G İ R İ Ş / I N T R O D U C T I O N SE Y Fİ K ENAN* “Saatçi, tamir etmek için eline aldığı saatin çarklarını durdurur. Fakat devlet, o canlı saat, işlerken tamir edilmek ister; asıl hüner, dönen çarkı çalışırken değiştirivermektedir.”1 F. Schiller “Çünkü umûr-ı devlet saat çarhları gibi yekdiğere muttasıl ve merbût ve bu dolabın hüsn-i intizâm üzere dönmesi cümlenin taht-ı nizâm ve râbıtada bulunmasına menût olduğundan Devlet-i Aliyye her dâiresince ıslahât-ı esâsiyyeye muhtaç idi.”2 Ahmed Cevdet Paşa Babası III. Mustafa’nın ölümüne kadar şehzadelik eğitiminin bütün aşamalarını özgür ve rahat bir ortamda geçiren ve devletin bütün unsurlarını yakından tanıyarak yetişen Selim (III.), erken gençlik dönemine girdiği, hem babasının vefatı hem de imparatorluğun yaşadığı tarihî hezimetler yılı olan 1774’ten sonra “kafes”e konulduğunda “gözleri bağlı şahin”e3 dönmüştü. Ancak bu “kafes” hayatından I. Abdülhamid’in Doç. Dr., İSAM & Marmara Üniversitesi. 1 F. Schiller, İnsanın Estetik Terbiyesi Üzerine Mektuplar (çev. Melahat Özgü, Ankara: Maarif Matbaası, 1943), s. 23. 2 A. Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet (İstanbul: Matbaa-i Osmaniye, 1309), VI, 6. 3 A. Cevdet Paşa’nın benzetmesi. Târih-i Cevdet, VIII, 149. 13 III. SELİM VE DÖNEMİ ölümüyle kurtulan ve bu defa da gözleri açılan bir şahine benzeyen yeni sultan 1789’un baharında tahta çıktığı zaman, iki yüzyıl önce atalarının yönettiğinden çok daha farklı bir imparatorluk bulmuş ve pek çok alanda önemli sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştı. III. Selim kendinden önce girişilen ıslahat hareketlerinin aksine, Osmanlı dünyasını oluşturan bütün yapıda kalıcı ve köklü değişimlere gitmeye, yerleşik düzeni yeniden kurgulamaya ve yapılandırmaya çok önceden azmetmişti. XVIII. yüzyıldaki girişimlerin neden başarıya ulaşamadığının farkındaydı ve onları yapanlar gibi parçacı düşünmeyip, bütün düzende topyekün bir yenilenme sürecine girilmesi gerektiğini biliyordu. Bunu da ancak bütün yönetici sınıfı ikna ederek ve işin içine çekerek, bir başka ifadeyle sürecin bir parçası haline getirerek başarabileceğinin bilincindeydi. Bu sebeple ilk icraatı, askerî yapıdan ve vergilerin toplanmasından eğitime kadar çeşitli alanlarda sorunlar yaşayan imparatorluğun temel meselelerinin teşhis edilmesi ve bunlara çözüm bulunması – kendi ifadesiyle “nizâm-ı ahvâl-i âlemin müzakeresi” – amacıyla bir meclis-i meşveret (danışma meclisi) kurmak oldu.4 Şehzadelikten sultanlığa geçişinin birinci ayı biterken, 16 Mayıs 1789 tarihinde bu meşveret meclisi üyeleri, saray içindeki Revan Köşkü’nde bir araya geldiler. “İlmiye,” “seyfiye” ve “kalemiye”den, muvazzaf veya emekli olmak üzere Osmanlı yönetici sınıfının önde gelen pek çok isminin katıldığı Revan Köşkü’ndeki meşveret toplantısında asıl hedef, imparatorluğu kötü gidişatından kurtarabilmek için hangi alanlarda ne yapılması ve nasıl bir düzenlemeye gidilmesi gerektiğini tartışmaktı.5 Bu tarihî toplantıya katılanlardan, Osmanlı klasik düzeninde (“nizâm-ı kadîm”) yaşanan bozulmanın gözlemlendiği ordu, eyaletlerin yönetimi, maliye ve adalet düzeni konuları başta olmak üzere pek çok alandaki düşüncelerini, sorunlara yönelik çözüm önerileriyle birlikte samimiyetle dile getirmeleri beklenir. Ancak reîsülküttâb, gündem hakkında bilgi verip yerine geçtikten sonra salonda uzunca bir sessizlik yaşanır. Çünkü toplantıya katılanların çoğu padişah huzurunda rahat ve özgür bir şekilde konuşmaya alışkın değildi; öte yandan hepsi gündemdeki bozuk düzenin hem bir parçasıydı 4 5 BOA, HAT 184/8578. A. Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet, IV, 289-291. Vâsıf ve Edib Tarihi’nde de bu toplantıyla ilgili bilgiler yer almaktadır. 14 SEYFİ KENAN hem de aralarında bundan beslenenler vardı. Bu nedenlerle katılımcılardan hiç kimse, cesaret edip yerleşik düzeni ilk eleştiren kişi olmayı göze alamamıştı. Sessizliği III. Selim’in lalası Rumeli Kazaskeri Hamîdîzâde Mustafa Efendi bozar ve reâyânın çeşitli şekillerde zulme uğramasından hukukun ihlâl edilmesine, halktan kanunsuz vergiler toplanmasından ordu düzenindeki bozulmaya kadar birçok meseleyi açık yüreklilikle ortaya koyar ve konuşmasının son bölümünde yapılması gerekenleri sıralar. Hamîdîzâde Mustafa Efendi’nin sultana yakınlığı sebebiyle onun bilgisi dahilinde bu cesur çıkışı yaptığı düşünülse6 de hem ilmî birikimi hem kişiliği ile saygı duyulan bir şahıs olarak onun bu sözlerinin, toplantı boyunca katılımcıların dile getirdiği eleştiri ve öneriler konusunda sultanın tahammül sınırının nerede durduğunu göstermesi açısından da önem