ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 3 Hayatı Tam adı Abdülkâdir b. Muhyiddîn b. Mustafa’dır. Nesebi Hz. Hasan vasıtasıyla Hz. Peygamber’e (sav) ulaşır. Uzun süre Fas’ta ikâmet ettikten sonra 18. yüzyılda Vehran (Oran) beyliğine hicret eden ailesi, mensubu bulunduğu Hâşim kabilesinin en nüfuzlularından biri kabul edilmektedir. Emîr Abdülkâdir 26 Eylül 1807’de Cezâyir’in Vehran bölgesinde Vâdi’l-Hammâm’a bağlı Kaytana köyünde dedesinin kurduğu Kâdirî zâviyesinde, yine bir Kâdirî şeyhi olan Muhyiddîn’in dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi. Babası, tıpkı dedeleri gibi çeşitli problemlerle karşılaşıldığında çözüm için kendisine danışılan ve dinî hükümler söz konusu olduğunda görüşü alınan saygın bir kişiydi. Abdülkâdir, temyiz çağına kadar evde, babasının gözetiminde terbiye gördü. Beş yaşında okumayı ve yazmayı öğrendi. Babasının Kaytana’da kurduğu medresede, on iki yaşında iken başladığı hafızlığını iki yılda tamamladı. Çocukluğunda silah kullanmayı ve ata binmeyi öğrenen Abdülkâdir, sağlam bir din eğitimi aldı. Abdülkâdir on beş yaşına geldiğinde kuzeni Leylâ Hayrâ ile evlendi. Daha sonra tahsilini tamamlamak üzere Arzew ve Vehran’a giden Emîr buralarda temel dinî ilimler yanında diğer alanlarda da dersler aldı. Nahiv’den Elfiye, Mantık’tan Îsâgoci, Tevhid ilmine dair Senûsiyye ve Akâid-i Nesefiyye, hadisten Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim ve Kur’ân ilimlerine dair el-İtkân tahsil sırasında okuduğu eserlerden bazılarıdır. Bu dönemde ayrıca İhvân-ı Safâ Risâleleri ile Eflatun, Pisagor ve Aristo’ya ait metinleri etüd etme imkanı buldu . Tasavvuf alanında ise Gazzâlî’nin İhyâu ulûmi’d-dîn’i ile İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhâtü’lMekkiyye ve Füsûsu’l-hikem’i aynı evrede programında yer alan diğer kaynaklar arasında bulunmaktaydı. 4 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Atlara olan tutkusu ile bilinen ve bu alanda bir de eser kaleme alan Emîr’in at üstünde bir fotoğrafı İlk Hac Yolculuğu İlim tahsilinin ardından, babası Şeyh Muhyiddîn Cezâyir valisi Hüseyin Paşa ile aralarının açılması ve bunun neticesinde bazı sıkıntıların baş göstermesi üzerine oğlu Abdülkâdir’i de yanına alıp hac yolculuğuna çıktı. Baba-oğul Vehran’dan ayrılıp Kasım 1825’te Tunus’a ve buradan deniz yoluyla 18 Mayıs 1826’da İskenderiye’ye ulaştılar. Burada birkaç gün kalıp Danyal Peygamber (a.s.), Ebü’l-Abbâs el-Mürsî, İbn Atâullah el-İskenderî, Ebü’l-Hüseyin İmâm el-Busayrî gibi zevâtın kabirlerini ziyaret ettikten sonra 24 Mayıs 1826’da Kahire’ye ve ardından Cidde üzerinden Mekke’ye vardılar. Burada Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Hz. Peygamber’i (sav) ziyaret etmek için Medine-i Münevvere’ye gittiler. ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 5 Şam ve Bağdat Ziyaretleri Hac ibadetinin ardından Muhyiddîn ve Abdülkâdir Şam’a gidip birkaç ay orada kaldılar. Buradaki vakitlerini ulemâ ile sohbetler yaparak, Benû Umeyye Camii’nde ibadet ederek ve Şeyh Abdurrahman el-Kuzbârî’den dersler alarak değerlendirdiler. Abdülkâdir, Şeyh Ziyâeddin Hâlid eş-Şehrezûrî (Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî) ile burada iken görüşmüş ve ondan Nakşibendiyye icâzetini almıştır. Emîr ve babası Şam ziyaretini müteakiben, Abdülkâdir Geylânî’nin türbesini ziyaret etmek maksadıyla Palmira üzerinden Bağdat’a gittiler. Bir ay süren bu yolculuktan sonra Abdülkâdir Geylânî’nin kabrini ziyaret edip Geylânî neslinden Muhammed el-Zekeriyya ile görüştüler. Ayrıca Nakîbü’l-eşrâf ve dönemin Kâdiriyye postnişîni Şeyh Mahmûd el-Kâdirî’den tarikat icâzeti aldılar. Bağdat’ta üç ay kadar kaldıktan sonra Şam’a döndüler. Buradan tekrar Hicaz’a giderek ikinci haclarını edâ ettiler ve 1828’de kara yoluyla Mısır, Burka ve Trablus üzerinden Tunus’a, oradan da Cezâyir’e ulaştılar. Kuşkusuz bu yolculuk onların İslam dünyasını daha yakından tanımalarına ve yaşanan sıkıntıları bizzat müşahade etmelerine imkan tanımıştır. Memleketine dönüşünün ardından kendini tamamen ilme ve ibadete veren Abdülkâdir’in bu dönemde yemek ve namaz haricinde odasından çıkmamayı alışkanlık haline getirdiği rivayet edilir. Emîr hakkında Abdülbâkî Miftah tarafından kaleme alınan eserin kapağı 6 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Cezâyir’de Osmanlı Hâkimiyetinin Sona Ermesi Cezâyir’deki Dayı yönetimi, 1798’deki Mısır seferine hazırlanan Napolyon Bonapart’ı, ihtiyaç duyduğu buğdayı kredili olarak satmak sûretiyle desteklemiş ama sonradan alacaklarını tahsil etmekte güçlük çekmişti. Bu konudaki tartışmalar, Cezâyir Dayısı’nın Fransız konsolosuna hakaret etmesiyle yeni bir boyut kazanmış ve sonuçta bu durumu bahane eden Fransa, Cezâyir’e saldırıp 5 Temmuz 1830’da başkenti ele geçirmiş, böylece ülkedeki üç yüz yıllık Osmanlı hâkimiyeti fiilen sona ermişti. Osmanlı Devleti o sıralarda ordusuz ve donanmasız kalmış, diplomatik açıdan da elleri kolları bağlanmış bir vaziyette tarihinin en büyük bunalımlarından birini yaşamaktaydı. Bu nedenle devrin Osmanlı yönetimi Cezâyir’in Fransa tarafından işgaline ciddi bir tepki gösterememişti. Zira henüz Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının şoku atlatılamamışken Mısır sorunu patlak vermiş ve Osmanlı ordusu 1831’de Mehmet Ali Paşa’nın güçleriyle Suriye’de çarpışmak zorunda kalmış ve kısa aralıklarla yapılan savaşlarda yenilmişti. İngiltere’nin Osmanlı padişahına verdiği Mehmet Ali Paşa’ya karşı destek sözü, Yunanistan’ın bağımsızlığının tanınmasında etkili olmuştur. Öte yandan Osmanlı Devleti, Cezâyir’i tekrar kendi topraklarına bağlamak için yıllar süren bir diplomasi yürütmüş ve durumu kolayca kabullenmek niyetinde olmadığını göstermişti. Bununla birlikte herhangi bir netice alamadığı gibi 1847’de yayımlanan ilk devlet salnâmesinde Osmanlı eyâletlerini gösteren listeye Cezâyir-i Garb’ın dahil edilmemesi ile birlikte bu durumu resmen kabullenmek zorunda kalmıştı. Cezâyir, Fransızlar tarafından işgale maruz kalan ilk Arapça konuşulan coğrafyadır. Bu itibarla Cezâyir’in işgali, Araplar’ın yaşadığı tüm toprakların Avrupalı devletlerce sömürgeleştirildiği bir sürecin başlangıcını temsil etmesi bakımından sembolik bir öneme sahiptir. Emîr Fransızlar’a Karşı Fransızlar’ın Cezâyir’i işgali üzerine yerli Arap ve Berberî kabileleri, Fransız hâkimiyetine karşı koymak için mücâdele kararı aldılar. Bu evrede halk ve ulemâ mücâdeleyi yönetecek bir lider arayışına girdi. Bu amaçla Fas sultanı Abdurrahman b. Hişam’a bir elçi gönderip onun emir-komutasına girmek istediklerini bildirdiler. Sultan bu teklifi kabul ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 7 edip amcasının oğlu Ali b. Süleyman’ı Vehran’a emîr olarak gönderdi. Bunun üzerine Fransa, Fas sultanını tehdit ederek bu duruma bir son verilmediği takdirde ülkesine savaş açacağını bildirdi. Bu tehdit karşısında Sultan, Ali b. Süleyman’ı geri çağırmak zorunda kaldı. Bu gelişmeler karşısında halk, Abdülkâdir’in babası Şeyh Muhyiddîn’in komutayı üstlenmesini talep etti. Ancak o, böyle bir vazifeyi yerine getiremeyeceği gerekçesiyle teklifi kabul etmedi. Bununla birlikte dinin kendisine emrettiği şeyi yapacağını, yani onlarla birlikte cihada katılacağını beyan etti. Ardından bu vazife için oğlu Abdülkâdir’i aday gösterdi. Abdülkâdir’in söz konusu teklife cevabı şu şekildeydi: “Babamın emirlerine itaat etmek benim görevimdir.” Böylece Abdülkâdir yirmi beş yaşında tarih sahnesine çıkmış oldu. Babası da dâhil olmak üzere bütün halk 6 Aralık 1832’de ona biat ettiler. Babası, Abdülkâdir’e “Nâsıruddîn” (dinin yardımcısı) lakabını verdi. Bazıları ona “Sultan” sıfatını lâyık görseler de kendisi “Emîr” denilmesini tercih etti ve neticede “Emîrü’l-mü’minîn” unvanını kullandı. Emîr biat merasimi gerçekleştikten sonra işe devletin tanzimiyle başladı. Bu dönemde Muasker (Maskara) şehrinde ikameti tercih eden Emîr Abdülkâdir, ecdâdının yolundan giderek güzel bir siyaset izledi ve bu sayede halkın sevgisini kazanıp, kalplerine girmeyi başardı. Emîr’in devlet düzenini sağladıktan sonra yaptığı en önemli işlerden biri orduyu tanzim etmek oldu. Zira o düzenli orduyla kalabalık fakat intizamsız topluluklar arasındaki farkı iyi biliyor, mücâdelenin başarıyla neticelenmesi için ordunun düzenli, disiplinli ve eğitimli olması gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle her tarafa haber salıp, “Muhammedî Livâ”nın altına girmek isteyenlerin Muasker’e gelmeleri ve ilgili deftere isimlerini yazdırmaları çağrısında bulundu. Halk bu durumu sevinçle karşıladı ve insanlar akın akın bu davete mukabale etmeye başladılar. Ordunun tanzimiyle bizzat ilgilenen Emîr, piyade, süvâri ve topçu birlikleri olmak üzere askerleri üç kısma ayırdı. Ayrıca bu iş için kanun ve nizamnâmeler hazırlattı. Fransızlar’a Karşı İlk Cihad İlanı Fransızlar’a karşı zafer elde etmek için gereken hazırlıkları yapan Emîr bir taraftan da kabileler arasındaki ihtilaf ve münakaşaları bertaraf edip ülke içinde birliği sağlamaya çalıştı. Bu sayede nüfûzunu Batı ve Orta Cezâyir’e kadar genişletti. Bu aşamada Büyük Sahra’nın bazı şeyhleri de ona tâbi oldular. Bütün bu faaliyetler Fransa’nın kendisine ateşkes teklif etmesine yol açtı (26 Şubat 1834). 8 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Neticede bir antlaşma yapıldı ve bu sayede Fransa Emîr Abdülkâdir’in devletini resmen tanımakla birlikte bu topraklardaki varlığını resmileştirerek, Cezâyir’in başına askerî bir genel vâli atadı. Öte yandan Emîr Abdülkâdir de bu ateşkes ortamında şehirlerin imarına fırsat buldu. Gümüş ve bakırdan “Muhammediyye” olarak isimlendirdiği paralar bastırdı. Silah, harp levazımı ve orduya elbise üretilen fabrika ve imalathaneler ile ordunun yaşadığı yeni bir şehir (Muasker/Maskara) kurdu. Devlet için kanunlar mecmûasının da içerisinde yer aldığı bir anayasa hazırladı. Emîr, Fransızlar’la gerçekleştirilen bu sulh döneminde dahilî meselelere yöneldi ve birliğini güçlendirmeye çalıştı. Bu kapsamda 15 Haziran 1834’de kendisine itaatsizlik gösteren bazı Berberî kabileleri bertaraf edip bir kısmını da müttefikleri arasına kattı. Bir müddet sonra Fransa’nın belirlenen şartlara uymaması üzerine Emîr Abdülkâdir antlaşmanın ortadan kalktığına kanaat getirdi ve devlet ricâlini toplayıp cihada hazır olmalarını istedi. Ardından komutanlarını ve halkın ileri gelenlerini câmide toplayıp minbere çıktı, bir konuşma yaptı ve Cezâyir hâkiminden gelecek cevabı beklemeye başladı. Cevap gecikince Vehran’a sefer için büyük bayrakların (alem) dikilmesini emretti ve cihad ilân edildiğini münâdiler vasıtasıyla halka duyurdu. Diğer şehirlere de harp için hazır olmaları doğrultusunda haberler gönderdi. Zâim Hınşlâvî’nin Emîr hakkındaki eseri ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 9 İkinci Cihad İlanı Emîr Abdülkâdir böylece Fransızlar’a karşı yeniden cihad ilân etmiş oldu. “Makta” denilen yerde Fransız generali Trézel’in komutasındaki askerleri yenilgiye uğrattı. Fakat Frınsızlar bu yenilginin intikamını almak için yeni kuvvetler gönderdiler. Bu sayede Fransız ordusu Emîr Abdülkâdir’in başkenti olan Muasker’e girebildi ve şehri baştan sona yakıp yıktı. Torunlarından İdris el-Cezâirî’nin Emîr hakkındaki kitabı Tefna Antlaşması (18 Mayıs 1837) 1837 senesinde Emîr Abdülkâdir ile yeni göreve atanan General Bugeaud arasında “Tefna Antlaşması” olarak bilinen ateşkes metni imzanlandı. Bu antlaşmaya göre Emîr Abdülkâdir, memleketin üçte ikisine hâkim oldu. Daha önce Muasker’de olan idare merkezini Tagdempt’e naklettikten sonra İslâm esaslarına dayalı bir devlet kurmak için çaba gösterdi ve imkanı olan herkesten zekât toplama yoluna gitti. 10 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Bu sayede Fas yoluyla İngiltere’den sağladığı top ve tüfeklerle düzenli bir ordu kurmayı ve Fransızlar’a karşı mücadelede isteksiz davrananların başlattıkları isyanları bastırmayı başardı. Emîr Abdülkâdir, Fransızlar’ı yenip şanlı bir barışa imza attıktan ve yerli güçleri de denetim altına alarak hâkimiyeti sağladıktan sonra artık emîrliği bırakabileceğini düşünüyordu. Zira kendisine tevdi edilen bu görevi hakkıyla yerine getirdiğine inanıyordu. Şimdi inzivaya çekilmeyi, istemeyerek de olsa uzaklaştığı ilim ve ibadet hayatına yeniden dönmeyi arzuluyordu. Bu amaçla Fas Sultan’ına bir mektup yazdı. Sultan Abdurrahman, Emîr Abdülkâdir’in bu talebini kabul etmedi ve kendisinden üstlenmiş olduğu cihad emîrliği görevini sürdürmesini istedi. Ayrıca, yaptırmış olduğu câmide kutsal bir emânet olarak sergilemek maksadıyla gömleğini kendisine göndermesini rica etti. Emîr’in hatırasına bastırılan paralar Üçüncü Cihad İlanı Emîr Abdülkâdir, barışı koruma çabasına rağmen Fransızlar tarafından Tefna Antlaşması’nın ihlal edilmesi üzerine 19 Kasım 1839’da Fransızlar’a karşı yeniden “cihâd” ilân etmek zorunda kaldı. Küçük ve hareket kabiliyeti yüksek birliklerini Fransızlar üzerine sevk etti. Fransız ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 11 askerler, Emîr Abdülkâdir’in destek gördüğü köyleri ve şehirleri yakıp yıkmaya ve halkı kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmeye başladılar. Bu aşamada Fransızlar Emîr’e karşı birkaç zafer elde etmişlerse de kesin bir netice alamadılar. Fransa tarafından bölge valiliğine atanan General Bugeaud komutasındaki birliklere 88 bin asker takviyesi daha yapmak suretiyle Emîr Abdülkâdir’in harp taktiğine uygun bir şekilde hazırlandıktan sonra onunla savaşa girişti. 27 Nisan 1841’de büyük bir orduyla Meleyan’a doğru yola çıktı. Emîr de nizami bir birliğini şehrin yakınına yerleştirmiş, diğerini ise ormana gizlemişti. Fransız birlikleriyle ilk teması birinci fırka gerçekleştirdi. Bu fırkayı küçük gören general ormana varıncaya kadar onları takip etti. Ormanlık alana ulaşınca ikinci fırka aniden ortaya çıktı ve ordular arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. O sırada Emîr de komuta ettiği birlikle düşmanı arkadan kuşattı. Neticede Bugeaud yanında bulunan bütün eşyalar bir tarafa, ölü ve yaralıları da terk ederek kaçmak zorunda kaldı. Bu karşılaşmanın sonrasında daha güçlü bir orduyla tekrar bölgeye gelen Fransızlar Tagdempt, Muasker ve Tilimsan şehirlerini işgal ettiler. Kadınları, çocukları ve yaşlıları katlettiler. Emîr’in güç alıp dayandığı bütün köy ve şehirleri yakıp yıktılar. Nihayet taraftarlarından birçoğunun kendisini terk etmesi ve 16 Mayıs 1843’te seyyar ordugâhının Fransızlar tarafından basılması üzerine Emîr Abdülkâdir Fas’a sığınmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Fransızlar Fas sultanını tehdit ettiler. Başlangıçta bunları önemsemeyen Sultan, siyasî anlaşmalar gereği Abdülkâdir’i desteklemekten vazgeçmek durumunda kaldı. Bunun üzerine Emîr Abdülkâdir, Cezâyir topraklarına dönüp bir Fransız birliğini Ekim 1845’de Sîdî-Brâhîm’de bozguna uğrattı. Kabileler arasında hızlı bir şekilde hareket edip, sürekli yerini değiştiren Emîr bu taktik sayesinde Fransızlar’a karşı bazı başarılar elde ettiyse de artan Fransız baskısı karşısında yerli kabilelerin kendisinden uzaklaşmaya başladıklarını gördü. Nihayet 1846 yazında çaresizlik içinde tekrar Fas’a sığındı. Sultanın kuvvetlerinin yenilmesi üzerine Emîr, yapılan istişare ve görüşmeler neticesinde kabul edilen bazı şartlar muvâcehesinde 23 Aralık 1847’de General Christophe de Lamoriciére’a teslim oldu. Emîr bu dönem içerisinde, çoğu Fransızlar’a karşı olmak üzere 40 kadar savaşta orduyu komuta etmişti. 