T.C ANKARA ÜNøVERSøTESø SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ SøYASET BøLøMø ve KAMU YÖNETøMø (SøYASET BøLøMø) ANA BøLøM DALI DOöU ANADOLU DÜZENøNDE AùøRET- CEMAAT- DEVLET (1839-1950) DOKTORA TEZø SAøT EBøNÇ TEZ DANIùMANI: PROF. DR. øùAYA ÜùÜR ANKARA- 2008 T.C ANKARA ÜNøVERSøTESø SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ SøYASET BøLøMø ve KAMU YÖNETøMø (SøYASET BøLøMø) ANA BøLøM DALI DOöU ANADOLU DÜZENøNDE AùøRET- CEMAAT- DEVLET (1839-1950) DOKTORA TEZø SAøT EBøNÇ TEZ DANIùMANI: PROF. DR. øùAYA ÜùÜR ANKARA- 2008 T.C. ANKARA CJNIVERS~~ESI SOSYAL BILIMLER ENST~TUSU SIYASE~LUILIMI ve KAMIJ YONETIMI (SIYASET BILIMI) ANABILIM DALI DOGU ANADOLU DUZENINDE ASII~ET-CEMAAT-I)I<VLET (1839-1950) DOKTORA TEZI Tez Daniymitn~:Prof. Dr. fSaya $~,$JR Tez Jiirisi fJyeleri TÜRKøYE CUMHURøYETø ANKARA ÜNøVERSøTESø SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ MÜDÜRLÜöÜNE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranıú ilkelerine uygun olarak toplanıp sunuldu÷unu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gere÷i olarak, çalıúmada bana ait olmayan tüm veri, düúünce ve sonuçları andı÷ımı ve kayna÷ını gösterdi÷imi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…) Tezi Hazırlayan Ö÷rencinin Adı ve Soyadı ømzası III øÇøNDEKøLER øÇøNDEKøLER……..…………………………………………………I KISALTMALAR………………………………………………………………...III ÖZET…..……………………………………………………………………...…IV GøRøù .................................................................................................... 1 BøRøNCø BÖLÜM ................................................................................ 9 I. AùøRET ve CEMAAT ..................................................................................... 9 1.1. Cemaat ................................................................................................... 13 1.2. Aúiret ...................................................................................................... 15 1.2.1 Yarı Göçebe Aúiretler ........................................................................... 20 1.2.2 Yerleúik Aúiretler ................................................................................. 21 1.3. Konfederasyon ya da Mirlik ................................................................... 21 1.4. Marksist Kuram Kabile ve Aúiret Yapıları............................................. 24 1.4.1 Feodalizm Atüt ve Do÷u Anadolu........................................................ 34 1.4.2.Batı’nın Ayanlı÷ı Do÷u’nun A÷alı÷ı .................................................... 49 1.4.3.Do÷u Anadolu’da Feodalleúme Süreci ................................................. 52 øKøNCø BÖLÜM ......................................................................... ……61 2. CUMHURøYET ÖNCESø DOöU ANADOLU........................................... 61 2.1. Osmanlı Döneminde Do÷u Anadolu ...................................................... 61 2.1.2. Do÷u Anadolu’da Merkezîleúme Süreci ............................................. 63 2.2. Toprak Mülkiyet øliúkileri ..................................................................... 67 2.2.1. Artık Ürüne El Koymada Devlet ve Aúiretler ..................................... 70 2.3.Tanzimat Fermanı ve Vilâyyat-ı ùarkîye ................................................ 74 2.4. 1858 Arazi Kanunnamesi ....................................................................... 79 2.4.1. Do÷u Anadolu’da Yurtluk ve Ocaklık Statüsündeki Topraklar .......... 82 2.5.Do÷u Anadolu’da Osmanlı Yönetimi...................................................... 86 2.5.1. Vilâyyat-ı ùarkiye Islahat Projesi ve Umumî Müfettiúli÷in Kurulması ....................................................................................................................... 90 2.5.2 Ulus Düúüncesinin Do÷u Anadolu’da Yayılması ................................ 93 2.5.3. Hamidiye Alayları ............................................................................... 98 2.6. Vilayyat-ı ùarkiyye’ de II. Meúrutiyet ................................................. 103 2.6.1. II. Meúrutiyet Döneminde Kürt Cemiyetleri ..................................... 108 2.7. Kandaúlıktan Kutsallı÷a Do÷u Anadolu’da øki Geleneksel Güç Oda÷ı 110 2.7.1. ùemdinli ùeyhleri .............................................................................. 110 2.7.2. Bedirhanlar ........................................................................................ 114 2.8. Van’da øttihat ve Terakki ..................................................................... 116 2.9. Tehcir Sonrası Do÷u Anadolu’da Büyük Mülklerin Oluúumu ............ 122 2.9.1 Ermeni Topraklarının Bölgedeki Toplumsal Sınıflar Arasındaki Da÷ılımı ....................................................................................................... 128 I ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .......................................................................... 133 CUMHURøYET DÖNEMø ............................................................................. 133 3. BURJUVA DEMOKRATøK DEVRøM ................................................. 133 3.1. Burjuva Demokratik Devrimin Tanımı ................................................ 133 3.2. Türk Devrimi ........................................................................................ 136 3.2.1. Türkiye’de Burjuva Demokratik Devrimin Sınırları ......................... 143 3.2.2. Cumhuriyet Süreklilik mi Kırılma mı ? ........................................... 150 3.3.ùeyh Sait øsyanı ..................................................................................... 155 3.3.1.Yeniden Umumi Müfettiúlik .............................................................. 160 3.3.2.Takriri Sükûn Kanunu ve Devrimin Dönemeci ................................. 163 3.4.Kürt Milliyetçili÷ine Karúı Devletin Feodal Güçlerle Yeniden øttifakı 165 3.5. Do÷u Anadolu’da A÷aların Eúraflaúma Süreci .................................... 169 3.5.1 Do÷u Anodolu’da Kapitalistleúme Süreci ......................................... 171 3.5.2 Ulus Devlet Döneminde Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası......... 173 3.5.3 Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası ve Do÷u Anadolu .................... 176 3.5.4 Do÷u Anadolu’da Eúraf Sınıfının Dinamikleri ................................. 184 3.5.5. Bir Sermaye Birikim Örne÷i: Mürtezika Sınıfından Mürtefi Sınıfına: Van’da Siirtli Tüccarlar ............................................................................... 190 3.5.6 Cumhuriyet Dönemi Do÷u Anadolu’ da Toplumsal Yapı ve Mülkiyet øliúkileri ....................................................................................................... 195 3.6. Kent Siyaset ve Van’ın Sekene-i Asliyesi ............................................ 200 3.7. Do÷u Anadolu’da Siyasal Kültür, Zihniyet ve Aidiyet øliúkileri ........ 206 3.8. Cumhuriyetin Kırsal Alanı Dönüútürme Giriúimleri ve Halkçılık ....... 210 3.9. Demokrat Parti ve Do÷u Anadolu ........................................................ 216 3.9. Demokrat Parti ve Aúiretler .................................................................. 220 3.10. Do÷u Anadolu’da Din ve Üretim øliúkileri......................................... 221 3.11. Laiklik Bir Söylem mi øliúki Biçimi mi? ............................................ 227 SONUÇ ............................................................................................. 232 KAYNAKÇA .................................................................................... 245 II KISALTMALAR a.g.e. :Adı geçen eser a.g.m. :Adı geçen makale a.g.t. :Adı geçen tez a.g.b :Adı geçen belge BOA :Baúbakanlık Osmanlı Arúivi BCA : Baúbakanlık Cumhuriyet Arúivi ÇEV :Çeviren DH :Dahiliye Nezareti DH.ùFR :Dahiliye Nezareti ùifre Kalemi øT :øttihat ve Terakki øAMM : øskân-ı Aúair ve Muhacirin Müdüriyeti TøGMA :Toprak øskân Genel Müdürlü÷ü Arúivi TTK :Türk Tarih Kurumu T.V.Y.Y : Tarih Vakfi Yurt Yayınları III ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ÖZET Bu tez, Türkiye gündeminin en önemli sorunlarından birini oluúturan, Güneydo÷u ve Do÷u Anadolu, ya da Kürt sorunu olarak da adlandırılan sorunlar yuma÷ının önemli bir boyutunu oluúturan aúiret ve cemaat yapılarını üretim formasyonları içinde analiz etmeye yönelik bir çalıúmadır. Bu analiz aúiret ve cemaat yapılarını hem kapitalist hem de feodal üretim biçimlerinin iç içe geçti÷i çoklu bir formasyon içinde de÷erlendirmektedir. Bu iki üretim biçiminin toplumsal iliúkileriyle, kurumlarıyla, ideolojisiyle birbirlerini belirleme ve tasfiye etme süreçleri Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası iki ana tarihsel dönem içine yerleútirilerek ele alınmıútır. Tezin odaklandı÷ı temel sorunsal Cumhuriyet ve burjuva demokratik devrimin Do÷u Anadolu’daki aúiret cemaat yapılarını neden tam olarak tasfiye edemedi÷i ve kendi do÷al sınırlarına ulaúamadı÷ı sorularına yanıt bulmaya yönelik bir çalıúma olarak da formüle edilebilir. Bu formülasyon içinde aúiret ve cemaat yapılarının iktidar iliúkilerini hangi düzeyde ve hangi araçlarla ürettikleri soruları ekonomik, politik ve toplumsal iliúkiler çerçevesi içinden sorularak, bu sorulara yakın tarih içinde yanıt bulmayı amaçlamaktadır. Baúka bir ifadeyle, verili ekonomik ve toplumsal bir formasyonda, sanayi devriminin temel sarsıcı etkilerini yaúamamıú Do÷u Anadolu gibi bir bölgede, Cumhuriyetin demokratik kurum ve kurallarının kurumsallaúmasını engelleyen ya da geciktiren aúiret ve cemaat gibi geleneksel yapıların burjuva demokratik devrimin sınırlarını nerelerde ve hangi ekonomik, siyasal ve ideolojik araçlarla kesti÷ini ortaya çıkarmaya yönelik bir çalıúmadır. Aúiret, cemaat gibi feodal yapıları bu çerçeve içinde de÷erlendirmek demek, aynı zamanda Cumhuriyet’in kurumlarını birey, yurttaú-devlet, siyasal kültür ve aidiyet iliúkileri ba÷lamında olgunlaúma, kurumsallaúma ve kendi tipini üretme düzeyini saptamak demektir. Bu nedenle bu çalıúma bir anlamda “Cumhuriyet” in Do÷u Anadolu’daki yaúını ortaya çıkarmaya yönelik bir çalıúma olarak da özetlenebilir.......................................................... IV GøRøù Geçmiú, tanım gere÷i artık hiçbir úeyin de÷iútiremeyece÷i bir veridir. Ancak geçmiúin bilgisi, bugünden üretilen, inúa edilen bir çaba oldu÷u için sürekli olarak de÷iúen, geliúen bir niteli÷e sahiptir. Tarihin bilgisi bugünden üretilmiú bir ürün olarak düúünüldü÷ünde de÷erlendirilemez. Bu nedenle üretildi÷i yaúanmıú koúullardan zamanla, ba÷ımsız olarak kavramsallaútırılmıú, dönemselleútirilmiú zaman arasında birebir örtüúme beklenemez. Çünkü tarihin dönemselleútirilmesi post factum bir olgudur. Yoksa tarihin kendi için, kendinde bir bölümü yoktur. Tıpkı bir nehir gibi tarihin bölümü nehrin akıúında de÷il, geçti÷i karalar üzerindeki insanlar tarafından yapılan bir bölümlenme oldu÷u için, tarih zorunlu olarak toplumsal bir olgudur. Tarihsel olguları çözümleme çabası ise kronolojik bir düzenin eúzamanlı bütünlü÷ü içine bu olguları yerleútirilip ya da yerlerini de÷iútirip içsel ve dıúsal ba÷lantıları içinde yeni sorular sorup analiz etmekle mümkündür. Bu analizin öznesi ise “úimdi” nin insanı olarak geçmiúin ölü kahramanlarına methiye ya da lânet ya÷dıran onların kâtipli÷ini yapan bir u÷raú de÷ildir. Bu çalıúmanın soyutlama düzeylerini oluúturan aúiret ve cemaat yapıları, uzak tarih içinde geliúip biçimlenmiú yapılardır. Fakat bu yapılar aynı zamanda anakronik olarak yakın tarihin içine kadar uzanmıú, yakın tarihi uzak tarihe do÷ru çeken gerilimli bir niteli÷e de sahiptirler. Uzak tarih ile yakın tarih arasındaki bu iliúki, birbirini ters yönde çeken iki farklı zamansallı÷ın diyalektik gerilimlerini de içinde barındırır. Bu nedenle uzak tarihle yakın tarih arasındaki süreklilikleri ya da kırılmaları toplumsal ve siyasal örgütler düzeyinde analiz etmek yöntemsel olarak bu iki tarihsel dönem arasındaki ayrımın yalnızca kronolojik de÷il, aynı zamanda epistemolojik bir ayrıma da tekabül eder. Bu nedenle bu çalıúmanın iki ana bölümünü oluúturan Osmanlı ve Cumhuriyet ayrımından söz etmek; sadece iki farklı tarihsel dönemden de÷il aynı zamanda iki farklı dilden, iki farklı epistemolojiden dolayısıyla iki farklı akıldan söz etmek gibidir. Bu türden çalıúmalarda yöntemsel olarak bu ayrımı baútan koymayanları bekleyen bir 1 handikapı burada belirtmekte yarar var. Tarihin bu iki dönemi arasında yolculuk yapacak olanları bekleyen handikap úudur. Ülkemizde yaygın bir biçimde kafa kuruluúu bakımından geleneksel tarih anlayıúının biçimlendirdi÷i bir zihnin geri vitese takılmıúçasına hep gerisin geriye uzak tarihe giderken orada kalıp artık güncele ya da yakın tarihe dönememe handikapıdır. Bu handikapın mantıksal sonucu ise yakın tarihi uzak tarihin terminolojisi içinden okuyup Cumhuriyet’le Osmanlı arasında bir kırılmanın olmadı÷ı varsayımıdır. Bu çalıúmada uzak tarihin yakın tarih içinde kalmıú aúiret, cemaat gibi anakronik yapılarını açıklamaya yönelik varsayımların ve soruların yöneltilece÷i alan uzak tarih alanıdır. Ancak uzak tarihe yöneltilen bu soruların yanıtlarının aranaca÷ı ve toplanaca÷ı alan ise yakın tarih alanı olacaktır. Çünkü aúiret, cemaat gibi dünün yapıları ile bugünün yapıları arasındaki gerilimler uzak tarih ile yakın tarihin kısa devre yaptı÷ı kırılma dönemlerinde kendini gösterir. Yapılar ise tarihin geniú kronolojik aralıkları içinde tekrarlana tekrarlana kurumsallaúmıú, toplumsal ve siyasal örgütlerdir. Bu örgütler aynı zamanda zihniyetleri düúünceleri, tutumları ve tavırları do÷urup onlara yön veren temel maddî gerçekliklerdir. Bu çalıúmada yapıları ortaya çıkarmada kronolojik aralı÷ın 1839– 1950 dönemlerini kapsayacak geniúlikte tutulması yöntemsel olarak dıúlanan olguların sayısını artırırken, bir o kadar da genellemeyi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle bu çalıúmanın oda÷ında yer alan aúiret ve cemaat yapıları ve bu yapıların devletle olan iliúkileri, daha çok e÷ilimler düzeyinde ele alınacaktır. Tarihsel olguları incelemek, incelenecek olgunun ya da nesnenin kendi içinde ve kendi dıúındaki iliúkileri sınıflayıp bir bütünün içine yerleútirip tanımlamayı gerektirir. Ancak bu tanımlama yapılırken nesneye uygulanacak kavramların da de÷iúim ve dönüúümlerini göz önünde bulundurmak yöntemsel bir zorunluluktur. Her nesnenin bir geçmiúi ve bir gelece÷i oldu÷u gibi aynı úekilde nesneye uygulanacak kavramların da kendi içinde bir tarihleri vardır. Çünkü zamanın yıpratıcılı÷ından kavramlar da payına düúeni alır. Üretilmiú her ürünün tarihte hurdalı÷ı oldu÷u gibi kavramların da hurdalı÷ının oluúması kaçınılmazdır. øúte bu çalıúma yukarıda belirtilen yöntemsel çerçeve içinde Do÷u Anadolu Bölgesi’ndeki aúiret, cemaat yapıları ve bu yapıların tarihsel süreç içindeki de÷iúim ve dönüúümlerini devletle olan iliúkileri ba÷lamında incelemeyi 2 amaçlamaktadır. Çalıúmanın temel sorunsalını dört düzeyde sınıflandırmak mümkündür. Bunlardan birincisi, günümüzde Do÷u Anadolu’daki aúiret yapılarının temellendi÷i toprak ve mülkiyet iliúkilerinin büyük ölçüde iktidar kayna÷ı olma özelli÷ini yitirmesine karúın, bu yapılara ait üst yapı kurumlarının nasıl olup da halen varlıklarını sürdürmeleridir. økinci olarak, aúiret, cemaat gibi geleneksel örgütlenme biçimlerine ait bu üst yapıları siyasal ve ideolojik olarak yeniden üreten süreçler ve bu yapıları ısrarcı kılan yerel düzeydeki ekonomik ve politik iliúkilerin neler oldu÷udur. Üçüncü sorunsal aúiret ve cemaat yapılarının devletle olan ittifakları, gerilimlerinin tarihsel bir süreç içinde nasıl biçimlendi÷idir. Son olarak Do÷u Anadolu’da Cumhuriyet ve devrimlerinin aúiret ve cemaat yapılarını neden tasfiye edemedi÷i sorusudur. Bu soru bir anlamda eski ve yeni toplumsal ve siyasal kurumları üst üste koyup ya da ölülerin incelemesini canlıların incelemesiyle birleútirip halen sa÷ kalanların varlıklarını hangi ekonomik ve siyasal dinamikler üzerinde sürdürdükleri sorusunun peúine düúmek olarak özetlenebilir. Bu sorunun yanıtı ise üçüncü bölümde verilmeye çalıúılacaktır. Çalıúmanın birinci bölümü aúiret, cemaat kavramlarının kuramsal ve kavramsal çözümlemesine yönelik olacaktır. Kuramsal bölümde Do÷u Anadolu’nun tarihsel ve toplumsal evrimini açıklamada yardımcı olacak üretim biçimleri tartıúmalarına yer verilerek, Do÷u Anadolu’da feodalleúme süreci anlatılacaktır. Çalıúmanın ikinci bölümünde Do÷u Anadolu’nun tarihsel ve toplumsal arka plânı sunularak bölgenin Tanzimat’la baúlayan merkezîleúme süreci, devlet-aúiret, devlet-cemaat iliúkileri irdelenecektir. Bu bölümde ayrıca Kürt Mirlikleri’nin merkezîleúme politikalarıyla tasfiye edilmesinden sonra bölgede de÷iúen iktidar iliúkileri irdelenecektir. Üçüncü bölümde ise Cumhuriyet dönemi burjuva demokratik devrim ba÷lamında ele alınarak, Do÷u Anadolu’daki feodal yapıların neden tasfiye edilemedi÷i sorusu tartıúılacaktır. Bu sorunun ba÷lamı burjuva demokratik devrim ve devrimin yapısal nitelikleriyle iliúkilendirilerek bir anlamda Cumhuriyet’in bölgede kaç yaúında oldu÷u ortaya çıkarılmaya çalıúılacaktır. Üçüncü bölümde ayrıca Do÷u Anadolu’da kapitalistleúme süreci bu sürece ba÷lı olarak ortaya çıkan toplumsal ve sınıfsal farklılaúmalar anlatılacaktır. Bu bölümde ayrıca burjuva demokratik devrimin 3 sınırlarını belirleyen bölgedeki din-eúraf, din-ticaret iliúkilerine somut örnekler verilerek açıklanmaya çalıúılacaktır. Üçüncü bölümün bir baúka konusu a÷aların eúraflaúma sürecidir. Eúraflaúma sürecinin yanısıra bölgede büyük toprak mülkiyetinin ekonomik ve siyasal temellerine yönelik konular irdelenmeye çalıúılacaktır. Üçüncü bölümün odaklandı÷ı di÷er bir konu Türk siyasal tarihinde siyasal rejimin bir dönemeci sayılan ùeyh Sait isyanı ve isyan sonrası devletin bölgeye yönelik geliútirdi÷i stratejiler tartıúılacaktır. Do÷u’nun Do÷usu Bu çalıúmanın sınırları; co÷rafî, kronolojik ve metodolojik olarak üç kategoriye ayrılır. Öncelikle co÷rafî sınır olarak “Do÷u” ve “Do÷u Anadolu” terimlerinden baúlamak üzere çalıúmanın co÷rafî sınırlarının neleri kapsadı÷ı ve yöntemsel olarak hangi olguları içerdi÷ini anlamak için genel olarak “Do÷u” kavramının ne anlama geldi÷ini açıklamakta yarar var. “Do÷u” co÷rafî olarak güneúin do÷du÷u yön demektir. Do÷u kavramı birçok dilde güneúin do÷du÷u ülke anlamına gelen sözcüklerle karúılanır. Örne÷in, Anatolia sözcü÷ü Antik Yunan’da güneú küçük Asya yarım adasından do÷du÷u için güneúin do÷du÷u yer olarak adlandırılmaktaydı. Ancak Do÷u sadece co÷rafî bir kavram olmayıp aynı zamanda sosyolojik ve tarihsel bir kavramdır. Kapitalizm öncesi uygarlıklar, Çin, Hint, Pers Do÷u Akdeniz uygarlıklarının kapitalizmin do÷du÷u Batı Avrupa’ya göre do÷uda olmaları daha sonra kapitalizmin karúısında geri kalıp sömürgeleútirildi÷inden “Do÷u” sözcü÷ü pejoratif bir içerikle Batı tarafından hem co÷rafî olarak hem de ideolojik olarak yeniden kurulmuútur. 15. yüzyılın sonundan itibaren dünya tarihi Avrupa merkezli egemen bir tarih anlayıúla yazılmaya baúlandı. Bu süreç 19. yüzyılda oryantalist çalıúmalarla ivme kazanmıú, “Batı” Do÷u’yu kendi epistemolojisi ve terminolojisi içinde yeniden tanımlayarak kurmuútur. Tanımlayanla tanımlanan arasındaki bu hegemonik iliúki sadece “Do÷u” ya iliúkin bir kurulum olmayıp kapitalist dünya ekonomisinin geliúmesi ile birlikte “Dünya” kavramı da yeniden inúa edilerek Batı’nın ideolojik ve co÷rafî 4 koordinatlarına göre yeniden belirlenmiútir.1 ortaya çıkıúından önce “Dünya” Kapitalist dünya ekonomisinin kavramı göreli bir kavramdı. Her uygarlık toplumu, zamanı ve mekânı kendi kültürel, dinsel anlayıúlarına göre bölmekte ve dönemselleútirmekteydi. “Batı” kavramı 17.yüzyıla kadar Do÷u toplumlarının kavramsal dünyalarında yerleúik bir kavram de÷ildi. Örne÷in, “Garp” kelimesi Osmanlı Devleti’nde 17.yüzyıl metinlerinde bir yön ya da yer anlamında kullanılmamaktaydı. Bugün “Batı” diye tanımlanan co÷rafî ve ideolojik kategori Osmanlı ømparatorlu÷u’nda 18.yüzyıla kadar Frengistan olarak tanımlanmaktaydı. Freng terimi ise Niyazi Berkes’in belirtti÷ine göre Ortodoks Bizans’ın Katolik Roma’yı aúa÷ılamak için “kâfir” anlamına gelen bir içerikle kullanılmaktaydı. Frengistan terimi daha sonra 19. yüzyılda Alla Franga’ya dönüúecek bu da iki kere kâfir anlamına gelecektir.2 Batı’nın Do÷u’lu bir kategori olarak tanımladı÷ı “Osmanlı ømparatorlu÷u” terimi ise oryantalizmin batı merkezli tarih anlayıúının teorik düzeyde üretti÷i bir kategoridir. “Osmanlı” terimi de devletin kapitalizme eklemleúme sürecinde uluslaúma idelojisiyle Sırp-Yunan isyanlarının baú göstermesiyle birlikte devletin bölünmesini önlemek amacıyla farklı etnik grupları padiúah etrafında toplamak için siyasal bir proje olarak icat edilip geliútirilen bir terimdi. “Osmanlı” terimi ilk kez 1876 tarihli Kanun-i Esasî’nin 8. maddesinde resmen tanımlanacaktı.3 1876 Kanunî Esasî’nin ilânından önce “Osmanlı Devleti” kendisini “ Devlet-i Âliye” (yüce devlet) veya “ Devlet-i ebed müddet” (ebedi olarak yaúacak devlet) ismi ile tanımlamaktaydı. Aynı úekilde siyasal bir kategori olarak “imparatorluk” kavramı da Batı merkezli tarih anlayıúının teorik düzeyde üretti÷i bir kavram olup devletin resmi olarak kendisini refere etti÷i bir terim olmaktan öte kendisine dıúsal bir terimdi. “Batı” nın “Do÷u” yu kendi epistemolojisi ve kendi terminolojisi içinde yeniden tanımlayıp kurdu÷u 19. yüzyıl emperyalizminin Do÷u toplumları paranteze almasıyla, Osmanlı Devleti de kendini yeniden konumlandırmak zorunda kalacak, bu konumlandırma çok uluslu bir devletin kendi içindeki yapıları, toplulukları, cemaatleri yeniden tanımlanmasını zorunlu kılacaktı. Uluslaúma sürecinden önce ømparatorlu÷un E.J.Hobsbawm, Tarih Üzerine Çev: Osman Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999 s. 341 2 Niyazi Berkes “Satılık Memleket” Yön, sayı 98, 12 ùubat, 1965 s.12-20 3 Nejat Göyünç “Osmanlı Devleti Hakkında” Cogito Yapı Kredi Yayınları, sayı 19. 1999, s. 88 1 5 farklı etnik yapıya sahip Müslüman topluluklarının yaúadıkları eyaletler co÷rafî bir terimle de÷il Kürdistan, Lazistan eyaleti gibi hem idari hem de etnik sınırların kesiúti÷i bir içerikle tanımlamaktaydı. Do÷u’nun kendi içinde yapmıú oldu÷u toplumsal ve co÷rafî tanımları 19. yüzyılın ikinci yarısından baúlayan oryantalist araútırma ve incelemelerin etkisiyle oluúmuútu. Bu çalıúmaların yo÷unlaútı÷ı alanlar arkeoloji, antropoloji ve etnografya alanlarıydı. Bu çalıúmaların etkisiyle 19.yüzyılın son çeyre÷inden sonra bölge co÷rafî tanımlamadan çok etnik bir vurguyla Kürdistan olarak dillendirilmeye baúlanacaktır. Kuúkusuz Kürdistan olarak nitelenen bölge sadece 19.yüzyılda oryantalistlerin kullandı÷ı bir terim de÷ildi. Kürdistan terimi 12.yüzyılda Anadolu Selçuklu beylerinden olan Sultan Sancar döneminden itibaren co÷rafî ve etnik anlamda kullanılan bir terimdi.4 Ancak Kürdistan terimi 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar siyasal bir bütünlü÷ü ifade eden bir anlam ve içerik taúımamaktaydı. Zaten bölgenin parçalı aúiret yapısı içinde yaúayan Kürtlerin tarih boyunca en yüksek siyasal oluúumu mirlik ve aúiret düzeyini aúamamıútı. Biz bu çalıúmanın sınırlarını ve tanımlarını daha çok tarihsel koúulların veri olarak sundu÷u biçimde ele alaca÷ız. Tarihsel metinlerde ve belgelerde bölge ile ilgili her adlandırmanın özgünlü÷ü ve tarihselli÷ini teorik olarak kabul etmek bilimsel bir tutum gere÷idir. Çünkü her tarihsel belgenin kendi dilini kendi dönemi içinde konuúturmak yöntemsel bir zorunluluktur. Bununla birlikte bölgenin tarihsel olarak de÷iúik tanımı, sınırları ve adlandırılması aynı zamanda emperyalizmin bölgeyle ilgili çıkarlarının geliúim seyrine ba÷lı olarak yeniden yapılmıútır. Bölge 1864 Vilâyet Nizamnamesine kadar Kürdistan5, bu tarihten sonrada 1878 Berlin Konferansı’nda Ermeni sorununa ba÷lı olarak bu kez Vilâyet-i Sitte (Altı vilayet) olarak tanımlanıp sınırları yeniden çizilmiútir. Vilâyet-i Sitte co÷rafî ve yönetsel olarak Van, Erzurum, Mamüretülaziz (Elazı÷), Sivas, Bitlis, Diyarbakır illerini kapsamaktaydı. Üçüncü olarak bölge, 1871 Vilâyet Nizamnamesi ile de Vilâyet-ı ùârkıyye ismini alacaktır. 1920’de Sevr 4 5 Nikitin Bazil Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi ønceleme, Çev: Hüseyin Demirhan, Cemal Süreyya, Deng Yayınları, østanbul, 1991 s. 354 Kürdistan Farsçada Kürtlerin bölgesi anlamanda kullanılır, Farsça “istan” eki yer, kapı, bölge anlamını içerir. Co÷rafi olarak Kürdistan’ın sınırlarını belirlemek son derece güçtür. Çünkü göçebe aúiretler biçiminde örgütlen Kürtler Batı Asya’nın geniú topraklarından Afganistan’a kadar yayılmıúlardı. Avrupalı co÷rafyacılar aynı bölge için Ermenistan adını da kullanmaktadırlar. Bu iki isim altında belli bir bölgenin sınırlarını tanımlamak güçtür .Bkz: Mesut Fani Bilgili Kürtler ve Sosysal Geliúmeleri, Tanmak Yayınları 1993 Ankara s.57 6 Antlaúmasının 62. ve 64. Maddesi’nde bu kez “Fırat’ın Do÷usu” olarak bölünüp Van, Erzurum, Bitlis Ermenistan’a verilmek üzere di÷er yerler Kürdistan olarak yeniden tanımlanacaktı. Cumhuriyet döneminde ise 1941 yılına kadar Vilayat-i ùarkiye olarak adlandırılan bölge 1941’de toplanan Co÷rafya Kongresi’nde alınan kararla Türkiye yedi co÷rafi bölgeye bölünerek Do÷u ve Güney Do÷u Anadolu ismini alarak iki bölgeye bölünecektir. Bölgeyle ilgili tanımlar ister co÷rafi, ister politik, ister etnik olsun bölgenin tarihsel geliúimi göz önünde bulunduruldu÷unda yapılan bu tanımların ve sınırların emperyalizmin ideolojik ve hegemonik müdahalelerinin do÷rudan ya da dolaylı etkisinden ba÷ımsız olarak de÷erlendirilemez. Bu çalıúmanın metodolojik sınırları ise aúiret ve cemaat gibi geleneksel toplum/topluluk yapılarını imparatorlukların ve ulus devletlerin co÷rafî ve siyasî sınırları içinde ana toplumsal yapının bir parçası olarak de÷erlendirmek ve tanımlamak birçok yöntemsel zorluklar do÷urmaktadır. Çünkü sınır olgusu imparatorluk co÷rafyası içinde son derece de÷iúken ve geçirgen niteli÷e sahiptir. Çünkü sınır bir imparatorlu÷un merkezi “centrum” dolayımında ilâve ve geniúlemelerini içermek suretiyle oluúur. “dıú(sal)” olma halinde, “centrum”un “sınır”ları ile imparatorluk’un sınırları örtüúmez. Bu nedenle “sınır”, yalnızca “co÷rafi” sınır olarak ele alınamayaca÷ı gibi “siyasî” olarak da kolaylıkla belirlenemez.6 Osmanlı ømparatorlu÷u döneminde Do÷u Anadolu’nun sınırları Ortodoks Sunnî øslam mezhebi üzerinden øran’a karúı ùiilik ve Alevilik gibi heteredoks mezheplerin ikilemleri ekseninde çizilen sembolik, ideolojik ve geçirgen sınırlardı. Buna karúın ulus devlet sınırları co÷rafî bir uzam içinde haritalanmıú, düzenlenmiú ve uluslararası hukukta kabul edilmeyi gerektirir. Ayrıca Ulus-devletin sınırları imparatorluktan farklı olarak devletin egemenli÷ini kendi co÷rafyasının en uç noktalarına, rıza ya da zor aygıtlarıyla onaylatmasını ifade eder.7 Bu nedenle sınırlar derken, teritoryal (topraksal) bir karúılı÷ı olmayan sembolik sınırlarla, gerçek fizikî sınırlar arasındaki farkı belirtmek gerekir. Çünkü øúaya Üúür, “Osmanlı ømparatorlu÷u Tarih Yazımında Metodolojik Bir Sorun Üzerine BirkaçGözlem ve Düúünce” Mürekkep Dergisi sayı 5, 1995 s. 3 7 A. P.Cohen, “Culture as Identity: An Anthropologists View”, New Literary History, Cilt. 24, The Johns Hopkins University Press, 1993, s 195-209 6 7 imparatorluk sınırları her ne biçimde olursa olsunlar aynı zamanda sembolik ve kültüreldirler. 8 Fiziksel, co÷rafi ve yönetsel sınırlar ne kadar belirgin olursa olsun, yol açtıkları sonuçlar itibariyle aúiret, cemaat gibi daha çok merkezi siyasal iktidarın uçlarında salınan toplum/toplulukların sınırlarını nominal olarak kesebilirler. Fakat ne imparatorlu÷un ne de ulus-devletin fiziki sınırları aúiret ve cemaat yapılarını kültürel ideolojik olarak tam olarak ortadan kesemez. ømparatorluk sonrası ulus devletin tasfiye edemedi÷i bu yapılar ona karúı gerilimli ve diyalektik bir iliúki içinde varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Bu nedenle aúiret, cemaat yapıları ulus devletin uzamı ve zamanı içinde iki farklı zamansallı÷ın anakronik yapıları olarak ortaya çıkarlar. Siyasal iktidarın uçlarında salınan bu topluluk yapılarını incelemek aynı zamanda iki farklı zamansallıktan, iki farklı hukuktan, iki farklı dilden söz etmek gibidir. Ayrıca kapitalizmin tarihsel geliúim süreci içinde merkezden çevreye do÷ru yayılma ve eklemlenme düzeylerine ba÷lı olarak Do÷u Anadolu’nun kapitalizme geç eklemlenmiú bir bölge olması bakımından da bu çalıúmanın sınırlarını bir anlamda kapitalist geliúmenin düzeyleri, devreleri ve süreçleri bakımından Do÷unun do÷u’su olarak konumlandırmak da mümkündür. Çalıúmanın kronolojik sınırları ise yer yer 1839 öncesi dönemlere gönderme yapmakla birlikte genel olarak 1839 Tanzimat süreciyle baúlayıp Cumhuriyet döneminin 1950 yıllarını kapsayacaktır. 8 Hasting Donan, Thomas M. Wilson, Sınırlar Kimlik: Ulus Devletin Uçları, Çev: Zeki Yaú Ütopya Yayınları 2002. s. 52 8 BøRøNCø BÖLÜM I. AùøRET ve CEMAAT Bu baúlık altında, Do÷u Anadolu Bölgesi’nde toplumsal örgütlenme9 ve siyasal yapılar arasındaki iliúkilerin açıklanmasında kullanılacak kavramsal araçların çözümlemesi yapılacaktır. Bu çözümlemenin temel kategorileri; aúiret, cemaat, konfederasyon kavramlarıdır. Aúiret, cemaat ve konfederasyon yapıları toplum ya da topluluk örgütleri olarak kandaúlık, dil ve dinsel iliúkiler bakımından ortak ba÷ları olan bireylerin dikey toplumsal ve siyasal yapılarını tanımlamak için kullanılacaktır. Kapitalist geliúmenin dıúında kalmıú topluluk yapılarını teorik olarak çözümlemek ister pre-kapitalist ekonomi biçimleri içinde olsun ister, Weber’ci anlamda geleneksel örgütlenme biçimlerinden eylemlerin rasyonel bir etkinlik etrafında örgütlendi÷i modern toplumlara geçiú aúamasında olsun pek çok teorik ikilemi beraberinde getirmektedir. Bu ikilem günümüzde aúiretler üzerine yapılan çalıúmalarda yöntemsel açıdan sosyal bilimcilerin karúılaútı÷ı en önemli sorunlardan birisidir. Bu sorun ve ikilem toplumsal örgütlenmeler için hem yerli kategorileri dikkate alan, hem de karúılaútırma için elveriúli temeller sa÷layan terimler ve somut tanımlar sunmanın güçlü÷üdür.10 Aúiret, cemaat gibi geleneksel tarım toplumuna ait yapıları zamanı ve uzamıyla iliúkili olarak kendine özgü özellikler gösterdikleri için kiúilerin bu yapılarla olan aidiyet iliúkileri çok biçimli ve sürekli de÷iúim halindedir. Bu de÷iúim sadece kültürel bir de÷iúime 9 Örgütün tanımı: Statüler içerisinde formüle edilmiú, az çok belirli modeller çerçevesinde düúünülmüú ve saptanmıú, hiyerarúik ve merkezi olarak önceden biçimlendirilmiú toplu ve ortak davranıú bütünleridir. Bkz. “Toplumsal Yapılar” George Gurvitch. Sosyoloji ve Felsefe Der: Kadir Cangızbay, De÷iúim Yayınları, 1985 østanbul, s. 125 10 Hakan Özo÷lu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçili÷i, Çev: N. Özok., A.Z Gündo÷an, Kitapevi Yayınları, 2005 østanbul, s. 60 9 indirgenmeyecek kadar çok boyutludur. De÷iúimi belirleyen dinamikler ekonomik, politik, teknik ve do÷al çevre koúullarının çoklu etkileúimi içinde biçimlenmektedir. Bu konudaki yöntemsel sorunlardan bir di÷eri de aúiret cemaat yapılarının kimli÷ini belirleyen temel unsurların neler oldu÷u ve bunların sınırlarının nerede baúlayıp nerede bitti÷i konusundaki sorundur. Bu soruna antropologlar ve sosyologlar arasında ortak yanıtlar bulmak güçtür. Meúruiyetini yurttaúlıktan çok kandaúlık ve kutsallıktan alan aúiret cemaat yapıları imparatorluk dönemlerinde devletin bir merkezden hareketle tanımladı÷ı belirsiz ve geçirgen sınırlar içinde iç içe geçmiú yapılardı.11 Bu iç içe geçmiúlik ulus-devletlerin sınırları arasındaki kandaúlık ve kutsallı÷a dayalı örgütlenmelerin toplumsal yapının uluslaúma sürecini yapısal mekanizmalarla tamamlayamadı÷ı koúullarda ulus devletin teritoryal sınırlarını kesen hatta onu aúan bu yapılar siyasal antropologlar tarafından “dördüncü dünya” olarak nitelenmektedir. Tarihsel olarak aúiret ve cemaat topluluklarına yönelik çalıúmaları, 19. yüzyıl sömürgecili÷iyle baúlatmak mümkündür. Bu alanda øngiliz sosyal antropolojisi zengin bir yazına sahiptir12 19. Yüzyıl sömürge sürecinde antropolojik ve etnolojik çalıúmaların Afrika kıtasında ve Orta Do÷u’da sömürgecili÷in “keúif kolları” olarak özel misyonu vardı. Bu çalıúmalar øngiltere sömürge bakanlı÷ı tarafından organize edilip finansal destek sa÷lanarak yürütülmekteydi. Avrupa’da bu çalıúmaları örgütleyen di÷er bir merkez Hollanda’dır. Hollanda 19. yüzyılda Uzak Do÷u sömürgelerindeki toplumların yapısını incelemek amacıyla antropolojik ve etnografik araútırmaları örgütleyip desteklemiútir. Batılı araútırmacıların yaptıkları bu araútırmaların yanı sıra Türkiye’de aúiretlerle ilgili son dönemlerde resmi arúiv belgelerine dayanılarak yapılan çalıúmalarda yaygınlık kazanmıútır. Ancak arúiv belgelerine dayalı olarak yapılan bu çalıúmalarda aúiretlerden hareketle bu topluluk ve örgütlenmelerin kendi dinamiklerini kendi belgeleri üzerinden de÷erlendirme ve analiz etme olana÷ı Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Çev: øskender Savaúır, Metis Yayınları, 1993 østanbul, s.33 12 Bassam Tibi, Bo÷azın øki Yakası: Avrupa ile øslamcılık Arasında Türkiye, Çev: Sevinç Kabakçıo÷lu, Do÷an Yayıncılık, 2000, østanbul s. 97 11 10 yoktur. Çünkü aúiret topluluklarının yerleúik ve yazılı bir gelene÷i olmadı÷ı için aúiret yapılarıyla ilgili çalıúmalar daha çok devletin, iskân stratejileri, göç perspektifinden ele alınmıútır. Osmanlı Devletinin savaúlar sonucu çevreden sürekli imparatorluk içlerine do÷ru olan göç ve nüfus baskısını örgütlemede ve iskân etmede zengin bir belge koleksiyonuna sahiptir. Toplum bilim literatüründe geleneksel toplumu tanımlamada kullanılan temel ayrımlardan birisi de cemaat ve cemiyet kavramları arasında yapılan ayrımdır. Bu ayrımın teorik temeli Tönnies’in çalıúmalarına dayanır. Tönnies’in ayrımında ise Gemeınschaft (topluluk) ve Gesellschaft (toplum) ayırımını bireyin bu yapılarla olan iliúkisi temelinde tanımlar. Bireyin bu yapılarla olan iliúkisi wille (irade) kavramı üzerinden kurulur. Topluluk yapılarıyla bireyin iliúkisi wesenwille (do÷al irade) toplum yapısıyla birey iliúkisini ise kurwille (akılcı irade) ile tanımlar. Tönnies topluluk yapılarını üç düzeyde ele alır. Bunlardan birincisi kandaúlık temeli üzerine kurulan topluluklar. økinci olarak yerleúim yerine ba÷lı topluluk. Üçüncü olarak düúünce birli÷ine ba÷lı topluluk olarak ayırır13 Daha sonra buna benzer bir ayrımı Max Weber yapar. Weber’in bu ayrımı geleneksel yapıdan yasa temelli, rasyonel örgütlenmenin egemen oldu÷u toplumlara geçiú süreciyle ilgilidir. Bu kurama göre gelene÷in meúrulaútırdı÷ı güçler, yerini, toplum üyelerinin her birinin sorumluluk ve yükümlülü÷ünün açık biçimde tanımlandı÷ı yasal yetkiye bırakmaktadır. Bu toplumlarda bürokratik örgüt, toplumsal eylemi rasyonel biçimde organize ederek rasyonel örgütlere dönüútürür. Weber’in geleneksel toplumla modern toplum arasındaki farkları açıklarken kullandı÷ı temel kavramlardan biri “statü” kavramıdır. Statü kavramı Toplumsal Sözleúme kuramının temel kavramlarından “sözleúme” ile Durkheim’in “mekanik-organik dayanıúma” kavramları arasında evrimci bir varsayıma dayanmaktadır.14 Weber, topluluk ve toplum kavramlarına denk gelen Tönnies’in Gemeınschaft (topluluk) ve Gesellschaft (toplum) terimlerini Vergemeinschaftung 13 14 F. Tönnies, Community and Society, Der: C.P Loomis New York Harper, s. 86 Krıstıan Kristiansen, “Chıefdoms and States, A Crıtıcal Assesment” Chiefdoms; Power, Economy, and Ideology Der: Timothy K. Earle, Cambridge University Pres, 1991, s. 78 11 (topluluk oluúumu) Vegesellschaftung (toplumlaúma) olarak uyarlar. Cemaat (topluluk) terimi bireyin toplulukla olan iliúkisini daha çok geleneksel temel üzerinde kurulan dinsel, duygusal bir iliúki biçimi temelinde açıklar. Cemiyet (toplum) ise toplumsal etkinli÷in yönü ussal olarak amaçlanan çıkarlar arasındaki bir uzlaúma ya da çıkarlar arasında bir eúgüdüm üzerine dayalı bir toplumsal yapı olarak açıklar.15 Cemaat kavramının kullanımı daha çok Almanya’da yaygınlık kazanmıú bir kavramdı. Bu kavram daha sonra Kıta Avrupası’nın di÷er ülkelerine yayıldı. Gemeinschaft-Gesellschaft16 (topluluk-toplum) kavram çiftinin birincisi geliúmemiú bir toplum yapısına tanımlamakta kullanılırken, di÷eri daha çok iú bölümünün geliúti÷i toplumsal yapıları tanımlamak için kullanılmaktaydı. Cemaat terimi daha sonra içeri÷i ve kullanımı geniúleyerek toplumdan topluma iúlev ve içerik de÷iúiklikleri taúıyan bir boyut kazanacaktır.17 Ancak cemaat kavramı görünüúte din üzerine temellense bile, bu yapıyı sadece dinsel bir iliúki içinde tanımlamak yeterli de÷ildir. Çünkü cemaat dinsel niteli÷inin yanında, güvenlik, iç birlik, kandaúlık, akrabalık, ortak mekân dayanıúma duygusu gibi olguları da içeren bir kavramdır.18 Cemaat terimi kısaca modern öncesi geleneksel topluluk ya da toplum yapılarının sembiyotik iliúkilerini açıklamak için kullanılmaktadır. 19 Ortado÷u toplumlarına özgü aúiret ve cemaat yapılarını belirli bir kuramın terminolojisiyle sınırlandırılmak güçtür. Bundan dolayı bu yapılara iliúkin çözümlemelerde Marksist kuramın kavramlarının yanında Weberci kavramlar da kullanılmaktadır. Bu farklı kuramlar arasındaki ortak payda aúiret cemaat, vb. geleneksel ve toplumsal-siyasal güçlerin endüstri öncesi bir topluluk/toplumsallık olarak birincil dayanıúmalar üzerinde temellendi÷idir. Aúiret ve cemaat yapıları kendi içlerinde ortak çıkar veya geleneksel ideolojik ba÷lılıklara dayalı olmakla Max Weber, Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev: Özer Özenkaya, ømge Yayınları, Ankara 1995 s. 72 16 Charles Lindholm, “Kinship Structure and Political Authority: The Middle East and Central Asia Comparative Studies in Society and History”, Cambiridge University Pres, s. 334–355 17 Ali Dündar, “ Cemaatleúmek ølkelleúmektir”. Cumhuriyet Gazetesi. sayı 29340, 4 ùubat 2006 sayfa 2 18 Helmut Ritter “Irrational Solidarity Groups: Socio-Psyclogical Study in Connection with Ibn Khaldun” Oriens Cilt. I. 1948 s. 45 19 E. E. Evans-Pritchard, The Nuer: A Description of the Modes of Livehood and Political Institutions of Niolicit People, Oxford Clareden Press, 1950 s. 38 15 12 birlikte aynı zamanda kendilerine dıúsal olan daha üst toplumsal siyasal yapılarla da iliúki içindedirler. Yani bu toplulukların de÷iúim ve dönüúümü sınırında bulundukları devletlerin yapısı ve politikalarıyla, siyasi ve ekonomik konjonktürdeki de÷iúimler bu yapıları biçimlendirmede etkin rol oynarlar.20 Bu oldukça genel açıklamalardan sonra aúiret, cemaat ve devlet gibi kavramların literatürde hem tek tek hem de topluca birbirleriyle olan iliúkilerinin nasıl ele alındı÷ı tartıúılacaktır. 1.1. Cemaat Cemaat terimi salt dini kimlik ve dayanıúmanın somut örgütsel ifadesiyle sınırlı olmayıp bu örüntülerin maddî temelleriyle birlikte açıklanmaktadır. Cemaat terimi Orta Do÷u’nun Müslüman ya da gayri Müslim yapılarında aúiret devlet iliúkilerini belirlemede çok önemli bir kavramdır. 14. Yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sufizm (tarikat) Orta Do÷u’nun kırsal alanlarını toplumsal olarak örgütleyen baúlıca mekanizmalardan biri olmuútur. Bu yapıları ortaya çıkaran dinamiklerden en önemlisi imparatorlukların fetihçi kurgusunun hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya çıkmıú olmalarıdır. Bu yapılar özellikle Orta Asya’dan øç Asya’ya kadar olan co÷rafi alanda imparatorlukların mikro düzeyde örgütlenmiú toplumsal birimleriydi. Bunun anlamı cemaat örgütlenmelerinin devlet otoritesinin uzanamadı÷ı bölgelerde kolonizatör bir güç olarak devletin yeniden örgütlenmesi gibi bir iúlev görmesidir.21 Cemaat terimi Batı sosyoloji literatüründeki tanımından farklı kullanılmaktadır. olarak Osmanlı Devleti’nde “millet” anlamında da Millet kendi aralarında, etnik22, din, dil, görenek vb. ortak özellikler göstermesi yanında ayrıca siyasal otorite tarafından hukuksal olarak da tanınmıú ve tescil edilmiú ikincil yapılardı. Örne÷in Yahudiler, Rumlar, Ermeniler, Nesturîler gibi cemaatler millet sistemi içinde tanımlanmıúlardı. Millet Richard Tapper. øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi Yayınları, 2004 Ankara s. 254 21 Ira M. Lapidus, “Tribe and State Formation in Islamic History”. Der: Philip S. Khoury, J.Kostiner, Tribe and State Formatıon in The Middle East, The Regents of the Univesity of Califorina 1990 s. 25–45 22 Etnik terimi köken olarak kâfir ya da pagan anlamına gelen Yunanca ethnos kelimesinden gelir. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra kelime yavaú yavaú ırksal bir içerik kazanarak anlam geniúlemesine u÷ramıútır. Bkz. Oxford English Dictionary, 2. Baskı. 20 13 olarak tanımlanan bu cemaatler Osmanlı toplumsal düzeninde Sünni Ortodoks Müslüman ana kitlenin dıúında kalan göreli olarak iliúkisiz, kendi aralarında kaynaúmıú kapalı cemaat hayatı yaúayan topluluklardı.23 Din cemaat üyelerini bir birine ba÷layan, kaynaútıran ve kendi içinde kapalı kimlik duygusu yaúatan bir iúlev görmekteydi. Cemaatler arasında dinin algılanması, yorumlanması ve ritüellerinin yaúanması cemaatten cemaate göre de÷iúmekteydi. Osmanlı toplumsal düzeninde “millet” sistemi biçiminde örgütlenen gayri müslim cemaatler dıúında çok uluslu imparatorlu÷un ana toplumsal yapısını oluúturan Ortodoks Sûnni øslam ise Müslüman nüfusu birbirine ba÷layan yapıların mikro düzeydeki temel maddi biçimi ise tarikat olarak tanımlanır. Tarikatlar ise hiyerarúik bir örgütlenme düzeni içinde, baúında úeyhin bulundu÷u ve úeyhin belirli bir øslam yorumu ile kırsal alandaki Müslüman yı÷ınlara aracılık eden siyasal ideolojik bir nüfuz alanıydı. Bu nüfuz alanın baúındaki kutsal kiúilik olan úeyhin davranıúları tarikat mensupları için uyulması zorunlu dinsel kurallardı. ùeyhin günlük yaúamdaki giyiniúi, konuúma ve davranıú tarzı yemesi içmesi cemaat mensupları için rol ve model oluúturmaktaydı.24 øslam’ın úeyhin yorumundan kaynaklanan normatif tarafı bir yana geniú yı÷ınlara uzanan gündelik telkinleri ile geleneksel toplum üyelerinin davranıú biçimlerinden de÷er yargılarına kadar bütün bir yaúam düzeyine damgasını vurmuútur. Bunun yanı sıra úeyhlerin Sûnni øslâm yorumlarının ideolojik aygıtları olan tarikatlar sûnni øslam ideolojisinin yayılmasında ve kökleúmesinde baúlıca araçlardır. Ortodoks Sûnni øslam ideolojisi ømparatorluk yapısında merkezi siyasal otoritenin temel meúrulaútırıcı ideolojik aygıtları olarak devleti din üzerinden yı÷ınlara ba÷layan temel aracı kurumlar olarak iúlev görüyordu. Buna karúın Ortodoks Sunnî øslam dıúındaki heterodoks cemaat ve tarikatlar devlet dıúında ve devlete karúı muhalif e÷ilimlerin siyasal ve toplumsal dinamikleri ve aracı olarak iúlev görmekteydiler. Mustafa Akda÷, Türkiye’nin øktisadi ve øçmai Tarihi cilt II, Cem Yayınları, østanbul, 1995, s. 38 24 Mübecell Kıray, Toplumsal Yapı, Toplumsal De÷iúme Ba÷lam Yayınları, østanbul 1999 s. 68 23 14 Devlet, aúiret ve cemaat iliúkilerini belirleyen siyasal etkenlerin yanında çevresel ve demografik faktörlerinde bu kategoriler arasındaki iliúkiyi belirlemede önemli rolleri vardır. Da÷ ve çöl bölgeleri aúiret otonomilerini teúvik eden ve destekleyen faktörlerdendir. Ovalar ise yarı yerleúik konfederasyonların tipik co÷rafyasını oluúturmaktaydılar. Bu iki ketegori arasındaki iliúkiyi belirleyen ideolojik faktör dini kurumlardır. ømparatorlu÷un pek çok bölgesinde sufizm ekonomik örgütlenmenin temel mekanizmasını oluúturmuútur. Sufizm Anadolu’da parçalı aúiret gruplarını birleútirmede ve bu aúiretlerin devlete karúı direnmelerinde ya da devletin yanında yer almalarında baúlıca politik aracıların oluúmasında temel belirleyicilerden biri olmuútu. 1.2. Aúiret Cemaat kavramından sonra úimdi de aúiret kavramının sosyoloji ve antropoloji literatüründe nasıl kullanıldı÷ına ve tanımlandı÷ına geçebiliriz. Sözlük anlamında “Aúiret” Arapça kökenli bir kelime olup kabile, oymak anlamına gelmektedir.25 Aúiret terimi, bütün Ortado÷u toplumlarında yaygın olarak kullanılır. Terimin ço÷ulu olan “Aúira” terimi ise aúiretler konfederasyonu anlamına gelir. Aúiret konfederasyonu; birden çok aúiretin bir reisin baúkanlı÷ında örgütlenmesini ifade eder. Sosyal antropoloji de ise “Aúira” nın karúılı÷ı olarak “chiefdom” terimi kullanılır. Örne÷in Ziya Gökalp’a göre aúiret: “Aúiri cemiyetler iptidaî topluluklarda site toplulukları arasında bulunan bir içtimaî teúekküldür” Aúiret aynı zamanda kabilelerin bir araya gelmesinden hâsıl olan ilk siyasî zümre bütünüdür. 26 Gökalp’e göre siyasî hâkimiyet, egemen klan ya da soya aittir. Aúiretler göçebelikten yarı göçebelik ve yerleúik evrime girdikçe bu egemenlik aúiretten daha büyük örgütlenmelere geçer. Kürt aúiretlerini gözlemleyen Hay ise aúireti: siyasal bir topluluk olarak tanımlar. Aúiret dıú saldırılar karúısında üyelerini, 25 26 Ferit Develio÷lu, Osmanlıca Türkçe Lügat, s.61 Ziya Gökalp Kürt Aúiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler, Haz: ùevket Beysano÷lu Sosyal Yayınları, 1991 østanbul s. 43 15 kandaúlık geleneklerini ve yaúam biçimini koruyan topluluklar olarak niteler.27 Benzer bir tanım yapan Rondot da aúireti içsel olarak kendi geleneklerine ba÷lı ve dıúarıya karúı savunma halinde bulunan bir topluluk olarak tanımlar.28 Aúiret her biri sözde bir ortak atadan gelen klanlardan, klanlar soylardan, soylar altsoylardan ve altsoylar hanelerden oluúur.29 Klan, soy ve altsoyların zaman içinde sınırları esneyebilir ve soylar, klanlar bir aúiretten ayrılıp baúka bir aúirete geçebilir. Bu durumda baúka bir soydan gelseler bile kiúiler kendilerini yeni katıldıkları soya ait hissederler. Bu soya yeni katılanlar bir ya da iki kuúak sonra aynı soydan sayılır ve orijinlerini unutarak ortak atalar mitosuyla kendi topululuk kimliklerinin meúruiyetini üretirler. Bunun bir nedeni de herhangi bir aúiretin mensubu olamamanın yarattı÷ı güvensizlik duygusunu aúma güdüsüdür.30 Bu oldukça genel açıklamalardan sonra aúiret topluluklarına iliúkin kuramsal yaklaúımları kabaca iki temel sınıflandırmayla ele almak mümkündür. Bunlardan ilki iúlevselci ikincisi de Marksist yaklaúımdır. Aúiret kavramı iúlevselci antropologlar arasında øngilizce, de aúiret toplulu÷una karúılık gelen “primitive society”31 ilkel toplum karúılı÷ı olarak kullanılır. Kavram sosyal antropolojide yaygın olarak Batı’nın sömürmek üzere gitti÷i yerlerdeki geleneksel topluluk yapılarını tanımlamak ve incelemek için kullanılmıútır. Sömürge sonrası bu terimin yerine daha çok batılı yazında “etnik grup” terimi yaygın bir úekilde W. R. Hay, Two Years in Kurdistan, Experiences of a Political Officer. (1918-1920) Sidgwick and Jackson, London 1921, s 143. 28 P. Rondot, Les tribus Metagnardes de I’Asei ønterieure. Quelques Aspects Sociaux des Populations Kurdes et Assyriennes’den aktaran M.V. Bruinessen, A÷a ùeyh Devlet s. 167 29 Martin Van Bruinessen, A÷a, ùeyh ve Devlet, Çev: Banu Yalkut, øletiúim Yayınları, østanbul 2004 s. 72 30 Gökalp Nusaybin’deki Tay aúiretinde, Abedlerle Gulâmların aúiret reisine karúı konumlarını bir jandarmanın komutanıyla olan hiyerarúik iliúkisine benzetir Gökalp’e göre bu ba÷ımlılık iliúkisi aúiret a÷alarının ya da reislerinin reisin icra vasıtalarıdır. Aúirete ba÷ımlı bu kiúiler kendi baúlarına hiçbir úey yapmak hakkına sahip de÷iller. Bkz. Ziya Gökalp, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, s. 78 31 Antropolojik yazında yerleúmiú oldu÷u anlamda “ilkel toplum” terimi, niteledi÷i toplumların zaman içerisinde ilk olanlar veya di÷er toplumlara göre daha aúa÷ı derecede bir toplum oldu÷u anlamına gelmez. Antropologlar bu terimi kullanılırken sayıları, yaúadıkları toprak parçası ve sosyal iliúkilerin düzeyi itibariyle küçük ölçekli, yapılara vurgu yapmak için kullanmaktadırlar. Bu yapılar geliúmiú toplumsal yapılara oranla basit teknolojiye, basit bir ekonomiye toplumsal iú bölümünün ve uzmanlaúmanın zayıf oldu÷u toplulukları tanımlamak için kullanırlar. Bunun yanı sıra di÷er bir ölçüt yazılı kültürün bulunmaması düzenli sanat, bilim veya teknolojinin bulunmayıúı ölçütünü de kullanmaktadırlar. Bkz. Evans Prıtchard, Sosyal Antropoloji, Çev: Fuat Aydın østanbul, 2005, s. 14–15 27 16 kullanılmaya baúlandı.32 Aúiret terimini karúılayan en yaygın ve en iúlevsel kavram yine de iúlevselci yaklaúımın kullandı÷ı Segmentary Linage (parçalı soy) kuramı içinde kullanılan soy gruplarıdır. Bu yaklaúıma göre geleneksel topluluklar kültürel, etnik kandaúlık ve dilsel gruplar düzeyinde klânlara bölünerek incelenir. Bu incelemede aúiretlerin oluúmasında ve biçimlenmesinde dıú dinamiklerin rolü dikkate alınır. Dıú dinamikler ise karúıt gruplar, çevre, aúiret dıúı büyük örgütlenmeler, konfederasyon, devlet ya da devlet benzeri yapılardır. øúlevselci yaklaúımın aúiret yapıları ile ilgili temel sorunsalı belirli bir egemen güç ve kurumsal yapıdan yoksun olan aúiretlerin uzun erimde nasıl olup da devlet biçimlerine dönüútükleri33sorusuna yanıt aramalarıdır. Bu yaklaúımda aúiretler evrim sürecinde bulunan özel bir topululuk türü olarak formüle edilirler. Evrim sürecinde kabileler, ilkel üretim teknikleriyle, eúitlikçi ve kandaúlık esasına dayanan siyasi örgütlenmeleriyle, basit avcı topluluklarıyla, daha karmaúık beylikler ve devletlerarasında bir yerde konumlandırılır.34 Bu yaklaúımda aúiret örgütlenmeleri primordial topluluk tipi ve yapıları olarak ara bir düzeyde formüle edilirler. Ayrıca aúiret yapıları kendi içinde de alt gruplar ve klanlar düzeyinde sınıflandırılır. Bazen bir aúiret on veya daha fazla kabilelere bölünmekte, her aúiret bir reis veya a÷a, bey gibi cemaat liderleriyle temsil edilmektedir. Aúiret liderli÷i ise ataerkil kurumsal bir süreç ile babadan-o÷ula geçen aúireti ya da klanı yeniden üretme mekanizması olarak tanımlanır. 35 øúlevselci yaklaúım içinde aúiret kavramının yaygın kullanımı øngiliz Antroplog E. Evans Prithchard’ın Segmentery Linage (Parçalı Soy) kuramı, aúiret topluluklarını aúiret dıúı topluluklardan ayırmak ve bu iki farklı topululuk yapıları arasında karúılaútırma yapmak için antropologlar arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu kurama göre belirli bir toplulu÷un baúında bulunan aúiret úefi ya da reisi meúru zor kullanma gücünün en düúük düzeyde bir úefin ya da reisin Rıchard Tapper, øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi Yayınları, 2004 Ankara s.24 33 Ira. M. Lapidus A History of Islamic Societies. Cambridge Üniversity Pres. 1999. s. 88 34 Marshall Sahlins, "Social Stratication in Polinesia” Seattle: Üniversity of Washington Press, s.54 35 Steven C. Caton “ Anthropological Teories of Tribe and State Formation in the Middele East: Ideology and the Semiotics of Power” Der: Kohory, Kostiner, Tribe and State Formation in the Middle East The Regenst of the Universitiy of California, 1991 s. 91 32 17 kiúili÷inde toplanmasıyla oluúan basit siyasal yapılar olarak tanımlanır.36 Bu analize göre her aúiret örgütlenmesi kendi içinde alt gruplara ve yerel cemaatlere ayrılmakta bu yerel cemaatlerin egemen sınıfları da kandaúlık temeli üzerinde örgütlenmektedir.37 Prichardt’a göre aúiret yapıları egemen soy-klan ya da büyük kandaúlık gruplarının küçük soy gruplarına dönüúmesiyle birlikte kendi varlıklarını bu parçalı yapıların birbirini dengeledi÷i ancak hiçbirinin tek baúına egemen bir güç haline dönüúemedi÷i yapılar sayesinde sürdürmektedirler. Kandaúlık ve klan temelli aúiretler, konfederasyonlardan farklı olarak merkezi otoriteye sahip de÷ildirler. Bu nedenle pek çok antroplog parçalı ve bölümlü toplulukları analiz ederken aúiret terimini baúka dillere çevirirken pek çok epistemolojik ve semantik zorlukla karúı karúıya kalmıúlardır. Evrimci yaklaúım aúiretle devlet arasındaki örgütlenme biçimini chiefdom (konfederasyon) kavramıyla tanımlamaya çalıúır. Ancak konfederasyonların aúiret yapılarının parçalanmasında ya da yeni biçimler altında örgütlenmesindeki rolünü belirtmez. Bu durumu eleútiren, Timothy Earle bu yaklaúımın kandaúlık ba÷ı esasına dayalı bir “öteki” tanımını geçersiz kılan dıú evliliklerin varlı÷ını görmezden geldi÷ini ileri sürer. økinci olarak Chiefdom’un (konfederasyon) varlık nedenini barıú zamanlarındaki devletle olan iú birli÷inden çok aúiretlerin kendi topraklarını savaú zamanlarında dıú düúmanlara karúı savunma zorunlulu÷unun sonucu olarak ortaya çıktı÷ı e÷ilimini görmezden geldi÷ini38 belirterek eleútirir. Aúiret’ten daha üst bir örgütlenme olan konfederasyona geçiú sürecini baúlatan dinamikler nüfus artıúı ve bu baskının yarattı÷ı savaú durumudur. Artık ürünü ço÷altmanın aygıtı olarak savaú ve savaú örgütlenmesinin toplumsal ve yönetsel biçimi olarak ortaya çıkan konfederasyonlar kurumsallaúmanın zayıf oldu÷u gevúek örgütlenmelerdir. Evans Prichard. The Neur: A Description of the Modes of Livehood and Political Institutions of Neolotic Oxford Univ.Pres, New York, 1969 s. 45 37 Ernest Gellner, The Concept of Kınshıp and Other Essays on Anthropologıcal Method Blackwell, Oxford, 1987 s. 147 38 Timothy Earle, Institutionalization of Chiefdoms: Why Landscapes are Built. In Leaders to Rulers, Ed: J. Haas, New York: Kluwer Academic/Plenum Publishers. 2001 s. 105–124. 36 18 Aúiretler konusunda yapılan bir ayrımda yaúayıú biçimlerine göre göçebeyarı göçebe aúiretlerdir. Göçebe aúiretler, sabit bir konuta veya topra÷a ba÷lı olmadan, tarımın yalnız küçükbaú hayvancılık kısmı ile u÷raúıp mevsim ve bitki örtüsü durumuna göre yayladan yaylaya, ova ve steplere göçüp derme çadır hayatı yaúayan üyeleri arasında soy- sop yakınlı÷ı bulunan, hayvanlarıyla hayvansal ürünlerini satarak geçinen insan toplulu÷udur.39 Fernand Braudel göçebe aúiretleri insanların ve sürülerin düzenli yer de÷iútirmeleri olarak tanımlar. Bu göçebe aúiretler on yedinci yüzyılda, Osmanlı evreninin güçlü çizgilerinden birini oluúturur.40 Göçebe ekonomisinin örgütlenme biçimi mevsim dönümleriyle yakından ilgilidir. Osmanlı ømparatorlu÷u’ndaki göçebe aúiretler genelde hayvanlarını otlattıkları yaylarla küçük çapta tarımsal üretim yaptıkları kıúlaklar arasında mevsimlik olarak sürüleriyle birlikte göç eden aúiretlerdir. Göçebe aúiretlerin önemli özelliklerinden birisi merkezi siyasal otoriteyle sürekli gerilimli bir iliúki içinde olmalarıdır. Bu gerilimin baúıca nedeni devletlerin göçebe aúiretleri iskâna zorlamasıydı. Göçebe aúiretlerin iskânı ise devletler açısından ekonomik, politik ve askeri gerekçelerden kaynaklanmaktaydı. Savaúçı yetene÷i geliúmiú olan göçebelerin siyasal tehdit oluúturmalarının yanı sıra savaúlarda göçebe aúiretlerin bu gücünden yararlanmak istenmesiydi. Bunun yanında mültezim ve vergi tahsildarının vergi almak için sürekli hareket eden göçebe bir topluluktan vergi tahsil etmesinin zorlukları gibi gerekçelerdi. Do÷u Anadolu’da devlet göçebe aúiretleri üretim iúlerinden ayırıp orduya asker almaya çalıútıkça aúiretler askere alınmaktan kaçınmak için en yakın komúu devletin sınırlarına, øran’ın içlerine do÷ru göç ediyorlardı.41 Merkezin müdahalesinden kaçınmanın yolu merkezin baskısından kendilerini masum kılacak ya sarp co÷rafî alanlara ya da baúka devletin sınır içlerine do÷ru göç etmekti. Ayrıca göçebe aúiretler yerleúik tarıma geçmiú çiftçilerle sık sık çatıúma Adnan Gerger Da÷ların Ardı Kimin Yurdu Da÷ların Ardı Kimin Yurdu Kürtlerde Toplum Gerçe÷inin Yaúamsal Temeli, Baúak Yayınları, østanbul 1991 s. 67 40 Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II Çev: M. Ali Kılıçbay, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 1994 s.102 41 Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aúiretleri Enderun Kitapevi, 1991 østanbul s. 67 39 19 halindeydiler. Bunlar daha çok göç yolu üzerindeki tarım alanlarının tahribi gibi nedenlerden kaynaklanmaktaydı. Bununla birlikte, göçebe cemaatlerinin örgütleniú biçiminin, devletle göçebeler arasındaki gerilim, göçebelerin devletten kaçmasından ibaret oldu÷u için, Do÷u Anadolu’da kırsal kesimde yaúanan kargaúa ve gayri müslim unsurların mallarını gasp etmede rolleri olmadı. Göçebelerle yerleúik aúiretler devletin temsilcileri karúısında her zaman ittifak içinde de÷illerdi. Bu iki grup, sürülerin mevsimlik hareketleri, otlaklara giden yollar üzerinde yer alan ba÷ bahçe ve ekili alanların tahribi yüzünden çatıúma içinde oldukları için bu da kırsal cemaatin dayanıúma potansiyelini engelleyen bir nedendi.42 Göçebe aúiretlerin yarı göçebe yaúama geçiúlerinin nedeni, sınırında bulundukları devletlerin vergi ve askeri yükümlülüklerinden kaynaklanır. Göçebelerin içinde yaúadıkları do÷al koúullar ekime elveriúli ise göçebeler kendilerin gerekli deste÷i sa÷lamak için hayvanların, satarak yerleúik yaúama geçerler. Göçebe aúiretlerin yerleúik yaúama geçiúleri daha çok devletlerin iskân politikasının bir zorunlulu÷uyla oluúur.43 Böylece yarı yerleúik yaúam tarzı göçebe aúiretlerin savaúçılık eúkiyalık içgüdülerinin zayıflamasına neden olur. Bu aúiretlerin dinsel otorite etrafında bir tarikat ba÷lılıkları geliúir. Aúiret yapısı kandaúlık ba÷lamında bir çözülmeye u÷ramasa bile köylülük e÷ilimi içine girerler. 1.2.1 Yarı Göçebe Aúiretler Bu aúiretler sabit bir konuta ba÷lı olmakla beraber tarla ve tarım u÷raúıları ile birlikte hayvancılık da yapan, yaz aylarında kuraklık ve sıcaklı÷ın artması üzerine hayvanlarını iyi besleyebilmek ve daha çok ürün almak için birkaç ay köy yakını veya elveriúli de÷ilse uzak yayla ve meralara çıkıp çadır hayatı yaúayan dolayısıyla bir yandan köylerinde çiftçilik yaparken, öte yandan yayla ve meralara çıkarak hayvancılık yapan insan grupları olarak tanımlanır.44 Karen Barkey, Eúkiyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezîleúmesi, Çev: Zeynep Altıok Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007 østanbul s. 118 43 Nikitin Bazil Kürtler s. 264 44 Rondot: a.g.e s. 49 42 20 1.2.2 Yerleúik Aúiretler Yerleúik aúiretler, göçebelik ve yarı göçebelik hayatını bırakarak daha çok köylerde, kısmen de kasaba ve úehirlerde yerleúip çadır hayatını bırakan küçükbaú hayvancılık u÷raúının azaldı÷ı hane halklarından oluúmaktadır. Bu aileler hane halkı ihtiyaçları ve kısmen de gelir sa÷lamak için büyükbaú hayvancılı÷a baúlayan ve ço÷unlukla tarımın tarla ziraatıyla u÷raúan köylerde aúiret düzenini aynen sürdüren, kasaba ve úehirler yerleútikçe aúirete olan ba÷lılı÷ı zayıflayan insan toplulu÷udur.45 Göçebe ve yarı göçebe yaúamdan yerleúik sürece geçiúi zorunlu kılan birçok ekonomik ve siyasal neden vardır. Ekonomik neden; göçebe aúiretlerin artan nüfusun gerektirdi÷i daha fazla hayvan ve bunun sonucu olarak daha fazla otlak zorunlulu÷uydu. Bu zorunluluk göçebe aúiretleri imparatorluklar arasında yaylak ve kıúlak olarak sürekli bir göçü zorunlu kılar. Göç olgusu ise tarıma dayalı imparatorluklarda artık ürünün vergi yoluyla tarımdan ve hayvanlardan devúirildi÷i mekanizmayı iúlevsiz kılan bir sorundu. Bu nedenle tarım temelli imparatorluklar vergiyi garanti altına almak için göçebe aúiretlerini iskân stratejileriyle yerleúik yaúama geçirmek için sürekli mücadele vermiúlerdir. Akdeniz’in güneyini çevreleyen ve Orta Asya ile ötelerine kadar devam eden çöl ve yarı çöl bölgelerinde ømparatorluklar tarafından izlenen iskân siyasetleri eski göçebelikten yarı göçebeli÷e bir iú bölümü olan hafiflemiú bir çobanlık yaúamanın geriye kalmasına yol açmıútı. 46 1.3. Konfederasyon ya da Mirlik Konfederasyon, chiefdom, (mirlik) terimleri aúiret ile devlet arasında konumlanan aúiretler topluluklarını tanımlamak için kullanılır bölgeden bölgeye, toplumdan topluma farklı etnografik yapılar için genellikle antropologlar arasında eú anlamlı olarak kullanılan terimlerdir. Konfederasyon terimi farklı kültür ve kökene sahip yerel aúiret topluluklarının siyasal olarak bir lider ya da kandaúlık 45 46 øsmail Beúikçi. Do÷u Anadolu’nun Düzeni s.150 Braudel a.g.e s. 194 21 grubunun merkezi otoritesi altında birleúmiú gruplar toplulu÷unu ifade eder. Konfederasyonlarda siyasal birlik sadece kandaúlık ba÷ına de÷il ortak atalar mitine de dayanır. Bu mit aúiret dıúında kalan grupların ana gruplara karúı aidiyet duygusu geliútirmelerinde ideolojik bir iúlev görür. Fredrik Barth, konfederasyonları devletle olan iliúkileri ba÷lamında daha çok devletler tarafından yaratılan siyasal ve toplumsal örgüt olarak tanımlarken konfederasyonun oluúmasında kandaúlık ve kandaúlık üzerinde temellenen ortak atalar miti’nin devletlerin belirleyicili÷iyle karúılaútırıldı÷ında göreli olarak devletin daha etkin rol oynadı÷ını savunur.47 Tapper ise aúiret ile devlet arasında konumlanan konfederasyonların devletle olan iliúkilerinin diyalektik ve sembiyotik bir iliúki oldu÷unu belirterek, Konfederasyonun en önemli özelli÷inin reisin statüsü ve rolünde toplandı÷ını, bu statü ve rolü elde etmenin gerekçelerinden kandaúlı÷ın yanında üst bir siyasal örgüt tarafından resmi olarak tanınması koúuluna ba÷lı oldu÷unu belirtir.48 Konfederasyonların altı çizilmesi gereken bir özelli÷i de Gellner’ in vurguladı÷ı dini ideolojinin bu yapıların sürdürülmesinde temel etken oldu÷udur. Dinsel ideoloji konfederasyonun a÷a ve reislerine siyasal meúruiyet sa÷layan önemli bir aygıttır. Bu aygıt yöneten ve yönetilen sınıflar arasındaki ba÷ların kurulmasında geliútirilmesinde ve yeniden üretilmesinde otoritenin varlık nedenidir.49 Buna karúın Clifford Geertz dinin Ortado÷u’nun her yerinde aynı rolü oynamadı÷ını, pek çok aúiret ve konfederasyonun Arap yarımadasında yok oldu÷unu, dinin bu yapıların siyasal ve toplumsal egemenliklerinin ortadan kalkmasını önleyemedi÷ini belirterek, aúiretler arasında yüzyıllardır devam eden kan davasının önlenmesinde dinin rolünün olmadı÷ını belirtir.50 Geertz’in belirtti÷i düúmanlıkların temel nedeni aúiret toplulukları arasında müesses bir yazılı hukukun bulunmamasıdır. Aúiret toplulukları ve klanlar arasındaki kan davasının yüzyılları aúan bir süreci kapsamasının nedeni yine bu olguda gizlidir. Fredrik Barth, Kürdistanda Toplumsal Örgütlenmenin ølkeleri, Avesta Yayınları, Çev: S. Ruken ùengül, Hiúyar Özsoy Avesta Yayınları, 2001 s, 48 48 Richard Tapper, øran Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F. Dilek Özdemir, ømge Yayınları 2001 s. 234 49 Timoty Earle A.g.e, s. 50 50 Clifford Geertz. Old Societies and New State, The Question for modernity in Asia and Africa New York Free Pres, 1963 s. 21 47 22 Kan davası siyasal egemenlik kurma savaúının zora dayalı biçimidir. Konfederasyonlar arasında savaúın bir nedeni de tarım ve otlaklardan elde edilen artık üründür. Artık ürün bu yapıların boyutlarını de÷iútirdi÷i gibi düúman ya da rakip aúiret olarak hizipler ayrılmasında da temel belirleyici rolü oynar. Bu hizipleúme ve karmaúa gevúek bir örgütlenme içindeki konfederasyonları tehdit eder hale gelir. Etkin bir otoriter yönetimin bulunmadı÷ı koúullarda bu yapılar arasındaki çatıúmalar ve gerilimler parçalanmayla sonuçlanır. Bu parçalanma ile iktidar dengesinin yıkılması aúiretlerin ba÷lı oldukları konfederasyonu terk ederek di÷er konfederasyonlarla birleúmesiyle sonuçlanır.51 Aúiretlerin bu yeni konfederasyona katılmasıyla konfederasyon lideri yerel bölge üzerinde egemenli÷ini daha da geniúletir. Bu geniúleme konfederasyonun nicelik ve nitelik olarak aúiretler üzerinde egemen konumunu belirler. Bu konum klanlar arasında simetrik bir güç iliúkisinin belirledi÷i denge durumuna benzer. Bu dengenin yeniden bozulması ise artık ürünü sa÷lama zorunlulu÷undan kaynaklanır. Artık ürün, egemen konfederasyon reisinin siyasal konumunu güçlendirmekle birlikte konfederasyonun içinde bulundu÷u devletlerin merkezi siyasal otoriteleri tarafından tanınmalarının da baúlıca gerekçesini oluúturur. Merkezi otorite ile birlikte belirli bir toprak parçası, egemenlik ve karmaúık toplum yapısı devleti tanımlamakta kullanılan ö÷elerdir. Yapılar ve kurumlar bütünü olan devlet kavramı, Batı’daki modern devletlerden farklı olarak Ortado÷u’da ço÷u Birinci Dünya Savaúı’ndan sonra emperyalist güçler tarafından kurulan aúiret ba÷ları içinde biçimlenen siyasal yapılardı. Ortado÷u’da oluúturulan bu devletler, Batı’daki modern devletlerden farklı olarak uluslaúma sürecini tamamlayamamıú yapılar olarak yerel güç odaklarına ve aúiretler toplulu÷una karúı egemenliklerini sa÷lamada çeúitli güçlüklerle karúı karúıya kalmıúlardır.52 Bu güçlükler, devletlerin monolitik otoritelerini inúa etme ve siyasal kontrolü egemen kılmada ve meúruiyetlerini sa÷lamada gerekli olan halk deste÷ini sa÷layamamalarıdır. Uluslaúma sürecini daha çok etnik ve mezhep temeli üzerinde inúa etmeye çalıúan bu devletler çeúitli siyasal ve toplumsal güçlerle karúı karúıya kaldılar. Bununla birlikte aúiret yapıları 51 Richard Tapper, “ Anthrpological Theories of Tribe and State Formation in the Middel East” Der: Khory Konstiner Tribe and State Formatin in The Middele East Ed. Khory Konstiner s. 48 52 Hakan Özo÷lu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçili÷i s. 87 23 ve konfederasyonları devletin zor gücüyle ya da gönüllü olarak toplumsal evrim içinde yine de çeúitli derecelerde çözülmeye u÷radı. Bu çözülmenin sonucu olarak ortaya çıkan yeni gruplaúmalar ve hareketler aúiret yapılarının zihniyetini taúımakla birlikte daha çok etnik ve mezhepsel faktörlerin koúullandırdı÷ı milliyetçilik biçiminde ortaya çıktılar. Bu teorik tartıúmanın en somut örne÷i günümüzde artık de facto durumdan de jure duruma geçen Kuzey Irak’taki Barzani aúiretinin konfederasyondan devlete do÷ru evrilmesidir. Sonuç olarak aúiret- konfederasyon-devlet yapıları Ortado÷u’ nun kendi tarihsel geliúimi içinde toplumsal ve siyasal örgütlenmenin ortaya çıkmıú maddi biçimleridir. Özetle konfederasyon daha güçlü bir lideri ve daha büyük toprakları rakipleri aleyhine geniúleten bir örgütlenmedir. Konfedarasyonun aúiret topluluklarının birleúmesinden meydana gelmesi her zaman bir kandaúlık birli÷i üzerine kurulmasını gerektirmez. Ortak soy ya da atalar miti dıúsal bir düúmanın varlı÷ı ya da düúüncesi ideolojik bir iúlev görür. Aúiret ve konfederasyonun çok sayıda tanımının olması, bu alanda çalıúan tarihçilerin antropologların ve siyaset bilimcilerin her birinin kendi disiplinleri çerçevesinde bu terimleri kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Kısaca bu tanımların ve yaklaúımların ortaya çıkardı÷ı sonuç, aúiret ve aúiretler konfederasyonunun imparatorlukların merkezinden uzak alanlarında bu örgütlerin askeri bir iúlev görmesidir. Modern ulus-devlet ça÷ında ise bu yapılar anakronik niteli÷e sahip olan yapılarıyla ulusdevletle gerilimli bir iliúki içinde bulunurlar. 1.4. Marksist Kuram Kabile ve Aúiret Yapıları Aúiret ve kabile yapıları konusunda Marksist kuramın Ortado÷u’ya özgü topluluk yapıları üzerinde geliúkin bir yazını ya da bu kategorilere iliúkin özel bir çözümlemesi yoktur. Aúiret konusundaki teorik temellendirme genellikle Marks’ın Kapitalizm öncesi üretim biçimleri üzerinde geliútirdi÷i tezler üzerine temellendirilmiútir. Engels’in Amerikalı antropolog Lewis Morgan’ın Ancient 24 Society53 kitabı Ailenin Özel Mülkiyet’in ve Devletin Kökeni’nin temel referanslarını oluúturmuútur. Aúiret yapılarını ilkel-köleci üretim biçimi aralı÷ında ve onun kavramlarıyla tanımlamaya çalıúan Marksist yaklaúımlar oldu÷u kadar, bu yapıları feodal üretim biçimi ve onun kurumları ve kavramlarıyla tanımlamaya çalıúan birçok görüú vardır.54 Bizim bu çalıúmada analiz birimi olarak kullanaca÷ımız feodalizm kavramı, Batı’nın tarihsel koúulları içinde muhtemel ve mümkün bütün geliúmeleri içerip tamamlanmıú ve eski üretim biçimini aúan yeni bir üretim biçimini mümkün kılacak üretim biçiminin bütünlü÷ü anlamında de÷il, e÷ilimler ve geçiú süreçlerinin iç içeli÷i düzeyinde kullanılacaktır. Burada altı çizilmesi gereken yöntemsel tutum ister topluluk ister toplum yapıları olsun, bu yapıların maddî alt yapıdan ba÷ımsız olarak tanımlanamayaca÷ı gerçe÷idir. Bu iliúkisellik bir taraftan sınıfsal egemenlik öte taraftan üretim iliúkisini temsil eder. Bu yapılar daha büyük bir üretim gücü tarafından dıútan belirleninceye kadar, mevcut egemenlik iliúkisi, neyin, nasıl üretilece÷ini belirleme e÷ilimindedir. Bu e÷ilimin siyasal yapıları ve kurumları son tahlilde yine ekonomik temel üzerinde varlık bulur. Topluluk yapılarında dıú dinamiklerin belirleyicili÷i egemen oluncaya kadar iç dinamiklerin belirleyicili÷i devam eder. Do÷al olarak kapalı bir ekonomik yapıya dayanan toplulu÷un siyasal ve ekonomik örgütlenme biçiminin de÷iúim/dönüúümü, dıúsal dinamiklere ba÷lı oldu÷u kadar toplulu÷un içinde bulundu÷u teknik ve fiziksel koúulların de÷iúim hızı, içsel ekonomik, politik ideolojik dinamiklere de ba÷lıdır. Ancak günümüzdeki kapitalist iliúkilerden ba÷ımsız ya da otonom bir alan neredeyse kalmadı÷ı için geleneksel yapıların 53 54 Bkz. Lewis. H. Morgan. Eski Toplum I.II. Çev: Ünsal Oskay Payel Yayınları, 1987 østanbul Pek çok antrpolog aúiret yapılarını tanımlarken “Düzenli anarúi” kavramını kullanmaktadırlar. Aúiret ve kabile yapılarından kaynaklanan çatıúmadan düzen yaratma e÷ilimlerini düzenli anarúi e÷ilimi üzerinde temellendirmektedirler. Aslında bu e÷ilim, geleneksel topluluk yapılarında oldu÷u kadar modern toplum yapılarında ve yönetim düzenlerinde de bulunan bir e÷ilimdir. Ancak aúiret toplululuklarının örgütlenme biçimini Ortaça÷ örgütlenmesiyle karúılaútırıldı÷ında hem tarihsel hem de yöntemsel açıdan büyük bir sorundur. Çünkü Ortaça÷ yapılarında merkezi bir yönetimin yoklu÷u örgütlenme olmadı÷ı anlamına gelmemektedir. Sınırlı da olsa çatıúma, düzen yaratma e÷imine sahip olmuútur. Bkz. Givonni Arrigi, Uzun Yirminci Yüzyıl Çev:. Recep Boztemur, ømge Kitabevi 2000 Ankara s. 57-58 Geçiú problemi konusunda ayrıntılı bilgi için Bkz: Maurice Dobb’un Kapitalizmin Geliúimi Üzerine øncelemeler Kitabında øúaya Üúür “Kapitalizmin Geliúmesi Üzerine øncelemeler ve Geçiú Tartıúmaları Bir Takdim” Belge Yayınları Çev: F Akar 1992 østanbul s. 355-452. Ayrıca Bkz Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci Çev: Çetin Yetkin May Yayınları 1974 25 evriminde dıú dinamikler daha belirleyicidir. Bu türden topluluk yapılarının evrimi ile ilgili olarak vurgulanması gereken bir yaklaúım da Marksizmin ça÷daú kuramcılarından Henri Lefebvre’nindir. Lefebvre toplumsal de÷iúmenin do÷rusal bir “yasallık” yerine tendence (e÷ilim) düzeyinde bir süreç izledi÷ini ileri sürer. Ona göre bu e÷ilimlerle çeliúen baúka e÷ilimler çatıúma halindedir. Yani bir üretim biçiminin temel e÷ilimiyle, geçmiúin üretim biçimlerinden artakalan e÷ilimler çatıúma halindedir; öte yandan gelece÷in üretim biçiminin tohumlarıyla çatıúma halinde bulunurlar.55 Tarihsel olarak yeni bir üretim biçiminin ortaya çıkabilmesi, kendinden önceki üretim iliúkilerinin artık yeniden üretilemedi÷i anlamına gelir. Ancak bu önceki üretim tarzına ait toplumsal iliúkilerin ve ideolojisinin bütünüyle ortadan kalktı÷ı anlamına da gelmez. Eski üretim tarzının kalıntısı olan ekonomik, siyasal, ideolojik formları úu ya da bu ölçüde yeni üretim tarzının yanında varlı÷ını sürdürür. Bu çalıúmanın konusunu oluúturan Do÷u Anadolu’da ise bugün eski üretim biçiminin yarı feodal denilebilecek pek çok ekonomik formu büyük ölçüde artık varlıklarını sürdüremezken buna karúın bu üretim biçiminin ideolojik ve politik formları varlı÷ını korumaktadır. Bunun nedeni bu çalıúmanın giriú bölümünde bir sorun olarak saptadı÷ımız, Do÷u Anadolu’nun içinde bulundu÷u ekonomik, toplumsal ve siyasal düzeni her boyutunda kendini yeniden üretecek birden çok üretim biçiminin gerek ekonomik temelleri gerekse ideolojik yapılarının iç içe geçti÷i çoklu ve karmaúık bir yapıya sahip olmalarıdır.. Marksist kuramda tarihsel olarak belirleyici güç maddî yaúamın üretimi ve yeniden üretim için gerekli olan geçim araçlarıdır. Bu araçların geliúim düzeyi ise toplulu÷un içinde bulundu÷u üretim koúullarının geliúmiúlik düzeyine ba÷lıdır. Koúulların geliúmiúlik düzeyi ise aynı zamanda iú bölümündeki farklılaúmayı ifade eder.56 Bu farklılaúma sürecinde iú bölümünün geliúme düzeyi ne kadar geriyse kandaúlı÷ın toplumsal örgütlenme üzerindeki belirleyicili÷i o denli güçlüdür. Tarihsel geliúme sonucunda eme÷in üretkenli÷i arttıkça kandaúlık Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüúü, Çev: G. Do÷an Görsev, Yordam Kitapları, østanbul 2000 s.83 Do÷an Ergun. Sosyoloji, øletiúim Yayınları 2003 østanbul, s. 64 56 K.Marx, F.Engels, Ailenin Mülkiyetin Devletin Kökeni ( Çev: Kenan Somer, Seçme Yapıtlar Cilt III. Sol Yayınları Ankara 1979 s. 239–408 55 26 ba÷ına dayalı kabile ve topluluklar tarihsel süreç içinde de÷iúime u÷rayacaklardır. Bu de÷iúim sonucunda servetler arasındaki eúitsizlik, baúkasının emek gücünden yararlanan sınıflar ve bu sınıflar arasındaki karúıtlık temelinde geliúen olgular bu yapıları dönüútürerek yeni bir biçime sokacaktır. Engels’e göre bu çatıúmalı ikili yapı, eski ile yeni arasındaki bu karúıtlık tam bir devrimle yeninin lehine son bulacaktır. Eski toplum düzeniyle yeni toplum düzeni arasındaki bu çatıúmalar ve gerilimler bir anlamda tarihsel geliúmenin belli bir aúamasında devrim yangını içinde yaúla kurunun bir arada bulundu÷u bu yangında yaúlardan önce kuruların yanması olarak kendini gösterir. Engels bu evrim süreci içinde toplumsal iú bölümünün farklı düzeylerinin farklı mülkiyet biçimlerine tekabül etti÷ini söyler. Buna göre iú bölümünün ya da mülkiyet biçiminin ilk aúaması komünal mülkiyet biçimidir. Bu mülkiyet biçiminde ilkel komünal topluluk, balıkçılık, hayvancılık gibi üretimin ilkel aúamasında bulunmaktadır. Bu mülkiyet biçiminde toplumsal örgütlenme kandaúlık temeli üzerinde kurulmaktaydı. Tarihsel geliúmeler, artan nüfusun gereksinimlerini karúılamak için savaúlara neden olacak, savaúlar da kölelik kurumunu ortaya çıkaracaktır.57 Bu úemaya göre kandaúlık temeli üzerine kurulmuú kabile yapıları ortaya çıkacak olan sınıfsal farklılaúmanın sonucunda de÷iúime u÷rayacaklardır. Tarihsel süreç içinde barbarlı÷ın yukarı aúaması tarımla zanaat arasında yeni bir iú bölümünü do÷urur. Bu iú bölümünün sonucu olarak artık ürüne do÷rudan el koyan sınıflar ortaya çıkar.58 øú bölümü toplumsal geliúmenin daha ileri evresinde kır ve kentin birbirinden ayrılması olarak ortaya çıkacak. Bu iú bölümünün daha geliúmiú ve genel ifadesi kır ve kentin birbirinden ayrılması olarak belirginleúecektir. øú bölümünün sonucu olarak ortaya kent ve kır ayrımı aynı zamanda toplumsal sınıf ayrımlarına da karúılık gelir. Marx ve Engels Antik dönemdeki komünal mülkiyetin oluúumunu kabile gruplarının savaú ya da anlaúma yoluyla kentleri oluúturmasına ba÷lamaktadırlar.59 Bu aúamada genel kural kent mülkiyetini ele geçirmektir. Taúınabilir özel mülkiyetin daha sonra taúınmaz özel mülkiyete do÷ru evrilmesi toplumsal düzeni de÷iúime u÷ratarak özgür yurttaúlar ve köleler ayrımını sınıfsal bir ayrıma dönüútürerek 57 F. Engels a..g. e s. 247 F.Engels. A g.e s.251 59 Hikmet Kıvılcımlı. Tarih Devrim ve Sosyalizm, Derleniú Yayınları, 2006 østanbul. s 250 58 27 kurumsallaútıracaktır.60 Toplulu÷un mülkiyet biçimlerine tekabül eden bu ayrım ideolojik olarak kendi meúruiyetini yeniden üretmesi için yönetici sınıfın sadece belli ve sınırlı kandaúlık grubuyla sınırlandırılması ve bunu di÷er kandaúlık gruplarına inandırması için ideolojik bir manüpülasyona ihtiyaç duyacaktır. Çünkü eúitlik isteyen, sürekli kandaúlık temelinde bölünen topluluklara egemen olmak, onları yönetmek ve mülk sahibi olma olgusunu yönetici sınıfla sınırlı tutmak için bütün bu ayrıcalıkları bir “Tanrı vergisi” olarak kabul ettirmek ve inandırmak zorunluydu.61 Bu tarihsel sürece somut örnek vermek gerekirse, Osmanlı tarihçilerinden Naima; siyasal iktidarın kutsallaútırılmasının düúünsel ve ideolojik olarak nasıl üretildi÷ini, saltanat ve devlet kurulurken kandaúlık ve asabiyet iliúkisinin tasfiye edilmedikçe toplumsal tâbiiyet iliúkilerinin üst bir yapıda eklemlenmedikçe baúarılı olamayaca÷ını úu sözlerle belirtmektedir. “ Geçmiú asabiyetten ayrılıp seçkin, özel bir kavim seçip haslaúmaya (iyi nitelikler) kavuúmak saltanatın icaplarındandır ki herhangi birinin yardımıyla baúkasının baú kaldırmasını ve kafa tutmasını defetmek mümkün olsun. Bu ayrım ve imtiyaz övülecek iúler güzel hasletler üzerine dayanan, herkesçe tanınan liyakate ba÷lı bir itidali inayetle olmaya muhtaçtır ki baúkalarının hulüsunu (gönül temizli÷ini ve geçmiúte hizmet etmiúlerin sadakat ve güvenlerini kaçırmasın”62 Naima’nın da belirtti÷i gibi kandaúlık, soy, asabiyet iliúkileri topluluk örgütlenmesinin temel ilkesini oluúturur. Komünal, eúitlikçi ilkel sosyalist örgütlenmeden sınıflı toplum yapısına geçiúi sa÷layan savaú, fetih ve talan gibi zora dayalı artık ürün elde etme yöntemleriyle kendini yeniden üreten egemen sınıf iktidarını kandaúlı÷a dayandırarak meúrulaútırır. Egemen sınıf kendi iktidarını belirli bir soya dayandırarak meúrulaútırırken bunu di÷er toplulukları egemenlik altına almak için yalnızca “kendine vergi” bir üstünlük63 (mitolojik bir 60 F.Engels A.g.e s. 260 K. Marx, F. Engels, Din Üzerine (Çev: Kaya Güvenç. Sol Yayınları Ankara 1995 s. 38) 62 Tarih-i Naima’ 4. Cilt (Çevrimyazı Zuhuri Danıúman Zuhuri Danıúmın Yayınları østanbul s. 56) 63 XVII. Yüzyıldan itibaren dinin, bunalımı úiddetlendirici etkisini Akda÷ úöyle açıklamaktadır. øktisadi çöküntü ve malî darlık devam etti÷i için, Fazıl Ahmet Paúa’ının sadarazamlık 61 28 kahramanın soyundan gelme, temizlik, saflık, asalet, tanrısallık, kutsallık, güzellik vb. kurgusu ile formüle eder. Klasik Marksist kuramın kabile yapıları ve bu yapılara iliúkin sınıfsal farklılaúma ve özel mülkiyete do÷ru evrimini açıkladıktan sonra Do÷u Anadolu’nun ekonomik ve toplumsal düzeni feodalizmin kavramsal çerçevesi içinde de÷erlendirildi÷inde bu alanda da yine pek çok teorik ve yöntemsel ikilemlerle karúılaúmak mümkündür. Klasik Marksist yaklaúım, batı toplumlarına iliúkin gözlemlerden hareketle bir takım çözümlemeler geliútirmiú olsa da Do÷u toplumlarındaki örgütlenmelere özellikle de aúiret ve cemaat gibi örgütlenmelere iliúkin özel bir çözümlemesi yoktur. Bunun tek istisnası Engels’in 1858 tarihinde øngiliz sömürgecili÷ine karúı Afganistan’daki kabilelerle ilgi kısa betimsel açıklamasıdır.64 Klasik Marksist kuramda bu konu daha çok “kapitalizm öncesi döneminde ekonomik ve toplumsal bir kriz içinde geçiyordu. Bazı medreseliler çöküntünün nedeni olarak, bir takım kimseelerin dine ve úeriata aykırı iúler yapmakta olduklarını ileri sürmekte idiler. Garibi úi ki. Bu türlü yobazların küfür diye halka yasakladıkları yaúantı kendilerinin evlerinde sürdükleri yaúantının ta kendisi idi. Ve bu husus yüzlerine vuruldu÷u zaman, kolayca bir tevil yolu buluyorlardı. Bkz. Mustafa Akda÷, Genel Çizgileriyle XVII. Yüzyıl Türkiye Tarihi, 1968. s. 241-242 Mülkiyetin meúruiyetinin ideolojik olarak üretilip benimsetilmesinde dinin ve din adamlarının önemli rolünü gösteren örneklerden biri de Vani efendinin úu sözlerinde görmek olasıdır.Van’i efendi 17.yüzyılda Van Hoúapta (Güzelsu) do÷muú daha sonra østanbul’a giderek sarayın meúayihi makamına kadar yükselmiú, ulama sınıfına mensup bir kiúidir. Vani Efendi, Viyana kuúatmasına katılmıú. Dünyalıklarını da epey artırmıútır. østanbul’da Anadolu Yakasında Bo÷azın en güzel yerlerinden biri olan Paúabahçeyi geçtikten sonra Vani köy olarak bilinen semtte Vani efendinin medrese ve camisi bulunmaktadır. Vani efendinin bu kısa biyografisinden sonra asıl önemli meziyetlerine gelelim ve dönemin belgelerini konuúturalım. Vanî Efendi’nin dünyalıkları o kadar bereketli o kadar artmıú ki dostlarının bile gözünden kaçmamıú. Nitekim bir vaaz esnasında dostlarından biri bir gün Vani hocaya: “Sultanım, davayi takvada infiradinız (eúsiz olmanız) malum, lâkin yeni tahsili dünyaya himmetiniz ve nâzik cariyelerle, lazıme-i zinnet olan incu, cevahir, samur, ve sair emvâle vucuh ile ra÷betiniz var, bunun sırrı nedir? dedikte. Behey nadan, dünyanın kendi biayniha (aynı, oldu÷u gibi tıpkı) kabih (çirkin yakıúıksız) ve mezmum (zam olunmuú, yerilmiú, ayıp) de÷ildir. Cümlenin matlup (talep edilen) ve mergubu (ra÷bet edilen) bir nimeti celiledir, zem olunan cihetli tahsili, keyfiyeti teneavülüdür, (alıp yeme) ahzü tenvülüdür, ahzü tenavülde (alıp yemede) sen bana müúabih (benzer) ve müsavi (eúit) de÷ilsin, bir lokma tenavül (yemek) sana haram iken kuvve-i ilmiye ve tasarrufat-i akliye (aklın tasarrufu) ile bana helâl olur. Taâm (yemek yerken) ederken, diúinin arasına giren et parçasını sen hilâl (bir nevi kürdan) zoru ile taúra çıkarup yutarsın sana mekruh (günah) olur ben nâzikâne tahriki lisanla kurtarup yutarım, bana helâl olur, Siz haramla mekülat olup yersiz, biz ise melbusat (elbise) ve mekülati (mülk) deyin (borç) ile aluruz, ay baúında úüpheli malımızdan eda ederiz, bu hile tasarrufatımızdır.” Bkz. Faiz Demiro÷lu, Nilüfer Aylık Edebiyat Dergisi sayı 3 1942 s. 23-45 64 Klasik Marksist Kuramda Aúiretler ile ilgili konu Engels’ in 1858 Afganların øngiliz sömürgecili÷ine karúı mücadelesini anlatırken. Afganistan’da çeúitli úeflerin bir çeúit feodal üstünlü÷e sahip oldu÷u klanlar bölünmüúlerdi. Bu aúiret topluluklarının iktidara ba÷lanmaktan 29 ekonomi biçimleri” baúlı÷ı altında incelenmiútir. Marx ve Engels kapitalizm öncesi ekonomi biçimlerini Germen, Orieantal ve Asyatik olarak sınıflandırmıútır. Marx despotik ve dura÷an yapılar olarak tanımladı÷ı Do÷u toplumlarını Asya tipi üretim biçimi baúlı÷ı altında incelemiútir. Bu incelemeler, ise Hindistan ve øran’ da doktorluk yapmıú olan Bernier’ın çalıúmalarına dayandırmıútır. Kapitalizm öncesi ekonomi biçimleri 1845’te kaleme alındı÷ında Do÷u hakkındaki bilgi birikimi Bernier’in incelemelerine dayanmaktaydı. 