SøYASET BøLøMø - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
T.C
ANKARA ÜNøVERSøTESø
SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ
SøYASET BøLøMø ve KAMU YÖNETøMø
(SøYASET BøLøMø) ANA BøLøM DALI
DOöU ANADOLU DÜZENøNDE AùøRET- CEMAAT- DEVLET
(1839-1950)
DOKTORA TEZø
SAøT EBøNÇ
TEZ DANIùMANI: PROF. DR. øùAYA ÜùÜR
ANKARA- 2008
T.C
ANKARA ÜNøVERSøTESø
SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ
SøYASET BøLøMø ve KAMU YÖNETøMø
(SøYASET BøLøMø) ANA BøLøM DALI
DOöU ANADOLU DÜZENøNDE AùøRET- CEMAAT- DEVLET
(1839-1950)
DOKTORA TEZø
SAøT EBøNÇ
TEZ DANIùMANI: PROF. DR. øùAYA ÜùÜR
ANKARA- 2008
T.C.
ANKARA CJNIVERS~~ESI
SOSYAL BILIMLER ENST~TUSU
SIYASE~LUILIMI ve KAMIJ YONETIMI
(SIYASET BILIMI) ANABILIM DALI
DOGU ANADOLU DUZENINDE ASII~ET-CEMAAT-I)I<VLET
(1839-1950)
DOKTORA TEZI
Tez Daniymitn~:Prof. Dr. fSaya $~,$JR
Tez Jiirisi fJyeleri
TÜRKøYE CUMHURøYETø
ANKARA ÜNøVERSøTESø
SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ MÜDÜRLÜöÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik
davranıú ilkelerine uygun olarak toplanıp sunuldu÷unu beyan ederim. Bu kural ve
ilkelerin gere÷i olarak, çalıúmada bana ait olmayan tüm veri, düúünce ve sonuçları
andı÷ımı ve kayna÷ını gösterdi÷imi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)
Tezi Hazırlayan Ö÷rencinin
Adı ve Soyadı
ømzası
III
øÇøNDEKøLER
øÇøNDEKøLER……..…………………………………………………I
KISALTMALAR………………………………………………………………...III
ÖZET…..……………………………………………………………………...…IV
GøRøù .................................................................................................... 1
BøRøNCø BÖLÜM ................................................................................ 9
I. AùøRET ve CEMAAT ..................................................................................... 9
1.1. Cemaat ................................................................................................... 13
1.2. Aúiret ...................................................................................................... 15
1.2.1 Yarı Göçebe Aúiretler ........................................................................... 20
1.2.2 Yerleúik Aúiretler ................................................................................. 21
1.3. Konfederasyon ya da Mirlik ................................................................... 21
1.4. Marksist Kuram Kabile ve Aúiret Yapıları............................................. 24
1.4.1 Feodalizm Atüt ve Do÷u Anadolu........................................................ 34
1.4.2.Batı’nın Ayanlı÷ı Do÷u’nun A÷alı÷ı .................................................... 49
1.4.3.Do÷u Anadolu’da Feodalleúme Süreci ................................................. 52
øKøNCø BÖLÜM ......................................................................... ……61
2. CUMHURøYET ÖNCESø DOöU ANADOLU........................................... 61
2.1. Osmanlı Döneminde Do÷u Anadolu ...................................................... 61
2.1.2. Do÷u Anadolu’da Merkezîleúme Süreci ............................................. 63
2.2. Toprak Mülkiyet øliúkileri ..................................................................... 67
2.2.1. Artık Ürüne El Koymada Devlet ve Aúiretler ..................................... 70
2.3.Tanzimat Fermanı ve Vilâyyat-ı ùarkîye ................................................ 74
2.4. 1858 Arazi Kanunnamesi ....................................................................... 79
2.4.1. Do÷u Anadolu’da Yurtluk ve Ocaklık Statüsündeki Topraklar .......... 82
2.5.Do÷u Anadolu’da Osmanlı Yönetimi...................................................... 86
2.5.1. Vilâyyat-ı ùarkiye Islahat Projesi ve Umumî Müfettiúli÷in Kurulması
....................................................................................................................... 90
2.5.2 Ulus Düúüncesinin Do÷u Anadolu’da Yayılması ................................ 93
2.5.3. Hamidiye Alayları ............................................................................... 98
2.6. Vilayyat-ı ùarkiyye’ de II. Meúrutiyet ................................................. 103
2.6.1. II. Meúrutiyet Döneminde Kürt Cemiyetleri ..................................... 108
2.7. Kandaúlıktan Kutsallı÷a Do÷u Anadolu’da øki Geleneksel Güç Oda÷ı 110
2.7.1. ùemdinli ùeyhleri .............................................................................. 110
2.7.2. Bedirhanlar ........................................................................................ 114
2.8. Van’da øttihat ve Terakki ..................................................................... 116
2.9. Tehcir Sonrası Do÷u Anadolu’da Büyük Mülklerin Oluúumu ............ 122
2.9.1 Ermeni Topraklarının Bölgedeki Toplumsal Sınıflar Arasındaki
Da÷ılımı ....................................................................................................... 128
I
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .......................................................................... 133
CUMHURøYET DÖNEMø ............................................................................. 133
3. BURJUVA DEMOKRATøK DEVRøM ................................................. 133
3.1. Burjuva Demokratik Devrimin Tanımı ................................................ 133
3.2. Türk Devrimi ........................................................................................ 136
3.2.1. Türkiye’de Burjuva Demokratik Devrimin Sınırları ......................... 143
3.2.2. Cumhuriyet Süreklilik mi Kırılma mı ? ........................................... 150
3.3.ùeyh Sait øsyanı ..................................................................................... 155
3.3.1.Yeniden Umumi Müfettiúlik .............................................................. 160
3.3.2.Takriri Sükûn Kanunu ve Devrimin Dönemeci ................................. 163
3.4.Kürt Milliyetçili÷ine Karúı Devletin Feodal Güçlerle Yeniden øttifakı 165
3.5. Do÷u Anadolu’da A÷aların Eúraflaúma Süreci .................................... 169
3.5.1 Do÷u Anodolu’da Kapitalistleúme Süreci ......................................... 171
3.5.2 Ulus Devlet Döneminde Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası......... 173
3.5.3 Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası ve Do÷u Anadolu .................... 176
3.5.4 Do÷u Anadolu’da Eúraf Sınıfının Dinamikleri ................................. 184
3.5.5. Bir Sermaye Birikim Örne÷i: Mürtezika Sınıfından Mürtefi Sınıfına:
Van’da Siirtli Tüccarlar ............................................................................... 190
3.5.6 Cumhuriyet Dönemi Do÷u Anadolu’ da Toplumsal Yapı ve Mülkiyet
øliúkileri ....................................................................................................... 195
3.6. Kent Siyaset ve Van’ın Sekene-i Asliyesi ............................................ 200
3.7. Do÷u Anadolu’da Siyasal Kültür, Zihniyet ve Aidiyet øliúkileri ........ 206
3.8. Cumhuriyetin Kırsal Alanı Dönüútürme Giriúimleri ve Halkçılık ....... 210
3.9. Demokrat Parti ve Do÷u Anadolu ........................................................ 216
3.9. Demokrat Parti ve Aúiretler .................................................................. 220
3.10. Do÷u Anadolu’da Din ve Üretim øliúkileri......................................... 221
3.11. Laiklik Bir Söylem mi øliúki Biçimi mi? ............................................ 227
SONUÇ ............................................................................................. 232
KAYNAKÇA .................................................................................... 245
II
KISALTMALAR
a.g.e.
:Adı geçen eser
a.g.m.
:Adı geçen makale
a.g.t.
:Adı geçen tez
a.g.b
:Adı geçen belge
BOA
:Baúbakanlık Osmanlı Arúivi
BCA
: Baúbakanlık Cumhuriyet Arúivi
ÇEV
:Çeviren
DH
:Dahiliye Nezareti
DH.ùFR
:Dahiliye Nezareti ùifre Kalemi
øT
:øttihat ve Terakki
øAMM
: øskân-ı Aúair ve Muhacirin Müdüriyeti
TøGMA
:Toprak øskân Genel Müdürlü÷ü Arúivi
TTK
:Türk Tarih Kurumu
T.V.Y.Y
: Tarih Vakfi Yurt Yayınları
III
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
ÖZET
Bu tez, Türkiye gündeminin en önemli sorunlarından birini oluúturan,
Güneydo÷u ve Do÷u Anadolu, ya da Kürt sorunu olarak da adlandırılan sorunlar
yuma÷ının önemli bir boyutunu oluúturan aúiret ve cemaat yapılarını üretim
formasyonları içinde analiz etmeye yönelik bir çalıúmadır. Bu analiz aúiret ve
cemaat yapılarını hem kapitalist hem de feodal üretim biçimlerinin iç içe geçti÷i
çoklu bir formasyon içinde de÷erlendirmektedir. Bu iki üretim biçiminin
toplumsal iliúkileriyle, kurumlarıyla, ideolojisiyle birbirlerini belirleme ve tasfiye
etme süreçleri Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası iki ana tarihsel dönem
içine yerleútirilerek ele alınmıútır. Tezin odaklandı÷ı temel sorunsal Cumhuriyet
ve burjuva demokratik devrimin Do÷u Anadolu’daki aúiret cemaat yapılarını
neden tam olarak tasfiye edemedi÷i ve kendi do÷al sınırlarına ulaúamadı÷ı
sorularına yanıt bulmaya yönelik bir çalıúma olarak da formüle edilebilir. Bu
formülasyon içinde aúiret ve cemaat yapılarının iktidar iliúkilerini hangi düzeyde
ve hangi araçlarla ürettikleri soruları ekonomik, politik ve toplumsal iliúkiler
çerçevesi içinden sorularak, bu sorulara yakın tarih içinde yanıt bulmayı
amaçlamaktadır. Baúka bir ifadeyle, verili ekonomik ve toplumsal bir
formasyonda, sanayi devriminin temel sarsıcı etkilerini yaúamamıú Do÷u Anadolu
gibi
bir
bölgede,
Cumhuriyetin
demokratik
kurum
ve
kurallarının
kurumsallaúmasını engelleyen ya da geciktiren aúiret ve cemaat gibi geleneksel
yapıların burjuva demokratik devrimin sınırlarını nerelerde ve hangi ekonomik,
siyasal ve ideolojik araçlarla kesti÷ini ortaya çıkarmaya yönelik bir çalıúmadır.
Aúiret, cemaat gibi feodal yapıları bu çerçeve içinde de÷erlendirmek demek,
aynı zamanda Cumhuriyet’in kurumlarını birey, yurttaú-devlet, siyasal kültür ve
aidiyet iliúkileri ba÷lamında olgunlaúma, kurumsallaúma ve kendi tipini üretme
düzeyini saptamak demektir. Bu nedenle bu çalıúma bir anlamda “Cumhuriyet” in
Do÷u Anadolu’daki yaúını ortaya çıkarmaya yönelik bir çalıúma olarak da
özetlenebilir..........................................................
IV
GøRøù
Geçmiú, tanım gere÷i artık hiçbir úeyin de÷iútiremeyece÷i bir veridir.
Ancak geçmiúin bilgisi, bugünden üretilen, inúa edilen bir çaba oldu÷u için sürekli
olarak de÷iúen, geliúen bir niteli÷e sahiptir. Tarihin bilgisi bugünden üretilmiú bir
ürün
olarak
düúünüldü÷ünde
de÷erlendirilemez.
Bu
nedenle
üretildi÷i
yaúanmıú
koúullardan
zamanla,
ba÷ımsız
olarak
kavramsallaútırılmıú,
dönemselleútirilmiú zaman arasında birebir örtüúme beklenemez. Çünkü tarihin
dönemselleútirilmesi post factum bir olgudur. Yoksa tarihin kendi için, kendinde
bir bölümü yoktur. Tıpkı bir nehir gibi tarihin bölümü nehrin akıúında de÷il,
geçti÷i karalar üzerindeki insanlar tarafından yapılan bir bölümlenme oldu÷u için,
tarih zorunlu olarak toplumsal bir olgudur. Tarihsel olguları çözümleme çabası ise
kronolojik bir düzenin eúzamanlı bütünlü÷ü içine bu olguları yerleútirilip ya da
yerlerini de÷iútirip içsel ve dıúsal ba÷lantıları içinde yeni sorular sorup analiz
etmekle mümkündür. Bu analizin öznesi ise “úimdi” nin insanı olarak geçmiúin
ölü kahramanlarına methiye ya da lânet ya÷dıran onların kâtipli÷ini yapan bir
u÷raú de÷ildir.
Bu çalıúmanın soyutlama düzeylerini oluúturan aúiret ve cemaat yapıları,
uzak tarih içinde geliúip biçimlenmiú yapılardır. Fakat bu yapılar aynı zamanda
anakronik olarak yakın tarihin içine kadar uzanmıú, yakın tarihi uzak tarihe do÷ru
çeken gerilimli bir niteli÷e de sahiptirler. Uzak tarih ile yakın tarih arasındaki bu
iliúki, birbirini ters yönde çeken iki farklı zamansallı÷ın diyalektik gerilimlerini de
içinde barındırır. Bu nedenle uzak tarihle yakın tarih arasındaki süreklilikleri ya
da kırılmaları toplumsal ve siyasal örgütler düzeyinde analiz etmek yöntemsel
olarak bu iki tarihsel dönem arasındaki ayrımın yalnızca kronolojik de÷il, aynı
zamanda epistemolojik bir ayrıma da tekabül eder. Bu nedenle bu çalıúmanın iki
ana bölümünü oluúturan Osmanlı ve Cumhuriyet ayrımından söz etmek; sadece
iki farklı tarihsel dönemden de÷il aynı zamanda iki farklı dilden, iki farklı
epistemolojiden dolayısıyla iki farklı akıldan söz etmek gibidir. Bu türden
çalıúmalarda yöntemsel olarak bu ayrımı baútan koymayanları bekleyen bir
1
handikapı burada belirtmekte yarar var. Tarihin bu iki dönemi arasında yolculuk
yapacak olanları bekleyen handikap úudur. Ülkemizde yaygın bir biçimde kafa
kuruluúu bakımından geleneksel tarih anlayıúının biçimlendirdi÷i bir zihnin geri
vitese takılmıúçasına hep gerisin geriye uzak tarihe giderken orada kalıp artık
güncele ya da yakın tarihe dönememe handikapıdır. Bu handikapın mantıksal
sonucu ise yakın tarihi uzak tarihin terminolojisi içinden okuyup Cumhuriyet’le
Osmanlı arasında bir kırılmanın olmadı÷ı varsayımıdır.
Bu çalıúmada uzak tarihin yakın tarih içinde kalmıú aúiret, cemaat gibi
anakronik yapılarını açıklamaya yönelik varsayımların ve soruların yöneltilece÷i
alan uzak tarih alanıdır. Ancak uzak tarihe yöneltilen bu soruların yanıtlarının
aranaca÷ı ve toplanaca÷ı alan ise yakın tarih alanı olacaktır. Çünkü aúiret, cemaat
gibi dünün yapıları ile bugünün yapıları arasındaki gerilimler uzak tarih ile yakın
tarihin kısa devre yaptı÷ı kırılma dönemlerinde kendini gösterir. Yapılar ise
tarihin geniú kronolojik aralıkları içinde tekrarlana tekrarlana kurumsallaúmıú,
toplumsal ve siyasal örgütlerdir. Bu örgütler aynı zamanda zihniyetleri
düúünceleri, tutumları ve tavırları do÷urup onlara yön veren temel maddî
gerçekliklerdir. Bu çalıúmada yapıları ortaya çıkarmada kronolojik aralı÷ın 1839–
1950 dönemlerini kapsayacak geniúlikte tutulması yöntemsel olarak dıúlanan
olguların sayısını artırırken, bir o kadar da genellemeyi kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu nedenle bu çalıúmanın oda÷ında yer alan aúiret ve cemaat yapıları ve bu
yapıların devletle olan iliúkileri, daha çok e÷ilimler düzeyinde ele alınacaktır.
Tarihsel olguları incelemek, incelenecek olgunun ya da nesnenin kendi
içinde ve kendi dıúındaki iliúkileri sınıflayıp bir bütünün içine yerleútirip
tanımlamayı gerektirir. Ancak bu tanımlama yapılırken nesneye uygulanacak
kavramların da de÷iúim ve dönüúümlerini göz önünde bulundurmak yöntemsel bir
zorunluluktur. Her nesnenin bir geçmiúi ve bir gelece÷i oldu÷u gibi aynı úekilde
nesneye uygulanacak kavramların da kendi içinde bir tarihleri vardır. Çünkü
zamanın yıpratıcılı÷ından kavramlar da payına düúeni alır. Üretilmiú her ürünün
tarihte hurdalı÷ı oldu÷u gibi kavramların da hurdalı÷ının oluúması kaçınılmazdır.
øúte bu çalıúma yukarıda belirtilen yöntemsel çerçeve içinde Do÷u Anadolu
Bölgesi’ndeki aúiret, cemaat yapıları ve bu yapıların tarihsel süreç içindeki
de÷iúim ve dönüúümlerini devletle olan iliúkileri ba÷lamında incelemeyi
2
amaçlamaktadır. Çalıúmanın temel sorunsalını dört düzeyde sınıflandırmak
mümkündür. Bunlardan birincisi, günümüzde Do÷u Anadolu’daki aúiret
yapılarının temellendi÷i toprak ve mülkiyet iliúkilerinin büyük ölçüde iktidar
kayna÷ı olma özelli÷ini yitirmesine karúın, bu yapılara ait üst yapı kurumlarının
nasıl olup da halen varlıklarını sürdürmeleridir. økinci olarak, aúiret, cemaat gibi
geleneksel örgütlenme biçimlerine ait bu üst yapıları siyasal ve ideolojik olarak
yeniden üreten süreçler ve bu yapıları ısrarcı kılan yerel düzeydeki ekonomik ve
politik iliúkilerin neler oldu÷udur. Üçüncü sorunsal aúiret ve cemaat yapılarının
devletle
olan
ittifakları,
gerilimlerinin
tarihsel
bir
süreç
içinde
nasıl
biçimlendi÷idir. Son olarak Do÷u Anadolu’da Cumhuriyet ve devrimlerinin aúiret
ve cemaat yapılarını neden tasfiye edemedi÷i sorusudur. Bu soru bir anlamda eski
ve yeni toplumsal ve siyasal kurumları üst üste koyup ya da ölülerin incelemesini
canlıların incelemesiyle birleútirip halen sa÷ kalanların varlıklarını hangi
ekonomik ve siyasal dinamikler üzerinde sürdürdükleri sorusunun peúine düúmek
olarak özetlenebilir. Bu sorunun yanıtı ise üçüncü bölümde verilmeye
çalıúılacaktır.
Çalıúmanın birinci bölümü aúiret, cemaat kavramlarının kuramsal ve
kavramsal
çözümlemesine
yönelik
olacaktır.
Kuramsal
bölümde
Do÷u
Anadolu’nun tarihsel ve toplumsal evrimini açıklamada yardımcı olacak üretim
biçimleri tartıúmalarına yer verilerek, Do÷u Anadolu’da feodalleúme süreci
anlatılacaktır. Çalıúmanın ikinci bölümünde Do÷u Anadolu’nun tarihsel ve
toplumsal arka plânı sunularak bölgenin Tanzimat’la baúlayan merkezîleúme
süreci, devlet-aúiret, devlet-cemaat iliúkileri irdelenecektir. Bu bölümde ayrıca
Kürt Mirlikleri’nin merkezîleúme politikalarıyla tasfiye edilmesinden sonra
bölgede de÷iúen iktidar iliúkileri irdelenecektir. Üçüncü bölümde ise Cumhuriyet
dönemi burjuva demokratik devrim ba÷lamında ele alınarak, Do÷u Anadolu’daki
feodal yapıların neden tasfiye edilemedi÷i sorusu tartıúılacaktır. Bu sorunun
ba÷lamı burjuva demokratik devrim ve devrimin yapısal nitelikleriyle
iliúkilendirilerek bir anlamda Cumhuriyet’in bölgede kaç yaúında oldu÷u ortaya
çıkarılmaya
çalıúılacaktır.
Üçüncü
bölümde
ayrıca
Do÷u
Anadolu’da
kapitalistleúme süreci bu sürece ba÷lı olarak ortaya çıkan toplumsal ve sınıfsal
farklılaúmalar anlatılacaktır. Bu bölümde ayrıca burjuva demokratik devrimin
3
sınırlarını belirleyen bölgedeki din-eúraf, din-ticaret iliúkilerine somut örnekler
verilerek açıklanmaya çalıúılacaktır. Üçüncü bölümün bir baúka konusu a÷aların
eúraflaúma sürecidir. Eúraflaúma sürecinin yanısıra bölgede büyük toprak
mülkiyetinin ekonomik ve siyasal temellerine yönelik konular irdelenmeye
çalıúılacaktır. Üçüncü bölümün odaklandı÷ı di÷er bir konu Türk siyasal tarihinde
siyasal rejimin bir dönemeci sayılan ùeyh Sait isyanı ve isyan sonrası devletin
bölgeye yönelik geliútirdi÷i stratejiler tartıúılacaktır.
Do÷u’nun Do÷usu
Bu çalıúmanın sınırları; co÷rafî, kronolojik ve metodolojik olarak üç
kategoriye ayrılır. Öncelikle co÷rafî sınır olarak “Do÷u” ve “Do÷u Anadolu”
terimlerinden baúlamak üzere çalıúmanın co÷rafî sınırlarının neleri kapsadı÷ı ve
yöntemsel olarak hangi olguları içerdi÷ini anlamak için genel olarak “Do÷u”
kavramının ne anlama geldi÷ini açıklamakta yarar var. “Do÷u” co÷rafî olarak
güneúin do÷du÷u yön demektir. Do÷u kavramı birçok dilde güneúin do÷du÷u ülke
anlamına gelen sözcüklerle karúılanır. Örne÷in,
Anatolia sözcü÷ü Antik
Yunan’da güneú küçük Asya yarım adasından do÷du÷u için güneúin do÷du÷u yer
olarak adlandırılmaktaydı. Ancak Do÷u sadece co÷rafî bir kavram olmayıp aynı
zamanda sosyolojik ve tarihsel bir kavramdır. Kapitalizm öncesi uygarlıklar, Çin,
Hint, Pers Do÷u Akdeniz uygarlıklarının kapitalizmin do÷du÷u Batı Avrupa’ya
göre
do÷uda
olmaları
daha
sonra
kapitalizmin
karúısında
geri
kalıp
sömürgeleútirildi÷inden “Do÷u” sözcü÷ü pejoratif bir içerikle Batı tarafından hem
co÷rafî olarak hem de ideolojik olarak yeniden kurulmuútur. 15. yüzyılın
sonundan itibaren dünya tarihi Avrupa merkezli egemen bir tarih anlayıúla
yazılmaya baúlandı. Bu süreç 19. yüzyılda oryantalist çalıúmalarla ivme kazanmıú,
“Batı” Do÷u’yu kendi epistemolojisi ve terminolojisi içinde yeniden tanımlayarak
kurmuútur. Tanımlayanla tanımlanan arasındaki bu hegemonik iliúki sadece
“Do÷u” ya iliúkin bir kurulum olmayıp kapitalist dünya ekonomisinin geliúmesi
ile birlikte “Dünya” kavramı da yeniden inúa edilerek Batı’nın ideolojik ve co÷rafî
4
koordinatlarına göre yeniden belirlenmiútir.1
ortaya çıkıúından önce “Dünya”
Kapitalist dünya ekonomisinin
kavramı göreli bir kavramdı. Her uygarlık
toplumu, zamanı ve mekânı kendi kültürel, dinsel anlayıúlarına göre bölmekte ve
dönemselleútirmekteydi. “Batı” kavramı 17.yüzyıla kadar Do÷u toplumlarının
kavramsal dünyalarında yerleúik bir kavram de÷ildi. Örne÷in, “Garp” kelimesi
Osmanlı Devleti’nde 17.yüzyıl metinlerinde bir yön ya da yer anlamında
kullanılmamaktaydı. Bugün “Batı” diye tanımlanan co÷rafî ve ideolojik kategori
Osmanlı ømparatorlu÷u’nda 18.yüzyıla kadar Frengistan olarak tanımlanmaktaydı.
Freng terimi ise Niyazi Berkes’in belirtti÷ine göre Ortodoks Bizans’ın Katolik
Roma’yı aúa÷ılamak için “kâfir” anlamına gelen bir içerikle kullanılmaktaydı.
Frengistan terimi daha sonra 19. yüzyılda Alla Franga’ya dönüúecek bu da iki
kere kâfir anlamına gelecektir.2 Batı’nın Do÷u’lu bir kategori olarak tanımladı÷ı
“Osmanlı ømparatorlu÷u” terimi ise oryantalizmin batı merkezli tarih anlayıúının
teorik düzeyde üretti÷i bir kategoridir. “Osmanlı” terimi de devletin kapitalizme
eklemleúme sürecinde uluslaúma idelojisiyle Sırp-Yunan isyanlarının baú
göstermesiyle birlikte devletin bölünmesini önlemek amacıyla farklı etnik grupları
padiúah etrafında toplamak için siyasal bir proje olarak icat edilip geliútirilen bir
terimdi. “Osmanlı” terimi ilk kez 1876 tarihli Kanun-i Esasî’nin 8. maddesinde
resmen tanımlanacaktı.3 1876 Kanunî Esasî’nin ilânından önce “Osmanlı Devleti”
kendisini “ Devlet-i Âliye” (yüce devlet) veya “ Devlet-i ebed müddet” (ebedi
olarak yaúacak devlet) ismi ile tanımlamaktaydı. Aynı úekilde siyasal bir kategori
olarak “imparatorluk” kavramı da Batı merkezli tarih anlayıúının teorik düzeyde
üretti÷i bir kavram olup devletin resmi olarak kendisini refere etti÷i bir terim
olmaktan öte kendisine dıúsal bir terimdi. “Batı” nın “Do÷u” yu kendi
epistemolojisi ve kendi terminolojisi içinde yeniden tanımlayıp kurdu÷u 19.
yüzyıl emperyalizminin Do÷u toplumları paranteze almasıyla, Osmanlı Devleti de
kendini yeniden konumlandırmak zorunda kalacak, bu konumlandırma çok uluslu
bir
devletin
kendi
içindeki
yapıları,
toplulukları,
cemaatleri
yeniden
tanımlanmasını zorunlu kılacaktı. Uluslaúma sürecinden önce ømparatorlu÷un
E.J.Hobsbawm, Tarih Üzerine Çev: Osman Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999
s. 341
2
Niyazi Berkes “Satılık Memleket” Yön, sayı 98, 12 ùubat, 1965 s.12-20
3
Nejat Göyünç “Osmanlı Devleti Hakkında” Cogito Yapı Kredi Yayınları, sayı 19. 1999, s. 88
1
5
farklı etnik yapıya sahip Müslüman topluluklarının yaúadıkları eyaletler co÷rafî
bir terimle de÷il Kürdistan, Lazistan eyaleti gibi hem idari hem de etnik sınırların
kesiúti÷i bir içerikle tanımlamaktaydı. Do÷u’nun kendi içinde yapmıú oldu÷u
toplumsal ve co÷rafî tanımları 19. yüzyılın ikinci yarısından baúlayan oryantalist
araútırma ve incelemelerin etkisiyle oluúmuútu. Bu çalıúmaların yo÷unlaútı÷ı
alanlar arkeoloji, antropoloji ve etnografya alanlarıydı. Bu çalıúmaların etkisiyle
19.yüzyılın son çeyre÷inden sonra bölge co÷rafî tanımlamadan çok etnik bir
vurguyla Kürdistan olarak dillendirilmeye baúlanacaktır. Kuúkusuz Kürdistan
olarak nitelenen bölge sadece 19.yüzyılda oryantalistlerin kullandı÷ı bir terim
de÷ildi. Kürdistan terimi 12.yüzyılda Anadolu Selçuklu beylerinden olan Sultan
Sancar döneminden itibaren co÷rafî ve etnik anlamda kullanılan bir terimdi.4
Ancak Kürdistan terimi 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar siyasal bir bütünlü÷ü
ifade eden bir anlam ve içerik taúımamaktaydı. Zaten bölgenin parçalı aúiret yapısı
içinde yaúayan Kürtlerin tarih boyunca en yüksek siyasal oluúumu mirlik ve aúiret
düzeyini aúamamıútı.
Biz bu çalıúmanın sınırlarını ve tanımlarını daha çok
tarihsel koúulların veri olarak sundu÷u biçimde ele alaca÷ız. Tarihsel metinlerde
ve belgelerde bölge ile ilgili her adlandırmanın özgünlü÷ü ve tarihselli÷ini teorik
olarak kabul etmek bilimsel bir tutum gere÷idir. Çünkü her tarihsel belgenin kendi
dilini kendi dönemi içinde konuúturmak yöntemsel bir zorunluluktur. Bununla
birlikte bölgenin tarihsel olarak de÷iúik tanımı, sınırları ve adlandırılması aynı
zamanda emperyalizmin bölgeyle ilgili çıkarlarının geliúim seyrine ba÷lı olarak
yeniden yapılmıútır. Bölge 1864 Vilâyet Nizamnamesine kadar Kürdistan5, bu
tarihten sonrada 1878 Berlin Konferansı’nda Ermeni sorununa ba÷lı olarak bu kez
Vilâyet-i Sitte (Altı vilayet)
olarak tanımlanıp sınırları yeniden çizilmiútir.
Vilâyet-i Sitte co÷rafî ve yönetsel olarak Van, Erzurum, Mamüretülaziz (Elazı÷),
Sivas, Bitlis, Diyarbakır illerini kapsamaktaydı. Üçüncü olarak bölge, 1871
Vilâyet Nizamnamesi ile de Vilâyet-ı ùârkıyye ismini alacaktır. 1920’de Sevr
4
5
Nikitin Bazil Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi ønceleme, Çev: Hüseyin Demirhan, Cemal
Süreyya, Deng Yayınları, østanbul, 1991 s. 354
Kürdistan Farsçada Kürtlerin bölgesi anlamanda kullanılır, Farsça “istan” eki yer, kapı, bölge
anlamını içerir. Co÷rafi olarak Kürdistan’ın sınırlarını belirlemek son derece güçtür. Çünkü
göçebe aúiretler biçiminde örgütlen Kürtler Batı Asya’nın geniú topraklarından Afganistan’a
kadar yayılmıúlardı. Avrupalı co÷rafyacılar aynı bölge için Ermenistan adını da
kullanmaktadırlar. Bu iki isim altında belli bir bölgenin sınırlarını tanımlamak güçtür .Bkz:
Mesut Fani Bilgili Kürtler ve Sosysal Geliúmeleri, Tanmak Yayınları 1993 Ankara s.57
6
Antlaúmasının 62. ve 64. Maddesi’nde bu kez “Fırat’ın Do÷usu” olarak bölünüp
Van, Erzurum, Bitlis Ermenistan’a verilmek üzere di÷er yerler Kürdistan olarak
yeniden tanımlanacaktı. Cumhuriyet döneminde ise 1941 yılına kadar Vilayat-i
ùarkiye olarak adlandırılan bölge 1941’de toplanan Co÷rafya Kongresi’nde alınan
kararla Türkiye yedi co÷rafi bölgeye bölünerek Do÷u ve Güney Do÷u Anadolu
ismini alarak iki bölgeye bölünecektir. Bölgeyle ilgili tanımlar ister co÷rafi, ister
politik, ister etnik olsun bölgenin tarihsel geliúimi göz önünde bulunduruldu÷unda
yapılan bu tanımların ve sınırların emperyalizmin ideolojik ve hegemonik
müdahalelerinin
do÷rudan
ya
da
dolaylı
etkisinden
ba÷ımsız
olarak
de÷erlendirilemez.
Bu çalıúmanın metodolojik sınırları ise aúiret ve cemaat gibi geleneksel
toplum/topluluk yapılarını imparatorlukların ve ulus devletlerin co÷rafî ve siyasî
sınırları içinde ana toplumsal yapının bir parçası olarak de÷erlendirmek ve
tanımlamak birçok yöntemsel zorluklar do÷urmaktadır. Çünkü sınır olgusu
imparatorluk co÷rafyası içinde son derece de÷iúken ve geçirgen niteli÷e sahiptir.
Çünkü sınır bir imparatorlu÷un merkezi “centrum” dolayımında ilâve ve
geniúlemelerini içermek suretiyle oluúur. “dıú(sal)” olma halinde, “centrum”un
“sınır”ları ile imparatorluk’un sınırları örtüúmez. Bu nedenle “sınır”, yalnızca
“co÷rafi” sınır olarak ele alınamayaca÷ı gibi “siyasî” olarak da kolaylıkla
belirlenemez.6 Osmanlı ømparatorlu÷u döneminde Do÷u Anadolu’nun sınırları
Ortodoks Sunnî øslam mezhebi üzerinden øran’a karúı ùiilik ve Alevilik gibi
heteredoks mezheplerin ikilemleri ekseninde çizilen sembolik, ideolojik ve
geçirgen sınırlardı. Buna karúın ulus devlet sınırları co÷rafî bir uzam içinde
haritalanmıú, düzenlenmiú ve uluslararası hukukta kabul edilmeyi gerektirir.
Ayrıca Ulus-devletin sınırları imparatorluktan farklı olarak devletin egemenli÷ini
kendi co÷rafyasının en uç noktalarına, rıza ya da zor aygıtlarıyla onaylatmasını
ifade eder.7 Bu nedenle sınırlar derken, teritoryal (topraksal) bir karúılı÷ı olmayan
sembolik sınırlarla, gerçek fizikî sınırlar arasındaki farkı belirtmek gerekir. Çünkü
øúaya Üúür, “Osmanlı ømparatorlu÷u Tarih Yazımında Metodolojik Bir Sorun Üzerine
BirkaçGözlem ve Düúünce” Mürekkep Dergisi sayı 5, 1995 s. 3
7
A. P.Cohen, “Culture as Identity: An Anthropologists View”, New Literary
History, Cilt. 24, The Johns Hopkins University Press, 1993, s 195-209
6
7
imparatorluk sınırları her ne biçimde olursa olsunlar aynı zamanda sembolik ve
kültüreldirler. 8 Fiziksel, co÷rafi ve yönetsel sınırlar ne kadar belirgin olursa olsun,
yol açtıkları sonuçlar itibariyle aúiret, cemaat gibi daha çok merkezi siyasal
iktidarın uçlarında salınan toplum/toplulukların sınırlarını nominal olarak
kesebilirler. Fakat ne imparatorlu÷un ne de ulus-devletin fiziki sınırları aúiret ve
cemaat yapılarını kültürel ideolojik olarak tam olarak ortadan kesemez.
ømparatorluk sonrası ulus devletin tasfiye edemedi÷i bu yapılar ona karúı gerilimli
ve diyalektik bir iliúki içinde varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Bu nedenle
aúiret, cemaat yapıları ulus devletin uzamı ve zamanı içinde iki farklı
zamansallı÷ın anakronik yapıları olarak ortaya çıkarlar. Siyasal iktidarın uçlarında
salınan bu topluluk yapılarını incelemek aynı zamanda iki farklı zamansallıktan,
iki farklı hukuktan, iki farklı dilden söz etmek gibidir. Ayrıca kapitalizmin tarihsel
geliúim süreci içinde merkezden çevreye do÷ru yayılma ve eklemlenme
düzeylerine ba÷lı olarak Do÷u Anadolu’nun kapitalizme geç eklemlenmiú bir
bölge olması bakımından da bu çalıúmanın sınırlarını bir anlamda kapitalist
geliúmenin düzeyleri, devreleri ve süreçleri bakımından Do÷unun do÷u’su olarak
konumlandırmak da mümkündür.