taşıdığı sonucuna varılabilir. Ondan sonra söz alan katılımcılar gözlem, eleştiri ve önerilerini iki gün boyunca bu ilk örnekteki tavır ve üslûba bakarak dile getirirler. Her konuşmacı düşüncesini ifade ettikten sonra, en son sultan ayağa kalkarak özellikle meşveret süresince bahsedilen halka karşı baskılara, adaletsizliklere ve her türlü yetersizliklere ve haksızlıklara son verilmesi için gayret göstermelerini ister. Katılımcılardan imparatorluk düzeninde gözlemledikleri sorunlara ve bunların nasıl çözülebileceğine dair düşüncelerini ayrıntılı bir lâyiha (rapor) halinde kendisine sunmalarını isteyen III. Selim, bütün bu lâyihaları ciddiye alacağı teminatını verir ve bu konuda din ve devlete hıyanet eden çıkarsa, onu evlâdı dahi olsa himaye etmeyeceğini söyler ve “gözünün yaşına bakmadan kellesinin uçurulabileceği” tehdidini sözlerine ekler.7 Eldeki tespitlere göre, bu çerçevede ikisi yabancılar tarafından hazırlanmış olmak üzere sultana yirmi üç lâyiha sunulmuştur. Kâtib Çelebi’nin Tuhfetü’l-kibâr başlıklı kitabında yer alan, “Küçük âdem ile büyük işe mübâşeret câiz değildir” uyarısının farkındaymış gibi hareket eden III. Selim, bu toplantıda dile getirilen önerileri ve kendisine 6 Stanford Shaw, Eski ve Yeni Arasında Sultan III. Selim Yönetiminde Osmanlı İmparatorluğu (çev. H. Güldü, İstanbul: Kapı Yayınları, 2008), s. 99. 7 A. Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet, IV, 291. Edib Tarihi’nde de bu cümle hemen hemen aynı şekilde geçer. bkz. A.O. Çınar, Mehmed Emin Edîb Efendi’nin Hayatı ve Târîh’i (İstanbul: 1999, doktora tezi), s. 134. 15 III. SELİM VE DÖNEMİ sunulan raporları da dikkate alarak giriştiği yeniden yapılanma süreciyle yakından ilgilenmiş, imparatorluk tarihinde kendine özgü ayrı bir dönüm noktası oluşturacak bu yeni aşamaya yarar sağlayacağını düşündüğü yabancı dillerdeki bazı eserleri Türkçe’ye çevirtmiş ve bunları kendisi de okumuştur. Aynı şekilde, daha sonra şekillenmeye başlayacak “Nizâm-ı Cedîd”le ve diğer pek çok işle ilgili girişimleri, fermanlara düştüğü not ve yönlendirmelerden bizzat yönetmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu toplantıdan sonra ortaya çıkan yol haritasının zorunlu sonucu olarak, imparatorluğun aklını şekillendirmede önemli rol oynayan ilmiye sınıfından başlamak üzere askerî ve idarî yapıda eski düzeni tamamen kaldırmadan, bir biçimde yenisini devreye sokan birçok köklü ve uzun soluklu ıslahat hareketine girişilmiştir. Bu hareketler zorunluydu ve önceki girişimlere göre daha köklü ve bütüncül olmak durumundaydı. Çünkü Osmanlılar hem iç nedenler – yetkin bir şekilde yönetemeyen padişahların varlığından dolayı sarayda hiziplerin oluşması, kayırmacılık ve yolsuzluğun yerleşik düzeni pek çok alanda işlemez hale getirmesi, eski devşirme nizamının ve eğitiminin uygulanmaması, toplumun fakirleşen kesiminin yeniçerileşmesi, buna karşılık yeniçerilerin kasaplık, hamallık, kayıkçılık, manavlık, kahvecilik gibi işlerle meşgul olarak esnaflaşması sonucunda imparatorluğun klasik döneme oranla savaşma gücünü kaybetmesi8 vb. – ve hem dış nedenlerle, özellikle Avrupa’nın XVIII. yüzyıl- 8 Bu iç etkenlere, Lâle Devri’nden (1718-1730) itibaren Osmanlı yüksek yönetici tabakasının, “Nizâm-ı Kadîm”i besleyen “din ü devlet” ve “gazâ ruhunun” şekillendirdiği kendine özgü zihniyetten “Osmanlı ethos”undan, İbn Haldûn’un kavramlaştırmasına atıfta bulunan Cevdet Paşa’nın deyimiyle “Osmanlı asabiyeti”nden kopmuş olmasını – tasavvufa, mûsikiye, edebiyata ve hedonizme temayül – (bkz. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma [haz. A. Kuyaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008], s. 42-44) eklemek akla gelebilir. Bu yaklaşımı görmezlikten gelinemese de ihtiyatla karşılanması ve derinlemesine soruşturulmalıdır, zira bu dönemden sonra Osmanlılar’ın 1736-39 yılları arasında Avusturya ve Ruslar’a karşı iki ayrı cephede savaşarak Belgrad’ı geri aldıklarını, Ruslar’ı Karadeniz’den uzak tutmayı başardıklarını unutmamalıdır. Aynı şekilde yine Avusturya ve Ruslar’a karşı XVIII. yüzyılın ikinci yarısında aynı anda iki farklı cephede savaşlara girişildiği bilinmektedir. Ama yine de imparatorluğun zamanına nüfuz edebilen ve zamanını yönetebilen yeni bir “asabiyet”e ihtiyaç duyduğunu daha sonraki gelişmeler ortaya koyacaktır. 