Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî Uluslararası Sempozyumu

advertisement
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
3
Hayatı
Tam adı Abdülkâdir b. Muhyiddîn b. Mustafa’dır. Nesebi Hz. Hasan
vasıtasıyla Hz. Peygamber’e (sav) ulaşır. Uzun süre Fas’ta ikâmet
ettikten sonra 18. yüzyılda Vehran (Oran) beyliğine hicret eden ailesi,
mensubu bulunduğu Hâşim kabilesinin en nüfuzlularından biri kabul
edilmektedir.
Emîr Abdülkâdir 26 Eylül 1807’de Cezâyir’in Vehran bölgesinde
Vâdi’l-Hammâm’a bağlı Kaytana köyünde dedesinin kurduğu Kâdirî
zâviyesinde, yine bir Kâdirî şeyhi olan Muhyiddîn’in dördüncü oğlu
olarak dünyaya geldi. Babası, tıpkı dedeleri gibi çeşitli problemlerle
karşılaşıldığında çözüm için kendisine danışılan ve dinî hükümler söz
konusu olduğunda görüşü alınan saygın bir kişiydi.
Abdülkâdir, temyiz çağına kadar evde, babasının gözetiminde terbiye
gördü. Beş yaşında okumayı ve yazmayı öğrendi. Babasının Kaytana’da
kurduğu medresede, on iki yaşında iken başladığı hafızlığını iki yılda
tamamladı. Çocukluğunda silah kullanmayı ve ata binmeyi öğrenen
Abdülkâdir, sağlam bir din eğitimi aldı. Abdülkâdir on beş yaşına
geldiğinde kuzeni Leylâ Hayrâ ile evlendi.
Daha sonra tahsilini tamamlamak üzere Arzew ve Vehran’a giden Emîr
buralarda temel dinî ilimler yanında diğer alanlarda da dersler aldı.
Nahiv’den Elfiye, Mantık’tan Îsâgoci, Tevhid ilmine dair Senûsiyye ve
Akâid-i Nesefiyye, hadisten Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim ve Kur’ân
ilimlerine dair el-İtkân tahsil sırasında okuduğu eserlerden bazılarıdır.
Bu dönemde ayrıca İhvân-ı Safâ Risâleleri ile Eflatun, Pisagor ve
Aristo’ya ait metinleri etüd etme imkanı buldu . Tasavvuf alanında
ise Gazzâlî’nin İhyâu ulûmi’d-dîn’i ile İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhâtü’lMekkiyye ve Füsûsu’l-hikem’i aynı evrede programında yer alan diğer
kaynaklar arasında bulunmaktaydı.
4
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Atlara olan tutkusu ile bilinen ve bu alanda bir de eser kaleme alan Emîr’in at üstünde bir fotoğrafı
İlk Hac Yolculuğu
İlim tahsilinin ardından, babası Şeyh Muhyiddîn Cezâyir valisi Hüseyin
Paşa ile aralarının açılması ve bunun neticesinde bazı sıkıntıların baş
göstermesi üzerine oğlu Abdülkâdir’i de yanına alıp hac yolculuğuna
çıktı. Baba-oğul Vehran’dan ayrılıp Kasım 1825’te Tunus’a ve buradan
deniz yoluyla 18 Mayıs 1826’da İskenderiye’ye ulaştılar. Burada birkaç
gün kalıp Danyal Peygamber (a.s.), Ebü’l-Abbâs el-Mürsî, İbn Atâullah
el-İskenderî, Ebü’l-Hüseyin İmâm el-Busayrî gibi zevâtın kabirlerini
ziyaret ettikten sonra 24 Mayıs 1826’da Kahire’ye ve ardından Cidde
üzerinden Mekke’ye vardılar. Burada Hac vazifesini yerine getirdikten
sonra Hz. Peygamber’i (sav) ziyaret etmek için Medine-i Münevvere’ye
gittiler.
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
5
Şam ve Bağdat Ziyaretleri
Hac ibadetinin ardından Muhyiddîn ve Abdülkâdir Şam’a gidip birkaç
ay orada kaldılar. Buradaki vakitlerini ulemâ ile sohbetler yaparak, Benû
Umeyye Camii’nde ibadet ederek ve Şeyh Abdurrahman el-Kuzbârî’den
dersler alarak değerlendirdiler. Abdülkâdir, Şeyh Ziyâeddin Hâlid
eş-Şehrezûrî (Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî) ile burada iken görüşmüş ve
ondan Nakşibendiyye icâzetini almıştır.
Emîr ve babası Şam ziyaretini müteakiben, Abdülkâdir Geylânî’nin
türbesini ziyaret etmek maksadıyla Palmira üzerinden Bağdat’a gittiler.
Bir ay süren bu yolculuktan sonra Abdülkâdir Geylânî’nin kabrini
ziyaret edip Geylânî neslinden Muhammed el-Zekeriyya ile görüştüler.
Ayrıca Nakîbü’l-eşrâf ve dönemin Kâdiriyye postnişîni Şeyh Mahmûd
el-Kâdirî’den tarikat icâzeti aldılar. Bağdat’ta üç ay kadar kaldıktan
sonra Şam’a döndüler. Buradan tekrar Hicaz’a giderek ikinci haclarını
edâ ettiler ve 1828’de kara yoluyla Mısır, Burka ve Trablus üzerinden
Tunus’a, oradan da Cezâyir’e ulaştılar. Kuşkusuz bu yolculuk onların
İslam dünyasını daha yakından tanımalarına ve yaşanan sıkıntıları
bizzat müşahade etmelerine imkan tanımıştır.
Memleketine dönüşünün ardından kendini tamamen ilme ve ibadete
veren Abdülkâdir’in bu dönemde yemek ve namaz haricinde odasından
çıkmamayı alışkanlık haline getirdiği rivayet edilir.
Emîr hakkında Abdülbâkî Miftah tarafından kaleme alınan eserin kapağı
6
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Cezâyir’de Osmanlı Hâkimiyetinin Sona Ermesi
Cezâyir’deki Dayı yönetimi, 1798’deki Mısır seferine hazırlanan
Napolyon Bonapart’ı, ihtiyaç duyduğu buğdayı kredili olarak satmak
sûretiyle desteklemiş ama sonradan alacaklarını tahsil etmekte
güçlük çekmişti. Bu konudaki tartışmalar, Cezâyir Dayısı’nın Fransız
konsolosuna hakaret etmesiyle yeni bir boyut kazanmış ve sonuçta bu
durumu bahane eden Fransa, Cezâyir’e saldırıp 5 Temmuz 1830’da
başkenti ele geçirmiş, böylece ülkedeki üç yüz yıllık Osmanlı hâkimiyeti
fiilen sona ermişti.
Osmanlı Devleti o sıralarda ordusuz ve donanmasız kalmış, diplomatik
açıdan da elleri kolları bağlanmış bir vaziyette tarihinin en büyük
bunalımlarından birini yaşamaktaydı. Bu nedenle devrin Osmanlı
yönetimi Cezâyir’in Fransa tarafından işgaline ciddi bir tepki
gösterememişti. Zira henüz Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının
şoku atlatılamamışken Mısır sorunu patlak vermiş ve Osmanlı ordusu
1831’de Mehmet Ali Paşa’nın güçleriyle Suriye’de çarpışmak zorunda
kalmış ve kısa aralıklarla yapılan savaşlarda yenilmişti. İngiltere’nin
Osmanlı padişahına verdiği Mehmet Ali Paşa’ya karşı destek sözü,
Yunanistan’ın bağımsızlığının tanınmasında etkili olmuştur.
Öte yandan Osmanlı Devleti, Cezâyir’i tekrar kendi topraklarına
bağlamak için yıllar süren bir diplomasi yürütmüş ve durumu kolayca
kabullenmek niyetinde olmadığını göstermişti. Bununla birlikte
herhangi bir netice alamadığı gibi 1847’de yayımlanan ilk devlet
salnâmesinde Osmanlı eyâletlerini gösteren listeye Cezâyir-i Garb’ın
dahil edilmemesi ile birlikte bu durumu resmen kabullenmek zorunda
kalmıştı.
Cezâyir, Fransızlar tarafından işgale maruz kalan ilk Arapça konuşulan
coğrafyadır. Bu itibarla Cezâyir’in işgali, Araplar’ın yaşadığı tüm
toprakların Avrupalı devletlerce sömürgeleştirildiği bir sürecin
başlangıcını temsil etmesi bakımından sembolik bir öneme sahiptir.
Emîr Fransızlar’a Karşı
Fransızlar’ın Cezâyir’i işgali üzerine yerli Arap ve Berberî kabileleri,
Fransız hâkimiyetine karşı koymak için mücâdele kararı aldılar. Bu
evrede halk ve ulemâ mücâdeleyi yönetecek bir lider arayışına girdi.
Bu amaçla Fas sultanı Abdurrahman b. Hişam’a bir elçi gönderip onun
emir-komutasına girmek istediklerini bildirdiler. Sultan bu teklifi kabul
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
7
edip amcasının oğlu Ali b. Süleyman’ı Vehran’a emîr olarak gönderdi.
Bunun üzerine Fransa, Fas sultanını tehdit ederek bu duruma bir
son verilmediği takdirde ülkesine savaş açacağını bildirdi. Bu tehdit
karşısında Sultan, Ali b. Süleyman’ı geri çağırmak zorunda kaldı.
Bu gelişmeler karşısında halk, Abdülkâdir’in babası Şeyh Muhyiddîn’in
komutayı üstlenmesini talep etti. Ancak o, böyle bir vazifeyi yerine
getiremeyeceği gerekçesiyle teklifi kabul etmedi. Bununla birlikte
dinin kendisine emrettiği şeyi yapacağını, yani onlarla birlikte cihada
katılacağını beyan etti. Ardından bu vazife için oğlu Abdülkâdir’i
aday gösterdi. Abdülkâdir’in söz konusu teklife cevabı şu şekildeydi:
“Babamın emirlerine itaat etmek benim görevimdir.” Böylece
Abdülkâdir yirmi beş yaşında tarih sahnesine çıkmış oldu. Babası da
dâhil olmak üzere bütün halk 6 Aralık 1832’de ona biat ettiler. Babası,
Abdülkâdir’e “Nâsıruddîn” (dinin yardımcısı) lakabını verdi. Bazıları
ona “Sultan” sıfatını lâyık görseler de kendisi “Emîr” denilmesini tercih
etti ve neticede “Emîrü’l-mü’minîn” unvanını kullandı.
