Benign melanositik nevüsler (BMN)

advertisement
T.C.
S.B. İSTANBUL EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
DERİ VE ZÜHREVİ
HASTALIKLAR KLİNİĞİ
KLİNİK ŞEFİ
Doç. Dr. Mehmet S. GÜREL
SON DÖNEM BÖBREK YETMEZLİĞİNDE
BENİGN MELANOSİTİK NEVÜS SAYISININ
ARAŞTIRILMASI
Dr. Burcu BARUTÇUGİL
Deri ve Zührevi Hastalıklar
Tıpta Uzmanlık Tezi
İSTANBUL - 2008
T.C.
S.B. İSTANBUL EĞİTİM VE
ARAŞTIRMA HASTANESİ
DERİ VE ZÜHREVİ
HASTALIKLAR KLİNİĞİ
SON DÖNEM BÖBREK YETMEZLİĞİNDE
BENİGN MELANOSİTİK NEVÜS SAYISININ
ARAŞTIRILMASI
Dr. Burcu BARUTÇUGİL
Deri ve Zührevi Hastalıklar
Tıpta Uzmanlık Tezi
Tez Danışmanı:
Uzm. Dr. A. Tülin MANSUR
Doç. Dr. Mehmet S. GÜREL
İSTANBUL – 2008
TEŞEKKÜR
İstanbul E.A.H. başhekimi sayın Op. Dr. Özgür Yiğit’e;
Uzmanlık eğitimimin son dönemini geçirdiğim İstanbul E.A.H’de, bana her konuda
destek veren, tez yazımımın tüm aşamalarında yardımcı olan, engin bilgi ve deneyimlerinden
yararlandığım değerli hocam, klinik şefi sayın Doç. Dr. Mehmet Salih Gürel’e;
İstanbul E.A.H’de yakın ilgi ve destek gördüğüm klinik şef yardımcısı sayın Dr.
Ümmühan Kiremitçi ve uzmanlarımız Dr. Sevgi Erdoğan ve Dr. Aslı Turgut Erdemir’e;
5 yıllık uzmanlık eğitimimin büyük bölümünü geçirdiğim Haydarpaşa Numune
E.A.H.’nde bana bilimselliği ve analitik düşünmeyi öğreten ve deneyimlerini her an paylaşan,
manevi desteklerini her zaman yanımda hissettiğim değerli hocalarım emekli klinik şefimiz
sayın Dr. Ayşe Tülin Mansur ve klinik şef yardımcımız Doç. Dr. İkbal Esen Aydıngöz’e;
Asistanlığımın ilk gününden itibaren her zaman yakın ilgi ve yardımlarını gördüğüm
bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım uzman ve başasistanlarımız Dr. Zehra Aşiran Serdar,
Dr. Şirin Pekcan ve Dr. Fatih Göktay’a; birlikte çalışma fırsatı bulduğum klinik uzmanları Dr.
Nurhan Kocaayan, Dr. Sevil Gündüz ve Dr. Gaye Ünal’a; bizlere araştırma isteğini aşılayan,
emekli klinik şefimiz Dr. Osman Güney’e,
Rotasyonlarım süresince eğitimime katkılarda bulunan Haydarpaşa Numune E.A.H.
Enfeksiyon Hastalıkları klinik şefi Doç. Dr. Paşa Göktaş ve 2. Dahiliye klinik şefi Dr. Yıldız
Barut’a;
Çalışmamın istatistiksel değerlendirilmrsinde yardımcı olan sayın bioistatistik uzmanı
Rana Konyalıoğlu’na;
Birlikte çalışma fırsatı bulduğum tüm asistan arkadaşlarıma;
Tüm eğitim hayatım boyunca her zaman yanımda olan aileme;
Sabrı, yardımları, desteği ve tüm sevgisi için eşime, varlığıyla bana neşe ve dayanma
gücü veren oğluma;
Teşekkür ve şükranlarımı sunarım.
Dr. Burcu Barutçugil
İÇİNDEKİLER
II
KISALTMALAR
III
TABLOLAR
IV
ŞEKİLLER
V
ÖZET
VI
İNGİLİZCE ÖZET
1. GİRİŞ VE AMAÇ................................................................................................... 1
2. GENEL BİLGİLER................................................................................................ 3
2.1. MELANOSİTİK NEVÜS...................................................................................... 3
2.1.1. Epidemiyoloji.......................................................................................... 4
2.1.2. Etyoloji ve Patogenez.............................................................................. 3
2.1.3. Klinik Özellikler...................................................................................... 6
2.1.4. Tipleri...................................................................................................... 7
2.1.5. Ayırıcı Tanı............................................................................................. 8
2.1.6. Dermoskopik Özellikler.......................................................................... 9
2.1.7. Histopatoloji............................................................................................ 10
2.2. MALİGN MELANOM.......................................................................................... 11
2.2.1. Epidemiyoloji.......................................................................................... 11
2.2.2. Risk Faktörleri......................................................................................... 11
2.2.3. Öncül Lezyonlar...................................................................................... 13
2.2.4. Klinik....................................................................................................... 13
2.2.5. Erken Malign Melanom Tanısı................................................................ 15
2.3. MELANOSİTİK NEVÜS VE MALİGN MELANOM İLİŞKİSİ......................... 17
2.4. SON DÖNEM BÖBREK YETMEZLİĞİ.............................................................. 19
2.4.1. Son Dönem Böbrek Yetmezliğinin İmmun Sistem Üzerine Etkileri...... 23
2.4.2. Hemodiyaliz Hastalarında İmmun Sistem............................................... 24
2.4.3. Son dönem Böbrek Yetmezliği Tedavi Seçenekleri................................ 26
2.4.4. Transplantasyon Sonrası İmmunsupresif Tedavi Seçenekleri................. 28
2.5. İMMUNSUPRESYONUN DERİ ÜZERİNE ETKİLERİ..................................... 31
2.5.1. İmmunsupresyon ile Melanositik Nevüs ve Malign Melanom İlişkisi.... 33
3. HASTALAR VE YÖNTEM................................................................................... 38
3.1. Çalışma Protokolünün Oluşturulması........................................................ 38
3.2. Hasta ve Kontrol Grubunun Oluşturulması................................................ 39
3.3. Klinik Muayene ve Klinik Değerlendirme................................................. 40
3.4. Melanositik Nevüs Değerlendirme ve Sayımı............................................ 41
3.5. İstatistiksel Yöntem.................................................................................... 42
4. BULGULAR............................................................................................................ 43
5. TARTIŞMA............................................................................................................. 52
6. SONUÇLAR............................................................................................................ 60
7. KAYNAKLAR......................................................................................................... 61
8. EKLER..................................................................................................................... 71
I
KISALTMALAR
AGEs
: Advanced glikozilasyon son ürünleri
BMN
: Benign melanositik nevüsler
BUN
: Kan üre azotu
CMPF
: 3-Carboxy-4-methyl-5-propyl-2-furanpropionic acid
GFD
: Glomeruler filtrasyon değeri
IFN-gama
: İnterferon gama
IL-2
: İnterlökin-2
KBY
: Kronik böbrek yetmezliği
KOAH
: Kronik obstruktif akciğer hastalığı
KW
: Kruskal Wallis
MHC
: Major histokompabilite kompleksleri
MNS T
: Toplam melanositik nevüs sayısı
MNS
: Melanositik nevüs sayısı
MW
: Mann-Whitney
NIH
: National Institutes of Health
NK
: Natural killer
PAF
: Platelet aktive edici faktör
PUVA
: Psorolen ultraviyole A
SALT
: Skin associated lymphoid tissue
SDBY
: Son dönem böbrek yetmezliği
SIS
: Skin immun system
TCR
: T hücre reseptör
TDS
: Toplam dermoskopi skoru
Th1
: T helper tip 1
Th2
: T helper tip 2
TNF alfa
: Tümör nekroz faktör alfa
UVA
: Ultraviyole A
UVB
: Ultraviyole B
II
TABLOLAR
Tablo I: Relatif risk oranlarına göre malign melanom risk faktörleri................................. 12
Tablo II: Pigmente lezyonda malignite belirtileri............................................................... 14
Tablo III: Toplam dermoskopi skoru (TDS) hesaplanması............................................... 15
Tablo IV: Toplam dermoskopik skorun (TDS) değerlendirilmesi...................................... 15
Tablo V: Kronik böbrek yetmezliği evrelendirmesi............................................................ 20
Tablo VI: Üremik toksinler ve etkileri ............................................................................... 21
TabloVII: Kronik böbrek yetmezliğinde görülen deri, tırnak ve mukoza bulguları........... 22
TabloVIII: Kronik böbrek yetmezliği tedavi planı............................................................. 27
Tablo IX: İmmunsupresif ilaçlar ve stratejik etki mekanizmaları....................................... 29
Tablo X: Transplantasyon sonrasında artış görülen deri tümörleri..................................... 34
Tablo XI: Fitzpatrick deri fototip sınıflandırma sistemi.................................................... 41
Tablo XII: Hasta gruplarına göre cinsiyet dağılımı............................................................ 43
TabloXIII: Hastaların yaş grupları...................................................................................... 44
Tablo XIV: Hasta gruplarında cinsiyete göre toplam ve >5 mm melanositik nevüs sayısı 46
Tablo XV: Transplantasyon hastalarının donör tipine göre dağılımı.................................. 47
Tablo XVI: Hasta gruplarına göre melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine göre
dağılımı................................................................................................................................. 47
Tablo XVII: Toplam ve 5mm’den büyük melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine
göre dağılımının ikili gruplar arasında karşılaştırılması....................................................... 49
Tablo XVIII: Hasta gruplarının immunsupresyon süresine göre melanositik nevüs
sayıları.................................................................................................................................. 50
Tablo XIX: Toplam ve 5mm’den büyük melanositik nevüs sayısının immunsupresyon
alt grupları arasında karşılaştırılması.................................................................................... 51
Tablo XX: Gruplarda toplam ve 5mm’den büyük melanositik nevüs sayısının
immunsupresyon süresine göre sayısı.................................................................................. 51
Tablo XXI: Gruplarda güneş maruziyetine göre hasta gruplarındaki toplam ve 5mm’den
büyük melanositik nevüs sayıları......................................................................................... 51
III
ŞEKİLLER
Şekil 1: Hasta gruplarında cilt tiplerinin dağılımı................................................................ 44
Şekil 2: Güneş maruziyetine göre hasta grupları................................................................. 45
Şekil 3: İmmun supresyon süresine göre hasta grupları....................................................... 46
Şekil 4: Hasta gruplarına göre melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine göre
dağılımı................................................................................................................................. 48
Şekil 5: Hasta gruplarına göre toplam ve >5 mm. melanositik nevüs sayısının tüm
vücutta dağılımı.................................................................................................................... 48
Şekil 6: Hasta gruplarının immunsupresyon süresine göre melanositik nevüs sayıları....... 50
IV
ÖZET
İmmunsupresyon durumlarında melanositik nevüs sayısının arttığı bilinmektedir.
İmmunsupresif bir durum olduğu kabul edilen son dönem böbrek yetmezliği hastalarında
melanositik nevüs sayısının değerlendirilmesi amacıyla çalışmamız prospektif ve kontrollü
olarak tasarlanmıştır.
Son dönem böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz görmekte olan 71 hasta,
nefroloji polikliniğinde takip edilmekte olan 57 böbrek transplantasyon hastası ve kontrol
grubu olarak dermatoloji polikliniğine başvuran 119 sağlıklı kişide melanositik nevüs
sayıları araştırıldı. Çalışma kapsamına giren tüm hastaların, saçlı deri ve genital bölge
haricinde tüm vücudundaki çapları 2 mm’den büyük, klinik görünüm olarak edinsel
melanositik nevüs ile uyumlu tüm lezyonları daha önceden tanımlanmış vücut bölgelerine
göre sayılarak kaydedildi.
Hem hemodiyaliz (15,39±11,92) hem de transplantasyon (18,56±16,27) grubunda
toplam melanositik nevüs sayısı kontrol grubundan (9,42±7,33) anlamlı olarak fazla
saptandı (p<0,0001, p<0,001). Transplantasyon grubunda kol, gövde, uyluk bölgelerinde ve
tüm vücuttaki toplam melanositik nevüs sayısı kontrol grubuna göre fazla sayıda saptandı
(p<0,0001). Hemodiyaliz grubunda kol, uyluk ve tüm vücuttaki toplam melanositik nevüs
sayısı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı olarak fazla sayıda saptandı
(p<0,001). Transplantasyon grubunda immunsupresyon süresinin artışı ile toplam
melanositik nevüs sayısında anlamlı düzeyde artış bulunurken (p<0,0001), hemodiyaliz
grubunda immunsupresyon süresinin melanositik nevüs sayısı üzerine etkisi istatistiksel
olarak anlamlı saptanmadı (p>0,05).
Son dönem böbrek yetmezliği hastalarında melanositik nevüs sayısında artış vardır.
Bu
hastalarda
gelişebilecek
olası
malign
melanom
için
risk
faktörlerinin
değerlendirilmesinde melanositik nevüs sayısı ve özellikleri açısından dermatolojik
muayene ile takip edilmelidir
Anahtar Kelimeler: İmmunsupresyon, malign melanom, melanositik nevüs, son
dönem böbrek yetmezliği
V
SCREENING OF BENIGN MELANOCYTIC NEVI COUNT
IN END STAGE RENAL DISEASE
ABSTRACT
Number of melanocytic nevi is elevated in immune supressive conditions. To
evaluate the number of melanocytic nevi in end stage renal disease patients which is
supposed to be an immune suppressive condition, this prospective and controlled study is
designed.
71 end stage renal disease patients on hemodialysis, 57 renal transplantation
patients regularly visiting nephrology clinic and 119 otherwise healthy patients admitting to
dermatology clinic were examined for melanocytic nevi. Study population is examined
except scalp and genital area for melanocytic nevus larger than 2mm in diameter and
clinically relevant with acquired melanocytic nevus, and classified in predefined body
parts.
Total melanocytic nevi count was significantly higher in hemodialysis
(15,39±11,92) and transplantation (18,56±16,27) patients than in control (9,42±7,33)
group(p<0,0001, p<0,001). Transplantation patients had higher number of melanocyitic
nevi regarding total body count, arm, trunk and leg areas comparing with control group
(p<0,0001). Hemodialysis patients had higher numbers of melanocytic nevi for total body
count, arms and legs compared to control group (p<0,001). Whereas in the transplantation
group longer duration of immune suppression was associated with increased total
melanocytic nevi count (p<0,0001), in hemodialysis patients number of melonocytic nevi
was not statistically associated with the duration of immune suppression (p>0,05).
Melanocytic nevi count is increased in end stage renal disease patients. Therefore
these patients should be regularly examined for melanocytic nevi count and specifications
to evaluate risk factors of progression to malign melanoma.
Key words: Immunosuppression, malign melanom, melanocytic nevus, end stage
renal disease
VI
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Kronik renal hastalıklar sonrasında hastaların %90’ından fazlasında son dönem
böbrek yetmezliği gelişmektedir. Son dönem böbrek yetmezliği sonucunda oluşan hayatı
tehdit eden üremiden korunmak için hastaya devamlı olarak diyaliz veya renal
transplantasyon gibi tedavilerin uygulanması gereklidir (1,2).
Son dönem böbrek yetmezliğinde ve hemodiyaliz tedavisi sırasında hem spesifik
hem de nonspesifik immun sistemde baskılanma oluşmaktadır (3-6). Bu hasta grubunda
immunitede oluşan azalma sonucunda enfeksiyonlara yatkınlık, malignite oluşumu gibi
komplikasyonlar meydana gelmektedir (7-10).
Son dönem böbrek yetmezliği hastalarının birçoğunda yeni gelişmeler sayesinde
transplantasyon giderek daha fazla uygulanabilmektedir. Yeterli graft fonksiyonunun
devamlılığı için uygulanan immunsupresif tedaviler immun yanıtta azalma ve morbidite ve
mortalite nedeni olan bazı kanser türlerinde artışa neden olmaktadır (11). Fakat halen
hemodiyaliz yöntemi son dönem böbrek yetmezliğinin ana tedavi şekli olmaya devam
etmektedir.
Solid organ ve kemik iliği transplantasyonundan sonra ve farklı nedenler ile oluşan
immunsupresyon durumunda da melanositik nevus sayısında artış görülmektedir (12-17).
Renal transplantasyon ve melanositik nevüs arasındaki ilişkiyi değerlendiren birçok
çalışma bulunmaktadır (12,15,16,18-22). Ancak immunsupresif sonuçları olduğu kabul
edilen son dönem böbrek yetmezliği hastalarında malign melanom için risk faktörü olan
1
melanositik
nevüs
sayısının
artıp
artmadığını
gösteren
çalışmalara
literatürde
rastlanmamaktadır.
Son dönem böbrek yetmezliği hastalarında melanositik nevüs sayısının artıp
artmadığını araştırmak amacıyla çalışmamızı gerçekleştirdik.
2
2. GENEL BİLGİLER
2.1. MELANOSİTİK NEVÜS
Melanositik nevüs, ‘ben’ olarak da adlandırılan, derinin herhangi bir bölgesinde
ortaya çıkabilen, kahverenginin tonlarında, genellikle bir santimetreden küçük, sınırları
belirgin, pigmente makül, papül veya nodül görünümünde melanositlerden oluşan tümöral
bir lezyondur (23,24).
2.1.1. Epidemiyoloji
Benign melanositik nevüsler ilk olarak doğumdan sonra ortalama bir yaşında
belirginleşir. Yavaşça ve simetrik olarak zaman içinde genişler ve yaşamın ikinci ve
üçüncü dekadında sayıları en fazlaya ulaşır. Nevüsler yaş ilerledikçe regrese olur ve
yedinci ve sekizinci dekadlarda da kaybolur (23-25).
Nevüs gelişiminde rol oynayan önemli etyolojik faktörler genetik, yaş, deri tipi,
güneş ve ultraviyole ışınları, hormonlar ve immunsupresyon olarak sayılabilir (26-31).
Melanositik nevüs gelişiminde esas çevresel risk faktörünün güneş ışınlarına
maruziyet olduğu son zamanlarda yapılmış olan çalışmalarla desteklenmektedir. Özellikle
hayatın ilk iki yılındaki güneş ışınıyla temasın miktarı melanositik nevüs gelişiminde
önemlidir. Çocukların maruz kaldıkları güneş ışını miktarı ve yoğunluğu edinsel
melanositik nevüs oluşma sıklığını arttırmaktadır (26,27,31,32). Açık cilt tipine sahip
olanlarda, Fitzpatrick’in deri tipi I ve II’de, çilleri olanlarda, açık saç ve göz rengine sahip
3
olanlarda ve yoğun güneş ışığı maruziyetinde benign melanositik nevüs sayısında artış
gösterilmiştir (18,32-35). Aralıklı güneş ışınlarına maruz kalınması kronik olarak uzun
süreli maruziyetten daha önemlidir ve hatta devamlı güneş ışınları altında yaşayan kişilerde
melanositik nevüs sayısının daha az bulunduğu bildirilmiştir (27,36).
Nevüs gelişiminde genetik özellikler de önemli bir yer tutmaktadır. İkiz
çalışmalarında ve deri malign melanomu olan kişilerin aile bireylerinde nevüs yoğunluğu
ve toplam nevüs sayısında artış saptanmıştır (32,33).
2.1.2. Etyoloji ve Patogenez
Pigmente nevüs, melanosit farklılaşması gösteren hücrelerin benign çoğalmasıdır.
Bu hücreler daha önceden var olan melanositlerden yada nevomelanosit adı verilen
hücrelerden oluşurlar (37). Nevüslerin kökeni hakkında farklı görüşler mevcuttur. Mevcut
kanıtlara rağmen nevüs gelişimi hakkında bazı kritik noktalar hala açıklığa kavuşmamıştır.
Öne sürülen birçok hipotez bulunmaktadır (23). Bunlar;
Epidermal melanositlerden transformasyon, dermise göç ve depolanma:
Nevomelanositlerin rutin, ultrastrüktürel ve immunohistolojik özellikleri incelendiğinde,
dermisteki nevomelanositlerin etrafında bazal membranın gösterilmesi ile dermal
melanositlerin epidermis ile yapısal komşuluğu olduğu ileri sürülmüştür. Bu çalışmalar
nevomelanositlerin epidermisten bazal membran boyunca aşağı doğru geliştiği görüşünü
düşündürmektedir. Edinsel melanositik nevüs dermoepidermal bileşkede junctional nevüs
olarak belirir, nevüs hücresi prolifere oldukça lezyon genişler ve hücreler dermise girer ve
kompound nevüs oluşur. Derin dermisteki hücrelerin proliferasyon kabiliyeti azalmaktadır
(23,38,39). Nevüslerin başlangışta junctional melanositik proliferasyon olarak belirdiği,
kompound nevüse ilerlediği sonrasında ise intradermal nevüsü oluşturduğu görüşü 19’uncu
yüzyıl sonlarında Unna tarafından tanımlanmıştır. Bu süreç için ‘descending’ nevüs
hücreleri, ‘Abtopfung’ adı verilmiştir (40,41).
Çift köken: Bu görüşe göre, epidermisteki ve üst dermisteki nevomelanositler
epidermal melanositlerden köken alırken, derin dermisteki nevomelanositler sinir Schwann
hücresinden
köken
almaktadır.
Bu
hipotezin
kanıtı
olarak,
derin
dermisteki
nevomelanositlerin Schwann hücre ilişkili antijene karşı monoklonal antikorlar ile
boyanması ama epidermisteki ve üst dermisteki nevomelanositlerin boyanmaması
4
gösterilmektedir. Ayrıca epidermisteki ve üst dermisteki nevomelanositler epiteloid
hücrelere benzer, yuvalar oluşturur, tirozinaz aktivitesi gösterir ama kolinesteraz aktivitesi
negatiftir, nöron spesifik enolaz ile zayıf boyanır ve melanin içerir. Derin dermisteki
nevomelanositler fibroblast veya Schwann hücresine benzer, tek tek yerleşir, tirozinaz
aktivitesi minimaldir, kolinesteraz aktivitesi yoğundur, nöron spesifik enolaz ile boyanır.
Bu hipotez nevomelanositlerdeki fenotipik farklılıkların farklı kökenlerinden olduğu
görüşünü öne sürmektedir (23,42). Bir çalışmada ise perinöral hücrelerin köken olabileceği
öne sürülmektedir (42).
Birçok hücre tipini etkileyen hamartamatöz değişim: Üçüncü hipotez için
özellikle konjenital nevüslerde deri ekleri ve nörovasküler yapılar yönünde farklılaşmanın
saptanması kanıt olarak gösterilmektedir. Bu bulgular ile nevomelanositik nevüslerin
birçok doku elemanını içeren benign hamartom olduğu görüşü öne sürülmüştür. Ackerman
konjenital nevosellüler nevüsün kollajen, erektör pili kası, sinir fasikülleri ve adipoz doku
gibi derinin yapısını oluşturan diğer elemanları da içeren hamartomatoz bozukluk
olduğunu öne sürmüştür. Bunun aksine ise edinsel nevosellüler nevüslerin neoplastik bir
hastalık olduğunu düşünmüştür ki bu görüş için herhangi bir kanıt mevcut değildir
(23,41,43).
Melanoblastlardaki
bir
defektten
kaynaklanan
benign
neoplastik
proliferasyon: Nöral yarıktan köken alan melanoblastlar, doğumdan ortalama 40 gün önce
dermise göç edip, epidermisin bazal tabakasına yerleşmektedir. Dördüncü hipotez bu
melanoblastlardaki bir bozukluk nedeni ile farklılaşmanın düzgün olmayacağı görüşüne
dayanmaktadır. Melanosit ‘prekürsör’ hücreler erişkin derisinde saptanılmıştır (44). Teorik
olarak bu defektli hücreler aberran olarak prolifere olabilir ve farklılaşarak değişik
melanositik neoplazilere yol açabilir. Bu görüş insan edinsel nevüslerinin klonal
olduğunun gösterilmesi ile de desteklenmektedir. Robinson ve arkadaşları inceledikleri
nevüslerin %81’ini klonal bulmuşlar ve monoklonalitenin neoplazinin bir belirteci
oldundan edinsel melanositik nevüslerin premalign lezyonlar olarak kabul edilebileceğini
belirtmişlerdir (23,45,46).
Melanositin normal morfoloji göstermesi için bazal membran bölgesinde
yerleşmesi gereklidir. Melanositik nevüsler veya nevomelanositik nevüsler histolojik
olarak malign melanom ayırıcı tanısında yer aldıklarından önemlidirler (37).
