedir. Türkiye'nin bir di÷er sınır aúan ve sınır oluúturan suyu da Aras Nehri'dir. Aras, Do÷u Anadolu'nun kuzeyinde çeúitli kaynaklardan beslenir ve Hazar Gölü'ne dökülür. Aras, 150km mesafeyle Türkiye-Ermenistan sınırını oluúturup øran'a geçmektedir. Bu özelli÷iyle de sınır aúan su kimli÷indedir ve günümüze kadar yapılan anlaúmalar sonucunda önemli bir sorun oluúturmadı÷ı vurgulanabilir. Meriç Nehri ise Bulgaristan'dan do÷arak, Edirne yakınlarında Batı Trakya'dan gelen Arda ve Bulgaristan'dan gelen Tunca ırmaklarıyla birleúmektedir. Türkiye ile Yunanistan arasında su taúkınlarına karúı 1951 yılında "Meriç Havzası Master Planı" hazırlanmıútır. Ancak suyun kayna÷ı Bulgaristan'dadır. Bulgaristan bu plana katılmadı÷ı için, gereken tesisler tamamlanmamıútır (øzbırak, 1996, b). 2. ULUSLARARASI HUKUK BAKIMINDAN SU SORUNLARI Yakın gelecekte Türkiye'nin baúını daha fazla a÷rıtaca÷ı düúünülen Suriye ile su meselesindeki ilk yazılı metin, 21 Ekim 1921 tarihli "Ankara øtilafnamesi"dir. Antlaúmanın 12.maddesi, Kuveyk Suyu'nun Halep ile Halep'in kuzeyindeki Türk bölgesi arasında iki taraf ihtiyaçlarını gözetecek úekilde paylaúımını öngörmekte idi. Antlaúmaya göre Halep, Fırat'ın sularından "kendi yapaca÷ı harcamalarla" su alabilecekti. (Soysal, 1983). Suyun uluslararası kullanımıyla ilgili olarak Türkiye'nin taraf oldu÷u di÷er anlaúma "Lozan Antlaúması"dır. Antlaúmanın 109.maddesinde; “yeni bir sınır çizilmesi sebebiyle bir devletin sular sistemi, bir baúka devletin topraklarında yapılan çalıúmalara ba÷lı ya da kayna÷ı baúka devletin ülkesinde olan sular, taraf devletlerin birbirine çıkarını saklı tutacak biçimde bir anlaúma yapması gerekmektedir” ifadesi bulunmaktadır (Meray, 1973). Lozan Barıú Antlaúması'nın söz konusu maddesine göre, Fırat ve Dicle nehirlerine kayda de÷er bir katkısı olmayan Suriye'nin hak istemek için güçlü bir dayana÷ı yoktur. Ancak 1926 yılında imzalanan "Türkiye-Fransa (Suriye ve Lübnan øçin) Dostluk ve øyi Komúuluk Sözleúmesi"nin 13.maddesiyle Türkiye, Halep ùehri'ne Fırat Nehri'nden su vermeyi kabul etmiútir (Pazarcı, 1999, a). Türkiye ile Irak arasında imzalanan 29 Mart 1946 tarihli "Dostluk ve øyi Komúuluk Antlaúması'nın" 6.maddesine ek olarak, "Dicle, Fırat ve Kolları Sularının Düzene Konması" protokolü imzalanmıútır. Antlaúmada “nehirlerden düzenli su alınması ve taúkınların önlenmesi için Türkiye'de akıú gözleme istasyonları kurulması” gibi hususlar vardı. Günümüzde geçerli olan protokol, tam olarak uygulanamamıútır (Pazarcı, 1999, b). 194 1954 yılında Türkiye'nin Fırat Nehri üzerinde Keban ve Karakaya barajları projesini hayata geçirmeye baúlayana kadar, Suriye ve Irak'la kayda de÷er bir sorun söz konusu olmamıútır. 1964 yılında Keban Barajı'nın yapımı, Suriye ve Irak tarafından endiúeyle karúılanmıútır. Türkiye 1964'te baraja su tutulması aúamasında, Suriye'ye saniyede 350 metreküp su bırakmayı taahhüt etmiú ve sözünde durmuútur (Elekda÷, 1996). Suriye, Asi Nehri üzerine inúa etti÷i barajlarla suyu istedi÷i gibi kullanmıú; Amik Ovası'na su bırakmamıú, üstelik Fırat Nehri üzerinde Sovyetler Birli÷i'nin parasal deste÷iyle Tabka Barajı'nın yapımına baúlamıútır. 