16 SEYFİ KENAN da siyasî, askerî ve bilimsel gelişme9 açısından ulaştığı noktaya oranla devletin, Batı’ya karşı gittikçe zayıfladığının somut örneklerini görmüştü. En önemli örnek askerî alanda yaşanmış ve 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması’yla10 sonuçlanan hezimet sonrası, ilk defa halkının çoğunlukla müslüman olduğu bir bölgenin, Kırım’ın Osmanlı yönetiminden ayrılması, daha sonra da Ruslar tarafından ilhak edilmesi, “Osmanlı ruhu”nda onarılması mümkün olmayan bir sarsıntı meydana getirmişti. Son savaşlarda mâruz kalınan yenilgilerin devlet adamlarına önemli dersler verdiği bilinmektedir. Öte yandan, bu esnada Batı’da yoğunluk kazanan “Türkler’in Avrupa’dan atılması” çerçevesinde kotarılan çeşitli çaba ve çalışmaların Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje başlığıyla da kitaplaştırıldığı bir dönemde Osmanlı Devleti’ni XVIII. yüzyıl sonunda tamamen dağılmaktan Fransa’da patlak veren ihtilâl kurtarmıştı.11 Bir başka ifadeyle Fransız İhtilâli, Avrupa’da yarattığı endişe ve kargaşa ortamı imparatorluğa zaman kazandırmış, çöküşünü geciktirmiştir. Öte yandan Avrupa bu dönemde kendi “Şark meselesi”ni inşa ederken Osmanlılar da “Garp meselesi”yle12 uğraşmaya başlamışlardır. Dolayısıyla III. Selim’in, yukarıda bahsedilen meşveret meclisinden sonra askerî yapıdan eğitim düzenine varıncaya kadar çeşitli alanlarda giriştiği yeniden yapılanma süreci olan “nizâm-ı cedîd”in, bu iç ve dış etkenlerin şekillendirdiği bağlamda gerçekleştiğini zihinde bulundurmak gerekir. Şehzadelik yıllarında Fransa kralına yazdığı mektuplardan, tahta geçtikten sonra giriştiği yenilikçi icraata kadar pek çok yönüne bakılırsa III. Selim’in kendinden öncekilerin ıslahatlarından daha farklı bir yol ve tavır ortaya koyma niyetinde olduğu anlaşılabilir. Onun, artık işlevselliğini kaybetmekle kalmayıp ciddi seviyede yozlaşmaya başlamış bir devlet ve yönetim yapısı devraldığında şüphe yok. Bir defasında Kırım’ın 9 Bilimsel ve teknolojik gelişmenin Avrupa’nın savaş gücünü nasıl arttırdığı konusunda bkz. C. M. Cipolla, Guns and Sails in the Early Phase of European Expansion 1400-1700 (Calcutta: Minerva, 1965). 10 Kemal Beydilli, “Küçük Kaynarca Antlaşması,” TDV İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV, 2002), XXVI, 524-527. 11 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 91-132. 12 V. Aksan, Ottoman Wars 1700-1876: An Empire Besieged (Londra: PearsonLongman, 2007), s. 2. 17 III. SELİM VE DÖNEMİ kurtarılmasına kadar savaşa devam edilmesini bekleyen padişaha, “Bizim tâlimli askerlere karşı savaş kazanmamız artık mümkün değildir, savaşamayız”13 cevabı verilerek karşı çıkılmıştı.14 Bu olayla birlikte hem içeride hem de dışarıda yaşanan gelişmeler yeni sultana, “nizâm-ı cedîd”i ne kadar kararlılıkla ve kapsamlı bir şekilde planlaması gerektiğini göstermişti. Yeni bir düzen kurulurken ilk önce bunu koruyacak bir askerî gücün tasarlanması gayet doğaldı ve tam da oradan, yeni bir ordunun (“Nizâm-ı Cedîd”) inşası ile işe başlandı.15 13 A. Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet, IV, 5. Koca Sekbanbaşı diye bilinen Risâle (yay. Abdullah Uçman, İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser, 1976), s. 61. Her ne kadar bu dönemde üstün teknolojiye ve eğitime sahip ordulara karşı Osmanlı savaşçılarının moral ve gücü zaman zaman düştüyse de bu ordulara karşı eski yöntemleriyle kahramanca savaştıkları anlar da olmadı değil. Güneyde, Napolyon ordusuna karşı başarısızlıkla sonuçlansa da direnen savaşçıların anlatılarının yanı sıra kuzey cephesinde Romanya’nın kuzeydoğusunda yer alan ve Ruslar’ın güneye doğru inmesini engelleyen önemli kalelerden İsmâil Kalesi’nde yaşananlar, Osmanlılar’ın destanlaşan direniş hikâyelerinin bazı kesitlerini günümüze kadar getirebilmiştir. Zinkeisen, İsmâil Kalesi’nin savaşmadan teslim edilmesini isteyen Rus komutanına yaşlı Aydoz Mehmed Paşa’nın tarihe geçen şu onur ve cesaret dolu cümle ile cevaplandırdığını aktarmaktadır: “Tuna nehri yatağında kuruyabilir, gökyüzü çökebilir ama İsmâil asla teslim olmaz.” 13 Aralık 1790’da başlayan Rus saldırıları sonucunda önemli kayıplar veren Aydoz Mehmed Paşa’nın beş oğluyla birlikte şehit düşüşünü hem Zinkeisen hem de Cevdet Paşa ayrıntılı biçimde anlatır (bkz. Geschichte des osmanischen Reiches in Europa [Gotha 1857], VI, 88). 14 Öte yandan bu dönemde tâlimli Rus askerlerine karşı kaybedilen savaşların neden kaybedildiğini izah eden çeşitli açıklamalara rastlamak mümkündür. Bunların bir tanesi de tarihçi Vâsıf’ın şu değerlendirmesidir: “Evâmir ve nevâhî-i ilâhiyeye dahi kemâ yenbagī ittibâ etmediğimiz hasebiyle Cenâb-ı Hak isyan ve tuğyanımıza mücâzâten ehass-ı kavm-i nasârâ olan Moskof tâifesini üzerimize taslît eyledi” (Cevdet Paşa, Târih-i Cevdet, V, 164). Bu değerlendirmenin benzerini, kendi düşünce ve gelenek dünyasından Martin Luther, Vâsıf’tan yaklaşık iki yüzyıl önce Avrupa’da ilerleyen Türkler’le ilgili söylemişti. 