www.sehadet.info İslam’a Göre Dost ve Düşman Alaaddin PALEVÎ “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardan olur. Şüphesiz Allah, zâlim kavmi doğru yola iletmez. Kalplerinde hastalık bulunanların «Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz» diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir (iş) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar. İman edenler «Sizinle beraber olduklarına dair, Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?» derler. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir ve kaybedenlerden olmuşlardır.” (Maide/51–53) Ayetin Nüzul Sebebi Suddî'den gelen rivayete göre bu ayet Uhud savaşında Müslümanların yenilmesi sonucunda içlerinden bazılarının devletin ve hâkimiyetin kendi aleyhlerine müşriklerin eline geçeceğinden korkmaları üzerine nazil olmuştur. Onlardan bir kısmı “Ben, gidip filan yahudiye sığınacağım, onun emânını alacağım ve onunla birlikte ben de yahudi olacağım” derken, bir başkası da “Ben de Şam'daki filan hıristiyana gidip onun emânını alacağım ve hatta gerekirse onun yanında hıristiyan da olacağım” demiştir. İşte bunun üzerine Allahu Tealâ bu ayeti indirmiştir.1 Atiyye b. Said diyor ki: “Hazrec kabilesinden olan Ubade b. Samit Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e geldi ve dedi ki: «Ey Allah'ın Rasulü! Benim yahudilerden çok sayıda dostum var. Artık yahudilerden dost edinmekten beri olduğumu Allah ve Rasulüne bildiriyorum ve Allah'ı ve Rasulünü dost ediniyorum.» Bunun üzerine orada bulunan Abdullah b. Übey de dedi ki: «Ben başıma birtakım felaketlerin geleceğinden korkan bir insanım. Dostlarımın dostluğunu bırakamam » Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Abdullah b. Übey'e dedi ki: «Ey Habbab'ın babası! Ubade b. es Samit'e karşı cimrilik ettin. Yahudilerin dostluğu, onun değil sadece senin mi olsun?» Übey de «Kabul ediyorum» dedi. İşte bunun üzerine Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayetleri indirdi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye hicret ettiğinde ehli küfür üç gruba ayrıldı. Birinci grup Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile sulh edip savaşmayanlar. İkinci grup savaşanlar. Üçüncü grup ise ortada kalıp münafıklık yapanlar. İşte bu ayetler münafık olan üçüncü grup hakkında inmiştir. Zira bu kimseler sadece dünyalık menfaatlerini gözettikleri için bazen bu tarafta bazen de o tarafta görünürdü. Ayetlerden Alınması Gereken Dersler 1. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayetler ile Müslümanlara, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi İslam düşmanlarıyla dostluk kurup onlarla yardımlaşmalarını yasaklamaktadır. Onlara bel bağlamamayı ve sırdaş edinmemeyi emretmektedir. Ayetin devamında “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur” buyurmaktadır. Dolayısıyla bu ayetten açıkça anlaşılır ki Müslümanların kâfirlerle arasındaki dostluk bağını kesmesi imanın vecibesidir. İmam Taberi (rahimehullah) şöyle demektedir: “Kim müminleri bırakır da yahudi ve hıristiyanları dost edinecek olursa o da onlardan biri olur. Zira kim onları dost edinir ve müminlere karşı onlara yardım ederse o da onların dininden olur. Çünkü bir kimsenin başka birini dost edinmesi, ancak dost edindiği kimsenin dinini ve ahvalini beğenmesiyle ve dost edindiği kimsenin karşı olduğu kimselere düşmanlık yapması, kızması ve nefret etmesiyle olur. Bu da o kişinin, dost edindiklerinden bir fert olduğunu ortaya koyar.”2 Allah (Subhanehu ve Tealâ) mümin kullarına kâfirleri dost edinmeyi yasaklamıştır ve bu yasak kıyamet gününe kadar bakidir. Nitekim bir başka ayette Allahu Tealâ şöyle buyurur: 1 2 Taberî, Camiu’l Beyan, 10/397. Taberî, Camiu’l Beyan, 10/399. 