65 Marx Do÷u’da devleti kendine yeterli kapalı üretim yapan köyler arasında ara toplumsal gücün bulnmadı÷ı durgun bir sistem olarak tanımlar.66 Marx’a göre toplumun ekonomik dönüúümünü ve sınıfların ortaya çıkıúını sa÷layacak Do÷u’nun dura÷an yapısını de÷iútirecek bir de÷iúme ancak dıúarıdan gelebilirdi. Bu nedenle Marx ve Engels’i Do÷u’nun tarihi yoktur yargısına ulaútıran bu ara toplumsal gücün bulunmamasıdır. Bu nedenle Marx ve Engels Asya’nın tarihin dinler tarihi olarak nitelemiúlerdir. Marx ve Engels’i Asya tarihini dinler tarihi oldu÷u gözlemine iten67 Marx’ın Kapitalizm öncesi Ekonomi Biçimleri’ nde belirtti÷i “Asya’nın tarihi yoktur, en azından bilinen bir tarihi. Tarih diye bildi÷imiz úey, imparatorlukların birbiri ardınca dirençsiz ve de÷iúmeyen toplumların pasif temellerinde kurulmuú olan zorbaların tarihinden baúka bir úey de÷ildir. Do÷u’da devletin gücü, burjuvazi gibi yerli etkenlerinin geliúimine meydan vermemektedir.”68 hoúlanmamaları ve bireysel ba÷ımsızlıklarına düúkünlüklerinin ulus olmalarını engelleyen faktörler olarak açıklıyordu Bkz.:. Karl Marx, Fredricih Engels, Sömürgecilik Üzerine Çev: Muzaffer ølhan Erdost, Sol Yayınlar s. 16 65 Mauirce Bloch Marxist Analyses and Socıal Anthropology, Malaby Pres London 1975 s. 47 66 Fatma Müge Göçek ømparatorlu÷un Çöküúü, Burjuvazinin Yükseliúi, Osmanlı Batılılaúması Toplumsal De÷iúme, Ayraç Yayınevi østanbul 1999, s. 78 Asya tipi üretim tarzı úu unsurları içermektedir: Toprakta özel mülkiyetin yoklu÷u, tarımda geniú bir sulama úebekesinin varlı÷ı, hem zanaatçılık yapan hem de topra÷ı eken otarúik köy toplulukları, topra÷ın mülkiyetinin ortak oluúu, cansızlıkla malul rantiye veya bürokratik kentler. Artı de÷erin büyük bir kısmını kendisine ayıran ve sadece yönetici sınıfın bir baskı aracı olmakla kalmayıp, aynı zamanda ekonomik sömürünün baú sorumlusu olan despotik bir devlet aygınının egemenli÷i 67 Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve øslam ønsan Yayınları østanbul 1991 s. 46 68 K.Marx, F. Engels. Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri (Çev: Mihri Belli Sol Yayınları 1992 Ankara Komünist Manifesto ve Komünizmin ølkeleri. (Çev. Muzaffer Erdost Sol Yayınları 2002 Ankara s. 56) 30 Marx, Batı kapitalizminin dünyanın geri kalanının sömürmesini onaylamasa da, Do÷u’nun statik yapısına getirdi÷i de÷iúmeler adına bu yayılmacılı÷ın kaçınılmaz oldu÷unu belirtir.69 Marx’ın Do÷u hakkındaki bu gözlemlerini Perry Anderson, Kapitalist üretim biçimini daha iyi anlamak amacıyla araútırdı÷ını ileri sürmektedir.70 Aslında “Batı” nın “Do÷u” ya iliúkin düúünce gelene÷inin Marx’tan önce Aristoteles’e dek uzanan uzun bir geçmiúi vardı. Aristoteles, kendi dönemindeki uygar Helen dünyası ile barbar Do÷u’yu karúılaútırmak suretiyle farklı politik sistemleri karúılaútıran ilk düúünürlerden biriydi. 16.yüzyılda Machiavelli Osmanlı Devletini Avrupa monarúisinin antitezi olarak gördü. Batı’nın hükümdarlı÷ının karúısında Do÷u’nun Tanrısal ve despotik devletini konumlandırdı.71 Jean Bodin de Osmanlı Devletini tanrısal güce sahip despotik bir niteli÷iyle Avrupa devletlerinden farklı bir kategori içinde de÷erlendirir. 17. yüzyılda Osmanlılar Avrupa’yı egemenlikleri altına almaya baúladıklarında, Francis Bacon Osmanlı aristokrasi sınıfının olmayıúını Osmanlı’nın askeri baúarılarının ardında yatan asıl neden olarak ileri sürmekteydi72 Batı’nın Do÷u’ya iliúkin siyasal kültürün temel öncüllerinden birisi Avrupa’ merkezli tarih anlayıúı içinde biçimlenmiú Do÷u ve do÷u toplumlarına iliúkin kavramsallaútırmada temel kavramlardan birisi “despotizm” kavramıdır. Bu kavram Do÷u’ya iliúkin siyasal kuramlarda gerek Marksist gerekse Weberci tezlerin ortak paydasını oluúturmaktadır. Bu genel yaklaúımlardan sonra sonuç olarak úu söylenebilir: Ortado÷u’ya iliúkin tarihsel ve toplumsal bir kategori olan aúiret yapılarını tanımlama konusunda bu kuramların öncülleriyle hareket eden 70 Anderson’n mutlak monarúiyi Feodalizm ile kapitalizm arasında bir geçiú noktası olarak tanımlar. Feodalizmi ise hiyeraraúik ve mülkiyet biçiminin belirledi÷i parçalı ve bölünmüú bir egemenlikler hiyerarúisine dönüúen son tahlilde ekonomik bir yönetimin organik birli÷i tarafından belirlenen üretim tarzı olarak tanımlar. Perry Anderson: Lineages of The Obsolutis States, Londra Verso s. 74 71 Machievelli siyasal sistemleri incelerken Fransa Krallı÷ıyla Osmanlı Devletini karúılaútırmaktadır. Machievellie’ye göre Osmanlı Devletinin tek bir mutlak güç tarafından yönetilmesi onun üstünlü÷üdür. Buna karúın Fransa Krallı÷ı kalabalık bir soylular tarafından kuúatılmıútır, Fransa’daki aristokrat sınıfın ayrıcalıklı konumlarını krallı÷ın kendini tehlikeye atmadan ortadan kaldırma olana÷ı yoktur. Bu nedenle Osmanlıda yönetimin ele geçirilmesinin çok zor fakat bir kez ele geçirilirse yönetmenin de çok kolay oldu÷unu belirtir. Buna karúın Fransa Krallı÷ı’nı ele geçirmenin kolay fakat elde tutmanın güç oldu÷unu belirtir. Bkz. Machiavelli, Hükümdar, Çev: Sabahattin Ba÷datlı, Sosyal Yayınları, østanbul 1992 s. 28 72 Fatma Müge Göçek ømparatorlu÷un Çöküúü Burjuvazinin Yükseliúi Osmanlı Batıllılaúması ve Toplumsal De÷iúme Ayraç Yayınevi, østanbul 1999, s. 78 31 çözümlemelerin kendi içinde bir oydaúma bulunmamaktadır. Bu anlaúmazlı÷ın temel nedeni daha önce de vurguladı÷ımız gibi farklı epistemolojik vurgulardan kaynaklanmaktadır. Aúiret konusunda hem orijinal kategorileri dikkate alacak hem de yeterli geniúlikte karúılaútırma ve sınıflandırma yapacak kavramları bulmak olanaksızdır. Bunun nedeni günümüzde Ortado÷u’dan baúka hiçbir yerde, aúiretlerin tam bir örne÷inin bulunmamasıdır. Klasik Marksist kuramda ise kabile ya da gens toplulukları devleti73 önceleyen bir yapı olarak kabileden daha büyük devlet gibi siyasal yapıların olmadı÷ı bir varsayım üzerine geliútirilmiú tezlerdir. Ancak bugün aúiret yapıları Ortado÷u da devletin yanı baúında ve onun siyasal egemenli÷inin uçlarında salınan bu yapıların de÷iúimi ve dönüúümü içinde bulundukları devletler ve uluslardan ba÷ımsız bir de÷iúken olarak de÷erlendirilemez. Ortado÷u’nun tarihsel ve toplumsal bir kategorisi olarak aúiret örgütlenmesi konusunda Marksist kuramın öncülleri kullanılarak yapılmıú çalıúmalardan biri Jean Pier Digard’ın øran’daki Bahtiyariler üzerine yapmıú oldu÷u araútırmasıdır. Digard bu incelemesinde çevresel koúulların aúiret topluluklarının biçimlenmesindeki rolüne vurgu yaparak, aúiret içinde ya da aúiretler arasındaki iú bölümünü maddî kaynakların eúitsizli÷i temelinde açıklar.74 Aúiret yapılarında iktidarın merkezîleúmiú, hiyerarúik ve karmaúık niteliklerinin aúiretin bulundu÷u çevresel koúullardan kaynaklandı÷ını iler sürer. Bu hiyerarúiyi ve merkezîleúmeyi ortaya çıkaran nedenleri ise topra÷ın kıt olması ve artan nüfus baskısının do÷urdu÷u gerilim ve savaúlara ba÷lar. Digard’a göre bu gerilim ve savaú toplumsal sistemdeki kırılgan dengeyi bozarak parçalı bir yapıya dönüútürür. Ortaya çıkan savaú ve gerilim ortamında konfedarasyon liderlerinin barıúı sa÷lamada ve aracılık etmedeki etkin konumlarını belirtir. Digard’ın øran’daki aúiretler konusunda altı çizilmesi gereken bir saptaması da øran’daki aúiret yapılarının güçlerinin temel niteli÷inin siyasal de÷il ekonomik niteli÷e sahip olduklarını belirtmesidir. Buradaki güç kavramı aúiretin dıúındaki daha büyük 74 Steven C. Caton. “Anthropological Theories of Tribe anda State Formation in the Middle East: Ideology and the Semiotics of Power” Khory Kostiner, Tribe and State Formatıon In The Mıddle East s. I.B. Tauris& Co.Ltd London. New York 1990 s. 74–108 32 siyasal organizasyonlar anlamındaki bir güçtür. Yoksa her toplumsal örgütlenme aynı zamanda siyasal bir örgütlenmedir. Aúiret ya da kabile konusunda yukarıda belirtilen çeúitli yaklaúımlardan ortaya çıkan sonuç, aúiret örgütlenmesinin egemen oldu÷u topluluk yapılarında aúirete mensup olan kiúilerin yaúantısında aúiret zihniyetinin daha üst siyasal yapılara iliúkin tâbiiyet iliúkilerini önceleyen bir niteli÷e sahip olmasıdır. Daha büyük siyasal yapılar ve onun yasalarından önce bu topluluklar aúiret gelenek ve göreneklerine ba÷lı kalmayı, daha büyük siyasal örgütlerin egemenli÷i yerine aúiret reislerini nüfuzlu ve kudretli saymayı ve her türlü iktidar ve nüfuzun kayna÷ını aúiret reislerinde görmeyi gerektiren bir yaúam içindedirler. Geleneksel meúruiyet anlayıúı üzerinde temellenen aúiret toplulu÷u, baúta reisleri olmakla beraber yer yer a÷a ve beylerin ayrıca da úeyh, seyitlerin egemenli÷inde yaúayan topluluk niteli÷ine sahiptirler. Sonuç olarak aúiret yapısı içindeki insanların aúirete ba÷lılıklarını sa÷layan yalnızca kandaúlık ba÷ı de÷il, bunun yanı sıra daha üst siyasal örgütlenmelerin bulunmadı÷ı ya da ulaúamadı÷ı koúullarda kiúilerin mal ve canını koruma ve tehlikelerden uzak bulunma güdüsü bu örgütlenmeyi belirleyen baúlıca dinamiktir. Güvenlik olgusu aúiret örgütlenmesinde di÷er aúiretlerin düúmanlıklarıyla karúılaúan aúiret mensuplarının güvenlik duygusunu sa÷layıp gerekti÷inde yardım ve himaye göstererek, aúiret mensuplarını birbirlerine daha yakın bir iliúki içinde ve bir lider baúkanlı÷ında daha dirençli hale getirir.75 Bununla birlikte aúiret reislerinin geleneksel meúruiyet dayanaklarının üretilmesinde ve onaylanmasında din de önemli bir rol üstlenir. Dinin bu ideolojik meúruiyet sa÷layan iúlevi çok yönlü telkinler ve maddi ve manevi bir güce yönlendirilerek aúiret mensuplarının hafızasında onaylanmıú bir konum kazanırlar. Aúiret mensuplarının aúirete ve onun a÷a ya da reis ailesine ba÷lılıkları ulus gibi daha üst siyasal aidiyet iliúkisinden önce gelir. Aúiret topluluklarının modern devlet olgusunun ideolojik aygıtlarıyla olan iliúkileri oldukça zayıf oldu÷undan devlet olgusuyla olan iliúkileri a÷alar aracılı÷ıyla kurulur. 75 Adnan Gerger, Da÷ların Ardı Kimin Yurdu Kürtlerde Toplum Gerçe÷inin Yaúamsal Temeli, Baúak Yayınları, østanbul. 1991, s.18 33 1.4.1 Feodalizm Atüt ve Do÷u Anadolu Feodalizm ve AÜT tartıúmaları, 1960’ lı yılarda Avrupa’da sol düúüncenin toplumsal ve siyasal alanda güçlenmesine paralel olarak, Türkiye’de 1960’lı yılların ikinci yarısında sosyal bilimciler arasında en zengin ve üretken tartıúmalardan birisi olmuútur76 Türkiye’de Batılılaúma modeline teorik dayanaklar bulma arayıúının ürünü olarak da okunabilecek bu tartıúma, Türkiye’de tarihçilik alanına zengin katkılar sunmuútur. Bu tartıúmanın çalıúmamamız açısından önemi feodalizmin Do÷u Anadolu’daki ekonomik alt yapılarının çözülmesine ra÷men üst yapı kurumlarının halen inatçı bir úekilde kendi varlıklarını sürdürmeleridir. Çalıúmanın temel varsayımlarından birisi Feodal iliúkilerin Cumhuriyet’in ilânından günümüze kadar olan süre içinde neden tam olarak tasfiye edilemedi÷i sorusudur. Sorunun kendisi siyasal bir niteli÷e sahip olsa da üretim biçiminin bütünlü÷ü içinde her sorunun ekonomik, politik ve ideolojik boyutları içinde kavranabilece÷i açıktır. 1960’lı yılların ortasında baúlayan Feodalizm AÜT tartıúmlarında Türkiye’nin uzak tarihini dolayısıyla günümüz sorunlarını AÜT ve Feodalizm mirasına ba÷layan görüúler Osmanlı toplumunun bu modellere uymada gösterdi÷i direnç karúısında iddialarından “yarı-yarı” ya vazgeçmek ve böylece karúılaúılan güçlüklere çözüm bulmak için bu modelleri yarı-feodal, bozuk AÜT olarak nitelemiúlerdi.77 Bu tartıúmalar daha sonra yerini kırsal dönüúüm ve azgeliúmiúlik 76 Fodalizm AÜT tartıúmalarını baúlatan nedenler ise 1950’lerin baúlarında M. H. Dobb’un Studies in the Development of Capitalism adlı yapıtının neden oldu÷u uluslar arası ateúli tartıúmalarla baúlamıú daha sonra SSCB’de “feodalizmin temel iktisadi yasası” üzerindeki yo÷unlaúarak, Marksist tarihçiler bu sorunlara artan bir ilgi göstermelerine neden olmuútu. 77 Bahattin Akúit, “Az Geliúmiú Kapitilzm ve Köylere Giriúi” ODTÜ Ö÷renci Birli÷i Yayını s. 23– 24 Marx gibi Weber’de Do÷u toplumunda, özellikle Mısır, øran ve Çin’de, devletin ve memurların öncelikli ve ayrıcalıklı bir yapıda oldu÷unu belirtir. Weber merkezi, emperyal yönetimlerin ortaya çıkması için baúlıca iki neden oldu÷un belirtir. Mısır ve Çin’de, geniú bir co÷rafi alanda su tertibatı, barajlar ve kanalar oluúturan yapıyı, kontrol etme ve onarma ihtiyacı, vergiler koyan ve çok sayıda iúçiyi örgütleyen merkezi bir otoritenin do÷masına neden oldu÷unu ileri sürer. Weber’e göre nehir vadisi toplumları göçebe istilâlarının tehdidi altındaydılar. Bu nedenle güçlü bir merkezi yönetim, sınırları tahkim etmenin zorunlu sonucuydu. Ekonominin patrimonyal bir devletçe kontrol edilmesi ve yönetilmesi zorunlulu÷u ile Asya’nın ulema toplumları ile Ortaça÷ Avrupa feodalizmi arasında önemli zıtlıklar oluúturmaktaydı Asya’ da, 34 tartıúmalarına bırakacaktı. Üretim biçimleri arasındaki bu tartıúmalar 1977’ de tekrar gündeme gelecektir. Ancak bu tartıúmalar Osmanlı Devleti’nin daha çok Batı eyaletlerinde oluúan “ayanlık” kurumu üzerinde odaklanacak imparatorlu÷un Do÷u’sunda yer alan “a÷alık” kurumu üzerinde derinlemesine bir tartıúma her iki dönemde de yapılmayacaktı. A÷alık ve Ayanlık kurumlarının günümüzdeki uzantıları karúılaútırıldı÷ında: Osmanlı imparatorlu÷unun da÷ılmasından sonra Anadolu’da kalan topraklar üzerindeki ayanlık ve onun devamı ailelerin topra÷a ve kandaúlı÷a dayalı uzantılarının günümüzde izlerine rastlanmamaktadır. Buna karúın Do÷u Anadolu’da kandaúlık ve topra÷a dayalı a÷alık ve aúiret kurumlarının ekonomik temelleri büyük ölçüde çözülse bile ideolojik olarak üst yapı kurumlarının halen tam olarak ulus devlet içinde neden çözülemedi÷i sorunu tartıúılması gereken bir konudur. Bu sorun birinci bölümde “A÷alık” ve “Ayanlık” kurumlarının karúılaútırılması adlı baúlıkta tartıúılaca÷ı için burada bu konuya girilmeyecektir. Ancak üretim biçimi ile ilgili teorik açıklamaların Do÷u Anadolu’ askerler devlet bürokrasisi aracılı÷ıyla toplanıp finanse edilirken, Avrupa’da ordular ya kentliler ya da feodal beylerce donatılıyordu. Marx ve Engels gibi Weber’ de Do÷u’da özerk kentlerin yoklu÷una dikkat çekti. Üretim araçlarının bir devlet bürokrasisinin elinde oldu÷u için Do÷u toplumlarında iktidar kavgası çarpıúan sınıflar arasında de÷ildi. Bu kavga daha çok resmi görevle birlikte gelen vergi ve iltizam hakları içinde oluúan bir kavga oldu÷unu belirtir. Bu nedenle, Weber, Marx ve Engels’ izleyerek, Asya toplumlarının Avrupalı anlamda feodal olmadıklarını ileri sürmekteydi. Patrimonyalizmde, memurun hükümdara karúı kiúisel bir ba÷ımsızlı÷ı varken feodalizmde bu iliúki derebeyine sadakat úeklindeydi. Weber’in feodalizm ve Patrimonyalizm arasındaki ayrımı ise úu úeklide yapmaktaydı. Feodalizmi, savaúta becerikli olan birkaç kiúinin egemenli÷i olarak niteler. Patrimonyalizm, ise egemenli÷ini uygulamak için memurlara ihtiyacı olan bir kiúinin mutlak egemenli÷i etrafında oluúturulmuú bir sistemdir. Patrimonyal bir hükümdar, bir ölçüde tebaasının olumlu iradesine ba÷ımlıdır. Patrimonyalizm, imtiyazlı statü gruplarına karúı kitlelere hitap eder savaúçı-kahraman de÷il, ‘iyi kral’ ‘halkının babası’geçerli olan idealidir Weber’ Patrimonyal yöneticinin etrafında oluúan bürokrasinin, rasyonel kapitalizmde geliúen bürokrasilerden farkını vurgulayarak partrimonyal geleneksel sistemde siyasî kararlar ve iúlemlerin kurala ba÷lı olmadı÷ını kararların yöneticinin kiúisel keyfi kararları oldu÷unu ileri sürer. Bu nedenle Asya bürokrasilerinin bir görev koduna sahip olarak biçimlenmedi÷ini belirtir. Weber’e göre Asya ve Do÷u’daki bu bürokrasi imtiyaz ve adam kayırmacılık üzerine kurulmuútur. Byan S Turner Max Weber ve øslam ønsan Yayınları s. 110-114 . Max Weber, Sosyloji Yazılar Çev. Taha Parla Hürriyet Vakfı Yayınları s. 157, Max Weber, Toplumsal Örgütlenme Kuramı, Çev: Özer Özenkaya ømge Yayınları s. 356 35 ya da Kürt sorunu olarak nitelenen bu sorunun anlaúılmasında üretim biçimi eksenindeki tartıúmaların güncellik kazandırılması önemlidir. Feodalizm-AÜT tartıúmalarının yapıldı÷ı tarihten günümüze yaklaúık yarım yüz yıllık süre içinde a÷alık ya da aúiret örgütlenmelerinin siyasal güçlerini nasıl olup da sürdürdükleri yeniden sorulması gereken bir sorudur. Çünkü 1980’den itibaren uygulanmaya konulan 1990’larda ivme kazanan tarımdaki liberal politikaların sonucu olarak toprak büyük ölçüde iktidar kayna÷ı olma özelli÷ini yitirmiútir. Ancak topra÷ın iktidar da÷ılımında belirleyici bir faktör olmaktan çıkmasına karúın aúiret reisleri Do÷u Anadolu’nun pek çok ilinde siyasal karar alma süreçlerinde halen etkin konumlarını sürdürmektedirler. A÷alık ve aúiret yapılarının bu etkin konumlarını topra÷ın dıúında hangi dinamikler üzerinde sürdürdükleri sorusu üretim biçimleri arasında geçiú süreci ba÷lamında tartıúılması gereken bir konudur. Do÷u Anadolunun ekonomik ve toplumsal de÷iúimini üretim biçimleri arasındaki geçiú süreci ba÷lamında de÷erlendirildi÷inde, iki üretim biçiminin birinin öteki üzerinde egemen olması ve onu tasfiye etmesi tek kerelik siyasal bir kırılmanın ötesinde sanayileúmenin sarsıcı etkisini yaúamamıú bir formasyonda ekonomik ve toplumsal yapının yavaú bir evrim içinde oluútu÷unu gösterir. Paul Swezy bu süreci iki üretim biçiminden gelen ö÷elerin karıúımları olarak niteler78 Bu iki sürecin uzak tarihle yakın tarihin kısa devre yapmaları79 üretim biçimlerinin bir örnek olarak her yerde aynı düzenlili÷i göstermezler. Birden çok üretim biçiminin iç içe geçti÷i toplumlarda ilk sermaye birikiminin hızı kadar eski düzenin inatçı yapıları bu geçiú sürecini uzatabilir ya da kısaltabilir. Bu geçiú çeúitli sancılar ve úiddetli direnmeler içinde yüzyıllar boyu da sürebilir80 Nitekim feodalizmin Avrupa dıúında genel bir yasasından her yerde bir örnek olarak söz etmenin olanaksız oldu÷u 81 iktisat tarihçileri arasında da kabul edilen bir görüútür. Üretim biçimi do÷rudan üreticinin artık ürününe el koymanın ekonomik biçimi olarak tanımlanır. Ancak Feodalizm’de do÷rudan üreticinin artık ürününe emek ranta el koymak bilindi÷i gibi ekonomik iliúkiler içinde de÷il siyasal iliúkiler içinde mümkündür. Dolayısıyla üretim tarzları arasındaki fark birinin Paul Swezy “Bir Eleútiri: “ Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci Kitabının içinde Çev: Çetin Yetkin, May Yayınları, østanbul 1974 s. 32 79 Fernand, Braudel. Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm Cilt III s. 321 80 Do÷an Avcıo÷lu, Türkiye’nin Düzeni Cilt II. Tekin Yayınları østanbul 2001 s.187 81 E.J Hobsbawm “Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri’ne Önsöz” s. 18 78 36 artık ürüne siyaset aracılı÷ıyla el konulurken kapitalist üretim biçiminde artık de÷ere ekonomi ve pazar süreci içinde el konulmaktadır. Bununla birlikte kapitalist sistem içinde artık de÷er ancak de÷iúim iliúkileri içinde anlam bulur. Yoksa pazar tek baúına kapitalist iliúkileri açıklayan bir olgu de÷ildir. Çünkü en ilkel toplumlarda ve do÷al ekonomi biçimleri içinde küçük de olsa her zaman bir pazar vardır. Burada metodolojik açıdan önemli olan Feodalizm ve AÜT tartıúmalarının Do÷u Anadolu’nun içinde bulundu÷u ekonomik toplumsal koúulları çözümlemede Osmanlı’nın bütünlü÷ü içinde mi yoksa bir bölgeyi devletin ve onun siyasal ekonomik düzeninden ba÷ımsız olarak tek baúına bir analiz birimi olarak feodalizmin kurumları ve kavramlarıyla açıklanıp açıklanamayaca÷ı sorunudur. E÷er Feodalizm March Bloch’un82 kullandı÷ı anlamda bir “zihniyet” olarak de÷erlendirilip ele alınırsa bu e÷ilimler ømparatorlu÷un hem batısı hem de do÷usu için açıklayıcı olabilir. Ancak Do÷u Anadolu bölgesi co÷rafî soyutlama düzeyinin de ötesinde kendi içinde barındırdı÷ı etnik politik ve ekonomik ve toplumsal örgütlenme biçimleriyle de ülkenin batısından farklılıklar gösteren bir alandır. Salt co÷rafi bir soyutlamayla tek baúına ele alındı÷ında feodalizmin kurumlarını ve kavramlarını rahatlıkla karúılayacak sayısız e÷ilim ve tarihsel süreçlerin varlı÷ından söz etmek mümkündür. Öte yandan Do÷u Anadolu’nun kapitalist piyasa ve iliúkilere hangi düzeyde eklemlendi÷i ve bu eklemlenmenin dıú dinamik olarak bölgedeki geleneksel yapıları hangi düzeyde hangi ba÷lamda de÷iúime ve dönüúüme u÷rattı÷ı sorulara kapitalizme geçiú koúulları içinde yanıt aramak gerekir. Verili bir toplumsal formasyonun nasıl iúledi÷ini ve burada neler olup bitti÷in, toplumsal formasyonu bir üretim biçiminden baúka bir üretim biçimine geçiren süreçleri anlamak için merkezi kavram olan üretim biçimi’83 nin kapitalizme geçiú koúullarını kısaca hatırlatmak yararlı olacaktır. Marx kapitalizme geçiú koúullarını üç temel ilke etrafında incelemiútir. Bunlar belirli bir aúamada topra÷a ba÷lı köylülü÷ün bu ba÷lılıktan kurtulması; uzmanlaúmıú bir kent zanaatının varlı÷ı ve serbestleúmesi, Marx’a göre geliúen ve meta de÷iúimiyle ortaya çıkan her iú bölümünün temeli kent ile kır arasındaki bu ayrımda gizlidir. Ayrım ve ikilik aynı 82 83 March Bloch Feodal Toplum, Çev: M.Ali Kılıçbay, Savaú Yayınları, 1988 s. 45 Louis Althusser, Yeniden Üretim Üzerine Çev: Iúık Ergüden øthaki Yayınları, østanbul 1995 s. 42 37 zamanda bütün toplumun ekonomik tarihinin anti tezlerini özetledi÷ini ileri sürer son olarak ticaret ve tefecilikten sa÷lanmıú olan nakit servet birikimidir.84 Bu servet daha çok toprak mülkiyeti üzerindeki tefecilikten elde edilen servetin yanında, ticaretteki kârlardan sa÷lanan menkul para biçiminde servetten birikmiú paradır.85 Marx tarihsel geliúmenin yasalarını ortaya koyarken amacı kapitalizm öncesi yapılarda kapitalizmin iç dinami÷ini ortaya koymaktı. Marx’ ın Avrupalı olmayan ekonomileri Asya Üretim Tarzı açısından çözümlemesi Grundrise (1858) New York Herald Tribun (1851–1862) tarihlerinde yazdı÷ı makaleler ve Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinde ele alınmıútır. Marx’ın Do÷u toplumlarına iliúkin çıkıú noktası Asya toplumlarında özel mülkiyetin yoklu÷uydu. Marx bu gözlemlerini François Bernier’ in Travels Containing A Description of the Great Mongol’ isimli kitabına dayanarak Engelse yazdı÷ı mektuplarda Bernier’i onaylayarak Türkiye øran ve Hindistan’ı kast ederek Do÷u da tüm olguların temelinde toprakta özel mülkiyetin yoklu÷u düúüncesindedir.86 Marx özel mülkiyetin yoklu÷unu Do÷u’nun gerçek anahtarı olarak niteler. Bu nedenle Marx Do÷u Feodalizmi gibi bir olgudan söz edilemeyece÷ini, Do÷u toplumlarının evriminin Batı toplumlarından farklı oldu÷unu ileri sürmüúlerdir. Marx’a göre Aysa toplumunun temel özelli÷i uyruklarını “ genel kölelik” koúuluna indirgeyen devletin tekelci toprak kontrolüydü. Karl Witfogelde bu konuda Marx’ın gözlemlerine katılır. Do÷u’da merkezi siyasal iktidarın kendine özgü iklim koúulları altında kamu iúlerini yerine getirme ihtiyacından do÷du÷unu savunur.87 Üretim tarzları arasındaki bu farkı vurgularken Marx ATÜT de özel mülkiyetin sadece kullanım hakların olmasıyla sınırlanması “teknik olarak” sınıf ve sınıf çeliúkisini engelleyen bir durum oldu÷unu belirterek Avrupa’da ise toplumsal de÷iúmenin baúlıca mekanizmasını Manifesto da ileri sürdü÷ü gibi “bugüne kadar bütün toplumların tarihinin sınıf savaúlarının tarihi” olarak88 sınıfların devrimci mücadelesi üzerinde temellendirmekteydi. 84 Marx’ın ATÜT yönelik Marx Kapital I. Cilt (Çev Alaadin Bilgin Sol Yayınları, s. 341) Karl Marx. F. Engels Kapitaliz Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 67 86 J.Haldon, The State and The Tributary Mode of Production, Verso Londan-Newyork, 1993 s.54 87 Karl Witfogel, Orinetal Despotism A Comperativi Study of Total Power, New Haven, Yale Universityi Prss, 1957 s.61 88 Karl Marx Manifesto s. 31 85 38 çözümlemesinde ileri sürdü÷ü tez Asya toplumunun içsel toplumsal de÷iúme mekanizmasına sahip olmadı÷ıdır. Bu nedenle Do÷u’daki toplumsal ve siyasal yapıların ancak Batı sömürgecili÷inin dıúsal dinami÷ine ba÷ımlı olarak de÷iúeceklerini ileri sürer. Ayrıca Marx ve Engels Do÷u’da hanedanların toplumdan ba÷ımsız olarak sürekli kendini tekrarlayan yapısında de÷iúimden söz edilemeyece÷ini belirtir89 sonucunu en çok çıkaranlar ATÜT çü tezleri savunanların temel hareket noktası olmuútur. Ancak Manifesto’nun Formen’den farklı olarak Althusser’in90 yaptı÷ı ayrımı burada kullanırsak Marx’ın mücadele metinleri ile araútırma metinleri ayrımını dikkate almak gerekirse bu konudaki çeliúkileri tevil etmek mümkün olacaktır. Marx’ın Kapitalist öncesi ekonomi biçimleri için ileri sürdü÷ü toplulu÷un kendi geçimine yetecek artık ürünü yeniden üretecek koúulara sahip olmasına ra÷men özel mülkiyetin yoklu÷u tarihsel ve toplumsal geliúmeyi frenleyen bir unsur olarak yaptı÷ı belirlemedir.91 Bu belirlemeye göre bu türden yapılarda tarım manüfaktürünün kendi kendine yeten konumu çözülmeye direnç göstermesinin temel nedenidir. Asyatik üretim biçiminde üretim pazara yönelmemiútir. Para kullanımı sınırlıdır, ekonomi daha çok do÷al bir görünümdedir. Toplumsal otorite despotiktir. Bu üretim biçiminde mülkiyetin tek sahibi devlettir.92 Asyatik üretim biçiminde merkezi siyasal iktidarın artık ürünü, savaú, dinsel amaçlar, sulama ve ulaútırma iúleri için harcar. Artık ürüne devlet tarafından el konulması, dıú ticaretin geliúmesini engelleyen di÷er bir neden olarak görülür.93 Üretim biçimleri tartıúmalarının Türkiye’deki yansımasına bakıldı÷ında ise AÜT’ ü savunan görüúler Osmanlı ømparatorlu÷u örne÷inde Osmanlı toplumsal de÷iúimin úu üç önemli unsurunu saptarlar. Çözümleme birimleri olarak kapı halkı, toplumsal aktör olarak sultan ve onun devleti, dıú dinamik olarak Batı ile olan savaú ve ticarettir.94 Türkiye’de AÜT’ü savunanların baúında gelen Sencer 89 Karl Marx, Frederich Engels Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 45 Karl Marx Formen s. 26 91 Karl Marx Formen Çeviri: Sol Yayınları Yayın Kurulu Ankara 1997 s. 22 92 K. Marx. F. Engels Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 74 93 Kapitalizm öncesi ekonomi biçimleri ekonomik ve toplumsal olarak ampirik bir çerçeveden çok imgesel bir tasarı olarak niteleyen Ortodoks Marksistler bu kavramın Marx’ın kapitalizme olan mücadelesinin ana temasından tahrif edilerek çıkarıldı÷ını savunurlar. 94 Fatma Müge Göçek, Burjuvazinin Yükseliúi ve ømparatorluk. s. 76 90 39 Divitçio÷ludur. Divitçio÷lu’na göre Asya üretim biçimindeki Osmanlı Devleti’nde kapıkulu merkezi, úehirlerin kurulmasına yol açmıútır. ùehirde geliúen üretim güçleri ticaretin geliúmesiyle ve ticaret sermayesinin belli ellerde toplanmasıyla sonuçlanmıútır. Diviçio÷lu’na göre Asya tipi devlet Batı kapitalizmine ayak uydurmak amacıyla sanayi dalına yatırım yapmıú mülkiyet devletten kamu hizmetleriyle sanayiye kaymıútır, devletin ekonomik ö÷eleri çeúitli ayrıcalıklara sahip olan kapı kullarının kapitalistler arasına girmesini sa÷lamıútır. Türkiye’de yabancı sermaye yapmıú oldu÷u etkiye ra÷men devletin merkeziyetçi yapısı kapitalizme geçiúi engellemiútir.95 Görüldü÷ü gibi Divitçio÷lu 1960’ lı yılarda sorunlarımızı Asya Tipi bir toplumun özellikleriyle açıklamaktaydı. Divitçio÷lu “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplum” incelemesinde Osmanlı’da toprak rejimine de÷inerek, toprak rekabesinin (çıplak mülkiyet hakkı)96 devlete ait oldu÷unu, miri rejiminin kural oldu÷unu savunmaktaydı. Divitçio÷lu’na göre vakıf ve zaviye mülkleri ile askerî ve ulema malikânelerinin istisnaî bir mülkiyet oldu÷unu ve devletin denetiminin altında oldu÷unu ileri sürmekteydi. AÜT’ çülerin önemli temsilcilerin olan Divitçio÷lu’nun bu yaklaúımına göre tımar sahibi ne topra÷ın mülkiyetine ne de tasarruf hakkına sahiptir. Devletin rekabesinde olan toprak verasetle bir baúkasına geçemez. Devletin topra÷ına sultan mutlak surette egemendir. Bu nedenle tımar sistemi feodal yapının bir ifadesi de÷ildir. Reaya’da iúledi÷i topra÷ın sahibi de÷ildir. Devlet bu toprakları ödünç, yani tasarruf kullanma hakkıyla verir. Bu hak bazı koúularda mutlak olarak murisler tarafından tevarüs edilebilir. Kullanım hakkına sahip olan reaya devletle olan iliúkisinde sömürülen sınıf içinde de÷erlendirilir.97 Feodalizm AÜT tartıúmalarında toprak sorunu konusunda Barkan ise reayanın serf de÷il özgür oldu÷unu belirterek köle statüsüne alınabilecek “ortakçı” 95 Sencer. Divitçio÷lu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbası Matbası, 1981 østanbul s. 89 96 1926 Medeni Kanun’un kabulünden önce Rekabe Osmanlı Miri Arazi rejimi içinde “tasarruf hakkı” “rekabe hakkı” çıplak mülkiyet hakkı anlamına gelirken, 1926 Medeni Kanun’un kabulünden sonra topra÷ın çıplak mülkiyeti ile tasarraf hakkı birleútirilecektir. Bkz. Ali Himmet Berki, Ankara 106 Dr. Suat Bertan, Ayni Haklar, Cilt:1, s 74 . 97 Divitçio÷lu A.g.e s. 29 40 denen toprak iúçilerinin feodal ba÷ımlılık iliúkileri içinde de÷erlendirilebilece÷ini eliri sürer.98 Barkan imparatorluk topraklarının devlet ait oldu÷unu, sipahilerin devlet memuru niteli÷i taúıdı÷ını ileri sürer. Barkan köylünün toprak üzerinde ancak tasarruf hakkının bulundu÷unu belirterek AÜT yaklaúır. Yine baúka bir makalesinde Barkan Anadolu’nun ve Rumeli’nin bazı yörelerinde Feodalizme yaklaúan e÷ilimlerin varlı÷ından söz ederek merkezi siyasal iktidarın bu yapıları tasfiye etmede yetersiz kaldı÷ını belirtmektedir.99 Bu yaklaúımla Barkan Osmanlı toplumsal düzeninin AÜT’ ten uzaklaúarak kısmi bir feodalizme Paul Swezey’nin “Proto-Feodalizm”100 diye tanımladı÷ı tanıma yaklaúmaktadır. Bu tartıúmalarda Niyazi Berkes ise Osmanlı Toplumunu batı tipinden farklı olarak “Do÷u ve Asya” sisteminden saymaktadır. Berkes, Do÷u’da Feodalizmin olmadı÷ını tüm mülkün sahibi olan sultanın bir tür kahyası niteli÷inde olan sahib-i arzın (sipahisinin) Feodalizmdeki senyör ve vassaldan farklı oldu÷unu ileri sürerek, reaya denen köylünün topra÷ın maliki de÷il sipahinin denetimi altında kullanıcısı oldu÷unu, reayanın serften farklı olarak irsi devlet kiracısı oldu÷unu savunur. 101 Berkes’in bu yaklaúımından çıkarılacak sonuç, Asya toplumlarında devlet genel olarak sınıflardan kopmuú yöneticileri kapsayan bir yapıya sahiptir. Do÷u’da devlet sıkıntıya düúünce toprak gelirlerini toplayamaz. Bu nedenle bu gelirleri toplamak için ortaya mültezimler sınıfı çıkar. Fakat bu mültezimler Feodalizm’deki gibi aristokrat sınıf de÷ildir. Osmanlı da geliúen derebeyli÷in ise iç dinamiklerin bir sonucu de÷il daha çok batı sömürgecili÷iyle ortaya çıkan bir sınıf oldu÷unu ileri sürerek Osmanlı toplumunun Feodal üretim tarzı içinde de÷erlendirilemeyece÷ini savunur. Berkes emperyalizmin etkisiyle ham madde darlı÷ı ve aynî bir ekonominin egemen oldu÷u bir yapıda reayanın özel toprak mülkiyetine sahip olması bir yana devletin sa÷ladı÷ı sosyal fonksiyonlardan bile yoksun kalmadı÷ını belirtir. Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Toprak Meselesi Toplu Eserler Gözlem Yayınları 1980 østanbul s.131 99 Barkan A.g.e s. 443 100 Paul M. Sweezy, “Bir Eleútiri” Feodalizmden Kapitalizme geçiú Süreci Kitabının içinde Çev: Çetin Yetkin May Yayınları, østanbul 1974 s.37 101 Niyazi Berkes. Türkiye øktisat Tarihi II. cilt Gerçek Yayınları 1972 østanbul. s. 38 98 41 Devletin egemenli÷inin fiilen de÷ilse bile hukuken hükmen yıkılması köy ve kasaba birimlerini bir birinden koparmıútır. Bu iki yapının tarım ve zanaat iliúkisinin kopmasıyla sonuçlanmıútır. Böylece Osmanlı ømparatorlu÷unda köylünün hukuksal statüsünü Batı Avrupa Feodalizminden ayıran Berkes AÜT’ ün içerdi÷i hukuksal kavramlarla görüúlerini temellendirmiútir.102 Osmanlı ømparatorlu÷unu AÜT içinde de÷erlendiren günümüz iktisat tarihçilerinden birsi de Ça÷lar Keyder’dir. Keyder, Osmanlı ømparatorlu÷unu Feodal üretim tarzı içinde de÷erlendirmenin yanlıú oldu÷unu vurgulayarak tezini úu varsayımlar üzerinde temellendirmektedir. Keyder’e göre merkezi siyasal iktidarın niteli÷i, sınıf yapılarının belirlenmesinde ve toplumsal yeniden üretimdeki rolü, savundu÷u düzen ve bu düzeni taúıyan hukuk ve üretim iliúkilerine yansıdı÷ı biçimiyle sınıf yapısının kendisi oldu÷unu belirtir.103 Keyder’e göre Osmanlı Avrupa Feodalizminden farklılıklar içermektedir. Tarihsel bakımdan Osmanlı düzeni kendisinden önce gelen Bizans ve Do÷u Roma örneklerini andırıyordu. Batı Feodalizminin tersine Do÷u Roma’da küçük köylülük oldu÷u gibi kalmıú yerini kölelik ya da serflik gibi alternatif emek sistemlerine bırakmamıútı. Keder’e göre Osmanlı da ticaret Ortaça÷ Avrupa’sındakinden daha geliúkin ve canlıydı ømparatorlukların ticarî a÷larının geçiú yollarında yer alan Anadolu uzun mesafeli kervan yollarının üzerinde olmasının yanı sıra Antik ça÷ın ilk dönemlerinden kalma ticarî yerleúmeleri de barındırmaktaydı. Keyder, Bizans imparatorlu÷unu kalıcı bir askeri güç olarak ortaya çıkarın dinamikleri Anadolu’da Osmanlı’nın da askeri gücünü ve örgütlenme biçiminin temel dinami÷ini oluúturdu÷unu ileri sürer. Bizans’ın merkezi gücünü köylüler üzerinde tesis etmesi yine memurlar aracılı÷ıyla ba÷ımsız köylülerden topladı÷ı artık ürünün vergi yoluyla el konulmasıyla sa÷lanmaktaydı. Keyder Osmanlı’nın toplumsal ve siyasal örgütlenmesini bu yapılardan tevarüs etti÷ini ileri sürmektedir. 104 102 Berkes a.g.e s. 78 Ça÷lar Keyder. Türkiye’de Devlet ve Sınıflar Çev: Sabri Tekay øletiúim Yayınları 1991 s.16 104 Ça÷lar. Keyder, A.g.e, s. 29 103 42 Kırsal üreticiler ile merkezi otorite arasında geçerli olan bir iliúkiyi de÷iútirmeye yönelik herhangi bir hareketin sadece köylülü÷ün kendi kendinin fiziksel olarak yeniden üretmesini de÷il, bürokrasininde toplumsal konumunu tehlikeye düúürece÷inden merkezi bürokrasinin bu hareketlere karúı direndi÷ini belirti. AÜT’ çülerin, Sencer Divitçio÷lu, ødris Küçükömer, Muzaffer Sencer, Asaf Savaú Akat, Ça÷lar Keyder tarafından temsil edilen bu kolu sınıfları ve sömürüyü içerdi÷ini belirtti÷i Osmanlı devletinin despotik karakter içerdi÷ini vurguluyorlardı. Bu grup kapitalizm-öncesi Türkiye’de meta üretiminin geliúmesini ve kapitalizmin koúullarını zayıflatıcı gücün devletin merkeziyetçi yapısına ba÷layarak bunu “despotizm” terimiyle tanımlıyorlardı.105 AÜT’ çülü÷ü imparatorluk ça÷ının çok ilerisindeki “sınıfsız” ve “kerim” devlet diye niteleyen Kemal Tahir ile øsmail Cem ve Hikmet Kıvılcımlı’dan oluúan kanadı ise Osmanlı’da “sınıfların ve sömürünün yoklu÷u” gibi daha özcü bir yaklaúım içindeydiler. Hikmet Kıvılcımlı’nın øslâmiyet öncesi “barbar toplum” tutkunlu÷u ve askeri demokrasiye vurgu yapması orduya tanıdı÷ı rol bakımından Kemal Tahir ve Barkan’a yakındı.106 Osmanlı toplumunu feodal üretim biçimi içinde de÷erlendiren görüúlere baktı÷ımızda; bu tezi savunanlar, øsmail Hüsrev Tökin, Behice Boran ve Muzaffer ølhan Erdost olarak sıralanabilir. Kadroculardan biri olan Hüsrev Tökin Osmanlı toplum düzeninin Feodalizm içinde oldu÷u düúüncesindedir. Bu düúüncesini “Derebey”lik terimini kullanarak açıklamaya çalıúır. Tökin’e göre Osmanlı toplumunda ataerkil bir toplum düzeniyle, geliúmiú lonca sistemi, kölelik ve geniú ticaret iliúkileri yan yanadır. Bu yapının ögeleri arasında egemen tarzın derebeylik oldu÷unu savunur.107 Tökin’e göre Osmanlı toplum düzeninde ürünün zengin güçlü bir sınıf adına üretildi÷i bir düzendi. Bu düzen içinde derebeyinin topra÷ında çalıúanlar Roma’da oldu÷u gibi kölelik ba÷ıyla de÷il toprak aracılı÷ıyla ba÷lıdır. Tökin’nin feodalizm kavramı yerine derebeylik olarak 105 Sina Akúin, Türkiye Tarihi. I. Cilt Halil Bertay’ın Makalesi, Cem Yayınları, 1995 østanbul s. 126 106 Halil Berktay Kabileden Feodalizme, Kaynak Yayınları s. 123 107 Hüsrev Tökin. Türkiye Köy øktisadiyatı øletiúim Yayınları, østanbul 1990 s. 89 43 kullandı÷ı terim aslında feodalizmi karıúlayan ve kapsayan bir kavram olmaktan uzaktı. Çünkü “Derebeylik” Osmanlı toplumsal yapısı içinde, Ayanlıkla eú anlamlı bir terimdir. Batı Feodalizminde oldu÷u gibi otonom bir güç olarak ortaya çıkmamıútır. Ayanlar merkez kaç e÷ilimlerine ra÷men yine merkezî siyasal iktidarın memuru konumundaydılar. Tökin Osmanlı toplumunda üç tür Derebeyli÷in oldu÷un savunur. Sipahi Derebeyli÷i, bu derebeylikte devletten topra÷ı dirlik olarak alan sipahiyle köylü arasındaki iliúkide köylünün özgür olmadı÷ı tezini ileri sürer ve bu tezini de Sahib-i Arzın topra÷ı zorla ektirmekte oldu÷unu, topra÷ından ayrılan köylüye topra÷ına zorla geri döndürülebilece÷ini ileri sürer.108 Tökin sipahinin topladı÷ı ürünün tamamen sahibi oldu÷unu ileri sürerek bunu Feodal üretim tarzının temel özelli÷i olarak savunur. Oysa tarım imparatorluklarında parasal ekonominin belirleyici bir etkinli÷i olmadı÷ı bilinen bir durumdur. Üretim ve dolaúımın nesnel koúullarının zayıflı÷ı teknik olanakların kısıtlı oldu÷u bu tür yapılarda artık ürünün ya da emek ranta ayni olarak el konulması feodalizmin üretim iliúkilerini açıklamak için tek baúına yeterli bir gerekçe oluúturmaz. Üstelik Osmanlı toplum yapısında sipahi topra÷ın rekabesine sahip de÷ildir. Topa÷ın rekabesi devlete aittir. Tökin’in ikinci kategori olarak tanımladı÷ı ruhani derebeylik tekke ve zaviye çevresinde, vakıf topraklarında köylülerin ve kölelerin angarya olarak çalıútıklarını109 ileri sürer ki, bu savında tarihsel dayanaktan yoksun oldu÷unu söyleyebiliriz. Osmanlı toprak rejimi içinde Evkaf mülklerin bir derebeyin özel mülkî olarak tanımlamak ne toprak rejiminin normatif ölçülerine uymaktadır, ne de pratikte bir üretim tarzının bütünlü÷ünü ça÷rıútıracak ölçüde egemen bir iliúki biçimini almamıútır. Bilindi÷i gibi vakıf mülkleri Fatih Sultan Mehmet döneminde özel mülkiyete do÷ru e÷ilimi her zaman içinde barındırmıútır. Bu e÷ilim merkezi siyasal iktidarın müsaderesinin hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya çıkmıútır. Nitekim vakıf mülklerinin özel mülkiyet biçimine do÷ru evriminin en yo÷un yaúandı÷ı dönem 17. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinin buhran ça÷ı olarak niteledikleri dönemdir. Dönemin yazarlarının layihalarına bakılırsa topra÷ın vakıf 108 Hüsrev Tökin; “Toprak Mülkiyeti” Kalkınan Köylü Dergisi, sayı. 4 Haziran, 1968 østanbul s. 41 109 Hüsrev Tökin, Türkiye’de Köy øktisâdiyatı. s. 157 44 görüntüsü altında ulema sınıfının nasıl mülk haline getirildi÷ine dair dönemin eserlerinde birçok úikâyet oldu÷u görülür. Tökin’in özel derebeylik olarak tanımladı÷ı üçüncü kategori ise özel kiúilere malikâne çiftlik olarak verilen topraklardır. Bu tür topraklar padiúahlar tarafından ilgili kiúilere temlik yoluyla verilen topraklardı. Tökin’in bu ketegorisi feodalizme daha yakın bir kategoridir. Temlik ikta (kesim) yoluyla verilen topraklar daha çok imparatorlu÷un Rumeli bölgesinde Memlekety (Eflak Bo÷dan) ve ømparatorlu÷un Do÷u’sunda kaydı hayat úartıyla Ekrat beylerine (Kürt Beylikleri) yurtluk ve ocaklık olarak verilen topraklardı. Osmanlı toprak rejiminde istisna olarak kabul edilen bu topraklar “azl ve nasb” kabul edilmeyen Ekrat sancakları mülkiyeti üzre zabt ve tasarruf olunan topraklar oldu÷u için o÷ul ve akrabaya miras olarak bırakılabilirdi.110 Osmanlı ekonomik ve toplumsal örgütlenmesin Feodal üretim biçimi olarak savunan bir di÷er görüú de Behice Boran’a aittir. Boran’a göre Osmanlı ømparatorlu÷u yerel güçleri tasfiye edeememiú “merkezi” feodalitedir. Batı feodalizmindeki, serfin ba÷ımlılı÷ı ve köleli÷i ile Do÷u’da reayanın arasındaki fark sanıldı÷ından çok daha azdır. Her ikisi de “topra÷a ba÷lı emekçi sınıf” tır Feodal düzen bakımından asıl belirleyici ö÷enin bu emekçi sınıf oldu÷unu ileri sürer. Sahib-i arzın mülkiyetten yoksunlu÷unun sadece teorik oldu÷unu pratikte bu sınıfın mülk sahibiymiú gibi topra÷ın ve do÷rudan üreticinin artık ürüne el koydu÷unu savunmaktadır111 Behice Boran’la Osmanlı ømparatorlu÷unun merkezi feodal bir devlet oldu÷unu savunan di÷er bir görüú de Muzaffer ølhan Erdost’a aittir. Osmanlı toplumunu Feodal üretim tarzı içinde de÷erlendiren Erdost, AÜT’ü eleútirirken bunun aslında Marxizmin klasik úemasında yer almadı÷ını ileri sürerek AÜT’ü 110 111 Aynı Ali, Kanuname-i Osmanıi Haz: Hadiye Tuncer, 1964 s. 43 Behice Boran. “Metod Açısından Feodalite ve Mülkiyet” Yön Dergisi sayı 51 s. 24-26 45 ilkel komünal üretim biçiminin yukarı aúaması oldu÷unu ileri sürerek üretim tarzı olmaktan çok üretim tarzı içinde tarihsel bir aúama oldu÷unu ileri sürmektedir.112 Erdost Osmanlı ømparatorlu÷u’nda üretici sınıfla toprak sahipleri arasındaki iliúkiyi üç grupta toplamaktadır. Bunlardan birincisi Malikâne Divani Sistemi113 Bu sistemde topra÷ın kiúilere, reayanın devlete ait oldu÷unu ileri sürerek reayayla devlet arasındaki ba÷ımlılı÷ın Osmanlı hanedanının en büyük senyör olarak ileri sürerek reayanın bu iliúkisini yarı ba÷ımlı bir köle sınıfı olarak nitelemektedir114 Reayanın yanında di÷er bir toplumsal sınıf olarak “ortakçı kullar” baúlı÷ı altında de÷erlendirdi÷i sınıfı da kölelerle serf arasında bir konuma yerleútirmektedir. Erdost’a göre tımar rejiminin en geniú uygulamasına sahip olan bu sistem Selçuklu devletinin zanaat ve ticaret merkezleri olan úehirlerin çevresinde toplanan kırsal ekonomik birimleri merkeze ba÷layarak askeri merkezîleúmesini sa÷layan önemli ö÷e olarak de÷erlendirir. Oysa Boran ve Erdost’un tezlerinin aksine Feodalizmin temel özelliklerinden birisi iktidarın bölünmüúlü÷ü ve hiyerarúik bir yapı biçiminde örgütlenmesidir. Yine bu yönde Amerikalı sosyolog Eisenstadt’ın Feodalizmi merkezi bir imparatorluk olarak tanımlamanın teorik bir ikilem yarattı÷ını ileri sürer. Feodal üretim tarzının siyasal kurumlarından biri olan monarúinin Primus inter pares oldu÷unu vurgular.115 Osmanlı hanedanının siyasal iktidarın bölünmüúlü÷ü anlamında bu türden siyasal gücün simetrik olarak da÷ılımından söz etmek güçtür. Feodalizm ve ATÜT tartıúmalarında bu iki gruptan farklı olarak teorik ve amprik temellendirmeleri farklı olan görüúlerden birisi de Do÷an Avcıo÷lu’dur. Avcıo÷lu Osmanlı toplumsal ve ekonomik örgütlenmesini Kapitalizm öncesi üretim türü olarak tanımlar. Avcıo÷lu’nun bu çözümlemesi analitik düzeyden çok Muzaffer ølhan Erdost, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Mülkiyet øliúkileri, s.78 113 Malikâne Divani sistemi 1683 te baúlayan Avusturya Savaúı’nın sonucunda devletin mali kirize girmesiyle hazineye yeni gelir sa÷lamak için miri mukataaların “kaydı hayat” úartı ile “ serbestiyet” üzere malikâne olarak “ rical-ı devlet” ve “ayan-ı memleket” e iltizama verilmesi yöntemiydi. Aslında bu sistem daha önce uygulanan iltizam sisteminin daha geniúletilmiú úekliydi. Bkz Mehmet Genç Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Devlet ve Ekonomi østanbul 2000 s. 90 114 Muzaffer ølhan Erdost. A.g.e s. 126 115 S. N. Eisenstadt The Political systems of Empires New York: The Free Press, 1963 s. 232 112 46 kronolojik bir çözümlemeye dayanmaktadır. Avcıo÷lu kapitalizm öncesi iliúkileri ekonomi biçimleri içinde mi yoksa üretim biçiminin kapsayıcılı÷ı anlamında olup olmadı÷ı yönünde bir açıklama getirmez. Avcıo÷lu’nun bu konudaki yaklaúımı daha çok eklektik olarak nitelendirilebilir. Avcıo÷lu Osmanlı üretimini Batı feodalizmiyle karúılaútırırken her iki toplum türünün üretim için de÷il tüketim için üretimin esas oldu÷unu belirterek küçük toprak mülkiyetinin kural oldu÷unu savunur. Do÷an Avcıo÷lu bu tezlerini Osmanlı klasik döneminden baúlayarak iktâ (kesim) sistemini süreç içinde evrilerek miri toprak rejiminin yozlaútırdı÷ını özel mülkiyetin koúullarını oluúturdu÷unu savunur. Avcıo÷lu’na göre 17.yüzyıl baúlarından itibaren sipahilerin çiftlikler edindi÷ini bu yüzyıldan itibaren özel mülkiyete do÷ru evrimin baúladı÷ından söz etmektedir. Anadolu’nun konumu gere÷i zanaat tarımda ve úehirlerarası ticaret aracılı÷ıyla ticaret yolunda ileri bir e÷ilimin oldu÷unu ve bunların kapitalizme geçme e÷iliminde oldu÷u kansındadır. Bu konuda Avcıo÷lu’nun temel tezlerinden bir di÷eri de Faizcilik, iltizamla kazanılan servetin kapitalistleúme e÷ilim taúımakla birlikte Osmanlı Batı Avrupa’nın yarı sömürgesi olması nedeniyle Osmanlı iç dinamiklerinin önünü tıkayan Osmanlı’nın yarı sömürge konumu oldu÷unu belirtir.116 Avcıo÷lu böylece Osmanlı toprak düzenini ATÜT’ten mülkiyet açısından ayrı görmüú ve feodalizme yaklaútırmıútır. Buna göre feodal üretim biçimi için büyük çiftliklerin gerekli bir koúul olmadı÷ını ancak topra÷ın tasarruf biçiminin AÜT’ ten ayrılmak için yeterli bulmaktadır. Osmanlı toprak düzeninin kapitalist olmadı÷ını belirterek kapitalist koúullara do÷ru evrildi÷ini kabul etmektedir. Avcıo÷lu’nun bu tartıúmaların oda÷ında yer alan topra÷ın özel mülkiyete do÷ru evrimleúmesi daha çok ømparatorlu÷un Rumeli eyalatlerindeki topraklara iliúkin veriler kullanarak yapılan analizlerle sınırlı kalmıútı. Do÷u Anadolu’ya iliúkin kapsamlı monografik çalıúmaların eksikli÷i ve buna ek olarak 1960 ihtilalinde Kürt sorununa 1961 Anayasasının özgürlükçü açılımlarına ra÷men bu sorunun üzerinde kapsamlı bir úekilde durulmadı÷ını söylemek mümkündür. Kürt sorununu politik düzeyde dillendirilmesine ra÷men bu sorunun ekonomik ve toplumsal kökenleri ile ilgili ilk kapsamlı araútırma øsmail Beúikçi ve o Muzaffer 116 Do÷an Avcıo÷lu Türkeye’nin Düzeni C. II. s. 154 47 ølhan Erdost’un çalıúmalarını saymazsak Türkiye’de akademik ve entelektüel düzeyde 1960 yıllarda üretim tarzı tartıúmaları içinde tali bir konu olarak kalmıútır.117 Sonuç olarak üretim biçimi ba÷lamında toplumsal ve ekonomik düzenin aynı tarihi dönemler içinde farklı üretim biçimlerinin bileúimi birbirini takip eden ve aúan yönleriyle karúıtlık oluútururlar. Bu nedenle toplumsal oluúumlar tarihte ço÷unlukla birbiriyle çatıúan ve çeliúen güçler olarak ortaya çıkma e÷ilimi taúırlar. Yani her toplumsal oluúumda birden çok üretim biçiminin ve onun iliúkilerinin hem kendi bütünlü÷ü içinde hem de asıl üretim biçimi içindeki çeliúik çatıúmalı birli÷i siyasal ideolojik de÷iúimleri ve dönüúümleri de belirler.118 Burada altı çizilmesi gereken nokta ister Feodalizm ister AÜT olsun “bütün somut toplumsal formasyonlar egemen bir üretim tarzı içinde biçimlenmiú olmalarıdır. Bu da, aynı zamanda, her toplumsal formasyonda birden fazla üretim biçiminin iç içe geçti÷ini ifade eder. Bu üretim biçimi ikili bir üretim biçimi oldu÷u gibi üçlü bir biçimde de ortaya çıkabilir. Bunlardan birisi egemen üretim biçimidir di÷erleri ise tabi ya da tali üretim biçimleridir.119 Bu belirleme bir yandan egemen sınıfları öte yandan da üretim iliúkisini temsil eder. Bu yapılar daha büyük bir üretim gücü tarafından dıútan belirleninceye kadar, neyin, nasıl üretilece÷ini belirleme e÷ilimini sürdürür.120 Bu çalıúmanın temel sorunsallarından biri olarak ortaya 117 Türkiye’de AÜT ve Feodalizm tartıúmalarının o günün politik atmosferind sol düúüncenin içinde bir kırılmanın baúlangıcı olarak oluúan bu tartıúmanın yarım yüz yıl sonra bugün günümüzdeki sonuçlarına baktı÷ımızda 1965 AÜT öncülleriyle yola çıkanların pek ço÷unun bugün liberal söylemin en önemli savunucuları olmaları üzerinde ayrıcı durulması gereken bir konudur. 118 Louis Althusser, Yeniden Üretim Üzerine Çev: Iúık Ergüden øthaki Yayınları 2005 s. 43 119 Louis Altuhsser. A g.e s.44 120 Kapitalizmin dıúsal belirleyicili÷i konusundaki yöntemsel sorunlardan birisi de özellikle Do÷u toplumları söz konusu oldu÷unda ortaya çıkmaktadır.. Ancak zamansal olarak Kapitalizmin gerisine yerleútirilen toplumlar mekânlar, co÷rafya hatta kıtalar feodal olarak tanımlanıp derecelendirilir. Örne÷in Yarı-feodal, bozuk AÜT gibi fakat yine de bu zamansallık hiyerarúisinde konumlandırılan mekânlar ve toplumlar son tahlilde Kapitalizme göre hizaya dizilir. Kapitalizme göre hizalanan bu mekânların ve toplumların farklılı÷ını “özgünlük” vurgusuyla tek bir kapitalizm’den de÷il “kapitalizmlerden” söz etmenin mümkün olup olmadı÷ı sorusunu Koray Çalıúkan úöyle yanıtlamaktadır. Kapitalizmi göreli bir mantıkla bölüp parçalamak aslında onu tekrar inúa etmekle aynı kapıya çıktı÷ını, bununda kapitalizmin var olma stratejisi oldu÷un vurgulayarak. Kapitalizmin kendi mantıklarını gerçekli÷e istedikleri tarzda dayatamadıkları için, sömürü iliúkilerini dayattıkları co÷rafyanın özgüllü÷ü içerisinde yeniden kurdu÷unu belirtir. Bu yüzden Kapitalim diye sistemleútirdi÷imiz úey aslında hiç de kapitalist olmayan iliúki türleri üzerine inúa edilir. Bkz. Koray Çalıúkan, “Tek Yol Topyekün Devrim mi?” Birikim, Mayıs-Haziran 2007 35. 34 Çalıúkan’ın bu yöntemsel saptamasına katılmakla birlikte Do÷u toplumlarını feodal üretim biçimi içinde de÷erlendiren yaklaúımların bir ço÷u da yöntemsel sorunlarla maluldür. Bu 48 koydu÷umuz Do÷u Anadolu’da aúiret örgütlenmesinin alt yapısı olarak büyük toprakların üretici güçler ba÷lamında maddî temelini yitirmesine karúın üretim iliúkilerinin halen ayakta kalması olgusunu açıklamak için Althusser’in üretim biçimini oluúturan üretim güçleri ve üretim iliúkileri birli÷inin ya da uyumunun bozularak üretici güçlerin maddi temelini yitirerek iúlemez hale gelmesi koúullarında mevcut ya da egemen üretim biçimine ait üretim iliúkilerinin belirleyicili÷i121 saptaması bizim içinde ufuk açıcıdır. Do÷u Anadolu’da aúiret örgütlenmesinin iktidar kayna÷ı oluúturan topra÷ın büyük ölçüde zenginlik kayna÷ı olmaktan çıkmasına ra÷men bu yapıların ideolojik ve siyasal olarak kendilerin yeniden üretmelerini sa÷layan dinamikler kapitalist iliúkiler dıúında de÷erlendirilemez. 1.4.2.Batı’nın Ayanlı÷ı Do÷u’nun A÷alı÷ı 17. yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷u’nda merkezi siyasal otoritenin en zayıf dönemi aynı zamanda yerel güç odaklarının en güçlü oldu÷u dönemdir. Bu dönemde, Ayan’lık ve Voyvodalık yanında güçlenen bir baúka sınıfta “zorba vali” tipidir. Merkezi otoritenin bu yüzyılda bu zorba valilere karúı azl müesesesini bile iúletecek gücü kalmadı÷ından özellikle Kürdistan’da Musul Kerkük gibi sancaklarda valilik yerel güçlerin ellerine geçmiúti.122 1786 tarihinde eyaletlere vali yollama yöntemi de÷iútirilerek beylerbeyli÷i (mir-i miranlık) sancak beyli÷i gibi idarî görevlere merkezden Enderun halkı arasından tayin yapılması yönteminden vazgeçilerek her vilâyett ve sancaktan yerel itibarlı, nüfuzlu kiúiler vali olarak tayin edilmeye baúlanmıútı.123 sorunlar özellikle Do÷u’nun tarihsel koúulları içinde biçimlenmiú kategorileri kaba soyutlamacı bir yaklaúım içinde Feodalizm kategorisine yerleútirip bu kuramın teorik çerçevesine uymayan yapı ve kurumları dıútalayarak soyut teorik formülasyonlarla do÷ulu zihniyetin batı karúısındaki her zamanki geç kalmıúlık ruhunu teorik düzeyde “tarihi ileriye alıp” hızlandırarak bir an önce bu aradaki kronolojik boúlu÷u siyasal ve ideolojik olarak kapatmanın teorik temellerini sa÷lama gibi bir endiúeden hareket ettiklerini belirtmeliyiz. 121 Louis Altuhusser A. g.e s.48 Stefanos Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye, cilt III. s. 89 123 Mustafa Akda÷ Türkiye’nin øktisadi ve øçtima Tarihi, Cilt II. 131 122 49 Bu uygulama bir anlamda yerel güçlerin merkezi otorite karúısındaki fiili konumlarının onayı anlamına gelmekteydi. Bu duruma somut örnek vermek gerekirse 1816 yılında Van muhafızı Derviú Paúa isyanıdır. øsyanın temel nedeni merkezi otoritenin azl etme giriúimine karúı baúlatılan bir isyandı. 1816 yılında Van’a kale muhafızı ve kaymakam olarak atanmıú bulunun Derviú Paúa bazı karıúıklıklara neden oldu÷u ve Van halkının Dersâdete yaptıkları úikâyetler sonucunda Erzurum Valisi Ahmet Paúa tarafından görevinden azl edilmek istenmiúti. Derviú Paúa isyanı üç yıl sürmüú, Kürt aúiretlerinin ve mirliklerinin kendi aralarındaki denge ve savaú durumlarından yararlanarak ancak üç yılın sonunda isyan bastırılabilmiúti.124 Aynı dönemde ømparatorlu÷un do÷unda merkez-kaç e÷ilimler güçlenirken, imparatorlu÷un Rumeli eyaletinde Ayanlık merkezi otorite karúısında güç kazanırken imparatorlu÷un Do÷usunda bulunan sınır eyaletlerinde a÷alık ve mirlikler ayanlıktan daha çok feodal bir sürece girmiúlerdi. Üretim tarzı tartıúmalarının oda÷ında yer alan “Ayanlık” kurumunun.125 1808 deki Sened-i øttifak’ın Magna Carta olup olmadı÷ı tartıúmalarına burada girmenin yararlı olmadı÷ını belirterek geçelim. Ancak ayanlık kurumunun daha çok ømparatorlu÷un Rumeli eyaletinde ortaya çıkmıú olması buna karúın ømparatorlu÷un Do÷u øran sınırında A÷alık örgütlenmesiyle karúılaútırılmasında yarar var. Ayan adı verilen bu sınıf önceleri zayıflayan merkezi otoritenin bıraktı÷ı boúlu÷u güvenlik bakımından doldurma durumundayken zamanla miri topraklara el koyarak, çiftlikler kurarak siyasal otoritenin boúlu÷unu doldurma e÷ilimi içine girmiútir. Bu ise siyasal otoritenin bölüúülmesi anlamına Sinan Hakan, Osmanlı Arúiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direniúleri (1817-1867) Doz Yayınları, 2007. østanbul s.80 125 Ayan imparatorlu÷un bir ilinde ya da sanca÷ında halk ile merkezi sayasal iktidar arasında iki tarafın iúlerini yürüten eúraf, belde içinden seçilen görevli kiúi olarak tanımlanmaktadır. Ayanlar her yıl bulundu÷u yörede salınan vergilerden pay alırdı. Bulundu÷u yerde halkın ne kadar vergi ödeyece÷ini saptayan yine Ayan’ın kendisiydi. Ayanlar vergilerin tahsili yanı sıra bulundukları yörenin güvenli÷ini savaú donanımlarını askerin sevki ve lojistik deste÷inin sa÷layan görevlerle yükümlüydüler. Bkz. ø.H.Uzunçarúılı Osmanlı Tarihi Cilt III. 108 125 Mustafa Akda÷ ise Ayân ve Derebey saltanatının do÷uúunu úöyle açıklamaktadır. Anadolu’da Celaî, Suhte Altı bölük halkı (silahlı zorbalar) isyanlaraını baúlatarak bu isyanların 16.yüzyılın yarısına kadar sürdürerek merkezî siyasal otoritenin gücü ve düzenini ortadan kaldırarak onun yerine 17.yüzyılın zorbalık düzeninin “oluruna idare” tarzını yerleútirmiúlerdi. Bkz. Mustafa Akda÷. Türkiye’nin Dirlik ve Düzenlik Düzeni Cem Yayınları s. 274 124 50 gelmekteydi. Osmanlı Devlet sisteminin bir karakteri ise, otoritenin ancak merkezi yapının kullanımında olmasıydı. Bu nedenle iktidar paylaúımı anlamına gelen geliúmelerin ortadan kaldırılması gerekli görülmüútü. ømparatorlu÷un Rumeli eyaletinde merkez-kaç güçler olarak ortaya çıkan Ayanlık’a karúı bazı yöneticilerin görevden alınması, mallarının müsadere edilmesi, gerekti÷inde parçalanarak farklı bölgelerde iskân edilmesi, merkezi siyasal iktidarın geleneksel stratejilerinden biriydi. 126 Merkezi siyasal otoritenin bu gücü tasfiye edemedi÷i koúullarda otonom bir siyasal iktidar anlamında olmasa bile bürokratik mevkilerin ve konumların merkezi siyasal otorite ile ayan arasında paylaúılması yoluna gidilmekteydi. Bu uygulamanın kendisi olmasa bile sonuçları bakımından siyasal bir gücün bölünmesi anlamına geliyordu. Buna karúın merkez-kaç güçler olarak Ayanlıkların bu e÷ilimi bir kurumsallaúmaya ulaúmadan merkezi siyasal otorite tarafından ortadan kaldırılmıútı. Buna karúın Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’daki miri arazi rejimi dıúındaki azl ve nasp kabul etmez toprakların üzerinde temellenen Ekrat Hükümetleri (Kürt Hükümetleri) Ayanlık kurumuna göre kurumsallaúması oldukça geliúmiú feodal yapılardı. Bu nedenle merkezi siyasal otorite için ayanlı÷ın ortadan kaldırılması Do÷u Anadolu’daki Kürt Mirlikleri ve Kürt Hükümetleri’nin ortadan kaldırılmasından daha kolay olmuútur. Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiretleri ve Kürt hükümetleri Ayanlık kurumuna oranla tarihsel olarak siyasal ve kültürel temelleri daha köklü oldu÷u için Ayanlık kurumunda oldu÷u gibi merkezi siyasal otoritenin egemen kılınması için mülk ve mansıpların verilmesi yeterli olmamaktaydı.127 Ayrıca ømparatorlu÷un Batı bölgelerinde ve Rumeli eyaletinde bulunan aúiretler 18. yüzyıla gelinceye dek merkezi siyasal otoritenin iskân ve göç stratejileriyle büyük ölçüde heterojen bir boyut kazanmakla birlikte yerleúik yaúamı benimseyerek devletle hukuki iliúkiler içine girmiúlerdi. Devletin hukuki çerçevesi içine dâhil olan göçebe aúiretlerin büyük bir kısmı tımar sistemi içinde birer has topra÷ı olarak sancak beyi yönetimi altına alınmıútı. øskâna tabi tutulan aúiret reislerinin bir kısmı alaybeyi, yüzbaúı Yaúar Yücel, “Osmanlı imparatorlu÷unda Desantralizasyona(Adem-i Merkeziyete)dair Genel gözlemler” Belleten, Sayı 152(1974),s.657-768 Ankara, 1974 127 Yücel Özkaya: XVIII. Yüzyılın ølk Yarısında Yerli Ailelerin Ayanlıkları Ele Geçiriúleri ve Büyük Hanedanlıkların Kuruluúu”, Belleten, 168, 1978 667-723 126 51 gibi rütbeler verilerek yerleúik hayata geçiúleri sa÷lanmıútı.128 ømparatorlu÷un Batı Eyaletlerinden farklı olarak Kürdistan eyaletinde Kürt aúiret topluluklarının merkezi siyasal otoriteyle iliúkisi daha çok savaútan savaúa kurulan bir iliúkiydi. Ayanlıktaki gibi merkezi siyasal otoritenin bir memuru ya da valisi konumunda de÷ildi. Merkezi siyasal otoritenin Kürdistan’daki yerel güç odaklarını bürokrasisi kanalıyla manüpüle edip kendine eklemleyecek her türlü yetki tayini bölgede Hıristiyan Kürt unsurlar dengesini bozan bir boyut kazanıyordu. Bu da bölgede azl ve nasp kabul etmeyen toprak statüsünün dıúında kalan miri arazi rejimine tabi olan yerleúik Müslüman ve gayri Müslim halktan devletin do÷ru düzgün vergi aldı÷ı tek kayna÷ın zayıflaması tehlikesini do÷uruyordu. 1.4.3.Do÷u Anadolu’da Feodalleúme Süreci ømparatorlu÷un Do÷u’sundaki feodalleúme e÷ilimlerini 1071 Malazgirt zaferine kadar geri götürmek mümkündür. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya büyük göçebe kitlelerinin girmesiyle örgütlenme konusunda iki e÷ilim ortaya çıkmıútı. Bunlardan birisi özellikle Do÷u Anadolu’ya egemen olan göçebe aúiretlerin feodalleúme e÷ilimiydi. økincisi düzenli gücü temsil eden Anadolu Selçuklularının merkeziyetçi e÷ilimi idi. Bu iki güç arasındaki mücadele yüz yıldan fazla sürmüú ve ikinci tarafın zaferiyle sonuçlanmıútı.129 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya gelen Türkmen gruplar bu bölgede bazı beylikler kurdular. Bunlar bölgenin eskiden beri tanıdı÷ı merkezi devlet biçiminden farklı olarak feodalleúme e÷ilimlerinin çok yüksek oldu÷u aúiret konfederasyonu biçiminde örgütlenmiú topluluklardı. Bu beyliklerin bir bölümü göçebeleri bir an önce øran’dan uzaklaútırmak isteyen Alpaslan’ın Anadolu topraklarında bazı Türkmen beylerine iktâ vermesi sonucu ortaya çıkmıútı. Örne÷in Eb’ul Kasım Saltuk’a ikta edilen Arz-ı Rum (Rum Memleketi) (Erzurum) Gülfettin Çelik “Osmanlı Devlet’inin Nüfus ve øskan Politikası” Divan Dergisi 1999 1. sayı s. 66–67 129 Osman Turan Do÷u Anadolu Türk Beylikleri Tarihi s. 4 østanbul 1980 Nakıúlar Yayın evi 128 52 sonradan Saltuklu beyli÷ine dönüúmesi Selçukluların belirti÷imiz tutumunun bir sonucuydu. Ayrıca Do÷u Anadolu’da feodalleúme sürecini harekete geçiren etkenlerden biri, kandaúlık ba÷larının çözülme sürecine girildi÷i ve kiúisel ba÷ımlılık iliúkilerinin göçebeler arasında güçlendi÷i dönemde merkezi güçlerin askere olan gereksinimiydi.130 Göçebelerin merkez-kaç e÷ilimlerine karúı sürekli mücadele veren Anadolu Selçuklu yönetimi merkez-kaç güçlerden tam olarak vazgeçememekle birlikte bu yapıları sınır uçlarında savaú ortamında yeniden kendilerini üretmelerine ve varlıklarını sürdürmelerine çıkarları açısından göz yummaktaydı.131 O dönem Kürdistan olarak bilinen bölgede Feodal e÷ilimleri güçlendiren di÷er bir unsur merkezin bölgede güçsüzlü÷ü nedeniyle eúkıyalı÷ın büyük boyutlara ulaúmasıydı. Eúkıyaları, besleme, saklama ve koruma biçimindeki köylü tepkisi ve protestoları tarım imparatorluklarında her zaman ortaya çıkan bir durumdu. Toprak sahipleri ve devlet tarafından suçlu olarak nitelenen bu eúkıyalar, köylüler nezdinde adalet savaúçıları, halk koruyucuları hatta özgürlük liderleri olarak kabul ediliyordu.132 Hobsbawm eúkıyalılı÷ı köylü bilincinin geliúmesinde, daha âdil ve eúitlikçi sosyal sistemin bir unsuru olarak niteler. Çünkü eúkıyalık kurumu, köylüler yoksul ve mazlum diye de÷il, aúırı yoksul ve baskı görüyor diye sesini yükseltir demektedir.133 Ayrıca bölgede egemen olan bu güvensizlik sadece beylerin kale sahibi olmaları güvenlik gereksinimlerinin arttı÷ı bir ortamda do÷rudan üreticilerin korunması karúılı÷ı beylere ba÷lanmalarına yol açmıútı. Bunun yanında Do÷u Anadolu’da yerel güç odaklarının askeri hizmet karúılı÷ı toprak almaları, bir süre sonra bu toprakların irsîleúmesi sıklıkla rastlanan bir olguydu. Bu olgu daha sonraki dönemlerde temlik olarak hukuksal bir biçim kazanacaktı. Do÷u Anadolu’da Feodaleúme e÷ilimin bir baúka örne÷i bölge’de yaygın bir Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev: Azer Yaran, Onur Yayınları Ankara 1988, 123 M.Ali Kılıçbay, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Gazi Üniv. øøBF Yayınları, 1982 s. 365 132 Erich Homsbawm, Eúkiyalar, Çev: Necdet Hasgül Orhan Akalın Avesta Yayınları 1997 østanbul s. 13 133 Gordolevski Anadolu Selçuklu Devleti Age. s. 23 130 131 53 úekilde bulunan Ermeni soylularının ihtida edip Türk beylerinden ve Kürt mirliklerinden ferman alarak eski malikâneleri üstünde beylik kazanmalarıydı.134 Do÷u Anadolu’da feodalleúme e÷ilimlerini belirleyen di÷er bir etken de Ortodoks Bizans’ın Süryanî ve Ermenileri heretik (sapkın) gruplar olarak dıúlamasıydı. Süryanî, Nesturî ve Gregoryen Ermenilerin tamamen ayrı mezhepten olmaları dolayısıyla Süryanî ve Ermeniler Malazgirt savaúında ve sonrasında Bizans’a karúı Türkmenlerle ittifak içine girerek Do÷u Anadolu’da merkez-kaç e÷ilimleri daha güçlü hale getirdiler. Bunun yanı sıra Do÷u Anadolu’nun imparatorluk merkezinde uzaklı÷ı merkez-kaç e÷ilimler için do÷al ve korunaklı alanlar ve avantajlar sa÷lamaktaydı. Bölgenin bu co÷rafî konumu feodal yapıları hem üreten hem de onları merkezi siyasal güçlerin baskısından koruyan bir özelli÷e sahipti. Bölge’de 8.yüzyıldan 12.yüzyıla kadar egemen olan Ermeni prenslikleri ve Kürt hanedanlıkları, daha sonra Do÷u ve Güneydo÷u’ya egemen olacak Akkoyunlu, Karakoyunlu Türkmen konfederasyonlarının egemenliklerinin son bulmasıyla iktidarların sürekli de÷iúmesi Do÷u Anadolu’nun imparatorluklar arasında sıkıúmıú yapısı sürekli savaúların ve hanedanlık iktidarlarının yer de÷iútirmesinin tarihi olarak okunabilir. Osmanlı döneminde ise Kürdistan olarak anılan bölgedeki parçalı feodal yapılar aúiretlerin ulaúabildikleri en geliúmiú siyasal kurum Ekrat (Kürtler’in ço÷ulu) Hükümetleriydi. Bu yapılar birkaç aúiretin bir araya gelmesinden oluúan siyasal birliklerden oluúmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin bölgede göreli olarak egemenlik kurmasındaki en önemli faktör Kürdistan’da aúiret ve Ekrat hükümetlerinin kendi 135 kaynaklanmaktaydı. aralarındaki savaú ve gerilim durumundan ømparatorlu÷un Do÷u’sundaki Kürt mirlikleri 16.yüzyıldan beri Osmanlının egemenli÷i altında özerk bir yapıda varlıklarını sürdürmekle birlikte merkezle olan iliúkileri her dönemde kırılgan bir nitelik taúımaktaydı. Do÷u Anadolu’da Kürt aúiretlerini inceleyen birçok araútırmacı, örne÷in Nikitin Bazil aúiretlerinin ikili sınıf yapısından söz eder. Yönetici sınıf olarak uúaklarıyla yaúayan savaúçı toprak sahibi aúiret reisleri, bunların altında yönetilen sınıf olarak 134 135 Osman Turan, Do÷u Anadolu’da Türk Devletleri Tarihi, Nakıúlar Yayınları, østanbul s. 130 Minorsky “ Kürtler” øslâm Ansiklopedisi Cilt. VI. s 1120 54 ve yarı-köleli÷e indirgenmiú aúiret mensupları oldu÷unu belirtir.136 Bunun yanı sıra Nikitin Kürdistan’daki Kürt aúiretlerinin toplumsal örgütlenmesini gens (kandaúlık) ve geniú aile yapısı üzerinde temellendirmektedir. Kürt aúiretlerinde kandaúlık ve geniú akraba temelinde oluúan aúiretlerin ataerkil aile tipinin kural oldu÷unu, mülkiyet olarak, sürülerin topra÷ın aúiret beyinin özel mülkiyetinin baúlangıcını oluúturdu÷unu belirtir. Ancak bu mülkiyet biçiminin evrimi geliúmiú ve farklı bir düzeye ulaúamaz. Çünkü bölgenin iki farklı merkezi imparatorlu÷un basıncı arasında sıkıúmıú yapısı içinde merkezin buralara tam olarak egemen olamamasının bir sonucu olarak bölgedeki istikrarsızlı÷a ba÷lı olarak talan ve ya÷ma ekonomisi mülkiyet biçiminin daha ileri bir evreye taúınmasını önleyen en büyük etkendi. Marx’ın mülkiyetin oluúumu ve evriminde tanımladı÷ı gibi kabile (topluluk) örgütlenmesinde topra÷ın geçici olarak mülk edinilmesi kabile örgütlenmesinin sonucu de÷il nedenidir. ønsanlar göçebe formasyonundan yerleúik tarım yaúamına geçiúlerinde toplulu÷un ya da kabilenin de÷iúimini belirleyen nitelik ve niceli÷in çeúitli dıúsal, iklimsel, co÷rafik, demografik fiziksel koúulları yanında kabilenin kendine özgü niteli÷inin de belirleyici oldu÷unu vurgular.137 Ancak bu belirleyicilerin arasında tarihsel kategori olarak devlet yoktur. Devlet bu çözümlemede tarihsel kategori olarak daha sonraki úemalarda yer alacaktır. Marx’ bu çözümlemeleri ilkel komünal üretim biçiminin kategorisi olarak tanımlanır. Bu çözümlemede tarihsel olarak “devlet” kategorisi kabileyle eú zamanlı bir kategori olarak yer almaz. Bu nedenle ilkel komünal üretim biçiminin kavramlarıyla Do÷u Anadolu’daki aúiret yapılarını çözümlemek yöntemsel açıdan güçlükler taúımaktadır. Bugün Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu olarak tanımlanan alan 12. yüzyılda antik uygarlık dönemlerinden baúlayarak yüzyıllar boyunca devam eden Pers ve Bizans imparatorlukları arasındaki savaúlara sahne olmuútu. Daha sonra bölge Osmanlı ve øran imparatorluklarının kendi merkezlerinden baúlayarak siyasal 136 137 Nikitin Bazil, A.g.e, s. 222 Karl Marx, Frederich Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri Çev. Mihri Belli 1992 Ankara s. 15) 55 egemenliklerini kurmaya çalıútıkları savaú alanıydı. Bu nedenle iki imparatorluk basıncı arasında sıkıúan aúiretler da÷lık yüksek alanlara çekilerek birbirinden kopmuú ve dıúa kapalı, otarúik, ekonomik yapılar kurmuúlardı. Bu dıúa kapalılık toplulu÷un dıúındaki geliúmelerden etkilenmesini engellemiú, toplumsal hareketi en alt düzeyde kalmasına neden olmuútu.138 Aúiretlerin bu parçalanmıú yapısı egemenlikleri altına girdikleri devletler tarafından birbirine karúı savaúmalarına da yol açmıútı. ømparatorlu÷un do÷usundaki Kürt aúiretleri yüzyıllar boyunca göçebe ve yarı göçebe bir yaúamın egemen oldu÷u bir yapı içinde bulunmaktaydı. Bölgede aúiretlerin büyük ço÷unlu÷unun yaúam biçimi hayvancılık temeline dayanmaktaydı. Tarım ve zanaatın geliúimi ise çok geri ve hayvancılı÷ı tamamlayıcı nitelikteydi. Hayvancılık ekonomisi ise göçebe formasyona dayalı olarak bölgenin yerleúik ya da tarım ekonomisinden tümüyle kopuk ve ba÷ımsız de÷ildi.139 Do÷al ekonomi biçiminde olsa da hayvancılık ekonomisi bir úekilde tarım ekonomisi ve yerel pazarla iliúki içinde bulunmaktaydı. Bu da küçük ve yerel bir pazarın oluúmasını sa÷lıyordu. Yerleúik tarıma geçiú süreci yarı-göçebe aúiretlerin sayısında artıúı do÷urur, bu süreç göçebe aúiretlerin hem mensupları hemde o aúirete ba÷lı olan klan sayısında azalmaya neden olur. Bu süreç göçebe aúiretlerin ba÷ımsızlıklarına ve hiçbir konfederasyon ya da devlete ba÷lı olmama konumlarına yerleúik unsurları ya÷ma ya÷ma ve talan ederek elde ettikleri artık ürüne ra÷men feodalleúme sürecinden kurutulamamıúlardı. Böylece 18. yüzyıl sonunda ve 19. yüzyıl baúlarında Kürt aúiretleri feodalleúme sürecini yalnız tamamlamakla kalmayıp aynı zamanda mantıki sonucuna da ulaúmıútı.140 ømparatorlu÷un Do÷u’sundaki Kürt aúiretlerinin 13. yüzyıldaki ekonomik ve toplumsal yapıları feodal üretim biçimine geçiú özelliklerini gösterir. Ancak Marx’ın klasik úemasında belirledi÷i gibi Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiretlerinin Feodalizmi önceleyen ilkel komünal toplumun köleci e÷ilimleri barındırdı÷ını söylemek güçtür. Tarihsel olarak köleci iliúkiler uygarlı÷ın tarım aúamasında Richard Tapper, øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi, Ankara 2004 s. 23 139 Nikin Bazil, A.g.e s. 256 140 Nikitin Bazil A. g.e s. 257 138 56 ortaya çıkan bir durumdur. Fakat Kürt göçebe aúiretlerinin bir bölümünün göçebelikten yerleúik tarıma geçmeleri toplumsal iú bölümündeki farklılaúmanın sonucu olmaktan çok göçebe aúiretlerin mevcut yapılarıyla yerleúikli÷e geçiúleri daha çok sınırında bulundukları devletlerin baskısı sonucu oluúmuútu. Nikitin’in de bu gözleme katılarak köle sınıfını bu yapının içind bulunmadı÷ını belirtir. Çünkü göçebe gelene÷i içinde hayvancılı÷ın ekonominin temelini oluúturması, hayvancılı÷a dayalı göçebe ve yarı göçebe yaúam biçiminde tarıma göre fazla iú gücüne gereksinim duyulmaz. økinci olarak yarı yerleúikli÷e ve yerleúikli÷e geçmiú aúiretlerin üretimlerini ilkel âletlerle yapmalarından dolayı artık ürünün yeterli düzeyde artırılması olanak dıúıydı.141 Artık ürünün sınırlı kalması, toplumsal ve sınıfsal farklılaúmanın düzeyinin zayıf kalmasına neden oluyordu. Artık ürününün sınırlı kalmasının bir nedeni de bölgenin iki imparatorluk arasında sıkıúmıú bir alanda yer almasıydı. Bölge savaúların ilk eúi÷ini oluúturan konumuyla sürekli savaú ortamında artık ürünü ço÷altacak yerel güç odaklarının iktidarlarını kurumsallaútırmalarını engelliyordu. Do÷u Anadolu’da Kürt aúiretlerin co÷rafî, fiziksel koúullara ba÷lı olarak kabile nitelikleri kazanmasındaki faktörler ise úunlardır; Toprakların iúlenmesinde aile ve soy gruplarına ait toprak mülkiyeti, yerleúik tarıma geçmiú aúiretlerde tarımdaki iúbölümünün zayıf kalması, aúiretlerin her zaman dıú istilâlara açık olması, topra÷a yerleúmenin ikincil durumda kalması, topluluk birli÷i temelinde dikey siyasal örgütlenmelere ulaúmamaları, ulaúmıú olanların bile gevúek bir yapıda olmaları üretim biçiminin uzun süre aynı kalması sonucunu do÷urmuútur. Aúiret yapısı içinde aúiret reislerinin konumu ise toplumsal örgütlemenin varlı÷ını sürdürmede topluluktaki artık ürünü denetleyebilme ve yönlendirebilme yetene÷ine ba÷lıydı.142 Aúiret yapılarının parçalı ve simetrik güç dengesinin egemen oldu÷u bu yapılarda aúiret reisleri varlıklarını temellendirdikleri eme÷i ve arkalarındaki deste÷i daha büyük siyasal ve toplumsal örgütlere dönüútürme e÷ilim içinde olurlar. Ancak bu e÷ilim parçalı ve simetrik güç dengesini aúıp Hobss’un Leviathan’ı anlamında egemen bir güc düzeyine ulaúmasına olanak M.S Lazerev, Emperyalizm ve Kürt Sorunu (1917–1923) , Çev: Mehmet Demir, Özge Yayınları, Ankara s. 65 142 Timothy Earle, Devlete Do÷ru Çev: Cahide Sarı, Ütopya Yayınları, Ankara 2001 s.62 141 57 tanımaz. Bu e÷ilimlerin daha büyük siyasal organizasyona dönüúmesinin önündeki di÷er bir engel ise øran ve Osmanlı imparatorluklarının egemenlik duvarlarına çarpmasıydı. Do÷u Anadolu’daki aúiretler tarihsel olarak iki imparatorlu÷un siyasal egemenlik mücadelesi arasında feodal e÷ilimler taúısalar da bu yapılardan biriyle iú birli÷ine gitmek zorunda kalmıúlardı. Bu iú birli÷i ya da koalisyon aúiretlerin kendi aralarındaki savaúlarda ve iktidar mücadelesinde merkezi siyasal otoriteyle iúbirli÷ine giren aúireti göreli olarak daha güçlü konuma getiriyordu. ømparatorluk açısından ise bu iú birli÷i nesnel koúulların bir zorunlulu÷u olarak ortaya çıkıyordu.143 Bu nesnel zorunluluk geleneksel tarım imparatorluklarında büyük bir ordunun örgütlenmesinde ve bu örgütün süreklili÷inin sa÷lanması tarımsal artı÷ın sürekli artırılmasına ba÷lıydı. Ayni bir ekonomik düzende tarımsal artı÷a el konulması güçtür. Bu güçlük imparatorlu÷un sınır boylarında artık ürün aúiret reisleri dolayımıyla savaú ve sınırları korumak için gerekli eme÷in, asker ve sipahinin örgütlenmesinde kullanılması zorunlulu÷unu kaçınılmaz kılmaktaydı.144 Öte taraftan Do÷u Anadolu’da ekonomik ve toplumsal örgütlenme biçimi feodalizm kent-kır ikili÷i ba÷lamında de÷erlendirildi÷inde, Feodalizmde kırın egemenli÷i kuraldır. Batı Avrupa’da Feodal yapıların kırdan baúlayarak kentleri egemenli÷i altına aldı÷ı süreç Do÷u Anadolu’da yaúanmamıútır. ømparatorluk öncesi ya da Feodalizm öncesi aúamada ise komünal mülkiyetten özel mülkiyete geçiú süreci kandaúlık ba÷larının çözülmesiyle gerçekleúen bir süreçti. Bu açıdan Marx’ın ilkel-komünal düzeyin son aúaması olarak belirledi÷i Cermenik üretim biçimi anakronik de olsa Kürt aúiretlerinin konumunu açıklamak için kullanılabilir. Marx’ın Cermen kabileleri için belirtti÷i topluluk ya da kabilenin oluúumu, üyelerinin bir araya geliú biçimleri, kandaúlık, dil birli÷i ve ortak geçmiú duygusundan kaynaklansa bile kabileyi oluúturan ö÷eler, son tahlilde toprak sahiplerinin rıza birli÷i olarak tanımlar. Bu birli÷in devlet gibi siyasal bir varlı÷a evirilebilmesi için kent olarak 143 Bu konuda Machievellie siyasal iktidarların egemenliklerini sürdürmeleri ve garanti altına almaları için ülkelerin kilit iki bölgesine göçmen yerleútirmenin zorunlulu÷una vurgu yaparak göçmenlerin devlet açısından bu görevi yerine getirirken daha az masraflı olduklarını yanı sıra halkın bu göçebelerden dolayı u÷rayaca÷ı zararlarında devlet açısından önemli olmadı÷ını belirtir. Siyasal iktidarın göçmenler yerine askerlerden yararlanmaya kalkıúırsa devletin masraflarının çok artaca÷ını gelirlerin kıúlalar tarafından tüketilece÷ini belirtir. Bkz: Machiavellie Hükümdar, Çev: Selahattin Ba÷datlı, Sosyal Yayınları 1992 østanbul, s. 20–21 144 E.J Hobsbawm ømparatorluk Ça÷ı, (1875–1914) Dost Kitabevi Yayınları Çev: Vedat Aslan, 1999 Ankara s. 56 58 varlıklarını oluúturmaları gerekti÷ini belirtir.145 Buradan hareketle Do÷u Anadolu’daki Ekrat hükümetlerinin ve hanedanlarının kendi iç dinamiklerinden baúlayarak tarihsel bir kategori olarak üretmiú oldukları bir kentin varlı÷ından söz etmek güçtür. Do÷u Anadolu’daki kentler daha çok merkezi siyasal otoritenin savaú organizasyonunun gerekli kıldı÷ı kentlerdi. Bu kentlerde askeri bürokrasinin yanında yer alan orta sınıf sayılabilecek unsurlar Hıristiyan zanaatkârlardan oluúmaktaydı. Görüldü÷ü üzere Do÷u Anadolu’da Feodalizme geçiú esas itibariyle kabileler içinde oluúan iú bölümü ve onun do÷al sonucu olan yöneten yönetilen sınıf farklılaúmasının belirledi÷i dinamiklerden de÷il, kabile ve aúiret yapılarına dıúsal olan devletler tarafından oluúturulmuútu. Bu nedenle Batı’daki feodalizmden farklı olarak merkezi siyasal otoriteye ba÷lı bir mülk savaú esirlerine dayalı bir yapı oluúmamıútır. Do÷u Anadolu’da Kürt mirliklerindeki toprak rejimi imparatorlu÷un Batı bölgelerindeki toprak rejimindeki yapılara benzerlik göstermekle birlikte bazı özgün farklılıklara da sahipti. Bölgede Feodalizmin en somutlaútı÷ı siyasal yapılar Ekrat (Kürt) Hükümetleri denen yapılardı. Bu yapılarda topra÷ın mülkiyeti aúiret beyine aitti. Aúiret beylerinin merkezi siyasal otoriteyle iliúkisi savaú dönemlerindeki yükümlülükleriyle sınırlıydı. Do÷u Anadolu’daki feodal yapılara iliúkin somut örnek vermek gerekirse Van Eyaletinde øran sınırında bulunan Mahmudi Ekrat hükümetidir. øran sınırında Ortaça÷ senyörlerinin úatolarını andıran müstahkem bir tepede kurulan Mahmudi Beyinin kalesi içinde zindanlar, erzak deposu, gözetleme kuleleri bu beyli÷in kendi içinde mahkeme kurumunun da oldu÷unu gösteren Feodal bir yapıya örnek olarak gösterilebilir. Do÷u Anadolu’da bu aúiretlerin ekonomik iliúkilerine baktı÷ımızda bölgedeki aúiretler feodal sisteme dahil olup øran ve Osmanlı imparatorlu÷uyla olan ba÷larında yarı vassallık iliúkisi içindeydiler. Aúiretler feodal beylerine yalnız vergi ve hizmet borcuyla de÷il, aynı zamanda sınır bölgelerinde askeri görevleri yerine getirmekle yükümlüydüler. Bu yükümlülük aynı zamanda aúiret reisinin ya da mirinin aúiret toplulu÷u üzerinde uyguladı÷ı ekonomi dıúı zoru meydana getiriyordu. Aúiret reislerinin gelir 145 K. Marx. F. Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri, s. 26 59 kaynaklarının büyük ço÷unlu÷u bölgedeki yerleúik halkı oluúturan Ermeni ve Nesturi Hıristiyanlarının mallarının ya÷malanmasıyla sa÷lanıyordu. Bu durum bölgede merkezi siyasal otoritenin yoklu÷undan kaynaklanmakla birlikte bölgenin iki imparatorlu÷un savaú alanı arasında kalmalarından kaynaklanmaktayıdı. oluúturmasıyla da ba÷lantılıydı. Bu otorite boúlu÷u içinde bölgedeki yerleúik Hıristiyan unsurlar Kürt aúiret reislerinin himayesini sa÷layabilmek için onlara her yıl bir çeúit arab-hva bir tür haraç ödüyorlardı. Fakat daha sonra bu uzun vadeli yapısal bir sömürüye dönüútü÷ü için bu unsurlar Do÷u Anadolu’dan ülkenin içlerine do÷ru göç ederek zanaat ve ticaretlerin, bu alanlarda sürdüreceklerdi.146 Sonuç olarak Do÷u Anadolu’ daki toplumsal ve ekonomik örgütlenmenin Batı feodalizminin bire bir düzenliliklerini göstermese bile bölgedeki üretim biçiminin feodal oldu÷u açıktır. Adem-i merkezi iliúkiler çerçevesinde Ekrat Hükümetlerinde ve Kürt mirliklerinde topra÷ın mülkiyeti tamamen feodal beye aittir. Artık ürüne feodal bey el koymaktadır. Ancak burada Do÷u Anadolu’yla ilgili vurgulanması gereken Ekrat Hükümetleri’nin satatüsünün Do÷u Anadolu’nun bütününe egemen olmadı÷ıdır. Bölgede Ekrat Hükümetlerinin “nasb” ve “azl” kabul etmez yurtluk ve ocaklık topraklarının yanında padiúah hasları miri toprak rejiminin uygulandı÷ı topraklar da bulunmaktaydı.147 Miri arazi rejimine tabi olan bu topraklarda aúiret örgütlenmesi dıúında kalan daha çok Türklerin yaúadı÷ı topraklardı. Örne÷in Van’da padiúah haslarının bulundu÷u Tımar ve Amik Nahiyeleri do÷rudan padiúah haslarına ba÷lı oldukları için bu toprakların vergisi orada bulunan sipahiler vasıtasıyla alınmaktaydı.148 Bu toprakları iúleyen reaya ise Kürt aúiretlerinden farklı olarak herhangi bir aúiret örgütlenmesi içinde olmayıp daha çok imparatorlu÷un Batı’sından ve Musul, Kerkük’ten göç ettirilip iskân edilen Türkmen unsurlardı. 146 147 148 Nikitin Bazil. Kürtler, s.250 Metin Kunt Sancaktan Eyalete (1550–1650) Arasında Osmanlı Ümerası ve øl idaresi, østanbul 1978 s. 88 Orhan Kılıç XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548–1648) Van Belediye Baúkanlı÷ı, Yayınları. s.221 60 øKøNCø BÖLÜM 2. CUMHURøYET ÖNCESø DOöU ANADOLU 2.1. Osmanlı Döneminde Do÷u Anadolu Do÷u Anadolu’da Osmanlı egemenli÷inden önce 13. yüzyıldaki Mo÷ol istilâları Kürt aúiretleri üzerinde yıkıcı etkilere neden olmuú Hülagü’nun ordusu tek bir aúiret reisinin bile canını ba÷ıúlamamıútı,149 Bu süreç Kürt aúiret yapısı açısından büyük bir yıkımla sonuçlanmıútı. Hülagu’nun istilâsından yüz elli yıl sonra Timur Ba÷dat ve Diyarbakır’ı ya÷maladıktan sonra, kendilerini henüz toparlayan Kürt aúiretlerini yok ederek Kürdistan’ı tamamen ele geçirdi. 15. yüzyıla gelindi÷inde Kürt aúiretleri hâlâ zayıf ve korunmasızdı. Yerel yöneticilerin otoritesine son vermek üzere tasarlanmıú Akkoyunlu ve daha sonraki Safevi politikalarının sonucunda Kürt aúiret yapısının büyük ölçüde parçalı yapıları devam etti. Kürdistan’da Osmanlının yayılmasından önce ço÷unlu÷u göçebe olmak üzere merkezi denetimden ba÷ımsız birçok aúiretin yanı sıra Kürdistan’ın zor ulaúılabilen bölgelerinde birkaç Kürt mirli÷i varlı÷ını sürdürmekteydi.150 Geleneksel Kürt aúiret ve mirlik yapıları bölgenin yüzyıllar süren istikrarsızlı÷ının neden oldu÷u iktidar boúlu÷unu doldurmayı baúaramadı. Mo÷ol istilâsından sonra ne güçlü bir Kürt siyasal oluúumuna ne de bölgede 149 Minorsky “Kurds. Kurdistan,”s. 457 ‘daki ifade Minorsky bu ifadeyi ùerefhan’ın ùerefname’’ deki açıklamasına dayandırmaktadır. Ayrıca bkz Bruinessen A÷a, ùeyh, Devlet. s. 137 150 Nazmi Sevgen A.g.e, s. 95 61 dikkate de÷er bir 151 bulunmamaktadır. otorite sa÷lamıú Kürt hanedanlı÷ına dair kayıt Kürtlerin en yüksek toplumsal ve siyasal örgütü tarih boyunca mirlik düzeyini aúamamıútır. Ancak 959 yılında Kürt ailesi olan Mervaniler Diyarbakır yakınındaki Mayyafarikin’de (Silvan) egemen hanedan ailesi olarak ortaya çıkmıútı. Bu aile 1096 yılına kadar egemenli÷ini sürdürmüútü. Bu henadanlıkta resmi olarak halife tarafından atandıkları ve dil olarak Arapçayı kullandıkları için Kürt kökenli olmalarına ra÷men bu hanedanlıklar bir çeúit konfederasyon niteli÷ine sahip yapılardı.152 Bir sonraki Kürt kökenli Deylami hanedanı Haçlılara karúı yürüttü÷ü savaúla ünü olan Selahaddin Eyyubi’nin hükümdar oldu÷u ve 13.yüzyılın ikinci yarısı boyunca Mısır ve Suriye topraklarında egemenli÷ini sürdürdü. Eyyubiler Mervanilerden daha sofistike bir siyasal örgütlenmeye sahip olmalarına ra÷men aúiret konfedarasyonu boyutunda bir yapıydı.153 Bugün Kürt milliyetçi söyleminin ikonaları haline gelen bu hanedanlıklar “devlet” olarak nitelendirilmektedir. Oysa hiçbir Kürt aúireti veya emirli÷i ortay çıkıp bir Kürt devleti oluúturabilecek güçlü bir siyasi ve askeri iktidar haline gelemedi. Osmanlı döneminde ise Çaldıran savaúıyla birlikte bölgede Kürt aúiretleri ødrisi Bitlisi’nin aracılı÷ıyla merkeze eklemlendi. Bu süreç 1596 yılına kadar sürdü. Osmanlılar 1596' da yayınladıkları iskân fermanıyla aúiretleri bugünkü Do÷u Anadolu’da iskâna zorladılar. Bu iskân politikasının temeli kolonizasyona dayanıyordu. Kolonizasyon tamamen padiúahın arzusu ile yeni fethedilen bir yerde merkezi imparatorlu÷un siyasal farklı otoritenin egemenli÷ini bölgelerindeki aúiretleri bu kurumsallaútırmak bölgelere için yerleútirme politikasıydı.154 Bu uygulamayla bazen de vergi vermeyen, isyan eden göçebe aúiretler mecburî iskâna tabi tutulurdu. Osmanlılar iskân ve kolonizasyon politikalarını belirli kurallara göre uyguluyordu. Büyüklü÷üne göre, her köy veya Wadia Jwaideh, Kürt Milliyetlçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi Çev: øsmail Çeken, Alper Duman, øletiúim Yayınları, 2004 s. 245 152 Hasan Arfa Kürtler Çev: Faysal Nesre Avesta Yayınları, østanbul 2006 s.15 153 David Mc Dowel Modern Kürt Tarihi s. 355 154 Cengiz Orhonlu, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Aúiretlerin øskânı, Eren Yayıncılık, østanbul 1987 s.67 151 62 kasaba, on haneden bir ya da iki haneyi sürgüne zorluyordu. Böylelikle aúiretler parçalanarak çeúitli bölgelere sürgün ediliyordu. Bu aúiretlerin ço÷u köylerde ve kasabalarda yerleúmekle birlikte, göçebe ve yarı göçebe halde bulunanlar ve úehirlerde oturup da aúiretlerle ba÷lılıklarını sürdürenler vardı. Göçebe aúiretler yerleúik halkın toplumsal dokusunda ve gündelik yaúamında önemli bir etkiye sahiptiler. Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’ bölgesinde Osmanlı arúivindeki kayıtlara bölgede irili ufaklı 750 kadar aúiretin bulundu÷unu göstermektedir. 155 Çaldıran zaferinden sonra Anadolu’ya dönen Yavuz Sultan Selim’in Konya, Karaman, Teke, Ankara, Kayseri bölgelerinde göçebe halde dolaúan Milan, Barzan, Karakeçili, Cibranlı, Hasenan, Sipkan, Hayderan, Zilan, Celâlî aúiretlerini Viranúehir, Varto, Muú, Hınıs, Eleúkirt,. Patnos, A÷rı, Erciú, Van oylumlarına göndererek Safevilere karúı Sunnî Kürt aúiretlerinden oluúan güçlü bir cephe oluúturmuútu.156 Osmanlı’ya karúı ùah øsmail’in de o dönemde Sason, Mutki, Çapakçur (Bingöl) gibi sarp da÷larda yaúayan Zaza-Dümbüli aúiretlerini kendi tarafına kattı÷ı biliniyor. Buna karúın Osmanlı ømparatorlu÷u Çaldıran Savaúı’nda Safevilere karúı savaúta hizmeti geçen birçok Sünnî aúiret reislerine yurtluk ocaklık, beylik statüsü vererek aúiretleri birlik halinde Osmanlı Devleti’nin yanında tutmaya çalıútı. 2.1.2. Do÷u Anadolu’da Merkezîleúme Süreci Toprak temelli imparatorluk düzeninde asker ya da ordu siyasal ve toplumsal örgütlenmenin temelini oluúturan en önemli aktördür. ømparatorluk döneminde bütün di÷er grupların kendi aralarındaki göreli zayıflı÷ı devletin merkezîleúme e÷ilimini kolaylaútırır. Kandaúlık ilkesi üzerinde örgütlenen aúiretlerin bileúiminden oluúan konfederasyonlar merkezi siyasal otoritenin merkezîleúme basıncıyla belli bir süre sonra parçalanarak savaú ve talan ekonomisi temelinde gruplaúmalar içine girerler. Merkezîleúme süreci Osmanlı’da 1826’ da II. Mahmut’un Osmanlı yönetim sisteminde köklü de÷iúiklik çabalarıyla baúladı. II. Mahmut merkezi otoriteyi 155 156 Adnan Gerger. A,g.e, s.15 Mustafa Akda÷, Türkiye’nin øktisadi ve øçtimai Tarihi II. s. 197 Bkz. Cevdet Türkay. Aúiret ve Cemaat s. 169 63 Do÷u Anadolu’da yeniden kurmak için merkezden valiler atama uygulamasını baúlattı. Merkezden vali atama usulü ømparatorlu÷un hem batısında hem de do÷usunda uygulamaya konuldu. Merkezîleúme politikası Batı’daki Ayanları çok kısa zamanda ve hızla ortadan kaldırırken, Do÷uda da Ekrat Hükümetlerinin ortadan kaldırılması çok uzun zamana yayılacak ve 1848 yılına kadar devam edecekti. Do÷u’daki merkezîleúme politikaları malî ve idarî düzenlemeleri de içeren Tanzimat fermanıyla baúlatılmıútı. 1839’da Tanzimat’ın ilânıyla yeni bir malî düzenleme getirilerek vergilerin sayısı azaltıldı ve vergi toplamada, sonradan tekrar uygulanmaya konulan iltizam usulü kaldırılarak, emanet ve maliye memurları ile tahsil usulü getirildi. Do÷u Anadolu’daki Kürt Mirlikleri’nin ve Ekrat Beylerinin azl ve nasp edilemez toprakları artık merkezîleúme süreciyle bu statüsü ortadan kaldırılıyordu. Yurtluk ve Ocaklık statüsünde olan topraklar hazineye devredilerek sahiplerine maaú ba÷lanıp aúiret reislerinin kazalara ve nahiyelere müdür olarak atanmaları öngörüldü.157 Yurtluk ve Ocaklık sahiplerinin bir kısmı bu uygulamaya direndi. Örne÷in bu uygulamaya tepki olarak aúiret reisleri Erzurum’da valiye karúı ayaklandılar. Botan yöresinde ise isyan etmiú olan Bedirhan Bey’in akrabaları, Van’da ayaklanarak Tanzimat’ın getirdi÷i uygulamalara karúı çıktılar. Bedirhan Bey daha sonra Diyarbakır’da da isyan çıkardı. Bunun yanı sıra bölgenin kuzeydo÷usunda Çıldır Sanca÷ı’nda yurtluk ve ocaklık sahipleri 1848’e kadar direniú gösterdiler. Bu uygulamayla aúiret reisleri maaúa ba÷lanmayı ya da kaza müdürü olmayı kabul etmiú olsalar bile, aúiret halkı vergi verme ve asker olma yükümlülü÷üne karúı direniyordu.158 Merkezîleútirme çabaları ve mirliklerin ortadan kaldırılması uzun bir süre Do÷u Anadolu’daki mevcut düzeni ve güvenli÷i yok etti. Kürt Mirliklerinin merkezîleúme süreciyle ortadan kaldırılması ile birlikte göreli olarak birbirlerini dengeleyen kendi aralarında simetrik bir güç yo÷unlaúmasının egemen oldu÷u düzen ve denge durumu bozuldu. Bölgede bozulan bu siyasal ve toplumsal denge ile birlikte aúiretler arası kan davalarının ve çatıúmaların yo÷unlaúmasına neden oldu. Aúiretler arasında hızlanan çatıúma ve kargaúanın yarattı÷ı güvensizlik ortamı bu 157 158 David Mc Dowel Modern Kürt Tarihi s. 364 Çadırcı, Musa, “Tanzimat Dönemi’nde Anadolu Kentleri”’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları,TTK Yayınları Ankara 1997 s.190 64 kaotik durumu aúmak üzere arabulucu bir mekanizma olan dini ve dinin yerel düzeydeki temsilcisi “úeyhlik” kurumunu ayrıcalıklı hale getirdi.159 Böylece on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında úeyhler Do÷u Anadolu’nun en önemli siyasal gücü haline geldiler. Bölgede úeyhlik ve onun kurumu olan tarikatların belirleyici siyasal güç haline gelmesi göreli olarak aúiretlerin nüfuzunu zayıflatmakla birlikte bölgenin birçok yerinde úeyhlik ve aúireti birleútiren nüfuzlu ailelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Örne÷in A÷rı’da ve Bitlis’te yerleúik olan Küfrevi ailesi Bitlis’te ønan ailesi, Hakkâri’de Bredost aúireti hem úeyhli÷i hem de aúiret reisli÷ini bir kiúide toplayan aúiretlerdi.160 Bölgede úeyhlerin ve tarikatların siyasal otoritesi, ise Osmanlı devletine göre gevúek, kendi mensuplarına göre ise tartıúılmazdı. ùeyhli÷in bölgede artan siyasal ve toplumsal gücü topraktaki mülkiyet iliúkilerini úeyhlerin lehine dönüútürmüú, úeyhler özellikle Hakkâri’de bölgenin en nüfuzlu gücü haline gelmiúlerdi. Örne÷in Hakkâri’de ùeyh Ubeydullah 1880 tarihinde on bin kiúilik aúiret ordusu örgütleyip øran’a saldıracak kadar güçlü bir konuma gelmiúti. Do÷u Anadolu’da úeyhlerin hem dinsel hem de siyasal gücü halife adı verilen üyelerin kurdu÷u a÷ sayesinde nüfuz alanlarını geniúlettiler. 1839 Tanzimatla baúlayan merkezîleúme sürecinin bölgedeki sonuçları hakkında Ziya Gökalp Meúrutiyetin ilânından sonraki durumunu úu sözlerle açıklamaktaydı: “Sipahilik, yurtluk Ocaklık gibi eúkâl-i zeamet yarım asırdan beri resmen, kanunen ilga olunmuú ise de fiilen, maddeten e’lan bakidir”.161 diyordu Sonuç olarak imparatorlu÷un merkezîleúme yönündeki politikaları aynı zamanda onun hem gücünün hem de zayıflı÷ının kayna÷ıydı. Merkeziyetçi yapının, zora dayalı politik araçlarıyla elde etti÷i vergiler çevredeki yerel güç odaklarından merkeze do÷ru ekonomik akıúı sa÷lama iúlevini yerine getiriyordu. Yerel güç odakları bu vergiler sayesinde merkezin baskısından kaçarak kendi egemenliklerini güvence altına almaya çalıúıyorlardı. Öte yandan merkeze gönderdikleri vergiler karúılı÷ında elde ettikleri güvence ve himaye sayesinde 159 Van Burinessen, A÷a, ùeyh ve Devlet, s. 273 Ahmet Özer, Do÷u’da Aúiret Düzeni ve Brukanlar, Elips Yayınları, 2003 s.63 161 Ziya Gökalp, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler Haz: ùevket Beysano÷lu, Sosyal Yayınları, 1992 østanbul, s. 109 160 65 yerel düzeyde kendine eúit di÷er güç odakları karúısında siyasal konumlarını güvence altına alıyorlardı. ømparatorluk bir haraç toplama mekanizması oldu÷u için haraç ve vergi korunma amacıyla yapılan fakat korumanın gerçek maliyetinin üzerinde olan ödemeler imparatorluk açısından merkezîleúmenin beraberinde getirdi÷i zayıflatıcı etkendi. 162 Fetih ekonomisinin mantı÷ı içinde bürokrasinin artmasına paralel olarak artan kadrolar devlete mali açıdan büyük bir baskı yapmaktaydı. ømparatorluk yapısı içinde artık ürünü toplumun aúa÷ı sosyo-ekonomik katmanlarından yukarı katmanlara, periferiden merkeze, ço÷unluktan azınlı÷a transfer eden yerel düzeydeki bürokrasi idi.163 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı Devletinin merkezîleúme politikaları dünya pazarıyla ekonomik açıdan bütünleúmenin gereklerini yerine getirmek için yapmıú oldukları reformlarla birlikte yeni bir yönetici bürokratlar sınıfının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu sınıfın özelli÷i, kendi çıkarıyla toplumdaki di÷er sınıfların çıkarlarını uzlaútırmakta yetersiz kalmalarıydı. Kendi sınıfsal çıkarları yerel güç odaklarıyla çeliúince yerel güç odaklarıyla genellikle çeliúen fakat kapitalizmle çıkarına giderek daha ba÷ımlı hale gelmesiyle sonuçlandı. Batılılaúma süreciyle ortaya çıkan merkezi bürokrasi “yabancı” tüccarlarla ya da onların gayrimüslim aracılarıyla ittifak kurdular. Merkezi bürokrasinin kapitalist sürecin Osmanlı topraklarında iúlerlik kazanmasın sa÷layan bir aracı olarak üstlendi÷i bu yeni rol, devlet-toplum iliúkisinin Batılı ilkeler do÷rultusunda düzenlenmesini gerektiriyordu. Bu düzenleme merkezîleúme politikalarıyla yaúama geçirilmeye çalıúılırken bunların do÷urdu÷u masrafları karúılamak için artık ürüne vergi yoluyla el konulması için daha baskıcı yöntemlere baúvurmayla sonuçlandı.164 Do÷u Anadolu’da merkezi siyasal otoritenin vergi toplamak için yönetsel yapıyı yeniden örgütlemsi ve vergi tahsildarlarının baskısı toplumsal ve siyasal yapıyı kaotik bir ortama sürekledi. Sonuç olarak 19.yüzyılda Do÷u Anadolu’daki toplumsal ve siyasal denge Rus istilâları ve Kafkasya’dan gelen göçlerle bölge daha kaotik bir sürece girdi. Osmanlı’nın içine düútü÷ü malî kriz 162 Nikitin Bazil a.g.e s.120 Immanuel Wallerstein. Modern Dünya Sistemi I. Cilt Çev: Latif Boyacı, Bakıú Yayınları, østanbul 2004, s.32 164 Huricihan øslamo÷lu, 16. Yüzyıl Anadolusu’dan Köylüler, Ticarîleúme ve devlet øktidarının meúrulaútırılması Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım Ed: Faruk Tabak, Ça÷lar Keyder. Tarih Vakfı Yurt Yayınları s. 61- 81 1998 163 66 nedeniyle bölgede cemaatler arasında güveni sa÷layacak kolluk görevini yerine getirecek örgütlenmeden uzak ve aciz bir durumda kaldı. Bu koúullar içinde merkezîleúme çabalarından da bölgede sonuç alınamadı. 1878 Osmanlı-Rus savaúı sırasında ve onu hemen izleyen yıllarda Do÷u Anadolu’da Ermenilerin yanında yerleúik Kürtler ve Türkler mal ve can güvenli÷ini sa÷layamayan merkezi siyasal otoriteye olan güvenlerini yitirmekle birlikte Kürt aúiretlerine karúı da köklü bir ön yargı ve nefretin oluúmasına neden oldu. 2.2. Toprak Mülkiyet øliúkileri Osmanlı ømparatorlu÷u’nda toprakta mülkiyet iliúkilerinin ømparatorlu÷un her döneminde ve farklı bölgelerinde de÷iúik biçimler aldı÷ı genellikle tarihçiler tarafından kabul edilen bir görüútür. Osmanlı toprak düzeninde genel olarak, devlet mülkiyetinin egemen oldu÷u kural olarak kabul edilmekle birlikte, bu mülkiyet biçiminin tarihsel süreç içinde dönüútü÷ü de bir gerçektir. Mülkiyetin dönüúümüne ba÷lı olarak toplumsal ve siyasal yapılar da bu de÷iúim içinde yeni biçimler almıúlardır. Klâsik Osmanlı yönetim düzeninde topraklar úu úekilde bir da÷ılım göstermekteydi. Osmanlı egemenli÷i altında bulunan topraklardan büyük bir bölümü do÷rudan do÷ruya Osmanlı hükümdarının mutlak otoritesi altında bulunmaktaydı. Buralarda tımar sistemi denen bir rejim uygulanıyordu. Bu mülkiyet rejiminde devlet gelirleri bir takım görevler karúılı÷ında sipahilere tahsis edilmiúti.165 Bu genel kuralın istisnası sayılabilecek, Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde özerk bir eyalet yönetimine ba÷lı Mısır, Ba÷dat, Habeú Basra, Cezayir gibi eyaletlerin bulundu÷u topraklar özerk idarî yönetim altında sınıflandırılmıútı. Buralarda beylerbeyi yönetimi altında askeri, malî ve adlî alanlarda Osmanlı merkezi yönetimine oldukça farklı bir statü uygulanıyordu. Bu eyaletlerin ço÷unda tımar rejimi uygulanmıyordu.166 Miri arazi rejiminin temelini oluúturan tımar, devlete yaptıkları hizmetin karúılı÷ı olarak en düúük rütbeli Yücel Yaúar, “Osmanlı ømparatorlu÷unda Desantralizasyon, (Adem-i Merkeziyet) ait Bazı Gözlemler, Belleten 152, Ankara 1974 166 Halil ønalcık, Osmanlı ømparatorlu÷u Klasik Ça÷, Çev: Ruúen Sezer Yapı Kredi Yayınları østanbul 2006. s. 76 165 67 askerlere verilmekteydi. Zeamet sahipleri genelde daha yüksek rütbeli askerlerdi. En geniú dirlik olan has ise sancak beyleri ve beylerbeylerine ba÷ıúlanırdı. Reayaya yani köylülere ise tımar, zeamet veya has tahsis edilirdi. Köylü bir tımardaki araziyi iúliyorsa subaúına karúı sorumluydu. Bunlardan farklı olarak imparatorlu÷un toplumsal yapısında yer alan gayri Müslim unsurlardan alınan cizye vergisi (baú vergisi do÷rudan) merkezi hazine tarafından tahsil edilirdi. Dirlik sistemi ayrıntılı incelemelere dayanarak kanunnamelerle belirlenirdi. Kanunnameler her sancak için arazinin üretkenli÷ini dikkate alarak eyaletlere göre ayrı ayrı hazırlanırdı.167 Do÷u Anadolu’da ise yukarıda belirtilen miri arazi rejiminin dıúında istisnai sayılabilecek bir statü olan yurtluk ve ocaklık statüsüne tabi bir toprak rejimi uygulanıyordu. Bu rejim yurtluk ve ocaklık úeklinde kaydı hayat biçiminde babadan o÷ula geçen bir uygulamaydı. Yurtluk ve ocaklık statüsüne tabi topraklarda Kürt aúiret mirlikleri ve aúiretleri, miri arazi rejiminden farklı olarak kaydı hayat úeklinde topra÷ın bütün haklarını aúiret reisi ya da Mirlik ailelerinin tasarrufu altında bulunmaktaydı. Do÷u Anadolu’da topraktaki mülkiyet iliúkileri ve ona ba÷lı olarak oluúan toplumsal örgütlenme bütünüyle aúiret yapısından ibaret de÷ildi. Bunun yanı sıra aúiret ve mirlik örgütlenmesinin dıúında aúiret dıúı gruplar da bulunmaktaydı Aúiret dıúında kalan gruplar miri arazi rejimi içinde reaya statüsüne sahiptiler.168 Bu uygulama sadece merkezi siyasal otoritenin yönetim aygıtına dayanan bir bölünme de÷ildi aynı zamanda bu yönetim sistemini belirleyen Do÷u Anadolu’nun co÷rafî ve fizikî koúullarına ba÷lı olarak oluúan bölgedeki toplumsal örgütlenme biçimiydi. Do÷u Anadolu’da toplumsal örgütlenme iki temel üzerinde biçimlenmiúti. Bunlardan biri büyük toprakları içeren merkezi siyasal otoritenin hukukunun uygulandı÷ı topraklardı. Di÷eri ise sınırlarda siyasal iktidarla gevúek ba÷larla bütünleúmiú aúiret toplulukları altında örgütlenen yerel güç odakları olarak Ekrat hükümetleri ve mirliklerinin sahip oldu÷u topraklardı. Sınır uçlarında salınan bu topluluklar teorik olarak merkezi siyasal sistemin parçalarını oluúturmakla birlikte pratikte merkezi siyasal otorite bu topraklarda tam bir egemenlik kuramamıútı. Çünkü dönemin teknolojik 167 168 Halil ønalcık a.g.e s.110 Martin Van Bruiness. A.g.e, s. 287 68 koúulları içinde artık ürünün ve fetih ekonomisi içinde talan ve haracın belli bir merkezde toplanması maliyetli ve neredeyse olanaksızdı. Bu nesnel zorunluluk merkezi siyasal otoriteyi imparatorluk sınırlarında miri arazi rejiminin tam olarak uygulamaktan alıkoyuyordu. Bölgede miri arazi rejiminin dıúında kalan topraklardaki yani Ekrat hükümetlerinin ve mirliklerin bulundu÷u topraklar ise yurtluk ve ocaklık olarak Kürt aúiret reislerine ait topraklardı. Do÷u Anadolu’daki yurtluk ve ocaklık statüsündeki topraklardan merkezi hükümet vergi alamazdı. Ekrat hükümetleri ve mirlikler merkezi siyasal otoriteye karúı øran’la olan savaúlara katılmak ve asker vermekle yükümlüydü.169 Merkezi siyasal otoritenin Do÷u Anadolu’da yerleúik Ekrat Hükümetleri ve Mirliklerin dıúındaki göçebe ve yerleúik aúiretlerle olan iliúkisi vergi iliúkisiydi. Aúiret ve mirlik dıúında kalan bu topluluklar reaya statüsünde bulunmaktaydı. Bu göçebe aúiretlerden bölgedeki Ekrat hükümetleri vergi alamazdı. Merkezi siyasal otoritenin aldı÷ı vergi ise daha çok hayvan varlıkları üzerinden alınan ayni vergiydi. Devlet bazen de vergi karúılı÷ı bu aúiretleri askeri amaçlarla sınır boylarına göndererek oradaki yaylak ve kıúlakları kullanmaları karúılı÷ında vergiden muaf tutmaktaydı. Osmanlı merkezi siyasal otoritesi ile çevre arasındaki bu iliúkiyi belirleyen di÷er bir zorunluluk ise Ortaça÷ ekonomisindeki altın ve gümüú kıtlı÷ından kaynaklanmaktaydı.170 Parasal ekonominin olmadı÷ı ya da zayıf oldu÷u koúullarda artık ürünün merkeze transfer edilmesi olana÷ı çok sınırlıydı. Dönemin ulaúım koúulları ve teknolojisi göz önüne alındı÷ında Van’dan, Erzurum’a, Elâzı÷’dan østanbul’a artık ürünün transfer edilmesi olanaksızdı. Bunun yanı sıra Do÷u Anadolu’nun co÷rafî koúulları, geçit vermez da÷ları bu transferin maliyetini artıran di÷er bir etkendi. Örne÷in 1577 Diyarbakır’da kilesi 12 akçeye satılan bu÷dayın Van’a gönderildi÷inde bir kile bu÷dayın ulaúım maliyeti bu÷dayın Van’daki fiyatı 27 akçeye çıkmaktaydı.171 Böyle bir ekonomik yapıda merkezi siyasal otoritenin uçlarda boy veren güç odakları üzerinde egemenlik sa÷laması da olanaksızdı. Bu nedenle merkezi siyasal otorite imparatorlu÷un sınırlarında yer alan bu güçlerle daha çok yatay düzlemle 169 Bayram Kodaman, “Hamidiye Hafif Süvari Alayları”, Tarih Dergisi s. 431 Yücel Özkaya, a. g.m, s. 124 171 Yücel Özkaya Osmanlı ømparatorlu÷unda Ayanlık, TKK, Yayınları Ankara, 1994, s 46, 170 69 bir siyasal iliúki geliútirmesinin nedeni nesnel koúulların zorunlulu÷uydu. Merkezi siyasal otoritenin aúiret dıúı gruplardan aldı÷ı di÷er bir vergi de resmi a÷nam (koyun vergisi) Bu vergi sefere çıkmayan Kürt aúiretlerinden alınan bir vergiydi. Bu vergiler teorik olarak belgelerde geçse bile aslında merkezi siyasal otoritenin bölgeden ve 17. yüzyıldan sonra vergi toplayamadı÷ı da bir gerçektir. Nitekim 17. yüzyılda miri arazi rejimi bozulmaya baúlayacak, topraklar malikâne ve divanî sistemi içinde mültezimlere verilecektir. Miri arazi rejiminin bozulmasıyla Do÷u Anadolu’da Kürt Mirlikleri ve Kürt hükümetleri yurtluk ve ocaklık topraklarını miri arazi toprakları aleyhine geniúleteceklerdi.172 17. yüzyılda topraktaki miri arazi rejiminin bozulmasıyla toprak devlet kontrolünden çıkarak, ømparatorlu÷un Rumeli Eyaleti’ndeki Ayanların ekonomik ve siyasal güç haline gelmelerinin koúullarını hazırlayacaktır. Buna benzer süreç ømparatorlu÷un do÷usunda Ekrat Hükümetlerinin miri arazi rejimine tabi toprakları gasp ederek Do÷uda feodal e÷ilimleri daha da pekiútiren bir sürece gireceklerdi. Bu topraklar hukuken olmasa bile fiilen Ayanların ve a÷aların malikâneleri durumuna gelecektir. Toprak düzeninde baúlayan bu de÷iúim mülkiyet iliúkilerini merkez-kaç unsurlar lehine bozarak toplumsal örgütlenmeyi yeni bir biçime sokacaktı. Reaya ile devlet arasında güçlenen bu sınıf, Batı Orta ça÷ında oldu÷u gibi topra÷ın gerçek sahibi durumuna yükselecekti.173 Bu süreç uygulamada Do÷u Anadolu’daki Ekrat hükümetlerini iktisâdi yönden güçlü hale getirerek Do÷u Anadolu’da toplumsal ve siyasal dengeyi gayri Müslimler aleyhine bozarak kaotik bir ortam yaratacaktır.174 2.2.1. Artık Ürüne El Koymada Devlet ve Aúiretler Teorik olarak artık ürüne vergi yoluyla el konulması yerleúik tarımı gerektiren bir durumdur. Merkezi siyasal otoritenin göçebe formasyonu içinde bulunan aúiretlerden vergi alması zordur. Buna karúın yerleúik halkın vergiden kaçması kolay olmamakla birlikte verginin kayna÷ını oluúturan ürünü göçebe Ömer Lüfti Barkan, Toprak Meseleleri. s. 465 Bernard Lewis, Ortado÷u Çev: Selen Y. Kölay, Arkadaú Yayınevi, Ankara, 2005 s. 347 174 Yaúar Yücel a. g m, s. 669 172 173 70 ekonomisinden farklı olarak gözlerden uzak tutma olana÷ı yoktur. Bu nedenle merkezi siyasal otorite göçebe aúiretlerin iskânını Osmanlı klâsik döneminden baúlayarak 19.yüzyıla kadar devletin temel stratejilerinden biri haline getirmiútir. Yerleúik tarım ekonomisine geçen topluluklar ise imparatorlu÷un sınır uçlarında sürekli göçebe aúiretlerin ya÷ma ve talanıyla karúı karúıya kalıyorlardı. Göçebe Kürt aúiretleri, göç yolu üzerinde bulunan Ermeni köyleri ve yerleúik Kürt köylerini, gelip geçerken, soyup ekinlerini hayvanlarına yedirdiklerden ve ayrıca hayvanlarına yedirmek üzere bu ekinleri biçip götürdüklerinden dolayı zarar görmekteydiler.175 øran sınırına yakın yerlerde bulunan yerleúik tarımla u÷raúan Ermeniler’in bu konuda merkeze yazdıkları úikâyet dilekçeleri 18.yüzyıl ve 19.yüzyıl boyunca devam etmiútir.176 ømparatorlu÷un sınırlarındaki yerleúik tarım alanlarında uç veren gens (kandaúlık) temelli feodal e÷ilimler artık ürünü güvence altına almak göçebe ekonomisinin talan ve ya÷masından korunmak için kendilerini güvence altına alacak aúiret mirliklerinin oluúmasına neden olmuútu. Ayrıca ømparatorlu÷un sınırlarında savaú örgütlenmesini merkezden oluúturmak güç oldu÷undan imparatorlu÷un sınır boylarında savaúı örgütleyecek fetih bürokrasisi üyelerinin merkeze ba÷lılıklarını güvence altına alabilecek bir maaúı karúılayacak artık ürünü yaratmak ve toplamak neredeyse olanaksızdı. Bu nedenle temel ödeme yöntemi olarak belirli toprakların gelirlerinin devlet memurlarına ayrılması veya resmi statüyü kullanma yoluyla kapatılmasına izin verilmesi gibi yöntemler kullanılırdı.177 Ancak bu gibi dolaylı ödeme yöntemleri sipahi veya kapı kullarının merkezin denetimini zayıflatarak sömürüyü, halkın tepkisini uyandıracak ölçülere vardıran tehlikeleri vardı. Tarım imparatorluklarının tipik krizi bürokrasinin maaúını ödeme ve büyük úehirlerin iaúesi sorunuydu. Örne÷in devrim öncesi Fransa’da baúlayan ekonomik krizin sonucunda bürokrasinin 175 Mayevsry. A.g. e, s. 110 Bu dilekçelerden birinde Van’da bulunan Ermeni ve Müslüman halkın bir bölümünün yedi Kürt aúiret reisinin ismi belirtilerek bunların gasp ve zulümlerine devam ettikleri adalleten istifade ümitlerini keserek yeniden muhaceret hazırlandıkları belirtilmekteydi. øddiaya göre Hüseyin Paúa adlı Kürt reisi (muhtemelenKör Hüseyin Paúa olmalı) “ liva merkezine celb edildikten sora tevkif ve muhakeme edilmeksizin avanesi ile serbets bırakılmıútır Bitlis’te Musa Bey’in kardeúi Kasım Bey ùubat ayında üç kiúiyi öldürmüú, Karslı bir ihtiyarı ve di÷er bir adamı daha kuyuya atmıú, ikincisinin zevcesini úimdiye kadar yanında saklamıú, birçok kadınların ırzına geçmiú ve daha bir çok cürümler iúledi÷i belirtilerek bunların cezalandırılmadı÷ın Bab-ı Aliye bildirmekteydiler. Bkz økdam, No: 5143 18 Eylül 1908 177 Barrington Moore. Demokrasinin ve Diktatörlü÷ün Kökenleri. Çev. ùirin Tekeli, Alâeddin ùenel ømge Kitabevi Ankara ,2003 s. 220 176 71 maaúını ödeme zorlu÷u çeken Fransız monarúisi bu soruna, bürokratik mevkileri satarak çözüm getirmeye çalıúmıútı.178 Aynı úekilde 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde de yükselen enflâsyon karúısında bürokrasinin giderlerini karúılamak için ta÷úiú (paranın de÷erinin düúürülmesi) politikaları ve mânsıbların (bürokratik mevki) satılmıútı. Mansıpların satılmasıyla birlikte dönemin edebiyat eserlerinde ve lâyîhalarında oca÷ın bozuldu÷u, ehliyet ve liyakatin ölçü olmaktan çıktı÷ı vurgulanmıútır. Nitekim “Beúik Uleması” deyimi de bu yüzyılda mânsıbların devlet memurlukların satılmasıyla ortaya çıkan yeni tipin eleútirisiydi.179 Tartıúmayı Do÷u Anadolu özelinde ele aldı÷ımızda bölgede artık ürünün sadece tarımdan de÷il hayvancılık üzerinden de devúirildi÷i vurgulanmalıdır. Do÷u Anadolu’nun ayırt edici özelli÷i tarımla hayvancılık arasındaki ayrımda hayvancılı÷ın belirleyici olmasıdır. Hayvancılık ise göçebe temelli bir ekonomi oldu÷undan merkezi otoritenin kent ve kır bürokrasinin bu ekonomi üzerinde uyguladı÷ı do÷rudan zorla artık ürünü devúirmesi her zaman mümkün olmamaktaydı. Zora ve baskıya ra÷men göçebe aúiretler kendi yaúam tarzlarını inatçı biçimde sürdürmeye devam ediyordu. Do÷u Anadolu’nun kurak co÷rafyasında tarımı yerleúik köylüler, hayvancılı÷ı ise mevsimden mevsime otlak ve yaylaklarda dolaúan göçebeler yapmaktaydı. Bu nedenle göçebelik uzun ömürlü olmuú, ekonomik ve toplumsal farklılaúmayı yavaúlatan bir etken olmuútu.180 Merkezi siyasal otoritenin güçlü oldu÷u dönemlerde göçebe aúiretler merkezi otoriteye karúı göreli olarak pasif bir durumdadırlar. Ancak siyasal otoritenin zayıf oldu÷u dönemlerde göçebeler daha saldırgan olmuúlar yerleúik tarım alanlarına ve øran‘dan gelen ipek kervanlarına saldırarak ya÷ma ve talanla181 tarlaları otlak haline getirerek yerleúik tarımın ve ticaretin geliúmesini engellemiúlerdi. Do÷u Anadolu’da aúiretlerin ya÷malarının önlendi÷i dönemler Safevi ve Osmanlı yönetiminin göreli merkezîleúme dönemleriydi. Merkezi siyasal otoritenin bölgede egemenli÷ini hissettirdi÷i zamanlarda yönetimler iç ve Michelet. Fransız øhtilali Tarihi I.cilt Çev. Hamdi Varo÷lu Milli E÷itim Basımevi 1950 østanbul s.5 179 Bkz Koçi Bey Risalesi Haz: Zuhuri Danıúman Ecdad Yayınları 1994 Ankara s. 45 180 Bernard Lewis, Ortado÷u, s. 216–217 181 Köylülerin, artık emeklerin sömürücüler tarafından el konulması, Marx’ın “ekonomi-dıúı” araçlar diye adlandırdı÷ı unsurlar, askerî, adlî ve siyasî güce dayalı egemen güçlerini kazanmalarında toprak sahiplerinin ya da devlet tarafından uygulanan do÷rudan baskıyla yapıldı÷ı ve artık ürüne el konuldu÷u tasarruf biçimidir. Bkz. Elleın, Meıkıs Wood. Kapatalizmin Kökeni Çev: Cevdet Aúkın Epos Yayınları 1999 Ankara s. 106 178 72 dıú ticareti teúvik ederek, köprü yol yapımlarını destekleyerek, göçebe akınlarını siyasal olarak kontrol altına almıúlardı. Bu göreli istikrar dönemlerinde çarúılar kurarak, ekonomik olarak yerleúik grupların çıkarlarını koruyarak ekonominin geliúmesini sa÷lamıúlardı.182 Ayrıca imparatorlu÷un sınırlarında yer alan bölgenin co÷rafî etkenlere ba÷lı olarak biçimlenen ekonomik yapısı, yerleúik tarımı teúvik edecek düzeyde yerleúimi cazip kılacak verimli toprakların azlı÷ı ekonomide göçebe ekonomisini dirençli hale getiren di÷er bir faktördü. ømparatorlu÷un batısı ile do÷usu arasında bir karúılaútırma yapacak olursak, Batıda 18. yüzyılda göçebe yapıları büyük oranda çözülmüútü. Buna karúın Do÷u’da göçebeli÷in ekonomik ve toplumsal ve kültürel temelleri halen çok sa÷lamdı. Bölgenin toplumsal yapısı birbirine entegre olmamıú aúiretlerin parçalı yapılarından oluúuyordu. Aúiretlerin bu parçalı yapısı pazar iliúkisinden öte para ekonomisinin bile çok zayıf oldu÷u ilkel düzeyde kapalı bir niteli÷e sahipti. Merkezi siyasal otoritenin bürokrasisi ise bölgedeki yerel güç odakları ve mahalli nüfuz sahiplerince adeta paylaúılmıú durumdaydı. Bu aynı zamanda merkezle merkez-kaç unsurların bir iktidar paylaúımının gerilimini yansıtıyordu. 183 Merkezi siyasal güç ve aúiretler arasındaki bu gerilim yüzyıllar boyunca devam etmiúti. Merkezi siyasal otorite ile da÷ınık aúiretler arasındaki bu gerilimin temel nedenlerinden birisi, merkezin asker ve vergi toplamak için bölgedeki aúiretleri yerleúik düzene geçirme çabasından kaynaklanmaktaydı. Merkezi siyasal otoritenin bu giriúimlerinin her zaman baúarılı oldu÷u da söylenemez. Ancak bu da÷ınık aúiretleri zaman zaman bir aúiret toplulu÷u altında örgütleyip manipule ederek øran’la olan savaúlarda asker gereksinimini karúılımada bu politikalar etkili oluyordu. Devletin savaú koúullarında aúiretlerle olan bu ittifakı aúiret gruplarının merkezi siyasal otorite tarafından resmi padiúah fermanıyla tanınarak bulundu÷u bölgelerde daha etkin bir güç oda÷ı haline getiriyordu. N.R. Keddie. “ Socio-economii Change øn The Middle East Since 1800” Ed. A. I Udovitcih. The Islamic Middle East. Princeton 1981. s 65 183 Bruines a. g.e 365 182 73 2.3.Tanzimat Fermanı ve Vilâyyat-ı ùarkîye Tanzimat fermanı Osmanlı toplumsal düzenindeki etnik-dinsel ve cemaat temeli üzerine kurulan geleneksel yapıyı hukuksal olarak de÷iútirdi. Tanzimat fermanın asıl amaçlarından birisi gayrimüslim azınlıkların dini ve etnik kimliklerini, mal ve can güvenliklerini güvence altına almaktı. Bu de÷iúiklikler daha sonra Ermeniler ve Rumlar arasındaki etnik-dini kimlikler temelinde baúlayan siyasallaúma süreciyle uluslaúmaya do÷ru bir evrim sürecine girecekti.184 Osmanlı toplumsal yapısındaki bu dönüúüme parelel olarak uluslaúma süreciyle gayrimüslim cemaatlerin etkinli÷i daha da arttı. Gayrimüslim unsurların imparatorlu÷un toplumsal yapısı içinde orta sınıfı oluúturan Ermeniler ve Rumlar yabancı sermayenin imparatorluk içinde iliúki kurdukları önemli aracılardı. Avrupa’nın ekonomik, politik ve askeri çıkarları gayrimüslim azınlıklar arasında yeni tüccar ve entelektüel sınıfların yükselmesine yol açtı. Bu çerçevede 1838 Ticaret Antlaúması serbest ticaret koúullarını oluúturmuútu. Tanzimat süreci de bu serbest ticaret düzenin gerektirdi÷i üst yapı kurumlarını dönüútürerek gayrimüslim Ermeni ve Rum burjuva sınıfı185 ile 184 185 Kemal Karpat “Orta Do÷u’da Osmanlı Etnik ve Dini Mirası” Ortado÷u’da Etnisite Ço÷ulculuk ve Devlet s. 59 Ed. Milton JEsman, Itamar Rabinovich Burjuvazi bu kelime XII. Yüzyıldan beri kullanılmaktaydı, Burjuva bir anlamda bir kentin ayrıcalıklı hemúerisi anlamına gelmekteydi. Fransız bölge ve kentlerine göre kelime ancak XVI. Yüzyılın sonu veya XVII. Yüzyılın baúında yayılacaktır, kelimeyi kesin bir úekilde yayacak olan XVIII. Yüzyıldır ve Devrim ona asıl ününü sa÷layacaktır. Burjuva sınıfı toplumsal yükselmenin birinci basama÷ını köylülerin oluúturdu÷u tarımsal iliúkiler ile serbest denilen meslekler arasındaki, aúılması güç düzey farkını ifade etmektedir. Bu serbest meslekler herúeyden önce hukuk alanına aittir. Bu meslekler úöyle sıralanablir: Avukatlık, dava vekilli÷i, noterlik gibileridir. Bunların arasından ço÷u kendinden yaúlı bir meslekdaúın yanında yetiúmiú ve üniversite okumamıútır: Üniversite okuyanların ço÷u da bu iúi keyfe keder olarak yapmaktadırlar. Burjuvalar için meslek saygınlık yaratmakla birlikte kendi baúına yeterli de÷ildir bunun yanında ayrıcalıklarının belli bir zenginli÷e sahip olması gerekmektedir, rahatlı÷a ulaúmıú olması, saygın bir úekilde yaúıyor olması, kent çevresinde bir miktar toprak satın almıú olması, ve sine go non koúul olarak caddeye bakan bir evde oturması gerekiyor. Burjuva sınıfını iktisadi yaúamda oynadıkları role ve toplum içindeki yerlerine göre çeúitli kategorileri ayırmak gerekmektedir. Bu konuda úöyle bir sınıflama yapmak mümkündür. 1. Gayrı Menkul Kirasından Geçinen Pasif Burjuvalar 2. Serbest Meslek Sahipleri: Avukatlar. Noterler, Doktorlar v.b 3.Küçük Burjuvaziyi meydana getiren Esnaf ve sanatkârlar 4.Geliri meta üretimi ile ticarete dayanan kâr yoluyla iktisadi üstünlü÷ü ele geçirmiú olan büyük burjuvalar ya da Gentr’ler Emmanue. l Sieyes. Tiers Etat Nedir, Çev: Süheyl Derbil AÜ H.F D. 1951 s.126-207. Geliri meta üretimi ve ticarete dayanan burjuvaların Tiers Etat içinde 74 bürokrasiyi imtiyazlı hale getirdi. 1838 Antlaúması gibi Tanzimat reformları da øngiltere ve Batı’lı güçler tarafından empoze edilmiúti. Tanzimat kuúkusuz imparatorlu÷un modernleúmesi yönünde önemli bir adımdı ancak Fransız devriminde oldu÷u gibi binlerce köylüyü reayalıktan kurtaracak bir düzenlemede de de÷ildi. Üst yapı düzeyinde ise batılılaúmaktan çok sömürge iliúkilerinin yapısal olarak yolunu açan bir düzenlemeydi. Atatürk Tanzimatı úöyle açıklamaktaydı: “ Sultan Abdülmecid zamanında belki Reúit Paúa’nın tasvibiyle, Daha do÷rusu dahiliye-i memlekette isyan oca÷ını körüklemekte olan gayr-i Müslim unsurları memnun etmek zaruretinden, bunların memnuniytini iltizam eden Avrupa’nın ve garbın karúısında bir úey yapmak lâzım geldi. Gülhane Hattı-ı Hümayunu meydana çıktı.186 Lord Stratford ‘un Türkiye anılarında da reformun baú amaçlarından birinin, Hıristiyan reayayı Sultanın en hür, en gözde uyrukları yapmak oldu÷u187 ileri sürülerek Atatürk’ün görüúü do÷rulanmaktadır. O kadar ki, Ermeniler, Rumlar, Amerikan misyonerleri, øzmir ve østanbul tüccarları Tanzimatı nasıl öveceklerini bilemiyorlardı. Gerçekten, øngiliz Büyükelçisinin perde arkasından yönetti÷i Tanzimat reformlarından Türkiye’de yararlananlar, paúaların yanı sıra, Batı kapitalizminin yerli komisyoncu÷u rolünü yüklenen Rum ve Ermeni aracılardı.188 Tanzimatla birlikte bu hareketin öncüleri memurlara ait servetlerin müsaderesi usulune son vererek Babı Âli bürokrasisinin zaten Tanzimat’tan önce baúlayan fiili durumunu meúru hale getirerek bu sınıfın servetlerini katlamalarının hukuksal yolunu açtı. Lütfi Tarihi’nde gayrimüslüm burjuva sınıfı’nın yanında bu azınlıktadırlar, Fransız Devrimi’nin sosyalist tarihini yazan JAURES Burjuvazinin zenginleúme kaynakları arasında ticaret, manifaktür üretimi ve faizcili÷in yanında vergi mültezimli÷inin de önemli bir yeri oldu÷unu ve 18. yüzyılda büyük ölçüde devlete egemen olma yollarından birinin bu vergi mültezimli÷i oldu÷unu belirtmektedir. Jaures göre bu egemen sınıf 14 ve 15. Louis’lerin øngiltere Avusturya, Prusya’ya karúı yürüttükleri savaúları, devlete açtı÷ı kredilerle desteklemiúlerdir. Böylece devlet hazinesinde alaca÷ı gittikçe kabaran burjuvaziye siyasi iktidarın kapılarını açmıúlardır. Bkz. Murat Sarıca 100 Soruda Fransı øhtilali 186 Atütürk, Söylev ve Demeçler. C. I s. 129 Lord Straford’un Türkiye Anıları Tarih Vakfı Yurt Yayınları1999, s. 117 188 Do÷an Avcıo÷lu. Türkiye’nin Düzeni C. I. S.122 187 75 sınıfı “Ol vaktin diúliceleri” olarak tanımlıyordu.189 Tanzimat reformlarıyla birlikte açık pazar haline gelen ülke ekonomisi batı sanayi ürünleri ve sermayesinin hücumuna u÷ramıútı. Avrupalı sermayedarlar Galata bankerlerine özenerek devlete borç vermek için yarıúa gireceklerdi. Osmanlı Devleti’nin ilk borçlanması Reúit Paúa’nın sadrazamlı÷ı sırasında 1850 yılında yapılmıútı. Reúit Paúa sadrazamlıktan uzaklaútırıldıktan sonra vekiller heyeti borç sözleúmesini fesh etmiúlerdi.190 Ancak daha sonra 1854 Kırım Savaúı için batı ülkelerinden borç alınmaya tekrar baúlanacaktı. Bu dönemde Avrupa kapitalizmi yapısal bir kriz içinde sermayenin tekelleúti÷i ve tröstleúti÷i bir süreci yaúıyordu. Mali sermaye bu krizi aúmak için sermaye ihracını gerekli kılmıútı. Bu de÷iúiklik Avrupa dıúı ülkelere do÷ru sermaye akıúını hızlandırmıútı. 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra, “Osmanlıcılık” kavramı benimsemiú, siyasal bir proje olarak Osmanlıcılık inançları ve dilleri ne olursa olsun Osmanlı topraklarında yaúayan herkesin Osmanlı vatandaúı kabul edildi÷i düúüncesi uygulanmaya konmuútu. Osmanlıcılık fikrini daha da pekiútirmek için hükümet, 1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslimleri resmen tanımıú, belediye ve il yasalarını çıkararak yeni kurulan idare meclislerinde gayrimüslimlere temsil hakkı tanınmıútı. Bu meclislerdeki gayrimüslim temsilciler milletlerin sözcüleri olarak de÷il ba÷ımsız bireyler olarak seçilmiúlerdi. Böylece gayrimüslim millet mensupları Osmanlı vatandaúı olarak kabul edilmeye baúlanmıú fakat resmi milliyet yasası 1869’a kadar kabul edilmemiútir. Osmanlı vatandaúlarına yeni ve modern bir statü veren bu yasa zaten yerleúik durumda olan bir kavramı teknik açıdan yasallaútırmıú ve ona açıklık getirmiúti191 Ancak toplumsal yapısı ümmet esası üzerine kurulmuú devlette bu vatandaúlık hukuku uygulamada pek çok sorunu beraberinde getirmiúti. Bu sorunlar ise milliyetçilik kavramından kaynaklanıyordu. ømparatorlu÷un yapısı içinde birbirinden kopuk unsurların oluúturdu÷u bir yapıda gayrimüslim milletler arasında baú gösteren milliyetçilik e÷ilimini önlemede bir araç olarak kurgulanan Osmanlılık ideolojisi temelinde vatandaúlık kavramının uygulanması baúlı baúına bir sorun oluúturmaktaydı. 189 Lütfi Tarihi Cilt III. Haz. Münir Aktepe TTK Yayınları 1988 Ankara s. 231 Mehmet Zeki Pakalın. Tanzimat’ın Maliye Nazırları, Knaat Kitabevi 1939 østanbul s.39 191 Kemal Karpat, Osmanlıda De÷iúim Modernleúme ve Uluslaúma Çev: Dilek Özdemir ømge Kitabevi Ankara 2006 s. 312 190 76 ømparatorlu÷un, Fransız devrimiyle baúlayan milliyetçilik akımlarına karúı kendi bütünlü÷ünü korumak amacıyla geliútirdi÷i “Osmanlıcılık” projesi ümmet ve imparatorluk zihniyeti temelinde yurttaú yaratmayı amaçlıyordu. Bu sorun imparatorlu÷un yurttaúı olmayı ifade eden ve bu yurttaúa batı Avrupa’daki herhangi bir ulus devletin yurttaúına ait her türlü hakları tanıyan “ Osmanlıcılık” ideolojisi benimsetilmesini amaçlamaktaydı. Ancak özgürlük, eúitlik ve kardeúlik gibi kavramların Osmanlıcılık çatısı altında benimsenip savunulması teorik olarak mümkün görünse bile pratikte bunun gerçekleúmesi olanaksızdı. “Osmanlıcılık” projesinin ilk çeliúkisi, daha do÷rusu imkânsızlı÷ı da bu noktada yatıyordu. Ulusdevletlerde uygulansın diye ortaya atılmıú ilkeleri göklere çıkararak yarım yüzyıldan beri Osmanlı ømparatorlu÷unu bölüp parçalayan, bu parçalanmanın asıl temelini meydana getiren farklılıkların, úimdi gene aynı amaçlarla ortadan kaldırılması isteniyordu. Bu ikinci bir çeliúkiyi de beraberinde getiriyordu. Örne÷in Fransız Devriminin getirdi÷i Ulus devlet ve ona ba÷lı olarak eúitlik, özgürlük ve kardeúlik ilkesi Osmanlı’da “milleti hakime” ilkesine ve Müslümanların üstünlük rolü gibi ilkelerle çeliúen yönü bu projenin teorik açmazıydı.192 Tanzimat fermanı ve 1856 Islahat fermanının uygulamada ortaya çıkardı÷ı sorunlarla birlikte Müslüman halkın gayrimüslim cemaatlere bakıú açısında önemli bir sapma meydana getirdi. Tanzimat öncesi toplumsal sınıfların ayrımında iki temel sınıfı oluúturan Askeri sınıf-Reaya sınıfı yerine MüslümanGayrımüslim ayrımı öne çıkamaya baúladı. Bu da dini ayrımdan etnik ayrım ve tanımlara geçiúi kolaylaútırarak cemaatlerin dinle birlikte etnik temel üzerinde bir ideoloji geliútirmelerini hızlandırdı. Konunun Do÷u Anadolu’yu ilgilendiren yönü Ermeni sorunuydu. Tanzimat yöneticileri sorunu daha çok yönetim yanlıúlıklarından ileri gelen, idarî düzenleme ve ıslahatlarla çözülebilecek bir sorun olarak görüyorlardı. Ancak dini ve etnik unsurların öne çıkmaya baúladı÷ı dönemde bu önlemlerin bir çözüm olmayaca÷ı sonradan anlaúılacaktı. Çünkü bölgede yerel seviyedeki toplumsal farklılaúmalar ve sorunlar salt idarî de÷il aynı zamanda ekonomik, kültürel, dini, etnik vb. 192 Stefanos Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye, Cilt III Çev: Babür Kuzucu Belge Yayınları 2001 østanbul, s, 220-222 77 sorunlardı.193 Tanzimatçılar, merkezi idarenin iktidarını güçlendirilebilmesi için, askerlik ve vergi sorunlarını çözmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için vergilerin toplanması iúini merkezi denetime ba÷layarak, meclislere gayrimüslimlerin de katılması, yerel idarenin âyan ve eúraf etkisinden kurtarılarak merkeze daha fazla ba÷lanması gibi yenilikleri yaúama geçirdiler.194 Bu düzenlemelerden birisi de 1867 Vilâyet Nizamnamesiyle baúlatılan yerel idare meclislerinde gayrimüslim unsurların temsil edilmesi, bürokrasiye daha çok gayrimüslim alınması, Osmanlı Devletinde gayrimüslimlerin ekonomik durumlarını, toplumsal ve hukukî konumlarını yükselmesini sa÷ladı. Avrupa siyasetindeki yeni dinamiklerle çakıúan bu geliúme, geleneksel statüsünü yitirdi÷ini hisseden Müslüman unsurlarda, özellikle yerel iktidar odakları ile ulemada Avrupa’ya ve yerli Hıristiyan cemaatlere karúı düúmanca bir tavır geliútirilmesine yol açmıútı.195 Bu geliúme özellikle Do÷u Anadolu’da Müslümanlar tarafından kuúku ve tepkiyle karúılanmıútı. Tanzimatla birlikte gayri Müslimlerin vilâyet meclislerinde yer alması özellikle Do÷u Anadolu’daki Sünni Kürt aúiretleri açısından rahatsızlık verici bir geliúmeydi. Çünkü Ermenilerin Tanzimatla elde ettikleri kazanımlar can, mal güvenli÷i hukukî ve diplomatik garantiler zaten ya÷ma ve talan ekonomisi üzerinde biçimlenen Kürt aúiretlerinin bölgedeki güç iliúkilerindeki konumunu zayıflatmıú ve bu aúiretlerle ømparatorluk arasındaki ittifakın zayıflamasına yol açmıútı. Ermeni Meclisi’nin kuruluúunun Kürtler açısından taúıdı÷ı di÷er bir olumsuzluk ise Millet Nizamnamesinin Ermeniler için bir Rönesans niteli÷inde olmasıydı. Ermeniler nizamnameyle taúrada örgütlenmiú okullarını, gazetelerini dini kurumlarını bir çatı altında örgütleyerek østanbul’da bir merkez meydana getirdiler. Ermeni milletinde e÷itim ve kültürün merkezi bir koordinasyonla tek çatı altında toplanması ulusal bilinçlerini hızla geliútirerek Ermeni cemaatini birbirine daha çok ba÷ladı. Bu dönemde Ermeni kilisesinin taúradaki temsilciliklerinin dikkate de÷er bir geliúim içinde oldu÷u görülür.196 Tanzimat’ın getirdi÷i düzenlemelerle Ermeniler her yerde yeni toplantılar Stefanos Yerasimos a.g.e, s. 78 Suavi Aydın, Kudret Emiro÷lu. Mardin: Aúiret, Cemaat, Devlet. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000 østanbul. s.202 195 Davison, Roderic H. Osmanlı ømparatorlu÷u’da Reform 1856-1876, Çev: Osman Akınhay. Papirus Yayınları, østanbul 1997 s. 65 196 Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni –Kürt øliúkileri Çev: Bedros Zartaryan, M. Yetkin, Med Yayınları, østanbul 1992 s.93 193 194 78 düzenliyor ve kendi kilise temsilcilerini seçiyor veya temsilciler patriklik tarafından tayin ediliyordu. Ermeni Meclisinin kurulmasından sonra Ermenilerin en önemli úikâyetleri Kürt aúiretlerinin saldırıları olmuútur. 1880 yılına kadar Ermeni Meclisi BabAli’ye Kürtler aleyhine 144 úikâyette bulunmuútu.197 Ermenilerin bu úikâyetleri Bab-ı Ali’yle sınırlı kalmamıú Berlin Konferansına da taúınarak Avrupalı güçlerin Osmanlıya diplomatik baskı yapmasının en önemli gerekçesi haline gelmiúti. Do÷u ve Ermeni sorununu Avrupa gündemine sokan Berlin Konferansı’ndan sonra ikinci kez alınan ıslahat kararı Ermeniler için reform yapılması anlamına geliyordu. Bu kararla Osmanlıların o zamana kadar ıslah ve iskân etmek istedi÷i Kürt aúiretleriyle Ermenilere karúı politikası de÷iúiyordu. Berlin Konferası ile birlikte Tanzimatçı paúaların yerine Hamidiye alayı paúası geçiyordu. 2.4. 1858 Arazi Kanunnamesi Tanzimat reformlarının getirdi÷i de÷iúim ve dönüúümün toprak mülkiyet iliúkilerindeki yansıması ise kendini 1858 Arazi Kanunnamesiyle gösterecekti. Kanunnameye göre Osmanlı toprakları Memluke (Özel Mülkler) Miriye, (Devlet mülkleri), Mevkufe, (Vakıf Mülkleri), Metruke (Terkedilmiú Mülkler) Mevât (Boú topraklar) olarak beú kısma ayrılıyordu. Ömer Lütfi Barkan bu toprakları iki baúlık altında gruplandırmakta; birinci gruptakileri özel mülkiyetin olmadı÷ı devletin kontrolünde olan miri topraklar, ikinci gruptakileri ise rekabesi (çıplak mülkiyeti) özel úahıslar, vakıflar ve kurumsal yapılara ait olan topraklar olarak tasnif etmektedir.198 Tanzimat sürecinin bir sonucu olan 1858 Arazi Kanunnamesiyle getirilen topraktaki rejim de÷iúikli÷i fiili olarak daha önce baúlayan topraktaki özel mülkiyete do÷ru evrimleúme sürecinin hukuksal onayıydı. 1858 Kanununamesi miri arazi üzerinde kurulmuú ba÷ımsız küçük çiftçi iúletmelerinde bireysel tasarruf ilkesini getirmekteydi. Köylü, bireysel tasarruf ilkesine dayanarak arazide istedi÷i gibi tarım yapabilecek, arazisini kiraya verebilecekti. Gerçi bunlar tarım memurunun iznine ba÷lı olsa da izin uygulamada Osman Aytar, Hamidiye Alaylarından Köy Koruyuculu÷u’na Medya Güneúi Yayınları, østanbul, 1992 s.39 198 Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meseleleri Toplu Makaleleri s. 365 197 79 iúlevsiz kalmaktaydı. øzinle arazinin borç için satılması, ipotek edilmesi önlenmek istenmiúse de bu uygulamada önlenememiú, büyük toprak sahipleri borç ve ipotek yoluyla topraklarını büyütmeye devam etmiúlerdi. Kanunnamenin 23. Maddesi topra÷ın, iúleyenin zilyetinde olaca÷ını kabul ediyordu. Fakat topra÷ı iúleyenler ya da ondan otlak olarak yararlananlar bundan habersizdi. Ayrıca devlet yüzyıllardan beri köylüyü sadece vergi toplarken ya da asker alırken hatırlamaktaydı. Bu nedenle köylüde devlete karúı bir korku ve güvensizlik duygusu egemendi. Kanunnamenin getirdi÷i yeni düzenlemelerin farkında olanlar aúiret, kabile reisleri, úeyhler ve yüksek dereceli memurlardı. Do÷u Anadolu’daki aúiretlerin elinde bulunan topraklarda zaten bireysel mülk tanınmıyordu. Otlaklar aúiretin ya da aúiretin altında bulunan kabileye aitti. Kısa süre içinde ekilebilir topraklar eskiden ocaklık sahibi nüfuzlu beyler ya da onların ardılları aúiret reisleri úeyhler ve yüksek memurlar adına kaydedilmiúti.199 Do÷u Anadolu’da devletin, siyasal gücü daha çok miri topraklar üzerindeki kontrolünden kaynaklanıyordu. Bu topraklarda eeorik olarak ekilebilen bütün arazi padiúaha ait olup, uyruklar ancak intifa (kullanım) hakkına sahipti. øktisâdi hayat durgunlaúmaya baúlayınca, bu haklar ticaretten ya da pazar için üretimden daha kârlı hale geliyordu. Tam anlamıyla mülkiyet hakkı Memluke (mülk) edinmiú olanlar bile 17.yüzyıldan sonra ellerindeki topraklarda tarımı modernleútireceklerine iltizam haklarına talip olmuúlardı. Bu e÷ilim aynı zamanda tarımda kapitalist süreci engelleyen ve geciktiren bir e÷ilimdi. Piyasanın yerine, devletin tanıdı÷ı ayrıcalıklarından ve onun nüfuz iliúkilerinden yararlanan bürokrasi kesimini daha güçlü hale getirecekti. Bürokrasi üyelerinin, iltizam sisteminin devamından yaúamsal çıkarları vardı. ølginç olan devlet gerilerken ve gelir ihtiyacı gittikçe artarken Osmanlı devlet adamları hiçbir zaman ciddi olarak arpalık sistemini terk edip potansiyel yeni vergi kayna÷ı olarak tarımda özel teúebbüsü teúvik etmeyi düúünmediler. Bunun nedeni topra÷ın her úeyden önce bir kiúiye ait de÷il göreve ait olmasından kaynaklanıyordu.200 ølke olarak Osmanlı toprak rejiminde özel mülkiyet kural de÷il istisnadır. Topraktaki mülkiyet 199 200 Cin, Halil, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülkiyete Dönüúümü Selçuk Üniv. Yayınları 1987 Konya s. 243 ùerif Mardin. Din ve ødeloji, øletiúim Yayınları østanbul. 1999 s.86 80 iliúkilerinin de÷iúmesi toplumsal ve siyasal yapıyı dönüútürerek özel mülkiyete do÷ru bir e÷ilim sürecine girecekti. Bu süreç Tanzimatla baúlayıp 1858 Kanunnamesiyle devam eden hukuksal yapıyı de÷iútirmeye zorlayacaktı. Arazi Kanunnamesi’nin yürürlü÷e girmesiyle birlikte, Do÷u Anadolu’da toprak a÷aları geniú miri arazileri ucuz fiyatla devletten almaya baúladılar. Geri kalan miri arazi topraklarının bir kısmı ise uzun süre atıl kaldı. Çünkü toprakların önemli bir kısmı verimsizdi verimli olanlar ise sulama eksikli÷i nedeniyle tarım yapılmaya elveriúli de÷ildi. Do÷u Anadolu’da miri toprakları iúletmek için kiracı bulmak da kolay olmadı÷ından, Kürt aúiret reisleri, küçük üretici köylüleri ortakçı durumuna getirmek için çeúitli baskılara baúvurdular. 1858 Kanunnamesinin Do÷u Anadolu’yu ilgilendiren en önemli maddesi 8. maddeydi. Bu madde büyük toprak mülkiyetini önlemek amacıyla yeni bir düzenleme getirmiúti. Bu madde, ortak zilyetlik ya da tasarruf hakkını tanımıyordu. Bu maddeye göre bir köyün ya da kasabanın topra÷ı bir bütün olarak halk ya da birkaç kiúiye ba÷ıúlanamazdı.201 Miri toprak rejiminin özel toprak rejimine do÷ru evrilmesinin somut bir aúamasında 1910 yılında çıkarılan bir kanunla da özel mülkiyette oldu÷u gibi arazisini ipotek hakkına kavuúuyordu.202 Sonuç olarak Tanzimatla baúlayan merkezîleúme süreci ülkenin batısında bazı büyük toprakları müsadere etmekle birlikte 1858 Arazi Kanunnamesi ülkenin do÷usunda uygulanamamıútı. Do÷u Anadolu’da Kürt aúiretler ve a÷aların siyasal ve ekonomik gücü bu merkezîleúme politikalarıyla da tasfiye edilememiúti. Her ne kadar 1858 Kanunnamesi büyük toprak mülkiyetini önleyici düzenlemeler getirmiúse de bu hükümler Do÷u Anadolu’da uygulanma olana÷ı bulamamıútı. 201 Ö.Lütfi Barkan.”Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Arazi Kanunnamesi” s. 378 202 Gökalp. “Ziraat ve Zeamet”, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’,s. 109 81 2.4.1. Do÷u Anadolu’da Yurtluk ve Ocaklık Statüsündeki Topraklar Do÷u Anadolu’da toprak düzeni miri toprak rejiminin yanında aúiretlere ait “yurtluk ve ocaklık” statüsünün yan yana bulundu÷u ikili statüye tabiîydi. 16. yüzyılın baúlarından itibaren, Osmanlı padiúahlarıyla øran úahlarının savaú alanı haline gelen dönemde Kürdistan olarak bilinen bölge, ødris-i Bitlisi’nin Kürt aúiret reislerine otonom bir nitelik kazandıran feodal örgütlenmeye öncülük etmiúti. Örgütlenme Osmanlı tarafından tanınmıú ve böylece Kürt beylerinin birço÷u merkezi siyasal otoriteye göreli olarak ba÷lanmıútı.203 Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’daki bu toprak düzeni, Osmanlı toprak rejimi içinde istisna sayılabilecek yurtluk ve ocaklık úeklinde toprak temliklerinden oluúan kaydı hayat úartıyla babadan o÷ula geçen bir statüye tabiydi. Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’daki toprak düzeni Osmanlı Kanunnamelerinde úu úekilde düzenlenmiúti. “Kürdistan’da bu toprakların bir kısmı ocaklıktır ki hin-i fetihte (savaú zamanlarında) bazı ümeraya (beylere) hizmet ve itaatleri mukabelelerinden (karúılı÷ında) bervech-i te’bid (ebedi olarak) sancak ve has tarikiyle (yoluyla) tevcih olunmuútur ki bu makullelere (insanlara) erbaba-ı divan istilahında yurtluk ve ocaklık derler. Kürdistan beyleri ve hâkimleri bu kabildendir yine sancak itibar olunur, selatini (sultanlar) selef(öncülü) ve haleften (ardılı) ellerinde beratları vardır ve temessükleri (do÷uúları) mucibince bunlar azl (görevden alma) ve nasbı (atama) kabul eylemezler. Beylerbeyleri ile sefere eúlik ederler, bunlardan birisi fevt(ölürse) olursa veyahut eda-ı hizmet etmese yurdu, oca÷ı, sanca÷ı hasları o÷luna ve akrabasına verilir, hariçten kimesneye verillü gelmemiútir.204 Statü bakımından miri arazi rejiminden farklı olan bu topraklar sancaklar halinde bölünmüútü. Eyalet ismiyle de geçen bu sancaklar: Eyalet-i Cizre, Eyalet-i Bitlis, Eyalet-i Hısn-ı Keyf (Hasankeyf) Eyalet-i Sûran, Eyalet-i ømadiye 203 204 Minorsky, «Kürtler» maddesi, øslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 1091, 1093. ø. H. Uzunçarúılı Osmanlı Tarihi II. Cilt, TTK Yayınları Anakara s. 275 82 ve Eyalet-i Çemiúkezek’ti. Bu eyaletlerin Kürt Beyleri Ümeray-ı øzam (büyük emirler) olarak anılırlardı. Bunlara yazılan hükm-i úeriflerde siz (Osmanlı fermanlarında “siz” kelimesi hiyerarúik olarak daha üst yöneticilere hitap ederken kullanılan bir kelimeydi.) diye hitap ediliyordu.205 Bu sancaklar darül-harb (savaú bölgesi) deki sancaklar olarak kabul ediliyordu. Bölgelerdeki Ekrâd sancakları klasik Osmanlı sancaklarından farklı olarak daha çok özerkli÷e sahiptiler.206 Do÷u Anadolu’daki Ekrad Hükümetleri ve Ekrâd Sancaklarının sayıları dönemden döneme de÷iúmiútir. 1631–1632 tarihli bir idarî taksimat defterine göre o tarihte Diyarbakır ve Van eyaletlerinde “ocaklık” olarak tanımlanan, 10 hükümet ve 21 Ekrad sanca÷ı vardı. Bunlar: Diyarbakır Eyaleti’nde, Hazzo, Cizre, E÷il, Tercan, Palu, Genç (Bingöl) Van Eyaleti’nde ise Bitlis, Hakkâri, Hizan, Mahmudi207 hükümetleriydi. Bölge’de Hükümetler ve Ekrâd Sancakları yanında bir de “Mir-i Aúiretlikler vardı. Bunlar sancak sisteminin dıúındaydılar. Ancak beylerinin dereceleri sancak beyi ile zeamet sahipleri arasındaydı. Miri aúiretlik statüsü de “yurtluk ve ocaklık” düzenine tabiydi. Aúiret reisi öldü÷ünde ya da merkezi siyasal otoriteye ihanet etti÷inde, “reislik” o÷luna ya da akrabalarından birine verilirdi. Aúiret reisinin merkezi siyasal otoriteye karúı sorumlu÷u savaú sırasında sancak beyleri ile sefere çıkmaktı. Miri aúiretlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber, Kanunî Dönemi’nin sonuna do÷ru Van, Diyarbakır ve ùehri zor’da kırk kadar Mir-i Aúiretlik bulundu÷u ifade edilmektedir.208 Bu rejim içinde Ekrat Hükümetleri ve Mirlikleri toprak rantına el koyan sınıf olarak Osmanlı idarî sisteminin dıúında ancak savaú dönemlerinde merkezi siyasal otoriteyle iliúkisi olan konumlarıyla feodalizmin bütün özelliklerini gösteriyordu. Bunun yanı sıra Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da yaygın kanaatin aksine bölgenin bütün toprakları Kürt Mirliklerinde ya da Hükümetleride oldu÷u gibi yurtluk ve ocaklık statüsüne tabi de÷ildi. Bu mülkiyet biçiminin yanı sıra Osmanlı miri rejiminin uygulandı÷ı zeamet ve hasların bulundu÷u topraklar da mevcuttu. Bu 205 Ayn-ı Ali Efendi Osmanlı Devleti Arazi Kanunları Haz: Hadiye Tuncer Resimli Posta Matbaası Ankara 1962, s. 27 206 Halil ønalcık, Donald Quataert Osmanlı ømparatorlu÷u’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi; Çev: Halil Berktay Eren Yayınları østanbul, 2004 s. 146 207 Bkz,Osman Turan, XVII. Yüzyılda Osmanlı ømparatorlu÷u’nun ødari Taksimatı, s. 201-232; Osmanlı’da Tevcihat, Kodaman,Osmanlı Devri’nde Do÷u Anadolu’nun ødari Durum, 17-18 Arıca bkz., Pitcher, A Historical Geography of the Otoman Empire, XX-XXII. 208 ø.H.Uzunçarúılı. Osmanlı Tarihi II. Cilt, s. 581 83 topraklar daha çok bölgede görev yapan merkezi siyasal otoritenin yöneticilerinin maaúlarını karúılayan dirliklerdi.209 Dirliklerdeki sipahiler 17. yüzyılda imparatorlu÷un batı bölgelerinden ve Musul’dan göç ettirilip iskân edilen aúiretlerin uzantısı olarak bölgede yerleúik hale gelmiú ailelerden oluúmaktaydı. . Bölgedeki toprak düzenini ve bunun üzerinde temellenen toplumsal örgütlenme biçimini Ziya Gökalp úöyle anlatmaktadır:210 “A÷a köyleri mukim aúiretlere nisbetle daha serbestirler. Mukim (yerleúik) aúiretlerde, aúiret beyi köylülerin bütün emvalini (mallarını) tasarruf eder…. vergi gelirini tarh eder. Köylülerin hayatı, malı, ırzı her úey beylerin keyfine tabiidir. Tam ve yarı göçebelerde de hal bu merkezdedir. Kanunların içtimaî úe’ niyetle (iú, hal ) taban tabana zıt oldu÷unu görmek isterseniz, Diyarbekir’in a÷a köyleriyle aúiretlerini dolaúınız. Meúrutî bir memlekette kurûn-ı vustâya (ortaça÷a) mahsus feodalizmin ne suretle ihya edildi÷ini burada vazih bir suretle görebilirsiniz”211 Gökalp’in 20. yüzyılın baúında Do÷u Anadolu’nun toplumsal yapısını tasvir etti÷i bu gözlem bölge’nin büyük bir bölümünde, tarımın pazara açılmasına ve traktörlerin geliúine kadar devam etti.212 Ayni Ali Efendi Kanuname-i Âli Osman Ankara 1964 s. 23 Ziya Gökalap ise 1917 yılında øttihat ve Terakki partisinin Vilayat-ı ùarkiye ile ilgili olarak Balkanları kaybettikten sonra bölgenin toplumsal siyasal ve etnografik yapısını araútırmaya yönelik önemli adımlar atacaktır. Do÷u ve Güneydo÷u Kürt aúiretleri hakkındaki araútırmayı Ziya Gökalp yapacaktır. øttihat ve Terakki. 1917 kongre kararları arasında yer alan göç ve iskan iúinin yeniden örgütlemek için 1917 yılında Vilayet-i ùarkiye’deki Kürt aúiretleri Aleviler, ve Ermeniler üzerine yürüttü÷ü bu faaliyetlerini ùube Müdürlü÷ünü de Zekeriya Sertel üstlenir Aúiretlerle ilgili araútırmalar yapmak için bir komisyon kurulur. Bu komisyonun baúına Ziya Gökalp getirilerek Vilayat-ı ùarkiyye’de Kürt ve Alevi aúiretleri inceler Esat Urus Ermeniler konusunda çalıúma yapar Bahaeddin ùakir. Bkz. Fuat Dündar, øttihat ve Terakki’nin Müslümanları øskân Politikası (1913-1918) øletiúim Yayınları 2002 østanbul s. 221 211 Ziya Gokalp A.g.e., s.109 212 M.Emin Bozarslan, Do÷u’nun Sorunları, Avesta Yayınları, 2002 østanbul, s. 56 Bkz: Rıfkı Aslan, Diyarbakırda Toprakta Mülkiyet Rejimleri, Diyarbakır Kültür ve Tanıtma Vakfı Yayınları, 1992 s. 45 Tökin. Türkiye Köy øktisadiyatı, s. 176, øsmail Beúikçi, i Do÷u Anadolu’nun Düzeni, s. 89–102, Do÷an Avcıo÷lu, , Turkiye’nin Düzeni, s. 302–305; Aydın Aras, Güneydo÷u Anadolu’da Arazi Mülkiyeti ve øúletme ùekilleri s. 72 209 210 84 Osmanlı Devleti’nin Tanzimatla baúlayan Do÷u Anadolu’da merkezîleúme politikası 1847 yılında Kürt Mirlik ve Hükümetlerini ortadan kaldırmasıyla yeni bir aúamaya girdi. Bu tarihten önce Do÷u Anadolu’da topra÷ın elde ediliú biçimi miri arazilerin Ekrat hükümetleri tarafından fiili olarak iúgaline merkezi siyasal otorite göz yummuútu. Bu durumun benzeri ømparatorlu÷un Batı bölgelerinde Ayanların toprakları temlik yoluyla ele geçirmeleri karúısında merkezî idarenin çok kere yapabildi÷i tek úey, fiili durumu onaylanmaktan öteye gitmiyordu.213 ømparatorlu÷un batı bölgesindeki topraklarıyla do÷u bölgesi toprakları üzerinde geliúen toplumsal ve siyasal e÷ilimler özerklik bakımından birbirlerine benzemekteydi. Ancak Rumeli Eyaleti siyasal otoritenin merkezine co÷rafi olarak daha yakın oldu÷u için bu e÷ilimler merkez tarafından kolaylıkla denetim altına alınabiliyordu. ømparatorlu÷un Rumeli eyaletlerinde 1821 Mora isyanından baúlayarak yayılan milliyetçi düúünce ve hareketler zaman zaman köylü isyanları úeklinde de kendini göstermekteydi. Buna karúın Do÷u Anadolu’da aynı dönemler içinde de merkeze karúı isyanlar baú göstermiú ancak bu isyanlar imparatorlu÷un batısında oldu÷u gibi milliyetçi güdülerden çok ekonomik nedenler ve devletin merkezîleúme politikasına olan tepkilerden kaynaklanmaktaydı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra imparatorlu÷un batısında baú gösteren isyanlarla imparatorlu÷un do÷usunda geliúen isyanların eú zamanlı karúılaútırmalı analizi baúlı baúına araútırılması gereken bir konu oldu÷u için burada bu konuyu geçiyoruz. Do÷u Anadolu’nun toprak da÷ılımına yönelik ilk veriler ancak 1912 tarihli tarım sayımıyla belirlenmiútir. 1912 tarihli tarım sayımı, Güneydo÷u Anadolu’nun Adana’dan sonra Anadolu’nun en eúitsiz toprak da÷ılımına sahip bölgesi oldu÷unu ortaya koyuyordu.214 Toprak da÷ılımı bakımından Do÷u Anadolu’nun Erzurum, Elazı÷ ve Van yörelerindeki mülkiyet ve kiracılık iliúkileri Güneydo÷u’dan daha farklıydı. Bu yörelerin nüfusu a÷ırlıklı olarak yerleúik tarımla u÷raúan Türk ve Ermeni köylülerinden oluúuyordu. Uzak pazarlarla ba÷lantısı olmayan bölge, daha çok yerel kent pazarları için sebze, meyve, tahıl üretiminde bulunuyordu.215 213 214 215 Mimorsky a.g.m, s,101 Servet Mutlu, Do÷u Sorunu., Ötüken Yayınları 124 ùevket Pamuk, Türkiye’de Toprak Bölüúüm øliúkileri Yapıt s. 32–33 85 Do÷u Anadolu Bölgesi’nde 1912–13 tarım sayımlarının bulguları, toprak da÷ılımında önemli bir orantısızlı÷ı gösteriyordu. Kırsal kesimde yaúayan bir milyon ailenin yüzde 95’i toplam toprakların yüzde 35’ine sahipken, yüzde 4’ü toprakların yüzde 26’sına, yüzde 1’i ise yüzde 39’una sahipti. Bu veriler, Osmanlı tarımında yüksek bir toprak yo÷unlaúmasına iúaret ederken toprak da÷ılımındaki eúitsizli÷in en fazla Adana ve Güneydo÷u vilâyetleri olan Urfa ve Diyarbakır’da oldu÷una dikkat çekiyordu.216 Ancak bu rakamlara yine de ihtiyatlı yaklaúmakta yarar vardır. Büyük toprak mülkiyeti Güneydo÷u’da egemen mülkiyet biçimi olmasına karúın Do÷u Anadolu’da bu rakamların topra÷ın mutlak büyüklü÷ü ve nüfusa oranı göz önünde bulunduruldu÷unda Do÷u Anadolu’da toprak toplulaúmasından söz etmek güçtür. Çünkü bölge gerek 1915 Tehciri sonrası Ermenilerden kalan topraklar gerek bölgedeki yerleúik nüfusun savaú nedeniyle ülkenin batı kentlerine göç etmesi nedeniyle Do÷u Anadolu’nun kentleri savaú öncesi nüfusa ancak 1960 lı yıllarda ulaúacaktır. 2.5.Do÷u Anadolu’da Osmanlı Yönetimi ømparatorluluklar sürekli savaú ve talanla geniúleyerek yeni topraklar elde etme mekanizması üzerine kurulu oldukları için tanımı gere÷i büyük topraklara ve geniú co÷rafyalara hükmetme iddiası ne teoride ne de pratikte tam anlamıyla merkeziyetçi bir yönetim kurmalarına olanak tanımaz. Fakat imparatorluklar merkezîleúme e÷ilimlerinden de modern devletler ça÷ına kadar vazgeçmemiúlerdir. 16. yüzyılın baúında Osmanlı ømparatorlu÷unun batıya do÷ru yayılmasında en büyük engel Safevi hanedanlı÷ı idi. Hanedanlık aynı zamanda øran sınırlarında bulunan Alevi Kürt ve Türkmen aúiretleri üzerinde nüfuz kurarak Batı’ya do÷ru yayılma çabası içindeydi. Buna karúın Osmanlı ømparatorlu÷u da Sunnî Ortodoks mezhep temeli üzerinden Sunnî Kürt aúiretlerini øran’a karúı kendi merkezine ba÷lama mücadelesi veriyordu. Osmanlı mparatorlu÷u bu engeli ortadan kaldırmak için Çaldıran zaferinden sonra Do÷u Anadolu’da Diyarbakır merkez olmak üzere Musul, Bitlis, Mardin, Harput, Dersim ve Çapakçur’u da 216 Mustafa, Sönmez a. g. e. s.88 86 içine alan Diyarbakır Eyaleti ve Van Eyaleti olmak üzere bölgeyi iki yönetsel eyalete ayırarak merkeze ba÷ladı.217 Özellikle Van eyaleti øran sınırında olmasından dolayı hem fetihçi bir imparatorluk ekonomisi içinde ordunun hareket noktası hem de øran’ gibi yüzyıllar boyunca savaútı÷ı bir siyasal güce karúı önemli bir tampon bölgeydi. Ayrıca Van Eyaleti ømparatorlu÷un ticareti kontrol etmesi açısından Trabzon-Erzurum-øran ve Erivan-Van-Hakkâri-Musul-Ba÷dat ticaret yolları üzerindeki konumuyla stratejik bir öneme sahipti. Bölgenin stratejik öneminin farkında olan Osmanlılar Kürt aúiretlerini Osmanlı sistemine tam anlamıyla ba÷lamayı amaçlamıútı. Çünkü aúiret toplulukları herhangi bir tekil idari politika için elveriúsiz olan karmaúık bir yapıdaydı. Son derece parçalı ve da÷ınık Kürt aúiretlerinin yanı sıra güçlü konfederasyonlar da vardı. Osmanlı devleti bölgeyi en uygun úekilde kontrol etmek için buradaki da÷ınık aúiret gruplarını daha homojen ve kendisi için daha az tehdit oluúturan Mirlik haline getirerek bölgede Safevilere karúı tampon bir kuúak oluúturmayı amaçlıyordu. Bölgede Osmanlı ømparatorlu÷unun idari ve siyasi örgütlenmesi üç farklı yapıdaydı. Do÷u Anadolu’da Ekrat Sancakları, Hükümet Sancakları ve imparatorlu÷un di÷er bölgelerinde de yaygın olan klasik sancaklardı.218 Osmanlı devleti parçalı Kürt gruplarını yönetmek için aúiret yapılarını bu sancaklar altında yönetilebilir birimler haline getirerek “birleútir ve yönet” politikasını güttü. Bu politikadaki yöntemlerden biri de Osmanlının bölgedeki Sünnî Kürt aúiretlerinin peygamber soyuna dayandı÷ı mitosunu yaygınlaútırmak için úecereler düzenleyerek “seyitlik” (peygamber soyu) mertebesi da÷ıtmasıdır. Bu politikayla aúiretler kendi kökenlerini Peygamber soyuna dayandırarak devletin merkezi Sünnî Ortodoks ideolojisiyle bütünleútiriliyorlardı.219 Böylece Osmanlılar geleneksel Kürt yönetici sınıfını Sünnî øslam ideolojisi üzerinden kendisine ba÷layarak Safevi hanedanının bu gruplar üzerinde nüfuz kurmasını engelledi. Süreç her ne kadar zaman içinde kesintiye ve çeúitli dönüúümlere u÷rasa da bu Nazmi Sevgen, Do÷u Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü Yayınları 1982 s. 34 218 Bayram Kodaman “Osmanlı Devrinde Do÷u Anadolu’nun ødari Durumu” Belgelerle Türk Tarihi s. 31–36 Yıl 1987 sayı 22 219 Örne÷in ùerefname Cezire’nin yönetici ailesinin Arap generali Halid bin Velid’in soyundan geldiklerin iddia etti÷ini, Çemiúkezek ve Hakkâri yöneticilerinin ise soy kütüklerini Abbasilere dayandırdı÷ına iúaret etmektedir. Bkz. ùerefhan, ùerefname Çev. Bozarslan) s. 135 217 87 politika genel hatlarıyla Tanzimat’a kadar devam etti. Bu ittifak Tazimatla birlikte Batı’nın müdahalesiyle çözülme sürecine girdi. Bu süreç 19. yüzyılın baúlarında baúlayan bir süreçti. 19. yüzyılın baúlarında Sultan II. Mahmut (1808–1830) bir dizi askeri ve idarî reformlar getirmiúti. Merkezi yönetim bölgeye valiler atayarak mirliklerin gücünü tek tek yıktı. Bu mirliklerin yıkılmasıyla, düzen ve güvenlik de yok olmaya baúladı. Mirliklerden boúalan otoritenin yerine eúit küçüklükteki aúiret reislerinin yönetti÷i farklı nüfuz alanlarına bölündüler. Bu bölünmüúlükle bütün bölge kan davaları ve aúiret kavgalarıyla kaynamaya baúladı. Osmanlı yönetimi dengeyi sa÷layabilecek yeterlilikten henüz uzaktı. Mirlikler Osmanlının merkezîleúme politikasına tepki duyarken sıradan aúiret reisleri ortaya çıkan yerel iktidar boúlu÷unu kendi güçleri için kazanım sayıyorlardı. Bu durumda Osmanlı yöneticilerinin Mirlik yöneticilerine tek yapabildikleri idam etmek, hapse atmak ve sürmek gibi zor kullanmaktı. 220 Osmanlı yönetimi mirlikleri tasfiye ettikten sonra bunların yerine Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da yeni bir idari yapılanma giriúiminde bulunulacaktı. 1847 tarihinde Van, Muú Hakkâri sancakları ile Cizre, Batman, ve Mardin kazaları birleútirilerek Kürdistan eyaletini kurdu. Cizre, Botan, Mardin kazaları birleútirilerek kaymakamlı÷ına Van Kaymakamı Mustafa Paúa getirildi. Yeni eyalete atanacak görevlililerin maaúlarının yüksek tutulması önerilerek bölgeden toplanan vergilerle yeni düzenlemelere gidildi.221 1847’de kurulan Kürdistan eyaletine Bitlis ve Van Diyarbakır’a sancak olarak ba÷lanıyordu. Dönemin önde gelen devlet adamlarından Mehmed Esad Muhlis Paúa Kürdistan Eyaleti valili÷ine atanıyordu. Hakkâri Beyi Nurullah Bey’in tasfiyesinden sonra, bölgede merkezi iktidarı güçlendirmek amacıyla Van, Mardin, Cizre kaymakamlıklarının birleútirilmesiyle Hakkâri sanca÷ı da Aralık 1849’da eyalet haline getiriliyordu. Eski Tırhala Mutasarrıfı Vezir Ziya Paúa, Hakkâri eyaletine vali olarak atandı.222 Devletin bölgede bu yeni idari düzeni kurmaya çalıúmasının yanı sıra iskân politikalarıyla da merkezîleúme politikasına karúı isyan eden aúiretlere boyun e÷dirmek için aúiretlerin yerleri de÷iútirildi. øskânı sürekli kılmak için223 aúiret reislerine maaú ba÷lanarak kaza müdürlü÷ü 220 Bruinessen a. g.e. 274 Nazmi Sevgen, a,g.e s. 120 222 Baysano÷lu, a,g.e, s.729 223 Musa Çadırcı Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapılar Ankara. Türk Tarih Kurumu Ankara 1991 s.95 221 88 görevleri verildi. Aúiret reislerine bulundukları eyaletin valisi tarafından mühür verilerek aúiret mensuplarının izinsiz baúka yerlere göç etmesini önlemeye yönelik kararlar alındı.224 Böylelikle aúiret mensuplarının vergi ve askerli÷e alıútırılması amaçlandı. Ancak bu giriúimler sonuç vermedi. Cizre bölgesinde Tanzimat’ın uygulanması uzun yıllar gerçekleútirilemedi. Cizre’de kaymakamlı÷a getirilen Mustafa Paúa vergi toplanması iúini yerli Kürt ileri gelenlerine ihale etmek zorunda kaldı. Ancak mültezimler vergilerin ihale bedelini ayni olarak de÷il para olarak ödenmesini talep ettiler. øhale bedellerini de fazlasıyla köylüden tahsil ettiler. Bu uygulamadan beklenen sonuçlar alınamadı.225 Kürt mirliklerinin ortadan kaldırılması ne ortaya çıkan iktidar boúlu÷unu giderebildi ne de bölgede kurdu÷u bürokratik kurumları kökleútirebildi. Vergi toplamada mültezimlerin yarattı÷ı baskı ve sömürü mekanizmaları bölgedeki köylü nüfusu Osmanlı’ya karúı daha da tepkisel hale getirdi. Bölgede merkezileútirme politikalarının yarattı÷ı sorunları gidermek için 1864 yılında Vilayet Nizamnamesi, 1871’ de øl idaresi Kanunu çıkarılarak yönetim alanında yeniden bir düzenlemeye gidilerek devletin merkezileúme çabalarına hız verilecekti. Vilayet Nizamnamesi bölgedeki idari yapıyı yeniden biçimlendirmekle birlikte valilerle aúiret reisleri arasında gerilimleri de artırdı.226 Osmanlı’nın Kürdistan Eyaleti kurarak bölgede merkezin egemenli÷ini tesis etme giriúiminden de sonuç alınamayınca Umum Müfettiúlik adı altında yeni bir idarî yapılanmaya gidildi. Mehmet Reúit Paúa Sivas-Harput, Diyarbakır bölgesinin “Umumi Müfettiúli÷ine” getirildi.227 Böylece yönetsel bakımdan bölgede Padiúah II. Mahmut’un merkezîleútirme politikalarıyla baúlayan süreç ancak kırk yıl sonra uygulamaya konulabildi. Umumî Müfettiúlik kurumunun amacı reform tedbirlerini Do÷u’da uygulamaktı. Ola÷anüstü yetkilerle donatılan Umumî Müfettiúli÷in baúına getirilen Reúit Paúa, Kürt mirliklerinin nüfuzunu tam olarak ortadan kaldırmak ve aúiretleri boyunduruk altına almak için bölgeye bir sefer düzenledi. Vergilerin devlet tarafından do÷rudan toplanması bu seferin öncelikli 224 Yusuf Hallaço÷lu, XVIII. Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷unda øskân Siyaseti s. 7 Bruiness a. g.e s. 187 226 ølber Ortaylı ømparatolu÷un En Uzun Yüz Yılı, s. 137 227 David Mc Dovel Modern Kürt Tarihi s. 345 225 89 hedefleri arasındaydı. Reúid Paúa, Kürt aúiret bölgesinin tam ortasındaki bir tepe üzerinde kurulu olan Harput’un Mezra adı verilen vadi tabanında büyük bir garnizon kurmak suretiyle, Harput’u askerî bir merkeze dönüútürdü. ùehir yönetimi de aynı yere nakledildi. Yeni kurulan úehir. 1867 yılında Sultan Abdülaziz’e istinaden Mamurütlaziz, kısaca Eleziz ismini aldı. Ancak Mezere ismi de kullanılmaya devam etti. 1871 yılında Vilayet Nizamnamesiyle de Mamuretülaziz ismini alarak vilâyet statüsü verildi.228 2.5.1. Vilâyyat-ı ùarkiye Islahat Projesi ve Umumî Müfettiúli÷in Kurulması 1856 Paris Antlaúması’yla Rusya, øngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya, Osmanlı Hıristiyanlarını himaye eden devletler statüsünü hukuki olarak anlaúmayla garanti altına aldılar. Bu sürecin ikinci aúaması ise Ayestefanos Antlaúmasıydı. 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaúının Osmanlı Devleti açısından önemli bir sonucu, kuúkusuz Vilâyet-i ùarkîye ya da Do÷u Anadolu’nun “ıslahatı” sorunudur.229 Rusya ilk kez 1878 Ayestefanos Antlaúması ile Ermeni sorununu Avrupa’nın gündemine taúıdı. Ancak øngiltere Ayestefanos Antlaúması’nda Rusya’nın Osmanlı’dan elde etti÷i ödünleri kendi çıkarları açısından tehlikeli görünce antlaúmayı tanımadı. Bunun üzerine sorun Berlin Antlaúması’nda tekrar gündeme getirilerek Ermenilerin ıslahatına dair bir program açıklandı. østanbul’un øngiltere konsolusu Layard ve Avrupalı uzmanlar tarafından hazırlanan ayrıntılı bir rapor II. Abdülhamit’e sunuldu Bu raporun uygulanması için øngiltere Babıâli’ye bir de nota verdi. Bu rapor daha sonra Berlin Antlaúmasının 61. maddesinde güvence altına alındı. Bu maddeye göre Bab-ı Alî Do÷u Anadolu’da ıslahatı kabul ediyor, Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karúı güvenli÷ini sa÷lamayı taahhüt ediyordu.230 Berlin Antlaúmasının bu maddesiyle yetinmeyen Hans Lukas Kıesler, Iskalanmıú Barıú, øletiúim Yayınları s.129 “Elaziz” Cumhuriyet döneminde 1937 yılında Elazı÷ isimi verildi. Osmanlı zamanında Mumuretülaziz sadece úehrin de÷il,1867 Vilayet Nizamnamesine göre Elaziz, Arapkir, A÷ın, E÷in (Kemaliye) , Çarsancak (Akpazar), Çemiúgezek, Palu, Ergani, Malatya ve Adıyaman mıntıkalarını kapsayacak úekilde oluúturulan sanca÷ın da ismiyidi. Yurt Ansiklopedisi 1982, s. 2498 vd. øslam Ansiklopedisi 1997, s. 235, Cuinet 1892, c. 2, s.356, 229 Ali Karaca. ùakir Paúa ve Anadolu Islahat Layihası s. 89 230 61. Madde. “ Babı-âli. Ahalisi Ermeni bulunan eyâlatda ihtiyacât-ı mahalliyenin icab etti÷i ıslahatı bilâ-tehîr icra ve Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karúı huzur ve emniyetlerini te’min etmeyi taahhüd eder ve ara sıra bu babda ittihaz olacak tedabiri, devletlere tebli÷ 228 90 øngiltere Do÷u Anadolu’nun ıslahat sorununu bir yıl sonra 1879 yılında yeniden uluslararası siyasî gündeme getirdi. Bu tarihte øngiltere elçisi Babıâli’ye Do÷u Anadolu’da uygulanması talebiyle dokuz maddelik bir ıslahat raporu dayatıyordu. Raporda Do÷u Anadolu’ya Avrupalı bir müfettiú atanması teklifi yer almaktaydı. Aslında øngilizlerin bu talebi Genel Valilikten baúka bir úey de÷ildi. øngiltere’nin amacı valilikle ileride Do÷u Anadolu’da özerk veya ba÷ımsız Ermenistan kurmaktı. Ancak Osmanlı Devleti bu talebi yerine getirmeyecekti. Bunun üzerine øngiltere 1880 yılında bu talebi bir nota ile yenileyecekti. Notadan sonra Bab-ı Ali, øngiliz General Baker Paúa baúkanlı÷ında bir komisyon kurarak Tırhala eski mutasarrıfı ve ùura-yı Devlet Reisi Said Paúa ile Bahriye ümerasından Süleyman Paúa’dan oluúan bir Teftiú Heyetini Anadolu’ya gönderdi.231 Islahat raporunun uygulamaya konulması, Ermeniler için geniú kapsamlı bir af çıkarılması ve Vilâyât-ı Sitte’ye bir Genel Müfettiú gönderilmesi Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmesine ra÷men øngiltere Hükümeti bu uygulamayı yeterli bulmadı. øngiltere komisyon üyelerinin østanbul veya Ermenistan’da ikamet etmesinin zorunlulu÷u koúulunu ve üyelerin dört Türk ile üç Avrupalı devletin temsilcisinden oluúması gerekti÷ini Babıâli’ye iletti.232 Babıâli bu teklifi sıcak karúılamadı. II. Abdülhamid ise Fransa ve Rusya’yı Osmanlı Devleti lehine çevirerek øngiltere’nin baskısını kırmaya çalıútı.233 Ancak bu sefer de Rusya II. Abdülhamit’e øngiltere’nin teklifini kabul etmesi gerekti÷ini, aksi takdirde Osmanlı Devletini øngiltere karúısında yalnız bırakaca÷ını bildirdi. Bunun üzerine II. Abdülhamit büyük devletlerin elçilik tercümanlarını Islahat komisyonuna kabul edeeceklerini, øngiltere, Fransa ve Rusya’ya bildirdi.234 Böylece 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaúması’yla Ermenilerin özerklik ve ıslah talebi yeniden diplomatik gündeme getirilerek Osmanlının Do÷u Anadolu’da Ermenilere yönelik bir ıslahat programını yürürlü÷e koyması sa÷landı. II. edece÷inden, düvel-i müúarülileyhin, tedâbîr-i mezkûrenin icrasına nazâret eyleceklerdir. Bkz. Ahmet Rasim østibdattan Hakimeyet-i Milliyeye, II. østanbul s. 115–117 231 Ali Karaca, Anadolu Islahatı Meselesi ve ùakir Paúa Layihası, Eren Yayınları østanbul 2000 s.55 232 Esat Uras, a.g,e s. 339 233 Cevdet Küçük, , “II.Abdülhamid'in Dıú politikası”,II.Abdülhamid ve Dönemi Sempozyumu,Bildiriler, østanbul 1992,s.24-36 age., s. 153 234 Osman Turan a,g,e., II. s. 855 91 Abdülhamid’in kurulaca÷ını taahhüt etti÷i yarısı Müslim, yarısı gayrıüslim üyelerden oluúan bu komisyon ancak 3 Kasım 1895 tarihinde oluúturulabildi.235 Avrupa ülkelerinin Do÷u Anadolu’da Ermenilere yönelik ıslahat talepleri sadece diplomatik nedenlerden kaynaklanmıyordu. Bunun yanı sıra Do÷u Anadolu’daki toplumsal düzenin bozulmasında ekonomik nedenler de belirleyiciydi. Bunlar, bölgede baú gösteren kuraklık, merkezin artan vergi baskısı, 1878 harbiyle Kafkasya’dan ülke içine gelen göçler, Kürt Aúiretlerinin talan ve ya÷maları gibi nedenlerdi. Bu konuda Kürtlerle ilgili olarak Ermeni halk deyimlerinin içeri÷ine bakılırsa bunların ulus devletten önce hafızalarda yer etmiú deyimler oldu÷u görülür.236 Nitekim bölgedeki toplumsal dengelerin de÷iúmesi kapitalizmin do÷rudan bölgeyi kendine eklemleyecek ekonomik araçları olmasa da merkezi siyasal otoritenin 1838 øngiliz Ticaret Sözleúmesi ve ømparatorlu÷un giderek yabancı elçilik ve sermayenin egemenli÷i altına girmesiyle birlikte yerel düzeydeki zanaat ve atölyelerin çökmesine neden oldu. Bu da bölgedeki ekonomik ve toplumsal dengenin bozulmasına yol açtı. Bu dönemde bölgede bürokrat sınıfın ekonomik durumu gittikçe zayıflamıú aylarca maaú alamayan askeri sınıf rüúvet ve zora dayalı bir iliúkinin içine girmiúlerdi. øltizam usulüyle köylünün vergi kabiliyeti yok edilmiúti. Bu dönemde øran ve Osmanlı sınırları arasında sürekli eúkıyalı÷ın hayvan hırsızlı÷ının Bab-ı Aliye’gönderilen úikâyet dilekçeleri ekonominin iúleyiú biçimini de göstermektedir. Bölgenin ekonomik durumunu göstermesi bakımından Do÷u Anadolu Islahat Projesi’nde görevli olarak bölgede görev yapan Müúir Sadettin Paúanın 1895 yılındaki gözlemleri úöyledir: “Tâkât-fersa-yı úuhûd olan müzâyaka-i fevkalade asâkir-i úâhâneyi Ermenilerin mucib-i úikayet ahval-i nâbecâya sevk eylemiútir. ùöyle ki; 235 236 økdam, no. 459 Teúrin-i Sani. Kasım 1895 Etnik bir dıúlama ya da belirlemeden öte göçebe formasyonu içinde bulunan bütün topluluklar için geçerli olan bir söz olarak Ermeni halk deyimlerinde geçen “ Göçebenin bastı÷ı yerde ot bitmez” sözünu Ermeniler daha çok göçebe Kürt aúiretleri için kullanmaktaydılar. Bugün Anadolu’da halen halk arasında “Ermeniler gitti hayır bereket bitti” sözünün hafızlarda yer etmesinin nedeni Kentli nüfus olarak zenaat ustalık ba÷cılık gibi u÷raúların Ermenilerin en yetkin oldu÷u mesleklerdi 92 Asakir-i merkumeden bila mezun tek tük çarúıya sıvıúıp Ermeni dükkânlarından bazı eúyayı alup aúırmakta ve yukarı bahçelerde dahi tenha sokakları kollayarak gelip geçen Ermenilerin saatlerii ve boyunlarına sardıkları úallarını çarpmakta olup e÷erçi müncasirleri biludurup en a÷ır ceza edilmekte ve zabitan da nihayet mertebede tazyik olunmakta ise de askerde zü÷ürtlük devam ettikçe maazallah teala ileride önü alınamayacak uygunsuzluklarını vukuu vareste- iútihbahtır237 Sadettin paúa Van’da görev yapan askerlerin ve devlet görevlilerin durumunu úu cümlelerle ifade etmektedir: “Subaylar kör topal, ihtiyar, hayvan gibi vicdansız. Eline geçeni cebine sokmak isteyen bir takım hergeleden ibarettir. Nizamdan talimden haberleri yok. Kılıçla selamlamayı yapamazlar. Kendilerini hükümetlerin üstünde bir úey sanırlar Hükümetle aralarındaki hukuki iliúkiden haberleri yoktur,. Ancak binbaúından talimat almayı tenezzül ederler. Binbaúılar da gönüllerinin istedi÷i gibi hükümet ederler. Fırka kumandanlarından dikkat edebilime. Fark etme, ayırt etme ve muhakeme gücü olmadı÷ı için böyle úeylerin farkında de÷iller. Sözün kısası Allahlık bir idare238 Olarak niteledi÷i devletin bölgedeki otoritesinin ne durumda oldu÷unu açıklamaktadır. 2.5.2 Ulus Düúüncesinin Do÷u Anadolu’da Yayılması Fransız Devrimi ile birlikte dünyaya yayılan ulusçuluk hareketleri Avrupa’daki krallıkları etkisi altına alırken bu süreç Osmanlıda bütün yönleriyle ancak yüz yıl gecikmeyle etkili olacaktı. Osmanlı Devleti’nin Rumeli Eyaletindeki ulusçuluk hareketlerinden sonra Müslüman unsurlar (Arnavutlar ve Makedonyalılar) da Ulusçuluk hareketine katılacaklardı. Arnavut ve Makedonya milliyetçilerinin baúlattıkları ulusçuluk hareketi, daha sonra bölgedeki batılı e÷itim almıú Osmanlının “mektepli subay”larını da etkisi altına alarak Jön Türk Sami Önal, Sadettin Paúa’nın Anıları. Ermeni Kürt OlaylarI (Van 1896) Remzi Kitabevi Yayınları, 2006 s.129 238 Süleyman Sabri Paúa Van Tarihi ve Kür Aúiretleri Hakkında Tettebular Türk Kültürünü Aranıútır Enstitüsü Yayınları. Ankara 1982 s.36 237 93 Hareketi’nin gittikçe radikal bir eksene kaymasına neden olacaktı.239 Osmanlı Devleti’nin Rumeli eyaletindeki ulusçuluk hareketleri aynı zamanda ømparatorlu÷un Do÷usunda Ermeniler arasında da ulusal bilincin radikal uluçcu bir forma bürünmesine yol açacaktı. Bu geliúmenin içsel dinamikleri ise kısaca Ermeni milletinin ekonomik olarak ticaret ve zanaat alanlarında Müslümanlara göre çok daha ileri bir aúamada olmaları, okur-yazar oranının çok yüksek olması, tercüme odalarında batıyla sürekli iletiúim halinde bulunmalarıydı. øçsel etkenlerden bir di÷eri de Do÷u Anadolu’da Hamidiye alaylarıyla birlikte baúlayan Ermeni mal ve mülklerinin ya÷malanması Ermenileri ulus düúüncesi etrafında örgütlenmeye sevk eden di÷er bir nedendi. Göçebe Kürt aúiretleriyle yerleúik Ermeni milleti arasındaki bin yıllık iliúkilerin bozulması, Ermenilerin göçebe ya da yerleúik Kürt aúiretlerinin ya÷ma, talan ve sömürüsüne u÷ramasıyla baúlıyordu.240 Bölgede egemen kentli nüfusu oluúturan Ermeniler Kürtlere ve bölgedeki di÷er toplumsal gruplara oranla ekonomik ve sosyal bakımdan daha geliúmiú bir yapıdaydılar.241 Hamidiye Alaylarının kurulmasıyla bu talan ve ya÷ma daha ileri bir boyut kazanacaktı. Kürt aúiretlerinin ya÷malarına Osmanlının seyirci kalması bölgedeki toplumsal düzeni Ermeniler aleyhine bozmuú, bu da ulusal bilinç etrafında örgütlenip geliúmesinde çok etkili bir faktör olmuútu. Dıúsal dinamik ise ulusal bilincin radikal bir dönüúüme u÷ramasında çok daha etkili bir ivme yaratmıútı. Batılı güçler misyoner okullarıyla ve diplomatik yollarla kendi emperyalist çıkarlarını güvenceye almak amacıyla Ermeni ulusçuluk akımlarını kıúkırtmıúlardır. øngilizlerin ve Rusların kıúkırtmaları ile Vilâyet-ı ùarkiyye’de Ermeni ayaklanmaları baú gösterdi. Bu geliúmelere paralel olarak Do÷u Anadolu’da Ermeniler dıúında bir baúka etnik milliyetçi hareket de Kürtler arasında geliúmeye baúlıyordu. Bu hareket bölgede yaúayan Kürtlerden çok østanbul’da yaúayan e÷itimli Kürtlerin entelektüel öncülü÷ünü yaptı÷ı kentli bir hareketti. østanbul’da bulunan bazı Kürt aydınlarının yanı sıra 1847’de yıkılan Bedirhan Mirli÷i’nin soyundan gelen ailelerin østanbul’da bulunan çocuklarının da büyük etkisiyle Kürtçülük hareketi entelektüel “milliyetçi” bir harekete dönüútü. Kürtçülükle ilgili siyasi geliúmeler daha çok II. Meúrutiyet döneminden itibaren Hakan Özo÷lu. Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçil÷i s. 65 Stefanos Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt II. s. 383 241 Kıesser Iskalanmıú Barıú s. 11 239 240 94 ivme kazanmaya baúladı. 