15 Osmanlılar modern ordu yapısı dikkate alınarak kurulan bu ordunun gerektirdiği askerî bürokrasiye zamanla geçecek ve ona göre meydan muharebelerinde eski savaş yöntemlerinde olduğu gibi bireysel kahramanlıklara göre değil bütün ordu içerisinde düzenli hareket ederek savunma amaçlı taktik ve stratejik manevraları deneyecektir (bu dönemde Osmanlı ordusunda yaşanan değişim için bkz. Fatih Yeşil, Nizâm-ı Cedid’den Yeniçeriliğin Kaldırılışına Osmanlı Kara Ordusunda Değişim, 1793-1826 [Ankara: Hacettepe Üniversitesi, doktora tezi, 2009]). Son araştırmalar Osmanlıların, teknik askerî 18 SEYFİ KENAN Aslında, yeni kurulan orduya verilen “Nizâm-ı Cedîd” adı anlam bakımından yeniçeriden pek farklı değildi, zira ”yeni-çeri,” kelime olarak “yeni asker” demekti; fakat bu ordu zamanla eskimiş, yozlaşmıştı. Yeni kurulan ordu eskisinin hemen tasfiyesi, kapısına kilit vurulması anlamına gelmiyordu. Çünkü yeniçeriler Cevdet Paşa’nın tabiriyle, “devletin asabiyetinin” bir parçası halini aldığından onsuz devletin varlığı henüz kabul edilebilir bir aşamaya gelmemişti. III. Selim’e işte bu çerçevede, içlerinde yabancıların yazdıklarının da yer aldığı, devletin yeniden yapılanmasına dair çok sayıda lâyiha arzedilmiştir ve bu kadar sayıda lâyihanın varlığı, bunlar üzerine yapılan tartışmalar, dönemle ilgili gözlemleri ve önerilen reformları dile getirirken kullanılan üslûp XVIII. yüzyılın sonunda imparatorlukta yaşanan bunalımın ne kadar ciddi olduğunu ve çözüm arayışının da ne kadar derinlerde gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Sultan, sadece Yeniçeri Ocağı’nın yerine tâlimli ve teknik donanımlı Nizâm-ı Cedîd askerini inşa etme çabası içerisine girmekle kalmamış, aynı zamanda eski klasik sistemden yeni bir düzen oluşturmanın yollarını da aramıştır. Bu arada gerektiğinde bu ıslahat girişimlerini savunmayı ve halkın siyaset anlayışının –“devlet sohbetleri” aracılığıyla – yoğun bir şekilde şekillendirildiği, kahvehane, berber-manav dükkânlarında cereyan eden ıslahat karşıtı söylemleri çürütmek için risâleler yazdırmayı, gündem oluşturmayı veya değiştirmeyi de ihmal etmemiştir.16 donanım açısından Avrupalı rakiplerinden, özellikle Avusturya, Venedik ve İspanya’dan geri kalmadığını ortaya koymaktadır. Ancak bu dönemlerde kazanılan savaşların, teknik donanımın üstünlüğünden daha çok savaş meydanına sürülen eğitimli asker sayısının ve silah adedinin fazlalığıyla irtibatlı olduğu düşünülmektedir (bkz. Gábor Ágoston, “Knowledge, Technology and Warfare in Europe and the Ottoman Empire in the Early Modern Europe,” Osmanlılar ve Avrupa: Seyahat, Karşılaşma ve Etkileşim/ The Ottomans and Europe: Travel, Encounter and Interaction ed. Seyfi Kenan (İstanbul: İSAM Yayınları, 2010), s. 480. 16 Aysel Yıldız, Vaka-yı Selimiyye or Selimiyye Incident: A Study of the May 1807 Rebellion (İstanbul: Sabancı Üniversitesi, doktora tezi, 2008), s. 115116; Sultanların tebdilikıyafet aracılığıyla yaptıkları denetimlerle, sadece kurdukları düzenin imparatorlukta ne kadar yolunda gidip gitmediğini ilk elden ölçmekle kalmadıkları, aynı zamanda toplumun nabzını tutan önemli merkez ve mahallelere yerleştirdikleri casuslar aracılığıyla hükümetleri 19 III. SELİM VE DÖNEMİ Bu çalışma, Engin D. Akarlı’nın Türk tarihi üzerine çalışanların dikkatlerini çektiği kapitalist modern ulus devletlerin oluşum süreçlerini tarihin yegâne doğru oluşum normu17 olarak algılama ve her şeyi ona göre tanımlama yanlışlığına düşmeden ve yanıltıcılığına yakalanmadan III. Selim ve dönemini ilmiyeden kalemiyeye, siyasi yapıdan eğitime, teknolojiden sanata, kendi çok boyutlu şartları, dinamikleri ve yapısı içerisinde incelemeye çalışmaktadır. Jack Goldstone, teknolojik gelişmeler sebebiyle artan ekonomik refahın “Batı’nın yükselişi”ne yardım ettiğini, Batılı ve modern olmayan ekonomilerin çok yavaş ilerleme gösterdiğini ya da hiç gösteremediğini ortaya atan teorilerin artık geçersiz olduğunu, yakından incelendiğinde Batı dışı dünyanın da zaman zaman önemli ekonomik gelişmeler ve çeşitli alanlarda göz alıcı inkişaflar gerçekleştirdiğini, nitelikli yaşam seviyelerini daha iyi hale getirdiğini ve şehirleşme alanında önemli ilerlemeler kaydettiğini belirtmektedir.18 Öte yandan Avrupa’nın da XVIII. yüzyılın sonuna kadar teknolojiye dayalı ciddi bir ekonomik ilerleme kaydetmediği, böyle bir gelişmeyi XVII ve XVIII. yüzyıllarda ancak İngiltere’nin gerçekleştirdiği konusu da tartışılmaktadır.19 Aynı şekilde, modern dünyanın şekillenmesinde önemli bir aşama olan Rönesans’ın tek bir yerde ve sadece Batı’da yaşandığına dair yerleşmiş kanıyı sorgulayan ünlü sosyal bilimci Jack Goody, Avrupa-merkezli tarih algısından ayrılarak başka kültürlerde, özellikle İslâm dünyası ile Çin’de de kendi şartları çerçevesinde dikkate değer rönesansların yaşandığını ve bu tecrübelerin Avrupa Rönesansı’nın biçimlenmesine önemli veya devlet politikaları konusunda halkın tepkisini ölçmeye çalıştıkları bilinmektedir (bkz. Cengiz Kırlı, The Struggle Over Space: Coffeehouses of Ottoman Istanbul, 1780-1845 [New York: Binghamton University, doktora tezi, 2000], s. 246-252). 