Çalıúmanın kronolojik sınırları ise yer yer 1839 öncesi dönemlere gönderme
yapmakla birlikte genel olarak 1839 Tanzimat süreciyle baúlayıp Cumhuriyet
döneminin 1950 yıllarını kapsayacaktır.
8
Hasting Donan, Thomas M. Wilson, Sınırlar Kimlik: Ulus Devletin Uçları, Çev: Zeki Yaú
Ütopya Yayınları 2002. s. 52
8
BøRøNCø BÖLÜM
I. AùøRET ve CEMAAT
Bu baúlık altında, Do÷u Anadolu Bölgesi’nde toplumsal örgütlenme9 ve
siyasal yapılar arasındaki iliúkilerin açıklanmasında kullanılacak kavramsal
araçların çözümlemesi yapılacaktır. Bu çözümlemenin temel kategorileri; aúiret,
cemaat, konfederasyon kavramlarıdır. Aúiret, cemaat ve konfederasyon yapıları
toplum ya da topluluk örgütleri olarak kandaúlık, dil ve dinsel iliúkiler bakımından
ortak ba÷ları olan bireylerin dikey toplumsal ve siyasal yapılarını tanımlamak için
kullanılacaktır.
Kapitalist geliúmenin dıúında kalmıú topluluk yapılarını teorik olarak
çözümlemek ister pre-kapitalist ekonomi biçimleri içinde olsun ister, Weber’ci
anlamda geleneksel örgütlenme biçimlerinden eylemlerin rasyonel bir etkinlik
etrafında örgütlendi÷i modern toplumlara geçiú aúamasında olsun pek çok teorik
ikilemi beraberinde getirmektedir. Bu ikilem günümüzde aúiretler üzerine yapılan
çalıúmalarda yöntemsel açıdan sosyal bilimcilerin karúılaútı÷ı en önemli
sorunlardan birisidir. Bu sorun ve ikilem toplumsal örgütlenmeler için hem yerli
kategorileri dikkate alan, hem de karúılaútırma için elveriúli temeller sa÷layan
terimler ve somut tanımlar sunmanın güçlü÷üdür.10 Aúiret, cemaat gibi geleneksel
tarım toplumuna ait yapıları zamanı ve uzamıyla iliúkili olarak kendine özgü
özellikler gösterdikleri için kiúilerin bu yapılarla olan aidiyet iliúkileri çok biçimli
ve sürekli de÷iúim halindedir. Bu de÷iúim sadece kültürel bir de÷iúime
9
Örgütün tanımı: Statüler içerisinde formüle edilmiú, az çok belirli modeller çerçevesinde
düúünülmüú ve saptanmıú, hiyerarúik ve merkezi olarak önceden biçimlendirilmiú toplu ve
ortak davranıú bütünleridir. Bkz. “Toplumsal Yapılar” George Gurvitch. Sosyoloji ve Felsefe
Der: Kadir Cangızbay, De÷iúim Yayınları, 1985 østanbul, s. 125
10
Hakan Özo÷lu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçili÷i, Çev: N. Özok., A.Z Gündo÷an,
Kitapevi Yayınları, 2005 østanbul, s. 60
9
indirgenmeyecek kadar çok boyutludur. De÷iúimi belirleyen dinamikler
ekonomik, politik, teknik ve do÷al çevre koúullarının çoklu etkileúimi içinde
biçimlenmektedir. Bu konudaki yöntemsel sorunlardan bir di÷eri de aúiret cemaat
yapılarının kimli÷ini belirleyen temel unsurların neler oldu÷u ve bunların
sınırlarının nerede baúlayıp nerede bitti÷i konusundaki sorundur. Bu soruna
antropologlar ve sosyologlar arasında ortak yanıtlar bulmak güçtür. Meúruiyetini
yurttaúlıktan çok kandaúlık ve kutsallıktan alan aúiret cemaat yapıları imparatorluk
dönemlerinde devletin bir merkezden hareketle tanımladı÷ı belirsiz ve geçirgen
sınırlar içinde iç içe geçmiú yapılardı.11 Bu iç içe geçmiúlik ulus-devletlerin
sınırları arasındaki kandaúlık ve kutsallı÷a dayalı örgütlenmelerin toplumsal
yapının uluslaúma sürecini yapısal mekanizmalarla tamamlayamadı÷ı koúullarda
ulus devletin teritoryal sınırlarını kesen hatta onu aúan bu yapılar siyasal
antropologlar tarafından “dördüncü dünya” olarak nitelenmektedir.
Tarihsel olarak aúiret ve cemaat topluluklarına yönelik çalıúmaları, 19.
yüzyıl sömürgecili÷iyle baúlatmak mümkündür. Bu alanda øngiliz sosyal
antropolojisi zengin bir yazına sahiptir12 19. Yüzyıl sömürge sürecinde
antropolojik ve etnolojik çalıúmaların Afrika kıtasında ve Orta Do÷u’da
sömürgecili÷in “keúif kolları” olarak özel misyonu vardı. Bu çalıúmalar øngiltere
sömürge bakanlı÷ı tarafından organize edilip finansal destek sa÷lanarak
yürütülmekteydi. Avrupa’da bu çalıúmaları örgütleyen di÷er bir merkez
Hollanda’dır. Hollanda 19. yüzyılda Uzak Do÷u sömürgelerindeki toplumların
yapısını incelemek amacıyla antropolojik ve etnografik araútırmaları örgütleyip
desteklemiútir.
Batılı araútırmacıların yaptıkları bu araútırmaların yanı sıra Türkiye’de
aúiretlerle ilgili son dönemlerde resmi arúiv belgelerine dayanılarak yapılan
çalıúmalarda yaygınlık kazanmıútır. Ancak arúiv belgelerine dayalı olarak yapılan
bu çalıúmalarda aúiretlerden hareketle bu topluluk ve örgütlenmelerin kendi
dinamiklerini kendi belgeleri üzerinden de÷erlendirme ve analiz etme olana÷ı
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Çev: øskender Savaúır, Metis Yayınları, 1993
østanbul, s.33
12
Bassam Tibi, Bo÷azın øki Yakası: Avrupa ile øslamcılık Arasında Türkiye, Çev: Sevinç
Kabakçıo÷lu, Do÷an Yayıncılık, 2000, østanbul s. 97
11
10
yoktur. Çünkü aúiret topluluklarının yerleúik ve yazılı bir gelene÷i olmadı÷ı için
aúiret yapılarıyla ilgili çalıúmalar daha çok devletin, iskân stratejileri,
göç
perspektifinden ele alınmıútır. Osmanlı Devletinin savaúlar sonucu çevreden
sürekli imparatorluk içlerine do÷ru olan göç ve nüfus baskısını örgütlemede ve
iskân etmede zengin bir belge koleksiyonuna sahiptir.
Toplum bilim literatüründe geleneksel toplumu tanımlamada kullanılan
temel ayrımlardan birisi de cemaat ve cemiyet kavramları arasında yapılan
ayrımdır. Bu ayrımın teorik temeli Tönnies’in çalıúmalarına dayanır. Tönnies’in
ayrımında ise Gemeınschaft (topluluk) ve Gesellschaft (toplum) ayırımını bireyin
bu yapılarla olan iliúkisi temelinde tanımlar. Bireyin bu yapılarla olan iliúkisi
wille (irade) kavramı üzerinden kurulur. Topluluk yapılarıyla bireyin iliúkisi
wesenwille (do÷al irade) toplum yapısıyla birey iliúkisini ise kurwille (akılcı irade)
ile tanımlar. Tönnies topluluk yapılarını üç düzeyde ele alır. Bunlardan birincisi
kandaúlık temeli üzerine kurulan topluluklar. økinci olarak yerleúim yerine ba÷lı
topluluk. Üçüncü olarak düúünce birli÷ine ba÷lı topluluk olarak ayırır13
Daha sonra buna benzer bir ayrımı Max Weber yapar. Weber’in bu ayrımı
geleneksel yapıdan yasa temelli, rasyonel örgütlenmenin egemen oldu÷u
toplumlara geçiú süreciyle ilgilidir. Bu kurama göre gelene÷in meúrulaútırdı÷ı
güçler, yerini, toplum üyelerinin her birinin sorumluluk ve yükümlülü÷ünün açık
biçimde tanımlandı÷ı yasal yetkiye bırakmaktadır. Bu toplumlarda bürokratik
örgüt, toplumsal eylemi rasyonel biçimde organize ederek rasyonel örgütlere
dönüútürür. Weber’in geleneksel toplumla modern toplum arasındaki farkları
açıklarken kullandı÷ı temel kavramlardan biri “statü” kavramıdır. Statü kavramı
Toplumsal
Sözleúme
kuramının
temel
kavramlarından
“sözleúme”
ile
Durkheim’in “mekanik-organik dayanıúma” kavramları arasında evrimci bir
varsayıma dayanmaktadır.14
Weber, topluluk ve toplum kavramlarına denk gelen Tönnies’in
Gemeınschaft (topluluk) ve Gesellschaft (toplum) terimlerini Vergemeinschaftung
13
14
F. Tönnies, Community and Society, Der: C.P Loomis New York Harper, s. 86
Krıstıan Kristiansen, “Chıefdoms and States, A Crıtıcal Assesment” Chiefdoms; Power,
Economy, and Ideology Der: Timothy K. Earle, Cambridge University Pres, 1991, s. 78
11
(topluluk oluúumu) Vegesellschaftung (toplumlaúma) olarak uyarlar.
Cemaat
(topluluk) terimi bireyin toplulukla olan iliúkisini daha çok geleneksel temel
üzerinde kurulan dinsel, duygusal bir iliúki biçimi temelinde açıklar. Cemiyet
(toplum) ise toplumsal etkinli÷in yönü ussal olarak amaçlanan çıkarlar arasındaki
bir uzlaúma ya da çıkarlar arasında bir eúgüdüm üzerine dayalı bir toplumsal yapı
olarak açıklar.15
Cemaat kavramının kullanımı daha çok Almanya’da yaygınlık kazanmıú bir
kavramdı. Bu kavram daha sonra Kıta Avrupası’nın di÷er ülkelerine yayıldı.
Gemeinschaft-Gesellschaft16
(topluluk-toplum)
kavram
çiftinin
birincisi
geliúmemiú bir toplum yapısına tanımlamakta kullanılırken, di÷eri daha çok iú
bölümünün geliúti÷i toplumsal yapıları tanımlamak için kullanılmaktaydı. Cemaat
terimi daha sonra içeri÷i ve kullanımı geniúleyerek toplumdan topluma iúlev ve
içerik de÷iúiklikleri taúıyan bir boyut kazanacaktır.17 Ancak cemaat kavramı
görünüúte din üzerine temellense bile, bu yapıyı sadece dinsel bir iliúki içinde
tanımlamak yeterli de÷ildir. Çünkü cemaat dinsel niteli÷inin yanında, güvenlik, iç
birlik, kandaúlık, akrabalık, ortak mekân dayanıúma duygusu gibi olguları da
içeren bir kavramdır.18 Cemaat terimi kısaca modern öncesi geleneksel topluluk
ya da toplum yapılarının sembiyotik iliúkilerini açıklamak için kullanılmaktadır. 19
Ortado÷u toplumlarına özgü aúiret ve cemaat yapılarını belirli bir kuramın
terminolojisiyle sınırlandırılmak güçtür. Bundan dolayı bu yapılara iliúkin
çözümlemelerde Marksist kuramın kavramlarının yanında Weberci kavramlar da
kullanılmaktadır. Bu farklı kuramlar arasındaki ortak payda aúiret cemaat, vb.
geleneksel ve toplumsal-siyasal güçlerin endüstri öncesi bir topluluk/toplumsallık
olarak birincil dayanıúmalar üzerinde temellendi÷idir. Aúiret ve cemaat yapıları
kendi içlerinde ortak çıkar veya geleneksel ideolojik ba÷lılıklara dayalı olmakla
Max Weber, Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev: Özer Özenkaya, ømge
Yayınları, Ankara 1995 s. 72
16
Charles Lindholm, “Kinship Structure and Political Authority: The Middle East
and Central Asia Comparative Studies in Society and History”, Cambiridge University
Pres, s. 334–355
17
Ali Dündar, “ Cemaatleúmek ølkelleúmektir”. Cumhuriyet Gazetesi. sayı 29340, 4 ùubat 2006
sayfa 2
18
Helmut Ritter “Irrational Solidarity Groups: Socio-Psyclogical Study in Connection with
Ibn Khaldun” Oriens Cilt. I. 1948 s. 45
19
E. E. Evans-Pritchard, The Nuer: A Description of the Modes of Livehood and Political
Institutions of Niolicit People, Oxford Clareden Press, 1950 s. 38
15
12
birlikte aynı zamanda kendilerine dıúsal olan daha üst toplumsal siyasal yapılarla
da iliúki içindedirler. Yani bu toplulukların de÷iúim ve dönüúümü sınırında
bulundukları
devletlerin
yapısı
ve
politikalarıyla,
siyasi
ve
ekonomik
konjonktürdeki de÷iúimler bu yapıları biçimlendirmede etkin rol oynarlar.20 Bu
oldukça genel açıklamalardan sonra aúiret, cemaat ve devlet gibi kavramların
literatürde hem tek tek hem de topluca birbirleriyle olan iliúkilerinin nasıl ele
alındı÷ı tartıúılacaktır.
1.1. Cemaat
Cemaat terimi salt dini kimlik ve dayanıúmanın somut örgütsel ifadesiyle
sınırlı olmayıp bu örüntülerin maddî temelleriyle birlikte açıklanmaktadır. Cemaat
terimi Orta Do÷u’nun Müslüman ya da gayri Müslim yapılarında aúiret devlet
iliúkilerini belirlemede çok önemli bir kavramdır. 14. Yüzyıldan 19. yüzyıla kadar
sufizm (tarikat) Orta Do÷u’nun kırsal alanlarını toplumsal olarak örgütleyen
baúlıca mekanizmalardan biri olmuútur. Bu yapıları ortaya çıkaran dinamiklerden
en önemlisi imparatorlukların fetihçi kurgusunun hem nedeni hem de sonucu
olarak ortaya çıkmıú olmalarıdır. Bu yapılar özellikle Orta Asya’dan øç Asya’ya
kadar olan co÷rafi alanda imparatorlukların mikro düzeyde örgütlenmiú toplumsal
birimleriydi. Bunun anlamı cemaat örgütlenmelerinin devlet otoritesinin
uzanamadı÷ı bölgelerde kolonizatör bir güç olarak devletin yeniden örgütlenmesi
gibi bir iúlev görmesidir.21 Cemaat terimi Batı sosyoloji literatüründeki
tanımından
farklı
kullanılmaktadır.
olarak
Osmanlı
Devleti’nde
“millet”
anlamında
da
Millet kendi aralarında, etnik22, din, dil, görenek vb. ortak
özellikler göstermesi yanında ayrıca siyasal otorite tarafından hukuksal olarak da
tanınmıú ve tescil edilmiú ikincil yapılardı. Örne÷in Yahudiler, Rumlar,
Ermeniler, Nesturîler gibi cemaatler millet sistemi içinde tanımlanmıúlardı. Millet
Richard Tapper. øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi
Yayınları, 2004 Ankara s. 254
21
Ira M. Lapidus, “Tribe and State Formation in Islamic History”. Der: Philip S. Khoury,
J.Kostiner, Tribe and State Formatıon in The Middle East, The Regents of the Univesity of
Califorina 1990 s. 25–45
22
Etnik terimi köken olarak kâfir ya da pagan anlamına gelen Yunanca ethnos kelimesinden gelir.
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra kelime yavaú yavaú ırksal bir içerik kazanarak anlam
geniúlemesine u÷ramıútır. Bkz. Oxford English Dictionary, 2. Baskı.
20
13
olarak tanımlanan bu cemaatler Osmanlı toplumsal düzeninde Sünni Ortodoks
Müslüman ana kitlenin dıúında kalan göreli olarak iliúkisiz, kendi aralarında
kaynaúmıú kapalı cemaat hayatı yaúayan topluluklardı.23 Din cemaat üyelerini bir
birine ba÷layan, kaynaútıran ve kendi içinde kapalı kimlik duygusu yaúatan bir
iúlev görmekteydi. Cemaatler arasında dinin algılanması, yorumlanması ve
ritüellerinin yaúanması cemaatten cemaate göre de÷iúmekteydi.
Osmanlı toplumsal düzeninde “millet” sistemi biçiminde örgütlenen gayri
müslim cemaatler dıúında çok uluslu imparatorlu÷un ana toplumsal yapısını
oluúturan Ortodoks Sûnni øslam ise Müslüman nüfusu birbirine ba÷layan yapıların
mikro düzeydeki temel maddi biçimi ise tarikat olarak tanımlanır. Tarikatlar ise
hiyerarúik bir örgütlenme düzeni içinde, baúında úeyhin bulundu÷u ve úeyhin
belirli bir øslam yorumu ile kırsal alandaki Müslüman yı÷ınlara aracılık eden
siyasal ideolojik bir nüfuz alanıydı. Bu nüfuz alanın baúındaki kutsal kiúilik olan
úeyhin davranıúları tarikat mensupları için uyulması zorunlu dinsel kurallardı.
ùeyhin günlük yaúamdaki giyiniúi, konuúma ve davranıú tarzı yemesi içmesi
cemaat mensupları için rol ve model oluúturmaktaydı.24
øslam’ın úeyhin yorumundan kaynaklanan normatif tarafı bir yana geniú
yı÷ınlara uzanan gündelik telkinleri ile geleneksel toplum üyelerinin davranıú
biçimlerinden de÷er yargılarına kadar bütün bir yaúam düzeyine damgasını
vurmuútur. Bunun yanı sıra úeyhlerin Sûnni øslâm yorumlarının ideolojik aygıtları
olan tarikatlar sûnni øslam ideolojisinin yayılmasında ve kökleúmesinde baúlıca
araçlardır. Ortodoks Sûnni øslam ideolojisi ømparatorluk yapısında merkezi
siyasal otoritenin temel meúrulaútırıcı ideolojik aygıtları olarak devleti din
üzerinden yı÷ınlara ba÷layan temel aracı kurumlar olarak iúlev görüyordu. Buna
karúın Ortodoks Sunnî øslam dıúındaki heterodoks cemaat ve tarikatlar devlet
dıúında ve devlete karúı muhalif e÷ilimlerin siyasal ve toplumsal dinamikleri ve
aracı olarak iúlev görmekteydiler.
Mustafa Akda÷, Türkiye’nin øktisadi ve øçmai Tarihi cilt II, Cem Yayınları, østanbul, 1995,
s. 38
24
Mübecell Kıray, Toplumsal Yapı, Toplumsal De÷iúme Ba÷lam Yayınları, østanbul 1999 s. 68
23
14
Devlet, aúiret ve cemaat iliúkilerini belirleyen siyasal etkenlerin yanında
çevresel ve demografik faktörlerinde bu kategoriler arasındaki iliúkiyi belirlemede
önemli rolleri vardır. Da÷ ve çöl bölgeleri aúiret otonomilerini teúvik eden ve
destekleyen faktörlerdendir. Ovalar ise yarı yerleúik konfederasyonların tipik
co÷rafyasını oluúturmaktaydılar. Bu iki ketegori arasındaki iliúkiyi belirleyen
ideolojik faktör dini kurumlardır. ømparatorlu÷un pek çok bölgesinde sufizm
ekonomik örgütlenmenin temel mekanizmasını oluúturmuútur. Sufizm Anadolu’da
parçalı
aúiret
gruplarını
birleútirmede
ve
bu
aúiretlerin
devlete
karúı
direnmelerinde ya da devletin yanında yer almalarında baúlıca politik aracıların
oluúmasında temel belirleyicilerden biri olmuútu.
1.2. Aúiret
Cemaat kavramından sonra úimdi de aúiret kavramının sosyoloji ve
antropoloji literatüründe nasıl kullanıldı÷ına ve tanımlandı÷ına geçebiliriz.
Sözlük anlamında “Aúiret” Arapça kökenli bir kelime olup kabile, oymak
anlamına gelmektedir.25 Aúiret terimi, bütün Ortado÷u toplumlarında yaygın
olarak kullanılır. Terimin ço÷ulu olan “Aúira” terimi ise aúiretler konfederasyonu
anlamına gelir. Aúiret konfederasyonu;
birden çok aúiretin bir reisin
baúkanlı÷ında örgütlenmesini ifade eder. Sosyal antropoloji de ise “Aúira” nın
karúılı÷ı olarak “chiefdom” terimi kullanılır. Örne÷in Ziya Gökalp’a göre aúiret:
“Aúiri cemiyetler iptidaî topluluklarda site toplulukları arasında bulunan
bir içtimaî teúekküldür” Aúiret aynı zamanda kabilelerin bir araya
gelmesinden hâsıl olan ilk siyasî zümre bütünüdür. 26
Gökalp’e göre siyasî hâkimiyet, egemen klan ya da soya aittir. Aúiretler
göçebelikten yarı göçebelik ve yerleúik evrime girdikçe bu egemenlik aúiretten
daha büyük örgütlenmelere geçer. Kürt aúiretlerini gözlemleyen Hay ise aúireti:
siyasal bir topluluk olarak tanımlar. Aúiret dıú saldırılar karúısında üyelerini,
25
26
Ferit Develio÷lu, Osmanlıca Türkçe Lügat, s.61
Ziya Gökalp Kürt Aúiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler, Haz: ùevket Beysano÷lu Sosyal
Yayınları, 1991 østanbul s. 43
15
kandaúlık geleneklerini ve yaúam biçimini koruyan topluluklar olarak niteler.27
Benzer bir tanım yapan Rondot da aúireti içsel olarak kendi geleneklerine ba÷lı ve
dıúarıya karúı savunma halinde bulunan bir topluluk olarak tanımlar.28 Aúiret her
biri sözde bir ortak atadan gelen klanlardan, klanlar soylardan, soylar altsoylardan
ve altsoylar hanelerden oluúur.29 Klan, soy ve altsoyların zaman içinde sınırları
esneyebilir ve soylar, klanlar bir aúiretten ayrılıp baúka bir aúirete geçebilir. Bu
durumda baúka bir soydan gelseler bile kiúiler kendilerini yeni katıldıkları soya ait
hissederler. Bu soya yeni katılanlar bir ya da iki kuúak sonra aynı soydan sayılır
ve orijinlerini unutarak ortak atalar mitosuyla kendi topululuk kimliklerinin
meúruiyetini üretirler.
Bunun bir nedeni de herhangi bir aúiretin mensubu
olamamanın yarattı÷ı güvensizlik duygusunu aúma güdüsüdür.30
Bu oldukça genel açıklamalardan sonra aúiret topluluklarına iliúkin
kuramsal yaklaúımları kabaca iki temel sınıflandırmayla ele almak mümkündür.
Bunlardan ilki iúlevselci ikincisi de Marksist yaklaúımdır. Aúiret kavramı
iúlevselci antropologlar arasında øngilizce, de aúiret toplulu÷una karúılık gelen
“primitive society”31 ilkel toplum karúılı÷ı olarak kullanılır. Kavram sosyal
antropolojide yaygın olarak Batı’nın sömürmek üzere gitti÷i yerlerdeki geleneksel
topluluk yapılarını tanımlamak ve incelemek için kullanılmıútır. Sömürge sonrası
bu terimin yerine daha çok batılı yazında “etnik grup” terimi yaygın bir úekilde
W. R. Hay, Two Years in Kurdistan, Experiences of a Political Officer. (1918-1920)
Sidgwick and Jackson, London 1921, s 143.
28
P. Rondot, Les tribus Metagnardes de I’Asei ønterieure. Quelques Aspects Sociaux des
Populations Kurdes et Assyriennes’den aktaran M.V. Bruinessen, A÷a ùeyh Devlet s. 167
29
Martin Van Bruinessen, A÷a, ùeyh ve Devlet, Çev: Banu Yalkut, øletiúim Yayınları, østanbul
2004 s. 72
30
Gökalp Nusaybin’deki Tay aúiretinde, Abedlerle Gulâmların aúiret reisine karúı konumlarını
bir jandarmanın komutanıyla olan hiyerarúik iliúkisine benzetir Gökalp’e göre bu ba÷ımlılık
iliúkisi aúiret a÷alarının ya da reislerinin reisin icra vasıtalarıdır. Aúirete ba÷ımlı bu kiúiler
kendi baúlarına hiçbir úey yapmak hakkına sahip de÷iller. Bkz. Ziya Gökalp, Kürt Aúiretleri
Hakkında Sosyolojik Tetkikler, s. 78
31
Antropolojik yazında yerleúmiú oldu÷u anlamda “ilkel toplum” terimi, niteledi÷i toplumların
zaman içerisinde ilk olanlar veya di÷er toplumlara göre daha aúa÷ı derecede bir toplum oldu÷u
anlamına gelmez. Antropologlar bu terimi kullanılırken sayıları, yaúadıkları toprak parçası ve
sosyal iliúkilerin düzeyi itibariyle küçük ölçekli, yapılara vurgu yapmak için
kullanmaktadırlar. Bu yapılar geliúmiú toplumsal yapılara oranla basit teknolojiye, basit bir
ekonomiye toplumsal iú bölümünün ve uzmanlaúmanın zayıf oldu÷u toplulukları tanımlamak
için kullanırlar. Bunun yanı sıra di÷er bir ölçüt yazılı kültürün bulunmaması düzenli sanat,
bilim veya teknolojinin bulunmayıúı ölçütünü de kullanmaktadırlar. Bkz. Evans Prıtchard,
Sosyal Antropoloji, Çev: Fuat Aydın østanbul, 2005, s. 14–15
27
16
kullanılmaya baúlandı.32 Aúiret terimini karúılayan en yaygın ve en iúlevsel
kavram yine de iúlevselci yaklaúımın kullandı÷ı Segmentary Linage (parçalı soy)
kuramı içinde kullanılan soy gruplarıdır. Bu yaklaúıma göre geleneksel topluluklar
kültürel, etnik kandaúlık ve dilsel gruplar düzeyinde klânlara bölünerek incelenir.
Bu incelemede aúiretlerin oluúmasında ve biçimlenmesinde dıú dinamiklerin rolü
dikkate alınır. Dıú dinamikler ise karúıt gruplar, çevre, aúiret dıúı büyük
örgütlenmeler, konfederasyon, devlet ya da devlet benzeri yapılardır.
øúlevselci yaklaúımın aúiret yapıları ile ilgili temel sorunsalı belirli bir egemen
güç ve kurumsal yapıdan yoksun olan aúiretlerin uzun erimde nasıl olup da devlet
biçimlerine dönüútükleri33sorusuna yanıt aramalarıdır. Bu yaklaúımda aúiretler
evrim sürecinde bulunan özel bir topululuk türü olarak formüle edilirler. Evrim
sürecinde kabileler, ilkel üretim teknikleriyle, eúitlikçi ve kandaúlık esasına
dayanan siyasi örgütlenmeleriyle, basit avcı topluluklarıyla, daha karmaúık
beylikler ve devletlerarasında bir yerde konumlandırılır.34 Bu yaklaúımda aúiret
örgütlenmeleri primordial topluluk tipi ve yapıları olarak ara bir düzeyde formüle
edilirler. Ayrıca aúiret yapıları kendi içinde de alt gruplar ve klanlar düzeyinde
sınıflandırılır. Bazen bir aúiret on veya daha fazla kabilelere bölünmekte, her
aúiret bir reis veya a÷a, bey gibi cemaat liderleriyle temsil edilmektedir. Aúiret
liderli÷i ise ataerkil kurumsal bir süreç ile babadan-o÷ula geçen aúireti ya da klanı
yeniden üretme mekanizması olarak tanımlanır. 35
øúlevselci yaklaúım içinde aúiret kavramının yaygın kullanımı øngiliz
Antroplog E. Evans Prithchard’ın Segmentery Linage (Parçalı Soy)
kuramı,
aúiret topluluklarını aúiret dıúı topluluklardan ayırmak ve bu iki farklı topululuk
yapıları arasında karúılaútırma yapmak için antropologlar arasında yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu kurama göre belirli bir toplulu÷un baúında bulunan aúiret úefi
ya da reisi meúru zor kullanma gücünün en düúük düzeyde bir úefin ya da reisin
Rıchard Tapper, øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi
Yayınları, 2004 Ankara s.24
33
Ira. M. Lapidus A History of Islamic Societies. Cambridge Üniversity Pres. 1999. s. 88
34
Marshall Sahlins, "Social Stratication in Polinesia” Seattle: Üniversity of Washington Press,
s.54
35
Steven C. Caton “ Anthropological Teories of Tribe and State Formation in the Middele East:
Ideology and the Semiotics of Power” Der: Kohory, Kostiner, Tribe and State Formation in the
Middle East The Regenst of the Universitiy of California, 1991 s. 91
32
17
kiúili÷inde toplanmasıyla oluúan basit siyasal yapılar olarak tanımlanır.36 Bu
analize göre her aúiret örgütlenmesi kendi içinde alt gruplara ve yerel cemaatlere
ayrılmakta bu yerel cemaatlerin egemen sınıfları da kandaúlık temeli üzerinde
örgütlenmektedir.37 Prichardt’a göre aúiret yapıları egemen soy-klan ya da büyük
kandaúlık gruplarının küçük soy gruplarına dönüúmesiyle birlikte kendi
varlıklarını bu parçalı yapıların birbirini dengeledi÷i ancak hiçbirinin tek baúına
egemen bir güç haline dönüúemedi÷i yapılar sayesinde sürdürmektedirler.
Kandaúlık ve klan temelli aúiretler, konfederasyonlardan farklı olarak
merkezi otoriteye sahip de÷ildirler. Bu nedenle pek çok antroplog parçalı ve
bölümlü toplulukları analiz ederken aúiret terimini baúka dillere çevirirken pek
çok epistemolojik ve semantik zorlukla karúı karúıya kalmıúlardır. Evrimci
yaklaúım aúiretle devlet arasındaki örgütlenme biçimini chiefdom (konfederasyon)
kavramıyla tanımlamaya çalıúır.
Ancak konfederasyonların aúiret yapılarının
parçalanmasında ya da yeni biçimler altında örgütlenmesindeki rolünü belirtmez.
Bu durumu eleútiren, Timothy Earle bu yaklaúımın kandaúlık ba÷ı esasına dayalı
bir “öteki” tanımını geçersiz kılan dıú evliliklerin varlı÷ını görmezden geldi÷ini
ileri sürer. økinci olarak Chiefdom’un (konfederasyon)
varlık nedenini barıú
zamanlarındaki devletle olan iú birli÷inden çok aúiretlerin kendi topraklarını savaú
zamanlarında dıú düúmanlara karúı savunma zorunlulu÷unun sonucu olarak ortaya
çıktı÷ı e÷ilimini görmezden geldi÷ini38 belirterek eleútirir.
Aúiret’ten daha üst bir örgütlenme olan konfederasyona geçiú sürecini
baúlatan dinamikler nüfus artıúı ve bu baskının yarattı÷ı savaú durumudur. Artık
ürünü ço÷altmanın aygıtı olarak savaú ve savaú örgütlenmesinin toplumsal ve
yönetsel biçimi olarak ortaya çıkan konfederasyonlar kurumsallaúmanın zayıf
oldu÷u gevúek örgütlenmelerdir.
Evans Prichard. The Neur: A Description of the Modes of Livehood and Political
Institutions of Neolotic Oxford Univ.Pres, New York, 1969 s. 45
37
Ernest Gellner, The Concept of Kınshıp and Other Essays on Anthropologıcal Method
Blackwell, Oxford, 1987 s. 147
38
Timothy Earle, Institutionalization of Chiefdoms: Why Landscapes are Built. In Leaders
to Rulers, Ed: J. Haas, New York: Kluwer Academic/Plenum Publishers. 2001 s. 105–124.
36
18
Aúiretler konusunda yapılan bir ayrımda yaúayıú biçimlerine göre göçebeyarı göçebe aúiretlerdir. Göçebe aúiretler, sabit bir konuta veya topra÷a ba÷lı
olmadan, tarımın yalnız küçükbaú hayvancılık kısmı ile u÷raúıp mevsim ve bitki
örtüsü durumuna göre yayladan yaylaya, ova ve steplere göçüp derme çadır hayatı
yaúayan üyeleri arasında soy- sop yakınlı÷ı bulunan, hayvanlarıyla hayvansal
ürünlerini satarak geçinen insan toplulu÷udur.39 Fernand Braudel göçebe aúiretleri
insanların ve sürülerin düzenli yer de÷iútirmeleri olarak tanımlar. Bu göçebe
aúiretler on yedinci yüzyılda, Osmanlı evreninin güçlü çizgilerinden birini
oluúturur.40
Göçebe ekonomisinin örgütlenme biçimi mevsim dönümleriyle yakından
ilgilidir. Osmanlı ømparatorlu÷u’ndaki göçebe aúiretler genelde hayvanlarını
otlattıkları yaylarla küçük çapta tarımsal üretim yaptıkları kıúlaklar arasında
mevsimlik olarak sürüleriyle birlikte göç eden aúiretlerdir. Göçebe aúiretlerin
önemli özelliklerinden birisi merkezi siyasal otoriteyle sürekli gerilimli bir iliúki
içinde olmalarıdır. Bu gerilimin baúıca nedeni devletlerin göçebe aúiretleri iskâna
zorlamasıydı. Göçebe aúiretlerin iskânı ise devletler açısından ekonomik, politik
ve askeri gerekçelerden kaynaklanmaktaydı. Savaúçı yetene÷i geliúmiú olan
göçebelerin siyasal tehdit oluúturmalarının yanı sıra savaúlarda göçebe aúiretlerin
bu gücünden yararlanmak istenmesiydi. Bunun yanında mültezim ve vergi
tahsildarının vergi almak için sürekli hareket eden göçebe bir topluluktan vergi
tahsil etmesinin zorlukları gibi gerekçelerdi.
Do÷u Anadolu’da devlet göçebe aúiretleri üretim iúlerinden ayırıp orduya
asker almaya çalıútıkça aúiretler askere alınmaktan kaçınmak için en yakın komúu
devletin sınırlarına, øran’ın içlerine do÷ru göç ediyorlardı.41 Merkezin
müdahalesinden kaçınmanın yolu merkezin baskısından kendilerini masum
kılacak ya sarp co÷rafî alanlara ya da baúka devletin sınır içlerine do÷ru göç
etmekti. Ayrıca göçebe aúiretler yerleúik tarıma geçmiú çiftçilerle sık sık çatıúma
Adnan Gerger Da÷ların Ardı Kimin Yurdu Da÷ların Ardı Kimin Yurdu Kürtlerde
Toplum Gerçe÷inin Yaúamsal Temeli, Baúak Yayınları, østanbul 1991 s. 67
40
Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II Çev: M. Ali Kılıçbay, ømge Kitabevi
Yayınları, Ankara 1994 s.102
41
Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aúiretleri Enderun Kitapevi, 1991 østanbul s. 67
39
19
halindeydiler. Bunlar daha çok göç yolu üzerindeki tarım alanlarının tahribi gibi
nedenlerden
kaynaklanmaktaydı.
