ÜMMEHÂTÜ’l-MÜ’MÝNÎN be ve ümmehâti’l-müßminîn ve âli’l-beyt, Küveyt 1414/1993, tür.yer.; Sâmiye Müneysî, Ümmehâtü’l-müßminîn ve benâtü’l-hâdi’l-beþîr, Kahire 1423/2002; Muhammed b. Süleyman er-Rebîþ, Ümmehâtü’l-müßminîn fi’s-sünneti’n-nebeviyye, Beyrut 1431/2010, tür.yer.; B. Stowasser, “The Mothers of the Believers in the Hadýth”, MW, LXXXII/1-2 (1992), s. 1-36; Kevser Kâmil Ali – Salim Öðüt, “Çok Evlilik”, DÝA, VIII, 365-369; Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, a.e., X, 498-501; M. Yaþar Kandemir, “Muhammed”, a.e., XXX, 427-428. ÿAynur Uraler – — ÜMMET ( ) א ˜ Bir peygamberin teblið ettiði dine inanan veya o dine muhatap olanlarýn meydana getirdiði topluluk anlamýnda terim. ™ Sözlükte “yönelmek, kastetmek; öne geçmek, imam olmak” mânalarýndaki emm kökünden türeyen ümmet kelimesi “kendilerine peygamber gönderilmiþ topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlý cinsi, bütün iyilikleri þahsýnda toplamýþ kiþi veya kendisine uyulan önder” gibi anlamlara gelir (Lisânü’l-£Arab, “emm” md.; Kåmus Tercümesi, IV, 175-176). Râgýb el-Ýsfahânî ümmeti “ayný dine inanma, ayný zamanda yaþama veya ayný mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diye açýklamýþtýr (el-Müfredât, “emm” md.). Bazý þarkiyatçýlar kelimenin aslýnýn Ýbrânîce, Ârâmîce veya Akkadca olabileceðini ileri sürmüþse de bu iddia temelsiz bulunmuþtur (ÝA, XIII, 102). Kur’ân-ý Kerîm’de altmýþ dört yerde geçen ümmet kelimesi yukarýda sözü edilen anlamlarda kullanýlmýþtýr. Bu baðlamda insan topluluklarýnýn yaný sýra hayvan ve cin topluluklarýna (el-En‘âm 6/38; el-A‘râf 7/38), benzer inanç ve hayat tarzýna sahip insan gruplarýna da (el-Bakara 2/213) ümmet denilmiþtir. Kelime, “Sizden hayra çaðýran, iyiliði emredip kötülükten sakýndýran bir ümmet bulunsun” meâlindeki âyette (Âl-i Ýmrân 3/104) olduðu gibi büyük bir topluluk içindeki özel bir zümreyi de ifade etmektedir. Bazý âyetlerde ümmet “din, inanç sistemi, yol” mânalarýnda geçer (el-Mü’minûn 23/52). “Ýbrâhim gerçekten Allah’a itaat eden, tevhid ehli, baþlý baþýna bir ümmetti” âyetinde (en-Nahl 16/120) Hz. Ýbrâhim’in hidayet önderi ve bütün iyiliklere sahip bir kimse vasfýyla (Taberî, VII, 660-661) tek baþýna bir ümmet sayýldýðý belirtilmektedir (Fahreddin er-Râzî, XX, 283-284). Kelime bazý âyetler308 de “zaman, müddet ve devir” mânasýný ifade etmektedir (Hûd 11/8; Yûsuf 12/45). Wensinck’e ait hadis indeksinde on bir sütun tutan kaynaklarýn çoðunda Muhammed ümmetinden söz edilmiþ, onlarýn üstünlük ve görevlerine yer verilmiþtir (elMu£cem, “emm” md.). Literatürde ümmet kelimesine verilen birçok anlam büyük oranda Kur’an’da ve hadis rivayetlerinde yer almaktadýr. Ýslâm âlimleri ümmeti iki mânada kullanmýþtýr. Birinci anlamda, son peygamberin geliþi ve Ýslâmiyet’in doðup Arabistan yarýmadasýnýn dýþýnda duyulmasýndan itibaren bundan haberdar olan bütün insanlarý ifade eder. Bu insan kitlelerine “ümmet-i da‘vet, ümmet-i belâð” denilmiþtir. Bu anlayýþ Kur’ân-ý Kerîm’de geçen, Resûlullah’ýn