17 Engin D. Akarlı, “Ottoman Historiography,” MESA Bulletin, 30/1 (1996), s. 35. 18 J. Goldstone, “Efflorescences and Economic Growth in World History: Rethinking the Rise of the West and the Industrial Revolution,” Journal of World History, XIII/2 (2002), s. 323-389. 19 İngiltere’nin de bunu, somut ürünler ortaya koyabilen, uygulanabilen ve tecrübe edilebilen bilgi alanlarına yapılan toplumsal vurgu sayesinde, başka bir ifadeyle tatbikî bilimlerin toplumsal kültürün bir parçası haline gelmesiyle başardığını, son yıllarda yapılan çalışmalar ortaya koymaktadır. 20 SEYFİ KENAN katkılar yaptığını ortaya koymaktadır.20 Asırlardan beri pek çok Batılı tarihçi ve teorisyenin, kendi gelenek ve tarihleri dışında yer alan kültürleri, özellikle Doğu’yu “statik” ve “geri” toplumlar21, değişemeyen, değişime ayak uyduramayan, çağdaşlaşma becerisi bulunmayan kültürler şeklinde algıladıkları bilinmektedir. Kuruluşunu takip eden yıllardan itibaren topraklarının ve beslendiği sosyal ve ekonomik kaynakların önemli bir kısmı Avrupa’da (“Rumili”) bulunmasına rağmen bu anlamda “Doğu” olarak algılanan Osmanlılar’ın da bu basmakalıp yargılara mâruz kaldıkları gözlemlenebilir. Bu tür yargıların fütursuzca biçimlendiği XVIII. yüzyıl sonlarında, özellikle 1789’dan sonra Osmanlılar’ın kendi dünyalarında gerçekleştirmeye çalıştıkları yeniden yapılanma süreci sahici ve ön yargısız bir gözle incelenebilseydi, içeride ve dışarıda aleyhlerine işleyen pek çok etkene rağmen ne kadar özgün bir değişime ve çağdaşlaşmaya giriştikleri ve önemli bir gelişme kaydettikleri, hatta bu yenilenme sürecinin önde gelen entelektüellerinden Behîc Efendi’den Ömer Fâik’e, Tatarcık Abdullah’a kadar pek çok kişinin katılımıyla yaşanan tartışmalarda ortaya çıkan düşünce derinliği keşfedilebilir ve bu tür basmakalıp yargılara bir daha varılmazdı. Batı çağdaşlaşma sürecinde gözlemlenen dikkat çekici hareketlilik, akla uygun düşen yenilikçilik ve kendi kendini disiplin altına alabilme ve yenileyebilme becerileri III. Selim döneminin önemli çabalarında da rahatlıkla görülebilirdi. III. Selim’in babası III. Mustafa 1763’te, devlet yönetiminde çok başarılı bulduğu Prusya Kralı II. Frederik’ten, elçisi Ahmed Resmî Efendi aracılığıyla üç tane iyi “müneccim” göndermesini istemişti. Çünkü II. Frederik’in, dönemin büyük devletlerinden Avusturya, Rusya ve Fransa’ya karşı Yediyıl savaşlarında kazandığı büyük başarıları, kendisine 20 bkz. J. Goody, Renaissances: The One or the Many? (Cambridge: Cambridge University Press, 2010). 21 Batı’daki “Doğu” algısı, daha doğru ifadeyle “Doğu” kurgulaması için bkz. J. Goody, The East in the West (Cambridge: Cambridge University Press, 1996). Batı’nın “Şark anlayışı” dendiğinde kaçırılmaması gereken ve XX. yüzyılın haklı olarak en etkili 100 kitabı arasına giren o ünlü çalışma için bkz. E. Said, Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları (çev. Berna Ülner, İstanbul: Metis Yayınları, 1999). XVIII. yüzyılda Avrupa’da hızlanan Türk karşıtı söylemlerin incelenmesine bir örnek için ayrıca bkz. K. Kreiser, “‘Türklerde Akıl Var mı?’”, Cogito, sy. 19 (1999), s. 93-113. 21 III. SELİM VE DÖNEMİ yol gösteren müneccimlerine borçlu olduğunu sanıyordu. Kral, Ahmed Resmî Efendi’yi birkaç gün sonra sarayına davet eder ve ondan, bulundukları odanın penceresinden dışarıda tâlim yapan askerlerine bakmasını ister; sonra da şöyle der: “Ülkemi düşmanlara karşı koruma ve iyi yönetme konusunda başarılı olmamın üç sırrı vardır: 1. Tarih okumak, tarihe ciddi bir ilgi göstermek. Çünkü buradan dersler çıkararak hem ülkemi hem de savaşları yönetmeyi öğrenirim. 2. Disiplinli ve gerekli şekilde donatılmış iyi bir orduya sahip olmak ve onu, barış zamanında da, hemen savaşa girecekmiş gibi sürekli eğitmek. 