5
Melanosit biyolojisi:
Melanin, derinin rengini belirleyen esas deri pigmenttir ve melanositler tarafından
üretilir. Melanositler güneş gören derinin bazal tabakasının yaklaşık %15’ini ve güneş
görmeyen derinin bazal tabakasının %6’sını oluşturur. Melaninin ana görevi ultraviyole
ışığının absorbe edilmesidir. Bu pigment epidermisteki keratinositlerde depolanır ve
bölünmekte olan bazal keratinositleri ve melanositlerin genomunu korur. Melanozomlar
melanositlerin içinde, keratinositlere transfer edilmeden önce, hücre çekirdeğinin üzerine
yerleşerek ultraviyole ışığının etkisiyle oluşabilecek hasardan maksimal oranda koruma
sağlar. Ayrıca melaninin, metabolik olarak aktif keratinositlerde oluşan serbest oksijen
radikallerinden koruyucu etkisi olduğu da gösterilmiştir (37).
Embriyolojik olarak melanositler, birleşerek nöral tüpü oluşturacak olan nöral
plağın lateral kenarından köken alırlar. Fetal deride gestasyonun 7. haftasında
melanoblastlar oluşur ve gestasyonun 15.-16. haftalarında melanin sentezi başlar.
Sonrasında hücreler bazal tabakanın dermaepidermal bileşkesine göç ederler (37).
Epidermal melanin ünitesi, bir melanosit ve onun pigment sağladığı ortalama 36
keratinositten oluşur. Pigment oluştuktan sonra melanozom adı verilen veziküllerde
paketlenir
ve
dendrisitler
aracılığıyla
keratinositlere
aktarılır.
Melanositlerden
keratinositlere pigment transferi ırklar arasında farklılık gösterir, zencilerde melanozomlar
hücre içinde dağınık bulunurken, beyazlarda melanozomlar membran ile çevrili kümeler
halinde bulunur. Bu dağılım özellikleri ışığın yansıtılmasını ve emilimini etkileyerek ırklar
arasındaki deri rengi farklılığını oluşturur (37).
2.1.3. Klinik Özellikleri
Benign melanositik nevüsler (BMN) klinik makroskopik görünümlerine göre
farklılık gösterirler. Genellikle çıplak göz ile yüzey ve renkleri homojendir, şekilleri
yuvarlak veya ovaldir, sınırları keskin ve düzenlidir. Genellikle çapları 6mm’den küçüktür.
Bu nevüslerin yüzeyleri papillamatöz veya düz olabilir. Genellikle renkleri pembe, deri
rengi veya kahverengidir (23,24,47).
Kabarık olan nevüsler genelde intradermal yerleşimlidir, daha açık renkli görülür.
Düz olan nevüsler junctional veya nevomelanositik komponentleri içerir ve daha koyu
renkli olma eğilimindedir. Açık tenli kişilerde BMN’lerde koyu kahverengi ve siyah
pigmentasyon görülmesi olağan değil iken, koyu tenli kişilerde BMN’ler normal olarak
koyu renkte pigmentasyon gösterir. Fakat tırnak yatağı, akral ve mukozal bölgelerde çok
6
koyu kahverengi ve siyah renk izlenmesi kişinin deri renginden bağımsız olarak şüphe ile
yaklaşılması gereken durumlardır. BMN yüzeyinde kıllar görülebilir ve bu kıllar daha
kalın, koyu renkli ve uzun olabilir. Avuç içi ve ayak tabanlarındaki nevüsler kıl içermez
(23,24,47).
2.1.4. Tipleri
Melanositik nevüsler hem klinik hem de histopatolojik kriterlere dayanılarak
sınıflandırılır. Öncelikle edinsel ve konjenital olarak ayrılırlar. Benign melanositik
nevüsler, bazal membran boyunca tek tek dizilmiş olan melanositlerin aksine, melanosit
kümelerinden oluşurlar. Melanositlerin epidermis, dermis veya her ikisinde de yerleşimine
göre junctional, bileşik ve dermal olmak üzere sınıflandırılmaktadır (23,37,47,48) .
Bu melanosit kümelerinin yerleştikleri bölgeye göre BMN’ler üç gruba ayrılır
(23,37):
Junctional melanositik nevüsler: Melanosit kümeleri, dermoepidermal bileşkenin
epidermal tarafında diğer bir deyişle epidermis içindedir. Genellikle 3-18 yaşlar arasında
oluşan, üzerleri kılsız, düz, hafif kahverengiden koyu siyah kahverengine kadar değişim
gösteren, deri seviyesinde veya deriden hafif kabarık makül ve papüllerdir. Çapları 1-6mm
arasında değişir. Çevresi iyi sınırlı ve düzgündür. Nevüs pigmentasyonu uniformdur ama
bazen orta kısım daha koyu renkli olabilir. Junctional nevüsler, ergenlik çağı ve erişkin
hayatta bileşik veya dermal nevüs tipine dönüşüm gösterebilir (23,37,47).
Bileşik (compound) melanositik nevüsler: Melanosit kümeleri dermaepidermal
bileşkede ve papiller dermiste bulunur. Deriden kabarık, bazen kubbe şekilli, düzgün ve
kahverengi renk gösteren, yüzeyi düz veya verrüköz olabilen genellikle üzerlerinde kıl
bulunmayan lezyonlardır (23,37,47).
Dermal melanositik nevüsler: Melanosit kümeleri papiller veya retiküler
dermistedir. Nevomelanositik nevüsün gelişiminin son evresidir. Klinik olarak
melanositlerin diğer tiplere göre en derinde yerleşmesinden dolayı en açık renkli olan
nevüs grubudur. Keskin sınırlı, düzgün pigmentasyonu olan, kubbe şekilli papüler
lezyonlardır. Papillamatöz veya saplı olabilir (23,37,47). Dermal nevüslerin iki varyantı
Unna’nın ve Miescher’in nevüsü olarak tanımlanmıştır. Bu nevüsler genellikle gövde,
7
boyun, omuz ve kollarda görülmektedir. Miescher’in nevüsü genellikle yüzde yerleşir ve
kubbe şekilli papül veya nodüllerdir (47).
Melanositik nevüslerin bu klinik ve histopatolojik özelliklere göre sınıflandırma
çabası klinisyen ve patologlar arasında fikir birliğine varılmasını güçleştirmektedir. Bu
görüş ile son zamanlarda bu benign lezyonun tanımlanmasında yeni bir sınıflama sistemine
ihtiyaç duyulduğu düşünülmektedir. Bu amaçla ve melanomun erken tanısında
klinisyenlere yardımcı olmak amacıyla melanositik nevüslerin dermoskopik sınıflandırılma
sistemi tanımlanmıştır. Melanositik nevüsler dermoskopik özelliklerine göre yedi gruba
ayrılmıştır (48).
Bunlar; globular (konjenital) nevüs, retiküler (edinsel) nevüs, starburst (Spitz/Reed)
nevüs, blue (homojen) nevüs, site-releated nevi (akral, fasyal), spesifik özellikler içeren
nevüs (kombine, halo, irrite, egzematöz halo, rekurran), ve sınıflandırılamayan nevüs
olarak sayılmaktadır (48,49).
2.1.5. Ayırıcı Tanı
Klinik olarak; malign melanom, mavi nevüs, pigmente fibröz histiyositom
(dermatofibrom), pigmente bazal hücreli kanser, pigmente aktinik keratoz, benign
pigmente keratoz, mastositom, seboreik keratoz, epidermal nevüs, Becker’in melanozisi,
siğiller, molluskum kontagiyozum, subungual hematom, aksesuar meme başı, pigmente
iğsi hücreli ve/veya epiteloid hücre nevüsü, deri eki tümörü, piyojenik granülom ve büyük
hücreli akantoma benign melanositik nevüsün ayırıcı tanısında göz önünde tutulması
gereken lezyonlardır (23).
Soluk ve kahverengi, yassı nevomelanositik nevüslerin solar lentigo, lentigo
simpleks ve cafe-au-lait maküllerinden ayrımı için yeterli ışık altında dikkatli bir inceleme
gereklidir. Dermoskopi ile retiküler, globuler, kaldırım taşı görünümü lezyonun
melanositik nevüs olduğunu destekleyen bulgulardır. Kabarık nevüsler seboreik keratoz ile
karışabilir. Fakat pütürlü, verrüköz yüzey ve pseudo-horn kistlerin görülmesi lezyonun
seboreik keratoz tanısını güçlendirir. Pigmente olmayan veya pembe renkli melanositik
nevüslerin ayırıcı tanısında diğer pigmente olmayan tümörler olan, bazal hücreli karsinom,
fibröz papül, siğil, dermal müsinöz, clear cell akantoma ve bazı deri eki tümörü
düşünülmelidir (23).
8
Genellikle, tipik melanositik nevüsler ile atipik displastik nevüs ve küçük çaplı
malign melanomların ayrımı güç olmaktadır. Kırmızı, mavi, gri ve koyu siyah renkler ve
asimetri lezyonun atipik olduğunu düşündürmesi gereken bulgulardır (23,50).
2.1.6. Dermoskopik Özellikler
Melanositik nevüsler dermoskopik olarak, ana üç ana yapısal özellik olan; ağ
yapısı, globuller ve yapısız alan özelliklerine göre sınıflandırılır. Genellikle melanositik
nevüsler tek bir yapısal özellikten çok birkaç yapısal özelliğin eş zamanlı olarak
bileşiminden oluşmaktadır. Bu ana özelliklere ek olarak dots (noktalar), streaks (çizgi,
şerit), yalancı foliküler açıklıklar, horn psödokistleri ve damarsal yapılar bulunabilir
(35,47,48,51).
Düzenli, uzun ve yoğun pigmentli rete uçları ağ yapısını oluşturmaktadır. Yapısız
alanlardaki rete uçları kısadır ve çok daha az pigment içerir. Epidermis alt tabakası ve
papiller dermis içindeki çok yoğun pigment içeren melanosit yuvaları globular patern
oluşumundan sorumludur. Ağsı yapıların baskın olduğu melanositik nevüsler, düzenli bal
peteği benzeri ağ yapısının oluşturduğu kahverenginin farklı tonlarında izlenirler.
Merkezdeki ağ yapısı keratinositlerin çok yoğun pigmente olması nedeniyle gizlenmiş
olabilir. Globuler tip melanositik nevüslerin tanısı, lezyonun tüm yüzeyinde karakteristik,
yakın olarak küme yapmış, kaldırımtaşı şeklindeki globüllerin görülmesine dayanır
(51,52).
Junctional melanositik nevüs uniform ve homojen dağılım gösteren bal peteği
görünümünde ağ yapısına sahiptir. Ağ yapısı merkezde daha koyu kahverengi
pigmentasyon gösterir ve belirgindir, lezyonun kenarlarına doğru pigmentasyonda
kademeli olarak solma izlenir. Küçük siyah noktalar ve globüller bulunabilir (47).
Bileşik melanositik nevüs junctional nevüs özelliklerine benzer şekilde balpeteği
görünümü ve santral pigmentasyon gösterir fakat ağ yapısı siliktir ve santral pigmentasyon
daha az belirgindir. Sıklıkla homojen globüllerin tüm lezyona eşit oranda dağıldığı
globuler
patern
görülmektedir.
Bu
globüllerin
birbirine
yakın
yerleşerek
çok
belirginleşmesi ise ‘cobblestone’ paterni olarak adlandırılmaktadır (47).
Dermal melanositik nevüslerde ağ yapısı veya siyah noktalar görülmez. Bunların
yerine dilate kan damarlarının yansıması olan kırmızı nokta ve çizgiler izlenmektedir.
Pigmentasyon olmamasından dolayı dermoskopik olarak deri renginde nodüler lezyon
olarak görülmektedir. Dermoskopik olarak amelanotik malign melanoma benzerliği
9
önemlidir (47). Unna’nın nevüsü büyük, kıvrımlı globüller, siyah komedon benzeri
açıklıklar ve ekzofitik papiller yapılar içermektedir. Mieschner’in nevüsü mevcut folliküler
açıklıkların etrafındaki nevüs hücrelerinin oluşturduğu yalancı ağ yapısı bulunmaktadır
(47).
Melanositik nevüsün dermoskopik olarak globuler ve retiküler olmak üzere iki tipik
paterni dışındaki farklı görünümler ise; kaldırım taşı (papillamatöz dermal nevüs), starburst
(Spitz nevus), parelel (akral nevüs), homojen mavi pigmentasyon (Blue nevus) olarak
sayılmaktadır (53).
2.1.7. Histopatoloji
Melanositik nevüsler epidermis içindeki veya dermisteki nevüs hücrelerinden
oluşmaktadır. Yüzeyel dermisteki hücreler epiteloid hücre özellikleri taşır, oval veya
kübiktir, hem asidik hem de bazik karakterde homojen stoplazmaları vardır. Stoplazma eşit
oranda dağılım gösteren seyrek melanin granülleri içerir ve açık renkte boyanan, hafif
eozinofilik özelliktedir. Küçük yuvarlak-oval olan çekirdek kromatini uniformdur ve
hafifçe kümelenmiştir ve çekirdekçik görülebilir (25,54).
Dermaepidermal bileşkeye yerleşmiş nevüs kümelerindeki hücreler yuvarlak, oval
veya fuziform şekilde görülür. Orta ve derin dermisteki hücrelerin çok koyu boyanan
çekirdekçikleri vardır ve sitoplazmaları küçülerek lenfoid hücrelere benzer görünüm
kazanmıştır. Derin dermisteki hücreler ise yuvarlak veya ovaldir ve Schwann hücreleri
veya fibroblastlara benzer özellikler gösterir (54).
Bileşik nevüslerde junctional nevüs özelliklerine ek olarak papiller ve yüzeyel
retiküler dermiste nevüs hücreleri ve kümeleri mevcuttur. Bileşik nevüslerin melanosit
kümeleri iğsi şekillidir ve dermise yerleşmiştir. Bazen belirgin hiperkeratoz, keratinöz
psödokist oluşumu ile birlikte akantoz ve papillamatoz bulunur ve klinik olarak
papillamatöz melanositik nevüs veya keratotik melanositik nevüs görünümü oluşur. Bu
nevüsler daha çok kadınlarda görülür ve en sık yerleşim bölgesi gövdedir (54).
Dermal
melanositik
nevüs,
melanositik
nevüslerin
‘son
evresi’
olarak
düşünülmektedir. Dermal melanositik nevüslerin hücreleri yüzeyde yerleşenlerden daha
küçüktür, hücre içi pigment içerikleri azalmıştır ve çok nadir mitotik şekiller içerir (37).
Pigmentasyon daha azdır ve çevrede gevşek fibröz doku bulunur. Çevrede fibröz dokunun
oluşumu ile melanositler birbirinden ayrılır ve desmoplastik nevüs adını alır (49,54).
10
2.2. MALİGN MELANOM
2.2.1. Epidemiyoloji
Deri malign melanomu, beyaz ırkta en hızlı artış gösteren kanserler arasında
sayılmaktadır (55).
Son 60 yıl içinde, tüm dünyada malign melanom insidansında dramatik bir artış
saptanmıştır. Dünyadaki malign melanom insidansı en düşük olarak Asya’da 0.2/100,000
olarak bulunurken, Avustralya’da 50/100,00 oranında kaydedilmiştir. Ekvatora yaklaştıkça
malign melanom insidansının artmakta olması güneş ışınlarına maruziyetin önemine dikkat
çekmektedir. Yine de kuzey İskandinavya ülkeleri ile güney Avrupa ülkeleri
karşılaştırıldığında İskandinavya’daki oranların yüksek bulunması yaş, ırk, cinsiyet,
sosyoekonomik durum, etnik farklılıklar ve deri tipinin de önemli multifaktöryal etkenler
olarak rol oynadığını düşündürmektedir (55,56).
Malign melanom erkeklerdeki kanserlerin %5’ini, kadınlardaki kanserlerin %4’ünü
oluşturmaktadır (57). En sık yerleştiği bölgeler, beyaz erkeklerde sırt ve üst ekstremiteler
iken, beyaz kadınlarda sırt ve alt bacaklardır (23,58).
2.2.2. Risk Faktörleri
Güneş maruziyeti (çillenme, bronzlaşmanın olmaması, güneş yanığına yatkınlık),
cilt fenotipi (mavi göz, sarışın, kızıl saç), yüksek sosyoekonomik düzey, ailede melanom
hikayesi, genetik faktörler (p 16 mutasyonu, BRAF mutasyonu), nevüsler (melanositik
nevüs, displastik nevüs, nevüslerdeki değişim, konjenital nevüs), melanom hikayesi,
immunsupresyon, xeroderma pigmentosum iyi bilinen melanom risk faktörleri olarak
sayılmaktadır (34,36,59).
Rhodes ve arkadaşlarının çalışmasında, malign melanom risk faktörlerinin relatif
riskleri değerlendirmiştir. Çalışmada belirlenen faktörler muhtemel risk oranlarına göre
sınıflandırılmıştır (60) :
11
Tablo I: Relatif risk oranlarına göre malign melanom risk faktörleri (60) :
•
Yeni nevüs oluşumu veya var olan nevüste değişiklik olması
•
15 yaşından büyük olmak
•
Tek nevüs ve/veya belirli bir nevüs paterni
o Displastik nevüs, malign melanom anamnezi ve ailesel
malign melanom olması
o Displastik nevüs ve malign melanom anamnezi olması
o Displastik nevüs olması
o Konjenital nevüs
o Lentigo maligna
o 2mm’den büyük 50’den fazla nevüs olması
o 5mm’den büyük 12’den fazla nevüs olması
o 5mm’den büyük 5’den fazla nevüs olması
•
Beyaz ırk
•
Geçirilmiş malign melanom anamnezi olması
•
Birinci derece akrabada geçirilmiş melanom anamnezi olması
•
İmmunsupresyon olması
•
Belirgin, güneşle oluşmuş çiller bulunması
•
Güneş hassasiyeti
Yapılan birçok araştırmada benign melanositik nevüs sayısı ve atipik nevüslerin
melanom gelişiminde en önemli risk faktörleri olduğu yönünde bulgular saptanmıştır
(14,32-34,61).
12
2.2.3. Öncül Lezyonlar
Deri malign melanomları mevcut olan melanositik bir lezyondan veya normal olan
deride de-novo olarak oluşabilir. Benign melanositik nevüsler, atipik melanositik nevüsler
ve konjenital nevüsler malign melanom öncül lezyonları olabilir.
Benign melanositik nevüs: Artmış sayıda benign melanositik nevüs sayısına sahip
kişilerde malign melanom gelişim riski artmıştır. Bu sayı kişinin genetik özelliklerine ve
güneş maruziyetine bağlı olarak kişiden kişiye farklılık göstermektedir (14,24,32-34,61).
Atipik melanositik nevüs: Ailesel veya spontan olarak oluşabilen, çapları
genellikle 5 mm’den büyük, düz veya ortası kızarmış yumurta görünümüne benzeyen
kabarık melanositik lezyonlardır. Düzensiz yada belirsiz sınırlı, koyu kahverengi veya
kahverengi ve pembe tonlarında farklı renklerde görülürler. Klinik olarak bir atipik nevüs
malign melanom oluşum riskini iki kat arttırırken, on veya daha fazla atipik nevüs olması
melanom gelişim riskini 12 kat arttırmaktadır (24,50,62).
Konjenital nevüs: Boyutuna ve histolojik tipine göre malignite potansiyeli
değişkendir. Vücudun %5’inden fazlasını kaplayan dev konjenital nevüslerde risk çok
belirgindir. Marghoob ve arkadaşları 20 cm’den büyük konjenital melanositik nevüse sahip
hastaların 5 yıllık takibinde malign melanom gelişme riskini %4.5 olarak bulmuştur. Yaş
ve cinsiyet açısından uygun normal popülasyonda malign melanom riski ise 0.013 olarak
saptanmıştır (23,24,63).
2.2.4. Klinik
Malign melanom ya de-novo olarak yada öncül lezyonlardan bazıları olan
melanositik nevüs, konjenital nevüs veya atipik melanositik nevüs zemininde gelişebilir
(24,64).
Görünümlerine ve mikroskopik özelliklerine göre malign melanoma dört büyüme
paternine göre sınıflanır:
1. Yüzeyel Yayılan Melanoma: Tüm melanomaların %70’ini oluşturan en sık
melanom tipidir. Ortalama 1-7 yıl süren radiyal büyüme fazından sonra hızla vertikal faza
ilerlemektedir (64).
13
2. Nodüler Melanoma: %15-30 sıklıkta izlenen ikinci melanoma tipidir. Belirgin
bir radiyal büyüme fazı izlenmeden hızlıca vertikal büyüme dönemine geçmektedir (64).
3. Akral Lentijinöz Melanoma: Ortalama %10 oranında görülmektedir (64).
Subungual melanoma önemli bir alt tipini oluşturmaktadır (64,65).
4. Lentigo Malign Melanoma: Ortalama %5 sıklıkta malign melanomun en nadir
görülen tipidir. Radyal büyüme fazı çok uzundur (64).
Klinik olarak pigmente bir lezyonda malignite düşündüren belirtiler renk
değişiklikleri, sınır özellikleri, yüzey özellikleri olarak değerlendirilebilir (36,50).
Tablo II: Pigmente lezyonda malignite belirtileri (50)
Renk değişikliği;
•
Ani koyulaşma (koyu kahverengi veya siyah); tümör hücrelerin sayısının artışını
gösterir. Lezyon içinde hücrelerin farklı yoğunluğuna bağlı olarak değişik
pigmentasyon dereceleri görülür.
•
Daha önceden normal olan deride renk değişimi; tümör hücrelerinin epidermis
yolu ile farklı yönlere göç ettiğini gösterir (yatay büyüme fazı).
•
Kırmızı; damar genişlemesi ve enflamasyon bulgusudur.
•
Beyaz; regresyon veya enflamasyon alanlarını gösterir.
•
Mavi; derin dermisteki pigment bulgusudur. Tümörün derinliğinin arttığını
gösterir.
Sınır özelliklerinde değişim;
•
Düzensiz sınır; malign hücrelerinçevreye farklı hızlarda yayılımını gösterir.
•
Satellit pigmentasyon; hücre göçünün primer tümör sınırlarının dışına çıkmasını
gösterir.
•
Pigmentsiz halo gelişimi; melanositlerin immunolojik veya enflamatuvar
reaksiyon ile yok edilmesidir.
Yüzey özelliklerinde değişim;
•
Kabuklanma, erozyon, sızıntı, pullanma, kanama, ülserasyon, kabarıklık, normal
deri çizgilerinin kaybolması
Semptomlar;
•
Kaşıntı
•
Gerginlik
•
Ağrı
14
2.2.5. Erken Malign Melanom Tanısı
Pigmente lezyonların değerlendirilmesi:
1992’de National İnstitutes of Health (NIH) konsensus konferansında erken
melanom tanı ve tedavisi için şüpheli lezyon değerlendirilmesi için ABCD kritelerinin
kullanımını önermiştir (66).
Pigmente lezyoların ayırıcı tanısında önemli olan bir değerlendirme sistemi olan
ABCDE kriterleri (67);
•
A (Asymmetry): Tümörün iki aksında geometrik asimetri
•
B (Border): Sınır düzensizliği ( keskin değil, açılı kenarlar, belirsiz sınırlar)
•
C (Color): Lezyonda en az iki farklı renk olması (lezyonun merkezindeki fizyolojik
renk koyuluğu hariç)
•
D (Diameter): 6mm’ye eşit veya büyük çap
•
E (Enlargement): Hastanın anamnezine göre lezyondaki genişleme
olarak tanımlanmaktadır. Bu kiriterlerin amacı melanomların en erken dönemde
tanınabilmesidir. Melanositik lezyonların renk ve şekil farklılıkları malignite yönündeki
gelişimin erken bulguları olabilir ve bu nedenle mutlaka şüphe uyandırmalıdır
(47,51,67,68).
ABCD kuralları melanositik bir deri lezyonunun benign, şüpheli (borderline) veya
malign olup olmadığı sorusuna cevap vermek için geliştirilmiştir. Bu kriterlerin
değerlendirilmesi için toplam dermoskopi skoru (TDS) denilen skorlama sistemi kullanılır
(tablo III). Bu sistem sayesinde lezyonların malignite potansiyeli hesaplanabilir (66,69).
Asimetrinin değerlendirilmesinde lezyon 90 derecelik açı ile bölünerek iki eksende
olmak üzere incelenir. İki eksende de asimetri yoksa skor 0, bir eksende asimetri varsa skor
1, iki eksende asimetri varsa skor 2 olarak değerlendirilir (66).
Sınır değerlendirmesi, lezyonun çevresindeki pigment sonlanma paterninin keskin
ve aniden veya azalarak ve belirsiz olmasına dayanmaktadır. Sınır değerlendirilmesinde
lezyon 8 eşit parçaya ayrılır. Her parçada ani sonlanma varsa skor 8, tüm parçalarda
kademeli sonlanma varsa skor 0 olarak hesaplanır (66).
