ERCiYES ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiliMLER ENSTiTÜSÜ DERGiSi SAYI : " 't lL : t99S KUR'AN'DA İNSAN PROBLEMİ Prof.Dr. Hüseyin ATAy* Milattan önce 270 yıllarında ölen Sicilyalı (Serekuzalı) Fizik alimi Arşimed demiş ki; "Kainatıll dışında bana sabit bir nokta verin, kaimitı yerinden oynatayım." Bu-söz ile, kaldıraç kanununun ortaya çiktıgı söylenir. Gerçekten yalnız Fizik ilminin degil, Felsefe'nin de üzerinde durması gereken bir sözdür bu. Yani kainatın bir temeli, esası ve dayanacagı bir varlık olmalıdır. Kainat, o sabit noktadan başlar ve o sabit varlık, kainata varlık verir. lşte dünyayı - izaha kalkan ve kainat nizamı_kurmaya çalışan veya kainatın nizarnını anlatmaya ve açıklamaya ugraşan büyük filozoflar, mutlaka sabit bir noktadan ve tesbit ettikleri bir varlıktan başlamak ve o varlık üzerine kainatı kurmak ve açıklamak zorunda kalmişlardır. Bu büyük filozofların kimi, bu varlığa tabiat, kimi evrensel akıl ve kimi de evrensel ruh, bazısı da ilk neden (illet-i Ula) demiştir. Ama mutlaka böyle bir varlık tesbit etmeden ve böyle bir varlığın varlıgını kabul etmeden kainatın varlığını açıklamanın imkansız oldugunu kabul etmişlerdir. Böyle bir varlıgın varlığını kabul etmeden, kainatı açıklamak ve kainat nizarnını kurmak isteyen filozoflar, kainatı degil, kainatın içindeki küçük nizarnlan açıklamaktan ileri gidcmemişlerdir. Kainatın içinde kalmışlardır. Kainatın dışına çıkıp dışardan kainatı anlamaya ve onun nizarnını kurmaya çalışsalar, Arşimed gibi kainatın başlangıç noktasını görebilirlerdi. Bunun için kainatın içindeki küçük nizamla uğraşıp orada kalan ve kainatın dışına çıkamayan filozoflara, ikinci derecede filozof demek gerekmektedir. Bu ilk neden veya ilk varlık, kainatı var eden, yaratan varlık­ tır. Kainatı tabiatın yaratugını . iddia edenler de ka inatın yaratılmış olduğunu kabul · ediyorlar. Ancak, tabiatın ne olduğunu açıklamakta acze düşüyorlar. Önemli olan dışar. dan bakıp kainatı kurmak isteyen filozofların kainatın yaratılmış, yapılmış olduğunu ve bir varlığa dayanması gerektiğini kabul etmiş olmalarıdır. • · . Günümüzde kainatın açıklanması hususunda en önde gelen nazari ye, büyük patlama (big bang) nazariyesinin dayandığı nokta; kainatıri, başlangıçta bir yumurtanın patlamasından oluşup genişiernekte olmasıdır. Ancak, bu nazariye sahipleri kendilerine şu soruyu sormamazlık edemiyorlar : Bu yumurta oraya nereden gelmiştir? lşte Fizik llmi bu yumurtaYa kadar gidiyor. Bunlar, yumurtanın içinde düşünüyorlar. Yumurtanın dışına * Ankara Üniversitesi, llaruyat Fakültesi, Öğretim Üyesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 6 · Yıl: 1995 çıkan filozoflar, buna yukarıdaki cevapları veriyor. Dinler ise, filozofların degişik adlar verdikleri o ilk varlıga Tanrı ve Allah diyor. Kuran da insana bunu anlatıyor. O halde kainatı yaratan ve kainatın nizarnını koyan Allah'ur. Kainaun içinde insada yarattı ve bu kainat ni;zamını ona anlattı. Çünkü onu, anlatacagını