12 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Cezâyir’de Emîr Fransa’da Esir Emîr Abdülkâdir’in kurmuş olduğu devlet (1832-1847) bu şekilde son bulmuş ve 1847-1852 yılları arasındaki esaret hayatı başlamış oldu. Öte yandan işgali asla kabullenemeyen ve Fransız yönetimini benimsemeyen Cezâyirliler, 1847 yılından itibaren gruplar halinde vatanlarını terk etmeye başladılar. Bunların büyük çoğunluğu Suriye’ye hicret ederek burada Osmanlı devletinin kendileri için uygun gördüğü çeşitli köy, kasaba ve şehirlere yerleştirildiler. Kaynaklarda kaydedildiğine göre Emîr’e Fransa hapishanelerinde iyi davranılmış, burada herhangi bir zorluk ve sıkıntı çekmediği gibi kendisini görmek için gelen ziyaretçileri de olmuştur. Bununla birlikte onun Osmanlı ülkesine gitme talebi reddedilmiş ve esir statüsünde olduğu gerekçesiyle hapishanede tutulması gerektiği ifade edilmiştir. Emîr bu duruma üzülmekle birlikte kendisini kitap telifine ve ilmî çalışmalara vermiştir. Emîr’in Fransa’daki esir hayatı tahta geçen III. Napolyon’un ziyaretiyle yeni bir boyut kazanmıştır. İmparator, antlaşma gereği olan şartların o ana kadar yerine getirilmemiş olmasından dolayı özür beyan etmiş ve kendisinin arzu ettiği herhangi bir İslâm ülkesine gitmesine müsaade edileceği bildirmiştir. Napolyon Cezâyir’e bir daha dönmemek şartıyla beraberindekilere yirmi bin Frank dağıtmış, Emîr’e de altın işlemeli bir kılıç hediye ederek Fransa devletinin el koyduğu mal varlığına karşılık olmak üzere yıllık beş bin Frank maaş tahsis etmiştir. Emîr’in Fransa’da esir tutulduğu şato (1848) ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 13 Emîr Paris’te Emîr, III. Napolyon’un daveti üzerine 27 Ekim 1852’de Paris’e gitti. Emîr’in Paris’e geleceği duyulunca büyük bir kalabalık onu karşılamak üzere düzenlenen törende hazır bulundu. Paris’te bakanların ve diğer devlet ricâlinin de hazır olduğu görkemli bir tören yapıldı. Emîr burada yaptığı konuşmada kendisini serbest bırakmasından dolayı krala minnet ve şükranlarını ifade ettikten sonra şahsına duyulan güveni boşa çıkarmıyacağı ve vermiş olduğu ahdi hiçbir zaman bozmayacağına, yani Cezâyir’e bir daha dönmeyeceğine dair söz verdi. III. Napolyon, Emîr Abdülkâdir’in askerî dehâsından yararlanmak için kendisine Fransa’da kalması karşılığında pek çok vaatte bulunmuşsa da o bunların hiçbirini kabul etmemiştir. Nereye Gidecek ya da Gönderilecek? Osmanlı Arşivi’nde yer alan 6 Kasım 1852 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre Osmanlı Devleti, öncelikle Emîr’in serbest bırakılmasını istemiş ve ancak ondan sonra Osmanlı himayesinde uygun bir yerde ikametine izin verileceği bildirmiştir. Bunun üzerine serbest 14 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU bırakılan Emîr’in, Osmanlı Devleti’nin talebi doğrultusunda bütün masrafları Fransa Devleti tarafından karşılanmak ve muhafazasına Osmanlı Devleti mecbur tutulmamak şartıyla Bursa’da ikametine izin verilmiştir. Bu belgeye göre Emîr Abdülkâdir Bursa’ya kendi arzusuyla gelmiştir. Emîr’in annesi, eşi ve çocuklarını tasvir eden bir tablo Osmanlı Payitahtı İstanbul’da Emîr Abdülkâdir beraberindekilerle birlikte, Ekim 1852’de serbest bırakılmasının ardından, daha önce kararlaştırıldığı üzere askerî bir gemi ile yola çıktı ve bir müddet Sicilya’da mola verdikten sonra 7 Ocak 1853’te İstanbul limanına ulaştı. Burada Osmanlı donanması kendisini yirmi bir pâre top atışıyla karşıladı. Emîr, İstanbul’da karaya çıkınca ilk olarak Tophane Camii’ne gitti ve içeri girdiğinde kendisini Hz. Peygamber’in (sav) mescidindeymiş gibi hissettiğini ifâde etti. Emîr ve beraberindekiler Sultan Abdülmecid’in emriyle Boğaz’daki Çırağan Sarayı’nda ağırlandılar. Emîr ertesi gün Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet Efendi tarafından kabul edildi. Emîr bu görüşmede Cezâyir’deki direniş hareketiyle ilgili bilgiler verdi ve akabinde Sultan Abdülmecid’in huzuruna çıktı. Sultan, Emîr’in gelişi onuruna büyük bir tören düzenlemek suretiyle ona karşı şanına lâyık bir şekilde davrandığı gibi pek çok ihsan ve ikramda bulundu. Bu sıcak karşılama ve yakın ilgiden dolayı Emîr Abdülkâdir, Sultan Abdülmecid’e bir medhiye yazmıştır. Emîr Abdülkâdir İstanbul’da ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 15 geçirdiği on günü başta Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabri olmak üzere camileri ziyaret ederek ve şehri gezerek değerlendirdi. Emîr Bursa’da Emîr Abdülkâdir’in Bursa’ya gidişiyle ilgili 12 Ocak 1853 tarihli bir arşiv belgesinde, önceden planlandığı üzere Çarşamba ya da Perşembe günü gitmesinin mümkün olmadığı bu sebeple yolculuğun Cumartesi’ye tehir edildiği kayıtlıdır. İstanbul-Bursa seyahatinin Gemlik’e kadar olan kısmı vapurla, kalan bölümü ise kara yolu ile yapılacaktı. Emîr’in maiyetinde ailesiyle birlikte elli-altmış kişi ve yanında bazı eşyaları da bulunduğu göz önünde tutularak ona göre at ve araba tedarik edilmesi ve yine yeterli sayıda mihmandarın hazır bulundurulması, yeni bir ev alınıncaya kadar Emîr ve yanındakilerin kiralık bir evde oturtulması ve bu evin de kullanıma hazır hâle getirilmesi vâliden talep edilen hususlar arasında yer almaktaydı. Emîr Abdülkâdir’in Bursa ile ilgili şiirinin ilk beyitleri Emîr Abdülkâdir 17 Ocak 1853’te Gemlik üzerinden Bursa’ya ulaştı. Bursa’nın zeytin ağaçları ve bitki örtüsünün kendisine Cezâyir’i hatırlattığını söyleyen Emîr, şehirde hiç yabancılık çekmediğini belirtmiştir. Bursa’da, masrafları hazine tarafından karşılanmak üzere Emîr ve beraberindekiler için aylık beş yüz kuruşa bir ev kiralanarak gerektiği şekilde tefriş edilmiştir. Emîr’in Bursa’daki gündelik hayatıyla ilgili yeterli bilgi maalesef yoktur. Bununla birlikte Bursa’da iken çocuklarının sünneti için bir merasim düzenlediği, fakirlere yemek yedirdiği ve Arap(lar) Camii’nde dersler verdiği, devlet ricali tarafından düzenli olarak ziyaret edildiği ve dönemde sultanın kendisine çeşitli hediyeler gönderdiği bilinmektedir. 16 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Emîr Bursa’da hem Türkçe’yi hem de Arapça’yı iyi bilen bir tercümana ihtiyaç duymuş ve bu arzusu yerine getirilmiştir. Emîr Abdülkâdir hava değişimi maksadıyla beş on günlük bir süre için Bursa’dan İstanbul’a, oradan da Paris’e gitmiş, seyahati sonrasında tekrar Bursa’ya dönmüş ve ilk gelişinde olduğu gibi yine büyük bir törenle karşılanmıştır. 