3. Savaşın masraflarını karşılayabilmek için daima dolu bir hazineye sahip olmak. Benim müneccimlerim işte bunlardır. Padişah dostuma böylece bildirmenizi rica ederim.”22 Bu çalışmanın ilk makalesi tam da bu noktadan, ilm-i nücûma ve müneccimlere özel düşkünlüğüyle bilinen23 bir sultan babadan olan III. Selim’in, Kemal Beydilli’nin kaleme aldığı üzere “aydınlanmış hükümdar” olarak tarih sahnesine çıkmasıyla başlamaktadır. III. Selim, aynı zamanın düşünürlerinden Schiller’in yaptığı benzetmede olduğu gibi, devlet çarkını durdurmadan, dönerken değiştirmeye çalışmış fakat başaramamıştır. XIX. asrın bir “eğitim çağı” olacağını hisseden ve onu ıskalamamak için elinden geleni yapan III. Selim’in, imparatorluğu klasik ıslahat teşebbüslerinin dışında farklı bir anlayışla yenileme çabaları ve iktidarının sonlarına doğru bu süreci yetkin bir biçimde yönetememesi sonuçta hayatına mal olacak derecede başarısızlıkla sonuçlanmış, hatta tahttan indirilmesinden sonra “mühendis lâzım değildir” nidalarıyla ünlü Mühendishâne’de bile eğitim sekteye uğratılmış, böylece heyecanla inşa edilen yeni eğitim anlayışı iktidar mücadelesinin kurbanı 22 Heinrich Friedrich von Diez, Wesentliche Betrachtungen oder Geschichte des Krieges zwischen den Osmanen und Russen in den Jahren 1768 bis 1774 von Resmi Achmed Efendi (Halle und Berlin: In Commission der Buchhandlungen des Hallischen Waisenhauses, 1813), s. 15-16. Bu görüşmenin çok az bir farkla anlatımı için ayrıca bkz. E. Ziya Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları (Ankara: TTK, 1942), s. 2. 23 Şem‘dânîzâde, III. Mustafa’nın nücûma ve müneccimlere düşkünlüğüyle ilgili olarak şu cümleleri kayda geçmiştir: “Fenn-i nücûma itibârı mezîd olduğundan, fenn-i mezbûrun nühûseti üzerinden dûr olmadı” (bkz. Münir Aktepe, Şem‘dânî-zâde Fındıklılı Süleyman Efendi Tarihi: Mür’i’t-Tevârih [İstanbul: İÜ Edebiyta Fakültesi Yayınları 1980], III, 116). 22 SEYFİ KENAN olmuştur; ancak katlinden sonra ise artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Her alanda yenileşme çabaları daha güçlü bir şekilde geri gelecek ve imparatorluğun sonuna kadar devam edecektir. III. Selim, iktidarı dönemindeki girişimleriyle ve tahttan indirildikten sonraki dramatik ölümüyle zihinlere kendisinden sonra gerçekleştirilecek olan pek çok önemli yenileşme teşebbüsünün zihniyet tohumlarını atmış ve imparatorluğun eğitimden askerliğe kadar pek çok alanda takip edilecek çağdaşlaşma yol haritasının ne yöne doğru biçimlendirilmesi gerektiğini belirlemiştir. Öyle ki, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ölüm döşeğinde Sultan Abdülaziz’e yazdığı vasiyetnâmesinde Sadrazam Keçecizâde Fuad Paşa bu defa, imparatorluğun geçmişle ilgisinin kesilerek bütün siyasî ve idarî kurumlarında daha köklü bir değişimin kaçınılmaz olduğunu, önceki yüzyıllarda faydası görülen birçok yasa ve düzenlemenin artık işe yaramadığını, aksine o günün şartlarında zarar vermeye başladığını ve yaratılışı icabı kendini aşma eğiliminde olan insanın, eserlerini daha da yetkin hale getirmek için sürekli gayret göstermesi gerektiğini yazacaktır.24 Bir yandan eski düzenin kendi doğal akışı içinde zevalini bekleyen III. Selim diğer yandan da yeni dönemin her alanda ihtiyaç duyulan yeni düzenini ve kurumlarını tesis etmek, uzmanını, hocasını ve müteşebbisini yetiştirmek için hamleler yapmıştır. Bu büyük fakat talihsiz sultan Batı tarzı modernliğe özenmeden çok, askerî eğitimden sivil eğitime, Mühendishâne’den Tıbhâne’ye kadar pek çok alanda ve kurumda imparatorluğun hararetle ihtiyaç duyduğu kendine özgü bir yenileşmeyi gerçekleştirmeye çalışmıştır. 24 Engin D. Akarlı, Belgelerle Tanzimat: Osmanlı Sadrazamlarından Âlî ve Fuad Paşaların Siyâsî Vasiyyetnameleri (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1978), s. 1-3. 23 Nizâm-ı Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e III. SELİM ve DÖNEMİ SELİM III and HIS ERA from Ancien Régime to New Order Edtör SEYFİ KENAN İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) İcadiye Bağlarbaşı caddesi 40 Üsküdar 34662 İstanbul Tel. (0216) 474 08 50 Faks (0216) 474 08 74 www.isam.org.tr Kapak: III. Selim odasında (Kostantin Kapıdağlı, 1803; TSM, nr. 17/30) Bu kitap; Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti’nin 31.10.2008 tarih ve 2008 / 31 sayılı kararıyla basılmıştır. Baskı: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, Ankara © Her hakkı mahfuzdur. İstanbul, Aralık 2010 Kenan, Seyfi (ed.) Nizâm-ı Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e III. Selim ve dönemi = Selim III and his Era from Ancien Régime to New Order / Seyfi Kenan (ed.) – İstanbul : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2010. 