1 www.sehadet.info “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık.” (Ali İmran/118) “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, Allah’tan gereğince korkun.” (Maide/57) Kuran’da kâfirlerle ilişkileri kesmeyi ve onları dost edinmemeyi emreden birçok ayet mevcuttur. Hatta Tevhid akidesinden sonra Kuran’da en çok bahsi geçen konu vela ve bera akidesidir. Zira vela ve bera akidesi kalplere bütünüyle yerleşmeden kişinin kalbinde sağlam bir Tevhid inancının oluşması mümkün değildir. Bu sebepten ötürü Müslümanların vela ve bera akidesini en iyi şekilde öğrenmesi vacibdir. Lügatte velayet kelimesi yakınlık anlamındadır. Yine dostluk ve yardımlaşma anlamına da gelmektedir. Istılahta ise yardım, destek olma, itaat etme ve tâbî olma, dostluk, sevgi, muhabbet, kardeşlik gibi anlamlara gelir. İslam âlimleri müşriklere karşı velayetin sınırlarını üç kısımda incelemişlerdir. Bunlardan ilki, kişinin zahiren ve batınen kâfirlere muvafakat etmesi ve onları desteklemesidir. Bu ittifakla küfür olan vela kapsamındadır. İkincisi ise, zahiren kâfirlere karşı düşmanlık göstermekle birlikte batınen kâfirlere karşı velayet beslemek, onları sevmek ve desteklemek durumudur ki bu da ittifakla küfür olan vela kapsamındadır. Üçüncüsü ise, kişinin kalben kâfirlere buğzetmesi ile birlikte zahiren onlardanmış gibi görünmesi halidir. Burada iki durum söz konusudur. Bunlardan ilki kişinin meşru bir ikrah altında kâfirlere karşı kalben düşmanlık ve buğz beslemekle birlikte zahiren muvafakat etmesidir. Bu caiz olan vela kapsamındadır. Diğeri ise meşru bir ikrah olmaksızın kişinin kalben kâfirlere buğzetmekle birlikte zahiren onlardanmış gibi görünme halidir. Bu durum ise ümmetin ittifakı ile küfürdür.3 Allah (Subhanehu ve Tealâ) mutlak bir surette Allah’ın dinine düşman olan kâfirler ile vela bağı kurmayı mümin kullarına yasaklamıştır. Kâfirlerle müminlerin arasında sevgi ve yardım anlamında bir bağın bulunması kesinlikle söz konusu bile olamaz. Bir müminin küfür düzenlerini koruma ya da destekleme anlamında söz ve amellerde bulunması mümkün değildir. Zira İslam sistemi ile beşeri sistemler gece ile gündüz misali bir arada bulunamazlar. Bu gerçekten dolayı her kim ki hiçbir meşru ikrah hali olmaksızın kâfirlere itaat eder, onları destekler ve onlara yardım ederse tüm ümmetin ittifakı ile dinden çıkmıştır ve mürted olmuştur. Böyle kimselerin kendilerini Müslüman olarak isimlendirmelerinin, namaz kılıp oruç tutmalarının kendilerine bir faydası yoktur. Zira bu kimseler işledikleri büyük cürümle Tevhid binasını kökünden yıkmışlardır. Allah’ın doğru yolunu terk edip zâlimlerden olmuşlardır. Ve Allah’ın zâlimler topluluğuna yardım etmesi söz konusu değildir. Üzülerek belirtmeliyim ki bu ayet, çağımızda kendilerini Müslüman olarak isimlendirenlerin hemen hemen tamamını kapsamaktadır. Çünkü bugün kendilerini Müslüman olarak isimlendirenlerin birçoğu tağutlarla el eledirler. Özellikle yaşadığımız şu topraklar üzerinde İslami görünümlü cemaatlerin birçoğu şirk fabrikası mesabesinde olan parlamentolarda demokrasiye göre kanun ve yasa çıkaran partileri destekleyerek ayetin kapsamına girmektedirler. Böyle kimseler bütün benlikleri ile tağuti düzene bağlanmışlardır, bu düzenleri savunmayı kendilerine adeta bir yükümlülük olarak telakki etmişlerdir. Buna karşılık tağutu reddeden ve sadece Allah’a ibadet eden Müslümanları ise toplumda küçük düşürme adına terörist ya da haricî olarak isimlendirirler. Onlara göre Müslümanlar kendi sistemlerine itaat etmedikleri için vatan hainidirler. Bu ayet dikkatli bir şekilde incelendiği zaman bugün kendilerini Müslüman olarak isimlendiren milyonlarca insana Allah’ın neden yardım etmediği ortaya çıkmaktadır. Zira Allah 3 Konu hakkında daha geniş bilgi için “İstismar Edilen Kavramlar” isimli kitabımıza bakınız. 