Renk değerlendirilmesinde dermoskop ile belirlenen beyaz, kırmızı, açık
kahverengi, koyu kahverengi, mavi-gri ve siyah olarak 6 renk tanımlanmıştır. Dört renk
(dermaepidermal bileşkedeki melanin açık ve koyu kahverengi, stratum korneum veya üst
granüler tabakadaki melanin siyah, papiller dermisteki melanin mavi-gri) melaninin
15
derideki yerleşim seviyesine göre belirlenmiştir. Beyaz renk regresif değişiklikler ile,
kırmızı ise enflamasyon veya yeni damar oluşumu ile meydana gelmektedir. Renk
skorlaması belirtilen renklerin varlığına göre 1 ile 6 arasında olacak şekilde hesaplanır
(66).
Dermoskopik özellikler yapısız alanlar, pigment ağı, dallanan damarlar (streaks),
dotlar ve globüller olarak belirlenmiştir. Yapısız alanlar %10’dan fazla ise, dotlar ve
dallanan damarlar ikiden fazla ise, globüller birden fazla ise sayılırlar. Melanositik
nevüslerin %90’ından fazlasında üç veya daha az yapısal bileşen bulunurken malign
melanomların %73’ünde dört veya daha fazla yapısal bileşen bulunmaktadır (47,66).
Tablo III: Toplam dermoskopi skoru (TDS) hesaplanması (66):
Asimetri X 1.3 +
Sınır X 0.1 +
Renk X 0.5 +
Dermoskopik yapılar X 0.5 =
Toplam Dermoskopik Skor
Total dermoskopi skoru hesaplandırıldıktan sonra bulunan sonuca göre lezyonun
malignite şüphesi açısından değerlendirilmesi gereklidir (tablo IV). Bu skor hastanın
izlenmesi ve lezyonun eksizyon kararının verilmesinde önemlidir (66,69).
Tablo IV: Toplam dermoskopik skorun (TDS) değerlendirilmesi (66):
TDS
Değerlendirme
1.0 – 4.75
Benign melanositik nevüs
4.75 – 5.45
Şüpheli lezyon; yakın takip veya eksizyon
> 5.45
Yüksek riskli lezyon
16
2.3. MELANOSİTİK NEVÜS VE MALİGN MELANOM İLİŞKİSİ
Malign melanom insidansı ve mortalitesi son yıllarda artış göstermektedir. Diğer
kanserlere göre önlenebilmesi en mümkün ve erken dönemde tanı konulursa hastaların
yaşam sürelerinin uzun olması beklenen bir kanser olduğundan, melanom erken tanısı için
tarama yöntemlerinin önemine dikkat çekilmektedir (31,56,70,71).
Saptanması kolay olan melanositik nevüs sayısı ve klinik görünümü bu nedenle
önem kazanmaktadır. Melanositik nevüs sayısı ve boyutunun artışı malign melanom risk
faktörü olarak kabul edilmektedir (23,32-34,36,55,58,61,72-74).
Malign melanom risk faktörlerinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiş
birçok çalışma mevcuttur (28,32,34,36,58,61,74). Birçok epidemiyolojik çalışmada,
vücuttaki toplam melanositik nevüs sayısının malign melanom gelişmesinde en önemli
bağımsız risk faktörü olduğu gösterilmiştir (27,34,58,61,62,72,74,75). Garbe ve
arkadaşlarının Almanya’da yaptıkları çalışmada edinsel melanositik nevüs sayısının
artması ile malign melanom oluşum riskinin lineer olarak arttığı belirtilmiştir (34). Ayrıca
malign melanom risk faktörleri olarak nevüs çapının 7 mm’den büyük olması, nevüs
rengindeki değişiklikler, düzensiz kenar özelliklerinin de önemli olduğu vurgulanmıştır
(61).
Bazı araştırmacılar melanositik nevüs sayısının artması ile artış gösteren malign
melanom riskinin özellikle yüzeyel yayılan malign melanom için geçerli olduğunu
saptamıştır (28,58,61). Rokuhara ve arkadaşları ise Japonya’da gerçekleştirdikleri
çalışmalarının sonucunda fazla sayıda edinsel melanositik nevüs bulunmasının akral
yerleşimli malign melanom için risk faktörü olduğunu belirtmişlerdir (74).
Melanositik nevüs sayısının artışı ile melanom riski arasındaki ilişkiyi açıklamak
için birkaç hipotez öne sürülmüştür. Swerdlow ve arkadaşları; çok sayıda nevüse sahip
olan kişilerde potansiyel olarak malignite dönüşüm riski olan nevosellüler hücrelerin de
sayısını arttırabileceği, nevüsteki nevomelanositlerin kümelenmesinin tek tek yerleşen
nevomelanositlere göre daha fazla malign dönüşüm ihtimali taşıyabileceği ve
fazla
sayıdaki nevüslerin genetik olarak yüksek riskli melanositlere sahip olabileceği görüşleri
üzerinde durmuştur (61).
17
Malign melanomların bir bölümünün öncül lezyonunun melanositik nevüsler
olduğu düşünülmektedir (24,32,33,58). Malign melanomların %20 ile %60’ında histolojik
olarak melanositik nevüs varlığı saptanması bu görüş için önemli bir kanıt oluşturmaktadır
(28,76,77). Purdue ve arkadaşları nevüs ilişkili melanomların daha ince olduğunu ve
gençlerde görüldüğünü bulmuştur. Nevüs ile ilişkili bu melanomların daha çok gövde
yerleşimli, yüzeyel yayılan tipte olduğu ve vücuttaki melanositik nevüs yoğunluğunun
arttığı sonuçları saptanmıştır (28).
Melanositik nevüslerin malign melanom için hem risk faktörü hem de öncül lezyon
olması nedeniyle melanositik nevüs gelişiminde sorumlu faktörleri araştıran birçok çalışma
bulunmaktadır. Hem melanositik nevüs hem de malign melanom için ana çevresel risk
faktörü olarak güneş ışını maruziyetinin önemi vurgulanmaktadır (18,34,78). Edinsel
melanositik nevüslerin çocukluk ve ergenlik çağında oluştuğu ve edinsel melanositik nevüs
sayısının genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülmektedir (32). Güneş maruziyetinin
miktarı ve şiddeti çocukların melanositik nevüs sayısının artmasında önemli yer
tutmaktadır (31,78). Çalışmalarda açık ten rengi, kızıl saçlar, mavi gözler, çillenme ve
bronzlaşma eğilimi gibi deri tipi özelliklerinin melanositik nevüs gelişiminde rol oynadığı
belirtilmiştir (31,34,61,78).
Whiteman ve arkadaşları tarafından geliştirilen hipoteze göre melanom oluşumu ve
güneş ışını etkisi için iki farklı yolun bulunduğu varsayılmaktadır. İlk görüşe göre nevüs
gelişimine yatkın kişilerde, melanositlerin gelişiminde tümörogenezin erken safhalarında
güneş ışığına gerek duyulmaktadır ve sonrasında tümörün ilerlemesinde konağa ait
faktörler etkili olmaktadır. Diğer görüşe göre ise nevüs oluşum riski daha az olan kişilerde,
malign melanom oluşuması için daha uzun süreli ve daha yoğun güneş ışını maruziyeti
gerektiği yönündedir (79). Prude ve arkadaşlarının nevüs yoğunluğu ile ilgili bulguları ilk
hipotezi destekler niteliktedir (28).
Malign melanom gelişen vücut bölgesindeki melanositik nevüs yoğunluğunun diğer
vücut bölgelerinden daha fazla olduğu ve melanom bölgesinin saptanmasında önemli
olduğu düşünülmektedir. Rhodenas ve arkadaşlarının çalışmasında bu düşünce
doğrulanmıştır ve günümüze kadar olan çalışmalardaki bulgulara dayanarak özellikle
bacak bölgesindeki toplam melanositik nevüs sayısının, melanom riski için iyi bir belirteç
olduğu üzerinde fikir birliğine varılmıştır (58).
18
2.4. SON DÖNEM BÖBREK YETMEZLİĞİ
Kronik böbrek yetmezliği (KBY) uzun süren, ilerleyici, böbrek fonksiyonlarının
geri dönüşümsüz olarak bozulmasıyla üremi tablosunun ortaya çıktığı böbrek hastalığıdır.
Kronik böbrek yetmezliği mutlaka nefron sayısı ve nefron fonksiyonlarında azalma ile
sonuçlanır. Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) ise böbrek fonksiyonun geri
dönüşümsüz kaybı ile karakterize olup, hayatı tehdit eden üremiden korunmak için hastaya
devamlı olarak diyaliz veya renal transplantasyon gibi renal replasman tedavilerinin
uygulandığı klinik bir tablodur. Üremi, tedavi altındaki veya tedavi edilmemiş akut veya
kronik böbrek yetmezliğinin sonucu oluşan tüm organlardaki fonksiyon bozukluğunu
yansıtan klinik ve laboratuar bir sendromdur. Böbrek fonksiyonları akut hasar sonrası
tekrar kendi fonksiyonunu kazanabilir. Kronik böbrek hastalıkları sonrası hastaların
%90’ından fazlasında SDBY gelişmektedir (2).
Çocukluk döneminde kronik böbrek yetmezliği genel olarak konjenital anomaliler
ve enfeksiyonlar nedeniyle oluşmaktadır. Kronik böbrek yetmezliği nedenleri erişkinlerde
ise glomerulonefritler, hipertansiyon ve diyabetik nefropati, ürolojik hastalıklar, kronik
tubulointerstisyel/piyelonefritler olarak sayılabilir. Bunların dışında sistemik hastalıklar,
obstruktif üropatiler, ailesel nefropatiler, amiloidoz ve renal vasküler hastalıklar KBY’ne
yol açabilen diğer hastalıklar arasında yer almaktadır (2,80).
Böbrek hasarı olsun veya olmasın, glomeruler filtrasyon değerinin (GFD) en az 3
ay süre ile 60ml/dakika/1.73m2’nin altında olması kronik böbrek yetmezliği olarak
tanımlanmıştır (1).
Kronik böbrek yetmezliği hastaların takibi ve tedavilerinin düzenlenebilmesi ve
standardize edilebilmesi amacıyla evrelendirilmiştir (tablo V) (1,2).
19
Tablo V: Kronik böbrek yetmezliği evrelendirmesi (1)
Evre
1
2
3
4
5
Tanımlama
Artmış risk
Böbrek hasarı var ama GFD normal veya artmış
Böbrek hasarı var, GFD hafif azalmış
Orta derecede azalmış GFD
Şiddetli derecede azalmış GFD
Börek yetmezliği
GFD ml/dakika/1.73m2
>= 60 (risk faktörleri)
>= 90
60-89
30-59
15-29
<15
Kreatinin klirensinin 10-15ml/dk’ya düşümesi, BUN 100mg/dl ye ulaşması ve
üremik komplikasyonların ortaya çıkışı ile hasta SDBY’ne girmiş kabul edilir ve düzenli
renal replasman tedavisi uygulamasına başlanılır. SDBY durumunda tedavi seçenekleri
hemodiyaliz, sürekli ambulatuar periton diyalizi veya renal transplantasyondur (2,80).
Üremik sendrom böbrek fonksiyonlarının yetersizliğine bağlı olarak üremik
toksinlerin birikmesidir. En iyi diyalize edilen hastalarda bile üre klirensi fizyolojik
klirensin altıda biri kadar olmaktadır. Normal böbrek fonksiyonlarının aksine, diyaliz ile
üremik toksinlerin uzaklaştırılması aralıklıdır ve tek basamaklı membrana bağlı bir
işlemdir. Bunun sonucunda ise böbreklerin devamlı fonksiyonu ile oluşan sabit temizlenme
ve
atım
oranından
farklı
olarak
üremik
toksinlerin
testere
dişi
gibi
farklı
konsantrasyonlarında olması sonucunu doğurmaktadır (1,80).
Avrupa Üremik Toksin Çalışma Grubu verilerine göre 90 bileşen üremik toksin
olarak sayılmaktadır (tablo VI) (81).
20
Tablo VI: Üremik toksinler ve etkileri (81)
Düşük moleküler ağırlıklı
suda çözünen üremik
toksinler
Üre
Kreatinin
Fosfat
Glomerulopressin
Guanidinler
Poliaminler
Trihalomethanlar
Orta moleküler ağırlıklı
üremik toksinler
Beta2 mikroglobulin
Leptin
Adrenomedullin
Sitokinler
Proteine bağlanan
sitokinler
CMPF
İndoksil sülfat
Hippurik asit
Homosistein
P-cresol
AGEs(advanced
glikozizasyon son ürünleri)
Etki
Isı
şok
proteinlerinin
uyarılması,
makrofaj
proliferasyonunun uyarılması, oksidatif stres yanıt
transkripsiyon faktörü ekspresyonunun artması
Klorid
kanal
blokajı,
kültüre
myokard
hücre
kontraktilitesinde azalma, toksik bir metabolit olan metil
guanidin ön maddesi
Yüksek fosfat seviyeleri kaşıntı ve hipeparatiroidizm ile
ilişkili, poliamin indirgenmesindeki enzim inaktivasyonu,
intestinal disfonksiyon
Hiperfiltrasyon ve glomeruler skleroz
Nörotoksik
Bulantı, kusma, ataksi, nöbet, hipotermi ve immun
yetmezlik
Mutajenik, karsinojenik, spontan abortus
Etki
Osteoartiküler amiloid birikimi
Normalde metabolik hızı arttırır ve gıda alımını azaltır
Hipertansiyon, konjestif kalp yetmezliği, KOAH, böbrek
yetmezliği ve sirozda plazmada artmış oranlarda bulunur
Diyaliz işleminin kendisi IL-1, TNF, IL-6 gibi sitokinlerin
salınımına neden olur. Bu sitokinler makrofajlardan β-2
mikroglobulin salınımı ve HLA klas I MHC ekspresyonunu
üzerine etkilidir
Etki
Anemi, tiroid hormonlarında azalma, nörolojik bulgular
Glomerular skleroz
İnsulin rezistansı, glikoz intoleransı
Vasküler düz kas hücre proliferasyonu, trombotik
komplikasyonlarda artış
Fagositoz sonrası lökosit yanıtında azalma, PAF sentez
inhibisyonu, enfeksiyonlara yatkınlık
Atherosklerozda artış, nitrik oksit sentezinde artış
Son dönem böbrek yetmezliği olan hastaların dermatolojik muayenesinde hastaların
%50-100’ünde en azından bir deri belirtisi saptanmaktadır. Deri değişiklikleri, kronik
böbrek yetmezliğine yol açan hastalığın bir sonucu olabileceği gibi, kronik böbrek
yetmezliğinin bir bulgusu olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Kaşıntı en sık görülen deri
semptomudur. Böbrek yetmezliğinin tedavisindeki gelişmelere rağmen kronik böbrek yetmezliğinde halen ciddi dermatolojik sorunlarla karşılaşılmaktadır (82).
21
TabloVII: Kronik böbrek yetmezliğinde görülen deri, tırnak ve mukoza bulguları (82)
Deride görülen semptom ve bulgular
• Deri renginde değişiklik
o Solukluk
o Deride kirli sarı, soluk renk
o Hiperpigmentasyon
• Kserozis
• Akkiz ihtiyoz
• Elastozis
• Deride peteşi, purpura ve ekimozlar
• Deri turgorunda azalma
• Üremik frost
• Pruritus
• Spesifik hastalıklar
o Perforan dermatozlar
o Foliküler hiperkeratoz
o Metastatik kalsifikasyon
ƒ Benign nodüler kalsifikasyon
ƒ Kalsiflaksi
• Büllöz dermatozlar
o Porfiria kutanea tarda
o Psödoporfiri
• Fototoksik reaksiyonlar
• Amiloidoz
• Prekanseröz ve kanseröz deri lezyonları
• Arterio-venöz şant dermatiti
• Psödo-kaposi sarkomu
• Enfeksiyonlar
• Nefrojenik fibrozan dermopati
Tırnak lezyonları
• Tırnaklarda longitudinal çizgilenme
• Half and half nail
• Tırnaklarda çabuk, kolay kırılma
• Tırnak distrofisi
• Beyaz tırnak
• Onikoliz
• Splinter hemorajiler
• Beau çizgileri
• Tırnaklarda lineer pigmentasyon
• Yüksük tırnak
Oral mukoza lezyonları
• Kserostomi
• Oral kandidiyazis
• Gingivostomatit
• Halitozis
22
2.4.1. Son Dönem Böbrek Yetmezliğinin İmmun Sistem Üzerine Etkileri
Üreminin immun sistem üzerine etkileri hem humoral hem de hücresel immuniteyi
ilgilendirmektedir. Böbrek yetmezliğinin erken dönemi ile başlayan immun sistemdeki
değişiklikler hemodiyalizin de etkisi ile artış göstemektedir (6).
İmmun sistemdeki bozukluklar kronik böbrek yetmezliğinin ilk aşamasında
başlamaktadır. Bu bozukluk üreminin ilerlemesi ile artmakta ve diyaliz işlemi ile daha da
belirgin hale gelmektedir (3,6).
Nedenden bağımsız olarak son dönem böbrek yetmezliğinde, hem spesifik hem de
nonspesifik immunitede azalma mevcuttur. Bu bulgu ilk olarak 1950’li yıllarda böbrek
yetmezliği olan hastaların deri homograftlarında yaşam sürelerinin uzamasının
gözlemlenmesi ile bildirilmiştir. Daha sonraki yıllarda son dönem böbrek yetmezliğinin
tedavi seçeneklerinden olan hemodiyalizde kullanılan ortam, maddeler ve yöntemlerin bu
bozukluğu daha da arttırdığı bulunmuştur (3).
Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) hastalarında görülen kutanöz anerji T hücre
aracılı gecikmiş tip immun yanıtın bozulduğunun göstergesidir. Benzer şekilde,
hipersensitivite reaksiyonları ve diyaliz ekipmanının sterilizasyonunda kullanılan etilen
okside karşı IgE antikorları oluşması ise B hücrelerinin anormal fonksiyonunu işaret
etmektedir (3,83,84).
Üremik hastaların serumundaki toplam T lenfosit sayısı azalmıştır. Bu azalma hem
CD4+ hem de CD8+ T lenfositlerde olduğundan CD4+ / CD8+ oranı normal sınırlarda
kalmaktadır. Bazı araştırmacılar ise gerçekleştirdikleri çalışmalarda CD4+ hücrelerin
azaldığı, CD8+ hücrelerin arttığı yönünde bulguları saptadıklarından bu oranın azaldığını
veya değişmediğini savunmaktadır (6,85). Son yıllarda yapılan çalışmalarda, üremik T
lenfositlerin birçok mitojen uyarısına veya allojenik lenfositlere yanıtında azalma olduğunu
göstermektedir. T lenfositlerin bu bozulmuş çoğalması sonucunda IL-2 ve IFN-gama
üretiminde azalma oluşmaktadır (3,86).
Erken dönemde yapılan çalışmalarda üremik plazmada T hücrelerinin çoğalma
yanıtı belirgin olarak azalma saptanmıştır. Guanidin derivelerinden özellikle metilguanidin,
orta molekül ağırlıklı maddeler, düşük dansiteli lipoproteinler ve prostoglandin E2 kişisel
toksinler arasında sayılabilmektedir. Bunlar dışında üremik toksinler olarak adlandırılan
tam tanımlanmamış diğer maddeler asıl olarak T hücre defektinde rol oynamaktadır
(3,81,87).
23
Monositler tarafından yapılması gereken antijen işlenmesinde veya T hücrelerine
sunulmasında oluşan değişiklikler T hücre fonksiyonlarının azalmasında rol oynayan diğer
bir etken olduğu öne sürülmüştür. Stachowski ve arkadaşları üremik ortamda T hücre
reseptör (TCR) seviyesindeki değişiklikleri incelemiştir. Bu araştırmada, üremik ortamda
antijenlere karşı azalmış olan T hücre yanıtının TCR/CD3 reseptör kompleksinde downregülasyon sonucunda oluştuğunu bulunmuştur (3,88).
Son yıllarda, hemodiyaliz tedavisi ile B hücre fonksiyonları hakkında hem
yetmezlik hem de aktivasyon olduğu yönünde bulgular mevcuttur (3). Son dönem böbrek
yetmezliği hastalarında serum IgG, IgM, IgA seviyeleri genel olarak normal olsa da
spesifik antikorlara karşı yanıt belirgin derecede baskılanmıştır. Bu özellikle aşılamalar
sonrası yanıtları değerlendiren çalışmalar ile aydınlatılmıştır. Yine de bu defektin B
lenfositlerin kendine ait mi olduğu yoksa T ve B lenfositler arasındaki etkileşim problemi
nedeniyle mi oluştuğu tam bilinmemektedir. İn vitro olarak, hemodiyaliz hastalarında T
hücre aracılı uyarı sonrasında B hücrelerinden üretilen IgG miktarı anormal derecede
düşük saptanılmıştır. Herhangi bir uyaran olmadığı durumda ise B lenfositlerin anormal
derecede fazla miktarda IgG ve IgM ürettikleri gösterilmiştir (3,89).
Enfeksiyonlar SDBY hastalarında önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olmaya
devam etmektedir. Enfeksiyonlara duyarlılığın artışı üremi nedeniyle oluşan immun
sistemdeki değişikliklere bağlanmaktadır. Kişinin bakteriyel enfeksiyonlar ile savaşında
bakterinin ortadan kaldırılmasında fagositik polimorfonüklear hücreler çok önemli rol
oynamaktadır. SDBY’de fagositoz yapan ve reaktif oksijen radikalleri üreten nötrofillerin
sayıları normal iken, mikroorganizmaları öldürme yetenekleri azalmıştır (4).
2.4.2. Hemodiyaliz Hastalarında İmmun Sistem
Kronik hemodiyaliz hastalarında hem B hem de T hücrelerin rol oynadığı immun
sistem fonksiyonlarında bozulma vardır. Bu durum sonucunda derinin gecikmiş tip aşırı
duyarlılığında azalma, enfeksiyonlara duyarlılık ve malign tümörlerin insidansında artış
oluşmaktadır (5-7,9).
Son dönem böbrek yetmezliğinde (SDBY) immun sistemde değişiklikler ve
enfeksiyon riskinde artış olduğu bilinmektedir. Hemodiyaliz hastalarının sepsisten ölüm
riski normal popülasyona göre 100-300 kat artmış bulunmaktadır (5).
Hemodiyaliz hastalarındaki edinsel immünite bozukluk nedenleri çeşitlidir. Üremi,
hemodiyaliz işleminin kendisi, kronik böbrek yetmezliği komplikasyonları ve tedavide
24
kullanılan tıbbi işlemler immuniteyi etkileyen faktörler olarak sayılabilir. Mevcut
bilgilerimize göre, hemodiyaliz hastalarının edinsel immunite bozukluğu T lenfositler ve
antijen sunan hücreleri ilgilendirmektedir. T lenfosit aracılı immun yanıtın bozuk olması
enfeksiyonlara yatkınlık ve aşı yanıtında yetersizliğe yol açmaktadır. Moleküler düzeyde
antijen sunan hücreler ve T hücreler arasındaki etkileşimin major histokompatibilite
kompleksi seviyesinde bozulduğu düşünülmektedir (5,90).
Hemodiyaliz hastalarında enfeksiyonlara yatkınlığı arttıran tek etken edinsel
immunite bozukluğu değildir. Hemodiyaliz işleminin kendisi öncelikle deri bariyer
fonksiyonunun bozulması açısından önemlidir. Bu hastalarda nötrofillerin kemotaktik,
fagositik ve bakterisidal aktivitelerinde azalma mevcuttur. Hemodiyaliz membran bileşimi
ve geçirgenliği T lenfositlerin apopitozunu etkilemektedir. Diyaliz membranının
kompleman sistemini alternatif yoldan aktive ederek monositleri ve monokin üretimini
aktive eder. Bu aktivasyon da edinsel immunite üzerine olumsuz etki oluşturmaktadır
(5,91-93).