anlatacak mevkide olmak üzere yanıttı. nı Bir ilkokul, orta, lise veya üniversite ögrencisini ele alalım. Hociıları onlara selam verdigi zaman, gönülleri ne kadar hoş olur ve neşe dolar. Egcr müdür veya rektör selam verse daha çok memnun olurlar. Rektörün bir hocaya selam vermesi bile, hocaya sevinç veren bir iltifat olur. Bunu Başbakana veya Cumhurbaşkanına kadar götürün. Cumhurbaşkanının küçük, büyük insanlara iltifat etmesi bir kıyınet ifadesidir. İnsanın sosyal hayatında bunlar sık sık yapılan birdegerler sistemi ifade eder. Kuranin insana verdigi en büyük deger, ona hitap etmesi, onu kendisini aniayacak seviyeye yükselmesidir. Insan diger canlı varlıklar gibi sudan ve topraktan yaratılmıştır. Ama ona Allah kendi ruhundan üfleyerek diger bütüri varlıklardan onu ayırmıştır. Ona, ey insan, ey ademoglu ve ey inSanlar diye seslenmiştir. İnsanın Allahın ünlemesini anlaması temelinde-olan Allah'ın ona ruhundan üflemesine, riefhasına dayanır. Buna göre, bu bitaba layık oldugunu ifade etmek yerinde olur. Bu insana en büyük degeri vermek olmuyor mu? Allah'ın insanı kendisine muhatap almasında, onu kendisine halife yapıp yeryüzünün imarını ona havaleetmesi yatmaktadır. Allah'ın yerine dünyada iş yapacak insana Allah, ona nasıl iş yapacagmı bildirir ki, Kendisinin isteğine göre hareket etsin ve ~alifeliği iyi gerçekleştirsin. Allah'ın halifesi olmanın tek şartını Kuran açıklamaktadır. Bu şart ilimdir. Çünkü; Hz.Adem, meleklere ilmi ile üstün gelmiştir ve Allah'ın halifesi olma imtihanını kazanmıştır.. Allah'ın halifesi olmakta iman şart kıhnmamış ve Adem imanından imtihana çekilerek Allah'ın halifesi olmamıştır. Diger bütün ibadetler imandan sonraki bir mertebede olduklarından, onlar da Allah'ın halifesi olmakta şart degildir. O halde bir insan ne kadar ilim sahibi ise, o kadar Allah'ın halifesi olmakta hissesi vardır. Allah tek insanı halife yapmamış, bütün insanları, yani kadın erkek hepsini halife olarak yaratmış­ tır. Burada kadın ve erkekfarkı yoktur. Nice kadınlar ilim sahibi oldukları için Allah'ın hilafetinde nice erkeklerden daha çok hisseye sahiptirler. Allah'ın bilafetinden hisseler ilmin derecesine göre dagıtılır. Bugün dünyada Allah'ın hilefetine en çok layık olan ve en çok hisse sahibi bulunan millet, ilirnde en ileri olan millettir. · Allah'ın halifesi olmanın şartının ilim olarak ortaya konmasının neticesi olarak da, en çok ilme sahip olan insanlar ve bunların mensup olduğu milletler dünyaya hakim olmuştur. Allah da·ilmi ile dünyaları kuşatınış ve ilmi ile kainatı idare ediyor. Hükümmnlık ilimden sonra gelir. Bilmeden hükümranlık yapılamaz. Kişinin de şahsiyet sahibi, 4 • Sosyal BiUmkr Enstitüsü Dergisi Sayı :6 Yıl: 1995 kendine ve yaptıgı işlere hakim olması, onları gerektigi nizarn ve düzen içinde yürütebilmesi için ilim sahibi olması gerekir. Devlet de böyledir. Dünya idare ve siyasetlerinde de ilim ile hükümranlık atbaşı gitmektedir. Hükümranlık ve ilmin görünürde birbirlerine önceliği yok gibiyse