1855’te Bursa’da meydana gelen iki büyük deprem sonucunda Emîr’in evi ve konakları yıkılmış, kütüphanesi yanmış, tarla ve bahçeleri de zarar görmüştür. Bursa’daki Emîr Abdülkâdir Caddesi’nin tabelası ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 17 Emîr Şam Yolcusu Emîr Abdülkâdir, deprem nedeniyle Bursa’dan ayrılmaya karar vererek bu düşüncesini önce Sultan’a ve ardından da III. Napolyon’a iletmiştir. Nitekim Maliye Nezâreti’ne hitaben yazılan bir belgede Emîr’in, yaşanan depremlerden dolayı artık Bursa’da ikamet edemeyeceği ve bu nedenle Şâm-ı Şerif ’de iskanına müsaade edildiği açıkça ifâde edilmektedir. Belgede ayrıca Cezâyirli Şeyh Abdülkâdir için Şam’da uygun bir ev satın alınması ve bedelinin hazinece karşılanması Mâliye Nezâreti’ne bir yazı ile bildirilmiştir. Şam Valisi’ne gönderilen bir başka belgede ise Emîr Abdülkâdir’in ailesiyle birlikte Şam’a doğru yola çıktığı haber verilmektedir. Emîr’in gıyabında “Saâdetlü Abdülkâdir Efendi” diye söz edilmekte ve kendisinden kadri ve itibarı yüksek, her türlü hürmete en üst seviyeden lâyık bir zât olduğu, böyle bir zâta gösterilecek iltifâtın da saltanatın şanına yaraşır bir şekilde olması gerektiği ve kalbinin hoş tutulmasının beklendiği ifâde edilmektedir. Ayrıca Şam’da ikameti için uygun bir evin satın alınıp kendisine temlik edilmesinin sultanın arzusu olduğu vurgulanmakta ve bunun için de Mısır’da bulunan Şerif Paşa’nın Şam’daki evinin Emîr ve ailesi için münasip olması durumunda kiralanması ya da ona benzer başka bir evin uygun fiyatla satın alınması önerilmekte, ayrıca konu ile ilgili masrafların İstanbul’a bildirilmesi istenmektedir. Aynı şekilde gerekli ihtimamın gösterilmesi için bir talimat da Sayda valisine gönderilmiştir. Buna göre Emîr daha Şam’a varmadan gerekli yazışmalar yapılmış, ne şekilde karşılanacağı, nerede kalacağı belirlenmiş ve ilgili merciler bilgilendirilmiştir. Bütün bu ayrıntılar, Osmanlı Devleti’nin Emîr Abdülkâdir’e verdiği değeri göstermesi bakımından önemlidir. Emîr Şam’da Emîr Abdülkâdir’in vapuru iki savaş gemisi eşliğinde 15 Aralık 1855’te Sayda’ya ulaştı. Burada kendisini şehrin ileri gelenleriyle birlikte Vâli Namık Paşa karşıladı. Cebel-i Lübnan denilen yerde büyük kutlamalar yapıldı. Şam’a girmeden önce Şam Vâlisi Mahmud Nedim Paşa, askeriyenin reisi İzzet Paşa ve beraberindeki heyet kendisini makamlarında beklemek yerine güzergahında bulunan Dümmer denilen köye kadar gittiler. Şam’a girişinde ise Emîr ve beraberindekiler askerî bandoyla karşılandı. Ona yönelik ilgi o kadar yüksek seviyedeydi ki kaynaklarda Salâhaddin Eyyûbî’den beri hiçbir Arab’ın Şam’a girerken bu şekilde karşılanmadığı ifâde edilmiştir. Emîr Abdülkâdir bu münasebetle: “Bizim gelişimizden şehir halkı o kadar memnun 18 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU olmuş ki kadın erkek bizi karşılamaya çıkmışlar” ve yine “Şamlılar bizi en güzel şekilde karşıladılar; şehre giriş günümüzü bayram günü gibi kutladılar” demiştir. Emîr, Şam’a girdikten sonra hemen Şeyh Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin Câmii’ni ziyarete yöneldi ve ardından Şam vâlisi tarafından kendisine tahsis edilen eve gitti. Burası daha sonraları “Seyyid’in evi” olarak tanındı. Emîr, Şam’a yerleştikten sonra Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’yı bilgilendirdi ve devletin kendisine göstermiş olduğu ilgi ve alakadan dolayı teşekkür etti. Sadrazam da kendisine 16 Haziran 1856’da bir mektupla mukabelede bulundu. Şam’da Ders Halkaları Emîr Abdülkâdir, Şam’da ikameti esnasında vaktini genellikle ilim ve ibadetle geçirmeyi yeğliyordu. Bu itibarla Emeviyye Câmii’nde, içerisinde âlimlerin de bulunduğu bir ders halkası teşkil edildi. Emîr onlara, yorumlamasını talep ettikleri bir kitabı yüksek sesle okumaya ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 19 başlıyor, anlaşılmayan yerlerde ise durup izahlar yapıyordu. Emîr’in bu celselerde serilediği performans ilminin derinliğini bütün boyutlarıyla ortaya seriyor ve bu sebeple de oldukça ilgi çekiyordu. Her gün üç saat kadar devam eden bu müzakereler daha ziyade tasavvufî konulardan oluşmaktaydı. Emîr Abdülkâdir’in Şam Mevlevîhânesi şeyhi Sabri elMevlevî vasıtasıyla Mevleviyye tarikatına intisabı da yine bu döneme rastlamaktadır. Emîr Şam’a yerleştikten sonra yaklaşık üç yıl ikamet ettiği Bursa’yı unutmamış ve bu şehre duyduğu özlemi dile getiren bir de şiir kaleme almıştır. Söz konusu şiirin ilk beytinin tercümesi şöyledir: Şu gönül Bursa’daki o yerleri unutmaya direndi Sinemde Bursa aşkı anbean tazelendi Kudüs’ü Ziyareti Emîr Abdülkâdir, 1856’da Beytü’l-Makdis’e gitmek etmek üzere oğlu Muhammed ile birlikte yola çıktı. Bu seyahatinde Hz. Yakub’un (a.s.) kabrini, Hz. Yusuf un atıldığı kuyuyu, Salâhaddin Eyyûbî ile Haçlılar arasında gerçekleşen büyük savaşın cereyan ettiği Hıttîn’i gördü. Akabinde şehrin ileri gelenleri tarafından karşılandığı Yafa’ya geçti ve bilahare Hz. İbrahim’in kabrini ziyaret etti. Sonra Mescid-i Aksâ’yı görmek maksadıyla Beytü’l-Makdis’e yöneldi. Beyt-i Lahim’i ve Hz. Mûsâ’nın kabrini ziyaretin ardından Lût gölünü de görüp Nablus’a geçti. Filistin’deki mukaddes yerleri ve Muâz b. Cebel, Ebû Ubeyde b. Cerrâh gibi sahabîlerin kabirlerine uğradı. Buradan İmam Nevevî’nin kabrini ziyaret ederek Havran yoluyla Şam’a döndü. Dâru’l-Hadîs’te Buhârî Dersleri Emîr Abdülkâdir’in şehre gelişinden evvel Şam’daki Dâru’l-Hadîs’in bir bölümü yabancıların eline geçmiş, Yanko isimli bir Rum Medrese-i Eşrefiyye’yi (Dâru’l-Hadîs) işgal edip yanındaki tekkeyi de içki deposu olarak kullanmaya başlamıştı. Emîr meseleye vâkıf olunca bu mekanı tekrar aslî fonksiyonuna kavuşturmk amacıyla derhal harekete geçti. Medreseyi ve müştemilatını ilgili şahıstan satın alarak vakfetti ve yeniden medrese olarak kullanılması için gerekli çalışmaları başlattı. İlgili mekan hazır hale geldiğinde 1858 senesinin 15 Şubat günü Sahîhu’l-Buhârî’yi okumak suretiyle buradaki ilk dersini yaptı. 20 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 1860 Olayları 1860 yılının Temmuz ayında Cebel-i Lübnan’da patlak veren ve buradan Şam’a yayılan Dürzî isyanı sırasında Dürzî çeteler pek çok Hıristiyanı katliamdan geçirmeye başladı. Bunun üzerine Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî derhal harekete geçti ve bölgedeki Hıristiyanları himayesi altına alarak onların da aynı akbete uğramalarına engel oldu. Emîr’in ölüm ve işkenceden kurtardığı insanların sayısının on beş bine ulaştığı rivâyet edilir. Bunlar arasında konsoloslar, rahip ve rahibeler ile Hıristiyanların diğer ileri gelen şahsiyetleri de vardı. Evi bu kadar insanı alamayacağı için Emîr çareyi onlardan bir kısmını şehir kalesine göndermekte buldu. Bu insanlar arasında ayrıca kendisiyle cihada katılıp Cezâyir’den hicret eden faziletli sîmalar da bulunmaktaydı. Yine bu dönemde cereyan eden vahim olaylar nedeniyle bölgeyi terk etmek isteyen Hıristiyanlar’dan bazıları Emîr’den Beyrut’a ulaşıncaya kadar can güvenliklerinin sağlanması hususunda yardım talep etmişler o da elinden geleni yapmıştı. Emîr, Osmanlı Hâriciye Nâzırı Fuâd Paşa Şam’a gelip sıkıyönetim uygulayıncaya kadar bu problemle bizzat uğraştı. Fuad Paşa, bu olayın elebaşları yanında binlerce kişiyi tutuklayıp hapse attı ve muhakeme için özel mahkemeler tayin etti. Adam öldürenler veya fitnenin çıkışında etkin rol oynayanlar idam edildi ve şehrin bazı ileri gelenleri sürgüne gönderildi. Hristiyanlar kendilerine yönelik bu insanî tavrından ve müthiş icraatlarından dolayı Emîr Abdülkâdir’e minnet duyguları beslemeye, hayranlıklarını ifade etmeye başladılar. Yalnızca Şam civarındakiler değil dünyanın dört bir yanında yaşayan Hıristiyanlar bir şekilde kendisine olan minnettarlıklarını dile getirmeye çalışıyorlardı. Bu kapsamda ona mektuplar, hediyeler ve şeref madalyaları gönderdiler. Fransa, onur alayının büyük kordonunu; Rusya büyük beyaz kartal haçını; Prusya büyük kara kartal haçını, Yunanistan büyük kurtarıcı haçını; Osmanlı birinci sınıf Mecidiye nişanını, İngiltere altın işlemeli bir çifte tüfek ve Amerika da özel imal edilmiş bir silah gönderdi. Bunların yanında Emîr sayısız teşekkür mektubu aldı. Emîr Abdülkâdir mason olmamasına rağmen Fransa’daki mason locası da bir teşekkür mektubuyla birlikte “muhteşem yıldız bijusu” göndermişti. Mektupta Emîr Abdülkâdir’e hem teşekkür edilmiş hem de mason olması teklifinde bulunulmuştu. Bu gelişme daha sonraları çeşitli çevreler tarafından istismar edilmiş ve Emîr’in mason olduğu şeklinde yorumlanarak aleyhinde kullanılmaya çalışılmıştır. Bunların yanı sıra 1860 olaylarıyla igili olarak Avrupa gazetelerinde Emîr’i öven pek çok yazı yayımlanmıştır. ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 21 Emîr Abdülkâdir’in söz konusu olaylarla ilgili olarak Osmanlı Devleti tarafından ayrıca ödüllendirilip taltif edildiğine dair arşiv belgelerinde çeşitli bilgiler yer almaktadır. Nâzır Paşa’ya hitaben yazılan bir belgede Emîr Abdülkâdir’in fitnenin söndürülmesine sağladığı katkı nedeniyle birinci rütbe Mecidiye Nişanı’yla ödüllendirildiği, beratının gönderildiği ve konu ile ilgili kendisine bir yazı yazıldığı ifâde edilmektedir. Emîr Abdülkâdir, bölgede yaşanan bu acı olaylar sona erdikten sonra İngiltere kraliçesine hitaben bir mektup yazmış ve söz konusu evrede üstlendiği rolün gerekçesini şu şekilde ifâde etmiştir: “Kuşkusuz ben dinimin bana farz kıldığı şeyi yaptım ve insan olmanın gereğini yerine getirdim.” Emîr Abdülkâdir anısına bastırılan pullar 22 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Emîr’in Günlük Çalışma Programı Emîr Abdülkâdir, Şam’da iken fecirden iki saat önce uyanır, sabah namazına kadar ibâdet, zikir ve tefekkürle meşgul olurdu. Ardından mescide gider, cemaatle namazını kıldıktan sonra evine döner, kahvaltısını müteakiben kütüphanesine girer ve öğleye kadar ilim ile vakit geçirirdi. Bilahare mescide gidip öğle namazı kılınıncaya kadar kendisini muntazam bir şekilde bekleyen ders halkasına katılır, kitabını açıp yüksek sesle ders takrir etmeye başlardı. Anlaşılmayan ya da şerhe ihtiyaç duyulan yerlerde durur ve gerekli açıklamaları yapardı. Bu ders yaklaşık üç saat kadar devam ederdi. Emîr öğle namazını kıldıktan sonra evine gidip çocuklarıyla meşgul olur, yemeğini yer ve tekrar kütüphanesine çekilirdi. Akşam namazı için yine mescide gider, namazın edâsını takiben bir buçuk saat kadar camide ders yapardı. Üçüncü Hac Ziyareti Emîr Abdülkâdir, Fransa’dan ayrıldığı andan itibaren devamlı olarak hac vazifesini yerine getirmeyi ve Hz. Peygamber’i (sav) ziyaret etmeyi arzu ediyordu. Ne var ki bakımını üstlenmiş olduğu annesini bırakmaya gönlü elvermiyor, dolayısıyla bu amacını gerçekleştiremiyordu. Annesi Zehra binti Muhammed el-Hasenî, seksen yaşlarında vefât edince Emîr, Ocak 1863’te hac niyetiyle yolculuğa çıktı. Şam’dan Beyrut’a karadan giderek buradan İskenderiye’ye deniz yoluyla ulaştı. Bazı ziyaretler için birkaç hafta Kahire’de kaldıktan sonra Cidde’ye doğru yola koyuldu ve Mekke’ye vardı. Burada âlimler ve imamlar tarafından saygıyla karşılandı. Mekke şerifi Harem-i Şerif ’te kalması için ona bir oda tahsis etti. Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, Mekke’de Şeyh Muhammed el-Fâsî vasıtasıyla Şâzeliyye tarikatına intisap etti. Rivayete göre orada kendisine pek çok fetihler müyesser oldu ve bunun neticesinde şeyhinden övgüyle söz ettiği bir kaside kaleme aldı. Mekke’de yaklaşık bir yıl geçiren Emîr, Harem-i Şerif ’e gitmenin dışında odasından dışarı çıkmadı. Günde dört saat uyuyor, bir öğünle yetiniyor, onda da yalnızca ekmek ve zeytin yiyordu. Kısacası bütün vaktini mücâhede, tefekkür ve duâ ile geçiriyordu. 1864 ilkbaharında Mekke’den çıkıp Tâif ’e gitti ve burada üç ay kadar kaldı. Akabinde Cidde’ye geçti ve beş gün sonra da Medine’ye yöneldi. Emîr Abdülkâdir, Medine’de Hz. Peygamber’in (sav) kabri yakınında dört ay kadar ikamet etti. Geldiği güzergâhtan Mekke’ye geri döndü ve tekrar hac ibadetini edâ ettikten ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 23 sonra Haziran 1864’te İskenderiye’ye gitti ve burada beş gün kadar kalıp önce Beyrut’a, oradan da Temmuz 1864’de Şam’a geçti. İstanbul, Paris ve Londra’yı Ziyareti Emîr Abdülkâdir, 22 Nisan 1865’te Beyrut üzerinden İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Seyahatinin nedeni Sultan Abdülaziz Han’ı ziyaret etmekti. Osmanlı sultanı Emîr’i kabul etti ve ona büyük ikramlarda bulundu. Arşiv belgelerinden birinde kaydedildiğine göre bu ziyaret esnasında kendisine birinci derece Osmanlı Nişanı takdim edildi. Bu şeref madalyası dönem itibariyle verilebilecek en büyük ödülllerden biriydi. Emîr, İstanbul’da iki ay kaldıktan sonra 5 Temmuz’da yine aynı maksatla Paris’e gitti ve III. Napolyon ile görüştü. Ahlâkından dolayı Emîr’e karşı büyük muhabbet besleyen zamanın Fransa kralı bu görüşmede Emîr’in maaşını iki bin beşyüz liraya yükseltti. Sultan Abdülaziz Hân’ın Emîr’e takdim ettiği nişan Emîr, 1 Ağustos’ta Paris’ten Londra’ya geçti. Aynı şekilde onu burada da Hâriciye Nâzırı ve diğer devlet ricali törenle karşıladılar. Londra’da dört gün kaldıktan sonra Paris’e döndü ve bu şehirde bulunan tarihi mekanları ve müzeleri gezdi. Ziyaret ettiği müzelerde sergilenen eşyalar arasında özellikle yaptığı savaşlarla ilgili resimler dikkatini çekti. Zira bunların tamamı Fransa’nın galip geldiği savaşlara aitti. Bu durumu müşahadesinin ardından Emîr yanındaki generale niçin kendisinin galip geldiği savaş resimlerini sergilemediklerini sorduğunda ise general 24 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU tebessüm etmekle yetindi. Emîr esir olarak tutulduğu Amboise başta olmak üzere birkaç şehri daha dolaştıktan sonra imparatorla vedalaşarak 2 Eylül’de Şam’a dönmek üzere yola çıktı. Bu ziyaretten sonra Emîr’in Avrupa kralları ve ileri gelenleriyle arasındaki bağ güçlenmiştir. Kaynaklarda kaydedildiğine göre bu ilişki çeşitli Avrupa ülkelerinin müstemlekesi durumundaki bölgelerde yaşayan müslümanların ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında olumlu katkılar sağlamıştır. Bu dönemde Emîr Abdülkâdir’e bir kutlama da Kafkasya’da destanlar yazdıktan sonra esir edilip ardından sürgüne gönderilen Şeyh Şâmil’den gelmiştir. Emîr Abdülkâdir de Şeyh Şâmil’in göndermiş olduğu duygusal içerikli mektuba aynı şekilde karşılık vermiştir. Şeyh Şâmil’in Emîr Abdülkâdir’e hediye ettiği seccade ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 25 Emîr Abdülkâdir 19 Mart 1868 tarihli bir mektupta Sultan Abdülaziz Han’a ve devlete karşı şükran hislerini ifâde etmiş ve ayrıca seferden zaferle dönen sultana duâda bulunmak sûretiyle din ve devlet hizmetlerinin başarılı olması için kendisine düşen manevî vazifeyi yerine getirdiğini belirtmiştir. Emîr Abdülkâdir, 1869 yılında bazı Avrupa devletlerinin kralları ile üst düzey yetkililerin hazır bulunduğu Süveyş Kanalı’nın açılış törenlerine katılmak üzere Mısır’a gitmiş, program kapsamında Mısır’a gelen Şeyh Şâmil’le burada görüşmüş ve açılışın ardından yeniden Şam’a dönmüştür. Emîr, Süveyş Kanalı’nın projesini hazırlayıp uygulamasını gerçekleştiren Ferdinand de Lesseps (1805-1894) ile birlikte Osmanlı Devleti’ne Bağlılığı 1877-78 savaşının Osmanlı Devleti’nin aleyhine neticelenmesi milliyetçiliği kendilerine bayrak edinen Arap aydınlarının faaliyetlerini yoğunlaştırmalarına sebep olmuştu. Bunlar arasında bilhassa Suriyeliler bu dönemde ülkelerinin geleceği üzerinde fikir yürütmeye başlamışlardı. Bu grubun başında bulunan Ahmed es-Sulh Beyrut ve Sayda’da nüfuzlu kişileri kendi safına çekmeye çalışıyor, Hama, Humus, Lazkiye ve Halep’te de temaslarda bulunuyordu. Kendisi bu kapsamda Emîr Abdülkâdir’le de görüştü. Bu çerçevede Şam’da yapılan gizli bir toplantıda vilâyetin bağımsızlığının ilân edilmesine ve yönetici olarak da Emîr Abdülkâdir’in tayin edilmesine karar verildi. 