Bununla
birlikte,
göçebe
cemaatlerinin
örgütleniú biçiminin, devletle göçebeler arasındaki gerilim, göçebelerin devletten
kaçmasından ibaret oldu÷u için, Do÷u Anadolu’da kırsal kesimde yaúanan kargaúa
ve gayri müslim unsurların mallarını gasp etmede rolleri olmadı. Göçebelerle
yerleúik aúiretler devletin temsilcileri karúısında her zaman ittifak içinde
de÷illerdi. Bu iki grup, sürülerin mevsimlik hareketleri, otlaklara giden yollar
üzerinde yer alan ba÷ bahçe ve ekili alanların tahribi yüzünden çatıúma içinde
oldukları için bu da kırsal cemaatin dayanıúma potansiyelini engelleyen bir
nedendi.42 Göçebe aúiretlerin yarı göçebe yaúama geçiúlerinin nedeni, sınırında
bulundukları devletlerin vergi ve askeri yükümlülüklerinden kaynaklanır.
Göçebelerin içinde yaúadıkları do÷al koúullar ekime elveriúli ise göçebeler
kendilerin gerekli deste÷i sa÷lamak için hayvanların, satarak yerleúik yaúama
geçerler. Göçebe aúiretlerin yerleúik yaúama geçiúleri daha çok devletlerin iskân
politikasının bir zorunlulu÷uyla oluúur.43 Böylece yarı yerleúik yaúam tarzı göçebe
aúiretlerin savaúçılık eúkiyalık içgüdülerinin zayıflamasına neden olur. Bu
aúiretlerin dinsel otorite etrafında bir tarikat ba÷lılıkları geliúir. Aúiret yapısı
kandaúlık ba÷lamında bir çözülmeye u÷ramasa bile köylülük e÷ilimi içine girerler.
1.2.1 Yarı Göçebe Aúiretler
Bu aúiretler sabit bir konuta ba÷lı olmakla beraber tarla ve tarım u÷raúıları
ile birlikte hayvancılık da yapan, yaz aylarında kuraklık ve sıcaklı÷ın artması
üzerine hayvanlarını iyi besleyebilmek ve daha çok ürün almak için birkaç ay köy
yakını veya elveriúli de÷ilse uzak yayla ve meralara çıkıp çadır hayatı yaúayan
dolayısıyla bir yandan köylerinde çiftçilik yaparken, öte yandan yayla ve meralara
çıkarak hayvancılık yapan insan grupları olarak tanımlanır.44
Karen Barkey, Eúkiyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezîleúmesi, Çev: Zeynep
Altıok
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007 østanbul s. 118
43
Nikitin Bazil Kürtler s. 264
44
Rondot: a.g.e s. 49
42
20
1.2.2 Yerleúik Aúiretler
Yerleúik aúiretler, göçebelik ve yarı göçebelik hayatını bırakarak daha çok
köylerde, kısmen de kasaba ve úehirlerde yerleúip çadır hayatını bırakan küçükbaú
hayvancılık u÷raúının azaldı÷ı hane halklarından oluúmaktadır. Bu aileler hane
halkı ihtiyaçları ve kısmen de gelir sa÷lamak için büyükbaú hayvancılı÷a baúlayan
ve ço÷unlukla tarımın tarla ziraatıyla u÷raúan köylerde aúiret düzenini aynen
sürdüren, kasaba ve úehirler yerleútikçe aúirete olan ba÷lılı÷ı zayıflayan insan
toplulu÷udur.45 Göçebe ve yarı göçebe yaúamdan yerleúik sürece geçiúi zorunlu
kılan birçok ekonomik ve siyasal neden vardır. Ekonomik neden; göçebe
aúiretlerin artan nüfusun gerektirdi÷i daha fazla hayvan ve bunun sonucu olarak
daha fazla otlak zorunlulu÷uydu. Bu zorunluluk göçebe aúiretleri imparatorluklar
arasında yaylak ve kıúlak olarak sürekli bir göçü zorunlu kılar. Göç olgusu ise
tarıma dayalı imparatorluklarda artık ürünün vergi yoluyla tarımdan ve
hayvanlardan devúirildi÷i mekanizmayı iúlevsiz kılan bir sorundu. Bu nedenle
tarım temelli imparatorluklar vergiyi garanti altına almak için göçebe aúiretlerini
iskân stratejileriyle yerleúik yaúama geçirmek için sürekli mücadele vermiúlerdir.
Akdeniz’in güneyini çevreleyen ve Orta Asya ile ötelerine kadar devam eden çöl
ve yarı çöl bölgelerinde ømparatorluklar tarafından izlenen iskân siyasetleri eski
göçebelikten yarı göçebeli÷e bir iú bölümü olan hafiflemiú bir çobanlık yaúamanın
geriye kalmasına yol açmıútı. 46
1.3. Konfederasyon ya da Mirlik
Konfederasyon, chiefdom, (mirlik) terimleri aúiret ile devlet arasında
konumlanan aúiretler topluluklarını tanımlamak için kullanılır bölgeden bölgeye,
toplumdan topluma farklı etnografik yapılar için genellikle antropologlar arasında
eú anlamlı olarak kullanılan terimlerdir. Konfederasyon terimi farklı kültür ve
kökene sahip yerel aúiret topluluklarının siyasal olarak bir lider ya da kandaúlık
45
46
øsmail Beúikçi. Do÷u Anadolu’nun Düzeni s.150
Braudel a.g.e s. 194
21
grubunun merkezi otoritesi altında birleúmiú gruplar toplulu÷unu ifade eder.
Konfederasyonlarda siyasal birlik sadece kandaúlık ba÷ına de÷il ortak atalar
mitine de dayanır. Bu mit aúiret dıúında kalan grupların ana gruplara karúı aidiyet
duygusu geliútirmelerinde ideolojik bir iúlev görür.
Fredrik Barth, konfederasyonları devletle olan iliúkileri ba÷lamında daha
çok devletler tarafından yaratılan siyasal ve toplumsal örgüt olarak tanımlarken
konfederasyonun oluúmasında kandaúlık ve kandaúlık üzerinde temellenen ortak
atalar miti’nin devletlerin belirleyicili÷iyle karúılaútırıldı÷ında göreli olarak
devletin daha etkin rol oynadı÷ını savunur.47 Tapper ise aúiret ile devlet arasında
konumlanan konfederasyonların devletle olan iliúkilerinin diyalektik ve
sembiyotik bir iliúki oldu÷unu belirterek, Konfederasyonun en önemli özelli÷inin
reisin statüsü ve rolünde toplandı÷ını, bu statü ve rolü elde etmenin
gerekçelerinden kandaúlı÷ın yanında üst bir siyasal örgüt tarafından resmi olarak
tanınması koúuluna ba÷lı oldu÷unu belirtir.48
Konfederasyonların altı çizilmesi gereken bir özelli÷i de Gellner’ in
vurguladı÷ı dini ideolojinin bu yapıların sürdürülmesinde temel etken oldu÷udur.
Dinsel ideoloji konfederasyonun a÷a ve reislerine siyasal meúruiyet sa÷layan
önemli bir aygıttır. Bu aygıt yöneten ve yönetilen sınıflar arasındaki ba÷ların
kurulmasında geliútirilmesinde ve yeniden üretilmesinde otoritenin varlık
nedenidir.49
Buna karúın Clifford Geertz dinin Ortado÷u’nun her yerinde aynı rolü
oynamadı÷ını, pek çok aúiret ve konfederasyonun Arap yarımadasında yok
oldu÷unu, dinin bu yapıların siyasal ve toplumsal egemenliklerinin ortadan
kalkmasını önleyemedi÷ini belirterek, aúiretler arasında yüzyıllardır devam eden
kan davasının önlenmesinde dinin rolünün olmadı÷ını belirtir.50 Geertz’in
belirtti÷i düúmanlıkların temel nedeni aúiret toplulukları arasında müesses bir
yazılı hukukun bulunmamasıdır. Aúiret toplulukları ve klanlar arasındaki kan
davasının yüzyılları aúan bir süreci kapsamasının nedeni yine bu olguda gizlidir.
Fredrik Barth, Kürdistanda Toplumsal Örgütlenmenin ølkeleri, Avesta Yayınları, Çev: S.
Ruken ùengül, Hiúyar Özsoy Avesta Yayınları, 2001 s, 48
48
Richard Tapper, øran Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F. Dilek Özdemir, ømge Yayınları
2001 s. 234
49
Timoty Earle A.g.e, s. 50
50
Clifford Geertz. Old Societies and New State, The Question for modernity in Asia and
Africa New York Free Pres, 1963 s. 21
47
22
Kan davası siyasal egemenlik kurma savaúının zora dayalı biçimidir.
Konfederasyonlar arasında savaúın bir nedeni de tarım ve otlaklardan elde edilen
artık üründür. Artık ürün bu yapıların boyutlarını de÷iútirdi÷i gibi düúman ya da
rakip aúiret olarak hizipler ayrılmasında da temel belirleyici rolü oynar. Bu
hizipleúme ve karmaúa gevúek bir örgütlenme içindeki konfederasyonları tehdit
eder hale gelir. Etkin bir otoriter yönetimin bulunmadı÷ı koúullarda bu yapılar
arasındaki çatıúmalar ve gerilimler parçalanmayla sonuçlanır. Bu parçalanma ile
iktidar dengesinin yıkılması aúiretlerin ba÷lı oldukları konfederasyonu terk ederek
di÷er konfederasyonlarla birleúmesiyle sonuçlanır.51 Aúiretlerin bu yeni
konfederasyona
katılmasıyla
konfederasyon
lideri
yerel
bölge
üzerinde
egemenli÷ini daha da geniúletir. Bu geniúleme konfederasyonun nicelik ve nitelik
olarak aúiretler üzerinde egemen konumunu belirler. Bu konum klanlar arasında
simetrik bir güç iliúkisinin belirledi÷i denge durumuna benzer. Bu dengenin
yeniden bozulması ise artık ürünü sa÷lama zorunlulu÷undan kaynaklanır. Artık
ürün, egemen konfederasyon reisinin siyasal konumunu güçlendirmekle birlikte
konfederasyonun içinde bulundu÷u devletlerin merkezi siyasal otoriteleri
tarafından tanınmalarının da baúlıca gerekçesini oluúturur. Merkezi otorite ile
birlikte belirli bir toprak parçası, egemenlik ve karmaúık toplum yapısı devleti
tanımlamakta kullanılan ö÷elerdir.
Yapılar ve kurumlar bütünü olan devlet kavramı, Batı’daki modern
devletlerden farklı olarak Ortado÷u’da ço÷u Birinci Dünya Savaúı’ndan sonra
emperyalist güçler tarafından kurulan aúiret ba÷ları içinde biçimlenen siyasal
yapılardı. Ortado÷u’da oluúturulan bu devletler, Batı’daki modern devletlerden
farklı olarak uluslaúma sürecini tamamlayamamıú yapılar olarak yerel güç
odaklarına ve aúiretler toplulu÷una karúı egemenliklerini sa÷lamada çeúitli
güçlüklerle karúı karúıya kalmıúlardır.52 Bu güçlükler, devletlerin monolitik
otoritelerini inúa etme ve siyasal kontrolü egemen kılmada ve meúruiyetlerini
sa÷lamada gerekli olan halk deste÷ini sa÷layamamalarıdır. Uluslaúma sürecini
daha çok etnik ve mezhep temeli üzerinde inúa etmeye çalıúan bu devletler çeúitli
siyasal ve toplumsal güçlerle karúı karúıya kaldılar. Bununla birlikte aúiret yapıları
51
Richard Tapper, “ Anthrpological Theories of Tribe and State Formation in the Middel East”
Der: Khory Konstiner Tribe and State Formatin in The Middele East Ed. Khory Konstiner s. 48
52
Hakan Özo÷lu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçili÷i s. 87
23
ve konfederasyonları devletin zor gücüyle ya da gönüllü olarak toplumsal evrim
içinde yine de çeúitli derecelerde çözülmeye u÷radı. Bu çözülmenin sonucu olarak
ortaya çıkan yeni gruplaúmalar ve hareketler aúiret yapılarının zihniyetini
taúımakla birlikte daha çok etnik ve mezhepsel faktörlerin koúullandırdı÷ı
milliyetçilik biçiminde ortaya çıktılar. Bu teorik tartıúmanın en somut örne÷i
günümüzde artık de facto durumdan de jure duruma geçen Kuzey Irak’taki
Barzani aúiretinin konfederasyondan devlete do÷ru evrilmesidir.
Sonuç olarak aúiret- konfederasyon-devlet yapıları Ortado÷u’ nun kendi
tarihsel geliúimi içinde toplumsal ve siyasal örgütlenmenin ortaya çıkmıú maddi
biçimleridir. Özetle konfederasyon daha güçlü bir lideri ve daha büyük toprakları
rakipleri aleyhine geniúleten bir örgütlenmedir. Konfedarasyonun aúiret
topluluklarının birleúmesinden meydana gelmesi her zaman bir kandaúlık birli÷i
üzerine kurulmasını gerektirmez. Ortak soy ya da atalar miti dıúsal bir düúmanın
varlı÷ı ya da düúüncesi ideolojik bir iúlev görür. Aúiret ve konfederasyonun çok
sayıda tanımının olması, bu alanda çalıúan tarihçilerin antropologların ve siyaset
bilimcilerin
her
birinin
kendi
disiplinleri
çerçevesinde
bu
terimleri
kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Kısaca bu tanımların ve yaklaúımların
ortaya çıkardı÷ı sonuç, aúiret ve aúiretler konfederasyonunun imparatorlukların
merkezinden uzak alanlarında bu örgütlerin askeri bir iúlev görmesidir. Modern
ulus-devlet ça÷ında ise bu yapılar anakronik niteli÷e sahip olan yapılarıyla ulusdevletle gerilimli bir iliúki içinde bulunurlar.
1.4. Marksist Kuram Kabile ve Aúiret Yapıları
Aúiret ve kabile yapıları konusunda Marksist kuramın Ortado÷u’ya özgü
topluluk yapıları üzerinde geliúkin bir yazını ya da bu kategorilere iliúkin özel bir
çözümlemesi yoktur.
Aúiret konusundaki teorik temellendirme genellikle
Marks’ın Kapitalizm öncesi üretim biçimleri üzerinde geliútirdi÷i tezler üzerine
temellendirilmiútir. Engels’in Amerikalı antropolog Lewis Morgan’ın Ancient
24
Society53 kitabı Ailenin Özel Mülkiyet’in ve Devletin Kökeni’nin temel
referanslarını oluúturmuútur.
Aúiret yapılarını ilkel-köleci üretim biçimi aralı÷ında ve onun kavramlarıyla
tanımlamaya çalıúan Marksist yaklaúımlar oldu÷u kadar, bu yapıları feodal üretim
biçimi ve onun kurumları ve kavramlarıyla tanımlamaya çalıúan birçok görüú
vardır.54 Bizim bu çalıúmada analiz birimi olarak kullanaca÷ımız feodalizm
kavramı, Batı’nın tarihsel koúulları içinde muhtemel ve mümkün bütün
geliúmeleri içerip tamamlanmıú ve eski üretim biçimini aúan yeni bir üretim
biçimini mümkün kılacak üretim biçiminin bütünlü÷ü anlamında de÷il, e÷ilimler
ve geçiú süreçlerinin iç içeli÷i düzeyinde kullanılacaktır. Burada altı çizilmesi
gereken yöntemsel tutum ister topluluk ister toplum yapıları olsun, bu yapıların
maddî alt yapıdan ba÷ımsız olarak tanımlanamayaca÷ı gerçe÷idir. Bu iliúkisellik
bir taraftan sınıfsal egemenlik öte taraftan üretim iliúkisini temsil eder. Bu yapılar
daha büyük bir üretim gücü tarafından dıútan belirleninceye kadar, mevcut
egemenlik iliúkisi, neyin, nasıl üretilece÷ini belirleme e÷ilimindedir. Bu e÷ilimin
siyasal yapıları ve kurumları son tahlilde yine ekonomik temel üzerinde varlık
bulur. Topluluk yapılarında dıú dinamiklerin belirleyicili÷i egemen oluncaya
kadar iç dinamiklerin belirleyicili÷i devam eder. Do÷al olarak kapalı bir
ekonomik yapıya dayanan toplulu÷un siyasal ve ekonomik örgütlenme biçiminin
de÷iúim/dönüúümü, dıúsal dinamiklere ba÷lı oldu÷u kadar toplulu÷un içinde
bulundu÷u teknik ve fiziksel koúulların de÷iúim hızı, içsel ekonomik, politik
ideolojik dinamiklere de ba÷lıdır. Ancak günümüzdeki kapitalist iliúkilerden
ba÷ımsız ya da otonom bir alan neredeyse kalmadı÷ı için geleneksel yapıların
53
54
Bkz. Lewis. H. Morgan. Eski Toplum I.II. Çev: Ünsal Oskay Payel Yayınları, 1987 østanbul
Pek çok antrpolog aúiret yapılarını tanımlarken “Düzenli anarúi” kavramını kullanmaktadırlar.
Aúiret ve kabile yapılarından kaynaklanan çatıúmadan düzen yaratma e÷ilimlerini düzenli
anarúi e÷ilimi üzerinde temellendirmektedirler. Aslında bu e÷ilim, geleneksel topluluk
yapılarında oldu÷u kadar modern toplum yapılarında ve yönetim düzenlerinde de bulunan bir
e÷ilimdir. Ancak aúiret toplululuklarının örgütlenme biçimini Ortaça÷ örgütlenmesiyle
karúılaútırıldı÷ında hem tarihsel hem de yöntemsel açıdan büyük bir sorundur. Çünkü Ortaça÷
yapılarında merkezi bir yönetimin yoklu÷u örgütlenme olmadı÷ı anlamına gelmemektedir.
Sınırlı da olsa çatıúma, düzen yaratma e÷imine sahip olmuútur. Bkz. Givonni Arrigi, Uzun
Yirminci Yüzyıl Çev:. Recep Boztemur, ømge Kitabevi 2000 Ankara s. 57-58 Geçiú problemi
konusunda ayrıntılı bilgi için Bkz: Maurice Dobb’un Kapitalizmin Geliúimi Üzerine
øncelemeler Kitabında øúaya Üúür “Kapitalizmin Geliúmesi Üzerine øncelemeler ve Geçiú
Tartıúmaları Bir Takdim” Belge Yayınları Çev: F Akar 1992 østanbul s. 355-452. Ayrıca Bkz
Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci Çev: Çetin Yetkin May Yayınları 1974
25
evriminde dıú dinamikler daha belirleyicidir. Bu türden topluluk yapılarının
evrimi ile ilgili olarak vurgulanması gereken bir yaklaúım da Marksizmin ça÷daú
kuramcılarından Henri Lefebvre’nindir. Lefebvre toplumsal de÷iúmenin do÷rusal
bir “yasallık” yerine tendence (e÷ilim) düzeyinde bir süreç izledi÷ini ileri sürer.
Ona göre bu e÷ilimlerle çeliúen baúka e÷ilimler çatıúma halindedir. Yani bir
üretim biçiminin temel e÷ilimiyle, geçmiúin üretim biçimlerinden artakalan
e÷ilimler çatıúma halindedir; öte yandan gelece÷in üretim biçiminin tohumlarıyla
çatıúma halinde bulunurlar.55 Tarihsel olarak yeni bir üretim biçiminin ortaya
çıkabilmesi, kendinden önceki üretim iliúkilerinin artık yeniden üretilemedi÷i
anlamına gelir. Ancak bu önceki üretim tarzına ait toplumsal iliúkilerin ve
ideolojisinin bütünüyle ortadan kalktı÷ı anlamına da gelmez. Eski üretim tarzının
kalıntısı olan ekonomik, siyasal, ideolojik formları úu ya da bu ölçüde yeni üretim
tarzının yanında varlı÷ını sürdürür. Bu çalıúmanın konusunu oluúturan Do÷u
Anadolu’da ise bugün eski üretim biçiminin yarı feodal denilebilecek pek çok
ekonomik formu büyük ölçüde artık varlıklarını sürdüremezken buna karúın bu
üretim biçiminin ideolojik ve politik formları varlı÷ını korumaktadır. Bunun
nedeni bu çalıúmanın giriú bölümünde bir sorun olarak saptadı÷ımız, Do÷u
Anadolu’nun içinde bulundu÷u ekonomik, toplumsal ve siyasal düzeni her
boyutunda kendini yeniden üretecek birden çok üretim biçiminin gerek ekonomik
temelleri gerekse ideolojik yapılarının iç içe geçti÷i çoklu ve karmaúık bir yapıya
sahip olmalarıdır..
Marksist kuramda tarihsel olarak belirleyici güç maddî yaúamın üretimi ve
yeniden üretim için gerekli olan geçim araçlarıdır. Bu araçların geliúim düzeyi ise
toplulu÷un içinde bulundu÷u üretim koúullarının geliúmiúlik düzeyine ba÷lıdır.
Koúulların geliúmiúlik düzeyi ise aynı zamanda iú bölümündeki farklılaúmayı
ifade eder.56 Bu farklılaúma sürecinde iú bölümünün geliúme düzeyi ne kadar
geriyse kandaúlı÷ın toplumsal örgütlenme üzerindeki belirleyicili÷i o denli
güçlüdür. Tarihsel geliúme sonucunda eme÷in üretkenli÷i arttıkça kandaúlık
Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüúü, Çev: G. Do÷an Görsev, Yordam Kitapları, østanbul
2000
s.83
Do÷an Ergun. Sosyoloji, øletiúim Yayınları 2003 østanbul, s. 64
56
K.Marx, F.Engels, Ailenin Mülkiyetin Devletin Kökeni ( Çev: Kenan Somer, Seçme Yapıtlar
Cilt III. Sol Yayınları Ankara 1979 s. 239–408
55
26
ba÷ına dayalı kabile ve topluluklar tarihsel süreç içinde de÷iúime u÷rayacaklardır.
Bu de÷iúim sonucunda servetler arasındaki eúitsizlik, baúkasının emek gücünden
yararlanan sınıflar ve bu sınıflar arasındaki karúıtlık temelinde geliúen olgular bu
yapıları dönüútürerek yeni bir biçime sokacaktır. Engels’e göre bu çatıúmalı ikili
yapı, eski ile yeni arasındaki bu karúıtlık tam bir devrimle yeninin lehine son
bulacaktır. Eski toplum düzeniyle yeni toplum düzeni arasındaki bu çatıúmalar ve
gerilimler bir anlamda tarihsel geliúmenin belli bir aúamasında devrim yangını
içinde yaúla kurunun bir arada bulundu÷u bu yangında yaúlardan önce kuruların
yanması olarak kendini gösterir.
Engels bu evrim süreci içinde toplumsal iú bölümünün farklı düzeylerinin
farklı mülkiyet biçimlerine tekabül etti÷ini söyler. Buna göre iú bölümünün ya da
mülkiyet biçiminin ilk aúaması komünal mülkiyet biçimidir. Bu mülkiyet
biçiminde ilkel komünal topluluk, balıkçılık, hayvancılık gibi üretimin ilkel
aúamasında bulunmaktadır. Bu mülkiyet biçiminde toplumsal örgütlenme
kandaúlık temeli üzerinde kurulmaktaydı. Tarihsel geliúmeler, artan nüfusun
gereksinimlerini karúılamak için savaúlara neden olacak, savaúlar da kölelik
kurumunu ortaya çıkaracaktır.57 Bu úemaya göre kandaúlık temeli üzerine
kurulmuú kabile yapıları ortaya çıkacak olan sınıfsal farklılaúmanın sonucunda
de÷iúime u÷rayacaklardır. Tarihsel süreç içinde barbarlı÷ın yukarı aúaması tarımla
zanaat arasında yeni bir iú bölümünü do÷urur. Bu iú bölümünün sonucu olarak
artık ürüne do÷rudan el koyan sınıflar ortaya çıkar.58 øú bölümü toplumsal
geliúmenin daha ileri evresinde kır ve kentin birbirinden ayrılması olarak ortaya
çıkacak. Bu iú bölümünün daha geliúmiú ve genel ifadesi kır ve kentin birbirinden
ayrılması olarak belirginleúecektir. øú bölümünün sonucu olarak ortaya kent ve kır
ayrımı aynı zamanda toplumsal sınıf ayrımlarına da karúılık gelir. Marx ve Engels
Antik dönemdeki komünal mülkiyetin oluúumunu kabile gruplarının savaú ya da
anlaúma yoluyla kentleri oluúturmasına ba÷lamaktadırlar.59 Bu aúamada genel
kural kent mülkiyetini ele geçirmektir. Taúınabilir özel mülkiyetin daha sonra
taúınmaz özel mülkiyete do÷ru evrilmesi toplumsal düzeni de÷iúime u÷ratarak
özgür yurttaúlar ve köleler ayrımını sınıfsal bir ayrıma dönüútürerek
57
F. Engels a..g. e s. 247
F.Engels. A g.e s.251
59
Hikmet Kıvılcımlı. Tarih Devrim ve Sosyalizm, Derleniú Yayınları, 2006 østanbul. s 250
58
27
kurumsallaútıracaktır.60 Toplulu÷un mülkiyet biçimlerine tekabül eden bu ayrım
ideolojik olarak kendi meúruiyetini yeniden üretmesi için yönetici sınıfın sadece
belli ve sınırlı kandaúlık grubuyla sınırlandırılması ve bunu di÷er kandaúlık
gruplarına inandırması için ideolojik bir manüpülasyona ihtiyaç duyacaktır.
Çünkü eúitlik isteyen, sürekli kandaúlık temelinde bölünen topluluklara egemen
olmak, onları yönetmek ve mülk sahibi olma olgusunu yönetici sınıfla sınırlı
tutmak için bütün bu ayrıcalıkları bir “Tanrı vergisi” olarak kabul ettirmek ve
inandırmak zorunluydu.61 Bu tarihsel sürece somut örnek vermek gerekirse,
Osmanlı tarihçilerinden Naima; siyasal iktidarın kutsallaútırılmasının düúünsel ve
ideolojik olarak nasıl üretildi÷ini, saltanat ve devlet kurulurken kandaúlık ve
asabiyet iliúkisinin tasfiye edilmedikçe toplumsal tâbiiyet iliúkilerinin üst bir
yapıda eklemlenmedikçe baúarılı olamayaca÷ını úu sözlerle belirtmektedir.
“ Geçmiú asabiyetten ayrılıp seçkin, özel bir kavim seçip haslaúmaya
(iyi nitelikler) kavuúmak saltanatın icaplarındandır ki herhangi birinin
yardımıyla baúkasının baú kaldırmasını ve kafa tutmasını defetmek mümkün
olsun. Bu ayrım ve imtiyaz övülecek iúler güzel hasletler üzerine dayanan,
herkesçe tanınan liyakate ba÷lı bir itidali inayetle olmaya muhtaçtır ki
baúkalarının hulüsunu (gönül temizli÷ini ve geçmiúte hizmet etmiúlerin
sadakat ve güvenlerini kaçırmasın”62
Naima’nın da belirtti÷i gibi kandaúlık, soy, asabiyet iliúkileri topluluk
örgütlenmesinin temel ilkesini oluúturur. Komünal, eúitlikçi ilkel sosyalist
örgütlenmeden sınıflı toplum yapısına geçiúi sa÷layan savaú, fetih ve talan gibi
zora dayalı artık ürün elde etme yöntemleriyle kendini yeniden üreten egemen
sınıf iktidarını kandaúlı÷a dayandırarak meúrulaútırır. Egemen sınıf kendi
iktidarını belirli bir soya dayandırarak meúrulaútırırken bunu di÷er toplulukları
egemenlik altına almak için yalnızca “kendine vergi” bir üstünlük63 (mitolojik bir
60
F.Engels A.g.e s. 260
K. Marx, F. Engels, Din Üzerine (Çev: Kaya Güvenç. Sol Yayınları Ankara 1995 s. 38)
62
Tarih-i Naima’ 4. Cilt (Çevrimyazı Zuhuri Danıúman Zuhuri Danıúmın Yayınları østanbul s.
56)
63
XVII. Yüzyıldan itibaren dinin, bunalımı úiddetlendirici etkisini Akda÷ úöyle açıklamaktadır.
øktisadi çöküntü ve malî darlık devam etti÷i için, Fazıl Ahmet Paúa’ının sadarazamlık
61
28
kahramanın soyundan gelme, temizlik, saflık, asalet, tanrısallık, kutsallık, güzellik
vb. kurgusu ile formüle eder.
Klasik Marksist kuramın kabile yapıları ve bu yapılara iliúkin sınıfsal
farklılaúma ve özel mülkiyete do÷ru evrimini açıkladıktan sonra Do÷u
Anadolu’nun ekonomik ve toplumsal düzeni feodalizmin kavramsal çerçevesi
içinde de÷erlendirildi÷inde bu alanda da yine pek çok teorik ve yöntemsel
ikilemlerle karúılaúmak mümkündür. Klasik Marksist yaklaúım, batı toplumlarına
iliúkin gözlemlerden hareketle bir takım çözümlemeler geliútirmiú olsa da Do÷u
toplumlarındaki örgütlenmelere özellikle de aúiret ve cemaat gibi örgütlenmelere
iliúkin özel bir çözümlemesi yoktur. Bunun tek istisnası Engels’in 1858 tarihinde
øngiliz sömürgecili÷ine karúı Afganistan’daki kabilelerle ilgi kısa betimsel
açıklamasıdır.64 Klasik Marksist kuramda bu konu daha çok “kapitalizm öncesi
döneminde ekonomik ve toplumsal bir kriz içinde geçiyordu. Bazı medreseliler çöküntünün
nedeni olarak, bir takım kimseelerin dine ve úeriata aykırı iúler yapmakta olduklarını ileri
sürmekte idiler. Garibi úi ki. Bu türlü yobazların küfür diye halka yasakladıkları yaúantı
kendilerinin evlerinde sürdükleri yaúantının ta kendisi idi. Ve bu husus yüzlerine vuruldu÷u
zaman, kolayca bir tevil yolu buluyorlardı. Bkz. Mustafa Akda÷, Genel Çizgileriyle XVII.
Yüzyıl Türkiye Tarihi, 1968. s. 241-242
Mülkiyetin meúruiyetinin ideolojik olarak üretilip benimsetilmesinde dinin ve din adamlarının
önemli rolünü gösteren örneklerden biri de Vani efendinin úu sözlerinde görmek olasıdır.Van’i
efendi 17.yüzyılda Van Hoúapta (Güzelsu) do÷muú daha sonra østanbul’a giderek sarayın
meúayihi makamına kadar yükselmiú, ulama sınıfına mensup bir kiúidir. Vani Efendi, Viyana
kuúatmasına katılmıú. Dünyalıklarını da epey artırmıútır. østanbul’da Anadolu Yakasında
Bo÷azın en güzel yerlerinden biri olan Paúabahçeyi geçtikten sonra Vani köy olarak bilinen
semtte Vani efendinin medrese ve camisi bulunmaktadır. Vani efendinin bu kısa biyografisinden
sonra asıl önemli meziyetlerine gelelim ve dönemin belgelerini konuúturalım. Vanî Efendi’nin
dünyalıkları o kadar bereketli o kadar artmıú ki dostlarının bile gözünden kaçmamıú. Nitekim bir
vaaz esnasında dostlarından biri bir gün Vani hocaya:
“Sultanım, davayi takvada infiradinız (eúsiz olmanız) malum, lâkin yeni tahsili dünyaya
himmetiniz ve nâzik cariyelerle, lazıme-i zinnet olan incu, cevahir, samur, ve sair emvâle vucuh
ile ra÷betiniz var, bunun sırrı nedir? dedikte. Behey nadan, dünyanın kendi biayniha (aynı,
oldu÷u gibi tıpkı) kabih (çirkin yakıúıksız) ve mezmum (zam olunmuú, yerilmiú, ayıp) de÷ildir.
Cümlenin matlup (talep edilen) ve mergubu (ra÷bet edilen) bir nimeti celiledir, zem olunan
cihetli tahsili, keyfiyeti teneavülüdür, (alıp yeme) ahzü tenvülüdür, ahzü tenavülde (alıp yemede)
sen bana müúabih (benzer) ve müsavi (eúit) de÷ilsin, bir lokma tenavül (yemek) sana haram iken
kuvve-i ilmiye ve tasarrufat-i akliye (aklın tasarrufu) ile bana helâl olur. Taâm (yemek yerken)
ederken, diúinin arasına giren et parçasını sen hilâl (bir nevi kürdan) zoru ile taúra çıkarup
yutarsın sana mekruh (günah) olur ben nâzikâne tahriki lisanla kurtarup yutarım, bana helâl
olur, Siz haramla mekülat olup yersiz, biz ise melbusat (elbise) ve mekülati (mülk) deyin (borç)
ile aluruz, ay baúında úüpheli malımızdan eda ederiz, bu hile tasarrufatımızdır.”
Bkz. Faiz Demiro÷lu, Nilüfer Aylık Edebiyat Dergisi sayı 3 1942 s. 23-45
64
Klasik Marksist Kuramda Aúiretler ile ilgili konu Engels’ in 1858 Afganların øngiliz
sömürgecili÷ine karúı mücadelesini anlatırken. Afganistan’da çeúitli úeflerin bir çeúit feodal
üstünlü÷e sahip oldu÷u klanlar bölünmüúlerdi. Bu aúiret topluluklarının iktidara ba÷lanmaktan
29
ekonomi biçimleri” baúlı÷ı altında incelenmiútir. Marx ve Engels kapitalizm
öncesi ekonomi biçimlerini Germen, Orieantal ve Asyatik olarak sınıflandırmıútır.
Marx despotik ve dura÷an yapılar olarak tanımladı÷ı Do÷u toplumlarını Asya tipi
üretim biçimi baúlı÷ı altında incelemiútir. Bu incelemeler, ise Hindistan ve øran’
da doktorluk yapmıú olan Bernier’ın çalıúmalarına dayandırmıútır. Kapitalizm
öncesi ekonomi biçimleri 1845’te kaleme alındı÷ında Do÷u hakkındaki bilgi
birikimi Bernier’in incelemelerine dayanmaktaydı. 65
Marx Do÷u’da devleti kendine yeterli kapalı üretim yapan köyler arasında
ara toplumsal gücün bulnmadı÷ı durgun bir sistem olarak tanımlar.66 Marx’a göre
toplumun ekonomik dönüúümünü ve sınıfların ortaya çıkıúını sa÷layacak
Do÷u’nun dura÷an yapısını de÷iútirecek bir de÷iúme ancak dıúarıdan gelebilirdi.
Bu nedenle Marx ve Engels’i Do÷u’nun tarihi yoktur yargısına ulaútıran bu ara
toplumsal gücün bulunmamasıdır. Bu nedenle Marx ve Engels Asya’nın tarihin
dinler tarihi olarak nitelemiúlerdir. Marx ve Engels’i Asya tarihini dinler tarihi
oldu÷u gözlemine iten67 Marx’ın Kapitalizm öncesi Ekonomi Biçimleri’ nde
belirtti÷i
“Asya’nın tarihi yoktur, en azından bilinen bir tarihi. Tarih diye
bildi÷imiz úey, imparatorlukların birbiri ardınca dirençsiz ve de÷iúmeyen
toplumların pasif temellerinde kurulmuú olan zorbaların tarihinden baúka bir
úey de÷ildir. Do÷u’da devletin gücü, burjuvazi gibi yerli etkenlerinin geliúimine
meydan vermemektedir.”68
hoúlanmamaları ve bireysel ba÷ımsızlıklarına düúkünlüklerinin ulus olmalarını engelleyen
faktörler olarak açıklıyordu Bkz.:. Karl Marx, Fredricih Engels, Sömürgecilik Üzerine Çev:
Muzaffer ølhan Erdost, Sol Yayınlar s. 16
65
Mauirce Bloch Marxist Analyses and Socıal Anthropology, Malaby Pres London 1975 s.