Emîr biat merasimi gerçekleştikten sonra işe devletin tanzimiyle
başladı. Bu dönemde Muasker (Maskara) şehrinde ikameti tercih eden
Emîr Abdülkâdir, ecdâdının yolundan giderek güzel bir siyaset izledi ve
bu sayede halkın sevgisini kazanıp, kalplerine girmeyi başardı.
Emîr’in devlet düzenini sağladıktan sonra yaptığı en önemli işlerden
biri orduyu tanzim etmek oldu. Zira o düzenli orduyla kalabalık
fakat intizamsız topluluklar arasındaki farkı iyi biliyor, mücâdelenin
başarıyla neticelenmesi için ordunun düzenli, disiplinli ve eğitimli
olması gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle her tarafa haber salıp,
“Muhammedî Livâ”nın altına girmek isteyenlerin Muasker’e gelmeleri
ve ilgili deftere isimlerini yazdırmaları çağrısında bulundu. Halk bu
durumu sevinçle karşıladı ve insanlar akın akın bu davete mukabale
etmeye başladılar. Ordunun tanzimiyle bizzat ilgilenen Emîr, piyade,
süvâri ve topçu birlikleri olmak üzere askerleri üç kısma ayırdı. Ayrıca
bu iş için kanun ve nizamnâmeler hazırlattı.
Fransızlar’a Karşı İlk Cihad İlanı
Fransızlar’a karşı zafer elde etmek için gereken hazırlıkları yapan Emîr
bir taraftan da kabileler arasındaki ihtilaf ve münakaşaları bertaraf edip
ülke içinde birliği sağlamaya çalıştı. Bu sayede nüfûzunu Batı ve Orta
Cezâyir’e kadar genişletti. Bu aşamada Büyük Sahra’nın bazı şeyhleri
de ona tâbi oldular. Bütün bu faaliyetler Fransa’nın kendisine ateşkes
teklif etmesine yol açtı (26 Şubat 1834).
8
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Neticede bir antlaşma yapıldı ve bu sayede Fransa Emîr Abdülkâdir’in
devletini resmen tanımakla birlikte bu topraklardaki varlığını
resmileştirerek, Cezâyir’in başına askerî bir genel vâli atadı. Öte yandan
Emîr Abdülkâdir de bu ateşkes ortamında şehirlerin imarına fırsat
buldu. Gümüş ve bakırdan “Muhammediyye” olarak isimlendirdiği
paralar bastırdı. Silah, harp levazımı ve orduya elbise üretilen fabrika ve
imalathaneler ile ordunun yaşadığı yeni bir şehir (Muasker/Maskara)
kurdu. Devlet için kanunlar mecmûasının da içerisinde yer aldığı bir
anayasa hazırladı.
Emîr, Fransızlar’la gerçekleştirilen bu sulh döneminde dahilî meselelere
yöneldi ve birliğini güçlendirmeye çalıştı. Bu kapsamda 15 Haziran
1834’de kendisine itaatsizlik gösteren bazı Berberî kabileleri bertaraf
edip bir kısmını da müttefikleri arasına kattı.
Bir müddet sonra Fransa’nın belirlenen şartlara uymaması üzerine
Emîr Abdülkâdir antlaşmanın ortadan kalktığına kanaat getirdi
ve devlet ricâlini toplayıp cihada hazır olmalarını istedi. Ardından
komutanlarını ve halkın ileri gelenlerini câmide toplayıp minbere çıktı,
bir konuşma yaptı ve Cezâyir hâkiminden gelecek cevabı beklemeye
başladı. Cevap gecikince Vehran’a sefer için büyük bayrakların (alem)
dikilmesini emretti ve cihad ilân edildiğini münâdiler vasıtasıyla halka
duyurdu. Diğer şehirlere de harp için hazır olmaları doğrultusunda
haberler gönderdi.
Zâim Hınşlâvî’nin Emîr hakkındaki eseri
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
9
İkinci Cihad İlanı
Emîr Abdülkâdir böylece Fransızlar’a karşı yeniden cihad ilân etmiş
oldu. “Makta” denilen yerde Fransız generali Trézel’in komutasındaki
askerleri yenilgiye uğrattı. Fakat Frınsızlar bu yenilginin intikamını
almak için yeni kuvvetler gönderdiler. Bu sayede Fransız ordusu Emîr
Abdülkâdir’in başkenti olan Muasker’e girebildi ve şehri baştan sona
yakıp yıktı.
Torunlarından İdris el-Cezâirî’nin Emîr hakkındaki kitabı
Tefna Antlaşması (18 Mayıs 1837)
1837 senesinde Emîr Abdülkâdir ile yeni göreve atanan General
Bugeaud arasında “Tefna Antlaşması” olarak bilinen ateşkes metni
imzanlandı. Bu antlaşmaya göre Emîr Abdülkâdir, memleketin üçte
ikisine hâkim oldu. Daha önce Muasker’de olan idare merkezini
Tagdempt’e naklettikten sonra İslâm esaslarına dayalı bir devlet kurmak
için çaba gösterdi ve imkanı olan herkesten zekât toplama yoluna gitti.
10
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Bu sayede Fas yoluyla İngiltere’den sağladığı top ve tüfeklerle düzenli bir
ordu kurmayı ve Fransızlar’a karşı mücadelede isteksiz davrananların
başlattıkları isyanları bastırmayı başardı.
Emîr Abdülkâdir, Fransızlar’ı yenip şanlı bir barışa imza attıktan ve
yerli güçleri de denetim altına alarak hâkimiyeti sağladıktan sonra
artık emîrliği bırakabileceğini düşünüyordu. Zira kendisine tevdi
edilen bu görevi hakkıyla yerine getirdiğine inanıyordu. Şimdi inzivaya
çekilmeyi, istemeyerek de olsa uzaklaştığı ilim ve ibadet hayatına
yeniden dönmeyi arzuluyordu. Bu amaçla Fas Sultan’ına bir mektup
yazdı. Sultan Abdurrahman, Emîr Abdülkâdir’in bu talebini kabul
etmedi ve kendisinden üstlenmiş olduğu cihad emîrliği görevini
sürdürmesini istedi. Ayrıca, yaptırmış olduğu câmide kutsal bir emânet
olarak sergilemek maksadıyla gömleğini kendisine göndermesini rica
etti.
Emîr’in hatırasına bastırılan paralar
Üçüncü Cihad İlanı
Emîr Abdülkâdir, barışı koruma çabasına rağmen Fransızlar tarafından
Tefna Antlaşması’nın ihlal edilmesi üzerine 19 Kasım 1839’da
Fransızlar’a karşı yeniden “cihâd” ilân etmek zorunda kaldı. Küçük ve
hareket kabiliyeti yüksek birliklerini Fransızlar üzerine sevk etti. Fransız
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
11
askerler, Emîr Abdülkâdir’in destek gördüğü köyleri ve şehirleri yakıp
yıkmaya ve halkı kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmeye başladılar. Bu
aşamada Fransızlar Emîr’e karşı birkaç zafer elde etmişlerse de kesin bir
netice alamadılar.
Fransa tarafından bölge valiliğine atanan General Bugeaud
komutasındaki birliklere 88 bin asker takviyesi daha yapmak suretiyle
Emîr Abdülkâdir’in harp taktiğine uygun bir şekilde hazırlandıktan
sonra onunla savaşa girişti. 27 Nisan 1841’de büyük bir orduyla
Meleyan’a doğru yola çıktı. Emîr de nizami bir birliğini şehrin yakınına
yerleştirmiş, diğerini ise ormana gizlemişti. Fransız birlikleriyle ilk
teması birinci fırka gerçekleştirdi. Bu fırkayı küçük gören general
ormana varıncaya kadar onları takip etti. Ormanlık alana ulaşınca
ikinci fırka aniden ortaya çıktı ve ordular arasında şiddetli çarpışmalar
yaşandı. O sırada Emîr de komuta ettiği birlikle düşmanı arkadan
kuşattı. Neticede Bugeaud yanında bulunan bütün eşyalar bir tarafa,
ölü ve yaralıları da terk ederek kaçmak zorunda kaldı.
Bu karşılaşmanın sonrasında daha güçlü bir orduyla tekrar bölgeye
gelen Fransızlar Tagdempt, Muasker ve Tilimsan şehirlerini işgal ettiler.
Kadınları, çocukları ve yaşlıları katlettiler. Emîr’in güç alıp dayandığı
bütün köy ve şehirleri yakıp yıktılar. Nihayet taraftarlarından birçoğunun
kendisini terk etmesi ve 16 Mayıs 1843’te seyyar ordugâhının Fransızlar
tarafından basılması üzerine Emîr Abdülkâdir Fas’a sığınmak zorunda
kaldı. Bunun üzerine Fransızlar Fas sultanını tehdit ettiler. Başlangıçta
bunları önemsemeyen Sultan, siyasî anlaşmalar gereği Abdülkâdir’i
desteklemekten vazgeçmek durumunda kaldı. Bunun üzerine Emîr
Abdülkâdir, Cezâyir topraklarına dönüp bir Fransız birliğini Ekim
1845’de Sîdî-Brâhîm’de bozguna uğrattı. Kabileler arasında hızlı bir
şekilde hareket edip, sürekli yerini değiştiren Emîr bu taktik sayesinde
Fransızlar’a karşı bazı başarılar elde ettiyse de artan Fransız baskısı
karşısında yerli kabilelerin kendisinden uzaklaşmaya başladıklarını
gördü. Nihayet 1846 yazında çaresizlik içinde tekrar Fas’a sığındı.
Sultanın kuvvetlerinin yenilmesi üzerine Emîr, yapılan istişare ve
görüşmeler neticesinde kabul edilen bazı şartlar muvâcehesinde 23
Aralık 1847’de General Christophe de Lamoriciére’a teslim oldu. Emîr
bu dönem içerisinde, çoğu Fransızlar’a karşı olmak üzere 40 kadar
savaşta orduyu komuta etmişti.