T helper tip 1(Th1) ve T helper tip 2(Th2) sitokinleri immun yanıtın oluşumunda
önemli rol oynayan faktörlerdir ve bu hücrelerin bozulmuş olan fonksiyonları immun
durumun değişmesine neden olmaktadır. Daichou ve arkadaşlarının 22 hemodiyaliz hastası
ile yapılan çalışmalarında, T hücre fonksiyonlarının hemodiyaliz hastalarında belirgin
derecede azalmış olduğu saptamıştır. Bu çalışmanın bulgularında; CD4+ T helper
hücrelerde azalma (hemodiyaliz ve üremide enfeksiyonlara yatkınlık), CD8+ T sitotoksik
hücrelerde artma, CD4/CD8 oranında azalma, CD19+ B hücrelerde azalma (hemodiyalizde
antikor yanıtında azalma), NK hücrelerin sayısında artış ama sitotoksik fonksiyonlarında
azalma, IL-2 üretiminde azalma, IFN-gama seviyesinde artış (diğer çalışmalarda azalma
veya değişiklik olmadığı öne sürülmekte) saptanmıştır. Bu sonuçlar ışığında hemodiyaliz
hastalarında hem Th1 ile indüklenen hücresel immunite hem de Th2 ile uyarılan humoral
immunitenin azaldığı görüşü desteklenmiştir. Çalışmanın sonuçları ile, hemodiyaliz
tedavisi gören SDBY hasta grubunda, klinikte artmış oranda görülmekte olan enfeksiyon
ve malignitelerin oluşumu ile korelasyon izlenmektedir (6).
Mevcut çalışmalar son dönem böbrek yetmezliğinde kanser sıklığının arttığını
göstermektedir. Maisonneuve ve arkadaşları geniş bir kohort çalışma ile hemodiyaliz
tedavisi gören hastalarda kanser riskini araştırmıştır. Bunun için 14 yıllık dönemde üç
ülkedeki (Amerika, Avrupa ve Avustralya) diyaliz merkezlerinde 1980-1994 yılları
arasında hemodiyaliz tedavisi gören 831,834 hastanın bilgileri retrospektif olarak
incelenerek bulgular 2,045,035 kişinin izlendiği kanser veri tabanı ile karşılaştırılmıştır.
25
Tüm kanserler ele alındığında SDBY hastalarında kanser riski artmış oranda saptanmış ve
tümör tipleri transplantasyon sonrasında görülenlere benzer bulunmuştur. Ama deri
kanserini karşılaştırmak için yeterli veri bulunmadığı belirtilmiştir. Artmış kanser riski
altta yatan böbrek veya üriner sistem hastalığına, renal fonksiyonlardaki kayıba veya viral
karsinogenezdeki artış ile ilgili olabilir. Muhtemel risk özellikle gençlerde fazladır. SDBY
de en etkili tedavi renal transplantasyon olsa da halen en sık kullanılan tedavi yöntemi
diyalizdir. Diyaliz hastaları özellikle üriner sistemde olmak üzere kronik enfeksiyon
varlığı, immun sistemde zayıflama, daha önceden immunsupresif veya sitotoksik ilaçlar ile
tedavi görmüş olmak, beslenme yetersizlikleri ve DNA tamir sürecindeki bozukluklar
nedeniyle artmış kanser riski ile karşı karşıya kalmışlardır. Ek olarak böbrek yetmezliğine
neden olan hastalığın tipi, bu hastalıkla ilişkili kalıcı metabolik değişiklikler, edinsel kistik
hastalık gibi komplikasyonların varlığı kanser oluşumuna katkıda bulunmaktadır (9).
2.4.3. Son Dönem Böbrek Yetmezliği Tedavi Seçenekleri
Son dönem böbrek yetmezliğinin (SDBY) tedavi seçenekleri renal replasman
tedavileri olarak tanımlanan diyaliz ve renal transplantasyondur. Tedavinin başlıca amacı,
hastaların hayat süresinin uzatılmasıdır. Ayrıca hastaların hayat standardının da en iyi
düzeyde tutulması hedeflenmektedir. Son yıllarda immünsüpresif ve antimikrobiyal
tedavilerde, infeksiyonların kontrolü ve cerrahi tekniklerde sağlanan gelişmeler sayesinde
böbrek transplantasyonu en fazla tercih edilen, en başarılı tedavi yöntemi haline gelmiştir.
Ancak yeterli sayıda böbrek donörü bulunamadığından hastaların çoğu diyaliz tedavisine
devam etmektedir. Bu durumda diyaliz tedavisi, SDBY hastalarında temel tedavi olma
özelliğini sürdürmektedir. Kronik böbrek yetmezliği tedavisi evrelere göre planlanmaktadır
(tablo VIII) (1).
26
TabloVIII: Kronik böbrek yetmezliği tedavi planı (1)
Evre
1
2
3
4
5
Tanımlama
Plan
Artmış risk
Tarama, KBY riskinin azaltılması
Böbrek hasarı var ama GFD Tanı ve tedavi
normal veya artmış
Eşlik eden sorunların tedavisi
İlerlemenin yavaşlatılması
Kardiyovasküler riskin azaltılması
Böbrek hasarı var, GFD hafif İlerleme hızının hesaplanması
azalmış
Orta dercede azalmış GFD
Komplikasyonların
değerlendirilmesi
tedavisi
Şiddetli dercede azalmış GFD Renal replasman tedavisi için hazırlık
Börek yetmezliği
Renal replasman tedavisi (üremi varsa)
ve
Tedavi seçeneklerinin tercihi ülkeden ülkeye büyük farklılıklar gösterir. Tedavi tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de oldukça pahalıdır. Renal replasaman tedavisine
ilerlemiş kronik böbrek hastalığının hangi aşamasında başlanması gerektiği önemlidir. Bu
kararın verilmesinde laboratuar verilerinin yanısıra klinik belirti ve bulguların da göz
önünde tutulması gereklidir (80).
Bu replasman tedavilerinden biri olan diyaliz, kandaki toksik maddelerin ve fazla
sıvının yarıgeçirgen bir membran yardımı ile, nefron taklit edilerek süzülmesi böylece sıvı
ve elektrolit dengesinin sağlanmasıdır. Sıvı ve solüt değişiminin diffüzyon ve
ultrafiltrasyon olmak üzere iki temel prensibi vardır. Difüzyon, membranın iki yanındaki
konsantrasyon farkı nedeniyle çözünmeyen maddenin konsantrasyonu yüksek olan taraftan
düşük olan tarafa hareketidir. Ultrafiltrasyon ise uygulanan basınç nedeniyle membranın
bir tarafından diğer tarafına sıvı transferidir ve sıvı beraberinde içeriğindeki çözünmeyen
maddeleri de götürdüğünden bu maddelerin değişimine katkıda bulunmuş olur. Diyaliz
tedavisi hemodiyaliz ve periton diyalizi olmak üzere iki şekilde uygulanmaktadır (80).
Diyaliz endikasyonları; üremik sendrom (bulantı, kusma, iştahsızlık, malnutrisyon,
hipoalbuminemi, kaşıntı, üremik serözit, üremik akciğer, ansefalopati, nöropati, üremik
kanama), konvansiyonel tedavilere cevap vermeyen hiperpotasemi, tıbbi tedaviye refrakter
metabolik asidoz, ekstrasellüler hacim genişlemesi, hiperkalsemi, metabolik alkoloz,
hiponatremi, çocuklarda gelişme geriliği, kanama diyatezi, kreatinin klirensinin 1.72m2 de
10cc/dk’dan küçük olması olarak sayılabilir (2,80).
27
Renal transplantasyon SDBY’indeki hastaların, fizyolojik görevini yapamayan
böbrekleri yerine canlı veya kadavradan alınacak, fonksiyonları normal olan böbreğin
cerrahi yöntemler ile nakledilmesidir. Donör ve alıcı genetik olarak aynı olmadıkça greft
antijenlerine
karşı
immunolojik
red
cevabı
oluşacaktır.
Bu
nedenle
hastalara
immunsupresyon uygulanması gereklidir. İmmunsupresyonda esas amaç, alıcıda, ilaçların
minimal yan etkisi ile, grefte karşı farmakolojik spesifik bir tolerans oluşturmak, red
oluşumunu, 3 sinyali (antijeni tanıma- kostimülasyon- proliferasyon) engellemektir. Bu
nedenler ile alıcıya immunsupresif tedavi uygulaması klinikte en başarılı olmuş yöntemdir
(2,80).
2.4.4. Transplantasyon Sonrası İmmunsupresif Tedavi Seçenekleri
İdeal bir immunsupresif rejim, alıcının donör antijenlerine cevabını minimal yan
etki ile zayıflatan ama vücudun greft dışı antijenlere cevabını etkilemeyen tedavinin
seçilmesidir. İmmun sistemin antijeni tanımasını veya aktive hücre proliferasyonunu
azaltan tedaviler selektif etkili kabul edilir. Günümüzde kullanılan immunsupresif ilaçlarla
oluşturulan protokollerin selektif özellikleri gittikçe artmaktadır. Farklı grup ilaçların
kombine kullanımları, hem sinerjik etki sağlamakta hem de doz azaltımını mümkün kılarak
istenmeyen ya etkileri önlemekte, böylece en uygun greft yaşamı ve transplantla yaşamın
kalitesinde artma mümkün olmaktadır (94,95).
İmmunsupresyonda amaç antijen tanınmasında ve red olayının oluşmasında kilit
pozisyonda bulunan T hücrelerinin antijeni tanıma ve çoğalma, diferansiye ve kolonize
olma, antikor yapımı işlevinin baskı altına alınmasıdır (95).
28
Tablo IX: İmmunsupresif ilaçlar ve stratejik etki mekanizmaları (95)
İmmunsupresif ilaç
Etki mekanizmaları
Azathiopurin (AZT)
Lenfositlerin mitotik aktivitesini, nukleosid sentezini
Mikofenolat mofetil (MMF)
bloke ederek üretimini engelleyen ajanlar
Steroidler
Antijen uyarımı sonucu oluşan efektör hücreleri ölmesine
yol açan veya fonksiyonunu bozan ajanlar
Siklosporin
Kalsinörin enzimini inhibe ederek aktive T hücrelerinden
Takrolimus
interlökin-2 (IL-2) sentezini engelleyen ajanlar
Rapamisin hedef (TOR)
Lenfositlerin sitokinlere yanıtını inhibe eden ajanlar
inhibitörleri
Sirolimus
Everolimus
Monoklonal antikorlar(OKT3) Grefte karşı immun reaksiyonlarda anahtar rolü oynayan
Poliklonal antikorlar
antijenlerin yüzey belirteçlerini tahrip eden antikorlar
Antilenfosit globulin(ALG)
Antitimosit globulin (ATG)
Basiliximab
IL-2 reseptörünü bloke eden antikorlar
Daclizumab
Azathiopurin (AZT): Özellikle B ve T hücre klonal proliferasyonu etkiler.
Monosit ve granülosit hücre proliferasyonu azaltır. Ultraviyolenin neden olduğu deri
tümörlerinin incelendiği bir çalışmanın sonucunda azathiopurin deri karsinomlarının büyük
bir bölümünü oluşturan, güçlü tümör başlatıcı ilaç olduğu bulunmuştur. AZT ve
metabolitlerinin ultraviyoleye karşı fotosensitiviteyi de arttırdığı düşünülmektedir
(11,95,96).
Mikofenolat mofetil: Uyarılmış B ve T lenfositlerinde de-novo purin nukleotid
sentezini geri dönüşümlü olarak inhibe eder. Aktive olmuş lenfositlerin proliferasyonu ve
primer antikor cevabı bozulur ama sekonder antikor cevabı etkilenmez (95,96).
Steroidler: Antijen sunumunu inhibe eder sitokin yapımını bozar, özellikle yüksek
dozlarda T hücre kaynaklı sitokin yapımını etkiler, proliferasyonlarını engeller. Aktive
makrofajları suprese ederek toksik etkilerini durdurur, apoptozunu arttırır. Ayrıca antijen
sunan hücre ko-stimulasyon fonksiyonunu bozarak MHC ekspresyonunu azaltır,
dolaşımdaki lenfositlerin sayısını azaltarak (lenfoid dokularda kalarak sekestre olurlar) etki
29
gösterirler. Prostaglandin yapımına negatif etki yaparlar. Lenfosit, makrofaj, bazofil sayısı
azalır, nötrofil sayısı arttırır. IL-1, IL-4, IL-6 etkinliği baskılanır, IL-2 salınımı durur.
Lökosit migrasyonu ve genel olarak antijene immun cevabı inibe eder (94,95).
Kalsinörin inhibitörleri:
Kalsinörin inhibitörlerinin UVB ışınları sonrası derideki keratinositlerde DNA
tamir sürecini ve apoptozu azalttığı gösterilmiştir (11).
Siklosporin A: Ana etkisi olarak T hepler üzerine etki eder. IL-2 lenfokin yapımını
kontrol eden genler üzerinden lenfokin yapımını baskılar. Bir çalışmada siklosporinin,
ciddi kombine immun yetmezlikli farede kullanımı ile tümör büyümesini TGF-β
aracılığıyla yaptığı gösterilmiştir. Ayrıca konağın immunitesinden bağımsız olarak
maligniteyi başlatan direkt hücresel etkisi de bulunmaktadır (95,96).
Takrolimus: T lenfosit aktivasyonu ve lenfokin gen transkripsiyon blokeri ve IL-2
sentez inhibitörüdür. Takrolimusun yine TGF-β üzerinden karsinojenik etkileri
bilinmektedir. İmmunyetmezlikli fareler ile yapılan bir çalışmada takrolimunsun doza
bağımlı tümör başlatıcı etkileri saptanmıştır (95,96).
Sirolimus: Sitokin reseptör ilişkisini (IL-2 ve IL-2 reseptör) bloke ederek
lenfositlerin lenfokinlere cevabını ve T hücre proliferasyonunu engeller. Sirolimus p53
geninin ultraviyole ışınları etkisi ile oluşan fosforilasyonunu engellemektedir. Sirolimus ile
yapılan labratuvar çalışmalarında tümör oluşumuna karşı koruyucu etkileri olduğu
doğrulanmıştır (11,95,96).
Sonuç olarak, organ transplantasyon hastalarında kalsinörin inhibitörleri ile yapılan
çalışmalarda, deri kanseri gelişiminde takrolimusun siklosporine göre daha az etkili olduğu
bulunmuştur. Bir antimetabolit olan azathiopurin deri kanseri riskini arttırdığı
düşünülmektedir. Mikofenolat mofetilin deri kanserleri üzerine etkisi hakkında henüz
yeterli bilgi yoktur. Yeni immunsupresif ajanlar olan rapamisin inhibitörleri, sirolimus ve
everolimus, deri kanser riskini azalttığı düşünülen ajanlardır. Yeni bilgiler ise sirolimus
kullanımının organ transplantasyon hastalarında melanom dışı deri kanser riskini
azalttığını gösterilmiştir (11,96).
30
2.5. İMMUNSUPRESYONUN DERİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Birçok hastanın farklı tip kanserleri göz önüne alındığında kanser gelişiminin
multifaktöriyel olduğu düşünülmektedir. Bu nedenler arasında immunite bozuklukları,
onkojenik virüsler, immunsupresif veya kemoterapi tedavilerin onkojenitesi ve kişisel
kanser yatkınlığı sayılabilir (97).
Günümüzde deri, sadece vücudu dış etkenlerden koruyan mekanik bir bariyer
olarak değil, gerçek bir periferik immunolojik organ olarak kabul edilmektedir.
Günümüzde deri immun sistemi (skin immun system-SIS) ve deri ilişkili lenfoid doku
(skin associated lymphoid tissue-SALT) tanımları kullanılmaktadır. Deri klasik bir
sekonder lenfoid organ gibi davranarak tüm hücre tiplerini barındırmaktadır. Dendritik
antijen sunan hücreler olan CD1a pozitif Langerhans hücreleri epidemiste bulunur ve
dermiste bulunan diğer dendritik hücre alt grupları ile birlikte çalışır. Bu hücreler
sayesinde lipid ve glikolipid yapısındaki antjenler MHC sistemi ile birlikte T hücrelere
sunulmaktadır. Antijen sunan hücreler ailesinde dendritik hücreler, primer immun yanıtı
uyarma etkisine sahip olan tek gruptur. Periferik dokularda immatür olarak bulunan
dendritik hücreler, patojen ile temastan sonra bölgesel lenf nodlarına göç eder ve orada
olgunlaşır. Olgunlaşma sonrasında mevcut antijenleri antijen spesifik T hücrelerine
sunarak primer immun yanıtı başlatmış olurlar. Aktive olan T hücreleri antijenin
bulunduğu bölgeye göç eder ve antijen kaynağı olan patojen veya tümör ile karşılaşır.
Dendritik hücreler bunun yanında immun tolerans oluşumunda, B hücre yanıtının
düzenlenmesinde, T hücrelerin Th1 veya Th2 yönünde farklılaşmasında ve natural killer
(NK) hücreler ile ilişkilerde rol oynamaktadır. Sonuç olarak dendritik hücreler tüm
immunolojik yanıt kompleksinin orkestra şefi olarak görev yapmaktadır (98,99).
Tüm immunsupresif tedaviler, farmakolojik (siklosporin, azathiopurine, steroidler
gibi) veya fiziksel (doğal veya yapay kaynaklı ultraviyole ışınlar, PUVA, UVB, UVA gibi)
olanlar, potansiyel olarak deri immun sistemini baskılama kapasitesine sahiptir. Bunun
sonucunda ise deri kanserlerinin insidansında artış oluşmaktadır. Dendritik hücreler
farmakolojik immunsupresif tedavilerin hedef hücrelerinden birini oluşturur. İn vivo
çalışmalarda, organ alıcılarında güneş gören alanlardaki dendritik hücre sayısında ve
antijen sunma yeteneklerinde azalma gösterilmiştir. Yüksek doz steroid tedavisi aynı
31
zamanda dendritik hücre farklılaşmasını ve antijen sunan hücrelerin fonksiyonlarını
azaltmaktadır (98,100).
Renal transplantasyon hastalarında dendritik hücrelerin etkilenmesinin yanında
CD4+ T hücreleri ve CD8+ T hücreleri de azalmış orandadır ve ek olarak NK hücrelerin
fonksiyonlarında bozukluk bildirilmiştir (98,100).
Diğer immunsupresif tedavilerin etkilerine benzer şekilde, UVB ışınlarının derideki
dendritik hücre fonksiyonlarını lokal, sistemik ve sitokinler aracılığı ile azalttığı
gösterilmiştir (98,101).
‘İmmunojenik’ olarak tanımlanmış az sayıda kanser türünden bir tanesi malign
melanomdur. Bu tümörün kontrol altında tutulması ve oluşumunda immun sistemin önemi
bilinmektedir. Malign melanom oluşumu ve immunsupresif tedaviler hakkında literatürde
farklı bilgiler bulunmaktadır. Araştırmaların bir kısmında renal transplantasyon
hastalarındaki malign melanom insidansının normal popülasyona göre 2-10 kat oranında
artmış olduğu bildirilmiştir (102,103). Malign melanom tanısı konulan transplantasyon
hastalarında, primer tümörün histopatolojik incelenmesi imkanı bulunan vakalarda
prekürsör lezyon olarak melanositik nevüs varlığı gösterilmiştir. Penn ve arkadaşlarının
çalışmalarında, transplantasyon öncesine malign melanom nedeniyle tedavi görmüş olan
31 hastanın 6 (%19)’sında transplantasyon sonrası nüx malign melanom oluşumu
bildirilmiş ve bu hasta grubunda relapsın riskinin fazla olduğu vurgulanmıştır (98,104).
Transplant hastalarında malign melanom de novo olarak da oluşmaktadır. Cincinatti
Transplant Tumor Registery arşivlerine göre transplantasyon sonrasında oluşan deri
tümörlerinin %5.2’sini malign melanomlar oluşturmaktadır bu oran normal popülasyonda
ortalama %2.7’dir (98,104).
Fiziksel veya farmakolojik tüm immunsupresif tedaviler derinin immun sistemini
oluşturan hücreleri ve sitokinleri etkileme potansiyeline sahiptir ve sonuçta immunsupresif
tedaviler deri kanserlerinin insidansında artışa yol açmaktadır. Transplantasyon
hastalarında deri kanserleri farklı klinik özellikler gösterdiği ve daha agresif seyir
izlediğinden, deri kanserlerinin erken dönemde tanınması ve tedavisi önemlidir. Bu amaçla
hastalar tecrübeli dermatologlar tarafından sıkı takip edilmelidir. Güneş ışınlarının deri
immun yanıtını azalttığı bilindiğinden mutlaka hastalara güneşten korunmaları
önerilmelidir (98).
Kinlen ve arkadaşları, 3823 renal transplantasyon hastası ve 1349 en az 3 aydır,
herhangi bir nedenle, azathiopurine, siklofosfamid veya klorambusil ile tedavi gören
hastada kanser sıklığını araştırmışlardır. Çalışma sonucunda renal transplant hastalarında
32
hodgkin
lenfoma,
deri
ve
mezankimal
tümörlerde
belirgin
artış
saptanmıştır.
Transplantasyon grubu dışındaki diğer hasta grubunda aynı oranda olmasa da aynı tür
kanserlede artış bulunmuştur. Bu bulgular sonucunda immunsupresif ilaçlar nedeniyle
oluşan immun sistem bozukluğunun bazı kanser türlerinde artış ile sonuçlandığını öne
sürmüşlerdir (105).
2.5.1. İmmunsupresyon ile Melanositik Nevüs ve Malign Melanom İlişkisi
Deri kanserleri için immunsupresyon iyi bilinen bir risk faktörüdür. Değişik
nedenlere bağlı oluşan immunsupresyon ile malign melanom insidansının artışı arasındaki
ilişkiyi araştıran birçok çalışma mevcuttur (13,14,16,17). Araştırmaların çoğu renal
transplantasyon gibi uzun süreli immunsupresif tedaviler kullanmakta olan hasta grubu ile
yapılmıştır (12,15,18-20). Bu hasta grubunda genel olarak malignite insidansında artış
saptansa da farklı sonuçlar da elde edilmiştir. Ek olarak diğer immunsupresif durumlar
olan malignite nedeniyle kemoterapi gören hastalar, HIV ile enfekte hastalar da farklı
araştırmacılar tarafından değerlendirilmiştir (13,14).
Kişinin
immun
yanıtı
‘immune
surveillance’
deri
kanserlerinin
oluşum
mekanizmasında önemlidir. Bu yanıt aynı zamanda malign melanom oluşum sürecinde rol
oynamaktadır. Renal transplantasyon hastaları ile yapılan yeni çalışmalar ile bu yanıtın
nevüs oluşumundaki etkisi araştırılmaktadır. Eğer nevüs sayısı ile immunsupresyon
arasında, güneş maruziyetinden bağımsız olarak bir ilişki saptanabilirse, bu nevüs
patogenezine çok önemli bir katkı oluşturacaktır. Ross ve arkadaşlarının hipotezine göre;
immun yanıt melanom hücrelerini öldürmekte veya artışını durdurmaktadır. Bunlara ek
olarak immun yanıtın, malign melanom prekürsörü olarak melanositik nevüslerin malign
dönüşümünü de engellediği düşünülmektedir. Bunu nevüslerin büyümesine engel olmak
yoluyla veya onları harap edip ortadan kaldırarak gerçekleştirdiği düşünülmektedir
(13,106).
Renal
transplantasyon
hastalarındaki
immunsupresyon,
erken
evrede
lenfoproliferatif neoplazilerde, geç evrede ise deri kanserlerinde artışa neden olmaktadır
(tablo X). Bu hastalardaki derinin premalign ve malign lezyonlarının gelişmesinde genetik
özellikler, immunsupresyon seviyesi ve süresi, onkojenik viruslar, mutajenik ilaçlar ve
güneş ışığı gibi faktörler rol oynamaktadır (8,94).
33
Tablo X: Transplantasyon sonrasında artış görülen deri tümörleri (94)
•
•
•
•
•
•
•
Skuamöz hücreli kanser
Bazal hücreli kanser
Malignant melanom
Kaposi sarkomu
Merkel hücreli tümör
Kutanöz B hücreli tümör
Kutanöz T hücreli tümör
•
•
•
•
•
•
Natural killer hücreli lenfoma
Anjiyosarkoma
Malign fibröz histiyositom
Leiyomiyosarkom
Dermatofibrosarkoma protuberans
Sebase karsinom
Farklı nedenlerle kemoterapi görmekte olan hastalarda melanositik nevüs sayısında
artış saptanmıştır. Hughes ve arkadaşları kemoterapi gören çocuklarda benign melanositik
nevüs sayısını değerlendirdikleri çalışma sonucunda benign melanositik nevüs sayısında
immunsupresyon etkisi ile oluşan artış saptamıştır. Yine Hughes tarafından 8 yaşında akut
lenfoblastik lösemi tanısı konulan ve tedavisi nedeniyle kemoterapi uygulanıp sonrasında
kemik iliği transplantasyonu uygulanmış bir hastada idantik ikiz kardeşi ile
karşılaştırılması sonucunda, melanositik nevüs sayısında artış geliştiğini bildirilmiştir.
Hasta ve kardeşinin güneş maruziyeti ve cilt tiplerinde arasında fark saptanmaması
melanositik nevüs artışında immunsupresyonun rolü olduğunu düşündürmektedir.