de var olma açısından ilim öne~ gelir. Tasavvufta ve tarikatlarda yanlış bir inanç vardır. Bu kutup nazariyesidir. Kutup arapça bir kelime olup, asıl anlamı, degirmen taşının üzerinde döndüğü mil demektir. • Tasavvufcular ve tarikatlar içinde yetişen bazı kimseler sözde öyle bir dereceye yükselirler ki, Allah kainatın idaresini onlara verir ve onlar üzerinde kainat döner. Bunların içinde bir,i kutupların kutbu (Kutbu'l-Aktab) mevkiine yükselir ve kainatı idare etme yetkisi ona verilmiş olur ve böylece kainatı idare eden tek halife o olur. Evet tamamen yanlış bir iddia. Bu nazariye bir çok bakımdan Kurana ve Kuranın anlattığı Allah inancına ve tek bir insanın değil, bütün insanların Allah'ın halifesi oldukları gerçeğine taban tabana zı~tır. Önce Allah'ın kainata hakim olmadığı, onu idare etmediği, İstirahata çekildiği inancını bilerek ya da bilmeden kabulu telkin etmiş oluyor. Bu, Kuran'ın Allah inancını temelinden yıkmaktadır. Allah insanı kendisine vasıtasız muhatap kabul ettiği halde bu nazariye Allah ilc insan arasın~ vasıta koyuyor ki, bu Kuranın şiddeti~ reddettiği putperestliktir. . Allah'ın insana hitap etmesinde bir ayırım yoktur. Kadın, erkek, ergenlik varan her insana eşit surette hitap eder, emirlerini ve yasaklarını bildirir. çağına Emirler ve yasaklar, mükafatlar ve cezalar hususunda kadın ve erkek farkı gözetilmez ve her birine her iyi işten aynı sevap ve her kötü hareketten aynı ceza verilir. Ama insan toplumları ve cemaatları Allah'ın koyduğu bu eşitlik kavramını çoğu kez ters çalış­ tırmaktadırlar. Bir örnekle yetinmek istiyorum: . Toplumumuzda, zina eden erkek ve kadının bütün günahı, suçu kadına yüklenmektedir, erkek ise lekelenmemektedir. Oysa, Kuran her ikisine de aynı cezayı vermektedir. Bu cezasında kadın-erkek farkı gözetmez. Toplum nasıl kadını cezalandırıyor ve ona orospu damgasını vuruyorsa, erkeğe de aynı şekilde muamele etmeli ve de orospu damgasını vurmalıdır. Kuran ikisine de zani, zina eden diyor ve aynı cezayı vuruyor. Kuranın zina meselesindeki tutumu eşitliktir. Erkeğin elinde para, silah ve fiziki gücü vardır. Toplumun onu azarlaması halinde, zinaya yönelmesi önlenebilir. Bu güçlerinden dolayı toplumun onu alkışlaması, toplumu Kuran karşısında büyük bir günaha ve mesuliyete iter, Allah'ın halifesi olmanın birinci şartı olarak, ilim sahibi olmanın gerekliliğini . Burada ilim sahibi olmak ile alim olmak arasında bir farkın bulunduğunu belirtmek gerekir. llim sahibi olmanın anlamı şudur; llim, insanın dışında bir kitapta nesne olarak bulunuyor. İnsan onu okuyar ve ona sahip oluyor.' Saatçıya gidip bir saat, kitapçıya gidip bir kitap almak gibi ... Bu şekilde ilmi elde edene, ilim sahibi denmesi söylemiştik. 