47
66
Fatma Müge Göçek ømparatorlu÷un Çöküúü, Burjuvazinin Yükseliúi, Osmanlı
Batılılaúması Toplumsal De÷iúme, Ayraç Yayınevi østanbul 1999, s. 78
Asya tipi üretim tarzı úu unsurları içermektedir: Toprakta özel mülkiyetin yoklu÷u, tarımda
geniú bir sulama úebekesinin varlı÷ı, hem zanaatçılık yapan hem de topra÷ı eken otarúik köy
toplulukları, topra÷ın mülkiyetinin ortak oluúu, cansızlıkla malul rantiye veya bürokratik
kentler. Artı de÷erin büyük bir kısmını kendisine ayıran ve sadece yönetici sınıfın bir baskı
aracı olmakla kalmayıp, aynı zamanda ekonomik sömürünün baú sorumlusu olan despotik bir
devlet aygınının egemenli÷i
67
Bryan S. Turner, Oryantalizm Kapitalizm ve øslam ønsan Yayınları østanbul 1991 s. 46
68
K.Marx, F. Engels. Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri (Çev: Mihri Belli Sol Yayınları
1992 Ankara Komünist Manifesto ve Komünizmin ølkeleri. (Çev. Muzaffer Erdost Sol
Yayınları 2002 Ankara s. 56)
30
Marx, Batı kapitalizminin dünyanın geri kalanının sömürmesini onaylamasa
da, Do÷u’nun statik yapısına getirdi÷i de÷iúmeler adına bu yayılmacılı÷ın
kaçınılmaz oldu÷unu belirtir.69 Marx’ın Do÷u hakkındaki bu gözlemlerini Perry
Anderson, Kapitalist üretim biçimini daha iyi anlamak amacıyla araútırdı÷ını ileri
sürmektedir.70 Aslında
“Batı” nın “Do÷u” ya iliúkin düúünce gelene÷inin
Marx’tan önce Aristoteles’e dek uzanan uzun bir geçmiúi vardı. Aristoteles, kendi
dönemindeki uygar Helen dünyası ile barbar Do÷u’yu karúılaútırmak suretiyle
farklı politik sistemleri karúılaútıran ilk düúünürlerden biriydi. 16.yüzyılda
Machiavelli Osmanlı Devletini Avrupa monarúisinin antitezi olarak gördü.
Batı’nın hükümdarlı÷ının karúısında Do÷u’nun Tanrısal ve despotik devletini
konumlandırdı.71 Jean Bodin de Osmanlı Devletini tanrısal güce sahip despotik bir
niteli÷iyle Avrupa devletlerinden farklı bir kategori içinde de÷erlendirir. 17.
yüzyılda Osmanlılar Avrupa’yı egemenlikleri altına almaya baúladıklarında,
Francis Bacon Osmanlı aristokrasi sınıfının olmayıúını Osmanlı’nın askeri
baúarılarının ardında yatan asıl neden olarak ileri sürmekteydi72
Batı’nın Do÷u’ya iliúkin siyasal kültürün temel öncüllerinden birisi Avrupa’
merkezli tarih anlayıúı içinde biçimlenmiú Do÷u ve do÷u toplumlarına iliúkin
kavramsallaútırmada temel kavramlardan birisi “despotizm” kavramıdır. Bu
kavram Do÷u’ya iliúkin siyasal kuramlarda gerek Marksist gerekse Weberci
tezlerin ortak paydasını oluúturmaktadır. Bu genel yaklaúımlardan sonra sonuç
olarak úu söylenebilir: Ortado÷u’ya iliúkin tarihsel ve toplumsal bir kategori olan
aúiret yapılarını tanımlama konusunda bu kuramların öncülleriyle hareket eden
70
Anderson’n mutlak monarúiyi Feodalizm ile kapitalizm arasında bir geçiú noktası olarak
tanımlar. Feodalizmi ise hiyeraraúik ve mülkiyet biçiminin belirledi÷i parçalı ve bölünmüú bir
egemenlikler hiyerarúisine dönüúen son tahlilde ekonomik bir yönetimin organik birli÷i
tarafından belirlenen üretim tarzı olarak tanımlar. Perry Anderson: Lineages of The Obsolutis
States, Londra Verso s. 74
71
Machievelli siyasal sistemleri incelerken Fransa Krallı÷ıyla Osmanlı Devletini
karúılaútırmaktadır. Machievellie’ye göre Osmanlı Devletinin tek bir mutlak güç tarafından
yönetilmesi onun üstünlü÷üdür. Buna karúın Fransa Krallı÷ı kalabalık bir soylular tarafından
kuúatılmıútır, Fransa’daki aristokrat sınıfın ayrıcalıklı konumlarını krallı÷ın kendini tehlikeye
atmadan ortadan kaldırma olana÷ı yoktur. Bu nedenle Osmanlıda yönetimin ele geçirilmesinin
çok zor fakat bir kez ele geçirilirse yönetmenin de çok kolay oldu÷unu belirtir. Buna karúın
Fransa Krallı÷ı’nı ele geçirmenin kolay fakat elde tutmanın güç oldu÷unu belirtir. Bkz.
Machiavelli, Hükümdar, Çev: Sabahattin Ba÷datlı, Sosyal Yayınları, østanbul 1992 s. 28
72
Fatma Müge Göçek ømparatorlu÷un Çöküúü Burjuvazinin Yükseliúi Osmanlı
Batıllılaúması ve Toplumsal De÷iúme Ayraç Yayınevi, østanbul 1999, s. 78
31
çözümlemelerin kendi içinde bir oydaúma bulunmamaktadır. Bu anlaúmazlı÷ın
temel nedeni daha önce de vurguladı÷ımız gibi farklı epistemolojik vurgulardan
kaynaklanmaktadır. Aúiret konusunda hem orijinal kategorileri dikkate alacak
hem de yeterli geniúlikte karúılaútırma ve sınıflandırma yapacak kavramları
bulmak olanaksızdır. Bunun nedeni günümüzde Ortado÷u’dan baúka hiçbir yerde,
aúiretlerin tam bir örne÷inin bulunmamasıdır. Klasik Marksist kuramda ise kabile
ya da gens toplulukları devleti73 önceleyen bir yapı olarak kabileden daha büyük
devlet gibi siyasal yapıların olmadı÷ı bir varsayım üzerine geliútirilmiú tezlerdir.
Ancak bugün aúiret yapıları Ortado÷u da devletin yanı baúında ve onun siyasal
egemenli÷inin uçlarında salınan bu yapıların de÷iúimi ve dönüúümü içinde
bulundukları
devletler
ve
uluslardan
ba÷ımsız
bir
de÷iúken
olarak
de÷erlendirilemez.
Ortado÷u’nun tarihsel ve toplumsal bir kategorisi olarak aúiret örgütlenmesi
konusunda Marksist kuramın öncülleri kullanılarak yapılmıú çalıúmalardan biri
Jean Pier Digard’ın øran’daki Bahtiyariler üzerine yapmıú oldu÷u araútırmasıdır.
Digard
bu
incelemesinde
çevresel
koúulların
aúiret
topluluklarının
biçimlenmesindeki rolüne vurgu yaparak, aúiret içinde ya da aúiretler arasındaki iú
bölümünü maddî kaynakların eúitsizli÷i temelinde açıklar.74 Aúiret yapılarında
iktidarın merkezîleúmiú, hiyerarúik ve karmaúık niteliklerinin aúiretin bulundu÷u
çevresel koúullardan kaynaklandı÷ını iler sürer. Bu hiyerarúiyi ve merkezîleúmeyi
ortaya çıkaran nedenleri ise topra÷ın kıt olması ve artan nüfus baskısının
do÷urdu÷u gerilim ve savaúlara ba÷lar. Digard’a göre bu gerilim ve savaú
toplumsal sistemdeki kırılgan dengeyi bozarak parçalı bir yapıya dönüútürür.
Ortaya çıkan savaú ve gerilim ortamında konfedarasyon liderlerinin barıúı
sa÷lamada ve aracılık etmedeki etkin konumlarını belirtir. Digard’ın øran’daki
aúiretler konusunda altı çizilmesi gereken bir saptaması da øran’daki aúiret
yapılarının güçlerinin temel niteli÷inin siyasal de÷il ekonomik niteli÷e sahip
olduklarını belirtmesidir. Buradaki güç kavramı aúiretin dıúındaki daha büyük
74
Steven C. Caton. “Anthropological Theories of Tribe anda State Formation in the Middle
East: Ideology and the Semiotics of Power” Khory Kostiner, Tribe and State Formatıon In
The Mıddle East s. I.B. Tauris& Co.Ltd London. New York 1990 s. 74–108
32
siyasal organizasyonlar anlamındaki bir güçtür. Yoksa her toplumsal örgütlenme
aynı zamanda siyasal bir örgütlenmedir.
Aúiret ya da kabile konusunda yukarıda belirtilen çeúitli yaklaúımlardan
ortaya çıkan sonuç, aúiret örgütlenmesinin egemen oldu÷u topluluk yapılarında
aúirete mensup olan kiúilerin yaúantısında aúiret zihniyetinin daha üst siyasal
yapılara iliúkin tâbiiyet iliúkilerini önceleyen bir niteli÷e sahip olmasıdır. Daha
büyük siyasal yapılar ve onun yasalarından önce bu topluluklar aúiret gelenek ve
göreneklerine ba÷lı kalmayı, daha büyük siyasal örgütlerin egemenli÷i yerine
aúiret reislerini nüfuzlu ve kudretli saymayı ve her türlü iktidar ve nüfuzun
kayna÷ını aúiret reislerinde görmeyi gerektiren bir yaúam içindedirler. Geleneksel
meúruiyet anlayıúı üzerinde temellenen aúiret toplulu÷u, baúta reisleri olmakla
beraber yer yer a÷a ve beylerin ayrıca da úeyh, seyitlerin egemenli÷inde yaúayan
topluluk niteli÷ine sahiptirler.
Sonuç olarak aúiret yapısı içindeki insanların aúirete ba÷lılıklarını sa÷layan
yalnızca kandaúlık ba÷ı de÷il, bunun yanı sıra daha üst siyasal örgütlenmelerin
bulunmadı÷ı ya da ulaúamadı÷ı koúullarda kiúilerin mal ve canını koruma ve
tehlikelerden uzak bulunma güdüsü bu örgütlenmeyi belirleyen baúlıca dinamiktir.
Güvenlik olgusu aúiret örgütlenmesinde di÷er aúiretlerin düúmanlıklarıyla
karúılaúan aúiret mensuplarının güvenlik duygusunu sa÷layıp gerekti÷inde yardım
ve himaye göstererek, aúiret mensuplarını birbirlerine daha yakın bir iliúki içinde
ve bir lider baúkanlı÷ında daha dirençli hale getirir.75
Bununla birlikte aúiret reislerinin geleneksel meúruiyet dayanaklarının
üretilmesinde ve onaylanmasında din de önemli bir rol üstlenir.
Dinin bu
ideolojik meúruiyet sa÷layan iúlevi çok yönlü telkinler ve maddi ve manevi bir
güce yönlendirilerek aúiret mensuplarının hafızasında onaylanmıú bir konum
kazanırlar. Aúiret mensuplarının aúirete ve onun a÷a ya da reis ailesine ba÷lılıkları
ulus gibi daha üst siyasal aidiyet iliúkisinden önce gelir. Aúiret topluluklarının
modern devlet olgusunun ideolojik aygıtlarıyla olan iliúkileri oldukça zayıf
oldu÷undan devlet olgusuyla olan iliúkileri a÷alar aracılı÷ıyla kurulur.
75
Adnan Gerger, Da÷ların Ardı Kimin Yurdu Kürtlerde Toplum Gerçe÷inin Yaúamsal
Temeli, Baúak Yayınları, østanbul. 1991, s.18
33
1.4.1 Feodalizm Atüt ve Do÷u Anadolu
Feodalizm ve AÜT tartıúmaları, 1960’ lı yılarda Avrupa’da sol düúüncenin
toplumsal ve siyasal alanda güçlenmesine paralel olarak, Türkiye’de 1960’lı
yılların ikinci yarısında sosyal bilimciler arasında en zengin ve üretken
tartıúmalardan birisi olmuútur76
Türkiye’de Batılılaúma modeline teorik dayanaklar bulma arayıúının ürünü
olarak da okunabilecek bu tartıúma, Türkiye’de tarihçilik alanına zengin katkılar
sunmuútur. Bu tartıúmanın çalıúmamamız açısından önemi feodalizmin Do÷u
Anadolu’daki ekonomik alt yapılarının çözülmesine ra÷men üst yapı kurumlarının
halen inatçı bir úekilde kendi varlıklarını sürdürmeleridir. Çalıúmanın temel
varsayımlarından birisi Feodal iliúkilerin Cumhuriyet’in ilânından günümüze
kadar olan süre içinde neden tam olarak tasfiye edilemedi÷i sorusudur. Sorunun
kendisi siyasal bir niteli÷e sahip olsa da üretim biçiminin bütünlü÷ü içinde her
sorunun ekonomik, politik ve ideolojik boyutları içinde kavranabilece÷i açıktır.
1960’lı yılların ortasında baúlayan Feodalizm AÜT tartıúmlarında
Türkiye’nin uzak tarihini dolayısıyla günümüz sorunlarını AÜT ve Feodalizm
mirasına ba÷layan görüúler Osmanlı toplumunun bu modellere uymada gösterdi÷i
direnç karúısında iddialarından “yarı-yarı” ya vazgeçmek ve böylece karúılaúılan
güçlüklere çözüm bulmak için bu modelleri yarı-feodal, bozuk AÜT olarak
nitelemiúlerdi.77 Bu tartıúmalar daha sonra yerini kırsal dönüúüm ve azgeliúmiúlik
76
Fodalizm AÜT tartıúmalarını baúlatan nedenler ise 1950’lerin baúlarında M. H. Dobb’un
Studies in the Development of Capitalism adlı yapıtının neden oldu÷u uluslar arası ateúli
tartıúmalarla baúlamıú daha sonra SSCB’de “feodalizmin temel iktisadi yasası” üzerindeki
yo÷unlaúarak, Marksist tarihçiler bu sorunlara artan bir ilgi göstermelerine neden olmuútu.
77
Bahattin Akúit, “Az Geliúmiú Kapitilzm ve Köylere Giriúi” ODTÜ Ö÷renci Birli÷i Yayını s. 23–
24
Marx gibi Weber’de Do÷u toplumunda, özellikle Mısır, øran ve Çin’de, devletin ve memurların
öncelikli ve ayrıcalıklı bir yapıda oldu÷unu belirtir. Weber merkezi, emperyal yönetimlerin
ortaya çıkması için baúlıca iki neden oldu÷un belirtir. Mısır ve Çin’de, geniú bir co÷rafi alanda
su tertibatı, barajlar ve kanalar oluúturan yapıyı, kontrol etme ve onarma ihtiyacı, vergiler
koyan ve çok sayıda iúçiyi örgütleyen merkezi bir otoritenin do÷masına neden oldu÷unu ileri
sürer. Weber’e göre nehir vadisi toplumları göçebe istilâlarının tehdidi altındaydılar. Bu
nedenle güçlü bir merkezi yönetim, sınırları tahkim etmenin zorunlu sonucuydu. Ekonominin
patrimonyal bir devletçe kontrol edilmesi ve yönetilmesi zorunlulu÷u ile Asya’nın ulema
toplumları ile Ortaça÷ Avrupa feodalizmi arasında önemli zıtlıklar oluúturmaktaydı Asya’ da,
34
tartıúmalarına bırakacaktı. Üretim biçimleri arasındaki bu tartıúmalar 1977’ de
tekrar gündeme gelecektir. Ancak bu tartıúmalar Osmanlı Devleti’nin daha çok
Batı eyaletlerinde oluúan “ayanlık” kurumu üzerinde odaklanacak imparatorlu÷un
Do÷u’sunda yer alan “a÷alık” kurumu üzerinde derinlemesine bir tartıúma her iki
dönemde de yapılmayacaktı. A÷alık ve Ayanlık kurumlarının günümüzdeki
uzantıları karúılaútırıldı÷ında: Osmanlı imparatorlu÷unun da÷ılmasından sonra
Anadolu’da kalan topraklar üzerindeki ayanlık ve onun devamı ailelerin topra÷a
ve kandaúlı÷a dayalı uzantılarının günümüzde izlerine rastlanmamaktadır. Buna
karúın Do÷u Anadolu’da kandaúlık ve topra÷a dayalı a÷alık ve aúiret kurumlarının
ekonomik temelleri büyük ölçüde çözülse bile ideolojik olarak üst yapı
kurumlarının halen tam olarak ulus devlet içinde neden çözülemedi÷i sorunu
tartıúılması gereken bir konudur. Bu sorun birinci bölümde “A÷alık” ve “Ayanlık”
kurumlarının karúılaútırılması adlı baúlıkta tartıúılaca÷ı için burada bu konuya
girilmeyecektir. Ancak üretim biçimi ile ilgili teorik açıklamaların Do÷u Anadolu’
askerler devlet bürokrasisi aracılı÷ıyla toplanıp finanse edilirken, Avrupa’da ordular ya
kentliler ya da feodal beylerce donatılıyordu. Marx ve Engels gibi Weber’ de Do÷u’da özerk
kentlerin yoklu÷una dikkat çekti. Üretim araçlarının bir devlet bürokrasisinin elinde oldu÷u
için Do÷u toplumlarında iktidar kavgası çarpıúan sınıflar arasında de÷ildi. Bu kavga daha çok
resmi görevle birlikte gelen vergi ve iltizam hakları içinde oluúan bir kavga oldu÷unu belirtir.
Bu nedenle, Weber, Marx ve Engels’ izleyerek, Asya toplumlarının Avrupalı anlamda feodal
olmadıklarını ileri sürmekteydi. Patrimonyalizmde, memurun hükümdara karúı kiúisel bir
ba÷ımsızlı÷ı varken feodalizmde bu iliúki derebeyine sadakat úeklindeydi. Weber’in feodalizm
ve Patrimonyalizm arasındaki ayrımı ise úu úeklide yapmaktaydı. Feodalizmi, savaúta becerikli
olan birkaç kiúinin egemenli÷i olarak niteler. Patrimonyalizm, ise egemenli÷ini uygulamak için
memurlara ihtiyacı olan bir kiúinin mutlak egemenli÷i etrafında oluúturulmuú bir sistemdir.
Patrimonyal bir hükümdar, bir ölçüde tebaasının olumlu iradesine ba÷ımlıdır. Patrimonyalizm,
imtiyazlı statü gruplarına karúı kitlelere hitap eder savaúçı-kahraman de÷il, ‘iyi kral’ ‘halkının
babası’geçerli olan idealidir Weber’ Patrimonyal yöneticinin etrafında oluúan bürokrasinin,
rasyonel kapitalizmde geliúen bürokrasilerden farkını vurgulayarak partrimonyal geleneksel
sistemde siyasî kararlar ve iúlemlerin kurala ba÷lı olmadı÷ını kararların yöneticinin kiúisel
keyfi kararları oldu÷unu ileri sürer. Bu nedenle Asya bürokrasilerinin bir görev koduna sahip
olarak biçimlenmedi÷ini belirtir. Weber’e göre Asya ve Do÷u’daki bu bürokrasi imtiyaz ve
adam kayırmacılık üzerine kurulmuútur. Byan S Turner Max Weber ve øslam ønsan Yayınları
s. 110-114 . Max Weber, Sosyloji Yazılar Çev. Taha Parla Hürriyet Vakfı Yayınları s. 157,
Max Weber, Toplumsal Örgütlenme Kuramı, Çev: Özer Özenkaya ømge Yayınları s. 356
35
ya da Kürt sorunu olarak nitelenen bu sorunun anlaúılmasında üretim biçimi
eksenindeki tartıúmaların güncellik kazandırılması önemlidir. Feodalizm-AÜT
tartıúmalarının yapıldı÷ı tarihten günümüze yaklaúık yarım yüz yıllık süre içinde
a÷alık ya da aúiret örgütlenmelerinin siyasal güçlerini nasıl olup da sürdürdükleri
yeniden sorulması gereken bir sorudur. Çünkü 1980’den itibaren uygulanmaya
konulan 1990’larda ivme kazanan tarımdaki liberal politikaların sonucu olarak
toprak büyük ölçüde iktidar kayna÷ı olma özelli÷ini yitirmiútir. Ancak topra÷ın
iktidar da÷ılımında belirleyici bir faktör olmaktan çıkmasına karúın aúiret reisleri
Do÷u Anadolu’nun pek çok ilinde siyasal karar alma süreçlerinde halen etkin
konumlarını sürdürmektedirler. A÷alık ve aúiret yapılarının bu etkin konumlarını
topra÷ın dıúında hangi dinamikler üzerinde sürdürdükleri sorusu üretim biçimleri
arasında geçiú süreci ba÷lamında tartıúılması gereken bir konudur.
Do÷u
Anadolunun ekonomik ve toplumsal de÷iúimini üretim biçimleri arasındaki geçiú
süreci ba÷lamında de÷erlendirildi÷inde, iki üretim biçiminin birinin öteki üzerinde
egemen olması ve onu tasfiye etmesi tek kerelik siyasal bir kırılmanın ötesinde
sanayileúmenin sarsıcı etkisini yaúamamıú bir formasyonda ekonomik ve
toplumsal yapının yavaú bir evrim içinde oluútu÷unu gösterir. Paul Swezy bu
süreci iki üretim biçiminden gelen ö÷elerin karıúımları olarak niteler78 Bu iki
sürecin uzak tarihle yakın tarihin kısa devre yapmaları79 üretim biçimlerinin bir
örnek olarak her yerde aynı düzenlili÷i göstermezler. Birden çok üretim biçiminin
iç içe geçti÷i toplumlarda ilk sermaye birikiminin hızı kadar eski düzenin inatçı
yapıları bu geçiú sürecini uzatabilir ya da kısaltabilir. Bu geçiú çeúitli sancılar ve
úiddetli direnmeler içinde yüzyıllar boyu da sürebilir80 Nitekim feodalizmin
Avrupa dıúında genel bir yasasından her yerde bir örnek olarak söz etmenin
olanaksız oldu÷u 81 iktisat tarihçileri arasında da kabul edilen bir görüútür.
Üretim biçimi do÷rudan üreticinin artık ürününe el koymanın ekonomik
biçimi olarak tanımlanır. Ancak Feodalizm’de do÷rudan üreticinin artık ürününe
emek ranta el koymak bilindi÷i gibi ekonomik iliúkiler içinde de÷il siyasal
iliúkiler içinde mümkündür. Dolayısıyla üretim tarzları arasındaki fark birinin
Paul Swezy “Bir Eleútiri: “ Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci Kitabının içinde Çev:
Çetin Yetkin, May Yayınları, østanbul 1974 s. 32
79
Fernand, Braudel. Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm Cilt III s. 321
80
Do÷an Avcıo÷lu, Türkiye’nin Düzeni Cilt II. Tekin Yayınları østanbul 2001 s.187
81
E.J Hobsbawm “Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri’ne Önsöz” s. 18
78
36
artık ürüne siyaset aracılı÷ıyla el konulurken kapitalist üretim biçiminde artık
de÷ere ekonomi ve pazar süreci içinde el konulmaktadır. Bununla birlikte
kapitalist sistem içinde artık de÷er ancak de÷iúim iliúkileri içinde anlam bulur.
Yoksa pazar tek baúına kapitalist iliúkileri açıklayan bir olgu de÷ildir. Çünkü en
ilkel toplumlarda ve do÷al ekonomi biçimleri içinde küçük de olsa her zaman bir
pazar vardır. Burada metodolojik açıdan önemli olan Feodalizm ve AÜT
tartıúmalarının Do÷u Anadolu’nun içinde bulundu÷u ekonomik toplumsal
koúulları çözümlemede Osmanlı’nın bütünlü÷ü içinde mi yoksa bir bölgeyi
devletin ve onun siyasal ekonomik düzeninden ba÷ımsız olarak tek baúına bir
analiz birimi olarak feodalizmin kurumları ve kavramlarıyla açıklanıp
açıklanamayaca÷ı sorunudur. E÷er Feodalizm March Bloch’un82 kullandı÷ı
anlamda bir “zihniyet” olarak de÷erlendirilip ele alınırsa bu e÷ilimler
ømparatorlu÷un hem batısı hem de do÷usu için açıklayıcı olabilir. Ancak Do÷u
Anadolu bölgesi co÷rafî soyutlama düzeyinin de ötesinde kendi içinde
barındırdı÷ı etnik politik ve ekonomik ve toplumsal örgütlenme biçimleriyle de
ülkenin batısından farklılıklar gösteren bir alandır. Salt co÷rafi bir soyutlamayla
tek baúına ele alındı÷ında feodalizmin kurumlarını ve kavramlarını rahatlıkla
karúılayacak sayısız e÷ilim ve tarihsel süreçlerin varlı÷ından söz etmek
mümkündür. Öte yandan Do÷u Anadolu’nun kapitalist piyasa ve iliúkilere hangi
düzeyde eklemlendi÷i ve bu eklemlenmenin dıú dinamik olarak bölgedeki
geleneksel yapıları hangi düzeyde hangi ba÷lamda de÷iúime ve dönüúüme
u÷rattı÷ı sorulara kapitalizme geçiú koúulları içinde yanıt aramak gerekir. Verili
bir toplumsal formasyonun nasıl iúledi÷ini ve burada neler olup bitti÷in, toplumsal
formasyonu bir üretim biçiminden baúka bir üretim biçimine geçiren süreçleri
anlamak için merkezi kavram olan üretim biçimi’83 nin kapitalizme geçiú
koúullarını kısaca hatırlatmak yararlı olacaktır. Marx kapitalizme geçiú koúullarını
üç temel ilke etrafında incelemiútir. Bunlar belirli bir aúamada topra÷a ba÷lı
köylülü÷ün bu ba÷lılıktan kurtulması; uzmanlaúmıú bir kent zanaatının varlı÷ı ve
serbestleúmesi, Marx’a göre geliúen ve meta de÷iúimiyle ortaya çıkan her iú
bölümünün temeli kent ile kır arasındaki bu ayrımda gizlidir. Ayrım ve ikilik aynı
82
83
March Bloch Feodal Toplum, Çev: M.Ali Kılıçbay, Savaú Yayınları, 1988 s. 45
Louis Althusser, Yeniden Üretim Üzerine Çev: Iúık Ergüden øthaki Yayınları, østanbul 1995
s. 42
37
zamanda bütün toplumun ekonomik tarihinin anti tezlerini özetledi÷ini ileri sürer
son olarak ticaret ve tefecilikten sa÷lanmıú olan nakit servet birikimidir.84 Bu
servet daha çok toprak mülkiyeti üzerindeki tefecilikten elde edilen servetin
yanında, ticaretteki kârlardan sa÷lanan menkul para biçiminde servetten birikmiú
paradır.85
Marx tarihsel geliúmenin yasalarını ortaya koyarken amacı kapitalizm
öncesi yapılarda kapitalizmin iç dinami÷ini ortaya koymaktı. Marx’ ın Avrupalı
olmayan ekonomileri Asya Üretim Tarzı açısından çözümlemesi Grundrise
(1858) New York Herald Tribun (1851–1862) tarihlerinde yazdı÷ı makaleler ve
Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinde ele alınmıútır. Marx’ın Do÷u toplumlarına
iliúkin çıkıú noktası Asya toplumlarında özel mülkiyetin yoklu÷uydu. Marx bu
gözlemlerini François Bernier’ in Travels Containing A Description of the Great
Mongol’ isimli kitabına dayanarak Engelse yazdı÷ı mektuplarda Bernier’i
onaylayarak Türkiye øran ve Hindistan’ı kast ederek Do÷u da tüm olguların
temelinde toprakta özel mülkiyetin yoklu÷u düúüncesindedir.86 Marx özel
mülkiyetin yoklu÷unu Do÷u’nun gerçek anahtarı olarak niteler. Bu nedenle Marx
Do÷u Feodalizmi gibi bir olgudan söz edilemeyece÷ini, Do÷u toplumlarının
evriminin Batı toplumlarından farklı oldu÷unu ileri sürmüúlerdir. Marx’a göre
Aysa toplumunun temel özelli÷i uyruklarını “ genel kölelik” koúuluna indirgeyen
devletin tekelci toprak kontrolüydü. Karl Witfogelde bu konuda Marx’ın
gözlemlerine katılır. Do÷u’da merkezi siyasal iktidarın kendine özgü iklim
koúulları altında kamu iúlerini yerine getirme ihtiyacından do÷du÷unu savunur.87
Üretim tarzları arasındaki bu farkı vurgularken Marx ATÜT de özel mülkiyetin
sadece kullanım hakların olmasıyla sınırlanması “teknik olarak” sınıf ve sınıf
çeliúkisini engelleyen bir durum oldu÷unu belirterek Avrupa’da ise toplumsal
de÷iúmenin baúlıca mekanizmasını Manifesto da ileri sürdü÷ü gibi “bugüne kadar
bütün toplumların tarihinin sınıf savaúlarının tarihi” olarak88 sınıfların devrimci
mücadelesi
üzerinde
temellendirmekteydi.
84
Marx’ın
ATÜT
yönelik
Marx Kapital I. Cilt (Çev Alaadin Bilgin Sol Yayınları, s. 341)
Karl Marx. F. Engels Kapitaliz Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 67
86
J.Haldon, The State and The Tributary Mode of Production, Verso Londan-Newyork, 1993
s.54
87
Karl Witfogel, Orinetal Despotism A Comperativi Study of Total Power, New Haven, Yale
Universityi Prss, 1957 s.61
88
Karl Marx Manifesto s. 31
85
38
çözümlemesinde ileri sürdü÷ü tez Asya toplumunun içsel toplumsal de÷iúme
mekanizmasına sahip olmadı÷ıdır. Bu nedenle Do÷u’daki toplumsal ve siyasal
yapıların ancak Batı sömürgecili÷inin dıúsal dinami÷ine ba÷ımlı olarak
de÷iúeceklerini ileri sürer. Ayrıca Marx ve Engels Do÷u’da hanedanların
toplumdan ba÷ımsız olarak sürekli kendini tekrarlayan yapısında de÷iúimden söz
edilemeyece÷ini belirtir89 sonucunu en çok çıkaranlar ATÜT çü tezleri
savunanların temel hareket noktası olmuútur. Ancak Manifesto’nun Formen’den
farklı olarak Althusser’in90 yaptı÷ı ayrımı burada kullanırsak Marx’ın mücadele
metinleri ile araútırma metinleri ayrımını dikkate almak gerekirse bu konudaki
çeliúkileri tevil etmek mümkün olacaktır. Marx’ın Kapitalist öncesi ekonomi
biçimleri için ileri sürdü÷ü toplulu÷un kendi geçimine yetecek artık ürünü yeniden
üretecek koúulara sahip olmasına ra÷men özel mülkiyetin yoklu÷u tarihsel ve
toplumsal geliúmeyi frenleyen bir unsur olarak yaptı÷ı belirlemedir.91 Bu
belirlemeye göre bu türden yapılarda tarım manüfaktürünün kendi kendine yeten
konumu çözülmeye direnç göstermesinin temel nedenidir. Asyatik üretim
biçiminde üretim pazara yönelmemiútir. Para kullanımı sınırlıdır, ekonomi daha
çok do÷al bir görünümdedir. Toplumsal otorite despotiktir. Bu üretim biçiminde
mülkiyetin tek sahibi devlettir.92 Asyatik üretim biçiminde merkezi siyasal
iktidarın artık ürünü, savaú, dinsel amaçlar, sulama ve ulaútırma iúleri için harcar.
Artık ürüne devlet tarafından el konulması, dıú ticaretin geliúmesini engelleyen
di÷er bir neden olarak görülür.93
Üretim biçimleri tartıúmalarının Türkiye’deki yansımasına bakıldı÷ında ise
AÜT’ ü savunan görüúler Osmanlı ømparatorlu÷u örne÷inde Osmanlı toplumsal
de÷iúimin úu üç önemli unsurunu saptarlar. Çözümleme birimleri olarak kapı
halkı, toplumsal aktör olarak sultan ve onun devleti, dıú dinamik olarak Batı ile
olan savaú ve ticarettir.94 Türkiye’de AÜT’ü savunanların baúında gelen Sencer
89
Karl Marx, Frederich Engels Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 45
Karl Marx Formen s. 26
91
Karl Marx Formen Çeviri: Sol Yayınları Yayın Kurulu Ankara 1997 s. 22
92
K. Marx. F. Engels Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri s. 74
93
Kapitalizm öncesi ekonomi biçimleri ekonomik ve toplumsal olarak ampirik bir çerçeveden
çok imgesel bir tasarı olarak niteleyen Ortodoks Marksistler bu kavramın Marx’ın kapitalizme
olan mücadelesinin ana temasından tahrif edilerek çıkarıldı÷ını savunurlar.
94
Fatma Müge Göçek, Burjuvazinin Yükseliúi ve ømparatorluk. s. 76
90
39
Divitçio÷ludur. Divitçio÷lu’na göre Asya üretim biçimindeki Osmanlı Devleti’nde
kapıkulu merkezi, úehirlerin kurulmasına yol açmıútır. ùehirde geliúen üretim
güçleri ticaretin geliúmesiyle ve ticaret sermayesinin belli ellerde toplanmasıyla
sonuçlanmıútır. Diviçio÷lu’na göre Asya tipi devlet Batı kapitalizmine ayak
uydurmak amacıyla sanayi dalına yatırım yapmıú mülkiyet devletten kamu
hizmetleriyle sanayiye kaymıútır, devletin ekonomik ö÷eleri çeúitli ayrıcalıklara
sahip olan kapı kullarının kapitalistler arasına girmesini sa÷lamıútır. Türkiye’de
yabancı sermaye yapmıú oldu÷u etkiye ra÷men devletin merkeziyetçi yapısı
kapitalizme geçiúi engellemiútir.95
Görüldü÷ü gibi Divitçio÷lu 1960’ lı yılarda sorunlarımızı Asya Tipi bir
toplumun özellikleriyle açıklamaktaydı. Divitçio÷lu “Asya Üretim Tarzı ve
Osmanlı Toplum” incelemesinde Osmanlı’da toprak rejimine de÷inerek, toprak
rekabesinin (çıplak mülkiyet hakkı)96 devlete ait oldu÷unu, miri rejiminin kural
oldu÷unu savunmaktaydı. Divitçio÷lu’na göre vakıf ve zaviye mülkleri ile askerî
ve ulema malikânelerinin istisnaî bir mülkiyet oldu÷unu ve devletin denetiminin
altında oldu÷unu ileri sürmekteydi. AÜT’ çülerin önemli temsilcilerin olan
Divitçio÷lu’nun bu yaklaúımına göre tımar sahibi ne topra÷ın mülkiyetine ne de
tasarruf hakkına sahiptir. Devletin rekabesinde olan toprak verasetle bir baúkasına
geçemez. Devletin topra÷ına sultan mutlak surette egemendir. Bu nedenle tımar
sistemi feodal yapının bir ifadesi de÷ildir. Reaya’da iúledi÷i topra÷ın sahibi
de÷ildir. Devlet bu toprakları ödünç, yani tasarruf kullanma hakkıyla verir. Bu hak
bazı koúularda mutlak olarak murisler tarafından tevarüs edilebilir. Kullanım
hakkına sahip olan reaya devletle olan iliúkisinde sömürülen sınıf içinde
de÷erlendirilir.97
Feodalizm AÜT tartıúmalarında toprak sorunu konusunda Barkan ise
reayanın serf de÷il özgür oldu÷unu belirterek köle statüsüne alınabilecek “ortakçı”
95
Sencer. Divitçio÷lu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbası Matbası, 1981
østanbul s. 89
96
1926 Medeni Kanun’un kabulünden önce Rekabe Osmanlı Miri Arazi rejimi içinde “tasarruf
hakkı” “rekabe hakkı” çıplak mülkiyet hakkı anlamına gelirken, 1926 Medeni Kanun’un
kabulünden sonra topra÷ın çıplak mülkiyeti ile tasarraf hakkı birleútirilecektir. Bkz. Ali
Himmet Berki, Ankara 106 Dr. Suat Bertan, Ayni Haklar, Cilt:1, s 74 .