Araştırmacıların malignite ve melanositik nevüs sayısında artış saptanmasını açıklamak
amacıyla geliştirdikleri hipoteze göre; malign hücre klonunun oluşumuna yol açan
onkogenin, melanosit proliferasyonunu kontrol eden gene komşu olabileceği ve oluşan gen
amplifikasyonunda nevüs loküsünün de etkilenebileceğini düşünmüşlerdir (14,107).
İmmun yetmezliğin nevüs oluşumunu arttıran bir etken olup olmadığını araştırmak
amacıyla düzenlenen diğer bir çalışmada Grob ve arkadaşları farklı mekanizmalar
üzerinden immun yetmezliğe neden olan iki hastalık modelini temel almıştır. Çalışma
grupları, HIV ile enfekte hastalar ve renal transplantasyon hastaları arasından seçilmiştir.
Çalışmanın sonucunda 5mm’den küçük çaplı nevüs sayısı, hem renal transplantasyon hem
de HIV pozitif hastalarda istatistiki anlamlı olarak fazla bulunmuştur. HIV pozitif olan
hastalarda melanositik nevüs sayısının artış nedenleri olarak, viral enfeksiyon veya
immunyetmezlik gösterilmiştir. Renal transplantasyon hastalarında ise nevüs sayısındaki
artış böbrek yetmezliği, ilaçlar veya immun yetmezliğe bağlı oluşabilmektedir. Her iki
gruptaki çalışma sonuçlarının benzerliği nevüs sayısındaki artışın immun yetmezliğe bağlı
34
olduğunu düşündürmektedir. Sonuç olarak, immun yetmezlik nevüs oluşumunu arttıran bir
etken olarak görülmektedir (13).
Renal transplantasyon hastalarında deri kanserlerindeki artışın immunsupresyon
nedeniyle oluştuğu görüşünden yola çıkarak Andreani ve arkadaşları kemik iliği naklinin
malign melanom riskini arttıran bir faktör olup olmadığını incelemiştir. Çalışmanın
sonucunda genç yaşta uygulanan kemik iliği nakli, yüksek dozda kemoterapi ve graft
versus host hastalığı olmaması melanositik nevüs artışındaki risk faktörleri olarak
bulunmuştur. Avuç içi ve bacaklarda melanositik nevüs sayısında belirgin bir artış saptansa
da, sonuçta kontrol grubuna göre kemik iliği nakli hastalarında melanositik nevüs sayısında
istatistiksel anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç olarak bu çalışmanın bulguları
kemoterapinin nevüs gelişimini arttırdığını doğrulamaktadır (17). Kemik iliği nakline özgü
ek risk faktörleri olan altta yatan hematolojik hastalık, uygulanan kemoterapi, graft versus
host hastalığı veya graft versus host hastalığı tedavisindeki ilaçlar ek risk faktörleri olarak
ön plandaki nedenler melanositik nevüs gelişimini etkileyecek faktörler olarak sayılabilir
(17,108,109).
Renal transplantasyon sonrasında immunsupresyon tedavisi uygulanan erişkin ve
çocuk
hastalarda
melanositik
nevüs
sayısının
değerlendirildiği
birçok
çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmalarda benign melanositik nevüs sayısında artış saptanmış ve bu
bulgunun
immunsupresyon
süresi
artışı
ile
korelasyon
gösterdiği
saptanmıştır
(12,15,16,19,20,22).
Fakat, az sayıda olan bazı çalışmaların bulguları ise, bu hipotezin aksine, renal
transplantasyon hastalarında toplam benign melanositik nevüs sayısının artmış olduğu
hipotezini desteklememektedir (18,21). Bu yazarlar tarafından, immunsupresyon
durumunda malign melanom oluşum sıklığının artmış olmasını açıklamak için, melanosit
sayısındaki artış dışında farklı bir mekanizmanın rol oynayabileceği hipotezi öne
sürülmüştür. Yine de hastalarda melanom riskinin belirlenmesi için, renal transplantasyon
operasyonundan hemen sonra nevüs sayımının yapılması ve hastaların yıllık olarak tekrar
değerlendirilerek takip edilmelerinin gerekliliği vurgulanmıştır (18).
Renal allograft uygulanan çocuklarda, benign melanositik nevüs sayısını
değerlendiren Smith ve arkadaşlarının çalışmasında sırtta ve akral bölgelerde daha belirgin
olmak üzere, total benign melanositik nevüs sayısında artış olduğu bulunmuştur. Yaştan
bağımsız olarak nevüs sayısı ile immunsupresyon süresi arasında istatistiksel olarak
anlamlı (p<0,005) fark saptanmıştır. Sonuçta, renal allograft uygulanmış çocuklarda benign
35
melanositik nevüs sayısında artış olduğu ve bu nedenle düzenli olarak takip edilmeleri
gerekliliği belirtilmiştir (12).
Yine çocuk hasta grubunda, renal transplantasyon uygulanmış ikiz kardeşlerden
birinde oluşan çok sayıda benign melanositik nevüs gelişimi McGregor tarafından
bildirilmiştir. İkiz kardeşinde nevüs sayısında artış olmaması nedeniyle yaş, çevresel ve
ailesel etkenlerin değil de transplantasyon ve takip eden immunsupresyon tedavisinin bu
artışa neden olduğu düşünülmüştür. Bulgular ile immunsupresyonun melanositik nevüs
etyolojsinde rol oynadığı görüşü desteklenmektedir (16).
Erişkin renal transplantasyon hastalarında benign melanositik nevüs sayısını
değerlendiren bir çalışmada Szepietowski ve arkadaşları hastalardaki ortalama melanositik
nevüs sayısını kontrol grubundan fazla saptamıştır. Nevüs sayısı ile immunsupresyon
süresi arasında istatiksel olarak anlamlı olmasa da bir korelasyon saptanmıştır. Sonuç
olarak ise renal transplant hastalarında benign melanositik nevüs sayısında artış olduğu
belirtilmiştir (15).
İmmunsupresif durumlar olan renal transplantasyon, HIV ile enfekte hastalar,
maligniteleri nedeniyle kemoterapi uygulanmış hastalar, kemik iliği nakli uygulanmış hasta
grupları ile immunsupresyonun malignite oluşturma potansiyeli hakkında birçok çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmaların sonucunda immunsupresyon ile melanositik nevüs sayısı,
malign melanom, farklı kanser türlerinin oluşumu farklı yönleri ile ele alınmıştır.
Son dönem böbrek yetmezliği hastalarındaki üremi hem hücresel hem de hümoral
immunitede bozukluğa yol açmaktadır ve hemodiyaliz tedavisinin bu immun sistemdeki
baskılanmayı arttırdığı düşünülmektedir. Kronik hemodiyaliz hastalarında hem B hem de T
hücrelerin rol oynadığı immun sistem fonksiyonlarında bozulma vardır. Bu durum
sonucunda derinin gecikmiş tip aşırı duyarlılığında azalma, enfeksiyonlara duyarlılık ve
deri kanserlerinin de içinde olduğu malign tümörlerin insidansında artış oluşmaktadır (57,9).
Kanser oluşumu ve gelişimindeki iki temel değişiklik normal hücrelerin malign
davranışlı hücrelere dönüşmesi ve konağın direncinin bu hücreleri kontrol edememesidir.
Konağın immun sistemindeki zayıflama bazı kanser türlerinin gelişimine izin vermekte
veya kolaylaştırmaktadır (97). İmmun sistemi baskılanmış olan hemodiyaliz tedavisi
uygulanan SDBY hastalarında malignite riski artmıştır. Deri kanseri hariç diğer kanser
türlerinin değerlendirdiği bir çalışmada SDBY hastalarında kanser riski artmış oranda
saptanmış ve karşılaşılan tümör tipleri renal transplantasyon sonrasında saptananlara
benzer bulunmuştur (9). Bu çalışmanın sonuçları bizlere SDBY hastalarında kanser gelişim
36
ihtimalini
özellikle
genç
hastalarda
olmak
üzere
düşünülmesinin
gerekliliğini
vurgulamaktadır. İmmunsuprese durumlarda melanositik nevüs sayısında artış olduğu
bilinmektedir öyleyse immunsuprese bir hasta grubu olan SDBY hastalarında da
melanositik nevüs sayısında artış ile karşılaşılması muhtemel bir durumdur.
Birkeland ve arkadaşları diyaliz tedavisi uygulanan kronik böbrek yetmezliği
hastaları ve renal transplantasyon hastalarında kanser riskini değerlendiren retrospektif
kohort çalışma sonucunda renal replasman tedavisi alan hastalardaki kanser riskindeki artış
diyaliz sırasında değil transplantasyon sonrasında olduğu sonucunu bulmuşlardır (110).
Son dönem böbrek yetmezliğinde renal transplantasyon tedavisi kanser oluşum riskini
arttıran bir etken olsa da kronik hemodiyaliz hastalarında hem deri hem de diğer kanser
türlerinin sıklığı normal popülasyonda saptanan değerlerden daha fazla oranda
bulunmaktadır.
37
3. HASTALAR VE YÖNTEM
Son dönem böbrek yetmezliği hastalarında tedavi olarak hemodiyaliz ve böbrek
transplantasyonu kullanılmaktadır. Solid organ ve kemik iliği transplantasyonundan sonra
ve immunsupresyon durumunda melanositik nevus sayısında artış görülmektedir (13,14).
Ancak benzer şekilde immunsupresif sonuçları olan son dönem böbrek yetmezliği
hastalarında melanositik nevüs sayısının artıp artmadığını gösteren çalışmalara literatürde
rastlanmamaktadır.
Bu nedenle hemodiyaliz tedavisi uygulanan son dönem böbrek yetmezliği hastaları,
böbrek transplantasyonu hastaları ve sağlıklı bireylerdeki melanositik nevüs sayıları
belirlenerek etken faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır.
3.1. Çalışma Protokolünün Oluşturulması
Son dönem böbrek yetmezlikli hastalarda benign melanositik nevüs prevelansının
değerlendirilmesi amacıyla çalışma prospektif ve kontrollü olarak tasarlandı. Çalışmanın 8
aylık dönem içinde bitirilmesi planlandı.
Çalışmaya başlamadan önce kapsam, gereç ve yöntemi ortaya koyan bir çalışma
protokolü yazıldı. Bu protokolde çalışmanın amacı ve gerekçeleri, nasıl gerçekleştirileceği
ve yöntemi belirlendi. Kontrol grubunun özellikleri ortaya konuldu. Hasta seçimi, muayene
ve değerlendirme ve kullanılacak istatistik yöntemler belirlendi. Ayrıca çalışmada
kullanılacak bilgilendirilmiş hasta onam formu (Ek-1) ve hastadan alınacak bilgilerin ve
yapılacak muayenenin kaydedileceği çalışma formları hazırlanıldı. Bu formlar,
38
transplantasyon hastaları için (Ek-2), hemodiyaliz hastaları için (Ek-3) ve sağlıklı kontrol
grubu için (Ek-4) ayrı ayrı oluşturuldu.
3.2. Hasta ve Kontrol Grubunun Oluşturulması
Çalışma Ocak 2007 ile Ekim 2007 tarihleri arasında, Haydarpaşa Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Hemodiyaliz servisinde son dönem böbrek yetmezliği nedeniyle en
az bir kez hemodiyaliz görmüş hastalar ve Haydarpaşa Numune Hastanesi Nefroloji
polikliniğinde takip edilmekte olan böbrek transplantasyonu operasyonu geçirmiş ve
çalışma kriterlerini karşılayan olgular ile gerçekleştirildi. Kontrol grubu, Dermatoloji
polikliniğine başvuran hastalar arasından seçildi.
Çalışmaya alınacak tüm hastalara ve sağlıklı kontrollere çalışmanın kapsamı
anlatılarak, muayene öncesinde bilgilendirilmiş onam formları verilerek okumaları ve
imzalamaları sağlandı.
3.2.1. Hasta grubu
Çalışmaya alınma kriterleri:
Hemodiyaliz servisinde son dönem böbrek yetmezliği tanısı ile hemodiyaliz
uygulanan ve Nefroloji polikliniği tarafından renal transplantasyon sonrası kontrol
muayenesine gelen, 15 yaşından büyük, iletişim kurma sorunu olmayan ve çalışma
öncesinde hazırlanmış bilgilendirilmiş onam formunu okuyarak onay veren ve
dermatolojik muayeneyi kabul eden hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların seçiminde
hastalıklarının süresi ve kullanılan ilaçların dozu göz önüne alınmadı.
Çalışmaya alınmama kriterleri:
Teşhis edilmiş herhangi bir solid organ yada hemotolojik malignitesi bulunan
hastalar, bu maligniteleri nedeniyle kemoterapi ve/veya radyoterapi görmüş veya görmekte
olan hastalar, Edinilmiş Immun Yetmezlik Sendromu veya HIV pozitif saptanan hastalar,
organ reddini önlemeye yönelik tedaviler (sistemik kortikosteroid, siklosporin,
azatiyopurin, mikofenolat sodyum, mikofenolat mofetil, takrolimus ve sirolimus) haricinde
herhangi bir sebeple immün supresyon oluşturabilecek ilaç kullanan hastalar, genetik
olarak immun supresyonu olan hastalar ve gebeler çalışmaya dahil edilmedi.
39
3.2.2. Kontrol grubu
Kontrol grubu Dermatoloji polikliniğinde, sistemik hastalığı olmayan ve muayene
sonucunda tanısı yüzeyel mantar enfeksiyonu ve akne vulgaris olan hastalar arasından
seçildi. Kontrol grubunun, çalışmaya alınan diğer hemodiyaliz ve transplantasyon hastaları
ile benzer yaş ve cinsiyet özelliklerine uygun olmasına dikkat edildi. Kontrol grubu, tanı
konulmuş herhangi bir solid organ yada hemotolojik malignitesi bulunmayan, kemoterapi
ve/veya radyoterapi görmeyen, edinilmiş immün yetmezlik sendromu veya HIV pozitifliği
saptanmayan, herhangi bir sebeple immün supresyon oluşturabilecek ilaç kullanmayan,
genetik immün baskılanmamış, gebe ve laktasyonda olmayan kişiler arasından oluşturuldu.
3.3. Klinik Muayene ve Klinik Değerlendirme
Araştırmaya alınan hasta ve kontrol grubunun kimlik bilgileri, bilinen eşlik eden
hastalıkları, kullandığı farmakolojik tedaviler, melanom için risk faktörü olduğu bilinen
durumlar için ayrı ayrı standart soru formları hazırlanıldı (Ek-2, Ek-3, Ek-4).
Transplantasyon hastalarında birinci ve takip eden transplantasyon tarihleri, organ
donör tipi, kullanılan immunsüpresif ilaçlar, immünsupresyon tedavisi gördüğü toplam
süre, eşlik eden hastalıklar, cilt tipi, melanom risk faktörleri, vücut bölgelerindeki
yerleşimlerine göre melanositik nevüs sayıları, malignite şüphesi olan nevüs varlığı
sorgulandı ve ek-2’de belirtilen forma kaydedildi.
Hemodiyaliz hastaları için ise hemodiyaliz tedavi süresi, kullanılan ilaçlar, eşlik
eden hastalıklar, cilt tipi, melanom risk faktörleri, vücut bölgelerindeki yerleşimlerine göre
melanositik nevüs sayıları, malignite şüphesi olan nevüs varlığı sorgulandı ve ek-3’te
belirtilen forma kaydedildi.
Transplantasyon grubunda, renal transplantasyon operasyonu tarihinden itibaren
geçen süre immunsupresyon süresi olarak kabul edildi. Hemodiyaliz hastaları için ise, ilk
hemodiyaliz tedavisinin tarihinden sonra geçen süre immunsupresyon süresi olarak kabul
edildi. Hastalar immunsupresyon sürelerine göre 1 yıldan az, 1-5 yıl arası ve 5 yıldan fazla
olmak üzere 3 alt gruba ayrılarak formlarda belirtilen ilgili bölüme kaydedildi.
Kontrol grubu hastalarının eşlik eden hastalıkları, cilt tipi, melanom risk faktörleri,
vücut bölgelerindeki yerleşimlerine göre melanositik nevüs sayıları, malignite şüphesi olan
nevüs varlığı sorgulandı ve ek-4’de belirtilen forma kaydedildi.
40
Tüm hastaların dermatolojik muayenesinde cilt tipi, Fitzpatrick tarafından önerilen
deri fototip sınıflandırma sistemine göre sınıflandırıldı (111,112).
Tablo XI: Fitzpatrick deri fototip sınıflandırma sistemi (112)
Fototip
Güneşlenme ve bronzlaşma
Ani pigment
Gecikmiş
Güneş görmeyen
koyulaşması
bronzlaşma
deri rengi
I
Kolay yanar, bronzlaşmaz
Yok (-)
Yok (-)
Fildişi beyazı
II
Kolay yanar, çok zor
Zayıf (+/-)
Çok az, Zayıf (+/-)
Beyaz
Hafif (+)
Düşük (+)
Beyaz
Orta (++)
Orta (++)
Bej
Nadiren yanar, bütün
Yoğun (+++),
Güçlü, koyu kahve
Açık kahve
bronzlaşır
kahve
(+++)
Yanmaz, bütün bronzlaşır
Yoğun (+++), koyu
Güçlü, koyu kahve
kahve
(+++)
bronzlaşır
III
Orta yanar, uniform ve orta
derecede bronzlaşır
IV
Çok az yanar, çok kolay
bronzlaşır
V
VI
Koyu kahve, siyah
Melanom risk faktörleri olarak güneşe maruz kalınan süre ve miktarın belirlenmesi
amacıyla açık hava aktiviteleri, tatil, iş nedeniyle güneş altında çalışma hikayesi
sorgulandı. Geçirilmiş büllü güneş yanığı, ailede melanom hikayesi, solaryum kullanımı,
üremik kaşıntı nedeniyle ultraviyole tedavisi varlığı sorgulandı.
Melanositik nevüs değerlendirilmesinde kullanılacak vücut bölgeleri; yüz/boyun,
kol/ön kol/el sırtı, göğüs/karın, sırt/kalça, uyluk/bacak/ayak sırtı ve avuç/taban olarak
belirlendi. Genital bölge ve saçlı deri haricinde, tüm vücuttaki melanositik nevüsler
sayılarak boyutlarına ve yerleştiği vücut bölgesine göre standart form üzerinde sayıları
muayene formlarına not edildi.
3.4. Melanositik Nevüs Değerlendirme ve Sayımı
Pigmente bir lezyon kahverengi, iyi sınırlı, deri seviyesinde veya kabarık ise ve
aşikar olarak çil, solar lentigo, seboreik keratoz, pigmente bazal hücreli kanser, pigmente
aktinik keratoz değil ise melanositik nevüs olarak kabul edildi.
Çalışma kapsamına giren tüm hastaların, saçlı deri ve genital bölge haricinde tüm
vücudundaki çapları 2 mm’den büyük, klinik görünüm olarak edinsel melanositik nevüs ile
41
uyumlu tüm lezyonları daha önceden tanımlanmış vücut bölgelerine göre sayılarak uygun
form üzerinde belirtilen bölüme kaydedildi. Bölgesel nevüs sayımları yüz/boyun, kol/ön
kol/el sırtı, göğüs/karın, sırt/kalça, uyluk/bacak/ayak sırtı ve avuç/taban olmak üzere ayrı
ayrı kaydedildi.
Klinik olarak melanositik nevüste; asimetri, üzerinde mavi, kırmızı, gri, beyaz renk
değişikliği, sınır düzensizliği, ülserasyon veya kanama odağı gibi bulgulardan herhangi
birinin izlenilmesi durumunda epiluminescence mikroskopi (dermoskop) ile ABCD
kurallarına göre inceleme yapıldı.
Dermoskopik incelemede uygulanan ABCDE kuralları (67);
•
A (Asymmetry); tümörün iki aksında geometrik asimetri
•
B (Border); sınır düzensizliği ( keskin değil, açılı kenarlar, belirsiz sınırlar)
•
C (Color); lezyonda en az iki farklı renk olması (lezyonun merkezindeki fizyolojik
renk koyuluğu hariç benekli, kahverengi, siyah, gri, pembe, beyaz ve mavi
renklerin birlikte oluşturduğu değişik renk kombinasyonu,)
•
D (Diameter); 6mm’ye eşit veya büyük çap
•
E (Enlargement); hastanın anamnezine göre lezyondaki genişleme
olarak tanımlanıldı. İncelemede bu kriterler ile malignite düşündüren bulgular saptanan
lezyonların eksizyonel biyopsi ile değerlendirilmesi planlandı.
3.5. İstatistiksel Yöntem
Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde
tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,
standart sapma) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda Kruskal Wallis testi, alt grup
karşılaştırmalarında Dunn's çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların karşılaştırmasında
Mann-Whitney-U testi , nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır.
Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
42
4. BULGULAR
Çalışma Ocak 2007 ile Ekim 2007 tarihleri arasında, Sağlık Bakanlığı Haydarpaşa
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde (HNEAH) gerçekleştirildi. Çalışma HNEAH
Hemodiyaliz servisinde son dönem böbrek yetmezliği nedeniyle en az bir kez hemodiyaliz
görmüş olan 71 hasta ve HNEAH Nefroloji polikliniğinde takip edilmekte olan böbrek
transplantasyon operasyonu geçirmiş 57 hasta ve HNEAH Dermatoloji polikliniğine
başvuran 119 sağlıklı birey ile gerçekleştirildi.
Hemodiyaliz grubundaki hastaların 49’u (%69) erkek, 22’si (%31) kadın,
transplantasyon grubundaki hastaların 33’ü (%57,9) erkek, 24’ü (%42.1) kadın
idi.
Kontrol grubu olarak değerlendirilen sağlıklı bireylerin 74’ü (%62,2) erkek, 45’ i (%37,8)
kadın idi.
Tablo XII: Hasta gruplarına göre cinsiyet dağılımı
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Transplantasyon
Grubu n=57
33
57,9%
24
42,1%
Hemodiyaliz
Grubu n=71
49
69,0%
22
31,0%
Kontrol Grubu
n=119
74
62,2%
χ²:1,77
45
37,8% p=0,412
Tüm olguların yaşları 16 ila 80 arasında değişmekteydi. Çalışmaya alınan
hemodiyaliz hastalarının 9’u (%12.7) 26 yaşından küçük, 24’ü (%33,8) 26-40 yaş arasında,
38’i (%53,5) 40 yaşın üstünde idi. Çalışmaya alınan transplantasyon hastalarının 7’si
(%12.3) 26 yaşından küçük, 31’i (%54,4) 26-40 yaş arasında, 19’u (%33,3) 40 yaşın
üstünde idi. Sağlıklı kontrol grubu bireylerinin ise 19’u (%16,0) 26 yaşından küçük, 53’ü
43
(%44,5) 26-40 yaş arasında, 47’si (%39,5) 40 yaşın üstündeydi. Gruplar yaş ve cinsiyet
dağılımları açısından benzer özellikler taşımaktaydı (p>0,05).
TabloXIII: Hastaların yaş grupları
<26 Yaş
26-40 Yaş
>40 Yaş
Yaş
Transplantasyon
Grubu n:57
7
12,3%
31
54,4%
19
33,3%
Hemodiyaliz
Kontrol
Grubu n:71 Grubu :119
9
12,7% 19 16,0%
24 33,8% 53 44,5%
χ²:7,05
38 53,5% 47 39,5% p=0,133
Tüm hastaların dermatolojik muayenesinde cilt tipi, Fitzpatrick tarafından önerilen
deri fototip değerlendirme sistemine göre 6 grup olarak sınıflandırıldı. Fitzpatrick deri tipi
5 ve 6 olan hasta saptanmadığından hastalar cilt tiplerine göre 4 gruba ayrılarak incelendi.
Hemodiyaliz grubundaki hastaların 4’ü (%5,6) tip 1, 40’ı (%56,3) tip 2, 22’si (%31,0) tip
3, 5’i (%7,0) tip 4 cilt tipi özelliklerine sahipti. Transplantasyon grubundaki hastaların 4’ü
(%7,0) tip 1, 35’i (%61,4) tip 2, 18’i (%31,6) tip 3 cilt tipi özelliklerine sahipti, tip 4 cilt
tipi saptanmadı. Sağlıklı kontrol grubu bireylerinin 15’i (%12,6) tip 1, 69’u (%58,0) tip 2,
33’ü (%27,7) tip 3, 2’si (%7,0) tip 4 cilt tipi özelliklerine sahipti. Gruplar cilt tipi
dağılımları açısından benzer özellikler taşımaktaydı (p>0,05).