26 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Ancak Emîr Abdülkâdir Suriye ile Osmanlı Devleti arasındaki dinî bağın korunması, Osmanlı sultanının “halîfe” olarak tanınması, bütün Suriyeliler’in kendisine oy vermeleri ve kongre üyelerinin ne tür bir bağımsızlık istediklerini açıkça ifâde etmeleri gerektiği gibi bazı şartlar ileri sürdü. Kısacası o, Osmanlı hilâfetiyle bağların koparılması fikrine sıcak bakmadı. Aslında kongredeki delegelerin büyük çoğunluğu da Emîr’le hemfikirdiler. Nihayetinde Emîr’in ileri sürmüş olduğu şartları kabul etmekle birlikte Osmanlı-Rus harbinin sonucunu beklemeye karar verdiler. Osmanlı Devleti kongrenin planlarından haberdâr olmasının ardından kongre üyelerinin kimi hapse atıldı, kimi de sürgüne gönderildi ve Emîr Abdülkâdir’in Ahmed es-Sulh ile görüşmesi engellendi. Vefâtı Emîr Abdülkâdir, 26 Mayıs 1883’de Şam’da, yetmiş altı yaşında, yirmi beş gün kadar hasta yattıktan sonra Dümmer’deki köşkünde vefât etmiştir. Emîr’i Şam’daki kabri Oğlu Muhammed Paşa’nın kaydettiğine göre Emîr hastalığı süresince ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 27 devamlı olarak murâkabe ve zikirle meşgul olmuş, hiçbir şekilde rahatsızlığından dolayı şikâyet etmemiştir. Son anlarında Allah’ın kendisi hakkındaki hükmüne razı olarak O’na kavuşacak olmanın sevincini yaşamaya gayret göstermiştir. Gasil ve tekfin işini o sırada Emîr’in evinde misafir bulunan Ezher âlimlerinden Şeyh Abdurrahman İllîş üstlendi. Şamlılar ona karşı son görevlerini yerine getirmek üzere Emeviye Camii’nde toplanıp büyük bir ihtiramla cenaze namazını kıldılar. Cenazesi Selâhiye’de bulunan İbnü’l-Arabî’nin kabri civarına defnedildi. Vefâtından yaklaşık otuz iki yıl sonra Suriye vâlisi, Emîr’in kabrinin ihyâ edilmesi için 1915’te sadâretten bir talepte bulunmuştur. Söz konusu talebi ihtiva eden dilekçede bu işlemin gerçekleştirilmesi halinde ailenin de ihyâ olacağı belirtilmiş, Osmanlı Devleti’ne olan hizmetlerinin devamı ve hatta artması açısından konunun ayrıca önemli olduğu ifâde edilmiştir. Nâşının Cezâyir’e Nakli Emîr’in nâşı 1968’de bağımsızlığının yedinci yılında, geniş kapsamlı resmî bir törenle Cezâyir’e nakledilerek şehitler kabristanında hazırlanan anıt mezara defnedilmiştir. Halen Cezâyirliler Emîr Abdülkâdir’i millî kahraman olarak kabul ederler. Ölümünün 100. yılı münasebetiyle hatırasına yayımlanan Mecelletü’t-târîh’in özel sayısında Emîr’in hayatı, siyasî faaliyetleri, eserleri ve hakkında yazılan çeşitli makaleler yer almaktadır. Ayrıca Cezâyir’de ve dünyanın diğer ülkelerinde her yıl Emîr Abdülkâdir Müessesesi ve şubeleri tarafından sempozyumlar ve çeşitli anma toplantıları düzenlenmekte, hayatı ve faaliyetlerini anlatan kitaplar yayımlanmaktadır. Emîr’in nâşının Şam’dan Cezâyir’e nakli sırasında gerçekleştirilen törenden bir sahne 28 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Şahsiyeti Emîr Abdülkâdir zeki, cesur, akıllı, dindar bir kişiliğe sahipti ve aynı zamanda iyi bir idareciydi. Bilhassa Fransızlar’la mücâdelesi sırasında askerlik kabiliyeti yanında siyâsî maharetini de göstermiştir. Mizaç olarak merhametliydi ve daima adâleti gözetirdi. Kelimenin tam anlamıyla bir entelektüel, iyi bir şâir ve değerli bir fikir adamıydı. Orta boylu, iri başlı, dolgun yapılı, beyaz tenli, siyah saçlı, sık sakallı, uzun burunlu ve ela gözlü idi. Sağ eliyle yapabildiği her şeyi sol eliyle de yapabilme hususunda mahirdi. İbadetler konusunda oldukça hassas olan Emîr, namazı ilk vaktinde ve dâima cemaatle kılardı. Sabah namazını cemaatle kılmak için Şam’da Ammâre mahallesi Nakib sokaktaki evinin yakınında bulunan bir mescide giderdi. Hastalık durumu hariç bu âdetini hiç değiştirmemişti. Sıkça halvete girer ve teheccüd namazını asla terk etmezdi. Bol bol sadaka verir, âlimlere, salihlere ve fukaraya her ay düzenli olarak teberruda bulunurdu. İnsanların ihtiyaçlarını giderme konusunda kendisini sorumlu hissederdi. Gizli ve âşikar her durumda takva üzere idi. Ramazan orucunu kek ve kuru üzümle tutar ve bu ayda Dümmer’deki köşkünde inzivaya çekilirdi. İnsanlar, problemlerinin halledilmesi hususunda ve husûmetlerinin çözümünde ona müracaat ederler ve neticede onun verdiği hükme razı olurlardı. Gençlerin evlenebilmesi için evlilik mehirlerini bizzat kendisi hibe ederdi. Ahalinin her türlü işinde aracı ve kefil olurdu. Sözü dinlenen biriydi ve vâliler onun taleplerini geri çevirmez, fikirlerine değer verirler ve gereğini yerine getirirlerdi. Fakirler cenaze masraflarını ondan istemeyi âdet hâline getirmişlerdi. Bu nedenle Emîr, fakirler için ayrı bir tahsisat ayırır ve genellikle bunları Cuma günleri onlara verirdi. Ramazan aylarında yine yüzlerce fakir aileye ekmek dağıtırdı. Emîr’in âlimlere ve fakirlere verilmek üzere her ay 200 liralık bir tahsisatı vardı ve geliri giderinden azdı. Bu sebeple vefâtından sonra borçlarını ödemek için bazı mülkleri satışa çıkarılmıştır. Hiçbir dilenciyi boş çevirmezdi. Kibirli değildi. Zühd ve tevazuyu gerçekleştirmek için yeme-içmeye ve giyim-kuşama fazla titizlik göstermezdi, dünya zînetine iltifat etmezdi. Eşrefiyye köyündeki evinde bir halvethânesi vardı ve Ramazan ayı boyunca burada inzivaya çekilirdi. Emîr Abdülkâdir’in Şam’daki evi, aynı zamanda şehrin ileri gelenlerinin önemli konuları tartışmak üzere toplandıkları bir merkez vazifesi ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 29 görmekteydi. Emîr bunlar arasında seçkin bir grupla özel celseler yapar, bazı Kur’an âyetlerini, hadis-i şerifleri ve selef-i salihînin sözlerini şahsına özgü bir metodla tefsir edip açıklardı. Onun bu açıklamalarının kaydedilmesi neticesinde, Mevâkıf adlı kitap vücuda gelmiştir ki bu eser, Emîr’in vâridât ve fetihlerinin yer aldığı en önemli kaynak durumundadır. Şeyh Abdurrezzak el-Beytar el-Hilye adlı eserinde Emîr hakkında şöyle demektedir: “Ne zaman bir âyet ya da hadisle ilgili bir müşkilimiz olsa ona sorardık, o da Allah’ın fetih ve ihsanıyla bizim problemimizi çözerdi. Kendisi sık sık şehrin dışındaki bazı yerlere bizleri dâvet eder, bizler de sevinçle mukabele ederdik. Her sene yaz aylarını Şam’ın dışında Dümmer’de geçirmek âdetiydi ve her seferinde beni de yanında götürürdü.” Emîr’in, 1968’de Cezâyir’e naklinden sonra naşının konulduğu anıt mezar Eserleri Emîr Abdülkâdir’in kaleme aldığı eserlerin sayısı, kaynaklara göre farklılık arzetmektedir. Bunun nedeni, bazı eserlerin zaman zaman farklı isimlerle anılması ya da Mevâkıf ’taki bazı bölümlerin sonradan müstakil olarak yayımlanmasıdır. Emîr’in başlıca eserleri şunlardır: 30 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 1. Kitâbü’l-Mevâkıf fî ba’zı işârâti’l-Kur’ani ile’l-esrâr ve’l-maârif Emîr Abdülkâdir’in en önemli çalışmasıdır ve Pessah Shinar’ın ifâdesiyle tam anlamıyla bir şâheseridir. Oğlu Muhammed, Tuhfetü’zzâir adlı kitabında babası ve söz konusu eseriyle ilgili şunları kaydeder: “Şeriat ve hakīkat ilminde hüner sahibiydi. Birkaç telifi vardır. Hakīkat ilmine dâir yazdığı Mevâkıf adlı eseri onun fikir dünyasını anlamak için yeterlidir. Bu eseri iyice gözden geçiren herhangi bir kimse müellifinin faziletini ve mertebesinin yüceliğini idrak eder.” Emîr Abdülkâdir’in 1856’da yazmaya başladığı bu kitabın bir kısmı bizzat kendisinin kaleme aldığı metinlerden, bir bölümü yanında bulunan zevâtın tuttuğu notlardan ve geri kalanı da şahsına yöneltilen sorulara verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Emîr’in el-Mevâkıf isimli eserinin yazma nüshalarından biri 2. Zikra’l-âkıl ve tenbîhü’l-ğāfil Emîr Abdülkâdir felsefî mâhiyetteki bu kitabını 1855 yılında Bursa’da kaleme almıştır. Beyrut’ta basılan eserin Fransızca tercümesi 1858’de Paris’te neşredilmiştir. Çalışmanın baş tarafında Emîr’in oğlu Muhammed Paşa b. Emîr Abdülkâdir’in hazırlamış olduğu Emîr’in biyografisi yer almaktadır. Eser, Memdûh Hakkī tarafından 1976’da Şam’da tahkikli olarak neşredilmiştir. ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 31 3. el-Mikrâdu’l-hâdd li-kat’ı lisâni müntekıdı dîni’l-İslâm bi’l-bâtılı ve’l-ilhâd Emîr bu eserini, Fransa’da tutuklu iken Amboise Hapishanesi’nde yazmıştır. Müellif burada aklın tarifi, aklî düşüncenin şerefi, idrak çeşitleri, filozofların onlu akıl tasnifine reddiye, aklın mertebeleri, Allah’ın insan üzerindeki nimetleri, ulûhiyeti ispat ve mârifetullaha giden yolun beyanı, yeryüzü ve muhlukatın hayret uyandıran nitelikleri, Allah’ın gökyüzü ile ilgili âyetleri, insanın yaratılışı üzerine tefekkür, âlem-i sağîr olan insan, risâletle nübüvvet (nübûet), Mûsâ, Îsâ ve Muhammed’in (a.s.) risaleti, ve İslâm’ın hükümleri gibi konulara yer vermiştir. 5. Risâle fi’l-hakâikı’l-gaybiyye Bu eser meşhur iki beytin sûfî meşrebine göre yorumunu ihtiva etmektedir. İlgili beyitler şöyledir: (Sevgilim) gökteki Ay’ı gördü de bana hatırlattı Rakmeteyn’de vuslatta olduğumuz geceleri İkimiz de Ay’a bakıyorduk, fakat Ben Ay’ı onun gözünde gördüm, o da benim gözümde 6. Nüzhetü’l-hâtır fî karîzi’l-Emîr Abdülkâdir Emîr Abdülkâdir’in şiirlerinin yer aldığı bir eserdir. Müellifin vefâtından sonra oğlu Emîr Muhammed tarafından derlenmiştir. Burada yer alan şiirler Emîr’in kaleme aldıklarından yalnızca bazılarıdır. Zira ona ait şiirleden bir kısmı kaybolmuştur. Çalışma Emîr Abdülkâdir Müessesesi tarafından 1999 ve 2001 yıllarında Cezâyir’de basılmıştır. Bu eser ayrıca Dîvânü’l-Emîr Abdilkâdir el-Cezâirî adıyla da Memdûh Hakkı tarafından şerh ve tahkik edilmiş, Şam’da Dâru’l-yakaza tarafından tarihsiz olarak neşredilmiştir. 7. Ta‘lîkat Bu çalışma, dedesinin kelâm ilmine dâir kaleme aldığı bir kitabın haşiyesine Emîr Abdülkâdir’in yaptığı tâlikatlardan oluşmaktadır. Ayrıca İbrahim Keyyâlî’nin el-Kasîde fî medhi şeyhihi’l-Fâsî biMekketi’l-Mükerreme ismiyle müstakil eser olarak zikrettiği kaside, Emîr’in Nüzhetü’l-hâtır adlı eserinde ve ayrıca 372. mevkıfte mevcuttur. 32 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU Tasavvufi Yönü Emîr Abdülkâdir’in askerî ve siyâsî mücaledeki başarısının ardında öncelikle sağlam bir aile eğitimine sahip olması ve Muhammedî sîreti şiar edinen tasavvufa bağlı bulunması yatmaktadır. Babası aynı zamanda tasavvuf sahasında onun ilk şeyhidir. Emîr Abdülkâdir, Kâdiriyye, Nakşibendiyye, Şâzeliyye ve Mevleviyye tarikatlarından icâzetli ve tasavvufî düşüncede Ekberiyye ekolünü benimsemiş bir şahsiyettir. Ömrünün sonlarına doğru kendisini tamamen tasavvufa ve tasavvufî ilimlere vermişti. Bu itibarla onun tasavvufla ilgili hayat serüveni üç ayrı merhaleye ayrılır: Birinci Merhale Bu evre, Abdülkâdir’in doğumundan “Emîr” olarak kendisine biat edildiği 1832 yılına ve ardından cihadın sona erdiği 1847’ye kadar geçen dönemi içerir. Diğer bir ifâdeyle bu dönem, Emîr’in dünyaya gelişinden kırk yaşına kadar geçen süreye tekabül etmektedir. Bu zaman zarfında o diğer faaliyetlerinin yanı sıra tasavvufa ilgi duymaya ve tasavvufî şahsiyetleri tanımaya başlamıştır. Abdülkâdir daha önce de ifâde edildiği gibi, babası Kâdiriyye şeyhi Muhyiddîn’in zâviyesinde doğmuş ve burada yetişmiştir. Şeyh Muhyiddîn tarikat önderliğini ilim, şeref ve velâyetleriyle tanınan geçmişlerinden tevârüs etmiştir. Emîr’in nesebinin Hz. Hasan’a ulaştığı, diğer bir ifâdeyle “şerîf ” olduğu da burada hatırda tutulmalıdır. Babasının yönetimindeki zâviyenin ışığı bütün Mağrib’e ulaşmıştı. Şeyh Muhyiddîn’in babası Mustafa, yani Emîr’in dedesi sadece Kâdiriyye’nin temsilcisi değil, aynı zamanda “Hâtmiyye” ya da “Ekberiyye” ekolünün de mümessili durumundaydı. Ailevî miras olarak tevarüs edilen bu meşrep, Şeyh Muhyiddîn ve oğlu Abdülkâdir’in, Nakşibendiyye tarikatının o dönemdeki temsilcisi Muhammed Hâlid’in (ö.1242/1826) sohbetinde bulunmaları vesilesiyle daha da güçlenmiş oldu. Şeyh Muhyiddîn ve oğlu Abdülkâdir, Şeyh Hâlid-i Bağdâdî’nin sadece sohbetlerinde bulunmakla kalmamışlar, aynı zamanda kendisi tarafından Nakşibendiyye usûlüne göre insanları irşad ve terbiye etme yetkisi de onlara verilmişti. Şeyh Muhammed Hâlid ile 1825’te Şam’da görüşmüşlerdir. Emîr Abdülkâdir’in Şeyh-i Ekber’i ilk defa ziyareti de bu tarihte gerçekleşmiştir ki Emîr bu sırada yirmili yaşlarındaydı. ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 33 Babası Muhyiddîn 1833 senesinde vefât edince Kâdiriyye tarikatı, Nakşibendî sülûkü ve Ekberiyye ilgili ruhanî hilâfet, Emîr Abdülkâdir’e intikal etti. Bu sırada Abdülkâdir, cihadı yöneten bir emîr idi ve henüz yirmi yedi yaşındaydı. Fakat onun siyâsî ve askerî mükellefiyetleri olduğu için tarikatla ilgili çalışmaları kardeşi Muhammed Saîd tarafından yürütülüyordu. Muhammed Saîd Şam’da vefât edinceye kadar bu görevi sürdürdü ve kendisinden sonra yerine oğlu Muhammed Rızâ’yı (1829-1902) halîfe olarak bıraktı. Muhammed Rızâ, Emîr’in kızlarından birisiyle evlenerek damadı olmuştur. Bu zatın aynı zamanda Şam’da ve Cezâyir’de müntesipleri bulunmaktaydı. Kendisinin tasavvuf ve irşadla ilgili mektup ve şiirleri vardır. Emîr Abdülkâdir’in tasavvufla ilgili mütâlaa ettiği ilk eser, babasının kaleme aldığı İrşâdü’l-mürîdîn ve dedelerinden el-Muhtâr tarafından telif edilip İmam Yavsî eliyle şerhedilen manzûmedir. Emîr Abdülkâdir Mevâkıf adlı eserinde şöyle der: “Çocukluğumdan beri mutasavvıfların yazmış oldukları eserleri okumak benim için bir tutku idi. Daha intisap etmeden onların kitaplarını mütalaa ederdim. Bu sırada sûfîlerin kullandığı ıstılahları anlamak bana bazen zor gelir, tüylerim ürperir ve beni bir kabz hali kaplardı. Onların muradlarını ifâde etmek için kullandıkları terimlere inancım sonsuzdu. Çünkü ben onların edep ve ahlâklarının kemâl ve faziletlerinin bilincindeydim.” Abdülkâdir, “emîr” olarak seçildikten sonra da Kâdiriyye, ŞâzeliyyeDerkâviyye ve Rahmâniyye gibi tarikatlarla da yakın münasebetler kurmuş, onların cihada destek vermelerini sağlamak için Cezâyir’in içinden ve dışından pek çok şeyhle görüşmüştür. Bu şeyhlerin en tanınmışlarından biri Derkâviyye’nin Hırâkıyye kolu kurucusu Şeyh Muhammed el-Hırâk et-Tatvânî’dir. Emîr, Tatvânî’ye yazdığı bir mektupta şöyle der: “Biz biliyoruz ki siz ve bütün mü’minler, kâfirlerle başlattığımız savaşta bizim durumumuz hakkında korkup endişeleniyor ve bizimle ilgili size gelen haberleri tartışıyorsunuz. Bize ulaşan her hayır, sizin bereketiniz, duânız ve bizden râzı olmanız sebebiyledir. Bizi sâlih duâlarınızdan unutmayınız.” İkinci Merhale Emîr Abdülkâdir’in tasavvufî hayatındaki ikinci merhale, iki dönemden oluşmaktadır. İlki onun esir edilip Fransa hapishanelerinde tutuklu bulunduğu seneler, ikincisi ise önce Bursa’ya ardından da Şam’a yerleştiği yılları kapsamaktadır. 34 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU a) Emîr’in Fransa’da tutuklu bulunduğu dönem 1847-1852 arasıdır. O, beş yıllık bu süreyi Toulon, Pau ve Amboise hapishanelerinde geçirdi. Bu süre zarfında beraberindekilerden yirmi beş civarında kişi hayatını kaybetti. Emîr, karşılaştığı bütün sıkıntılara rağmen umudunu yitirmedi. Hapishaneyi arkadaşlarına ilim öğretmek için bir medreseye çevirdi ve burada hep birlikte şeriat, tasavvuf, edebiyat ve tarih kitapları okudular. Yine burayı zikir, tefekkür ve ibadet için bir halvethane olarak kullandı. Bu sırada kendisine nûrânî fetihler ve ruhanî vâkıalar vârid olmaya başladı. Emîr bunları Mevâkıf adlı eserinde kaydetmiştir. 