1974 yılında hem Keban, hem de Tabka Barajı tamamlanmıú, barajlarda su tutma tarihi de çakıúmıútır. Bu durum Suriye ile Irak arasında da büyük bir sorun oluúturmuú, Suudi Arabistan ve Sovyetler Birli÷i'nin arabuluculu÷u ile suya dayalı savaúların baúlaması önlenmiútir. Bu geliúmelerden sonra Karakaya Barajı’nın inúaatına iliúkin geliúmeler de, Suriye’nin baúlattı÷ı uluslararası giriúimler ile engellenmeye çalıúılmıútır (Pazarcı, 1999, c) Türkiye'nin Keban ve Karakaya barajlarının yapımıyla baúlattı÷ı Güneydo÷u Anadolu kaynaklarını kullanarak, “bölgesel sürdürülebilir kalkınma”yı hedefleyen faaliyetleri soruna yeni bir boyut getirmiútir. 1980 yılında hayata geçirilen Güney Do÷u Anadolu Projesi (GAP), Suriye ile sorunları zirveye çıkarmıútır. Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapılacak 22 baraj, 19 hidroelektrik santral, iki büyük sulama kanalı yapımını öngören projenin tamamlanmasıyla 1,7 milyon hektar arazinin sulanması ve yılda 27 milyar kilowat elektrik enerjisinin üretimi sa÷lanacaktır (Tomanbay, 1998, c). Bu proje üzerine Suriye; PKK terör örgütünü desteklemiú ve Lübnan'ın Bekaa Vadisi'nde 30-40.000 teröristin yetiúmesine yardımcı olmuútur. Türkiye ve Suriye'nin Fırat havzasındaki arazilerinden Fırat suyu ile sulamayı planladı÷ı verimli arazilerinin sadece karúılaútırıldı÷ında, Türkiye'nin GAP ile bölgedeki sulanabilir kalitedeki arazilerin yüzde 59'unu dikkate aldı÷ını, Suriye'nin ise bütün topraklarında Fırat'tan alaca÷ı suyu kullanma hesabında oldu÷u görülmektedir. (Tomanbay, 1998, d). Suriye ve Irak su sorununa, "kazanılmıú hak ya da tarihi hak" çizgisinden bakmaktadır. øki ülkenin iddiası binlerce yıldır iki nehrin sularını kullanarak tarihi-kazanılmıú haklarının söz konusu oldu÷udur. Türkiye ise, su meselesinde son zamanlara kadar egemenlik ilkesine dayanan bir politika izlemiútir (ùehsuvaro÷lu, 2000, a). Türkiye'nin sorunun çözümü hususunda attı÷ı en önemli adım; üç ülke arasında suyun adaletli ve rasyonel kullanımını gerçekleútirmek için toprak, bitki ve mühendislik gibi çalıúmalar yapmak üzere bir "Ortak Teknik Komite" kurulması önerisidir. ølk olarak Türkiye ve Irak arasında imzalanan "Karma Ekonomik Komisyon Protokolü"'ne göre oluúturulan Ortak Teknik Komite 1982 yılında Türkiye ve Irak arasında gerçekleútirilmiú ve daha sonra Suriye de katılmıútır. 5-8 Kasım 1984’te beúincisi gerçekleútirilen toplantıda Türkiye tarafından, "Fırat ve Dicle Havzası'nın Sınır Aúan Sularının Eúit ve Gerçekçi Kullanımı øçin Üç Aúamalı Plan" olarak nitelenen proje gündeme getirilmiútir (Keneú, 2002, c). Türkiye projeyi sunarken, Uluslararası Hukuk Komisyonu'nun raporlarını dikkate alarak bölge barıúı için olumlu bir yaklaúım sergilemiútir (Tomanbay, 1998, e) Türkiye Üç Aúamalı Plan teklifini 26 Haziran 1990 tarihinde üçlü