12
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Cezâyir’de Emîr Fransa’da Esir
Emîr Abdülkâdir’in kurmuş olduğu devlet (1832-1847) bu şekilde
son bulmuş ve 1847-1852 yılları arasındaki esaret hayatı başlamış
oldu. Öte yandan işgali asla kabullenemeyen ve Fransız yönetimini
benimsemeyen Cezâyirliler, 1847 yılından itibaren gruplar halinde
vatanlarını terk etmeye başladılar. Bunların büyük çoğunluğu Suriye’ye
hicret ederek burada Osmanlı devletinin kendileri için uygun gördüğü
çeşitli köy, kasaba ve şehirlere yerleştirildiler.
Kaynaklarda kaydedildiğine göre Emîr’e Fransa hapishanelerinde iyi
davranılmış, burada herhangi bir zorluk ve sıkıntı çekmediği gibi
kendisini görmek için gelen ziyaretçileri de olmuştur. Bununla birlikte
onun Osmanlı ülkesine gitme talebi reddedilmiş ve esir statüsünde
olduğu gerekçesiyle hapishanede tutulması gerektiği ifade edilmiştir.
Emîr bu duruma üzülmekle birlikte kendisini kitap telifine ve ilmî
çalışmalara vermiştir.
Emîr’in Fransa’daki esir hayatı tahta geçen III. Napolyon’un ziyaretiyle
yeni bir boyut kazanmıştır. İmparator, antlaşma gereği olan şartların o
ana kadar yerine getirilmemiş olmasından dolayı özür beyan etmiş ve
kendisinin arzu ettiği herhangi bir İslâm ülkesine gitmesine müsaade
edileceği bildirmiştir. Napolyon Cezâyir’e bir daha dönmemek şartıyla
beraberindekilere yirmi bin Frank dağıtmış, Emîr’e de altın işlemeli bir
kılıç hediye ederek Fransa devletinin el koyduğu mal varlığına karşılık
olmak üzere yıllık beş bin Frank maaş tahsis etmiştir.
Emîr’in Fransa’da esir tutulduğu şato (1848)
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
13
Emîr Paris’te
Emîr, III. Napolyon’un daveti üzerine 27 Ekim 1852’de Paris’e gitti.
Emîr’in Paris’e geleceği duyulunca büyük bir kalabalık onu karşılamak
üzere düzenlenen törende hazır bulundu. Paris’te bakanların ve diğer
devlet ricâlinin de hazır olduğu görkemli bir tören yapıldı. Emîr
burada yaptığı konuşmada kendisini serbest bırakmasından dolayı
krala minnet ve şükranlarını ifade ettikten sonra şahsına duyulan
güveni boşa çıkarmıyacağı ve vermiş olduğu ahdi hiçbir zaman
bozmayacağına, yani Cezâyir’e bir daha dönmeyeceğine dair söz verdi.
III. Napolyon, Emîr Abdülkâdir’in askerî dehâsından yararlanmak için
kendisine Fransa’da kalması karşılığında pek çok vaatte bulunmuşsa da
o bunların hiçbirini kabul etmemiştir.
Nereye Gidecek ya da Gönderilecek?
Osmanlı Arşivi’nde yer alan 6 Kasım 1852 tarihli bir belgeden
anlaşıldığına göre Osmanlı Devleti, öncelikle Emîr’in serbest
bırakılmasını istemiş ve ancak ondan sonra Osmanlı himayesinde uygun
bir yerde ikametine izin verileceği bildirmiştir. Bunun üzerine serbest
14
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
bırakılan Emîr’in, Osmanlı Devleti’nin talebi doğrultusunda bütün
masrafları Fransa Devleti tarafından karşılanmak ve muhafazasına
Osmanlı Devleti mecbur tutulmamak şartıyla Bursa’da ikametine izin
verilmiştir. Bu belgeye göre Emîr Abdülkâdir Bursa’ya kendi arzusuyla
gelmiştir.
Emîr’in annesi, eşi ve çocuklarını tasvir eden bir tablo
Osmanlı Payitahtı İstanbul’da
Emîr Abdülkâdir beraberindekilerle birlikte, Ekim 1852’de serbest
bırakılmasının ardından, daha önce kararlaştırıldığı üzere askerî bir
gemi ile yola çıktı ve bir müddet Sicilya’da mola verdikten sonra 7
Ocak 1853’te İstanbul limanına ulaştı. Burada Osmanlı donanması
kendisini yirmi bir pâre top atışıyla karşıladı. Emîr, İstanbul’da karaya
çıkınca ilk olarak Tophane Camii’ne gitti ve içeri girdiğinde kendisini
Hz. Peygamber’in (sav) mescidindeymiş gibi hissettiğini ifâde etti.
Emîr ve beraberindekiler Sultan Abdülmecid’in emriyle Boğaz’daki
Çırağan Sarayı’nda ağırlandılar. Emîr ertesi gün Sadrazam Mustafa
Reşid Paşa ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet Efendi tarafından kabul edildi.
Emîr bu görüşmede Cezâyir’deki direniş hareketiyle ilgili bilgiler verdi
ve akabinde Sultan Abdülmecid’in huzuruna çıktı. Sultan, Emîr’in
gelişi onuruna büyük bir tören düzenlemek suretiyle ona karşı şanına
lâyık bir şekilde davrandığı gibi pek çok ihsan ve ikramda bulundu.
Bu sıcak karşılama ve yakın ilgiden dolayı Emîr Abdülkâdir, Sultan
Abdülmecid’e bir medhiye yazmıştır. Emîr Abdülkâdir İstanbul’da
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
15
geçirdiği on günü başta Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabri olmak üzere
camileri ziyaret ederek ve şehri gezerek değerlendirdi.
Emîr Bursa’da
Emîr Abdülkâdir’in Bursa’ya gidişiyle ilgili 12 Ocak 1853 tarihli bir arşiv
belgesinde, önceden planlandığı üzere Çarşamba ya da Perşembe günü
gitmesinin mümkün olmadığı bu sebeple yolculuğun Cumartesi’ye
tehir edildiği kayıtlıdır. İstanbul-Bursa seyahatinin Gemlik’e kadar
olan kısmı vapurla, kalan bölümü ise kara yolu ile yapılacaktı. Emîr’in
maiyetinde ailesiyle birlikte elli-altmış kişi ve yanında bazı eşyaları da
bulunduğu göz önünde tutularak ona göre at ve araba tedarik edilmesi
ve yine yeterli sayıda mihmandarın hazır bulundurulması, yeni bir ev
alınıncaya kadar Emîr ve yanındakilerin kiralık bir evde oturtulması ve
bu evin de kullanıma hazır hâle getirilmesi vâliden talep edilen hususlar
arasında yer almaktaydı.
Emîr Abdülkâdir’in Bursa ile ilgili şiirinin ilk beyitleri
Emîr Abdülkâdir 17 Ocak 1853’te Gemlik üzerinden Bursa’ya ulaştı.
Bursa’nın zeytin ağaçları ve bitki örtüsünün kendisine Cezâyir’i
hatırlattığını söyleyen Emîr, şehirde hiç yabancılık çekmediğini
belirtmiştir. Bursa’da, masrafları hazine tarafından karşılanmak üzere
Emîr ve beraberindekiler için aylık beş yüz kuruşa bir ev kiralanarak
gerektiği şekilde tefriş edilmiştir.
Emîr’in Bursa’daki gündelik hayatıyla ilgili yeterli bilgi maalesef
yoktur. Bununla birlikte Bursa’da iken çocuklarının sünneti için bir
merasim düzenlediği, fakirlere yemek yedirdiği ve Arap(lar) Camii’nde
dersler verdiği, devlet ricali tarafından düzenli olarak ziyaret edildiği ve
dönemde sultanın kendisine çeşitli hediyeler gönderdiği bilinmektedir.
16
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Emîr Bursa’da hem Türkçe’yi hem de Arapça’yı iyi bilen bir tercümana
ihtiyaç duymuş ve bu arzusu yerine getirilmiştir.
Emîr Abdülkâdir hava değişimi maksadıyla beş on günlük bir süre
için Bursa’dan İstanbul’a, oradan da Paris’e gitmiş, seyahati sonrasında
tekrar Bursa’ya dönmüş ve ilk gelişinde olduğu gibi yine büyük bir
törenle karşılanmıştır.
1855’te Bursa’da meydana gelen iki büyük deprem sonucunda Emîr’in
evi ve konakları yıkılmış, kütüphanesi yanmış, tarla ve bahçeleri de
zarar görmüştür.
Bursa’daki Emîr Abdülkâdir Caddesi’nin tabelası
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
17
Emîr Şam Yolcusu
Emîr Abdülkâdir, deprem nedeniyle Bursa’dan ayrılmaya karar vererek
bu düşüncesini önce Sultan’a ve ardından da III. Napolyon’a iletmiştir.
Nitekim Maliye Nezâreti’ne hitaben yazılan bir belgede Emîr’in, yaşanan
depremlerden dolayı artık Bursa’da ikamet edemeyeceği ve bu nedenle
Şâm-ı Şerif ’de iskanına müsaade edildiği açıkça ifâde edilmektedir.