97
Divitçio÷lu A.g.e s. 29
40
denen toprak iúçilerinin feodal ba÷ımlılık iliúkileri içinde de÷erlendirilebilece÷ini
eliri sürer.98 Barkan imparatorluk topraklarının devlet ait oldu÷unu, sipahilerin
devlet memuru niteli÷i taúıdı÷ını ileri sürer. Barkan köylünün toprak üzerinde
ancak tasarruf hakkının bulundu÷unu belirterek AÜT yaklaúır. Yine baúka bir
makalesinde Barkan Anadolu’nun ve Rumeli’nin bazı yörelerinde Feodalizme
yaklaúan e÷ilimlerin varlı÷ından söz ederek merkezi siyasal iktidarın bu yapıları
tasfiye etmede yetersiz kaldı÷ını belirtmektedir.99 Bu yaklaúımla Barkan Osmanlı
toplumsal düzeninin AÜT’ ten uzaklaúarak kısmi bir feodalizme Paul Swezey’nin
“Proto-Feodalizm”100 diye tanımladı÷ı tanıma yaklaúmaktadır.
Bu tartıúmalarda Niyazi Berkes ise Osmanlı Toplumunu batı tipinden farklı
olarak “Do÷u ve Asya” sisteminden saymaktadır. Berkes, Do÷u’da Feodalizmin
olmadı÷ını tüm mülkün sahibi olan sultanın bir tür kahyası niteli÷inde olan sahib-i
arzın
(sipahisinin) Feodalizmdeki senyör ve vassaldan farklı oldu÷unu ileri
sürerek, reaya denen köylünün topra÷ın maliki de÷il sipahinin denetimi altında
kullanıcısı oldu÷unu, reayanın serften farklı olarak irsi devlet kiracısı oldu÷unu
savunur.
101
Berkes’in bu yaklaúımından çıkarılacak sonuç, Asya toplumlarında
devlet genel olarak sınıflardan kopmuú yöneticileri kapsayan bir yapıya sahiptir.
Do÷u’da devlet sıkıntıya düúünce toprak gelirlerini toplayamaz. Bu nedenle bu
gelirleri toplamak için ortaya mültezimler sınıfı çıkar. Fakat bu mültezimler
Feodalizm’deki gibi aristokrat sınıf de÷ildir. Osmanlı da geliúen derebeyli÷in ise
iç dinamiklerin bir sonucu de÷il daha çok batı sömürgecili÷iyle ortaya çıkan bir
sınıf oldu÷unu ileri sürerek Osmanlı toplumunun Feodal üretim tarzı içinde
de÷erlendirilemeyece÷ini savunur.
Berkes emperyalizmin etkisiyle ham madde darlı÷ı ve aynî bir ekonominin
egemen oldu÷u bir yapıda reayanın özel toprak mülkiyetine sahip olması bir yana
devletin sa÷ladı÷ı sosyal fonksiyonlardan bile yoksun kalmadı÷ını belirtir.
Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Toprak Meselesi Toplu Eserler Gözlem Yayınları 1980
østanbul s.131
99
Barkan A.g.e s. 443
100
Paul M. Sweezy, “Bir Eleútiri” Feodalizmden Kapitalizme geçiú Süreci Kitabının içinde Çev:
Çetin Yetkin May Yayınları, østanbul 1974 s.37
101
Niyazi Berkes. Türkiye øktisat Tarihi II. cilt Gerçek Yayınları 1972 østanbul. s. 38
98
41
Devletin egemenli÷inin fiilen de÷ilse bile hukuken hükmen yıkılması köy ve
kasaba birimlerini bir birinden koparmıútır. Bu iki yapının tarım ve zanaat
iliúkisinin kopmasıyla sonuçlanmıútır. Böylece Osmanlı ømparatorlu÷unda
köylünün hukuksal statüsünü Batı Avrupa Feodalizminden ayıran Berkes AÜT’
ün içerdi÷i hukuksal kavramlarla görüúlerini temellendirmiútir.102
Osmanlı ømparatorlu÷unu AÜT içinde de÷erlendiren günümüz iktisat
tarihçilerinden birsi de Ça÷lar Keyder’dir. Keyder, Osmanlı ømparatorlu÷unu
Feodal üretim tarzı içinde de÷erlendirmenin yanlıú oldu÷unu vurgulayarak tezini
úu varsayımlar üzerinde temellendirmektedir. Keyder’e göre merkezi siyasal
iktidarın niteli÷i, sınıf yapılarının belirlenmesinde ve toplumsal yeniden
üretimdeki rolü, savundu÷u düzen ve bu düzeni taúıyan hukuk ve üretim
iliúkilerine yansıdı÷ı biçimiyle sınıf yapısının kendisi oldu÷unu belirtir.103
Keyder’e göre Osmanlı Avrupa Feodalizminden farklılıklar içermektedir.
Tarihsel bakımdan Osmanlı düzeni kendisinden önce gelen Bizans ve Do÷u Roma
örneklerini andırıyordu. Batı Feodalizminin tersine Do÷u Roma’da küçük
köylülük oldu÷u gibi kalmıú yerini kölelik ya da serflik gibi alternatif emek
sistemlerine
bırakmamıútı.
Keder’e
göre
Osmanlı
da
ticaret
Ortaça÷
Avrupa’sındakinden daha geliúkin ve canlıydı ømparatorlukların ticarî a÷larının
geçiú yollarında yer alan Anadolu uzun mesafeli kervan yollarının üzerinde
olmasının yanı sıra Antik ça÷ın ilk dönemlerinden kalma ticarî yerleúmeleri de
barındırmaktaydı. Keyder, Bizans imparatorlu÷unu kalıcı bir askeri güç olarak
ortaya çıkarın dinamikleri Anadolu’da Osmanlı’nın da askeri gücünü ve
örgütlenme biçiminin temel dinami÷ini oluúturdu÷unu ileri sürer. Bizans’ın
merkezi gücünü köylüler üzerinde tesis etmesi yine memurlar aracılı÷ıyla
ba÷ımsız köylülerden topladı÷ı artık ürünün vergi yoluyla el konulmasıyla
sa÷lanmaktaydı. Keyder Osmanlı’nın toplumsal ve siyasal örgütlenmesini bu
yapılardan tevarüs etti÷ini ileri sürmektedir. 104
102
Berkes a.g.e s. 78
Ça÷lar Keyder. Türkiye’de Devlet ve Sınıflar Çev: Sabri Tekay øletiúim Yayınları 1991 s.16
104
Ça÷lar. Keyder, A.g.e, s. 29
103
42
Kırsal üreticiler ile merkezi otorite arasında geçerli olan bir iliúkiyi
de÷iútirmeye yönelik herhangi bir hareketin sadece köylülü÷ün kendi kendinin
fiziksel olarak yeniden üretmesini de÷il, bürokrasininde toplumsal konumunu
tehlikeye düúürece÷inden merkezi bürokrasinin bu hareketlere karúı direndi÷ini
belirti. AÜT’ çülerin, Sencer Divitçio÷lu, ødris Küçükömer, Muzaffer Sencer,
Asaf Savaú Akat, Ça÷lar Keyder tarafından temsil edilen bu kolu sınıfları ve
sömürüyü içerdi÷ini belirtti÷i Osmanlı devletinin despotik karakter içerdi÷ini
vurguluyorlardı. Bu grup kapitalizm-öncesi Türkiye’de meta üretiminin
geliúmesini ve kapitalizmin koúullarını zayıflatıcı gücün devletin merkeziyetçi
yapısına ba÷layarak bunu “despotizm” terimiyle tanımlıyorlardı.105
AÜT’ çülü÷ü imparatorluk ça÷ının çok ilerisindeki “sınıfsız” ve “kerim”
devlet diye niteleyen Kemal Tahir ile øsmail Cem ve Hikmet Kıvılcımlı’dan
oluúan kanadı ise Osmanlı’da “sınıfların ve sömürünün yoklu÷u” gibi daha özcü
bir yaklaúım içindeydiler. Hikmet Kıvılcımlı’nın øslâmiyet öncesi “barbar toplum”
tutkunlu÷u ve askeri demokrasiye vurgu yapması orduya tanıdı÷ı rol bakımından
Kemal Tahir ve Barkan’a yakındı.106
Osmanlı toplumunu feodal üretim biçimi içinde de÷erlendiren görüúlere
baktı÷ımızda; bu tezi savunanlar, øsmail Hüsrev Tökin, Behice Boran ve Muzaffer
ølhan Erdost olarak sıralanabilir. Kadroculardan biri olan Hüsrev Tökin Osmanlı
toplum düzeninin Feodalizm içinde oldu÷u düúüncesindedir. Bu düúüncesini
“Derebey”lik terimini kullanarak açıklamaya çalıúır. Tökin’e göre Osmanlı
toplumunda ataerkil bir toplum düzeniyle, geliúmiú lonca sistemi, kölelik ve geniú
ticaret iliúkileri yan yanadır. Bu yapının ögeleri arasında egemen tarzın derebeylik
oldu÷unu savunur.107 Tökin’e göre Osmanlı toplum düzeninde ürünün zengin
güçlü bir sınıf adına üretildi÷i bir düzendi. Bu düzen içinde derebeyinin
topra÷ında çalıúanlar Roma’da oldu÷u gibi kölelik ba÷ıyla de÷il toprak
aracılı÷ıyla ba÷lıdır. Tökin’nin feodalizm kavramı yerine derebeylik olarak
105
Sina Akúin, Türkiye Tarihi. I. Cilt Halil Bertay’ın Makalesi, Cem Yayınları, 1995 østanbul s.
126
106
Halil Berktay Kabileden Feodalizme, Kaynak Yayınları s. 123
107
Hüsrev Tökin. Türkiye Köy øktisadiyatı øletiúim Yayınları, østanbul 1990 s. 89
43
kullandı÷ı terim aslında feodalizmi karıúlayan ve kapsayan bir kavram olmaktan
uzaktı. Çünkü “Derebeylik” Osmanlı toplumsal yapısı içinde, Ayanlıkla eú
anlamlı bir terimdir. Batı Feodalizminde oldu÷u gibi otonom bir güç olarak ortaya
çıkmamıútır. Ayanlar merkez kaç e÷ilimlerine ra÷men yine merkezî siyasal
iktidarın memuru konumundaydılar.
Tökin Osmanlı toplumunda üç tür Derebeyli÷in oldu÷un savunur. Sipahi
Derebeyli÷i, bu derebeylikte devletten topra÷ı dirlik olarak alan sipahiyle köylü
arasındaki iliúkide köylünün özgür olmadı÷ı tezini ileri sürer ve bu tezini de
Sahib-i Arzın topra÷ı zorla ektirmekte oldu÷unu, topra÷ından ayrılan köylüye
topra÷ına zorla geri döndürülebilece÷ini ileri sürer.108 Tökin sipahinin topladı÷ı
ürünün tamamen sahibi oldu÷unu ileri sürerek bunu Feodal üretim tarzının temel
özelli÷i olarak savunur. Oysa tarım imparatorluklarında parasal ekonominin
belirleyici bir etkinli÷i olmadı÷ı bilinen bir durumdur. Üretim ve dolaúımın nesnel
koúullarının zayıflı÷ı teknik olanakların kısıtlı oldu÷u bu tür yapılarda artık
ürünün ya da emek ranta ayni olarak el konulması feodalizmin üretim iliúkilerini
açıklamak için tek baúına yeterli bir gerekçe oluúturmaz. Üstelik Osmanlı toplum
yapısında sipahi topra÷ın rekabesine sahip de÷ildir. Topa÷ın rekabesi devlete
aittir.
Tökin’in ikinci kategori olarak tanımladı÷ı ruhani derebeylik tekke ve
zaviye çevresinde, vakıf topraklarında köylülerin ve kölelerin angarya olarak
çalıútıklarını109 ileri sürer ki, bu savında tarihsel dayanaktan yoksun oldu÷unu
söyleyebiliriz. Osmanlı toprak rejimi içinde Evkaf mülklerin bir derebeyin özel
mülkî olarak tanımlamak ne toprak rejiminin normatif ölçülerine uymaktadır, ne
de pratikte bir üretim tarzının bütünlü÷ünü ça÷rıútıracak ölçüde egemen bir iliúki
biçimini almamıútır. Bilindi÷i gibi vakıf mülkleri Fatih Sultan Mehmet döneminde
özel mülkiyete do÷ru e÷ilimi her zaman içinde barındırmıútır. Bu e÷ilim merkezi
siyasal iktidarın müsaderesinin hem nedeni hem de sonucu olarak ortaya
çıkmıútır. Nitekim vakıf mülklerinin özel mülkiyet biçimine do÷ru evriminin en
yo÷un yaúandı÷ı dönem 17. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinin buhran ça÷ı olarak
niteledikleri dönemdir. Dönemin yazarlarının layihalarına bakılırsa topra÷ın vakıf
108
Hüsrev Tökin; “Toprak Mülkiyeti” Kalkınan Köylü Dergisi, sayı. 4 Haziran, 1968 østanbul s.
41
109
Hüsrev Tökin, Türkiye’de Köy øktisâdiyatı. s. 157
44
görüntüsü altında ulema sınıfının nasıl mülk haline getirildi÷ine dair dönemin
eserlerinde birçok úikâyet oldu÷u görülür.
Tökin’in özel derebeylik olarak tanımladı÷ı üçüncü kategori ise özel kiúilere
malikâne çiftlik olarak verilen topraklardır. Bu tür topraklar padiúahlar tarafından
ilgili kiúilere temlik yoluyla verilen topraklardı. Tökin’in bu ketegorisi feodalizme
daha yakın bir kategoridir. Temlik ikta (kesim) yoluyla verilen topraklar daha çok
imparatorlu÷un Rumeli bölgesinde Memlekety (Eflak Bo÷dan) ve ømparatorlu÷un
Do÷u’sunda kaydı hayat úartıyla Ekrat beylerine (Kürt Beylikleri)
yurtluk ve
ocaklık olarak verilen topraklardı. Osmanlı toprak rejiminde istisna olarak kabul
edilen bu topraklar “azl ve nasb” kabul edilmeyen Ekrat sancakları mülkiyeti üzre
zabt ve tasarruf olunan topraklar oldu÷u için o÷ul ve akrabaya miras olarak
bırakılabilirdi.110
Osmanlı ekonomik ve toplumsal örgütlenmesin Feodal üretim biçimi olarak
savunan bir di÷er görüú de Behice Boran’a aittir. Boran’a göre Osmanlı
ømparatorlu÷u yerel güçleri tasfiye edeememiú “merkezi” feodalitedir. Batı
feodalizmindeki, serfin ba÷ımlılı÷ı ve köleli÷i ile Do÷u’da reayanın arasındaki
fark sanıldı÷ından çok daha azdır. Her ikisi de “topra÷a ba÷lı emekçi sınıf” tır
Feodal düzen bakımından asıl belirleyici ö÷enin bu emekçi sınıf oldu÷unu ileri
sürer. Sahib-i arzın mülkiyetten yoksunlu÷unun sadece teorik oldu÷unu pratikte
bu sınıfın mülk sahibiymiú gibi topra÷ın ve do÷rudan üreticinin artık ürüne el
koydu÷unu savunmaktadır111
Behice Boran’la Osmanlı ømparatorlu÷unun merkezi feodal bir devlet
oldu÷unu savunan di÷er bir görüú de Muzaffer ølhan Erdost’a aittir. Osmanlı
toplumunu Feodal üretim tarzı içinde de÷erlendiren Erdost, AÜT’ü eleútirirken
bunun aslında Marxizmin klasik úemasında yer almadı÷ını ileri sürerek AÜT’ü
110
111
Aynı Ali, Kanuname-i Osmanıi Haz: Hadiye Tuncer, 1964 s. 43
Behice Boran. “Metod Açısından Feodalite ve Mülkiyet” Yön Dergisi sayı 51 s. 24-26
45
ilkel komünal üretim biçiminin yukarı aúaması oldu÷unu ileri sürerek üretim tarzı
olmaktan çok üretim tarzı içinde tarihsel bir aúama oldu÷unu ileri sürmektedir.112
Erdost Osmanlı ømparatorlu÷u’nda üretici sınıfla toprak sahipleri arasındaki
iliúkiyi üç grupta toplamaktadır. Bunlardan birincisi Malikâne Divani Sistemi113
Bu sistemde topra÷ın kiúilere, reayanın devlete ait oldu÷unu ileri sürerek reayayla
devlet arasındaki ba÷ımlılı÷ın Osmanlı hanedanının en büyük senyör olarak ileri
sürerek reayanın bu iliúkisini yarı ba÷ımlı bir köle sınıfı olarak nitelemektedir114
Reayanın yanında di÷er bir toplumsal sınıf olarak “ortakçı kullar” baúlı÷ı
altında
de÷erlendirdi÷i
sınıfı
da
kölelerle
serf
arasında
bir
konuma
yerleútirmektedir. Erdost’a göre tımar rejiminin en geniú uygulamasına sahip olan
bu sistem Selçuklu devletinin zanaat ve ticaret merkezleri olan úehirlerin
çevresinde toplanan kırsal ekonomik birimleri merkeze ba÷layarak askeri
merkezîleúmesini sa÷layan önemli ö÷e olarak de÷erlendirir. Oysa Boran ve
Erdost’un tezlerinin aksine Feodalizmin temel özelliklerinden birisi iktidarın
bölünmüúlü÷ü ve hiyerarúik bir yapı biçiminde örgütlenmesidir. Yine bu yönde
Amerikalı sosyolog Eisenstadt’ın Feodalizmi merkezi bir imparatorluk olarak
tanımlamanın teorik bir ikilem yarattı÷ını ileri sürer. Feodal üretim tarzının
siyasal kurumlarından biri olan monarúinin Primus inter pares oldu÷unu
vurgular.115 Osmanlı hanedanının siyasal iktidarın bölünmüúlü÷ü anlamında bu
türden siyasal gücün simetrik olarak da÷ılımından söz etmek güçtür.
Feodalizm ve ATÜT tartıúmalarında bu iki gruptan farklı olarak teorik ve
amprik temellendirmeleri farklı olan görüúlerden birisi de Do÷an Avcıo÷lu’dur.
Avcıo÷lu Osmanlı toplumsal ve ekonomik örgütlenmesini Kapitalizm öncesi
üretim türü olarak tanımlar. Avcıo÷lu’nun bu çözümlemesi analitik düzeyden çok
Muzaffer ølhan Erdost, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Mülkiyet
øliúkileri, s.78
113
Malikâne Divani sistemi 1683 te baúlayan Avusturya Savaúı’nın sonucunda devletin mali
kirize girmesiyle hazineye yeni gelir sa÷lamak için miri mukataaların “kaydı hayat” úartı ile “
serbestiyet” üzere malikâne olarak “ rical-ı devlet” ve “ayan-ı memleket” e iltizama verilmesi
yöntemiydi. Aslında bu sistem daha önce uygulanan iltizam sisteminin daha geniúletilmiú
úekliydi. Bkz Mehmet Genç Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Devlet ve Ekonomi østanbul
2000 s. 90
114
Muzaffer ølhan Erdost. A.g.e s. 126
115
S. N. Eisenstadt The Political systems of Empires New York: The Free Press, 1963 s. 232
112
46
kronolojik bir çözümlemeye dayanmaktadır. Avcıo÷lu kapitalizm öncesi iliúkileri
ekonomi biçimleri içinde mi yoksa üretim biçiminin kapsayıcılı÷ı anlamında olup
olmadı÷ı yönünde bir açıklama getirmez. Avcıo÷lu’nun bu konudaki yaklaúımı
daha çok eklektik olarak nitelendirilebilir. Avcıo÷lu Osmanlı üretimini Batı
feodalizmiyle karúılaútırırken her iki toplum türünün üretim için de÷il tüketim için
üretimin esas oldu÷unu belirterek küçük toprak mülkiyetinin kural oldu÷unu
savunur. Do÷an Avcıo÷lu bu tezlerini Osmanlı klasik döneminden baúlayarak iktâ
(kesim) sistemini süreç içinde evrilerek miri toprak rejiminin yozlaútırdı÷ını özel
mülkiyetin koúullarını oluúturdu÷unu savunur. Avcıo÷lu’na göre 17.yüzyıl
baúlarından itibaren sipahilerin çiftlikler edindi÷ini bu yüzyıldan itibaren özel
mülkiyete do÷ru evrimin baúladı÷ından söz etmektedir. Anadolu’nun konumu
gere÷i zanaat tarımda ve úehirlerarası ticaret aracılı÷ıyla ticaret yolunda ileri bir
e÷ilimin oldu÷unu ve bunların kapitalizme geçme e÷iliminde oldu÷u kansındadır.
Bu konuda Avcıo÷lu’nun temel tezlerinden bir di÷eri de Faizcilik, iltizamla
kazanılan servetin kapitalistleúme e÷ilim taúımakla birlikte Osmanlı Batı
Avrupa’nın yarı sömürgesi olması nedeniyle Osmanlı iç dinamiklerinin önünü
tıkayan Osmanlı’nın yarı sömürge konumu oldu÷unu belirtir.116
Avcıo÷lu böylece Osmanlı toprak düzenini ATÜT’ten mülkiyet açısından
ayrı görmüú ve feodalizme yaklaútırmıútır. Buna göre feodal üretim biçimi için
büyük çiftliklerin gerekli bir koúul olmadı÷ını ancak topra÷ın tasarruf biçiminin
AÜT’ ten ayrılmak için yeterli bulmaktadır. Osmanlı toprak düzeninin kapitalist
olmadı÷ını belirterek kapitalist koúullara do÷ru evrildi÷ini kabul etmektedir.
Avcıo÷lu’nun bu tartıúmaların oda÷ında yer alan topra÷ın özel mülkiyete do÷ru
evrimleúmesi daha çok ømparatorlu÷un Rumeli eyalatlerindeki topraklara iliúkin
veriler kullanarak yapılan analizlerle sınırlı kalmıútı. Do÷u Anadolu’ya iliúkin
kapsamlı monografik çalıúmaların eksikli÷i ve buna ek olarak 1960 ihtilalinde
Kürt sorununa 1961 Anayasasının özgürlükçü açılımlarına ra÷men bu sorunun
üzerinde kapsamlı bir úekilde durulmadı÷ını söylemek mümkündür. Kürt
sorununu politik düzeyde dillendirilmesine ra÷men bu sorunun ekonomik ve
toplumsal kökenleri ile ilgili ilk kapsamlı araútırma øsmail Beúikçi ve o Muzaffer
116
Do÷an Avcıo÷lu Türkeye’nin Düzeni C. II. s. 154
47
ølhan Erdost’un çalıúmalarını saymazsak Türkiye’de akademik ve entelektüel
düzeyde 1960 yıllarda üretim tarzı tartıúmaları içinde tali bir konu olarak
kalmıútır.117
Sonuç olarak üretim biçimi ba÷lamında toplumsal ve ekonomik düzenin
aynı tarihi dönemler içinde farklı üretim biçimlerinin bileúimi birbirini takip eden
ve aúan yönleriyle karúıtlık oluútururlar. Bu nedenle toplumsal oluúumlar tarihte
ço÷unlukla birbiriyle çatıúan ve çeliúen güçler olarak ortaya çıkma e÷ilimi taúırlar.
Yani her toplumsal oluúumda birden çok üretim biçiminin ve onun iliúkilerinin
hem kendi bütünlü÷ü içinde hem de asıl üretim biçimi içindeki çeliúik çatıúmalı
birli÷i siyasal ideolojik de÷iúimleri ve dönüúümleri de belirler.118 Burada altı
çizilmesi gereken nokta ister Feodalizm ister AÜT olsun “bütün somut toplumsal
formasyonlar egemen bir üretim tarzı içinde biçimlenmiú olmalarıdır. Bu da, aynı
zamanda, her toplumsal formasyonda birden fazla üretim biçiminin iç içe
geçti÷ini ifade eder. Bu üretim biçimi ikili bir üretim biçimi oldu÷u gibi üçlü bir
biçimde de ortaya çıkabilir. Bunlardan birisi egemen üretim biçimidir di÷erleri ise
tabi ya da tali üretim biçimleridir.119 Bu belirleme bir yandan egemen sınıfları öte
yandan da üretim iliúkisini temsil eder. Bu yapılar daha büyük bir üretim gücü
tarafından dıútan belirleninceye kadar, neyin, nasıl üretilece÷ini belirleme
e÷ilimini sürdürür.120 Bu çalıúmanın temel sorunsallarından biri olarak ortaya
117
Türkiye’de AÜT ve Feodalizm tartıúmalarının o günün politik atmosferind sol düúüncenin
içinde bir kırılmanın baúlangıcı olarak oluúan bu tartıúmanın yarım yüz yıl sonra bugün
günümüzdeki sonuçlarına baktı÷ımızda 1965 AÜT öncülleriyle yola çıkanların pek ço÷unun
bugün liberal söylemin en önemli savunucuları olmaları üzerinde ayrıcı durulması gereken bir
konudur.
118
Louis Althusser, Yeniden Üretim Üzerine Çev: Iúık Ergüden øthaki Yayınları 2005 s. 43
119
Louis Altuhsser. A g.e s.44
120
Kapitalizmin dıúsal belirleyicili÷i konusundaki yöntemsel sorunlardan birisi de özellikle Do÷u
toplumları söz konusu oldu÷unda ortaya çıkmaktadır.. Ancak zamansal olarak Kapitalizmin
gerisine yerleútirilen toplumlar mekânlar, co÷rafya hatta kıtalar feodal olarak tanımlanıp
derecelendirilir. Örne÷in Yarı-feodal, bozuk AÜT gibi fakat yine de bu zamansallık
hiyerarúisinde konumlandırılan mekânlar ve toplumlar son tahlilde Kapitalizme göre hizaya
dizilir. Kapitalizme göre hizalanan bu mekânların ve toplumların farklılı÷ını “özgünlük”
vurgusuyla tek bir kapitalizm’den de÷il “kapitalizmlerden” söz etmenin mümkün olup
olmadı÷ı sorusunu Koray Çalıúkan úöyle yanıtlamaktadır. Kapitalizmi göreli bir mantıkla
bölüp parçalamak aslında onu tekrar inúa etmekle aynı kapıya çıktı÷ını, bununda kapitalizmin
var olma stratejisi oldu÷un vurgulayarak. Kapitalizmin kendi mantıklarını gerçekli÷e
istedikleri tarzda dayatamadıkları için, sömürü iliúkilerini dayattıkları co÷rafyanın özgüllü÷ü
içerisinde yeniden kurdu÷unu belirtir. Bu yüzden Kapitalim diye sistemleútirdi÷imiz úey
aslında hiç de kapitalist olmayan iliúki türleri üzerine inúa edilir. Bkz. Koray Çalıúkan, “Tek
Yol Topyekün Devrim mi?” Birikim, Mayıs-Haziran 2007 35. 34
Çalıúkan’ın bu yöntemsel saptamasına katılmakla birlikte Do÷u toplumlarını feodal üretim
biçimi içinde de÷erlendiren yaklaúımların bir ço÷u da yöntemsel sorunlarla maluldür. Bu
48
koydu÷umuz Do÷u Anadolu’da aúiret örgütlenmesinin alt yapısı olarak büyük
toprakların üretici güçler ba÷lamında maddî temelini yitirmesine karúın üretim
iliúkilerinin halen ayakta kalması olgusunu açıklamak için Althusser’in üretim
biçimini oluúturan üretim güçleri ve üretim iliúkileri birli÷inin ya da uyumunun
bozularak üretici güçlerin maddi temelini yitirerek iúlemez hale gelmesi
koúullarında mevcut ya da egemen üretim biçimine ait üretim iliúkilerinin
belirleyicili÷i121 saptaması bizim içinde ufuk açıcıdır. Do÷u Anadolu’da aúiret
örgütlenmesinin iktidar kayna÷ı oluúturan topra÷ın büyük ölçüde zenginlik
kayna÷ı olmaktan çıkmasına ra÷men bu yapıların ideolojik ve siyasal olarak
kendilerin yeniden üretmelerini sa÷layan dinamikler kapitalist iliúkiler dıúında
de÷erlendirilemez.
1.4.2.Batı’nın Ayanlı÷ı Do÷u’nun A÷alı÷ı
17. yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷u’nda merkezi siyasal otoritenin en zayıf
dönemi aynı zamanda yerel güç odaklarının
en güçlü oldu÷u dönemdir. Bu
dönemde, Ayan’lık ve Voyvodalık yanında güçlenen bir baúka sınıfta “zorba vali”
tipidir. Merkezi otoritenin bu yüzyılda bu zorba valilere karúı azl müesesesini bile
iúletecek gücü kalmadı÷ından özellikle Kürdistan’da Musul Kerkük gibi
sancaklarda valilik yerel güçlerin ellerine geçmiúti.122 1786 tarihinde eyaletlere
vali yollama yöntemi de÷iútirilerek beylerbeyli÷i (mir-i miranlık) sancak beyli÷i
gibi idarî görevlere merkezden Enderun halkı arasından tayin yapılması
yönteminden vazgeçilerek her vilâyett ve sancaktan yerel itibarlı, nüfuzlu kiúiler
vali olarak tayin edilmeye baúlanmıútı.123
sorunlar özellikle Do÷u’nun tarihsel koúulları içinde biçimlenmiú kategorileri kaba
soyutlamacı bir yaklaúım içinde Feodalizm kategorisine yerleútirip bu kuramın teorik
çerçevesine uymayan yapı ve kurumları dıútalayarak soyut teorik formülasyonlarla do÷ulu
zihniyetin batı karúısındaki her zamanki geç kalmıúlık ruhunu teorik düzeyde “tarihi ileriye
alıp” hızlandırarak bir an önce bu aradaki kronolojik boúlu÷u siyasal ve ideolojik olarak
kapatmanın teorik temellerini sa÷lama gibi bir endiúeden hareket ettiklerini belirtmeliyiz.
121
Louis Altuhusser A. g.e s.48
Stefanos Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye, cilt III. s. 89
123
Mustafa Akda÷ Türkiye’nin øktisadi ve øçtima Tarihi, Cilt II. 131
122
49
Bu uygulama bir anlamda yerel güçlerin merkezi otorite karúısındaki fiili
konumlarının onayı anlamına gelmekteydi.
Bu duruma somut örnek vermek
gerekirse 1816 yılında Van muhafızı Derviú Paúa isyanıdır. øsyanın temel nedeni
merkezi otoritenin azl etme giriúimine karúı baúlatılan bir isyandı. 1816 yılında
Van’a kale muhafızı ve kaymakam olarak atanmıú bulunun Derviú Paúa bazı
karıúıklıklara neden oldu÷u ve Van halkının Dersâdete yaptıkları úikâyetler
sonucunda Erzurum Valisi Ahmet Paúa tarafından görevinden azl edilmek
istenmiúti. Derviú Paúa isyanı üç yıl sürmüú, Kürt aúiretlerinin ve mirliklerinin
kendi aralarındaki denge ve savaú durumlarından yararlanarak ancak üç yılın
sonunda isyan bastırılabilmiúti.124
Aynı dönemde ømparatorlu÷un do÷unda merkez-kaç e÷ilimler güçlenirken,
imparatorlu÷un Rumeli eyaletinde Ayanlık merkezi otorite karúısında güç
kazanırken imparatorlu÷un Do÷usunda bulunan sınır eyaletlerinde a÷alık ve
mirlikler ayanlıktan daha çok feodal bir sürece girmiúlerdi.
Üretim tarzı tartıúmalarının oda÷ında yer alan “Ayanlık” kurumunun.125
1808 deki Sened-i øttifak’ın Magna Carta olup olmadı÷ı tartıúmalarına burada
girmenin yararlı olmadı÷ını belirterek geçelim. Ancak ayanlık kurumunun daha
çok ømparatorlu÷un Rumeli eyaletinde ortaya çıkmıú olması buna karúın
ømparatorlu÷un Do÷u øran sınırında A÷alık örgütlenmesiyle karúılaútırılmasında
yarar var. Ayan adı verilen bu sınıf önceleri zayıflayan merkezi otoritenin
bıraktı÷ı boúlu÷u güvenlik bakımından doldurma durumundayken zamanla miri
topraklara el koyarak, çiftlikler kurarak siyasal otoritenin boúlu÷unu doldurma
e÷ilimi içine girmiútir. Bu ise siyasal otoritenin bölüúülmesi anlamına
Sinan Hakan, Osmanlı Arúiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direniúleri (1817-1867) Doz
Yayınları, 2007. østanbul s.80
125
Ayan imparatorlu÷un bir ilinde ya da sanca÷ında halk ile merkezi sayasal iktidar arasında iki
tarafın iúlerini yürüten eúraf, belde içinden seçilen görevli kiúi olarak tanımlanmaktadır.
Ayanlar her yıl bulundu÷u yörede salınan vergilerden pay alırdı. Bulundu÷u yerde halkın ne
kadar vergi ödeyece÷ini saptayan yine Ayan’ın kendisiydi. Ayanlar vergilerin tahsili yanı sıra
bulundukları yörenin güvenli÷ini savaú donanımlarını askerin sevki ve lojistik deste÷inin
sa÷layan görevlerle yükümlüydüler. Bkz. ø.H.Uzunçarúılı Osmanlı Tarihi Cilt III. 108
125
Mustafa Akda÷ ise Ayân ve Derebey saltanatının do÷uúunu úöyle açıklamaktadır. Anadolu’da
Celaî, Suhte Altı bölük halkı (silahlı zorbalar) isyanlaraını baúlatarak bu isyanların
16.yüzyılın yarısına kadar sürdürerek merkezî siyasal otoritenin gücü ve düzenini ortadan
kaldırarak onun yerine 17.yüzyılın zorbalık düzeninin “oluruna idare” tarzını
yerleútirmiúlerdi. Bkz. Mustafa Akda÷. Türkiye’nin Dirlik ve Düzenlik Düzeni Cem
Yayınları s. 274
124
50
gelmekteydi. Osmanlı Devlet sisteminin bir karakteri ise, otoritenin ancak
merkezi yapının kullanımında olmasıydı. Bu nedenle iktidar paylaúımı anlamına
gelen geliúmelerin ortadan kaldırılması gerekli görülmüútü. ømparatorlu÷un
Rumeli eyaletinde merkez-kaç güçler olarak ortaya çıkan Ayanlık’a karúı bazı
yöneticilerin görevden alınması, mallarının müsadere edilmesi, gerekti÷inde
parçalanarak farklı bölgelerde iskân edilmesi, merkezi siyasal iktidarın geleneksel
stratejilerinden biriydi.