Hasta gruplarında cilt tiplerinin dağılımı
70
60
Hasta sayısı
50
40
Tip 1
Tip 2
Tip 3
Tip 4
30
20
10
0
Transplantasyon n=57
Hemodiyaliz n=71
Hasta grupları
Kontrol n=119
Şekil 1: Hasta gruplarında cilt tiplerinin dağılımı
44
Hastalar melanositik nevüs ve malign melanom gelişiminde önemli bir etyolojik
faktör olduğu bilinen güneş maruziyeti açısından değerlendirildi. Değerlendirme kriteri
olarak hastalar, çalışma formu (ek-2-3-4) aracılığı ile, açık hava aktivitesi veya iş
nedeniyle güneş ile olan temasları ve çocukluk çağında geçirilmiş büllü güneş yanığı
varlığı sorgulandı. Hemodiyaliz hastalarının 22’sinin (%31,0) açık hava aktivitesi veya iş
nedeniyle güneş maruziyeti, 3’ünün (%4,2) ise çocukluk çağında geçirilmiş büllü güneş
yanığı mevcuttu. Transplantasyon hastalarının 18’inin (%32,6) açık hava aktivitesi veya iş
nedeniyle güneş maruziyeti, 1’inin (%1,8) ise çocukluk çağında geçirilmiş büllü güneş
yanığı mevcuttu. Sağlıklı kontrol grubu bireylerinin 35’inin (%29,4) açık hava aktivitesi
veya iş nedeniyle güneş maruziyeti, 7’sinin (%5,9) ise çocukluk çağında geçirilmiş büllü
güneş yanığı mevcuttu. Gruplar güneş maruziyeti açısından benzer özellikler taşımaktaydı
(p>0,05).
Güneş maruziyetine göre hasta grupları
80
70
Hasta sayısı
60
50
Açık havaaktivite, tatil
Büllü güneş yanığı
İş nedeniyle
Yok
40
30
20
10
0
Transplantasyon n=57
Hemodiyaliz n=71
Hasta grupları
Kontrol n=119
Şekil 2: Güneş maruziyetine göre hasta grupları
Grupların cinsiyete göre melanositik nevüs sayısı (MNS) dağılımı incelendi.
Toplam melanositik nevüs sayısı (MNS T) hem transplantasyon (p<0,05) hem de
hemodiyaliz (p<0,05) grubunda erkeklerde daha fazla sayıda saptandı. Cinsiyetler
arasındaki nevüs sayısı farkı kontrol grubunda istatistiksel anlamlılık ifade etmiyordu.
45
Tablo XIV: Hasta gruplarında cinsiyete göre toplam ve >5 mm melanositik nevüs
sayısı
Transplantasyon
Grubu
MNS>5mm
MNS T
Hemodiyaliz
Grubu
MNS>5mm
MNS T
Kontrol Grubu
MNS>5mm
MNS T
Erkek n:33
1,27±1,7
23,76±19,14
Erkek n:49
0,41±0,7
17,22±12,48
Erkek n:74
0,45±0,62
10,32±7,88
Kadın n:24
1±1,5
11,42±6,52
Kadın n:22
0,32±1,09
11,32±9,62
Kadın n:45
0,33±0,77
7,93±6,11
p
0,482
0,011
0,150
0,042
0,081
0,098
Transplantasyondan sonra geçen süre ve hemodiyaliz tedavisine başlandıktan sonra
geçen süre, hastaların immunsupresyon süresi olarak kabul edildi. Bu immunsupresyon
süresine göre hastalar 1 yıldan az, 1 ila 5 yıl arası ve 5 yıldan fazla olmak üzere üç alt
gruba ayrıldı. Hemodiyaliz hastaları, hemodiyaliz tedavisine başlanmasından sonra geçen
süre açısından değerlendirildiğinde; 24 (%33,8) hasta 1 yıldan az, 19 (%26,8) hasta 1 ile 5
yıl arasında, 28 (%39,4) hasta 5 yıldan fazla süredir hemodiyaliz tedavisi görmekteydi.
Transplantasyon hastaları renal transplantasyon operasyonu sonrasında geçen süre
açısından üç alt gruba ayrıldı. Transplantasyon hastalarının 20’si (%35,1) 1 yıldan az, 22’si
(%38,6) 1 ile 5 yıl arasında, 15’i (%26,3) ise 5 yıldan fazla süre önce renal transplantasyon
uygulanmıştı. İmmunsupresyon süresi açısından gruplar farklılık göstermiyordu (p>0,05).
İmmün supresyon süresine göre hasta grupları
30
25
Hasta sayısı
20
1 Yıldan az
1-5 Yıl
5 Yıldan fazla
15
10
5
0
Transplantasyon
Hemodiyaliz
Hasta grupları
Şekil 3: İmmun supresyon süresine göre hasta grupları
46
Transplantasyon hastaları donör tipine göre değerlendirildiğinde 43 hastanın böbrek
nakli canlı donörden 14 hastanın böbrek nakli kadavradan gerçekleştirilmişti. Donör tipine
göre 5mm’den büyük ve toplam melanositik nevüs sayısında farklılık gözlenmedi
(p>0,05).
Tablo XV: Transplantasyon hastalarının donör tipine göre dağılımı
Transplantasyon Grubu
MNS>5mm
MNS T
Canlı n:43
1,26±1,65
20,02±18,06
Kadavra n:14
0,86±1,51
14,07±7,56
MW
245
275
p
0,269
0,629
Tüm hastalar melanositik nevüslerin vücut bölgelerindeki dağılım sayılarına göre
incelendi. Melanositik nevüs sayılarının değerlendirilmesi için vücut 6 bölgeye ayrıldı. Bu
bölgeler yüz/boyun, kol/ön kol/el sırtı, göğüs/karın, sırt/kalça, uyluk/bacak/ayak sırtı ve
avuç/taban olarak belirlendi. Bu vücut bölgelerindeki melanositik nevüsler tek tek
sayılarak bulunan değerler formdaki ilgili alanlara kaydedildi. Melanositik nevüs sayısı
vücut bölgelerine göre gruplar arasında karşılaştırıldığında kol ve uyluk bölgesinde
istatistiksel anlamlı derecede farklılık saptandı (p<0,0001). Gövde bölgesinde de
istatistiksel anlamlı derecede fark mevcuttu (p<0,05).
Tablo XVI: Hasta gruplarına göre melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine
göre dağılımı
Transplantasyon Hemodiyaliz
Kontrol
Grubu n:57
Grubu n:71 Grubu n:119
2,82±3,02
3,01±2,74
2,34±2,34
Baş
5,47±4,74
3,86±3,44
2,19±2,36
Kol
2,86±3,73
2,54±3,51
1,55±2,2
Gövde
3,42±5,03
2,89±3,55
1,94±2,3
Sırt
3,79±3,72
2,87±3,05
1,24±1,84
Uyluk
0,19±0,4
0,23±0,45
0,16±0,45
El-Ayak
1,16±1,61
0,38±0,83
0,4±0,68
MNS (>5mm)
18,56±16,27
15,39±11,92
9,42±7,33
MNS Toplam
KW
2,66
29,77
6,12
2,56
27,09
2,34
13,78
24,40
p
0,265
0,0001
0,047
0,278
0,0001
0,311
0,001
0,0001
Toplam melanositik nevüs sayısı ortalaması ve standart sapma değerleri;
transplantasyon hastalarında 18,56±16,27, hemodiyaliz hastalarında 15,39±11,92, kontrol
grubunda ise 9,42±7,33 olarak saptandı. Toplam melanositik nevüs sayısı gruplar arasında
anlamlı derecede farklılık gösteriyordu (p<0,0001).
47
Hasta gruplarına göre melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine dağılımı
Ortalama Melanösitik Nevüs Sayısı
6
5
4
3
Transplantasyon n=57
Hemodiyaliz n=71
Kontrol n=119
2
1
0
Baş
Kol
Gövde
Sırt
Vücut bölgeleri
Uyluk
El-Ayak
Şekil 4: Hasta gruplarına göre melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine göre
dağılımı
5mm’den büyük nevüs ortalaması ve standart sapma değerleri transplantasyon
hastalarında 1,16±1,61, hemodiyaliz hastalarında 0,38±0,83, kontrol grubunda ise 0,4±0,68
olarak saptandı. 5mm’den büyük nevüs sayısı gruplar arasında farklılık gösteriyordu
(p<0,001).
Hasta gruplarına göre melanositik nevüs sayısının vücut bölgelerine dağılımı
20
Ortalama Melanösitik Nevüs Sayısı
18
16
14
12
Transplantasyon n=57
Hemodiyaliz n=71
Kontrol n=119
10
8
6
4
2
0
Tüm vücut (>5mm)
Tüm vücut toplam
Vücut bölgeleri
Şekil 5: Hasta gruplarına göre toplam ve >5 mm. melanositik nevüs sayısının tüm vücutta
dağılımı
48
3 grup arasında yapılan karşılaştırmalarda, anlamlı fark tespit edilen bölgelerin ikili
karşılaştırmaları yapıldı. Kol, gövde, uyluk’taki toplam melanositik nevüs sayısı, tüm
vücuttaki 5mm’den büyük melanositik nevüs sayısı ve tüm vücuttaki toplam melanositik
nevüs sayısı açısından gruplar farklılık göstermekteydi. Kol bölgesindeki ve tüm vücuttaki
5mm’den büyük melanositik nevüs sayısı, transplantasyon grubunda hemodiyaliz grubuna
göre, istatistiksel olarak anlamlı düzeyde, fazla sayıda saptandı (p<0,05, p<0,0001).
Transplantasyon grubunda kontrol grubuna göre, kol (p<0,0001), gövde (p<0,05),
uyluk (p<0,0001) bölgelerindeki ve tüm vücuttaki 5mm’den büyük melanositik nevüs
(p<0,0001) ve toplam melanositik nevüs (p<0,0001) sayısı istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde daha fazla saptandı.
Hemodiyaliz grubunda kontrol grubuna göre, kol (p<0,05), uyluk (p<0,0001)
bölgelerindeki ve tüm vücuttaki toplam melanositik nevüs (p<0,001) sayısı istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde fazla saptandı.
Toplam melanositik nevüs sayısında hemodiyaliz ve transplantasyon grupları
arasında istatistiksel anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0,05). Tüm vücuttaki 5mm’den
büyük melanositik nevüs sayısı transplantasyon grubunda hemodiyaliz grubuna göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fazla saptandı (p<0,0001).
Tablo XVII: Toplam ve 5mm’den büyük melanositik nevüs sayısının vücut
bölgelerine göre dağılımının ikili gruplar arasında karşılaştırılması
Tukey Çoklu Karşılaştırma Testi
Transplantasyon Gr./
Hemodiyaliz Gr.
Transplantasyon Gr./
Kontrol Gru.
Hemodiyalız Gr./
Kontrol Gr.
Kol
Gövde
Uyluk MNS>5mm
MNS T
0,019
0,817
0,143
0,0001
0,255
0,0001
0,019
0,0001
0,0001
0,0001
0,003
0,073
0,0001
0,987
0,001
Transplantasyondan sonra geçen süre ve hemodiyaliz tedavisine başlandıktan sonra
geçen süre hastaların immunsupresyon süresi olarak kabul edildi. Bu immunsupresyon
süresine göre hastalar 1 yıldan az, 1 ila 5 yıl arası ve 5 yıldan fazla olmak üzere üç alt
gruba ayrıldı. Toplam melanositik nevüs sayısı ve 5mm’den büyük olan melanostik nevüs
sayısının immunsupresyon süresi ile değişimi değerlendirildi. Bu değerlendirmede
transplantasyon grubunda immunsupresyon süresinin uzaması ile toplam melanositik nevüs
sayısı (p<0,0001) ve 5mm’den büyük nevüs sayısı (p<0,05) daha fazla saptandı.
49
Hemodiyaliz grubunda ise immunsupresyon süresinin melanositik nevüs sayısı ve
5mm’den büyük olan melanostik nevüs sayısı üzerine etkisi istatistiksel anlamlı olarak
saptanmadı (p>0,05).
Tablo XVIII: Hasta gruplarının immunsupresyon süresine göre melanositik nevüs
sayıları
Transplantasyon MNS>5mm
Grubu
MNS T
Hemodiyaliz
Grubu
MNS>5mm
MNS T
1 Yıldan
Az n:20
0,45±1,36
11,45±17,59
1 Yıldan
Az n:24
0,17±0,38
13,58±11,32
1-5 Yıl
n:22
1,18±1,22
21,36±14,75
1-5 Yıl
n:19
0,47±0,7
16,58±7,73
5 Yıldan
Fazla n:15
2,07±2,02
23,93±14,04
5 Yıldan
Fazla n:28
0,5±1,14
16,14±14,66
p
0,003
0,0001
0,295
0,324
Hasta gruplarının immün supresyon süresine göre toplam ve 5mm'den büyük melanositik nevüs sayıları
25
Melanositik nevüs sayısı
20
15
1 Yıldan az
1-5 Yıl
5 Yıldan Fazla
10
5
0
MNS>5mm
MNS T
MNS>5mm
Transplantasyon Grubu Transplantasyon Grubu Hemodiyaliz Grubu
Hasta grupları
MNS T
Hemodiyaliz Grubu
Şekil 6: Hasta gruplarının immunsupresyon süresine göre melanositik nevüs sayıları
(MNS)
Transplantasyon ve hemodiyaliz grupları birlikte olarak, melanositik nevüs
sayısının immunsupresyon süresi ile değişimi inceledi. Melanositik nevüs sayısının birinci
yıldan sonra belirgin olarak daha yüksek olduğu görüldü (p<0,05). İlk yılı takip eden
dönemdeki fazlalığın istatistiksel anlamlı düzeyde olmadığı bulundu (p>0,05).
50
Tablo
XIX:
Toplam
ve
5mm’den
büyük
melanositik
nevüs
sayısının
immunsupresyon alt grupları arasında karşılaştırılması
Tukey Çoklu Karşılaştırma Testi
1 Yıldan az / 1-5 Yıl
1 Yıldan az / 5 Yıldan fazla
1-5 Yıl / 5 Yıldan fazla
MNS >5 mm
0,048
0,008
0,196
MNS T
0,049
0,041
0,876
Transplantasyon ve hemodiyaliz grupları kendi içinde immunsupresyon süresinin
bir yıldan kısa veya uzun olmasının, melanositik nevüs sayısı üzerine etkileri açısından
değerlendirildi. Transplantasyon grubunda immunsupresyon süresi daha uzun olanlarda
hem toplam (p<0,0001) melanositik nevüs sayısı hem de 5mm’den büyük (p<0,0001)
melanositik nevüs sayısı daha fazla saptandı. Hemodiyaliz grubunda ise immunsupresyon
süresi daha uzun olanlarda nevüs sayısı daha fazla olsa da istatistiksel anlamlı fark
saptanmadı (p>0,05).
Tablo XX: Gruplarda toplam ve 5mm’den büyük melanositik nevüs sayısının
immunsupresyon süresine göre sayısı
Transplantasyon
Grubu
MNS>5mm
MNS T
Hemodiyaliz Grubu
MNS>5mm
MNS T
<1 Yıl n:22
0,41±1,3
12,27±16,94
<1 Yıl n:26
0,15±0,37
13,08±11,13
>1 Yıl n:35
1,63±1,63
22,51±14,73
>1 Yıl n:45
0,51±0,99
16,73±12,27
MW
p
171 0,0001
148,5 0,0001
MW
p
483
0,109
469,5 0,168
Güneş maruziyetinin melanositik nevüs sayısı üzerine etkisi değerlendirildi.
Transplantasyon ve hemodiyaliz gruplarında güneş maruziyeti olanlarda melanositik nevüs
sayısı daha fazlaydı, fakat bu fazlalık istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Bu
bulguların aksine kontrol grubunda güneş etkisi ile toplam melanositik nevüs sayısı
arasındaki ilişki istatistiksel anlam ifade etmekteydi (p<0,001).
Tablo XXI: Gruplarda güneş maruziyetine göre hasta gruplarındaki toplam ve
5mm’den büyük melanositik nevüs sayıları
Transplantasyon
Grubu
Hemodiyaliz Grubu
Kontrol Grubu
Güneş
MNS>5mm
MNS T
MNS>5mm
MNS T
MNS>5mm
MNS T
Yok n:38
1,13±1,44
16,79±12,93
0,33±0,87
13,76±9,52
0,36±0,61
8,03±6,51
Var n:19
1,21±1,96
22,11±21,45
0,48±0,77
18,4±15,17
0,48±0,8
11,98±8,1
MW
343
348
485
473
1569
1029
p
0,743
0,825
0,154
0,219
0,745
0,001
51
5. TARTIŞMA
Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) böbrek fonksiyonlarının geri dönüşümsüz
kaybı ile karakterize olan klinik bir tablo olup hayatı tehdit eden üremiden korunmak için
hastaya devamlı olarak diyaliz veya transplantasyon gibi renal replasman tedavilerinin
uygulanması gerekmektedir. Kronik böbrek hastalıkları sonrası hastaların %90’ından
fazlasında SDBY gelişmektedir (2,80).
Son yıllarda immunsupresif ve antimikrobiyal tedavi alanında, enfeksiyonların
kontrolü ve cerrahi teknikte sağlanan gelişmeler renal transplantasyon seçeneğini en fazla
tercih edilen, en başarılı tedavi yöntemi haline getirmiştir. Ancak yeterli sayıda böbrek
vericisi (canlı veya kadavra) bulunamadığından hastaların çoğu diyaliz tedavisine devam
etmektedir. Bu durumda diyaliz tedavisi, SDBY hastalarında temel tedavi olma özelliğini
sürdürmektedir (80).
Son dönem böbrek yetmezliğinde ve hemodiyaliz tedavisinde hem spesifik hem de
nonspesifik immun sistemde baskılanma oluşmaktadır (3-6). Bu hastalarda immunitede
oluşan azalma sonucunda enfeksiyonlara yatkınlık, maligniteler gibi komplikasyonlar
oluşmaktadır (7-10).
Melanositik nevüs sayısı ve boyutunun artışı malign melanom gelişmesinde risk
faktörü olarak kabul edilmektedir (32-34,36,55,58,61,72-74). Riskli hastaların tanı ve
takibinde saptanması kolay olan melanositik nevüs sayısı ve özelliklerinin belirlenmesi bu
nedenle önem kazanmaktadır.
Genç yaş, erkek cinsiyet, açık ten ve saç rengi, mavi gözler gibi kişiye ait faktörler
melanositik nevüs etyopatogenezinde önemli yer tutan risk faktörleridir. Son yıllarda ise
52
benign melanositik nevüs gelişmesinde immunsupresyonun ek bir risk faktörü olarak rol
oynayabileceği düşünülmektedir (12,15-17,19,20,98).
Renal
transplantasyon
hastalarında
uygulanan
immunsupresif
tedaviler
‘immunsurveillance’da azalma ve morbidite ve mortalite nedeni olan bazı kanser türlerinde
artışa neden olmaktadır (11). Bu hastaların yaşam süresinin artışı ile kronik
immunsupresyon etkisi ile günümüzde deri kanserleri sık ölüm nedenleri arasında yer
almaktadır (113). Renal transplantasyon hastalarındaki deri kanserlerinin %90’ı melanom
dışı deri kanseridir ve bunların büyük çoğunluğunu skuamöz hücreli kanser ve bazal
hücreli kanser oluşturmaktadır (11). Bunun yanında bu hastalarda malign melanom giderek
artan sıklıkta görülmeye başlamıştır. Moloney ve arkadaşları renal transpalntasyon
hastalarında, invaziv melanom dışı deri kanserlerinde ortalama 33 kat artış saptanmıştır.
Çalışmada malign melanom riski normal popülasyona göre diğerkanser türleri kadar
yüksek oranda olmasa da artmış bulunmuştur (113). Renal transplantasyon hastaları hem
deri hem de diğer organ maligniteleri açısından bir risk grubunu oluşturmaktadır. Bu risk
nedeniyle bu hastaların multidisipliner olarak ilgili klinikler tarafından yakın takibi
önemlidir.
Solid organ ve kemik iliği transplantasyonundan sonra ve immunsupresyon
durumunda melanositik nevus sayısında artış görüldüğü bildirilmektedir (12-17). Ancak
benzer şekilde immunsupresif bir durum olan son dönem böbrek yetmezliği hastalarında
melanositik
nevüs
sayısının
artıp
artmadığını
gösteren
çalışmalara
literatürde
rastlanmamaktadır. Ancak yakın zamanda yapılmış olan çalışmalar son dönem böbrek
yetmezliğinde ve diyaliz hastalarında kanser sıklığının arttığını göstermektedir (7-10).
Hemodiyaliz işleminin kendisi öncelikle deri bariyer fonksiyonunun bozulması
açısından önemlidir. Bu hastalarda nötrofillerin kemotaktik, fagositik ve bakterisidal
aktivitelerinde azalma mevcuttur. Hemodiyaliz membran bileşimi ve geçirgenliği T
lenfositlerin apopitozunu etkilemektedir. Diyaliz membranının kompleman sistemini
alternatif yoldan aktive ederek monositleri ve monokin üretimini aktive etmektedir. Bu
aktivasyon da edinsel immunite üzerine olumsuz etkiler oluşturmaktadır (5). Diyaliz
hastaları özellikle üriner sistemde olmak üzere kronik enfeksiyon varlığı, immun sistemde
zayıflama, daha önceden immunsupresif veya sitotoksik ilaçlar ile tedavi görmüş olmak,
beslenme yetersizlikleri ve DNA tamir sürecindeki bozukluklar nedeniyle artmış kanser
riski ile karşı karşıya kalmaktadır (8).
Bu bulgulardan yola çıkarak, birçok faktörün etkisiyle oluşan immunsupresyona
sahip hasta grubu olarak kabul edilen, SDBY için hemodiyaliz tedavisi uygulanan
53
hastalarda benign melanositik nevüs prevelansını araştırmak amacıyla bir çalışma
planladık. Çalışmamız 71 hemodiyaliz hastası, 57 renal transplantasyon hastası ve kontrol
grubu olarak 119 sağlıklı kişi ile gerçekleştirildi.
Renal transplantasyon hastalarında melanositik nevüslerin değerlendirildiği
çalışmada Güleç ve arkadaşları melanositik nevüs sayısını erkeklerde istatistiksel anlamlı
olarak fazla saptamıştır (18). Malatya’da Doğan tarafından 2783 ergen çocuğun
melanositik nevüslerinin değerlendirildiği çalışmada erkek çocuklardaki melanositik nevüs
sayısı kızlardan daha fazla olduğu bildirilmiştir (29). Bizim çalışmamızda da grupların
cinsiyete göre melanositik nevüs sayısı dağılımı incelendiğinde toplam melanositik nevüs
sayısı hem transplantasyon (p<0,05) hem de hemodiyaliz (p<0,05) grubunda erkeklerde
kadınlara göre daha fazla sayıda saptanmıştır. Bu çalışmaya göre erkek cinsiyetinde
olmanın melanositik nevüs gelişimi açısından daha fazla risk teşkil ettiği kabul edilebilir.
Toplam melanositik nevüs sayısı gruplar arasında anlamlı derecede farklılık
gösteriyordu (p<0,0001). Bu farklığı incelemek amacıyla hastalar ikili gruplar olarak
karşılaştırıldı. Sonuçta transplantasyon hastalarında kontrol grubuna göre istatistiksel
olarak anlamlı derecede fazla sayıda melanositik nevüs mevcut olduğu bulundu
(p<0,0001). Melanositik nevüs sayısının özellikle kol ve uyluk bölgelerinde daha fazla
olduğu dikkat çekmekteydi (p<0,0001). Bulgularımıza benzer şekilde, erişkin transplant
hastalarında Szepietowski ve arkadaşları, Grob ve arkadaşları, çocuk renal transplant
hastalarında Smith ve arkadaşları melanositik nevüs sayısını kontrol grubundan fazla
olarak saptamışlardır (12,13,15).
Toplam melanositik nevüs sayısı açısından transplantasyon ve hemodiyaliz grupları
benzer özellik göstermekteydi (p=0,255). Hemodiyaliz hastalarının kontrol grubu ile
karşılaştırılmasında, melanositik nevüs sayısı hemodiyaliz grubunda istatistiksel olarak
anlamlı derecede fazla bulundu (p<0,001). Fakat bu farklılığın transplantasyon
grubundakine oranla daha az olduğu görüldü. Melanositik nevüs sayısındaki artış belirgin
olarak uyluk (p<0,0001) ve kol (p<0,05) bölgelerinde saptandı. Benzer şekilde Grob ve
arkadaşları HIV pozitif ve renal transplantlı hastalarda melanositik nevüs sayısını
incelediklerinde, 5 mm’den küçük nevüslerin her iki grupta da fazla olduğunu fakat
5mm’den büyük nevüs ve atipik nevüs varlığının renal transplantasyon grubunda daha
fazla olduğunu bulmuştur. Transplantasyon sonrasında kullanılan immunsupresif ilaçların
direkt olarak melanositik nevüs oluşumu üzerine bir etkisi olup olmadığı dışlanamamasına
rağmen yine de bu artışta immunsupresyonun muhtemel etkisi düşünülmüştür (13).
