Ortadoğu’da İslam ve Siyaset Ortadoğu’da İslam ve Siyaset, Türkiye’yi de kapsayıcı biçimde Ortadoğu toplumlarında önemli bir toplumsal ve siyasal güç olarak öne çıkan İslamcı hareketleri bölgesel bağlamda inceleyen bir çalışma. ‘Modern’ bir olgu olarak kavramlaştırılan İslamcı hareketlerin çıkış noktaları, genel özellikleri ve siyasal talepleri bölge içi meşruiyet krizi ve bölgesel dengeler açısından inceleniyor. Türkiye’de İslam ve siyaset ilişkisi ‘milli görüş’ örneğinde ve ‘rejim güvenliği’ ekseninde ele alınıyor. Ortadoğu’da egemen siyasal güçlerin iktidarlarını onaylayan geleneksel işlevini aşan İslam, bizzat siyasal iktidarın meşruiyetini sorgulamakta kullanılan bir aygıta dönüşmüştür. Tolumsal, siyasal ve ekonomik sorunların kıskacında yaşayan Ortadoğu toplumlarında din, siyasal bir boyut, siyasal bir kimlik kazanmıştır. Asırlardır siyasal iktidardan talebi son derece sınırlı kalan kitlelerin yeni edindikleri kimlikle ve bu kimliğin sağladığı meşruiyetle siyasal iktidarın kapılarına dayanmaları olmuştur. "Siyasal İslam", bir yandan katılım ve paylaşım talepleriyle siyasal sürece girmeye çalışırken, diğer yandan da statik Doğu toplumlarının siyasete kitlesel katılımını, İran ve Cezayir örneklerinde görüldüğü gibi tahrik etmiştir. 1989 sonrası sosyalist pratiğin siyaset sahnesinden çekilip, liberal-kapitalist modelin refah vaadeden tek yol olarak belirmesi, Ortadoğu toplumlarında İslamın "vahşi kapitalizm"e karşı tek alternatif model olduğu biçimindeki tezi kitlesel düzeyde güçlendirerek, Batı ile İslamcı radikal hareketler arasındaki sürtüşmeyi daha da yoğunlaştırmaktadır. Anti-emperyalist ve anti-Amerikan söylem, ABD'nin açıkça liderliği üstlendiği "yeni uluslararası düzen"de daha da sertleşip, radikalleşeceğe benzemektedir. Kitap, bölgede bir yandan egemen siyasal iktidarlar demokratikleşme yolunu tıkarken, diğer yandan da bu alanda atılacak adımların İslamcı siyasal hareketler tarafından manipüle edilerek İslam totaliterizminin demokratik yöntemlerle kurulabileceği endişelerini örneklerle açıklamaktadır. Ortada bir açmaz var gibi görülmektedir; siyasal katılımın son derece sınırlı tutulduğu otoriter bir rejim veya demokratik katılım mekanizmanlarının işletildiği durumda iktidara gelmesi muhtemel İslamcı bir totaliterizm. İran devriminden sonra Cezayir örneği, İslamcı siyasal grupların bölgede çok etkili kitlesel hareketler oluşturabileceğini göstermiştir. Ancak, kitap, Ortadoğu toplumlarının seçeneklerinin ‘İslamcı totaliteryenizm’ ve ‘geleneksel otoriteryenizm’den ibaret olmadığı tezini ileri sürmektedir. Ortadoğu’da İslam ve Siyaset kitabı ‘iktidar’ın, paradoksal görülse de, paylaşıldıkça güçlenen bir olgu olduğunu, güncel örneklerden ve Ortadoğu devletlerinin kronik meşruiyet sorunlarından hareketle gözler önüne sermektedir. Ortadoğu toplumlarında egemen olan siyaset anlayışı iktidarı tekelleştirme ve muhalefeti sindirme geleneğine dayanmaktadır. Daha da kötüsü bu, siyasal istikrar ve ulusal birlik gibi ‘genel iyi’lere ulaşmanın yöntemi sanılıyor. Böylesi zihinsel ve kurumsal bir çerçevede, kitap, Ortadoğu’da siyasal kutuplaşma ve çatışmanın İslamcılarla laik-liberaller veya laik-otoriteryenler arasında giderek derinleşmesini ve bunun demokrasi ve Batı eksenlerindeki açmazlarını irdelemektedir. 