5 t • Sosyal BiUmkr Enstitüsü Dergisi Sayı: 6 Yıl: 1995· dogudur. Bir de "alim olmak" tabiri vardır. Bunun anlamı; ilmi almış, özümsemiş, kendisine mal etmiş ve ilim, onun kendisi ve kendi sıfau olmuş demektir. lşte, ilim sahibi ol. makla, alim olmak arasındaki fark budur. İnsanların bir kısmı ilim sahibidir, bir kısmı da alim mertebesine yükselmiştir. Şüphesiz her türlü ve derecede bilgi sahibi ol~lar, Allah'ın bilafetinden hisse alırlar. En yüksek hisseye alimler ve sonra filozofların sahip · oldugu, ilim ve düşüncedeki mertebelerine göre anlaşılması dogrudur. Allah:ın halifesi olmanın ikinci şartı da, adaletle çalışmak ve iş görmektir. llim öncelikle ferdi öne almakta ve onu ilgilendirmektedir. İnsana şahsiyet veren ve kendi varlığıyla özdeşleştiren, ona benlik (bencillik değil) veren ilim sıfatıdır. Bu sıfatı haiz olunca, peşinden hükümranlık gelmekte ve hükümranlık sıfatı da adalete dayanmaktadır. Adalet, diğer insanları ilgilendirir. Allah'ın halifesi olan insan, çalışmalannda ve idaresinde, yöneticiliğinde adil olmak zorundadır. Yüce Allah Davud'a "Ey Davud, seni yeryüzünde halife yaptık, öyle ise, insanlar arasında adaletle hükmet, onları adaletle yönet" demiştir. (38.Sa'd/26) Sosyal nizamda, idarede, siyasette en büyük sorun adalettir. sıfatı Kuranda insan probleminin . toplumsal boyutu adalettir. Toplumlan yıkan, tahrip eden ve . felakete, nihilizme yani hiçliğe ve sonu olmayan karanlık, yokluk çukuruna sürükleyen adaletsizliktir, yani zulümdür. Bu hususta en çok dikkat edilmesi gereken ilke ve prensip ·tarihte İslam alimlerinin verdikleri şu fetvadır. Adil bir kafir hükümdarıo idaresi, zalim bir müslümanın idaresinden yeğdir,iyidir. Zulüm, karanlık anlamında olan, zalam'dan türeyen bir kelimedir. İnsanlan karanlığa düşüren~ onları karanık içinde işkenceya, eziyete ve zarara sokma anlamındadır. Allahın zerre kadar zulmetmeyeceğini Kuran bir çok yerde açıklamaktadır. sanın Adil olmak, yalnız hakimierin mahkemedeki · icraatlanna yönelik .olmayıp inbütün işlerine ş_amildir. Yetenekli ve ehil kimseyi göreve almamak zulümdür. Becerik..<;iz, yeteneksiz kigörev vermek hem zulüm ve hem de luyanettir, devletin malını haksız yere harcamaktır. Adaleti tamamlayan ayetlerden biri Kuranda şöyledir: "Allah, size görevleri ehline ve yetenekli kimselere verin, diye emreder." (Nisa 4/58) Allah adil olmayı emreder. (Nahl 16/90) Ve çok önemli bir ayet te şudur: "Birine düşman olmanız, ona karşı adil olmanızı engellemesin. Adil olun. "(Maide 518) şiye Şimdi bizim toplumumuzda da adaletin olduğu söylenebilir mi? Toplumumuzdaki her türlü ve her sahada olan adaletsizlikler ve zulümler yüzünden fertler huzursuz, hükümet huzursuz, haklı ve haksız huzursuz, zengin huzursuz, fakir huzursuz, hoca huzursuz, ögrenci huzursuz, veli huzursuz degil midir? Bu, insanın en .önemli problemi değil midir? 