toplantıda ve 1993 yılında Irak ve Suriye ile yaptı÷ı ikili görüúmelerde de tekrarlamıútır. Ancak Türkiye'nin plan çerçevesinde üç ülkenin su ve kara kaynaklarının envanter çalıúmasını ortak gerçekleútirme teklifi, iki devlet tarafından reddedilmiútir. Irak, Fırat'ın sularından daha fazla faydalanmak istedi÷i için buna karúı çıkarken, iki nehrin bütün olarak ele alınmasına ve Dicle'den Fırat'a su aktarılmasına da her iki devlet itiraz etmiútir. Paylaúımın matematiksel bir oranda 3'te bir nispetinde olması gerekti÷ini iddia etmiúlerdir (ùehsuvaro÷lu, 2000, b). 1987 yılında Baúbakan Turgut Özal'ın Suriye ziyareti sırasında iki ülke arasında Türkiye'nin yıllık ortalama saniyede 500 metreküp su bırakmasını öngören bir protokol imzalanmıútır. Protokole göre aylık akım düúük oldu÷u takdirde takip eden ayda bu açık kapatılacaktı. O güne kadar miktar belirleyici yazılı bir taahhüdü olmayan Türkiye, Suriye'nin PKK terör örgütüne verdi÷i deste÷i kesece÷i beklentisiyle bu anlaúmayı imzalanmıútır. Ancak Suriye beklenen davranıúı göstermeyip, bir süre pasif destek verdikten sonra eski politikasına dönmüútür (Resmi Gazete, 1987). Atatürk Barajı'nda su tutulması da ayrı bir polemik konusu olmuútur. Suyun tutuldu÷u 13 Ocak 1990 tarihine kadar saniyede 763 metreküp su bırakarak fazla suların Suriye ve Irak'taki barajlarında biriktirilmesine, Türkiye tarafından imkan verilmiútir. Türkiye'yi "iyi komúuluk ruhuna" aykırı davranıúta bulunmakla suçlayan Suriye, PKK terör örgütüne deste÷ini devam ettirmiútir. 20 Ocak 1993 tarihinde iki ülke baúbakanları nezdinde Suriye'de yapılan görüúmelerden sonra imzalanan ortak bildiriyle, 1993 yılı bitmeden önce Fırat Nehri sularından taraflara ayrılacak miktarın tespiti meselelerinin sonuçlandırılması kararlaútırılmıútır (Milliyet ve Sabah, 1993). Türkiye ile Irak arasında da benzer sorunlar olmasına ra÷men, Irak'ın son yıllarda su konusunu fazla gündeme getirmemesi nedeniyle sorun daha çok Suriye ile Türkiye arasında gibi görülmektedir. Aslında Ankara'nın Fırat ve Dicle nehirleriyle ilgili attı÷ı her adımda Irak da Suriye ile benzer tavrı sergilemiútir (ùehsuvaro÷lu, 2000, c). ABD'nin en yakın "stratejik ortaklarından biri" olan øsrail ise Ortado÷u'da suya en fazla ihtiyacı oldu÷unu hissettiren devlet olarak görülmektedir. Aslında Türkiye'nin bu do÷rultuda geliútirdi÷i bazı projeler bulunmaktadır. Bunlardan biri Manavgat Suyu projesidir. Söz konusu proje ile Manavgat Çayı'nın sularının bir kısmı Akdeniz Belen mevkiinde 195 toplanarak tankerler veya "dev plastik galonlarla" Ortado÷u ülkelerine gönderilmesi öngörülmektedir (Tomanbay, 1998, f). Bir di÷er önemli adım da Barıú Suyu Projesi'dir. 1987 yılında gündeme gelen proje ile Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin Akdeniz'e dökülen sularını borular vasıtası ile Ortado÷u ülkelerine (Suriye, Ürdün, Filistin, øsrail) ulaútırmak hedeflenmiútir. Projenin günlük su taúıma kapasitesi 3,5 milyon metreküptür (Tomanbay, 1998, g) Siyasi