752 s. ; 24 cm. – (İSAM Yayınları ; 88. Akademik Araştırmalar Dizisi ; 7) Dizin var. ISBN 978-605-5586-27-0 Geldim şu âlemi ıslah edeyim Özümü meydanda gördüm sonradan Zaman mahlûkuna meylimi verdim Sermayemden zarar gördüm sonradan Anonim Türk Ezgisi Kaynak kişi: Feyzullah Çınar İçindekiler / Contents ÖNSÖZ / PREFACE · 9 GİRİŞ / INTRODUCTION · 13 III. Selim ve Islahat / Selim III and Reforms ∙ 25 Kemal Beydilli, III. Selim: Aydınlanmış Hükümdar ∙ 27 Mehmet Öz, Kānûn-i Kadîm: Osmanlı Gelenekçi Söyleminin Dayanağı mı, Islahat Girişimlerinin Meşrulaştırma Aracı mı? ∙ 59 Muzaffer Doğan, III. Selim Döneminde Devlet Teşkilâtına Dair Bazı Düzenlemeler ∙ 79 İlhami Yurdakul, III. Selim’in İlmiye Islahatı Programı ve Tatbikatı ∙ 105 Seyfi Kenan, III. Selim Dönemi Eğitim Anlayışında Arayışlar ∙ 129 İktisat ve Teknoloji / Economy and Technology ∙ 165 Suraiya Faroqhi, In Quest of their Daily Bread: Artisans of Istanbul under Selim III ∙ 167 Cengiz Kırlı, Devlet ve İstatistik: Esnaf Kefalet Defterleri Işığında III. Selim İktidarı ∙ 183 Tuncay Zorlu, III. Selim Dönemi Osmanlı Teknolojisi ∙ 213 Siyaset ve Diplomasi / Politics and Diplomacy ∙ 253 Kahraman Şakul, Osmanlılar Fransız İhtilâli’ne Karşı: Adriyatik ve İtalya Sularında Osmanlı Donanması ∙ 255 Güneş Işıksel, II. Selim’den III. Selim’e Osmanlı Diplomasisi: Birkaç Saptama ∙ 315 Enes Kabakcı, Napoléon Bonaparte’ın Mısır Seferi (1798-1801) ∙ 339 Yüksel Çelik, III. Selim Devrinde Mısır’da Osmanlı-İngiliz Rekabeti (1798–1807) ∙ 351 7 III. SELİM VE DÖNEMİ Mustafa Aydın, III. Selim Zamanında Kafkasya ∙ 367 Fatih Yeşil, İstanbul Önlerinde Bir İngiliz Filosu: Uluslararası Bir Krizin Siyasî ve Askerî Anatomisi ∙ 391 Yeniçeriler ve Nizâm-ı Cedîd / Janisarries and Nizâm-ı Cedîd ∙ 495 Mehmet Mert Sunar, Ocak-ı Âmire’den Ocak-ı Mülgâ’ya Doğru: Nizâm-ı Cedîd Reformları Karşısında Yeniçeriler ∙ 497 Aysel Yıldız, Şeyhülislam Şerifzâde Mehmet Atâullah Efendi, III. Selim ve Vak‘a-yı Selîmiyye ∙ 529 Yüksel Çelik, Nizâm-ı Cedîd’in Niteliği ve III. Selim ile II. Mahmud Devri Askeri Reformlarına Dair Tespitler (1789-1839) ∙ 565 Sultanın İlk Daimî Sefirleri / The Sultan’s First Permanent Envoys ∙ 591 Alaaddin Yalçınkaya, III. Selim Döneminde Dış Temsilciliklerin Kurulması ∙ 593 Abdullah Uçman, III. Selim’in Viyana Elçisi: Ebûbekir Râtib Efendi’nin Nemçe Sefâretnâmesi ∙ 625 Sanat ve Müzik / Art and Music ∙ 639 Günsel Renda, Sultan III. Selim ve Resim Sanatı ∙ 641 Şehvar Beşiroğlu, Sultan III. Selim ve Besteleri ∙ 653 Sonuç Yerine: Dönemin Sonu ve Sened-i İttifak / In Lieu of Conclusion: The End of Era and the Deed of Alliance ∙ 665 Ali Yaycıoğlu, Sened-i İttifak (1808): Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir Ortaklık ve Entegrasyon Denemesi ∙ 667 EK 1 / Appendix 1 ∙ 711 EK 2 / Appendix 2 ∙ 725 Dizin / Index ∙ 729 8 ÖNSÖZ / PREFACE Viyana’ya orta elçi tayin edilen Ebûbekir Râtıb Efendi, heyetiyle birlikte görev yerine giderken Macaristan’da yol üstünde bulunan Izsák köyüne uğradığında tarih Ocak 1792’yi gösteriyordu. Kasabayı andıran büyüklükte olan bu köyden Mihal Nayed adında bir Macar beyzâdesi elindeki IV. Mehmed’in tuğrasını taşıyan bir ferman ile ağa mektubu ve mübâyaa tezkeresi gibi Osmanlı döneminden kalma bazı belgeleri gösterdiğinde, Ebûbekir Râtıb Efendi, “Şimdiden sonra bunlar neye lâzımdır, bunları ihrāk etmelidir!” demiş ve Macar beyzâdesi de “Elbette Âl-i Osman bir ulu devlettir, ‘grand seigneur’dür; bir devletin bu ismi alması kolay bir iş değildir. Yine geri gelecektir, dolayısıyla elimizde bu sened bulunsun; zamanla lazım olur!” şeklinde cevap vermişti. Bu konuşmadan yaklaşık bir ay önce ise devletin başlıca simalarından oluşan bir heyet 27 Aralık 1791 günü şeyhülislamın evinde bir araya gelerek güncel siyasî meselelerin dışında yaşanan gelişmeler için imparatorluğun nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini görüşmüş ve Yaş Antlaşması’na yol açacak mükâlemelerin yapıldığı ve içlerinde Nizâm-ı Cedîd ıslâhatıyla ilgili lâyiha verenlerin de yer aldığı bu toplantıda, Rus tarafının talepleri tartışılırken heyettekilerden bazıları, “Bu antlaşma Osmanlı İmparatorluğu’na üç beş yılı geçmeyen uzunlukta nefeslenecek bir vakit kazandırabilir; ancak daha sonra Ruslar tekrar saldıracaklardır. Dolayısıyla bu zaman zarfında, askerî teşkilât ve eğitim düzeninden iktisadî alana kadar ciddi bir yapılanma ve yenilenme sürecine girilmediği takdirde ‘…nefeslenecek vakit’ dediğimiz vaktin Anadolu yakasına hicret ve intikal vaktimiz olacağı güneş gibi zâhirdir” sonucuna varmışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun içeriden ve dışarıdan iki farklı görünümünü dile getiren bu satırları okurken, 18. yüzyılın önde gelen entelektüellerinden 9 III. SELİM