6 -~ / Sosyal Bilimler Enstitiisü /)ergisi Sayı :6 Yıl: 1995 lşte Kuranın bütün bu huzursuzluklara _getirdiği çare; adalet sahibi olmaktır. Bu adaletsizlik ve zulüm bütün · dünyayı sarmış değil · midir? Dünyaya hakim milletler ve devletler Kuranın getirdiği evrensel adaletten uzak oldukları için, dünyaya huzuru getiremiyorlar. Onlar adaleti çevresel, bölgesel ve çıkarlarına göre uyguluyorlar. Bunun adı günümüzün deyimiyle çifte standartur. Yani iki yüzlülüktür. Kuranın adaletinde tarafgirlik, dostluk, düşmanlık, dindarlık, dinsizlik, milliyetçilik, milliyetsizlik sözkonusu değildir. Kuran, dinsiziikten çok, iki yüzlülüğe, münafıklığa, çifte standarta düşmandır.lşte İslamın bütün dünyaya öğreteceği en önemli esaslardan biri herkese karşı samirniyetle adaleti . uygulamaktır. Görülüyor ki bütün insanların ve insaniılığın mutluluğu, huzuru Kuranın anadaletin gerçekleştirilmcsindedir. Görüldüğü gibi bu adaletin yerine getirilmesi için iman şart kılınmamıştır. Dinsize de aynı adalet uygulanacağı gibi, bir dinsiz de bu adaleti uygulayabilir ve uyguladığı zaman, adil olma sırauna nail olabilir. Kuran, adaleti ancak falan veya filancılar uygular diye tarafgir bir ifade asla kullanmaz. lattığı Kuran insana şahsiyet, benlik ve varlık, ayniyet verecek olan ilim öğrenmeyi ve alim olmayı emretmiş, bundan dolayı onu halife yapmaya layık görmüştür. Alim olduğu zaman her şeyi onunla çözecek ve görevlerini onunla en iyi bir şekilde yapabilecektir. Onunla başkasına nasıl muamele edeceğini de öğrenecek, Allah'tan başkasına boyun eğmenin, onları aracı yapmanın saçmalığını kavrayıp başını dik tutacak, ama kimseye de adaletsizlik, haksızlık ve zulüm yapmayacaktır. · Allah'ın insana, bu gibi yüce .nitelikler ve nimetlerden daha büyük bir nimeti de ona varlık vermesi, onu yaratmasıdır. İnsan, bu nimetierenasıl karşılık verecek? Mutlaka bunlara bir karşılık vermek gerekir. İnsan kendisine yapılan bir iyiliğe ve verilen bir hediyeye karşılık verme eğilimindedir. Vermediği zaman, kendisini J!linnet altında, boyun bükmüş ve eziklik içinde görür. lyiliği yapanı ve hediye vereni her gördükçe ona karşı kendini borçlu ve bir eksiklik şuuru içinde bulur. Bu bir esaret ve bağımlılıktır. lnsan Qöyle bir durumdan kurtulmak için iyiliği yapana iyilik yapar... Bu karşılik verınede önemli olan, daha aşağı olmayan aynı değerde bir iyilikte bulunma veya hediye vermedir. · ·Allah insanlara pek çok nimetler verdi. losanların bu nimetiere karşılık vermeleri kendi aralannda uyguladıkları sosyal gelenekiere göre düşünülürse, altından kalkamazlar. Çünkü; insana verilen en büyük nimet kendi varlığıdır. Bunu ödemek ve karşilığını vermek için insanın kendi varlığına eşdeğerde bir şey kazanıp vermesi gerekir. İnsanın buna gücü yetmez.. Öyle ise her zaman Allah karşısında boynu bükük mü kalacakur? . lşte Kuran insanın en önemli probleminin de çözmüştür. Ey Insanoğlu, sana verilen bütün nimetiere k~şı senin yapman gereken, Allah'ın buyruklarına ve yasaklarına 7 (' Sosyal Bilimler Enstitüsii Dergisi Sayı :6 Yıl: 1995 teslim olmandır. Bu insan açısından şu demektir, Ey Tannm! Bütün bu verdigin nimetiere olarak kendimi sana geri verip teslim ediyorum. Bu suretle insan, ·kendisine verilen nimetierin ezikli.!