2 www.sehadet.info (Subhanehu ve Tealâ) açık bir şekilde kâfirleri dost edinerek onlara yardım edenleri asla hidayete erdirmeyeceğini ve böyle kimselerin mutlak surette kaybedenlerden olacaklarını haber vermektedir. 2- Yine bu ayet, kalbinde hastalık bulunan kimselerin, basit dünyevi menfaatler uğruna kâfirleri dost edinmelerini kınamaktadır. Ayetin nüzul sebebinden de anlaşılacağı üzere karşılaşılması muhtemel bazı sıkıntı ve zorluklar nedeniyle kişilerin kâfirleri dost edinmeleri kesinlikle meşru bir eylem değildir. Bilakis kalbinde hastalık bulunan münafıkların tutumudur. Ayette söz konusu edilen münafıkların tutumlarının aynısına günümüzde de sıkça rastlamak mümkündür. Zira bugün tağuti sistemleri destekleyerek onlara itaat eden insanların hemen hemen hepsi bu mazereti ön plana çıkarmaktadırlar. Bugün kendisini Müslüman olarak isimlendiren kimseler ile konuşursanız ve kendisine neden bu sisteme itaat ettiğini ve sistemi destekleyip kolladığını sorarsanız hemen ayette belirtilen münafıkların cevaplarına benzer cevaplarla karşılaşırsınız. Ancak Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu kimselerin cevaplarına itibar etmemiş ve böyle kimseleri amelleri boşa gidenler ve kaybedenler olarak vasıflandırmıştır. Ayet Nasıl Tahrif Edildi? Günümüzde irca akidesini kendilerine din edinen bazı kimseler “Şayet bir kimse kalben kâfirlere karşı düşmanlık beslerse, zahiren onlara karşı dost gibi görünse de ve onları desteklese de bu imanına bir zarar vermez” diyerek bu ayeti de tahrif etmişlerdir. Böyle kimseler kalben gerçekleşen bir buğzun kâfirlere düşmanlık bakımından yeterli olduğunu iddia etmektedirler. Bununla birlikte bazıları daha da ileri giderek her türlü menfaat uğruna kâfirlere dostluk kurulabileceğini ya da kâfirlerden gelmesi muhtemel bir tehlikeyi bertaraf etme adına küfür sistemlerinin desteklenebileceğini söylemektedirler. İşin aslı böyle kimselerin hayatlarında belirleyici faktör din değil dünyalık menfaatleridir. Ancak bu kimseler bilmelidirler ki, Allah’ın dininin düşmanları tarih boyunca en büyük darbeyi şahsiyetten yoksun kendi destekçilerine vurmuşlardır. Bunun örneği tarihte sayılamayacak kadar çoktur. Yakın tarihimizde ABD’nin önce İran şahı Rıza Pehlevi’ye ve daha sonra da Saddam Hüseyin’e vurduğu darbe bunun en güzel örneğidir. Bununla beraber bazı çevreler “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur” ayetinde geçen “şüphesiz o onlardan olur” ifadesinin, ‘‘onlara benzer’’ manasında olduğunu, bu benzemenin ise küfür olmadığını iddia ederek tam bir tahrifçilik örneği sergilemektedirler. Ancak bakınız İslam âlimleri böyle çevreleri nasıl reddetmektedir. İmam Kurtubî tefsirinde bu ayete dair şöyle demektedir: “Kim Müslümanlara karşı kâfirleri desteklerse onlardan olur. Yani hükümleri aynıdır. Zira o kimse kâfirler gibi Allah ve Rasulüne muhalefet etmiştir. Kâfirlere nasıl düşmanlık yapılması gerekiyorsa, ona da aynı şekilde düşmanlık yapılması gerekir. Kâfirlere ateş vacip olduğu gibi ona da ateş vacip olur.”4 Şevkani ayetin tefsirinde şöyle der: “Bu şiddetli bir tehdittir. Küfrü gerektiren günah son kıvamına ulaşmıştır. “Şüphesiz Allah, zâlim kavmi doğru yola iletmez” ayeti ise önceki cümlenin illetidir. Yani onların küfre girmesi, Allah’ın onlara hidayet vermemesine sebep olmuştur.”5 Şeyhulislam ibn-i Teymiyye şöyle der: “Allah (Subhanehu ve Tealâ) açıkça haber vermektedir ki kâfirleri veli edinenler mümin değildirler. Bu da delalet eder ki onlara yardım edenler de onlardandır. Zira Kur’an ayetleri birbirini teyid etmektedir.”6 4 el Camiu Li Ahkami’l Kur’an, 6/217. Fethu’l Kadir, 2/50. 