açıdan bu projenin bugünkü úartlarda hayata geçmesi zordur. Zira birbirleriyle sorunları olan bu devletler, di÷erinin topra÷ından geçen bir suya ba÷ımlı olmak istememektedirler. Proje teknik açıdan yapılabilir ama siyasi ve ekonomik açılardan neredeyse imkansız görülmektedir. Aslında ekonomik açıdan maliyeti yüksek olan projenin masrafları, deniz suyunun arıtma iúlemi maliyetinin üçte biri kadar hesaplanmıútır (Yeni ùafak ve Tomanbay, 1998, h). Barıú Suyu Projesi'ne alternatif olarak sunulan "Küçük Barıú Suyu" projesinin mimarı, Jhon Kolars'tır. Buna göre yine Ceyhan ve Seyhan gibi Türkiye'nin güneyinde bulunan Göksu ve Manavgat sularının, Ürdün'e kadar taúınması öngörülmektedir. "Küçük Barıú Suyu Projesi"nin ikinci alternatifi; suyun boru hattı ile Suriye'ye ulaútırılması, Suriye'nin ise Yarmuk Nehri'nin sularını kullanmayıp Taberiye Gölü'ne akıtması, buradan øsrail'e ya da Golan Tepeleri'ne kadar uzanacak bir su bankası kurarak Suriye, Ürdün, Filistin ve øsrail'in su ihtiyacını karúılamaktır (Özey, 1997, b). Barıú suyu projesi Türkiye'ye nüfuz kazandıraca÷ı, ayrıca øsrail'in de faydalanması söz konusu oldu÷undan dolayı Suriye ve di÷er bölge ülkelerince kabul görmemiútir (Sirmen, 2000). 3. TÜRKøYE’DE SÜRDÜRÜLEBøLøR KALKINMA VE SU POLøTøKALARI øLøùKøSø Ekonomistlerin tarih boyunca uzun yıllar çevre sorunlarını görmezlikten gelmiúler, belki de hemen hiç önemsememiúlerdir. Ekonomik politikaların gündemi; ekonomik kalkınmanın hızlandırılması, iúsizli÷in önlenmesi veya enflasyonun kontrol altına alınmasıydı. Zamanla bu politikaların do÷al çevre üzerinde yaptı÷ı tahribat gözlenmiú, do÷al çevre ve imkanların azalabilece÷i mesajları alınmaya baúlanmıútır (Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, 1989, a). Aslında çevreye uygun ekonominin temel koúulu “Sürdürülebilir Kalkınma”dır. Sürdürülebilir kalkınmanın sa÷lanması ise ekolojiyi genel ekonomik çerçeve içinde bir bileúen olarak görmek yerine, konuya tam ters yönden yaklaúarak ekonomiyi ekolojik çerçeveler içine yerleútirmekle mümkün olmaktadır (Uslu, 1998). Kalkınma, toplumu iyileútirmek demektir (Clark, 1996, a). Kalkınma; ekonomik büyüme, daha iyi yaúama standardı olarak tanımlanabilir. Ülkenin insani ve do÷al kaynakları ile kurumlarının yönetimini geliútirerek bu hedefe ulaúılabilir (Clark, 1996, b). “Sürdürülebilir Kalkınma” (Sustainable development) kavramı yeni geliúmekte olan bir kavram olup, henüz teorik temelleri net ve açık bir úekilde belirlenmiú de÷ildir. Kavram ile ilgili úimdiye kadar birçok tanım yapılmıú, bunlardan en ünlüsü “Ortak Gelece÷imiz” isimli raporda ele alınmıútır. Buna göre “Sürdürülebilir Kalkınma”; “bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuúakların da kendi ihtiyaçlarını karúılamasından ödün vermeksizin karúılamak” úeklinde tanımlanmaktadır (Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, 1989, b). Ansiklopedik Çevre Sözlü÷ü’nde bu kavram; “Ekonomik kalkınmanın, do÷al varlıkları ve çevreyi tahrip