Belgede ayrıca Cezâyirli Şeyh Abdülkâdir için Şam’da uygun bir ev
satın alınması ve bedelinin hazinece karşılanması Mâliye Nezâreti’ne
bir yazı ile bildirilmiştir. Şam Valisi’ne gönderilen bir başka belgede
ise Emîr Abdülkâdir’in ailesiyle birlikte Şam’a doğru yola çıktığı haber
verilmektedir. Emîr’in gıyabında “Saâdetlü Abdülkâdir Efendi” diye
söz edilmekte ve kendisinden kadri ve itibarı yüksek, her türlü hürmete
en üst seviyeden lâyık bir zât olduğu, böyle bir zâta gösterilecek iltifâtın
da saltanatın şanına yaraşır bir şekilde olması gerektiği ve kalbinin hoş
tutulmasının beklendiği ifâde edilmektedir. Ayrıca Şam’da ikameti
için uygun bir evin satın alınıp kendisine temlik edilmesinin sultanın
arzusu olduğu vurgulanmakta ve bunun için de Mısır’da bulunan
Şerif Paşa’nın Şam’daki evinin Emîr ve ailesi için münasip olması
durumunda kiralanması ya da ona benzer başka bir evin uygun fiyatla
satın alınması önerilmekte, ayrıca konu ile ilgili masrafların İstanbul’a
bildirilmesi istenmektedir. Aynı şekilde gerekli ihtimamın gösterilmesi
için bir talimat da Sayda valisine gönderilmiştir. Buna göre Emîr daha
Şam’a varmadan gerekli yazışmalar yapılmış, ne şekilde karşılanacağı,
nerede kalacağı belirlenmiş ve ilgili merciler bilgilendirilmiştir. Bütün
bu ayrıntılar, Osmanlı Devleti’nin Emîr Abdülkâdir’e verdiği değeri
göstermesi bakımından önemlidir.
Emîr Şam’da
Emîr Abdülkâdir’in vapuru iki savaş gemisi eşliğinde 15 Aralık 1855’te
Sayda’ya ulaştı. Burada kendisini şehrin ileri gelenleriyle birlikte
Vâli Namık Paşa karşıladı. Cebel-i Lübnan denilen yerde büyük
kutlamalar yapıldı. Şam’a girmeden önce Şam Vâlisi Mahmud Nedim
Paşa, askeriyenin reisi İzzet Paşa ve beraberindeki heyet kendisini
makamlarında beklemek yerine güzergahında bulunan Dümmer
denilen köye kadar gittiler. Şam’a girişinde ise Emîr ve beraberindekiler
askerî bandoyla karşılandı. Ona yönelik ilgi o kadar yüksek seviyedeydi
ki kaynaklarda Salâhaddin Eyyûbî’den beri hiçbir Arab’ın Şam’a
girerken bu şekilde karşılanmadığı ifâde edilmiştir. Emîr Abdülkâdir
bu münasebetle: “Bizim gelişimizden şehir halkı o kadar memnun
18
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
olmuş ki kadın erkek bizi karşılamaya çıkmışlar” ve yine “Şamlılar bizi
en güzel şekilde karşıladılar; şehre giriş günümüzü bayram günü gibi
kutladılar” demiştir.
Emîr, Şam’a girdikten sonra hemen Şeyh Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin
Câmii’ni ziyarete yöneldi ve ardından Şam vâlisi tarafından kendisine
tahsis edilen eve gitti. Burası daha sonraları “Seyyid’in evi” olarak
tanındı. Emîr, Şam’a yerleştikten sonra Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’yı
bilgilendirdi ve devletin kendisine göstermiş olduğu ilgi ve alakadan
dolayı teşekkür etti. Sadrazam da kendisine 16 Haziran 1856’da bir
mektupla mukabelede bulundu.
Şam’da Ders Halkaları
Emîr Abdülkâdir, Şam’da ikameti esnasında vaktini genellikle ilim
ve ibadetle geçirmeyi yeğliyordu. Bu itibarla Emeviyye Câmii’nde,
içerisinde âlimlerin de bulunduğu bir ders halkası teşkil edildi. Emîr
onlara, yorumlamasını talep ettikleri bir kitabı yüksek sesle okumaya
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
19
başlıyor, anlaşılmayan yerlerde ise durup izahlar yapıyordu. Emîr’in bu
celselerde serilediği performans ilminin derinliğini bütün boyutlarıyla
ortaya seriyor ve bu sebeple de oldukça ilgi çekiyordu. Her gün üç saat
kadar devam eden bu müzakereler daha ziyade tasavvufî konulardan
oluşmaktaydı. Emîr Abdülkâdir’in Şam Mevlevîhânesi şeyhi Sabri elMevlevî vasıtasıyla Mevleviyye tarikatına intisabı da yine bu döneme
rastlamaktadır.
Emîr Şam’a yerleştikten sonra yaklaşık üç yıl ikamet ettiği Bursa’yı
unutmamış ve bu şehre duyduğu özlemi dile getiren bir de şiir kaleme
almıştır. Söz konusu şiirin ilk beytinin tercümesi şöyledir:
Şu gönül Bursa’daki o yerleri unutmaya direndi
Sinemde Bursa aşkı anbean tazelendi
Kudüs’ü Ziyareti
Emîr Abdülkâdir, 1856’da Beytü’l-Makdis’e gitmek etmek üzere oğlu
Muhammed ile birlikte yola çıktı. Bu seyahatinde Hz. Yakub’un (a.s.)
kabrini, Hz. Yusuf un atıldığı kuyuyu, Salâhaddin Eyyûbî ile Haçlılar
arasında gerçekleşen büyük savaşın cereyan ettiği Hıttîn’i gördü.
Akabinde şehrin ileri gelenleri tarafından karşılandığı Yafa’ya geçti ve
bilahare Hz. İbrahim’in kabrini ziyaret etti. Sonra Mescid-i Aksâ’yı
görmek maksadıyla Beytü’l-Makdis’e yöneldi. Beyt-i Lahim’i ve Hz.
Mûsâ’nın kabrini ziyaretin ardından Lût gölünü de görüp Nablus’a
geçti. Filistin’deki mukaddes yerleri ve Muâz b. Cebel, Ebû Ubeyde b.
Cerrâh gibi sahabîlerin kabirlerine uğradı. Buradan İmam Nevevî’nin
kabrini ziyaret ederek Havran yoluyla Şam’a döndü.
Dâru’l-Hadîs’te Buhârî Dersleri
Emîr Abdülkâdir’in şehre gelişinden evvel Şam’daki Dâru’l-Hadîs’in
bir bölümü yabancıların eline geçmiş, Yanko isimli bir Rum Medrese-i
Eşrefiyye’yi (Dâru’l-Hadîs) işgal edip yanındaki tekkeyi de içki deposu
olarak kullanmaya başlamıştı. Emîr meseleye vâkıf olunca bu mekanı
tekrar aslî fonksiyonuna kavuşturmk amacıyla derhal harekete geçti.
Medreseyi ve müştemilatını ilgili şahıstan satın alarak vakfetti ve
yeniden medrese olarak kullanılması için gerekli çalışmaları başlattı.
İlgili mekan hazır hale geldiğinde 1858 senesinin 15 Şubat günü
Sahîhu’l-Buhârî’yi okumak suretiyle buradaki ilk dersini yaptı.
20
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
1860 Olayları
1860 yılının Temmuz ayında Cebel-i Lübnan’da patlak veren ve
buradan Şam’a yayılan Dürzî isyanı sırasında Dürzî çeteler pek çok
Hıristiyanı katliamdan geçirmeye başladı. Bunun üzerine Emîr
Abdülkâdir el-Cezâirî derhal harekete geçti ve bölgedeki Hıristiyanları
himayesi altına alarak onların da aynı akbete uğramalarına engel oldu.
Emîr’in ölüm ve işkenceden kurtardığı insanların sayısının on beş bine
ulaştığı rivâyet edilir. Bunlar arasında konsoloslar, rahip ve rahibeler
ile Hıristiyanların diğer ileri gelen şahsiyetleri de vardı. Evi bu kadar
insanı alamayacağı için Emîr çareyi onlardan bir kısmını şehir kalesine
göndermekte buldu. Bu insanlar arasında ayrıca kendisiyle cihada
katılıp Cezâyir’den hicret eden faziletli sîmalar da bulunmaktaydı. Yine
bu dönemde cereyan eden vahim olaylar nedeniyle bölgeyi terk etmek
isteyen Hıristiyanlar’dan bazıları Emîr’den Beyrut’a ulaşıncaya kadar
can güvenliklerinin sağlanması hususunda yardım talep etmişler o da
elinden geleni yapmıştı.
Emîr, Osmanlı Hâriciye Nâzırı Fuâd Paşa Şam’a gelip sıkıyönetim
uygulayıncaya kadar bu problemle bizzat uğraştı. Fuad Paşa, bu olayın
elebaşları yanında binlerce kişiyi tutuklayıp hapse attı ve muhakeme
için özel mahkemeler tayin etti. Adam öldürenler veya fitnenin
çıkışında etkin rol oynayanlar idam edildi ve şehrin bazı ileri gelenleri
sürgüne gönderildi.
Hristiyanlar kendilerine yönelik bu insanî tavrından ve müthiş
icraatlarından dolayı Emîr Abdülkâdir’e minnet duyguları beslemeye,
hayranlıklarını ifade etmeye başladılar. Yalnızca Şam civarındakiler değil
dünyanın dört bir yanında yaşayan Hıristiyanlar bir şekilde kendisine
olan minnettarlıklarını dile getirmeye çalışıyorlardı. Bu kapsamda ona
mektuplar, hediyeler ve şeref madalyaları gönderdiler. Fransa, onur
alayının büyük kordonunu; Rusya büyük beyaz kartal haçını; Prusya
büyük kara kartal haçını, Yunanistan büyük kurtarıcı haçını; Osmanlı
birinci sınıf Mecidiye nişanını, İngiltere altın işlemeli bir çifte tüfek ve
Amerika da özel imal edilmiş bir silah gönderdi. Bunların yanında Emîr
sayısız teşekkür mektubu aldı. Emîr Abdülkâdir mason olmamasına
rağmen Fransa’daki mason locası da bir teşekkür mektubuyla birlikte
“muhteşem yıldız bijusu” göndermişti. Mektupta Emîr Abdülkâdir’e
hem teşekkür edilmiş hem de mason olması teklifinde bulunulmuştu.
Bu gelişme daha sonraları çeşitli çevreler tarafından istismar edilmiş ve
Emîr’in mason olduğu şeklinde yorumlanarak aleyhinde kullanılmaya
çalışılmıştır. Bunların yanı sıra 1860 olaylarıyla igili olarak Avrupa
gazetelerinde Emîr’i öven pek çok yazı yayımlanmıştır.