Çalışmamızda saptanan, transplantasyon grubundaki nevüs sayısındaki artışın daha anlamlı
54
olması,
SDBY
hastalarının
immunsupresyon
seviyesinin
renal
transplantasyon
hastalarındakine göre daha az seviyede olduğunu düşündürmektedir.
Literatürde farklı nedenlerle oluşan immunsupresyon durumlarında melanositik
nevüs sayısında artış olduğunu bildiren birçok araştırma mevcuttur. Hughes ve
arkadaşlarının
1989
yılındaki
çalışmalarında,
akut
lenfositik
lösemi,
lenfoma,
rabdomyosarkom nedeni ile kemoterapi tedavisi öncesinde ve tedavisini tamamlanmış
çocukların incelendiği çalışma sonucunda kemoterapi tedavisini tamamlamış çocuklarda
total nevüs sayısında belirgin artış saptanmıştır. İmmunsupresyona yol açan kemoterapinin
melanositik nevüs gelişimine neden olduğu düşünülmüştür (14). Akut lenfoblastik lösemi
tedavisi nedeniyle kemoterapi tedavisi verilen ve kemik iliği transplantasyonu uygulanan
bir hastanın, idantik ikizi ile karşılaştırılması sonucunda, melanositik nevüslerinde artış
geliştiğini yine Hughes tarafından bildirilmiştir. Bu bulgulara dayanarak kemoterapi gibi
bir immunsupresyon durumunda oluşan melanositik nevüslerdeki artışa ve bu hastalarda
malign melanom gelişme ihtimaline dikkat çekilmiştir (107). 1990 yılında McGregor ve
arkadaşları renal transplantasyon uygulanan ikiz kardeşlerden birinde oluşan çok sayıda
benign
melanositik
nevüs
gelişimini
gözlemlemeleri
üzerine,
araştırmacılar
immunsupresyonun hem benign hem de malign melanositik lezyonlarda artışına neden
olduğunu düşünmüşlerdir. İmmunsupresyonun pigmente nevüs etyolojsinde rol oynadığı
görüşünü dile getirmişlerdir (16). 1996 yılında Grob ve arkadaşları, immun sistem ve
melanositik nevüs arasındaki ilişkiyi değerlendirdikleri çalışma sonucunda melanositik
nevüs sayısını hem renal transplantasyon hem de HIV pozitif hastalarda istatistiki anlamlı
olarak fazla sayıda bulunmuştur. Farklı mekanizmalar üzerinden immunyetmezliğe yol
açan her iki gruptaki hastalardaki sonuçların benzerliği, nevüs sayısındaki artışı immun
yetmezlik nedeniyle olduğu görüşünü desteklemiştir (13).
Bizim çalışmamızda da hem transplantasyon hem de hemodiyaliz hastalarında
melanositik nevüs sayısında artış bulunmuştur. Renal transplantasyon hastalarının organ
reddinin önlenmesi amacıyla immunsupresif ilaçlar kullanılması, hemodiyaliz hastalarında
ise hem son dönem böbrek yetmezliği hem de hemodiyaliz işleminin kendisinin hücresel
ve humoral immun sistemde değişiklik yaptığı bilinmektedir (5-7,9). Biz de her iki
gruptaki
hastalarda
saptadığımız
melanositik
nevüs
sayısındaki
artışın
mevcut
immunsupresyon durumuna bağlı olabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda hem transplantasyon hem de hemodiyaliz hastalarında kontrol grubu
ile karşılaştırıldığında, uyluk bölgesinde melanositik nevüsler fazla sayıda saptanmıştır
(p<0,0001). Malign melanomun sık yerleşim bölgelerinden biri olan uyluk bölgesinde
55
saptadığımız melanositik nevüs sayısındaki artış dikkat çekicidir. Fakat hastalarımızda
malign melanom saptanmadığından bölgesel nevüs yoğunluğunu ve malign melanom
gelişim riski açısından değerlendirme imkanımız bulunmamaktadır.
Erişkin
ve
çocuklarda
renal
transplantasyon
ve
sonrasında
uygulanan
immunsupresyon tedavisi ile melanositik nevüs sayısının değerlendirildiği birçok çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmalarda benign melanositik nevüs sayısında artış saptanmasının
yanında bu bulgunun immunsupresyon süresi artışı ile korelasyon gösterdiği saptanmıştır
(12,15,16,19,20,22). Çalışmamızda da transplantasyon hastalarında immunsupresyon
süresinin artışı melanositik nevüs sayısında artmaya neden olmaktaydı (p<0,0001). Bu
bulgunun aksine hemodiyaliz hastalarında immunsupresyon süresinin artışı nevüs sayısını
bir miktar arttırıyor olsa da istatistiksel anlamlı artış oranı saptanmadı (p=0,324).
Renal allograft uygulanan çocuklarda, benign melanositik nevüs prevelansını
araştırdıkları çalışmada Smith ve arkadaşları 38 renal allograft uygulanmış çocuğun toplam
ve bölgesel nevüs sayılarını değerlendirerek sırtta ve akral bölgelerde daha belirgin olmak
üzere, total benign melanositik nevüs sayısında artış olduğunu (p<0,05) bulmuşlardır.
Yaştan bağımsız olarak nevüs sayısı ile immunsupresyon süresi arasında istatistiksel olarak
anlamlı (p<0,005) fark saptamışlardır. Sonuçta, renal allograft uygulanmış çocuklarda
benign melanositik nevüs sayısında artış olduğunu ve bu hasta grubunun malign melanom
açısından risk taşıdığını, bu nedenle düzenli olarak takip edilmeleri gerektiği
belirtmişlerdir (12). Çalışmamızda transplantasyon grubunda kol, gövde, uyluk
bölgelerinde ve tüm vücuttaki toplam melanositik nevüs sayısında artış mevcuttu. Sırt ve
akral bölgelerdeki nevüs sayıları gruplar arasında farklılık göstermiyordu.
Szepietowski ve arkadaşları, 76 erişkin renal transplant hastasında malign melanom
belirleyici faktörü olarak melanositik nevüs sayısındaki artışı değerlendiren bir çalışma
düzenlemiştir. Ortalama melanositik nevüs sayısı kontrol grubuna göre anlamlı derecede
farklı bulunmuş ve en belirgin artış oranı avuç içi/ayak tabanı ve sırt ve kalça bölgelerinde
saptanmıştır. Nevüs sayısı immunsupresyon süresi ile artış gösterse de anlamlı fark
bulunamamıştır. Sonuç olarak erişkin renal transplant hastalarında artmış sayıdaki
melanositik nevüs varlığı nedeniyle bu hastaların malign melanom gelişimi açısından takip
edilmeleri gerekliliği vurgulanmıştır (15). Çalışmamızda avuç içi ve taban bölgelerindeki
ortalama nevüs sayısı hemodiyaliz hastalarında daha fazla sayıda olmakla birlikte gruplar
arasında anlamlı farklılık izlenmedi. Bizim çalışmamızda da Smith ve Szepietowski’nin
sonuçlarına benzer şekilde renal transplantasyon hastalarında melanositik nevüs sayısında
anlamlı
artma
saptandı
(12,15).
Szepietowski’nin
bulgularından
farklı
olarak
56
çalışmamızda, Smith ve arkadaşlarının bulgularına benzer şekilde, immunsupresyon
süresinin artması ile melanositik nevüs sayısındaki artış istatistiksel anlamlılık ifade
etmekteydi. Araştırmacıların bulgularının aksine çalışmamızda özellikle uyluk ve kol
bölgelerinde melanositik nevüs sayıları daha fazla oranda izlenmekteydi.
Transplantasyon hastalarındaki bulgulardan farklı olarak hemodiyaliz hastalarında,
hemodiyaliz tedavisi süresinin artması ile melanositik nevüs sayısında artış oranı
istatistiksel
anlamlılık
göstermemekteydi.
Transplantasyon
hastalarının
kullandığı
immunsupresif ilaçların hem direkt hem de dolaylı etkileri nedeniyle immun sistem
yanıtında azalma oluşmaktadır. Böbrek yetmezliğinin erken dönemi ile başlayan immun
sistemdeki değişikliklerin artışında hemodiyalizin de etkisi görülmektedir. Fakat
muhtemeldir ki son dönem böbrek yetmezliğinde ortaya çıkan üreminin humoral ve
hücresel immuniteyi baskılama düzeyi, immunsupresif ilaçların immunsupresyon etkisine
göre daha az seviyede oluşmaktadır. Ek olarak, son dönem böbrek yetmezliği hastalarında
immunsupresyon süresi olarak hemodiyalize başlama tarihinden itibaren geçen süre
alınmıştır. Bunun nedeni, böbrek yetmezliğinin laboratuvar değişikliklerinin farklılık
göstermesi, hastaların glomeruler filtrasyon değerlerinin tam olarak ne zaman azaldığı ve
hastaların tam olarak ne kadar zamandır üremik olduğunu belirlenmesinin zor olmasıdır.
Bu nedenle hemodiyaliz süresi muhtemel immunsupresyon süresi olarak kabul edilmiştir.
Hemodiyaliz hastalarındaki hesaplanan immunsupresyon süresinin melanositik nevüs
sayısı ile korelasyon göstermemesinin bu nedenle olması da muhtemeldir.
Son 30 yıl içinde renal transplantasyon hastalarında deri kanserlerini araştıran
yüzden fazla çalışma bulunmaktadır. Deri kanserlerinin büyük çoğunluğunu melanom dışı
deri kanserleri oluşturuyor olsa da malign melanom sıklığı bu hasta grubunda artmış
oranda izlenmektedir (11,22,113-115). Renal transplantasyon hastalarında oluşan malign
melanomların incelendiği bir çalışmada Le Mire ve arkadaşları, 1874 renal transplant
hastasında 12 malign melanom gelişimi bildirmiştir. Bu oranın normal toplumda
beklenenden 8 kat fazla olduğu belirtilmiştir. Bu hastaların survilerinin beklenenden daha
iyi olduğunu görmüşler ve bunu hastaların rutin olarak dermatoloji polikliniğinde takip
edilmesi nedeniyle malign melanom tanısının erken dönemde konulmasına bağlamışlardır.
Bu hastaların takibinde melanositik nevüs sayısı ve klinik görünümünün önemini de
vurgulamışlardır (22). SDBY hastalarında da, genel popülasyonda beklenen oranlara göre,
çeşitli kanser tiplerinin oluşum sıklığında artış gösterilmiştir (9,10,110). Bunlar arasında az
oranda olsa da deri kanserleri de yer almaktadır (110). Bu nedenle bu hasta grubunun
nefroloji klinikleri dışında dermatoloji hekimleri tarafından da düzenli takipleri
57
önerilmelidir. Benzer şekilde oluşabilecek kanserlerin erken tanısı hastaların sağkalım ve
yaşam standardı üzerinde olumlu etkiler sağlayacaktır.
Güneş maruziyetinin melanositik nevüs sayısı üzerine etkisi değerlendirildiğinde
transplantasyon ve hemodiyaliz gruplarında güneş maruziyetinin melanositik nevüs
sayısını arttırdığı bulundu, fakat bu oran istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Bu
bulguların aksine kontrol grubunda güneş etkisi ile toplam melanositik nevüs sayısı
arasındaki artış istatistiksel anlam ifade etmekteydi (p<0,001). Çalışmamızda kontrol
grubunun güneş maruziyeti genellikle tatil ve açık hava aktivite nedeniyle olmaktaydı.
Hemodiyaliz ve transplantasyon gruplarındaki güneş maruziyeti ise genellikle iş nedeniyle
oluşmaktaydı. Tatil nedeniyle aralıklı güneş teması olması ama iş nedeniyle kronik güneş
maruziyeti olması bu bulgu için olası bir etken olarak düşünülebilir. Valiukeviciene
Litvanyalı çocuklarda melanositik nevüs ve güneş yanığı ilişkisinin araştırıldığı çalışmada
intermittan güneş gören vücut bölgelerinde nevüs yoğunluğu arttığını saptamıştır (116).
Ayrıca hemodiyaliz ve transplantasyon grubunda güneşin etkisi ile anlamlı
derecede artış saptanmaması maruz kalınan güneş miktarının düzeyinin tam olarak
belirlenememesine bağlı olabilir. Hastaların güneş maruziyeti ölçümü anamnezlerine
dayanmakta ve kümülatif değer belirlenmesi yapılamamaktadır.
Çalışmamızdan farklı olarak, erişkin renal transplantasyon hastalarında, kronik
güneş maruziyetinin nevüs sayısı ile ilişkisinin değerlendirildiği çalışmada Bavinck ve
arkadaşları kronik güneş maruziyeti ve yaş etkisiyle nevüs sayısının azaldığını saptamıştır.
Yazarlar güneş etkisi ile nevüs sayısında saptadıkları azalmanın nedenini olarak nevüs
sayısının artan yaş ile azalmış olarak bulunabileceğini belirtmiştir (21).
Melanositik nevüs ve malign melanom gelişiminde ana çevresel risk faktörünün
güneş ışınlarına maruziyet olduğu bilinmektedir. Bauer ve Garbe’nin 2003 yılında
yayınlanan derlemesinde, nevüs gelişimini başlatmak için gerekli olan güneş ışını miktarı
hakkında net bilgi bulunmadığı belirtilmiştir. Erken dönemde yayınlanan çalışmalarda,
melanositik nevüs ve malign melanom ilişkisi araştırıldığında kollardaki nevüs
yoğunluğunun melanom ile ilişkisinin anlamlı olduğu bulunmuştur (32). Bizim
çalışmamızda da transplantasyon ve hemodiyaliz grubunda kollardaki toplam melanositik
nevüs sayısında kontrol grubuna göre fazla sayıda bulunmuştur (p<0,001, p<0,05).
Melanom bölgesinde mevcut melanositk nevüslerin yoğunluğu riskinin araştırıldığı
ilk çalışmada Swerdlow ve arkadaşları, melanom bölgesindeki nevüs sayısını diğer
bölgelerden farklı olduğunun açık kanıtını saptamamıştır (73). Bu bulguların tersine, daha
sonra yapılan araştırmalarda, Rodenas ve arkadaşları malign melanom bölgesindeki nevüs
58
yoğunluğunu diğer bölgelerden belirgin derecede fazla saptamıştır (58). Hastalarımızda
malign melanom saptanmadı. Bu nedenle melanositik nevüslerin yoğun olduğu bölgelerin
malign melanom ile ilişkisi bilinmemektedir. Fakat immunsupresyonları nedeniyle malign
melanom gelişimi için risk grubu teşkil eden SDBY hastalarının deri kanserleri gelişimi
açısından düzenli takip edilmeleri gereklidir.
59
6. SONUÇLAR
•
Son dönem böbrek yetmezliğinde melanositik nevüs artışının olup olmadığını
değerlendirmek amacıyla çalışma 71 hemodiyaliz hastası, 57 renal transplantasyon
hastası ve 119 sağlıklı birey ile gerçekleştirildi.
•
Her üç gruptaki hastalar yaş, cinsiyet, cilt tipi, güneş maruziyeti açısından farklılık
göstermiyordu. Hemodiyaliz ve transplantasyon grubundaki hastalar immunsupresyon
süreleri açısından benzer özellikler taşıyordu.
•
Toplam melanositik nevüs sayısı transplantasyon grubunda 18,56, hemodiyaliz
hastalarında 15,39, kontrol grubunda ise 9,42 olarak saptandı. Toplam melanositik
nevüs sayısı üç grup arasında farklılık göstermekteydi (p<0,0001). Hem hemodiyaliz
hem de transplantasyon grubunda toplam melanositik nevüs sayısı erkek hastalarda
kadınlardan fazlaydı (p<0,05).
•
Transplantasyon grubunda kol, gövde, uyluk bölgelerinde ve tüm vücuttaki toplam
melanositik nevüs sayısı kontrol grubuna göre fazla sayıda saptandı (p<0,0001; p<0,05;
p<0,0001; p<0,0001). Transplantasyon grubunda kol bölgesindeki melanositik nevüs
sayısı hemodiyaliz grubundan fazlaydı (p<0,05). Hemodiyaliz grubunda kol, uyluk ve
tüm vücuttaki toplam melanositik nevüs sayısı kontrol grubuna göre fazla sayıda
saptandı (p<0,05; p<0,0001; p<0,001).
•
Transplantasyon grubunda immunsupresyon süresinin artışı ile toplam melanositik
nevüs sayısında gruplar arasında anlamlı düzeyde artış bulundu (p<0,0001). Fakat
hemodiyaliz grubunda immunsupresyon süresinin melanositik nevüs sayısı üzerine
etkisi istatistiksel anlamlı olarak saptanmadı (p>0,05).
•
Transplantasyon hastalarında melanositik nevüs sayısında artış vardır. Hemodiyaliz
tedavisi uygulanan son dönem böbrek yetmezliği hastalarında melanositik nevüs
sayısında artış vardır.
•
Çalışmaya katılan hastalarda displastik nevüs veya malign melanom saptanmamıştır.
60
7. KAYNAKLAR
1.
Akpolat T. Kronik Böbrek Yetmezliğinde Klinik Evreleme. Turkiye Klinikleri J Int
Med Sci 2005;21:18-20.
2.
Skorecki K, Green J, Brenner B. Chronic Renal Failure. Harrison's Principles of
İnternal Medicine. 16th ed. New York: McGraw-Hill, Medical Pub. Division,
2005:1653-62.
3.
Descamps-Latscha B, Chatenoud L. T cells and B cells in chronic renal failure.
Semin Nephrol 1996;16:183-91. PMID:8734461
4.
Chonchol M. Neutrophil dysfunction and infection risk in end-stage renal disease.
Semin Dial 2006;19:291-6. PMID:16893406
5.
Eleftheriadis T, Antoniadi G, Liakopoulos V, Kartsios C ve ark. Disturbances of
acquired immunity in hemodialysis patients. Semin Dial 2007;20:440-51.
PMID:17897251
6.
Daichou Y, Kurashige S, Hashimoto S, Suzuki S. Characteristic cytokine products
of Th1 and Th2 cells in hemodialysis patients. Nephron 1999;83:237-45.
PMID:10529630
7.
Marple JT, MacDougall M. Development of malignancy in the end-stage renal
disease patient. Semin Nephrol 1993;13:306-14. PMID:8321930
8.
Peces R. Malignancy and chronic renal failure. Saudi J Kidney Dis Transpl
2003;14:5-14. PMID:17657083
9.
Maisonneuve P, Agodoa L, Gellert R, Stewart JH ve ark. Cancer in patients on
dialysis for end-stage renal disease: an international collaborative study. Lancet
1999;354:93-9. PMID:10408483
61
10.
Kinlen LJ, Eastwood JB, Kerr DN, Moorhead JF ve ark. Cancer in patients
receiving dialysis. Br Med J 1980;280:1401-3. PMID:7427132
11.
Ho WL, Murphy GM. Update on the pathogenesis of post-transplant skin cancer in
renal transplant recipients. Br J Dermatol 2008;158:217-24. PMID:18070205
12.
Smith CH, McGregor JM, Barker JN, Morris RW ve ark. Excess melanocytic nevi
in children with renal allografts. J Am Acad Dermatol 1993;28:51-5.
PMID:8425970
13.
Grob JJ, Bastuji-Garin S, Vaillant L, Roujeau JC ve ark. Excess of nevi related to
immunodeficiency: a study in HIV-infected patients and renal transplant recipients.
J Invest Dermatol 1996;107:694-7. PMID:8875951
14.
Hughes BR, Cunliffe WJ, Bailey CC. Excess benign melanocytic naevi after
chemotherapy for malignancy in childhood. Bmj 1989;299:88-91. PMID:2504342
15.
Szepietowski J, Wasik F, Szepietowski T, Wlodarczyk M ve ark. Excess benign
melanocytic naevi in renal transplant recipients. Dermatology 1997;194:17-9.
PMID:9031785
16.
McGregor JM, Barker JN, MacDonald DM. The development of excess numbers of
melanocytic naevi in an immunosuppressed identical twin. Clin Exp Dermatol
1991;16:131-2. PMID:2032376
17.
Andreani V, Richard MA, Blaise D, Gouvernet J ve ark. Naevi in allogeneic bone
marrow transplantation recipients: the effect of graft-versus-host disease on naevi.
Br J Dermatol 2002;147:433-41. PMID:12207581
18.
Gulec AT, Seckin D, Saray Y, Sarifakioglu E ve ark. Number of acquired
melanocytic nevi in renal transplant recipients as a risk factor for melanoma.
Transplant Proc 2002;34:2136-8. PMID:12270343
19.
Alaibac M, Piaserico S, Rossi CR, Foletto M ve ark. Eruptive melanocytic nevi in
patients with renal allografts: report of 10 cases with dermoscopic findings. J Am
Acad Dermatol 2003;49:1020-2. PMID:14639379
20.
Barker JN, MacDonald DM. Eruptive dysplastic naevi following renal
transplantation. Clin Exp Dermatol 1988;13:123-5. PMID:3063415
21.
Bouwes Bavinck JN, Crijns M, Vermeer BJ, van der Woude FJ ve ark. Chronic sun
exposure and age are inversely associated with nevi in adult renal transplant
recipients. J Invest Dermatol 1996;106:1036-41. PMID:8618035
22.
Le Mire L, Hollowood K, Gray D, Bordea C ve ark. Melanomas in renal transplant
recipients. Br J Dermatol 2006;154:472-7. PMID:16445778
23.
Fitzpatrick TB, Freedberg IM. Benign Hyperplasias and Neoplasias of
Melanocytes. In: Grichnic J, Rhodes A, Sober A, eds. Fitzpatrick's Dermatology in
62
General Medicine. 6th ed. New York: McGraw-Hill, Medical Pub. Division, 2003
(vol 1):881-905.
24.
Kanzler MH, Mraz-Gernhard S. Primary cutaneous malignant melanoma and its
precursor lesions: diagnostic and therapeutic overview. J Am Acad Dermatol
2001;45:260-76. PMID:11464189
25.
Braun-Falco M, Hein R, Ring J, McNutt NS. Histopathological characteristics of
small diameter melanocytic naevi. J Clin Pathol 2003;56:459-64. PMID:12783974
26.
Dennis LK, White E, Lee JA, Kristal A ve ark. Constitutional factors and sun
exposure in relation to nevi: a population-based cross-sectional study. Am J
Epidemiol 1996;143:248-56. PMID:8561158
27.
Pavlotsky F, Azizi E, Gurvich R, Lusky A ve ark. Prevalence of melanocytic nevi
and freckles in young Israeli males. Correlation with melanoma incidence in Jewish
migrants: demographic and host factors. Am J Epidemiol 1997;146:78-86.
PMID:9215225
28.
Purdue MP, From L, Armstrong BK, Kricker A ve ark. Etiologic and other factors
predicting nevus-associated cutaneous malignant melanoma. Cancer Epidemiol
Biomarkers Prev 2005;14:2015-22. PMID:16103454
29.
Dogan G. Melanocytic nevi in 2783 children and adolescents in Turkey. Pediatr
Dermatol 2007;24:489-94. PMID:17958793
30.
Bataille V, Kato BS, Falchi M, Gardner J ve ark. Nevus size and number are
associated with telomere length and represent potential markers of a decreased
senescence in vivo. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 2007;16:1499-502.
PMID:17627017
31.
Gallagher RP, McLean DI. The epidemiology of acquired melanocytic nevi. A brief
review. Dermatol Clin 1995;13:595-603. PMID:7554507
32.
Bauer J, Garbe C. Acquired melanocytic nevi as risk factor for melanoma
development. A comprehensive review of epidemiological data. Pigment Cell Res
2003;16:297-306. PMID:12753404
33.
Valiukeviciene S, Miseviciene I, Gollnick H. The prevalence of common acquired
melanocytic nevi and the relationship with skin type characteristics and sun
exposure among children in Lithuania. Arch Dermatol 2005;141:579-86.
PMID:15897379
34.
Garbe C, Buttner P, Weiss J, Soyer HP ve ark. Risk factors for developing
cutaneous melanoma and criteria for identifying persons at risk: multicenter casecontrol study of the Central Malignant Melanoma Registry of the German
Dermatological Society. J Invest Dermatol 1994;102:695-9. PMID:8176250
63
35.
Zalaudek I, Argenziano G, Mordente I, Moscarella E ve ark. Nevus type in
dermoscopy is related to skin type in white persons. Arch Dermatol 2007;143:3516. PMID:17372099
36.
Williams ML, Sagebiel RW. Melanoma risk factors and atypical moles. West J
Med 1994;160:343-50. PMID:8023484
37.