bütün insanlara müjdeleyici ve uyarýcý (Sebe’ 34/28; krþ. el-A‘râf 7/158), âlemlere rahmet vesilesi (el-Enbiyâ 21/107) bir elçi olarak gönderildiði þeklindeki beyanlara dayandýrýlmýþtýr. Resûl-i Ekrem’den nakledilen bir hadiste dünya var oldukça Cenâb-ý Hak tarafýndan Ýslâm dininin sesinin çadýrda, köyde ve þehirde yaþayan bütün insanlara duyurulacaðý belirtilmiþtir (Müsned, IV, 103; VI, 4; sýhhati için bk. a.e. [Arnaût], XXVIII, 154-156; XXXIX, 236-237). Dinî kaynaklarda yer alan bu ifadelerin yaný sýra günümüze kadar geçen on dört asýrlýk zaman içinde Ýslâmiyet’in güçlenerek evrensel din haline gelmesi de ümmetin oluþumunun tarihî ve sosyolojik kanýtýný teþkil etmektedir. Ýslâm’ýn sesini duymayan insanlar ise fetret ehlinden sayýldýðýndan özel hükümlere tâbidir (bk. FETRET). Âlimlerin ümmet kelimesine verdiði ikinci anlam, “Hz. Muhammed’e iman edip tâbi olan kitleler” (ümmet-i Muhammed) þeklindedir ve kelimenin yaygýn kullanýlýþý da bu yöndedir; bu kitlelere de “ümmet-i icâbet” denilmiþtir. Kur’an’da yer alan “mûtedil ümmet” (el-Bakara 2/143) ve “en hayýrlý ümmet” (Âl-i Ýmrân 3/110) ifadeleri, ayrýca çok sayýdaki hadis rivayetinde tekrarlanan ümmet kelimesi Muhammed ümmetini belirtmektedir. Hicretten sonra Hz. Peygamber’in Mekke müþriklerine karþý Medine halkýnýn baðlýlýðýný saðlamak için Ehl-i kitap dahil bu þehirdeki bütün gruplarla yaptýðý antlaþmada (Medine vesikasý) yahudi kabilelerinin müminlerle beraber “ümmet” diye zikredilmesi, bu kavramýn kapsamý hakkýnda farklý görüþlerin ortaya atýlmasýna yol açmýþtýr. W. Montgomery Watt ümmetin müslümanlardan ziyade müminlerle iliþkilendirildiðini ve Medine yahudilerinin ümmet-i Muhammed içinde sayýldýðýný ileri sürmüþ (Muhammad at Medina, s. 240241), buna karþýlýk diðer bazý müellifler söz konusu antlaþmadaki ifadenin kabilevî bir beraberliðe iþaret ettiðini söylemiþtir (Denny, JNES, XXXVI [1977], s. 39-47). Þehri koruma, farklý gruplar arasýnda huzur ve barýþý saðlama amaçlý Medine antlaþmasýnýn dinî mahiyetten ziyade toplumsal bir uzlaþma metni olduðu açýktýr. Bu yönden, yahudilerin Ýbrâhimî gelenekten kaynaklanan bir inancý taþýmalarý dolayýsýyla müminlerle bir arada anýlýp antlaþmanýn tarafý sayýlmalarý tabiidir. Ýslâm’ýn teblið süreci ilerlediðinde müslüman toplumlar Ýbrâhimî dinlerin bütünlüðü içinde kalmakla birlikte kendi ayýrýcý özellikleriyle müstakil bir ümmet vasfýný kazanmýþtýr. Nitekim her peygamberin temel görevi, ilâhî vahyi insanlara teblið edip fert ve toplumun dünya ve âhiret mutluluðunu saðlayan dine baðlanmasýna gayret göstermektir. Kur’ân-ý Kerîm’de bildirildiðine göre insanlýk tarihinde çeþitli kavimler hak dine uymadýklarý için helâk edilmiþtir. Hz. Ýbrâhim’in tebliðine dayanan Hanîf dinini puta tapan topluluklar arasýnda bazý kiþiler devam ettirmiþ, en temel ilkeyi oluþturan tevhid inancý Yahudilik ve Hýristiyanlýk’ta zedelenerek varlýðýný sürdürebilmiþ, Ýslâmiyet’te ise baþlangýçtan itibaren ilâhî dinin inanç esaslarý müdahalelerden korunarak