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
21
Emîr Abdülkâdir’in söz konusu olaylarla ilgili olarak Osmanlı Devleti
tarafından ayrıca ödüllendirilip taltif edildiğine dair arşiv belgelerinde
çeşitli bilgiler yer almaktadır. Nâzır Paşa’ya hitaben yazılan bir
belgede Emîr Abdülkâdir’in fitnenin söndürülmesine sağladığı katkı
nedeniyle birinci rütbe Mecidiye Nişanı’yla ödüllendirildiği, beratının
gönderildiği ve konu ile ilgili kendisine bir yazı yazıldığı ifâde
edilmektedir.
Emîr Abdülkâdir, bölgede yaşanan bu acı olaylar sona erdikten sonra
İngiltere kraliçesine hitaben bir mektup yazmış ve söz konusu evrede
üstlendiği rolün gerekçesini şu şekilde ifâde etmiştir:
“Kuşkusuz ben dinimin bana farz kıldığı şeyi yaptım ve insan olmanın
gereğini yerine getirdim.”
Emîr Abdülkâdir anısına bastırılan pullar
22
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Emîr’in Günlük Çalışma Programı
Emîr Abdülkâdir, Şam’da iken fecirden iki saat önce uyanır, sabah
namazına kadar ibâdet, zikir ve tefekkürle meşgul olurdu. Ardından
mescide gider, cemaatle namazını kıldıktan sonra evine döner,
kahvaltısını müteakiben kütüphanesine girer ve öğleye kadar ilim ile
vakit geçirirdi. Bilahare mescide gidip öğle namazı kılınıncaya kadar
kendisini muntazam bir şekilde bekleyen ders halkasına katılır, kitabını
açıp yüksek sesle ders takrir etmeye başlardı. Anlaşılmayan ya da
şerhe ihtiyaç duyulan yerlerde durur ve gerekli açıklamaları yapardı.
Bu ders yaklaşık üç saat kadar devam ederdi. Emîr öğle namazını
kıldıktan sonra evine gidip çocuklarıyla meşgul olur, yemeğini yer ve
tekrar kütüphanesine çekilirdi. Akşam namazı için yine mescide gider,
namazın edâsını takiben bir buçuk saat kadar camide ders yapardı.
Üçüncü Hac Ziyareti
Emîr Abdülkâdir, Fransa’dan ayrıldığı andan itibaren devamlı olarak
hac vazifesini yerine getirmeyi ve Hz. Peygamber’i (sav) ziyaret etmeyi
arzu ediyordu. Ne var ki bakımını üstlenmiş olduğu annesini bırakmaya
gönlü elvermiyor, dolayısıyla bu amacını gerçekleştiremiyordu. Annesi
Zehra binti Muhammed el-Hasenî, seksen yaşlarında vefât edince
Emîr, Ocak 1863’te hac niyetiyle yolculuğa çıktı. Şam’dan Beyrut’a
karadan giderek buradan İskenderiye’ye deniz yoluyla ulaştı. Bazı
ziyaretler için birkaç hafta Kahire’de kaldıktan sonra Cidde’ye doğru
yola koyuldu ve Mekke’ye vardı. Burada âlimler ve imamlar tarafından
saygıyla karşılandı. Mekke şerifi Harem-i Şerif ’te kalması için ona bir
oda tahsis etti.
Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, Mekke’de Şeyh Muhammed el-Fâsî
vasıtasıyla Şâzeliyye tarikatına intisap etti. Rivayete göre orada
kendisine pek çok fetihler müyesser oldu ve bunun neticesinde
şeyhinden övgüyle söz ettiği bir kaside kaleme aldı. Mekke’de yaklaşık
bir yıl geçiren Emîr, Harem-i Şerif ’e gitmenin dışında odasından
dışarı çıkmadı. Günde dört saat uyuyor, bir öğünle yetiniyor, onda da
yalnızca ekmek ve zeytin yiyordu. Kısacası bütün vaktini mücâhede,
tefekkür ve duâ ile geçiriyordu. 1864 ilkbaharında Mekke’den çıkıp
Tâif ’e gitti ve burada üç ay kadar kaldı. Akabinde Cidde’ye geçti ve
beş gün sonra da Medine’ye yöneldi. Emîr Abdülkâdir, Medine’de Hz.
Peygamber’in (sav) kabri yakınında dört ay kadar ikamet etti. Geldiği
güzergâhtan Mekke’ye geri döndü ve tekrar hac ibadetini edâ ettikten
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
23
sonra Haziran 1864’te İskenderiye’ye gitti ve burada beş gün kadar
kalıp önce Beyrut’a, oradan da Temmuz 1864’de Şam’a geçti.
İstanbul, Paris ve Londra’yı Ziyareti
Emîr Abdülkâdir, 22 Nisan 1865’te Beyrut üzerinden İstanbul’a gitmek
üzere yola çıktı. Seyahatinin nedeni Sultan Abdülaziz Han’ı ziyaret
etmekti. Osmanlı sultanı Emîr’i kabul etti ve ona büyük ikramlarda
bulundu. Arşiv belgelerinden birinde kaydedildiğine göre bu ziyaret
esnasında kendisine birinci derece Osmanlı Nişanı takdim edildi. Bu
şeref madalyası dönem itibariyle verilebilecek en büyük ödülllerden
biriydi. Emîr, İstanbul’da iki ay kaldıktan sonra 5 Temmuz’da yine
aynı maksatla Paris’e gitti ve III. Napolyon ile görüştü. Ahlâkından
dolayı Emîr’e karşı büyük muhabbet besleyen zamanın Fransa kralı bu
görüşmede Emîr’in maaşını iki bin beşyüz liraya yükseltti.
Sultan Abdülaziz Hân’ın Emîr’e takdim ettiği nişan
Emîr, 1 Ağustos’ta Paris’ten Londra’ya geçti. Aynı şekilde onu burada
da Hâriciye Nâzırı ve diğer devlet ricali törenle karşıladılar. Londra’da
dört gün kaldıktan sonra Paris’e döndü ve bu şehirde bulunan tarihi
mekanları ve müzeleri gezdi. Ziyaret ettiği müzelerde sergilenen eşyalar
arasında özellikle yaptığı savaşlarla ilgili resimler dikkatini çekti. Zira
bunların tamamı Fransa’nın galip geldiği savaşlara aitti. Bu durumu
müşahadesinin ardından Emîr yanındaki generale niçin kendisinin
galip geldiği savaş resimlerini sergilemediklerini sorduğunda ise general
24
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
tebessüm etmekle yetindi. Emîr esir olarak tutulduğu Amboise başta
olmak üzere birkaç şehri daha dolaştıktan sonra imparatorla vedalaşarak
2 Eylül’de Şam’a dönmek üzere yola çıktı. Bu ziyaretten sonra Emîr’in
Avrupa kralları ve ileri gelenleriyle arasındaki bağ güçlenmiştir.
Kaynaklarda kaydedildiğine göre bu ilişki çeşitli Avrupa ülkelerinin
müstemlekesi durumundaki bölgelerde yaşayan müslümanların
ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında olumlu katkılar sağlamıştır.
Bu dönemde Emîr Abdülkâdir’e bir kutlama da Kafkasya’da destanlar
yazdıktan sonra esir edilip ardından sürgüne gönderilen Şeyh Şâmil’den
gelmiştir. Emîr Abdülkâdir de Şeyh Şâmil’in göndermiş olduğu
duygusal içerikli mektuba aynı şekilde karşılık vermiştir.
Şeyh Şâmil’in Emîr Abdülkâdir’e hediye ettiği seccade
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
25
Emîr Abdülkâdir 19 Mart 1868 tarihli bir mektupta Sultan Abdülaziz
Han’a ve devlete karşı şükran hislerini ifâde etmiş ve ayrıca seferden
zaferle dönen sultana duâda bulunmak sûretiyle din ve devlet
hizmetlerinin başarılı olması için kendisine düşen manevî vazifeyi
yerine getirdiğini belirtmiştir.
Emîr Abdülkâdir, 1869 yılında bazı Avrupa devletlerinin kralları ile üst
düzey yetkililerin hazır bulunduğu Süveyş Kanalı’nın açılış törenlerine
katılmak üzere Mısır’a gitmiş, program kapsamında Mısır’a gelen
Şeyh Şâmil’le burada görüşmüş ve açılışın ardından yeniden Şam’a
dönmüştür.
Emîr, Süveyş Kanalı’nın projesini hazırlayıp uygulamasını gerçekleştiren Ferdinand de Lesseps
(1805-1894) ile birlikte
Osmanlı Devleti’ne Bağlılığı
1877-78 savaşının Osmanlı Devleti’nin aleyhine neticelenmesi
milliyetçiliği kendilerine bayrak edinen Arap aydınlarının faaliyetlerini
yoğunlaştırmalarına sebep olmuştu. Bunlar arasında bilhassa
Suriyeliler bu dönemde ülkelerinin geleceği üzerinde fikir yürütmeye
başlamışlardı. Bu grubun başında bulunan Ahmed es-Sulh Beyrut
ve Sayda’da nüfuzlu kişileri kendi safına çekmeye çalışıyor, Hama,
Humus, Lazkiye ve Halep’te de temaslarda bulunuyordu. Kendisi
bu kapsamda Emîr Abdülkâdir’le de görüştü. Bu çerçevede Şam’da
yapılan gizli bir toplantıda vilâyetin bağımsızlığının ilân edilmesine ve
yönetici olarak da Emîr Abdülkâdir’in tayin edilmesine karar verildi.
26
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Ancak Emîr Abdülkâdir Suriye ile Osmanlı Devleti arasındaki dinî
bağın korunması, Osmanlı sultanının “halîfe” olarak tanınması, bütün
Suriyeliler’in kendisine oy vermeleri ve kongre üyelerinin ne tür bir
bağımsızlık istediklerini açıkça ifâde etmeleri gerektiği gibi bazı şartlar
ileri sürdü. Kısacası o, Osmanlı hilâfetiyle bağların koparılması fikrine
sıcak bakmadı. Aslında kongredeki delegelerin büyük çoğunluğu da
Emîr’le hemfikirdiler. Nihayetinde Emîr’in ileri sürmüş olduğu şartları
kabul etmekle birlikte Osmanlı-Rus harbinin sonucunu beklemeye
karar verdiler.