etmeden gerçekleútirmesi” olarak tanımlanır (Ansiklopedik Çevre Sözlü÷ü, 2001). Sürdürülebilir Kalkınma kavramı ile aynı dönemlerde ortaya çıkmıú olan “Ecodeveloppement” kavramını karıútırmamak gerekir. ølk kez 1972 yılında Stockholm Çevre Konferansı’nda kullanılmıú olan “Ecodeveloppement” kavramı ile, yerel kaynaklardan adaletli bir biçimde yararlanmayı öngören bir kalkınma stratejisi kastedilmektedir (Keleú ve Hamamcı, 1998, a). Gelecek kuúakların kendi gereksinimlerini karúılayabilme olanaklarını ellerinden almadan kalkınmanın nasıl gerçekleútirilebilece÷i, sorusuna cevap; eldeki kaynakların sürdürülebilirli÷ini sa÷layacak olan optimum kaynak da÷ılımıdır (Keleú ve Hamamcı, 1998, b). Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk defa, 1987 yılı sonrasındaki dönemde ciddi bir úekilde ele alınmaya baúlanmıútır. Aslında “çevre” olgusunun 1973-1977 yıllarını kapsayan 3. Beú Yıllık Plan döneminde ilk defa ele alındı÷ı görülebilir (Algan, 2000, a). 1992 yılında gerçekleútirilen Rio Zirvesi’nde a÷ırlıklı biçimde ele alınan sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen bir yaklaúım ise, ilk kez 6. Beú Yıllık Kalkınma Planı ile benimsenmeye baúlamıú, böylece Altıncı Beú Yıllık Kalkınma Planı, sürdürülebilir kalkınma kavramını kabul etmiútir (Egeli, 2000). B.M. Stockholm Dünya Çevre Konferansında Türkiye, tüm üçüncü dünya ülkelerinin politikasına paralel olarak “kalkınmaya ayırdı÷ımız kaynaklarımızı kısmen çevre konularına tahsis edersek kalkınma yavaúlar…” tezi savunulmuútur. 6-7 ve 8. Kalkınma Planlarından anlaúılabilece÷i üzere bunun yanlıú oldu÷u anlaúılmıútır (Erim, 2000, a). 1992 yılında Birleúmiú Milletler tarafından Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP) hazırlanmıútır. UÇEP’in hedefi; yenilenebilir kaynakların sürdürülebilir kullanımının teúvik edilmesi, çevre ile ekonomiyi birlikte sürdürülebilir kılacak politika, proje, program ve önerilerin geliútirilmesidir (Avrupa Birli÷i ve Türkiye’de Çevre Mevzuatı, 2001). Bu plan ile toprak kaynaklarının sürdürülebilir kullanımına yönelik planlar yapılırken, ekilebilir alanların sınırlılı÷ı, toprak yapısındaki de÷iúkenlikler ve bölgeler arası da÷ılım dengesizliklerinin dikkate alınaca÷ı, yaylalar, otlaklar ve meraların 196 sürdürülebilir kullanımına duyarlı olunaca÷ı belirtilmiú, ayrıca sürdürülebilir olmayan bir biçimde avlanma yapılmaması gerekti÷i ifade edilmiútir (http://ekutup.dpt.gov.tr – 15.04.2002). UÇEP’in Türkiye çevre politikası açısından önemi; ilgili tüm kamu kuruluúları yanı sıra, Sivil Toplum Kuruluúları, özel sektör ve bilimsel kuruluúlardan çok sayıda temsilcinin katılımı ile hazırlanmıú olmasıdır (Algan, 2000, b). Mevzuat açısından sürdürülebilir kalkınma kavramı, ayrı analiz edilmelidir. Çevreyle do÷rudan ilgili bir yasa olan 2872 sayılı Çevre Yasası’nın 1. maddesinde üstü kapalı bir úekilde sürdürülebilir kalkınma kavramından bahsedilmiútir (Türk Çevre Mevzuatı, 1999). Çevre kavramına, hükümet programlarında ilk kez 26.01.1974 tarihinde kurulan Ecevit Hükümetinde rastlanır. Ancak burada daha çok “çevre sa÷lı÷ı” tabiri kullanılmıútır. 