ı;inden kurtularak hürriyetine kavuşur ve bu nimetiere hak sahibi olur. Bu, İslam kelimesinin içerdi.!l;i manadır, tam. teslim olmadır. İnsan böylece hürriyetine kavuşuyor. Borcunu ödeyince esaretten, eziklikten kurtuluyor. Bir memur görevini tam yaptığı zaman kimseden, amirinden korkmadıgı gibi, Allah'a karşı görevini tam yapan da Allah'tan korkmaz. Memur . amirinden korkınuyar diye ona saygısızlık yapmadığı gibi Allaha karşı görevini tam yapan Allahtan kokmaz, ama Allaha saygılı olur. Cahil adamlar Allah'tan korkarak görevlerini yaparlar, ancak alimler Allah'a saygı duyarak görevlerini yaparlar. İnsanın en yüce mertebesi, Allaha saygılı olması­ dır. Bu merte~ye ilirole ulaşılır. Kuran, Allaha en saygılı olanlar alimlerdir, diyor. karşılık islam kelimesinin iki anlamlı oldugunu hatırlatmak doğru olur. Birinci anlamı sözlük anlamıdır. İslam, sulh, sükun, sağlık, esenlik, sa.!ı;lamlık, katışıklıksıi olma, anlamında olan selam, silm kökünden türe~. 'Buna göre İslam sulha, saglıga, esenliğe kavuşma anlamındadır.O halde maddeten ve manen saglıklı ve saglam olan müslüman olmuş olur.lslam kelimesinde teslim olma anlamı da vardır. Buna göre İsiarnı şu şekilde tanımlamak doğru olur: İslam, iyiye iyi niyetle baglanma, yani sağlam olana· samirniyetle teslim olma- dır. Saglam her şeye şamil ve her şeyi içeren bir kelimedir. "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" atasözü bunu açıkça anlatır. Yapılan iş, ilim ise ilirnde saglam, sanat ise sanatta sa.!ı;lam, niyet ise niyette sağlam olmaktır. Akl-ı selimin, sagduyunun sağlam dediği şey, İslam kelimesini~ içine girer ve o nesne İslamdan sayılır. İslam kelimesinin bir de terim anlamı vardır. Kuranın anlattığı emirler ve yasaklar, övmeler ve yerıneler kastedilir; Bu anlam özel ve terim anlamıdır. Bu manaya göre müslüman olmak, Kurandaki emirleri yerine getirmek ve yasaklan yapmamaktır. Kuran~ı Kerim'in zikrettiği İslam kelimesinden bu iki manayı kasdettiği açıktır. sözlük manasma dayanır. Kuran baştan sona bu sözlük anlamını · ve insanın hayatına geçirmek yönünde vurgularda bulunur~ Kurandaki bütün emirler, yasaklar, öğmeler ve yerıneler birinci manayı yani iyiye iyi niyetle bağlanınayı insanlara anlatmaktadır. Çok basit gibi ~örünen bu tanım bütün Kuranı içermektedir. Çünkü, terim manası, gerçekleştirmek Sonuç olarak şunu böylernek gerekmektedir; Kuranda in~an problemi basit bir formülle çözülür. O da İslam kelimesinin sözlük anlamı olan iyiye iyi niyetle bağlanmak­ tan geçer. Ama önce iyi nedir? Nasıl bilinir? Nasıl elde edilir? lyi niyet nedir? Nasıl bilinir? Nasıl elde edilir? Bağlanma ve teslim olma nedir, nasıl yapılır ve gerçekleşir? Bunları bilmek lazımdır. Bu sorulann cevabını akıl verebilir. Akıl cevaplarını ve bilgile- 8 Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 6 Yıl: 1995 rini şu kaynaklardan elde eder: 1. Akıl ilkeleri 2. Sa~lam, kesin ilim verileri 3. Kuran · 4. Vakıa, olgu Akıl bunlann herbirini ne zaman,nerede toplu olarak, teker teker veya çifter çifter ve üçlü olarak nasıl kullanacagını bilir. Buradaki akıl, menfi egitimle ye çarpıtılmamış olan akl-ı selimdir, sagduyudur. · . 1 9 '. /