bugüne ulaþmýþtýr. Kur’an’da Ýbrâhim’in yahudi veya hýristiyan deðil Allah’ýn birliðini benimseyen dosdoðru bir müslüman olduðu ifade edilirken (Âl-i Ýmrân 3/ 67) bu gerçeðe vurgu yapýlmýþtýr (bk. DÎN-i KAYYÝM). Yine Kur’an’da müslümanlarýn kýblesinin Hz. Ýbrâhim’in bina ettiði Kâbe’ye çevrilmesi olayý anlatýlýrken onlardan “vasat bir ümmet” diye bahsedilmiþtir (el-Bakara 2/143). Taberî vasat kelimesini “orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kaçmayan” þeklinde açýklamýþtýr. Zira hýristiyanlar Hz. Îsâ’yý tanrý olarak nitelendirdikleri gibi içlerinden bir grup dünyadan el etek çekmek suretiyle aþýrýlýða kaçmýþ, yahudiler de Allah’ýn kitabýný deðiþtirip peygamberleri öldürdükleri ve bazý sözleri Allah’tan gelmiþ gibi gösterdikleri için küfre düþmüþtür (Câmi£u’l-beyân, II, 10-11). Müfessirler vasat kelimesine “en hayýrlý” anlamýný vermiþler, âyetin baðlamýndan hareketle Muhammed ümmetinin dünya var oldukça orta yolu takip eden hakemler (adl ve hüccet) konumunda bulunacaðýný söylemiþlerdir (a.g.e., a.y; Mâtürîdî, I, 260-261). Böyle bir ümmetin yanlýþ üzerinde ittifak edip hak yoldan ayrýlmasý mümkün görülmemiþ, ümmetin bir konuda görüþ birliðine varmasý (icmâ) fýkhî ÜMMÎ bir delil sayýlmýþtýr. Âl-i Ýmrân sûresinde de (3/110) müslüman toplumundan “bütün insanlýðýn dirliði için varlýk alanýna çýkarýlmýþ bir ümmet” þeklinde söz edilerek onlarýn gerçeði temsil kabiliyetlerine dikkat çekilmiþtir (krþ. Taberî, IV, 61). Feth sûresinde de (48/28-29) ümmet-i Muhammed’in konumu ve sorumluluðu açýklanmýþ, onlarýn yaþatacaðý Hak dinin diðer bütün dinlere üstün geleceði belirtilmiþtir. Bugün yeryüzünün hemen her bölgesinde müslümanlar yaþamakta, günde beþ defa ezan okunmakta, Ýslâmiyet’in en önemli ilkesi olan tevhid ve nübüvvet inancýna çaðrý yapýlmaktadýr. Müslümanlarýn yoðun biçimde yaþadýðý bölgelerin dýþýnda dünyanýn hemen her yerine küreselleþmeyle beraber müslüman ve gayri müslim topluluklarýn giderek iç içe geçmesi ümmet kavramýnýn sýnýrlar ötesi bir anlam kazanmasýna yol açmýþtýr. Fransýz Ýhtilâli’nden sonra Batý’da ortaya çýkan milliyetçilik ve ulus devlet anlayýþýnýn XIX. yüzyýldan itibaren müslüman toplumlarý da etkilemesiyle sarsýlan dayanýþmacý ümmet fikri, ortak sorunlarýn farkýna varýlmasý yanýnda bütünleþme akýmlarýnýn dünyada giderek güç kazanmasý sebebiyle XX. yüzyýl sonlarýnda tekrar canlanmýþtýr. Ýslâm’da ýrk üstünlüðünün bulunmamasý ve tarihte müslümanlarýn çoðulcu yapýlar içinde yönetilmesi dýþlayýcý ulusalcýlýðýn uzun vadede kökleþmesini zorlaþtýrmýþ, günümüzde iliþkilerin politik ideolojileri aþarak geniþ düzlemde daha sýkýlaþmasýna sebep olmuþtur. Bu durum ümmet kavramýnýn modern dönem sonrasýnýn þartlarýna göre yeniden yorumlanmasý çabalarýnýn önünü açmýþtýr (Mandaville, s. 178-191). BÝBLÝYOGRAFYA : Ýbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “emm” md.; Tehânevî, Keþþâf, I, 91; Kåmus Tercümesi, IV, 175-176; M. F. Abdülbâký, el-Mu£cem, “emm” md.; Müsned, III, 14, 47, 53; IV, 103; VI, 