21.06.1977 de kurulan, (bu hükümet yerini güven oyu almadı÷ı için Demirel baúkanlı÷ında kurulan hükümete bırakmıútır) økinci Ecevit hükümetinin programında, “çevre” tabiri yalın olarak kullanılmıútır (Erim, 2000, b). “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı (55.) III. Yılmaz Hükümeti, (51.) II. Çiller Hükümeti, (48.) I. Yılmaz Hükümeti ve (47.) Akbulut Hükümeti hükümet programlarında açık olarak, gerek isim gerekse kavrama yakın ifadeler ile belirtilmiútir. MATERYAL VE YÖNTEM Araútırmada mekan sınırlaması olarak, Türkiye’deki sürdürülebilir kalkınma olgusu ele alınmıútır. Zaman sınırlaması olarak, 1992 sonrasındaki dönem ayrıntılı bir úekilde analiz edilmiútir. Alana inme anlamında uygulama konusunda eksik kalınmıú oldu÷u söylenebilir. Ancak daha önce baúka araútırmalar sırasında özellikle Kars-Ardahan-I÷dır illerine yönelik yapılan alan araútırmalarında, sivil toplum örgütlerinden temin edilmiú olan veriler analiz edilmiútir. Türkiye’deki sürdürülebilir kalkınma olgusunun analizi için, tamsayım yönteminin kullanılmasının güç oldu÷u ortadadır. Ancak bu araútırmanın sonuçlarına dayalı olarak yapılacak olan di÷er araútırmalarda, örnek kitle kullanımı düúünülebilir. Böylece sivil toplum örgütlerinin sürdürülebilir kalkınma kavramı üzerindeki etkisi ve bunun su politikalarını de÷iútirmesi gündeme gelecektir. BULGULAR Araútırmanın ikinci bölümünde açıkça tespit edildi÷i üzere, su politikalarının ülkeler arasında savaúları bile gündeme getirdi÷i ortadadır. Savaúın oldu÷u bir bölgede yaúayan toplumun, çevrenin tahrip olmasına ba÷lı olarak geri kalaca÷ı ortadadır. Demek ki bu aúamada tespit edilecek iki farklı çarpıcı bulgudan söz edilebilir. Birincisi, sürdürülebilir kalkınmanın sa÷lanabilmesi için uluslararası hukuk kurallarını ciddiye alan su politikalarının geliútirilmesi ve bunların sulh içinde uygulanmasının temel kural oldu÷u konusudur. Yani suya dayalı politikalar hakkında tüm ülkelerin buluúabilece÷i asgari koúulların sa÷landı÷ı bir zemin (platform) oluúturulmalıdır. økinci aúamada; sürdürülebilir kalkınma programının sa÷lanması, proje yönetimlerine dayanmaktadır. Projeler verimlilik yönetimi bakımından ülkelere büyük rekabet avantajı sa÷lamaktadırlar. Do÷ru süreçlerin tam zamanında takip edilmesi sonucunda, proje yönetimlerinin sürdürülebilir kalkınmayı sa÷layabilece÷i anlaúılmaktadır. TARTIùMA VE SONUÇ Suriye ve Irak su sorununu yalnız ihtiyaç duydukları için gündemde tutmayıp iç bünyelerinde bir sosyal dayanıúma aracı olarak kullanılmaktadır. Atatürk Barajı'nda su tutulması sırasında Suriye, Türkiye'nin suları politik bir baskı aracı olarak kullandı÷ı iddiasıyla dünya kamuoyunu etkilemeye çalıúmıútır. Türkiye sınır aúan suları üzerinde 1987 Antlaúması dıúında hukuki anlamda ba÷layıcı bir sorumluluk altına girmemiútir. Kaldı ki Suriye anlaúmayı kısa sürede ihlal ederek