Osmanlı Devleti kongrenin planlarından haberdâr olmasının ardından
kongre üyelerinin kimi hapse atıldı, kimi de sürgüne gönderildi ve
Emîr Abdülkâdir’in Ahmed es-Sulh ile görüşmesi engellendi.
Vefâtı
Emîr Abdülkâdir, 26 Mayıs 1883’de Şam’da, yetmiş altı yaşında, yirmi
beş gün kadar hasta yattıktan sonra Dümmer’deki köşkünde vefât
etmiştir.
Emîr’i Şam’daki kabri
Oğlu Muhammed Paşa’nın kaydettiğine göre Emîr hastalığı süresince
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
27
devamlı olarak murâkabe ve zikirle meşgul olmuş, hiçbir şekilde
rahatsızlığından dolayı şikâyet etmemiştir. Son anlarında Allah’ın
kendisi hakkındaki hükmüne razı olarak O’na kavuşacak olmanın
sevincini yaşamaya gayret göstermiştir.
Gasil ve tekfin işini o sırada Emîr’in evinde misafir bulunan Ezher
âlimlerinden Şeyh Abdurrahman İllîş üstlendi. Şamlılar ona karşı son
görevlerini yerine getirmek üzere Emeviye Camii’nde toplanıp büyük
bir ihtiramla cenaze namazını kıldılar. Cenazesi Selâhiye’de bulunan
İbnü’l-Arabî’nin kabri civarına defnedildi.
Vefâtından yaklaşık otuz iki yıl sonra Suriye vâlisi, Emîr’in kabrinin
ihyâ edilmesi için 1915’te sadâretten bir talepte bulunmuştur. Söz
konusu talebi ihtiva eden dilekçede bu işlemin gerçekleştirilmesi
halinde ailenin de ihyâ olacağı belirtilmiş, Osmanlı Devleti’ne olan
hizmetlerinin devamı ve hatta artması açısından konunun ayrıca
önemli olduğu ifâde edilmiştir.
Nâşının Cezâyir’e Nakli
Emîr’in nâşı 1968’de bağımsızlığının yedinci yılında, geniş kapsamlı
resmî bir törenle Cezâyir’e nakledilerek şehitler kabristanında hazırlanan
anıt mezara defnedilmiştir. Halen Cezâyirliler Emîr Abdülkâdir’i millî
kahraman olarak kabul ederler. Ölümünün 100. yılı münasebetiyle
hatırasına yayımlanan Mecelletü’t-târîh’in özel sayısında Emîr’in hayatı,
siyasî faaliyetleri, eserleri ve hakkında yazılan çeşitli makaleler yer
almaktadır. Ayrıca Cezâyir’de ve dünyanın diğer ülkelerinde her yıl
Emîr Abdülkâdir Müessesesi ve şubeleri tarafından sempozyumlar ve
çeşitli anma toplantıları düzenlenmekte, hayatı ve faaliyetlerini anlatan
kitaplar yayımlanmaktadır.
Emîr’in nâşının Şam’dan Cezâyir’e nakli sırasında gerçekleştirilen törenden bir sahne
28
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Şahsiyeti
Emîr Abdülkâdir zeki, cesur, akıllı, dindar bir kişiliğe sahipti ve aynı
zamanda iyi bir idareciydi. Bilhassa Fransızlar’la mücâdelesi sırasında
askerlik kabiliyeti yanında siyâsî maharetini de göstermiştir. Mizaç
olarak merhametliydi ve daima adâleti gözetirdi. Kelimenin tam
anlamıyla bir entelektüel, iyi bir şâir ve değerli bir fikir adamıydı. Orta
boylu, iri başlı, dolgun yapılı, beyaz tenli, siyah saçlı, sık sakallı, uzun
burunlu ve ela gözlü idi. Sağ eliyle yapabildiği her şeyi sol eliyle de
yapabilme hususunda mahirdi.
İbadetler konusunda oldukça hassas olan Emîr, namazı ilk vaktinde
ve dâima cemaatle kılardı. Sabah namazını cemaatle kılmak için
Şam’da Ammâre mahallesi Nakib sokaktaki evinin yakınında
bulunan bir mescide giderdi. Hastalık durumu hariç bu âdetini hiç
değiştirmemişti. Sıkça halvete girer ve teheccüd namazını asla terk
etmezdi. Bol bol sadaka verir, âlimlere, salihlere ve fukaraya her ay
düzenli olarak teberruda bulunurdu. İnsanların ihtiyaçlarını giderme
konusunda kendisini sorumlu hissederdi. Gizli ve âşikar her durumda
takva üzere idi. Ramazan orucunu kek ve kuru üzümle tutar ve bu ayda
Dümmer’deki köşkünde inzivaya çekilirdi.
İnsanlar, problemlerinin halledilmesi hususunda ve husûmetlerinin
çözümünde ona müracaat ederler ve neticede onun verdiği hükme razı
olurlardı. Gençlerin evlenebilmesi için evlilik mehirlerini bizzat kendisi
hibe ederdi. Ahalinin her türlü işinde aracı ve kefil olurdu. Sözü
dinlenen biriydi ve vâliler onun taleplerini geri çevirmez, fikirlerine
değer verirler ve gereğini yerine getirirlerdi. Fakirler cenaze masraflarını
ondan istemeyi âdet hâline getirmişlerdi. Bu nedenle Emîr, fakirler için
ayrı bir tahsisat ayırır ve genellikle bunları Cuma günleri onlara verirdi.
Ramazan aylarında yine yüzlerce fakir aileye ekmek dağıtırdı.
Emîr’in âlimlere ve fakirlere verilmek üzere her ay 200 liralık bir
tahsisatı vardı ve geliri giderinden azdı. Bu sebeple vefâtından sonra
borçlarını ödemek için bazı mülkleri satışa çıkarılmıştır. Hiçbir dilenciyi
boş çevirmezdi. Kibirli değildi. Zühd ve tevazuyu gerçekleştirmek
için yeme-içmeye ve giyim-kuşama fazla titizlik göstermezdi, dünya
zînetine iltifat etmezdi. Eşrefiyye köyündeki evinde bir halvethânesi
vardı ve Ramazan ayı boyunca burada inzivaya çekilirdi.
Emîr Abdülkâdir’in Şam’daki evi, aynı zamanda şehrin ileri gelenlerinin
önemli konuları tartışmak üzere toplandıkları bir merkez vazifesi
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
29
görmekteydi. Emîr bunlar arasında seçkin bir grupla özel celseler yapar,
bazı Kur’an âyetlerini, hadis-i şerifleri ve selef-i salihînin sözlerini
şahsına özgü bir metodla tefsir edip açıklardı. Onun bu açıklamalarının
kaydedilmesi neticesinde, Mevâkıf adlı kitap vücuda gelmiştir ki
bu eser, Emîr’in vâridât ve fetihlerinin yer aldığı en önemli kaynak
durumundadır.
Şeyh Abdurrezzak el-Beytar el-Hilye adlı eserinde Emîr hakkında şöyle
demektedir: “Ne zaman bir âyet ya da hadisle ilgili bir müşkilimiz
olsa ona sorardık, o da Allah’ın fetih ve ihsanıyla bizim problemimizi
çözerdi. Kendisi sık sık şehrin dışındaki bazı yerlere bizleri dâvet eder,
bizler de sevinçle mukabele ederdik. Her sene yaz aylarını Şam’ın
dışında Dümmer’de geçirmek âdetiydi ve her seferinde beni de yanında
götürürdü.”
Emîr’in, 1968’de Cezâyir’e naklinden sonra naşının konulduğu anıt mezar
Eserleri
Emîr Abdülkâdir’in kaleme aldığı eserlerin sayısı, kaynaklara göre
farklılık arzetmektedir. Bunun nedeni, bazı eserlerin zaman zaman
farklı isimlerle anılması ya da Mevâkıf ’taki bazı bölümlerin sonradan
müstakil olarak yayımlanmasıdır. Emîr’in başlıca eserleri şunlardır:
30
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
1. Kitâbü’l-Mevâkıf fî ba’zı işârâti’l-Kur’ani ile’l-esrâr ve’l-maârif
Emîr Abdülkâdir’in en önemli çalışmasıdır ve Pessah Shinar’ın
ifâdesiyle tam anlamıyla bir şâheseridir. Oğlu Muhammed, Tuhfetü’zzâir adlı kitabında babası ve söz konusu eseriyle ilgili şunları kaydeder:
“Şeriat ve hakīkat ilminde hüner sahibiydi. Birkaç telifi vardır. Hakīkat
ilmine dâir yazdığı Mevâkıf adlı eseri onun fikir dünyasını anlamak için
yeterlidir. Bu eseri iyice gözden geçiren herhangi bir kimse müellifinin
faziletini ve mertebesinin yüceliğini idrak eder.”
Emîr Abdülkâdir’in 1856’da yazmaya başladığı bu kitabın bir kısmı
bizzat kendisinin kaleme aldığı metinlerden, bir bölümü yanında
bulunan zevâtın tuttuğu notlardan ve geri kalanı da şahsına yöneltilen
sorulara verdiği cevaplardan oluşmaktadır.
Emîr’in el-Mevâkıf isimli eserinin yazma nüshalarından biri
2. Zikra’l-âkıl ve tenbîhü’l-ğāfil
Emîr Abdülkâdir felsefî mâhiyetteki bu kitabını 1855 yılında
Bursa’da kaleme almıştır. Beyrut’ta basılan eserin Fransızca tercümesi
1858’de Paris’te neşredilmiştir. Çalışmanın baş tarafında Emîr’in oğlu
Muhammed Paşa b. Emîr Abdülkâdir’in hazırlamış olduğu Emîr’in
biyografisi yer almaktadır. Eser, Memdûh Hakkī tarafından 1976’da
Şam’da tahkikli olarak neşredilmiştir.