4; a.e. (Arnaût), XXVIII, 154-156; XXXIX, 236-237; Taberî, Câmi£u’l-beyân (nþr. Sýdký Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995; II, 10-17; IV, 61; V, 246-249; VII, 10-12, 297-298, 660-661; Mâtürîdî, Teßvîlâtü’l-Æurßân (nþr. Ahmet Vanlýoðlu), Ýstanbul 2005, I, 260-261; Fahreddin er-Râzî, Mefâtî¼u’l-³ayb, Beyrut 1997, VI, 83-95; XII, 523-530; XVII, 321; XX, 283-285; Kurtubî, el-Câmi £, II, 153-154; VI, 419-420; IX, 910; X, 197-198; Ebü’l-Beka, el-Külliyyât, s. 176, 181-182; W. M. Watt, Muhammad at Medina, Oxford 1956, s. 240-241; Mâcid Arsân el-Kîlânî, el-Ümmetü’l-müslime: Mefhûmühâ-mušavvimâtühâ-iÅrâcühâ, Beyrut 1412/1992, s. 11-33; P. Mandaville, Transnational Muslim Politics: Reimagining the Ummah, New York 2001, s. 178191; Hasan Keskin, Kur’an’da Ümmet Kavramý, Ýstanbul 2003, s. 13-32, 104-108; Ahmet Öz, Kur’an’ýn Önerdiði Vasat Ümmet (doktora tezi, 2008), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 33-38; Abdullah Aygün, Kur’an’a Göre Ümmet-i Muham- med’in Özellikleri (doktora tezi, 2008), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 6-29; C. A. O. van Nieuwenhuijze, “The Ummah-An Analytic Approach”, St.I, X (1959), s. 5-22; F. M. Denny, “Ummah in the Constitution of Medina”, JNES, XXXVI (1977), s. 39-47; a.mlf., “Ummah”, EI 2 (Ýng.), X, 859-863; Y. Oda, “The Concept of the ‘Ummah’ in the Qur’an: An Elucidation of the Basic Nature of the Islamic Holy Community”, Orient, XX, Tokyo 1984, s. 93-108; Maysam J. Al Farouqi, “Umma: The Orientalists and the Qur’anic Concept of Identity”, Journal of Islamic Studies, XVI/1, Oxford 2005, s. 1-34; Mustafa Öztürk, “Kur’an Çerçevesinde Ümmet Kavramýnýn Tahlili”, Ýslâmiyât, VIII/2, Ankara 2005, s. 11-23; Necmettin Gökkýr, “Political Language of Tafsir, Redefining of ‘Ummah’, a Religio-Communal Concept of the Qur’an: Past and Present”, ÝÜ Ýlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 15, Ýstanbul 2007, s. 245-272; Said Amir Arjomand, “The Constitution of Medina: A Sociolegal Interpretation of Muhammad’s Acts of Foundation of the Umma”, IJMES, XLI (2009), s. 555-575; Nihad M. Çetin, “Ümmet”, ÝA, XIII, 102-104; W. R. Darrow, “Ummah”, ER, XV, 123-125; Ahmad S. Dallal, “Ummah”, The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World (ed. John L. Esposito), New York 1995, s. 267-270. ÿHalil Ýbrahim Bulut – — ÜMMÎ ( ) א ˜ Hz. Peygamber’in bir sýfatý, okuma yazma bilmeyen anlamýnda Kur’an terimi. ™ Sözlükte “kastetmek” anlamýndaki “emm” kökünden veya “anne” anlamýna gelen ümm ya da “topluluk, millet” gibi mânalarý ifade eden ümmet kelimesine nisbetle elde edilen ümmî “okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiþ; az konuþan, konuþurken hata yapan kimse” demektir. Ümme nisbeti halinde “annesinden doðduðu gibi kalmýþ, tabiatý bozulmamýþ, sonradan okuma yazma öðrenmemiþ” anlamýna gelirken ümmete nisbeti durumunda baðlý bulunduðu topluluða mensup, onlarýn özelliklerini taþýyan, bilgi ve becerilerini bu çerçevede kazanmýþ kimseyi