242 Emperyalist ülkeler Tanzimatla baúlayan Osmanlı Devleti’ni yarı sömürgeleútirme sürecine sokarken Do÷u Hıristiyanlarını sürekli gündemde tutmasına ra÷men Kürtlerle ilgili herhangi bir sorunu 1918 Paris Konferansına kadar gündeme getirmemiúlerdi. Bunun birinci nedeni, 1843 yılında Kürt Bedirhan Bey’in Hakkâri Beyi Nurullah Bey’le birlikte Hakkâri bölgesinde 10.000 ne yakın Do÷u Hıristiyanı olan Nesturileri katl etlmesi olayıydı. Bu olaydan dolayı Kürtler Avrupa kamuoyunda suçlu konumundaydılar. økinci neden ise Hamidiye Alaylarıyla baúlayan süreçte Hamidiye Alayı reislerinin Ermeni mallarını ve mülklerini ya÷malaması olayıydı. Bu da Avrupa kamuoyunda Kürtleri suçlu duruma düúüren di÷er bir etkendi. Kürt milliyetçili÷inin imparatorluk içindeki di÷er etnik ve dini cemaatler gibi Kürtler arasında yaygın taban bulamamasının nedeni merkezi siyasal otoritenin Kürt aúiretleri ve úeyhleri üzerinden kurmuú oldu÷u ittifaktan kaynaklanmaktaydı. Yavuz Selim döneminden baúlayarak Kanuni ve IV. Murad’ın Kürdistan ve Kürt beyleriyle øran’a karúı sınır boylarında kurdukları geleneksel siyasal ittifak Kürtleri bölgede Osmanlıya en ba÷lı unsurlar haline getirmiúti. Kürtlerin øran’ın ùii ideolojisine karúı merkezle ittifakının ödülü iç iúlerinde özerk olmalarıydı. Kısaca köklü bir geçmiúi bulunan bu ittifak østanbul merkezli Kürt milliyetçi hareketinin beklenen etkiyi göstermesini engelliyordu. Daha da ötesi Osmanlı Devleti bu ittifaktan yararlanarak bölgedeki Ermeni ulusçuluk hareketinin etkinli÷ini kırmak için Hamidiye Alayları’nı kuracaktı. Tanzimatla baúlayan Do÷u Anadolu’da merkezîleúme süreci Kürt Mirliklerinin ve Ekrad hükümetlerinin kiúisel ayrıcalıklara dayanan statülerini hukuken ortadan kaldırılmıútı.243 Ancak Do÷u ve Güney Do÷u Anadolu’da yerel güçlerin hukuken ortadan kalkmasıyla meydana gelen otorite boúlu÷unu Osmanlı yönetimi dolduramamıútı. Bu boúlu÷u 1878 Osmanlı-Rus savaúı sonrasında Do÷u Anadolu’ya yerleútirilen Çerkezler aracılı÷ıyla nüfuzlarını korumaya çalıúmıúlardı. Ancak Çerkezler’de Kürtler gibi Ermenilere ait mal ve mülkleri 242 243 David McDovel, Modern Kürt Tarihi s. 354 Örne÷in ùerefname Cezire’ nin yönetici ailesinin Arap generali Halid bin Velid’in (ölümü 642) soyundan geldiklerin iddia etti÷ini, Çemiúkezek ve Hakkâri yöneticilerinin ise soy kütüklerini Abbasilere dayandırdı÷ına iúaret etmektedir. Bkz. ùerefhan, ùerefname Çev.Hamit Bozarslan) s. 135- 188 ve 95 talan ve ya÷ma ederek zaten bölgede var olan huzursuzlu÷u bir kat daha artıracaklardı.244 Bab-ı Ali 1871 Vilâyet Nizamnamesi ile bölgedeki otorite boúlu÷unu doldurmak ve aúiret a÷alarını merkezle bütünleútirmek amacıyla aúiretlerin bulundu÷u bölgeleri nahiye birimine dönüútürecek yeni bir yönetsel düzenleme getirmiúti. Nizamname köyden sonra ikinci en küçük yönetsel birim olan nahiye müdürlüklerini kurarak aúiret reislerini de nahiye müdürlüklerine getirerek bürokratik yollarla aúiretleri merkeze ba÷lamayı amaçlamıútı. Bu uygulama daha sonra kurulacak Hamidiye Alaylarına pratik ve teorik bir temel sa÷layacaktı.245 Aúiret reislerinin nahiye müdürleri olarak tayin edilmesinin di÷er bir amacı imparatorlu÷un çevrede zayıflayan siyasal otoritesini yeniden güçlendirmekti. Daha açık bir ifadeyle Tanzimat politikalarıyla ortadan kaldırılan Kürt Mirlikleri ve Ekrad Hükümetlerinin toplumsal tabanı olan aúiretlerin yo÷unlaútı÷ı yerleri nahiyelere dönüútürerek yerel güç odaklarının önünü kesmekti. Ayrıca bu uygulama aúiretlerin yerel düzeyde bürokratik bir aygıt haline dönüútürülerek merkezin bölgede karúılaútı÷ı asker ve vergi toplama sorunlarını aúmayı amaçlıyordu.246 1871 Vilayet Nizamnamesiyle aúiret reisleri ve ailelerinin bürokrasi kanalıyla merkeze eklemlenmesi toplumsal nüfuzlarını ve meúruiyetlerini siyasal otoriteye dayandırarak geleneksel otoritelerini farklı bir düzlemde yeniden üretmelerini sa÷lamıútı. Aúiret reislerinin bürokratik kanallarla merkeze eklemlenmesi bir anlamda bozulan ittifakın yeniden kurulması anlamına geliyordu. Bu ittifak daha sonra II. Abdülhamit’le birlikte 1890 yılında Hamidiye Alaylarının kurulmasıyla daha geniú bir boyut kazanacaktı. II. Abdülhamit, merkezi otoritenin gücünü artırmak ve Ermeni isyanlarının önüne geçmek için Tanzimat’ın 1847 de yıktı÷ı Mirlik ailelerinin rakipleri olan güçlü aúiretleri örgütleyerek hilâfet ve saltanat’a ba÷lamayı amaçlamıútı. Amaç eski Kürt mirliklerinin ve hanedanlarının bu aúiretlere dayanarak eski güçlerini yeniden toplamalarını önlemekti. Bu politika Do÷u Anadolu’da baúlayan milliyetçi Ermeni hareketlerine karúı yerel bir denge kurma stratejisinin parçlarından biriydi.247 Osman Aytar. Hamidiye Alaylarından Köy Koruyuculu÷una s. 143 Wedia Jwedih, Kürt Milliyetçili÷inin Tarihi a. g.e s. 232 246 Selçuk Günay, “ XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Mülki Yapısında Aúiretler” Yeni Türkiye s. 190–193 247 II. Abdülhamit, Halifelik sıfatını politik planda kullanmasının amacı 300 milyon Müslümanın halifesi olarak øngilizlere karúı bir koz elde edece÷ini amaçlamıútı. Bu politika aslında 244 245 96 Hamidiye Alaylarının özellikle Sünni Ortodoks Kürtler, Araplar ve Karapapaklar’dan seçilmesi aynı zamanda II. Abdülhamit’in Pan-øslamcı politikasının da önemli ayaklarından biriydi.248 Pan-øslamcı politikanın bir sonucu da Do÷u Anadolu’da ùeyhlerin ve Seyitlerin etkinli÷ini bir kat daha arttırmasıydı. Halifeyle halk arasındaki ara kademeyi oluúturan hafız, imam, úeyh, seyyit, vb. gibi geleneksel dini ideolojinin temsilcileri özellikle Abdülhamit’in ve sarayın destekledi÷i nüfuzlu kimseler haline geldiler.249 Abdülhamit’in Panøslâmcı Politikası her ne kadar dıú dünya Müslümanlarına yönelik gibi görünse de imparatorlu÷un toplumsal yapısında Sunnî Ortodoks mezhebinden olmayan grupları baskı altına almayı amaçlayan bir stratejinin parçasıydı.250 Bu strateji, daha çok bölgede baúlayan Ermeni milliyetçi e÷ilimlerin önüne geçmek için Kürt aúiretlerini Sünni øslam ideolojisi üzerinden merkezi siyasal otoriteyi kurmanın politik aracı olarak kurulacak olan Hamidiye Alayları’yla sa÷lanacaktı. Kürt aúiretlerinin merkeze ba÷lılıkları sadece kültürel ve dinsel bir ba÷lılıkla sınırlı de÷ildi. Aynı zamanda bu aúiretler ekonomik olarak vergilerden muaf tutulmaları gibi maddi temellere de dayanmaktaydı. Osmanlı Devleti Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiretlerinden ancak zor kullanarak asker devúirebiliyordu. Bu nedenle Hamidiye Alaylarının kuruluú amaçlarından biri de bölgede asker alma sorunlarını gidermekti.251 Bunun yanı sıra subay olup rütbe almak, kendilerine özel bir statü sa÷lamak ve buna benzer olanaklar elde etmek Kürt aúiretlerini bu örgütlenmede yer almaya teúvik eden baúlıca güdülerdi. Osmanlı’nın da÷ıttı÷ı bir østanbul’da de÷il Berlin’de çizilmiúti. Alman emperyalizmi Drangnach Osten (Do÷uya Do÷ru ) politikasında, Pan-øslamizmi yararlı bir ideolojik silah olarak görmüú bunun sonucu olarak II. Abdülhamit, ateúli bir Pan-øslamist kesilmiútir. Bkz. Do÷an Avcıo÷lu. Türkiye’nin Düzeni II. s. 89 Kemal Iúık. Aúiretten Millet Olma Yapılamasında Kürtler Doz Yayınları ,2005 østanbul s. 110 248 Osman Aytar. A.g.e s. 132 249 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çe÷daúlaúma, Haz: Ahmet Kuyaú, Yapı Kredi Yayanları, 2005 østanbul s. 347 250 Gökhan Çetinsaya, “økinci Abdülhamit Döneminde Kuzey Irak’ta Aúiret ve Siyaset” Divan Dergisi,. s. 155 s. 1999 /2 251 Hamidiye Alayları ile ilgili bu örgütün kuruluúunda Birçok yazar bu tür örgütlenmenin ilk örne÷in, Rusya’daki Kazak birliklerinden esinlenerek kuruldu÷unu vurgulamaktadır. Ancak Hamidiye Alayları’na benzer askeri örgütlenme Marx’ın Stuart Hanedanının 1689 yılında øngiltere’den kovan devrimden sonra, øskoçyalı úefler arasında baú gösteren kavgalar nedeniyle øngliliz krallarının øskoçya gibi uzak bölgelerde hiç de÷ilse otoritelerinin görüntüsünü sürdürmek için yerli komutanların emirleri altında aúiret alaylarını kurduklarından söz eder Bkz. Karl Marx. F. Engels Kapitalizme Öncesi Ekonomi Biçimleri Çev: Mihri Belli, s.136 97 silaha sahip olmak bile baúlı baúına bu alaylara katılımı artıran ve teúvik eden bir dürtü yaratmaya yetiyordu.252 Osmanlı Devleti böylelikle úimdiye kadar kendi a÷alarının dıúında hiç kimsenin egemenli÷ini tanımayan Kürt aúiretlerinin zayıf da olsa merkezi siyasal otoritenin egemenli÷i altında oldukları hissini yaratabilece÷ini ve ileride devletin egemenli÷ini de tanıyacaklarını umuyordu. Osmanlı Devleti, Do÷u Anadolu’da aúiretler arasında kendi egemenli÷ini kurmak için kendi subayları eúli÷inde e÷itim vermek, aúiret a÷alarına sembolik düzeyde rütbe ve formalar da÷ıtmak gibi merkezi siyasal otoriteye ba÷ımlılıklarını pekiútirecek stratejiler uyguluyordu.253 Bu strateji II. Meúrutiyetin ilanıyla kısa bir kesintiye u÷rasa da daha sonra øttihat ve Terakki Fırkası Abdülhamit’in stratejisine geri dönecekti. Aúa÷ıda bu stratejiyi ilk olarak Hamidiye Alayları, ikinci olarak da økinci Meúrutiyet ve øttihat ve Terakkinin Do÷u Anadolu politikası ba÷lamında sırasıyla incelenecektir. 2.5.3. Hamidiye Alayları Do÷u Vilayetleri’ndeki milliyetçi Ermeni Hareketleri’nin ideolojik ve örgütsel olarak yeúermeye baúladı÷ı 1880’li yılların ikinci yarısında, Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’ndaki iktidar merkezinin aúiretlerle olan iliúkilerini yeni bir temele dayandırma planları, somut bir boyut kazanmıútı. Ermeni faaliyetlerinden duyulan korku, Hamidiye Alayları’nın en önemli kuruluú nedenlerinden biriydi. Erzincan’daki 4. Ordu’nun müúiri olan Zeki Paúa, 1890 yılında kendisine ve sultana ba÷lı, padiúahın adına atfen a÷ırlıklı olarak Sunnî Kürt aúiretlerinden oluúan Hamidiye Alayları’nı kurmaya baúladı. Alayların kuruluúuyla Do÷u vilayetleri’ndeki Sûnni egemenli÷i di÷er mezheplere ve gayrimüslim unsurlara karúı gücünü sa÷lamlaútırdı. Ancak Do÷u’da sunnî Kürt aúiretlerin güçlendirilmesi, toplumsal dengeyi oldu÷u kadar Tanzimatla getirilmek istenen hukuk devleti ilkelerini de tahrip edecek yeni sorunlara yol açacaktı. Böylece alayların kurulması Tanzimat sürecinde taahhüt edilen ve Berlin Antlaúması’yla hükme ba÷lanan siyasal ve toplumsal eúitlik temelinde bir yönetim Mavesriy V.T Kürt Ermeni øliúkileri, Çevrim Yazı: Haydar Varlı Sipan Yayınları, 1997 Ankara s. 154 253 Jakob M. Landou., Pan-øslam Politikaları:ødeoloji ve Örgütlenme Çev: Nigar Bulut, Anka Yayınları, 2001, østanbul, s. 43 252 98 inúasını reddetmiú oluyordu.254 Her ne kadar 1891 tarihli Hamidiye Alayları’nın kuruluú tüzü÷ünde Berlin Antlaúması’nın 61. maddesi olan Ermenilerin, Kürtlerin ve Çerkezlerin tecavüzlerinden korunması maddesine atıfta bulunarak “teddiyaât ve tecavüzât-ı ecânibin muhafazası” (Ermenilerin ceza ve tecavüzlerden korunması) 255ndan söz etse de, ilan edilen bu amacın arkasında baúka hedefler de bulunmaktaydı. Hedefler arasında aúiretlerin askerî potansiyellerinin dıúa, yani Rusya ve øran’a karúı kullanılması da amaçlanmıútı. Ancak Osmanlının içeriye dönük hedefleri çok daha büyük bir önem taúıyordu. Bu yolla yarım yüzyıldan daha uzun bir sürede “reformlar” ve “reform söylentileri” nedeniyle istikrarsız bir alan haline gelen Do÷u Anadolu yo÷un bir yabancı müdahalesine maruz kalmıútı. Hamidiye alaylarının kurulmasıyla Do÷u Anadolu’da iktidarın geleneksel dayana÷ı sunnî unsurları tekrar ayrıcalıklı bir konuma yükselterek, Avrupalıların müdahalesine açılan kapılar da böylelikle kapatılacaktı. Bunun yanı sıra Hamidiye Alayları, bölgesel muhalif güçlere ve etnik yönelimli taleplere hadlerini bildirecek merkezî bir øslâmlaútırma politikasının önemli bir parçası olacaktı. 256 Hamidiye Alaylarının kurulmasıyla birlikte Do÷u Anadolu’nun azınlıkta olan Hıristiyan cemaatleriyle ço÷unlukta olan Müslüman sakinleri arasındaki gerilim tehlikeli bir boyut kazanmıútı. Milliyetçi Ermeni Hareketi 1894’ te çifte vergilendirme gerekçesiyle Sason’da Ermeni ayaklanmasına neden olmuútu.257 Bu isyandan iki yıl sonra Ermeniler’in devlete karúı isyanları yanında bölgedeki Kürt aúiretlerinin yarattı÷ı güvenlik sorunları Hamidiye Alayları’nın talan ve ya÷masının etkisiyle 1896 yılında Van’da büyük bir Ermeni isyanı baú gösterdi. Ermeni isyanlarına ve muhtemel Rus taâruzlarına karúı, bölgesel bir güç bulundurmak amacıyla kurulan bu alaylar, bölgede iç güvenlik sorunlarını önlemekten çok güvensizlik ortamının daha kırılgan hale gelmesine neden oldu. Alayların talim ve terbiyeden yoksun, disiplinsiz ve baúıboú yapısı güvensizlik ortamını daha da artırdı. Alayların bu düzensizli÷i ve baúıboúlu÷u mülki 254 Mayevsrıy V.T, Kürt Ermeni øliúkileri, s.191 Erzurum Vilayet Salnemesi, Erzurum Vilayet Matbaası, 1901 s.43 256 Bayram Kodaman a.g e s. 34 257 Fahrettin Altay, On Yıl Savaú ve Sonrası. 1912-1922, s. 54-55’. Beysano÷lu’na göre alayların sayısı 1895’te 56. 1908’de 65’ti. Bkz. Beysano÷lu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır. 2. Cilt, s. 73 Beysano÷lu verdi÷i rakamlara kaynak olarak Salname-i Askeri’yi gösterir. 255 99 idarecilerin, valilerin otoritesini zayıflattı.258 Rus kurmay subayı Avriyonaf Hamidiye Alayları’nın baúıbozuk hareketleri hakkında úöyle yazmaktaydı. “Mülkiye nüfuzunun tenakuzu Hamidiye Kürtleri’ni vasi miktarda talancılık, hırsızlık ve eúkiyalı÷a sevk etmiútir. Talan edilen Ermeni köyleri meyanında Türk köyleri dahi zarardide olmuútur. Hamidiye Teúkilatı vücuda getirilmeden evvel Vak-i hâzırada böyle vakiye zuhur etmemiúti. Türk nüfusunun azalmasına muvazi olarak Kürt rüesasının nüfuzu yükselmiútir. Bu Kürt rüesası bütün Kürt aúa÷ı tabakasının hiçbir kontrole tâbi olmaksızın ellerine almıúlardı. Aynı zamanda aúiretler parçalanarak birbirlerine düúman olmuúlardır. Aúiretlerin parçalanması aynı zamanda Kürtler arasında müsademeler, talanlar, meyaúi i÷tinamı (hayvan vurgunu) ve köylerin da÷ıtılması ile neticelenen gerginli÷e meydan vermiútir.”259 Avriyanof’un bu görüúlerini Sadrazam Sait Paúa’da do÷rulamaktaydı. Sait Paúa Hamidiye Süvari Alayları için úu görüúleri belirtmekteydi. “Tekaliften müstesna olmakla beraber celb-i meâfi için ehaliye tadis ettikleri mütevatırdır. Diyarbakır taraflarında bulunan Hamidiye Alay Kumandanı Mustafa Paúa ki Milli Aúiret reisidir- zahiren ve lafzen asker sınıfından olan bu aúiret efradına pek çok mezalime âlet etti÷i ve o havalide asayiú ve emniyetin büsbütün muhtel oldu÷u, vilayetin iú’arât ve ehalinin úikâyâtı metbiasından malum oluyor.260 1891 yılında 36 alay olarak kurulan bu alayların sayısı 1895’ de 57’ye, 1910 itibari ile 64’e ulaúmıútır. Alaylar, Abdülhamit tahttan indirildikten sonra da 258 Osman Aytar. A.g.e s. 46 Avyarov. Osmanlı-Rus Savaúları’nda Kürtler.(1801–1900) Çevrim Yazı Muhammed Varlı Sipan Yayınları, s.66–67 Güneydo÷uda Genel asayiúsizlik ve Hamidiye Alayları konusunda ayrıca bkz. Lukach, The Fringe of the East, s. 240–242 260 Sait Halim Paúa Buhranlarımız. Tercüman Yayınları 1988 østanbul., s. 69 259 100 faaliyetlerine devam etmiú, Mahmut ùevket Paúa tarafından yeniden düzenlenerek ismi “Aúiret Alayları” olarak de÷iútirilmiúti.261 Abdulhamit aúiret reislerinin çocuklarını Hamidiye subayı olarak yetiútirilmesi için østanbul’da Mekteb-i Aúiret adı verilen bir okul kurmuútu.262 Alayların subay kadrosunu yetiútirmek amacıyla kurulan bu okul østanbul’daki Süvari Mektebi’ne alınan aúiret çocuklarından oluúturulmuútu.263 Bu okulda yeterli sayıda subay yetiútirilememesi durumunda aúiret reislerini subay kadrosuna atanması öngörülüyordu. Ayrıca aúiret mektebinde yetiútirilen subayların yanı sıra bu alayların e÷itimi için düzenli ordunun süvari subaylarının tayin edilece÷i belirtiliyordu. Bunun yanı sıra alay ve bölük komutanlarının mutlaka ordu içinden atanması, bunların altında kalan rütbelere de aúiret reisleri arasından atama yapılması kararlaútırılıyordu.264 Aúiret reislerinin rütbe olarak yükseltilmesi ise devlete yaptıkları hizmetler ölçü alınarak padiúah iradesiyle miralay (albay) rütbesine terfi ettiriliyordu. Ancak albaylık rütbesinin yanındaki yardımcısının ordu mensubu bir subay olması koúulu getirilerek alayların devlet tarafından kontrolünün sa÷lanması amaçlanmıútı.265 Robert Olson, Kürt Milliyetçili÷inin Kaynakları ve ùeyh Sait Isyanı, Çev. B.Berker, N.Kıraç Özge Yayınları, Ankara, 1995 s. 30–31. 262 Kodaman Bayram. II. Abdülhamit Devri Do÷u Anadolu Politikası, Türk Kültürü Araútırma Enstitüsü, s. 56 263 Aúiret Mektebi talebesinden olup tahsillerin ikmal için irade ile Mülkiye Mektebinde bir yıl Sınıf-ı Mahsus (özel sınıf) okuyup diploma alan 1897 deki talebeler 261 Mukri Aúiret Reislerinden Davuthan Bey zâde Hüseyin Beyin o÷ludur. 1873 de ùemdinan’da do÷du. Mülkiye Mektebi Sınıf-ı Mahsusu’ unu pekiyi derece ili bitirdi. Mezuniyetine müteakip sırası ile 1898 de Van, Bursa Maiyet Memurluklarında; 1908 De Pazarköy, 1909 de Kirmastı, Çölemerik, Gevaú, 1910 da Karne Kaymakam vekilliklerinde bulundu 1912 de Müntefik Sanca÷ı mebuslu÷una seçildi Meclisin feshi üzerine 1914 de Hoúap Kaymakamlı÷ına getirildi. 1915 de Hakkâri Mebusu oldu. Aynı yıl Müntefik 1916 de Kerbela 1917 de tekrar Müntefik Sancakları mutasarrıflıklarına getirildi. Müntefik’ in sukutu üzerine østanbul’a geldi rahatsızlanarak Haydarpaúa Hastahanesinde tedavide iken 1921 de öldü Ali Çankaya Mülkiye ve Mülkiye Tarihi s. 376 264 Aúiret reisinin o÷lu Kabataú'ta Sultan Abdülhamid, Hasenanlı aúiret reisi Mustafa Bey ile hafiyeler aracılı÷ı ile görüúüyor ve Mustafa Bey'in Kabataú Leyli Meccanisi (Kabataú Yatılı Lisesi)'nde okuyan o÷ullarından Kulihan Bey'e Maarif Vekâleti’nin verdi÷i aylık 60 kuruú maaúın haricinde kendisi de düzenli olarak harçlık ve kıyafet gönderirdi. Ayrıca Mustafa Bey'in en küçük o÷lu olan Kola÷ası Kerem Bey'in Ermeni katliamcılara (Hınçak ve Taúnak komitacılar) karúı yaptı÷ı baúarılı 265 ùakir ve Zeki paúaların Sultan Abdülhamid’e gönderdi÷i telgrafta belirttiklerine göre aúiretlerin isimleri úöyledir: Birinci Liva Merkez: Karakulliya Zilan Aúireti, Karakalpak Aúireti Ademanlı Aúireti, Hayderanlı Aúireti Celali Aúireti, ùazili Aúireti økinci Liva Merkez: 101 Hamidiye Alayları Meúrutiyet’in ilan edilmesine destek veren Ermeniler’le øttihat ve Terakki arasında kurulan ittifakın dayandı÷ı ortak görüú øT’nin Hamidiye Alaylarını kaldırması idi. Ancak øttihat ve Terakki Ermeni ve Rus entrikalarıyla yükseltilen milliyetçi akımlarla karúı karúıya kalınca Abdülhamit’in Do÷u Anadolu’daki Hamidiye projesini devam ettirmek zorunda kaldı. Bu amaçla Temmuz 1910’da Van valisi øran’daki eski Hamidiye reislerini geri dönmeye ikna etmek için ùeyh Muhammed Sadık’ı øran’a gönderdi. øttihat ve Terakki tarafından önce fesh edilen Hamidiye Alayları Meúrutiyetten iki yıl sonra tekrar Aúiretler Hafif Süvari Alayları adıyla yeniden kurululdu. Böylece do÷u sınırlarındaki Kürt aúiret reislerinin gücünü ve kanunsuz davranıúlarını bastırmaya yönelik tüm politikalardan vazgeçildi.266 øttihat ve Terakki karúı karúıya kaldı÷ı ayrılıkçı Ermeni milliyetçi÷ini bastırmak için Abdülhamit’in politikalarına yeniden sarılmak zorunda kalıyordu. 267 Hamidiye Alayları øttihat ve Terakki 1910’ yılında, Kürt aúiret reislerini Ermeniler’e karúı harekete geçirmek için østanbul’dan Teúkilat-ı Mahsusa’nın elamanlarını bölgeye gönderdi. Amaç olası bir Kürt-Ermeni iúbirli÷inin önüne geçmekti. Teúkilat-ı Mahsusa’nın elemanları aúiret reislerini Rusya’ya karúı örgütlemeye çalıútılar. øttihat ve Terakki bu örgütlenmeyi yaparken bölgede tutunabilece÷i tek ideoloji Sunnî øslam ideolojisi Hınıs Cemdanlı Aúireti, Cibranlı Aúireti Zirkan Aúireti Üçüncü Liva Merkez: Malazgirt Sipkanlı Aúireti, Karakalpak Aúireti (Hasenan) Aúireti Dördüncü Liva Merkez: Erciú Haydaranlı Aúireti Beúinci Liva Merkez: Baúkale Mukri (Muqri) Aúireti Milan Aúireti, ùemsıki Aúireti ùukufti Aúireti, Takuri Aúireti Altıncı Liva Merkez: Mardin Milli Aúireti, Karakeçi Aúireti, Tay Aúireti, Miran Aúireti Ertuúi Aúireti Yedinci Liva Merkez: Ruha (Urfa) Kays Aúireti, Berazi Aúireti Bkz. Ali Karaca Anadolu Islahat Meselesi ve ùakir Paúa Layihası Eren Yayınları 2000 266 David Mc Dowal, Modern Kürt Tarihi, s. 158 267 øsveç, Rusya, Belçika, øngiltere’nin baskısı üzerine 1908’in sonunda toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi, beklenilenin aksine Hamidiye Alayları’nın da÷ıtılmasına karar vermedi. Meclis’in Alaylar konusunda toplandı÷ını ö÷renen aúiret liderleri, bunu kendilerine yapılmıú bir saldırı olarak gördüklerini beyan ettiler. Bu yüzden alaylar ile düzenli ordu arasında iliúkiler kopma noktasına geldi. øttihat Terakki yönetiminin Alayları ordu saflarına kaydedilmesi kararı ortalı÷ı daha da gerginleútirdi. 1909’un baúlarında alaylar yavaú yavaú silahsızlanmaya baúladılar. Haydaranlı aúireti reisi Kör Hüseyin Paúa’nın tutuklanması alaylarla øttihat ve Terakki rejimini tamamen karúı karúıya getirdi. Hüseyin Paúa cezaevinden çıktıktan sonra bütün askerlerini alıp øran’a göç etti. Akabinde 1913 yılında Musul bölgesinde aúiret alaylarının baúını çekti÷i Kürt isyanı baúladı. 1914’te de Bitlis’te Mela (Molla) Selimin önderlik etti÷i bir isyan meydana geldi. 102 oldu÷u için Türkçülük ideolojisini olabildi÷ince geri planda tutmaya özen gösterdi.268 Baúlangıçta Ermeni ayrılıkçı milliyetçili÷ine karúı daha sonra da I. Dünya Savaúı’nda Ruslara karúı örgütlenen Hamidiye Alayları savaúın bitmesiyle bir anlamda iúlevlerini tamamlamıútı. Cumhuriyet döneminde aúiret alaylarının organik varlı÷ından söz edilemese de alayların toplumsal ve siyasal kalıntılarının tümüyle tasfiye edilmesi 1934 øskân Kanunu’yla aúiret, cemaat, úeyhlik, aúiret reisli÷i, alay reisli÷i gibi ünvanlar kaldırılarak bu alayların kalıntılarına da hukuken son verildi. 2.6. Vilayyat-ı ùarkiyye’ de II. Meúrutiyet øttihatçıların ideolojik ve sınıfsal olarak baúlangıçta, derebeylik-a÷alık düzenine karúı oldukları biliniyordu. øttihat ve Terakki’nin en radikal oldukları 1902 Kongresinde toprak sorununu toprak a÷aları aleyhine ele alıp tartıúmıúlardı. Ancak bu süreç zamanla toprak a÷alarının endiúelerini haklı çıkarmayacak bir seyir izledi. øT, dıúarıda ve içeride karúılaútıkları büyük sorunlardan sonra özellikle úiddetlenen Ermeni milliyetçili÷i gibi büyük sorunlardan sonra Do÷u Anadolu’daki dengeyi kendi lehine dönüútürecek politikalar izlemek zorunda kaldılar. Bu politikanın özü ise Do÷u Anadolu’da Ermeniler’e karúı bölgedeki a÷alık ve aúiret sistemiyle ittifak içine girerek sarayın Do÷u Anadolu’da uyguladı÷ı geleneksel politikasına geri dönmekti.269 1908’de Meúrutiyet’in ilanıyla özgürlüklerin ve anayasanın yeniden yürürlü÷e girece÷inin açıklanmasından sonra Do÷u vilayetlerinde ve köylerinde özellikle Ermeniler arasında bir bayram havası esmeye baúlamıútı. Meúrutiyet’in kendileri için yeni bir düzenin habercisi oldu÷unu düúünen Ermeniler buradan yola çıkarak Hamidiye Alaylarının kaldırılaca÷ını bir karine olarak kabul ediyorlardı. 268 269 Buna karúın Meúrutiyet’in ilanı Kürtler David Mc Dovel a.g e s.133. Feroz Ahmad. øttihatçılıktan Kemalizme Çev. Fatmagül Berktay s, 81 103 arasında büyük spekülasyonlara yol açtı. 1909’da Ziya Gökalp a÷alık ve aúiretleri aynı yıl yazdı÷ı yazıda úöyle anlatıyordu: “Köy a÷ası yönetim kademesinden bir kiúiyi, güçlünün kendisine gizlice kulak vermesini sa÷lama sanatı sayesinde elinde tutmayı baúardı÷ından, köyünde askere gitme yaúı gelmiú olanların askere gitmesini engeller. Suçluları mahkemeden, vergi ve iúçi de÷iúim harcı borcu olanları vergi tahsildarından kurtarır. Köyünün sınırları içinde bu hizmetleri sayesinde ba÷ımsız bir prens gibi yaúar. øúlenen suçlar karúılı÷ında haraç alır. Evlenenlerden ve bu kız kaçırma vakıalarından sa÷ladı÷ı çeúitli yararlardan para alır. Kendilerini yükümlü hisseden köylüler hayvan vergilerini tam olarak a÷aya öder. A÷anın dıúında hiçbir tarım vergisi tahsildarın köye sokmamak için, kurulmuútur. Yanlıú insanları suçlar, yanlıú kanıtlar sunar ve gereken di÷er her úeyi yapar.270 Do÷u Anadolu’da aúiretlerin Meúrutiyet’e karúı tepki vermeleri devrimin do÷ası gere÷iydi. Kürt aúiretlerinin eski rejimle olan iliúkisi nedeniyle aúiret a÷aları Meúrutiyet’in ilanını kendileri için do÷rudan bir tehdit olarak algılıyorlardı.271 Bu sınıfların Meúrutiyeti tehdit olarak görmeleri úaúırtıcı de÷ildir. A÷a ve úeyhlerin kendilerini tehdit altında hissetmelerinin nedeni 1895 Ermeni olaylarından sonra aúiret reisleri Ermeniler’in topraklarına el koymalarıydı. 270 Nur Yalman O Land Disputes in Turkey, s. 215 Do÷u Anadolu’daki feodal yapıların ve bu yapılar üstünde yükselen zihniyetin Meúrutiyet karúısında aldıkları tepki daha iyi açıklamak için Ortado÷u’co÷rafyasında imparatorluk ve hanedanlık nüfuz alanlarını ortadan kesen aúiret ve a÷alık sisteminin øran da’ki uzantılarıyla karúılaútırmak daha açıklayıcı olacaktır. II. Meúrutiyetten iki yıl önce 1906 yılında øran’daki Anayasal devrim Osmanlı’da oldu÷u gibi øran aúiret yapıları üstünde çok fazla bir de÷iúiklik meydana getirmemiúti. Hatta øran’ın Kirmanúah bölgesinde yaúayan aúiretler dıúında bu devrimi aúiret reisleri arasında olumsuz karıúlanmıútır. Kirmanúah bölgesindeki aúiretlerin kervan yollarındaki baskın ve ya÷malarına karúı Kaçarların bunlar üzerinde baskı yapması bu devrimi desteklemelerinin nedeniydi. Kaçarların Kirmaúah. Rus müdahalesine karúı biriken bu yerel tepki 1905-1906 yılında Rusya’nın Japonya tarafından yenilmesinden sonra kendini açı÷a vuracaktı Özellikle Tebriz’de bulunan Azeri ulemanın ve tüccarların oluúturdu÷u ittifak Tahran’da denetimi eline geçirerek ùahı bir danıúma meclisi kurmaya ve anayasa hazırlamaya zorladı Kirmanúah dıúında øran’daki aúiret reisleri Osmanlı’da oldu÷u gibi genel olarak hanedanlı÷ın bir paçası oldukları için hiyerarúik sistem yana tavır alalar anayasal rejime karúı çıktılar. Yeni ùah Muhammet Ali 1907’de tahta geçtikten sonra anayasayı kaldırmay çalıútı ve bu sonunda onun Temmuz 1909’da tahttan indirilerek sürgüne gönderilmesine neden oldu. Bkz. Wedia Jvedih. Kürt Miliyetçili÷inin Tarihi, s. 198 104 II. Meúrutiyeti’in ilk liberal dalgasında øttihat ve Terakki, Kürt aúiretleri tarafından gasp edilen toprakları sahiplerine geri vermeye istekli oldu÷unu göstermiúti. Toprakların tekrar Ermenilere geri verilece÷i taahüdü Kürt aúiretleri arasında Meútrutiyet’e karúı tepkiler do÷urdu. Meúruiyet’in ilanına ilk büyük tepki Milli Aúireti Konfederasyonu tarafından baúlatılan isyanla ortaya çıktı.272 Milli Aúireti aynı zamanda Hamidiye Alayı úeklinde örgütlenmiú Mirliva (Tu÷genaral) ünvanına sahip øbrahim Paúaya önderli÷inde bölgede güçlü bir aúiret konumundaydı. 273 Meúrutiyet’in ilanından sonra Milli Aúireti reisi øbrahim Paúa isyan ile ortaya çıktı. Milli aúireti bölgede güçlü aúiretlerden biri olarak, nufuz alanı Suriye içlerine kadar uzanan bölgedeki en güçlü aúiret konfedarasyonuydu. Milli aúireti isyanı 1908 yılının Kasım ayında Viranúehir’de Osmanlı kuvveti tarafından bastırılarak aúiret lideri øbrahim Paúa öldürüldü. Milli aúireti isyanın bastırılması bölgedeki özellikle úehirlerde yaúayan halk tarafından sevinçle karúılandı.274 Buna karúın Abdülhamit yönetiminden memnun olan aúiret reisleri a÷a ve úeyh sınıfı arasında bir úok dalgası yarattı. Aúiretlerin Meúrutiyet’e karúı tepkileri Van ve çevresinde bulunan Hayderan aúiretinin öncülük etti÷i Kör Hüseyin Paúa öncülü÷ünde eski Hamidiye subaylarıyla birlikte 1909 sonbaharında sınırı geçerek, Tahran’dan ba÷ımsız olmayı düúleyen Maku Kürt aúiret konfederasyonu reisi ile Meúrutiye’e karúı bir iúbirli÷i içinde úeyhlerin de deste÷ini alarak Meúrutiyete karúı yeni bir ayaklanma örgütlenmeye giriútiler. Ancak bu ayaklanma baúarısızlıkla sonuçlandı.275 Meúrutiyet’e bölgedeki aúiret a÷alarının bu tepkisinin hem ideolojik hem de maddi nedenleri vardı. Bunlardan birisi øttihat ve Terakki yönetimi o güne kadar bu aúiret reislerinden vergi alamayan Bab-ı Ali’nin bundan sonra tahsil edemedi÷i vergileri kararlıkla alaca÷ını açıklamasıydı.276 Bununla birlikte Ermeniler’den gasp edilmiú arazilerin toprak a÷alarından geri alınaca÷ıydı. Bu tepkinin ideolojik nedenleri ise øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin taraftarlarının ümmet yerine kullandıkları, sultana ve 272 David Mc Dowell Modern Kürt Tarihi s. 245 Naci Kutlay øttihat Terakki ve Kürtler s. 143 274 Wedia Jwedieh Kürt Milliyetçili÷inin Kökenleri s. 176 275 Cibranlı Halil øbrahim Bey, Hınıslı Kuli Han, Malazgirtil Hasananlı Aúiret Reisleri. Muú ùeyhleri ve Bulanıklı ùeyh Süleyman ve Muú Ovasındaki Khavnirli Musa Bey, Musa Bey’in Ermeni köylerine karúı zulmü nedeniyle aldı÷ı ceza olan yirmi yıllık sürgünden kurtarıldı÷ı için øttihat ve Terakki’ye minnet borcu vardı. Bkz: Musa ùaúmaz. Kürt Musa Bey Olayı (1883-1890) Kitabevi Yayınları østanbul, 2004 s. 141 276 Mayevsriy a.g.e s. 167 273 105 halifeye ba÷lılı÷ı sarsacak úeyh ve a÷aların nüfuzlarını zayıflatacak Meúrutiyet özgürlük, eúitlik, kardeúlik gibi yeni sözcüklerden hoúlanmamıúlardı. Harput’un Kürt müftüsü Meúrutiyet’ in ilanını “øslâm’ın sonu” olarak de÷erlendiriyordu.277 øttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin hürriyet, eúitlik ve kardeúlik ilkelerini bir imparatorluk düzeni içinde savunmaları ve kendileri her ne kadar “ øttihat” (birlik) ømparatorluk içindeki milletlerin bütünlü÷ünü amaçlasa da özünde bu düúünceler bir ulusun hem inúasında hem geliútirilmesinde temel olan ideolojik ve siyasal kavramlardı. Çok uluslu ümmet temeli üzerine kurulmuú imparatorluk düzeninde bu düúüncelerin er geç baúka etnik ve ulusal taleplerle birleúece÷i kaçınılmazdı. Nitekim Ermeniler, Bulgarlar gibi Kürt aydınları da di÷er unsurları takip ederek II. Meúrutiyet’in getirmiú oldu÷u özgürlük ortamında Kürt Milliyetçili÷i ideolojisi etrafında örgütlenme yoluna gitmiúlerdi. ømparatorlu÷un Türk olmayan etnik unsurlar arasındaki milliyetçi ideolojiye de÷inen E. Ramsaur o dönemde, Müslüman ve Türk olmayan halklardaki ulusal duyguların zayıflı÷ına dikkati çekerek Kürtlerle ilgili olarak aralarında Abdullah Cevdet ve øshak Sükuti’nin de bulundu÷u birçok Kürt, Jön Türk haraketine baúlangıcında katılmıúlardı. Ancak bunlar kendilerini Kürt olmaktan çok Türk ya da Osmanlı olarak görüyorlardı. Bu nedenle milliyetçilik ideolojisi Müslümanlar arasında Hıristiyanlara kıyasla çok daha geç oluúmuútu.278 Bunun nedeni imparatorlu÷un parçalanma endiúesiydi. Bu endiúeyi besleyen, ømparatorlu÷un Rumeli eyaletindeki Romanya, Bulgaristan ve Mekedonya’nın ulus ideolojisiyle imparatorlu÷un elinden çıkmasıydı. Nitekim Niyazi Berkes Jön Türklerin devrimi daha fazla ileriye götürememelerinin nedenini Batı Avrupa’nın ve Rusya’nın emperyalist amaçlarının Ermeniler ve Kürtler üzerinden Do÷u Anadolu’nun kaybedilmesi endiúesine ba÷lamaktaydı.279 Bu endiúe özellikle Do÷u Anadolu’nun toplumsal, etnik ve dinsel yapısıyla Cumhuriyet dönemine miras kalacak feodal yapılar daha sonra Cumhuriyet devrimlerinin yönünü ve hızını da belirleyecekti. Ancak bu konuya burjuva 277 Parliamentary Papers. Turkey No 1, Lowther’den Grey’e Therapia, 26 A÷ustos 1908 Ernest E, Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 øhtilali Çev: Nuran Yavuz Pozitif Yayınları 2007 s, 81 279 Niyazi Berkes øki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoroz. s. 677 278 106 demokratik devrim konusunda yer verece÷imiz için burada daha fazla ayrıntıya girmeden geçiyoruz. Do÷u Anadolu’da toplumsal örgütlenmenin temel ilkesi kandaúlık yanında Sunnî øslam ideolojisi etrafında biçimlenmiúti. øslam, Osmanlı kent kültürü ile kırsal kesimdeki köylü müslümanlı÷ın tarikatlar aracılı÷ıyla halk kültürüne bir arada tutan bir iúlev görmekteydi. Bu nedenle Do÷u Anadolu’da úeyh ve seyyitlerin bölgenin toplumsal örgütlenmesindeki rölü neredeyse tek belirleyici bir güç konumundaydı. Bu koúullar içinde øttihat ve Terakki Do÷u Anadolu’da halkı harekete geçirmenin ve manipüle etmenin de temel bir aracı olarak dinin yönlendirici iúlevini kullanmakta tereddüt etmedi. Ancak bu politikalar Do÷u Anadolu’ da Kürt aúiretleri ve úeyhleri üzerinde pek etkili olmayacaktı. Bundan da öte Abdülhamit’in devrilmesiyle Kürt aúiret ve úeyhleri güçlü himayelerini ve ayrıcalıklı konumlarını yitirmiúlerdi Çünkü Jön Türkler’in Halife’ye ve genelde dine yönelik tutumları Kürtler’in kutsal saydıkları bir miti yıkmıú ve Kürtlerle devlet arasındaki en güçlü ba÷ı zedelemiúti.280 øttihat ve Terakki yönetimi Do÷u Anadolu’da Ermeniler’in eúitlik ve özgürlük taleplerinin Osmanlı projesi içinde gerçekleútirilmesinin imkansız oldu÷unu anlayınca Ermeniler’in bu taleplerinin uzun vadeli bir ayrılma stratejisinin bir parçası oldu÷unu, her otonomiden sonra ba÷ımsızlık taleplerinin peú peúe geldi÷ini Romanya, Bulgaristan örne÷inde yaúamıúlardı.281 Bu nedenle Do÷u Anadolu’daki Ermeni isyanlarının sadece Gayrimüslim cemaatlerin kendi etnik kimliklerin, talep etmeleri Müslüman ümmetin de aynı úekilde davranmasını kaçınılmaz hale getirece÷inin farkında olan øttihat Terakki Türkçülük düúüncesini sürekli yedekte tutuyordu. Ancak 1913 Balkan Savaúları yenilgisinden sonra bu 280 Sultan II. Mahmut’un reformları 19. yüzyılın ilk yarısında Kürt Mirliklerinin ortadan kaldırmaya yönelik politikaların baúladı÷ı yıllardır. II. Mahmut’un ølerici ancak pek sevilmeyen reformları 1826 yılında Yençeri Oca÷ını ve Bektaúi tarikatlarını ortadan kaldırmaya yönelik çalıúmalarıyla birleúen Sultan Mahmud, dini çevrelerce afaroz edilmiúti. Sultan Mahmut’’un un ölümünden sonra. østanbul’daki türbesinin önünden geçen Bektaúi derviúlerinin, ona lanetle tükürmeleri ve beddua etmelerinin bir gelenek haline geldi÷i söylenir. Birgi. The Bektashli Order, s. 79. 1837 yılında bir gün Galata köprüsünden geçen Sultan’a tehditler ve hakaretler ya÷dıran “Gâvur padiúah” diye ba÷ırarak øslamı yıkmaya çalıúmakla suçlayan bir derviúin hikâaye anlatırlarrown, Dervishes. 3445–346 ve Birge. The Bektahsi Order. s. 83 281 Wadie Jweideh., Kürt Milliyetçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi ,. Çev: øsmail çekem Alper Duman østanbul 1999 s. 198 107 düúüncenin açıkça savunulmaya baúlanacak bu da artık “Osmanlılık” ideolojisinin de iflası anlamına geliyordu. Bu dönemde øttihat ve Terakki Fırkası’nın Merkez-i Umumi üyesi olan, Ziya Gökalp øttihat Terakki’nin politikalarına bilimsel ve sistemli teorik bir çerçeve kazandırma çabası içine girecekti. Gökalp’in gördü÷ü en önemli problem azınlıkların ba÷ımsızlık mücadeleleri içinde olmalarıydı. Gökalp’ın etkisi altındaki siyasi Türkçülük programı ile Vilâyât-ı ùarkiyye’de yaúayan Ermeni, Rum, Nesturî cemaatine belli bir kültürel özerklik verilmesinden yana olmakla beraber Osmanlı Millet sisteminin devamını imkânsız ve gereksiz görüyorlardı.282 II. Meúrutiyetle birlikte Ermeniler’e tanınan hakların Kürt aúiret reislerini ve úeyhlerini rahatsız etti÷ini belirtmiútik. Bu grupların aksine benzer hakların Viliyât-ı ùarkiyye’de yaúayan Kürtlerin de do÷al hakkı olaca÷ı bazı e÷itimli Kürt aydınları tarafından talep edilmeye bu taleplerini Kürt milliyetçili÷i teziyle iúlemeye ve buradan hareketle batı kamuoyunun deste÷ini almak için büyük çaba harcamaya baúlamıúlardı. øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tam iktidarı döneminde Do÷u Anadolu’da örgüt sayısının artması ve siyasi güçlerini hissettirmeleri Kürtler ve øttihatçılar arasında gerilimi artırmıútı. Cemiyet içinde Türkçü fikirlerin a÷ırlık kazanmasıyla Kürt örgütlerinde ve ileri gelenlerinde ayrılma e÷ilimi düúünsel planda daha belirgin hale geldi. Bu nedenle øttihat ve Terakki Kürt cemiyetlerini kapattı.283 Osmanlı ømparatorlu÷u’nun unsurları arasında milliyetçi e÷ilimlerin güçlenmesi toplumsal alanda çatıúma ve gerginlikleri daha belirgin bir hale getirdi. 19. yüz yılın son dönemecinde uluslaúma ça÷ında Batılılaúma ve Batı kurumlarını tesis etme ile imparatorlu÷un içindeki ulusların imparatorluktan kopma endiúesi ve korkusu iç içe geliúen bir olguydu. ømparatorlu÷un Do÷u’sunda 19. yüzyılın son çeyre÷indeki durumu ile bugünkü durum karúılaútırıldı÷ında yine benzeri gerginlikler ve olayların gerek dıú dinamiklerle olan iliúkisi gerekse içi dinamikler bakımından yakın paralellikler göstermektedir. 2.6.1. II. Meúrutiyet Döneminde Kürt Cemiyetleri Uriel Heyd, Ziya Gökalp Tük Milliyetçi÷inin Temelleri, Çev: Kadir Günay Kültür Bakanlı÷ı Yayınları s. 56 283 Naci Kutlay, øttihat ve Terakki ve Kürtler. Beybun Yayınları. Ankara, 1991, s. 138 282 108 1908 yılından sonra Osmanlı tebaasının yanı sıra Kürtler de Meúrutiyetin ilanıyla birlikte oluúan özgürlük atmosferinden yararlandılar. Bu atmosfer içinde birçok kültürel ve siyasi örgüt ortaya çıktı. Kürt cemiyetleri de ilk kez bu dönemde kuruldu. Kürt cemiyetleri Osmanlı ømparatorlu÷u içinde yasal olarak faaliyet göstermeye baúladılar. Bu dönemdeki Kürt cemiyetleri e÷itimli Kürtler tarafından sadece østanbul’da örgütlenmiúlerdi. II. Meúrutiyet döneminde kurulan Kürt cemiyetlerinin tüzüklerinde kendilerini etnik olarak farklı fakat aynı zamanda Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak görüyorlardı.284 øttihat ve Terakki Cemiyeti içinde de etkin rol oynayan Kürt ileri gelenleri, Meúrutiyet döneminde çeúitli örgütlenmelere giriúmiúlerdi. Bunların en önemlilerinden biri olan Osmanlı Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti 1908 yılında kurulmuú ve Abdülhamit uygulamalarına karúı çıkmıútı.285 Birinci Dünya Savaúı’nın sonuna do÷ru østanbul’daki Kürtler siyasi örgütler de oluúturdular. Siyasi bir gündem izleyen ilk Kürt örgütü Kürdistan Teali Cemiyeti ’ydi cemiyetin amacı Kürtler’in Kanun-ı Esasî’nin vatandaúlara tanıdı÷ı haklardan faydalanmasını sa÷lamaktı. Cemiyet Osmanlı sıfatını daima korumayı, devletin süreklili÷ine, Meúrutiyete ba÷lı kalmayı, farklı unsurlar ve aúiretler arasındaki ihtilafların giderilmesi için de gerekli giriúimlerde bulunmayı savunuyordu.286 Bu cemiyetlerin ardından 1912 yılında østanbul’da Kürt asıllı ö÷renciler ve hukukçular tarafından Kürt Hevi Talebe Cemiyeti ile I. Dünya Savaúı sırasında Mısır’da østiklâl-ı Kürdistan Cemiyeti kuruldu. Baúlangıçta bu cemiyetlerin birço÷u daha çok Kürtlerin yaúadı÷ı bölgelerdeki koúulların iyileútirilmesini hedefliyordu. Osmanlı ülkesinden ayrılmak gibi bir amaç gütmüyordu. Ancak savaú sonrası Mütareke koúulları bu cemiyetlerin taleplerinde de farklılıklar ortaya çıkmasına yol açarak Kürtler’in ayrı bir devlet kurma düúüncesi ve beklentisi de bu koúullar içinde dillendirilmeye baúlanacaktı. Mondros Mütarekesi’nin Osmanlı Devleti yönetimini etkisiz bırakmasının ardından, Mayıs 1919’ da Seyit Abdülkadir baúkanlı÷ında bir Kürt Teali Cemiyeti kuruldu. Baúlangıçta kendisini 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki 284 Hasan Özo÷lu, a. g.e s. 45 Ramsauer a.g e. s. 98 286 øsmail Göldaú Kürt Teali Cemiyeti s. 34 285 109 Cemiyeti’nin devamı gibi gösteren bu örgüt, hayır amacı güden bir cemiyet görüntüsü ardında Mütareke sonrasında oluúan uygun koúullardan istifade ederek ba÷ımsız bir Kürt devleti kurmayı hedefliyordu. Do÷u Anadolu’nun nüfuzlu hanedanlarından biri olan Bedirhano÷ulları tarafından desteklenen ve østanbul’daki devlet yöneticileri arasında da üye ve yandaúları olan cemiyetin Baúkanı Seyit Abdülkadir, aynı zamanda ùura-ı devlet reisiydi.287 øngiliz subaylarının ba÷ımsız bir Kürdistan devletini desteklemelerinden cesaretlenen cemiyet Damat Ferit Paúa aracılı÷ıyla øngiltere’ye bu talebini iletti. Bu iste÷e sıcak bakmayan øngiltere Süleymaniye valisi olarak yerel Kürt önderlerden ùeyh Mahmut Berzenci’yi atadı. ùeyh Mahmud Berzenci bölgedeki øngiliz kuvvetlerine karúı bir ayaklanma baúlattı. Bu ayaklanmada øngiliz subaylarının da öldürülmesi üzerine øngiltere, Berzenci’yi görevden aldı. Bölgede yaúanan geliúmelerden tedirginlik duyan østanbul Hükümeti de, cemiyetin Do÷u vilâyetlerinde úubelerin kapatma yoluna gitti. Damat Ferit Paúa kabinesinin istifasının ardından etkinli÷ini kaybetmeye baúlayan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin çalıúmaları Ankara Hükümeti’nin kurulmasının ardından sona erdi.288 2.7. Kandaúlıktan Kutsallı÷a Do÷u Anadolu’da øki Geleneksel Güç Oda÷ı 2.7.1. ùemdinli ùeyhleri 19. yüzyılın ikinci yarısında II. Mahmut’la baúlayan devletin merkezileúme çabası sonucu Kürt Mirlikleri ortadan kaldırılmıú onun yerine merkezden vali atama usulü getirilmiúti. Ancak bu çabalar Do÷u Anadolu’daki feodal güçlerin bölgedeki etkinli÷ini tam olarak kıramamıútı. Merkezîleúme ile birlikte bölgede yarı özerk statüdeki Kürt mirliklerinin ortadan kaldırılmasıyla bu güçlerin yerine 19.yüzyıın baúlarında Musul’dan gelen Cüneydi Ba÷dadi’nin öncülük etti÷i ve Nakúibendî tarikatının devamı olan Taha-ı Nehri úeyhleri bölgede etkin güç haline geldiler. Taha-ı Nehri Hakkâri’nin ùemdinli bölgesine yerleúmiú øran’dan gelen 287 288 Muzaffer ølhan Erdost. ùemdinli Röportajı Onur Yayınları s. 68 Naci Kutlay a.g e s. 132 110 kervanlar üzerinden özellikle tütün ticaretinden büyük kazançlar elde ederek siyasal gücünü ekonomik gücüyle pekiútirerek Hakkâri bölgesinde önemli bir nüfuz ve güç elde etmiúti.289 ùemdinli ùeyhleri Kürt milliyetçili÷inin iki farklı ekseninden biri olan aúiret ba÷ları ile birlikte medrese gelene÷inden beslenen, tarikat temeli üzerinde varlı÷ını oluúturmuú kollarından biriydi. ùemdinli ùeyhleri Cüneydi Ba÷dadi’nin ö÷rencisi olan Mevlana Halid’in 1840’lı yıllarda Hakkâri’ye gelerek burada Tarikatın bir kolunu örgütlemesiyle bölgede etkin bir konuma geldiler.290 Taha-ı Nehri úeyhleri olarak da bilinen bu aile hem aúiret hem de úeyhlik nüfuzunun iç içe geçti÷i bir güce sahip olarak Kürdistan’da yerel iktidar da÷ılımı bakımından önemli bir güce sahiptiler. Abbasi hanedanından geldiklerini iddia eden bu Nehri aile, Cumhuriyet döneminde Soyadı Kanunu’yla Arvasi soyadını alacaklardı. Seyit diye tanımlanan bu aile kendi úecerelerini Hz. Muhammed’in soyuna dayandırarak uzun yıllar Van ve Hakkâri bölgesinde ekonomik ve siyasal gücü ellerinde tutmuúlardı. ùemdinli ùeyhlerinden Taha-ı Nehri’nin o÷lu olan ùeyh Ubeydullah’ın 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaú’nın yarattı÷ı bölgedeki otorite boúlu÷unda kendi aúiret ve tarikatını daha etkin konuma getirerek 1880 yılında on bin kiúilik bir aúiret ordusu ile øran’a saldıracak, øran’ın birçok köyünü ele geçirecekti. Bu olay ùeyh Ubeydullah Nehri’ye halk nezdinde büyük nüfuz kazandıracaktı. ùeyh Ubeydullah’ın bu nüfuzu yabancı gözlemcilerin de dikkatinden kaçmayacaktı. ùeyhin gücünü S.G.Wilson úöyle belirtiyordu: ùeyh Ubeydullah II. Abdulhamit’in ve Mekke ùerifinin yanında, Sünni Kürtler nazarında en kutsal kiúi sayılır binlercesi, onu sadece bir aúiret reisi oldu÷u için de÷il, Tanrı’nın bir vekili olarak da takip etmeye hazırdı.291 Ubeydullah’ın o÷lu olan Seyit Abdülkadir økinci Meúrutiyet döneminde Encümeni Daniú baúkanlı÷ına kadar yükselecekti. Daha sona 1925 ùubatında baúlayan ùeyh Sait isyanında rolü oldu÷u gerekçesiyle Diyarbakır da østiklâl Mahkemesi’nce yargılanarak idam Muzaffer ølhan Erdost, ùemdinli Raporu, s, 160 Nihat Ali Özcan AKP’ nin Kürt Sorunu’ ile ømtihanı” Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki s. 16 26 Eylül 2005 291 S. G. Wilson, Persian Life and Customs: With Scenes anda Incidents of Residence and Travel Oliphant, Anderson and Ferrier 1896 London, 1896, s. 81 289 290 111 edilecekti.292 Yine bu aileden gelen, ùemdinli kaymakamlı÷ı da yapan øbrahim Arvas Cumhuriyet’in ikinci Meclisinden baúlayarak 1950 yılına kadar aralıksız olarak 30 yıl boyunca CHP’den Van milletvekilli÷ine seçilecektir. Nakúibendî tarikatının en güçlü kolu olan bu aile hemen her dönem parlementoya temsilci gönderecektir. Taha-ı Nehri’nin devamı olan Arvasiler aúiret ve cemaat ba÷larının iç içe geçti÷i ekonomik ve siyasal güç olarak nüfuzların ve güçlerini bütün hükümetler dönemlerinde sürdürmüúlerdir. Öte yandan bölgede úeyhlerin ekonomik güçlerinin dayandı÷ı mekanizma úeyhlerin vakıf yöneticisi sıfatı taúımalarıydı. ùeyhler vakıf topraklarının tasarruf sahibi olarak ekonomik güçlerini geliútirmiúlerdi. Mirlikler yıkıldıktan sonra bölgede nüfuz sahibi haline gelen úeyhlerin aúiret örgütlenmesinin alt yapısının korunmasında etkin rolleri oldu. Daha önceden de toprak sahibi olan úeyhler özel mülklerini aúiret mülkü aleyhine geniúleti. Bu durum hem topra÷ın, hem de eme÷in daha yo÷un bir biçimde sömürülmesiyle sonuçlandı. Bu sömürü sonucunda daha hızlı bir servet birikimine, o da pazarlanacak artık ürünün elde edilmesine neden olmaktaydı. Bu artık ürünün pazarlanması zayıf da parasal bir ekonomiyi oluúturmuútu. ùeyhler ve aúiret a÷aları toprak mülklerini alabildi÷ine geniúletmeleri özellikle Hakkâri bölgesinde Nesturilerden kalan toprakların bu ailenin eline geçmesiyle a÷aların ve úeyhlerin köylünün ve aúiret üyelerinin üzerinde ola÷an üstü bir güce sahip olmalarına neden oldu. Bölgede a÷aların ve úeyhlerin topraklarındaki bu artıú yeni bir yaúam tarzı ve yeni bir toplumsal sınıfı ortaya çıkardı. Bu da aúiret ve cemaat reislerinin servetlerindeki artıú ile birlikte kentsel alanlara yerleúmesini beraberinde getirdi. Böylece kentli toprak a÷aları ile köyde kalan toprak a÷aları arasında yeni bir tür ittifak sistemi geliúti. Aúiret a÷aları ve úeyhler bu ekonomik kaynakları ustaca de÷erlendirdiler. Bunlar sadece maiyetlerinde çok sayıda insan bulundurmakla kalmıyor bürokrasi ve nüfuzlu kiúilerle de ba÷lantılar kuruyorlardı.293 Tarikat yapılanması bir yandan aúiret iliúkileri ile iç içe geçmiú bir yapıda oldu÷u 292 293 için köylünün ya da mürúidin Nikitin Bazil A.g.e s. 232 Nazmi Sevgen Do÷u Anadolu Türk Beylikleri s. 171 112 úeyhe mutlak itaati iliúkileri merkezîleútiriyordu. ùeyhe gösterilen saygının artmasıyla birlikte, kendisine atfedilen kutsallık kardeúler ve o÷ulları arasında da paylaúılıyordu. Yetki ve sıfatların babadan o÷ula geçmesiyle dini iktidar ve nüfuz kurumsal hale geliyordu. Bu iliúki icazetle babadan o÷ula geçen mistik kutsallı÷ı sahte bir mürúit-mürid iliúkisi temelinde oluúturmaktaydı. Böylece úeyhler ve onların kuúakları arasında nüfuz, güç ve zenginlik kuúaktan kuúa aktarılarak úeyhlik statüsü miras olarak devrediliyordu.294 ùemdinli úeyhleri, özellikle II. Abdülhamit döneminde tam bir derebeyli÷i saltanatı sürmüúlerdi. Seyit Taha bölgede Kürtlerin dini duygularını kullanarak ve Hıristiyanlara karúı kıúkırtarak bölgede ciddi bir etkinlik elde ediyordu. O÷lu Ubeydullah zamanında tüm dünyevi iliúkilerde yönetim úeyhin denetimine girdi. Bu arada Seyyid Taha halifesi Abdurrahman Barzani’yi Zibari topraklarındaki Barzan köyüne gönderdi o zamandan beri Barzan úeyhleri ile Zibari a÷aları düúmandırlar. ùeyhler ve a÷alar arasında aúiret dıúında kalan köylüler tarikatların aktif destekçileri haline geldiler295 ùeyhlerin, Do÷u Anadolu’da geniú bir müritler a÷ı temelinde yaydıkları siyasal ve ekonomik güçlerinin bir kayna÷ı da zekatın yanı sıra aúiret ve tarikat mensuplarının karúılı÷ı ödenmeyen emeklerinden kaynaklanmaktaydı. ùeyhler kendi bölgelerinde en büyük sürü ve toprak sahibi konumlarıyla aynı zamanda sınıfsal bir güç haline geldiler. Ancak bu sınıfsal farlılık dini ideoloji ve tarikatların itaat kültürü içinde hiçbir zaman alt sınıflar tarafından fark edilir duruma gelmedi. Bu nedenle 19. yüzyılın ikinci yarısında bölgenin her tarafında Kürt a÷a ve úeyhlerinin sömürüsü katlanarak artı. I.Dünya Savaúı ortamında Hakkâri’de Nesturi cemaatinin mallarının ve hayvanlarının ya÷ma edilmesiyle bu güçlerini daha da pekiútirdiler.296 Böylece úeyhler ve a÷alar gelir kaynaklarını ilk önce büyük ço÷unlu÷u Ermeni ya da Nesturi Hıristiyanlardan oluúan bölgedeki yerleúik halkı mallarını ya÷malayarak sa÷lamayı sürdürdüler. 294 Bruinessen, A÷a, ùeyh, Devlet, s. 148 296 Lale Yalçın Hekman, Kürtlerd Aúiret ve Akrabalık øliúkileri Çev. Gülhan Erkaya øletiúim Yayınları 2002 østanbul. 78 113 2.7.2. Bedirhanlar Do÷u Anadolu’da Kürt Mirlikleri içinde en güçlü mirliklerden birisi Bedirhan mirli÷iydi. Emir Bedirhan bey 1828-1829’ dan sonra sultana asker vermemekte direnerek bölgede bulunan di÷er Kürt Mirliklerine ve Ekrat hükümetlerine asker vermemeleri için giriúimde bulundu. Van’da Müküs beyi olan Han Mahmut ve Hakkâri’de Nurullah Beyi Kürdistan’ın ba÷ımsızlı÷ı yolunda mücadele için ikna etmeye çalıúıyordu. 1847 yılında Botan Mirli÷i’nin merkezi siyasal iktidar tarafından ortadan kaldırılmasıyla birlikte bölgedeki otoritesini Nehri ùeyhlerine kaptıran Bedirhanlar bu yenilgiyi hazmedememiúti. Bedirhan’ın o÷ullarından Osman ve Hüseyin 1879’da Botan’da kısa süren bir isyan çıkardılar.297 1899’da iki o÷lu, Emin Ali ve Mithat, aúiretleri bir araya toplama giriúiminde bulundu. Fakat güçlerini birleútirmeden önce yakalandılar. 1890’ların sonunda Mithat, 1898’ yılında Kürtçe ve Türkçe iki dilde yayımlanan Kürdistan dergisini çıkarmaya baúladılar. Derginin merkezi Kahire’deydi. Dergi øttihat ve Teraki’yi destekliyordu. Dergi etrafında oluúan kiúiler úeyh aileri ve e÷itimli Kürt seçkinlerinden gelen kiúilerden oluúmuútu. Bunlardan biri Taha-ı Nehri ailesinden derginin baúyazarı ùefik Arvas’tı. Bu kiúiler Kürtlerin desteklenmesi için duyguları harekete geçirecek yazılar kaleme alıyordu.298 Kürdistan dergisi daha sona Cenevre’de ve ardından Londra ve Folkston’da yayımlandı. Bedirhan’ın o÷lu Abdurrahman 1902 yılında Paris’te yapılan øttihat ve Terakki’nin kongresine katılarak Prens Sabahattin’in yanında yer aldı. Bu kongrede liberallerle milliyetçiler kesin bir biçimde ayrılarak øttihat ve Terakki’nin tarihinde ideolojik kırılmanın dönüm noktasını oluúturdu. Liberaller imparatorlu÷a dayatılan uluslar arası anlúma koúullarının yerine getirilmesi gerekti÷ini savunuyorlardı. Avrupa güçlerinin dayattı÷ı bu koúullar daha çok Ermeni cemaatinin korunması, onların mal ve can güvenli÷inin sa÷lanmasını öngören maddenin uygulanmasıydı. Bu nedenle 1902 Paris Kongresi’nde Kürtler ve Ermeniler liberallerin yanında yer alacaklardı. Buna karúın milliyetçiler ise 298 Wadie Jwaideh Kürt Milliyetçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi Çev. øsmail Çekem, Alper Dumun øletiúim Yayınları østanbul 2004 s.128 114 imparatorlu÷un içiúlerine hiçbir dıú gücün karıúmaması gerekti÷ini 299 savunuyorlardı. 1879’ yılına gelindi÷inde Van, Muú, Bitlis ayaklanmaları baú gösterdi Bedirhan Bey’in o÷ulları Osman ve Hüseyin Beyler liderli÷indeki isyan yayıldı. Cizre isyancıların eline geçti. Siirt, Diyarbakır, Erzincan ve Erzurum’dan toplam 17 tabur isyancıların üzerine gönderildi. østanbul’dan gönderilen Sultan’ın özel temsilcisi Bedirhan’ın o÷ulları ile görüúerek belirli çıkarlar karúılı÷ında Bedirhan’ın o÷lu Hüseyin Bey østanbul’a gönderildi. Bedirhan’ların Kürt milleyitçili÷i gibi bir amacı ön planda görünsede aslında tamamen feodal bir ekonomik ve toplumsal temelde oluúan bu ailenin feodal yapıdan kopmak gibi bir amacı ve programı yoktu. Bedirhan ailesinin dünya görüúlerinin özünü kavrama açısından Bedirhan’ ın 1867’de Sadrazam Ali Paúa’ya gönderdi÷i mektupta yer alan satırlar önemli ipuçları içerir. Bedirhan mektubuna “Aciz kullarının maruzatıdır” diye baúlar ve ailesinin kalabalık oldu÷undan söz ederek yıllardan beri ihsan buyurulan maaúının artırılmasını talep ederek “Evimde bulunan kalabalık nüfus köle ve cariye de÷il ki satarak azaltayım, hizmetçi de÷il ki kovayım diyerek Bedirhan kölenizi umum sırada tutmayıp maaúının artırılmasını” makam-ı devletin kölesi olarak talep etmekteydi300 Maiúeti bile merkezi siyasal otoriteye ba÷lı olan Bedirhan mirli÷inin bugün romantik Kürt milliyetçileri tarafından Bedirhanların bulundu÷u Cizre bölgesinde devlet kurdukları úeklindeki açıklamaları göz önünde bulundurulunca bu mektup düúündürücüdür. Bedirhan ailesi büyük bir toprak sahibi ve derebeyi konumuyla isyan etmesine ra÷men ciddi bir cezalandırma görmek bir yana genel uygulamaların bile dıúında tutuluyordu. Mektubun devam eden bölümünde ise ayrıcalı÷a alıúmıú bir derebeyinin isyan etti÷i devletten inanılması güç talepte bulunuyordu. 301 Bedirhan Mirli÷inin ortadan kaldırılmasından dört yıl önce yani 1843 yılında Hakkâri Beyi Nurullah Bey’in yardımıyla Hakkâri bölgesinde yaúayan Hıristiyan Nesturi-Asurîler üzerine saldırarak Nesturilere yaptı÷ı kıyımları Bedirhanları Kürt Milliyetçili÷inin ikonası haline getiren bir kısım Kürt 299 Abbas Vali. Kürt Milliyetçili÷inin Kökenlir Avesta Yayınları østanbul 2005 s. 143 Nazmi Sevgen A. g .e s. 175 301 Suat Parlak Kürtler ve Türkler, a.g.e s. 345 Celile Celil XIX Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Kürtler, Çev: Mehmet Demir, Özge Yayınları, 1992 Ankara s. 137 300 115 milliyetçileri bu kıyımı merkezi siyasal iktidar ve misyonerlere biçme yönünde egemen bir söylem vardır. 1843 tarihinde Botan Miri Bedirhan Bey, Hakkâri Beyi Nurullah Bey’in de yardımıyla Hakkâri’nin Tiyari bölgesinde yaúayan Nesturîlere karúı harekete geçer. Bu hareketin amacı, bölgede yaúayan Hıristiyan NesturiAsuri’ler olur. Bilânço: on binin üzerinde Nesturî öldürülür. Bedirhen Bey, bununla da yetinmez. 1846 yılında ikinci harekâta giriúir ve yine binlerce NesturîAsurî katledilir. Batılı güçlerin baskısıyla Fransa Bab-ı Ali’ye Nesturî kıyımının durdurulmasına yönelik protesto vererek Bedirhan’ın etkisiz hale getirilmesin talep etti. Bab-ı Ali Fransa ve øngiltere’nin deste÷ini de alarak Ömer Paúa ve Sabri Paúa komutasında büyük bir orduyu Bedirhan’a karúı yola çıkardı. Bu ordu Cizre’yi ele geçirerek Bedirhan teslim olmak zorunda kaldı ve Girit’e sürgüne gönderildi.302 Bu olay Türk tarih yazınında “isyan” olarak geçerken ve Kürt milliyetçileri tarafından abartılı bir úekilde ‘büyük “Kürt isyanı” olarak anılır.303 Bu kıyımda Layard’ın aktardı÷ına göre on binin üstünde Nesturî’nin katledildi÷ini yazmaktadır.304 Nesturîlerin bulundu÷u bölgelerin ba÷lı oldu÷u sancak ve vilâyetler de÷iúti÷i için vergilerin, kimin tahsil edece÷i konusunda o dönemde bölgede idari belirsizlikler söz konusuydu. Nesturilerin yo÷un olarak yaúadı÷ı Van ve Hakkâri, Hatt-ı Hümayun (Tanzimat Fermanı,1839) kapsamına alınmamıútı. Ayrıca Nesturilerin dini ve dünyevi lideri olan Mar ùamun Hakkâri miri olarak Baúkale’de oturan Nurullah Beyi de÷il Çölemerik’te oturan Süleyman Beyi tanıyordu. Bunun çifte vergilendirmeden kaynaklandı÷ı ileri sürülse de olay Layard’ın belirti÷ine göre Kürt aúiretlerinin ya÷ma ve talanının bir ürünüydü.305 2.8. Van’da øttihat ve Terakki Van’ın 19. yüzyılın sonunda nüfusunun üçte biri Ermeni, üçte biri Kürt, geri kalanı Süryanilerden ve Türk asıllı Müslümanlardan oluúmaktaydı. Ermeniler’in ve Türkler’in yo÷un yaúadı÷ı yerler Van merkezi ve merkeze ba÷lı kazalardı. 302 Minorsky “ Kürtler” øslam Ansiklopedisi VI. Cilt. 1114 Gabriella Yonan Asur Soykırımı s. 42–48 304 Austen Hnrye Layard, Ninova Kalıntıları, Avesta Yayınları Çev: Zafer Avúar Istanbul, 2000 s. 378 305 Muzaffer ølhan Erdost. ùemdinli Röportajı s. 147 303 116 Vilayet salnamesinde, merkez kazanın 1870 yılında 25.725 kiúi olan erkek sakinlerinin sayısı 1900 yılında 35.131’ e yükselirken, bu oran Ermeniler için % 27 Müslümanlar için % 42’ ydi.306 1890’da Vital Cuinet’nin verdi÷i rakamlara göre Van’da 30.500 Türk kökenli 5000 çerkez 79.00 Ermeni 210.000 Kürt kökenli nüfus vardı. Hiristiyan nüfus içinde 40.00 Nesturi, 6000 Keldani ve 5000 Yahudi nüfusun oldu÷unu yazmaktadır.307 1895 tarihli Van Salnamesi’nde yazılan bu rakamlar özellikle Berlin Kongresinden sonra demografik istatistik çalıúmalarının ciddi úekilde politize edildi÷i için ihtiyatla yaklaúmak gerek. Van ve çevresinde Müslüman yerleúik halklardan Türk nüfusun di÷er cemaat ve unsurlara oranla daha az bir nüfusa sahiplerdi. Van’da yerleúik Müslüman halkın arasında Van ve merkeze ba÷lı Tımar nahiyesindeki altı köyün dıúında kırsal alanda yerleúik unsurlarının Türk oldu÷una dair fazla bir kanıt yoktur. Türklerin bulundukları yerlerde genellikle Osmanlı toprak rejimi içinde miri toprak rejiminin uygulandı÷ı tımarlı sipahilerin padiúaha ve eyalet haslarının bulundu÷u topraklardı. Bugün bu nahiyenin ismi Tımar olması sadece fonetik bir benzerlik de÷il 17. yüzyıl tahrir defterlerinde bu yerlerde tımarlı sipahilerin oldu÷unu göstermektedir.308 1893 yılında Van’da bulunan Lynch’in gözlemleri de aynı yöndedir. Lynch’e göre; Van’da büyük toprak sahibi olan aileler, Timuro÷ulları, Cumuúcuo÷ulları ve Topçuo÷ullarıdır. Bu aileler hiyerarúik olarak biçimlenen bir çeúit aristokrat yapı içinde kenti uzun yıllar yönetmiúlerdi. Büyük topraklara sahip olan bu ailelerin iktidarı imparatorlu÷un merkezileúme süreciyle son bulmuútu. Fakat bu aileler, mahkeme, vilayet meclisi, belediye baúkanlı÷ı gibi imparatorluk otoritesinin do÷rudan yönetiminde ve denetiminde olmayan resmi görevleri üstlendikleri için yönetim aygıtı üzerindeki güçlerini artırarak varlıklarını sürdürmüúlerdi. Van’ın kırsal kesiminde Müslüman nüfusun ço÷u Kürt kökenliydi. Bunlar hem Kürtçe hem de Türkçe konuúurlardı. Kendilerini Türk ya da Osmanlı olarak tanımlayan büyük toprak sahibi seçkin aileler Kürt tanımını reddederlerdi. Bu aileler Kürtler gibi bir aúiret yapısı içinde de÷illerdi.309 306 Van Vilayest Salnamesi 1895 Van Belediyesi Yayınları 1999 Van s. 34 Vital Cuinet. La Turquıe D’ Asie Cilt I. s 636 308 Orhan Kılıç 17. Yüzyılda Van Sanca÷ı s. 87 309 H. F. B Lynch. Armenia Travels and Studies Cilt II. Khayats Publishers 1965 Beirut, s. 83– 84 307 117 Ailelerin yerel gücü, Tanzimat dönemindeki idari merkezileúmenin ardından østanbul’dan atanan Arnavut, Karada÷lı, Arap ve Çerkez memur ve askerlerin karúsında zayıflamıútı. Abdülhamit döneminde sürgün yeri olan Van’a atanmak pek istenilen bir úey de÷ildi. Memurlar ve askerler bazen aylarca maaú alamamaktaydı. Bunların arasında II. Abdülhamit tarafından sürgüne gönderilen birkaç øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri de bulunmaktaydı. Örne÷in bunlardan bazıları daha sonra meúhur olan Halil Bey, Kazım Özalp310 Abdülkadir Bey’di 311 Van ve Bitlis illerinde Rus subay Mayewsri’nin aktardı÷ına göre burada øttihat ve Terakki üyeleri neredeyse yok denecek kadar azdı 312 1907 deki Van olaylarını anlatırken Aykut Kansu øngiliz konsolusluk raporlarına dayanarak Van’da øttihat ve Terakki úubesinin A÷ustos ayında Binbaúı Tayyar Bey baúkanlı÷ında kuruldu÷unu yazmaktadır. 1907 Haziran ayında iki topu olan bin kadar Türk devrimcinin hükümet kuvvetlerini geriletti÷ini ve valinin Ermeni devrimciler ve øttihat ve Terakki Cemiyeti fedaîleri karúısında güçsüz kaldı÷ını aktarmaktadır.313 øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Van’da örgütlenmesini anlatan tanıklardan birisi de Faiz Demiro÷lu’dur. Demiro÷lu Van’da bir mahalli gazetede øttihat ve Terakki’nin örgütlenmesini úu sözlerle anlatmaktadır: “1904 yılı yazında bir Cuma günü Van’ın Türk ileri gelenleri toplanmıú birçok konuúmalar yapmıúlardı. Bu konuúmalar padiúahın ve hükümetin aleyhinde idi. øki üç gün sonra Cumuúçuo÷ulları’nın Sıhke caddesindeki evinde østanbul’dan sürülmüú, meúhur Müúür Fuat paúanın o÷ulları damatlarıyla øttihat ve Terakki’nin faaliyetlerini örgütlemek için kendisine úapirografla basılmıú bir ka÷ıt gösterildi÷ini, bunların heyacanlı yazılarla dolu meúrutiyet, istibdat, hürriyet kelimeleriyle dolu oldu÷unu gördüm.”314 310 Kazım (Yurdalan) (1883–1962) oldu÷u anlaúılmaktadır. Erzurum do÷umlu olan Kazım Bey, 1901’de Harbiye’den mezun olmuú, Ömer Naci Bey ile øran’a geçmiú 29 Temmuz 1909’da jandarmaya katılarak Muú kumandanlı÷ına atanmıútır.. 311 Anahide Ter Minessian, “Ermeni Kaynaklarına Göre, Yüzyıl Baúında Van” Modernleúme Sürecinde Osmanlı Kentleri. Ed. Paul Dumont, Fraçois Georgeon, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1996, s 116–135 312 Mayevsriy V. T. Van ve Bitlis Yıllıkları østatistikleri. s. 174 313 Aykut Kansu “1908 Devrimi Çev: Ayda Erbal, øletiúim Yayınları 2006, østanbul s, 320 314 Faiz Demiro÷lu. “Van’da økinci Meúrutiyet Günleri “ Van Gazetesi s. 2 sayı 244 Yıl 1945 118 øttihat ve Terakki’nin Van’da en büyük destekçilerinin Van’daki yerleúik Türk aileleri arasından çıkması anlaúılabilir bir durumdu. Çünkü Hamidiye alaylarıyla birlikte bu aileler aúiret yapısına mensup olmadıkları için úehir ve çevresindeki nüfuzlarını Hamidiye Alayları’na kaptırmıúlardı. Van’da bulunan øttihat ve Teraki’nin meúhur hatiplerinden olan Ömer Naci’nin øttihat ve Terakki’nin Van’ın ileri gelen Türk ailelerinin øttihat ve Terakki’nin yanında yer aldı÷ını Kürtlerin ve Hamidiye Alayları’na mensup aúiretlerin Meúruitiyet’e karúı oldu÷unu o dönemde Van’da bulunan Amerikan misyonerlerinin anlattıkları da bu yöndedir.315 øttihat ve Terakki’nin Van’da Müslüman yerli aileler ve aúiret dıúında kalan Kürtler ve Ermeniler tarafından desteklenmesinin bir di÷er nedeni özellikle 1894–1896 olayları toprak üzerindeki mülkiyet iliúkiler dengesini Aúiret Kürtleri lehine bozulmasından kaynaklanmaktaydı. Aúiret a÷aları Hamidiye Alayları ile birlikte sadece Ermeniler’in topraklarını de÷il aynı zamanda aúiret dıúında kalmıú Kürt ve Türk köylerine ait toprakları da gasp etmiúlerdi. Öte yandan II. Meúrutiyetle birlikte göç eden ço÷u Ermeniler tekrar yurtlarına geri dönmüútü. Ancak evlerine ve arazilerine Hamidiye Kürt aúiretleri tarafından el konulmuú, tapular ise tahrip edilmiúti. II. Meúrutiyet’le birlikte øttihat ve Terakki ile Taúnaklar’ın ittifakı Kürt aúiretlerinin elde ettikleri siyasal ekonomik ayrıcalıklarını kaybetme korkusunu da beraberinde getirmiúti. II. Meúrutiyetin ilanına Van’da tanıklık etmiú olan Davullumüftüo÷ulları’ndan Sabri Es ise Hürriyet’in ilanını úöyle anlatmaktaydı: “Bu sıralarda ittihat ve terakki kulubu ki: ekser azası zabit ve birazı da devr-i istibdattan müdevver açık göz her devre uygun memurlardan ve söz eri, iú erbabı olama÷a yeltenen sivillerden mürekkepti Meúrutiyetin ilanı ile siyasi mücrimler af olundu. Van’ daki mahkûm Ermeni unsurlarının birer kahraman-ı hürriyet oldular. Yeni bir devre açıldı Meúrutiyette yaúlılar pek inanmıyorlardı 1293 (1878) vaziyeti gözlerini korkutmuútu. Ömer Naci bey, Van’da ezilmiú ruhlara biraz ümit ve iman aúılar gibi oldu. Mahalli memurin ve zabitanlardan, az çok münevver ve her biri 315 Hans Lukas Kıesser, Iskalanmıú Barıú, Atilla Dirim, øletiúim Yayınları 2005 østanbul s. 621 119 güya anadan do÷ma meúrutiyet perver kimseler birer birer arz-ı vücut ederek devr-i istibdatta fenalıkla úöhret bulmuú olanları tenkit etmiúler. øntihabata baúlandı. Herkes bir düúünceye daldı. øntihabat neticesinde Van için Demiro÷lu Tevfik beyle, Cumuúcuo÷lu Servet bey, Hakkâri için de Taha efendi ihrazi ekseriyet ettiler. Liva itibarı ile nüfus umumiyenin hiç olmazsa dörtte birini teúkil eden Ermenilerden mebus çıkmaması Bilhassa Taúnakların gayzını tahrik ederek intihabatta güya yanlıúlıklar vaki oldu÷unu ileri sürmelerine ve vaziyet her tarafta hâkim olan øttihat ve Terakki erkânı ise Ermenilerle itilaf politikası takip etmelerine mani, Türk memurlardan Servet bey, mebusluktan istifa ettirilerek, yerine, onun dûnunda (aúa÷ısında) haizi ekseriyet olan Papasıyan Ohannis mebus oldu.316 II. Meúrutiyet’in ilanından sonra Van Valili÷i’ne atanan Tahsin Bey, ùubat 1915’e de÷in bu görevde kalarak iyi vali ününe kavuúacaktır. Daha sonra yerine Enver Paúa’ın eniútesi olan øttihatçılardan Cevdet Paúa (Belbas) atanacaktı. Cevdet Bey, Hakkâri Mutassarrıfı Tahir Paúa’nın o÷luydu; aynı zamanda Enver Paúa’nın eniútesiydi 1908 den önce Ermeni eylemcilerinin etkinliklerini önlemek için Baúkale’de baúvurdu÷u aúırı baskıcı yöntemlerden dolayı Ermeniler kendisine “Nalbant Bey” adını takmıúlardı.317 II. Meúrutiyet döneminde Van A÷ır Ceza Reisli÷i’ne atanmıú olan, Matheos Ebligasyan Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlü÷e girmesinden beri bölgede önemli bir silah kaçakçılı÷ı faaliyeti oldu÷unu belirterek, Ermenilerin silahlandı÷ını 1908’den beri Van’da açıkça faaliyet gösteren Ermeni partilerinin cürekârlı÷ı øttihat ve Terakki ile Ermeni Devrimci Federasyonu (Taúnak Partisi) arasındaki biçimsel seçim ittifakına karúın, Kürt ileri gelenlerini rahatsız etmekte oldu÷unu. alttan alta süren cemaatlar arası gerilimin, en küçük kıvılcımda patlak verebilece÷ini söylemekteydi.318 Kürtlerin bu rahatsızlı÷ına karúın Ermeni’ler Meúrutiyet’in ilanını destekliyorlardı. Örne÷in 316 Sabri Es. “Devri-i østibdat ve Meúrutiyet” Van. Vilayet Gazetesi Sayı 244. s. 3 Faiz Demiro÷lu Van’da Ermeni Mezalimi Türk Kültürünü Araúıtrma Enstitüsü Yayınları s. 45 318 1881 øzmir do÷umlu, østanbul Hukuk Mektebi 1908 mezunu Yanya ve Halep’te hakimlik yaptı 317 120 Meúrutiyet’in ilanını sevinçle karúılayan Van’daki øttihat ve Terakki’ úubesinin Merkez-i Umumi’sine gönderilen úu telgrafta görmek mümkündür. “Vatandaúlar idare-i meúrutiyet ilanını iúiterek birkaç günden beri vatanımızın kibar da÷larından úehirlere inmiúiz. Biz milliyet medeniyet cuyanesi (arayan,araútıran) için feda olunan bedbaht bir ahalinin ve öyle bir inkîlab fırkasının reprezantanlarıyız ki yarım seneden beri adalet, hürriyet ve cemiyet namına birçok defa (…) kavga etmiútir. Biz daima inkîlabda müttafikan-ı Osmaniye’ye itimad ile var kuvvetimizle(…) çalıúıyorduk. Paris Kongresi øttihat ve Terakki ile Sultanzade Sabahattin fırkalarıyla ittifak hasıl ederek ümidlerimizi takdis eyledi. Bugün nahoúnut akvamın idare-i müstebidesine karúı fırkamızın cehde ve ikdamatıyla vatanperver demokrat ordunun muaveneti sayesinde hürriyetin úefik-i dilarası kavm-u vatanımıza úule (ateú) nesar oldu. (úefkatli gönlü) Silahlarımız maal-müsür terkle usulu idare-i demokratiye ve akvam ve mülkün müsavatı namına her an sizinle beraber düúman karúılı÷ına müheyyaâ (amâde) olup kendimizi sevgili vatanımıza ahd ediyoruz. Yaúasın meúrutiyet, yaúasın øttihat ve Terakki Cemiyeti, yaúasın kahraman ordu. Van Merkezi Komitesi Reprezantası Doktor Sarkis øúman319 Ermeniler’in yazmıú oldukları bu telgrafta her ne kadar øttihat ve Terakki ile Taúnak Partisi arasında bir ittifak biçimsel olarak kurulmuú olsa dahi bunlar daha çok 1902 øT’nin Paris Kongresindeki Liberal Prens Sabahattin’in temsil etti÷i grubu destekliyorlardı. Ermeniler’in meúrutiyeti desteklemelirin bir nedeni de II. Abdülhamit yönetiminden güç alan Hamidiye Alayları’nın toprakların gasp etmelerinden kaynaklanıyordu. Van ve Bitlis’teki Hamidiye Alaylarının yıllarca yaptı÷ı baskı, talan sonucu cezalandırılmaları, görevden alınmaları için Taúnaklar ve Van’ın yerli Türk aileleri bu vilayetlerden gelen telgarafları özetleyerek bu kiúilerin 319 listesini øttihat ve Terakki økdam, No:51114, 20 A÷ustos 1908 121 Cemiyeti’nin østanbul merkezine ulaútırıyorlardı. Bu úikâyet dilekçelerinin ana konusu genellikle arazi gasplarıyla ilgiliydi. Bab-ı Ali bu úikâyetler üzerine Meclis-i Vükela’da bir komisyon kurarak, Ermeni mallarının iadesini sa÷layacak önlemler ve düzenlemeler getireceklerdi.320 Abdülhamit döneminde Hamidiye Aúiret Alayları’nın Ermeni topraklarına el koymaları321 Cumhuriyet döneminde de bölgedeki toprak mülkiyet iliúkilerini ve siyasal dengelerin yönünü belirleyecekti. 1926 Medeni Kanun’la toprakta mülkiyet iliúkilerini de÷iútirmeye yönelik bir düzenleme getirilmeyecek, daha sonraki dönemlerde toprak reformalarına yönelik çabalar ise sonuçsuz kalacaktı. 2.9. Tehcir Sonrası Do÷u Anadolu’da Büyük Mülklerin Oluúumu Tanzimatla baúlayan merkezileúme süreci, Do÷u Anodulu’daki Kürt Mirlikleri ve Ekrat Hükümetlerinin 1847 tarihinde ortadan kaldırılması daha çok hukuksal ve siyasal bir sonuç do÷urmuútu. Mirliklerin ortadan kaldırılmasıyla Mir ailelerine ait hazineye devr edilmesi gereken topraklar sadece teorik düzeyde kalmıútı. Bu hukuksal düzenleme, pratikte yerel güç odaklarının siyasal nüfuzunu kısmen sarsmakla birlikte ekonomik güçlerini etkilememiúti. Aúiret a÷aları 1858 Arazi Kanunnamesi’ 1847 deki Mirliklerin ortadan kaldırılmasıyla hazineye devredilen aúiret a÷alarına ait toprakları geri almalarını kolaylaútırmıútı.322 Bu hukuksal yapı aúiret reislerini büyük toprakların yasal sahipleri durumuna getirdi. 1858 Arazi Kanunnamesi’nden sonra Do÷u’da toprak a÷aları, geniú miri topraklarını ucuz fiyatlarla devletten satın almaya baúladılar. Do÷u Anadolu’da devlete ait topraklarda ise Köylü üreticiden artı÷ı atanmıú bir devlet görevlisi yoluyla çekip alan Tımar rejimi 19.yüzyılan baúından itibaren mültezimlerin 320 Ali Karaca ùakir Paúa Layihası s. 76 Hakimiyet-i Milliye, 20 Kasım 1934 øttihat ve Terakki Cemiyeti Bu sorun çözmek için 1908 yılında Nasiha Heyetleri adlı bir komisyon kuracak bu komisyonunda Do÷u’daki Kürt a÷alarının bir daha Ermeni mülklerini gaspetmemeleri için yemin verdirilmesi gibi geçici bir önlem olarak uygulanıyordu. Bkz. Sadettin Paúanın Anıları Haz. Sami Önal s. 67 322 Charles Issawi Acount and Papers 1850’de Diyarbakır’an Ticari Rapor. 321 122 elinde kalmıú bu dönemde merkezi siyasal otorite bölgede mali örgütlenmesini tam olarak gerçekleútiremedi÷i için do÷ru düzgün vergi alamamıútı.323 Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da a÷aların toprak mülkiyetini geniúletmelerinin nedenlerinden birisi Hamidiye Alayları’yla birlikte a÷a ve beylerinin gayri müslim unsurlara ait toprak gasplarından kaynaklanmaktaydı. Gaspedilen bu toprakların siyasal anlamı ise do÷rudan üreticinin artık ürününe el koymakla birlikte topra÷ı siyasal iliúkiler içinde geniúletmenin de mekanizmasını oluúturmaktaydı. 1911 yılında ùark Vilayetleri’ni gezen Ahmet ùerif Bey arazi gasplarıyla ilgili olarak bu sorunun asıl kayna÷ının sınıf meselesi dolayısıyla kuvvetli ve zayıf” meselesi oldu÷unu, “tegallüb ve teneffuz” zorbalı÷ın toplumun üzerindeki a÷ırlı÷ından kaynaklandı÷ını, bunun da merkezi otoritenin zayıflı÷ından ve aczinden tereddüdünden ve gevúekli÷inin bir sonucu oldu÷unu yazmaktaydı.324 1870’lerde bölgeyi gezen Millıngen’in gözlemlerinde Ermeni-Kürt olaylarından hiç söz etmemektedir. Çünkü 1870 öncesi Ermeni mülklerinden önce bölgedeki Nesturi cemaatinin toprakları 1843 ve 1846 da gasp edilmiú bu topraklar otuz yıl boyunca toprakta kullanılacak eme÷i karúılamada yeterli bir düzeydeydi. Bu düzey 1870 lerde tekrar aúılarak bu kez Ermeni topraklarını gasp etmekle yeni bir sürece girilecekti. 1873’ de baúlayan Kapitalizmin krizinin Do÷u Anadolu’daki cemaatler arasındaki gerilimin mukatelelerle do÷rudan iliúkileri hakkında elimizde bir kanıt olmamakla birlikte bölgede olayların tam bu yıllarda baúlaması yine de düúündürücüdür. Krizin devletin içine düútü÷ü mali kriz dolayımıyla bölgenin ekonomik durumuyla yine de iliúkilendirilebilir. Osmanlı Devletini Mahmut Nedim Paúa’nın döneminde memoranduma götüren süreç kapitalizmin 1873’deki kriziyle olan ba÷lantısında hazinenin borçları ve bunları karúılamak için vergi oranlarını artırmalarının yanında çifte vergilendirme gibi olaylar nedeniyle Do÷u Anadolu’daki toplumsal ve siyasal sonuçlar do÷urdu÷u söylenebilir. 323 324 Nejat Göyünç, “Van” øslam Ansiklopedisi, cl13, østanbul 1986 s. 194–202 Ahmet ùerif Anadolu’da Tanin s. 342 Hazırlayan Mehmed Çetin Börekeçi TTK 1999 s. 67 123 Ermeni cemaatinin uluslaúma bilinci gibi siyasal faktörlerin dıúında bölgedeki toplumsal ve ekonomik dengenin bozulmasında 1873 Kapitalizm krizinin Kürt aúiretlerinin toprak gaspları, ya÷ma ve devletin çifte vergilendirmesi ile baúlayan sürecin ticari ve ekonomik devreleriyle merkezi siyasal otoritenin uzun yıllar bölgedeki askerlerine ve yöneticilerine maaú ödeyemez duruma düúmesi bu krizin dolaylı sonuçları ile ilgiliydi. 1873 Kapitalizmin dünya krizinin ardından 6 Ekim 1875’de Sadrazam Mahmut Nedim paúa “Tenzili Fiyat” kararını açıklaması Osmanlı devletine bir yön vermiúti. Bu kararla Bab-Ali iflâsın eúi÷ine gelerek borcunu hatta borcunun faizini ödeyemeyece÷in ilan ediyordu.325 Bu kriz ortamında Osmanlı yöneticileri sarraf düzeyini aúmayan para ve piyasa bilgileri ile Avrupa borsalarının karmaúık iúleyiúini kavrayamıyorlardı. Bu dönemde Bosna Hersek ve Bulgar isyanlarının finansal sonuçları hazineye ayrıca bir yük yüklemiúti. Rusya’nın kıúkırtmasıyla Avrupa borsalarındaki Osmanlı hisseleri kapitalizmin krizinin etkisiyle gittikçe de÷er kaybetmiúti. Finans çevrelerinin diplomatik giriúimler ve müdahaleleri kriz ve iflas Abdülaziz’i tahtan ederken Osmanlı-Rus Savaúı, Balkan ve Kürt ayaklanmaları bu dönemde mayalanmıútı.326 Bu krizle birlikte uluslararası mali sömürge durumuna düúürülen Osmanlı ømparatorlu÷u alacaklı ülkelere hak ve ayrıcalıklar sa÷layan düzenlemelere giderek sözleúmeler yapıyordu. Bu durum ømparatorlu÷un her tarafında oldu÷u gibi Do÷u Anadolu bölgesinin ekonomik koúullarını da iyice çıkmaza sokmuútu. Oranı sürekli artırılan vergiler köylüleri ezmiúti. Baskı altında kalan köylülerin ço÷u a÷aların yanında ırgat maraba oluyordu ya da østanbul’a gidiyordu. Bu dönemde Do÷u Anadolu’daki Ermeniler’in birço÷u Tiflis, Erivan Bakü ve østanbul’a göç ediyordu.327 Charls Issawi’nin øngliz konsolosluk raporlarına dayanarak verdi÷i rakamlara göre bu kriz koúullarında Van’dan østanbul’a 3000 325 Ermeni’nin Enver Ziya Karal Osmanlı Tarihi III. s. 56 Stefan Yerasimos. Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt III s. 216 327 Pervus Efendi. Türkiye’nin Mali Tutsaklı÷ı. Haz. Muammer Sencer s. 75 1977 May Yayınları østanbul Pervus Efendi Pervus takma adını kullanan ve bir Rus Yahudisi olan asıl adı Alexander Helphand’dir Pervus Efendi Marksist bir görüúe sahipti øttihat ve Terakki’nin müúavirli÷ini üstlenmiúti Helphand Türk Yurdu ve daha baúka süreli yayınlarda yazılar yazmıú, ayrıca bir kitap ve risaleler çıkrtmıútır Düyün-u Umumiye ve Reji gibi kumruların Osmanlı Devleti’ni nasıl sömürdüklerin somut sayısal tahlillere dayanarak açıklıyordu. Bkz. Sina Akúin Jön Türkler ve øttihat ve Terakki s, 278. 326 124 østanbul’a göç etti÷ini yazmaktaydı.328 Süleyman Sabri Paúa, Do÷u Anadolu ve özellikle Van'da tanık oldu÷u mukataa uygulamalarını úöyle anlatmaktaydı: "Her vilâyet, bir veya birkaç sene için bir memura satılır; o memur da Hazineye teminat olarak sarraf bir Ermeniyi kefil gösterirdi. Mukavele imzalandı÷ı gün Vali, hükümdar haklarına sahip bir genel vali olurdu: østedi÷ini idam edebilir, askeri kuvvetleri diledi÷i gibi kullanır, kendi hesabına vergi alır, istedi÷i úeyi yasak eder, muvakkaten çiftlik hükmüne giren eyaletin bütün servet menbalarını diledi÷i gibi ve menfaatine uyar úekilde kullanırdı. (...) Özet olarak çiftçiler, müstahsiller, herkes valinin emir ve keyfine ba÷lı idi. Vergi tahsilatına gelince: Vergi koyma ve toplaması, âyan denilen zorbalar vasıtasıyla yapılırdı. Bunlar ise her úeyden önce kendi menfaatlerini düúünürlerdi. Valiye sokulmak için her çareye baúvururlardı. O vakitler “halk” tabiri bile yoktu ki, halkı düúünsünler.”329 Van Vilayeti, tımar ve zeamet usulüne tabi idi. Bunlar da 'mukataa' diye her yıl kesenekçilere ihale edilirdi. Daha sonraları bedellerinin birkaç yıllı÷ı toptan verilmek úartıyla taliplerine satılmaya baúlanmıútır. Böylelikle birçok arazi ve köyler, a÷aların malı olmuútu. Örne÷in Muú ve Bitlis illerinde Ermeni mülklerine saldırılar ve tecavüzlerde bulundu÷u gerekçesiyle, o günün egemen güçlerini temsil eden devletler tarafından Osmanlı hükümetine úikâyet edilen Kürt Musa Bey, østanbul'a getirilerek yargılanmıútı.330 Bölgede topraklarını bırakan ya da bırakmak zorunda kalan Ermeniler’in topraklarına Do÷u daki a÷alar el koyuyordu. Toprak gasplarının görünen nedenleri merkezi siyasal gücün otorite yoklu÷undan kaynaklanıyordu. Tanzimat’la baúlayan “merkezileúme” politikasıyla Kürt mirliklerin ortadan kaldırılması sonucu aúiretleri kontrol edecek kendi içlerinde bir üst yapılanma olmadı÷ı için Hırıstiyan yerleúik unsurlar bölgedeki aúiret unsurlarının talan ve ya÷malarına açık hale geldiler. Bu süreçte 328 Charles øssawi, a.g e, s. 224 Süleyman Sabri Paúa a.g.e s. 80 330 Musa ùaúmaz Kürt Musa Bey Olayı (1883-1890) Kitabevi Yayınları, 22004 østanbul s. 132 329 125 bir çok göçebe aúiret yerleúik tarıma geçti. Toprak Gaspları ve Do÷u Anadolu’da a÷aların büyük mülklerini, oluúturması eme÷in göreli kıtlı÷ı ve on yıllık öúür ödemesi karúılı÷ında veya düúük fiyatlarla toprakların devletten satın almıúladı. Öte yandan, göçebe ya da yerleúik Kürt aúiret reislerinin süregelen güçleri, toprak sahipli÷inden ya da yalnızca iktisadi faktörlerden kaynaklanmıyordu.331 Do÷u ve Güneydo÷u gibi ømparatorluk merkezinden uzak kırsal alanlarda özellikle otlak olarak kullanılan alanlarda topra÷ın büyük bölümünü aúiretler ele geçirdi. Bu tür toprakların ço÷u aúiretin önde gelen aileleri tarafından kendi adlarına kaydedildi. 332 Aúiret a÷alarının bu toprak gasplarının yanında mera alanlarını kendi tasarruflarına geçirmelerine merkezi otoritenin göz yumması Osmanlı ømparatorlu÷u için øran’dan gelen istila tehdidine karúı bir tahkimat olarak aúiretlerden asker almak önemliydi. Osmanlı øran sınırının savunulmasında askeri örgütlemenin önemli merkezlerinden olan østanbul’dan Ba÷dat ‘a uzanan yol üzerindeki baúlıca kentler Musul, Kuzeybatı’da bir çok Kürt aúireti øranlılar’a karúı sınırı tutmak için aúiretlerin topraklarını ço÷altmasına merkezi siyasal otorite bilerek göz yumuyordu.333 Bölgede büyük toprak mülkiyetini hızlandıran ikinci neden ise 1915 tehciriyle Ermeni mülklerinin yerel güç odaklarının eline geçmesidir. Özellikle tehcir sonrası dönem için geçerli olan aúiret a÷alarının topraklarını geniúletmelerine ra÷men topra÷ın yine de küçük mülkiyet lehine bir toplulaúmasından söz etmek güçtür. Çünkü bölgenin bir çok vilayetinde kayıt altına alınmayan toprakların alabildi÷ine bol oldu÷unu gösteren pek çok kanıt vardır.334 331 Toprak mülkiyet örüntülerini çözümlemesi bölgede çok sayıda göçerin varlı÷ı nediniyle. Kaçınılmaz olarak karmaúıklaúmaktadır. Oldukça yüksek görünen bir kestirme göre Diyarbakır ve Erzurum sanca÷ındaki göçer nüfüs 1860’ların sonunda altıyoz bini aúıyordu. Bu, e÷er do÷ruysa iki sancaın toplam nüfusunun yarısın göçerlerin oluúturduklar anlamın geler. Bkz. “Çonditon of the Industrial Classes in Foreign Coüuntriesi” Diyarbakırdaki Konsolos Raporu 332 Hans Lukas Kıesser. A. g.e, s .321 333 Albert Hourani. Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alagon, øletiúim Yayınları østanbul 2005s.300 334 Bölgede uzun yıllar tapu kadastro davalarına bakmıú bir asliye Hukuk hakimiyle yaptı÷ım görüúmede 1970’li yıllarda bile toprak tevzi komisyonlarına ve kadostro görevlilerine köylülerin verdi÷i ifadede “bu topra÷ı babam zapt etti” ben “zapt” ettim yollu açıklamaların çok yo÷un oldu÷unu söylüyordu. 126 Örne÷in 1890 yılında Van vilayetinin nüfusu Vital Cuinet’in verdi÷i rakamlara göre 241,000 Müslüman, bunların 30,500 Müslüman Türk, 210,000’i Kürt, 500 Çerkez, 178.000 Hıristiyan bunların 40,000 Nasturi, 6000 Keldani, 2 Latin 290 Protestan Ermeni, 79,000 Gregoryan Ermeni, 708 Katolik Ermeni, 5000 Yahudi, 5.400 Yezidi 600 Çingene bulundu÷unu yazmaktadır335 Vilayet nüfus müdürlü÷ünden Anadolu Islahatı için Can’da bulunan Teftiú Heyetine verilen cetvele göre Van merkez nüfusu 1896 yılında 63,698 kiúidir.336 1896 yılının rakamları göz önüne alındı÷ında I.Dünya Savaúı sonrası Van merkeze geri dönenlerin sayısı toplam 3000 civarındadır. 1927’ de bu nüfus 7000 bine çıkacaktır. Van Birinci Dünya Savaúı öncesi nüfusunu ancak 1965 yılında yakalayacaktır. 337 Savaú sonrası Van’da toprak nüfusa göre alabildi÷ince boldur. Kıt olan emektir. Nitekim kentin nüfusunu canlandırmak için 1920’ den baúlayarak 1930’lara kadar Van’a Kuzey Kafkasya’dan göçebe aúiret olan Burukan aúireti yerleútirilecek, aynı yıllarda øran’dan gelen Küresin aúireti iskân edilmeye çalıúılacaktır. Bunların yanı sarı bir grup Bulgaristan muhaciri yerleútirilecektir. 1923’ten baúlayarak Karadeniz’den belli aralıklarla 800 kiúilik bir kitle Van’a yerleútirerek bunların içinde özellikle zanaat sahibi insanlara öncelik tanınacaktır.338 Çünkü Van zanaat ve sanat alanlarında çalıúacak nüfus neredeyse bütünüyle Ermenilerden oluútu÷u için339 savaú sonrası yıllarda 1920 iskân edilen Karadeniz’den gelen göçmenler için Nafia vekâletinin yaptıraca÷ı evler için Van’da usta ve marangoz bulunmaması Karadeniz’den gelip 335 Vital Cuinet, Turqu d’ II.Paris, Paris 1892 s.636 Mıllıngen F. Wıld Life Among The Kurds. s. 140 337 1315 (1899) Van Salnamesine göre Van’ın nüfusunun 35000 oldu÷u görünüyor. Bu rakama il ancak 1965 yılında ulaúcaktır. Van’ın 1965’deki nüfusu 31.431 dir. I. Dünya Savaúında Ruslar tarafından iúgal edilen van nüfusunun büyük bir kısmı Van’ı terk ederek Anadolu’nun daha güvenli bilgelerin göç etmiútir. Daha sonra 1915 Ermeni Tehciri’yle birlikte göçen nüfusta buna eklenince Cumhuriyet’in kuruldu÷u ilk yıllarda Van adeta ölü ber kent görünümündedir. Cumhuriyeti’in kuruldu÷u yıllarda kentin nüfusu 3000 civarındadır.Bkz s.64 Cumhuriyet’in 75. Yılında Van Van Valili÷is. Van 1998, 64 338 BCA Katalog Numarası Nafia Vekaleti 30.18.11 Dosya 97-3 1.12.1920 339 1848’de Sınır anlaúmazlıklarını çözmek için Van’da bulunan Mehmet Hurúit Paúa Van’daki Zenaat ve Sanata yönelik gözlemleri úöyledir. “Van kasabasının bütün esnâfı Ermeni milletinden olup erbâb-zirâ’at ve hırâsetin dahî e÷lebi Ermenilerdir. Ehl-i øslâm’da birkaç bakkaldan gayri esnâf yoktur. Rencberleri var ise de cüz’”idir. øúte bu ifâdeden münfehim oldu÷u vechile buranın Ermenileri “ale’l’-umûm çalıúkan kâr ve temettu’ tarîkine hâhiúkâr âdemler olup ehl-i øslâm’ı anların aksinedir. Kadîmde ehl-i øslâm’ın bir takım timârât ve ze’âmetle ve bir miktadarıı yerlüden olan paúalara hizmet ve vücûh-ı beldeye mensûbiyetle geçünürler idi. ùimdi dahî ahz ui’tâ ve temettü’ ve ticarete i’tinâ edecek yerde birden bire a÷alıklarından düúmeyüp ekserisi kahve hânelerde “”Dama” oyunuyla iútigâl etmektedirler, .Bkz. Mehmet Hurúit Paúa Seyahatnami-i Hudud. Çevrim yazı Alaaddin Eser, s. 237 336 127 yerleútirilecek kitle içinden özellikle marangoz duvar ustalarının seçilmesine özellikle vurgu yapılacaktır. Birinci Dünya Savaúı’nda ülkenin Cumhuriyetle birlikte 1926 Medenî Kanun Anadolu’da topra÷ın mülkiyetine dokunmayacak bu süreç Do÷u Anadolu’da 1950’lerden sonra kapitalist iliúkilerle eklemlenince bu kez de para ekonomisi içinde ticaret ve tefecilikle pazar iliúkileri içinde aynı sınıflar ekonomik ve siyasal güçlerini pekiútireceklerdi. 