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
31
3. el-Mikrâdu’l-hâdd li-kat’ı lisâni müntekıdı dîni’l-İslâm bi’l-bâtılı
ve’l-ilhâd
Emîr bu eserini, Fransa’da tutuklu iken Amboise Hapishanesi’nde
yazmıştır. Müellif burada aklın tarifi, aklî düşüncenin şerefi, idrak
çeşitleri, filozofların onlu akıl tasnifine reddiye, aklın mertebeleri,
Allah’ın insan üzerindeki nimetleri, ulûhiyeti ispat ve mârifetullaha
giden yolun beyanı, yeryüzü ve muhlukatın hayret uyandıran
nitelikleri, Allah’ın gökyüzü ile ilgili âyetleri, insanın yaratılışı üzerine
tefekkür, âlem-i sağîr olan insan, risâletle nübüvvet (nübûet), Mûsâ, Îsâ
ve Muhammed’in (a.s.) risaleti, ve İslâm’ın hükümleri gibi konulara
yer vermiştir.
5. Risâle fi’l-hakâikı’l-gaybiyye
Bu eser meşhur iki beytin sûfî meşrebine göre yorumunu ihtiva
etmektedir. İlgili beyitler şöyledir:
(Sevgilim) gökteki Ay’ı gördü de bana hatırlattı
Rakmeteyn’de vuslatta olduğumuz geceleri
İkimiz de Ay’a bakıyorduk, fakat
Ben Ay’ı onun gözünde gördüm, o da benim gözümde
6. Nüzhetü’l-hâtır fî karîzi’l-Emîr Abdülkâdir
Emîr Abdülkâdir’in şiirlerinin yer aldığı bir eserdir. Müellifin vefâtından
sonra oğlu Emîr Muhammed tarafından derlenmiştir. Burada yer alan
şiirler Emîr’in kaleme aldıklarından yalnızca bazılarıdır. Zira ona ait
şiirleden bir kısmı kaybolmuştur. Çalışma Emîr Abdülkâdir Müessesesi
tarafından 1999 ve 2001 yıllarında Cezâyir’de basılmıştır. Bu eser
ayrıca Dîvânü’l-Emîr Abdilkâdir el-Cezâirî adıyla da Memdûh Hakkı
tarafından şerh ve tahkik edilmiş, Şam’da Dâru’l-yakaza tarafından
tarihsiz olarak neşredilmiştir.
7. Ta‘lîkat
Bu çalışma, dedesinin kelâm ilmine dâir kaleme aldığı bir kitabın
haşiyesine Emîr Abdülkâdir’in yaptığı tâlikatlardan oluşmaktadır.
Ayrıca İbrahim Keyyâlî’nin el-Kasîde fî medhi şeyhihi’l-Fâsî biMekketi’l-Mükerreme ismiyle müstakil eser olarak zikrettiği kaside,
Emîr’in Nüzhetü’l-hâtır adlı eserinde ve ayrıca 372. mevkıfte mevcuttur.
32
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
Tasavvufi Yönü
Emîr Abdülkâdir’in askerî ve siyâsî mücaledeki başarısının ardında
öncelikle sağlam bir aile eğitimine sahip olması ve Muhammedî
sîreti şiar edinen tasavvufa bağlı bulunması yatmaktadır. Babası aynı
zamanda tasavvuf sahasında onun ilk şeyhidir.
Emîr Abdülkâdir, Kâdiriyye, Nakşibendiyye, Şâzeliyye ve Mevleviyye
tarikatlarından icâzetli ve tasavvufî düşüncede Ekberiyye ekolünü
benimsemiş bir şahsiyettir. Ömrünün sonlarına doğru kendisini
tamamen tasavvufa ve tasavvufî ilimlere vermişti. Bu itibarla onun
tasavvufla ilgili hayat serüveni üç ayrı merhaleye ayrılır:
Birinci Merhale
Bu evre, Abdülkâdir’in doğumundan “Emîr” olarak kendisine biat
edildiği 1832 yılına ve ardından cihadın sona erdiği 1847’ye kadar
geçen dönemi içerir. Diğer bir ifâdeyle bu dönem, Emîr’in dünyaya
gelişinden kırk yaşına kadar geçen süreye tekabül etmektedir.
Bu zaman zarfında o diğer faaliyetlerinin yanı sıra tasavvufa ilgi duymaya
ve tasavvufî şahsiyetleri tanımaya başlamıştır. Abdülkâdir daha önce
de ifâde edildiği gibi, babası Kâdiriyye şeyhi Muhyiddîn’in zâviyesinde
doğmuş ve burada yetişmiştir. Şeyh Muhyiddîn tarikat önderliğini ilim,
şeref ve velâyetleriyle tanınan geçmişlerinden tevârüs etmiştir. Emîr’in
nesebinin Hz. Hasan’a ulaştığı, diğer bir ifâdeyle “şerîf ” olduğu da
burada hatırda tutulmalıdır. Babasının yönetimindeki zâviyenin ışığı
bütün Mağrib’e ulaşmıştı. Şeyh Muhyiddîn’in babası Mustafa, yani
Emîr’in dedesi sadece Kâdiriyye’nin temsilcisi değil, aynı zamanda
“Hâtmiyye” ya da “Ekberiyye” ekolünün de mümessili durumundaydı.
Ailevî miras olarak tevarüs edilen bu meşrep, Şeyh Muhyiddîn ve
oğlu Abdülkâdir’in, Nakşibendiyye tarikatının o dönemdeki temsilcisi
Muhammed Hâlid’in (ö.1242/1826) sohbetinde bulunmaları vesilesiyle
daha da güçlenmiş oldu. Şeyh Muhyiddîn ve oğlu Abdülkâdir, Şeyh
Hâlid-i Bağdâdî’nin sadece sohbetlerinde bulunmakla kalmamışlar,
aynı zamanda kendisi tarafından Nakşibendiyye usûlüne göre insanları
irşad ve terbiye etme yetkisi de onlara verilmişti. Şeyh Muhammed
Hâlid ile 1825’te Şam’da görüşmüşlerdir. Emîr Abdülkâdir’in Şeyh-i
Ekber’i ilk defa ziyareti de bu tarihte gerçekleşmiştir ki Emîr bu sırada
yirmili yaşlarındaydı.
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
33
Babası Muhyiddîn 1833 senesinde vefât edince Kâdiriyye tarikatı,
Nakşibendî sülûkü ve Ekberiyye ilgili ruhanî hilâfet, Emîr Abdülkâdir’e
intikal etti. Bu sırada Abdülkâdir, cihadı yöneten bir emîr idi ve henüz
yirmi yedi yaşındaydı. Fakat onun siyâsî ve askerî mükellefiyetleri
olduğu için tarikatla ilgili çalışmaları kardeşi Muhammed Saîd
tarafından yürütülüyordu. Muhammed Saîd Şam’da vefât edinceye
kadar bu görevi sürdürdü ve kendisinden sonra yerine oğlu Muhammed
Rızâ’yı (1829-1902) halîfe olarak bıraktı. Muhammed Rızâ, Emîr’in
kızlarından birisiyle evlenerek damadı olmuştur. Bu zatın aynı zamanda
Şam’da ve Cezâyir’de müntesipleri bulunmaktaydı. Kendisinin tasavvuf
ve irşadla ilgili mektup ve şiirleri vardır.
Emîr Abdülkâdir’in tasavvufla ilgili mütâlaa ettiği ilk eser, babasının
kaleme aldığı İrşâdü’l-mürîdîn ve dedelerinden el-Muhtâr tarafından
telif edilip İmam Yavsî eliyle şerhedilen manzûmedir. Emîr Abdülkâdir
Mevâkıf adlı eserinde şöyle der: “Çocukluğumdan beri mutasavvıfların
yazmış oldukları eserleri okumak benim için bir tutku idi. Daha intisap
etmeden onların kitaplarını mütalaa ederdim. Bu sırada sûfîlerin
kullandığı ıstılahları anlamak bana bazen zor gelir, tüylerim ürperir
ve beni bir kabz hali kaplardı. Onların muradlarını ifâde etmek için
kullandıkları terimlere inancım sonsuzdu. Çünkü ben onların edep ve
ahlâklarının kemâl ve faziletlerinin bilincindeydim.”
Abdülkâdir, “emîr” olarak seçildikten sonra da Kâdiriyye, ŞâzeliyyeDerkâviyye ve Rahmâniyye gibi tarikatlarla da yakın münasebetler
kurmuş, onların cihada destek vermelerini sağlamak için Cezâyir’in
içinden ve dışından pek çok şeyhle görüşmüştür. Bu şeyhlerin en
tanınmışlarından biri Derkâviyye’nin Hırâkıyye kolu kurucusu Şeyh
Muhammed el-Hırâk et-Tatvânî’dir. Emîr, Tatvânî’ye yazdığı bir
mektupta şöyle der: “Biz biliyoruz ki siz ve bütün mü’minler, kâfirlerle
başlattığımız savaşta bizim durumumuz hakkında korkup endişeleniyor
ve bizimle ilgili size gelen haberleri tartışıyorsunuz. Bize ulaşan her
hayır, sizin bereketiniz, duânız ve bizden râzı olmanız sebebiyledir. Bizi
sâlih duâlarınızdan unutmayınız.”
İkinci Merhale
Emîr Abdülkâdir’in tasavvufî hayatındaki ikinci merhale, iki dönemden
oluşmaktadır. İlki onun esir edilip Fransa hapishanelerinde tutuklu
bulunduğu seneler, ikincisi ise önce Bursa’ya ardından da Şam’a
yerleştiği yılları kapsamaktadır.
34
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
a) Emîr’in Fransa’da tutuklu bulunduğu dönem 1847-1852 arasıdır.
O, beş yıllık bu süreyi Toulon, Pau ve Amboise hapishanelerinde
geçirdi. Bu süre zarfında beraberindekilerden yirmi beş civarında kişi
hayatını kaybetti. Emîr, karşılaştığı bütün sıkıntılara rağmen umudunu
yitirmedi. Hapishaneyi arkadaşlarına ilim öğretmek için bir medreseye
çevirdi ve burada hep birlikte şeriat, tasavvuf, edebiyat ve tarih kitapları
okudular. Yine burayı zikir, tefekkür ve ibadet için bir halvethane
olarak kullandı. Bu sırada kendisine nûrânî fetihler ve ruhanî vâkıalar
vârid olmaya başladı. Emîr bunları Mevâkıf adlı eserinde kaydetmiştir.