126
Merkezi siyasal otoritenin bu gücü tasfiye edemedi÷i
koúullarda otonom bir siyasal iktidar anlamında olmasa bile bürokratik mevkilerin
ve konumların merkezi siyasal otorite ile ayan arasında paylaúılması yoluna
gidilmekteydi. Bu uygulamanın kendisi olmasa bile sonuçları bakımından siyasal
bir gücün bölünmesi anlamına geliyordu. Buna karúın merkez-kaç güçler olarak
Ayanlıkların bu e÷ilimi bir kurumsallaúmaya ulaúmadan merkezi siyasal otorite
tarafından ortadan kaldırılmıútı. Buna karúın Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’daki
miri arazi rejimi dıúındaki azl ve nasp kabul etmez toprakların üzerinde
temellenen Ekrat Hükümetleri (Kürt Hükümetleri) Ayanlık kurumuna göre
kurumsallaúması oldukça geliúmiú feodal yapılardı. Bu nedenle merkezi siyasal
otorite için ayanlı÷ın ortadan kaldırılması Do÷u Anadolu’daki Kürt Mirlikleri ve
Kürt Hükümetleri’nin ortadan kaldırılmasından daha kolay olmuútur. Do÷u
Anadolu’daki Kürt aúiretleri ve Kürt hükümetleri Ayanlık kurumuna oranla
tarihsel olarak siyasal ve kültürel temelleri daha köklü oldu÷u için Ayanlık
kurumunda oldu÷u gibi merkezi siyasal otoritenin egemen kılınması için mülk ve
mansıpların verilmesi yeterli olmamaktaydı.127
Ayrıca ømparatorlu÷un Batı
bölgelerinde ve Rumeli eyaletinde bulunan aúiretler 18. yüzyıla gelinceye dek
merkezi siyasal otoritenin iskân ve göç stratejileriyle büyük ölçüde heterojen bir
boyut kazanmakla birlikte yerleúik yaúamı benimseyerek devletle hukuki iliúkiler
içine girmiúlerdi. Devletin hukuki çerçevesi içine dâhil olan göçebe aúiretlerin
büyük bir kısmı tımar sistemi içinde birer has topra÷ı olarak sancak beyi yönetimi
altına alınmıútı. øskâna tabi tutulan aúiret reislerinin bir kısmı alaybeyi, yüzbaúı
Yaúar Yücel, “Osmanlı imparatorlu÷unda Desantralizasyona(Adem-i Merkeziyete)dair
Genel gözlemler” Belleten, Sayı 152(1974),s.657-768 Ankara, 1974
127
Yücel Özkaya: XVIII. Yüzyılın ølk Yarısında Yerli Ailelerin Ayanlıkları Ele Geçiriúleri ve
Büyük Hanedanlıkların Kuruluúu”, Belleten, 168, 1978 667-723
126
51
gibi rütbeler verilerek yerleúik hayata geçiúleri sa÷lanmıútı.128 ømparatorlu÷un
Batı Eyaletlerinden farklı olarak Kürdistan eyaletinde Kürt aúiret topluluklarının
merkezi siyasal otoriteyle iliúkisi daha çok savaútan savaúa kurulan bir iliúkiydi.
Ayanlıktaki gibi merkezi siyasal otoritenin bir memuru ya da valisi konumunda
de÷ildi. Merkezi siyasal otoritenin Kürdistan’daki yerel güç odaklarını bürokrasisi
kanalıyla manüpüle edip kendine eklemleyecek her türlü yetki tayini bölgede
Hıristiyan Kürt unsurlar dengesini bozan bir boyut kazanıyordu. Bu da bölgede
azl ve nasp kabul etmeyen toprak statüsünün dıúında kalan miri arazi rejimine tabi
olan yerleúik Müslüman ve gayri Müslim halktan devletin do÷ru düzgün vergi
aldı÷ı tek kayna÷ın zayıflaması tehlikesini do÷uruyordu.
1.4.3.Do÷u Anadolu’da Feodalleúme Süreci
ømparatorlu÷un Do÷u’sundaki feodalleúme e÷ilimlerini 1071 Malazgirt
zaferine kadar geri götürmek mümkündür. 1071 Malazgirt zaferinden sonra
Anadolu’ya büyük göçebe kitlelerinin girmesiyle örgütlenme konusunda iki
e÷ilim ortaya çıkmıútı. Bunlardan birisi özellikle Do÷u Anadolu’ya egemen olan
göçebe aúiretlerin feodalleúme e÷ilimiydi. økincisi düzenli gücü temsil eden
Anadolu Selçuklularının merkeziyetçi e÷ilimi idi. Bu iki güç arasındaki mücadele
yüz yıldan fazla sürmüú ve ikinci tarafın zaferiyle sonuçlanmıútı.129
Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya gelen Türkmen gruplar bu bölgede
bazı beylikler kurdular. Bunlar bölgenin eskiden beri tanıdı÷ı merkezi devlet
biçiminden farklı olarak feodalleúme e÷ilimlerinin çok yüksek oldu÷u aúiret
konfederasyonu biçiminde örgütlenmiú topluluklardı. Bu beyliklerin bir bölümü
göçebeleri bir an önce øran’dan uzaklaútırmak isteyen Alpaslan’ın Anadolu
topraklarında bazı Türkmen beylerine iktâ vermesi sonucu ortaya çıkmıútı.
Örne÷in Eb’ul Kasım Saltuk’a ikta edilen Arz-ı Rum (Rum Memleketi) (Erzurum)
Gülfettin Çelik “Osmanlı Devlet’inin Nüfus ve øskan Politikası” Divan Dergisi 1999 1. sayı
s. 66–67
129
Osman Turan Do÷u Anadolu Türk Beylikleri Tarihi s. 4 østanbul 1980 Nakıúlar Yayın evi
128
52
sonradan Saltuklu beyli÷ine dönüúmesi Selçukluların belirti÷imiz tutumunun bir
sonucuydu. Ayrıca Do÷u Anadolu’da feodalleúme sürecini harekete geçiren
etkenlerden biri, kandaúlık ba÷larının çözülme sürecine girildi÷i ve kiúisel
ba÷ımlılık iliúkilerinin göçebeler arasında güçlendi÷i dönemde merkezi güçlerin
askere olan gereksinimiydi.130 Göçebelerin merkez-kaç e÷ilimlerine karúı sürekli
mücadele veren Anadolu Selçuklu yönetimi merkez-kaç güçlerden tam olarak
vazgeçememekle birlikte bu yapıları sınır uçlarında savaú ortamında yeniden
kendilerini üretmelerine ve varlıklarını sürdürmelerine çıkarları açısından göz
yummaktaydı.131 O dönem Kürdistan olarak bilinen bölgede Feodal e÷ilimleri
güçlendiren di÷er bir unsur merkezin bölgede güçsüzlü÷ü nedeniyle eúkıyalı÷ın
büyük boyutlara ulaúmasıydı. Eúkıyaları, besleme, saklama ve koruma
biçimindeki köylü tepkisi ve protestoları tarım imparatorluklarında her zaman
ortaya çıkan bir durumdu. Toprak sahipleri ve devlet tarafından suçlu olarak
nitelenen bu eúkıyalar, köylüler nezdinde adalet savaúçıları, halk koruyucuları
hatta özgürlük liderleri olarak kabul ediliyordu.132
Hobsbawm eúkıyalılı÷ı köylü bilincinin geliúmesinde, daha âdil ve eúitlikçi
sosyal sistemin bir unsuru olarak niteler. Çünkü eúkıyalık kurumu, köylüler
yoksul ve mazlum diye de÷il, aúırı yoksul ve baskı görüyor diye sesini yükseltir
demektedir.133 Ayrıca bölgede egemen olan bu güvensizlik sadece beylerin kale
sahibi olmaları güvenlik gereksinimlerinin arttı÷ı bir ortamda do÷rudan
üreticilerin korunması karúılı÷ı beylere ba÷lanmalarına yol açmıútı. Bunun
yanında Do÷u Anadolu’da yerel güç odaklarının askeri hizmet karúılı÷ı toprak
almaları, bir süre sonra bu toprakların irsîleúmesi sıklıkla rastlanan bir olguydu.
Bu olgu daha sonraki dönemlerde temlik olarak hukuksal bir biçim kazanacaktı.
Do÷u Anadolu’da Feodaleúme e÷ilimin bir baúka örne÷i bölge’de yaygın bir
Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev: Azer Yaran, Onur Yayınları Ankara 1988, 123
M.Ali Kılıçbay, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Gazi Üniv. øøBF
Yayınları, 1982 s. 365
132
Erich Homsbawm, Eúkiyalar, Çev: Necdet Hasgül Orhan Akalın Avesta Yayınları 1997
østanbul s. 13
133
Gordolevski Anadolu Selçuklu Devleti Age. s. 23
130
131
53
úekilde bulunan Ermeni soylularının ihtida edip Türk beylerinden ve Kürt
mirliklerinden ferman alarak eski malikâneleri üstünde beylik kazanmalarıydı.134
Do÷u Anadolu’da feodalleúme e÷ilimlerini belirleyen di÷er bir etken de
Ortodoks Bizans’ın Süryanî ve Ermenileri heretik (sapkın) gruplar olarak
dıúlamasıydı. Süryanî, Nesturî ve Gregoryen Ermenilerin tamamen ayrı
mezhepten olmaları dolayısıyla Süryanî ve Ermeniler Malazgirt savaúında ve
sonrasında Bizans’a karúı Türkmenlerle ittifak içine girerek Do÷u Anadolu’da
merkez-kaç e÷ilimleri daha güçlü hale getirdiler. Bunun yanı sıra Do÷u
Anadolu’nun imparatorluk merkezinde uzaklı÷ı merkez-kaç e÷ilimler için do÷al
ve korunaklı alanlar ve avantajlar sa÷lamaktaydı. Bölgenin bu co÷rafî konumu
feodal yapıları hem üreten hem de onları merkezi siyasal güçlerin baskısından
koruyan bir özelli÷e sahipti. Bölge’de 8.yüzyıldan 12.yüzyıla kadar egemen olan
Ermeni prenslikleri ve Kürt hanedanlıkları, daha sonra Do÷u ve Güneydo÷u’ya
egemen
olacak
Akkoyunlu,
Karakoyunlu
Türkmen
konfederasyonlarının
egemenliklerinin son bulmasıyla iktidarların sürekli de÷iúmesi Do÷u Anadolu’nun
imparatorluklar arasında sıkıúmıú yapısı sürekli savaúların ve hanedanlık
iktidarlarının yer de÷iútirmesinin tarihi olarak okunabilir.
Osmanlı döneminde ise Kürdistan olarak anılan bölgedeki parçalı feodal
yapılar aúiretlerin ulaúabildikleri en geliúmiú siyasal kurum Ekrat (Kürtler’in
ço÷ulu) Hükümetleriydi. Bu yapılar birkaç aúiretin bir araya gelmesinden oluúan
siyasal birliklerden oluúmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin bölgede göreli olarak
egemenlik kurmasındaki en önemli faktör Kürdistan’da aúiret ve Ekrat
hükümetlerinin
kendi
135
kaynaklanmaktaydı.
aralarındaki
savaú
ve
gerilim
durumundan
ømparatorlu÷un Do÷u’sundaki Kürt mirlikleri 16.yüzyıldan
beri Osmanlının egemenli÷i altında özerk bir yapıda varlıklarını sürdürmekle
birlikte merkezle olan iliúkileri her dönemde kırılgan bir nitelik taúımaktaydı.
Do÷u Anadolu’da Kürt aúiretlerini inceleyen birçok araútırmacı, örne÷in Nikitin
Bazil aúiretlerinin ikili sınıf yapısından söz eder. Yönetici sınıf olarak uúaklarıyla
yaúayan savaúçı toprak sahibi aúiret reisleri, bunların altında yönetilen sınıf olarak
134
135
Osman Turan, Do÷u Anadolu’da Türk Devletleri Tarihi, Nakıúlar Yayınları, østanbul s. 130
Minorsky “ Kürtler” øslâm Ansiklopedisi Cilt. VI. s 1120
54
ve yarı-köleli÷e indirgenmiú aúiret mensupları oldu÷unu belirtir.136 Bunun yanı
sıra Nikitin Kürdistan’daki Kürt aúiretlerinin toplumsal örgütlenmesini gens
(kandaúlık) ve geniú aile yapısı üzerinde temellendirmektedir. Kürt aúiretlerinde
kandaúlık ve geniú akraba temelinde oluúan aúiretlerin ataerkil aile tipinin kural
oldu÷unu, mülkiyet olarak, sürülerin topra÷ın aúiret beyinin özel mülkiyetinin
baúlangıcını oluúturdu÷unu belirtir. Ancak bu mülkiyet biçiminin evrimi geliúmiú
ve farklı bir düzeye ulaúamaz. Çünkü bölgenin iki farklı merkezi imparatorlu÷un
basıncı arasında sıkıúmıú yapısı içinde merkezin buralara tam olarak egemen
olamamasının bir sonucu olarak bölgedeki istikrarsızlı÷a ba÷lı olarak talan ve
ya÷ma ekonomisi mülkiyet biçiminin daha ileri bir evreye taúınmasını önleyen en
büyük etkendi.
Marx’ın mülkiyetin oluúumu ve evriminde tanımladı÷ı gibi kabile (topluluk)
örgütlenmesinde topra÷ın geçici olarak mülk edinilmesi kabile örgütlenmesinin
sonucu de÷il nedenidir. ønsanlar göçebe formasyonundan yerleúik tarım yaúamına
geçiúlerinde toplulu÷un ya da kabilenin de÷iúimini belirleyen nitelik ve niceli÷in
çeúitli dıúsal, iklimsel, co÷rafik, demografik fiziksel koúulları yanında kabilenin
kendine özgü niteli÷inin de belirleyici oldu÷unu vurgular.137 Ancak bu
belirleyicilerin arasında tarihsel kategori olarak devlet yoktur. Devlet bu
çözümlemede tarihsel kategori olarak daha sonraki úemalarda yer alacaktır. Marx’
bu çözümlemeleri ilkel komünal üretim biçiminin kategorisi olarak tanımlanır. Bu
çözümlemede tarihsel olarak “devlet” kategorisi kabileyle eú zamanlı bir kategori
olarak yer almaz. Bu nedenle ilkel komünal üretim biçiminin kavramlarıyla Do÷u
Anadolu’daki aúiret yapılarını çözümlemek yöntemsel açıdan güçlükler
taúımaktadır.
Bugün Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu olarak tanımlanan alan 12. yüzyılda
antik uygarlık dönemlerinden baúlayarak yüzyıllar boyunca devam eden Pers ve
Bizans imparatorlukları arasındaki savaúlara sahne olmuútu. Daha sonra bölge
Osmanlı ve øran imparatorluklarının kendi merkezlerinden baúlayarak siyasal
136
137
Nikitin Bazil, A.g.e, s. 222
Karl Marx, Frederich Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri Çev. Mihri Belli 1992
Ankara s. 15)
55
egemenliklerini kurmaya çalıútıkları savaú alanıydı. Bu nedenle iki imparatorluk
basıncı arasında sıkıúan aúiretler da÷lık yüksek alanlara çekilerek birbirinden
kopmuú ve dıúa kapalı, otarúik, ekonomik yapılar kurmuúlardı. Bu dıúa kapalılık
toplulu÷un dıúındaki geliúmelerden etkilenmesini engellemiú, toplumsal hareketi
en alt düzeyde kalmasına neden olmuútu.138
Aúiretlerin bu parçalanmıú yapısı egemenlikleri altına girdikleri devletler
tarafından birbirine karúı savaúmalarına da yol açmıútı. ømparatorlu÷un
do÷usundaki Kürt aúiretleri yüzyıllar boyunca göçebe ve yarı göçebe bir yaúamın
egemen oldu÷u bir yapı içinde bulunmaktaydı. Bölgede aúiretlerin büyük
ço÷unlu÷unun yaúam biçimi hayvancılık temeline dayanmaktaydı.
Tarım ve
zanaatın geliúimi ise çok geri ve hayvancılı÷ı tamamlayıcı nitelikteydi.
Hayvancılık ekonomisi ise göçebe formasyona dayalı olarak bölgenin yerleúik ya
da tarım ekonomisinden tümüyle kopuk ve ba÷ımsız de÷ildi.139 Do÷al ekonomi
biçiminde olsa da hayvancılık ekonomisi bir úekilde tarım ekonomisi ve yerel
pazarla iliúki içinde bulunmaktaydı. Bu da küçük ve yerel bir pazarın oluúmasını
sa÷lıyordu. Yerleúik tarıma geçiú süreci yarı-göçebe aúiretlerin sayısında artıúı
do÷urur, bu süreç göçebe aúiretlerin hem mensupları hemde o aúirete ba÷lı olan
klan sayısında azalmaya neden olur. Bu süreç göçebe aúiretlerin ba÷ımsızlıklarına
ve hiçbir konfederasyon ya da devlete ba÷lı olmama konumlarına yerleúik
unsurları ya÷ma ya÷ma ve talan ederek elde ettikleri artık ürüne ra÷men
feodalleúme sürecinden kurutulamamıúlardı. Böylece 18. yüzyıl sonunda ve 19.
yüzyıl baúlarında Kürt aúiretleri feodalleúme sürecini yalnız tamamlamakla
kalmayıp aynı zamanda mantıki sonucuna da ulaúmıútı.140
ømparatorlu÷un Do÷u’sundaki Kürt aúiretlerinin 13. yüzyıldaki ekonomik ve
toplumsal yapıları feodal üretim biçimine geçiú özelliklerini gösterir. Ancak
Marx’ın klasik úemasında belirledi÷i gibi Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiretlerinin
Feodalizmi önceleyen ilkel komünal toplumun köleci e÷ilimleri barındırdı÷ını
söylemek güçtür. Tarihsel olarak köleci iliúkiler uygarlı÷ın tarım aúamasında
Richard Tapper, øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F.Dilek Özdemir, ømge Kitabevi,
Ankara 2004 s. 23
139
Nikin Bazil, A.g.e s. 256
140
Nikitin Bazil A. g.e s. 257
138
56
ortaya çıkan bir durumdur. Fakat Kürt göçebe aúiretlerinin bir bölümünün
göçebelikten yerleúik tarıma geçmeleri toplumsal iú bölümündeki farklılaúmanın
sonucu olmaktan çok göçebe aúiretlerin mevcut yapılarıyla yerleúikli÷e geçiúleri
daha çok sınırında bulundukları devletlerin baskısı sonucu oluúmuútu. Nikitin’in
de bu gözleme katılarak köle sınıfını bu yapının içind bulunmadı÷ını belirtir.
Çünkü göçebe gelene÷i içinde hayvancılı÷ın ekonominin temelini oluúturması,
hayvancılı÷a dayalı göçebe ve yarı göçebe yaúam biçiminde tarıma göre fazla iú
gücüne gereksinim duyulmaz. økinci olarak yarı yerleúikli÷e ve yerleúikli÷e
geçmiú aúiretlerin üretimlerini ilkel âletlerle yapmalarından dolayı artık ürünün
yeterli düzeyde artırılması olanak dıúıydı.141 Artık ürünün sınırlı kalması,
toplumsal ve sınıfsal farklılaúmanın düzeyinin zayıf kalmasına neden oluyordu.
Artık ürününün sınırlı kalmasının bir nedeni de bölgenin iki imparatorluk arasında
sıkıúmıú bir alanda yer almasıydı. Bölge savaúların ilk eúi÷ini oluúturan
konumuyla sürekli savaú ortamında artık ürünü ço÷altacak yerel güç odaklarının
iktidarlarını kurumsallaútırmalarını engelliyordu.
Do÷u Anadolu’da Kürt aúiretlerin co÷rafî, fiziksel koúullara ba÷lı olarak
kabile nitelikleri kazanmasındaki faktörler ise úunlardır; Toprakların iúlenmesinde
aile ve soy gruplarına ait toprak mülkiyeti, yerleúik tarıma geçmiú aúiretlerde
tarımdaki iúbölümünün zayıf kalması, aúiretlerin her zaman dıú istilâlara açık
olması, topra÷a yerleúmenin ikincil durumda kalması, topluluk birli÷i temelinde
dikey siyasal örgütlenmelere ulaúmamaları, ulaúmıú olanların bile gevúek bir
yapıda olmaları üretim biçiminin uzun süre aynı kalması sonucunu do÷urmuútur.
Aúiret yapısı içinde aúiret reislerinin konumu ise toplumsal örgütlemenin varlı÷ını
sürdürmede topluluktaki artık ürünü denetleyebilme ve yönlendirebilme
yetene÷ine ba÷lıydı.142
Aúiret yapılarının parçalı ve simetrik güç dengesinin
egemen oldu÷u bu yapılarda aúiret reisleri varlıklarını temellendirdikleri eme÷i ve
arkalarındaki deste÷i daha büyük siyasal ve toplumsal örgütlere dönüútürme
e÷ilim içinde olurlar. Ancak bu e÷ilim parçalı ve simetrik güç dengesini aúıp
Hobss’un Leviathan’ı anlamında egemen bir güc düzeyine ulaúmasına olanak
M.S Lazerev, Emperyalizm ve Kürt Sorunu (1917–1923) , Çev: Mehmet Demir, Özge
Yayınları, Ankara s. 65
142
Timothy Earle, Devlete Do÷ru Çev: Cahide Sarı, Ütopya Yayınları, Ankara 2001 s.62
141
57
tanımaz.
Bu e÷ilimlerin daha büyük siyasal organizasyona dönüúmesinin
önündeki di÷er bir engel ise øran ve Osmanlı imparatorluklarının egemenlik
duvarlarına çarpmasıydı. Do÷u Anadolu’daki aúiretler tarihsel olarak iki
imparatorlu÷un siyasal egemenlik mücadelesi arasında feodal e÷ilimler taúısalar
da bu yapılardan biriyle iú birli÷ine gitmek zorunda kalmıúlardı. Bu iú birli÷i ya da
koalisyon aúiretlerin kendi aralarındaki savaúlarda ve iktidar mücadelesinde
merkezi siyasal otoriteyle iúbirli÷ine giren aúireti göreli olarak daha güçlü konuma
getiriyordu. ømparatorluk açısından ise bu iú birli÷i nesnel koúulların bir
zorunlulu÷u olarak ortaya çıkıyordu.143 Bu nesnel zorunluluk geleneksel tarım
imparatorluklarında büyük bir ordunun örgütlenmesinde ve bu örgütün
süreklili÷inin sa÷lanması tarımsal artı÷ın sürekli artırılmasına ba÷lıydı. Ayni bir
ekonomik düzende tarımsal artı÷a el konulması güçtür. Bu güçlük imparatorlu÷un
sınır boylarında artık ürün aúiret reisleri dolayımıyla savaú ve sınırları korumak
için
gerekli
eme÷in,
asker
ve
sipahinin
örgütlenmesinde
kullanılması
zorunlulu÷unu kaçınılmaz kılmaktaydı.144 Öte taraftan Do÷u Anadolu’da
ekonomik ve toplumsal örgütlenme biçimi feodalizm kent-kır ikili÷i ba÷lamında
de÷erlendirildi÷inde, Feodalizmde kırın egemenli÷i kuraldır. Batı Avrupa’da
Feodal yapıların kırdan baúlayarak kentleri egemenli÷i altına aldı÷ı süreç Do÷u
Anadolu’da yaúanmamıútır. ømparatorluk öncesi ya da Feodalizm öncesi aúamada
ise komünal mülkiyetten özel mülkiyete geçiú süreci kandaúlık ba÷larının
çözülmesiyle gerçekleúen bir süreçti. Bu açıdan Marx’ın ilkel-komünal düzeyin
son aúaması olarak belirledi÷i Cermenik üretim biçimi anakronik de olsa Kürt
aúiretlerinin konumunu açıklamak için kullanılabilir. Marx’ın Cermen kabileleri
için belirtti÷i topluluk ya da kabilenin oluúumu, üyelerinin bir araya geliú
biçimleri, kandaúlık, dil birli÷i ve ortak geçmiú duygusundan kaynaklansa bile
kabileyi oluúturan ö÷eler, son tahlilde toprak sahiplerinin rıza birli÷i olarak
tanımlar. Bu birli÷in devlet gibi siyasal bir varlı÷a evirilebilmesi için kent olarak
143
Bu konuda Machievellie siyasal iktidarların egemenliklerini sürdürmeleri ve garanti altına
almaları için ülkelerin kilit iki bölgesine göçmen yerleútirmenin zorunlulu÷una vurgu yaparak
göçmenlerin devlet açısından bu görevi yerine getirirken daha az masraflı olduklarını yanı
sıra halkın bu göçebelerden dolayı u÷rayaca÷ı zararlarında devlet açısından önemli
olmadı÷ını belirtir. Siyasal iktidarın göçmenler yerine askerlerden yararlanmaya kalkıúırsa
devletin masraflarının çok artaca÷ını gelirlerin kıúlalar tarafından tüketilece÷ini belirtir. Bkz:
Machiavellie Hükümdar, Çev: Selahattin Ba÷datlı, Sosyal Yayınları 1992 østanbul, s. 20–21
144
E.J Hobsbawm ømparatorluk Ça÷ı, (1875–1914) Dost Kitabevi Yayınları Çev: Vedat
Aslan, 1999 Ankara s. 56
58
varlıklarını oluúturmaları gerekti÷ini belirtir.145 Buradan hareketle Do÷u
Anadolu’daki Ekrat hükümetlerinin ve hanedanlarının kendi iç dinamiklerinden
baúlayarak tarihsel bir kategori olarak üretmiú oldukları bir kentin varlı÷ından söz
etmek güçtür. Do÷u Anadolu’daki kentler daha çok merkezi siyasal otoritenin
savaú organizasyonunun gerekli kıldı÷ı kentlerdi. Bu kentlerde askeri bürokrasinin
yanında yer alan orta sınıf sayılabilecek unsurlar Hıristiyan zanaatkârlardan
oluúmaktaydı.
Görüldü÷ü üzere Do÷u Anadolu’da Feodalizme geçiú esas itibariyle
kabileler içinde oluúan iú bölümü ve onun do÷al sonucu olan yöneten yönetilen
sınıf farklılaúmasının belirledi÷i dinamiklerden de÷il, kabile ve aúiret yapılarına
dıúsal
olan
devletler
tarafından
oluúturulmuútu.
Bu
nedenle
Batı’daki
feodalizmden farklı olarak merkezi siyasal otoriteye ba÷lı bir mülk savaú
esirlerine dayalı bir yapı oluúmamıútır. Do÷u Anadolu’da Kürt mirliklerindeki
toprak rejimi imparatorlu÷un Batı bölgelerindeki toprak rejimindeki yapılara
benzerlik göstermekle birlikte bazı özgün farklılıklara da sahipti.
Bölgede
Feodalizmin en somutlaútı÷ı siyasal yapılar Ekrat (Kürt) Hükümetleri denen
yapılardı. Bu yapılarda topra÷ın mülkiyeti aúiret beyine aitti. Aúiret beylerinin
merkezi siyasal otoriteyle iliúkisi savaú dönemlerindeki yükümlülükleriyle
sınırlıydı. Do÷u Anadolu’daki feodal yapılara iliúkin somut örnek vermek
gerekirse Van Eyaletinde øran sınırında bulunan Mahmudi Ekrat hükümetidir. øran
sınırında Ortaça÷ senyörlerinin úatolarını andıran müstahkem bir tepede kurulan
Mahmudi Beyinin kalesi içinde zindanlar, erzak deposu, gözetleme kuleleri bu
beyli÷in kendi içinde mahkeme kurumunun da oldu÷unu gösteren Feodal bir
yapıya örnek olarak gösterilebilir. Do÷u Anadolu’da bu aúiretlerin ekonomik
iliúkilerine baktı÷ımızda bölgedeki aúiretler feodal sisteme dahil olup øran ve
Osmanlı imparatorlu÷uyla olan ba÷larında yarı vassallık iliúkisi içindeydiler.
Aúiretler feodal beylerine yalnız vergi ve hizmet borcuyla de÷il, aynı zamanda
sınır bölgelerinde askeri görevleri yerine getirmekle yükümlüydüler. Bu
yükümlülük aynı zamanda aúiret reisinin ya da mirinin aúiret toplulu÷u üzerinde
uyguladı÷ı ekonomi dıúı zoru meydana getiriyordu. Aúiret reislerinin gelir
145
K. Marx. F. Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri, s. 26
59
kaynaklarının büyük ço÷unlu÷u bölgedeki yerleúik halkı oluúturan Ermeni ve
Nesturi Hıristiyanlarının mallarının ya÷malanmasıyla sa÷lanıyordu. Bu durum
bölgede merkezi siyasal otoritenin yoklu÷undan kaynaklanmakla birlikte bölgenin
iki imparatorlu÷un savaú alanı arasında kalmalarından kaynaklanmaktayıdı.
oluúturmasıyla da ba÷lantılıydı. Bu otorite boúlu÷u içinde bölgedeki yerleúik
Hıristiyan unsurlar Kürt aúiret reislerinin himayesini sa÷layabilmek için onlara her
yıl bir çeúit arab-hva bir tür haraç ödüyorlardı. Fakat daha sonra bu uzun vadeli
yapısal bir sömürüye dönüútü÷ü için bu unsurlar Do÷u Anadolu’dan ülkenin
içlerine do÷ru göç ederek zanaat ve ticaretlerin, bu alanlarda sürdüreceklerdi.146
Sonuç olarak Do÷u Anadolu’ daki toplumsal ve ekonomik örgütlenmenin
Batı feodalizminin bire bir düzenliliklerini göstermese bile bölgedeki üretim
biçiminin feodal oldu÷u açıktır. Adem-i merkezi iliúkiler çerçevesinde Ekrat
Hükümetlerinde ve Kürt mirliklerinde topra÷ın mülkiyeti tamamen feodal beye
aittir. Artık ürüne feodal bey el koymaktadır. Ancak burada Do÷u Anadolu’yla
ilgili
vurgulanması
gereken
Ekrat
Hükümetleri’nin
satatüsünün
Do÷u
Anadolu’nun bütününe egemen olmadı÷ıdır. Bölgede Ekrat Hükümetlerinin
“nasb” ve “azl” kabul etmez yurtluk ve ocaklık topraklarının yanında padiúah
hasları miri toprak rejiminin uygulandı÷ı topraklar da bulunmaktaydı.147 Miri
arazi rejimine tabi olan bu topraklarda aúiret örgütlenmesi dıúında kalan daha çok
Türklerin yaúadı÷ı topraklardı. Örne÷in Van’da padiúah haslarının bulundu÷u
Tımar ve Amik Nahiyeleri do÷rudan padiúah haslarına ba÷lı oldukları için bu
toprakların vergisi orada bulunan sipahiler vasıtasıyla alınmaktaydı.148 Bu
toprakları iúleyen reaya ise Kürt aúiretlerinden farklı olarak herhangi bir aúiret
örgütlenmesi içinde olmayıp daha çok imparatorlu÷un Batı’sından ve Musul,
Kerkük’ten göç ettirilip iskân edilen Türkmen unsurlardı.
146
147
148
Nikitin Bazil. Kürtler, s.250
Metin Kunt Sancaktan Eyalete (1550–1650) Arasında Osmanlı Ümerası ve øl idaresi,
østanbul 1978 s. 88
Orhan Kılıç XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548–1648) Van Belediye Baúkanlı÷ı,
Yayınları. s.221
60
øKøNCø BÖLÜM
2. CUMHURøYET ÖNCESø DOöU ANADOLU
2.1. Osmanlı Döneminde Do÷u Anadolu
Do÷u Anadolu’da Osmanlı egemenli÷inden önce 13. yüzyıldaki Mo÷ol
istilâları Kürt aúiretleri üzerinde yıkıcı etkilere neden olmuú Hülagü’nun ordusu
tek bir aúiret reisinin bile canını ba÷ıúlamamıútı,149 Bu süreç Kürt aúiret yapısı
açısından büyük bir yıkımla sonuçlanmıútı. Hülagu’nun istilâsından yüz elli yıl
sonra Timur Ba÷dat ve Diyarbakır’ı ya÷maladıktan sonra, kendilerini henüz
toparlayan Kürt aúiretlerini yok ederek Kürdistan’ı tamamen ele geçirdi. 15.
yüzyıla gelindi÷inde Kürt aúiretleri hâlâ zayıf ve korunmasızdı. Yerel
yöneticilerin otoritesine son vermek üzere tasarlanmıú Akkoyunlu ve daha sonraki
Safevi politikalarının sonucunda Kürt aúiret yapısının büyük ölçüde parçalı
yapıları devam etti. Kürdistan’da Osmanlının yayılmasından önce ço÷unlu÷u
göçebe olmak üzere merkezi denetimden ba÷ımsız birçok aúiretin yanı sıra
Kürdistan’ın zor ulaúılabilen bölgelerinde birkaç Kürt mirli÷i varlı÷ını
sürdürmekteydi.150 Geleneksel Kürt aúiret ve mirlik yapıları bölgenin yüzyıllar
süren istikrarsızlı÷ının neden oldu÷u iktidar boúlu÷unu doldurmayı baúaramadı.
Mo÷ol istilâsından sonra ne güçlü bir Kürt siyasal oluúumuna ne de bölgede
149
Minorsky “Kurds. Kurdistan,”s. 457 ‘daki ifade Minorsky bu ifadeyi ùerefhan’ın ùerefname’’
deki açıklamasına dayandırmaktadır. Ayrıca bkz Bruinessen A÷a, ùeyh, Devlet. s. 137
150
Nazmi Sevgen A.g.e, s. 95
61
dikkate
de÷er
bir
151
bulunmamaktadır.
otorite
sa÷lamıú
Kürt
hanedanlı÷ına
dair
kayıt
Kürtlerin en yüksek toplumsal ve siyasal örgütü tarih
boyunca mirlik düzeyini aúamamıútır. Ancak 959 yılında Kürt ailesi olan
Mervaniler Diyarbakır yakınındaki Mayyafarikin’de (Silvan) egemen hanedan
ailesi olarak ortaya çıkmıútı. Bu aile 1096 yılına kadar egemenli÷ini sürdürmüútü.
Bu henadanlıkta resmi olarak halife tarafından atandıkları ve dil olarak Arapçayı
kullandıkları için Kürt kökenli olmalarına ra÷men bu hanedanlıklar bir çeúit
konfederasyon niteli÷ine sahip yapılardı.152
Bir sonraki Kürt kökenli Deylami hanedanı Haçlılara karúı yürüttü÷ü
savaúla ünü olan Selahaddin Eyyubi’nin hükümdar oldu÷u ve 13.yüzyılın ikinci
yarısı boyunca Mısır ve Suriye topraklarında egemenli÷ini sürdürdü. Eyyubiler
Mervanilerden daha sofistike bir siyasal örgütlenmeye sahip olmalarına ra÷men
aúiret konfedarasyonu boyutunda bir yapıydı.153 Bugün Kürt milliyetçi söyleminin
ikonaları haline gelen bu hanedanlıklar “devlet” olarak nitelendirilmektedir. Oysa
hiçbir Kürt aúireti veya emirli÷i ortay çıkıp bir Kürt devleti oluúturabilecek güçlü
bir siyasi ve askeri iktidar haline gelemedi.