2 İnsan Hakları, Küresel Siyaset ve Türkiye Türkiye’de son 20 yıldır üzerinde çok konuştuğumuz, ancak çözemediğimiz bir konu, daha doğrusu sorun, insan hakları…Ulusal siyasetin küresel baskılara maruz kaldığı, toplumun ve hatta devletin küresel aktörleri keşfettiği bir alan. Dolayısıyla, insan haklarını konuşmak, yazmak, talep etmek ve çözmek küresel siyasetten ayrışık değil. İnsan hakları, önce acının sonra siyasetin küreselleşmesi… Kitap, küreselleşme olgusuna birey ve bireyin özgürlükleri perspektifinden bakmamız gerektiğini öne sürüyor. Küreselleşme, birey ile devlet arasında bir ‘tampon’ alan yaratıyor. Devletin egemenlik alanı bir yandan küresel aktörler tarafından paylaşılırken, birey de ‘egemen’ bir özne olarak devletin denetimsiz egemenlik anlayışını ‘içte’ kısıtlıyor. Bu niteliğiyle küreselleşme ‘ceberrut devletler’ karşısında bireyi ‘özgürleştirici’ bir işlev taşıyor. Birey, egemenlik iddiası taşıyan devletler karşısında artık yalnız değil. ‘Dev’ karşısında yalnız olmamak güzel; daha güvenli ve daha insani…Küreselleşmenin toplumsal ve iletişimsel entegrasyon imkanları, bir başka ifadeyle küreselleşmeyle ortak toplumsal alanlar yaratılması, insanları siyasal alanlarda hapsetmeyi imkansız kılıyor. Toplumsal alan, siyasal sınırlar tarafından durdurulamayarak devletler ötesi bir niteliğe dönüşüyor. Topluluklar ve bireyler arasında oluşan ortak küresel/kamusal alanlar devletin denetiminden çıkıyor. Sonuçta, hem uluslararası alanda hem de ulusal düzeyde küresel dinamiklerin baskısıyla ‘evcilleşen’ bir dev-letle karşılaşıyoruz. İnsan haklarını anlamak için küresel siyasete, küresel siyaseti anlamak için de insan haklarına bakan yazılardan oluşan bu kitap, tartışmalara ve çözüm arayışlarına katkıda bulunmanın mümkün olabileceği umudunu taşıyor. SUNUŞ Bu kitap, bir kavram, değer, talep ve siyaset olarak insan haklarını anlamayı ve açıklamayı amaçlayan bir çalışmadır. Türkiye’de son 20 yıldır üzerinde çok konuştuğumuz, ancak çözemediğimiz bir konu, daha doğrusu sorun, insan hakları… Ayrıca, ulusal siyasetin küresel baskılara maruz kaldığı, toplumun ve hatta devletin de küresel aktörleri keşfettiği bir alan insan hakları… Dolayısıyla, insan haklarını konuşmak, yazmak, talep etmek ve çözmek küresel siyasetten ayrışık değil. İnsan hakları, önce acının sonra siyasetin küreselleşmesi… İnsan haklarını küresel siyasetin dışında incelemek mümkün değil. Küreselleşme, demokrasi ve insan hakları gibi değerleri/kurumları bütün dünyaya ‘ileten’ bir işlev görüyor. İletişim imkanlarının ve kanallarının denetlenemez olduğu ‘yeni dünya’da bireylerin düşüncelerini ‘kontrol’ etmeye çalışan siyasal rejimler etkinliklerini ve meşruiyetlerini kaybettiler. Ayrıca, bilgi toplumunun yarattığı ‘iletişim çoğulluğu’ kitlelerin denetimini imkansız kıldı; insan hakları ve demokrasi küresel bir kimliğin temel referans noktaları olarak ortaya çıktı. 