1850’lerde İslâm’ı savunmak amacıyla Hıristiyan bir papazın
eleştirilerine reddiye mâhiyetindeki el-Mikrâdu’l-hâdd adlı eserini de
burada kaleme aldı.
Osmanlı Devleti tarafından Emîr’e takdim edilen nişanlar
Emîr Abdülkâdir, hapishane günlerindeki acılarına rağmen bir sûfîde
bulunması gereken fütüvvet tavrını asla kaybetmedi. Tutukluluğunun
hemen ertesi günü bir Fransız görevli kendisiyle görüşme talebinde
bulundu. Genaral Dumas adlı bu şahıs, Emîr ile görüşüp kendisine
göz kamaştırıcı bazı tekliflerde bulunması için Fransa Kralı tarafından
görevlendirilmişti. Emîr’e arz edilen teklifler arasında Fransa’da
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
35
muhteşem bir mevki, şeref kıtası, debdebe ve ancak bir prensin sahip
olabileceği şato ve müştemilatı yer alıyordu. Emîr kendisi açısından
utanç verici olan bu teklifleri sükûtla dinledi ve muhatabı cevabını
bildirmesi için ısrar edilince de keskin gözlerini eski arkadaşına dikip
hiddet ve şaşkınlıkla görevliye şunları söyledi: “Ne acayip! Sahip
olduğun diplomatik yetenekler, Fransa için hiç kuşku yok ki gerçekten
önemli; fakat senden rica ediyorum, bu yeteneklerini benim üzerimde
heba etme!” Sonra elbisesinin köşesinden iki eliyle tuttu ve pencereye
doğru yaslanarak öfkeyle şöyle dedi: “Kralın adına Fransa’nın bütün
servetini bana verecek olsan ve onları da şu elbisenin içine koyma
imkânın bulunsa, ben onların hepsini hiç düşünmeden dalgaları
hapishanemin duvarına çarpan şu denize atmayı tercih eder, teslim
olduğumda bana verilen resmî taahhüdün yerine getirilmesinden asla
vazgeçmem. Ben sizin misafirinizim. İsterseniz bana bir tutuklu gibi
davranabilirsiniz, fakat bunun utancı ve yüz karası size ait olacaktır,
bana değil!”
Fransız General Dumas, Lamalgue kalesindeki hapsi sırasında Emîr’in
güvenliğinden sorumluydu. O, Emîr Abdülkâdir’le mektuplaşan Cezâyir
şehrinin Piskoposu Dupuch’a gönderdiği bir mektupta hapishanedeki
durumunu şu şekilde anlatır: “Sen Pau Şatosu’nun meşhur tutuklusunu
görmeye gideceksin. Onu ziyaret etme uğruna yolculuğun sıkıntısına
katlandığından dolayı pişmanlık duymayacaksın. Sen Abdülkâdir’in
bir zamanlar refah ve zenginlik içerisindeki halini biliyorsun, deyim
yerindeyse bütün Cezâyir onun hükmü altındaydı. Onu şimdi sıkıntılı
iken bile eskisinden daha büyük ve daha olağanüstü bir durumda
bulacaksın. O her zamanki gibi en yüce mertebeye doğru ilerlemeye
devam ediyor.”
b) Emîr Abdülkâdir’in tasavvufî hayatında bu merhalenin ikinci
dönemi hapisten çıktığı 1852 yılında başlar ve 1863’teki haccına
kadar devam eder. Bu dönem zarfında Emîr Şam’da kaldığı yıllarda
Şeyh Derviş Sabri vasıtasıyla Mevleviyye tarikatına intisap etti ve bu
sırada Şeyhü’l-Ekber’in daha önce bilmediği pek çok kitabını okuma
fırsatı buldu. Kitapları derinlemesine anladıkça Şeyh-i Ekber’e aşk ve
muhabbeti daha da arttı ve aralarındaki manevî bağlantı derinleşti.
Üçüncü Merhale
Bu merhale, Emîr’in hakikate erdiği ve büyük fetihlere nâil olduğu
dönemdir (1863-1883). Zira o bu evreye kadar pek çok tasavvufî eser
36
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
okumuş, mütalaa etmiş, nice şeyhle görüşmüş ve sonuç olarak hakikatin
kemâline ulaşmak için tasavvufî sülûkun gerektiğine kâni olmuştur.
O, bu görüşünü 4. Mevkıf ’ta şöyle ifâde eder: “Tasavvuf yoluna sülûk
etmeyen ve nefsine tanıyıncaya kadar sahip olunması gerekenleri elde
edip hakikate eremeyen bir kimsenin ihlâsın hakikatine ulaşması
mümkün değildir. O kişi isterse insanların en çok ibadet edeni, en çok
verâ sahibi olanı, en zâhidi ve mahlûkattan en çok uzaklaşanı, gizleneni
ve hatta nefis konusunda en çok tetkik yapanı ve onun desiselerini ve
gizli ayıplarını araştıranı olsun, nefsini tanımadıkça ihlâsa eremez!”
Batılı liderler tarafından Emîr’e takdim edilen nişanlardan bazıları
Emîr bu gayesine 1863’te hac için gittiği Mekke-i Mükerreme’de
Şâzeliyye-Derkâviyye şeyhi Muhammed b. el-Mes’ûd el-Fâsî’ye
intisapla nail oldu. Onun ruhî sülûkünü gerçekleştirmek üzere
Şâzeliyye-Derkâviyye tarikatını seçmesi, ruhî terbiye ve irfânî zevkte bu
tarikatın metod ve meşrebinin Ekberiyye ekolüne uygun olmasından
kaynaklanmıştır. Neticede Emîr, irfânî susuzluğunu Şeyh Muhammed
b. el-Mes’ûd ile giderdi. Onun yüce himmetiyle mârifet ve velâyetin
kemâline yükseldi. Şeyhinin rehberliğiyle sülûk mertebelerini hızla
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
37
tırmandı. Bir buçuk yıl kadar halvetlerinde zikir, tefekkür ve ibâdetle
meşgul oldu. İsm-i Celâl (Allah) zikrine yoğunlaştı. Buradaki ilk
halvetini, Hz. Peygamber’e (sav) vahyin ilk defa geldiği Cebel-i
Nûr’daki Hira Dağı’nda gerçekleştirdi. Emîr Abdülkâdir’in Hira
Mağarası’nda halvete girmesinin sebeplerinden biri ilk vahyin bu
mekânda gerçekleşmesi, diğeri ise tasavvufî bir yoruma göre “ölmeden
önce ölünüz” sözünü hayata geçirmek için burasının uygun bir mekân
olmasıdır.
Emîr Abdülkâdir, halvetten çıktıktan sonra Şeyh-i Ekber’in 599
yılındaki haccında yaptığı gibi Tâif ’e gitti ve orada üç ay kadar itikafta
kaldı. Bilahare Hicaz’a geldikten bir yıl sonra Medine-i Münevvere’de
mukîm olarak burada iki aylık bir halvete daha girdi.
Oğlu Muhammed Paşa babasının 6 Ocak 1864’de Medine-i
Münevvere’ye ulaştığında Mescid-i Nebevî’nin duvarına bitişik bir
yerde kaldığını söyler. Burası aslında Hz. Ebû Bekir’in eviydi ve mescide
açılan bir kapısı vardı. Burayı önemli kılan bir başka husus ise Hz.
Peygamber’in “Mescide açılan bütün kapılar kapansın, Ebûbekir’inki
müstesna” buyurduğu mekân olmasıdır. Emîr Abdülkâdir, işte bu
mekânda iki ay kaldı ve burada mârifeti güçlendi, Kur’an ve hadislere
dair hakikat ve sırlar ona keşfolundu. Evrâdını halvette de celvette edâ
etti ve hiçbir zaman gevşeklik göstermedi. Medine-i Münevvere’de
kaldığı son ayda sıkça Uhud’a gidip buradaki şühedâ kabirlerini ziyaret
etti ve mütemadiyen Kuba Mescidi’ne de gidip namaz kıldı.
Emîr Abdülkâdir nihayet manevî sülûkünü tamamlayıp Şam’a
döndüğünde ârif ve Hakk’a vâsıl olmuş kâmil bir şeyh durumundaydı.
Zira diğer tarikatların terbiye metotlarının yanı sıra Şâzeliyye tarikatı
ile Ekberiyye meşrebinin usûl ve esaslarına göre ruhî terbiye yöntemleri
de artık müktesebatı arasındaydı.
Emîr’in Hicaz’daki sülûkünün meyveleri Şam’da ortaya çıkmaya
başladı. Etrafına toplanan ilim ehli kimseler ve tarikat şeyhleri ondan
pek çok alanda istifâde ettiler. Cevâd el-Murâbıt, Emîr Abdülkâdir ile
ilgili özetle şöyle der: “Emîr Abdülkâdir, Şam’da eşyanın Hâlık’ından
başka her şeyi unuttu. Burada ders halkaları, ilim meclisleri ve zikir
celseleri oluşturdu. Kitaplar telif etti ve Mevâkıf adlı eseri burada yazdı.
Kırk gün halvete girer ve bu zaman zarfında küçük bir parça ekmek
ve bir kaşık zeytinyağı ile beslenirdi. Normal zamanlarda da genellikle
zarûret miktarı kadar az yemeyi tercih ederdi. Emîr bu hal üzere iken
evine onlarca misafir gelir ve defalarca sofra kurulurdu. Ancak kendisi
38
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
sadece bir çeşit yemek alırdı, zira o zühdün kişiyi saadete götüreceğine
inanırdı.
Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî’nin nihaî arzusu vefatı sonrasında “Kişi
sevdiğiyle beraberdir” hadîs-i şerîfi muktezâsınca, Şeyh-i Ekber
Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin yanına defnedilmekti. Nitekim öyle de
oldu...
ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU
39
İslam Dünyasında Sömürgecilik Karşıtı Aktif
Direnişi Başlatan İsim
Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî
Ramazan Muslu
Salih Çift
Download