2.9.1 Ermeni Topraklarının Bölgedeki Toplumsal Sınıflar Arasındaki Da÷ılımı 27 Mayısı 1915 ‘teki Ermeni tehcirinden sonra øttihatçılar tehcirin hemen ardından Ermenilerden kalacak mal ve mülklerin ne olaca÷ına dair mevzuatı ilân etmiúlerdi. 30 Mayıs 1915 tarihli Meclis-i Vükelâ mazbatası ve 10 Haziran 1915 tarihli talimatnameye göre hükümet, tehcirin uygulandı÷ı bölgelerde iki mülkiye ve bir maliye memurundan oluúacak Emval-ı Metruke (Terkedilmiú Mallar Komisyonları kuracaktı.340 30 Mayıs 1915’te Osmanlı kabinesi, Talat Paúa’nın tezkeresiyle tehcir kararını onayladı. Karar aynı zamanda Dâhiliye Nezareti’ne ba÷lı øskân-ı Aúair ve Muhacirin Umum Müdüriyeti’nin tehcir düzenlemesini ve tehcir edilenlerin mülklerinin güvence altına almasını öngörüyordu. Bunun yanında boúaltılan Ermeni mülklerine Müslüman muhacirlerin yerleútirilmesini öngörüyordu.341 Ermeni mülklerinin tasfiyesi emrini vermekle Osmanlı hükümeti tehcirin geçici bir önlem olmadı÷ını kesin bir úekilde ortaya koymuú oluyordu.342 Ermeni malları ile ilgili Ocak 1916’ya kadar 33 Emval-i Metruke Tasfiye Komisyonu kuruldu. Alacaklı oldu÷unu iddia edenlerin kendileri ya da vekilleri aracılı÷ıyla iki ay içinde komisyonlara baúvurması gerekiyordu. Ülke dıúında olanlar için süre dört aydı. Baúvuru sahipleri tebligat için komisyonun bulundu÷u mahalde bir ikametgâh gösterecekti. Alacaklı kimse komisyonun takdir etti÷i miktara 15 gün içinde itiraz edebilecekti. øtiraz bidayet hukuk mahkemesine 340 Yusuf Hikmet Bayur Türk ønkılâbı Tarihi s. 37 Azmi Süslü. Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlü÷ü 1990 s. 115 342 Fuat Dündar øttihat Terakki’nin Müslümanları øskan Politikası (1913–1918) øletiúim Yayınları s. 123 341 128 yapılabilecekti ama mahkemenin kararı kesin olup, temyiz yolu kapalıydı.343 Bu komisyonları oluúturan yetkililer Ermeni mallarının bulundu÷u mahaldeki yetkililer ile vilâyetteki ileri gelen kiúilerden oluúmaktaydı. Komisyon, Ermeniler’e ait binaların ve içindeki taúınabilir malların korunması için bir ya da birden daha fazla memur tayin etmek zorundaydı. Sahibinin bulunmadı÷ı hallerde bu mallar bulundu÷u yerdeki köyün adıyla kaydedildi. Taúınabilir di÷er mallar hayvan varlıkları ve eúyalar açık artırma ile satılacaktı. Tarla ve ev gibi taúınmaz mülkler ise köy ve mahalleye göre kaydedilecekti. Daha sonra sayım sonuçları bir idarî komisyona iletilmek zorundaydı. Ancak hükümet tehcir baúladıktan sonra tehcir edilenlerin verdi÷i hiçbir vekâletnameyi kabul etmedi.344 Emval-ı Metruke komisyonlarının kurulmasının altında yatan amaç Ermeniler’e ait olan servet ve sermayeyle Müslüman Türk burjuvazisi yaratmaktı. Ermeni mülklerine talip olan kiúiler tehcir edilen kiúilerin yaptıkları ticareti devam ettirebilecek olan kimselerdi. Bazı durumlarda Ermeni imalâthanelerinin ve depolarının Müslüman úirketlere ucuz fiyatlarla ve destek sa÷lanarak aktarılması üretimin devamı için en iyi yol olarak görüldü.345 Bursa’ da Ermeni mülklerinin büyük bir kısmını øttihat ve Terakki’ye mensup asker ve sivil bürokratlar kendi üstlerine kaydettiler.346 Ermeni mülklerini müsadereden kaçırmanın bir yolu da de÷erli ziynet eúyalarının Amerikan misyonerlerine, konsoloslara vererek gittikleri yerlerde daha sonra posta yoluyla bunları geri almak amaçlanmıútı ancak daha sonra Dâhiliye Nezaretinden gönderilen bir yazıda ziynet eúyalarının postalanmasını yasaklayacaktı.347 Do÷u Anadolu bölgesinde ise Batı bölgelerine sayısı az olan Rumların dıúında daha çok Ermenilerin mülkleri hazine topraklarına katılmıútır Bu mülkler büyük ço÷unlu÷u tehcirle ülkeyi terk eden Ermenilerin yanı sıra bir kısmı da ülkenin batısına göç etmiú Ermeniler’den kalan topraklardı. Toprakların büyük bir kısmı Kafkasya’dan gelen Kürt aúiretleri ile øran’dan gelen aúiretleri yerleútirilerek göçebe aúiretlerin iskânında kullanılmıútı. Do÷u Anadolu’da Ermeniler’den kalan mülklerin Kürt aúiretlerine verilmesinin ileride sakıncalar 343 Ayúe Hür Ermeni Malları Taraf Gazetesi 4 Nisan 2008 s.2 Hılmar Kaıser, 1915-1916 Ermeni Sırasında Ermeni Mülkleri, Osmanlı Hukuk ve Milliyet Politikaları. Der. Erik Jan Zürcher, øletiúim Yayınları Politikalar øletiúim Yayınları 2005 s.123-156 345 Hilmar Kaiser A, g. m s. 144 346 Hilmar Kaiser A, g. m. s. 150 347 Hilmar Kaiser A g m s.152 344 129 do÷uraca÷ı yönünde Dâhiliye Vekili Cemil Bey Vilâyet-ı ùarkiye de iskân edilecek mültecilere Ermeni mülklerinden arazi verilmesini sadece Türk aúiretleri kapsamasını Vilayet-i ùarkiye ‘den gelip batı illerinde bulunan elli dört bin mültecinin batı vilayetlerinde bulunan Ermeni topraklarının verilmesi için bir kanun hazırlanmıútı. Elâzı÷’daki Ermeni köylerine aúiretlerin yerleútirilmesinin bu yolla yapılaca÷ı kararı alınmıútı,348 Özellikle Van’da Ermenilerin iúgalinden önce asker çekilirken düúmanın barınmaması için askeri nedenlerden dolayı yakılmak zorunda kalınmıú evlerin ve mülk sahiplerinin 1924 yılında çıkarılan bir kararname ile Ermeniler’den kalan toprakların bu kiúilere da÷ıtılması için maliye ile Mübadele ømar ve øskân Vekâleti’nin hazırladı÷ı bir talimatname ile düzenlenmiúti. Bu talimatnameye göre Ermenilerden kalan toprakların Maliye Vekâleti’nin uzmanlarından oluúan bir komisyon eli ile da÷ıtılacak evler kalıcı ve hiçbir úekilde masraf alınmadan tasarruf senetleri verilmesi öngörüyordu.349 Do÷u Anadolu’da Ermeni toprakları ve evlerinin bir bölümünde yurt dıúından gelen muhacir ve mültecilerin iskânında kullanılacaktı. Dâhiliye Vekâleti Aúair Müdüriyet ùubesi 1/3 Haziran 1341 tarih ve 14367/12047 numaralı ile hükümete yazdı÷ı yazılarda, Rusya’nın ve Kafkasya’nın çeúitli yerlerinden göç ederek gelen yaklaúık olarak on beú bin kiúilik muhacir ve mülteci; Kars, Ardahan, Artvin vilâyetlerine yetiútirilmiútir. Bunların büyük bir kısmı Gürcü, Kürt, Çerkez gibi Türk olmayan unsurlardan meydana gelmekteydi. Nüfus yapısı olarak karıúık olması ve uzun yıllardan beri Rus kültürünün etkisi altında kalmıú olmaları nedeni ile sınırda bulunan bu vilâyetlerde iskân olup iskân edilmelerinin idarî ve siyasî açıdan sakıncalı oldu÷u bildirilmiú, bu nüfusun ülkenin içlerine do÷ru yönlendirilmesine karar verilmiúti. Bunun yanı sıra Romanya ve Bulgaristan’dan gelecek olan 14.000 kiúilik muhacir kitlesinin Tokat, Çorum, Bilecik, Aydın, Mu÷la, Isparta, Burdur, Elâzı÷. Van, Muú Diyarbakır, A÷rı, Kars ve Sivas vilâyetlerinde en iyi úartlarda iskân edilmeleri kararı alınmıútı. Muhacirlere verilmek üzere bu vilâyetlerdeki Ermeni mallarından binalar hariç olmak üzere toprakların 2510 Sayılı Kanunun’un 21. maddesi gere÷ince 348 349 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, , øçtima;I. C. VII. S. 413 BCA. 030.18.01.01.1.47/ 30 Eylül 1924 130 muhacirler verilmesi için düzenleme yapılması istenilmiúti.350 Van’a yerleútirilen Bulgar muhacirlerin iskânında sorunlar yaúanmıútır. Van’da bulunan Ermeni mülkleri 1925 yılına kadar Ermeni köylerinde bulunan topraklar Kafkasya’dan gelen Brukan aúireti yerleútirilmiú, 4 Ermeni köyüne Van Avans (iskele) köyüne ise øran’dan gelen Küresin aúireti iskân edilmiúti. Van merkezindeki Ermeniler’den kalan metruk toprakların büyük bir kısmına ise yerli aileler tarafından el konulmuú ya da göstermelik açık artırmalarla eúraf tarafından satın alınmıútı. Bu iúlemlerin dıúında kalan bölümler maliye tarafından belirlenip açık artıma ile satıúa çıkarılmıútır. Bu satıútan yararlanacak az sayıdaki birkaç büyük toprak sahibi kiúiler dıúında halkın büyük bir kısmı bu topraklardan yararlanamamıútır. Bulgaristan’dan gelen göçmenler iki yıl kaldıktan sonra Van’dan ülkenin batı illerine göç etmiúlerdi. Bulgaristan ve Romanya’dan gelen muhacirlerin Van’a yerleútirilmesindeki amaç Van’ın Cumhuriyet’in öncü kadrosu için gelecekte bir “Türklük” merkezi haline getirilmesi amaçlanmıútı. Nitekim øsmet Paúa 1935’te çıktı÷ı ùark Vilayetleri gezisinde Van’da Ermeni topraklarına ve köylerine yerleútirilen Kürt aúiretlerinin en kısa zamanda boúaltılması bu topraklara ülkenin batısından Türk nüfusun yerleútirilmesi gerekti÷ini Atatürk’e sundu÷u raporda belirtiyordu.351 Van ilinde Türk nüfusun ço÷altılması her ne kadar hükümet politikası olsa da, bu úekilde bunun gerçekleútirilmesi nin imkansızlı÷ın belirtileri var olan sorunun aúılması herikzadelerin ellerindeki hasar mazbatalarının gerek açık artıma ve gerek Borçlanma Kanunun ile borçlananların borçlarına sayılması satıúın durdurulması gerekti÷i vurgulanarak var olan arsa ve evlerin yurtsuz kimselere ve geri dönecek muhacirlere da÷ıtılarak Van’daki iskân durumunun uygun bir úekli sokulması isteniliyordu.352 Ermeniler’in tehcir edildikleri yerlerdeki Ermeni mülklerini zabt ve di÷er yollardan ele geçiren eúraf için Dahiliye Nezareti, eúrafın Emval-ı Metruke komisyonlarından uzak tutulmasını belirtti, ancak eúraf sınıfı yerel düzeyde nüfuzlarını kullanarak müsadereden merkezi hükümetin kabul edece÷i yollarla 350 BCA. 030.18.01.02.65. 17/ Haziran. 1936 Bkz. Saygı Öztür. Kasadaki Dosyalar s. 211 352 BCA. 490.01.500. 2011. 1/27 Aralık 1934 351 131 çıkar sa÷layarak kent içindeki Ermeniler’e ait dükkan, ba÷ ve bahçelere el koydular. Zaten kadastrosu bulunmayan ve kimsenin mülkiyetinden kesinlikle emin olmadı÷ı koúullarda arazinin güçlü kiúilerin eline geçece÷i açıktır. Tehcirle birlikte ülkenin sadece sermaye yapısından de÷il etnik yapısında bir de÷iúim sa÷landı. Osmanlı hükümeti bu fırsatı Müslüman bir Türk burjuvazi yaratmak için kullanarak gayrimüslimlerin ekonomik rolünü üstlendi. Kırsal alanda ise Ermeni tehciri sonucu Ermeni köylerinden kalan topraklar ço÷unlukla aúiret a÷alarının eline geçti. Bu topraklara ve mülklere hukuksal bir çerçeve kazandırılması ise 1926 medeni kanunla sa÷landı Medeni Kanun’un sa÷ladı÷ı olanaklardan yararlanan a÷alar Ermeniler’den kalan toprakları tapulayarak topraklarına kattılar.353 353 Fikret Baúkaya Paradigmanın øflası s. 125 132 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CUMHURøYET DÖNEMø 3. BURJUVA DEMOKRATøK DEVRøM 3.1. Burjuva Demokratik Devrimin Tanımı Bu bölümde Cumhuriyet ve devrimlerinin do÷u Anadolu’daki feodal yapıları neden tasfiye edemedi÷i sorusuna burjuva demokratik devrim ba÷lamında yanıt aranacaktır. Bunun için de öncelikle burjuva demokratik devrimin tanımı ve bu devrimlerin kısa tarihsel arka plânına de÷indikten sonra Cumhuriyet’le birlikte Türkiye’de gerçekleútirilen burjuva demokratik devrimin yapısal niteliklerini tartıúaca÷ız. Burjuva demokratik devrimi siyasal iktidarın bir sınıftan (ya da sınıflar koalisyonundan) baúka bir sınıf ya da sınıflar koalisyonuna geçiúidir.354 Devrim, ekonomik, toplumsal geliúmeye engel olan miadını doldurmuú feodal yapı ve kurumları oldukça hızlı ve úiddetli bir dönüúümle, tasfiye ederek yerlerine yeni de÷erlerin ve kurumların getirilmesidir.355 Devrim sürecinde de÷er ve kurumların en genel siyasal biçimi ise uluslaúma ve onun siyasal egemenli÷inin somutlandı÷ı ulus devlettir.356 Ulus devlet ise ekonomik ve toplumsal koúulların artık kendini yeniden üretemedi÷i bir aúamada, devrimci burjuvazinin feodal sınıfı tasfiye ederek siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra ulus devlet sınırları içinde bir iç pazar yaratarak kapitalizmi egemen üretim biçimi haline getirmesidir.357 Bu nedenle toplumların tarihsel özgüllükleri ne kadar farklı olursa olsun burjuva Taner Timur. Türk Devrimi ve Sonrası ømge Kitabevi Yayınları 1993 Ankara s. 55–56 Jean Millet øktisadi Olayarın Evrimi Çev: Ertu÷rul Tokdemir Remzi Kitapevi Yayınları s. 108 356 Muzaffer ølhan Erdost. Küreselleúme ve Osmanlı Millet Makası Modelinde Türkiye Onur Yayıncılık 1999 Ankara s. 76 357 Taner Timur A. g. e s. 64 354 355 133 demokratik devrimlerinin ortak paydası kapitalizm öncesi üretim biçimine ait her türlü engeli tasfiye edip burjuva sınıfının önünü açmak ve toplumsal düzende köklü bir de÷iúiklik getirmektir. Ancak devrimin hızı ve yönü toplumdan topluma de÷iúmektedir. Devrim, tek kerelik siyasal bir eylemle yıktı÷ı eski toplumsal sınıfların kurum ve geleneklerini ortadan kaldırdıktan sonra toplumun tümüne “nüfuz etmek” için bir sonraki aúama olan toplumsal devrim sürecine geçer. Bu nedenle eski düzenin kurumlarının tamamen tasfiyesi uzun yılları kapsayabilir. Örne÷in Fransa’da bu tasfiye süreci 80 yıl gibi bir süreye yayılmıútır. Fransa’da E÷itim ve Ö÷retim Yasası ancak 1875’te üçüncü Cumhuriyet döneminde çıkarılabilmiútir.358 Burjuva devrimleri konusunda dikkat edilmesi gereken çok önemli bir ayrım, kapitalizmin en geliúmiú oldu÷u ilk burjuva devrimleri ile kapitalizmin gecikti÷i ya da az geliúti÷i gecikmiú burjuva devrimler arasındaki ayrımdır.359 Kapitalizmin erken geliúti÷i ülkelerdeki burjuva demokratik devrimlerin oluúma koúulları geriye dönük tarihsel bir seyirle incelendi÷inde; kısaca úu evreler dikkati çekmektedir: Avrupa’da 16. yüzyılın sonundan baúlayarak hızlanan ekonomik geliúme ile eúzamanlı olarak bilime verilen önemin artması, astronomideki, matematikteki ve fizikteki geliúmeler, 17. yüzyıl bilim devrimiyle sonuçlanmıútı. Bilimsel devrimin ortaya çıkardı÷ı düúünce biçimi sorgulayıcı, akılcı, daha çok gözlem ve deneye dayalı bir dünya görüúünü egemen kılmıútı. Kilisenin ortaça÷ boyunca egemen oldu÷u Hıristiyan teolojisi ve bunun dünya merkezli evren anlayıúı Kopernik tarafından yıkılmıú onun yerine Güneú merkezli evren anlayıúı egemen olmuútu. Hrıstiyan teolojisinin dünya merkezli kozmos anlayıúının yıkılması kilisenin kendi meúruiyetini dayandırdı÷ı dinsel ideolojiyi ve bunun bir uzantısı olan siyasal meúruiyetini sarsmıútı. Bilimsel devrimlerle birlikte yeryüzünde olan biten olayların nedenini yine yeryüzünde arama anlayıúı determinist neden-sonuç ba÷lantısı kurarak bu iliúkilerin nedenlerini ortaya çıkarma çabası dinsel ideoloji yerine bilimsel-laik aydınlanmacı aklın egemenli÷ini kurarak dünyevi iktidarın kayna÷ını siyasal egemenli÷in sahibi Murat Sarıca. Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi s. 132 359 Elif Çe÷lı, Bonapartizmden Faúizme Ola÷anüstü Burjuva Rejimlerinin Marksist Bir Tahlili, Tarih Bilinci, Yayınevi s. 48 358 134 olarak ulusa dayandırarak yeryüzüne indirmiútir. Bu lâikleúme sürecinin siyasal ve toplumsal sonuçları ilk olarak 1640 øngiliz Devrimi ile gerçekleúmiúti.360 Ardından gelen Fransız Devrimi ise laikleúme sürecinin bir sonraki adımı olmuútur. Batı Avrupa’daki bu devrimlerin temel özelli÷i kapitalizmin en çok geliúti÷i bir sürecin sonucu olarak bu devrimler toplumdan devlete do÷ru yönelen basınçla gerçekleúmiútir. Burjuva devrimlerinin ikinci kuúa÷ı ise geç kapitalistleúmeye paralel olarak 1861’de øtalya’da, 1870 Almanya’da gecikmiú burjuva devrimleri olarak gerçekleúmiútir. Bu devrimler birinci kuúa÷ın aksine devletten topluma do÷ru uzanan bir altüst oluú süreci ve daha sonrasında ulusal birliklerini sa÷lamakla sonuçlanacaktı.361 Burjuva devrimlerinin üçüncü dalgası ise Türkiye, Çin, øran, Rusya gibi kapitalizmin az geliúti÷i, bu nedenle de geleneksel feodal üretim iliúkilerinin egemenliklerini önemli ölçüde sürdürdü÷ü ülkelerde gerçekleúmiútir. Burjuva devrimleri ile ilgili olarak vurgulanması gereken temel özellik burjuva devrimlerinin ister ilk örne÷i olan øngiliz ve Fransız Devrimleri olsun, ister Almanya ve øtalya örne÷indeki gibi ikinci dalga olsun, ister Rusya, øran, Çin, Türkiye gibi üçüncü dalga olsun, burjuva demokratik devrimleri içinde bulunulan dönemin, kapitalizmin geliúmiúlik düzeyinin, ülke içi tarihsel toplumsal dinamiklerle nesnel evrensel e÷ilimlerin karúılıklı olarak birbiriyle kesiúti÷i bir u÷rakta biçimlenmiú olmasıdır. Örne÷in ikinci ve üçüncü dalga burjuva devrimleri kendi içlerinde kapitalist geliúmiúlik bakımından farklı olsa da birinci dalga devrimlere oranla çok daha otoriter bir nitelik taúırlar. Çünkü birinci kuúak devrimlerde oldu÷u gibi geliúmiú ve farklılaúmıú bir toplumsal tabanı, bu tabana dayalı geliúmiú burjuva sınıfsal muhalefeti yeterince olgunlaúmadı÷ı gibi burjuva sınıfsal ideoloji de yeterince olgunlaúmamıútır. Bu nedenle bu devrimlerin 360 XVII yüzyılın ilk øngiliz devrimi, yalnız mutlak monarúinin yerine demokratik olmasa da temsil bir hükümet geçirmek ve baskıcı bir devlet egemenli÷ini kararak kapitalizmin geliúmesinin önündeki engelleri kaldırmıútı Toprak aristokrasisi ve burjuva sınıfının devriminde uzlaúmayla çıkması bir anlamda øngiliz aristokrasinin içinde kilise mensupları ve dinin burjuvayla koalisyonu ifade eder. øngiltere’de burjuvazinin dinsel e÷ilimlerini güçlendiren bir olguda Hobbss ‘la birlikte yeni bir evreye giren Materyalizmdir. Materyalizm yalnızca orta sınıfın dini duygularını sarsmakla kalmamıú bundan baúka krallı÷ın ayrıcalı÷ının ve iktidarının bir savunucusu olarak da ortaya çıkmıútı. Monarúiye karúı çıkarlarını korumak için øngiliz burjuvazisinin dine sarılmasının bir nedeni de budur. F.Engels Seçme Yapıtlar, s. 464 361 Sungur Savran ,“Osmanlı’dan Cumhuriyete: Türkiye’de Burujuva Devrimi Sorunu.” 11. Tez Kitap Dizisi, Kasım Uluslarası Yayıncılık, 1985 østanbul s. 173–213 135 demokratik niteli÷i devrimin ilk aúamasında kitleleri seferber etmesiyle sınırlı kalmıútır.362 3.2. Türk Devrimi Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluú tarihine, toplumsal, siyasal ortamına ve kurucularının hangi sınıfsal kökenli olduklarına bakıldı÷ında Cumhuriyet devriminin bir burjuva demokratik devrim oldu÷u tartıúılmayacak kadar açıktır. Osmanlı’nın feodal ve øslam dinine dayalı teokratik devlet sistemine karúı uluslaúma süreci, aynı zamanda emperyalizme karúı verilen ulusal Kurtuluú Savaúı koúulları içinde biçimlenmiútir. Bu nedenle devrimin öncü kadrosu øttihatçıların oluúturdu÷u bir asker ve sivil küçük burjuva aydın ekibidir. Devrim bu ekibin yarattı÷ı ve yürüttü÷ü bir sürecin içinde biçimlenmiútir. Bu aydın sınıfın baúlıca özellikleri; mektepli aydınlanmacı, genç, laik ve burjuva ideolojisine sahip olmaları yanında Selanik, Mekadonya, østanbul gibi ømparatorlu÷un daha çok kapitalizmin geliúti÷i kentlerinde yetiúmiú olmalarıydı.363 Düúünsel bakımdan ise bu küçük burjuva sınıfın baúlıca özellikleri; Osmanlının ømparatorluk zihniyetinin tam karúıtı olan “vatan” ve “millet” kavramlarına sarılmalarıdır. Jön Türkler’den Kuvay-ı Milliyecilere kadar, peúinden koúulan ve u÷runda savaú verilen fikirlerin kayna÷ı “vatan” ve “millet” kavramları olmuútur.364 Sabahattin Selek, “Anadolu ihtilâli”nin, Kurtuluú Savaúı’yla iç içe geliúmesi nedeniyle “ihtilâlin ideolojik bir hareket olarak baúlamadı÷ını dolayısıyla savaú koúulları içinde böyle bir hazırlı÷ın olmadı÷ını vurgulamıútır. Ancak böyle bir ideolojik hazırlı÷ın olmadı÷ını varsaysak bile vatan ve millet kavramlarının kendisi burjuva ideolojisinin tasavvurunun dıúında düúünülemez. Kaldı ki 1860’ların ortalarından itibaren baúlayan Jön Türk hareketi, 1908 øttihat Terakki devrimi ve son olarak da Atatürk’ün Kurtuluú Savaúında siyasi stratejinin bir gere÷i olarak açıklamamıú olsa bile aydınlanmacı, 362 Sungur Savran A. g. m s. 174 Sina Akúin Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi s. 56 364 Sabahattin Selek, Anadolu øhtilali s. 703 363 136 laik bir ideoloji ve buna dayalı bir ulus devlet projesinin oldu÷u çok açıktır. Devrimin savaú koúulları içinde baúlaması devrime baúarı úansı kazandırmakla birlikte bu durum yeni devletin kuruluúunda ve daha sonraki devrimci kararların alınmasında ve uygulanmasında pek çok zaafları beraberinde getirecekti. Selek’e göre dıú düúmanlar karúı ”vatan” ın savunulması ve “millet” in kurtuluúu için savaúta yer alanların çok azı devrimci idi. Savaúanlar için kurtarılacak kutsal varlıklar arasında saltanat ve hilâfet makamları da vardı. Kurtuluú Savaúı içinde bütün sınıfların oluúturdu÷u ittifak devrimin uzak hedefleri bakımından büyük bir zaaftı. Çünkü ilerleyen sayfalarda daha ayrıntılı de÷inilece÷i gibi savaúın baúlangıcında kurulan bu ittifak savaúın sonunda ve cumhuriyet devrimleri sırasında devrim sürecini yavaúlatan ya da ona tamamen karúı çıkan bir muhalefet çıkaracaktır. Bu nedenle ittifakın önemli bir aya÷ını oluúturan feodal ve büyük toprak sahibi sınıflarla eúraf sınıfının nihai olarak tasfiyesi mümkün olmayacaktı. Bu gerekçelere dayanarak Selek Anadolu øhtilalinin ne bir halk hareketi ne de burjuva devrimi olamayaca÷ını savunur. Oysa burjuva sınıfını ille de organik bir sınıf olarak salt ekonomik güç anlamında algılamamak gerekir. Aslında burjuva sınıfı yalnızca ekonomik bir sınıf kategorisine indirgenemez. Burjuvaziyi tanımlamada ekonomik kategori kadar ve hatta ço÷u zaman bunu da aúan ideolojik de÷erler de sınıflandırmaya dâhil edilmelidir. Nitekim Sina Akúin burjuva sınıfının bu ideolojik yönüne vurgu yaparak, 19. yüzyılda Osmanlı özgürlükçü akımlarının burjuva niteli÷inin her úeyden önce ideolojik bir olgu oldu÷unu belirtir. ømparatorlukta burjuva ideolojisinin iki temel kayna÷ı vardı. Burjuva ideolojisinin imparatorluk içindeki birinci kayna÷ı hiç úüphesiz özellikle imparatorlu÷un kapitalizme erken eklemlendi÷i liman kentlerindeki gayrimüslim azınlıkların yaúam ve düúünce biçimlerindeki burjuvalaúma sürecidir. Burjuva ideolojisinin ikinci kayna÷ı ise Batılı modern e÷itim veren tıbbiye, harbiye, mülkiye gibi okullardı. Bu okullardan yetiúen küçük burjuva sınıfının amacı devleti kurtarmaktı. Tanzimat’la birlikte kurulmaya baúlayan okullardan mezun olan mektepliler nesnel olarak devlet bürokrasisine ba÷lı oldukları halde kafa kuruluúu bakımından burjuva de÷erlerine ba÷lıydılar. Bu nedenle ülkenin ancak bir burjuva düzeni içinde kalkınabilece÷ine inanmıúlardı.365 Okullardan yetiúen 365 Sina Akúin. Jön Türkler ve øttihat ve Terakki, Remzi Kitap Evi 1987 s 82 137 kadrolar aydınlanma ideolojisini ve Batı’daki geliúmeleri kavrayacak sınıfsal farklılaúmanın sonucu olarak kendi sınıflarının bilincindeydiler. Bu nedenle Osmanlı yönetimine, de÷erlerine, ümmet toplumunun kurumlarına daha bilinçli bir muhalefet geliútirebilmiúlerdir. Bu kadroların köken olarak küçük burjuva sınıfından gelmiú olmaları, onları kolaylıkla Fransız Devrimi’nin ilkelerine duyarlı hale getirmiúti. ølkeler arasında vatan kavramının ön plana çıktı÷ı yurtseverlik duygusu, ümmete karúı ulus düúüncesi, liberal ideolojinin bireysel hak ve özgürlükler kavrayıúı yanında meúruti monarúi de olsa bir parlâmenter sistemi savunuyorlardı.366 Türkiye’de burjuva olgusu Avrupa’daki sınıfsal farklılaúmaların olgunlaútı÷ı düzeyde olmasa bile Türkiye’de burjuva devrimi ve onun aydınlanma ideolojisini temsil etmekteydi. 367 Yukarıda da belirtildi÷i gibi Türkiye’de burjuva devrimi Kurtuluú Savaúı koúulları içinde bu küçük burjuva öncü kadronun liderli÷inde biçimlenmiútir. Bu öncü kadro Kurtuluú Savaúı’nı sınıfsal olarak toprak ve mülk sahipleri yani eúraf ve a÷a ittifakı içinde gerçekleútirmiúti. Burjuva devrimini gerçekleútiren öncü kadronun yerel iktidar odaklarıyla kurdu÷u bu ittifak do÷al olarak devrimlerin süreklili÷inde ve hızında bir çekingenlik yaratacaktı. Zira en baúından beri kurulan bu ittifakın ideolojik dayana÷ı a÷a ve eúrafa halifelik makamını kurtarma vaadinin verilmesiydi. Bunun yanı sıra Türkiye’de Devrim’in tamamlanması teorik olarak iki temel unsurun gerçekleúmesine de ba÷lıydı. Bunlardan birincisi toprak reformu ile feodal düzenin ekonomik temelini oluúturan topra÷ın geniú köylü yı÷ınlarına da÷ıtılmasına ba÷lıydı. Ancak pratikte büyük toprak mülkiyetinin tasfiyesi için bazı ön koúulların bulunması gerekiyordu. Bunlar; iúletme sermayesi, tarımsal teknoloji ve topra÷ı iúletecek yeter sayıda nüfusun varlı÷ıydı. Bu koúullar yerine getirilmedi÷i sürece toprak reformu da tek baúına feodal yapıları çözmekte yeterli bir araç olmayacaktı. Ayrıca Do÷u Anadolu’da Ermeni tehciri sonrası bölgede azalan nüfus da göz önüne alındı÷ında toprak kıt de÷il tam tersine kıt olan topra÷ı iúleyecek nüfustu. Bölgedeki nüfusun büyük bir kısmı savaúlarda ölmüú, geri kalan nüfus da ülkenin batısına göçmüútü. Bu nedenle toprak reformu di÷er koúullar yerine getirilmeden uygulansa bile feodal düzeni tek baúına çözebilecek 366 367 Attila ølhan. A. g. m s. 4 ølhan Selçuk. “Askere Müdahale Üzerine” Cumhuriyet Gazetesi 11. Aralık Pazar s. 2 2006 138 bir araç de÷ildi. Bölgede feodal yapıları tasfiye edecek burjuva sınıfının olmadı÷ı koúullarda bu rolü devletin zor aygıtları üstlenecekti. Feodal yapıların tasfiyesinde ikinci seçenek ise sanayi devrimi ile a÷a ve eúraf sınıfının egemenli÷ine son verip, ekonomik egemenli÷i ticaret burjuvazisine geçirmek ve ticaret burjuvazisini sanayi burjuvazisine dönüútürerek kırsal göçü iúçileútirip kentlileútirmekti. Ancak Osmanlı burjuvazisi Kurtuluú Savaúı sırasında yurt dıúına kaçmıútı. Onların yerine savaú koúulları içinde Milli øktisat politikasıyla üretilmeye çalıúılan yerli burjuvazi ise büyük ço÷unlu÷u itibariyle henüz kasaba tüccarı seviyesinden öteye geçememiúti.368 Atatürk’ün øzmir øktisat Kongresi’nde iúe emek Misak-ı Millisi ile baúlamasının bir nedeni de budur. Devlet öncülü÷ünde hızlı sanayileúme politikası yürütülecek. Bu politika II. Dünya Savaúı’na kadar uygulanacak fakat toprak reformu yapılamayacaktı. Bunun temel nedeni ise Kurtuluú Savaúı’nda eúraf deste÷inden kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle iktidar halkı de÷il eúrafı tercih etmiúti. 1950’li yıllarda bile CHP il ve ilçe baúkanlarının ço÷u, yörenin âyan ve eúrafından oluúmaktaydı.369 Türk Devrimi’ni analiz eden Celal Nuri øleri adeta imparatorlu÷un feth-i meyyit (otopsi raporu) yazan bir düúünür olarak, Türk Devrimi hakkında úöyle yazmaktaydı: “Yeniçerili÷in ortadan kaldırılmasına kadar hiçbir yenilik gerçekleúemezdi. Dünyayı tanımıyorduk. Tanzimat döneminin yenilik hamleleri taassubun duvarlarına çarpmıútı. Türk Devrimi yıkılmaya yüz tutmuú kurumları defnetmiútir. Devrimin ciddi bir mukavemet göremeyiúi baúka türlü açıklanamaz. Çünkü devrimin bütün talepleri akla ve mantı÷a ve ça÷ın gereksinimlerine cevap vermesinde büyük payı olmakla birlikte, milletin uyanıklı÷ı ve olaylardan ders almıúlı÷ının yanında karúısındaki muhafazakâr grubun örgütsüzlü÷ü ve nihayet olayların geliúimidir”.370 368 Do÷an Avcıo÷lu. Türkiye’nin Düzeni Cilt II s. 234 Attile ølhan Burjuva Devrimi 22 A÷ostos 1997 Cumhuriyet Gazetesi s. 13 370 Celâl Nuri øleri Türk ønkılâbı s. 65 369 139 Yazar Türk devrimini Osmanlılıktan kopuú olarak tanımlar ve üç yüzyıldan beri toplumu ba÷layan ve úaúırtan Do÷ulu düúünce ve yönetim tarzına son verildi÷ini belirtir. Celal Nuri, Yeniçeri kurumunun ortadan kaldırılmasından Vahdettin’in kaçıúına kadar geçen dönemi bir hamilelik dönemi, Cumhuriyeti de savaúın ve devrimin çocu÷u olarak niteler. Bunun yanı sıra ulus tanımını da çok netlikle ortaya koyarak dünyada saf ırkın olamayaca÷ını, co÷rafyadaki bölümler gibi etnik sınıflamaların da göreli oldu÷unu vurgulayarak insan topluluklarının 20. yüzyılda ırklara göre de÷il uluslara göre ayrıldı÷ını, ulusu da bir devletin uyru÷u olan insan toplulu÷u olarak tanımlar.371 Ulus tanımını o günün koúullarında çok netlikte ortaya koyan Celal Nurinin bu tanımı daha sonra 1924 Kanun-i Esasîye’de benimsenecektir. Ona göre Türk devriminin temellendi÷i ulusun oluúumunda ne din farkı ne ırk farkı gözetilmiútir.372 Türk devriminde hiçbir etnik/dinsel kimli÷e karúı, yalnızca kimli÷i nedeniyle mücadele bayra÷ı açılmamıútır. Türk devriminin toplumsal mücadelesi etnik bir temelden hareket etmemiútir. Bu nedenle Kürtlü÷e karúı de÷il feodal üretim iliúkilerine, bu iliúkiler egemeni olana a÷alık ve aúiretlik kurumuna karúı yürütülmüútür. Türk devriminin Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkları da kapsayan iktisadi toplumsal mücadelesi yalnızca bu kimliklere sahip olunması nedeniyle de÷il, bunların emperyalizmin iúbirlikçisi olarak çalıúan burjuva kesimlerine karúı yapılmıútır. 1923 yılı baúlarında temelinde eski düzenin kalıntıları ile oluúmakta olan siyasal iktidar yapısı arasındaki çatıúma sivil iktidar/askeri iktidar görünümü almıútır. Ömür Sezgin’e göre bu sivil/asker görünümü altındaki asıl çatıúma øttihat ve Terakki’nin kuruluúunda var olan Ahrar ve daha sonra Hürriyet ve øtilâf muhalefetinin 1923’ teki uzantısıdır. Siyasi iktidarın askeri iktidarla özdeúli÷inden söz edilebilir ancak sivil iktidarı savunur görünenler demokrasiden çok eski düzenin savunucularıdır. Bu muhalif grubun Mustafa Kemal’in ve temsil etti÷i ideolojinin iktidarını sınırlandırabilmek için dini ideolojinin egemen oldu÷u bir 371 Celâl Nuri øleri Aynı zamanda 1922 Yılında Kanun-i Esasi Encümen reisli÷ine seçilecek 1924 Anayasasının yazılmasında önemli katkılar sunacaktır. 372 Celala Nuri ølleri. Türk ønkılâbı. s. 97 Haz Recep Duymaz. 140 toplumda hilafet makamının maddi manevi otoritesine sı÷ındıklarını belirtir373 Sezgin’e göre Meclis’te baúından beri temel çatıúma “aydınlanma ideolojisi” ile “dinci ve saltanatçı” ideoloji arasındadır.374 Ömür Sezgin Kurtuluú Savaúı ve Siyasal Rejim Sorunu, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 2005 s.107 374 Ömür Sezgin A. g.e. s.52 373 Sınıf sözcü÷ü (classe) Fransızca’ya XIV. øngilizce’ye ise XVI yüzyılda girdi. Her ikisi de Latince clasis sözcü÷ünden gelir; clasis sözcü÷ü ise yurttaúları, sahip oldukları servete göre ayıran çeúitli kategorileri belirtirdi. XVI. XVII. Yüzyıllar Frasızcası’nda sınıf terimi, daha çok kategori terimine yakın genel bir anlam taúımaktaydı. Bkz. Philip Benetton Toplumsal Sınıflar Yeni Yüz Yıl Yayınları s. 34 1997 Sınıf kavramının daha çok siyasal bir içerik kazanması 18. yüzyıl sonundan itibaren øngiltere’de daha sonra da 19. yüzyılda di÷er Avrupa ülkelerinde meydana geldi. Sınıf sözcü÷ü az ya da çok açık bir úekilde bir anlamda kendi özerkli÷ini kazanırken, önceki tanımlardan baúka úeyler ifade etmeye de baúladı ve toplumsal ayrım ve iliúkileri farklı düúünmenin bir anlatım úekli oldu. Sosyolojik ve siyasal düúüncenin önemli bir kavramı haline gelen modern toplumsal sınıf kavramının tarihi bu úekilde baúlıyordu. Asa Briggs’in kullandı÷ı language of class terimi øngiltere’de 18. Yüzyılın son çeyre÷inde ortaya çıktı. 19. yüzyılın ilk on yılında yayıldı ve 1830’lu yıllarda yaygın bir úekilde kullanılmaya baúlandı. 1772’ de ortaya çıkan Lower classes (alt sınıflar) terimini yirmi yol sonra middling ya da middle classes (orta sınıflar) terimi izlerken, son olarak da bunlara higher classes ve kısa bir süre sonra da upper clases eklendi, terim birinciler kadar tutulmadı, zira eski sınıflar ifadesi eski toplum içinde kök salmıú olanlara daha uygundu. Working classes (iúçi sınıfı) terimini ilk kullananlardan biri 1813’ de Owen oldu. Bkz. Braudel Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitilazm II. cilt Çev: M. Ali Kılıçbay Gece Yayınları 1995 s. 432. XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda sınıf terimi toplumsal ayrım ve iliúkilerde yeni bir bakıú açısını dile getirecektir. Meslek birlikleri, , kademeler, meslekler gibi sözcüklerden oluúan geleneksel anlatım, eski toplumsal düzene ve kendi görüntüsüne sıkı sıkıya ba÷lıydı. Bu, Eski Rejim Avrupası’nın, hem aristokratik hem de organik bir toplumun eúitsizli÷inin hüküm sürdü÷ü ve insanların do÷uútan ayrıldı÷ı bir toplumun, ama aynı zamanda toplumsal hiyerarúide süreklilik düúüncesinin de egemen oldu÷u bir toplumun diliydi.. “meslek birlikleri” ya da “ meslekler” belirgin ve do÷urgan ayrımları bir anlamda kutsuyordu; geniú ölçüde soyaçekime dayanan bu ayrımların gerekli ve meúru oldukları düúünülüyordu. Fakat bunlar toplumun sadece ve sadece bir bölümünü belirtiyorlardı. ønsanları karúılıklı bir zorunluluklar sistemiyle ba÷layan aralarında somut iliúkiler kuran sıkı bir hiyerarúi düúüncesini dile getiriyorlardı. Toplumsal bünyeler tek bir zincirin halkaları olarak algılanıyordu. Tocqueville bu hiyerarúik yapıyı köylüden krala kadar uzanan uzun bir zincir olarak tanımlıyordu. Language of class’ın ifade etti÷i kavram bambaúka bir úeydir; toplumsal katmanlar arasındaki ayrım, hiyerarúinin süreklili÷ini, karúılıklı ba÷ımlılık iliúkilerinden çok ekonomik ayrımlar toplumsal bölünmeyi belirlemektedir.“Sınıf” ayırımları hukuksal olarak kabul edilmemiú, olsa dahi sonuçta her gruba özgü çıkarlardan hareketle insanları ayırır ve hatta, en azından onları gizli olarak karúı karúıya getirir. Dolayısıyla toplumsal iliúkiler artık yan özellikleri göstermezler. Artık, kiúisel ba÷lılık ve ahlaksal zorunluluklardan oluúan gelene÷in dıúındadırlar, zımnen de olsa gizli olarak birbirleriyle yarıúan ya da çatıúan kollektif çıkarlara dayalı soyut gibi görünürler, Sınıf terminolojisinin bu dönemde henüz netleúmedi÷ini görüyoruz. De÷iúik ve ikircil anlamları olan sözcükler vardır. Yine de bu yeni anlatım 19. yüzyılın ilk yarısında øngiltere’de toplumsal ayrımlar ve iliúkiler konusunda yeni bir kopmayı ve maddi yoksullukla birlikte bir kiúisizleúme duygusu izliyordu. Nitekim yeni ekonomi, iú iliúkilerini alt üst ediyor ve “yeni ba÷ımlılık” adı verilen iliúkilerde yeni bir hiyerarúi yaratıyordu; bu anlayıúa göre, insan- insan iliúkilerinin yerini uzak, so÷uk ve kiúisiz iliúkiler alıyordu. Sınıf sözcü÷ü, ortaya çıktı÷ında devrimci terminolojinin önemli bir terimi de÷ildi. Devrim, kuúkusuz, dili yeni deyimlerle zenginleútirdi, halk sınıfı, yoksul sınıf, iúçi sınıfı, ama bunların kullanım alanı geniú olmadı÷ı gibi anlamları da çok mu÷lâktı. Anlamdaki bu görece belirsizlik, genel olarak 19. yüzyılda da devam etti. Sözcük kendisine yandaú bulurken, çok sayıda nitelemeyle de birleúti: Çalıúan sınıflar, zengin ve yoksul 141 Kurtuluú Savaúı ve sonrası kuruluú aúamasındaki öncü kadronun sınıf bileúimine bakıldı÷ında ise Kurtuluú Savaúını gerçekleútiren siyasal iktidarın sınıf bileúimi bir taraftan øttihat ve Terakki’nin uzantısı olan küçük burjuva mektepli sınıf ile a÷a eúraf sınıfını oluúturan mütegalibenin birleúiminden oluúmuútu. Kuruluú aúamasında ön safta gözüken memur ve asker kadro ile okumuú orta sınıf olarak daha sonra CHP çevresinde örgütlenen sınıflardı. Bunun yanında taúrada Kurtuluú Savaúı koúulları içinde do÷an ve güçlenen eúraf sınıfı bulunmaktaydı. Kasaba eúrafının Cumhuriyet’in öncü kadrosuyla iú birli÷i yapması öncü kadronun köylü kitleden büsbütün uzaklaúmasına yol açmıútı. Çünkü eúrafın sınıflar, üst ve alt sınıflar aydınlanmıú sınıflar, iúçi sınıfı..vs. Bu, dönemde kavramın kullanımında sınıf, sıra meslek birli÷i, katman sözcükleri arasındaki ayrımın halen belirginleúmedi÷ini de ifade etmek gerek. En azından 1848’e do÷ru sözcük gerçek bir özerklik kazanamadı÷ı gibi coúku uyandırıcı bir anlam da yüklenmedi. øngiltere deki duruma benzer hiçbir úey yoktu, söz konusu durumda sınıf (üst’orta’alt) “sistemi” ifadesi, sıradan insanların gözünde coúku yüklü ve çatıúma düúüncesine ba÷lı bir anlam kazanmamıútı.1870’li yıllara kadar sınıf sözcü÷ünün belirsizli÷i devam edecektir. Bu durum Jean Dubois’inın Vocabulaire Politique et Social en France de 1872 adlı yapıta iliúkin çözümlemesi sayesinde daha açık bir úekilde görülebilir. Artık siyasal ve toplumsal terminolojinin önemli bir terimi olmasına ra÷men, sözcük, belirsizli÷ini halen korumaktaydı ve çok kez ço÷ul olarak ve birçok nitelemeyle birlikte kullanılıyordu. Aynı zamanda bir kaç, anlatımda da yer alıyordu. Muhafazakarlar ve ılımlıların tercihi ço÷ul ve üst, e÷itimli, alt sınıflar gibi ifadeler hiyerarúiyi meúrulaútırmak amacıyla kullanılıyordu. Kapitalist sınıf ve emekçiler sınıfından söz eden sosyalistler tekil olarak kullanırlarken, sa÷ ço÷ul olarak kullanıyordu. 1869 ‘da milletvekili Girault “iúçi sınıfı” sözcü÷ünü teleffuz edince Yasama Meclisi’nde kızılca kıyamet koptu ve milletvekili konuúmasını tamamlayamadı Görüldü÷ü gibi bu alanda de÷iúiklikler ve belirsizlikler hüküm sürüyordu. Yine de bir takım kuvvet çizgileri çıkarmak olanaklıdır. ølk olarak sınıflar ve katmanlar deyimleri sonunda meslek birlikleri ve sıralar sözcüklerini geride bıraktı. 1870’e do÷ru Sosyalizmin geliúmesi ve Marksizm’in etkisi (1870’li yıllardan itibaren) bu süreci hızlandırırken aynı zamanda sınıf sözcü÷ünü de toplumsal mücadeleye ba÷layacaktır. Bkz. Philpe Benetton. Toplumsal Sınıflar, F.Braudel Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitilazm cilt II. s.352 Immanuel Siyes Tierse Etat Nedir A.Ü Hukuk Fakültesi Dergisi Çev: Süheyl Derbil Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt VIII. sayı 1-2 s. 126-207 Ankara 1951 Server Tanilli. Dünyayı De÷iúterin On Yıl s. 132 J.Michelet, Fransız øhtilali Tarih Cilt II. Çev: Hamdi Varo÷lu Maarif Vekâleti Yayını II. Cilt 1952 Ankara s. 179 Gaxotte, Pirerre, Fransız øhtilali, Çev. Semih Tiryaki Soboul. Albert. Fransız øhtilâlinin Kısa Tarihi, Çev: øsmail Yarkın, ønter Yayınları 1989 s. 123, Furet, François. Fransız Devrimini Yorumlamak, Çev Ahmet Kuyaú Alan Yayanları 1989 s. 201 Leo Hubarman. Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla Çev: Murat Belge øletiúim Yayınlar 1997 østanbul s. 92–93 A. Aulard, Farnasz ønkılâbının Siyasi Tarihi, Demokrasinin ve Cumhuriyetin Kaynakları ve Geliúmesi 1789–1804 Çev: Nazmi Poroy Türk Tarih Kurumu Yayınları Ankara 1982, Vedat Günyol, Devrim Yazıları, Çev: Meriç Gök. Nurettin Yıldırım, Sabahattin Eyüpo÷lu Varlık Yayınları østanbul 1962 s. 45. 142 çıkarları ticaret yoluyla sömürdü÷ü köylünün geri kalmasındaydı. Bunlar devrimcilerle köylünün arasında en büyük engeli oluúturmuúlardı.375 Her ne kadar ikinci mecliste bu ittifak küçük burjuva sınıfı lehine kısmen bozulsa bile 1950’ de eúraf sınıfı siyasal iktidarı tekrar ele geçirecektir. Kurtuluú Savaúı sonrası siyasal iktidarı ele geçiren a÷a eúraf sınıfı, siyasal olarak dini politik bir araç haline sokarak devrim sürecini yavaúlatarak geleneksel toplumsal düzeni ve onun kültürel desteklerini de÷iútirme yerine bu iliúkileri popülist bir tarzda yeniden üretecekti. 3.2.1 Türkiye’de Burjuva Demokratik Devrimin Sınırları Bu baúlık altında Burjuva demokratik devrimin sınırlarından kastedilen anlam co÷rafi bir sınırlamadan öte devrimin gücü ve kararlı÷ı anlamında kullanılmaktadır. Devrimin do÷al ve nesnel sınırlarını belirleyen olgular üzerinden Cumhuriyet’in kapitalizmle geç eklemlenmiú bölgesi olan Do÷u Anadolu’ bölgesinde somut tabiyet iliúkilerinden soyut tabiiyet iliúkisine dönüúme e÷ilimleri kast edilmektedir. Türkiye’de Cumhuriyetin bir burjuva demokratik devrim oldu÷unu bu bölümün baúında vurgulamıútık. Burjuva demokratik devrimlerin nesnel yönleri kadar onları biçimlendiren öznel yönleri de önemlidir. Bu öznel koúullar devrimin gerçekleúti÷i toplumlarda devrimlerin hızını kesen ya da durduran kapitalizm öncesi geleneksel toplumsal yapılar ve düúüncelerdir. Bu düúünceyi temsil eden sınıflar devrim sürecinde ya da sonrasında burjuva sınıfının kendi içindeki gerilim ve savaúlarda sıkıúınca ilk ittifak kuraca÷ı geniú yı÷ınlar ve onların temsilcileri olarak adeta kötü gün akçesi iúlevi görmektedirler. Devrim hukuksal olarak eski toplumsal düzeni ve kurumları ortadan kaldırsa bile eski düzenin zihniyeti ve düúüncesi uzun bir süre varlı÷ını sürdürmeye devam eder. Devrimin yavaúladı÷ı dönemlerde karúı devrimci e÷ilime dönüúerek kendi kurumlarını yeniden canlandırma e÷ilimine girerler. Bu nedenle devrimin 375 Mümtaz Soysal “Büyük Yalan” s, 9 Yön sayı 40. 19 Eylül 1962, s.6 143 bütünüyle gerçekleúebilmesi devrimin, eski yapıları tasfiye etmesi ve yeni yapıları yaúamsal hale getirmesi için tamamlayıcı bir sürece ihtiyacı vardır.376 Bu tamamlayıcı süreç de toprak ve üretim araçları üzerinde egemen toprak sahibi sınıfın gücünü ortadan kaldırma ve onun yerine kendi kurumlarını ikame etmesidir. Bu süreç toplumun geliúmiúlik düzeyine göre uzun ya da kısa bir süreci kapsayabilir. Bu süreç sanayileúme gibi toplumsal de÷iúmeyi hızlandıracak dinamikten yoksun oldu÷u koúullarda daha uzun bir zamana yayılabilir. Devrimsel sürecin iúleyiúi kuúkusuz salt ekonomik bir determinizmle açıklanamaz. Ancak yeni düzenin ideolojik ve hegemonik aygıtlarıyla kendini yerleútirmesi yine de ekonomik koúullardan ba÷ımsız de÷ildir. Bu çerçevede Do÷u Anadolu’daki geleneksel aúiret ve cemaat yapılarının burjuva demokratik devrimin sınırlarını nerede belirledi÷i ya da nerede kesti÷i sorusu aúiret yapıları söz konusu oldu÷unda co÷rafi bir sınır çizmek mümkün olabilir. Ancak cemaat kategorisi bakımından bu sadece bölgeyle de÷il artık günümüzde ülkenin büyük kentlerinden küçük kentlerine kadar bir dizi aralıkta daha geniú sınırlar içinde örgütlenip ekonomik, toplumsal ve siyasal egemen bir güç haline gelmiútir. Do÷u Anadolu’daki aúiret ve cemaat yapıları burjuva demokratik devrimin ve onun aydınlanma ideolojisinin önündeki en büyük engeller olarak devrimin sınırlarını da belirlemiúlerdir. Eski düzenin yapılarıyla yeni düzenin arasındaki gerilim ve mücadele diyalektik bir yapı içinde gerçekleúmektedir. Türkiye’de Aydınlanma ideolojisinin kendi tipini üretti÷i kapitalizmle eklemlenmiú kentler dıúında kalan kırsal alandaki bu yapılar bugün artık büyük kentlerde de aydınlanma devrimini kırdan baúlayarak merkezdeki alanlarını iúgal etme sürecine girmiútir. Bu merkezin çevre tarafından sıkıútırılması bir anlamda Orta do÷u dinsel ideolojisinin ilk giriú kapısı olan Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’dan baúlayarak sürekli ülkenin Batı’sına ve merkezine do÷ru halk halka yaylıúını da gösteren bir durumdur. 19. yüzyılın ikinci yarısından baúlayarak Nakúibendî tarikatının bütün üstleri Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’dadır. Cumhuriyet döneminde de Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu Nakúîli÷in merkez üssü olma konumunu sürdürmüútür. Bugün Nakúibendî tarikatının ve kollarının liderlerinin Do÷u ve ya Güneydo÷u menúeli olması tesadüf de÷ildir. Türkiye’de artık ekonomik ve siyasal güç haline gelmiú 376 Jean Maıllet. øktisadi Olayların Evrimi s.56 144 cemaatler Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’dan itibaren Cumhuriyet’in ve aydınlanma düúüncesinin sınırlarına kazanımlarına en büyük basınç bu bölgeden itibaren oluúmaya baúlamıútır. Cumhuriyet’in ilk on yılında bu geleneksel güçler 1925 ùeyh Sait øsyanı ve ardından Takriri Sukun Kanunuyla uzun bir suskunluk döneminden sonra bazen Kürt milliyetçili÷i, bazen demokrat partiyle birlikte popülist demokrasi söylemiyle birleúerek Kemalist ideolojisiyle mücadeleyi demokrasi ve bürokrasi ekseni üzerinden yürüterek devrime ve onun kazanımlarına karúı ittifak oluúturmada II. Meúrutiyet’de oldu÷u gibi Liberal-øslamcı ittifakların bugün de oluúması bir anlamda uzak tarihle yakın tarihin kısa devre yaptı÷ını özetleyen bir durumdur. Yakın tarih olarak 19. yüzyılda imparatorlu÷un temellerini sorgulayan Jön Türklerin baúlattı÷ı modernleúme ve uluslaúma sürecini Atatürk devrimleri ülkenin batısındaki kapitalizme eklemlenmiú kentlerinde tamamladı. Ancak ülkenin Do÷u’sunda sadece Kemalist devrim de÷il ilk Burjuva demokratik devrim olan II. Meúrutiyet’i ilân eden øttihatçı kadrolar da bölgedeki feodal unsurlarla ittifak yapmak zorunda kalmıúlardı. Bu zorunluluk daha çok Ermeni sorunlarına karúı Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiret reisleriyle yapılan bir ittifaktı. Bu ittifak Do÷u Anadolu’da toplumsal ve siyasal dengenin önemli bir aya÷ı olan ErmeniKürt dengesini Kürtler lehine bozdu. Bu süreç bölgede aúiretlerin ve tarikatların daha da güçlenmesini sa÷ladı. Tehcirle birlikte ülkenin batısında Anadolu ticaret ve sanat hayatını ellerinde tutan Rum ve Ermeniler’in gidiúi Anadolu úehirlerinde Türkler’e sanat ve ticaret hayatında önemli olanaklar yarattı.377 Do÷u Anadolu’da ise Ermeniler’den kalan kent içindeki arazi ve arsalara kentin yerleúik nüfusu olan aileler el koydular. Bu yerleúik nüfus 1950 yılından baúlayarak kente göçün yo÷unlaútı÷ı yıllarda Ermeniler’den kalan arsa ve arazileri satarak arsa ve arazi rantları üzerinden büyük servetler edindiler. Bölgenin kırsal kesimindeki Ermeni arazilerine ise daha çok aúiret reisleri ve a÷aları el koydular. Nitekim øsmet ønönü’nü ùark raporunda bu konuyu dile getirecek, aúiretlerin iúgal etti÷i Ermeni topraklarını boúaltmaları için I. Umumî Müfettiúe bu yönde talimat verecekti. Savaú koúulları içinde yaratılmıú ve savaúın olanaklarından en fazla kazançlı 377 Do÷an Avco÷lu. Türkiye’nin Düzeni cil II. s. 568 145 çıkmıú sermaye sınıfının feodal yapıyı tasfiye etmek için ne bir ideolojisi ne de bu ideolojinin temellendi÷i sınıf çıkarları büyük toprak sahibi sınıfla çeliúiyordu. Savaú koúulları içinde oluúmuú tüccar-sermaye sınıfı Avrupa’daki burjuvaziye benzer tam bir orta sınıf meydana getirememiúti. Osmanlı orta sınıfını oluúturan kesimler geniú ölçüde Rum ve Ermeni unsurlardan oluúmuú bir sınıftı. Kurtuluú Savaúı’ndan sonra Anadolu’dan Rumlar ve Ermeniler gittikten sonra ortada orta sınıf olarak memurlar, askerler biraz da eúraf kaldı. Bu toplumsal yapının bulundu÷u bir ortamda da Atatürk devrimlerinin güvencesi ister istemez sadece asker ve sivil bürokrasiye dayandırılmak zorundaydı. Bu nedenle Do÷u Anadolu’da köylüyü a÷anın ve eúrafın etkisinden çekip çıkaracak bir burjuva sınıfı olmadı÷ı için sorunu çözmek asker ve bürokrasiye kalıyordu. Askerin de tanımı gere÷i bu sorunu çözmek için elinde devletin zor aygıtlarından baúka kullanaca÷ı mekanizma yoktu. Sermaye sınıfı ile eúraf arasında baúlangıçtan beri kurulan ittifak sadece muhafazakâr bir ideoloji düzeyinde kurulan bir ittifak de÷ildi. Bunun yanı sıra sermaye sınıfının ilk birikimini sa÷ladı÷ı ticaret sermayesinin taúradaki eúraf aracılı÷ıyla gerçekleútirilmesine de dayanıyordu378 Savaú koúulları içinde üretilmiú bu sermaye sınıfının bütün arzusu ve beklentisi devletin halkın sırtından sa÷layaca÷ı paralarla zahmetsiz, emeksiz kârlarını artırmak ve bu karla derme çatma bir imalât sanayii kurmaktan öteye geçmemiúti.379 Cumhuriyet’in ilk on yılında sermaye sınıfının ülkeyi kalkındıraca÷ına olan beklentiler ve ümitler boú çıkınca 1932, sanayileúme politikası uygulamaya koyulacak, bu politikayla halkın sırtından feodal a÷a büyük toprak sahibi indirilmeden bedellerini halkın ve köylünün ödedi÷i ikinci bir yük olarak sanayici sınıfın bindirilmesi olacaktı.380 Bu sanayileúme ise ülkenin batı illeri ile sınırlı kalacaktı. Ülkenin bütününde oldu÷u gibi Do÷u’sunda da köylü yı÷ınlarını egemen sınıfların aúiret, din mezhep baskısından kurtarılıp sınıf çıkarlarını görebilecek bir de÷iúim ve dönüúümü sa÷layacak politikalar geliútirilemeyecekti.381 Bölgedeki feodal yapıları devletin ideolojik aygıtlarla dönüútürme çabaları ise sonuçsuz kalacaktı. Kurtuluú savaúını gerçekleútiren Mustafa Sönmez “ Türkiye’de Tarım ve Büyük Burjuvazi” Yapıt. s.231–236 Stefan Yerasimos. Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt III. s. 156 380 Hikmet Kıvılcımlı Türkiye’de Kapitalizmin Geliúimi Tarih ve Devrim Yayınları østanbul 1974 s.23 381 Do÷an Avıo÷lu “Parlemantoculuk” Yön Sayı 144 21 Mart 1962 s 378 379 146 yenilikçi grupla a÷a eúraftan oluúan karma kadronun devrimci kanadı modern e÷itimin yalnız liman kentlerinde bulundu÷u kurumlarda tamamlamıúlardı. Buna karúın imparatorlu÷un di÷er bölgelerinde geleneksel medrese kurumlarında yetiúen gruplarla Batılı e÷itim almıú bu sınıflar arasında sosyo-kültürel farklılaúma, siyasal ve ideolojik birlikteli÷i sa÷layamayacak kadar büyüktü.382 Bu nedenle, Do÷u Anadolu’da aúiret, cemaat yapılarıyla de÷iútirilemeyen bir toplumsal ve kültürel yapı üzerine oturtulmak zorunda kalınan Cumhuriyet’in üst yapı devrimleri, derinlere nüfuz etmekte güçlüklerle karúılaúaca÷ı kaçınılmazdı. Toplumsal yapı de÷iútirilmeden giriúilen köy kalkınması e÷itim hamlesi ve sanayileúme hareketleri beklenilenden farklı sonuçlar verecekti. Atatürk’ün ölümünden sonra toplumda akılcı bir de÷iúim sa÷lamak için yapılan ideolojik ve hukuksal müdahaleler kapitalizmin modernleúme sürecinin kendi ivmesinin dayattı÷ı de÷iúimlerin ötesinde bunlara yapısal anlamda hız ve yön verecek siyasal bir iradenin kararsızlı÷ı ve çekingenli÷iyle daha da ileriye götürülemedi÷i için ülkedeki büyük köylü kitlesini bu sürece dâhil edilememiúti Burjuva demokratik devrimi sınırlayan di÷er bir neden Kurtuluú Savaúı’nın özel úartlarında yatmaktadır. Kurtuluú Savaúı, toprak a÷ası, tüccar, eúraf ve ulemasıyla Anadolu eúrafına dayanarak yürütüldü÷ü için bir halk hareketi yoktur. Ayrıca Osmanlı bürokrasisinden kalma unsurların da handikabını taúıyan devrimci kadro kendi saflarından kopmuú ön planda kiúilerin liderlik etti÷i ciddi bir muhalefetle karúı karúıya kalmıútır. Bu koúullar altında, tarımdaki Ortaça÷ kalıntılarını bir devrimle temelinden tasfiye edip kalkınmayı sa÷lam bir tabana oturtmak mümkün olamamıútır. Bu úartlara ra÷men öncü devrim kadrosunun dayandı÷ı güçler aleyhine hareket geçmiú fakat eúraf ve a÷a engelini kırmaya gücü yetmemiútir. Buna ra÷men toplumu adım adım zorlayarak büyük iúler baúarılmıútır. Ama de÷iútirilememiútir. köyün Tutucu dolayısıyla eúraf Türkiye’nin deste÷i ile bir kaderi tam Kurtuluú olarak Savaúını gerçekleútirdikten sonra toplum katlarında baúka bir deste÷i olmayan öncü kadronun toplumsal devrim iste÷i otoriter bir devleti zorunlu kılıyordu. Ne var ki bu úartlarda yürütülen devrimler üst yapı devrimleri olarak kalmıú feodal engelleri kırarak toplumun geniú yı÷ınlarına ulaúamamıútır. Devrimin sınırlılı÷ının kültürel 382 Kurt Steinhous. Atatürk Devrimi Sosylojisi Cumhuriyet Kitapları 1991 s. 111 147 nedenlerini ise Suat Sinano÷lu úu úekilde açıklamaktadır: “Kemalizm, kültürün kiúilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratamadı÷ı ya da yarattı÷ı anlam toplumun belli kesimleriyle sınırlı kaldı÷ı için tam olarak toplumsal iktidarını gerçekleútirememiútir. økinci olarak Kemalizm dine rakip olabilecek ideolojilerin ortaya çıkmasına izin verilmemiú olmasıdır.”383 Bunun da baúlıca nedeni iúçi ve köylü kitlesinin örgütlenme kültür ve gelene÷ini engelleyen yasal ve ideolojik engellerdi. Devrimin di÷er bir sınırlılı÷ı tarımda kapitalizmin henüz pek az geliúti÷i o yıllarda ülkenin kapalı bir ekonomi çerçevesinde on binlerce da÷ınık köyde yaúayan köylü kitlelerinin pasifli÷i ve güvensizli÷iydi.384 Tarımda çalıúan nüfus oranı bütün nüfusun yüzde seksenini oluúturdu÷undan iúçi sınıfı bakımından emek-sermaye iliúkileri ba÷lamında iúçilerin büyük bir ço÷unlu÷u kamu sektöründe çalıúan iúçilerden oluúmaktaydı. Kamu sektöründe çalıúan iúçilerin büyük bir ço÷unlu÷u ise köylülük formasyonunun egemen oldu÷u bir bilinç yapısına sahiptiler. Bu bilinci de÷iútirip dönüútürecek sendika ve siyasal örgütlenmenin karúısına tarikat ve cemaat yapıları alternatif olarak geliútirilip kurgulandı÷ı için örgütlenme kültürü ve bilinci büyük kentlerdeki e÷itimli kitleyle sınırlı kaldı. Bu nedenle çalıúan iúçilerin büyük bir ço÷unlu÷u sa÷ partilerin siyasal tabanlarını oluúturmaya devam ettiler. 1950’li yıllara gelindi÷inde ise halk yı÷ınlarının dört te üçünün ekonomik, toplumsal ve kültürel hayatında devrimsel de÷iúiklikler olmamıú, sanayileúmenin etkileri bu kitlelerin yaúam sınırlarına bile ulaúamamıútı.385 Toprak reformu ise devletçi-seçkinci çevreler tarafından en çok üzerinde durulan konu olmasına karúın, toprak reformunun ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutlarıyla ilgili çalıúmalar yapılmamıú bu konu sadece yasa düzeyinde ele alınmıútı. Yasanın uygulanmasına zemin hazırlayacak veriler ve arazi istatistikleri ve kadastro çalıúmaları yapılmamıútı.386 Suat Sinano÷lu, Türk Hümanizmi TTK yayınları Ankara 1980 s 154 Selim ølkin ølhan Tekeli. “ Türkiye Taramı ve Yapısal Geliúmeler” (1900–1950) Der: ù. Pamuk, Z. Toprak a,g.m Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200) Yurt Yayınları 1988 Ankara s. 76 385 Niyazi Berkes. øki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz Yön Yayınları s. 53 386 Özgür, Özlem 100 Soruda Türkiye’de Kapitalizmin Geliúmesi østanbul Gerçek Yayınevi s. 32 383 384 148 Kırsal alanlarda feodal düzeni oluúturan toplumsal ve ekonomik yapının dirençli yapıları e÷itim yoluyla de÷iúim ve dönüúüm çabalarını önemli ölçüde engellemiútir. 1940 sıralarında köylerdeki geleneksel güç dengesini ve kullanılan teknolojiyi de÷iútirmeye yönelen Köy Estitüleri bir dereceye kadar baúarı sa÷lamıú fakat bu süreç 1948’de durdurulmuútur. 387 Köy enstitüleri programı uygulanmaya baúlandı÷ı zaman kırsal alanlardaki güç da÷ılımı yüzyıllar önceki geleneksel yapılarıyla ve bu yapıların siyasal ve ideolojik düzeydeki düúünceyi savunan temsilcileriyle Köy Enstitüleri projesinin erazyona u÷ratıp daha sonra da tamamen tasfiye etmiúti.388 1950–1960’lara gelindi÷inde tarımdaki kapitalist geliúmeyle birlikte kırdan kente göç ve kitlelerin yoksullaúması ile sonuçlandı. Bu yıllarda traktör sayının altmıú beú bine yükselmesi feodal yapıları bir ölçüde sarsmakla birlikte Demokrat Parti bu yapıları ideolojik olarak yeniden canlandırdı. Bunun yanında Do÷u Anadolu’da çok az bir nüfusun okur-yazar olması, ulaúım olanaklarının 1950’lere kadar çok yetersiz olarak kalması ulusal ölçe÷e yayılan bir iç pazarın bütünleúmesinden mahrum kalmasıydı. Do÷u Anadolu’yu ulusal pazara eklemleyecek bayındırlık hamlelerinin önüne, güvenlik gerekçesiyle stratejik düúüncelerin baskın çıktı÷ı biliniyor. Sanayi tesislerinin yanı sıra özellikle demir ve kara yolu projeleri. Genelkurmay Baúkanlı÷ının onayına ba÷lıydı. Genelkurmay Baúkanı Fevzi Çakmak, demir yolu a÷ının öncelikleri olarak güvenlik sorununa göre bu hatların geçiú güzergâhlarını belirlemiúti.389 Sonuç olarak Türkiye’de sınıfsal ittifaklar ve sınıf bileúimleri Fransa’daki gibi burjuvazi ile aristokrasi arasında keskin bir sınıf çatıúmanın olmaması, burjuvazinin tutucu a÷a eúraf sınıfıyla olan ittifakını sürdürmesi devleti ve egemen geleneksel kültürü dönüútürememesiyle sonuçlanmıútı. Buna karúın Kıta Avrupa’sında sınıfların konumları do÷u toplumlarına göre daha net ve keskin bir biçimde oluútu÷u için bu toplumlarda burjuva kesin bir zaferle siyasal ve kültürel 387 388 389 Emre Kongar. Türkiye’de Toplumsal De÷iúme Remzi Kitabevi s.350 Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç. s. 51 østanbul 1968 Do÷an Avcıo÷lu a. g. e 97 149 üst yapıları bütünüyle dönüútürmüútü.390 Türkiye’de ise siyasal iktidarın bileúenleri göz önüne alındı÷ında köklü bir mülkiyet dönüúümü tanımı gere÷i olanaksızdı. Çünkü Kurtuluú Savaúı’nı gerçekleútiren toplumsal sınıflar da a÷a ve eúraf bu koalisyonun temel bileúenlerini oluúturmaktaydı. 391 1930 yılından sonra Do÷u Anadolu’da Aúiret sistemine, feodal iliúkilere karúı Cumhuriyet’in dünya görüúünün tavizsiz ve kararlı bir uygulaması olarak de÷erlendirilmemiútir. Topyekûn bir de÷iúimin devrimci programı yerine ve Osmanlı’nın çözülüú döneminde Batıcı ideolojiye göre biçimlendirilen reformlar daha çok ıslahat planları çizgisinde geliútirilmiútir. Batı’dan kapitalizmin hukuk, ekonomi kurum ve mevzuatı ithal edilirken, Do÷u’da Batıcı ideolojinin Osmanlı gelene÷ine uygun siyasetler uygulanmıútı. Abdülhamit çizgisinden yararlanarak feodal güç ve iliúkileri besleyen kaynaklar tasfiye edilmek yerine daha da ço÷almıútı. 3.2.2. Cumhuriyet Süreklilik mi Kırılma mı? Türk siyasal düúünce tarihinde siyasal e÷ilimleri belirlemede liberal ve liberal sol ile Kemalizm arasındaki ayrımının önemli ayraçlarından birisi Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı olup olmaması noktasında dü÷ümlenir. Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı oldu÷unu ileri süren liberal görüúler, Cumhuriyetle Osmanlı Devleti arasında siyasal bir süreklili÷in oldu÷unu tezini ileri sürerler. Bu tezin teorik dayanakları daha çok ATÜT tezine dayanmaktaydı. Bu görüúe göre Cumhuriyetin kuruluúu Osmanlı’dan bir kopuú noktası de÷il, tersine, Osmanlı ile Cumhuriyet arasında devlet-toplum ve devlet-ekonomi iliúkileri açısından süreklili÷in oldu÷unu ileri sürmeleridir.392 Bu tezi ileri sürenlerin bir görüúü de Kurtuluú Savaúının antiemperyalist bir savaú olmadı÷ıdır. 390 Ellen Meikinsins Wood. Kapitalizmin Arkaik Kültürü: Eski Rejimler ve Modern Devletler Üstüne Tarihsel Bir Deneme, Çev: Oya Köymen østanbul, 2007 s.32 391 V.ø.Lenin Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlü÷ü, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları,.Ankara 1992, s. 43 392 Sungur Savran , “Osmanlı’dan Cumuhriyete: Türkiye’de Burujuva Devrimi Sorunu.” 11. Tez Kitap Dizisi Kasım Uluslar arası Yayıncılık, 1985 østanbul s. 173-213 150 Bu görüúü savunanlar Kurtuluú Savaúının sadece Yunanlılara karúı yapılan bir savaú oldu÷unu ileri sürmekteydiler. 393 1969’ dan baúlayarak 1970’ ler boyunca ødris Küçükömer tarafından dillendirilen bu söylem liberal ve øslamcıların hem de Kürt Milliyetçili÷i taraftarlarının bugün ortak paydasını oluúturmaktadır. Kürt sorununun tartıúılmasında Kemalist devrimleri ve onun kazanımlarını eleútirmenin temel hareket noktası haline gelen bu söylem, aynı zamanda øslamcı düúünce taraftarları, liberal gruplar ve sol liberal grupları üzerinde itiraf edilmemiú bir ittifakın düúünsel temellerinden birini oluúturur. Bu grubun temel yaklaúımları ATÜT’ çü tezde odaklanan “Despotik devlet” kavramına dayanarak Cumhuriyetin Osmanlıdan tevarüs etti÷i bürokrasi ve devletin monolitik ceberut bir yapı içinde oldu÷u savıdır. Bu sav Cumhuriyetin aydınlanma düúüncesine karúı popülist demokrasi argümanından hareketle temellendirilmektedir. Oysa Türkiye’de geleneksel yı÷ınların sözcülü÷üne soyunan liberal çevreler bu grupların siyasal geleneklerinde ve örgütlenmelerinde örgüt içi iktidar da÷ılımında demokratik ilke ve esasların iúleyiúiyle ilgili bir sorgulamayı göz ardı ederek Cumhuriyet ve onun kazanımlarını demokrasi ve bürokrasi üzerinden eleútirmeleri düúündürücüdür. Cumhuriyet ile Osmanlı arasındaki süreklilik savına gelince bu savın etrafında oluúan ittifakın bileúenleri 1908 ikinci Meúrutiyet döneminde de øslâmcılar, Liberaller ve Kürt Milliyetçili÷ini savunanlar tarafından yapılan ittifakın günümüzde benzerini görmek bakımından önemlidir. Bu süreklilik denklemini kurmanın altındaki ideolojik manipülâsyonun amacı Cumhuriyet’in Osmanlı’nın bir devamı oldu÷unu düúünsel planda formüle ederek Cumhuriyet’in kazanımlarını olumsuzlamayı ve buradan geleneksel düúünce taraftarlarıyla liberallerin kendilerine politik alan açarak meúruiyet krizini aúma gibi bir amaçtan kaynaklanmaktadır. Bu görüúü savunanların aksine Osmanlıcı her ıslahat hareketi Batı müdahalesine karúı ve Batı’ya hoú görünmek için yapılmıú özür dileyici bir 393 ødris Küçükömer. Düzenin Yabancılaúması, Ba÷lam Yayınları 1995 østanbul s. 65 Cumhuriyet’in bir kırılma de÷il bir süreklilik oldu÷u konusunda ileri sürülen tezler teorik olarak liberal tezler kategorisi içinde de÷erlendirmek bile güçtür. Çünkü bu tezler daha çok Muhafazakâr düúüncenin temel tezleridir. Nitekim muhafazakâr Edmund Burke Fransız devrimini ve Aydınlanma düúüncesini eleútirirken ileri sürdükleri tezler neredeyse ATÜT çü tezlerle aynısıdır. Bu tezler; Aydınlanma düúüncesinin Ancient Regime’in tüm çeliúkilerini ba÷rında taúıyan, ancak her yönüyle esk rejime ait bir olgu oldu÷unu ileri sürer. Devrimci de÷il reformcu, radikal de÷il ılımlı, eúitlikçi de÷il özgürlükçü, cumhuriyetçi de÷il monarúist. Demokrat de÷il seçkinci bir akım olarak eleútirir Bkz. Adan Ekúigil “Aydınlanma ve Fransız Devrimi” II. Tez Kitap Dizisi Sayı 10 Belge Yayınları, østanbul 1990 s. 135–157 151 tedbirler bütünüydü. Osmanlı gerileme ideolojisinin en önemli özelli÷i bu düúünce yapısıydı. Kaldı ki bu zihniyete sahip olan gruplar Osmanlı ideolojisini kozmopolit devlet úeklini ve yapısını koruma amacı güdüyordu. Oysa Cumhuriyet ve Türk devrimi ulusal ve ba÷ımsızlık Tük ulusuna tamamen mal edilecek siyasal bir rejimi amaçlamıútı. Kurtuluúu sürekli dıú dinamiklerde arayan Osmanlıcı görüúe karúılık Cumhuriyetin öncü kadrosu Amasya Tamim’inden itibaren milletin kurtuluúunu ve ba÷ımsızlı÷ını “ milletin kendi azim ve kararı”nda görmüú kurtuluú hareketini tamamen kendi iç dinamikleri üzerine temellendirmiúti. Bu nedenle Türk devrimi ve onun eseri olan Cumhuriyet Osmanlı ıslahat hareketlerin bir devamı de÷il onlardan tamamen farklıydı. Kurtuluú hareketini tamamen iç dinamikler üzerinde temellendiren bu hareket meclis hükümetinden Cumhuriyete, Konvansiyonel sistemden parlamenter sisteme, tek partiden çok partiye geçerek Türkiye’ye yepyeni siyasal alıúkanlıklar kazandırarak ço÷ulcu siyasal bir yaúamı örgütlemiútir.394 Ulus-devlet burjuva demokratik devrimin siyasal sonucu olarak demokrasi ilkesinden hareketle kurulmuútur. Meúrutiyet ise mutlakiyetçi saltanat ilkesiyle demokrasi arasında bir anlaúmadır.395 Bütün bunlara karúın Cumhuriyet devrimlerinin toplumsal yapının bütününü dönüútürüp kendini tamamlayamadı÷ı da bir gerçektir. Devrimlerin önemli bir engeli ve onları sınırlayan yapıların ve e÷ilimlerin merkezi kayna÷ını oluúturan Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’nun ekonomik toplumsal yapılarından kaynaklanmaktaydı. Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bu yapısıyla âdeta Cumhuriyet’i arkasından tutup “Do÷u” nun geleneksel ideolojisine ve yaúam biçimine do÷ru çeken bir a÷ırlık merkeziydi. Batılılaúma ça÷daúlaúma yönünde yol almaya çalıúan Cumhuriyet’in arkasındaki bu sorun sadece bölgenin içinde bulundu÷u feodal yapılardan kaynaklanmıyordu. I. Dünya Savaúı’yla baúlayan süreçte Emperyalist güçlerin arkadan dolanarak Do÷u Anadolu’da kurguladı÷ı stratejileri mezhep, aúiret ve etnik milliyetçilik üzerinden yürütmeleriydi. Bölgedeki bu sorunlara kapitalizmle geç eklemlenme, ulusal pazarla bütünleúecek mekanizmaların ancak 1950’li yıllarda bölgeye ulaúması, 394 395 Ali Gevgili Türkiye Üstüne Tartıúmalar Ba÷lam Yayınları 1995 s. 43 Tarık Zafer Tunaya Türkiye Üstüne Tartıúmalar, Ed Ali Gevgili s. 34 152 ulusal siyasal bütünlü÷ü Cumhuriyet’ in tâbiiyet ve vatandaúlık kültürünün o oranda zayıf kalmasına neden olan di÷er etkendi. Siyasal tâbiiyet iliúkisinin geliúmesi feodal ba÷ımlılık iliúkisinin tasfiyesine ba÷lıdır. Do÷u Anadolu’da devlet ve onun bürokratik aygıtları üzerinden vatandaú kültürünü geliútirecek güvenlik duygusunu sa÷layacak hegemonik aygıtlarla bu iliúkinin üretilmesi 1950 yılına kadar kentli bir nüfusun ötesine geçememiúti. Bu kentli nüfusta çok dar ve sınırlı bir grup olarak taúra bürokrasisinin oluúturdu÷u CHP etrafında toplanan Türk kökenli nüfustu. Bunun dıúında kalan toplumun büyük ço÷unlu÷u aúiret, cemaat iliúkileri içinde yaúayan Kürt nüfustu. Bu kitlenin aúiret ve cemaat tahakkümünden kurtarılıp yurttaúa dönüútürülmesi, geleneksel ba÷lardan koparılması için sadece büyük toprakların parçalanarak köylüye da÷ıtılması yeterli de÷ildi. Nitekim ùeyh Sait øsyanı ile bölgedeki pek çok aúiret a÷aları ve onlara ait toprak kısmen de olsa parçalanmıú, bu toprak sahibi a÷alar ülkenin batısına sürülmüúlerdi. Buna ra÷men bölgenin geleneksel toplumsal örgütlenmesinde bir de÷iúme olmamıútı. Bu gerçe÷in farkına varan ønönü Hükümeti 1928 yılında bir af yasası çıkararak a÷aların tekrar topraklarına geri dönmeleri sa÷lamıútı.396 Türkiye’de Do÷u ve Güneydo÷u sorunu ya da Kürt Sorunu’nun gündeme geldi÷i her koúulda bu sorunu toprak reformunun yapılamamasına ba÷layan görüúlerin sihirli bir çözüm gibi gördükleri ya da önerdikleri toprak reformu olgusu belki büyük ölçüde Güneydo÷u’daki topraklarda büyük toprak mülkiyetine sahip a÷a ve aúiret sınıfının siyasal ve ekonomik iktidarını tasfiye etmede bir çözüm olabilirdi. Ancak Do÷u Anadolu ekonomik ve toplumsal açıdan Güneydo÷u Anadolu’dan daha farklı bir yapıya sahiptir. Bu farklılık özellikle 1870’li yılardan itibaren Çukurova’da ticari tarımın ve tarımda kapitalistleúme sürecinin baúladı÷ı yıllardan itibaren geliúen farklılaúmalarla birlikte Ba÷dat Demiryolu’nun Mardin’den geçmesi Güneydo÷u’nun göreli olarak kapitalist sürece Do÷u Anadolu’dan daha erken eklemlenmesini do÷urmuútu. Bu da Güneydo÷u’daki büyük toprak sahibi sınıfların pazarla olan ba÷lantılarında topraktan elde ettikleri ürünleri dıú pazarlara 396 T:B:M:M Kavanin Mecmuası Yıl 1928 s. 32 153 satma olana÷ını do÷urarak bu sınıfı daha da güçlü hale getirmiúti. 397 Güneydo÷u’dan farklı olarak 1932 yılında bile Do÷u Anadolu’nun özellikle Ermeniler’in yaúadı÷ı illerde topraksız köylünün oldu÷unu söylemek çok güçtür. Çünkü Do÷u Anadolu’da toprak alabildi÷ine boldu. Kıt olan emekti. Örne÷in 1935 yılında Do÷u ve Güneydo÷u’yu gezen øsmet ønönü bölgenin birçok ilinde nüfusun azlı÷ından söz ederek boú topraklar için yeni muhacirlerin getirilmesi zorunlulu÷unu belirtiyordu.398 Cumhuriyet’in kuruluúundan on yıl geçmesine ra÷men Van’da da÷ıtılan topraklara köylünün sahip çıkmadı÷ını dönemin CHP il kongresi üyesi Altayzade Mehmet Efendi úu sözlerle belirtiyordu: Bir kısım topraksız köylüye da÷ıtılan topraklara sahip çıkmamaktadırlar. Bunların bir kısmı halen Ermeniler’in bir gün geri gelip toprakları ellerinden geri alınaca÷ı endiúesini taúıyarak fazla topra÷a sahip çıkmanın kendi yaúamlarında bir faydasının olmadı÷ını söylemektedirler. Bunlara tohumluk ve kredi verilmeden topra÷ın verilmesi yoluna gidilmesinin fayda sa÷lamadı÷ını belirtiyordu. 399 Sonuç olarak ülkenin Batısından baúlayan sanayileúme sürecinin birkaç kentle sınırlı kalması aynı zamanda uluslaúma sürecinin de sınırlarını belirlemiúti. Uluslaúmanın ülkenin batısından do÷uya do÷ru seyrini belirleyecek olan ulusal pazarla eklemleúmesi, buna paralel olarak ekonomik ve siyasal bütünleúmeyi sa÷layacak politikalar yerine sürekli güvenlik ve zora dayalı politikalarla devlet bölgede egemenli÷ini sürdürmeye çalıúmıútı. Devletin bu zor ve baskı yönetimine karúı bölgedeki geleneksel yapılara kendi içine kapanarak daha dirençli bir boyut kazanmıútır. Bölgedeki aúiret ve cemaatlerin daha güçlü hale gelmesinde devletin Kürt milliyetçili÷ine karúı, aúiret reisler ve úeyhlerle yeniden ittifak içine girmesinin büyük rolü vardı. 1930’lu yıllardan sonra ivme kazanan Kürt milliyetçili÷ine karúı devlet bölgedeki aúiret reisleri ve úeyhlerle yeniden ittifak içine girmiútir. 397 Erdost. A. g.e. s. 76 Saygı Öztürk A.g.e 67 399 BOA. CHP Van øl Kongresi Zabıtları, Dosya 79–3 18.30.01 Tarih 10. 04. 1932 398 154 3.3.ùeyh Sait øsyanı Tanzimat’la baúlayan yenileúme hareketlerinin önündeki en büyük engel ulema sınıfı ve suhtelerdi (medrese ö÷rencileri). Tanzimat ve 1856 reformları daha sonra da 1908 Meúrutiyet’ine ra÷men bu grupların toplumsal nüfuzları kırılmaya u÷ramamıútı. Cumhuriyet döneminde ülkenin batısındaki birkaç modern e÷itim kurumları hariç medreseler ve tekkeler toplumsal alanda egemen durumdaydılar. Do÷u Anadolu’da ise Tanzimat ve Meúrutiyetin getirmiú oldu÷u bürokratik kurumları fazla bir etkinlik gösterememiúti. Siyasal ve toplumsal alanda aúiret reisleri ve úeyhlerin egemen oldu÷u bir düzen söz konusuydu. Atatürk Do÷u Anadolu’daki aúiret ve úeyhlik düzenin ve bu düzenin ideolojisinin kurumsallaúmıú biçimi olan Hilâfetin devrimler için er geç tehlike olaca÷ının farkındaydı. Burjuva demokratik devrimlerin getirdi÷i ulusal düzenle Do÷u Anadolu’da ümmet temelli siyasal düzenin teorik olarak çatıúacakları açıktı. Bu çatıúma burjuva demokratik devrimlerin do÷asına iliúkin bir çatıúmaydı. Bu iki düzen arasındaki çatıúma ve çeliúkilerin özünü oluúturan eski rejim kalıntılarının devrimi geriye götürme tehlikesiydi.400 Cumhuriyet’in öncü kadrosu aúiret cemaat ideolojisinin gücü kırılmadıkça yeni rejim için tehlike olaca÷ının farkındaydılar. O güne kadar baúında bir padiúah görmeye alıúmıú, padiúah ve hilafet adına dua etmeyi ö÷renmiú sınıflar hilafetin kaldırılmasıyla duygusal yaúamlarında bir boúluk hissedecek, bu sınıflar o günkü devrim içinde sussa bile eski düzenlerinin geri dönmesini görmek isteyeceklerdi. Yapılan her devrimin arkasından karúı devrimci bir dalganın gelmesi kaçınılmazdı. Bu tehlike sürdükçe yeni rejimin varlı÷ını sürdüremeyece÷i gerçe÷ini Cumhuriyet’in öncü kadrosu Fransız Devrimi’ndeki Convansiyon’un toprak aristokrasisine ve kiliseye karúı aldı÷ı sert önlemler401 ve mülkiyet iliúkilerini de÷iútiren uygulamaların teorik bilgisine sahipti. Ancak Kurtuluú Savaúı’nı gerçekleútiren ittifakın önemli bir orta÷ı olan a÷a eúraf sınıfının gücünden dolayı Fransız Devrimi’ndeki gibi köklü bir devrim yasası çıkarma çekingenli÷inin temel nedenlerinden birisi bu ittifakın kuruluú biçimiydi. Atatürk bu geleneksel gücün hukuksal meúruiyetini sa÷layan Hilâfet kurumunu kaldırarak bu gücün çatısını yıkmıútı. Ancak bu gücün Bernard Lewis Modern Türkiye’nin Do÷uúu Çev. Metin Kıratlı TTK Yayınları Ankara 2000 s. 175 401 Murat Sarıca Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi s. 132 400 155 toplumsal ve ekonomik temelleri halen Do÷u Anadolu’da ve ülkenin birçok yerinde çok sa÷lamdı. Atatürk Cumhuriyet gibi bir rejimde hilâfetin ve onun toplumla devlet arasındaki aracı kurumları olan aúiret ve cemaat örgütlenmelerinin akla ve bilime dayalı bir devlette yerlerinin olamayaca÷ını úu sözlerle belirtmekteydi: “Hakikî inkılâpçılar onlardır ki, ilerleme ve yenileúme inkılâbına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek e÷ilime sızmasını bilirler. Yaptı÷ımız ve yapmakta oldu÷umuz inkılâpların temel prensibi budur. Bu gerçe÷i kabul edemeyen zihniyetleri darmadı÷ın etmek zaruridir. ùimdiye kadar milletin dima÷ını paslandıran, uyuúturan bu zihniyette bulunanlar olmuútur. Onlar çıkarılmadıkça dima÷lara gerçek nurlar yerleútirmek imkânsızdır.402 Yüzyıllardan beri milletin “dima÷ını uyuúturan” bu düúüncenin yerine Cumhuriyet’in aydınlanma düúüncesini taúıyacak ve yerleútirecek okullar medreselerin sayısı karúısında bir elin parma÷ını geçmeyecek sayıdaydı. Cumhuriyet’in ideolojik aygıtları okulları da ùeyh Sait øsyanı’nın patlak verdi÷i dönemde devletin zor aygıtların dıúında ideolojik aygıtları köylüye ulaúacak aracı kurumları neredeyse bölgede yok gibiydi. Cumhuriyet Osmanlı’dan Do÷u Anadolu’daki bu yapıyı ne Tanzimat’ın ne de ikinci Meúrutiyet’in siyasal ve toplumsal alanlara yönelik uygulamalarının de÷iútiremedi÷i biçimiyle devr almıútı. Abdülhamit’ten baúlayarak øttihat Terakki’nin devam ettirmek zorunda kaldı÷ı ancak savaú koúulları içinde bozulan bu ittifakı Atatürk Kurtuluú Savaúı öncesi yeniden kuracaktı. Kurtuluú Savaúı öncesinde kurulan bu ittifak økinci Meclisin kuruluúu olan 1923 yılına kadar sürecekti. Yeni meclisle birlikte ikinci grubun tasfiyesi bir anlamda Kurtuluú Savaúını gerçekleútiren a÷a eúraf ittifakının da bozulması anlamına geliyordu. Ancak bu ittifakın ö÷eleri olan eúraf ve a÷a sınıfı ülkenin batısında büyük toprak sahipleriyle olan kısmı tamamen tasfiye edilmemiú eúraf sınıfı ikinci mecliste de yerini korumasını bilmiútir. Öte yandan bu süreç geniú anlamda artık devrimlerin ve kurulacak Cumhuriyet’in Tanzimat’tan beri koparılmayan Do÷u’nun ümmet kültürüne ve bu kültürü temsil eden ideolojik ba÷ların koparılarak burjuva demokratik devrimin yönünün açıkça “Batı” ya do÷ru oldu÷unun geleneksel düúünceyi temsil eden sınıflar tarafından 402 Nutuk, s. 92,93 156 görünürlük kazandı÷ı bir dönemdi. Yeni kurulan rejimi arkadan yıkacak ya da do÷u’ya/geriye götürecek tehlikeler ülkenin do÷usundaydı. Ülkenin Batı’sında yeni rejime baú kaldıracak muhalefet ve karúı devrimci e÷ilimler 1920 ‘de Birinci Meclis döneminden baúlayarak altmıúa yakın irili ufaklı ayaklanma ülkenin batı bölgelerinde bastırılmıútı. Bu grupların tekrar örgütlenme olanakları yoktu. Ancak ülkenin Do÷u ve Güneydo÷u’sunda Do÷u Anadolu’da yeni rejimin bir hesaplaúması o güne kadar olmamıútı. Bölgede aúiret ve cemaat yapılarının yanı sıra Kürt milliyetçili÷i temelinde bir ayaklanmanın er geç bir tehlike oluúturaca÷ının farkında olan Cumhuriyet’in öncü kadrosu ayaklanmanın hangi tarihte çıkaca÷ını bile oldukça yüksek bir kestirimle tahmin edebiliyordu. Örne÷in 1935 yılında bölgeyi gezen øsmet ønönü Dersim øsyan’ın iki yıl sonra çıkaca÷ını úark raporunda yazıyordu403 Yeni kurulan rejimle bölgede egemen olan düzen arasındaki bu gerilim sadece siyasal düzeyde de÷il toplumsal ve ekonomik, etnik temelde de çok keskin bir farklılık gösteriyordu. Farklı üretim biçimi ve etnik yapıya sahip Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgesinde yeni rejimle bölgedeki güç odakları arasındaki gerilim üretim biçiminden kaynaklanan bir gerilimle birlikte iki farklı zamansallı÷ın ve diyalekti÷in gerilimi olarak da okunabilir. Bu nedenle ùeyh Sait isyanı ve sonrasında çıkarılan devrim yasaları yeni rejimin çok önemli bir dönemeciydi. 1925 yılı Atatürk devrimlerinin baúlangıcı olmakla birlikte zayıf ve sınırlı bir demokrasinin uygulandı÷ı yıllardı. ùeyh Sait isyanı Cumhuriyet’in öncü kadrosunu hem devrimlerin hem de demokrasinin bir arada yürütülemeyece÷i düúüncesine yöneltti. Demokratik açılım Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ile deneyimlendikten sonra bu yöndeki çabaları sanki Cumhuriyet’in halk nezdinde maya tutup tutmamasını test etmeye yönelik giriúimler olarak da de÷erlendirmek mümkündür. Yeni rejimin ülkenin bir iki kapitalizmle eklemlenmiú kentlerindeki e÷itimli sınıflar, asker ve bürokratik kesimler dıúında dayanaca÷ı bir toplumsal taban yoktu. Ülkenin geri kalan kentlerinde ise muhalefet ise geniú muhafazakâr kitleye dayanmakla birlikte saray bürokrasisinin kalıntıları eúraf ve a÷a sınıfı muhalefet cephesini oluúturmaktaydı. Bu toplumsal ve siyasal tablo içinde Cumhuriyetin öncü kadrosu demokrasi ve devrim konusunda tercih yapmak 403 Saygı Öztürk a. g.e s. 54 157 durumunda kalmıú tercihlerini devrimden yana yapmıúlardı.404 Devrimlere ve yeni rejime karúı oluúan muhalefetin di÷er bir bileúeni ikinci meclisle birlikte milli mücadelenin baúında kurulan a÷a-úeyh ittifakının bozularak ikinci grubun tasfiyesine karúı oluúan muhalefetti. økinci Mecliste yer alamayan Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiret reisleri ve úeyhlerinin küskünlü÷ü 3 Mart 1924 tarihinde Hilâfet’in kaldırılması ve ardından tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla bölgede siyasal ve toplumsal nüfuzlarını kaybeden grupların tepkisiyle birleúince bu tepki 1925 ùeyh Sait isyanında kendisini gösterecekti. Nakúibendî tarikatına ba÷lı Sünnî Kürt aúiretlerinin büyük bölümünün katıldı÷ı ùeyh Sait isyanının asıl çıkıú dinamikleri yukarıda açıkladı÷ımız koúullar içinde biçimlenmiúti. øsyanın amacı Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da yüzyıllardan beri varlıklarını sürdüren feodal a÷a ya da aúiret reislerinin siyasal ve ekonomik çıkarlarını kaybetme korkusunun yanında Kürt milliyetçili÷i tonunun olması bu isyanın baúka bir özelli÷iydi. ùeyh Sait isyanının çıkarılmasında ve örgütlenmesinde önemli rol alan Azadî Örgütüydü. Bu örgüt 1921 yılında aúiret mektebi mezunlarından Cibranlı Halit Bey, Kerkük ve Süleymaniyeli bazı subaylar ile Erzurum’da bir takım din adamlarının iúbirli÷iyle kuruldu.405 Örgüt üyelerinin birço÷u Kurtuluú Savaúını desteklemiú úeyhler ve aúiret reislerinden oluúuyordu. Osmanlı ordusunda yetiúmiú Kürt subaylar dıúında Kürt milliyetçili÷ini savunan Azadi örgüt üyelerinin ço÷u úeyhler ve aúiret a÷alarıydı. øsyanın milliyetçi motifi her ne kadar dönemin hükümeti tarafından geri plana itilmeye çalıúılsa da bu isyanda Kürt milliyetçili÷i ideolojisinin etkisi oldu÷u yadsınamaz. Çünkü ùark østiklâl Mahkemesi baúkanı Süreyya Özgeveren, ùeyh Sait isyanını teúvik eden nedenlerden birinin milliyetçilik oldu÷unu açıkça ortaya koymaktaydı.406 Devrim yasaları açısından ùeyh Sait isyanın bu iki yönünden hangisinin a÷ırlıkta oldu÷unu tartıúmanın yararı yoktu. Önemli olan devrim yasalarının çıkarılmasını zorunlu kılan ve ona olanak yaratan Takrir-i Sukun Kanunu’ndan yararlanarak isyanın Kürt Milliyetçili÷i yönünün geri planda bırakılarak günün pratikleri için gerekli olan gerici yönün ön plana çıkarılarak devrim yasallarının gereklili÷i ve meúruiyeti açısından önemliydi. Metin Toker ùeyh Sait øsyanı Akis Yayınevi Ankara 1968 s 44. M. ùerif Fırat Do÷u illeri ve Varto Tarihi Ankara 1983 s. 161 406 Metin Toker ùeyh Sait øsyanı, s. 147 404 405 158 ùeyh Sait øsyanı bastırıldıktan sonra 4 Eylül 1925 tarihinde Diyarbakır’ daki bir sinema salonunda isyana katılan 47 kiúi idam edildi. Hükümet bölgede egemenli÷ini úiddetle yeniden kurmuú oldu. Hükümet ayaklanmanın hem dinî hem de milliyetçi yönlerinin bilincindeydi. Her ikisini de úeyhler, aúiret reisleri ve toprak sahiplerinden oluúan feodal bir sınıfın Kemalist devrimleri tehdit edece÷i endiúesinden kaynaklanmıútı. Bu düúüncelerden çıkan sonuç Cumhuriyet’in umut edilen uygarlık, aydınlanma modernleúme projesine ulaúmak için Kürt milliyetçili÷inin ve “feodalizm” in kökünün kazınması gerekti÷iydi. Ancak feodalizmin kökünün kazınması sadece askeri düzeyde isyanın bastırılmasından öteye gidemedi.407 Daha sonra bölgede Cumhuriyet egemenli÷ini yine kendisine sadık gönüllü iúbirli÷ine giren aúiretlerle zaman zaman ittifaklar kurarak sürdürecekti. Hükümetle gönüllü iúbirli÷ine giren feodal toprak sahipleri ve aúiret reisleri CHP’nin içinde yer alacaklardı. Örne÷in Van Milletvekili øbrahim Arvas ve øzzet Akın hem úeyh hem de Nakúibendî tarikatının mensubu olarak otuz yıl boyunca CHP listesinden milletvekili seçilecektir.408 Sonuç olarak ùeyh Sait isyanı ne tam olarak dinî ne de tam olarak milliyetçi bir isyan olarak nitelenebilir. Her iki ö÷eyi taúımakla birlikte Cumhuriyet devrimlerine gösterilen tepkiler bu isyanın temel güdülerinden biriydi. øsyanı plânlayan Azadi örgütünün üyeleri milliyetçi amaçlarla bu isyanı plânlasalar bile o dönemde geniú halk kitleleri içinde Kürt devleti fikri fazla bir taban bulmadı÷ı için isyanı plânlayanların dini duyguları ön plana çıkarma stratejisini takip ettikleri söylenebilir. Bölgede isyana katılan kitleler øslâm’ın tehdit altında oldu÷unu aúiret reisleri ve úeyhlerine olan itaat ve ba÷ımlılı÷ından dolayı katılıyordu. Milliyetçilik gibi modern dönemin ideolojisinin temel bulaca÷ı toplumsal yapıdan uzak üretim koúulları içinde Kürt Milliyetçili÷ini benimseyen daha sınırlı sayıca az e÷itimli kentli Kürt grupların milliyetçili÷iyle sınırlıydı. 407 408 Martin Van Bruinessen Kürdistan Üzerine Yazılar øletiúim Yayınları s. 167 Bkz øbrahim Arvas. Tarihi Hakikatler Biyografi Net Yayınları 2005 østanbul 159 3.3.1.Yeniden Umumi Müfettiúlik ùeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da Umumi Müfettiúlikler düzenlemesine geçiliyordu. Umumi Müfettiúli÷in kurulma nedeni 1925 yılından ùeyh Sait øsyanıyla ilan edilen örfi idarenin 1927 yılında sona ermesiyle sıkıyönetimin yerini dolduracak daha örgütlü ve koordineli bir yönetsel düzenlemeyle devletin bölgede egemenli÷in yerleútirmeyi amaçlayan devletin zor aygıtları üzerinde temellenen otoriter yönetim düzenlemesiydi.409 Umumi Müfettiúlik uygulaması daha önce de Abdülhamit ve østanbul Hükümetleri tarafından 1918 yılına kadar Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgesinde uygulanan bir sistemdi. Bölgede oluúturulan bu yönetsel düzenlemeyle Umumi Müfettiú bölgede üstün yetkilerle donatılmıú süper vali konumundaydı. Bölgeye atanacak Umumî Müfettiúlik sadece bürokrasi üzerinde de÷il aynı zamanda bölgedeki ordu ve kolordular üzerinde de yetki kullanacak úekilde bir düzenleme getiriyordu. Bu durum bölgenin artık askeri kurallara göre yönetilece÷ini gösteriyordu. ùeyh Sait isyanından sonra sadece Do÷u Anadolu’da de÷il ülkenin genelinde de yeni bir yönetsel düzen kuruluyordu. 1927 yılında önce ùeyh Sait isyanının taban buldu÷u illerde kurulan Umumî Müfettiúlik, daha sonra 1934 øskân Kanunu’nun getirdi÷i uygulamaları yerleútirmek için ülkenin Batı bölgelerinde de uygulanmaya konulacaktı. 1934 yılında Edirne, Çanakkale, Tekirda÷’ı kapsayan II. Umum Müfettiúlik kurulacaktı. 1935 yılında Kars, A÷rı, Trabzon, Erzurum’u içine alan III. Umumi Müfettiúlik kurularak ülkenin geneline yayılacaktı. 1927 yılında Umumi müfettiúlik yasasına dayanarak Hükümet Elazı÷, Urfa, Bitlis, Hakkari, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Van illerini kapsayan I. Umumi Müfettiúlik’i kurarak øbrahim Tali Öngören’i bu göreve getirdi.410 Umumi Müfettiúlik düzenlemesinin önemli bir boyutu da bu düzenleme altında bölgedeki feodal yapıları tasfiyeye yönelik bölgedeki büyük toprakları kamulaútırma yetkisinin umumi müfettiúe bırakılmasıydı.411 Aynı yıl bir baúka yasa çıkarılarak bölgedeki feodal güç odaklarının ekonomik ve siyasal gücünü ortadan kaldırmaya yönelik 409 Hüseyin Koca. Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Do÷u-Güneydo÷u Anadolu Politikaları s. 78 410 Cemil Koçak. Umumi Müfettiúlikler. s.167 411 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetminin Kurulması (1923-1931) s. 179 160 ùark Vilayetlerindeki Bazı Eúhas’ın Garba’ Nakli hususunda Kanun” çıkarılacak 1500 kiúi Do÷u Beyazıt’tan ülkenin batı bölgelerine göç ettirilerek özellikle øran’a sınır olan Do÷u Beyazıt ve A÷rı illerindeki bölgede çok güçlü olan aúiretlerin gücünü tasfiye edilmek amacı güdülüyordu. I. Umumi Müfettiúli÷in kurulmasından bir yıl sonra 1928 yılında meclisi’in açılıú Atatürk konuúmasında hükümete Do÷u Anadolu’da topraksız köylülere toprak da÷ıtmak için bir direktif verdi. Bir yıl sonra 1929 yılında “ùark Menatıkı Dâhilinde Muhtaç Zurra Arazi da÷ıtımı” öngören bir yasa çıkarıldı. Bu yasaya göre hazineye intikal etmesi lazım gelen araziden köylüye aúiret efradına göçebe ve muhacirlere da÷ıtılmıú olan yerlere dokunulmayarak özellikle Do÷u ve Güneydo÷u’da büyük toprak mülkiyetine sahip olan a÷aların toprakları kamulaútırılmak üzere topraksız köylüye da÷ıtılacaktı. Arazi sahiplerine kalacak toprak 200 dönümden az 500 dönümden çok olmayacaktı. Kamulaútırma bedelleri ise 1914 yılında kaydedilen vergi de÷erinin 8 ile 10 katı arasında olmak üzere ödenecekti.412 Bu kanunun yürürlü÷e girmesiyle aynı yıl Do÷u ve Güneydo÷u’da 20.000 dönüm arazi kamulaútırılarak hazineye ait ayrıca 90.000 dönüm arazi topraksız köylüye da÷ıtıldı. Ancak 1930 yılında A÷rı isyanın baú göstermesiyle hükümet bölgede mülkiyet iliúkilerini feodal ba÷ımlılık iliúkilerini çözecek ekonomik politikaların iúlevsiz oldu÷u düúüncesi yönetici kadrolar arasında egemen olmaya baúladı. Bu düúüncenin oluúmasında 1929 Dünya Ekonomik krizinin de etkisi vardı. Bu dönemde tarım ürünleri fiyatlarının sürekli düútü÷ü koúullarda toprak ve topra÷a ba÷lı ürünlerinin yok pahasına satın alındı÷ı bu dönemdeki topra÷ın kendisi ekonomik zenginlik kayna÷ı olarak algılanmadı÷ı koúullarda bu politikalardan da beklenen sonuçlar alınamayacaktı. 1930 A÷rı isyanının bastırılmasından sonra Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgesine yönelik bu kez daha kapsamlı, daha radikal önlemler alma yoluna gidilecekti. Bu önlemler 1934 øskân Kanunu’yla kendini gösterecekti. 1934 øskân Kanunuyla uygulanacak politikaların o güne kadar bölgeye yönelik uygulanan politikalardan belirgin bir farkı ilk kez etnik temelli stratejilerin bu kanunla uygulamaya koyulaca÷ını gösteriyordu. Bu strateji dünyada totaliter düúüncenin yükseldi÷i koúullarda iç politikayı da belirliyordu. Bu dönem ekonomik politikaların sonuç vermeyece÷i düúüncesinin terk edilip 412 TBMM Kavanin Mecmuası Kanun No. 1505 Haziran 1929 D. 10 161 daha çok kültüralist politikalar üzerinden merkezi siyasal otoritenin kendi egemenli÷ini kurma stratejisini 1934 øskân Kanunu’nun maddelerinde görmek mümkündür. 1934 øskân Kanunu’yla etnik bir stratejinin takip edilmesi A÷rı isyanının politik ve ideolojik nitelikleriyle de ilgiliydi. 1930’lara kadar baú gösteren Kürt isyanlarında feodal ve dini motiflerin a÷ırlıklı olmasına karúın A÷rı isyanının en önemli yönü bu isyanın daha çok Kürt milliyetçili÷i temeli üzerinde kurulmuú olmasından kaynaklanıyordu. 1934 tarihli øskân Kanunu bölgede aúiret ve a÷alık sistemini “hükmi úahsiyet” olarak tanımadı÷ını belirterek aúiretlere iliúkin her türlü a÷alı÷ı, úeyhli÷i bunlara dayanarak meúrutiyet sa÷layan her türlü geleneksel belge fermanlarını tanınmadı÷ını vurguluyordu. øskân Kanunu’nun en önemli maddelerinden biri olan 10. madde devrim yasası niteli÷i taúıyordu. Bu maddeye göre herhangi bir hüküm ve vesika ile veya örfe adete dayalı her türlü aúiretin mensuplarına veya onlara izafetle reis, bey, a÷a, úeyhlere ait olarak tanınmıú kayıtlı kayıtsız bütün gayrimenkuller devlete geçer diye bir düzenleme getirilerek bölgedeki mülkiyet iliúkilerini kökten de÷iútirecek bir düzenleme getiriyordu.413 Bölgedeki mülkiyet iliúkilerini ve ona ba÷lı toplumsal iliúkileri kökten de÷iútirecek bu madde uygulamada çok sınırlı kaldı. Bu maddenin uygulamasıyla ancak 1934–1938 yılları arasında 41000 göçmen ve 48000 yerli topraksız aileye toplam 29000 dönem arazi da÷ıtıldı. Da÷ıtılan arazilerin ço÷u da aúiret a÷alarına ait topraklardan çok hazine arazisiyle sınırlı kaldı.414 øskân yasasının Do÷u Anadolu’da uygulamaya çalıútı÷ı etnik politika ise yasanın 11. maddesinde düzenlenmiúti. Bu maddeye göre Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgesinde “Türk kültürüne ba÷lı olup da Türkçe’den baúka dil konuúanlar hakkında kültürel, askeri, siyasi, toplumsal ve inzibati nedenlerle øcra Vekilleri Heyeti kararı ile Dâhiliye Vekâletinin uygun gördü÷ü tedbirleri alma konusunda tam yetki veriliyordu. Ancak 1934 øskân Kanunu’nun 11. maddesindeki bu düzenleme hükümetin etnik bir projenin e÷ilimlerini taúısa da sistematik etnik bir asimilâsyon olarak de÷erlendirilemez. Bu konuda daha çok Tek Parti uygulamalarını faúist ve totaliter olarak de÷erlendiren görüúlerin aksine Tek parti ideolojisi faúist ya da komünist partiler gibi doktriner bir dogma empoze etmemiútir. Öte yandan Tek Parti içinde otoriter e÷ilimler olmakla birlikte bu 413 414 Kanun No. 2510, Haziran 1934 Ömer Lütfi Barkan “Toprak Reformu” Türkiye’de Toprak Sorunları s. 60-62 162 e÷ilimler üzerinde Cumhuriyet felsefesi ve özü bakımından bu e÷ilimleri sınırlandırmıútır. Tek parti yönetimini totaliter olarak niteleyen yaklaúımlar daha çok “halk iradesi” ni demokrasi için gerekli ve yeterli bir açıklama birimi olarak ele alırlar. Ancak ekonomik ve toplumsal koúulların geliúme düzeyinden ba÷ımsız halk iradesini tek baúına ele almak popülist bir demokrasi anlayıúıdır. Do÷u Anadolu’nun feodal üretim biçiminin egemen oldu÷u koúullarda seçime dayalı bir sistemin geleneksel egemen güçlerin iktidarlarını pekiútirece÷i teorik olarak açıktır. Cumhuriyet’in öncü kadrosu en güç koúullarda bile popülizme taviz vermemiúlerdir. Sadece Do÷u Anadolu’da de÷il ülkenin bütününde “Do÷u” nun aúiret cemaat gibi ça÷daúlı÷ı engelleyen yapılarını ve kurumlarını ortadan kaldırmak için burjuva demokratik devrim ve onun siyasal tabanını üretecek ulus ideolojisini üretmenin baúlangıçta otoriter hatta jakoben e÷ilimler içermesi burjuva demokratik devrimlerin do÷asına iliúkin bir durumdur. Demokrasi sorunu ise Kurtuluú Savaúı koúulları içinde pragmatik ve pratik niteli÷inin yanında Kemalist devrimlerin en baúından beri kongrelerle milli mücadelenin örgütlenmesini ve bu mücadelenin yöntemiyle kurtuluú hareketinin yapısal temellerini demokratik bir temele dayandırdı÷ının en önemli göstergesidir. 1921 Anayasası ve 1924 Anayasası’nın ulusal egemenlik ilkesi üzerinde temellendirilmesi ayrıca bu hareketin demokratik özünü oluúturmuútur.415 Tek Parti hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamıú, sahip oldu÷u siyasal tekelden rahatsızlık duydu÷unu Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ve daha sonra Serbest Cumhuriyet Fırkası denemeleri de bu durumun doktriner bir mutlaklık içinde olmadı÷ına kanıt olarak gösterilebilir. 3.3.2.Takriri Sükûn Kanunu ve Devrimin Dönemeci Takrir-i Sukun Yasası ùeyh Sait isyanı üzerine çıkarılan ve her türlü toplumsal muhalefeti bastırmak için kurulan bir çeúit devrim mahkemeleri niteli÷inde olan østiklal Mahkemeleriyle Kürtlerin yanı sıra o dönem sosyalistleri de cezalandıran bir yasaydı. Bu yasa Hıyanat-i Vataniye yasasında yapılan bir de÷iúiklikle “ dini veya mukaddesat-ı diniyeyi ” siyasal amaçlar do÷rultusunda 415 M. Duverger. Siyasi Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Bilgi Yayınevi Ankara 1974 s. 360 163 kullanmayı vatana ihanet sayıyordu. ùeyh Sait øsyanı ile birlikte Takrir-i Sükûn Yasasının yürürlü÷e girmesinden sonra hükümet bu yasaya dayanarak “zararlı” ve “yıkıcı” yayın yaparak ayaklanmayı dolaylı ya da dolaysız etkiledikleri kabul edilen Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, østiklal, Sebilür Reúat, Aydınlık, Orakçekiç, Pres de Sair øzmir de Seda-ı Hak (Hakkın Sesi); Adana’da Sayha (Çı÷lık) gazetesini kapatmıútı.416 ùeyh Sait isyanın bastırılmasından sonra Takriri Sükûn ülkedeki bütün muhalefeti susturmak için bir gerekçe oluúturmuú, TCF kapatılarak çok partili sürece ara verilmiúti. Bununla birlikte østanbul basını ùeyh Sait isyanının hükümet lehine sonuçlanması e÷ilimi belirince havasını de÷iútirmesine ra÷men úimúekleri üzerine çekmekten kurtulamamıútı. 16 Nisan 1925 tarihinde Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanini süresiz kapatmıútı. Kapatılma gerekçesi 13 Nisan’da TCF nin østanbul’daki úubelerinde yapılan araútırmaların “Baskın” kelimsiyle adlandırılmasıydı. Taninin kapatılmasını Zekeriya Sertel’ in Resimli Ay dergisinin kapatılması takip etti. Zekeriya Sertel ve Cevat ùakir tutuklandı. 417 Takrir-i Sükûn yasasının 1. Maddesi aynen úöyledi: “Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasî gayeler esas veya âlêt ittihaz maksadıyla cemiyet teúkili memnudur. Bu kabil cemiyet teúkil edenler veya cemiyete dâhil olanlar hain_i vatan odlolunur. Dini veya mukddasat-ı diniyeyi alet ve ittihaz ederek úekl-i devleti tebdil ta÷yir veya emniyeti-i devleti ihlâl veya dini mukeddasatı diniyeyi alet ittihaz ederek hern süretle olursa olsun ahali arasında fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden gerek mütemmizcen kavil veya tahirir veyahit fiil bir úekilde nutuk iradı veyahut neúriyat icrası suretiyle harekette bulununlar kezalik hain-i vatan addolunur”418 Yasanın ikinci maddesinde yasanın iki yıl süreyle yürürlükte kalaca÷ı belirtilmiúti. Yasa, hükümet ve CHP milletvekilleri ile muhalefetteki Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası milletvekilleri arasında sert tartıúmalara neden olmuútu. Muhalefet tasarının Türk vatandaúlarına tanınan hakları kısıtladı÷ını ileri sürerek anayasaya aykırı oldu÷u görüúünü ileri sürmüútü. Muhalefetin karúı çıkmasına 416 ùerafettin Turan Türk Devrim Tarihi (1923–1938) Bilgi Yayınevi Ankara s.117 Metin Toker. ùeyh Sait øsyanı s. 119 418 T.B:M.M Z.C. Dönem øçtima 2; 3 Cild. 1024 Inikat, (3,05 1925) Mart 1925 417 164 ra÷men tasarı yasalaúmıútı. Bu yasanın kabulünden sonra østiklâl Mahkemesi kurulması için verilen öneri kabul edilmiú. Birincisi ayaklanma bölgesinde olmak üzere ùark østiklâl Mahkemesi ikincisi ise Ankara’da kurulmuútu. Ayaklanma bölgesinde kurulacak østiklâl Mahkemesinin verece÷i idam kararları TBMM’nin onayına sunulmadan yerine getirilmesi kabul edilmiúti. Bu sürecin bir devamı olarak 25 ùubat 1925 tarihli CHP grup toplantısında Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın Do÷u’daki parti örgütleri aracılı÷ıyla dinsel propaganda yapmak bu nedenle vatana ihanet suçu iúlemek ve ùeyh Sait’ østanbul’daki o÷ullarından biriyle iliúki kurmakla suçlanarak kapatılacaktı.419 3.4.Kürt Milliyetçili÷ine Karúı Devletin Feodal Güçlerle Yeniden øttifakı Cumhuriyet’in ilk on yılından baúlayarak sürekli isyan ve kargaúanın egemen oldu÷u Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgelerinde mülkiyet iliúkilerini de÷iútirme çabaları tam kararlılıkla uygulanamamıútı. Uygulanan yerlerde ise feodal iliúkiler tasfiyeye u÷ramamıútı. Do÷u Anadolu’da yeni rejim egemenli÷ini daha çok zora dayalı aygıtlarıyla kurmaya çalıúmıútı. 1929 Dünya Ekonomik Krizi ve II. Dünya Savaúı’nın hazırlık yılları olan bu yıllarda Cumhuriyet yönetiminin bölgeye iktisat politikası araçlarıyla ulaúma olanakları da son derece kısıtlıydı. Bölgeyi ulusal pazarla bütünleútirecek yolların yoklu÷unun yanısıra toplumsal yapı, imparatorluktan devralındı÷ı haliyle âdeta kaldırılmamıú hilafet, kaldırılmamıú salatanat gibi geleneksel düzenin siyasal kurumlarının egemen oldu÷u bir görünüm içinde Cumhuriyet rejimi içinde varlıklarını sürdürüyordu. 1932 yılında oluúturulan ekonomideki devletçi politikalar ülke kalkınmasını ve ulusal pazarı bütünleútirmek için demir yolları hamlesini baúlatmıútı.420 Bu amaçla imparatorluk döneminde inúa edilen ve “a÷aç sistemi” diye tanımlanan demir yolu sistemlerinin birbirinden ayrı kollarını ba÷lantılı hale getirme amacıyla Erıch Jan Zurcher Terakki Perver Cumhuriyet Frkası Çev: Gül Ça÷la Güven øst. 1992 Ba÷lam s. 109 420 Örne÷in 1936 yılında østanbul’da fabrika teslimi bir ton çimentonun fiyatı 20 Lira iken bu çimentonun østanbul’da gemiyle yüklenmesi øskenderun limanına boúaltılması limandan trenle Diyarbakır’a Diyarbakır’dan kamyonla Van’a ulaútırılması sürecinde maliyeti dört katına çıkmaktaydı. Van’a ulaútı÷ında fiyatı 78 liraya çıkmaktaydı. Bkz. Celal Bayar ùark Raporu s.152 Haz: Nejat Bayramo÷lu, Kaynak Yayınları, 2007, s. 45 419 165 Cumhuriyet’in öncü kadrosu “ùimendifer Politikası” sıyla devletçilik politikasının ilk önemli projesini baúlatmıútı.421. 1925 ùeyh Sait øsyanından sonra devletin Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu politikasını oluúturmak için bölgede umumî müfettiúlerin aylık raporları dıúında bölgenin geneli hakkında bilgi ve gözlemlere dayanan pek çok rapor yazılmıútı. 422 Bu raporlardan birisi Baúvekil olarak øsmet ønönü’nün yazdı÷ı rapordur. 1935 yılında øsmet ønönü Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu illerini yerinde gözlemlemek ve bölgenin sorunlarını saptamak amacıyla bir geziye çıktı. Bu gezi sonucunda ønönü bölgede gözlem ve önerilerini içeren bir rapor hazırladı. Rapor aynı zamanda Tek Parti’nin Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu Bölgesi’nde asıl sorunun a÷alık ve úeyhlik düzeninin tehlikesinden çok 1930 A÷rı isyanından sonra bölgede sorunun a÷alık ve úeyhli÷in yerini etnik bölücülük ya da Kürt milliyetçili÷inin alaca÷ını vurguluyordu. Çünkü raporda ønönü a÷alık ve úeyhlik düzenine neredeyse hiç vurgu yapmayıp daha çok Kürt ve Türkleútirme, Türk bölgeleri, Türk Kültürü gibi etnik proje ve iskan stratejilerinden söz ediyordu. ønönü Diyarbakır’ı önemli bir Türklük merkezi haline getirmenin zorunlulu÷unu vurgularken, Mardin’deki Süryanilerin Kürtlere karúı korunması gerekti÷ini vurguluyordu. ønönü Kürtlerin yo÷un bulundu÷u yerlerin yeniden idari bölümlenmeye gidilmesi gere÷ini de belirterek “Bitlis’i bir Türk kalesi halinde tutmalıyız” diyordu. Van için de ønönü ùark’ta Cumhuriyetin ve Türklü÷ün önemli bir temeli olarak kalması için Kürt yayılmasının önlenmesini belirterek ùark Vilâyetlerin asıl idare úeklinin Inspektörlük (Müfettiúlik) olaca÷ını bildiriyordu.423 Bu raporda Baúvekil olarak ønönü’nün kapsamlı bir Kürt sorunu tanımladı÷ı, iskân stratejilerinin askeri güç kullanarak “Türk Kütleleri” yaratmak oldu÷u açıkça anlaúılmaktadır. Raporda ayrıca Dersim’de 1937’de bir ayaklanma 421 Mustafa Sönmez, Do÷u Anadolu’nun Hikâyesi, s. 145 Mülkiye Müfettiúi Hamdi Bey’in 2 ùubat 1926 yılında øçiúleri Bakanlı÷ı’na verdi÷i rapor. Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçının raporu Birinci Umumi Müfettiú olarak øbrahim Tali Öngören’in 1928 yılında Dersim’i gezdikten sonra 1930 yılında øçiúleri Bakanlı÷ı’na verdi÷i uzun rapor. Genel Kurmay Baúkanı Orgeneral Mareúal Fevzi Çakmak, Dersim olayı ile yakından ilgileniyor, Dersim’le ilgili raporları topluyor. Okuduktan sonra görüú ve önerilerini özetliyor. Bu öneriler, alınmasını istedi÷i sert tedbirlerden oluúuyor. Korgenaral Ömer Halis Bıyıktay’ın raporu ise, Mareúal Çakmak’ınki kadar sert de÷il. øçiúleri Bakanı ùükrü Kaya’nın 1931 yılında bölgede inceleme yaptıktan sonra Baúbakanlı÷a sundu÷u rapor. Bkz. U÷ur Mumcu Kürt Dosyası, um:ag Yayınları, Ankara 1998 s. 23 423 Saygı Öztürk, Kasadaki Dosyalar, øsmet ønönü’nün Atatürk’e Sundu÷u Gizil Kürt Raporu, 5. Baskı Ankara Ümit Yay. S. 111–115 422 166 olaca÷ını iki yıl önceden öngörmekle birlikte, bu ayaklanmaya karúı hükümetin alaca÷ı önlemler de sıralanıyordu. Önlemler arasında devlete karúı isyan potansiyeli olan aúiretlerin sadece kan davaları ya da aúiretler arasındaki nüfuz savaúına de÷il, Dersim’deki Alevi Kürt aúiretleriyle bölgedeki di÷er Sünni Kürt aúiretleri arasındaki mezhep farkına da vurgu yapılarak, devletin bölge ile stratejisinde bu ayrımın önlem olarak kullanılması gerekti÷i belirtiliyordu.424. Bölgede ola÷anüstü geliúmelerin olaca÷ını öngören hükümet ønönü’den bir yıl sonra øktisat Vekili Celal Bayar’ı bölgeye göndererek bölgenin toplumsal ve ekonomik yapısı hakkında yeni verilere ihtiyaç duyacaktı. 1936 yılında Do÷u ve Güneydo÷u’ Anadolu’daki sorunları yerinde gözlemleyen Celâl Bayar, ønönü’den sonra ikinci bir rapor hazırlayarak önce Baúvekil ønönü’ye, daha sonra da Atatürk’e sunacaktır. øsmet ønönü ile Celal Bayar’ın raporu karúılaútırıldı÷ında bölgenin sorunlarına yaklaúımlarında çok büyük farklar görülmektedir. ønönü bölgedeki sorunlara daha çok etnik ve kültürel temelden yaklaúarak daha totaliter çözümler öngörüyordu. Buna karúın Bayar bölgede etnik temelde bir ayrım gerçekleútirilmesinin ve bu ayrım üzerinden geliútirilecek stratejilerin bölgenin sorunlarını çözemeyece÷ini ileri sürüyordu.425 Bayarla ønönü’nün birleúti÷i nokta Do÷u’da devletin dayanaca÷ı en önemli gücün asker ve jandarma olmasıydı. Bölgede devletin ideolojisini ve rejimini temellendirecek ne okul ne da bunlara öncülük edecek farklılaúmıú bir toplumsal yapı yoktu. A÷alık ve úeyhlik düzeni bölgenin bütün kırsal alanlarına egemendi. Bunun yanında bölgede geleneksel sınıfların yanısıra vilâyetlerde kentin yerleúik unsurlarından oluúan bir avuç taúra bürokrasisinin dıúında bölgede burjuva demokratik devrimin ideolojisini dayandıracak geliúmiú kentli bir sınıf da yoktu.426 Cumhuriyet’in ilk yıllarında kentlerde yaúayan nüfus ise taúra bürokrasisi ve bu bürokrasi çevresinde yer alan küçük bir gruptu. Bu grup herhangi bir aúiret ba÷lantısı olmayan daha çok Türk nüfustan oluúmaktaydı. 424 Lale Yalçın Heckman, Kürtlerde Aúiret ve Akrabalık øliúkileri, østanbul, øletiúim Yay, s. 94 Celâl Bayar ùark Raporu, Kaynak Yayınları, Sad: Nejdet Bayramo÷lu, 2006, Ankara s.63 426 Kurtuluú Savaúı sonrası Do÷u Anadolu’nun pek çok yerinde kentli sınıftan öte kentlerin kendisi de yoktu. Çünkü I. Dünya Savaúından sonra yakılmıú yıkılmıú kentlerin bir ço÷u tamamen ortadan kalkmıútı. Örne÷in Van, Elâzı÷ gibi bir çok kent Cumhuriyet döneminde yeniden yeni mekanlarda kurulan kentlerdir. 425 167 Sonuç olarak bu raporların yazıldıkları yıllarda Cumhuriyet’in kuruluúundan on iki yıl geçmesine ra÷men Cumhuriyet kurumlarının Kürtlerin ve Arapların yaúadı÷ı yerlerde halka nüfuz etmedi÷ini, sadece yüzeyde devletin zor gücüyle bölgede varlı÷ını sürdürdü÷ünü ortaya koyuyordu.427 Aslında bu gerçek sadece ønönü tarafından dile getirilmiú bir gerçek de÷ildi. Bölgenin içinde bulundu÷u feodal üretim biçimi, üretim iliúkileri tasfiye edilmedi÷i sürece aynı gerçekle yüzyıllık dönem içinde sürekli kriz ve kargaúa, savaú ve isyan koúulları içinde yeniden karúılaúılacaktı. Bölgede ekonomik ve toplumsal düzen de÷iútirilmedi÷i sürece aynı soruna yüzyıllar boyunca aynı cevaplar verilecekti. Nitekim bölge ile ilgili baúlangıçta sivil çözüm ve stratejilerle yola çıkılıp bütün bu çözümlerin en sonunda gelip devletin zor aygıtlarıyla birleúiliyordu. Örne÷in øttihat ve Terakki’nin baúlangıçta a÷alı÷ı ve büyük toprak mülkiyetini ortadan kaldırmak vaadiyle gelip en sonunda Do÷u ve Güneydo÷u’da II. Abdülhamit’in politikalarına dönmesine benzer politikalar Cumhuriyet döneminde de uygulanacaktı. 1930 A÷rı isyanından sonra Kürt milliyetçili÷i ve bölücülük endiúesinin bölgedeki aúiret ve cemaat gibi feodal yapılardan daha büyük tehlike oldu÷u algısı bu dönemden sonra devletin bölgedeki feodal yapılarla zımni bir ittifakı olarak sayılmasa bile bölgedeki bu yapılara dokunmama gibi bir stratejiye girmesine yol açtı. Örne÷in ùeyh Sait isyanından sonra Hakkari ve çevresinde halk nezdinde önemli nüfuzu olan ùeyh Masum Efendi’nin “Halkın itaatinde mühim rolü” oldu÷u için Baúvekalet tarafından taltif edilmesi, bu stratejinin somut örne÷idir428 Cumhuriyet döneminde 1940’lı yıllara kadar Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da toplumsal denge devletin zor aygıtlarına dayanarak ayakta tutulmuútu. Bu yıllarda Güneydo÷u’da devleti temsil eden tek örgütlü güç olarak askerin dıúında da do÷ru düzgün kurumları bulunmuyordu. Devletin bölgede en büyük örgütlü gücü olarak askerin ise sorunlara bakıúı güvenlik perspektifinin dıúına çıkmayacaktı. Bu perspektifi oluúturan tarihsel deneyimler, emperyalizmin imparatorlu÷u parçalama sürecini yaúamıú buna tanıklık etmiú emperyalist güçlere karúı kurtuluú savaúını gerçekleútirmiú askeri kadronun deneyimleri, siyasal hafızaları göz önünde bulunduruldu÷unda, bu kadronun 427 428 Saygı Öztürk. Kasadaki Dosyalar, s. 76 BCA, Muamelat Genel Müdürlü÷ü 30.10.11 18 18 168 bölgedeki sorunlara imparatorluktan tevarüs etti÷i “bölünme” endiúesi içinde yaklaúması do÷al olarak anlaúılabilir bir durumdu. Bu nedenle Do÷u Anadolu’daki sorunu askerin güvenlik perspektifinden farklı bir anlayıúla algılamaları beklenemezdi.429 Askerlerden baúka ne sermaye sınıfının ne de bürokrasinin gitmek istemedi÷i bölge uzun yıllar imparatorluk döneminde oldu÷u gibi sürgün bölgesi olarak kalacaktı.430 ølhan Baúgöz’ün devletin askeri bürokrasisi dıúında sivil bürokrasisinin Paris’i, Londra’yı Erzurum’dan, Van’dan daha iyi tanıyorlar saptaması bu gerçe÷i iúaret ediyordu.431 Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’nun toplumsal ve ekonomik yapısını inceleyen ilk araútırma ve çalıúmaların da yine askerler tarafından yapılmıú olması bu gerçe÷in baúka bir ifadesidir. 3.5. Do÷u Anadolu’da A÷aların Eúraflaúma Süreci 1925 ùeyh Sait øsyanından sonra merkezi otoriteye karúı yapılan birçok isyan sonucu a÷alar, yerlerinden koparılarak Batı Anadolu’ya sürülmüúlerdi. Bu politikalarla a÷aların köylü yı÷ınları üzerindeki ezici gücünün zayıflayaca÷ı düúünülmüútü. Oysa a÷aların sürgünü ile birlikte toplumsal yapıyı temelden de÷iútirecek politikaların ve olanakların yoksunlu÷u nedeniyle bu politikalar baúarılı olamamıútı. II. Dünya Savaúı’nın baúlangıç yıllarından itibaren a÷alar köylerden kasabalar ve kentlere yerleúerek esnaflaúma ve eúraflaúma e÷ilimine girmiúlerdi. Feodal mülkiyet iliúkilerini kontrol eden a÷aların kentlere do÷ru kaymasıyla bu iliúkiler köyde oldu÷u gibi bu kez kasabalarda ve úehirlerde devam etmeye baúladı. Bu süreç kent ve kasabaların temelde kırsal alanları etki altında tutmasının aksine, kırsal alanların kasaba ve úehirleri etki alanına almasıyla sonuçlandı. Oysa ortaça÷ Avrupası’nda kentler ikinci bölümde belirtti÷imiz gibi 429 1940 yılında Do÷u Anadolu ile ilgili en kapsamlı çalıúmalardan birini yapan Albay Nazmi Sevgen’in 1930’lu yılların ortasından baúlayarak yükselen totaliter rüzgârlardan etkilendi÷i bir gerçektir. Bkz. Do÷u Anadolu Türk Beylikleri Ayrıca ønönü raporun yazıldı÷ı yıllarda Bölgede gözlem ve incelemelerde bulunan Kadri Kemal Kop’un bölge ile ilgili çalıúmaları tamamen bu perspektif içinde de÷erlendirilebilir. Bkz.Kadri Kemal Kop, Araútırma ve Düúüncelerim, Vakit Gazete Matbaa 1935 Ankara, Naúit Hakkı Ulu÷, Derebeyi ve Dersim østanbul 1932 430 Faiz Demiro÷lu, Van’da Ermeni Mezalimi s. 36 431 ølhan Baúgöz, “Cumhuriyetin Reform Yılları” Yön Sayı 47, 1963 s. 14 169 feodal iliúkiler alanının dıúında oluúan birimlerdi. Avrupa’da feodal üretimden kapitalist üretime geçiúte kentler loncaların manifaktür aúamasına geçerek kırsal kesimi aúama aúama etkisi altına almasıyla güçlenmiúti. Kentlerin hızla geliúimi endüstri ve ticaret faaliyetlerini geliútirmiú, feodalizmin en güçlü oldu÷u dönemlerde zayıflamaya baúlayan kralların yeni geliúen burjuvazi sınıfıyla zaman zaman ittifaklar kurarak merkezi otoriteyi güçlendirmeleriyle feodal sınıfların gücünü zayıflatmıútı. Hızla geliúen kentler kırsal alanları etkisi altına alarak burjuva devrimlerine zemin hazırlamıútı.432 Batı Avrupa’da yaúanan bu tarihsel süreç ticaret sermayesinin sanayi sermayesine dönüúerek kentsel alanların kırsal alanlar üzerinde egemenli÷ini son sınırına kadar taúıyacaktı. Kırsal alanın kentsel alan tarafından dönüútürülmesine koúut olarak demokratikleúme ve uluslaúmanın siyasal ve toplumsal temelleri ve kurumları bu süreç içinde oluúmaktaydı. Batı Avrupa’da yaúanan bu geliúmeden farklı olarak Türkiye’de burjuva demokratik devrimi Do÷u Anadolu’daki feodal yapıları sanayi aya÷ı eksik olan politika ve stratejilerle çözmeye çalıútı÷ı için bu yapıları tasfiye edemedi. Bölgedeki bu yapıların tasfiye edilmenin aksine daha da çok güçlenen feodal a÷a ve úeyhlik sistemi 1950 yılından itibaren genel oy kullanım hakkına dayanarak siyasal ve ekonomik meúruiyet alanlarını daha da pekiútirdiler. Bu yapıların tekrar güçlenmesi ile birlikte cumhuriyetin uluslaúma projeleri, Do÷u Anadolu’nun kent ve kasaba merkezlerinde taúra bürokrasisi ve onların çevresinde yerli bir kısım halkın dıúında geniú halk yı÷ınlarına ulaúamadı. 1934 tarihinden baúlayarak demiryollarının aúama aúama ilerlemesine ba÷lı olarak a÷aların topraktan elde ettikleri artık ürün ve sahip oldukları hayvan varlı÷ını kısmen de olsa ülkenin batısındaki büyük kent pazarlarına gönderme olana÷ı sayesinde toprak a÷aları eúraflaúma sürecine girdiler. Büyük toprak sahibi a÷aların eúraflaúma sürecine girmesiyle bu sınıf bölgede hem kırsal kesimi hem de kasabaları kontrol altına almıú oldu. Bu süreçte a÷alar kent içi kaynakların da÷ılımında söz sahibi konuma gelerek banka kredilerini kullanmada bürokrasiyle de iliúki kurarak belirleyici konuma gelmiúlerdir. Aúiret reislerinin kent ve kasaba düzeyinde politik etkinlikleri sadece bunlarla sınırlı olmayıp Do÷u Anadolu’da kent ve kasaba belediye baúkanlıklarını da belirler konuma geldiler. 1945’den sonra çok partili 432 Fuat Köprülü, Orta Zaman Tür øslam Feodalizmi, Belleten V/19 1941 s. 334–337 170 düzen içinde genel oya dayanan mekanizma a÷a, úeyh ve aúiret reislerine iki yönlü bir itibar kazandırdı. Bu kiúiler devlet ve politikacılar tarafından itibar görürken iktidarlarını halka hissettirerek egemen konumlarını sürdürmeleri daha kolay hale geldi. A÷a, úeyhler ekonomik ve toplumsal iliúkilerde egemenlik alanlarını geniúletmeleriyle köylü ile büyük kent burjuvazisi arasındaki eúrafın yanında yeni bir grup olarak yerlerini aldılar. Do÷u Anadolu’da kentin toplumsal dengeleri içinde yerini alan a÷a ve aúiretin önde gelen aileleri bir anlamda orta sınıfların yoklu÷unda onların yerini doldurarak ekonomik ve toplumsal nüfuz alanlarını geniúlettiler. 3.5.1 Do÷u Anodolu’da Kapitalistleúme Süreci Bazı Batılı gözlemciler 19.yüzyılın ikinci yarısında Do÷u Anadolu’da bazı kapitalizm biçimlerin var oldu÷unu ileri sürmüúlerdir. Ancak bu iddiaya ihtiyatlı yaklaúmak gerikir. Çünkü bölgeden imparatorlu÷un içlerindeki pazarlara akıúla görünen ticaretin bir üretim biçiminin bütünlü÷ünü yansıtacak büyüklükte ve geniúlikte varlı÷ından söz etmek güçtür. Bununla birlikte bölge e÷ilim düzeyinde büyük kent pazarlarına yönelik canlı hayvan, mazı, yün yapa÷ı ticaretinin bölgenin bütününü temsil eden bir büyüklük oluúturmadı÷ını da vurgulamalıyız. Nitekim Marx, eme÷in üreticiden do÷rudan do÷ruya zorla alınmadı÷ı ve do÷rudan üreticinin henüz sermayenin egemenli÷i altına girmedi÷i bu süreci ara ve geçici bir durum olarak saptar. Bu geçici durum aralı÷ında el zanaatları ile geleneksel tarım biçimiyle sürdürülen ba÷ımsız üreticilerin yanı baúında asalaklar gibi beslenen tüccar ve tefeci sermayesinin henüz rüúeym halinde oldu÷unu söyler. Marx’a göre bu tür toplumlarda kapitalist üretim tarzının yeri olmadı÷ını fakat bu tür üretim tarzının Orta ça÷ın sonlarında oldu÷u gibi geçici bir biçim olarak kapitalizmin oluúmasına hizmet eden bir ara durum olarak niteler.433 Do÷u Anadolu 19. yüzyılın ikinci yarısında ømparatorlu÷un büyük kentleri olan Ba÷dat’ı, østanbul’u, Halep ve ùam’ı hayvan bakımından besleyen bir merkez hizmeti görüyordu. Do÷u Anadolu’da aynı zamanda yün, bal, mazı, bazı boya 433 Karl Marx, Kapital, 1.cilt s. 522 171 maddeleri imparatorlu÷un iç pazarlarına kadar gidebiliyordu. Silahları, pamuklu ve ipekli dokumaları, úeker ve di÷er büyük tüketim maddelerini ise dıú pazarlardan karúılıyordu. Nikitin’in Vilçevski’den aktardı÷ına göre østanbul her yıl bölgeden canlı olarak aúa÷ı yukarı 1,5 milyon baú koyun-keçi alıyordu Bunların sayısı belki de daha yüksekti ama birço÷u uzun yorucu bir yolculukta telef oluyordu. Her sürü 1500-2000 baútan oluúuyor çobanlar bunları kervan yollarının uza÷ından yürüterek pazarlara ulaútırıyorlardı. Geleneksel imparatorluk döneminde özellikle büyüt kentlerin iaúe sorunu imparatorluk ekonomisinin yapısal sorunlarından birini oluúturuyordu. Fernand Braudel østanbul’u imparatorlu÷u yiyen bir kurda benzeterek Do÷u Anadolu’nun bütün koyunlarını ve Karadeniz ormanlarını østanbul’un yuttu÷unu yazmaktaydı434 Van’dan østanbul’a varmak 17-18 ay sürüyordu. Bitkisel ürünler arasında, mazı ihraç ediliyordu. (sakız a÷acının bir çeúit reçineli fıstık a÷acı meyvesinden sabun imalinde kullanılan ya÷lı bir madde). Kökboyası da bölgeden dıú pazarlara ulaúan maddeler arasındaydı. Ayrıca, Cizre civarında bulunan ve tifti÷i çok makbul tutulan yün bol miktarda büyük kent pazarlarına ulaúan ürünlerdi.435 Diyarbakır da Halep øpeklileri gibi parça halinde satılan ipeklileriyle ünlüydü, ama çok daha ucuz oluúu bu ipekliye Karadeniz sahiline kadar geniú bir müúteri kitlesi sa÷lamaktaydı. Vilçevski’nin rakamlarına göre 19. yüzyılın ortasında bölgede yılda toplam olarak 700.000 paund tutarında ürün sattı÷ı hesaplanıyordu.436 Ayrıca Vilçevski Van vilayetine ba÷lı Hakkari’nin Çölemerik kazasının ekonomisi üzerinde bazı bilgiler aktarmaktadır. Bunların en baúında Musul’a ve øran’a ihrac edilen mazı gelmekteydi. Bu mazıdan yılda 30.000 kantır satılır (1 kantır yaklaúık 250 kilogram), batmanın (2,9 kg) fiyatı 50 kuruútur. Bulmumum’nun batmanı 40-50 kuruútur. Tütünün batmanı 10-12-15 kuruú arasında de÷iúir. Çile halindeki ipe÷in batmanı 30.000 kuruútur. Boya maddeleri arasında, alacagri adı verilen a÷acın meyvaları güzel sarı bir boya verir ve maroken boyamakta kullanılır. Bu boyadan øran ve Halep’e çok miktarda ihraç edilmekteydi. Yapa÷ı halindeki yünün batmanı 20-25 kuruúa, yıkanmıúı ise 30 434 Fernand Braudel. Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, II. Çev: M. Ali Kılıçbay ømge Kitabevi Yayınları s. 435 435 O. Vilçevsky “Etnographie Sovietiquue “ sayı 4. 5 den Aktaran Nikitin Bazil Kürtler Sosyolojik ve Tarihi ønceleme s. 113-114 Nikitin Bazil Kürtler 436 Niktin Bazil, Kürtler, s. 110 172 kuruúa satılır. Bundan baúka, Musul, Halep, ùam ve Kayseri’ye 10.000 baúa kadar büyük koyun-keçi sürüleri sevkedilirdi. Bir koyunun fiyatı 10-50 kuruútu. Bütün bu ürünlerin satıúlarını dıúardan gelmiú tüccarlar yapmaktaydı. Çünkü yerliler gümrükçülerden korktuklarından köylerinden dıúarı çıkmazlardı. Ayrıca Tebriz’li Urimiye’li Yahudiler, Ermeniler ve Türklerle de de÷iúim yapmak üzere mallar getirmekteydi.437 Bütün bu bilgiler Vilçevsky’nin úu sonuca varmasına yol açmaktadır: 19.yüzyılda Kürdistan’da özellikle emperyalizmin sızmasından önceki mahalli ticaret yeterince canlıydı. Emperyalizmden önce, Kürdistan ekonomisinin artık salt do÷al bir evrede bulunmadı÷ını, parasal ekonomiye dayalı de÷iúmelerin 19. yüzyılın son çeyre÷inden itibaren görülmeye baúladı÷ını yazmaktaydı.438 Ancak Vilçevski’nin Do÷u’da kapitalist biçimler olarak yorumladı÷ı bu iliúkiler, Van’dan ve çevre illerden østanbul’a kadar, paranın kıt oldu÷u bir ekonomide on sekiz ay yolculuk yapılarak yapılan ticaretin ulaúım koúulları ve maliyetleri göz önünde bulundurulursa çok gerçekçi görünmemektedir. Çünkü Do÷u’nun çetin co÷rafyası ve yol vermez koúullarını göz önünde bulunduruldu÷unda yapılan bu ticaretin ölçe÷i bakımından kapitalist üretim biçimini açıklayacak bir ölçek olmadı÷ını belirtmeliyiz. Üstelik para ve ticaret ya da pazar antik ekonomiler içinde de her zaman var olan olgulardı. Önemli olan bu unsurların etkinli÷i ve toplumu dönüútürme dereceleri ve yaygınlı÷ıdır. 3.5.2 Ulus Devlet Döneminde Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası Geleneksel imparatorluk dönemlerinde merkezi siyasal iktidarı zayıflatıcı merkez-kaç güçler daha çok iskân ve göç stratejileriyle manüpüle edilmekteydi. Modern ulus-devletler döneminde merkezi siyasal otoriteyi zayıflatıcı bu güçler kapitalizmin metalaúma sürecine ba÷lı olarak artık ürünün ve bütün üretim 437 øranlı bir yazar ùamim-i Hamedani Kordistan adlı eserinde, bölgede Yahudilerin oynadı÷ı rolden sözetmektedir. Yazar Yahudilerin bölgede sömürü iliúkilerini acı sözlerle betimlemekte Yahudilerin ticareti tekellerine alacak ölçüde mali olanakları ellerinde topladıklarından sınır kaçakçılı÷ı yaparak büyük koloniler oluúturdu÷undan söz etmektedir. Kordistan s. 79–80 438 B, Nikitin, a.g.e, s.113–114 173 sürecinin metalaúması ve dolaúıma girmesiyle geleneksel güçleri kendi içinde bölen bir iúlev görerek siyasal egemenli÷ini garanti altına alır. Bunun yanı sıra eme÷in metalaúarak sermayenin yo÷unlaútı÷ı ve merkezîleúti÷i alanlara do÷ru hareketini yönlendirerek farklı etnik ve cemaat yapılarının çözülmesine neden olur. Ulus-devlet kandaúlı÷a ve kutsallı÷a dayalı topluluk örgütlerini aúan onların üstünde merkezi aygıtlar aracılı÷ıyla egemenli÷ini sa÷layan ve bu yapıları dönüútüren kurumlar bütünüdür.439 Kapitalizmin siyasal birimleri olarak oluúan ulus-devletlerin inúası teorik olarak geleneksel toplumsal yapının ideolojik ve siyasal aygıtlarının tasfiye edilmesini gerektirir. Tasfiye edilen bu ideolojik ve siyasal yapıların yerine kendi ideolojik ve siyasal kurumlarını geçirir. Ulus devletin siyasal ve ideolojik aygıtları ise ulusal pazarın bütünleúik yapısı üzerinde temellenir.440 Bu bütünleúme aynı zamanda kapitalizmle eklemleúmenin imkânlarını sa÷lar. Ancak bu eklemleúme süreci ulus-devletin siyasî co÷rafyasında zaman ve mekân ölçe÷inde hiçbir úekilde eú zamanlı ve eúit nitelik taúımaz. Zaten tanımı gere÷i eúitli÷in oldu÷u yerde artı de÷erin varlı÷ından söz edilemez. Ulus-devlet toplumsal sınıflar arasında iktisâdi birli÷i oluúturan toplumsal artı÷ın üretimini, dolaúımını ve bölüúümünü örgütleyerek ülke içinde farklı geliúmiúlik düzeyinde olan bölgelerin kaderini birbirine ba÷lar441 Kapitalizmin geliúti÷i ülkelerin çevresinde yer alan ulusal ekonomilerde gerçek anlamda bütünleúmiú bir iç pazar sa÷lanamaz. Co÷rafi konumlarına ve ihracatın çeúitlili÷ine göre geri kalmıú bölgeler birbirinden ba÷ımsız birçok parçadan oluúurlar. Kapitalizmin hiyerarúik kâr düzeylerinin son halkasında finans kapital, mekânları ulus ölçe÷inde parçalar. Geliúmiú kapitalist ülkelerde böyle bir parçalanma söz konusu olmazken kapitalizmin geliúmedi÷i çevre ülkelerde ve 440 Samir Amin, Eúitsiz Geliúme, Çevre Kapitalizminin Toplumsal Biçimleri Üzerine Deneme Çev: Ahmet Kotil s. 222 441 Samir Amin Esitsiz Geliúme, Çev: Ahmet Kotil Arba Yayınları, 1991, Istanbul.s. 222 Neıl. Smith, Uneven Development: Nature, Capital and The Production of Space Blackwell, Oxford Blackwell, 1990 s. 53 441 174 bölgelerde ulusal bütünlü÷ün zayıflı÷ı mikro milliyetçilik, etnik milliyetçilik ve mezhep çatıúmalarına neden olur.442 Ayrıca ulus-devletin kendi içinde birli÷i, Ulus-devletlerin kurtuluú ya da kuruluúunu gerçekleútiren burjuva demokratik devrimlerin sınıf bileúimine ve artık ürünün miktarına ba÷lıdır. Devletin ulusal mekan içinde eski rejimin kalıntıların ortadan kaldırma ve dönüútürme gücü, artık ürünün ülkenin bütününü kapsayacak büyüklükte olmasını gerektirir. Ülke içinde dolaúıma girecek artık de÷er sadece kapitalist sömürüden geri kalan miktarsa bu artık de÷er devletin merkezi ve metropol kentlerinin dıúına ulaúamaz443 Bu nedenle ulusal birli÷in sa÷lanması artık ürünün ülkenin bütününü kapsayacak büyüklükte olmasını gerektirir. Geliúmiú Avrupa ülkeleri dıú ticaret ve emperyalist sömürü sonucu elde ettikleri artık ürünle ülke içinde dolaúım ve bölüúümü sa÷layarak uluslaúma süreçlerini bu sömürü sayesinde tamamlamıúlardı.444 Buna karúın Türkiye’nin gerek sermayenin mekânsal örgütlenmesi bakımından, gerekse sermaye birikimi ve dolaúım ve bölüúüm iliúkileri bakımından mekânsal olarak en sorunlu bölgesi Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgeleridir. Devlet bölgede uluslaúma sürecini tam olarak tamamlayamadı. Bu sürecin eksik kalmasının nedeni sadece sermeye birikimi ya da sermayenin kârlılık gerekleri açısından bölgenin içinde bulundu÷u ekonomik koúullar de÷ildi. Ayrıca sermayenin bölüúüm ve dolaúım ve kârlılık düzeylerinin düúüklü÷ü sorunu sadece Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgelerinde de÷il aynı zamanda ülkenin batı bölgelerinde de söz konusuydu. Ülkenin batısında Do÷u Anadolu’nun birçok kentinden geri kalmıú bölgeleri ve kentleri her zaman bulunmaktaydı. Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’yu daha sorunlu kılan, bölgenin tarihsel ve toplumsal örgütlenme biçiminden de kaynaklanmaktaydı. Bölgede feodal yapıların ve cemaat yapılarının siyasal ve hukuksal üst yapı kurumlarının dirençleri karúısında devletin ideolojik ve siyasal aygıtlarının örgütlenmesi de yeterli olamadı. Kapitalizmde ortaya çıkan sermaye birikimi, do÷ası gere÷i mekânları, halkları, co÷rafyaları kâr hiyerarúisinin en yüksek düzeyi olan merkezi hiyerarúik bir 443 444 Samir Amin, Esitsiz Geliúme, Çev: Ahmet Kotil, Arba Yayınları, 1991, Istanbul.s. 222 Neil Smith, Uneven Development: Nature, Capital and The Production of Space Blackwell, Oxford Blackwell, 1990 s. 53 175 yapılanma içinde merkezden baúlayarak kâr düzeylerine göre böler.445 Sermayenin biçimlendirdi÷i bu mekânlar aynı zamanda yo÷unlaúma ve merkezîleúmeyle eúzamanlı bir iliúki içinde gerçekleúir.446 Ancak bölgeler ve kentler arasındaki sermayenin bu iúlevi sadece mekânları bölmekle kalmaz aynı úekilde zaman kavramını da böler. Bir taraf her úeyin ilkbaharını yaúarken öbür taraf her úeyin son baharını yaúar. Sermayenin merkezîleúmesi nüfusun çevreden merkeze do÷ru göçünü tetikler. Sermayenin yo÷unlaútı÷ı bölgelerde geliúme büyüme potansiyeli artarken geri kalan mekansal yapıların geliúme dinamikleri zayıflar. 3.5.3 Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası ve Do÷u Anadolu 18. yüzyılda ipek kervanları øran’dan Halep’e Erzurum üzerinden Fırat Vadisi, Diyarbakır, Birecik, Tebriz, Van, Bitlis yoluyla ile Halep’e uzanan ipek kervanları bu kentleri çok canlı hale getirmiúti.447 Halep dahil olmak üzere Diyarbakır, Urfa, Güneydo÷u Anadolu’nun on sekizinci yüzyıl boyunca Anadolu’nun en kentleúmiú bölgesiydi. Genel nüfus yo÷unlu÷unun düúük olmasına ve 19. yüzyıl süresince hemen hiçbir kentsel büyüme görülmemesine ra÷men On dokuzuncu yüzyılda nüfusun beúte birinden ço÷u bölgenin orta büyüklükteki kasabalarında yaúamaya devam ediyordu. Bu nedenle yerel kentsel pazarlar için bir miktar meta üretimi söz konusuydu. Mamuratülaziz sanca÷ı bu bakımdan örnek gösterilebilir. Bu sancaktaki Türk ve Ermeni köylüleri bölgenin kentsel pazarları için meyve, sebze ve di÷er ticari ürünlerin yetiútirilmesinde önemli bir iú bölümüne sahipti.448 Mamuratülaziz ile Erzincan ve Erzurum’u bir birine ba÷layan yolların Harput merkezinden itibaren Hozat’a kadar olan 60 kilometrelik kısmı ka÷nı ile di÷er bölümleri katır sırtında ya da yaya olarak 445 Fuat Ercan, Türkiye'de Sosyal-Ekonomik-Politik Panorama 1995 Ernest Mandel, Andre Günder Frank, Ekonomik Kriz ve Azgeliúmiú Ülkeler, Yazın Yayıncılık, Çev: N. Saraço÷lu Yazin Yaymcilik, 1995, Istanbul s. 47 447 Halil ønalcık, a.g e s. 216 448 Sureyya Faruqu, Osmanlı’da Kentler ve Kentiler, s. 127 446 176 katedilmekte idi. Bitlis vilâyetinde ise Cuinet’nin yazdı÷ına göre yol yok denecek kadar azdı.449 Do÷u Anadolu’ nun baúlangıcı Ba÷dat demiryoluna dayandırılan iç pazarın oluúum sürecinde dıúa yönelik olarak gerçekleúen bir metalaúma sürecinin iç pazarı oluúturmaya baúlaması yavaú bir evrim içinde geliúmiúti. Do÷u ve Güneydo÷u’da 19. yüzyılın sonlarında inúa edilen Ba÷dat demiryolu hattındaki dar úeritler dıúında kalan bölgelerde ulaúım yüzyıllar boyunca de÷iúmemiúti. Ulaúım deve katır ve merkep at gibi yük hayvanlarıyla yapılmaktaydı. Bu yükte hafif pahada a÷ır úeyler dıúındaki ürünlerin ekonomik olarak uzak mesafelere taúınmasını olanaksızlaútırıyordu. Örne÷in 1677 yılında askeri amaçla Diyarbakır’dan Van’a gönderilen bu÷day için okka baúına 27 akçe ödenmiúti o tarihte Diyarbakır’da bu÷dayın okkası 12 Akçeydi.450 øngiltere konsolosunun 1846’da gönderdi÷i raporda Erzurumda tarımsal ürünlerin yerel tüketimi fazlasıyla karúıladı÷ından ve komúu vilâyetlerle ulaúımı kolaylaútıracak araba yolları olmadı÷ından köylünün daha fazla topra÷ı iúlemesi için bir neden olamadı÷ını yazmaktaydı.451 Do÷u Anadolu’da yüksek taúıma maliyetleri bölgeler ve ülkeler arası ticareti, dolayısıyla ekonomik faaliyetin hacmini, türünü pazar için üretilecek ürünleri sınırlıyordu. 1850’lerin sonlarına do÷ru yük hayvanlarıyla nakliye edilen bu÷dayın dıú pazarlar için yetiútirilebilece÷i topraklar Türkiye’de limandan çok uzak bir mesafede bulunmaktaydı.452 On dokuzuncu yüzyılda dünya pazarınca uyarılan tarımın ticarileúmesi ve kapitalistleúme süreçlerinden en az etkilenmiú bölge Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’ydu. Do÷u Anadolu’da demiryollarının yoklu÷u nedeniyle, bölgenin tarımsal üretimi 1910’lu yılların baúlarına kadar uzak mesafe pazarlarına düzenli biçimde yöneltilmedi. Hasadın iyi oldu÷u yıllarda sınırlı miktarda tahıl, deve kervanlarıyla Halep üzerinden øskenderun limanına naklediliyordu. Ancak yirminci yüzyılın baúlarında bölgenin tahılı ara sıra ve sınırlı ölçüde Musul, Ba÷dat ve Hindistan pazarlarına gönderilmeye baúlandı.453 Bölge’de demiryolu 449 Vital Cuinet, La Turquie D’ Asie, cilt I, Ernesto Leorux, 1891, s. 390-391 Lütfi Göçer, Osmanlıda Fiyatlar s. 68 451 Charles Issawi a.g,e, s. 217 452 Servet Mutlu, Do÷u Sorununun Kökenleri s. 288 453 Charles Issawi,a.g.e,s. 126 450 177 hattı sadece Mardin’den geçen dar bir alanı etkileyen Ba÷dat Demiryolu idi. Demiryolu 19. yüz kapitalizmin geliúmesinde büyük bir açılım sa÷lamıú iç pazarın bütünleútirilmesinde ve dıú pazarla ba÷lantıda kapitalist pazarın geniúlemesinin en önemli aktörü olmuútu. Ancak Cumhuriyet’in 10. yılında Demiryolu Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’nun bir iki iline ulaúacaktı. Anadolu Demiryolu’nun bölgeye girmesiyle, bölgede kapalı köy ekonomisi çok yavaú bir evrimde yarı meta üretimine dönüúecekti. Bu meta üretimi büyük ölçüde yine de mahalli pazarlarla sınırlı kalmıútı. Bu de÷iúimin temel ve yapısal bir boyut kazanması ancak iúbölümüne yönelik ulusal ve dolayısıyla dıú pazarlarla sürekli ba÷lantı oluúturmaya ba÷lıydı.454 Cumhuriyet döneminde bölgeye ulaúmanın stratejik önceli÷i ekonomiden çok güvenlik ve ülke savunması endiúesi üzerine kurulmuútu. Do÷u Anadolu feodal yapısının kurulan yeni rejim için risk oluúturdu÷unun farkında olan Cumhuriyetin öncü kadrosu ülkenin Do÷u’sunun Batı’sına, Karadeniz’i Akdeniz’e ba÷layarak güvenli÷i sa÷lamayı amaçlamıútı. 1925 yılında baú gösteren ùeyh Sait øsyanı’nı bastırmada ulaúım konusunda sıkıntılar çekilmiú, Fransız mandası altında bulunan Suriye hattında bulunan demir yolları kullanılmıútı. Bu isyandan da sonuçlar çıkaran Cumhuriyet yönetimi demiryollarının yapılmasına büyük önem vermiúti. Anadolu’nun batısını do÷uya ba÷layacak hattı Sivas-Divri÷i-Erzurum hattı bütçe ve ekonomik zorunlulukların üstünde yaúamsal konular olarak de÷erlendirilmiúti. Cumhuriyet’in öncü kadrosunun 1924 yılında giriúti÷i demiryolu seferberli÷i 1930 Sivas hattı tamamlandıktan dokuz yıl sonra Erzurum’a ulaútı. Daha sonra 1944–964 yılları arasında Yolçatı-Elazı÷ Genç-Muú hattı tamamlandı. Bu hat 1964 yılında Tatvan’a uzatıldı 1971 yılında da Van–øran hattı tamamlandı.455 Bu hatlar Do÷u Anadolu’yu ülkenin ulusal pazarıyla bütünleúmesini sa÷layan bölgelerin birbirine açılması ve tamamlayıcı yaygın ekonomik iliúkilerin Do÷u Anadolu’ya girmesini sa÷ladı. Do÷u Anadolu’nun ülkenin di÷er pazarlarıyla bütünleúmesi tarımsal geliúmeyi sa÷layabilmek için yolların yapımı güvenlik kadar önemliydi. Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında öncü 454 455 øsmail Hüsrev Tökin, Türkiye’de Köy øktisadiyatı, s. 4 ølhan Tekeli-Selim ølkin, “ Türkiye’de Ulaútırmanın Geliúim” Cumuhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C 10 s.2758–2768 178 kadro daha çok demir yolu alanında yo÷unlaúmıútı. Bu politikanın dayandı÷ı temel nedenlerden birisi de Do÷u Anadolu’da devletin otoritesini sa÷lamaktı. Do÷u Anadolu’nun karmaúık tarihsel ve toplumsal evriminin ayrıntılarını ikinci bölümde anlatmıútık. Bu baúlık altında Do÷u Anadolu’nun kapitalist geliúim sürecine bakılacaktır. Do÷u Anadolu bölgesinde kapitalist iliúkiler, ulusal pazarla bütünleúme süreci gibi de÷iúkenlerin yanında, son dönem modernleúme olgusuyla birlikte etnik ve kimlik sorunları da içeren bir boyut kazanmıútır. Bu sorunun hangi boyutuyla tanımlanırsa tanımlansın emperyalizmin Ortado÷u’da yürüttü÷ü stratejilerden ve politikalardan ba÷ımsız olamayaca÷ını unutmamak gerekir. Ancak bizim burada Kürt sorunu olarak da tanımlanan bölgedeki tarihsel, güncel sorunları açıklama birimi olarak kullanılan etnisite, kimlik ve kültürel sorunlar çerçevesinden yola çıkılmamıútır. Fakat bu sorunun etnisite ve kimlik sorunlarından ba÷ımsız olarak da de÷erlendirilemeyece÷i de açıktır. Bizim burada kullandı÷ımız soyutlama düzeylerinde bölgedeki Kürt sorunu buna ba÷lı olarak kimlik sorunu ne salt bir ekonomizm ne de salt bir kültüralizm çerçevesinde ele alınmamıútır. Do÷u Anadolu’daki sorunun ekonomik toplumsal boyutları aynı zamanda kimlik, kültür sorunlarını da içinde barındırır. Bölgedeki sorun, kapitalizmin eúitsiz geliúme yasasının ortaya çıkardı÷ı düalist toplumsal yapılar ve bu yapılar arasında oluúan gerginlikler, bunalımlar, çatıúmalar ve uyuúmazlıklar temelinde ele alınmıútır. Bölgedeki sorunları salt kimlik ve kültür ba÷lamında ele almak ve soyutlama birimleri olarak bu kategorilerin kullanılması sınıf kavramını dıúlayan ve onun üstünü örten bir iúlev görmektedir. Sorunun ulusal, sınıfsal ya da kültürel olarak de÷erlendirilmesi son tahlilde politik bir tutumdur bu nedenle her soyutlama düzeyi ayrı bir dünya görüúüne, de÷iúik de÷er yargılarına tekabül eder.456 Bununla birlikte topluma iliúkin sorunları saptamada gerek metodolojik, gerekse co÷rafi açıdan yapılacak sınırlamalar ve adlandırmaların politik bir tutumu önceledi÷i ileri sürülebilir. Ancak bizim için önemli olan, sorun ister bölgesel geliúme farklılıkları, ister Kürt sorunu ya da Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu sorunu olarak adlandırılsın, bütün bu farklılıkları ve gerilimleri üreten ve hepsini ortadan kesen kapitalizmin eúitsiz geliúme yasasıdır. Bu yasanın iúleyiúinde kapitalist pazar ve kâr düzeyleri egemen bir ülke alanından baúlayarak 456 Cavit Orhan Tütengil, Azgeliúmiú Ülkelerin Toplumsal Yapısı, østanbul Matbaası, østanbul 1966 s. 47 179 yayılan hareket gibi egemen kentten itibaren dıúsal bir alan kapitalist kâr düzeylerinin çevreye do÷ru gittikçe eklemlendi÷i bir seyir takip eder.457 Çevreye do÷ru bu yayılma aynı zamanda iú bölümünü de belirleyen bir yayılmadır. øú bölümünün ve kâr düzeylerinin birbirine koúut olarak kademenlendirdi÷i merkezçevre iliúkisi böylece kurulmuú olur. Kapitalizmin dıú ba÷lantısını oluúturan büyük kentler ve bu kentlerin burjuvazisi hiyerarúinin tepesinde yer alırlar. Buna karúın bu hiyerarúinin çevresinde yer alan taúra kentleri ya da geliúmemiú kentler bu hiyerarúinin en alt düzeylerini temsil ederler.458 Baúka bir ifadeyle hiyerarúinin sonunda yer alan bu kentler geliúmenin öteki ucu olarak geri kalmıúlı÷ı temsil ederler. Bu çerçevede kapitalist pazarın birbirini izleyen sıralanmıú halkalarını merkezden baúlayarak Do÷u Anadolu’ya do÷ru konumlandırdı÷ımızda, ülke içinde her kentin di÷erlerinden daha yüksek ve daha fazla gelir getiren bir noktası bulunmaktadır.459 Bu hiyerarúik ticarî devreler içinde Do÷u Anadolu’da kentlerin konumu pazarla eklemlenme ve tüccar tefeci sınıfın ortaya çıkıúının somut tarihi her ne kadar 1950’li yıllar olarak kabul edilse bile kapitalist ticari devrelerin bölgesel olarak daha önce oluútu÷unu görüyoruz. Nitekim 1890’da Van’ın Baúkale kazasında geliúkin bir Yahudi kolonisi bu tarihi daha da geriye götürmemizi sa÷lamaktadır.460 Ancak bu bölgenin içinde bulundu÷u üretim güçlerinin geliúme düzeyini belirleyen a÷ırlıkta bir örnek olmadı÷ını da belirtmeliyiz. Cumhuriyet döneminde ise yeni kurulan ulus-devletin sınırları içinde kalan nüfus savaúlarda ölmüú, göç etmiú, yok olmuú ve azalmıú yapısıyla farklı bir nitelikteydi. Savaú öncesi Anadolu’da zanaat ve sanat alanlarında çalıúan nüfus azınlıklardı461 Bu alanlarda çalıúan nüfus, tehcir ve savaú öncesi imparatorluktan kopan topraklarla birlikte sermayesi atölyesi ve iúçisi ile birlikte ulus devletin sınırları dıúında kalmıútı. Do÷u Anadolu’da ise kent nüfusunu oluúturan zenaat ve meslek sahibi sınıflar da 1915 tehciriyle göç ettirilmiúti. Ulus devletin devraldı÷ı 457 F. Braudel Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm II. cilt s. 25 Fernand Braudel, Cilt III. s.50 459 I. Wallerstein, Modern Dünya Sistemi cilt II.s 154 460 Van Tarihi Hakkında Tetebualar. Süleyman Sabri Paúa s. 76 461 Ça÷lar Keyder “ Zafer Toprak, ølhan Tekil Selim ølkin ve ùevket Pamuk’un Tebli÷lerine øliúkin Yorum” Türkiye’de Tarımsal Yapılar, s. 109 458 180 bu demografik yapının Do÷u Anadolu’da kalan büyük kısmı köylü kitlesiydi. Eúraf sınıfı kent ve kasabalarda yerleúik bulunan çok küçük gruplardan oluúmaktaydı. Bu sınıf savaú koúulları içinde üretilen burjuvazinin taúradaki küçük temsilcisi konumuyla her kentte sayılı birkaç aileyle sınırlıydı. Yeni devletin kuruluúu ile birlikte Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da ekonomik açıdan ortaya çıkan yeni sınırlar ve eski ticarî devrelerin yeni sınırlara bölünmesi sadece ticari mal devrelerini de÷il mevsimlik iúçi akımlarının güzergâhlarını da de÷iútirmiúti. Örne÷in 19. yüzyılda Do÷u ve Güneydo÷u vilâyetlerindeki ticarî devrelerin en önemli kavúa÷ını oluúturan Halep kentinin rolü ulus devletin kurulması ve sınırların belirlenmesinden sonra Antep iline geçecek ve Antep, Do÷u ve Güneydo÷u’ nun ticarî faaliyetlerinde önemli bir kavúak haline gelecektir. Antepli tüccarlar günümüzde de Do÷u ve Güneydo÷u’da kırsal nüfusun ihtiyaçlarını karúılamada merkezi rolünü sürdürmektedir. Antep Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’nun küçük taúra esnafı ile ticari devrenin öbür ucunda bulunan büyük burjuvazi sınıfını oluúturması bakımından önemli bir rol üstlenmektedir. Bölgenin kentlerinde yaúayan bu birkaç eúraf ve esnafın dıúında kalan nüfus ise kırsal alanlarda Ortado÷u kültürünün ve ideolojisinin Cumhuriyet içinde bir uzantısı gibi duran aúiret ve cemaat yapılarının çevresinde örgütlenmiú büyük kitleyi oluúturmaktaydı. Bölgenin toplumsal ve siyasal kaderini daha çok bu yapılar belirlemekteydi. Bölge hem Kürt sorunu hem de din üzerinden Cumhuriyeti arkadan tutup çeken ve onun devrimlerinin hızını kesen bir sorun olarak devam edecekti. 1950’li yıllardan itibaren bölgenin ulusal pazarla bütünleúmesi, kırdan kente göçü hızlandıracak bu da 1915 tehcir sonrası kent merkezlerinde Ermeni mülklerine el koymuú eúrafın arazi rantlarının yükselmesiyle birlikte servet ve sermaye birikimlerini artırmalarına yarayacaktı. Eúraf sınıfının Ermeni mülklerinden elde etti÷i servetle siyasal ve toplumsal nüfuzunu daha da geniúleterek ülkenin Batısı’nda bulunan büyük burjuvaziyle savaú öncesi yaptı÷ı siyasal ittifak, savaútan sonra da ticaret sermayesi üzerinden ekonomik bir ittifaka dönüúecekti. Aslında taúra eúrafının servet/ sermayelerinin kökenini Do÷u Anadolu’da neredeyse devletin tek örgütlü gücü olan ordunun iaúe ihaleleri oluúturmaktaydı. Bu illerdeki eúraf sınıfı, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan askeri binalar ve hastaneler bunların ihalesinde aracı taúeron ve müteahhit 181 rollerini üstlenerek servetlerini artıracaklardı. Bu dönemdeki eúrafın ço÷unlu÷u CHP’nin ya il baúkanı ya da il yönetiminde görev alan kimselerden oluúmaktaydı. Eúraf sınıfı aynı zamanda büyük burjuvazi ile kırsal toplumsal yapılar arasında aracı konumuyla, köylü sınıfının sömürülmesinde aracı bir rol üstlenmiúti. 462 Üretim araçlarını elinde bulunduran büyük burjuvazi ile bu zincirin aracı halkasını oluúturan eúraf, tüccar tefeci zincirin halkalarını oluúturmaktaydı. Büyük burjuvazinin eúrafla kurdu÷u bu iliúki Cumhuriyet’in kuruldu÷u ilk yıllardan baúlayarak ithal etti÷i sanayi mallarını da÷ıtım ve satıú devresinde bulunan eúraf aracılı÷ıyla kentlerden kırlara do÷ru yayılmasında temel rol üstlenmekteydi. Bu ticari devrenin tersi iúleyiúi ise yine eúraf üzerinden sömürünün akıú yönü olarak tarımdan elde edilen artı÷ın taúra eúrafına ve oradan büyük kentlerdeki büyük burjuvaziye transferini sa÷lıyordu.463 Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin Do÷u Anadolu’da yaptı÷ı kamu yatırımları askeri kıúlalar, garnizon binaları, hastane gibi güvenlik kurumlarının dıúında bir yatırımı yoktu. 1932 Sanayileúme politikasıyla sadece Malatya’da 1936 yılında kurulan bez fabrikasının dıúında bölgede sanayi yatırım olarak baúka bir yatırım görülmeyecekti. 1950’den sonra da bölgede devletin yaptı÷ı yatırımlar dıúında büyük burjuvazi bölgede kendisi için maliyeti yüksek yatırımlara yönelmeyecekti. Burjuvazi ticaret sermayesiyle pazarı elinde tutmanın yanında, yüksek faizle borç vererek, hammadde, ekipman, ara mallar ve patent hakkıyla ticaret sermayesinin iplerini sürekli olarak elinde tutacak ve pazarı istedi÷i biçimde yönlendirmede belirleyici bir rol oynayacaktı464 Ülkenin batısında oluúan bu sermaye birikimi yüksek kâr sa÷layamadı÷ı Do÷u Anadolu bölgesine fazla ilgi de göstermemekteydi. Ancak østanbul’da bulunan tekstil fabrikalarının bölgenin yün, yapa÷ı ve deri gibi sanayide kullanılacak malları ucuza kapatarak üretti÷i malları yüksek fiyata satarak vurgununa vurgun ekleyecekti. Bu vurgunu devlet kapitalizminden de yararlanarak devlet fabrikalarında üretilen ürünlerin toptan da÷ıtımı ve pazarlama ve acenteli÷i ve aracılık rolünü de üstlenerek katlayacaktı. Do÷u Anadolu’da yatırım yapılmaması yalnız sermayenin çekimserli÷i yalnızca kârlılık oranın düúüklü÷ü de÷ildi. Ticaretin merkezîleúmesi bakımından 462 Stefan Yerasimos, a. g.e, s. 178 Stefan Yerasimos, a.g.e, c III. s. 143 464 Do÷an Avcıo÷lu, a.g.e, II. cilt s. 204 463 182 da østanbul ve çevresi bu hiyerarúinin tepesini oluúturuyordu. Sanayi ve ticaretin merkezi Marmara olurken, ülkenin di÷er bölgeleri bu bölgeye göre úekilleniyordu. Kapitalizmin merkezden baúlayarak hiyerarúik biçimde ulus devlet içinde kârlılık düzeyleri ve iú bölümü bakımından biçimlendirdi÷i Do÷u Anadolu kentleri økinci Dünya Savaúı’nın sonlarına kadar ulusal pazarla bütünleúmemiúti. 1944’den sonra Anadolu demiryolunun bölgeye uzanmasıyla ulusal pazarın tarım ve enerji ihtiyaçlarının giderildi÷i ve yatırımların buna göre úekillendi÷i bir iúbölümü üzerinde biçimlenecekti. Bu bakımdan bölgede bir dönem sermaye yatıran úirketler de istediklerini bulamadıklarından kaçmaya baúladılar. Do÷u Anadolu’da yabancı sermaye ise daha çok petrol ve maden alanındaki yatırımlardan oluúmaktaydı. 1950'lerden sonra Do÷u Anadolu’da a÷ırlıklı olarak devletin yatırım yaparak ulaúım ve di÷er alt yapı sorunlarının geliúimine ba÷lı olarak, bölgenin ülkenin Batı' sına daha da yakınlaútı÷ı yarı-feodal, feodal yapının ekonomik temellerinin toprakla olan iliúkisi kısmen zayıflasa da bunun yerine a÷aların eúraflaúması ve siyasî nüfuzları ikame olundu.465 Bölgedeki kapitalist geliúme bölgedeki feodal güçlerin aleyhine de÷il bu güçlerin kent ve kasabalarda eúraflaúma sürecine girmesiyle topraktan kaynaklanan ekonomik ve siyasal gücün üzerine bu kez ticaret yoluyla elde edilen kazançlar da eklenecekti. Ticari kapitalizmin bölgede temsilcili÷ini ve aracılı÷ını yapan eúraf sınıfının yanında a÷a sınıfı da artık 1950’lerden sonra otel iúletmecili÷i, traktör bayili÷i buna ba÷lı olarak siyasal nüfuzu kullanarak devlet úirketlerinin mümesilli÷i gibi alanlarda bu ticaret sermayesinin zincirinin bir baúka halkasını oluúturacaklardı. Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da Türk Petrol Ofisi bayilerinin büyük bir ço÷unlu÷u aúiret reisleri ve onların ailelerine aittir. Örne÷in Elâzı÷’da aúiret reisi olan Septio÷lu, Van’da Burukan aúiretinin birçok petrol ofisi temsilcili÷i bulunmaktadır. Devlet kapitalizmiyle büyük burjuvazinin ithal etti÷i ürünlerin taúradaki bölgesel da÷ıtım düzeyindeki temsilcisi olan taúra eúrafının yanında bu görevi yeni bir rolle üstlenecek aúiret reisleri ve onların yakın çevresiydi. Taúra eúrafı ile köy evreni arasında oluúan geleneksel bir di÷er aracı ise çerçiydi466 Ancak çerçiyi baúka bir baúlık altında inceleyece÷imiz için burada bu konuya yer verilmeyecektir. 465 466 Do÷an Avcıo÷lu, a. g. e, s. 165 Türkiye’de günümüzde de yaygın bir úekilde kullanılan østanbul sermayesi ve Anadolu sermayesi arasında var oldu÷u düúünülen gerilimin politik ve ideolojik temsil biçimi farklı 183 Özetle Türkiye’nin do÷usuna do÷ru gittikçe Do÷u’nun do÷usu olarak bu bölgede kapitalizmle eklemlenme süreci ülkenin Batı’sına oranla geç oluúmuú ve dolayısıyla toplumsal örgütlenme ve bu örgütlenmenin temellendi÷i üretim biçimleri ve üretimin sosyal iliúkileri aynı oranda Batıyla do÷u arasındaki farkları oluúturmuútur. Do÷u’ nun kendi batısıyla arasındaki bu mutlak fark sadece kronolojik bir fark olmayıp aynı zamanda demokrasi, yurttaúlık bilinci, hukuk bilinci, kentlilik bilinci gibi bir dizi kavramların ve kurumların zayıflı÷ı anlamına da gelmektedir. 3.5.4 Do÷u Anadolu’da Eúraf Sınıfının Dinamikleri 19. yüzyılın ortasına kadar Do÷u Anadolu’nun birçok kentinde ekonomik yapı pek çok açıdan kendine yeter durumdaydı. Bu kentlerin merkezlerinde yerleúik halkın ço÷u Kürt olmayan Türk ve Hıristiyanlardan oluúuyordu.467 Diyarbakır, Erbil, Musul, Van zanaat ve ticaret merkezleriydi. Mahalli pazara yönelik âlet ve araçların pek ço÷u Hıristiyan ve Yahudi zanaatkârlar tarafından üretiliyordu. 19. yüzyılın ortalarına kadar kıyı bölgeleriyle Batı Anadolu’yu etkileyen Avrupa’nın ürünleri ve onların neden oldu÷u yıkım, ülke içlerine do÷ru ilerledi. Örne÷in 19. yüzyıl baúlarında 30 bin balya tiftik iúlenen Ankara’da, 1888 yılında sadece üç tezgah kalmıútı. Van’da ve Diyarbakır’da mahalli tüketim ihtiyacını karúılayan birkaç tezgah bu yıllarda varlı÷ını henüz sürdürmekteydi. Dericilik, bıçakçılık, kısmen de olsa yaúamaya devam etmekteydi. Bu üretim kolları daha çok zanaat çerçevesi içindedir ve el eme÷i arzını emecek güçte de÷ildir. Tarımda kullanılmayan emek için tek imkân madenlerle, yabancılar ve batı Anadolu’daki azınlıklar tarafından ulaúım yollarının yakınına kurulmuú olan görünse de ekonomik temelde aynı ticari devrelerin birbirini tamamlayan halkalarıdır. Bu iki sermaye grubu da sınıf çıkarları açısından aslında birbirini tamamlayan bir çıkar iliúkisi içindedirler. Bu iki sermaye grubunun birbiriyle çatıútıkları yönünde açıklamalar olgusal gerçeklikten uzaktır. 1950 yıllardan baúlayarak “taúra esnafı” her zaman büyük sermayenin taúradaki ya ticari mümesilli÷i ya da distribütürü rolünü üstlenmiútir. Günümüzde AKP’nin 22 Temmuz seçimiyle iktidara gelen milletvekilleri meslekî köken olarak ele alındı÷ında birço÷u Koç ya da Sabancı úirketlerinin taúrada temsilcileri oldu÷u görülecektir. 467 Suraıya Faruqiu, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, Çev. Neyir Kalaycıo÷lu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, østanbul, 1993, s. 78 184 bıçkı evleri, sabun imalâthaneleri, un de÷irmenleri halı imalâthaneleri gibi bir kaç basit imalât sanayiden oluúmaktaydı.468 Bunların yanı sıra Do÷u Anadolu’daki kentler aynı zamanda dini ve idari merkezler olarak valiler, mahkemeler, polis ordu, belli baúlı zanaat dalları, silah yapımcılı÷ı, sarraflık, gümüúçülük, debba÷lık gibi zenaatların bulundu÷u mekanlardı. Bu zenaat ve atölyeler 20. yüzyılın baúlarında ülkenin batısında Avrupa mamul mallarının Osmanlı pazarına girmesiyle bu zanaatlar tamamen yok olurken Do÷u Anadolu’da kısmen de olsa varlıklarını sürdürüyorlardı.469 Bu zanaatlarla u÷raúan geleneksel iúgücü, tehcir ve daha sonra 1947’de øsrail’in kurulmasıyla Eskenaz Yahudilerin øsrail’e göç etmesiyle tamamen ortadan kalktı.470 Cumhuriyet döneminde Do÷u Anadolu’daki eúrafın ço÷unlu÷u ya Türktü ya da Türkleúmiúti. Bu nedenle Cumhuriyet döneminde bölgede baú gösteren Kürt isyanlarında bölgede bulunan eúraf sınıfı bu isyanları desteklememiúti. Kürt milliyetçili÷inin taraftarı olan eúraf her zaman azınlıkta bulunmaktaydı. Bölgenin kentlerindeki orta sınıfı daha çok Türk nüfus oluúturmaktaydı, hizmet iúlerinde ise çevreden gelen Kürtler çalıúmaktaydı.471 Bu bölümün baúında da belirtti÷imiz gibi Do÷u Anadolu’da a÷aların yanında kentlerde yerleúik eúrafın ekonomik kaynakları büyük ölçüde úehirlerde bulunan askeri birliklerin iaúe ve zahire müttehitli÷ine dayanmaktaydı. Örne÷in I. Dünya Savaúı öncesi Van’da Hacı Bekir isminde bir úahsın bezirhaneye, ya÷ imalâthanesine, úemhaneye (mum imalathanesi) ve debba÷haneye (deri imalathanesi) ve Van’daki 3.Tümen ve Süvari Alayı’nın ot ihtiyacını karúılayacak büyük bir araziye sahip oldu÷unu görüyoruz.472 Hacı Bekir’in servetinin günümüzdeki uzantısı artık østanbul’da holding konumuna gelmiútir. Bununla birlikte Do÷u Anadolu’da eúrafın dinamiklerini Anadolu’nun di÷er kentlerinde oldu÷u gibi 1915 Tehciri sonrası koúullarda aramak gerekir. Eúraf sınıfının konumu ticaret ve zanaat alanında çeúitli faaliyetler gösteren orta ve küçük mülk sahipleri hiyerarúisine göre kurulur. Bu sınıfın baúlangıçta elde ettikleri servet/sermayenin kayna÷ı tarımdan elde edilen artık ürünün çevresinde oluúur. Cuinet, V. “ La Turquie d’ Asie Cilt I. s.51 Ömer Celal Sarç, Tanzimat ve Sanayimiz. s. 64 1940 470 Bruinessen, a. g. e s. 39 471 Bruinessen, a.g.e s. 436 472 Van Gazetesi, sayı 376, Yıl 1942, s. 3 468 469 185 Taúrada mahalli pazar iúlevini yerine getiren bu sınıf úehir merkeziyle sıkı sıkıya ba÷lıdır ve çok kere yerleúme yeri úehir merkezleridir. Eúraf sınıfı kapitalist ticari devrenin taúradaki en büyük halkası olarak büyük kentlerdeki büyük burjuvaziye oranla do÷rudan üreticiyle sürekli iliúki içinde oldu÷u için daha tutucudur ya da tutucu görünmek zorundadır.473 Bu yerel egemen sınıflara eklenen di÷er bir halka son yıllarda tarikat ve cemaat sermayesinin taúrada örgütlenerek yavaú yavaú büyük kentlere do÷ru e÷ilimine bakıldı÷ında cemaatin tesanüt duygusunun ticari alana tahvilinde önemli bir rol oynar. Taúra’da eúrafın tutuculu÷una somut örne÷i Van’da süvari alayının ot ihtiyacını karúılayan ve aynı zamanda Ermenilerden kalma araziler üzerinden büyük servet ve nüfuz edinmiú Altaylızade ailesidir. Bu aile Van’da Ermenilerden kalan arsa ve arazileri belediye baúkanlı÷ı CHP il baúkanlı÷ı gibi nüfuzlarını kullanarak elde ederek, gayri menkul zengini olmuútur. Afet ønan’ın yazdı÷ına göre 1952’de Van’da üniversite kurulması için çalıúmalar yürüten heyete bu ailenin yardım konusunda hiç de “münsif” davranmadı÷ından söz eder.474 Baúka bir örnek Hüsnü Yörük ailesidir. Bu aile askeriyenin iaúe ve zahire ihalesinden bu yıllarda büyük paralar kazanacak, daha sonra bu servet ve sermaye Van’ın øran’la sınır ilçesi olan Elbak’taki (Baúkale) Yahudi kolonisinin sermayesi ile birleúerek 1950 yıllarda østanbul’a taúınacaktır.475 Nazmi Sevgen 1943 yılında Baúkale’de giyinme ve konuúma bakımından yerlilerden hiç farkı olmayan ticaretle u÷raúan Yahudilerden söz etmektedir. Bu Yahudilerin bir bölümünün I. Dünya Savaúı’nda Adana’ya yerleúip burada manifaturacılıkla u÷raútıklarını belirtmektedir.476 Eúraf sınıfı Do÷u Anadolu’nun ulusal pazarla kırsal köy ve kasabalar arasındaki bu aracı konumu hem dıú pazar hem de iç pazarın bir birinin içine girdi÷i bir dizi ticarî devrelerin oluúmasıyla sa÷lanmaktaydı. Bu ticari devreler büyük kentlerden küçük kentlere küçük kentlerden kasaba ve köylere kadar uzanan bir dizi zincir úeklinde de biçimlenmiúti. Bu ticarî devrenin büyük 473 Stefan Yerasimos. a.g. e s. 143 ùark Üniversitesi Raporu, Milli E÷itim Matbaası, 1952, s. 47 475 Yeni Yurt Gazetesi, s. 854. s. 2, Yıl 1947 476 Nazmi Sevgen, a.g.e, s.1 474 186 kentlerdeki burjuva sınıfı ile köy arasında yer alan taúra esnafı Cumhuriyet dönemi iktisat tarihi metinlerinde sık sık geçen “Hacı A÷a” tipolojisi büyük kentlerdeki burjuvanın uzantısı olarak kırsal alanda artık ürüne el koymanın halkalarını oluútururlar. Do÷u Anadolu’nun kentlerinde toptan gıda ve perakende satıú konularıyla u÷raúan eúraf tüccar ve tefeci sınıf aldıkları komisyonlarla ve buna ek olarak bir de tekelci durumlarının yarattı÷ı büyük orandaki artı kâr imkanlarıyla taúrada orta sınıf burjuvazisinin bir kısmını oluútururlar.477 Taúrada büyük burjuvazinin aracılı÷ını yapan taúra eúrafı büyük kent merkezlerinden yola çıkıp tüketici ile sonlanan ticari devrenin taúradaki en önemli halkasını oluúturur. Aynı úekilde bu sınıf bu ticari devrenin küçük üreticiden baúlayarak tarımsal artı÷ın kırdan baúlayarak dıú pazar arasındaki iliúkilerin kurulmasında da önemli bir rol üstlenir. Eúraf sınıfı taúradaki tekelci konumuyla denetimi altında tuttu÷u mahalli pazarda konumuyla hem köylünün üretimini satın almak hem de dıú pazarlardan gelen malı satmak alanındaki tekelci konumu sayesinde taúrada hem ekonomik hem de siyasal olarak önemli güç haline gelmiútir.478 Büyük Burjuvazi ile taúra eúrafı arasında kurulan bu ticarî devrenin en ucunda yer alan kırsal alanla taúra eúrafı arasındaki en son halka çerçi olarak bilinen gruplardı. Ancak taúra eúrafı ve köy arasındaki iliúki sadece çerçiler aracılı÷ıyla kurulan bir iliúki de÷ildi. Köylünün do÷rudan taúra ve kasaba eúrafı ve esnafıyla olan iliúkisinin yanı baúında oluúan bir gruptu.479 Do÷u Anadolu’da eúraf ve köylüler arasındaki iliúki, tamamen borçlanma ve faize dayanmakta ve bu iliúki eúraf lehine iúlemektedir. Çünkü eúraf bu iliúkilerin aracısı olarak toplumun dıúarı açılmasında tampon bir görevi benimsedi÷i gibi, tarımsal alanda artık ürünü bu ekonomik iliúkiler aracılı÷ıyla ele geçirerek paraya çevirerek birikim yapmaktaydı. Cumhuriyet’in 1930 yıllarında eúraf sınıfı Do÷u Anadolu’da çok zayıf bir kapitalist birikim düzeyine sahipti. 1930’lu yılların 477 Stefan Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye, Cilt I. s. 134 Do÷an Avcıo÷lu, Türkiye’nin Düzeni, cilt II s. 176 479 Falih Rıfkı Atay Cumhuriyetin ilkeleriyle asla uyuúmayan eúraf sınıfının CHP içinde de oldu÷unu vurgulayarak bu sınıfın nüfuz ve iktidarının halktan kaynaklanmadı÷ını, eúrafın ço÷unun halka hükümet gücüyle, hükümete de halk gücüyle kendini saydırmak yolunu bulmuú bir takım mürailer (ikiyüzlüler) olarak niteler. Bu sınıfın yaratılmasında øttihat ve Terakki’nin payı oldu÷unu ileri sürerek, bu sınıfın daha çok meúrutiyet döneminin kalıntısı olarak CHP’yi yıprattı÷ını vurgulayarak bu sınıfın üstünden partinin ve hükümet nüfuzunun alınması gere÷ini belirtiyordu. Bkz. Falih Rıfk Atay Çankaya s. 243 478 187 ortasında sonra demiryolları hattının Do÷u ve Güneydo÷u bölgesinin bir çok iline ulaúmasıyla birlikte bu birikim hızlanmıútı. Bununla birlikte Kapitalist pazara açılma süreciyle köy ve tarımsal alanlarda mevcut olan feodal üretim biçiminin çözülme e÷ilimine girip daha ileri bir aúamaya geçmesi evrimi çok yavaú bir seyir takip etmiútir. Bu süreç aynı zamanda aúiret a÷alarının tüccarlaúma sürecine girdi÷i yıllara tekabül etmekteydi. Örne÷in Van’ın en büyük aúiretlerinden biri olan Brukan aúireti reisi Kinyas Kartal ve ailesi kırsal alanda siyaseten elde ettikleri artık ürünü birçok ma÷aza, pasaj ve otel otobüs iúletmecili÷i gibi ticari alana yatırmıúlardır. Sermayesini ticarete yatıran büyük mülk sahibi aúiret reisleri kent merkezlerine yerleútikten sonra tarım emekçileriyle olan kiúisel iliúkileri zamanla zayıflamıú olsa da himayeci aúiret ba÷ları bu kez de kent içinde siyasal bürokratik kanallar kullanılarak kamu kurum ve kuruluúlarına eleman almada banka kredileri kullanmada çok etkin rol oynamıútır. Çarpıcı bir örnek olarak a÷aların kent içinde bu nüfuzlarının en somut göstergesi Van’da Tes-øú sendikasının baúkanının üst üste aúiret oylarıyla seçilmesidir. Van’da Brukan aúireti 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle bu aúiret her dönemde parlementoya temsilci gönderdi÷inden kent içinde ve çevresinde nüfuzlarını geniúlettiler. Aúiret bu siyasal nüfuzunu kullanarak aúiret mensuplarının kamu kurum ve kuruluúlarına elaman almada nüfuz ve imtiyaz kullanarak böylece kamu kurumlarında aúiret mensubu bir ço÷unlu÷u oluúturdular. øúçi sendikası gibi ça÷daú sanayi toplumunun örgütü olan bir kurumun baúkanlık seçiminin siyasal davranıú biçimi olarak asabiyet ve aúiret kültürüne dayanması Türkiye’de iúçi sınıfı ve sınıf bilincinin hangi dinamiklere dayandı÷ını göstermesi bakımından da üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur. Do÷u Anadolu’da aúiret reislerinin ekonomik ve siyasal nüfuzunun temel kayna÷ı olarak bölgenin kapitalist pazarla eklemlenmesi sürecinde servet/sermaye birikiminin nasıl elde edildi÷ine dair baúka bir örnek de Van’da “Siirtliler” olarak bilinen tüccar-tefeci sınıftır. Cumhuriyetin önemli projelerinden biri olan demiryolları hatlarından biri olan Diyarbakır-Kurtalan hattının 1945’de tamamlandı÷ı yıllardan itibaren Kurtalan hattıyla Van arasındaki ulaúım ve ticareti büyük ölçüde “Siirtliler” diye anılan tüccar-tefeci bu grup üstlenmiúti. Van ve Siirt arasındaki demiryolu hattı ancak 1965’te Tatvan’a kadar uzatılacak 1971 øran 188 hattıyla Van’a ba÷lanacaktı. 1945’ten 1971 yılına kadar Van’da “Siirtli” olarak bilinen ilkel sermaye birikimlerini çerçicilik üzerinden elde eden, daha sonra da demir yollarının Siirt Kurtalan’a gelmesiyle münakale iúlerinde Van ve çevresinde tüccar-tefeci sermaye sınıfı olarak bu grubun yükseldi÷ini görmekteyiz. økinci Dünya Savaúı yıllarında çerçicilikten baúlayarak ilkel sermaye birikimleri ve daha sora tüccar-tefeci sermayenin hangi dinamikler üzerinde geliúti÷ini aúa÷ıda daha ayrıntılı bir biçimde açıklayaca÷ız. Çerçilik baúlangıçta geleneksel koúullarda tamamen kendine yeterli göçebe ve yarı göçebe yaúamın kent ve kasaba ile olan ekonomik iliúkileri büyük ölçüde çerçiler üzerinden kurulmaktaydı. Do÷u Anadolu’da aracı grup olarak çerçiler yerleúik köy kasaba, úehir eúrafı arasındaki iliúkiyi kuran aracı bir gruptu. Kırsal alanla kasaba arasında kurulan bu küçük ticarî devre daha sonra tarımsal artı÷ın devúirilmesindeki aracı rolleriyle nasıl büyük sermaye ve servet sahibi sınıflar düzeyine yükseldi÷ini “Siirtliler” örne÷i üzerinden takip edece÷iz. Çerçicilik baúlangıçta göçebe ve yarı göçebe yaúam içinde bulunan aúiretlere hayvanlarıyla birlikte çadırlara kadar gelmekte ufak-tefek malları çay, úeker, inci-boncuk vb ürünlerle göçebenin yün ve peyniri ile takas etmekteydi. Çerçicinin ürün yelpazesi yükte hafif pahada da çok a÷ır olmayan ürünlerden meydana gelmekteydi. Mal stoku bazen tek bir maldan, oluúmakta bazen de alıcıların istedikleri çeúitli mutfak ve giyim eúyalarından oluúmaktaydı. 13. yüzyıl Fransız çerçicisinin heybesinde bulunan ürünlerini Herbert Heaton úöyle sıralamaktadır. Kayıúlar, eldivenler, keman telleri, i÷neler, peçeler, ok uçları, kopçalar, bakır veya gümüú toplu i÷neler, keten úalları, rujlar takkeler, yuvarlak i÷neler, broúlar, çanlar, din adamları için rahle ve kalemler oldu÷unu bildirmektedir.480 Otarúik ekonomik yapı ve mahalli bir ölçek yelpazesi içindeki çerçiler, bir uçta satıcı küçük dükkâncı veya kendi ürünlerini satan bir zanaatkâr bulunmaktadır, di÷er uçta ise büyük ölçekli uzun mesafe ticareti yapan, kâr ve para ile büyük malî iúlemlere giriúen büyük tüccarlar yer almaktadır.481 Kırsal alanla kasaba ve úehir tüccarı arasındaki en önemli aracı olan çerçi Do÷u Anadolu’da göçebe-yarı göçebe aúiretler ile köyler arasındaki iliúkiyi sa÷layan aracıydı. Çerçi olgusu bu çalıúmada özellikle Van’da halk arasında “Siirtliler” olarak bilinen günümüzde de Van’da en büyük sermaye 480 Heoton Herbert, Avrupa øktisat Tarihi ølk Ça÷dan Günümüze, Çev. M. Ali Kılıçbay, s. 151 189 ve servet sahipleri olan bu grubun ilkel sermaye birikimleri ve daha sonra bu birikimin geliúim sürecini açıklamak açısından bölgede toplumsal ve sınıfsal farklılaúmanın izlerini takip etmek bakımından önemli bir örnek oluúturmaktadır. “Siirtliler” örne÷i aynı zamanda Türkiye’de din-ticaret-siyaset dolayımını açıklamak bakımından günümüzde din üzerinden kurgulanan politik e÷ilimlerinin açıklanmasında somut bir örnektir. Siirtliler baúlangıçta “mürtezika” (rızıklananlar) konumundan bugün gerek Van ve çevresinde, gerekse de ülkenin büyük kentlerinde artık büyük ihracatçı ve holdingleúme sürecine girmiúlerdir. Siirtlilerin yüz yıllık bir süreçte servet ve sermayenin birikim süreçlerini kaba da olsa aúa÷ıda açıklamaya çalıúaca÷ız. 3.5.5. Bir Sermaye Birikim Örne÷i: Mürtezika Sınıfından Mürtefi Sınıfına: Van’da Siirtli Tüccarlar Mürtezika (rızıklananlar) kelimesi Osmanlı vakıf ve maliye tarihi içinde kullanılan bir terim olup rızıklananlar vakıf fukârası482 “zahmetsiz ve emeksiz yiyiciler” sınıfı olarak tanımlanır. Mustafa Akda÷ bu sınıfı topluma olumlu hiçbir katkıda bulunmayan sadece sultanın manevi itibarını ve meúruiyetini canlı tutmak amacıyla duaguluk (dua yapanlar) dan oluúmuú úehirlerde oturan tüketici bir kalabalık olarak duygusunun tanımlar. Akda÷ bu grup üzerinden dinsel amaçlı yardım sömürülerek nasıl ekonomik bir güç haline geldi÷ini anlatmaktadır.483 Her ne kadar Mürtezika ismi altında anılan bu grup Osmanlı’nın 18. yüzyılına ait bir toplumsal ve tarihsel kategori olarak görünse de Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren “Mürtezika” zinniyetinin ideal tiplerini cemaat yapıları, taúra esnafı, eúrafı üzerinden özellikle Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’dan baúlayarak ülkenin bütününde gözlemlemek mümkündür. Mürtezikaların sahip oldu÷u servetin kökeni ideolojik ve dini olgulardan kaynaklandı÷ı için “Mürtezika” terimi bizim için Van’da Siirtliler olarak bilinen tüccar tefeci sınıfın ortaya çıkıúındaki ideolojik dini ve ekonomik koúulları açıklamada anahtar bir kavramdır. 483 Mustafa Akda÷, Türkiye’nin øktisadi ve øçtimai Tarihi, Cilt II. s. 90-91 190 Van’da Siirtli olarak anılan tüccar-tefeci sınıfın baúlangıçtaki mesleklerinin hafızlık, mollalık ve Siirt’in Tillo kasabasında bulunan Nakúibendi tarikatının mensupları olarak çerçiler konusu içinde kısaca de÷inilmiúti. Burada ise bu servet ve sermayenin din-ticaret dolayımı ve tarihsel geliúimi “Siirtliler” üzerinden açıklanacaktır. Siirtliler, Van ve çevresinde baúlangıçta hafızlık, hocalık medrese mollalı÷ıyla öbür dünyanın aracılı÷ıyla bu dünyanın aracılı÷ının nasıl iç içe geçti÷inin en somut örne÷idir. Ayrıca bu örnek dinin sadece geleneksel yapılarda de÷il, kapitalist pazar iliúkileri içinde artık ürüne el koymanın kapitalist biçimlerini anlamak bakımından yol göstericidir. Dinin bütün ortaça÷ toplumlarında servet edinmede serveti elde tutmada baúlıca meúruiyet kayna÷ı oldu÷u bilinmekle birlikte, kapitalist iliúkiler içinde din-ticaret dolayımıyla tüccartefeci sınıfın kökenlerini ve bu sınıf için dinin kapitalist pazar içinde nasıl iúlev gördü÷ünü, sınıfsal farklılıkların üstünü nasıl örttü÷ünü anlamak bakımından önemlidir. Bu konu ayrıca günümüzde cemaatlerin ekonomik ve siyasal gücünün hangi dinamikler üzerinde temellendi÷ini anlamak açısından somut bir örnektir. Mürtezikadan çerçilicili÷e oradan büyük tüccarlı÷a bir sermaye birikim örne÷i olarak Van’da Siirtlilerin, II. Abdulhamit’in tahta çıktı÷ı 1876 yılına kadar Van’ı gezen Avrupalı seyyah ve co÷rafyacıların Van’ın toplumsal ve ekonomik yapısıyla ilgili gözlemlerinde bu sınıfın Van’da meskûn oldu÷una dair hiç bir iz yoktur. Siirtlilerin Van’da görünme tarihleri Abdülhamit’in Pan øslâmcı politikasıyla neredeyse eú zamanlıdır. Abdülhamit’in Pan-øslâmcı politikasıyla Do÷u Anadolu’da halifeyle halk arasında din ba÷ının kurulmasıyla din adamı, medrese ö÷rencileri, hafızlar, imamlar, úeyhler, seyitler, nakipler de ço÷almaya baúlamıútı.484 1896’da Van’da bulunan Müúir Sadettin Paúa hafızların bütününün ùiirt’ten geldiklerini bunların baútan aya÷a kadar cehalet çukuru içinde olduklarını, içlerinde hiçbir sanatkârın olmadı÷ını, akúama kadar a÷ızlarında Kur’an ceplerinde akçe oldu÷unu yazmaktadır485 Bu tarihte Van’a gelip yerleúen Siirtliler genellikle Arap kökenli olup Arapça konuútukları için halk arasında ayrıca bunlara seyitlik ve úeyhlik gibi ünvanlar aracılı÷ıyla kutsiyet izafe edildi÷i için, 484 485 Niyazi Berkes, Türkiye’de Ça÷daúlaúma s. 346 Sami Önal, Sadettin Paúa’nın Anıları, Ermeni Kürt Olayları, Remzi Kitapevi Yayınları, (1896 Van), s.75 191 Siirtliler bu itibarı ticarete dönüútürerek servet ve sermayelerini ço÷altmıúlardı. Marx’ın Lutherden aktararak yazdı÷ı gibi “ Kafirler, zındıklar, tefecinin katmerli bir hırsız ve katil oldu÷unu aklın ıúı÷ı ile anlayabiliyorlardı. Biz Hıristiyanlar ise bunlara öylesine bir onur veririz ki, yalnız paraları için onlara düpedüz taparız.486 Bu gerçe÷i hatırlatacak biçimde Ortaça÷da din adamının servet edinmede kullandı÷ı dinsel ideolojinin ticarette ve servet edinmede nasıl bir iúlev gördü÷ünün somut örne÷i Siirtliler’ dir. Siirtlilerin ilk kuúa÷ının Van ve çevresinde bilinen ilk meslekleri hafızlık ve hocalıktır. økinci aúamada bu çerçili÷e dönüúecektir. Siirtliler ilkel sermaye birikimlerini köy ve kasabalarda at ya da katır sırtında yapmıú oldukları çerçilikle sa÷lamıúlardır. Çerçicilikte esas olan para ekonomisinden çok takas ve trampayla köylünün tarımsal ürünlerinin alınıp yerine mutfak eúyası giyim gibi eúyalarla takasa dayanmaktaydı. Köylüden ya da göçebe aúiretlerden alınan bu ürünler úehirde satılarak paraya dönüútürülmekteydi. Bu kuúa÷ın üçüncü sermaye birikim düzeyi ise canlı hayvan, deri yün ve yapa÷ı ticaretiydi. Bu ticari a÷ üzerinden Siirtliler büyük úehir tüccarları ve østanbul’da tekstil sanayiyle olan ba÷lantılarında sermayelerini daha çok büyüteceklerdi. 1931 yılında Altayzade Mehmet Efendi’nin Cumhuriyet Halk Partisi il kongresi zabıtlarında belirti÷i 1929 Dünya Ekonomik Krizi ortamında tarım ürünlerinin fiyatlarının hızlı bir úekilde düúmesiyle baúlayan krizde Siirtliler Van’da köylünün hayvanlarını neredeyse yok pahasına satın alarak spekülatif kazançlarını ço÷alttıklarından söz ediyordu487 økinci Dünya Savaúı yıllarında savaú ortamının yarattı÷ı ihtikar stok yapan Siirtliler servet ve sermayelerini bir kez daha katlayacaklardır. Çok partili rejime geçiú döneminde Van’da Ermenilerden kalan arazi ba÷ ve bahçeleri eline geçiren yerli eúraf yanında Siirtliler de bu yıllarda hastane ihalesi, askeri iaúe ihalesi gibi alanlarda servet ve sermayelerini ço÷altacaklardı. Örne÷in bunlardan biri 1947 Hastahane øhalesi askeri tümenin iaúe ihalesinde büyük vurgunlar yaúandı÷ını 486 487 Marx, Kapital I, Cilt s. 566 BCA. Katalog Numarası Cumhuriyet Halk Partisi 490.10.0 /202.80.15 Van Vilayet Kongresi Zabıtnamesi 192 dönemin mahalli gazetelerinde görmek mümkündür.488 Bu vurgunlara baúka bir somut örnek olarak økinci Dünya Savaúı koúullarında Ziraat Bankası Van úubesine gönderilen üç ton úekerin halka perakende olarak satılmayıp iki Siirtli tüccara satılmasıdır. Bu olay, o günün gazetelerinde dile getirilmiú olup bu tüccarlardan biri de Demokrat Parti Van il baúkanı idi.489 1950’li yıllara gelindi÷inde Van’da Karayolları, DSø gibi kamu kurumlarının úube ve bölge temsilcili÷inin kurulmasıyla birlikte, kırdan kente göç eden emek kısmen de olsa bu kurumlarda istihdam edilmeye baúlanmıútı. Bu yıllar bütün Türkiye’de oldu÷u gibi Do÷u Anadolu bölgesinde de kırsal alandan kente göçün yo÷un oldu÷u yıllardı. Kente göç eden nüfusla birlikte artan tüketim talepleri toptan gıda ticaretinin geniúlemesine ve büyümesine neden olmuútu. Bu sektörde öncü konumda olan yine Siirtli tüccar-tefeci sınıftı. Siirtliler bu kez de kent içinde toptan gıda ticaretine el atarak artan nüfus oranında kârlarını bir kez daha katlayacaklardı. Siirtliler büyük kentlerdeki burjuvazinin taúradaki acentası temsilcisi konumuyla yerleúik eúrafı bile geride bırakarak úeyhlik, hocalık ünvanları altında ticareti birlikte yürütmekteydiler. ùeyhlik ve hocalık ünvanları altında köylü kitlelerin dinsel duygularını ticarete ve sermayeye tahvil etmede dinsel ideoloji, kırsal alanda çok önemli bir iúlev görüyordu. Siirtliler 1950’li yıllardan baúlayarak úehirde toptan gıda dükkânlarını özellikle köy duraklarına yakın yerlerde açmaya baúlayacaklardı. Tarımsal alanın sömürüsünde aracı sınıf olarak Siirtiler’in ayrıca Van-Baúkale-Hakkâri üçgeninde sınır kaçakçılı÷ından yurt içine sokulan malların pazarlanmasında konumlarıyla, ve ülkenin kaçakçılıktan batı kentlerine elde edilen sevk servetin edilmesindeki önemli bir aracı aya÷ını oluúturmaktaydılar. Siirtlilerin Van’da sanayi büyük çaplı iúletme kurmaları kural olmamakla birlikte, bu tüccar-tefeci sınıf artık kırın yerel ihtiyaçlarını aúan miktarlarda mal biriktirmeye ve bunları ihraç etmeye kadar sermayelerini büyütmüúlerdi. Büyüyen bu sermayeyle birlikte daha yüksek kâr alanı olan østanbul ve büyük úehirlere göç etmiúler, bu faaliyetlerini bu kentlerde devam ettirmiúlerdir. 