Osmanlı döneminde ise Çaldıran savaúıyla birlikte bölgede Kürt aúiretleri
ødrisi Bitlisi’nin aracılı÷ıyla merkeze eklemlendi. Bu süreç 1596 yılına kadar
sürdü. Osmanlılar 1596' da yayınladıkları iskân fermanıyla aúiretleri bugünkü
Do÷u Anadolu’da iskâna zorladılar. Bu iskân politikasının temeli kolonizasyona
dayanıyordu. Kolonizasyon tamamen padiúahın arzusu ile yeni fethedilen bir
yerde
merkezi
imparatorlu÷un
siyasal
farklı
otoritenin
egemenli÷ini
bölgelerindeki
aúiretleri
bu
kurumsallaútırmak
bölgelere
için
yerleútirme
politikasıydı.154 Bu uygulamayla bazen de vergi vermeyen, isyan eden göçebe
aúiretler mecburî iskâna tabi tutulurdu. Osmanlılar iskân ve kolonizasyon
politikalarını belirli kurallara göre uyguluyordu. Büyüklü÷üne göre, her köy veya
Wadia Jwaideh, Kürt Milliyetlçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi Çev: øsmail Çeken,
Alper Duman, øletiúim Yayınları, 2004 s. 245
152
Hasan Arfa Kürtler Çev: Faysal Nesre Avesta Yayınları, østanbul 2006 s.15
153
David Mc Dowel Modern Kürt Tarihi s. 355
154
Cengiz Orhonlu, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Aúiretlerin øskânı, Eren Yayıncılık, østanbul
1987 s.67
151
62
kasaba, on haneden bir ya da iki haneyi sürgüne zorluyordu. Böylelikle aúiretler
parçalanarak çeúitli bölgelere sürgün ediliyordu. Bu aúiretlerin ço÷u köylerde ve
kasabalarda yerleúmekle birlikte, göçebe ve yarı göçebe halde bulunanlar ve
úehirlerde oturup da aúiretlerle ba÷lılıklarını sürdürenler vardı. Göçebe aúiretler
yerleúik halkın toplumsal dokusunda ve gündelik yaúamında önemli bir etkiye
sahiptiler. Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’ bölgesinde Osmanlı arúivindeki
kayıtlara bölgede irili ufaklı 750 kadar aúiretin bulundu÷unu göstermektedir. 155
Çaldıran zaferinden sonra Anadolu’ya dönen Yavuz Sultan Selim’in Konya,
Karaman, Teke, Ankara, Kayseri bölgelerinde göçebe halde dolaúan Milan,
Barzan, Karakeçili, Cibranlı, Hasenan, Sipkan, Hayderan, Zilan, Celâlî aúiretlerini
Viranúehir, Varto, Muú, Hınıs, Eleúkirt,. Patnos, A÷rı, Erciú, Van oylumlarına
göndererek Safevilere karúı Sunnî Kürt aúiretlerinden oluúan güçlü bir cephe
oluúturmuútu.156 Osmanlı’ya karúı ùah øsmail’in de o dönemde Sason, Mutki,
Çapakçur (Bingöl) gibi sarp da÷larda yaúayan Zaza-Dümbüli aúiretlerini kendi
tarafına kattı÷ı biliniyor. Buna karúın Osmanlı ømparatorlu÷u Çaldıran Savaúı’nda
Safevilere karúı savaúta hizmeti geçen birçok Sünnî aúiret reislerine yurtluk
ocaklık, beylik statüsü vererek aúiretleri birlik halinde Osmanlı Devleti’nin
yanında tutmaya çalıútı.
2.1.2. Do÷u Anadolu’da Merkezîleúme Süreci
Toprak temelli imparatorluk düzeninde asker ya da ordu siyasal ve toplumsal
örgütlenmenin temelini oluúturan en önemli aktördür. ømparatorluk döneminde
bütün di÷er grupların kendi aralarındaki göreli zayıflı÷ı devletin merkezîleúme
e÷ilimini
kolaylaútırır.
Kandaúlık
ilkesi
üzerinde
örgütlenen
aúiretlerin
bileúiminden oluúan konfederasyonlar merkezi siyasal otoritenin merkezîleúme
basıncıyla belli bir süre sonra parçalanarak savaú ve talan ekonomisi temelinde
gruplaúmalar içine girerler.
Merkezîleúme süreci Osmanlı’da 1826’ da II. Mahmut’un Osmanlı yönetim
sisteminde köklü de÷iúiklik çabalarıyla baúladı. II. Mahmut merkezi otoriteyi
155
156
Adnan Gerger. A,g.e, s.15
Mustafa Akda÷, Türkiye’nin øktisadi ve øçtimai Tarihi II. s. 197
Bkz. Cevdet Türkay. Aúiret ve Cemaat s. 169
63
Do÷u Anadolu’da yeniden kurmak için merkezden valiler atama uygulamasını
baúlattı. Merkezden vali atama usulü ømparatorlu÷un hem batısında hem de
do÷usunda uygulamaya konuldu. Merkezîleúme politikası Batı’daki Ayanları çok
kısa zamanda ve hızla ortadan kaldırırken, Do÷uda da Ekrat Hükümetlerinin
ortadan kaldırılması çok uzun zamana yayılacak ve 1848 yılına kadar devam
edecekti.
Do÷u’daki merkezîleúme politikaları malî ve idarî düzenlemeleri de içeren
Tanzimat fermanıyla baúlatılmıútı. 1839’da Tanzimat’ın ilânıyla yeni bir malî
düzenleme getirilerek vergilerin sayısı azaltıldı ve vergi toplamada, sonradan
tekrar uygulanmaya konulan iltizam usulü kaldırılarak, emanet ve maliye
memurları ile tahsil usulü getirildi. Do÷u Anadolu’daki Kürt Mirlikleri’nin ve
Ekrat Beylerinin azl ve nasp edilemez toprakları artık merkezîleúme süreciyle bu
statüsü ortadan kaldırılıyordu. Yurtluk ve Ocaklık statüsünde olan topraklar
hazineye devredilerek sahiplerine maaú ba÷lanıp aúiret reislerinin kazalara ve
nahiyelere müdür olarak atanmaları öngörüldü.157 Yurtluk ve Ocaklık sahiplerinin
bir kısmı bu uygulamaya direndi. Örne÷in bu uygulamaya tepki olarak aúiret
reisleri Erzurum’da valiye karúı ayaklandılar. Botan yöresinde ise isyan etmiú olan
Bedirhan
Bey’in
akrabaları,
Van’da
ayaklanarak
Tanzimat’ın
getirdi÷i
uygulamalara karúı çıktılar. Bedirhan Bey daha sonra Diyarbakır’da da isyan
çıkardı. Bunun yanı sıra bölgenin kuzeydo÷usunda Çıldır Sanca÷ı’nda yurtluk ve
ocaklık sahipleri 1848’e kadar direniú gösterdiler. Bu uygulamayla aúiret reisleri
maaúa ba÷lanmayı ya da kaza müdürü olmayı kabul etmiú olsalar bile, aúiret halkı
vergi verme ve asker olma yükümlülü÷üne karúı direniyordu.158 Merkezîleútirme
çabaları ve mirliklerin ortadan kaldırılması uzun bir süre Do÷u Anadolu’daki
mevcut düzeni ve güvenli÷i yok etti. Kürt Mirliklerinin merkezîleúme süreciyle
ortadan kaldırılması ile birlikte göreli olarak birbirlerini dengeleyen kendi
aralarında simetrik bir güç yo÷unlaúmasının egemen oldu÷u düzen ve denge
durumu bozuldu. Bölgede bozulan bu siyasal ve toplumsal denge ile birlikte
aúiretler arası kan davalarının ve çatıúmaların yo÷unlaúmasına neden oldu.
Aúiretler arasında hızlanan çatıúma ve kargaúanın yarattı÷ı güvensizlik ortamı bu
157
158
David Mc Dowel Modern Kürt Tarihi s. 364
Çadırcı, Musa, “Tanzimat Dönemi’nde Anadolu Kentleri”’nin Sosyal ve Ekonomik
Yapıları,TTK Yayınları Ankara 1997 s.190
64
kaotik durumu aúmak üzere arabulucu bir mekanizma olan dini ve dinin yerel
düzeydeki temsilcisi “úeyhlik” kurumunu ayrıcalıklı hale getirdi.159 Böylece on
dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında úeyhler Do÷u Anadolu’nun en önemli siyasal
gücü haline geldiler. Bölgede úeyhlik ve onun kurumu olan tarikatların belirleyici
siyasal güç haline gelmesi göreli olarak aúiretlerin nüfuzunu zayıflatmakla birlikte
bölgenin birçok yerinde úeyhlik ve aúireti birleútiren nüfuzlu ailelerin ortaya
çıkmasına neden oldu. Örne÷in A÷rı’da ve Bitlis’te yerleúik olan Küfrevi ailesi
Bitlis’te ønan ailesi, Hakkâri’de Bredost aúireti hem úeyhli÷i hem de aúiret
reisli÷ini bir kiúide toplayan aúiretlerdi.160 Bölgede úeyhlerin ve tarikatların siyasal
otoritesi, ise Osmanlı devletine göre gevúek, kendi mensuplarına göre ise
tartıúılmazdı.
ùeyhli÷in bölgede artan siyasal ve toplumsal gücü topraktaki
mülkiyet iliúkilerini úeyhlerin lehine dönüútürmüú, úeyhler özellikle Hakkâri’de
bölgenin en nüfuzlu gücü haline gelmiúlerdi. Örne÷in Hakkâri’de ùeyh
Ubeydullah 1880 tarihinde on bin kiúilik aúiret ordusu örgütleyip øran’a saldıracak
kadar güçlü bir konuma gelmiúti. Do÷u Anadolu’da úeyhlerin hem dinsel hem de
siyasal gücü halife adı verilen üyelerin kurdu÷u a÷ sayesinde nüfuz alanlarını
geniúlettiler. 1839 Tanzimatla baúlayan merkezîleúme sürecinin bölgedeki
sonuçları hakkında Ziya Gökalp Meúrutiyetin ilânından sonraki durumunu úu
sözlerle açıklamaktaydı:
“Sipahilik, yurtluk Ocaklık gibi eúkâl-i zeamet yarım asırdan beri
resmen,
kanunen ilga olunmuú ise de fiilen, maddeten e’lan
bakidir”.161 diyordu
Sonuç olarak imparatorlu÷un merkezîleúme yönündeki politikaları aynı
zamanda onun hem gücünün hem de zayıflı÷ının kayna÷ıydı. Merkeziyetçi
yapının, zora dayalı politik araçlarıyla elde etti÷i vergiler çevredeki yerel güç
odaklarından merkeze do÷ru ekonomik akıúı sa÷lama iúlevini yerine getiriyordu.
Yerel güç odakları bu vergiler sayesinde merkezin baskısından kaçarak kendi
egemenliklerini güvence altına almaya çalıúıyorlardı.
Öte yandan merkeze
gönderdikleri vergiler karúılı÷ında elde ettikleri güvence ve himaye sayesinde
159
Van Burinessen, A÷a, ùeyh ve Devlet, s. 273
Ahmet Özer, Do÷u’da Aúiret Düzeni ve Brukanlar, Elips Yayınları, 2003 s.63
161
Ziya Gökalp, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler Haz: ùevket Beysano÷lu,
Sosyal Yayınları, 1992 østanbul, s. 109
160
65
yerel düzeyde kendine eúit di÷er güç odakları karúısında siyasal konumlarını
güvence altına alıyorlardı. ømparatorluk bir haraç toplama mekanizması oldu÷u
için haraç ve vergi korunma amacıyla yapılan fakat korumanın gerçek
maliyetinin üzerinde olan ödemeler imparatorluk açısından merkezîleúmenin
beraberinde getirdi÷i zayıflatıcı etkendi.
162
Fetih ekonomisinin mantı÷ı içinde
bürokrasinin artmasına paralel olarak artan kadrolar devlete mali açıdan büyük
bir baskı yapmaktaydı. ømparatorluk yapısı içinde artık ürünü toplumun aúa÷ı
sosyo-ekonomik katmanlarından yukarı katmanlara, periferiden merkeze,
ço÷unluktan azınlı÷a transfer eden yerel düzeydeki bürokrasi idi.163 19.yüzyılın
ikinci yarısından sonra Osmanlı Devletinin merkezîleúme politikaları dünya
pazarıyla ekonomik açıdan bütünleúmenin gereklerini yerine getirmek için
yapmıú oldukları reformlarla birlikte yeni bir yönetici bürokratlar sınıfının ortaya
çıkmasına neden oldu. Bu sınıfın özelli÷i, kendi çıkarıyla toplumdaki di÷er
sınıfların çıkarlarını uzlaútırmakta yetersiz kalmalarıydı. Kendi sınıfsal çıkarları
yerel güç odaklarıyla çeliúince yerel güç odaklarıyla genellikle çeliúen fakat
kapitalizmle çıkarına giderek daha ba÷ımlı hale gelmesiyle sonuçlandı.
Batılılaúma süreciyle ortaya çıkan merkezi bürokrasi “yabancı” tüccarlarla ya da
onların gayrimüslim aracılarıyla ittifak kurdular. Merkezi bürokrasinin kapitalist
sürecin Osmanlı topraklarında iúlerlik kazanmasın sa÷layan bir aracı olarak
üstlendi÷i bu yeni rol, devlet-toplum iliúkisinin Batılı ilkeler do÷rultusunda
düzenlenmesini gerektiriyordu. Bu düzenleme merkezîleúme politikalarıyla
yaúama geçirilmeye çalıúılırken bunların do÷urdu÷u masrafları karúılamak için
artık ürüne vergi yoluyla el konulması için daha baskıcı yöntemlere baúvurmayla
sonuçlandı.164 Do÷u Anadolu’da merkezi siyasal otoritenin vergi toplamak için
yönetsel yapıyı yeniden örgütlemsi ve vergi tahsildarlarının baskısı toplumsal ve
siyasal yapıyı kaotik bir ortama sürekledi. Sonuç olarak 19.yüzyılda Do÷u
Anadolu’daki toplumsal ve siyasal denge Rus istilâları ve Kafkasya’dan gelen
göçlerle bölge daha kaotik bir sürece girdi. Osmanlı’nın içine düútü÷ü malî kriz
162
Nikitin Bazil a.g.e s.120
Immanuel Wallerstein. Modern Dünya Sistemi I. Cilt Çev: Latif Boyacı, Bakıú Yayınları,
østanbul 2004, s.32
164
Huricihan øslamo÷lu, 16. Yüzyıl Anadolusu’dan Köylüler, Ticarîleúme ve devlet øktidarının
meúrulaútırılması Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım Ed: Faruk Tabak, Ça÷lar
Keyder. Tarih Vakfı Yurt Yayınları s. 61- 81 1998
163
66
nedeniyle bölgede cemaatler arasında güveni sa÷layacak kolluk görevini yerine
getirecek örgütlenmeden uzak ve aciz bir durumda kaldı. Bu koúullar içinde
merkezîleúme çabalarından da bölgede sonuç alınamadı. 1878 Osmanlı-Rus
savaúı sırasında ve onu hemen izleyen yıllarda Do÷u Anadolu’da Ermenilerin
yanında yerleúik Kürtler ve Türkler mal ve can güvenli÷ini sa÷layamayan
merkezi siyasal otoriteye olan güvenlerini yitirmekle birlikte Kürt aúiretlerine
karúı da köklü bir ön yargı ve nefretin oluúmasına neden oldu.
2.2. Toprak Mülkiyet øliúkileri
Osmanlı ømparatorlu÷u’nda toprakta mülkiyet iliúkilerinin ømparatorlu÷un
her döneminde ve farklı bölgelerinde de÷iúik biçimler aldı÷ı genellikle tarihçiler
tarafından kabul edilen bir görüútür. Osmanlı toprak düzeninde genel olarak,
devlet mülkiyetinin egemen oldu÷u kural olarak kabul edilmekle birlikte, bu
mülkiyet biçiminin tarihsel süreç içinde dönüútü÷ü de bir gerçektir. Mülkiyetin
dönüúümüne ba÷lı olarak toplumsal ve siyasal yapılar da bu de÷iúim içinde yeni
biçimler almıúlardır.
Klâsik Osmanlı yönetim düzeninde topraklar úu úekilde bir da÷ılım
göstermekteydi. Osmanlı egemenli÷i altında bulunan topraklardan büyük bir
bölümü do÷rudan do÷ruya Osmanlı hükümdarının mutlak otoritesi altında
bulunmaktaydı. Buralarda tımar sistemi denen bir rejim uygulanıyordu. Bu
mülkiyet rejiminde devlet gelirleri bir takım görevler karúılı÷ında sipahilere tahsis
edilmiúti.165
Bu genel kuralın istisnası sayılabilecek, Anadolu ve Rumeli
eyaletlerinde özerk bir eyalet yönetimine ba÷lı Mısır, Ba÷dat, Habeú Basra,
Cezayir gibi eyaletlerin bulundu÷u topraklar özerk idarî yönetim altında
sınıflandırılmıútı. Buralarda beylerbeyi yönetimi altında askeri, malî ve adlî
alanlarda Osmanlı merkezi yönetimine oldukça farklı bir statü uygulanıyordu. Bu
eyaletlerin ço÷unda tımar rejimi uygulanmıyordu.166 Miri arazi rejiminin temelini
oluúturan tımar, devlete yaptıkları hizmetin karúılı÷ı olarak en düúük rütbeli
Yücel Yaúar, “Osmanlı ømparatorlu÷unda Desantralizasyon, (Adem-i Merkeziyet) ait
Bazı Gözlemler, Belleten 152, Ankara 1974
166
Halil ønalcık, Osmanlı ømparatorlu÷u Klasik Ça÷, Çev: Ruúen Sezer Yapı Kredi Yayınları
østanbul 2006. s. 76
165
67
askerlere verilmekteydi. Zeamet sahipleri genelde daha yüksek rütbeli askerlerdi.
En geniú dirlik olan has ise sancak beyleri ve beylerbeylerine ba÷ıúlanırdı.
Reayaya yani köylülere ise tımar, zeamet veya has tahsis edilirdi. Köylü bir
tımardaki araziyi iúliyorsa subaúına karúı sorumluydu. Bunlardan farklı olarak
imparatorlu÷un toplumsal yapısında yer alan gayri Müslim unsurlardan alınan
cizye vergisi (baú vergisi do÷rudan) merkezi hazine tarafından tahsil edilirdi.
Dirlik sistemi ayrıntılı incelemelere dayanarak kanunnamelerle belirlenirdi.
Kanunnameler her sancak için arazinin üretkenli÷ini dikkate alarak eyaletlere göre
ayrı ayrı hazırlanırdı.167
Do÷u Anadolu’da ise yukarıda belirtilen miri arazi rejiminin dıúında istisnai
sayılabilecek bir statü olan yurtluk ve ocaklık statüsüne tabi bir toprak rejimi
uygulanıyordu.
Bu rejim yurtluk ve ocaklık úeklinde kaydı hayat biçiminde
babadan o÷ula geçen bir uygulamaydı. Yurtluk ve ocaklık statüsüne tabi
topraklarda Kürt aúiret mirlikleri ve aúiretleri, miri arazi rejiminden farklı olarak
kaydı hayat úeklinde topra÷ın bütün haklarını aúiret reisi ya da Mirlik ailelerinin
tasarrufu altında bulunmaktaydı. Do÷u Anadolu’da topraktaki mülkiyet iliúkileri
ve ona ba÷lı olarak oluúan toplumsal örgütlenme bütünüyle aúiret yapısından
ibaret de÷ildi. Bunun yanı sıra aúiret ve mirlik örgütlenmesinin dıúında aúiret dıúı
gruplar da bulunmaktaydı Aúiret dıúında kalan gruplar miri arazi rejimi içinde
reaya statüsüne sahiptiler.168
Bu uygulama sadece merkezi siyasal otoritenin
yönetim aygıtına dayanan bir bölünme de÷ildi aynı zamanda bu yönetim sistemini
belirleyen Do÷u Anadolu’nun co÷rafî ve fizikî koúullarına ba÷lı olarak oluúan
bölgedeki toplumsal örgütlenme biçimiydi. Do÷u Anadolu’da toplumsal
örgütlenme iki temel üzerinde biçimlenmiúti. Bunlardan biri büyük toprakları
içeren merkezi siyasal otoritenin hukukunun uygulandı÷ı topraklardı. Di÷eri ise
sınırlarda siyasal iktidarla gevúek ba÷larla bütünleúmiú aúiret toplulukları altında
örgütlenen yerel güç odakları olarak Ekrat hükümetleri ve mirliklerinin sahip
oldu÷u topraklardı. Sınır uçlarında salınan bu topluluklar teorik olarak merkezi
siyasal sistemin parçalarını oluúturmakla birlikte pratikte merkezi siyasal otorite
bu topraklarda tam bir egemenlik kuramamıútı. Çünkü dönemin teknolojik
167
168
Halil ønalcık a.g.e s.110
Martin Van Bruiness. A.g.e, s. 287
68
koúulları içinde artık ürünün ve fetih ekonomisi içinde talan ve haracın belli bir
merkezde toplanması maliyetli ve neredeyse olanaksızdı. Bu nesnel zorunluluk
merkezi siyasal otoriteyi imparatorluk sınırlarında miri arazi rejiminin tam olarak
uygulamaktan alıkoyuyordu. Bölgede miri arazi rejiminin dıúında kalan
topraklardaki yani Ekrat hükümetlerinin ve mirliklerin bulundu÷u topraklar ise
yurtluk ve ocaklık olarak Kürt aúiret reislerine ait topraklardı.
Do÷u
Anadolu’daki yurtluk ve ocaklık statüsündeki topraklardan merkezi hükümet
vergi alamazdı. Ekrat hükümetleri ve mirlikler merkezi siyasal otoriteye karúı
øran’la olan savaúlara katılmak ve asker vermekle yükümlüydü.169
Merkezi siyasal otoritenin Do÷u Anadolu’da yerleúik Ekrat Hükümetleri ve
Mirliklerin dıúındaki göçebe ve yerleúik aúiretlerle olan iliúkisi vergi iliúkisiydi.
Aúiret ve mirlik dıúında kalan bu topluluklar reaya statüsünde bulunmaktaydı. Bu
göçebe aúiretlerden bölgedeki Ekrat hükümetleri vergi alamazdı. Merkezi siyasal
otoritenin aldı÷ı vergi ise daha çok hayvan varlıkları üzerinden alınan ayni
vergiydi. Devlet bazen de vergi karúılı÷ı bu aúiretleri askeri amaçlarla sınır
boylarına göndererek oradaki yaylak ve kıúlakları kullanmaları karúılı÷ında
vergiden muaf tutmaktaydı. Osmanlı merkezi siyasal otoritesi ile çevre arasındaki
bu iliúkiyi belirleyen di÷er bir zorunluluk ise Ortaça÷ ekonomisindeki altın ve
gümüú kıtlı÷ından kaynaklanmaktaydı.170 Parasal ekonominin olmadı÷ı ya da
zayıf oldu÷u koúullarda artık ürünün merkeze transfer edilmesi olana÷ı çok
sınırlıydı. Dönemin ulaúım koúulları ve teknolojisi göz önüne alındı÷ında
Van’dan, Erzurum’a, Elâzı÷’dan østanbul’a artık ürünün transfer edilmesi
olanaksızdı. Bunun yanı sıra Do÷u Anadolu’nun co÷rafî koúulları, geçit vermez
da÷ları bu transferin maliyetini artıran di÷er bir etkendi. Örne÷in 1577
Diyarbakır’da kilesi 12 akçeye satılan bu÷dayın Van’a gönderildi÷inde bir kile
bu÷dayın ulaúım maliyeti bu÷dayın Van’daki fiyatı 27 akçeye çıkmaktaydı.171
Böyle bir ekonomik yapıda merkezi siyasal otoritenin uçlarda boy veren güç
odakları üzerinde egemenlik sa÷laması da olanaksızdı. Bu nedenle merkezi siyasal
otorite imparatorlu÷un sınırlarında yer alan bu güçlerle daha çok yatay düzlemle
169
Bayram Kodaman, “Hamidiye Hafif Süvari Alayları”, Tarih Dergisi s. 431
Yücel Özkaya, a. g.m, s. 124
171
Yücel Özkaya Osmanlı ømparatorlu÷unda Ayanlık, TKK, Yayınları Ankara, 1994, s 46,
170
69
bir siyasal iliúki geliútirmesinin nedeni nesnel koúulların zorunlulu÷uydu. Merkezi
siyasal otoritenin aúiret dıúı gruplardan aldı÷ı di÷er bir vergi de resmi a÷nam
(koyun vergisi) Bu vergi sefere çıkmayan Kürt aúiretlerinden alınan bir vergiydi.
Bu vergiler teorik olarak belgelerde geçse bile aslında merkezi siyasal otoritenin
bölgeden ve 17. yüzyıldan sonra vergi toplayamadı÷ı da bir gerçektir. Nitekim 17.
yüzyılda miri arazi rejimi bozulmaya baúlayacak, topraklar malikâne ve divanî
sistemi içinde mültezimlere verilecektir. Miri arazi rejiminin bozulmasıyla Do÷u
Anadolu’da Kürt Mirlikleri ve Kürt hükümetleri yurtluk ve ocaklık topraklarını
miri arazi toprakları aleyhine geniúleteceklerdi.172
17. yüzyılda topraktaki miri arazi rejiminin bozulmasıyla toprak devlet
kontrolünden çıkarak, ømparatorlu÷un Rumeli Eyaleti’ndeki Ayanların ekonomik
ve siyasal güç haline gelmelerinin koúullarını hazırlayacaktır. Buna benzer süreç
ømparatorlu÷un do÷usunda Ekrat Hükümetlerinin miri arazi rejimine tabi
toprakları gasp ederek Do÷uda feodal e÷ilimleri daha da pekiútiren bir sürece
gireceklerdi. Bu topraklar hukuken olmasa bile fiilen Ayanların ve a÷aların
malikâneleri durumuna gelecektir. Toprak düzeninde baúlayan bu de÷iúim
mülkiyet iliúkilerini merkez-kaç unsurlar lehine bozarak toplumsal örgütlenmeyi
yeni bir biçime sokacaktı. Reaya ile devlet arasında güçlenen bu sınıf, Batı Orta
ça÷ında oldu÷u gibi topra÷ın gerçek sahibi durumuna yükselecekti.173 Bu süreç
uygulamada Do÷u Anadolu’daki Ekrat hükümetlerini iktisâdi yönden güçlü hale
getirerek Do÷u Anadolu’da toplumsal ve siyasal dengeyi gayri Müslimler
aleyhine bozarak kaotik bir ortam yaratacaktır.174
2.2.1. Artık Ürüne El Koymada Devlet ve Aúiretler
Teorik olarak artık ürüne vergi yoluyla el konulması yerleúik tarımı
gerektiren bir durumdur. Merkezi siyasal otoritenin göçebe formasyonu içinde
bulunan aúiretlerden vergi alması zordur. Buna karúın yerleúik halkın vergiden
kaçması kolay olmamakla birlikte verginin kayna÷ını oluúturan ürünü göçebe
Ömer Lüfti Barkan, Toprak Meseleleri. s. 465
Bernard Lewis, Ortado÷u Çev: Selen Y. Kölay, Arkadaú Yayınevi, Ankara, 2005 s. 347
174
Yaúar Yücel a. g m, s. 669
172
173
70
ekonomisinden farklı olarak gözlerden uzak tutma olana÷ı yoktur. Bu nedenle
merkezi siyasal otorite göçebe aúiretlerin iskânını Osmanlı klâsik döneminden
baúlayarak 19.yüzyıla kadar devletin temel stratejilerinden biri haline getirmiútir.
Yerleúik tarım ekonomisine geçen topluluklar ise imparatorlu÷un sınır uçlarında
sürekli göçebe aúiretlerin ya÷ma ve talanıyla karúı karúıya kalıyorlardı. Göçebe
Kürt aúiretleri, göç yolu üzerinde bulunan Ermeni köyleri ve yerleúik Kürt
köylerini, gelip geçerken, soyup ekinlerini hayvanlarına yedirdiklerden ve ayrıca
hayvanlarına yedirmek üzere bu ekinleri biçip götürdüklerinden dolayı zarar
görmekteydiler.175 øran sınırına yakın yerlerde bulunan yerleúik tarımla u÷raúan
Ermeniler’in bu konuda merkeze yazdıkları úikâyet dilekçeleri 18.yüzyıl ve
19.yüzyıl boyunca devam etmiútir.176 ømparatorlu÷un sınırlarındaki yerleúik tarım
alanlarında uç veren gens (kandaúlık) temelli feodal e÷ilimler artık ürünü güvence
altına almak göçebe ekonomisinin talan ve ya÷masından korunmak için
kendilerini güvence altına alacak aúiret mirliklerinin oluúmasına neden olmuútu.
Ayrıca ømparatorlu÷un sınırlarında savaú örgütlenmesini merkezden oluúturmak
güç oldu÷undan imparatorlu÷un sınır boylarında savaúı örgütleyecek fetih
bürokrasisi üyelerinin merkeze ba÷lılıklarını güvence altına alabilecek bir maaúı
karúılayacak artık ürünü yaratmak ve toplamak neredeyse olanaksızdı. Bu nedenle
temel ödeme yöntemi olarak belirli toprakların gelirlerinin devlet memurlarına
ayrılması veya resmi statüyü kullanma yoluyla kapatılmasına izin verilmesi gibi
yöntemler kullanılırdı.177 Ancak bu gibi dolaylı ödeme yöntemleri sipahi veya
kapı kullarının merkezin denetimini zayıflatarak sömürüyü, halkın tepkisini
uyandıracak ölçülere vardıran tehlikeleri vardı. Tarım imparatorluklarının tipik
krizi bürokrasinin maaúını ödeme ve büyük úehirlerin iaúesi sorunuydu. Örne÷in
devrim öncesi Fransa’da baúlayan ekonomik krizin sonucunda bürokrasinin
175
Mayevsry. A.g. e, s. 110
Bu dilekçelerden birinde Van’da bulunan Ermeni ve Müslüman halkın bir bölümünün yedi
Kürt aúiret reisinin ismi belirtilerek bunların gasp ve zulümlerine devam ettikleri adalleten
istifade ümitlerini keserek yeniden muhaceret hazırlandıkları belirtilmekteydi. øddiaya göre
Hüseyin Paúa adlı Kürt reisi (muhtemelenKör Hüseyin Paúa olmalı) “ liva merkezine celb
edildikten sora tevkif ve muhakeme edilmeksizin avanesi ile serbets bırakılmıútır Bitlis’te
Musa Bey’in kardeúi Kasım Bey ùubat ayında üç kiúiyi öldürmüú, Karslı bir ihtiyarı ve di÷er
bir adamı daha kuyuya atmıú, ikincisinin zevcesini úimdiye kadar yanında saklamıú, birçok
kadınların ırzına geçmiú ve daha bir çok cürümler iúledi÷i belirtilerek bunların
cezalandırılmadı÷ın Bab-ı Aliye bildirmekteydiler. Bkz økdam, No: 5143 18 Eylül 1908
177
Barrington Moore. Demokrasinin ve Diktatörlü÷ün Kökenleri. Çev. ùirin Tekeli, Alâeddin
ùenel ømge Kitabevi Ankara ,2003 s. 220
176
71
maaúını ödeme zorlu÷u çeken Fransız monarúisi bu soruna, bürokratik mevkileri
satarak çözüm getirmeye çalıúmıútı.178 Aynı úekilde 17. yüzyılda Osmanlı
Devleti’nde de yükselen enflâsyon karúısında bürokrasinin giderlerini karúılamak
için ta÷úiú (paranın de÷erinin düúürülmesi) politikaları ve mânsıbların (bürokratik
mevki) satılmıútı. Mansıpların satılmasıyla birlikte dönemin edebiyat eserlerinde
ve lâyîhalarında oca÷ın bozuldu÷u, ehliyet ve liyakatin ölçü olmaktan çıktı÷ı
vurgulanmıútır. Nitekim “Beúik Uleması” deyimi de bu yüzyılda mânsıbların
devlet memurlukların satılmasıyla ortaya çıkan yeni tipin eleútirisiydi.179
Tartıúmayı Do÷u Anadolu özelinde ele aldı÷ımızda bölgede artık ürünün sadece
tarımdan de÷il hayvancılık üzerinden de devúirildi÷i vurgulanmalıdır. Do÷u
Anadolu’nun ayırt edici özelli÷i tarımla hayvancılık arasındaki ayrımda
hayvancılı÷ın belirleyici olmasıdır. Hayvancılık ise göçebe temelli bir ekonomi
oldu÷undan merkezi otoritenin kent ve kır bürokrasinin bu ekonomi üzerinde
uyguladı÷ı do÷rudan zorla artık ürünü devúirmesi her zaman mümkün
olmamaktaydı. Zora ve baskıya ra÷men göçebe aúiretler kendi yaúam tarzlarını
inatçı biçimde sürdürmeye devam ediyordu. Do÷u Anadolu’nun kurak
co÷rafyasında tarımı yerleúik köylüler, hayvancılı÷ı ise mevsimden mevsime otlak
ve yaylaklarda dolaúan göçebeler yapmaktaydı. Bu nedenle göçebelik uzun
ömürlü olmuú, ekonomik ve toplumsal farklılaúmayı yavaúlatan bir etken
olmuútu.180 Merkezi siyasal otoritenin güçlü oldu÷u dönemlerde göçebe aúiretler
merkezi otoriteye karúı göreli olarak pasif bir durumdadırlar. Ancak siyasal
otoritenin zayıf oldu÷u dönemlerde göçebeler daha saldırgan olmuúlar yerleúik
tarım alanlarına ve øran‘dan gelen ipek kervanlarına saldırarak ya÷ma ve talanla181
tarlaları otlak haline getirerek yerleúik tarımın ve ticaretin geliúmesini
engellemiúlerdi. Do÷u Anadolu’da aúiretlerin ya÷malarının önlendi÷i dönemler
Safevi ve Osmanlı yönetiminin göreli merkezîleúme dönemleriydi. Merkezi
siyasal otoritenin bölgede egemenli÷ini hissettirdi÷i zamanlarda yönetimler iç ve
Michelet. Fransız øhtilali Tarihi I.cilt Çev. Hamdi Varo÷lu Milli E÷itim Basımevi 1950
østanbul s.5
179
Bkz Koçi Bey Risalesi Haz: Zuhuri Danıúman Ecdad Yayınları 1994 Ankara s. 45
180
Bernard Lewis, Ortado÷u, s. 216–217
181
Köylülerin, artık emeklerin sömürücüler tarafından el konulması, Marx’ın “ekonomi-dıúı”
araçlar diye adlandırdı÷ı unsurlar, askerî, adlî ve siyasî güce dayalı egemen güçlerini
kazanmalarında toprak sahiplerinin ya da devlet tarafından uygulanan do÷rudan baskıyla
yapıldı÷ı ve artık ürüne el konuldu÷u tasarruf biçimidir. Bkz. Elleın, Meıkıs Wood.
Kapatalizmin Kökeni Çev: Cevdet Aúkın Epos Yayınları 1999 Ankara s. 106
178
72
dıú ticareti teúvik ederek, köprü yol yapımlarını destekleyerek, göçebe akınlarını
siyasal olarak kontrol altına almıúlardı. Bu göreli istikrar dönemlerinde çarúılar
kurarak, ekonomik olarak yerleúik grupların çıkarlarını koruyarak ekonominin
geliúmesini sa÷lamıúlardı.182 Ayrıca imparatorlu÷un sınırlarında yer alan bölgenin
co÷rafî etkenlere ba÷lı olarak biçimlenen ekonomik yapısı, yerleúik tarımı teúvik
edecek düzeyde yerleúimi cazip kılacak verimli toprakların azlı÷ı ekonomide
göçebe ekonomisini dirençli hale getiren di÷er bir faktördü. ømparatorlu÷un batısı
ile do÷usu arasında bir karúılaútırma yapacak olursak, Batıda 18. yüzyılda göçebe
yapıları büyük oranda çözülmüútü. Buna karúın Do÷u’da göçebeli÷in ekonomik ve
toplumsal ve kültürel temelleri halen çok sa÷lamdı. Bölgenin toplumsal yapısı
birbirine entegre olmamıú aúiretlerin parçalı yapılarından oluúuyordu. Aúiretlerin
bu parçalı yapısı pazar iliúkisinden öte para ekonomisinin bile çok zayıf oldu÷u
ilkel düzeyde kapalı bir niteli÷e sahipti. Merkezi siyasal otoritenin bürokrasisi ise
bölgedeki yerel güç odakları ve mahalli nüfuz sahiplerince adeta paylaúılmıú
durumdaydı. Bu aynı zamanda merkezle merkez-kaç unsurların bir iktidar
paylaúımının gerilimini yansıtıyordu. 183
Merkezi siyasal güç ve aúiretler arasındaki bu gerilim yüzyıllar boyunca
devam etmiúti. Merkezi siyasal otorite ile da÷ınık aúiretler arasındaki bu gerilimin
temel nedenlerinden birisi, merkezin asker ve vergi toplamak için bölgedeki
aúiretleri yerleúik düzene geçirme çabasından kaynaklanmaktaydı. Merkezi siyasal
otoritenin bu giriúimlerinin her zaman baúarılı oldu÷u da söylenemez. Ancak bu
da÷ınık aúiretleri zaman zaman bir aúiret toplulu÷u altında örgütleyip manipule
ederek øran’la olan savaúlarda asker gereksinimini karúılımada bu politikalar etkili
oluyordu. Devletin savaú koúullarında aúiretlerle olan bu ittifakı aúiret gruplarının
merkezi siyasal otorite tarafından resmi padiúah fermanıyla tanınarak bulundu÷u
bölgelerde daha etkin bir güç oda÷ı haline getiriyordu.