1850’lerde İslâm’ı savunmak amacıyla Hıristiyan bir papazın eleştirilerine reddiye mâhiyetindeki el-Mikrâdu’l-hâdd adlı eserini de burada kaleme aldı. Osmanlı Devleti tarafından Emîr’e takdim edilen nişanlar Emîr Abdülkâdir, hapishane günlerindeki acılarına rağmen bir sûfîde bulunması gereken fütüvvet tavrını asla kaybetmedi. Tutukluluğunun hemen ertesi günü bir Fransız görevli kendisiyle görüşme talebinde bulundu. Genaral Dumas adlı bu şahıs, Emîr ile görüşüp kendisine göz kamaştırıcı bazı tekliflerde bulunması için Fransa Kralı tarafından görevlendirilmişti. Emîr’e arz edilen teklifler arasında Fransa’da ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 35 muhteşem bir mevki, şeref kıtası, debdebe ve ancak bir prensin sahip olabileceği şato ve müştemilatı yer alıyordu. Emîr kendisi açısından utanç verici olan bu teklifleri sükûtla dinledi ve muhatabı cevabını bildirmesi için ısrar edilince de keskin gözlerini eski arkadaşına dikip hiddet ve şaşkınlıkla görevliye şunları söyledi: “Ne acayip! Sahip olduğun diplomatik yetenekler, Fransa için hiç kuşku yok ki gerçekten önemli; fakat senden rica ediyorum, bu yeteneklerini benim üzerimde heba etme!” Sonra elbisesinin köşesinden iki eliyle tuttu ve pencereye doğru yaslanarak öfkeyle şöyle dedi: “Kralın adına Fransa’nın bütün servetini bana verecek olsan ve onları da şu elbisenin içine koyma imkânın bulunsa, ben onların hepsini hiç düşünmeden dalgaları hapishanemin duvarına çarpan şu denize atmayı tercih eder, teslim olduğumda bana verilen resmî taahhüdün yerine getirilmesinden asla vazgeçmem. Ben sizin misafirinizim. İsterseniz bana bir tutuklu gibi davranabilirsiniz, fakat bunun utancı ve yüz karası size ait olacaktır, bana değil!” Fransız General Dumas, Lamalgue kalesindeki hapsi sırasında Emîr’in güvenliğinden sorumluydu. O, Emîr Abdülkâdir’le mektuplaşan Cezâyir şehrinin Piskoposu Dupuch’a gönderdiği bir mektupta hapishanedeki durumunu şu şekilde anlatır: “Sen Pau Şatosu’nun meşhur tutuklusunu görmeye gideceksin. Onu ziyaret etme uğruna yolculuğun sıkıntısına katlandığından dolayı pişmanlık duymayacaksın. Sen Abdülkâdir’in bir zamanlar refah ve zenginlik içerisindeki halini biliyorsun, deyim yerindeyse bütün Cezâyir onun hükmü altındaydı. Onu şimdi sıkıntılı iken bile eskisinden daha büyük ve daha olağanüstü bir durumda bulacaksın. O her zamanki gibi en yüce mertebeye doğru ilerlemeye devam ediyor.” b) Emîr Abdülkâdir’in tasavvufî hayatında bu merhalenin ikinci dönemi hapisten çıktığı 1852 yılında başlar ve 1863’teki haccına kadar devam eder. Bu dönem zarfında Emîr Şam’da kaldığı yıllarda Şeyh Derviş Sabri vasıtasıyla Mevleviyye tarikatına intisap etti ve bu sırada Şeyhü’l-Ekber’in daha önce bilmediği pek çok kitabını okuma fırsatı buldu. Kitapları derinlemesine anladıkça Şeyh-i Ekber’e aşk ve muhabbeti daha da arttı ve aralarındaki manevî bağlantı derinleşti. Üçüncü Merhale Bu merhale, Emîr’in hakikate erdiği ve büyük fetihlere nâil olduğu dönemdir (1863-1883). Zira o bu evreye kadar pek çok tasavvufî eser 36 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU okumuş, mütalaa etmiş, nice şeyhle görüşmüş ve sonuç olarak hakikatin kemâline ulaşmak için tasavvufî sülûkun gerektiğine kâni olmuştur. O, bu görüşünü 4. Mevkıf ’ta şöyle ifâde eder: “Tasavvuf yoluna sülûk etmeyen ve nefsine tanıyıncaya kadar sahip olunması gerekenleri elde edip hakikate eremeyen bir kimsenin ihlâsın hakikatine ulaşması mümkün değildir. O kişi isterse insanların en çok ibadet edeni, en çok verâ sahibi olanı, en zâhidi ve mahlûkattan en çok uzaklaşanı, gizleneni ve hatta nefis konusunda en çok tetkik yapanı ve onun desiselerini ve gizli ayıplarını araştıranı olsun, nefsini tanımadıkça ihlâsa eremez!” Batılı liderler tarafından Emîr’e takdim edilen nişanlardan bazıları Emîr bu gayesine 1863’te hac için gittiği Mekke-i Mükerreme’de Şâzeliyye-Derkâviyye şeyhi Muhammed b. el-Mes’ûd el-Fâsî’ye intisapla nail oldu. Onun ruhî sülûkünü gerçekleştirmek üzere Şâzeliyye-Derkâviyye tarikatını seçmesi, ruhî terbiye ve irfânî zevkte bu tarikatın metod ve meşrebinin Ekberiyye ekolüne uygun olmasından kaynaklanmıştır. Neticede Emîr, irfânî susuzluğunu Şeyh Muhammed b. el-Mes’ûd ile giderdi. Onun yüce himmetiyle mârifet ve velâyetin kemâline yükseldi. Şeyhinin rehberliğiyle sülûk mertebelerini hızla ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 37 tırmandı. Bir buçuk yıl kadar halvetlerinde zikir, tefekkür ve ibâdetle meşgul oldu. İsm-i Celâl (Allah) zikrine yoğunlaştı. Buradaki ilk halvetini, Hz. Peygamber’e (sav) vahyin ilk defa geldiği Cebel-i Nûr’daki Hira Dağı’nda gerçekleştirdi. Emîr Abdülkâdir’in Hira Mağarası’nda halvete girmesinin sebeplerinden biri ilk vahyin bu mekânda gerçekleşmesi, diğeri ise tasavvufî bir yoruma göre “ölmeden önce ölünüz” sözünü hayata geçirmek için burasının uygun bir mekân olmasıdır. Emîr Abdülkâdir, halvetten çıktıktan sonra Şeyh-i Ekber’in 599 yılındaki haccında yaptığı gibi Tâif ’e gitti ve orada üç ay kadar itikafta kaldı. Bilahare Hicaz’a geldikten bir yıl sonra Medine-i Münevvere’de mukîm olarak burada iki aylık bir halvete daha girdi. Oğlu Muhammed Paşa babasının 6 Ocak 1864’de Medine-i Münevvere’ye ulaştığında Mescid-i Nebevî’nin duvarına bitişik bir yerde kaldığını söyler. Burası aslında Hz. Ebû Bekir’in eviydi ve mescide açılan bir kapısı vardı. Burayı önemli kılan bir başka husus ise Hz. Peygamber’in “Mescide açılan bütün kapılar kapansın, Ebûbekir’inki müstesna” buyurduğu mekân olmasıdır. Emîr Abdülkâdir, işte bu mekânda iki ay kaldı ve burada mârifeti güçlendi, Kur’an ve hadislere dair hakikat ve sırlar ona keşfolundu. Evrâdını halvette de celvette edâ etti ve hiçbir zaman gevşeklik göstermedi. Medine-i Münevvere’de kaldığı son ayda sıkça Uhud’a gidip buradaki şühedâ kabirlerini ziyaret etti ve mütemadiyen Kuba Mescidi’ne de gidip namaz kıldı. Emîr Abdülkâdir nihayet manevî sülûkünü tamamlayıp Şam’a döndüğünde ârif ve Hakk’a vâsıl olmuş kâmil bir şeyh durumundaydı. Zira diğer tarikatların terbiye metotlarının yanı sıra Şâzeliyye tarikatı ile Ekberiyye meşrebinin usûl ve esaslarına göre ruhî terbiye yöntemleri de artık müktesebatı arasındaydı. Emîr’in Hicaz’daki sülûkünün meyveleri Şam’da ortaya çıkmaya başladı. Etrafına toplanan ilim ehli kimseler ve tarikat şeyhleri ondan pek çok alanda istifâde ettiler. Cevâd el-Murâbıt, Emîr Abdülkâdir ile ilgili özetle şöyle der: “Emîr Abdülkâdir, Şam’da eşyanın Hâlık’ından başka her şeyi unuttu. Burada ders halkaları, ilim meclisleri ve zikir celseleri oluşturdu. Kitaplar telif etti ve Mevâkıf adlı eseri burada yazdı. Kırk gün halvete girer ve bu zaman zarfında küçük bir parça ekmek ve bir kaşık zeytinyağı ile beslenirdi. Normal zamanlarda da genellikle zarûret miktarı kadar az yemeyi tercih ederdi. Emîr bu hal üzere iken evine onlarca misafir gelir ve defalarca sofra kurulurdu. Ancak kendisi 38 ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU sadece bir çeşit yemek alırdı, zira o zühdün kişiyi saadete götüreceğine inanırdı. Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî’nin nihaî arzusu vefatı sonrasında “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadîs-i şerîfi muktezâsınca, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin yanına defnedilmekti. Nitekim öyle de oldu... ULUSLARARASI EMÎR ABDÜLKÂDİR EL-CEZÂİRÎ SEMPOZYUMU 39 İslam Dünyasında Sömürgecilik Karşıtı Aktif Direnişi Başlatan İsim Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî Ramazan Muslu Salih Çift