3 Küreselleşmenin etkilerinden kaçış mümkün değilse, demokrasi ve insan hakları taleplerinden de kaçınmak olamaz. Bu talepler, bir yandan ulusal düzeyde dile getirilirken, diğer yandan da küresel güçler tarafından desteklenmekte ve dayatılmakta. Ayrıca, küresel güçler ulusal düzeydeki talepleri kamçılayan bir işlev de görmekte. İnsan hakları ve demokrasi taleplerine direnmeye çalışan ulusal yönetimlerin hem ulusal hem de küresel düzeylerde karşılaştıkları ‘tazyik’lere uzun süre karşı koymaları mümkün görünmüyor. İnsan haklarına dayalı demokratik bir yönetim hem ulusal, hem de uluslararası meşruiyetin bir temeli olarak kaçınılmaz. Küreselleşme, yaşadığımız dünyanın ekonomik, sosyolojik ve teknolojik dönüşümünü daha iyi anlayabilmemiz için geliştirilen kavramsal bir araç olduğu kadar yaşadığımız dünyanın olgusal bir tasviridir de. Ekonomik, teknolojik, sosyolojik ve siyasal boyutlarıyla son yıllarda iyice belirgenleşen, etkileri her düzeyden iktisadi birimler, ulus-devletler, toplumlar ve bireyler tarafından hissedilen modern bir olgu… Küreselleşen bir yapıda dünyanın herhangi bir noktasında yaşanılan olaylar, alınan kararlar ve girişilen faaliyetler, dünyanın diğer yerlerindeki bireyler ve toplumlar arasında önemli sonuçlara dönüşebiliyor; bu, ulus-devletleri aşan bir iletişim ve etkileşim çoğulluğunun varlığı demektir. Ülke sınırları hızla ‘fiziksel’ varlıklarını kaybederken insanlar, sermaye, kültür, moda, inanç, imaj ve hatta suç unsurları ulus-devlet ötesi bir akışkanlık ve yaşam alanı kazanıyor. Küreselleşmenin sebepleri ve doğası üzerine değişik açıklamalar getirmek mümkün. Bütün açıklamaların ötesinde, sonuçları bakımından küreselleşmenin sosyal, siyasal ve iktisadi faaliyetlerde iç-dış, yerli-yabancı gibi ayrımları zorlaştıran, belki de anlamsızlaştıran bir dinamik olduğu söylenebilir. Sonuç olarak, bu kitap, insan haklarını anlamak için küresel siyasete, küresel siyaseti anlamak için insan haklarına bakan yazılardan oluşan bir derlemedir. Kitabı oluşturan yazıların önemli bir kısmı daha önce yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli dergilerde ve kitaplarda yayınlanmıştır. Ancak, biraraya getirilen yazıların, gerek perspektif gerekse içerik bakımından birbirini tamamlayan bir bütünlük göstermesi üzerine bunların kitaplaşmasında bir sakınca görmedim. Ayrıca, tam 20 yıldır hararetle tartıştığımız insan hakları konusuna, bu konuda 10 yıldır çalışmalar yapan bir akademisyen olarak yazılarımla katkıda bulunabileceğimi düşündüm. Bu kitap, tartışmalara ve çözüm arayışlarına katkıda bulunmanın mümkün olabileceği umudunu taşıyor. Bu umutla ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden sevgili Deniz Erdoğan ve Şaban Kardaş’a kitabın oluşmasına katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunuyor; kitabı, kendi çalışmalarını aksatmak pahasına bana zaman yaratan sevgili eşim Zeynep’e ithaf ediyorum. 4 5