anlatýr. Dilciler kelimenin bu mânalarý kazanmasýný, Arap toplumunun Kur’an’ýn nâzil olduðu dönemde genelde okuma yazma bilmeyenlerden meydana gelmesiyle açýklamaktadýr. Bu ikisi kadar güçlü olmamakla birlikte ümmînin Mekke için söylenen “ümmü’l-kurâ” (þehirlerin anasý / esasý) terkibine nisbetle kullanýldýðýný söyleyenler de vardýr (el-Müfredât, “emm” md.; Lisânü’l-£Arab, “emm” md.). Kelimenin ayrýca “emm” masdarýna nisbetinden de söz edilmekte ve A‘râf sûresinin 157. âyetindeki “ümmî” kelimesinin kýrâat-i aþere imamlarýndan Ya‘kub el-Hadramî tarafýn- dan “emmî” þeklinde okunuþunun bunu teyit ettiði belirtilmektedir (Ebû Hayyân, IV, 403). Bu durumda söz konusu âyet, “Hz. Muhammed her bir fert için maksuttur” anlamýna gelmektedir. Sözlük anlamý terkedilerek kelimenin böyle bir mânaya hamledilmesini destekleyen bir delil bulunmadýðý, ayrýca âyet ve hadislerde geçtiði yerlerde kelimeye “maksut” anlamý verilmesinin mümkün olmayacaðý gerekçesiyle bu görüþ eleþtirilmiþtir (Bâcî, neþredenin giriþi, s. 30-31). Ümmî Kur’an’da altý yerde geçmektedir. Bunlarýn ikisinde (elA‘râf 7/157-158) tekil olarak ve Hz. Peygamber’in bir vasfý þeklinde kullanýlýrken diðer yerlerde çoðul haliyle “ümmiyyûn” þeklinde zikredilmiþtir. Diðer dört yerden birinde (el-Bakara 2/78) yahudilerden bir topluluk, üçünde de (Âl-i Ýmrân 3/20, 75; el-Cum‘a 62/2) Araplar kastedilmiþtir. Üç âyetin birinde (Âl-i Ýmrân 3/75) yahudilerin bu kelimeyi Ehl-i kitap’tan olmayan Araplar için kullandýklarý görülmektedir. Ümmî hadislerde de “yazý yazmayý bilmeyen, tahsil görmemiþ kimse” anlamýnda geçer. Bunlardan birinde Hz. Peygamber, “Biz ümmî bir topluluðuz, yazý yazmayýz ve hesap yapmayýz” demiþtir (Müsned, II, 43, 56, 122, 129; Buhârî, “Savm”, 13; Müslim, “Sýyâm”, 15). Müfessirler, ümmî kelimesini Kur’an’da geçtiði yerlerin çoðunda sözlük anlamýna uygun biçimde tefsir etmiþlerdir. Nitekim Taberî, Ýbn Abbas’tan gelen ve Bakara sûresinin 78. âyetindeki ümmiyyûnu “Allah’ýn gönderdiði elçiyi ve kitabý tasdik etmeyip kendi elleriyle kitap yazan, sonra da bunun Allah’tan geldiðini iddia eden kimseler” þeklinde açýklayan rivayeti kelimenin Arapça’daki kullanýmýna aykýrý olduðu gerekçesiyle tenkit eder (Câmi£u’l-beyân, I, 528). Ancak kelimenin çoðul þekliyle kullanýldýðý âyetlerde lugat mânasýyla irtibatlý daha özel anlamlarda tefsir edildiði de görülmektedir. Meselâ Bakara sûresindeki ümmiyyûn (2/78) “yahudiler içinde okuyup yazmasý yetersiz, Tevrat’ý okuyup anlayacak kadar bilgisi bulunmayanlar” (Zemahþerî, I, 158), Âl-i Ýmrân sûresinde ise “Ehl-i kitabýn mukabili olarak ilâhî bir kitabý bulunmayan müþrik Araplar” diye yorumlanmýþtýr (a.g.e., I, 341, 367). Hz. Peygamber’in ümmîliðinin kelimenin “okuma yazma bilmeme, eðitim almamýþ olma” biçimindeki anlamýna uygunluðu konusunda müfessirler arasýnda görüþ ayrýlýðý yoktur. Tahsil görmemiþ bir ümmî iken Kur’an gibi bir kitap getirmiþ olmasý onun bir mûcizesi kabul edilir (Fahreddin er-Râzî, XV, 20; Bursevî, III, 251). Bu 309