6 Mecmuu’l Fetava, 7/17. 5 3 www.sehadet.info Allame ibn-i Kayyım el Cevziyye şöyle der: “Allah (Subhanehu ve Tealâ) açıkça hükmetmiştir ki kim kâfirlere yardım ederse onlardandır. Çünkü onlardan ayrılmadığı müddetçe iman tamamlanmaz. Kâfirleri veli edinmek, onları düşman edinme emrinin zıddıdır ve bu iki durumun bir yerde toplanması mümkün değildir.”7 İbn-i Hazm şöyle demektedir: “Tarih boyunca hiç kimse bu ayetin zahirini bırakmamıştır. Müslümanlar arasında bu konuda ihtilaf eden iki kişi dahi yoktur. Kim kâfirlere yardım ederse, onlardandır ve kâfirdir.”8 Acaba ibn-i Hazm günümüz irca ehli tahrifçilerini görse ne derdi? Bu kimseleri Müslüman olarak görür müydü? Dr. Muhammed Nuaym Yasin bu hususta şöyle der: “Tağutlara yardımcı olanlar iki kere kâfir olmaktadırlar. Kâfir olmalarının ilk sebebi onları veli edinmeleri ikinci sebebi ise Allah’tan daha çok onlardan korkmalarıdır.”9 Allame Muhammed Emin Şankîti şöyle der: “Bu ayetlerin zahirinden açıkça anlaşılır ki her kim meşru zorlama olmaksızın kâfirlere yardım ederse kâfir olur.”10 Allame Ahmed Şakir şöyle der: “İngilizlere yardım etmek ne türde olursa olsun şiddetli bir riddettir ve açık küfürdür. Bu konuda ne özür ne de tevil kabul edilir. Fert, cemaat ya da hükümet fark etmeksizin hepsi bu hükümde eşittirler. Herkes şunu bilsin ki Allah’ın düşmanları ile yardımlaşanlar namaz kılsalar namazları batıldır. Oruç tutsalar da oruçları batıldır.”11 Seyyid Kutub şöyle der: “Kâfirleri veli edinen kimse bu tutumuyla, kendine, Allah'ın dinine ve Müslüman topluma zulmetmiştir. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu zulümden ötürü o kişiyi, dost edindiği Yahudilerin ve Hıristiyanların kategorisine sokmuştur. Allah onu, artık doğru yola iletmeyecek, yeniden Müslümanların safına döndürmeyecektir.”12 Kâfirlere karşı vela bağı beslemenin ve onları desteklemenin küfür olduğuna dair en net delillerinden bir tanesi de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Bedir savaşında müşriklerin safında yer alan amcası Abbas’ı esir alması ve kendisinden fidye istemesidir. Zira bu kâfirlerin safında onlara yardım edenler üzerine küfür ahkâmı uygulanacağının en açık göstergesidir. Burada velanın çeşitlerinden de kısaca bahsetmekte fayda vardır. Vela büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Büyük vela, açıklamasını yapmış olduğumuz ayetin kapsamında olan İslam düşmanlarına yardım ve destek şeklindedir. Küçük vela ise akrabalık ve diğer bağlar sebebi ile kişinin kâfirleri sevmesidir ki bu sahibini küfre götürmez. Zira Sad bin Ubade akrabası olması sebebiyle Abdullah bin Ubey bin Selul’u savunmuş, ancak hiç kimse onun küfre girdiğini söylememiştir. Bilinmelidir ki kâfirlerle ilişkiyi kesmek ve onlara düşman olmak demek, onlara karşı iyi muamelede bulunmamak demek değildir. Zira harbî olmadığı müddetçe kâfirlere karşı iyi davranmak, onları doyurmak, yedirip giydirmek, güler yüzlü olmak, komşuluk ve akrabalık bağlarını kesmemek men edilmiş davranışlar değildir. Üzülerek belirtmeliyim ki bazı çevreler bu kadar açık delillere rağmen kendilerine delil arama gayreti ile Hatıb bin Ebi Belta kıssasını kendi lehlerine tahrif etmekten geri durmamışlardır. Bu çevrelere göre Hatıb bin Ebi Belta kâfirleri desteklemiş ancak Rasulullah onu tekfir etmemiştir. Ancak Hatıb bin Ebi Belta Mekkeli müşriklere mektup göndererek onlara Rasulullah’ın kendilerine saldıracağını haber verdiğinde Ömer (radıyallahu anh) bu hâli küfre destek vermek 7 Ahkamu Ehli’z Zimme, 1/242. Muhalla, 11/138. 