VE DÖNEMİ Ragıp Paşa’nın, – bugünün diliyle – “uzaktan bakıldığında bu devlet heybetli bir aslan gibi gözükür; ama yanına yaklaştığınızda bu aslanın yelesinin dökülmüş, dişlerinin sökülmüş ve pençelerinin tırnaksız olduğunu görürsünüz” şeklindeki sözlerini hatırlamamak mümkün değildir. Osmanlılar’ın sosyal hayattan siyasî yapıya, askerî düzenden eğitim ve düşünce dünyasına kadar değişen çeşitli alanlarda yaşadıkları açısından çok önemli evrelerden birini oluşturan; birbirleriyle uyumlu veya uyumsuz iniş çıkışların, tartışmaların, önemli gelişmelerin, hatta sıçramaların yanında derin hayal kırıklıklarının da yaşandığı bir aşama olan ve III. Selim’in tahtta oturduğu bir zamanla buluşan bu dönem hakkında bir çalışma yapma fikri, açıkçası 2006’da İSAM’da gerçekleştirdiğimiz “150. Yılında Islahat Fermanı” konulu konferanstan sonra aklımıza düşmüştü. Konferansı veren Kemal Beydilli hocamızla bir sohbet esnasında, III. Selim’in katledilişinin 200. yılına rastlayan 2008’de hem bu hükümdarı ve yaptıklarını anmak, hem de askerî alandan okullaşmaya varıncaya kadar bu döneme damgasını vuran çeşitli gelişmeleri veya olguları tartışmak düşüncesi doğdu ve bu düşünce kısa zamanda olgunlaşarak İSAM’ın desteğiyle küçük bir projeye dönüştü. Aralık 2008’de yurt içi ve yurt dışından gelen çeşitli araştırmacıların katılımıyla “Nizâm-ı Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e: Ölümünün 200. Yılında III. Selim ve Dönemi” başlıklı iki gün süren bir sempozyum gerçekleşti. Mütevazı bir bütçeyle yapılan bu sempozyuma davet edemediğimiz; fakat sempozyum esnasında bu konu üzerinde çalışmakta olan ve doktora tezlerini bitiren bazı arkadaşlarımız oldu. Sunulan bildirileri makaleye dönüştürme aşamasına geçtiğimizde, birkaç kişi haricinde herkes makalesini gönderdi; ancak sempozyum programında yer veremediğimiz Günsel Renda hocamızdan ve tezlerini bitiren diğer arkadaşlarımızdan da kitap çalışmasına katkıda bulunmalarını istedik. Onlar da bizi kırmadılar ve böylece beş çalışmanın daha bu projeye dahil olma imkânı doğdu. Bu kitap çalışmasında asıl hedef, ölümünün 200. yılında III.Selim’i ve dönemini çeşitli açılardan değerlendirmek, “nizâm-ı kadîm”den “nizâm-ı cedîd”e, başka bir ifadeyle klasik yönetim sisteminden yeni düzene geçiş çabasını ve sonuçlarını özgün araştırmalarla ve disiplinlerarası bir çalışma yöntemiyle tartışmaktır. Tabi ki herhangi bir çalışmanın, başkalarının destek ve yardımı olmadan arzulanan yetkinliğe ulaşması mümkün değildir. 10 ÖNSÖZ Bu çalışmanın hazırlık sürecinde fikirlerinden istifade ettiğim ve daima teklifsiz yardımlarını gördüğüm, araştırmalarında genellikle III. Selim ve dönemi üzerinde yoğunlaşan Kemal Beydilli hocamıza özel bir teşekkür borçluyum. III. Selim deyince hemen akla bu dönem hakkında kapsayıcı ilk ciddî çalışmayı yapan Stanford Shaw ismi de geliyor doğal olarak ve içimizden, keşke o da hayatta olsaydı da uzun yıllar bu döneme emek vermiş birisi olarak ondan da son bir yazı alabilseydik; ancak programımız ona yetişemedi. Ama yine de Shaw’un III. Selim üzerine yapmış olduğu, bence Edward Said’in oryantalizm tanımlamasının epey uzağına düşen çalışmalarını burada bir kez daha anmak isterim. Bu çalışmanın farklı aşamalarında yardımlarını esirgemeyen Suraiya Faroqhi, İdris Bostan, Feridun Emecen, Ali Akyıldız’a ve kitabın son şeklini almasında yaptığı son dakika katkısından dolayı –son dakikada kurulmuş veya yazılmış bir makale değil kesinlikle, zira doktora tezinden çıkardı– Ali Yaycıoğlu’na teşekkürü bir borç bilirim. Sempozyumun gerçekleşmesinden kitaba dönüşmesine kadar ihtiyaç duyulan desteği ve imkânı sağlayan İSAM çalışanlarına, özellikle kitaplaşma sürecinde özverili ilgi ve yardımlarını gördüğüm tashih, dizgi ve tasarım bölümündeki arkadaşlara ayrı ayrı teşekkür ederim. Altı yıldır İSAM Yayınları başkanlığını yürütürken her kitapta olduğu gibi bu çalışmada da yardımlarını gördüğüm ve yayınların hummalı trafiğini yetkinlikle takip eden Sema Doğan’a, bu sürede çıkan her kitap yazarı gibi ben de teşekkürlerimi ifade etmeliyim. Niyazi Berkes’in Türk çağdaşlaşma tarihinin “ikinci aşaması” olarak adlandırdığı III. Selim dönemindeki askerî yapıdan dış siyasete, sanattan eğitime kadar yayılan çeşitli alanlarda yaşanmış gelişmelerde, yenileşme çabaları konusunda “ne olduğunu” ortaya koymaktan veya olanın göz alıcı bir şekilde “fotoğrafını çekmek”ten ziyade, “niçin olduğunu” inceleyen araştırmalardan oluşan bu çalışmanın Türk siyaset, kültür ve çağdaşlaşma düşüncesi tarihine mütevazı bir katkı sağlamasını ümit ederim. Seyfi Kenan Kadıköy, Ekim 2010 11