tek taraflı geçersiz kılacak bir tutum sergilemiútir. Hatay'ı kendi topra÷ı gibi göstererek Asi Nehri sularını keyfi kullanması da Suriye'nin gelecekte izleyece÷i tavır konusunu düúündürtmektedir. øçinde bulundu÷umuz yüzyılda uluslararası ya da sınır aúan suların ortak kullanımında Türkiye'nin oldu÷u kadar Suriye ve di÷er tarafların da daha ciddi ve bilimsel çalıúmalarla suyu en verimli úekilde kullanma yöntemini belirlemeye ihtiyacı vardır. En az bunun kadar elzem olan di÷er bir husus da sorunun Ortado÷u'daki güvenlik ihtiyaçlarının bütünlü÷ü içinde de÷erlendirilmesidir. Çevresel politikalar ile di÷er politikalar (özellikle su sorunlarını ilgilendiren politikalar) arasında uyumun sa÷lanması gereklidir. Kaynak ve çevre koúulları birlikte de÷erlendirmelidir. Kısa süreli yüksek büyüme için, çevre kaynaklarından fedakarlık etmek, uzun vadede do÷al kaynak stokları üzerinde do÷uraca÷ı olumsuz etkiye ba÷lı olarak, kalkınmanın sürdürülebilirli÷ini olanaksızlaútıracaktır. Türkiye geliúmekte olan bir ülkedir, politikalarını buna göre düzenlemektedir. Ancak çevre koruma ile kalkınma hedeflerinin çakıúıyor gibi algılanması da bir yanlıúlıktır, “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramının son kalkınma planlarında yer alması da buna delildir denebilir. Bir di÷er gerçek de, baúta kamu kurum ve kuruluúları olmak üzere toplumun yatırımcı kesimleri çevre konusunda duyarsızdır (Görmez, 1997, a). 197 Büyüme ve kalkınma anlayıúları de÷iúmedikçe, sürdürülebilir kalkınma anlayıúıyla sorunların önüne geçilemez. Teknolojik geliúmelerin sürekli ilerlemesi, teknolojinin çevreden önce algılanması, teknolojik bakıúın de÷iúmemesi, teknolojinin yarattı÷ı kirlilik ve israf, do÷al kaynakların hızla tüketimi, bütün bunlar; insanlık ve ekolojik bir dünya için tehlikeli sonuçlar do÷urmaya devam edecektir (Görmez, 1997, b). Ekologlar, do÷al kaynakların üç gurupta toplanabilece÷ini belirtmiúlerdir; canlı do÷al kaynaklar, cansız do÷al kaynaklar ve enerji kaynakları. Sürdürülebilir Kalkınma için, canlı do÷al kaynaklar (orman, balık v.s) tüketilmeden kullanılmalıdır, cansız do÷al kaynaklar (madenler gibi) yeniden kullanılmalı (recycling), enerji kaynaklarının yenilenebilir olup olmadı÷ı kullanım açısından önemlidir, tükenebilecek enerji kaynaklarının yerine farklı enerji kaynakları (rüzgar enerjisi gibi) bulunmalıdır (Berkes ve Kıúlalıo÷lu, 2001). Nüfus, sanayileúme, kentleúme, turizm ve benzeri gibi sebeplerle hızla bozulan, yok olan insan çevresinin korunması ve iyileútirilmesi yine insanın elindedir. Ancak insanlı÷ın çevresini iyileútirmesi için, bozdu÷undan çok daha fazla çaba sarf etmesi gerekmektedir. Günümüzde sürdürülebilir kalkınma anlayıúı geliúmekte olan ülkelere hedef olarak gösterilmektedir. Çevre kirlili÷i ve küresel ısınmaya iliúkin de÷erlendirmelere bakıldı÷ı zaman, geliúmiú ülkelerin bu sıralamalarda ilk sıraları aldıklarını, geliúmekte olan ülkelerin ise son sıralarda yer aldı÷ı görülebilir. Ancak Sürdürülebilir