9 İman kitabı 10 Edvau’l Beyan, 2/11. 11 Kelimetu’l Hak, sy: 128. 12 Fi Zilali’l Kur’ân, 2/909. 8 4 www.sehadet.info olarak kabul etmiş ve onu öldürmek istemiştir. Fakat Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı nedenlerden dolayı buna engel olmuştur. Bunlardan ilki Hatıb’ın tevilidir. Zira o malının ve ehlinin emniyette olması adına böyle bir fiilde bulunmuş ve bunun da küfür olduğunu düşünmemiştir. Yapmış olduğu fiilin caiz olduğunu düşünmüştür. İbn-i Hacer el Askalanî (rahimehullah) Fethu’l Bari’de bu konu ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Hatıb söylediklerinden dolayı mazur sayılmıştır. Zira o, bu yaptığının küfür olduğunu bilmiyordu. Dolayısı ile tevil ehli sayılır.”13 Elbette Hatıb bin Ebi Belta tevilinde hatalıydı. Bundan dolayı Allahu Tealâ onu Kuran’da kınamıştır. Ancak tevili onu küfürden kurtarmıştır. Peki, tekrar aynı şeyi yapsa ne olurdu acaba? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun tevilini mazur görür müydü? Burada diğer bir nokta ise Hatıb’ın mektubunda yazdıklarıdır. Zira o, mektubunda şöyle diyordu:“Ey Kureyşliler! Peygamber sel gibi ordularla size geliyor. Şayet tek başına gelse de Allah (subhanehu ve tealâ) onu galip kılacaktır.” Şayet insafla bu mektubu okursan anlarsın ki Hatıb onları bir nevi tehdit etmektedir. Bundan dolayı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu tekfir etmemiştir. Buna karşılık Amcası Abbas’ı Bedir’de esir almış ve kendisine kâfirlere yapılan uygulamayı yapmıştır. Çünkü amcası açık bir şekilde kâfirlere destek vermiştir. Buna karşılık Hatıb, ne küfre açık bir şekilde destek vermiş, ne de Müslümanlara karşı kâfirlere açık bir yardımda bulunmuştur. Hatıb hatalı tevilinden dolayı yanlış yapmış ancak bu yanlışından hemen geri dönerek tevbe etmiştir. Fakat günümüz tağutlarının askerlerinin durumu böyle midir? Onlar açık bir şekilde küfür rejimlerine destek veriyorlar, hatalarında ısrar ediyorlar, kendilerini uyaranları da sapıklıkla itham ediyorlar. Bilinmelidir ki Kur’an insanları Allah’ın ordusu ve şeytanın ordusu olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Ve ayetler iyice incelendiği zaman Allah’ın ordusunu şeytanın ordusundan ayıran temel vasıf, Allah’ın ordusunun fertlerinin velayeti Allah’a, Rasulüne ve Müminlere vermesidir. Buna karşılık şeytanın ordusunun temel vasfı ise kâfirleri veli edinmeleridir. Dolayısı ile velayeti sağlam olan bir kimse Allah’ın ordusunun vasfını taşırken, bu noktada gevşeklik gösterenler ise şeytanın ordusunun vasfını taşırlar. Son olarak ayette geçen bazı tekidlere dikkat çekmek isterim. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette “muhakkak ki” (inne) kelimesini kullanmıştır ki bu Arapçada tekid kelimesidir. Bununla beraber ayetin sonunda “Onların bütün amelleri boşa gitmiştir ve kaybedenlerden olmuşlardır” buyurmuştur. Malum olduğu üzere tekid muhatabın münkir olmasına delildir. Gerçekten de günümüzde irca ehlinin bu nassları zahirinden çıkararak tevil baltası ile tahrif etmeleri tam bir münkirliktir. 13 Fethul Bari, 8/307. 5