1980 sonrası ekonomide uygulanan liberal politikalarla bu aracı konumlarını daha da pekiútirmiútir. Aynı yıllarda bölgede köylerin elektiri÷e kavuúturulmasıyla kırsal alanın sömürüsü tüccar lehine daha büyük boyutlara 488 489 Yeni Yurt Gazetesi, Yıl 1947, sayı 1924, s. 2 Yeni Yurt Gazetesi, Yıl 1948, sayı 1450, s. 2 193 ulaúmıútır. Van’da bugün en büyük servet ve sermaye birikimine sahip olan kent ve çevresinde ticaretin büyük bir kısmına sahip olan yine Siirtlilerdir. Örne÷in Van’da yaptı÷ımız araútırmalarda 8 döviz bürosundan altısının imam ve úeyh çocuklarına ait olmasının yanı sıra, 11 kuyumcu ma÷azasından altısının Siirtlilere ait olması tesadüf de÷ildir. Siirtlilerin birinci kuúa÷ı sermayeleri belli bir düzeye ulaúınca artık østanbul’a yerleúmiú, ikinci kuúak Siirtliler bu faaliyetlerini halen Van’da sürdürmektedirler. Sonuç olarak halkın saf dini inancını güvenini yıllarca kâra tahvil eden Van’daki dünkü mutaassıb müteddeyin tüccar-tefeci sınıfın, bugünlerde neoliberal görünüm içinde siyasete atılmalarına úaúırmamak gerekir. Çünkü para dini yumuúatan bir iúlev görür. Hatta o kadar çok yumuúatır ki imamlık, úeyhlik dövizcilik, tefecilik, seyyitlik gibi sıfatları tek kiúide bütünleyecek kadar. Böylece “din” piyasa dolayımında bir meta haline gelir. Din-Ticaret-Din dolayımına son günlerin siyasetini de eklersek Din-Ticaret- Siyaset dolayımının son halkası da tamamlanmıú olur. Bu dolayım içinde bu meslekler aynı zamanda birbirlerinin hem varlık nedenlerini hem de birbirlerini besleyen süreçleri oluútururlar. Her ne kadar yukarıda vurgulanan roller arasında farklar olsa da gerçekte adam aynı adamdır. Bu adam camideyken baúka bir adamdır, tefeciyken baúka. Çünkü tavırları ve tasavvurları arasında bir çatlak bulunmaktadır. Bu çatla÷ın bir tarafında feodal üretim iliúkilerinin biçimlendirdi÷i din tarikat ideolojisi dururken öbür tarafında kapitalizmin tatlı kârı durmaktadır. Bu bölünmüú üretimin toplumsal kiúilik düzeyinde yansıması ise bölünmüú bir kiúiliktir. Bu bölünmüú kiúilik ve úizofrenin meúruiyet temelleri artık küresel dünyada post-modernizm tarafından sa÷lanmaktadır. Baúlangıçta úeyhlik, mollalık, seyitlik gibi dini sıfatlarla ve zekâtla ilkel sermaye birikimlerini oluúturan bu kutsal metinlerin yalancı tercümanları, sonrasında saf halkın yıllarca “o haram bu haram” diye diye beynini ve parasını sömüren, halkın tasarruflarını kendilerine kanalize eden, her türlü onurunu kapitalist piyasanın de÷iúim de÷eri içinde eriten dövizci-tefeciimam üçlemesi, bu üç mesle÷i piyasanın potasında mükemmel bir úekilde birleútirmiú ve Türkiye’de artık egemen bir konuma gelmiúlerdir. 194 3.5.6 Cumhuriyet Dönemi Do÷u Anadolu’ da Toplumsal Yapı ve Mülkiyet øliúkileri Cumhuriyet’in ilk yıllarında Do÷u Anadolu’da kırsal toplum kesimlerinin dıúında kentler genellikle aúiret yapısı dıúındaydılar. Aúiret yapılarının egemen oldu÷u kesimler daha çok kentlerin dıúındaki kırsal alanlardı. Kırsal alanlarda ise konar-göçer, yarı-yerleúik ve yerleúik aúiretler yanında hiçbir aúirete mensup olmayan köyler de vardı. Cumhuriyetin kuruldu÷u yıllarda köylüler henüz küçük meta üreticisi konumundan çok uzak bir sosyo-ekonomik yapı içindeydiler. Küçük mülkiyetin egemen oldu÷u tarımsal alanlarda göreli olarak kırsal toplumsal sınıflar içinde birbirini dengeleyen bir ekonomik ve toplumsal yapı egemendi490 Küçük mülkiyetin yaygın oldu÷u alanlarda toplumsal yapı içinde yer alan köylüler geniú toplumla olan iliúkileri hem zayıf hem de sınırlı olan, birbirleri karúısında güçlü bir özerklik gösteren, toplumsal çevreden çok do÷al çevreye yakın bir niteli÷e sahip yapılardı.491 Küçük mülkiyetin yaygın oldu÷u kırsal alanlarda toplumsal de÷iúmenin temel dinami÷i, köyün bulundu÷u co÷rafi konum, yerleúme yeri, kent merkezlerine yakınlık uzaklık, kentlerle olan iliúkileri ve ulaúım olanakları pazara açılıú koúulları tarafından belirlenmekteydi.492 Do÷u Anadolu’da küçük toprak mülkiyeti Güneydo÷u’ya göre daha yaygındı. 1950’li yıllarda tarımsal alanlara traktörün girmesiyle ve artan nüfus oranı küçük toprak mülkiyetini ortadan kaldırmamıútı. Küçük mülkiyet iliúkilerine dayalı sosyal yapılar ne tarım proletaryası içinde yer alabilen ne de kolayca göçebilen büyük bir köylü kitlesi meydana getirmekteydi. 1950’li yıllarda köyden kente göç etmiú kitle, Türkiye’nin sanayileúme yapısına ve hacmine ba÷lı olarak sanayinin istihdam edemedi÷i bu iúgücü hizmet sektörü ve marjinal sektörlerde yeni yaúam alanları bulmuúlardı. Fakat sanayi kırsal alandan kopan artık iú gücünü çok sınırlı düzeyde istihdam etme hacmine sahipti. Türkiye’de siyasal kültürün ve yönetim kültürünün etkisiyle kırsal alandan kopan köylü kitle sanayi ve endüstri 490 Tevfik Çavdar, Türkiye’deki Toprak Da÷ılımının øúletme Büyüklükleri Yönünden Yapısı ve Çözümlenmesi, SBF Yayını s. 21 491 Özer Ozankaya, Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, SBF Yayını, Ankara, 1971. s. 1 492 Stefan Yerasimos, a. g.e, s. 176 195 iliúkileri içinde sınıf bilincini geliútirecek bir yapıdan uzak kalmıú var olan iúçi sınıfı ise köylülükten çıkamamıútı.493 Do÷u Anadolu’da ekonomide parasal iliúkilerin önünü açacak sanayileúmenin dönüútürücü koúulları olmadan hukuksal ve ideolojik düzeyde uygulanan politikalar, geleneksel aúiret cemaat yapısını çözerek, dönüútürmede ve kökten de÷iúimleri yaratmada yeterli olmamıútı.494 Cumhuriyetin ilk on yılında Do÷u Anadolu’da mülkiyet iliúkilerini politik düzeyde de÷iútirmeye yönelik giriúimler de büyük ölçüde sonuçsuz kalmıútı. Cumhuriyet hükümetlerinin ilk yıllarından baúlayarak ekonomide temel amaçlarından biri, tarım ve köy kalkınması olmuútu. Bu amaçla 1925 yılında aúar vergisi kaldırılmıútı. Aynı yıllarda Ziraat Bankası sermayesi ve kredileri artırılmıútı. øtibar-ı Zûrra Birlikleri kurulmuú, sonra 1929 yılında Ziraî Kooperatifler Kanunu çıkarılmıútı.495 1927 yılında yapılan tarım sayımında ülkede bulunan 2.500 traktörün neredeyse tamamına yakını Çukurova ve Batı Anadolu’da yı÷ılmıútı. Do÷u ve Güneydo÷u’da bu yıllarda traktör sayısı sadece 6 ile sınırlıydı496 Kurtuluú savaúı sonrasında tarımda makineleúme politikalarının temel nedenlerinden biri savaúlarda önemli bir oranda emek kaybı yaúanmıú olmasıydı. Bu nedenle Türkiye’de bilinenin aksine kıt olan toprak de÷il emekti. Eme÷in üretkenli÷ini artıracak ziraat makineleri ve âletlerinin artırılması rasyonel bir tercihti. Bunun için Cumhuriyet ilk yıllarda traktör ve motorlu araç sahiplerini askerlikten muaf tutarak tarımda makineleúmeyi özendirme yoluna gidilmiúti.497 Bunun yanı sıra Do÷u Anadolu’da kapitalist geliúmenin önündeki co÷rafi engeller, Do÷u Anadolu’nun yüksek yaylalı fiziki yapısı Güneydo÷uya göre daha da÷lık bir alan oldu÷u için, hayvancılık ekonominin önemli bölümünü oluúturmaktaydı. 1940’lı yıllarda østanbul’da tekstil ve deri ticareti yapan firmaların Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu illerinde çıkan mahalli gazetelerde yün ve yapa÷ı üzerine bolca reklam ve ilanlarının olması, Anadolu demiryolu hattının Do÷an Avcıo÷lu Türkiye’nin Düzeni II. s. 159 ùevket Pamuk, “Anadolu’da Küçük Köylülük Üzerine Tezler”, Yapıt Toplumsal Araútırmalar Dergisi, Kasım-Aralık 1985, s. 102-111 495 Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye øktisat Politikası II. s. 67 496 ùevket Raúit Hatipo÷lu. Tarımda Makine Dönüm Dergisi sayı 32 sayfa 23 1943 497 Selim ølkin, ølhan Tekeli “ Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları, Modernleúme Çabaları” s.s. 83 Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-200) Der. Zafer Toprak , ùevket Pamuk 493 494 196 bölgenin bazı illerine ulaúmasından önce de ulusal pazarla ba÷lantılarının oluútu÷unu göstermektedir. Do÷u Anadolu’da büyük kentlerin tüccarlarıyla kurulan bu iliúki, Do÷u Anadolu’nun yapısının feodal üretim biçiminden kapitalist üretim biçimine geçiú için bir kanıt sayılmamalıdır. Çünkü bu ba÷lantı kapitalist pazarın oluúumu için yeterli de÷ildir. Boratav’ın da belirtti÷i gibi yarı meta üretiminin egemen oldu÷u tarımsal yapıda ücretli iú gücünün ve topraktan kopan köylünün varlı÷ı kapitalist üretim iliúkilerinin kapsamı ve geniúli÷inin bir göstergesi sayılmaz. Küçük tarım mülkiyetine dayalı üreticilik tarımda, sermaye, artı-de÷er ve kâr iliúkilerine girmeden iúçi kullanabilen bir kapitalist ekonomik kategoriye girmez498 Pre-Kapitalist toplumlarda bile geçimini kâr ve kârlı ticaretle sa÷layanlar her zaman bulunabilir. Fakat kapitalist olmayan üretimin mantı÷ı, yalnızca çok geliúmiú aracı tüccar sınıflar bile olsa, iúin içine kâr peúinde koúan tüccarlar girse bile bu mantık de÷iúmez. Piyasalar arasında ticaret ya da arbitraj499 yoluyla elde edilen kârın kendi amaçları için bir anlamı vardır. Bunlar ne üretimin dönüúümüne ba÷lıdır ne de rekabet zorunlulukları dayatan tümleúik piyasa tarzının geliúimini teúvik eder500 Üretim biçimlerinin ve dolayısıyla ona iliúkin üretim iliúkilerinin iç içe geçmiú olması geliúmenin belli baúlı evreleri arasındaki e÷ilim ve iliúkileri tarihsel ve mantıksal ayrımları yapmaya engel de÷ildir. Tarım kesiminde verimlilik, topra÷ın aúırı eúitsiz da÷ılımının da etkisiyle çok düúük düzeyde kalmıútı. Fakat verim düúüklü÷ünü açıklayan bu durum, topra÷ın eúitsiz da÷ılımından çok, topra÷a sahip olmanın biçimiyle de yakından ilgiliydi. Topra÷ı tasarruf etmenin biçimi ço÷unlukla kapitalist de÷il, pre-kapitalist nitelik taúıyordu. Her ne kadar topra÷ın büyük bölümü aúiret a÷alarının mülkiyetinde olsa da küçük toprak mülkiyetinin de en az onlar kadar belirleyici oldu÷u gerçe÷ini unutmamak gerekir. Özellikle Do÷u Anadolu’da Ermeniler’den kalan toprakların çoklu÷u göz önünde alındı÷ında kıt olan toprak de÷il emekti. Pre-kapitalist üretim iliúkilerinin egemen oldu÷u bir üretim biçiminde ürünün dıú pazarlara açılma olana÷ı yoktu. Bu nedenle üretilen ürün büyük ölçüde bulundu÷u mahalde tüketiliyordu. Do÷u 498 Korkut Boratav, Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm,s. 40 Arbitraj, döviz piyasaları arasındaki farktan ya da ülkeler arasındaki faiz oranındaki farklardan yararlanmak üzere, faizlerin kısa vadeli ve hızlı hareketlerini ifaden eden bir terimdir. 500 Ellen Meikins Wood, Kapitalizmin Kökeni s. 87 499 197 Anadolu’da topraktaki iúletme biçimlerine bakıldı÷ında ise egemen iúletme biçimi yarıcılıktı. A÷aların topraklarında çalıúan topraksız köylü toprak sahibine ait topra÷ı hayvan gücüne dayanarak ekip biçiyordu. Bu ço÷unlukla gübre makine gibi verimi artıracak teknoloji ise ilkel düzeydeydi. Ortakçı-köylüler elde ettikleri ürünün yarısından dörtte üçüne kadar bölümünü toprak a÷asına bırakmak zorundaydı. 501 Boratav’ın Türk tarımında feodal ve yarı-feodal iliúkilerin mi, kapitalist iliúkilerin mi, yoksa küçük meta üretiminin mi egemen oldu÷u yönündeki soruya verdi÷i yanıt da Türkiye’de toprakta küçük mülkiyet örüntülerinin belirleyici oldu÷unu teyit eder yöndedir.502 Nitekim Boratav Türk tarımındaki ticarileúme, metalaúma, kapitalistleúme ve toplumsal farklılaúmanın büyük toprak mülkiyeti ile paralel gitmedi÷ini belirterek, tarımdaki küçük meta üretiminin Türk tarımına yerleúti÷ini, bunun hızla tasfiye olamayaca÷ını ve dolayısıyla uzun bir süre davam edece÷ini belirtir.503 Türkiye’deki büyük toprak sahipli÷inin ve küçük köylü mülkiyetine ba÷lı üreticili÷in 1950’lere kadar dünya ekonomisindeki geniúlemelere ve daralma döngülerine göre inip çıktı÷ın savunan Keyder, 1950’lerde küçük köylü mülkiyetinin Türk tarımına yerleúti÷ini vurgulayarak Boratav’ın ileri sürdü÷ü tezlere parelel bir olarak küçük köylü mülkiyetinin halen kural oldu÷unu belirtiyordu.504 Yukarıda belirtilen bu görüúler do÷rultusunda Do÷u Anadolu’da her ne kadar büyük toprak mülkiyetinin kural oldu÷u kabul edilse de bunun yanında küçük toprak mülkiyetinin hiç de azımsanamayacak düzeyde feodal toprak a÷alarının yanı baúında yer aldı÷ını görüyoruz. Do÷u Anadolu’nun bu yönüyle Güneydo÷u’da büyük toprak mülkiyeti bakımından küçük mülkiyet örüntülerine daha çok yaklaútı÷ını ikinci bölümde belirtmiútik. Do÷u Anadolu’da aúiret a÷alarının hiyerarúisinin toprak mülkiyeti bakımından üstünlü÷üne ra÷men küçük mülkiyetin varlı÷ını sürdürmesi, teorik 501 502 Fikret Baúkaya, Paradigmanın øflası, s. 124 Akúit Bahaddin, “Kırsal Dönüúüm ve Köy Araútırmaları 1960–1980”, 11.Tez Kitap Dizisi s.11-27, sayı 7, Kasım,1987 503 Korkut Boratav, “Türkiye’de Tarımın 1960’lardaki Yapısı ile ølgili Bazı Gözlemler” SBF Dergisi Cilt C. 27 s. 47–63 504 Ça÷lar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, s. 134 198 olarak makineleúme sürecinin çok yavaú oldu÷unu gösterir. Örne÷in Türkiye’de traktör sayısının altmıú beú bine yükseldi÷i yıllarda Van’da 1963 yılında traktör sayısı sadece 11 dir.505 Ancak 1960’ lı yılların sonunda Do÷u Anadolu’da traktör sayısı ve tarımda makineleúme oranı artacaktı. Bu artıúla birlikte büyük toprak mülkiyetine sahip olan aúiret reisi ve ailesi, traktörün tarıma girmesiyle birlikte artık-ürünün ço÷almasıyla pazarla iliúkiye girme konusunda di÷er toplumsal sınıflardan daha elveriúli bir konum elde ederek sanayi bitkileri tarımına geçecekti.506 A÷aların sanayi bitkileri tarımına geçmesi, taúra bürokrasisi ile yakın iliúki kurmalarını sa÷layacaktı. A÷alar bu iliúkiler sayesinde banka kredilerini kullanarak tüccarlaúma ve eúraflaúma e÷ilimine girmiúlerdi. Bu e÷ilim aynı zamanda kültürel ve toplumsal dönüúümü de sa÷layacaktı. Bu dönüúüm toplumsal ve sınıfsal farklılaúmanın bir sonucu olarak egemen sınıfın kültürel ve ideolojik kalıpların içinde kendini yeniden tanımlamayı getirecekti. Nitekim Müúir Sabri Paúa’nın Do÷u Anadolu’ da bazı Kürt aúiret reislerinin aúiret yaúamını bırakıp ticarete baúlayan birçok a÷a ve efradının úehre yerleútikten sonra köylülere “Kürt” demeye baúladıklarını gözlemledi÷ini yazıyordu.507 Buradan anlaúıldı÷ı gibi Kürtlük vurgusu bölgedeki toplumsal sınıflar arasında daha alt sınıfları temsil etme anlamını da taúıyordu. Kentleúme ve pazarla olan iliúki aynı zamanda etnik ve kültürel bir dönüúümü de sa÷lamaktadır. Bu dönüúümün temel nedeni devletin etnik ideolojik siyasal ve kültürel projelerinden farklı olarak kentleúme ve piyasa koúullarının dinamiklerinden de kaynaklanmaktaydı. Ulus devlet içinde ekonomik ve toplumsal bütünleúmeyi sa÷layan pazarla eklemleúme ve modernleúme süreçlerinin kendili÷inden dönüútürme süreçleri göz ardı edilerek, Kürt sorununu devletin etnik bir projesi ya da asimilâsyon projesi olarak de÷erlendiren yaklaúımlar, genellikle kapitalist toplumda pazarın de÷iútirici ve dönüútürücü rolünü görmezden gelmektedirler. Devletin ideolojik aygıtları olarak okulların Kürtleri asimile etti÷i savının ise bir temeli yoktur. Okul bütün ulus devletlerde kuraldır. Üstelik Kürt milliyetçili÷ini savunan ve okulları ya da programları Kürtleri asimile eden kemalist aygıtlar olarak kodlayan bu tür görüú sahipleri bile, 505 Köy Envanter Etüdleri Van s. 3 Selim ølkin ølhan Tekeli. “Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları” Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200) Der: ùevket Pamuk, Zafer Toprak Tarih Vakfı Yurt Yayınları s. 19-37 507 Süleyman Sabri Paúa Van Tarihi ve Kürtler Hakkında Tetetbualar Haz: Gamze Gayeo÷lu, Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü Yayınları Ankara 1982 s.81 506 199 Kemalizm’in ve Cumhuriyetin okulları içinde aydınlanmalarını sa÷ladıklarını unutmuú görünüyorlar. Nitekim 1940’lı yıllarda baúlayan ve sayısı 21’e ulaúan Köy Enstitüleri hiçbir ayrım yapılmadan ülkenin bütün bölgelerine eúit sayıda da÷ıtılmıútır. Do÷u ve Güneydo÷u’da 5 adet Köy Enstitüsü açılmıútı. Bunlardan 1940’ta açılan Kars Cılavuz Köy Enstitüsü, yine aynı yıl Malatya Akçada÷, Diyarbakır Dicle, Erzurum Pulur, Van Arnis Köy Enstitüleriydi. Sonuç olarak Do÷u Anadolu’da geleneksel yapı ve kurumların sosyoekonomik evrimi ve dıú pazarlara açılması, kapitalist sömürü çerçevesine giren süreçlerdir. Kapitalist süreç içinde Türkiye bazı ham maddeleri ihraç eden, geliúmiú kapitalist ülkelerden üretilen malları ithal edip tüketen ve bu ürünlerin pazar yeri olan bir ülke idi. Bunun yanı sıra geliúmiú kapitalist ülkelere ucuz iúgücü sa÷layan, aynı zamanda emperyalizmin çıkarlarına karúı geliúecek toplumsal muhalefeti engelleyecek a÷alık úeyhlik ve din ba÷lamında örgütlenmiú yapıların her koúulda yeniden üretilmelerine olanak tanıyan uygulamalara sahipti. Emperyalist çıkarlar açısından hem politik hem de diplomatik stratejiler bu feodal yapılar üzerinden kurulmuútu. Buna karúın bölgeyi ekonomik ve siyasal olarak bütünleútirecek ve bu bütünleúme dolayımıyla feodal örgütlenmeleri tasfiye edecek sanayileúme hamlesinin gücü bölgeye kadar ulaúamamıútı. Bu nedenle bölgede sanayi iliúkileri içinde bireyi üretecek “tabiiyet” yurttaúlık iliúkileri, aúiret ve cemaat örgütlerinin iliúkilerinin yerini alamamıútır. 3.6 Kent Siyaset ve Van’ın Sekene-i Asliyesi Feodal iliúkilerin egemen oldu÷u toplumlarda servet kendi için bir amaç olmaktan çok kendi üstünde baúka amaçlara hizmet içindir. Servet sürekli biçimde de÷er yaratan bir faaliyet olarak de÷il daha çok tüketim508 gösteriú boyutuna yöneliktir. Bu gösteriú ve tüketim boyutu feodal toplumun hiyerarúik yapısı içinde baúkalarını belli bir davranıúa yöneltmenin ve onlara egemen olmanın ve üstünlük 508 Marx, feodalizmin tüketim yönlü bir üretim biçimi oldu÷unu úu sözlerle açıklar; “Hegel’in haklı olarak dedi÷i gibi, feodal soylulu÷un, lideri elinde avucunda ne varsa tüketmekten ibaret “ alıúılagelmiú yaúam tarzı oldu÷unu belirtir Bkz.Karl Marx. F. Engels Kapitaliz Öncesi Üretim Biçimleri.154-155 200 bilincinin temel aracı olarak iúlev görür. Servetin bu amaca yönelik olarak iúlev görmesi, servet sahibini kültürel olarak kapitalizmin “iú adamı”ndan farklı kılar. Bu olgunun ortaya çıkıú koúulları ise çok yönlüdür. Örne÷in bir defalık úansla rantiye vurgun adamı, kaçakçı, servet sahibi olarak ortaya çıkabilir. Kapitalist iliúkilerle feodal iliúkilerin iç içe bulundu÷u bir toplumsal formasyonda, batılı anlamda kapitalist bir iúadamını bu kültürün oluúturması güçtür. Bugün Van’da siyasetin ana eksenini bu sınıflar oluúturmaktadır. Kapitalizmle feodalizmin iç içe geçti÷i bu yapının iú adamı tipolojisi, dinle tefecili÷i, úeyhlikle ticareti mükemmel bir biçimde mecz eden, öbür dünyanın avansını bu dünyada servete/sermayeye dönüútüren bir sınıf olarak kendini göstermektedir. Kırsal alandaki feodalizmin kaba gücüyle kapitalist iliúkiler içinde edinilen ekonomik güç birleúince ortaya çıkan iktidar kategorisi artık önünde hiçbir engel tanımayan egemen bir güce dönüúmüútür. Bu gücü bölgenin önemli kentlerinden biri olan Van özelinde çözümlemeye çalıúaca÷ız. Van örne÷ini seçmemizin temel nedeni, Van’ın hem kapitalizmin tüccar-tefeci sınıfı bakımından, hem de feodal iliúkiler bakımından aúiret, cemaat, tarikat yapılarının iç içe geçti÷i çoklu bir üretim biçiminin toplumsal iliúkilerini ve bu iliúkilerin birbirlerini dönüútürme düzeylerini yansıtması bakımından âdeta laboratuar konumunda bir kent olmasıdır. Osmanlının geleneksel sınıf yapısı içinde 1915’e kadar Van’da kentli orta sınıf, imparatorlu÷un birçok yerinde oldu÷u gibi gayrimüslim azınlıklardan oluúmaktaydı. Nüfusun geri kalanı, bu sınıfın yanında askeri ve sivil bürokraside yer alan Türk nüfus ve bunların altında kırsal alanda geniú yı÷ınları oluúturan Kürtlerden oluúmaktaydı. 1915 Tehciriyle Ermenilerden boúalan alan Anadolu’nun di÷er kentlerinde oldu÷u gibi Van’da “yerli” Müslüman kesimin gayrimenkullerini ve servetlerini artırmalarına fırsat sa÷lamıútı. Van Gölü’nün güneyinde pek çok köyün nüfusu, Kafkasya ve øran’dan göç etmiú aúiret topluluklarıyla yenilenmiúti. Van’ın savaú öncesi nüfusu çok sayıda Ermeni, Keldani ve Nasturilerden oluúuyordu. I. Dünya Savaúı’nda, bu nüfus tehcir edildi, bir kısmı ülkenin batı bölgelerine göç ettiler. Van’a yerleútirilen göçebe aúiretlerin ço÷u yerleúik tarım ve ba÷ bahçe kültüründen 201 yoksun oldukları için Ermeniler’den kalan ba÷cılık ve meyvecili÷e yönelik alanlar da tarla ya da otlak haline getirildi509 Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında Van ekonomik açıdan fazla geliúme sa÷layamamıú ancak 1945 yılından itibaren demir yolu ve daha sonra 1950 yıllarında kara yollarının yapılmasıyla ülkenin di÷er bölgelerine ba÷lanmasıyla birlikte göreli olarak kırsal kapitalist iliúkilere açık hale gelmiúti. Do÷u Anadolu’da sınırlarda bulunan kentler, Osmanlı döneminden baúlayarak özellikle savaúın ilk eúi÷ini oluúturan garnizon kentleri olarak daha çok savaú ekonomisinin gereklerine göre örgütlenmiú kentlerdi. ømparatorluk döneminde kentlerin varlık nedenlerini oluúturan bu durum Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar bu özelliklerini devam ettirmiútir. Cumhuriyet döneminde bölgede eúrafın ilk servet ve sermaye birikimlerinin kayna÷ı askeri iaúe ihaleleriydi. Örne÷in Van’da Yörükzadeler ve Altayzadeler diye anılan eúraf sınıfının ilk servet ve sermaye birikiminin askeri iaúe ihalelerinden elde ettiklerini görüyoruz.510 Bu ailelerin di÷er bir özelli÷i hem imparatorluk döneminde hem de Cumhuriyet döneminde askeri bürokrasi içinde yer alan kentli yerleúik ailelerdi. Buradaki kent kavramı tarihsel bir kategori olarak Avrupa’da geliúen kent kavramından elbette farklıdır. Antik dönemde cite (site) olarak bilinen kentlerin ortaya çıkıúı kutsal bir mabet etrafında oluúan toplumsal örgütlenmeler biçiminde geliúen kentlerdi. Ortaça÷da ise kentleri ortaya çıkaran ticaret burjuvazisidir. Kuzey øtalya’nın Venedik, Cenova, Floransa gibi kentleri 15. yüzyılda kapitalizmin geliúmesine koúut olarak ortaya çıkmıúlardı.511 Genel olarak Do÷u’da özel olarak da Do÷u Anadolu’da böyle bir sınıfa nüve teúkil edecek yerli bir kategori oluúmamıútı. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından baúlayarak Anadolu’nun birçok kentinde oldu÷u gibi küçük burjuva sınıf kategorisine girecek topluluk Ermenilerdi. Hatta birçok Anadolu kentinden daha büyük olmak üzere øran-Van-Trabzon hattında ticareti organize eden o günün ölçülerinde uluslar arası ticaret olarak da rahatlıkla tanımlanacak etkinliklere egemen kesim yine Ermeni cemaatiydi. Son yıllarda tehcir ile ilgili yayınlanan anılarda Van’da yaúamıú birçok Ermeni Trabzon ve 509 Martin Van Buriness. A÷a ùeyh Devlet, s.256 510 Van Gazetesi. 1942. sayı 354 s. 3 Henri Pirene Ortaça÷ Kentleri, Çev: ùadan Karadeniz, øletiúim Yayınları østanbul 1991 s. 105 511 202 Van’da ticarethaneleri bulunan büyük servet sahibi Ermeniler oldu÷unu görüyoruz.512 Tehcirden sonra Van’da Ermenilerin yerine Kuzey Kafkasyadan ve øran’dan gelen göçebe Kürt ve Türk aúiretleri yerleútirilerek kentin yaúamı canlandırılmaya çalıúılmıútı. øran ve Kafkasya üzerinden gelen göçebe aúiretlerin Ermenilerden boúaltılan köylere yerleútirilmesinin bir nedeni de stratejik bir amaçtan kaynaklanmaktaydı. Birinci Dünya Savaúı sonrası 1919 Paris Konferansında gündeme gelen Ermeni sorunu daha sonra 1920 Sevr anlaúmasıyla Van’ın Ermenilere bırakılaca÷ı kararlaútırılınca Wilson Prensiplerine göre kurulan komisyonlara karúı Van’da yaúayan egemen nüfusun Müslümanlar oldu÷unu göstermek için bu aúiretlerin Van’a yerleúmelerine izin verilmiúti Bu aúiretler daha çok Ermenilerden boúalan merkez köylere yerleútirilmiú. ørandan gelen Küresin Azeri aúireti de Van merkeze yerleútirilmiúti. Bugün Van ve çevresinde nüfus olarak büyük bir ço÷unlu÷a sahip olan Brukan aúireti, 1954 yılından baúlayarak kent içi kaynakların da÷ılımında siyasal ve bürokratik araçları kullanmada di÷er aúiretlerden daha etkin bir konumda olmuútur. Aúiret yapılarının çözülmesinde kentleúme, e÷itim, kırdan kente göç gibi faktörler belirleyicidir. Ancak toplumsal ve sınıfsal farklılaúmayı yapısal olarak üretecek sanayileúmeden ba÷ımsız olarak aúiret yapılarında meydana gelen bu çözülmeler sadece bu yapıların organik bütünlü÷ünün çözülmesiyle sınırlı kalmaktadır. Aslında bu dönüúüm feodal üretim biçiminin toplumsal iliúkilerinden tamamen bir kopuú de÷il, aynı iliúkiyi modern formlar içinde yeniden üreten bir durumdur. Aúiret cemaat iliúkilerini yapısal olarak tasfiye edecek bir dönüúüm gerçekleúmedi÷i sürece aúiret ve cemaat yapıları içinde kentlilik ve yurttaúlık kavramları geleneksel zihniyetin egemen oldu÷u grupları yaúam ve kavram dünyalarında kolaylıkla yer etmez. Aúiret ve cemaat kültürünün dıúında kent düzleminde Van’da bugün birkaç yerleúik ailenin dıúında zanaat ve meslek anlamında üç kuúak geriye sayacak nüfus çok azdır. Van’daki mezarlıklarda yaptı÷ım incelemede eski yerleúim yeri olan Van úehrinde kale semtindeki Galip Paúa ve amcasına ait mezar taúının dıúında 1840’tan önce yazılı tek bir mezar taúına rastlanmamıútır. Yazı gelene÷i olmayan kırsal bir formasyon içinde biçimlenmiú, úifai ümmi kültürün üzerine kentlilik 512 Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Çev, Emine Demir Belge Yayınları østanbul 2005 s. 56. 203 gelene÷inin yerleúmesi ve kurumsallaúması da güçtür. Savaú sonrası Van’a dönen nüfusla birlikte Van’ın kent nüfusu 1921’de üç bindir. 513 Savaú öncesi kent nüfusu ile savaú sonrası nüfusu karúılaútırılırsa o yıllarda Van tam bir ölü kent görünümündedir Savaú koúulları içinde oluúan otorite boúlu÷undan da yararlanarak Ermenilerden kalan arazi ve mülkleri iúgal etmede o yıllarda “hak” kavramından çok “zapt” kelimesinin geçerli oldu÷u yıllardır. Kent içindeki ve kırsal kesimdeki Ermenilerden kalan metruk ve mevkuf topraklara Rousseau’nun do÷al düzenindeki gibi bir toprak parçasına kazı÷ı önce kim çaktıysa topra÷ın onun sayıldı÷ı yıllardır. Hatta bu süreç 1960’lı yıllara kadar devam etmiútir. Bu yıllara kadar genel olarak Do÷u Anadolu’nun kadastrosu yapılamamıútır. Örne÷in Van’da tapusuz, hazine kayıtlarına bile geçmeyen arazilerin oldu÷unu gösteren birçok kanıt vardır. 1960’lı yıllarda kadastro ve toprak tevzii komisyonunun çalıúmalarında keúif heyetine verilen ifadelerde “bu topra÷ı babam zapt etti, dedem zapt etti” yollu açıklamalar servetin kökeni ve kayna÷ını göstermesi bakımından önemlidir.514 Ortaça÷da aristokrat sınıfın Venedikli tüccarlar için söyledi÷i “ekin bilmez ba÷ bozmaz”515 deyimine benzer nitelemeler bugün Van’da yerleúik halkın diline yerleúmiú deyimlerdir. Bu sözler aúiretlere yönelik olarak dillendirilmektedir. Van örne÷inden hareketle úu saptamalar yapabiliriz. Birinci saptama olarak; siyasal kavrayıú ve siyasal kültür büyük kısmı itibarîyle cemaat ve aúiret kültürünü tam olarak aúamamıútır. Kent düzlemindeki siyasetin 1980’lere kadar genel seçimlerde aúiretler kırsal düzeyde belirleyici bir etkiye sahipken 1980 sonrası aúiret ve cemaat yapısı içindeki siyasal tavır kentin yerel yönetimini de artık belirler duruma gelmiútir. Kent düzleminde siyasal kavrayıúın ça÷daú karúılı÷ı yoktur. Çünkü kentte siyasetin temel kurucu ö÷eleri aúiret ve cemaat kavrayıúı içinde belirlenmektedir. Biçimsel olarak ve söylem olarak her ne kadar modern söylemin sözlü÷ü kullanılsa bile yapısal olarak bu siyaset biçimi aúiret ve cemaat kültürü içinde biçimlenmektedir. Modern siyasal kültürün temel kurucu ö÷eleri olan siyasal partiler ve onların dayandı÷ı sınıfsal ayrımların farkında olan 513 Van øl Yıllı÷ı, Van vilayet yayınları, 1963 s. 35 Bölgede Uzun Yıllar Asliye Hukuk hakimli÷i yapmıú Emekli bir hakim, yaptı÷ım görüúmede kent içinde ve köylerde keúif komisyonlarına verilen ifadelerin hep bu yönde oldu÷unu belirtmiútir. 515 Fernanda Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm, cilt III s. 467 514 204 bir sınıf bilinci geliúmemiútir. Siyasal düzlemde bireyi üretecek, her defasında onu yaúatacak ve bir bilinç kodu haline getirecek örgütlenme kültürünün aúiret ve cemaat yapıları dıúında onlara alternatif olacak demokratik kurumların ve bu kurumları oluúturacak demokratik iklimin oluúmasına izin verilmemiútir. Bunun iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi; II. Abdülhamit döneminden baúlayarak Hamidiye Alayları ve Pan-øslam politikasının araçları olarak aúiret tarikat ve cemaatlerin Ermeni milliyetçili÷ine karúı himaye edilmesi politikasıdır. Aynı politikayı daha sonra øttihat ve Terakki Partisi de II. Meúrutiyet’in ilanından sonra takip edecekti. Bu politikanın Cumhuriyet dönemindeki uzantısı ise, 1930 A÷rı øsyanından sonra Do÷u Anadolu’da Kürt milliyetçili÷inin ivme kazanmasıyla, bunlara karúı geliútirilen 1934 øskân Kanunu’nun uygulamalarından sonuç alamayınca devletin denge unsuru olarak aúiret ve tarikatları desteklemese bile bunların geliúmesine göz yummasıdır. Bu tarihten sonra da devletin do÷udaki yüzü batıdaki laik yüzünden farklı olmuútur. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte aúiret ve cemaatler bölgede ekonomik ve siyasal nüfuzlarını artırmıúlardı. Bu tarihten sonra ne feodal üretim iliúkilerini çözecek sanayileúme ne de geleneksel yapıyı ideolojik düzeyde dönüútürecek e÷itim kurumları, toplumsal yapıyı de÷iútirecek düzeyde bölgeye taúınmamamıútı. Kentin ekonomik ve toplumsal de÷iúim süreci 1950’den sonra kırsal alandan kente göçle hızlanmıútır. Ülkenin her bölgesinde oldu÷u gibi bu dönem Van’a daha çok merkez köylerden göçler kesintisiz devam etmiútir. Bu dönem Türkiye’de traktörlerin köylere yo÷un olarak girdi÷i yıllar olmasına karúın Van’daki göçün temel nedeni, tarımdaki makineleúme olgusundan ba÷ımsız olarak kentte kamu kurumlarının açılması idi. Kent merkezinde kırdan kopmuú eme÷i kısmen de olsa bu kurumlar istihdam etmekteydi. 1963 Köy Envanter Etütlerinin verilerine göre Van’da traktör sayısı sadece 11 dir. Beú yüze yakın köyü bulunan Van’da bu sayının göç olgusunu açıklamak için yeterli bir sayı olmadı÷ı açıktır. Öte yandan toplumsal ve siyasal düzeydeki farklılaúmanın sonucu olarak Türkiye’de 1960’lı yılların ikinci yarısında geliúen ve güçlenen sol siyaset Kürt sorununu da gündeme taúıyıp bu konuda çözüm önerileri geliútirmiúti. Bu süreç 12 Mart 1971 Muhtırasıyla øúçi Partisi kapatılarak kesintiye u÷ratılacaktı. 1970’lerden sonra tekrar güçlenen sol siyasal hareketler bu kez 12 Eylül askeri cuntası ile Türkiye’de 205 siyasal bedenin sol tarafına indirdi÷i darbeyle siyasal bedenin sol tarafını tamamen felc ederek Türk-øslâm Sentezi projesiyle toplumsal iktidarın sa÷ tarafını güçlendiren aúiret tarikat cemaat yapıları üzerinde kuracaktı. Türk-øslâm sentezi projesinin en somut örneklerinden birisi de 1982’de Van’da açılan üniversitedir. Bu üniversitenin özellikle bu tarihte kurulması düúündürücüdür. Türk-øslâm sentezi ideolojisinin temel araçlarından birisi olarak Van’da üniversite kanunla de÷il Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kurulmuú, üniversitenin kurucu akademik kadrosu Türk-øslâm sentezci ideolojinin Do÷u Anadolu’da önemli merkezlerinden biri olan Erzurum kadrolarıyla oluúturulmuútu. Bu tarihten sonra da Van’da üniversite komonüter ve kolonyal zihniyete sahip cemaatlerin hem bu dünyalıklarını hem de öbür dünyalıklarını idame ettikleri bir iaúe kapısı haline gelmiútir. Sonuç olarak feodalizmin yaúam kalıpları ve tasavvurlarıyla kurulmuú teçhiz edilmiú bir zihniyeti yalnızca ideolojik mekanizmalarla dönüútürmek güçtür. Bunun yanında bunları çözmeye yönelik kurulan ideolojik üst yapı kurumlarının kendi toplumsal tiplerini ve sınıflarını üretemedi÷i ya da zayıf kaldı÷ı koúullarda, bu aygıtların eski üretim iliúkilerinin egemenli÷i altına girmesiyle sonuçlanmaktadır. 3.7. Do÷u Anadolu’da Siyasal Kültür, Zihniyet ve Aidiyet øliúkileri Do÷u Anadolu’da siyasal kültürün dinamikleri çoklu üretim biçimlerinin iç içe geçmiú yapısıyla paralellik gösterir. Farklı üretim güçleri üzerinde temellenen toplumsal iliúkiler içinde bulunan bireyin siyasal davranıú ve kavrayıúı, üretim biçiminin ideolojik çerçevesi içinde oluúur. Bu biçimlenme siyasal kültür ve siyasal sistemin içerdi÷i öznelerin siyasal kurum ve kiúileri temsil eden simgelere karúı yönelimini oluúturan, baúlıca zihniyeti içerir516 Zihniyet kavramı ise özünde psikolojik bir kavramdır. Kavram daha çok Durkheim’ın collective representation 516 Cemil Oktay, Siyaset Bilimi øncelemeleri, s. 150 206 ortak temsiller terimiyle karúılanmıútır. Bu kavram Lucien Levy Bruhl tarafından 1927 yılında La Mentalite Primitiv çalıúmasıyla Afrikadaki kabile yapılarının incelemesinde geliútirilmiútir.517 Zihniyet kavramı daha sonrada Annales okulunun temsilcileri March Bloch ve Lucien Febvre tarafından yapılan çalıúmalarla toplumsal tarih kuramı içinde merkezi bir yer tutmuútur. Aúiret, cemaat iliúkileri içindeki bireylerin iktidar iliúkilerine iliúkin idrak biçimleri aynı zamanda bu kiúilerin zihniyetini oluúturur. Zihniyet olgusu toplumun-toplulu÷un örgütlenme iliúkisinin türevi olarak ortaya çıkar.518 Do÷u Anadolu’da kırsal toplumsal örgütlenmenin temel biçimi olan cemaat ve aúiret yapılarının siyasal kültür ve siyasal davranıúlarının temelinde soyut düzeyde bir iktidar de÷il somut kiúiler, úeyhler ve aúiret reisleri dolayımıyla oluúan bir siyasal kültür egemendir. Kapitalistleúme süreci bu yapıların ekonomik temellerini büyük ölçüde tasfiyeye u÷ratmıúsa da ideolojik olarak bu zihniyet büyük ölçüde varlı÷ını sürdürmektedir. Bu çalıúmanın kuramsal bölümünde de vurguladı÷ımız gibi birden çok üretim biçiminin ve toplumsal iliúkilerinin iç içe geçti÷i Do÷u Anadolu’da üretim biçimleri arasındaki bu kararsızlı÷ın ve dengesizli÷in kültürel-kiúilik ba÷lamında üretti÷i zihniyetin egemen niteli÷i, ikili bir yapıya sahip ahlakla birlikte buyurgan, monolitik, hiyerarúik davranıúlar olarak kendini gösterir. Bu egemen zihniyet, egemen sınıf zihniyetidir. Egemen sınıf psikolojisine karúı aúiret, cemaat mensuplarının siyasal kavrayıú ve davranıú biçimleri özü itibarîyle edilgen ve muti (itaatçı) bir eúi÷i aúamaz.519 Bu egemen siyasal kültürün baúında “söyentiler” ve “inanıúlar” gelir. Olayların ve olguların arkasında kurucu rasyonel ö÷eler aramak yerine dinsel ya da sihirsel algılama biçimi ön plândadır. Aúiret, cemaat yapılarına iliúkin siyasal kültürün di÷er bir özelli÷i genel kural ve yasalara de÷il her úeyin kiúilerin iktidarından kaynaklandı÷ına, bu kiúilerin özellikle cemaat içinde ola÷anüstü tılsımlarına ve karizmalarına olan inançtır. Bu inanç yalnızca úeyhlerin ola÷anüstü güçlerinin varlı÷ına de÷il, aynı zamanda aúiret reislerinin gücüne de iliúkindir. Bu inancın davranıú tezahürü ise, úeyh olarak kabul edilen kimseye hayranlık, ondaki güçten korkma, emirlerine körü körüne itaat úeklindedir. Bu itaat ve iman duygusu cemaatin dogmalarını hiçbir koúulda tartıúma konusu 517 Peter Burke, Tarih ve Toplumsal Kuram, Çev. Mete Tunçay, østanbul, 1994, s. 89 Do÷an Ergun, Türk Birey Kuramına Giriú, s. 124 519 Hikmet Kıvılcımlı, Yol II. Biblotek Yayınları østanbul s. 368 518 207 yapmamakla birlikte, bu dogmaları yayma istenci olarak da ortaya çıkar. Aúiret reisine ya da úeyhin karizmasına ya da prestijine sihirli bir güç gözüyle bakılmaktadır. Wright Mills’in tanımıyla prestij gerçekte, bir kiúinin bir eserin ya da bir fikrin düúünceler üzerinde egemenlik kurmasıdır. Bu egemenlik düúünsel eleútiri yeteneklerini felce u÷ratarak eleútirel düúüncenin yerine toplumsal hayranlık ve saygıyı ikame eder. 520 Cemaat iliúkileri içinde edilgen bireylerin di÷er davranıú kodları, eleútirilere karúı düúmanlık, akıl yürütme güçsüzlü÷ü, duyguların aúırı yo÷unlu÷u, toleranssızlık gibi özelliklerdir.521 Cemaat liderleri ya da úeyhler kendisine Tanrı vergisi bir kutsal yetene÷i ve gücü yı÷ınlara ima edip inandırarak kendi toplumsal ve ekonomik iktidarlarını meúrulaútırırlar. Egemen sınıfın her söylemine inanmaya meyyal cemaat ve aúiret mensupları kendi duyarlılıklarına ve duygularına hitap etmeyen yapısal ve mantıksal olguları o düzeyde inkâra da daha meyyaldir.522 Aúiret ve cemaat yapıları içinde bulunan kiúilerin siyasal kültür bakımından kavrayıú eúi÷i sınırlıdır. Cemaatçi yerel siyasi kültürde birey, her úeyden önce kendisinin içinde do÷du÷u ve en yakınındaki çevreyle ve o çevrenin de÷erleriyle özdeúleúmiútir. Aidiyet iliúkisi kısa mesafeli ve yerel düzeydedir. Aúiret ve cemaatten büyük siyasal yapıların varlı÷ı siyasal bilinç olarak kavram dünyalarında yer etmemiútir. Bu yapıların farkında olsalar bile bu gerçe÷e karúı kayıtsız bir tutum içinde bulunurlar.523 Aúiret yapısı içinde her úey ilkel kalmaya mahkûmdur. Çünkü kandaúlı÷a ve kutsallı÷a dayalı bu güç odakları kendi sınıfsal ve ekonomik çıkarlarını sarsacak de÷iúimlere karúı çıkmak bu sınıfların varlık koúuludur. Bu nedenle aúiret kültü bir iktidar iliúkisidir. Bugün Ortado÷u halklarının en temel sorunları bu yapılardan ve bu yapıları yeniden üreten cemaatci dinsel mezhepsel ideolojiden kaynaklanmaktadır. Bu yapıyı koruma adına aúiret kültünü çözecek mekanizmalar, okul, e÷itim, sanayi iliúkileri geliúmedi ya da bu çabaların çok partili dönemde sekteye u÷ratılması ile birlikte Do÷u Anadolu’da bu iliúkiler tam olarak tasfiye edilemedi. Aúiret yapılarının zayıflamasında ola÷anüstü koúulların bir katkısı- olmakla birlikte bölgenin farklı 520 Wright Mills, øktidar Seçkinleri, Çev: Ünsal Oskay Bilgi Yayınları s.37 Gaston Bouthol, Zihniyetler, Çev. Selmin Evrim, østanbul Ed. Fak. Yayınları , 1975 s. 56 522 Hikmet Kıvılcımlı, a.g.e, s. 354 523 Cemil Oktay, Siyaset Bilimi øncelemeleri, Alfa Yayınları, 2005 østanbul, s. 218 Egemenlik iliúkisi bir baúkasının iradesinin mülk edinilmesini öngörür. Bu da egemen sınıfların mülkiyetinin bir sonucudur. Bkz. Karl Marx, F.Engels. Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 93 521 208 toplumsal ve tarihsel koúulları farklı türden cemaatçi bir milliyetçili÷e evrildi. Çok partili siyasal sistemle birlikte bölgede insanların bir partiyi desteklemelerinde ya da oy verme davranıúlarında aúiret a÷alarının belirleyici rolü, günümüzde zayıflamakla birlikte devam etmektedir. Bölgedeki siyasal aktörlere karúı siyasal kültür ve siyasal davranıú biçimi, aúiret refleksleri içinde biçimlenmektedir. Bu davranıúların içinde bireysel tavır ya yoktur ya da çok zayıf düzeydedir. Feodal ve komonüter yapıların kıskacı arasına sıkıúmıú bir toplumsal formasyonda, yurttaúlık bilinci, kentlilik bilinci geliúmemiútir. ønsanlar kendilerini aúiretleri, ya da cemaatleri üzerinden bir kimlikle tanımlıyorlarsa, orada bireyden, yurttaúlık ve kentlilik bilincinden teorik olarak söz etmek güçtür. Bir insanda hem aúiret bilincinin, hem yurttaúlık bilincinin bir arada olması mümkün mü? ønsanlar kendi kimliklerini, tabiyet iliúkisini, bir aúiret kimli÷i ya da zihniyeti içinde ifade ediyorlarsa, bu, yurttaúlık ve kentlilik bilincinin geliúmedi÷ini gösterir. Buradan da Cumhuriyet’in bu alanlarda kendi tipini üretemedi÷i ya da cumhuriyetin ülkenin her bölgesinde aynı yaúta olmadı÷ını teorik olarak çıkarsamak mümkündür. Feodal iliúkilerin geçerli oldu÷u bir ortamda, cumhuriyetin, demokrasinin de÷erleri ve kurumları geliúemez. Bu kurumlar Do÷u Anodulu’nun pek çok kesiminde biçimsel olarak var olmuú, içerik olarak oluúmamıútır. Feodal iliúkiler içinde insanların kavrayıú biçimi, bu düzende sadece a÷alarla sınırlandırılmayacak kadar toplumun dokusuna içkin bir zihniyetin sadece görünen yüzüdür. Feodal iliúkiler toplumsal yapının derin katmanlarından baúlayarak, gündelik yaúama, kurumlara, iliúkilere, tavırlara, bakıúlara, ekonomiye, çıkarlara kadar insanların varoluúunu belirlemeye halen devam etmektedir. Bunu bir somut örnekle açmaya çalıúırsak; Do÷u Anadolu’da aúiret mensubu insanların kendi köylüsünü “bir koyun veya tavuk için öldürmesi” sadece cehaletle açıklanamaz. Burada cehaletin ötesinde bir iktidar iliúkisinden söz edebiliriz. Bu olgu ile, daha çok yarı feodal düzende, hayvan ve tarla için insan öldürmekle amaçladı÷ı úey, aslında egemen gücün kendi iktidarını her defasında üretmenin ve pekiútirmenin çevreye ve di÷er rakiplerine ya da kan davalı oldu÷u düúmanlarına verdi÷i mesajdır. 209 3.8. Cumhuriyetin Kırsal Alanı Dönüútürme Giriúimleri ve Halkçılık Halkçılık düúüncesinin kökenlerini ikinci Meúrutiyet dönemi öncesine kadar geri götürmek mümkündür. Jön Türker’in Avrupa’da sürgünde bulundukları yıllarda Avrupa’nın özgürlük ve eúitlik kavramlarından etkilenmelerinin yanı sıra, “halkçılık” kavramı da øttihat ve Terakki’nin kadrolarının siyasal düúüncelerinde yer alan önemli kavramlardan biri haline gelmiúti. Halkçılık düúüncesinin Türkiye’ye giriúi Rus Narodnik hareketinin yankıları ile ilgilidir. økinci Meúrutiyet’te ortaya çıkan bu fikir, bazı tarihçilere göre; Rusya’dan gelen bir takım Türkler ve aynı fikir hareketinin etkisi altında bulunan Bulgar aydınları ve Ermeni Hınçak hareketi yoluyla Türkiye’ye girmiútir.524 øttihat ve Terakki’nin iktidarı ele geçirdikten sonra uygulamaya koydu÷u halkçılık politikası, iktidarda bulundu÷u 1908–1918 yılları arasında kök saldı. Halkçılık politikasıyla øttihat ve Terakki, yöneten-yönetilen ayrımını geniú toplumsal yı÷ınlar nezdinde kaldırmayı amaçlamaktaydı. Bu politikanın en önemli özelli÷i de geniú köylü kitlelerine ulaúmayı amaçlamasıydı. Halkçılık kavramı II. Meúrutiyet’ten baúlayarak çeúitli anlamları kapsayan bir içerikle kullanılmıútır. Çok uluslu imparatorluk yapısından ulus ideolojisi temelinde yaratılmaya çalıúılan bir toplumun tanımlanmasında kullanılan di÷er kavramlarda oldu÷u gibi halkçılık kavramı da, dönemin kararsızlı÷ını ve belirsizli÷ini taúımaktaydı. Bu nedenle “halkçılık” kavramı zaman zaman “millet” yerine de kullanılacaktı. Kimine göre halk ile millet eú anlamlıdır. Feodal toprak a÷aları da dahil herkes halk sayılmaktaydı.525 Bu tanımın dıúında kalan sadece aydın sınıfıydı. øktidar fiilen büyük toprak mülkiyetine sahip a÷a ve eúraf sınıfının elinde olsa bile onlar için “halkçı” nitelemesi kullanılmaktaydı. Siyasal planda kalan “biçimsel bir demokrasi” anlayıúından öteye gitmeyen bu görüúün yanı sıra ulus-devletin “halkçılık” anlayıúını koorperatist bir çerçevede tanımlayan Ziya Gökalp’a göre halkçılık, sınıflar arası gerilimleri ve çeliúkileri reddeder. Herkese fırsat eúitli÷i sa÷layan sosyal adaleti gerçekleútirmeye yönelen bir harekettir.526 Kurtuluú Savaúı yıllarında ise halkçılık, meclis içinde revaçta olan bir görüútü. Aydın, eúraf, asker 524 Niyazi Berkes, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, Yön Yayınları, Ankara, 1965, s. 94 525 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası s. ømge Yayınevi 49 526 Ziya Gökalp, Türkçülü÷ün Esasları, s. 42 210 bileúiminden oluúan ilk mecliste “Halkçlılık Beyannamesi” hazırlanmıútı. Beyannamenin özelli÷i antikapitalist antiemperyalist vurguya sahip olmasıydı.527 Ancak bu beyannamede köylünün a÷alık ve aúiretlik gibi feodal yapılara olan ba÷ımlılık iliúkisini ortadan kaldırmaya yönelik bir irade beyanı bulunmamaktaydı. Beyannameyi oyları ile kabul eden eúraf, a÷a milletvekilleri kendilerini halk olarak görmekteydiler. Bu durum liberal siyasal teoride oldu÷u gibi, nasıl ki burjuvazi açık bir úekilde halktan ayrı tutulmamıú vatandaú adı altında herkesi yasa önünde eúit sayarak kendi sınıfsal çıkarlarını ve konumlarını mistifiye etmede halk kavramı yerine vatandaú kavramını formüle edip, görünmez kılmıúsa, aynı úekilde øttihat ve Terakki, sınıf çıkarlarının ve çeliúkilerinin varlı÷ını kabul etmemiútir. Bu anlayıú daha sonra güçlü dayanıúmacı düúünce akımı olarak ba÷ımsızlık savaúı içinde devam ederek, daha sonra Cumhuriyet dönemindeki “halkçılık” düúüncesinin biçimlenmesinde etkili olmuútu.528 Ziya Gökalp, 1923’te yayınladı÷ı ve önemli etkiler yaratan Türkçülü÷ün Esasları’nda Türkiye’nin sınıfsal yapısında farklılaúmaların henüz belirginleúmedi÷ini, sınıflar arasında ileride do÷acak úiddetli çatıúmaların, iktisâdi siyasî yapının meslekî temsil ilkesine göre düzenlenmesiyle önlenebilece÷ini belirtiyordu. 529 1924 Anayasası’nın hazırlanıúında korporatif devlet anlayıúı etkili olmamıúsa da, sınıfsal çıkar çatıúmalarının yadsınması, 1924 yılından sonra daha da güçlendi. Atatürk’ün 1931 yılında formüle etti÷i toplum tanımı, 1935 yılında parti programına alındı. Cumhuriyet dönemindeki siyasal rejim kapitalist mülkiyet düzenini büyük bir titizlikle korumuú olmakla birlikte, Atatürk baúından beri devletin iktisâdi yaúama yo÷un bir úekilde müdahale etmesinin gereklili÷ini anlamıútı. Anadolu’daki toplumsal yapıların tarih içindeki devamlılı÷ıyla birlikte, regulative (düzenleyici) iktisat politikası anlayıúı, daha do÷rusu bir düzenleyici devlet anlayıúı solidarist (dayanıúmacı) halkçı toplum düzeni ve hükümet 527 Do÷an Avcıo÷lu, Türkiye’nin Düzeni Cilt I. s. 358 Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin øktisâdi Tarihi (1923–1950), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, østanbul, s. 144 529 Ziya Gökalp, A.g.e, s. 45 528 211 politikası görüúleriyle birlikte, Halk Partisi’nin resmi ideolojisinin önemli ö÷elerini oluúturdu.530 1932’de uygulanmaya baúlayan ekonomideki devletçi politikaların yükü savaúlardan sonra bir kez daha köylü sınıfa yüklendi. Rejimin kendisini dayandıracak toplumsal temeli, henüz asker ve sivil bürokrasi dıúında bir burjuva sınıfı ulus ve demokrasi çerçevesi içinde bunları sahiplenme, gibi bir güdü mevcut de÷ildi. Her ne kadar savaú koúulları içinde gayrimüslim komprador burjuva yerine yaratılmaya çalıúılan yerli burjuva sınıfı, yabancı sermaye ile iliúkilerini bu kez kaldı÷ı yerden devam ettirecekti. Bu koúullar altında Cumhuriyet’in öncü kadrosu yeni kurulan rejimin uzun vadede sadece asker ve sivil bürokrasiyle yürütülemeyece÷inin farkındaydı. Yakup Kadri, Cumhuriyet’in ilk on yılında rejimin baúına bir tehlike gelecek diye bazı geceler yatamadıklarını yazıyordu.531 Bu endiúelerden dolayı Cumhuriyet’in öncü kadrosu 1930-1932 yılında halk odaları ve halk evlerin açarak halkla yeni kurulan rejim arasında bir köprü kurmayı amaçlamıútı. Bu dönemde “ halk” kavramı daha önce II. Meúrutiyet döneminde kullanıldı÷ı biçimiyle köylüye ulaúmanın temel ideolojik aracı olarak halkın aydınlatılması, kırsal kesimde modern de÷er ve kurumların benimsetilmesini temsil ediyordu. “Halk” kavramı koorparatist bir anlayıúla ele alınıp daha çok sınıf mücadelesini önlemek için kullanılmaktaydı. Nitekim Atatürk halk tanımını yaparken úöyle diyordu; “Bizim halkımız menfaatleriyle bir birinden ayrılan sınıflar halinde de÷il, tam tersi varlıklarının ve çalıúmalarının toplamı birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir”532 Toplumsal sınıflar hukuksal ve siyasal olarak kabul edilmese bile, toplumsal düzeyde bu sınıfların varlı÷ı ve sınıf mücadelelerinin süreklili÷i burjuva demokratik devrimini henüz gerçekleútirmiú bir toplumda da olsa varlı÷ını hissettirir. Ancak burjuva demokratik devrimlerinin bir özelli÷i de Fransız Devrimi’nde oldu÷u gibi “birlik” ve “bütünlük” e vurgu yapmalarıdır. Bu birlik ve bütünlük kavramı feodalizmin parçalı yapısına bir tepki olarak ortaya çıkmıú olmakla birlikte Fransız Devrimi’nde burjuvazinin kendi meúruiyetini sa÷lamanın 530 Yahya Sezai Tezel a.g.e. s.143 Yakup Kadri, Politika’da Kırkbeú Yıl, s. 76 532 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II. s. 12 531 212 da önemli araçlarından biri olmuútur. Fransa’da 18. yüzyılda hukukçular ve siyasi düúünürler arasında halk kavramına “birlik” ve “ bütünlük” çü olarak ilk kez 1791 Fransız Kurucu Meclisi olan Konvansiyonda kabul edilip uygulamaya konulmasında rastlanmaktadır.533 Fransız Devrimi’nde aristokratlar ve ruhban sınıfı dıúında kalan Tiers Etat’yı teorik olarak tek sınıf olarak görmek o dönemde burjuvazinin çıkarlarına uygun düúen bir tanımlamaydı. Yasal olarak halk sınıfları bölünmemiú gibi görünse bile siyasal egemenli÷i o dönemde “millete” vererek siyasal iktidarın burjuvazi tarafından meúruiyet temelini üretmeye yönelik bir amacı içermekteydi. Aynı úekilde Türkiye’de 1930’lu yıllarda yeni kurulan rejimin öncü kadrosu “halk” kavramını halkın yoklu÷unda kurma ve bu ilke aracılı÷ıyla “halkı” yaratıp yeni kurulan rejimin meúruiyet dayanaklarını ve toplumsal tabanını kırsal alanlara do÷ru geniúletmeyi amaçlamıútı. Burjuva demokratik devrimlerinde halk kavramının birlik ve bütünlü÷ü sa÷lamaya yönelik bir içerikle vurgulanması Fransız Devrimi’nde oldu÷u gibi Türkiye’de de aynı siyasal seyri takip etmiútir. Nitekim øttihat ve Terakki’nin ilk isminin “øttihat” (birlik) olması Fransız devriminin birlik ve bütünlükçü siyasal gelene÷inden kaynaklanmıútı. Bunun yanı sıra Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruldu÷u ilk yıllarda halkçılık ilkesinin korporatist anlamda kullanılmasının nedeni, burjuva ve aydınlanma devrimlerinin hem meúrutiyetini sa÷lamak hem de devrimleri halka benimsetmekti. Ancak Fransız Devrimi’nin gerçekleúti÷i dönemde yoksul halk, kendini ezen aristokrat sınıfın ortadan kaldırılması ve hem özgürlük hem de yasa önünde eúitlik sa÷layabilmek için burjuvazinin aristokrasi sınıfına karúı mücadelesine fiili olarak katılmıútı. Buna karúın Türkiye’deki a÷a ve eúraf sınıfı, Kurtuluú Savaúı’na verdi÷i ittifaktan kaynaklanan gücü nedeniyle, bu süreçten köylü ve halk üzerindeki egemenli÷ini daha da pekiútirerek çıkmıútı. Halkçılı÷ın Do÷u Anodolu’yu ilgilendiren yönü ise Halkevleri dolayısıyladır. Yeni kurulan ulus devletin ideolojisini benimsetme iúlevini Halkevleri yerine getirecekti. Do÷u Anadolu’da Cumuhuriyet henüz okullarını yaygınlaútıramadı÷ı bir dönemde bu iúlevi Halkevleri ve Halkodaları eliyle gerçekleútirmeyi amaçlamıútı. Halkevleri 533 Murat Sarıca, Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú, Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi. s. 94 213 ve Halkodaları ile yetiúkin kesimin e÷itimi amaçlanmıútı. Bununla, Do÷u Anadolu’da Türk kültürü ve Türkçe ö÷reniminin yaygınlaútırılması ve kullanılması ve benimsetilmesi hedeflenmiúti.534 Halkodaları ve Halkevleri CHP yönetimine ba÷lı bir çalıúma programı içerisinde olup, kuruldukları her yerde toplumun úekillenmesinde bir araç görevi görmüúlerdir. Bu kurumların görevi ulus ideolojisi ekseninde toplumu biçimlendirmekti. 1945 yılına kadar ülkenin kırsalıyla ilgili manzara, sekiz yüz bin kilometre kareye yakın bir alana yayılmıú kırk bin köy ve bunların otuz yedi bininde okul bulunmaması idi.535 Cumhuriyet’in kuruluúundan itibaren ulusal bir politika olarak benimsenen e÷itim ve kültür iúlerine, Cumhuriyet’in ve devrimlerin toplumsal yapının derinlerine nüfuz etmesi için stratejik bir önem verilmiúti. II. Dünya Savaúının sıkıntılı yıllarına ra÷men 1940 yılına kadar 141 Halk odası ile 6 Halkevi açılmıútı. 1940’lı yıllarda 17 milyonluk Türkiye nüfusunun 13 milyonunu barındıran köylerdeki halkın okutulamadı÷ı gerçe÷inden hareketle Köy Enstitülerinin açılmasına yönelik yasa da bu dönemde çıkarılmıútı.536 Halk evleri okuma yazma, beceri vb kursların yanı sıra halk e÷itiminde önemli oldu÷u düúünülen sinema filmleri gösterilmesi gibi faaliyetlerde de bulunuyordu. Ülkenin Batı’ daki kentler dıúında bölgenin sadece kırsal alanlarında de÷il, kentlerinde bile ilk okul sayısı üçü dördü geçmiyordu. 1930’lu yıllar aynı zamanda yeni rejimin kendi ilkelerini ve yönünü uzun vadeli olarak belirleyecek projelerin yaúama geçirilmeye çalıúıldı÷ı yıllardı. Bu dönemde Do÷u Anadolu’da devletin ekonomik ve toplumsal politikalarının özünü belirleyen temel endiúe etnik bir strateji üzerinde temellenmiú oldu÷unu daha önce 1934 øskan Kanunu’nun uygulamasında belirtmiútik. Bu yıllarda Cumhuriyet döneminde “Köycülük” akımının öncüsü de sayılan Nusret Köymen, Do÷u Anadolu’da Halkevlerinin “ Türklü÷e gidilecek yolda bellenecek ödevleri ö÷reten yüksek bir mabet” olarak halk evlerinin etnik dönüúümde üstlenece÷i rolü 534 Türk Ocakları 1931 yılında elinde bulunan bütün varlı÷ını Cumhuriyet Halk Partisi’ne bırakıp kendini fesh edince 19 ùubat 1932 tarihinde Halkevleri açılmıútır. Daha sonra CHP Beúinci Kurultayı nizamnamesinde kabul etti÷i bir de÷iúiklikle, Haklevleri gibi partinin birer kültür kurumu olmak üzere Halkodaları açılmasını kabul etmiútir. Böylece 1939 yılında Halkevleri gibi aynı iúlevi gören ve daha küçük yerleúim birimleri olan köylerde Halkodaları açılmıútır. Bkz. Kemal Ünal, “Halkodaları”, Ülkü, XIV/79 (Eylül) 1939),s. 14 “Cumhuriyet 21’nci Yasına Baserken Halkevleri ve Halkodaları”, Ulus, 29 Ekim 1934 535 Selahattin Batu, “Halkevlerimiz ve Haçlılı÷ımız”, Ulus, 25 ùubat 1945 536 Milli E÷itim Bakanı Hasan Ali Yücel’in Meclis’teki konuúması için bkz. Ayın Tarihi, s. 7 Nisan 1940 s. 44.46 214 vurguluyordu.537 II. Umum Müfettiúli÷e gönderilen bir belgede Halkevleri ve Halk odalarının çalıúma programlarının ilkeleri úu úekilde belirtilmekteydi; Irk olarak Türk olan mıntıkanın da÷ köyleri hakkında, kent ve kasabalarla iliúkisi az olan bölgelerde ana dilleri unutup Türkçeden baúka dil ile konuúanların aslen Türk oldukları köylerine gidilerek ve muhtarları zaman zaman merkeze ça÷ırıp anlatmak ve Türk diliyle konuúmalarının tavsiye ve temin edilmesi. Her ay en az iki kez uygun köylere gidilerek köylülerin anlayabilece÷i biçimde ve tarihi delilere dayanılarak dillerinin Türkçe ve kendilerinin Türk olduklarına inandırmak538 Halk evlerinin dil alanında yürüttü÷ü faaliyetlerde Kürtçe diye bir dilin olmadı÷ı, kullanılan dilin “Da÷ Türkçesi” oldu÷unu kanıtlamaya yönelik çalıúmanın gerekti÷i vurgulanmaktadır. Türk olmayan unsurların Halkevi yolu ile “ısındırılması” çalıúmalarına önem verilmesi istenilmekteydi.539 Halkevlerinin Do÷u Anadolu’da etnik bir projenin gerçekleútirilmesi için yürüttü÷ü bu faaliyetleri yine de abartmamak gerekti÷ini düúünüyoruz. Çünkü bölgede Halkevleri sadece bu amaç için kurulmuú de÷ildi. Okuma yazma kurslarından köydeki kızlara yönelik e÷itimlere kadar bir dizi faaliyetlerce gerçekleútirmiúlerdir. økinci Dünya Savaúı’nın hazırlık yılları olan bu dönemde tek partinin genel tutum ve tavırlarında bu türden faúizan ve totaliter e÷ilimler görülmektedir. Fakat bu totaliter e÷ilimleri bütün döneme teúmil etmemek gerekti÷ini belirtmeliyiz. 1932 yılına kadar ülkenin kırsal kesimlerine ve köylüye devletin ulaútı÷ı tek araç olması bakımından Halkevleri, önemli faaliyetlerce gerçekleútirmiúlerdi. Halkevleri okul ça÷ı dıúında kalan yetiúkinlere okuma yazma ö÷retilmesinin yanısıra sinema, tiyatro gibi sanatsal faaliyetlerde ve halk kültürünün geliútirilmesi için faaliyetlerde bulunmuúlardı. Çok partili siyasal yaúama geçilmesi ile birlikte Halkevleri ve Halkodalarının yapısı tartıúılmaya baúlanmıú 1953’te DP tarafından kapatılarak köylü ile devlet arasındaki iliúkiyi sa÷layan araçlar ortadan kaldırılmıú, bu iliúki geleneksel olarak yine aúiret ve cemaat liderlerine bırakılmıútı. 537 Nusret Kemal, “ Köy Seferberli÷ine Do÷ru”, Ülkü I. 5 Haziran 1933,s. 355-356 BCA. 490.01.733.2.1/16 Haziran 1942 539 BCA. 490.01 837. 306.2/12 Mayıs 1934 538 215 3.9. Demokrat Parti ve Do÷u Anadolu økinci Dünya savaúından sonra Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısı pre-kapitalist iliúikler ile ticaret sermayesinin yan yana bulundu÷u bir yapı içindeydi. Modern anlamda bir sanayi burjuvazisi geliúmemiúti. Ekonomik yaúamda bankalar, ticaret burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ittifakı egemendi540. Bu dönemdeki sınıflar arasında görünen çatıúmalar uzlaúmaz sınıf çatıúmalarından uzaktı. Buna karúın yoksul sınıflar ise Türkiye’de kapitalizmin geliúmesine koúut olarak nicelik ve nitelik olarak zayıf bir iúçi sınıfı ve onun yanında bulunan yoksul köylü kitlelerden oluúmaktaydı. DP økinci Dünya Savaúı’nın toplumsal yapının alt sınıflarına yükledi÷i savaúın maliyetlerinin iyice a÷ırlaútı÷ı koúullarda kuruldu. Savaú koúullarının yükü altında iyice ezilen yoksul köylü ve iúçi kesimi Demokrat Parti’yi iktidara taúıyan baúlıca gücü oluúturdular. Demokrat Parti ve yöneticileri sınıfsal olarak egemen sınıflara dayanmakteadırlar. ødeolojik olarak, yaúam biçimi olarak DP’nin yöneticileri yaúam kalıpları ve tercihleri bakımından modern lâik yaúam biçimini benimsemelerine ra÷men, politik olarak alt sınıfların dini duygularını kullanmaktan çekinmediler. Nadir Nadi CHP ile DP’nin yöneticileri arasındaki ideolojik ve sınıfsal benzerlikten hareketle CHP’ye bir numaralı halk partisi, DP’ye de iki numaralı halk partisi diyordu.541 Toplumun geniú bir kesimi itibariyle Cumhuriyet ve devrimlerinin halk katmanlarına nüfuz etmemesi bunun yanı sıra devletçi iktisat politikalarının maliyetinin büyük ölçüde köylü yı÷ınlar üzerinden ekonomik artı÷ın transferiyle gerçekleútirilmesi geniú halk yı÷ınlarının tepkisine neden oldu. Türkiye’de özel koúulların bir sonucu olarak uygulanan ekonomideki devletçi politikalar aslında yine kapitalist geliúme stratejilerinin bir parçasıydı. Devletçi politikaların uygulamalarından yine özel sermaye sahipleri ve tüccar sermayeci sınıf kazançlı çıkacaktı. Özel sermaye bu dönemde kamu harcamaları ve ihaleleriyle daha da geliúecektir. Bu gruplar görünürde devletçi ekonomi politikalarını eleútirseler de, bu eleútiri daha çok, devletten kendi çıkarları lehine taviz koparmak endiúesinden kaynaklanmaktaydı. Çünkü Türkiye’nin 1930’lu yıllardan sonra kapitalist sermaye birikiminin temel kayna÷ını ekonomide uygulanan bu devletçi politikalar oluúturmaktaydı. 540 541 Taner Timur, Çok Partili Hayata Geçiú øletiúim Yayınları østanbul s.76 Nadir, Nadi, “Zaaf mı-Kuvvet mi?”, 4, Ocak 1948 Cumhuriyet Gazetesi, 3 sayı 8400 216 Türkiye’de ekonomik gücü elinde tutan sınıfların ekonomik ve ideolojik egemenli÷inde bulunan iktidardaki devrimci kadroyu, jandarma ve tahsildar zulmü ile tanıyan yoksul kitleler, CHP’ye tepki olarak a÷a-eúraf ittifakını oluúturarak DP’nin yanında yer alacaklardı.542 Çok partili parlamenter demokrasiye geçilmesi, CHP’nin iktidardan seçim yoluyla uzaklaútırılması, otoriter siyasal bir rejimden popülist bir siyasal rejime geçiúle sonuçlandı543. 1950 seçimlerinde DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Do÷u ve Güneydo÷u’da toprak a÷aları ve úeyhler ekonomik ve siyasal nüfuzlarını güçlendirdiler. Kitlelere genel oy hakkı verilmesi bölgede egemen olan yerel güç odaklarının ve aúiretlerin siyasal partiler için oy deposu haline gelmesini sa÷ladı.544 Çok partili rejimde güçlerini artıran aúiret reisleri, kendi çıkarlarına göre her iki parti içinde de yer almaya baúladılar. Aúiret reislerinin CHP ve DP arasında parti de÷iútirmeleri partiler arasında oy dalgalanmaları yaratsa da, aúiretin kendi iç siyasal gücünde en ufak bir de÷iúiklik yaratmamaktaydı. Bu nedenle 1950 yılından baúlayarak Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgesinde CHP ve DP’nin kadrolarında sınıfsal bakımdan bir farklılı÷ın oldu÷unu söylemek güçtür. 1930 A÷rı isyanından sonra Kürt milliyetçili÷ine karúı hükümetin bölgedeki feodal a÷a ve aúiret reisleriyle kurmuú oldu÷u ittifakla, bölgedeki a÷a ve aúiret reisleri büyük ölçüde 1950 seçimlerinde CHP’nin yanında yer aldılar. Örne÷in; CHP 1950 seçimlerinde Hakkâri’de oyların % 95’ini alırken, Van, Bingöl, Muú’ta oyları %60 ın üzerindeydi.545 DP’nin Do÷u Anadolu’daki yerel düzeydeki temsilcileri olan eúraf, büyük bir kısmı itibarîyle siyasal yaúamda yeni boy göstermiú halkla olan ba÷ları henüz sınıfsal bir ayrım çizgisinden kopmamıú kiúilerden oluúmaktaydı.546 Ülkenin batısında ise DP’nin toplumsal tabanını oluúturan sınıf, büyük kentlerde savaú yılları ile zenginleúen tüccar ve eúraf sınıflardı. Bu sınıf, CHP döneminde büyük servetler kazanmıú büyük úehir burjuvazisinin taúrada temsilcisi olarak DP’yi desteklemiúti. DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte köylü yı÷ınlar ve kentteki eúraf sınıfı arasındaki ba÷ sınıfsal olarak farklılaúmaya baúladı. Farklılaúmakla birlikte, Do÷an Avcıo÷lu, “Bir Sosyalist Stratejinin Esasları” Yön. 14. Ekim, 1966 s. 12 Korkut Boratav, Türkiye øktisat Tarihi, Gerçek Yayınları, 1994, s. 143 544 øsmail Beúikçi, Do÷u Mitinglerinin Analizi, 1967, Erzurum s. 57 545 1950 Seçim østatistikleri, Türkiye østatistik Enstitüsü Yayınları s.21 546 Turan Güneú, DP øktidarı, Yön, 1966 s. 34 542 543 217 bu iliúki ideolojik olarak daha da güçlenmiúti. Çok partili siyasal rejime geçiúle birlikte eúraf ve a÷a sınıfı geniú köylü ve halk kitlesiyle parlamento arasında egemen güç haline geldi. Eúraf ve a÷a sınıfının tutucu ittifakı Do÷u Anadolu’da büyük toprak mülkiyetinin ortakçı köylüleri ile küçük toprak sahiplerine göreli de olsa güvenlik sa÷lama gibi bir temele dayanmaktaydı. DP döneminde eúraf ve aúiret reislerine ba÷ımlı köylüler sayesinde bölgesel planda bu güçler ekonomik ve siyasal olarak egemen pozisyonlarını daha da pekiútirdiler. Popülist bir demokrasi anlayıúla köylü ve aúiret mensuplarının oyunu almaya yönelik kurulan politikalar ve geliútirilen söylemler sadece politik bir özgürlük de÷il, aynı zamanda geçmiúin feodal kalıntılarının tasfiye edilmesini geciktiren, hatta onları yeniden üreten bir iúlev gördü. Demokrasinin di÷er kurum ve kuralları gerek ideolojik gerekse ekonomik düzeyde geliúmedi÷i bir formasyonda genel oy ilkesi, tek baúına demokrasiyi açıklamada gerekli ve yeterli bir koúul olarak kitlelere benimsetilmeye çalıúıldı. Nitekim Duverger feodal sınıfların egemen oldu÷u toplumlarda batılı politik kurumların tutucu sınıfları güçlendirdi÷ini, modern politik biçimler altında eski feodal rejimlerin iúlemekte devam etti÷ini, bu biçimlerin eski feodal düzeni tasfiye etmekten çok demokratik yöntemlerin bu yapıları maskeleyerek ömürlerini uzattı÷ını belirtir.547 Duverger’in bu yaklaúımı daha sonra Türkiye’de DP ile ilgili yapılan çalıúmalarda belirleyici etki yapacaktır. Demokrat Parti döneminde Do÷u Anadolu’da Tek Parti dönemine oranla zora dayalı politikaların göreli olarak esnetilmesine karúın, DP, aúiret a÷aları ve úeyhleri kendi safına çekerek bölgeyi denetleme politikası güttü. Bölgedeki a÷a ve úeyh grupları parti aracılı÷ıyla tüccar sınıfıyla ittifaklarını ekonomik ve siyasal temelde güçlendirdiler. Bölgedeki aúiret ve úeyh aileleri toplumsal ve siyasal güçlerine dayanarak mahalli oyları kontrol ederek yerel ve ulusal düzeydeki kaynakların kontrolünde ve da÷ılımında ayrıcalık sa÷layarak hem merkezi hükümet hem de yerel halka karúı konumlarını daha da sa÷lam hale getirdi.548 DP öncesi Tek Parti’nin köylerle kentler arasındaki kültür ayrımını kaldırma yolunda yetersiz olmasına karúın yine de e÷itim konusunda kararlılı÷ı, dikkate de÷er çabaları belirtilmesi gereken önemdedir. Bölgedeki toplumsal yapıyı e÷itim yoluyla de÷iútirmeye yönelik bu çabalar, büyük ölçüde DP 547 548 Duverger, Siyasi Partiler, s. 240 Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, s. 341 218 döneminde duraklatıldı. DP e÷itimde oldu÷u gibi birçok siyasal örgütleri baskı altına aldı ve kapatma giriúiminde bulundu. Komünizmi ezme çabaları altında köyleri kalkındırma çabalarına son vererek yerine din odaklarının nüfuzunu artıracak giriúimlerde bulundu, tarikatlar göz yumularak imam hatiplerin sayıları artırıldı. 1944 yılında her köye bir ilkokul açılmasını öngören plânın uygulamasına son verildi.549 Örne÷in 1960 yıllarında Do÷u Anadolu’daki Bingöl, Bitlis, Muú, Tunceli, Van illeri köylerinin beúte ikisinde okul bulunmamaktaydı. Bu illerdeki okuryazarlık oranı isi %10,3 düzeyinde kalmıútı. Bu oran Cumhuriyetin kuruldu÷u ilk yıllardaki ülke ortalamasının üzerine çıkamamıútı.550 Köylerdeki bu e÷itim düzeyinin düúüklü÷ü aynı zamanda tarımda makineleúme çabalarının etkisini de azaltan bir etkendi. DP döneminde Amerikan Marshall planıyla köylerdeki tarımı geliútirmek için uygulanan makineleúme politikasından en çok yararlanan sınıflar yine, bölgedeki egemen sınıflar olmuútu. Çünkü bu sınıflar Ziraat Bankası kredilerini kullanmada siyasal nüfuz ve ayrıcalıklardan yararlanma gibi avantajlara sahiptiler.551 Sınıfsal konumlarını iyice pekiútiren bu gruplar 549 ølhan Özdili, Türkiye’de E÷itim s. sayı 10 s. 90 Köy Envanter Etütler, Bingöl, s. 66 Mus,s. 74 Bitlis s. 70 Van, s. 74 551 økinci Dünya Savaúı Sonrası Amerika’nın Batı Avrupa ülkelerinde yükselen sosyalist dalgaya karúı Marshall yardımıyla bu ülkelerin ekonomilerini aya÷a kaldırmaya çalıútı÷ı yıllarda Türkiye’yi Sovyetler Birli÷i’ne karúı Nato’nun ileri karakolu konumuyla stratejik öneminden kaynaklı bu yardımlardan Türkiye de payına düúeni alır. økinci Dünya Savaúı sonrasında so÷uk savaúın egemen oldu÷u 1950’li yıllar Marshall planıyla yardımların ülkenin bütün kentlerine da÷ıtıldı÷ı yıllardı. Tarımda makineleúme politikalarının nasıl yürütüldü÷üne iliúkin Van’da yaúanan bir örne÷i burada aktarmakta yarar var. O dönemin kuúa÷ının hafızalarında “kızıl” kelimesinin bütün izdüúümleriyle hiç de iyi ça÷rıúımlar yapmadı÷ı siyasal tarihimizde bilinen bir gerçektir. Amerika’nın Marshall yardımlarıyla tarımda makinalaúmanın yapıldı÷ı yıllar ne ilginçtir ki aynı zamanda Van’da bir umumi helâ sıkıntısının gündemde oldu÷u yıllardır. Van’da belediye reisi Demokrat Partili ùükrü Kösereiso÷lu Van’a gönderilen Amerikan zirai ekipmanlarını Demokrat Parti’nin o bilinen popülist tavrıyla iki ay boyunca hükümet binasının önünde sergiler. Akúamları bu zirai aletler belediye yetkililerince üstleri brandayla örtülür. Baúına bir zabıta koyularak muhafaza edilirmiú. Bir yaz akúamı çarúıda bir köylü vatandaúın sıkıúınca akúamın karanlı÷ından da istifade ederek zula yer olarak bu aletlerin arkasını uygun görüp küçük abdestini tam yapacakken belediye zabıtasına yakalanması Van’da Demokrat Parti ile CHP arasında politik bir kriz oluúturur. Demokrat partililer bunun bir CHP’li oldu÷unu ileri sürerek kendi icraatlarına hakaret ve tezyif edildi÷i yollu bir açıklama yaparken, Tek Parti’li yıllarda iki dönem belediye reisli÷i yapan aynı zamanda Van’ın ilk mütahitlerinden de sayılan ùaban Boysan’ın bunun politik bir kriz de÷il umumi helâ krizi oldu÷unu, bunun sorumlusunun da DP’li belediye oldu÷unu, Van’a bir umumi helâ yapaca÷ına iki ay boyunca Amerikan alet ve edavatlarını büyük bir marifetmiú gibi hükümet meydanında sergilenmesinin halka ne gibi bir faydasının oldu÷unu sarkastik bir uslupla sorgular. øki parti arasındaki politik krize sebebiyet veren vatandaúın hangi siyasal cenahtan oldu÷unu merak eden Van’da mahalli bir gazeteciye verilen yanıt kentin siyasal tarihinde yarattı÷ı olay kadar ilginçtir. Ahmet Kuralkan bu vatandaúa partiler hakkında ne düúündü÷ünü sorunca “Partisiz vilâyet köyneksiz insana 550 219 DP’nin örgütlenmesinde önemli roller üstlendiler. Ekonomide liberal politikalar sadece ekonomik düzeyle sınırlandırılıp toplumsal alanda daha çok tutucu laiklik karúıtı ideolojilerin egemen kılınmasında ya da bunları de÷iútirmeye, dönüútürmeye yönelik hareketlerin engellenmesine yönelik politikalar izlendi. 3.9. Demokrat Parti ve Aúiretler økinci Dünya Savaúı sonrasında Do÷u Anadolu’da egemen toplumsal ve siyasal gücün yanı baúında geliúmeye baúlayan Kürt etnik kimli÷ine dayalı Kürt milliyetçili÷i bu dönemde de kendi varlı÷ını hissettiriyordu. 1950’li yıllarda Do÷u Anadolu’da etnik kimlik bilinci bir avuç Kürt milliyetçisinin özel alanı olmaktan çıkarak yeni boyutlar kazandı. Bu yıllarda e÷itimli ve kentli Kürt kökenli gençlerin bir bölümü daha da radikalleúip Türkiye’de siyasal sahnede boy gösterdiler. Bu gruplar daha çok ba÷ımsız bir Kürt devletinin kurulması amacını güdüyorlardı. Do÷u Anadolu’da Kürtler arasında etnik bilincin geliúmesi süreci, bazen aúiret kimli÷iyle çatıúan, bazen de aúiret kimli÷iyle bütünleúen bir boyuta sahipti. 1930 A÷rı øsyanından sonra Kürt milliyetçili÷inin feodal a÷alık ve úeyhlik yapılarının yanı baúında devlet için daha büyük bir tehdit olarak algılandı÷ını, Do÷u Anadolu’da CHP’nin 1933–1940 yılları arasında bölgede bulunan eúraf sınıfla olan ittifakının etnik bir temeli oldu÷unu da belirtmek mümkündür. CHP’nin ittifak içinde bulundu÷u bölgedeki eúraf da daha çok Türk kökenli gruplardan oluúmaktaydı. Siyasal rejimin taúrada dayandı÷ı sivil güç olarak bu sınıflarla kurulan ittifakın sadece ekonomik bir temeli de÷il aynı zamanda etnik bir temeli de vardı. økinci Dünya Savaúı’ndan sonra siyasal rejim için bölgede bulunan eúraf sınıfının tutuculu÷u, so÷uk savaúın antikomünist söylemiyle birleúince bölgedeki Kürt milliyetçili÷ine karúı bir denge olması bakımından siyasal iktidar açısından amaçlanan bir stratejiydi. 1957 yılına gelindi÷inde baú gösteren ekonomik bunalım ve sıkıntılar DP oylarında genel bir benzer” diye yanıt verir. O günün koúullarında ortalama vatandaúın politik bilinç ve kültürünü de yansıtan bu cümlenin günümüz Van’ı içinde çok yabancı bir yargı oldu÷unu söylemek güçtür. 220 düúüúe yol açmıútı. 1950’li yılların ikinci yarısından sonra yaúanmaya baúlanan ekonomik kriz ve istikrarsızlık 1961 ihtilâliyle sonuçlandı. Ordu DP yönetiminde özellikle Do÷u Anadolu bölgelerinde gerçekleúen liberalizasyondan rahatsız oldu. Silahlı Kuvvetler bunun Kürt ulusal bilincinin artmasına yol açtı÷ına inanıyordu. Askerler 54 DP üyesini ve 55 Kürt ileri gelenini tutukladı. Bu dönemde köylerin ismi de÷iútirilerek Kürtçe adlar yerine Türkçe isimler verilen bir yasa çıkarıldı552 1950’lerde baúlayan ya da hızlanan sosyo-ekonomik de÷iúimler kısmen de olsa bölgenin geleneksel toplumsal yapısını de÷iútirdi. Ancak bu de÷iúimle aúiret ba÷ları ortadan kalkmadı ama, hem göçlerle, hem de aúiret içindeki sınıf çatıúmalarının keskinleúmesiyle zayıfladı. østanbul, Ankara, øzmir, Adana gibi büyük kentlerde ve Do÷u Anadolu’daki kentlerde Kürt nüfusu hızla arttı. øú ve kaynaklar için sürdürülen rekabet, büyük kentlere göç eden nüfus arasında ço÷unun aúiretler de÷il bölgecili÷e dayalı patronaj a÷larına ba÷lanmasıyla sonuçlandı ve en azından bazı göçmenlerin Kürt kimli÷i ve etnik dayanıúma bilinçlerini güçlendirdi553. 3.10. Do÷u Anadolu’da Din ve Üretim øliúkileri Do÷u Anadolu’da geleneksel toplumsal örgütlenmenin ideolojik aygıtlarından biri olan din ve onun kurumsal biçimi olan tarikatları, ùemdinli ùeyhleri baúlı÷ı altında irdelemeye çalıúmıú, bu yapıların imparatorluk döneminde bölgede iktidar iliúkilerindeki konumunu açıklamıútık. ùimdi de tarikat ve úeyhlik ulus devlet ba÷lamında yurttaúlık ve aidiyet iliúkileri ve lâiklik temelinde de÷erlendirilecektir. Do÷u Anadolu’da cemaat yapılarının örgütlenme biçimlerini tarihsel geliúimi ve cemaatin zaman zaman aúirete dönüútü÷ü iki farklı topluluk biçimini hem kandaúlık hem de kutsallık temelinde birleúti÷ini belirtmiútik. Do÷u Anadolu’da dinsel düúünce özellikle tarikatlar içinde örgütlenmiú mistik bir dünya ve evren algısı çevresinde biçimlenmiú bir özellik gösterir. Bu yapıların bir kısmı Osmanlı’nın resmi Ortodoks uleması içinde kabul görmemekle birlikte Do÷u Anadolu’da kırsal alanlarda toplum/topluluk örgütlenmesinin baúlıca aktörlerini 552 553 økin Nisan Gazetesi, 1962 s. Köy Adlarının De÷iúti÷ine Dair ølan 1962 s. 2 Martin Van Bruinesse, a. g.e., s.360 221 oluútururlar. Bu aktörlerden biri Kadiri tarikatıdır. Ancak Kadiri tarikatı gerek örgütlenme biçimi gerekse kırsal toplumsal yı÷ınlar üzerindeki etkinli÷i bakımından Nakúibendî tarikatına göre daha zayıf ve dar bir alanda sınırlı kalmıútır. Bruinessen Nakúibendî tarikanın bölgede yaygın bir mürit mürúit a÷ıyla egemen tarikat olmasını, bu tarikatın úeyhlerinin karizmasından çok örgütlenme modeliyle açıklamaktadır.554 Bruiness’in göre Kadiri tarikatının halifelerinin Nakúibendiler gibi ba÷ımsız úeyhler haline gelmesi güçtü. Çünkü Kadiri Tarikatı Irak’ta ùeyh Berzenci ailesinin tekelinde oldu÷u için mürit ve mürúit a÷ını geniúletememiútir. Buna karúın Nakúibendî tarikatında halifelik kurumunun esnek oldu÷unu halifelikten sonra úeyhli÷e geçiúin daha esnek oldu÷unu ileri sürmektedir.555 Aúiret toplulu÷u içinde dini lider konumunda olan úeyh, bazen aúiret reisli÷iyle tarikat liderli÷ini kendi kiúili÷inde birleútirebiliyordu. Örne÷in Hakkâri bölgesinde ùeyh Ubeydullah, Irakta Berzenci aúireti, Bitlis ve A÷rıda Küfreviler, bu türden aúiretlerdir. Bu daha çok Nakúibendi tarikatında görülen bir özelliktir. Nakúibendi tarikatı bir úeyhin liderli÷inde örgütlenen Kuzey Irak’tan baúlayarak Do÷u Anadolu’nun bütün bölgelerinde bir hücreler a÷ı biçiminde örgütlenmiúti. Nakúibendîlik 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra bölgede daha güçlü hale geldi. Nakúibendî tarikatının bu dönemde güçlenmesinin nedeni Do÷u Anadolu’nun siyasi ve iktisadi düzenindeki de÷iúimlerdi. Bu de÷iúim Kürt mirliklerinin Osmanlı merkezi siyasal otoritesi tarafından kaldırılmasıyla, aúiretler arası kan davalarının anlaúmazlıkların baú göstermeseydi. 1840 yılından sonra çatıúmaların ve kaotik durumun egemen oldu÷u Do÷u Anadolu’da tarikat úeyhleri bütünleútirici bir iúlev yüklenmek için gerekli otorite ve güvenirli÷e sahip tek lider tipi olarak kalmıútı. Arabulucu ve barıúı sa÷layıcı bir rol oynayarak siyasî güvenli÷i sa÷layıcı ve barıú için arabulucu rolleriyle siyasal ve toplumsal nüfuzları köylüler ve aúiretler arasında önem kazandı.556 Bölgedeki otorite boúlu÷unun do÷urdu÷u di÷er bir 554 Max Weber, geleneksel siyasal rejimlerin meúruiyet kazanma türlerinden biri olan karizma kavramını bir önderin yapılması gereken iúleri kitleler nezdinde baúaracak güçte görünmesi bu u÷urda ilahi denecek kadar insanlar üzerinde nüfuz ve etki sahibi olması olarak tanımlar. Örne÷in Peygamberlerin ortaya çıkardı÷ı siyasi rejimi tipik bir karizmatik meúruiyet tipi olarak tanımlar. Bkz. Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Çev: Taha Parla Hürriyet Vakfı Yayınları,1987 østanbul s. 54 555 Martin Van Bruinessen, a. g. e, s.336 556 Martin Van Brunessen, Kürdistan Üzerine Yazılar s. 50 222 sonuç, tarikatların bu dönemde bölgede tek örgütlü güç olarak egemenlik alanlarını hem toplumsal hem de ekonomik olarak geniúletmeleriydi. Bu dönemde pek çok úeyh kutsallık ve dinsel önderlik rolleriyle servetlerini ço÷alttılar. ùeyhli÷in kiúili÷inde oluúan kutsallı÷ın anlamı, daha çok mürit daha çok ziyaretçi daha çok hediye gelmesi demekti. Bunun yanı sıra úeyhler bölgedeki toprakları hediye ve satın almak yoluyla ya da vakıf mülklerini ele geçirerek ekonomik ve siyasal güçlerini artırdılar. Do÷u Anadolu’da úeyhlerin toplumsal tabanlarını daha çok kırsal toplumun alt sınıflarını oluúturan topraksız ve küçük köylüler oluúturmaktaydı. Bu nedenle kırsal toplumsal alt sınıflar úeyhlerin mürit devúirdikleri ideal alanlardı.557 Ümmet düúüncesini yeniden üreten ve ayakta tutan bölgede en büyük ve yaygın olarak Nakúıbendi tarikatı tüm aúiret sınırlarını aúan devletten ba÷ımsız, hatta ona karúı koyan tek örgüttü. Örgütsel yapı bakımından hiyerarúik bir yapılanma niteli÷inde olan Nakúibendi tarikatı, görece ba÷ımsız kollarıyla bütün Do÷u Anadolu’nun hemen bütün kentlerinde toplumsal örgütlenmenin baúlıca yapılarını oluúturmaktaydı558. Tarikatın mürit ve mürúit a÷ıyla sadece bugünkü Türkiye sınırları içinde de÷il Irak’taki Barzan aúireti ile de hem tarikat kanalıyla hem de evlilik yoluyla kurulmuú yakın ba÷lantısı vardı. Örne÷in Bugün Kuzey Irak’ta kurulan bölgesel Kürt yönetiminin lideri Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani, Hakkari’deki Nehri úehyleriyle hem evlilik hem de Nakúilik kanalıyla yakın ba÷lantılıydı. Bu yaygın örgütlenme a÷ının topluluk ve aúiretler üzerindeki meúruiyeti úeyhin karizmasına ba÷lı olmakla birlikte, Nakúibendî tarikatının esnek hiyerarúisinde etkisi vardı.559 ùeyhlerin gelece÷i önceden görmek ve belirli do÷aüstü yeteneklere sahip olmak gibi kerametine olan inanç, úeyhlerin aúiret toplulu÷u ve aúiret dıúı gruplar nezdinde baúlıca karizmasını oluúturmaktaydı. ùeyhlere atfedilen bu do÷aüstü güçler, atalarından onlara miras kalan keramete dayandırılarak mitoslaútırılmaktaydı. ùeyh bu kerameti yakın akraba ve ailesiyle de paylaúabilirdi. ùeyhin kutsallı÷ı ve kerameti bir kez kabul gördü÷ünde otoritesi bir daha asla sorgulanamazdı. ùeyhin otoritesine ba÷lılık mutlaktı.560 ùeyhin 557 Nikitin Bazil, a.g.e, 49 David Mc Dowel, Modern Kürt Tarihi . a. g.e, s. 312 559 Nikitin Bazil, a.g.e s. 363 560 Wadia Jwaideh, a.g.e,s. 99 558 223 kerameti zamanla tekelcileúen bir elitizm boyutu kazanarak sınıfsal bir içerik kazanır. ùeyhler siyasi güçlerini sadece dinsel temele dayandırmakla asla yetinmezler, “dünya nimetleri” üzerinden sa÷ladı÷ı egemenlikle kendi sınıfsal çıkarlarını ve varlıklarını yeniden üretirler. Bu mutlaklaútırma úeyhin kendine ulaúılmaz bir konum edinerek insana içkin olan her úeyin úeyhten münezzeh oldu÷u, ola÷an ahlaksallı÷ın insanla ba÷ları koparılarak yücelik aúkınlık izafe edilerek tapınmaya yakın bir ba÷lılık ve itaat üretilmiú olur.561 Bu itaatin birinci yüzü egemen sınıflara562 itaat zihniyetinin yerleúmesi ve aúa÷ı sınıflara tahakküm e÷ilimi olarak kendini gösterir. Bu siyasal kültürün mantıki sonucu tepede tek adam ve onun karizma koúullarını yaratır. Tek adam geleneksel otoritenin temsilcisi olarak anti-demokratik bir e÷ilim içindedir. Bu, siyasal kültürün ikinci yüzüdür. Alt sınıfların üst siyasal birimle olan çeliúkilerine dayalı edilgen tavır, itaat kültürünü dinsel ideolojiyle meúrulaútırır. Bu itaat zihniyetini üreten siyasal kültür binlerce yıllık yaúam tarzının tekrarı ile birikmiú, neredeyse yazılı olmayan bir anayasa gibidir. Bu “anayasa” geleneksel yapıdan modern siyasal kurumlara sinmiú görünmeyen bir miras niteli÷indedir. Türkiye’de siyasal partilerden örgütlere kadar politik kurumlar ve örgütler bu derin yapının ve gelene÷in etkisinden kurtulamamıúlardır. Bu derin yapıda özellikle birey-birey, bireydevlet, birey-toplum iliúkisi olarak örgütlenme tarzını da belirlemektedir.563 Cumhuriyet döneminde ise 3 Mart 1924 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ve ùeyh Sait isyanın bastırılmasından sonra tarikatlar 20 yıllık bir suskunluk döneminden sonra DP nin iktidara gelmesiyle yeniden canlanmıútır. 1950’li yıllar kentleúme ve köyden kente göç süreciyle baúlayan kentlerde biriken nüfusun yeni anlam ve kimlik arayıúları tarikatların güçlenmesine neden oldu. Artık topraktan kopan ve kendisine yetecek kadar geçimlik üretim yapısının dıúına çıkan köylü 561 Mustafa Talat Kutlu, “Laikli÷in Krizi” Radikal 2 s. 4 13 Mayıs 2007 Egemen sınıf kavramını Wright Mills iktidar iliúkilerini açıklamada sınırlı bir kavram olarak niteler. Mills’e göre sınıf ekonomik bir anlam içerir “egemen olmak” ise siyasal bir içerik taúır. ”Egemen” deyimi ekonomik bir sınıfın siyasal olarak tahakkümünü ifade etti÷i için askerleri kapsamadı÷ını belirtir. Bu nedenle “seçkin” kavramının askerleri de kapsayan yönüyle daha iúlevsel bir kavram oldu÷unu ileri sürer. “Egemen sınıf” kavramı ekonominin belirleyicili÷ine vurgu yaptı÷ı için iktidar iliúkilerinde askeri bürokrasiyi ikinci planda bıraktı÷ını ileri sürerek eleútirir. Asker, iúadamları ve siyasetçiler olarak bu üç düzeyi bir arada kapsayan “iktidar seçkinleri” kavramının daha kapsayıcı oldu÷unu vurgular. Bkz. Wright Mills, øktidar Seçkinleri Çev: Ünsal Oskay Bilgi Yayınları 1974 s.297 563 ødris Küçükömer, Halk Demokrasi østiyor mu? Ba÷lam Yayınları 1994 s. 370 562 224 kitleyi sanayi iliúkileri içinde istihdam olanakları da sınırlıydı. Toplumsal ve sınıfsal farklılaúmayı sa÷layacak büyüklükte sanayileúme olmadı÷ından bu yapıları kökten dönüútürecek bir süreç yaúanmadı. Yüzyıllar boyunca askerlik ve vergi dıúında devletle iliúkisi olmayan köylü yı÷ınlar kente göç etti÷inde ancak bunların çok az bir bölümü sanayide istihdam edilebildi.564 Bunların dıúında kalan ço÷unluk kentte himaye iliúkileri patronaj iliúkiler içinde yaúam alanlarını oluúturdular. Bu insanların kente geldiklerinde oluúturdukları himaye a÷ları önce aile içinden baúlayıp hemúerilik dayanıúması adı altında kurulan patronaj sisteminin ilk adımıydı. 1950’li yılların sonlarına gelindi÷inde bu himaye a÷ları daha da karmaúık hale gelerek siyasî patronaja dönüúecektir. Siyasî patronaj üzerinden de kentte artık kendi elitini ve örgütünü çeúitli isimler altında kuran tarikatlarla bu kitle do÷rudan ya da dolaylı iliúkiler geliútirdiler. Kentlerde artık ekonomik güç haline gelen tarikatın dernekleri, köyden kente göç etmiú uyum sorunları yaúayan kitlelerin sorunlarına cevap vererek daha da güçlendiler. 1961 Anayasasının getirmiú oldu÷u özgürlükçü ortamdan tarikat ve cemaat örgütleri de yararlanmıú bu dönemde tarikat ve tarikat dernekleri sadece Do÷u ve Güneydo÷u’da de÷il, ülkenin bütün kentlerine yayılma sürecine girmiúlerdi. Bu süreç tarikat içinde sermaye ve e÷itim kanalıyla kendi elitini oluúturmaya baúladı÷ı dönemdir. Tarikatların ülkenin batısında ve özellikle büyük kentlerde farklı muhafazakâr gruplarla birleúip iletiúim kurma olanakları geliúti. Tarikatların geniúleyen bu a÷ı sadece muhafazakâr gruplarla sınırlı kalmayıp, köyden kente göç eden kırsal kesim içinde de örgütlendiler. Köyden kente göçün modernizme siyasal ve toplumsal düzeyde iki farklı tepkinin do÷masına neden oldu. Bunlardan birincisi cemaatçi milliyetçilik söylemi biçiminde kendini gösterdi. Cemaatçi romantik milliyetçilik bu kitlelere modernizmin yarattı÷ı hasara karúı aidiyet duygusu, sosyal iliúkiler, kimlik ve anlam sorununu çözerek cevap verdi.565 Bu kitle daha sonra MHP’nin 1970’lerdeki tabanının oluúmasını sa÷layacaktı. økinci tepki ise tarikat ve cemaat örgütlerinin kitlelere aracılık etti÷i Milli Nizam Partisi’ni do÷uracaktı. 