kalkınmaya ‘çevre’ baúlı÷ı altında de÷il de ‘kalkınma’ baúlı÷ı altında yer alan tüm sektörlerde yer verilmedikçe, çevresel kaynak tabanının korunması mümkün de÷ildir (Algan, 2000, c). KAYNAKLAR Algan, Nesrin, “Devlet Politikaları Ba÷lamında Çevre ve Çevre Korumanın Tarihine Kısa Bir Bakıú”, Türkiye’de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu 7-8 Nisan 2000, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, østanbul, 2000. Berkes, Fikret ve Kıúlalıo÷lu, Mine, Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Remzi Kitabevi, østanbul, 2001. Clark, John, çev. Serpil Ural, Kalkınmanın Demokratikleúmesi, T.Ç.V. Yayınları, Ankara, 1996. Egeli, Gülün, Avrupa Birli÷i ve Türkiye’de Çevre Politikaları, TÇV Yayınları, Ankara, 1996. Elekda÷, ùükrü. "Suriye'nin Gerçek Niyetleri", Milliyet, 26,08,1996. Erim, Refet, “Çevre ile ilgili Hukuksal Düzenlemeler”, Türkiye’de Çevrenin ve Çevre Korumanın Tarihi Sempozyumu 7-8 Nisan 2000, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, østanbul, 2000. Görmez, Kemal, Çevre Sorunları ve Türkiye, Gazi Kitabevi, Ankara, 1997. øzbırak, Reúat. Türkiye I, Düzenleyen Cemal Kurnaz, østanbul 1996, s.170, 185-186. Keleú, Ruúen ve Hamamcı, Can, Çevrebilim, ømge Kitabevi, Ankara, 1998. Keneú, Bülent. Is Turkey the Prime Couse for a Potential Conflict on Water? " , Turkish Probe Opinion 01.09.2002, s.5. Meray, Seha Lütfi. Lozan barıú Konferansı Tutanaklar Belgeler, økinci Takım, c. II, Ankara 1973, s. 43-44. Özey, Ramazan. Dünya Denkleminde Ortado÷u "Ülkeler - ønsanlar - Sorunları" østanbul 1997, s.300, 307-308. Pazarcı, Hüseyin. Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap (6. Baskı), Ankara 1999, s. 300-301. Sirmen, Ali. "Orta Do÷u'da Su Sorunu, Cumhuriyet, 10,03,2000. Soysal, øsmail. Tarihçeleri ve Açıklamalarıyla Birlikte Türkiye'nin Siyaset Antlaúmaları (1920-1945) c. I, Ankara 1983, s. 52, 282. ùehsuvaro÷lu, Lütfü. Su Barıúı, Türkiye ve Ortado÷u Su Politikaları, Ankara 2000, s. 132, 134. Tomanbay, Mehmet. Dünya Su Bütçesi ve Ortado÷u Gerçe÷i, Ankara 1998, s. 80-82, 125-127, 143, 148-152, 154, 300310. Türkiye Çevre Vakfı, Ansiklopedik Çevre Sözlü÷ü, TÇV Yayınları, Ankara, 2001. Türkiye Çevre Vakfı, Avrupa Birli÷i ve Türkiye’de Çevre Mevzuatı, TÇV Yayınları Ankara, 2001. Türkiye Çevre Vakfı, Türk Çevre Mevzuatı, 1.cilt, TÇV Yayınları, Ankara, 1999. Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, Ortak Gelece÷imiz, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu Raporu, TÇSV Yayınları, Ankara, 1989. Uslu Orhan, “Ekonomik ve Ekolojik Uygulamalarda Sürdürülebilir Kalkınmanın Yeri”, Sürdürülebilir Kalkınmanın Uygulanması, T.Ç.V. Yayınları, Ankara, 1998. “Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP)”, <http://ekutup.dpt.gov.tr>, (15.04.2002). Gazete ve ønternet Adresleri Resmi Gazete 10,12,1987, Sayı 19660 http://www.stradigma.com/turkce/temmuz2003/makale_02.html - 01.08.2005 http://www.caginpolisi.com.tr/21/48-49-50.htm- 01.08.2005 198