Kincannon J, Boutzale C. The physiology of pigmented nevi. Pediatrics
1999;104:1042-5. PMID:10506262
38.
Lea PJ, Pawlowski A. Human melanocytic naevi. I. Electron microscopy and 3dimensional computer reconstruction of naevi and basement membrane zone from
ultrathin serial sections. Acta Derm Venereol Suppl (Stockh) 1986;127:5-15.
PMID:3468728
39.
Tokuda Y, Saida T, Mukai K, Takasaki Y. Growth dynamics of acquired
melanocytic nevi. Higher reactivity of proliferating cell nuclear antigen in
junctional and compound nevi than intradermal nevi. J Am Acad Dermatol
1994;31:220-4. PMID:7913717
40.
Westhafer J, Gildea J, Klepeiss S, Clarke L ve ark. Age distribution of biopsied
junctional nevi. J Am Acad Dermatol 2007;56:825-7. PMID:17437890
41.
Ackerman AB, Magana-Garcia M. Naming acquired melanocytic nevi. Unna's,
Miescher's, Spitz's Clark's. Am J Dermatopathol 1990;12:193-209. PMID:2184692
42.
Cramer SF. The origin of epidermal melanocytes. Implications for the histogenesis
of nevi and melanomas. Arch Pathol Lab Med 1991;115:115-9. PMID:1992974
43.
Harada M, Suzuki M, Ikeda T, Kaneko T ve ark. Clonality in nevocellular nevus
and melanoma: an expression-based clonality analysis at the X-linked genes by
polymerase chain reaction. J Invest Dermatol 1997;109:656-60. PMID:9347795
44.
Grichnik JM, Ali WN, Burch JA, Byers JD ve ark. KIT expression reveals a
population of precursor melanocytes in human skin. J Invest Dermatol
1996;106:967-71. PMID:8618059
45.
Robinson WA, Lemon M, Elefanty A, Harrison-Smith M ve ark. Human acquired
naevi are clonal. Melanoma Res 1998;8:499-503. PMID:9918411
46.
Hui P, Perkins A, Glusac E. Assessment of clonality in melanocytic nevi. J Cutan
Pathol 2001;28:140-4. PMID:11168766
47.
Rao BK, Wang SQ, Murphy FP. Typical dermoscopic patterns of benign
melanocytic nevi. Dermatol Clin 2001;19:269-84. PMID:11556236
48.
Argenziano G, Zalaudek I, Ferrara G, Hofmann-Wellenhof R ve ark. Proposal of a
new classification system for melanocytic naevi. Br J Dermatol 2007;157:217-27.
PMID:17553053
64
49.
Shea CR, Prieto VG. Recent developments in the pathology of melanocytic
neoplasia. Dermatol Clin 1999;17:615-30, ix. PMID:10410862
50.
Habif T. Nevi and Malignant Melanoma. Clinical Dermatology: A Color Guide to
Diagnosis and Therapy. 4th ed. Chile: Mosby, 2004 (vol 1):773-813.
51.
Stolz W, Braun Falco O, Bilek P, Landthaler M. Benign Melanocytic Lesions and
Dysplastic Nevi. Color Atlas of Dermatoscopy. 2nd enlarged ed. Berlin: Blackwell
Wissenschafts-Verlog Berlin, 2002:70-75.
52.
Pehamberger H, Steiner A, Wolff K. In vivo epiluminescence microscopy of
pigmented skin lesions. I. Pattern analysis of pigmented skin lesions. J Am Acad
Dermatol 1987;17:571-83. PMID:3668002
53.
Tanaka M. Dermoscopy. J Dermatol 2006;33:513-7. PMID:16923131
54.
McKee P, Calonje E, Granter S. Melanocytic Nevi. Pathology of the Skin with
Clinical Correlations. 3rd ed.: Elsevier Mosby, 2005:1250-1259.
55.
Geller AC, Annas GD. Epidemiology of melanoma and nonmelanoma skin cancer.
Semin Oncol Nurs 2003;19:2-11. PMID:12638376
56.
Geller AC, Zhang Z, Sober AJ, Halpern AC ve ark. The first 15 years of the
American Academy of Dermatology skin cancer screening programs: 1985-1999. J
Am Acad Dermatol 2003;48:34-41. PMID:12522368
57.
Jemal A, Siegel R, Ward E, Murray T ve ark. Cancer statistics, 2006. CA Cancer J
Clin 2006;56:106-30. PMID:16514137
58.
Rodenas JM, Delgado-Rodriguez M, Farinas-Alvarez C, Herranz MT ve ark.
Melanocytic nevi and risk of cutaneous malignant melanoma in southern Spain.
Am J Epidemiol 1997;145:1020-9. PMID:9169911
59.
Rager EL, Bridgeford EP, Ollila DW. Cutaneous melanoma: update on prevention,
screening, diagnosis, and treatment. Am Fam Physician 2005;72:269-76.
PMID:16050450
60.
Rhodes AR. Public education and cancer of the skin. What do people need to know
about melanoma and nonmelanoma skin cancer? Cancer 1995;75:613-36.
PMID:7804987
61.
Swerdlow AJ, English J, MacKie RM, O'Doherty CJ ve ark. Benign melanocytic
naevi as a risk factor for malignant melanoma. Br Med J (Clin Res Ed)
1986;292:1555-9. PMID:3087514
62.
Tucker MA, Halpern A, Holly EA, Hartge P ve ark. Clinically recognized
dysplastic nevi. A central risk factor for cutaneous melanoma. Jama
1997;277:1439-44. PMID:9145715
65
63.
Marghoob AA, Schoenbach SP, Kopf AW, Orlow SJ ve ark. Large congenital
melanocytic nevi and the risk for the development of malignant melanoma. A
prospective study. Arch Dermatol 1996;132:170-5. PMID:8629825
64.
Fitzpatrick TB, Freedberg IM. Neoplasms: Cutaneous Melanoma. In: Langley R,
Barnhill R, Mihm M, Fitzpatrick T, Sober A, eds. Fitzpatrick's Dermatology in
General Medicine. 6th ed. New York: McGraw-Hill, Medical Pub. Division, 2003
(vol 1):917-947.
65.
Cohen T, Busam KJ, Patel A, Brady MS. Subungual melanoma: management
considerations. Am J Surg 2008;195:244-8. PMID:18086464
66.
Stolz W, Braun Falco O, Bilek P, Landthaler M. Differantial Diagnosis of
Pigmented Skin Lesions. Color Atlas of Dermatoscopy. 2nd enlarged ed. Berlin:
Blackwell Wissenschafts-Verlog Berlin, 2002:58-66.
67.
Thomas L, Tranchand P, Berard F, Secchi T ve ark. Semiological value of ABCDE
criteria in the diagnosis of cutaneous pigmented tumors. Dermatology 1998;197:117. PMID:9693179
68.
Argenziano G, Fabbrocini G, Carli P, De Giorgi V ve ark. Epiluminescence
microscopy for the diagnosis of doubtful melanocytic skin lesions. Comparison of
the ABCD rule of dermatoscopy and a new 7-point checklist based on pattern
analysis. Arch Dermatol 1998;134:1563-70. PMID:9875194
69.
Carli P, De Giorgi V, Massi D, Giannotti B. The role of pattern analysis and the
ABCD rule of dermoscopy in the detection of histological atypia in melanocytic
naevi. Br J Dermatol 2000;143:290-7. PMID:10951135
70.
Goldberg MS, Doucette JT, Lim HW, Spencer J ve ark. Risk factors for
presumptive melanoma in skin cancer screening: American Academy of
Dermatology National Melanoma/Skin Cancer Screening Program experience
2001-2005. J Am Acad Dermatol 2007;57:60-6. PMID:17490783
71.
Marrett LD, King WD, Walter SD, From L. Use of host factors to identify people at
high risk for cutaneous malignant melanoma. Cmaj 1992;147:445-53.
PMID:1498755
72.
Holly EA, Kelly JW, Shpall SN, Chiu SH. Number of melanocytic nevi as a major
risk factor for malignant melanoma. J Am Acad Dermatol 1987;17:459-68.
PMID:3655025
73.
Swerdlow AJ, Green A. Melanocytic naevi and melanoma: an epidemiological
perspective. Br J Dermatol 1987;117:137-46. PMID:3307891
74.
Rokuhara S, Saida T, Oguchi M, Matsumoto K ve ark. Number of acquired
melanocytic nevi in patients with melanoma and control subjects in Japan: Nevus
count is a significant risk factor for nonacral melanoma but not for acral melanoma.
J Am Acad Dermatol 2004;50:695-700. PMID:15097952
66
75.
Gandini S, Sera F, Cattaruzza MS, Pasquini P ve ark. Meta-analysis of risk factors
for cutaneous melanoma: I. Common and atypical naevi. Eur J Cancer 2005;41:2844. PMID:15617989
76.
Sagebiel RW. Melanocytic nevi in histologic association with primary cutaneous
melanoma of superficial spreading and nodular types: effect of tumor thickness. J
Invest Dermatol 1993;100:322S-325S. PMID:8440914
77.
Skender-Kalnenas TM, English DR, Heenan PJ. Benign melanocytic lesions: risk
markers or precursors of cutaneous melanoma? J Am Acad Dermatol
1995;33:1000-7. PMID:7490345
78.
Luther H, Altmeyer P, Garbe C, Ellwanger U ve ark. Increase of melanocytic nevus
counts in children during 5 years of follow-up and analysis of associated factors.
Arch Dermatol 1996;132:1473-8. PMID:8961877
79.
Whiteman DC, Watt P, Purdie DM, Hughes MC ve ark. Melanocytic nevi, solar
keratoses, and divergent pathways to cutaneous melanoma. J Natl Cancer Inst
2003;95:806-12. PMID:12783935
80.
Tokgöz B. Kronik böbrek yetmezliğinde renal replasman tedavileri Turkiye
Klinikleri J Int Med Sci 2005;21:82-87.
81.
Yavuz A, Tetta C, Ersoy FF, D'Intini V ve ark. Uremic toxins: a new focus on an
old subject. Semin Dial 2005;18:203-11. PMID:15934967
82.
Utaş SF, A. Kronik Böbrek Yetmezliği: Dermatolojik Sorunlar. Turkiye Klinikleri
J Int Med Sci 2005;21:52-62.
83.
Chatenoud L, Herbelin A, Beaurain G, Descamps-Latscha B. Immune deficiency of
the uremic patient. Adv Nephrol Necker Hosp 1990;19:259-74. PMID:2105582
84.
Rumpf KW, Seubert S, Seubert A, Lowitz HD ve ark. Association of ethyleneoxide-induced IgE antibodies with symptoms in dialysis patients. Lancet
1985;2:1385-7. PMID:2867392
85.
Kurz P, Kohler H, Meuer S, Hutteroth T ve ark. Impaired cellular immune
responses in chronic renal failure: evidence for a T cell defect. Kidney Int
1986;29:1209-14. PMID:3489122
86.
Girndt M, Sester U, Sester M, Kaul H ve ark. Impaired cellular immune function in
patients with end-stage renal failure. Nephrol Dial Transplant 1999;14:2807-10.
PMID:10570074
87.
Kamata K, Okubo M, Sada M. Immunosuppressive factors in uraemic sera are
composed of both dialysable and non-dialysable components. Clin Exp Immunol
1983;54:277-81. PMID:6616971
67
88.
Stachowski J, Pollok M, Burrichter H, Spithaler C ve ark. Does uremic
environment down-regulate T cell activation via TCR/CD3 antigen receptor
complex? J Clin Lab Immunol 1991;36:15-21. PMID:1688213
89.
Beaman M, Michael J, MacLennan IC, Adu D. T-cell-independent and T-celldependent antibody responses in patients with chronic renal failure. Nephrol Dial
Transplant 1989;4:216-21. PMID:2498780
90.
Eleftheriadis T, Papazisis K, Kortsaris A, Vayonas G ve ark. Impaired T cell
proliferation and zeta chain phosphorylation after stimulation with staphylococcal
enterotoxin-B in hemodialysis patients. Nephron Clin Pract 2004;96:c15-20.
PMID:14752249
91.
Lewis SL, Van Epps DE, Chenoweth DE. Alterations in chemotactic factorinduced responses of neutrophils and monocytes from chronic dialysis patients.
Clin Nephrol 1988;30:63-72. PMID:2846218
92.
Soriano S, Martin-Malo A, Carracedo J, Ramirez R ve ark. Lymphocyte apoptosis:
role of uremia and permeability of dialysis membrane. Nephron Clin Pract
2005;100:c71-7. PMID:15824510
93.
Carracedo J, Ramirez R, Soriano S, Martin-Malo A ve ark. Caspase-3-dependent
pathway mediates apoptosis of human mononuclear cells induced by cellulosic
haemodialysis membranes. Nephrol Dial Transplant 2002;17:1971-7.
PMID:12401855
94.
Moloney FJ, de Freitas D, Conlon PJ, Murphy GM. Renal transplantation,
immunosuppression and the skin: an update. Photodermatol Photoimmunol
Photomed 2005;21:1-8. PMID:15634217
95.
Artis TA, E.Emre, Ş. Klinikte İmmunsupresyona Stratejik Yaklaşım. In: Titiz Mİ,
ed. Renal Transplantasyona Pratik Yaklaşım. İstanbul: Eczacıbaşı, 2004 (vol 1):5372.
96.
Durando B, Reichel J. The relative effects of different systemic
immunosuppressives on skin cancer development in organ transplant patients.
Dermatol Ther 2005;18:1-11. PMID:15842607
97.
Penn I. Depressed immunity and the development of cancer. Clin Exp Immunol
1981;46:459-74. PMID:7039892
98.
Gerlini G, Romagnoli P, Pimpinelli N. Skin cancer and immunosuppression. Crit
Rev Oncol Hematol 2005;56:127-36. PMID:15978830
99.
Schwarz T. Skin
PMID:14616336
100.
Galvao MM, Sotto MN, Kihara SM, Rivitti EA ve ark. Lymphocyte subsets and
Langerhans cells in sun-protected and sun-exposed skin of immunosuppressed
renal allograft recipients. J Am Acad Dermatol 1998;38:38-44. PMID:9448203
immunity.
Br
J
Dermatol
2003;149
Suppl
66:2-4.
68
101.
Alard P, Kurimoto I, Niizeki H, Doherty JM ve ark. Hapten-specific tolerance
induced by acute, low-dose ultraviolet B radiation of skin requires mast cell
degranulation. Eur J Immunol 2001;31:1736-46. PMID:11385618
102.
Bouwes Bavinck JN, Hardie DR, Green A, Cutmore S ve ark. The risk of skin
cancer in renal transplant recipients in Queensland, Australia. A follow-up study.
Transplantation 1996;61:715-21. PMID:8607173
103.
Leveque L, Dalac S, Dompmartin A, Louvet S ve ark. [Melanoma in organ
transplant patients]. Ann Dermatol Venereol 2000;127:160-5. PMID:10739973
104.
Penn I. Malignant melanoma in organ allograft recipients. Transplantation
1996;61:274-8. PMID:8600636
105.
Kinlen LJ, Sheil AG, Peto J, Doll R. Collaborative United Kingdom-Australasian
study of cancer in patients treated with immunosuppressive drugs. Br Med J
1979;2:1461-6. PMID:393355
106.
Ross PM. Apparent absence of a benign precursor lesion: implications for the
pathogenesis of malignant melanoma. J Am Acad Dermatol 1989;21:529-38.
PMID:2674214
107.
Hughes B, Bailey CC. Excess benign melanocytic naevi. Bmj 1989;299:854-5.
PMID:2510859
108.
Bhatia S, Ramsay NK, Steinbuch M, Dusenbery KE ve ark. Malignant neoplasms
following bone marrow transplantation. Blood 1996;87:3633-9. PMID:8611687
109.
Curtis RE, Rowlings PA, Deeg HJ, Shriner DA ve ark. Solid cancers after bone
marrow transplantation. N Engl J Med 1997;336:897-904. PMID:9070469
110.
Birkeland SA, Lokkegaard H, Storm HH. Cancer risk in patients on dialysis and
after renal transplantation. Lancet 2000;355:1886-7. PMID:10866449
111.
Astner S, Anderson RR. Skin phototypes 2003. J Invest Dermatol 2004;122:xxxxxxi. PMID:15009759
112.
Fitzpatrick TB, Freedberg IM. Normal Skin Color and General Considerations of
Pigmentary Disorders. In: Fitzpatrick TB, ed. Fitzpatrick's Dermatology in General
Medicine. 6th ed. New York: McGraw-Hill, Medical Pub. Division, 2003 (vol
1):819-826.
113.
Moloney FJ, Comber H, O'Lorcain P, O'Kelly P ve ark. A population-based study
of skin cancer incidence and prevalence in renal transplant recipients. Br J
Dermatol 2006;154:498-504. PMID:16445782
114.
Thomson MA, Suggett NR, Nightingale PG, Milford DV ve ark. Skin surveillance
of a U.K. paediatric transplant population. Br J Dermatol 2007;156:45-50.
PMID:17199565
69
115.
Liddington M, Richardson AJ, Higgins RM, Endre ZH ve ark. Skin cancer in renal
transplant recipients. Br J Surg 1989;76:1002-5. PMID:2597939
116.
Valiukeviciene S, Gollnick H, Stang A. Body-site distribution of common acquired
melanocytic nevi associated with severe sunburns among children in Lithuania. Int
J Dermatol 2007;46:1242-9. PMID:18173516
70
8. EKLER
EK-1
GÖNÜLLÜLERİN BİLGİLENDİRİLMİŞ OLUR (RIZA) FORMU
Sizden ‘Son Dönem Böbrek Yetmezliği Nedeniyle Tedavi Görmekte Olan
Hastalarda, Melanositik Nevi Prevelansının Araştırılması’ adlı bilimsel çalışmaya
katılmanız istenilmektedir.
Bu çalışmanın amacı; kronik böbrek yetmezliği nedeniyle sürekli hemodiyaliz
tedavisi uygulanan veya böbrek nakli uygulanmış hastalarda, bir deri kanseri olan malin
melanom riskinin araştırılması amacıyla vücuttaki benlerin sayısında artış olup
olmadığının saptanılmasıdır.
Çalışmaya Haydarpaşa Numune Hastanesi hemodiyaliz servisinde en az bir kez
hemodiyaliz görmüş hastalar ve Haydarpaşa Numune Hastanesi nefroloji polikliniğinde
takip edilmekte olan böbrek nakli geçirmiş hastalar alınacaktır.
Eğer bu çalışmada yer almayı kabul ederseniz ve çalışmaya alınma kriterlerini
taşıyorsanız size aşağıdaki işlemler yapılacaktır;
• Demografik bilgileriniz hazırlanmış olan formlara kaydedilecek (ad, soyad, yaş,
cinsiyet, adres bilgileri, telefon)
• Hemodiyalize başlama veya nakil tarihiniz ve kullandığınız ilaçlar, eşlik eden
hastalıklarınız, cilt tipiniz kaydedilecek
• Melanom risk faktörü olan güneş maruziyeti ve ailede melanom hikayesi hakkında
bilgi alınıp forma kaydedilecek
• Genital bölge ve saçlı deriniz hariç tüm vücudunuz nevüs sayı ve büyüklüğünü
belirlemek amacıyla bir hekim tarafında muayene edilecektir
Bu çalışmaya katılmanız tamamen kendi isteğinize bağlıdır.
Adınız hiçbir şekilde bu çalışmadan yaralanan herhangi bir yayın ya da raporda
geçmeyecektir. Bununla birlikte teftiş yapanların veya yasal düzenleme makamlarının tıbbi
kayıtlarınıza doğrudan erişimi, çalışmanın sağlıklı olması için gerekli olabilir.
Yukarıda gönüllüye araştırmadan önce verilmesi gereken bilgileri gösteren metni
okudum. Bunlar hakkında bana sözlü açıklama yapıldı. Bu koşullar altında söz konusu
klinik araştırmaya kendi rızamla, hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın katılmayı kabul
ediyorum.
•
Gönüllünün adı-soyadı, imzası, tarih:
•
Açıklamaları yapan araştırmacının adı-soyadı, imzası, tarih:
71
EK-2
TRANSPLANTASYON
Adı, soyadı:
Yaş :
Cinsiyet:
Kart no:
Adres, telefon:
Transplantasyon
İmmunsupresif
tedavi
...
...
...
...
.
Tipi:...
Sayısı:...
Tarihi:...
1. 1 yıldan az( ) 2. 1-5 yıl ( ) 3. 5 yıldan fazla ( )
Donör tipi:
1. canlı ( ) 2. Kadavra ( )
İlaç adı
5. mikofenolat mofetil
1.prednizolon
6. takrolimus
2. siklosporin:
7. sirolimus
3. azotiyopurin
8.. diğer
4. mikofenolat sodyum
Süresi..........yıl
Eşlik eden
hastalık
Cilt tipi
Melanom risk
faktörleri
Bölgesel nevüs
sayısı
Klinik olarak
malignite
şüpheli nevüs
Grup 1
DM
HCV
HBV
1.
2.
3.
4.
1.
2.
3.
4.
5.
1. 1 yıldan az( )
2. 1-5 yıl ( )
3. 5 yıldan fazla ( )
Diğer....
tip 1: her zaman yanar, bronzlaşmaz ( )
tip 2: sık yanar, zor bronzlaşır ( )
tip 3: nadiren yanar, kolay bronzlaşır ( )
tip 4 yanmaz, çok kolay bronzlaşır ( )
Açık hava aktivite, iş, tatil ( )
büllü güneş yanığı: ( )
ailede melanom hikayesi ( )
solaryum kullanımı ( )
üremik pruritus için UV tedavisi: ( )
5mm küçük
5mm büyük
1. baş / boyun
2. kol/ön kol/el sırtı
3. göğüs/karın
4. sırt/kalça
5. uyluk/alt bacak/ayak sırtı
6. avuç içi/taban
1. yok( )
a. Sayı
2. var( )
b. lokalizasyon
c.dermoskopi
d.patoloji
72
EK-3
DİYALİZ
Grup 2
Adı, soyadı:
Yaş :
Cinsiyet:
Kart no:
Adres, telefon:
...
...
...
...
.
Böbrek
yetmezliği
Tipi:...
Hemodiyalize başlama tarihi:...
1. 1 yıldan az( ) 2. 1-5 yıl ( ) 3. 5 yıldan fazla ( )
Kullanılan
tedavi
İlaç adı.....
Süresi..........yıl
Eşlik eden
hastalık
Cilt tipi
Melanom risk
faktörleri
Bölgesel nevüs
sayısı
Klinik olarak
malignite
şüpheli nevüs
DM
HCV
HBV
Diğer....
1.
2.
3.
4.
1.
2.
3.
4.
5.
1. 1 yıldan az( )
2. 1-5 yıl ( )
3. 5 yıldan fazla ( )
tip 1: her zaman yanar, bronzlaşmaz ( )
tip 2: sık yanar, zor bronzlaşır ( )
tip 3: nadiren yanar, kolay bronzlaşır ( )
tip 4 yanmaz, çok kolay bronzlaşır ( )
Açık hava aktivite, iş, tatil ( )
büllü güneş yanığı: ( )
ailede melanom hikayesi ( )
solaryum kullanımı ( )
üremik pruritus için UV tedavisi: ( )
5mm küçük
1. baş / boyun
2. kol/ön kol/el sırtı
3. göğüs/karın
4. sırt/kalça
5. uyluk/alt bacak/ayak sırtı
6. avuç içi/taban
1. yok( )
a. Sayı
2. var( )
b. lokalizasyon
c.dermoskopi
d.patoloji
5mm büyük
73
EK-4
KONTROL
Adı, soyadı:
Yaş :
Cinsiyet:
Kart no:
Adres, telefon:
Eşlik eden
hastalık
Cilt tipi
Melanom risk
faktörleri
Bölgesel nevüs
sayısı
Klinik olarak
malignite
şüpheli nevüs
Grup 3
...
...
...
...
.
DM
HCV
HBV
Diğer....
1.
2.
3.
4.
1.
2.
3.
4.
5.
tip 1: her zaman yanar, bronzlaşmaz ( )
tip 2: sık yanar, zor bronzlaşır ( )
tip 3: nadiren yanar, kolay bronzlaşır ( )
tip 4 yanmaz, çok kolay bronzlaşır ( )
Açık hava aktivite, iş, tatil ( )
büllü güneş yanığı: ( )
ailede melanom hikayesi ( )
solaryum kullanımı ( )
üremik pruritus için UV tedavisi: ( )
5mm küçük
5mm büyük
1. baş / boyun
2. kol/ön kol/el sırtı
3. göğüs/karın
4. sırt/kalça
5. uyluk/alt bacak/ayak sırtı
6. avuç içi/taban
1. yok( )
2. var( )
a. Sayı
b. lokalizasyon
c.dermoskopi
d.patoloji
74
Download