1970’li yılların baúında dini söylemin siyaset söylemiyle birleúmesi, tarikatların kentlerde siyasal ve toplumsal güç alanlarını geniúletti Bundan sonraki aúama, tarikatların çok derin kökleri olan önemli politik 564 565 Mübeccel Kıray. Türkiye’de Toplumsal De÷iúme, Yeni Yüzyıl Yayınları 1995 s. 68 Emine Çap “Tarikatlar” øktisat Dergisi Haziran, 2005 s. 24–30 225 hareketleri belirleyen etkin ve yaygın bir güç haline gelmeleriydi. Görünürde Nakúibendîlik güncel politikanın dıúında kalmayı, toplumsal olaylara, din gözlü÷üyle, dıútan bakmayı kendi çıkarlarına çok uygun bulur. Bu konuda “uygun zaman” çok önemlidir. Ekonomik krizlerin bölüúüm iliúkilerinin bozuldu÷u koúullarda Nakúibendîlik çok kolay örgütlenmekte bu alanlarda etkin olmaktadır. Bu etkinlik özellikle sosyal güvenceden yoksun kesimler içinde taban bulmaktadır. Bugün Ortado÷u’da Nakúibendilik’in en uygun ortam buldu÷u ülke Türkiye’dir. øslâm ülkelerinin en koyu radikalizminde bile ulusal yönetimler Nakúibendîlik anlayıúı ile iúbirli÷i içine girmemiúlerdir. Nakúibendîlik Türkiye’de çok partili dönemden baúlayarak e÷itim olanaklarından yoksun kesimler arasında yandaú toplama aracı durumuna getirilmiútir. Bu önemli ça÷daú uygarlı÷a karúıt geliúme “Demokrasi sorunu” olarak tarikatın kitle iletiúim araçlarıyla kamuoyunda iúlenmeye çalıúılmıútır. Türkiye’de Nakúibendîlik, seçim bölgelerine göre, de÷iúik kollara ayrılmıútır. Özellikle Do÷u Anadolu, Konya Güneydo÷u Anadolu, son dönemlerde østanbul, Sivas, Rize gibi illerde bu tarikatın kollara ayrılan etkinli÷i açıkça görülmektedir566 Cumhuriyet tarihinde, lâikli÷e karúıtlık üzerine geliútirilmiú úeyhlik ve seyitlik ideolojisini Nakúibendîler, en son olarak, modernist bir dinsel yapı, øslâmiyet’in ticarete elveriúli bir ahlaki anlayıúla meúrulaútırılmasıyla dünyevi bir ba÷daútırıcılık söylemiyle varlıkları sürdürmektedirler.567 Nakúîlik, kendisi de söylem olarak dönüúen ama aynı zamanda entelektüel alanda kendi için geliútirilmiú söylemi en çabuk benimseyip kendi söylemi olarak sunan bir toplumsal yapı úeklinde karúımıza çıkıyor: Bunun ötesinde, Nakúibendîlik’in bugün en büyük ve en güçlü kolu olan Nurculuk kendi elitini ve sermaye grubunu üreten en güçlü Nakúibendî kolu olarak Türkiye’de siyasette e÷itim ve bürokrasi alanında etkin bir aktör haline gelmiútir. 566 øsmet Zeki Eyübo÷lu, øslâm Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakúibendilik, Cumhuriyet Yayınları s.65 567 H. Neúe Özgen, Toplumsal Hafızanın Hatırlama ve Unutma Biçimleri. s.34 226 3.11. Laiklik Bir Söylem mi øliúki Biçimi mi? Din özellikle Batı’da 18. yüzyıla kadar toplumsal kimli÷in en önde gelen tanımlayıcı ve ayırt edici bir ö÷esidir. Orta ça÷ Avrupa’sındaki bütün savaúların dinden kaynaklanması dinin siyasal iktidarlara meúruluk sa÷layan temel ideolojik araç olmasıyla do÷rudan iliúkiliydi. Din ve dini ideoloji geleneksel toplumlarda egemen gücün temel meúruiyetini ideolojik düzeyde üreten ve egemen sınıfları toplumsal yapıya ba÷layan temel araçtır. Dinin bu egemen iktidarı 17. yüzyıl bilim devrimiyle düúünsel ve ideolojik planda zayıflamaya baúlamıútı. Kopernik’in Batlamyusçu Dünya merkezli evren anlayıúının temellerini yıkması aynı zamanda “devlet” in de yer çekimi yasalarının yeryüzünde bulundu÷unu, artık devlete kutsal gözüyle de÷il insan gibi bakmaya baúlanması yeni bir ça÷ın habercisiydi568. Bunun üzerine Campanella, Hobbes, Spinoza, Grotius devletin yasalarını teolojiden de÷il Kopernik gibi fizikten, toplumsal fizikten çıkarmaya baúladılar. 18. yüzyıl aydınlanma devrimiyle toplumsal meúruiyeti sorgulanmaya baúlanarak Fransız devrimiyle siyasal egemenli÷ini yitirmiútir569 Laikli÷in hukuksal düzeydeki geliúimi, Paris Komünü’nün ilk aldı÷ı kararlardan biri kilise ile devletin ayrılması ve din iúleri bütçesinin kaldırılması, daha sonra Üçüncü Cumhuriyet döneminde Fransa’da “bütün dinsel simge, imge, ve do÷maların kısacası bireysel vicdanı ile ilgili her úeyin okullardan uzaklaútırılmasını sa÷lamıútır.570 Dini ideolojiye dayanan siyasal gücün ortadan kalkmasıyla, onun yerine kurulan yeni düzenin en önemli niteli÷i toplumsal iliúkileri düzenleyen ve yasallaútıran, din ve kandaúlı÷a dayanan aristokrasi sınıfının ideolojisinin yerine dünyevî ilkelerin özellikle akıl ve bilim ilkelerinin egemen oldu÷u bir toplumsal ve siyasal düzeni kuruldu. Bu nedenle lâiklik ilkesi sadece bir söylem olmayıp burjuva sınıfının sınıfsal meúruiyetini sa÷layan ve bu sınıfın kendini üretmesini sa÷layan üretim güçlerine dayanan bir iliúki biçimi olarak ortaya çıktı. Feodalizmden kapitalizme geçiú sürecindeki üretim ve mübadele tarzlarındaki devrim ortaya çıkınca eski bilim, eski hukuk, eski e÷itim, eski düzen, eski din de de÷iúti. Bu yapıların ve kurumların de÷iúmesi üretim güçlerinin 568 Karl Marx, Frederich Engels, Din Üzerine s. 34 Fatma Müge Göçek, a.g.e s. 89 570 Guerrin Fransa’da Sınıf Savaúları s. 65 569 227 de÷iúiminin zorunlu sonucuydu. Tüccar, sermayedar imalâtçı ve bankerlerin yönetti÷i bir dünya daha de÷iúik dini ilkeler sistemini gerektiriyordu. Ortaça÷daki gibi çalıúmanın amacının sadece doymak oldu÷u bir toplumdan, çalıúmanın amacının kâr oldu÷u bir dünyada kilisenin de aynı telden çalmaktan baúka úansı kalmayacaktı. E÷er kilise bu yeni üretim biçimine kendini uyduramıyorsa bu sefer bu iúi Protestan kilisesi yapacaktı. Bu nedenle yükselen burjuvazi dini inanç olarak Kalvinizmi ve Püritenizmi benimseyecekti.571 Orta ça÷ın dini ideolojisi, yükselen burjuva sınıfını ihtiyaçlarına uymak için artık tahtı ele geçiren “iktisat” ın arkasından gitmeye mecburdu. Bu nedenle Reform da Protestanlık da ticaret kapitalizminin eseridir. Yükselen burjuvazinin yeni bir ideolojiye ihtiyacı vardı. Bu dünya görüúünü rahipler de÷il, artık pratik bilgi uzmanları Voltaire, Diderot, Rousseau matematikçi d’Alembert, Helvetius gibi aydınlanmanın öncüleri kuracaklardı.572 Ulus-devlet dinden hareketle kurulmayıp aklın ve özgürlü÷ün ussal niteli÷inden hareketle kurulmuútur. Ulus devlet olgusunun aldı÷ı bu nitelik ulus devletin do÷ası gere÷i ancak laik bir temelde ayakta kalabilece÷inin en önemli özelli÷idir. Ortado÷u’nun egemen øslâm toplumunda laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluúuyla ilk kez gerçekleútirilmiútir. Egemenli÷ini kutsallıktan de÷il ulustan ya da halktan alan bir yönetimin iktidara geçmesi, Avrupa’da gerçekleúen laikli÷in teokratik iktidara karúı kazanımlarını hukuksal ve siyasal düzeyde kapsayan ve aydınlanmayı içeren bir dönüúümle gerçekleútirilmiútir. Cumhuriyetin ilanı ve takip eden devrimlerle Müslüman bir toplumda ilk örnek olarak siyasal ve kamusal alan dinin egemenli÷inden çıkarılmıútır.573 Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ça÷daúlaúma ve kalkınma ile, bir bütünlük içinde siyasal ba÷ımsızlı÷ı düúünce ba÷ımsızlı÷ıyla bütünleútirme, sosyo-ekonomik kalkınma yöntemleriyle tamamlamaya yönelik bir bütünlük içinde toplumun kalkındırılması amaçlanmıútı. Bu amacı gerçekleútirmek için “halka ra÷men halkı için” anlayıúının politik bir tercih de÷il aslında bu olgunun siyasal bir biçim olarak “Cumhuriyet” in do÷asına içkin gerçeklik oldu÷unu belirtmekte yarar var. Türkiye’de Cumhuriyet’in temel 571 Leo Huberman, Feodal Toplum’dan Yirminci Yüzyıla Çev: Murat Belge s. 1990 s. 191 Karl Marx, Fredrech Engels Din Üzerine s. 34 573 Emre Kongar , “Türkiye’de Dinde Reform Anakronizmi” Cumhuriyet Gazetesi 30 Ocak 2006 s.4 572 228 ilkelerinden birisi olarak lâiklik ilkesi hukuksal ve siyasal düzeyde temel ilke haline getirilmiú olup bu ilkeyi her defasında üretip yaúamsal hale getirerek bir iliúki biçimine dönüútürecek üretim güçlerinin geliúmiúlik düzeyi, sadece ülkenin batısında birkaç kentle sınırlı kalmıútır. Üretim güçlerinin ve bu gücün temel aktörü olan burjuva sınıfı da savaú koúulları içinde devletin koltukları altında palazlanan bir sınıf niteli÷indeydi. Bu sınıfın da sınıfsal çıkarları feodal geleneksel toplum güçleriyle bir çatıúma içinde de÷ildi. Bu nedenle laiklik düúüncesi burjuva sınıfının ideolojisi olmaktan çok, asker ve sivil gruplar tarafından yaúama geçirildi. Bu nedenle laiklik anlayıúının toplum katlarında içselleútirilmesi ve benimsenmesi çeúitli engellerle karúılaútı. Bu engeller özellikle Do÷u Anadolu’da burjuva demokratik devrimi sınırlayan aúiret, cemaat iliúkilerinin egemen oldu÷u alanlarda kendi toplumsal tabanını ve tipini üretemedi. Ülkenin batısında ise özellikle 12 Eylül cuntasından sonra modernizmin bütün kaba kazanımları laiklik anlayıúı içinde de÷erlendirildi÷i için toplum nezdinde bu anlayıúın daha çok bir iliúki biçimi olarak de÷il, bir söylem olarak algılanmasına neden oldu. Marksist kuramın temel varsayımlarından birisi bir toplumun iktisâdi ve sosyal yapısını oluúturan üretim iliúkilerinin, o toplumun maddî üretici güçlerinin geliúme düzeyinden daha ileri olamayaca÷ıdır.574 Çünkü toplumu biçimlendiren üretim iliúkileri, aslında o toplumun üretici güçlerinin geliúme derecesinin ifadesinden baúka bir úey de÷ildir. Bu nedenle laiklik belirli bir toplumun ve bu toplumdaki üretim iliúkilerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir üst yapı kurumudur. Bu kurum da ancak endüstri toplumlarının toplumsal ve siyasal iliúkileri üzerinde temellenir. Bu temel aynı zamanda lâikli÷in de ekonomi politik bir temelini oluúturur. Lâikli÷in geliúim sürecine bakıldı÷ında, Batı’da feodal yapı parçalanıp ticarî iliúkilerin geliúmesi ile kilisenin toplumsal ve siyasal gücünün zayıflaması ve 18. ve 19.yüzyılın ortalarında burjuva devrimleriyle kilisenin toplum yaúamı üzerindeki egemenli÷inin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıútı.575 Marx’ın “ E÷er insanlar kendi akıllarını de÷iútirecek olanaklardan mahrumsa, insanların muhafazakâr olmaları için fazladan bir úey yapmlarına 574 575 Karl Marx, Kapital III. 364 Muzaffer Sencer, Dinin Topluma Etkileri, østanbul 1968 s. 220 229 gerek yoktur”576yine Fuerbach’ın “Bir sarayda baúka türlü düúünülür, bir kulübede baúka türlü “e÷er açlık, yoksulluk yüzünden bedeninde besleyici bir úey yoksa kafanda usunda kalbinde ahlak için besleyici bir úey yoktur”.577 Saptamaları aynı zamanda laikli÷in ekonomi politi÷ini ortaya koymaktaydı. Geleneksel toplumun örgütlenmesinde ve iktidar iliúkilerinde dinin oynadı÷ı rol, çok etkili ve geniú bir üst yapı kurumu olarak statükonun de÷iúmesini engelleyen, egemen sınıfların iktidar iliúkilerinin yeniden üretilmesini sa÷lamaktadır. Dinin bir üst yapı kurumu olarak meydana getirdi÷i bu egemen iliúki biçimi ancak mülkiyet ve üretim iliúkilerinde yapısal de÷iúmeler yaparak dönüútürülebilir. Bu bakımdan esas ilericilik ancak toplumsal yapı çeliúkilerinin açıklık kazanmasıyla mümkündür. Aksi halde üretim iliúkilerinde yapısal de÷iúiklikler yapılmadan lâikleúmenin kök salaca÷ına inanmak ve bunun mücadelesini yapmak temelsiz ve havada kalacaktır. Lâiklik kavramının çıkıú noktası, baúlangıçta sınıf içerikli bir kavram olup daha sonra ulus devletlerinin hukuksal yapısı ve siyasal felsefesinin bütününü kapsayan bir ilke haline gelmiútir. Türkiye’deki geliúim çizgisi ise böyle bir geliúim çizgisinin dıúına düúmekte oldu÷undan lâiklik ilkesi bugün halen tartılıúır durumdadır. Batı’da önce dinde reform, daha sonra aydınlanma ve Endüstri Devrimi, kentleúme, ça÷daúlaúma, toplumsal ve sınıfsal farklılaúma cumhuriyetlerle birlikte demokrasinin biçimlendi÷i tarihsel evreden geçerek oluúmuútu. Türkiye’de ise bütün bu batılı kurumları siyasal düzeyden baúka düzeyde geliútirme ve kurma olana÷ı zaten yoktu. Bu nedenle bu kurumların alınmasında, geliútirilmesinde ve uygulanmasında devrimci tavır kaçınılmazdı. Bütün bu de÷iúimi dönüúümü sa÷layacak siyasal rejimin biçimi de Cumhuriyet’ten baúka bir úey olamazdı. Bu nedenle Cumhuriyet’in do÷ası gere÷i “bir dönüútürme mühendisli÷i” oldu÷unu belirtmek gerekir. Türkiye’de sorun lâikli÷in tanımında de÷il daha derinlerde yatmaktadır. “Tanım” üzerinden yürütülen tartıúmaların altında geleneksel güçlerle modern güçler arasındaki bir iktidar mücadesi yatmaktadır. Tanımlama bir anlamda iktidar iliúkisini gerektirir. 576 577 Karl Marx Kapital I.Cilt s. 365 Çev. Alaeddin Bilgili Sol Yayınları Karl Marx, Frederich Engels ,Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu Çev. Sevim Belli, Seçme Yapıtlar, III.s. 435 230 Tanımlayanla tanımlanan arasındaki bu gerilim, kamusal alanda sınıfsal ve ideolojik bir çatıúmanın laiklik ilkesi üzerinden yürütülmesidir. Kamusal alan ise bireylerin sadece yurttaú kimli÷iyle bulundukları, din dıúı ve etnisitesiz alandır. Bu alanda daha önce geleneksel birincil kimlikler olan cemaat kimlikleri ikincilleúmiú ve kamusal alanın dıúında tutulmuútur. Kamusal alanda yalnızca bireyin toplumla iliúki kurdu÷u yurttaú, yani siyasî varlık olarak insan kimli÷i yer alabilir. Dini söylem de hiçbir zaman ekonomik ve siyasal çıkarlardan ba÷ımsız olmayıp, onların gere÷i oldu÷u için ortaya çıkar. Maxim Gorki’nin küçük burjuvanın dinle olan iliúkisini tanımlarken yaptı÷ı saptama bu konuda açıklayıcı olabilir. Küçük burjuva sınıfının Tanrının inayetine ve cennetteki güzellerine inanmasına ra÷men, küçük burjuva sınıfının son derece maddi oldu÷unu belirtir. Bu sınıf her sınıfta oldu÷u gibi her úeyden önce yeryüzündeki ekonomik refahı ile meúguldür ama, çıkarları gere÷i evinde dindar olmasa bile dıúarıda dindar görünmek zorundadır578 Bu nedenle laikli÷in ekonomik düzeyle olan iliúkilerden soyutlanarak açıklanamayaca÷ı da bir gerçektir. Beraberinde lâikleúmeyi getiren esas etken, toplumda bireylerin fizikî ve sosyal güvenli÷inin sa÷lanmasıdır. Sosyal güvenli÷in olmadı÷ı koúullarda iúsizlik, yoksulluk gibi riskler ve tehlikelerin yaygın oldu÷u toplumlarda yaúanan güvensizlik, insanlar arasında dine ve dinsel gruplara ve kiúilere yöneliúi güçlendirir. Bu sürecin bir benzeri Avrupa’da 19.yüzyılda endüstri kapitalizminin yol açtı÷ı sorunları gidermek için burjuvazi sınıfı nasıl kilise fonlarını destekleyip kendi sınıfsal çıkarlarını korumak için iúçi sınıfı ve alt sınıfların potansiyel muhalefetlerini uysallaútırmak için bu kurumları desteklemiúse, bugün aynı úekilde Türkiye’de tarikat ve tarikat örgütleri aracılı÷ıyla fakirlere yapılan yardım da aynı kaygıdan kaynaklanmaktadır. Laiklik sorununun bir di÷er yönü de siyasal kültür ve geleneksel toplumun patronaj iliúkilerinde yatmaktadır. Rittere göre øslâm ülkelerindeki kiúilere yönelik itaat ve ba÷lılık duygusunun kökeninde asabiyet duygusunun uzantıları yatmaktadır. Bu da Ortodoks øslâm yönetimlerindeki itaat düúüncesinin egemen sınıflara yarayacak bir biçimde yeniden canlandırılması ve kullanılmasını sa÷lamaktadır.579 578 579 Maksim Gorki, Küçük Burjuva ødeolojisi, http//tr.vikisource org. s.2 24.2-03 .2007 Helmut Ritter, “Irrational Solidarity Groups: Socio-Psyclogical Study in Connection with Ibn Khaldun” Oriens Cilt .I. s. 45 1948 231 Sonuç olarak laikli÷in toplumsal olarak temellendirilemedi÷i koúullarda bu kavramın yaúamsallı÷ı, sadece siyasal çekiúmenin taraflarına aitmiú gibi görünüyor. Aslında bu kavram hem demokrasinin hem de ulus-devlet’in siyasal felsefesinin özünü oluúturan bir kavramdır. Baúlangıçta Avrupa’da bu kavramı ortaya çıkaran pratikler, kilise ile burjuva sınıfı arasındaki iktidar mücadelesi içinde oluúmuú ve ulus-devletin siyasal kültürü içinde biçimlenmiútir. ønsanın bireyselleúme yetene÷ini kazanamadı÷ı ve kendi akıl olanaklarını geliútiremedi÷i koúullarda cemaat kültürünün belirleyici oldu÷u koúullar, büyük adam çıkarmaya her zaman meyyaldir. Bu da “big man society” (büyük adamlı toplumlar) diye tanımlanan toplumların temel özelli÷idir. SONUÇ Co÷rafyanın insanların do÷asını belirledi÷i gerçe÷i Aristo’dan øbni Haldun’a Machievelli’den günümüze de÷in bilinen bir gerçektir. Aynı úekilde co÷rafya, bölgelerin de kaderini belirler. Siyasal co÷rafya içinde bir bölgenin artık ürünün toplanma, da÷ılma merkezlerine olan uzaklı÷ı-yakınlı÷ı, o bölgenin bölüúüm ve de÷iúim iliúkilerindeki konumunu belirler. Bu nedenle Do÷u Anadolu geleneksel imparatorlu÷un en uzak sınır bölgesinde bulunmasının yanı sıra, co÷rafyadan kaynaklı tarihsel ve toplumsal birçok olumsuzlukları da beraberinde taúımıútır. Bu olumsuzluklardan birisi geleneksel imparatorlu÷un savaú ve topra÷a dayalı ekonomisi içinde, sınır kentleri savaúın her zaman ilk eúi÷ini ve ön cephesini oluútururlar. Bundan dolayı bu türden bölge ve kentlerde savaúların yol açtı÷ı ekonomik ve toplumsal istikrarsızlık, sınır bölgelerinin yapısal özellikleridir. Bu istikrarsızlık, aynı zamanda sınır kentlerinde toplumsal ve siyasal kurumsallaúmayı önleyen ve geciktiren bir rol oynar. Bu nedenle sınırda bulunan kentler kolay kolay uygarlık birikimi yapamazlar. 232 ømparatorluk yapılarının temellendi÷i fetih ekonomisinin mantı÷ı içinde merkezi siyasal otorite artık ürünü ço÷altmak için zora dayalı denetim aygıtlarını kullanarak, merkezden baúlayarak çevreye do÷ru geniúlemek zorundadır. Bu geniúleme ve merkezîleúme e÷ilimi siyasal otoritenin hem gücünün hem de zayıflı÷ının iç içe geçti÷i bir ikilemi oluúturur. ømparatorlu÷un gücü merkezden çevreye do÷ru yayıldıkça bu daha fazla asker, daha fazla toprak demektir. Zayıflı÷ı ise merkezîleúme basıncı, çevreye do÷ru yayıldıkça nesnel sınırlarına dayanıp açmaza düúmesidir. Bu açmaz aynı zamanda fetih ekonomisi üzerinde temellenen bütün imparatorlukların yapısal krizidir. Bu krizin tarihsel ve mantıksal sonucu olarak basıncın zayıfladı÷ı çevrede merkez-kaç güçlerin uç vermesi neredeyse bütün imparatorluk yapılarında kuraldır. Özetle geleneksel tarım imparatorluklarında bölgeler ya da kentler siyasal iktidarın merkezine ne kadar uzaksa merkez-kaç unsurların uç beylerinin, feodal beylerin mültezimlerin, baskısına sömürüsüne yıkımına da o kadar açık demektir. Bu nedenle bu türden co÷rafyalarda yaúayan insanlarda yerleúik güven duygusu kolay kolay geliúmez. Sürekli savaú, ya÷ma ve talanın egemen oldu÷u koúullarda uzun soluklu yerleúiklik duygusunun zayıf kalmasına neden olur. Bu da modern dönemdeki kentlilik gelene÷inin ve bilincinin zayıf kalmasına yol açar. Savaú, talan, ya÷ma alanı olan bu türden co÷rafyalarda insanlar her zaman göç etmeye hazır bir e÷ilim içinde bulunurlar. Yerleúiklik duygusunun zayıf kalmasına bir örnek vermek gerekirse, 1915 Tehciri’nden sonra Do÷u Anadolu’da Ermenilerden kalan topraklar üzerine yerleútirilmiú halkın hafızasında 1940’lı yıllara kadar uzun süre canlı kalan korku “Bir gün Ermenilerin gelip topraklarını geri alaca÷ı dolayısıyla bu topraklara a÷aç dikmek sabit yapılar yapmanın gereksiz oldu÷u” úeklindeki güvensizlik duygusuydu. Bu korku, uzun yıllar toplumsal hafızada yer etmiúti. Bölgede bu korkunun aúılarak mülkiyet ve yerleúiklik duygusunun içselleútirilmesi ancak 1940’lı yıllarda gerçekleúmiúti. Do÷u Anodolu’daki aúiret ve cemaat yapılarını ømparatorlu÷un siyasal co÷rafyasının uçlarında salınan yapılar olarak de÷erlendirildi÷inde úunu söylemek mümkündür. ømparatorlu÷un sınırlarda hegemonyasını kurmasının ve sürdürmesini sa÷layan temel ideolojik aygıt, din ve dinin ortodoks kurumlarıydı. Din, aynı zamanda fetih ekonomisinin maddi temelleri yanında bu sistemin 233 ideolojik aracını da oluúturmaktaydı. Osmanlı devletinin øran’la olan savaúlarında Sunnî øslam ideolojisi, Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiretlerinin ve Kürt Mirliklerinin kendi tarafında yer almalarını kolaylaútıran bir araçtı. Buna karúın øran’ın da aynı úekilde XVI. yüzyıldan baúlayarak ùiilik mezhebi üzerinden bölgede Alevi aúiretler ve cemaatler üzerinden kendi hegemonyasını kurma mücadelesi 19. yüzyılın sonuna kadar sürdürmüútü. Osmanlı ømparatorlu÷u iskân stratejileriyle øran sınırları boyunca Sünnî Kürt ve Türk aúiretleri yerleútirip örgütleyerek øran’ın Anadolu içindeki Alevi aúiretleriyle ba÷lantısını kesmeyi amaçlamıútı. Sunnî øslâm mezhebine mensup aúiretlerin bir tampon çizgi boyunca Do÷u Anadolu’nun øran’a yakın sınır bölgelerine yerleútirilmesi Osmanlı’nın bölgeyle ilgili en temel stratejisiydi. Yavuz Selim’in 1514 Çaldıran Seferi’nden sonra bölgedeki Kürt aúiretleriyle ittifak kurarak Osmanlı devletinin Safevi henadanlı÷ına karúı kendi güvenlik kuúa÷ını oluúturmuútu. Sünni Kürt aúiretlerinin bu kuúak boyunca yerleútirilmesi aynı zamanda Do÷u Anadolu’nun içlerinde kalan Alevi Kürt ve Türkmen aúiretlerinin Do÷u Anadolu’nun en çetin ve zorlu da÷lık alanlarına do÷ru kaymalarına neden olmuútu. Alevi Türkmen aúiretlerinin bir bölümü de Anadolu’nun içlerine Sivas’a do÷ru merkezin daha kolaylıkla kontrol edebilece÷i alanlara sürülerek Safevi hanedanın nüfuz ve etki alanının dıúına çıkarılmıútı. Böylece Do÷u Anadolu’da Safevi hanedanın imparatorluk içindeki uzantılarını tamamen soyutlayarak Alevi Kürt ve Türkmen aúiretlerini adeta Sünnî deniz ortasında birer adacık halinde kalmasını sa÷ladı. Bugün Tunceli ili gerek co÷rafi konumu gerekse mezhep da÷ılımı açısından incelendi÷inde bu ilin çevresini kuúatan Erzurum, Elazı÷, Erzincan gibi illerin siyasal ve ideolojik konumları bu gerçe÷i somut olarak göstermektedir. Örne÷in, Erzurum, Elazı÷ ve Erzincan illerinin siyasal partiler açısından her dönemde milliyetçi e÷ilimlerin güçlü olmasının sadece ulus-devlet döneminde oluúan siyasal düúünce ve pratiklerden öte imparatorlu÷un din ve mezhep üzerine kurdu÷u iskân stratejisinin dolaylı da olsa bugünkü siyasal ideolojinin yönünü belirledi÷i söylenebilir. Ulus devletin teritoryal tanımından farklı olarak imparatorluk dönemi yerleúim alanları savaú koúulları için de daha çok göçebe formasyona sahip aúiretlerin asker ve vergiden 234 kaçmak için co÷rafyanın elverdi÷i en müstahkem, korunaklı alanlara sı÷ınmalarına neden olur. Tarih boyunca bütün muhalif ve merkez-kaç güçlere sı÷ınak olan Do÷u Anadolu, aynı zamanda iki büyük dinin Hıristiyanlık ile Müslümanlı÷ın heretikleri için de korunaklı bir sı÷ınak olmuútur. Bölgenin tarihsel olarak din ve mezhep yelpazesine bakıldı÷ında Yahudilikten Gregoryan Hırıstiyanlara, Katoliklerden Keldani’lere, Yezidilikten Alevili÷e, Süryanilikten Nesturili÷e kadar pek çok dinin ve mezhebin iç içe bulundu÷u bir alanı oluúturmaktaydı. Bölgede çok dinli çok mezhepli yapının oluúmasında Hıristiyanlık içindeki doktriner bölünme ve siyasal nedenlerden ayrılan heretik unsurlar merkezin baskısıyla çevreye kaymaktaydı. Ortodoks Bizansın Hıristiyanlık içindeki doktriner tartıúmalar ve sonrasında bölünmesiyle ortaya çıkan Gregoryen Ermenileri heretik unsurlar olarak niteleyip baskı yapmaktaydı. Bu baskı sonucunda Gregoryenler de kendilerine daha güvenli ve korunaklı alan olarak Do÷u Anadolu’yu seçmiúlerdi. Yine bölge’de Asur imparatorlu÷unun bakiyesi olarak kalan Süryani ve Nesturilerin Batı Kilisesi ve Do÷u Kilisesi olarak ikiye ayrılıp Mardin’den baúlayarak güney sınırları boyunca Hakkari’den Musul’a kadar uzanan çizgi de yerleúik ve yarı yerleúik bir yaúam içinde merkezin siyasal ideolojisinin kontrolünden uzak noktalara taúınması da bu baskının sonucuydu. ømparatorlukların siyasal ve ideolojik basınçlarının sonucu kıyılara sürülmüú dinsel mezhepsel etnik yapıları içeren Do÷u Anadolu bölgesi âdete imparatorlukların kendi heretik unsurlarını ve proletaryalarını attıkları dıúsal bir alan olmuútur. øki ømparatorlu÷un egemenli÷inin keúisti÷i bu alanda farklı din ve farklı mezhepte örgütlenen aúiret ve cemaatler sürekli bu iki devlet arasındaki nüfuz ve egemenlik savaúları arasında sıkıúıp kalmıúlardı. Bu gruplar zaman zaman birinin ya da ötekinin yanında ya da karúısında yer almıúlardır. Bu nedenle aúiret ve cemaatlerin tarihi, savaú, talan, ya÷ma koúulları içinde yer ve saf de÷iútirmelerin tarihi olarak da okunabilir. Do÷u Anadolu Bölgesi jeostratejik konumu itibarîyle devletlerin siyasal egemenliklerini tam olarak kuramadıkları, ama bölgeden de asla vazgeçemeyecekleri bir konumda yer almaktaydı. Do÷u Anodolu’daki aúiret ve mirlik yapılarını 235 üretim biçimi ba÷lamında de÷erlendirdi÷imizde varılan sonuçları belirtmek gerekirse; 16. yüzyıldan baúlayarak sürgit devam eden Osmanlı-øran Savaúları, daha sonra 18. yüzyıldan itibarende Osmanlı Rus Savaúları bölgede yüzyıllar boyunca bir pax’ın olmadı÷ını da göstermektedir. Sürekli savaú ve kaotik ortam içindeki insanların güvenlik duygusu can güvenli÷ini sa÷layacak örgütlenme, aúiret ve konfederasyonların nesnel koúullarını yarattı. Çünkü merkezi otoritenin geleneksel kontrol araçlarının uzanamadı÷ı sınırlarda bu tür yerel siyasal otoritelerin uç vermesi neredeyse bütün imparatorluklarda kuraldır. Buna karúın sürekli savaú ve kaotik bir iklim içinde bu yerel güç yapılarının sıkı bir örgütlenme ve kurumsallaúmaları da beklenemez. Bu nedenle aúiretlerden oluúan konfedarasyonlar ve Mirlikler tam kurumsallaúmanın olmadı÷ı gevúek ve kırılgan örgütlenme biçimleri olarak ortaya çıkarlar. Bunun nedeni ise savaúların egemen oldu÷u bir co÷rafyada bu tür örgütlenmelerin artık ürünü ço÷altmalarını sa÷layacak ne teknolojik bir geliúme ne de tarımsal alanları geniúleterek artık ürünü ço÷altmanın gerekli koúulu olan militer güçleri iki devletin egemenlik duvarlarını aúamazlar. Bu yerel güçler her defasında iki imparatorlu÷un egemenlik duvarlarına çarpmak zorunda kaldı÷ından siyasal olarak devlete, ba÷lı ancak kendi içinde özerk yapılar olarak varlıklarını sürdürmüúlerdi. Bu yapılar adeta bir birini dengeleyen güçleri eúit bir konumda oldu÷undan Hobbes’un Leviathan’ı çıkaracak ve di÷er mirlik ya da aúiretler üzerinde egemenlik kuracak yapıdan uzaktılar. Bu nedenle Do÷u Anodolu’daki feodal yapıların simetrik bir güç dengesi içinde bulunmaları Batı feodalizminin iktidar bölünmüúlü÷üne benzetilebilir. Ancak Batı feodalizminden farklı olarak Do÷u da devlet primus inter pares eúitler arasında birinciden çok daha güçlü bir yapıya sahipti. Bu nedenle Do÷u Anodolu’daki feodal yapılar Batı feodalizminden farklılıklar içermekteydi. Bu konuyla ilgili altı çizilmesi gereken bir konu da, yaygın ve yanlıú olarak bilinen Do÷u Anadolu’nun bütün topraklarının Yurtluk ve Ocaklık statüsünde Kürt Mirliklerinin ya da aúiretlerinin mülkiyetlerinde bulundu÷u yargısıdır. Bu görüúün aksine Osmanlı Devleti’nin bölgede siyasal egemenli÷ini kurdu÷u 1514 Çaldıran Savaúı’ndan itibaren yarı özerk yapılar olarak Mirlik ve Ekrat hükümetlerinin Kürdistan Eyaleti olarak tanımlanan bölgede sadece 236 Diyarbakır’da 11, Van’da 7, Erzurum’da 8 ve di÷er bölgelerde 10 olmak üzere otuz yedi Ekrat hükümeti ile sınırlıydı. Bunun dıúındaki toprakları yine ømparatorlu÷un Miri arazi rejimine tabi has ve zeamet ya da vakıf úeklindeki miri arazi rejimine tabiydi. 1847 yılından itibaren Tanzimatla baúlayan merkezîleúme süreci Ekrat Hükümetlerini ve Kürt Mirliklerini ortadan kaldırdıktan sonra bölgede bu otorite boúlu÷unu bu kez úeyhlik ve Nakúibendi tarikatı dolduracak bölgede baúlıca egemen güç haline geleceklerdi. 19. yüzyılın son çeyre÷ine gelindi÷inde ise geliúen milliyetçi akımlar, Do÷u Anadolu’da göreli olarak bir birini dengeleyen bu yapıları sarsarak, çeúitli gerilimlere yol açtı. Bu gerilim Müslüman-Hırıstiyan gerilimi, yerleúik-göçebe, Kürt-Ermeni, Çerkez-Ermeni ikilemleri Do÷u Anadolu’yu bir cadı kazanına dönüútürdü. Kurtuluú Savaúı sonrası Do÷u Anadolu’nun ekonomik ve toplumsal yapısıyla ilgili çıkarılacak sonuçlara bakıldı÷ında; Do÷u Anadolu bölgesi Cumhuriyet’in kuruldu÷u yıllarda kapalı otarúik bir üretim biçimi içinde metalaúmanın en alt düzeyde oldu÷u ekonomik bir yapıya sahipti. Toplumsal açıdan ise kırsal alanda feodalizmin egemen oldu÷u topluluklar, kentlerde ise Ermeni tehciri sonrası sınırlı sayıda Türk nüfus kalmıútı. Bu yapı içinde bölgedeki toplumsal ve ekonomik yapıyı de÷iútirip dönüútürecek mekanizmalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında de÷il Do÷u’da ülkenin Batı kentlerinde bile zayıf durumdayken, bu yapıların de÷iúimini bölge dinamiklerinden beklemek o dönemde mümkün de÷ildi. Kapalı ekonomik bir yapı içinde ulus devletin askerden baúka örgütlü gücünün dıúında baúka kurumları bölgeye taúıma olana÷ı da yoktu. 1925 ùeyh Sait isyanından sonra bölgeye güvenlik açısından devletin kısa sürede ulaúma zorunlulu÷u duyulmuú, demiryolları projesine de hız verilerek 1930’ lu yılların ortasında DiyarbakırElazı÷, 1945 Kurtalan hattı tamamlandıktan sonra bölge yavaú bir evrim içinde ulusal pazara ba÷lanmıútı. Bölgeye siyasal açıdan bakıldı÷ında ise 1950’den sonra DP’nin gücü karúısında CHP’de Do÷u ve Güneydo÷u’da feodal yapılarla iúbirli÷i içine girmiúti. 1950 seçimlerinde bölgede en büyük oy oranına sahip birinci parti konumuna gelmiúti. Çok partili sistemde partilerin hangi parti olursa olsun aúiretlerin oy deposundan yararlanmaması düúünülemez. Bu nedenle çok partili sisteme geçiúten günümüze bölgede, aúiret oylarının siyasal partilerin en kolay ulaúabilecekleri oy deposu oldu÷u bir gerçektir. Bununla birlikte aúiret reisinin 237 hangi partiye mensup olmasının aúiret mensupları açısından siyasal ve sınıfsal bir önemi yoktur. Bu anlayıúın do÷al sonucu olarak bölgede iki seçim dönemi arasında “solcu” ya da “sa÷cı” kalmıú aday hemen hemen yok gibidir. Zaten bu siyasal kültür içinde solcu olmanın ya da sa÷cı olmanın siyasal ve sınıfsal bir karúılı÷ı yoktur. Bu siyasal kültürsüzlük sadece bölgenin ya da yörenin öznel koúullarından kaynaklanan bir durum de÷il, Türkiye gerçe÷inin aynı zamanda mikro düzeydeki yansımasıydı. 1950’den itibaren aúiret ve cemaat üzerinde temellenen egemen sınıflar, seçime dayalı sistemde feodal ve cemaatçi siyasal kültürü siyaset kurumu aracılı÷ıyla yeniden üreterek kendi sınıfsal çıkarlarını meúru hale getirdiler. Çalıúmanın sonuçlarını Ulus-Devlet ba÷lamında gözden geçirdi÷imizde ise Ulus-Devlet döneminde bölgelerin geliúmiúli÷i, geri kalmıúlı÷ı, kapitalizmin merkeze do÷ru hiyerarúilendirilmiú sermayenin kârlılık düzeyleri içinde biçimlenmiú bir yapı arz eder. Ulus ölçe÷inde her geliúmiú kent aynı zamanda geliúmemiú kentin sermaye birikimini kendine çeken bir rol üstlenir. Bu hiyerarúinin merkezinde yer alan metropol kentler bulunurken, Do÷u Anadolu gibi geliúmemiú ve toplumsal farklılaúmanın en alt düzeyde oldu÷u çevredeki kentlerin sermayesini kendine çeker. Merkezin hemen yanında yer alan halka ancak bu avantajların bir kısmına sahip olabilir. Üçüncü düzeydeki kentler merkezin tersine siyasal ve toplumsal kurumsallaúmanın zayıf oldu÷u alanlardır. Kapitalizmin eúitsiz ve bileúik geliúme yasasının ortaya çıkardı÷ı bu yapı içinde nasıl ki fakirin siyah ekme÷i olmadan zenginin beyaz ekme÷i açıklanamazsa aynı úekilde, Anadolu’nun fakirli÷i olmadan østanbul’un zenginli÷i de açıklanamaz. Bu eúitsiz geliúme bölgenin kendi içindeki kentler için de geçerlidir. Bugün Hakkâri neyi kaybediyorsa, Van onu kazanmaktadır. Do÷u Anadolu’da geleneksel örgüt yapılarının ulus-devlet içindeki konumunu birden çok üretim biçiminin iç içe geçti÷i bir çerçevede yer alır. Aúiret ve cemaat yapılarını ulus-devletin zamanı içinde kalmıú imparatorlu÷un anakronik yapılarıdır. Ayrıca bu yapıları ideolojik ve zihniyet düzleminde yeniden üreten dinamiklere bakıldı÷ında, üretim biçimlerinin klasik úemasındaki gibi aynı düzenlilikleri göstermemektedirler. Ayrıca gördük ki, kapitalistleúme sürecinde büyük toprak mülkiyetinin temelleri çözülme sürecine girmesine karúın, kapitalist 238 piyasada cemaat yapılarının ekonomik temelleri daha da güçlü hale gelmiútir. Aúiret reislerinin büyük toprak mülkiyeti ve bu mülkiyetin toplumsal iliúkileri kapitalist süreçte çözülmeye u÷ramıú, ancak bu durum geniú köylü yı÷ınları lehine bir iktidar da÷ılımıyla sonuçlanmamıútır. Aksine egemen sınıflar topraktan kaynaklı zayıflayan ekonomik iktidarlarını kapitalist piyasada eúraflaúma sürecinde elde ettikleri servetle ikame etmiúlerdir. Bunun yanı sıra feodal yapılar üzerinde egemenli÷ini kuran bu sınıflar çok partili sisteme geçiúle siyaset aracılı÷ıyla toplumsal nüfuzlarını ve iktidarlarını daha da güçlendirmiúlerdir. Do÷u Anadolu’da feodal yapıların 1950’li yıllardan itibaren kapitalist piyasayla eklemleúmesi kiúisel ba÷ımlılık iliúkilerini organik anlamda çözülme sürecine sokmuútu. Ancak bu çözülme aúiret içinde organik çözülmeyle sınırlı kaldı. Çünkü aúirete dayalı kiúisel ba÷ımlılık iliúkilerinin çözülmesi sonucunda teorik olarak ortaya çıkması gereken bireydir. Bu bireyin yarım yüzyıl geçmesine ra÷men halen ortada görünmemesi, 1950’lerde baúlayan bu çözülme sürecinin farklı türden yeniden bir cemaatleúme sürecini siyaset düzeyinde yeniden üretti÷ini göstermektedir. Feodal yapıların ve örgütlerin çözülmesini sa÷layacak yapısal mekanizmaların olmadı÷ı örne÷in sanayileúme, kentleúme dinamiklerinin bulunmadı÷ı koúullarda, organik olarak aúiretten kopan kiúiler yeni patronaj iliúkileri içinde cemaatçi e÷ilimleri yeniden üretmektedirler. Bu yapıya alternatif birey ya da yurttaú yetiútirecek Cumhuriyet’in okulları ise 1950’li yıllara kadar bölgede çok sınırlı sayıdaydı. Bu nedenle Do÷u Anadolu’da feodalizmin ekonomik temellerinin zayıflaması demokratik sürece geçildi÷i ya da bunların yerini cumhuriyetin yurttaúı aldı÷ı anlamına gelmemektedir. Yurttaúlık olgusu ise teorik olarak Cumhuriyet anlayıúının ve de÷erlerinin dıúında tanımlanamaz. Yurrtaúlık kavramı Fransız Devrimi’nin cumhuriyetçi de÷erleri toplumsal yapıya benimsetip bu de÷erleri bir iliúki biçimine dönüútürmüú oldu÷u tutum ve davranıú kodlarıydı. Batıdaki gibi bölgede toplumsal de÷iúmeyi sa÷layacak ne sanayileúme, ne de cumhuriyetin yurttaúını üretecek okullar vardı. Bunun yanında köyü ve kırsal alanı dönüútürecek Cumhuriyet’in yurttaúını yetiútirecek en önemli ideolojik aygıt olarak Köy Enstitüleri 1948 yılında büyük ölçüde iúlevsizleútirilmiú, 1953 yılında da kapatılmıútı. 1950 yılından sonra bölgede okullaúma oranının artmasına karúılık okulların ço÷una medresenin ruhu sinmiú durumdaydı. Batı’da tarihsel bir 239 kategori olarak bireyi ortaya çıkaran süreç ba÷ımlılık iliúkilerini çözen burjuva sınıfının, aristokrasi ve kilise karúısında zafer kazanmasıyla ortaya çıkmıútı. Bu geliúme aristokrasinin siyasal iktidarına son verirken siyasal düzeyde “birey” in varlı÷ını yurttaúlık ba÷ıyla devlete ba÷lamıútı. Daha sonra sanayileúme ile birlikte feodal yapıların düúünsel ve ideolojik kalıpları tamamen çözülerek bunların yerini modern ulus-devlet yapısı içinde burjuva sınıfının “aklı” almıútı. Buna karúın Do÷u’da toplumsal yapının örgütlenmesinde geleneksel anlayıú halen belirleyicidir. Do÷u’da Batı’daki gibi toplumun üst sınıflarında ulusal bilinci geliútirecek ne bir burjuva gelene÷i, ne de laikleúme süreci yaúanmamıútı. Fransız Devrimi’nde oldu÷u gibi ulusal bilinci dini yapılardan koparmadan oluúturmak olası de÷ildi. Ulusal bilinç dinle eklemlendi÷inde ise, romantik milliyetçilik ve etnik milliyetçilik her defasında kaçınılmaz olmuútur. Batı’daki devletten farklı olarak Do÷u toplumlarında devletin tek egemen güç olarak iktidarı bütünleyen ve ara sınıfların oluúmasına izin vermeyen bir yapısı vardı. Öte yandan Do÷u’daki kentler Avrupa’da 15. yüzyılda burjuvazi sınıfının yükselmesiyle oluúmuú ve geliúmiú toplumsal ve ekonomik yapıları biçimlenmiú özgür kentlerden farklıdır. Do÷u’daki kentler askeri garnizonlar temelinde örgütlenmiú mekanlardı. Ayrıca bu kentler içinde toplumsal ve sınıfsal farklılaúmaları keskinleútirecek Batı Feodalizminde oldu÷u gibi iktidarın bölünmüúlü÷ü temelinde bir yapıya sahip de÷ildiler. Bu tarihsel yapının günümüzün ekonomik ve toplumsal yapılarını belirlemedeki dolaylı etkisini göz önüne aldı÷ımızda sonuç olarak úunlar ileri sürebiliriz: Avrupa’daki tarihsel süreç içinde sanayinin geliúmesi çalıúan sınıflar yararına zenginli÷in yeni bir kayna÷ını ve politik kazanımları oluútururken Türkiye’de bu süreç tam olarak yaúanmadı÷ından, a÷a eúraf ittifakının bugün daha güçlü hale gelúmiú versiyonu olan ticaret sermayesi ve geleneksel güçler ittifakı farklı bir düzeyde devam etti÷i için, ne zenginli÷in yeni bir da÷ılımından ne de onun siyasal biçimi olan iktidarın yeni bir kayna÷ından söz etmek olasıdır. Çünkü Türkiye’de devletin koltukları altında palazlanan sermaye sınıfı hiçbir zaman feodal güçlere karúı bir tavır içinde olmamıútır. Olması için de çıkarlarını tehlikeye düúürecek bir 240 neden yoktur. Çünkü taúradaki eúraf esnaf Cumhuriyet’in kuruldu÷u yıllardan günümüze büyük burjuvazi ile kırsal toplumsal kitle arasındaki ticarî devreyi oluúturan önemli bir halkadır, bu rolünü günümüzde de sürdürmektedir. Bugün Do÷u Anadolu’da üretim biçimi feodalizmin aleyhine göreli olarak de÷iúse bile feodal yapının üst yapı kalıntıları hâlâ canlılı÷ını sürdürmektedir. Feodal üretim biçiminin üst yapısı olarak úeriat hukukunun pratikleri halen devam etmektedir. Örne÷in töre cinayetleri vb Cumhuriyetin 85 yıl boyunca kendi köyüne tam nüfuz edememiú ve onu içinden dönüútürememiútir. Köylülük sorunu aúılamayınca köyden kente göç süreciyle birlikte kentleúme dinamikleri sanayileúmeden gücünü almayan bu yapılar marjinal sektörde istihdam edilerek bu kitlelerin siyasal temsilcili÷ini patronaj ve himaye a÷ları içinde cemaat ve tarikatlar tarafından üstlenmiútir. Yirminci yüzyıl baúlarında Avrupa ülkeleri kendi köylülük sorunlarını hallederek Cumhuriyetin de÷erlerini ve kurumlarını yaúatacak geliútirecek toplumsal temellerini oluúturdular. Türkiye’de ise bu yapı toplumun belirli bir kesimiyle sınırlı kalmıútır. Köylülük formasyonunu yapısal olarak de÷iútirip dönüútürecek sanayi ve burjuva sınıfı gibi dinamikler bölgede geliúmedi÷i için, Cumhuriyet devrimi kurum ve kurallarıyla bölgede kendi tipini büyük ölçüde üretememiútir. Cumhuriyet devrimlerinin baúlattı÷ı aydınlanmanın yıllarca din adına okulun, okumanın olumsuzlandı÷ı olumsuzlandıkça feodal iliúkileri söylem düzeyinde yeniden üretip tutucu güçler koalisyonunun toplumsal deste÷ini oluúturmuútur. Bu siyasal bilinç içinde köylülü÷ü uzun yıllardan günümüze de÷iúmeyen yaúam kalıpları içinde dondurmanın siyasal açıdan sorumlusu 1950 den baúlayarak 58 yıl boyunca sürekli úu veya bu úekilde iktidar olan Türkiye’deki sa÷ hükümetlerin köye ve köylüye yönelik popülist politikalarıdır. 1950 den günümüze yapısal bir yöntemle bakıldı÷ında bu 58 yıllık süreden bir iki kısa dönem sol partilerin iktidar dönemleri çıkarılıp geriye kalan 50 yıllık süre bütünsel olarak analiz edildi÷inde bugün Kürt sorunu olarak nitelenen sorunun sadece askeri ve güvenlik önlemleriyle çözülmesinin yarattı÷ı sorunlar bir tarafa, bölgede yarım yüzyıldır siyasal ve ekonomik iktidarlarını sürdüren egemen sınıfların siyasal ittifaklarından çıkarlarından ba÷ımsız olarak düúünülemez. Demokrat Parti’nin popülist söylemiyle sarmaladı÷ı din, so÷uk savaúın anti-kominist söylemiyle birleúince köydeki cami ve geleneksel örgütler 241 okuldan daha önemli hale geldi. Demokrat Parti’nin ekti÷i bu bilinç daha sonra gelen sa÷ partilerin toplumsal deste÷ini oluúturan münbit bir alan haline geldi. Kandaúlık ve kutsallı÷a dayalı aúiret ve cemaat yapıları üzerinde egemenli÷ini sürdüren a÷alar ve úeyhler, DP döneminde nüfuz alanlarını daha da geniúleterek kitleler nezdinde meúruiyetlerini daha da pekiútirmiúlerdi. Bu meúruiyet bir anlamda geleneksel inancı siyasal boyuta taúıyarak sa÷duyu olarak politik bir içerikle yeniden üretmiútir. Böylece kendi sınıfsal çıkarlarını onaylatmayı toplum içinde iktidar iliúkilerini rasyonelleútirerek yalnızca kabul edilirli÷i de÷il, aynı zamanda olması gerekenin de zaten böyle oldu÷unu, baúka türlü düúünülemeyece÷ini sa÷ladılar. Böylece Do÷u Anadolu’nun büyük bir bölümünde devlet-uyruk iliúkisi ve demokratik kurumlar geliúemedi. Aúiret ve cemaate dayalı kiúisel ba÷ımlılı÷ın bir kayna÷ı da güvensizlik duygusudur. Bu güvensizlik duygusu ekonomik bölüúümden pay alamayan yı÷ınlar üzerinde etki yaparak tarikatları bir sı÷ınak haline getirdi. Bu konu ile ilgili di÷er bir sonuç a÷a, úeyh sınıfının yanında bölgede e÷itimli orta sınıfında son yıllarda oluúmuú oldu÷u görünüyor. Ancak bölgenin içinde bulundu÷u üretim tarzının genelli÷i anlamında konumları ve güçleri göreli olarak di÷er sınıfların yanında zayıf düzeydedir. Küçük burjuva sınıfına dahil edilebilecek bu e÷itimli orta sınıf, 1960’lı yıllarda Türk solu içinde politik söylemini oluúturan gruplardı. Feodalizme ve cemaat yapılarına karúı geliútirilen bir siyasal tavır ve söylem içindeydiler. Ancak bu söylem de en son gelip yerel, etnik ve romantik milliyetçilik duvarını aúamadı. Aúiret, cemaat yapıları ile ilgili sonuç olarak bölgedeki egemen geleneksel yapıların karúısına alternatif olarak burjuva sınıfının rolünü ve ideolojisini temsil edecek bir sınıf çıkamamıútır. Bu nedenle de Do÷u Anadolu’da devlet-yurttaú iliúkisini siyasal ve ideolojik düzeyde kuracak ve onu her defasında bir iliúki biçimine dönüútürecek ne bir burjuva gelene÷i, ne de onun mantıksal sonucu olan lâikleúme süreci yaúandı. Lâikleúmenin aksine imparatorluk döneminde de siyasal iktidarın en kör noktası olan bölge, Cumhuriyet döneminde de tarikatların üssü konumundaydı. Bugün Türkiye’de artık hegemon güç haline gelen tarikatların ve onların liderlerinin bölgesel kökenlerine bakıldı÷ında ço÷unun Do÷u ve Güneydo÷u kökenli oldu÷u görülecektir. 242 Bölgenin ve kentlerinin ekonomik açıdan geliúen sınıflarına bakıldı÷ında ise otuz yıl öncesinin köy bakkalı, küçük kasaba tüccarları bugün topraktan tamamen kopmuú tefeci, aracı, büyük tüccar haline gelmiúlerdir. Tarımsal artı÷ın piyasaya ulaútırılmasında aracı rolü oynayan bu sınıf yanında son yıllarda bölgede türedi bir sınıf olarak kaçakçılık, eroin, kara para, akaryakıt kaçakçılı÷ından büyük servetler edinmiú gruplarda bu yelpazede yerlerini almıúlardır. Örne÷in bölgenin bir çok kentinde neredeyse do÷ru düzgün bir fabrika yokken banka úubesinin 25 e ulaúması, bu sayıyı aúan büyüklükte tefecilik yapanların sayısını da buna eklersek bölgede tüccar-tefeci sınıfının egemen oldu÷u bir yapıya dönüúmüútür. Yanı sıra ticaretle büyüyen bu sermaye bölgede herhangi bir sanayiye aktarılmamıú, sermaye belli bir birikim düzeyine ulaúınca solu÷u østanbul’da almıútır. Baúlangıçta ilkel sermaye birikimini tarımdan elde eden bu sınıf ne yatırım kültürüne ne de giriúim kültürüne sahiptir. Servet ortaça÷daki gibi lüks gösteriú tüketime yönelik prestij için harcanmaktadır. Gerçi bu tür harcamalar kapitalist tüccar için de söz konusudur ama bu harcamalar, sermayenin temsil masrafı olarak iúlev gördü÷ü için kârlılık oranını artıran bir iúlev görürken, feodal iliúkiler içinde bu tür harcamalar tamamen güç gösterisine yöneliktir. Bu ekonomik ve toplumsal yapının temel özelli÷i yatırım kültüründen habersiz sefâhat ile sefâlet arasında gidip gelen bir niteli÷e sahiptir. Bu yapı türedi ve yapay bir niteli÷e sahip oldu÷undan zenginlik ile kültür at baúı gitmemiútir. Sonuç olarak her kapitalist pazarın birbirini izleyen sıralanmıú halkalarını merkezden baúlayarak do÷uya do÷ru konumlandırdı÷ımızda ülke içinde her kentin di÷erlerinden daha yüksek ve daha fazla gelir getiren bir noktası bulunmaktadır. Bu kentlerin ekonomik düzeylerini kendi iç dinamikleri belirledi÷i kadar co÷rafi, toplumsal ve ulusal ve uluslararası kapitalist pazarla eklemlenme düzeyleri de belirlemektedir. Bu hiyerarúik düzen içinde Türkiye’nin do÷usuna do÷ru gittikçe Do÷u’nun do÷usu olarak bu bölgede her úey neredeyse elli yıllık gecikmeli bir biçimde yaúanıyor. Do÷u’ nun kendi batısıyla arasındaki bu mutlak fark sadece kronolojik bir fark olmayıp aynı zamanda demokrasi, düúünce, yurttaúlık bilinci, hukuk bilinci, kentlilik bilinci gibi bir dizi kavramların ve kurumların geleneksizli÷i ve zayıflı÷ı anlamına da gelmektedir. Küreselleúme ve neo-liberal politikalar ve onların 243 uzantısı özelleútirmenin sıkı takipçisi olan hükümetlerin bu saatten sonra bölgeyi hangi iktisat politikalarıyla kalkındıraca÷ı sorusu da yanıtlanması gereken baúka bir sorudur. Bu soruya siyasal partilerin programında yanıt bulmak güçtür. Bölgede yatırım sermayesinin gelmemesinin tek nedeni güvenlik sorunu de÷ildir. Güvenlik sorunu aúılsa bile bölge özel yatırımlar için çok karlı bir alan de÷ildir. Tek çözüm devletin orada yatırımları destekleyici politikalara do÷rudan ya da dolaylı katılmasıdır. Özelleútirme süreciyle devletin elinde artık bu araç da olmadı÷ına göre Güneydo÷u sorununun çözümü konusunda belirsizlik devam edecek gibi görünmektedir. Son olarak bu çalıúmanın oda÷ını oluúturan cemaat yapılarının bugünün modern cemaatleriyle iliúkilendirildi÷inde; geleneksel cemaat yapıları ile Benedict Anderson’un tanımladı÷ı bugünün modern hayali cemaatlerinin zamanı ilginç bir úekilde çakıúmaktadır. Neo-liberalizm ve küreselleúme süreci gittikçe anlam bütünlüklerini, yapıları ufalayıp parekende hale dönüútürmektedir. Kimi düúünürler tarafından “Yeni Ortaça÷” olarak da tanımlanan günümüzün dünyası, post-modern dönemin çok Tanrılı koúullarında atomize edilmiú anlam kalıpları toplumsal bilinç üzerinde en büyük yabancılaúma etkisi yapmaktadır. Bu yabancılaúma günümüzde, yeniden cemaatleúme ya da retribalization (yeniden aúiretleúme) olarak da okunabilir. Anlam bütünlü÷ü yitiminin egemen oldu÷u bu koúullarda; ulus bilincinin sınıf bilincinin ona ba÷lı olarak yurttaúlık kimli÷inin yok edildi÷i koúullarda, yalnızlaútırılan insanın güven duyabilece÷i alanlar gittikçe yok edilmektedir. Bunların yerine din, etnik köken, cemaat gibi itaate hatta imana dayalı sı÷ınaklar ikame edilmektedir. Bu sı÷ınaklar aynı zamanda insanın karúı koyma güdüsünü hem zayıflatan, hem de yönlendirilmesi zor olmayan bir koúullandırmayla politik alanı her gün biraz daha iúgal eden bir hal almaktadır. 244 KAYNAKÇA Ahmad, Feroz, øttihatçılıktan Kemalizme, Çev: Fatmagül Berktay, Kaynak Yayınları, 2001 østanbul Akda÷, Mustafa, "Osmanlı Müeseseleri Hakkında Notlar", A.Ü.D.T.C.F.D, c.l3, s:l–21, Ankara. 1955 Akda÷, Mustafa, "Osmanlı Tarihinde Ayanlık Düzeni Devri (1730–1839)", Tarih Araútırmaları Dergisi, 1970–74, c.VI-XII, s: 110–124 Akda÷, Mustafa, "Timar Rejiminin Bozuluúu", A.Ü.D.T.F.C.D. c.3, Ankara, 1945. s .4-20 Akda÷, Mustafa, Turk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali øsyanları, Cem Yayınları, østanbul 1995 Akda÷, Mustafa: Turkiye'nin iktisadi ve øçtimai Tarihi I. (1243–1453), østanbul, 1995 Akpinar, Aliúan, Osmanlı Devletinde Aúiret, Mektebi, l.bs Ümit Yay, Ankara 1997 Akúin, Sina, “Osmanlı Türk Toplumundaki Sımıf Yapısı Üzerine Bir Deneme", Toplum ve Bilim, østanbul, 1977 s. (31–46) Akúin, Sina, Türkiye Tarihi. 1. Cilt Halil Bertay’ın Makalesi, Cem Yayınları, østanbul 1995 Akúin, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, ømaj Yay, 2.bs, Ankara 1996 Akúin. Sina, Jön Türkler øttihat ve Terakki, Remzi Kitap Evi, østanbul 1987 Akúit, Bahattin, “Az Geliúmiú Kapitalizm ve Köylere Giriúi”, ODTÜ Ö÷renci Birli÷i Yayını s. 23–24 Ankara 1967 Altay, Fahrettin, On Yıl Savaú ve Sonrası 1912–1922) TTK Yayınları, Ankara 1981 Althusser, Louis, Yeniden Üretim Üzerine, Çev: Iúık Ergüden øthaki Yayınları, 2005 Althusser, Louis, Kapitali Okumak, Çev: Iúık Ergüden, øthaki Yayınları, østanbul, 2007 245 Aulard, A, Fransız ønkılâbının Siyasi Tarihi, Demokrasinin ve Cumhuriyetin Kaynakları ve Geliúmesi, (1789–1804) Çev: Nazmi Poroy Türk Tarih Kurumu Yayınları Ankara 1982. Amin, Samir, Eúitsiz Geliúme, Çev: Ahmet Kotil, Arba Yayınları, østanbul 1991 Anderson, Benedict, Hayali Cemaatler, Çev: øskender Savaúır, Metis Yayınları, 1993 østanbul Anderson, Perry, Lineages of The Obsolutist States, Londra Verso 1990 Aras, Aydın, Güneydo÷u Anadolu’da Arazi Mülkiyeti ve øúletme ùekilleri Anka Yayınları, 2001, østanbul Arfa, Hasan, Kürtler, Çev: Faysal Nesre, Avesta Yayınları, østanbul 2006 Aristova, T. F, Kürtlerin Maddi Kültürü: Geleneksel Kültür Birli÷i Sorunu, Çev: ø. Kale, A.Karaba÷, Avesta Yayınları, østanbul 2002 Arrigi, Givonni, Uzun Yirminci Yüzyıl, Çev: Recep Boztemur, ømge Kitabevi, Ankara 2000 Arvas, øbrahim, Tarihi Hakikatler, Biyografinet Yayınları, 2005. østanbul Aslan, Rıfkı, Diyarbakırda Toprakta Mülkiyet Rejimleri, Diyarbakır Kültür ve Dayanıúma Derne÷i Yayınları, østanbul 1991 Aúiret Raporu, Kaynak Yayınları, østanbul 2003 Atay, F Rıfkı, Çankaya, Yeni Gün Yayıncılık 1999 østanbul Avcıo÷lu, Do÷an, Türkeye’nin Düzeni C. I Tekin Yayınları, østanbul 1992 Avcıo÷lu, Do÷an, Türkiye’nin Düzeni Cilt II. Tekin Yayınları, østanbul 2001 Avcıo÷lu, Do÷an, “Bir Sosyalist Stratejinin Esasları” Yön, 14 Ekim, 1966 s. (12– 23) Avıo÷lu, Do÷an, “Parlemantoculuk” Yön, Sayı 144 21 Mart 1962 Avyarov, F, Osmanlı-Rus Savaúları’nda Kürtler, (1801–1900) Çevrim Yazı: Muhammed Varlı, Sipan Yayınları, Ankara 1995 Aydın, Suavi, Emiro÷lu. Kudret, Mardin: Aúiret, Cemaat, Devlet, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 2000 Aynı Ali Efendi, Kanuname-i Osmanî, Haz: Hadiye Tuncer, Resimli Posta Matbası Ankara 1964 246 Aytar, Osman, Hamidiye Alayları’ndan Köy Koruyuculu÷una, Medya Güneúi Yayınları, østanbul 1992 Balibar E, I. Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf: Belirsiz Kimlikler, Çev: Nazlı Ökten, Metis Yay, 2b. østanbul 1995 Barkan, Ö.L “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi", Tanzimat 100.Yıldönümü Münasebetiyle, østanbul 1940 Barkan, Ö. L, Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler I, Gozlem Yayınları, l.Baskı, østanbul 1980 Barkan Ö.Lütfi,”Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Arazi Kanunnamesi”.Vakıflar Dergisi s. 378–397 Barkey, Karen, Eúkiyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezîleúmesi, Çev: Zeynep Altıok, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007 østanbul Barnes, T.J. M. S. Gertler. The New Industrial Geography: Regions, Regulations and Institiation, Routledge. 2000 Barth, Fredrik, Kürdistanda Toplumsal Örgütlenmenin ølkeleri, Avesta Yayınları, Çev: S. Ruken, ù.Hiúyar Özsoy, Avesta Yayınları, østanbul 2001 Baúgöz ølhan, “Do÷u Sorunu Yön. 1965 (12–20) Batu, Selahattin, “Halkevlerimiz ve Halkçılı÷ımız”, Ulus, 25 ùubat 1945 s. 2 Bayar, Celâl, ùark Raporu, Kaynak Yayınları, Sad: Nejdet Bayramo÷lu, Ankara 2006 Bazil, Nikitin, Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi ønceleme, Çev: Hüseyin Demirhan, Cemal Süreyya, Deng Yayınları, østanbul 1991 BCA Katalog Numarası Nafia Vekaleti 30.18.11 Dosya 97-3 1.12.1920 BCA, Muamelat Genel Müdürlü÷ü 30.10.11 18 18 07.06 1924 BCA. CHP Van øl Kongresi Zabıtları, Dosya 79–3 18.30.01 Tarih 10. 04. 1932 BCA. 490.01 837. 306.2/12 Mayıs 1934 BCA. 490.01.733.2.1/16 Haziran 1942 BCA. Katalog Numarası Cumhuriyet Halk Partisi 490.10.0 /202.80.15 Van Vilayet Kongre Zabıtnamesi Berkes Niyazi, “Batıcılık. Ulusçuluk. ve Toplumsal Devrimler”, Yön Yayınları, Ankara 1965 s. 17–28 247 Berkes Niyazi. øki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz Yön Yayınları, Ankara 1965 Berkes, Niyazi, “Satılık Memleket” Yön, sayı 98, 12 ùubat, 1965 s.(12–20) Berkes, Niyazi, Türkiye øktisat Tarihi II. Cilt Gerçek Yayınları, østanbul 1972 Berkes, Niyazi, Türkiye’de Ça÷daúlaúma, Haz: Ahmet Kuyaú, YKY Yayınları, østanbul 2002 Berktay, Halil, Kabileden Feodalizme, Kaynak Yayınları, østanbul 1995 Beúikçi, øsmail, Do÷u Mitinglerinin Analizi Yurt Kitap Yayınları, 1992 Ankara Beúikçi, øsmal, Do÷u’da De÷iúim ve Yapısal Sorunlar, Sevinç Matbaası Ankara. 1969 Beúikçi, øsmail, Do÷u Anadolu’nun Düzeni, Yurt Yayınları Ankara 1992. Bilgili, M. Fani, Kürtler ve Soysal Geliúmeleri, Tanmak Yayınları, Ankara 1993 Bloch, March, Feodal Toplum, Çev: M. Ali Kılıçbay, Savaú Yayınları, Ankara 1988 Bloch, Mauirce, Marxist Analyses and Socıal Anthropology, Malaby Pres London 1975 Boran, Behice, “Metod Açısından Feodalite ve Mülkiyet” Yön Dergisi sayı 51 s. (24-26) Boratav, Korkut, Türkiye øktisat Tarihi, Gerçek Yayınları, østanbul 1994 Boratav, Korkut, Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, ømge Yayınları, Ankara 2004 Bouthol, Gaston, Zihniyetler, Çev: Selmin Evrim, østanbul Ed. Fak. Yayınları, østanbul 1975 Bozarslan, M. Emin, Do÷u’nun Sorunları, Avesta Yayınları, østanbul 2002 Braudel F. Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm II. Cilt, Çev: M. Ali Kılıçbay Gece Yayınları, Ankara 1995 Braudel, Fernand, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, Çev: M. Ali Kılıçbay, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 1993 Braudel, Fernand, Uygarlıkların Grameri, Çev: M.Ali Kılıçbay ømge Yayınları, 1995 Ankara Bruinessen, M. Van, A÷a, ùeyh, Devlet, Çev: Banu Yalkut, øletiúim Yayınları, østanbul. 2004 248 Bruinessen, M.Van, Kürdistan Üzerine Yazılar, Çev: N.Kıraç, B.Peker, L.Keskiner, øletiúim Yayınları, østanbul, 2003 Burke Peter, Tarih ve Toplumsal Kuram, Çev. Mete Tunçay, østanbul 1994 Caton Steven C, “Anthropological Theories of Tribe anda State Formation in the Middle East: Ideology and the Semiotics of Power” Der: Khory Kostiner, Tribe and State Formatıon In The Mıddle East s. I.B. Tauris& Co. Ltd London. New York 1990 s. (74–108) Celile, Celil, XIX Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Kürtler, Çev: Mehmet Demir, Özge Yayınları, Ankara 1992 Cin, Halil, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülkiyete Dönüúümü Selçuk Üniv. Yayınları, Konya 1987 Cin, Halil, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, 3.bs. Konya, 1992 Cohen, A. P, “Culture as Identity: An Anthropologists View”, New Literary History, Cilt. 24, The Johns Hopkins University Pres, 1993 Cuinet, Vital, La Turquie D’ Asie c. I Ernesto Leorux 1891 Cumhuriyet’in 75. Yılında Van, Van Valili÷i, Van 1998 Çadırcı, Musa, Tanzimat Dönemi’nde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, TTK Yayınları, Ankara 1997 Ça÷lı, Elif, Bonapartizmden Faúizme: Ola÷anüstü Burjuva Rejimlerinin Marksist Bir Tahlili, Tarih Bilinci Yayınları, østanbul 2006 Çavdar, Tevfik, Türkiye’deki Toprak Da÷ılımının øúletme Büyüklükleri Yönünden Yapısal Çözümlenmesi, SBF Yayını 1983 Ankara Çelik, Gülfettin, “Osmanlı Devleti’nin Nüfus ve øskân Politikası” Divan Dergisi 1999 sayı I s. (66–67) Çetinsaya, Gökhan “økinci Abdülhamit Döneminde Kuzey Irak’ta Aúiret ve Siyaset” Divan Dergisi, s. 2 1999 s.(155–169) Davidson R. H, Osmanlı ømparatorlu÷u’da Reform (1856–1876) Agora Kitaplı÷ı, Çev: Osman Akınhay, østanbul 1997 Davison, R Hoderic Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Reform (1856–1876), c.2, Çev: Osman Akınhay, østanbul, 1997 Demiro÷lu. Faiz “Van’da økinci Meúrutiyet Günleri”, Van Gazetesi s. 2 sayı 244 Yıl 1945 249 Develio÷lu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Lügat, Aydın Kitabevi Yay, Haz: Aydın Sait Güneyçal 17 b. 2000 Ankara Divitçioglu, Sencer, Asya Uretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Koz Yay. 2.bs, østanbul, 1971 Divitçio÷lu Sencer, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbası, 1981 østanbul Dobb, Maurice, Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci, Çev: Çetin Yetkin May Yayınları. 1974 Donan, Hasting, Wilson, Thomas M, Sınırlar Kimlik: Ulus Devletin Uçları, Çev: Zeki Yaú, Ütopya Yayınları, østanbul. 2002. Duverger M, Siyasi Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Bilgi Yayınevi Ankara 1974 Dündar, Ali, “ Cemaatleúmek ølkelleúmektir”. Cumhuriyet Gazetesi. sayı 29340, 4 ùubat s. 2, 2006 Dündar, Fuat, øttihat ve Terakki’nin Müslümanları øskân Politikası (1913–1918) øletiúim Yayınları, 2002 østanbul Earle, Timothy, “Institutionalization of Chiefdoms: Why Landscapes are Built In Leaders to Rulers”, Ed: J. Has, New York: Kluwer Academic/Plenum Publishers, 2001 Earle, Timothy, Devlete Do÷ru, Çev: Cahide Sarı, Ütopya Yayınları, Ankara 2001 Eisenstadt S. N. The Political systems of Empires, New York, The Free Press, 1963 Ekúigil, Adnan, “Aydınlanma ve Fransız Devrimi” 11. Tez Kitap Dizisi Sayı 10 Belge Yayınları, østanbul 1990 s. (135-157) Engin, Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, østanbul 1968 Köy EnstitüsüYayınları. Ankara. 1982 Ercan, Fuat, Modern Kapitalizm ve Azgeliúmiúlik, Ba÷lam Yayınları, østanbul, 2001 Erdost M. ølhan, ùemdinli Röportajı, Onur Yayınları, Ankara 1993 Erdost, M. ølhan, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Mülkiyet øliúkileri, Sol Yayınları, Ankara 2005 Erdost, M. ølhan, Küreselleúme ve Osmanlı Millet Makası Modelinde Türkiye, Onur Yayınları, Ankara 2005 250 Ergun, Do÷an, Türk Birey Kuramına Giriú, ømge Kitapevi Yayınları, Ankara 2004 Ergun, Do÷an, Sosyoloji, øletiúim Yayınları, østanbul 2003 Erzurum Vilayet Salnemesi, Erzurum Vilayet Matbaası, 1901 Es, Sabri, “Devri-i østibdat ve Meúrutiyet” Van. Vilayet Gazetesi Sayı 244. s. 3 1953 F.Engles “Mülkiyetin Devletin Kökeni” ( Çev: Kenan Somer, Seçme Yapıtlar Cilt III. Sol Yayınları, Ankara 1979 s. 239–408 Faroqhi, Suraıya, Osmanlıda Kentler ve Kentliler Çev: Neyir Kalaycıo÷lu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1993 Fırat M. ùerif, Do÷u illeri ve Varto Tarihi, Kültür Sanat Yayıncılık østanbul 2007 Furet, François, Fransız Devrimi’ni Yorumlamak, Çev: Ahmet Kuyaú, Alan Yayınları, østanbul 1989 Geertz. Clifford, Old Societies and New State, The Question for modernity in Asia and Africa, New York Free Pres 1963 Gellner, Ernest, The Concept of Kınshıp and Other Essays on Theories of Tribe” Ed. Richard Tapper, Method Blackwell, Oxford, 1987 Genç, Mehmet, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, østanbul 2000 Gerger, Adnan, Da÷ların Ardı Kimin Yurdu: Kürtlerde Toplum Gerçe÷inin Yaúamsal Temeli, Baúak Yayınları, østanbul 1991 Gevgili, Ali, Türkiye Üstüne Tartıúmalar Ba÷lam Yayınları, østanbul 1995 Gordlevski, V, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev: Azer Yaran, Onur Yayınları Ankara 1988 Göcek, F. Müge, ømparatorlu÷un Çöküúü Burjuvazinin Yükseliúi, Osmanlı Batıllılaúması ve Toplumsal De÷iúme, Ayraç Yayınevi, østanbul 1999 Gökalp, Ziya, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler Haz: ùevket Beysano÷lu, Sosyal Yayınları, østanbul1992 Gökalp, Ziya, Türkçülü÷ün Esasları, M.E.B Yayınları, Ankara 1997 Göldaú, øsmail, Kürdistan Teali Cemiyeti, Doz Yayınları, østanbul 1991 Göyünç Nejat “Osmanlı Devleti Hakkında” Cogito Yapı Kredi Yayınları, sayı 19. 1999, s.( 88–104) 251 Göyünç, Nejat “Van” øslam Ansiklopedisi, c l3, østanbul 1986 s. (194–202) Gurvitch, George, Sosyoloji ve Felsefe, Der: Kadir Cangızbay, Yayınları, 1985 østanbul De÷iúim Günay, Selçuk, “ XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Mülki Yapısında Aúiretler” Yeni Türkiye s. (190–193) Güneú, Turan, “DP øktidarı”, Yön, 1966 (s 7-9) Günyol, Vedat, Devrim Yazıları, Çev: Meriç Gök. Nurettin Yıldırım, Sabahattin Eyüpo÷lu Varlık Yayınları, østanbul 1962 Hakan, Sinan, Osmanlı Arúiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direniúleri (1817 1867), Doz Yayınları, østanbul 2007 Hâkimiyet-i Milliye 20 Kasım 1934 Haldon, J, The State and the Tributary Mode of Production, Verso LondonNewyork 1993 Hallaço÷lu, Yusuf, XVIII. Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷unda øskân Siyaseti ve Aúiretlerin Yerleútirilmesi TKK Yayınları, Ankara 1997 Hatipo÷lu ù. Raúit. “Tarımda Makine” Dönüm Dergisi sayı 32 1943, (23–33) Hay, W. R, Two Years in Kurdistan, Experiences of a Political Officer. (1918– 1920) Sidgwick and Jackson, London 1921 Hekman, Lale Yalçın, Kürtlerde Aúiret ve Akrabalık øliúkileri Çev: Gülhan Erkaya, øletiúim Yayınları, 2002 østanbul Herbert, Heoton, Avrupa øktisat Tarihi ølkça÷dan Günümüzey Çev: M. Ali Kılıçbay, ømge Kitabevi Yayınları, 1997 Ankara Heyd, Uriel, Ziya Gökalp ve Tük Milliyetçili÷inin Temelleri Çev: Kadir Günay, Kültür Bakanlı÷ı Yayınları, 2000 Ankara Hobsbawm, E.J, “Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri’ne Önsöz” Çev: Mihri Belli Sol Yayınları 1992 Ankara Hobsbawm, E.J, ømparatorluk Ça÷ı, (1875–1914) Dost Kitabevi Yayınları, Çev: Vedat Aslan, Ankara 1999 Hobsbawn, E.J, Tarih Üzerine, Çev: Osman Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1999 Homsbawm, E.J, Eúkiyalar, Çev: Necdet Hasgül, Onur Akalın, Avesta Yayınları, østanbul 1997 252 Hourani, Albert, Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alagon, øletiúim Yayınları, østanbul 1999 Hovanisian, Richard, Armenian Van/Vaspuragan, Mazda Publisher. Califorina 2000 Issawi, Charles, The Economics History of Middle East (1800–1914) Chicago 1966 ødris, Küçükömer, Düzenin Yabancılaúması, Ba÷lam Yayınları, østanbul 1995 økdam, no. 459 Teúrin-i Sani.( Kasım 1895 økdam, No: 5143 18 Eylül 1908 økdam, No:5114, 20 A÷ustos 1908 øki Nisan Gazetesi, Köy Adlarının De÷iúti÷ine Dair ølan 1962 s. 2 øleri, C. Nuri, Türk ønkılâbı, ADTYK Yayınları Ankara 2000 ølhan, Atttila, “Burjuva Devrimi” Cumhuriyet Gazetesi 22 A÷ostos s. 7. 1997 ølkin, Selim, Tekeli ølhan, “ Türkiye Tarımı ve Yapısal Geliúmeler (1900–1950)” Der: ù. Pamuk, Z. Toprak, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200), Yurt Yayınları 1988, Ankara. s. 76 -88 ølkin, Selim, Tekeli ølhan, “Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları, Modernleúme Çabaları” Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200) Der: Zafer Toprak, ùevket Pamuk Tarih Vakfı Yurt Yayınları s. 19–37 ønalcık, H, Quataert, D, Osmanlı ømparatorlu÷u’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi; Çev: Halil Berktay Eren Yayınları, østanbul 2004 ønalcık, Halil, Osmanlı ømparatorlu÷u Klasik Ça÷, Çev: Ruúen Sezer, Yapı Kredi Yayınları, østanbul 2006 Immanuel, Siyes, “Tiers Etat Nedir”, A.Ü Hukuk Fakültesi Dergisi Çev: Süheyl Derbil Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt VIII. sayı 1–2 s. 126-207 Ankara 1951 øslamo÷lu, Huricihan, “16. Yüzyıl Anadolusu’da Köylüler, Ticarîleúme ve devlet øktidarının Meúrulaútırılması” Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım Ed: Faruk Tabak, Ça÷lar Keyder, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998 s. 61- 81 Jean, Maıllet, øktisadi Olayların Evrimi, Çev: Ertu÷rul Tokdemir, Remzi Kitabevi, østanbul 1983 253 Jwaideh, Wadia, Kürt Milliyetlçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi, Çev: øsmail Çeken, Alper Duman, øletiúim Yayınları, østanbul. 2004 K. Marx, F. Engels, Din Üzerine (Çev: Kaya Güvenç, Sol Yayınları, Ankara 1995 K.Marx, F. Engel, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri Çev: Mihri Belli, Sol Yayınları, 1992 Ankara K.Marx. F. Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin ølkeleri. (Çev. Muzaffer Erdost Sol Yayınları, Ankara 2002 Kansu, Aykut, 1908 Devrimi, Çev: Ayda Erbal, øletiúim Yayınları, østanbul 2006 Kanun No. 2510, Haziran 1934 Karaca, Ali, Anadolu Islahatı Meselesi ve ùakir Paúa Layihası, Eren Yayınları, østanbul 2000 Karal E. Ziya, Osmanlı Tarihi III, TTK Yayınlarıy, Ankara 1999 Karaosmano÷lu, Y. Kadri, Politika’da Kırkbeú Yıl, øletiúim Yayınları, østanbul 1999 Karl Marx Formen Çeviri: Sol Yayınları Yayın Kurulu, Ankara 1997 Karl Marx Kapital I. Cilt (Çev Alaadin Bilgin Sol Yayınları, Ankara 2004 Karl Marx, Fredricih Engels, Sömürgecilik Üzerine, Çev: Muzaffer ølhan Erdost, Sol Yayınları, Ankara 1995 Karpat, Kemal, Osmanlıda De÷iúim Modernleúme ve Uluslaúma, Çev: Dilek Özdemir, ømge Kitabevi Ankara 2006 Karpat, Kemal, “Orta Do÷u’da Osmanlı Etnik ve Dini Mirası” Ortado÷u’da Etnisite Ço÷ulculuk ve Devlet Ed: Milton J.Esman, Itamar Rabinovich s. 59–74 Keddie N.R, “ Socio-economii Change øn The Middle East Since 1800” Ed: A. I. Udovitcih. The Islamic Middle East. Princeton 1981. s 65–85 Keyder, Ça÷lar, “ Zafer Toprak, ølhan Tekeli, Selim ølkin ve ùevket Pamuk’un Tebli÷lerine iliúkin Yorum”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, Tarih Vakfı Yurt Yayınlar, 1999 s. 109–120 Keyder, Ça÷lar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, Çev: Sabri Tekay øletiúim Yayınları, østanbul 1991 Khory Konstiner “Tribe and State Formatin in The Middle East”, Der: Khory Konstiner s. 48–63 254 Kıesser, H.Lukas, Iskalanmıú Barıú, Çev: Atilla Dirim, øletiúim Yayınları, østanbul 2005 Kılıç, Orhan, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548–1648) Van Belediye Baúkanlı÷ı, Yayınları, Van 1998 Kılıçbay, M.Ali, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Gazi Üniv. øøBF Yayınları, Ankara 1982 Kıray, Mübecel, Toplumsal Yapı, Toplumsal De÷iúme, Ba÷lam Yayınları, østanbul 1999 Kıvılcımlı, Hikmet, Yol II, Biblotek Yayınları, østanbul 2006 Kıvılcımlı, Hikmet, Türkiye’de Kapitalizmin Geliúimi, Tarih ve Devrim Yayınları, østanbul 1974 Kıvılcımlı. Hikmet, Tarih Devrim ve Sosyalizm, Derleniú Yayınları, østanbul 2006. Kiriúçi, Kemal, Winrow, M. Gareth, Kürt Sorunu Kökeni ve Geliúimi, Ahmet Fethi, Tarih Vakfı Yurt Yayanları 4b. østanbul 2002 Koca, Hüseyin, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Do÷u-Güneydo÷u Anadolu Politikaları, Mikro Yayınları, Konya 2000 Koçak, Cemil, Umumi Müfettiúlikler (1927–1952), øletiúim Yayınları, østanbul 2003 Koçi Bey Risalesi Haz: Zuhuri Danıúman Ecdad Yayınları, Ankara 1994 Kodaman Bayram. II. Abdülhamit Devri Do÷u Anadolu Politikası, Türk Kültürü Araútırma Enstitüsü, Yayınları, Ankara,1992 Kodaman, Bayram, “Hamidiye Hafif Süvari Alayları”, Tarih Dergisi s. 431–440 Kodaman, Bayram, “Osmanlı Devrinde Do÷u Anadolu’nun ødari Durumu” Belgelerle Türk Tarihi Yıl 1987 sayı 22 s. 31–36 Kongar, Emre, Türkiye’de Toplumsal De÷iúme, Remzi Kitabevi, østanbul 1995 Kop, Kadri Kemal, Araútırma ve Düúüncelerim, Vakit Gazete Matbaası, Ankara 1935 Köprülü, Fuat, “Orta Zaman Türk øslam Feodalizmi”, Belleten V/19 1941 s. 334– 337 Köy Envanter Etüdleri Van, Tarım ve Köy øúleri Bakanlı÷ı Yayınları Ankara 1963 255 Köymen, N. Kemal, “ Köy Seferberli÷ine Do÷ru”, Ülkü I. 5 Haziran 1933 s. (233–241) Kristansen, Krıstıan “ Chıefdoms and States, A Crıtical Assement Chiefdoms: Power Economy and Ideology” Der: Timothy K. Earle, Cambridge University Pres, 1991 (s.78–97) Kunt, Metin, Sancaktan Eyalete (1550–1650) Arasında Osmanlı Ümerası ve øl ødaresi, Bo÷aziçi Yayınları, østanbul 1981 Kuruç, Bilsay, Belgelerle Türkiye øktisat Politikası II (1933–1935), AÜ SBF Yayınları, Ankara 1993 Kutlay, Naci, øttihat Terakki ve Kürtler, Beybun Yayınları, Ankara 1991 Küçük, Cevdet, “II. Abdülhamid’in Dıú Politikası”, II. Abdülhamid ve Dönemi Sempozyumu, Bildiriler, østanbul 1992, s.24–36 Landou, Jakob M, Pan-øslam Politikaları: ødeoloji ve Örgütlenme, Çev: Nigar Bulut, Ba÷lam Yayınları, østanbul 2002 Lapidus, I. M, History of Islamic Societies, Cambridge University Pres, 1999 Lapidus, I. M, “Tribe and State Formation in Islamic History”. Der: Philip S. Khoury, J.Kostiner, Tribe and State Formatıon in The Middle East, The Regents of the Univesity of Califorina 1990 s( 25-45) Layard, A. Henry, Ninova Kalıntıları, Avesta Yayınları Çev: Zafer Avúar østanbul, 2000 Lazerev, M.S Emperyalizm ve Kürt Sorunu (1917–1923) Çev: Mehmet Demir, Özge Yayınları, Ankara 2000 Lefebvre, Henri, Sosyalist Dünya Görüúü, Çev: G. Do÷an Görsev, Yordam Kitapları, østanbul 2000 Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Do÷uúu, Çev: Metin Kıratlı, TTK Yayınları, Ankara 2000 Lewis, Bernard, Ortado÷u, Çev: Selen Y. Kölay, Arkadaú Yayınevi, Ankara 2005 Lindholm, Charles, “Kinship Structure and Political Authority: The Middle East and Central Asia” Comparative Studies in Society and History”, Ed: Ernest Gellner, Cambiridge University Pres, s. 334–355 Lütfi Tarihi Cilt III. Haz. Münir Aktepe, TTK Yayınları, Ankara 1988 Lynch H. F. B. Armenia Travels and Studies, Cilt II. Khayats Publishers, Beirut 1965 256 Machiavelli, Hükümdar, Çev: Sabahattin Ba÷datlı, Sosyal Yayınları, østanbul 1992 Mandel, Ernest, Andre G. Frank, Ekonomik Kriz ve Azgeliúmiú Ülkeler, Çev: N. Saraço÷lu Yazın Yayıncılık, østanbul 1995 Mardin, ùerif, Din ve ødeloji, øletiúim Yayınları, østanbul 1999 Mavesriy V.T Kürt Ermeni øliúkileri, Çevrim Yazı: Haydar Varlı Sipan Yayınları, Ankara 1997 Mehmet Hurúit Paúa Seyahatnami-i Hudud, Çevrim yazı: Alaaddin Eser, Simurg Yayınları, østanbul 2000 Mıllıngen, F, Wıld Life Among The Kurds, Hurst and Blackett. London,1870 Michelet J. Fransız øhtilali Tarihi I.cilt Çev: Hamdi Varo÷lu, Maarif Vekâleti Basım evi, Ankara 1952 Michelet, J. Fransız øhtilali Tarih Cilt II. Çev: Hamdi Varo÷lu Maarif Vekâleti Yayını Ankara 1952 Minorsky, “Kürtler” øslâm Ansiklopedisi, Maddesi, c. VI, s. 1091, 1093. Moore, Barrington, Demokrasinin ve Diktatörlü÷ün Kökenleri, Çev: ùirin Tekeli, Alâeddin ùenel, ømge Kitabevi Ankara 2003 Morgan, Lewis. H, Eski Toplum I.II, Çev: Ünsal Oskay, Payel Yayınları, østanbul 1987 Mumcu, U÷ur, Kürt Dosyası, um:ag Yayınları, Ankara, 1998 Nadi, Nadir, “Zaaf mı-Kuvvet mi?”, 4, Ocak 1948 Cumhuriyet Gazetesi, sayı 8400 s. 3 Oktay, Cemil, Siyaset Bilimi øncelemeleri, Alfa Yayınları, østanbul 2005 Olson, Robert, Kürt Milliyetçili÷inin Kaynakları ve ùeyh Sait Isyanı, Çev: B. Berker, N.Kıraç Özge Yayınları, Ankara, 1995 Orhonlu, Cengiz, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Aúiretlerin øskânı, Eren Yayıncılık, østanbul 1987 Ortaylı, ølber, ømparatolu÷un En Uzun Yüz Yılı, øletiúim Yayınları, østanbul 2000 Ortaylı, ølber, Tanzimat Dönemi’nde Osmanlı Mahalli ødareleri (1840–1880) TTK Yayınları, Ankara 2004 257 Önal, Sami, Sadettin Paúa’nın Anıları. Ermeni Kürt Olayları, Remzi Kitapevi Yayınları østanbul 2007 Özankaya, Özer, Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, SBF Yayını, Ankara, 1971 Özcan, Nihat Ali, AKP’ nin Kürt Sorunu’ ile ømtihanı” Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki s. 16, 26 Eylül 2005 Özdili, ølhan, “Türkiye’de E÷itim” E÷itim Dergisi s. sayı 10 s. 90 1990 Özer, Ahmet, Do÷u’da Aúiret Düzeni ve Brukanlar, Elips Yayınları, Ankara 2003 Özgür, Özlem, 100 Soruda Türkiye’de Kapitalizmin Geliúmesi østanbul Gerçek Yayınevi, østanbul 1990 Özkaya, Yücel, “XVIII. Yüzyılın ølk Yarısında Yerli Ailelerin Ayanlıkları Ele Geçiriúleri ve Büyük Hanedanlıkların Kuruluúu”, Belleten, 168, 1978 (667–723) Özkaya, Yücel, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Ayanlık, TTK Yayınları, Ankara 1994 Özo÷lu, Hakan, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçili÷i, Çev: N. Özok, A.Z Gündo÷an, Kitapevi Yayınları, 2005 østanbul Öztürk, Saygı, Kasadaki Dosyalar: øsmet ønönün’nün Atatürk’e Sundu÷u Gizli Kürt Raporu, Umit Yayıncılık østanbul 1999 Pakalın M. Zeki, Tanzimat’ın Maliye Nazırları, Kanaat Kitapevi østanbul 1939 Pamuk, ùevket, “Türkiye’de Toprak Bölüúüm øliúkileri” Yapıt 1986. (32–33) Pamuk, ùevket “Anadolu’da Küçük Köylülük Üzerine Tezler,” Yapıt Toplumsal Araútırmalar Dergisi, Kasım Aralık 1985 s. (102–111) Parlak, Suat, Kürtler ve Türkler, Ba÷dat Yayınları, østanbul 2007 Pirene, Henri, Ortaça÷ Kentleri, Çev: ùadan Karadeniz, øletiúim Yayınları, østanbul 1991 Prıtchard, Evans, Sosyal Antropoloji, Çev: Fuat Aydın, Birey Yayıncılık, østanbul 2005 Prichard, Evans, The Neur: A Description of the Modes of Livehood and Political Institutions of Neolotic, Oxford Univ. Pres, New York, 1969 Ramsaur, Ernest E, Jön Türkler ve 1908 øhtilali Çev: Nuran Yavuz, Pozitif Yayınları, østanbul 2007 Rasim, Ahmet “østibdattan Hakimeyet-i Milliyeye", østanbul s. 115–117 258 Refik, Ahmed, Anadolu’da Türk Aúiretleri, Enderun Kitapevi, 1991 østanbul Regions, Regulation and Institutions. Londra: Routledge 1999 Ritter, Helmut, “Irrational Solidarity Groups: Socio-Psyclogical Study in Connection with Ibn Khaldun” Oriens Cilt. I. 1948 s. 45–56 Roderic Davison, H. Osmanlı ømparatorlu÷u’da Reform, 1856–1876, Çev: Osman Akınhay. Papirus Yayınları, østanbul 1997 Sahlins, Marshall, Social Stratifaction in Polinesia Seattle: Üniversity of Washington Press, 1965 Sait Halim Paúa, Buhranlarımız. Tercüman Yayınları, østanbul, 1988 Sarç, Ö Celal, Tanzimat ve Sanayimiz. Tanzimat’ın 100.Yıldönüm Münasebetiyle, østanbul 1941 Sarıca, Murat, Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi østanbul Üniversitesi Sasuni, Garo, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni–Kürt øliúkileri, Çev: Bedros Zartaryan, M. Yetkin, Med Yayınları, østanbul 1992 Savran, Sungur, “Osmanlı’dan Cumuhriyete: Türkiye’de Burujuva Devrimi Sorunu.” 11. Tez Kitap Dizisi Kasım Uluslar arası Yayıncılık, 1985 østanbul s. 173–213 Selçuk, ølhan, “Askere Müdahale Üzerine” Cumhuriyet Gazetesi, 11. Aralık Pazar s. 2, 2006 Selek, Sabahattin, Anadolu øhtilali, Kestaú Yayınları, østanbul 2000 Sencer, Muammer, Pervus Efendi, Türkiye’nin Mali Tutsaklı÷ı, May Yayınları, østanbul 1977 Sevgen, Nazmi, Do÷u Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1982 Sezgin, Ömür, Kurtuluú Savaúı ve Siyasal Rejim Sorunu, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 2005 Sinano÷lu, Suat, Türk Hümanizmi, TTK Yayınları, Ankara 1980 Soboul. Albert. Fransız øhtilâlinin Kısa Tarihi, Çev: øsmail Yarkın, ønter Yayınları østanbul, 1989 Soysal, Mümtaz “Büyük Yalan” Yön sayı 40. 19 Eylül 1962, s.6-10 Sönmez, Mustafa, Do÷u Anadolu’nun Hikâyesi Arkadaú Yayınları, østanbul 1992 259 Sönmez, Mustafa, “ Türkiye’de Tarım ve Büyük Burjuvazi” Yapıt. s.231–236 Steinhous. Kurt, Atatürk Devrimi Sosylojisi, Çev: NecdetSander, Cumhuriyet Kitapları, østanbul, 1991 Straford, Lord, Türkiye Anıları, Çev: Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1999 Süleyman Sabri Paúa, Van Tarihi ve Kürtler Hakkında Tetetbualar, Haz: Gamze Gayeo÷lu, Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1982 Svazlian, Verjine, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Çev, Emine Demir, Belge Yayınları, østanbul 2005 Sweezy, P, Baran, P, Tekelci Kapitalizm, Do÷an Yayınevi Ankara 1970 Swezy, Paul, “Bir Eleútiri” Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci Kitabının içinde Çev: Çetin Yetkin, May Yayınları, østanbul 1974 s. 32–44 ùark Üniversitesi Raporu, Milli E÷itim Matbaası Ankara 1952 ùaúmaz, Musa, Kürt Musa Bey Olayı (1883–1890), Kitabevi Yayınları, østanbul 2004 ùerefname ùerefhan, Çev: M. Emin Bozarslan Deng Yayınları, østanbul 1999 ùerif, Ahmet, Anadolu’da Tanin Haz: M. Çetin Börekeçi TTKYayınları, Ankara 1999 ùimúir, Bilal N. øngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (1924–1938), TTKYayınları Ankara 1991 T:B:M:M Kavanin Mecmuası Yıl 1928 Tapper, Richard, øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi, Ankara 2004 Tarih-i Naima 4. Cilt (Çevrimyazı Zuhuri Danıúman Zuhuri Danıúman Yayınları, østanbul 2000 TBMM Kavanin Mecmuası Kanun No. 1505 Haziran 1929 D. 10 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, øçtima 2, Cilt 10 Dokuzuncu øçtima TBMM Zabıt Ceridesi, Devre2, øçtima 4, Cilt 33 75.76 øçtima Tekeli, ølhan, ølkin, Selim, “ Türkiye’de Ulaútırmanın Geliúimi” Cumuhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopesidi C 10 s.2758–2768 260 Ter Minessian, Anahide, “Ermeni Kaynaklarına Göre, Yüzyıl Baúında Van”,Osmanlı Döneminde Modern Kentler, Der: Paul Dumont, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1997 Tezel Y. Sezai, Cumhuriyet Döneminin øktisâdi Tarihi (1923–1950), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002 østanbul Tibi, Bassam, Bo÷azın øki Yakası: Avrupa ile øslamcılık Arasında Türkiye, Çev: Sevinç Kabakçıo÷lu, Do÷an Yayıncılık, østanbul 2000 Timur, Taner, Çok Partili Hayata Geçiú, øletiúim Yayınları, østanbul 2004 Timur, Taner, Türk Devrimi ve Sonrası, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 1993 Toker, Metin, ùeyh Sait øsyanı Akis Yayınevi, Ankara 1968 Tökin, ø. Hüsrev, Türkiye Köy øktisadiyatı, øletiúim Yayınları, østanbul 1990 Tönnies, Ferdinand, Community and Society, Der: C.P Loomis New York Harper, 1957 Tunaya, Tarık Zafer, “Türkiye Üstüne Tartıúmalar”, Ba÷lam Yayınları, Ed: Ali Gevgili østanbul 1994 Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923–1931), Yurt Yayınları, østanbul 1996 Turan, ùerafettin, Türk Devrim Tarihi (1923–1938) Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995 Turan, Osman, Do÷u Anadolu Türk Beylikleri Tarihi Nakıúlar Yayın evi østanbul 1980 Turner, Bryan, Oryantalizm Kapitalizm ve øslam, ønsan Yayınları, østanbul 1991 Tütengil, C. Orhan. Azgeliúmiú Ülkelerin Toplumsal Yapısı, østanbul Matbası, østanbul 1966 Ulu÷, N. Hakkı, Derebeyi ve Dersim, østanbul 1932 Uzunçarúılı ø. H, Osmanlı Tarihi II. Cilt, TTK Yayınları Ankara 1999 Uzunçarúılı ø.H. Osmanlı Tarihi Cilt III. TTK Yayınları Ankara, 1999 Ünal, Kemal, “Cumhuriyet 21’nci Yasına Basarken Halkevleri ve Halkodaları” Ülkü, XIV/79 Eylül 1939.s. 14, Ulus, 29 Ekim 1934 Üúür, øúaya,“Burjuva Devrimleri Ba÷lamında Onyedinyi Yüzyıl øngiliz Devrimi", 11. Tez Kitap Dizisi Sayı 10 Belge Uluslararası Yayınları, østanbul, 1990, s. 159 -179. 261 Üúür, øúaya “Kapitalizmin Geliúmesi Üzerine øncelemeler ve Geçiú Tartıúmaları: Bir Takdim” Maurice, Dobb, Kapitalizmin Geliúimi Üzerine øncelemeler Çev: F. Akar Belge Yayınları, østanbul 1992 1.b (355–452) Üúür, øúaya, “Osmanlı ømparatorlu÷u Tarih Yazımında Metodolojik Bir Sorun Üzerine Birkaç Gözlem ve Düúünce” Mürekkep Dergisi sayı 5, 1995 V.ø.Lenin Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlü÷ü, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara 1992, Vali, Abbas, Kürt Milliyetçili÷inin Kökenleri, Avesta Yayınları, Çev: S. Kılıç, U. Aydo÷muú, F. Adsay østanbul 2005 Van Gazetesi sayı 376 Yıl 1942 s. 3 Van Gazetesi. 1942 sayı 354 Van øl Yıllı÷ı, Van Vilayet yayınları 1963 Van Vilayet Salnamesi, 1895 Van Belediyesi Yayınları, 1999 Van Wallerstein, Immanuel, Modern Dünya Sistemi I. Cilt, Çev: Latif Boyacı, Bakıú Yayınları, østanbul 2004 Weber, Max, Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev: Özer Özenkaya, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 1995 Wigram. W.A. ønsanlı÷ın Beúi÷i, Çev: øbrahim Bingöl, Avesta Yayınları, østanbul 2004 Wilson, S. G, Persian Life and Customs: With Scenes and Incidents of Residence and Travel Oliphant, Anderson and Ferrier London 1896 Witfogel, Karl, Oriental Despotism A Comparetive Study of Total Power. New Haven, Yale University Pres, 1957 Wood, E Meikins, Eski Rejimler ve Modern Devletler Üstüne Tarihsel Bir Deneme, Çev: Oya Köymen Yordam Kitap, østanbul 2007 Wood, E.Meıkıns, Kapatalizmin Kökeni, Çev: Cevdet Aúkın, Epos Yayınları, Ankara 2003 Yeni Yurt Gazetesi, sayı. 854. Yıl 1947 Yeni Yurt Gazetesi sayı 956 Yıl 1947 Yeni Yurt Gazetesi sayı 1150 Yıl 1948 Yerasimos, Stefanos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt III, Çev: Babür Kuzucu, Belge Yayınları, østanbul 2001 262 Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, Çev: ùirin Tekeli, øletiúim Yayınları, østanbul 2000 Yerasimos, Stefanos. Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt II. Belge Yayınları, Çev: Babür Kuzucu, østanbul 2001 Yonan Gabriella, Asur Soykırımı: Unutulan Bir Holocoust, Çev: Erol Sarı, Pencere Yayınları, østanbul, 1992 Zurcher Erıch Jaan Terakki Perver Cumhuriyet Frkası, Çev: Gül Ça÷la Güven, Ba÷lam Yayınları, østanbul 1992 263 SUMMARY This thesis is a study to analyze in production formations the tribe and community structures, which constitutes a major part of the problems so called as South Eastern and Eastern Anatolia problem or Kurdish problem, and which is one of the most important problems of Turkish contemporary issues. This analysis considers the tribe and community structures in a multi-formation where both the capitalist and feudal production forms are lapsed within the other. The processes of these two production forms, where one determines or eliminates the other with its social interactions, institutions, and ideologies are discussed in the two main historical periods, namely ‘Before the Republic’ and ‘After the Republic’. The main problematic that the thesis focuses can be formulated as a study to find out answers to the questions why the Republic or bourgeois democratic revolution could not eliminate the tribe and community structures in Eastern Anatolia totally, and why it could not reach its natural borders. In this formulation, at which level and at which means the tribe and community structures produce the power relations are inquired in economic, political, and social interactions frame, and it was aimed to find out the replies from the near history. In other words, it is a study to discover at which points, and by which economic, political and ideological means the traditional structures such as tribe and community, which eliminates or delays the institutionalization of democratic institutions and laws of the Republic in Eastern Anatolia region which hasn not experienced the main traumatic effects of industrial revolution has blocked the borders of bourgeois democratic revolution. Evaluating the feudal and traditional structures such as tribe and community in this frame also means determining the level of maturation or institutionalization, and production of its own style of institutions of the Republic in the context of individual, citizen-state, political culture, and belonging relations. For these reasons, this study can also be considered as a study to discover the real age of “the Republic” in Eastern Anatolia. 264