N.R. Keddie. “ Socio-economii Change øn The Middle East Since 1800” Ed. A. I
Udovitcih. The Islamic Middle East. Princeton 1981. s 65
183
Bruines a. g.e 365
182
73
2.3.Tanzimat Fermanı ve Vilâyyat-ı ùarkîye
Tanzimat fermanı Osmanlı toplumsal düzenindeki etnik-dinsel ve cemaat
temeli üzerine kurulan geleneksel yapıyı hukuksal olarak de÷iútirdi. Tanzimat
fermanın asıl amaçlarından birisi gayrimüslim azınlıkların dini ve etnik
kimliklerini, mal ve can güvenliklerini güvence altına almaktı. Bu de÷iúiklikler
daha sonra Ermeniler ve Rumlar arasındaki etnik-dini kimlikler temelinde
baúlayan siyasallaúma süreciyle uluslaúmaya do÷ru bir evrim sürecine girecekti.184
Osmanlı toplumsal yapısındaki bu dönüúüme parelel olarak uluslaúma süreciyle
gayrimüslim cemaatlerin etkinli÷i daha da arttı. Gayrimüslim unsurların
imparatorlu÷un toplumsal yapısı içinde orta sınıfı oluúturan Ermeniler ve Rumlar
yabancı sermayenin imparatorluk içinde iliúki kurdukları önemli aracılardı.
Avrupa’nın ekonomik, politik ve askeri çıkarları gayrimüslim azınlıklar arasında
yeni tüccar ve entelektüel sınıfların yükselmesine yol açtı.
Bu çerçevede 1838 Ticaret Antlaúması serbest ticaret koúullarını
oluúturmuútu. Tanzimat süreci de bu serbest ticaret düzenin gerektirdi÷i üst yapı
kurumlarını dönüútürerek gayrimüslim Ermeni ve Rum burjuva sınıfı185 ile
184
185
Kemal Karpat “Orta Do÷u’da Osmanlı Etnik ve Dini Mirası” Ortado÷u’da Etnisite
Ço÷ulculuk ve Devlet s. 59 Ed. Milton JEsman, Itamar Rabinovich
Burjuvazi bu kelime XII. Yüzyıldan beri kullanılmaktaydı, Burjuva bir anlamda bir kentin
ayrıcalıklı hemúerisi anlamına gelmekteydi. Fransız bölge ve kentlerine göre kelime ancak
XVI. Yüzyılın sonu veya XVII. Yüzyılın baúında yayılacaktır, kelimeyi kesin bir úekilde
yayacak olan XVIII. Yüzyıldır ve Devrim ona asıl ününü sa÷layacaktır. Burjuva sınıfı
toplumsal yükselmenin birinci basama÷ını köylülerin oluúturdu÷u tarımsal iliúkiler ile serbest
denilen meslekler arasındaki, aúılması güç düzey farkını ifade etmektedir. Bu serbest
meslekler herúeyden önce hukuk alanına aittir. Bu meslekler úöyle sıralanablir: Avukatlık,
dava vekilli÷i, noterlik gibileridir. Bunların arasından ço÷u kendinden yaúlı bir meslekdaúın
yanında yetiúmiú ve üniversite okumamıútır: Üniversite okuyanların ço÷u da bu iúi keyfe
keder olarak yapmaktadırlar.
Burjuvalar için meslek saygınlık yaratmakla birlikte kendi baúına yeterli de÷ildir bunun
yanında ayrıcalıklarının belli bir zenginli÷e sahip olması gerekmektedir, rahatlı÷a ulaúmıú
olması, saygın bir úekilde yaúıyor olması, kent çevresinde bir miktar toprak satın almıú
olması, ve sine go non koúul olarak caddeye bakan bir evde oturması gerekiyor. Burjuva
sınıfını iktisadi yaúamda oynadıkları role ve toplum içindeki yerlerine göre çeúitli kategorileri
ayırmak gerekmektedir. Bu konuda úöyle bir sınıflama yapmak mümkündür.
1. Gayrı Menkul Kirasından Geçinen Pasif Burjuvalar
2. Serbest Meslek Sahipleri: Avukatlar. Noterler, Doktorlar v.b
3.Küçük Burjuvaziyi meydana getiren Esnaf ve sanatkârlar
4.Geliri meta üretimi ile ticarete dayanan kâr yoluyla iktisadi üstünlü÷ü ele geçirmiú olan büyük
burjuvalar ya da Gentr’ler Emmanue. l Sieyes. Tiers Etat Nedir, Çev: Süheyl Derbil AÜ H.F
D. 1951 s.126-207. Geliri meta üretimi ve ticarete dayanan burjuvaların Tiers Etat içinde
74
bürokrasiyi imtiyazlı hale getirdi. 1838 Antlaúması gibi Tanzimat reformları da
øngiltere ve Batı’lı güçler tarafından empoze
edilmiúti. Tanzimat kuúkusuz
imparatorlu÷un modernleúmesi yönünde önemli bir adımdı ancak Fransız
devriminde oldu÷u gibi binlerce köylüyü reayalıktan kurtaracak bir düzenlemede
de de÷ildi. Üst yapı düzeyinde ise batılılaúmaktan çok sömürge iliúkilerinin
yapısal olarak yolunu açan bir düzenlemeydi. Atatürk Tanzimatı úöyle
açıklamaktaydı:
“ Sultan Abdülmecid zamanında belki Reúit Paúa’nın tasvibiyle, Daha
do÷rusu dahiliye-i memlekette isyan oca÷ını körüklemekte olan
gayr-i Müslim unsurları memnun etmek zaruretinden, bunların
memnuniytini iltizam eden Avrupa’nın ve garbın karúısında bir úey
yapmak lâzım geldi. Gülhane Hattı-ı Hümayunu meydana çıktı.186
Lord Stratford ‘un Türkiye anılarında da reformun baú amaçlarından birinin,
Hıristiyan reayayı Sultanın en hür, en gözde uyrukları yapmak oldu÷u187 ileri
sürülerek Atatürk’ün görüúü do÷rulanmaktadır. O kadar ki, Ermeniler, Rumlar,
Amerikan misyonerleri, øzmir ve østanbul tüccarları Tanzimatı nasıl öveceklerini
bilemiyorlardı. Gerçekten, øngiliz Büyükelçisinin perde arkasından yönetti÷i
Tanzimat reformlarından Türkiye’de yararlananlar, paúaların yanı sıra, Batı
kapitalizminin yerli komisyoncu÷u rolünü yüklenen Rum ve Ermeni aracılardı.188
Tanzimatla birlikte bu hareketin öncüleri memurlara ait servetlerin
müsaderesi usulune son vererek Babı Âli bürokrasisinin zaten Tanzimat’tan önce
baúlayan fiili durumunu meúru hale getirerek bu sınıfın servetlerini katlamalarının
hukuksal yolunu açtı. Lütfi Tarihi’nde gayrimüslüm burjuva sınıfı’nın yanında bu
azınlıktadırlar, Fransız Devrimi’nin sosyalist tarihini yazan JAURES Burjuvazinin
zenginleúme kaynakları arasında ticaret, manifaktür üretimi ve faizcili÷in yanında vergi
mültezimli÷inin de önemli bir yeri oldu÷unu ve 18. yüzyılda büyük ölçüde devlete egemen
olma yollarından birinin bu vergi mültezimli÷i oldu÷unu belirtmektedir. Jaures göre bu
egemen sınıf 14 ve 15. Louis’lerin øngiltere Avusturya, Prusya’ya karúı yürüttükleri savaúları,
devlete açtı÷ı kredilerle desteklemiúlerdir. Böylece devlet hazinesinde alaca÷ı gittikçe
kabaran burjuvaziye siyasi iktidarın kapılarını açmıúlardır. Bkz. Murat Sarıca 100 Soruda
Fransı øhtilali
186
Atütürk, Söylev ve Demeçler. C. I s. 129
Lord Straford’un Türkiye Anıları Tarih Vakfı Yurt Yayınları1999, s. 117
188
Do÷an Avcıo÷lu. Türkiye’nin Düzeni C. I. S.122
187
75
sınıfı “Ol vaktin diúliceleri” olarak tanımlıyordu.189 Tanzimat reformlarıyla
birlikte açık pazar haline gelen ülke ekonomisi batı sanayi ürünleri ve
sermayesinin hücumuna u÷ramıútı. Avrupalı sermayedarlar Galata bankerlerine
özenerek devlete borç vermek için yarıúa gireceklerdi. Osmanlı Devleti’nin ilk
borçlanması Reúit Paúa’nın sadrazamlı÷ı sırasında 1850 yılında yapılmıútı. Reúit
Paúa sadrazamlıktan uzaklaútırıldıktan sonra vekiller heyeti borç sözleúmesini fesh
etmiúlerdi.190 Ancak daha sonra 1854 Kırım Savaúı için batı ülkelerinden borç
alınmaya tekrar baúlanacaktı. Bu dönemde Avrupa kapitalizmi yapısal bir kriz
içinde sermayenin tekelleúti÷i ve tröstleúti÷i bir süreci yaúıyordu. Mali sermaye bu
krizi aúmak için sermaye ihracını gerekli kılmıútı. Bu de÷iúiklik Avrupa dıúı
ülkelere do÷ru sermaye akıúını hızlandırmıútı.
1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra, “Osmanlıcılık” kavramı benimsemiú,
siyasal bir proje olarak Osmanlıcılık inançları ve dilleri ne olursa olsun Osmanlı
topraklarında yaúayan herkesin Osmanlı vatandaúı kabul edildi÷i düúüncesi
uygulanmaya konmuútu. Osmanlıcılık fikrini daha da pekiútirmek için hükümet,
1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslimleri resmen tanımıú, belediye ve il yasalarını
çıkararak yeni kurulan idare meclislerinde gayrimüslimlere temsil hakkı
tanınmıútı. Bu meclislerdeki gayrimüslim temsilciler milletlerin sözcüleri olarak
de÷il ba÷ımsız bireyler olarak seçilmiúlerdi. Böylece gayrimüslim millet
mensupları Osmanlı vatandaúı olarak kabul edilmeye baúlanmıú fakat resmi
milliyet yasası 1869’a kadar kabul edilmemiútir. Osmanlı vatandaúlarına yeni ve
modern bir statü veren bu yasa zaten yerleúik durumda olan bir kavramı teknik
açıdan yasallaútırmıú ve ona açıklık getirmiúti191 Ancak toplumsal yapısı ümmet
esası üzerine kurulmuú devlette bu vatandaúlık hukuku uygulamada pek çok
sorunu beraberinde getirmiúti. Bu sorunlar ise milliyetçilik kavramından
kaynaklanıyordu. ømparatorlu÷un yapısı içinde birbirinden kopuk unsurların
oluúturdu÷u bir yapıda gayrimüslim milletler arasında baú gösteren milliyetçilik
e÷ilimini önlemede bir araç olarak kurgulanan Osmanlılık ideolojisi temelinde
vatandaúlık kavramının uygulanması baúlı baúına bir sorun oluúturmaktaydı.
189
Lütfi Tarihi Cilt III. Haz. Münir Aktepe TTK Yayınları 1988 Ankara s. 231
Mehmet Zeki Pakalın. Tanzimat’ın Maliye Nazırları, Knaat Kitabevi 1939 østanbul s.39
191
Kemal Karpat, Osmanlıda De÷iúim Modernleúme ve Uluslaúma Çev: Dilek Özdemir ømge
Kitabevi Ankara 2006 s. 312
190
76
ømparatorlu÷un, Fransız devrimiyle baúlayan milliyetçilik akımlarına karúı kendi
bütünlü÷ünü korumak amacıyla geliútirdi÷i “Osmanlıcılık” projesi ümmet ve
imparatorluk zihniyeti temelinde yurttaú yaratmayı amaçlıyordu.
Bu sorun
imparatorlu÷un yurttaúı olmayı ifade eden ve bu yurttaúa batı Avrupa’daki
herhangi bir ulus devletin yurttaúına ait her türlü hakları tanıyan “ Osmanlıcılık”
ideolojisi benimsetilmesini amaçlamaktaydı. Ancak özgürlük, eúitlik ve kardeúlik
gibi kavramların Osmanlıcılık çatısı altında benimsenip savunulması teorik olarak
mümkün görünse bile pratikte bunun gerçekleúmesi olanaksızdı. “Osmanlıcılık”
projesinin ilk çeliúkisi, daha do÷rusu imkânsızlı÷ı da bu noktada yatıyordu. Ulusdevletlerde uygulansın diye ortaya atılmıú ilkeleri göklere çıkararak yarım
yüzyıldan beri Osmanlı ømparatorlu÷unu bölüp parçalayan, bu parçalanmanın asıl
temelini meydana getiren farklılıkların, úimdi gene aynı amaçlarla ortadan
kaldırılması isteniyordu.
Bu ikinci bir çeliúkiyi de beraberinde getiriyordu.
Örne÷in Fransız Devriminin getirdi÷i Ulus devlet ve ona ba÷lı olarak eúitlik,
özgürlük ve kardeúlik ilkesi Osmanlı’da “milleti hakime” ilkesine ve
Müslümanların üstünlük rolü gibi ilkelerle çeliúen yönü bu
projenin teorik
açmazıydı.192
Tanzimat fermanı ve 1856 Islahat fermanının uygulamada ortaya çıkardı÷ı
sorunlarla birlikte Müslüman halkın gayrimüslim cemaatlere bakıú açısında
önemli bir sapma meydana getirdi. Tanzimat öncesi toplumsal sınıfların
ayrımında iki temel sınıfı oluúturan Askeri sınıf-Reaya sınıfı yerine MüslümanGayrımüslim ayrımı öne çıkamaya baúladı. Bu da dini ayrımdan etnik ayrım ve
tanımlara geçiúi kolaylaútırarak cemaatlerin dinle birlikte etnik temel üzerinde bir
ideoloji geliútirmelerini hızlandırdı.
Konunun Do÷u Anadolu’yu ilgilendiren yönü Ermeni sorunuydu. Tanzimat
yöneticileri sorunu daha çok yönetim yanlıúlıklarından ileri gelen, idarî düzenleme
ve ıslahatlarla çözülebilecek bir sorun olarak görüyorlardı. Ancak dini ve etnik
unsurların öne çıkmaya baúladı÷ı dönemde bu önlemlerin bir çözüm olmayaca÷ı
sonradan anlaúılacaktı. Çünkü bölgede yerel seviyedeki toplumsal farklılaúmalar
ve sorunlar salt idarî de÷il aynı zamanda ekonomik, kültürel, dini, etnik vb.
192
Stefanos Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye, Cilt III Çev: Babür Kuzucu Belge
Yayınları 2001 østanbul, s, 220-222
77
sorunlardı.193 Tanzimatçılar, merkezi idarenin iktidarını güçlendirilebilmesi için,
askerlik ve vergi sorunlarını çözmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için vergilerin
toplanması iúini merkezi denetime ba÷layarak, meclislere gayrimüslimlerin de
katılması, yerel idarenin âyan ve eúraf etkisinden kurtarılarak merkeze daha fazla
ba÷lanması gibi yenilikleri yaúama geçirdiler.194 Bu düzenlemelerden birisi de
1867 Vilâyet Nizamnamesiyle baúlatılan yerel idare meclislerinde gayrimüslim
unsurların temsil edilmesi, bürokrasiye daha çok gayrimüslim alınması, Osmanlı
Devletinde gayrimüslimlerin ekonomik durumlarını, toplumsal ve hukukî
konumlarını yükselmesini sa÷ladı. Avrupa siyasetindeki yeni dinamiklerle çakıúan
bu geliúme, geleneksel statüsünü yitirdi÷ini hisseden Müslüman unsurlarda,
özellikle yerel iktidar odakları ile ulemada Avrupa’ya ve yerli Hıristiyan
cemaatlere karúı düúmanca bir tavır geliútirilmesine yol açmıútı.195 Bu geliúme
özellikle Do÷u Anadolu’da Müslümanlar tarafından kuúku ve tepkiyle
karúılanmıútı. Tanzimatla birlikte gayri Müslimlerin vilâyet meclislerinde yer
alması özellikle Do÷u Anadolu’daki Sünni Kürt aúiretleri açısından rahatsızlık
verici bir geliúmeydi. Çünkü Ermenilerin Tanzimatla elde ettikleri kazanımlar
can, mal güvenli÷i hukukî ve diplomatik garantiler zaten ya÷ma ve talan
ekonomisi üzerinde biçimlenen Kürt aúiretlerinin bölgedeki güç iliúkilerindeki
konumunu zayıflatmıú ve bu aúiretlerle ømparatorluk arasındaki ittifakın
zayıflamasına yol açmıútı. Ermeni Meclisi’nin kuruluúunun Kürtler açısından
taúıdı÷ı di÷er bir olumsuzluk ise Millet Nizamnamesinin Ermeniler için bir
Rönesans niteli÷inde olmasıydı. Ermeniler nizamnameyle taúrada örgütlenmiú
okullarını, gazetelerini dini kurumlarını bir çatı altında örgütleyerek østanbul’da
bir merkez meydana getirdiler. Ermeni milletinde e÷itim ve kültürün merkezi bir
koordinasyonla tek çatı altında toplanması ulusal bilinçlerini hızla geliútirerek
Ermeni cemaatini birbirine daha çok ba÷ladı. Bu dönemde Ermeni kilisesinin
taúradaki temsilciliklerinin dikkate de÷er bir geliúim içinde oldu÷u görülür.196
Tanzimat’ın getirdi÷i düzenlemelerle Ermeniler her yerde yeni toplantılar
Stefanos Yerasimos a.g.e, s. 78
Suavi Aydın, Kudret Emiro÷lu. Mardin: Aúiret, Cemaat, Devlet. Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
2000 østanbul. s.202
195
Davison, Roderic H. Osmanlı ømparatorlu÷u’da Reform 1856-1876, Çev: Osman Akınhay.
Papirus Yayınları, østanbul 1997 s. 65
196
Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni –Kürt
øliúkileri Çev: Bedros Zartaryan, M. Yetkin, Med Yayınları, østanbul 1992 s.93
193
194
78
düzenliyor ve kendi kilise temsilcilerini seçiyor veya temsilciler patriklik
tarafından tayin ediliyordu.
Ermeni Meclisinin kurulmasından sonra Ermenilerin en önemli úikâyetleri
Kürt aúiretlerinin saldırıları olmuútur. 1880 yılına kadar Ermeni Meclisi BabAli’ye Kürtler aleyhine 144 úikâyette bulunmuútu.197 Ermenilerin bu úikâyetleri
Bab-ı Ali’yle sınırlı kalmamıú Berlin Konferansına da taúınarak Avrupalı güçlerin
Osmanlıya diplomatik baskı yapmasının en önemli gerekçesi haline gelmiúti.
Do÷u ve Ermeni sorununu Avrupa gündemine sokan Berlin Konferansı’ndan
sonra ikinci kez alınan ıslahat kararı Ermeniler için reform yapılması anlamına
geliyordu. Bu kararla Osmanlıların o zamana kadar ıslah ve iskân etmek istedi÷i
Kürt aúiretleriyle Ermenilere karúı politikası de÷iúiyordu. Berlin Konferası ile
birlikte Tanzimatçı paúaların yerine Hamidiye alayı paúası geçiyordu.
2.4. 1858 Arazi Kanunnamesi
Tanzimat reformlarının getirdi÷i de÷iúim ve dönüúümün toprak mülkiyet
iliúkilerindeki yansıması ise kendini 1858 Arazi Kanunnamesiyle gösterecekti.
Kanunnameye göre Osmanlı toprakları Memluke (Özel Mülkler) Miriye, (Devlet
mülkleri), Mevkufe, (Vakıf Mülkleri), Metruke (Terkedilmiú Mülkler) Mevât
(Boú topraklar) olarak beú kısma ayrılıyordu. Ömer Lütfi Barkan bu toprakları iki
baúlık altında gruplandırmakta; birinci gruptakileri özel mülkiyetin olmadı÷ı
devletin kontrolünde olan miri topraklar, ikinci gruptakileri ise rekabesi (çıplak
mülkiyeti) özel úahıslar, vakıflar ve kurumsal yapılara ait olan topraklar olarak
tasnif etmektedir.198
Tanzimat sürecinin bir sonucu olan 1858 Arazi
Kanunnamesiyle getirilen topraktaki rejim de÷iúikli÷i fiili olarak daha önce
baúlayan topraktaki özel mülkiyete do÷ru evrimleúme sürecinin hukuksal
onayıydı. 1858 Kanununamesi miri arazi üzerinde kurulmuú ba÷ımsız küçük çiftçi
iúletmelerinde bireysel tasarruf ilkesini getirmekteydi. Köylü, bireysel tasarruf
ilkesine dayanarak arazide istedi÷i gibi tarım yapabilecek, arazisini kiraya
verebilecekti. Gerçi bunlar tarım memurunun iznine ba÷lı olsa da izin uygulamada
Osman Aytar, Hamidiye Alaylarından Köy Koruyuculu÷u’na Medya Güneúi Yayınları,
østanbul, 1992 s.39
198
Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meseleleri Toplu Makaleleri s. 365
197
79
iúlevsiz kalmaktaydı. øzinle arazinin borç için satılması, ipotek edilmesi önlenmek
istenmiúse de bu uygulamada önlenememiú, büyük toprak sahipleri borç ve ipotek
yoluyla topraklarını büyütmeye devam etmiúlerdi. Kanunnamenin 23. Maddesi
topra÷ın, iúleyenin zilyetinde olaca÷ını kabul ediyordu. Fakat topra÷ı iúleyenler ya
da ondan otlak olarak yararlananlar bundan habersizdi. Ayrıca devlet yüzyıllardan
beri köylüyü sadece vergi toplarken ya da asker alırken hatırlamaktaydı. Bu
nedenle köylüde devlete karúı bir korku ve güvensizlik duygusu egemendi.
Kanunnamenin getirdi÷i yeni düzenlemelerin farkında olanlar aúiret, kabile
reisleri, úeyhler ve yüksek dereceli memurlardı. Do÷u Anadolu’daki aúiretlerin
elinde bulunan topraklarda zaten bireysel mülk tanınmıyordu. Otlaklar aúiretin ya
da aúiretin altında bulunan kabileye aitti. Kısa süre içinde ekilebilir topraklar
eskiden ocaklık sahibi nüfuzlu beyler ya da onların ardılları aúiret reisleri úeyhler
ve yüksek memurlar adına kaydedilmiúti.199
Do÷u Anadolu’da devletin, siyasal gücü daha çok miri topraklar üzerindeki
kontrolünden kaynaklanıyordu. Bu topraklarda eeorik olarak ekilebilen bütün
arazi padiúaha ait olup, uyruklar ancak intifa (kullanım) hakkına sahipti. øktisâdi
hayat durgunlaúmaya baúlayınca, bu haklar ticaretten ya da pazar için üretimden
daha kârlı hale geliyordu. Tam anlamıyla mülkiyet hakkı Memluke (mülk)
edinmiú
olanlar
bile
17.yüzyıldan
sonra
ellerindeki
topraklarda
tarımı
modernleútireceklerine iltizam haklarına talip olmuúlardı. Bu e÷ilim aynı zamanda
tarımda kapitalist süreci engelleyen ve geciktiren bir e÷ilimdi. Piyasanın yerine,
devletin tanıdı÷ı ayrıcalıklarından ve onun nüfuz iliúkilerinden yararlanan
bürokrasi kesimini daha güçlü hale getirecekti. Bürokrasi üyelerinin, iltizam
sisteminin devamından yaúamsal çıkarları vardı. ølginç olan devlet gerilerken ve
gelir ihtiyacı gittikçe artarken Osmanlı devlet adamları hiçbir zaman ciddi olarak
arpalık sistemini terk edip potansiyel yeni vergi kayna÷ı olarak tarımda özel
teúebbüsü teúvik etmeyi düúünmediler. Bunun nedeni topra÷ın her úeyden önce bir
kiúiye ait de÷il göreve ait olmasından kaynaklanıyordu.200 ølke olarak Osmanlı
toprak rejiminde özel mülkiyet kural de÷il istisnadır. Topraktaki mülkiyet
199
200
Cin, Halil, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülkiyete Dönüúümü Selçuk Üniv. Yayınları 1987
Konya s. 243
ùerif Mardin. Din ve ødeloji, øletiúim Yayınları østanbul. 1999 s.86
80
iliúkilerinin de÷iúmesi toplumsal ve siyasal yapıyı dönüútürerek özel mülkiyete
do÷ru bir e÷ilim sürecine girecekti. Bu süreç Tanzimatla baúlayıp 1858
Kanunnamesiyle devam eden hukuksal yapıyı de÷iútirmeye zorlayacaktı. Arazi
Kanunnamesi’nin yürürlü÷e girmesiyle birlikte, Do÷u Anadolu’da toprak a÷aları
geniú miri arazileri ucuz fiyatla devletten almaya baúladılar. Geri kalan miri arazi
topraklarının bir kısmı ise uzun süre atıl kaldı. Çünkü toprakların önemli bir kısmı
verimsizdi verimli olanlar ise sulama eksikli÷i nedeniyle tarım yapılmaya elveriúli
de÷ildi. Do÷u Anadolu’da miri toprakları iúletmek için kiracı bulmak da kolay
olmadı÷ından, Kürt aúiret reisleri, küçük üretici köylüleri ortakçı durumuna
getirmek için çeúitli baskılara baúvurdular.
1858 Kanunnamesinin Do÷u Anadolu’yu ilgilendiren en önemli maddesi 8.
maddeydi. Bu madde büyük toprak mülkiyetini önlemek amacıyla yeni bir
düzenleme getirmiúti. Bu madde, ortak zilyetlik ya da tasarruf hakkını
tanımıyordu. Bu maddeye göre bir köyün ya da kasabanın topra÷ı bir bütün olarak
halk ya da birkaç kiúiye ba÷ıúlanamazdı.201 Miri toprak rejiminin özel toprak
rejimine do÷ru evrilmesinin somut bir aúamasında 1910 yılında çıkarılan bir
kanunla da özel mülkiyette oldu÷u gibi arazisini ipotek hakkına kavuúuyordu.202
Sonuç olarak Tanzimatla baúlayan merkezîleúme süreci ülkenin batısında bazı
büyük toprakları müsadere etmekle birlikte 1858 Arazi Kanunnamesi ülkenin
do÷usunda uygulanamamıútı. Do÷u Anadolu’da Kürt aúiretler ve a÷aların siyasal
ve ekonomik gücü bu merkezîleúme politikalarıyla da tasfiye edilememiúti. Her ne
kadar 1858 Kanunnamesi büyük toprak mülkiyetini önleyici düzenlemeler
getirmiúse de bu hükümler Do÷u Anadolu’da uygulanma olana÷ı bulamamıútı.
201
Ö.Lütfi Barkan.”Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Arazi
Kanunnamesi” s. 378
202
Gökalp. “Ziraat ve Zeamet”, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler’,s. 109
81
2.4.1. Do÷u Anadolu’da Yurtluk ve Ocaklık Statüsündeki Topraklar
Do÷u Anadolu’da toprak düzeni miri toprak rejiminin yanında aúiretlere ait
“yurtluk ve ocaklık” statüsünün yan yana bulundu÷u ikili statüye tabiîydi. 16.
yüzyılın baúlarından itibaren, Osmanlı padiúahlarıyla øran úahlarının savaú alanı
haline gelen dönemde Kürdistan olarak bilinen bölge, ødris-i Bitlisi’nin Kürt
aúiret reislerine otonom bir nitelik kazandıran feodal örgütlenmeye öncülük
etmiúti. Örgütlenme Osmanlı tarafından tanınmıú ve böylece Kürt beylerinin
birço÷u merkezi siyasal otoriteye göreli olarak ba÷lanmıútı.203 Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu’daki bu toprak düzeni, Osmanlı toprak rejimi içinde istisna
sayılabilecek yurtluk ve ocaklık úeklinde toprak temliklerinden oluúan kaydı hayat
úartıyla babadan o÷ula geçen bir statüye tabiydi. Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu’daki toprak düzeni Osmanlı Kanunnamelerinde úu úekilde düzenlenmiúti.
“Kürdistan’da bu toprakların bir kısmı ocaklıktır ki hin-i fetihte (savaú
zamanlarında)
bazı
ümeraya
(beylere)
hizmet
ve
itaatleri
mukabelelerinden (karúılı÷ında) bervech-i te’bid (ebedi olarak) sancak
ve has tarikiyle (yoluyla) tevcih olunmuútur ki bu makullelere (insanlara)
erbaba-ı divan istilahında yurtluk ve ocaklık derler. Kürdistan beyleri ve
hâkimleri bu kabildendir yine sancak itibar olunur, selatini (sultanlar)
selef(öncülü) ve haleften (ardılı) ellerinde beratları vardır ve
temessükleri (do÷uúları) mucibince bunlar azl (görevden alma) ve nasbı
(atama) kabul eylemezler. Beylerbeyleri ile sefere eúlik ederler,
bunlardan birisi fevt(ölürse) olursa veyahut eda-ı hizmet etmese yurdu,
oca÷ı, sanca÷ı hasları o÷luna ve akrabasına verilir, hariçten kimesneye
verillü gelmemiútir.204
Statü bakımından miri arazi rejiminden farklı olan bu topraklar sancaklar
halinde bölünmüútü.
Eyalet ismiyle de geçen bu sancaklar: Eyalet-i Cizre,
Eyalet-i Bitlis, Eyalet-i Hısn-ı Keyf (Hasankeyf) Eyalet-i Sûran, Eyalet-i ømadiye
203
204
Minorsky, «Kürtler» maddesi, øslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 1091, 1093.
ø. H. Uzunçarúılı Osmanlı Tarihi II. Cilt, TTK Yayınları Anakara s. 275
82
ve Eyalet-i Çemiúkezek’ti. Bu eyaletlerin Kürt Beyleri Ümeray-ı øzam (büyük
emirler)
olarak anılırlardı. Bunlara yazılan hükm-i úeriflerde siz (Osmanlı
fermanlarında “siz” kelimesi hiyerarúik olarak daha üst yöneticilere hitap ederken
kullanılan bir kelimeydi.) diye hitap ediliyordu.205 Bu sancaklar darül-harb (savaú
bölgesi) deki sancaklar olarak kabul ediliyordu. Bölgelerdeki Ekrâd sancakları
klasik Osmanlı sancaklarından farklı olarak daha çok özerkli÷e sahiptiler.206
Do÷u Anadolu’daki Ekrad Hükümetleri ve Ekrâd Sancaklarının sayıları
dönemden döneme de÷iúmiútir. 1631–1632 tarihli bir idarî taksimat defterine göre
o tarihte Diyarbakır ve Van eyaletlerinde “ocaklık” olarak tanımlanan, 10
hükümet ve 21 Ekrad sanca÷ı vardı. Bunlar: Diyarbakır Eyaleti’nde, Hazzo, Cizre,
E÷il, Tercan, Palu, Genç (Bingöl) Van Eyaleti’nde ise Bitlis, Hakkâri, Hizan,
Mahmudi207 hükümetleriydi. Bölge’de Hükümetler ve Ekrâd Sancakları yanında
bir de “Mir-i Aúiretlikler vardı. Bunlar sancak sisteminin dıúındaydılar. Ancak
beylerinin dereceleri sancak beyi ile zeamet sahipleri arasındaydı. Miri aúiretlik
statüsü de “yurtluk ve ocaklık” düzenine tabiydi. Aúiret reisi öldü÷ünde ya da
merkezi siyasal otoriteye ihanet etti÷inde, “reislik” o÷luna ya da akrabalarından
birine verilirdi. Aúiret reisinin merkezi siyasal otoriteye karúı sorumlu÷u savaú
sırasında sancak beyleri ile sefere çıkmaktı. Miri aúiretlerin sayısı kesin olarak
bilinmemekle beraber, Kanunî Dönemi’nin sonuna do÷ru Van, Diyarbakır ve
ùehri zor’da kırk kadar Mir-i Aúiretlik bulundu÷u ifade edilmektedir.208 Bu rejim
içinde Ekrat Hükümetleri ve Mirlikleri toprak rantına el koyan sınıf olarak
Osmanlı idarî sisteminin dıúında ancak savaú dönemlerinde merkezi siyasal
otoriteyle iliúkisi olan konumlarıyla feodalizmin bütün özelliklerini gösteriyordu.
Bunun yanı sıra Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da yaygın kanaatin aksine bölgenin
bütün toprakları Kürt Mirliklerinde ya da Hükümetleride oldu÷u gibi yurtluk ve
ocaklık statüsüne tabi de÷ildi. Bu mülkiyet biçiminin yanı sıra Osmanlı miri
rejiminin uygulandı÷ı zeamet ve hasların bulundu÷u topraklar da mevcuttu. Bu
205
Ayn-ı Ali Efendi Osmanlı Devleti Arazi Kanunları Haz: Hadiye Tuncer Resimli Posta
Matbaası Ankara 1962, s. 27
206
Halil ønalcık, Donald Quataert Osmanlı ømparatorlu÷u’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi;
Çev: Halil Berktay Eren Yayınları østanbul, 2004 s. 146
207
Bkz,Osman Turan, XVII. Yüzyılda Osmanlı ømparatorlu÷u’nun ødari Taksimatı, s. 201-232;
Osmanlı’da Tevcihat, Kodaman,Osmanlı Devri’nde Do÷u Anadolu’nun ødari Durum, 17-18
Arıca bkz., Pitcher, A Historical Geography of the Otoman Empire, XX-XXII.
208
ø.H.Uzunçarúılı. Osmanlı Tarihi II. Cilt, s. 581
83
topraklar daha çok bölgede görev yapan merkezi siyasal otoritenin yöneticilerinin
maaúlarını
karúılayan
dirliklerdi.209
Dirliklerdeki
sipahiler
17.
yüzyılda
imparatorlu÷un batı bölgelerinden ve Musul’dan göç ettirilip iskân edilen
aúiretlerin uzantısı olarak bölgede yerleúik hale gelmiú ailelerden oluúmaktaydı.
.
Bölgedeki toprak düzenini ve bunun üzerinde temellenen toplumsal
örgütlenme biçimini Ziya Gökalp úöyle anlatmaktadır:210
“A÷a köyleri mukim aúiretlere nisbetle daha serbestirler. Mukim
(yerleúik) aúiretlerde, aúiret beyi köylülerin bütün emvalini (mallarını)
tasarruf eder…. vergi gelirini tarh eder. Köylülerin hayatı, malı, ırzı
her úey beylerin keyfine tabiidir. Tam ve yarı göçebelerde de hal bu
merkezdedir. Kanunların içtimaî úe’ niyetle (iú, hal ) taban tabana zıt
oldu÷unu görmek isterseniz, Diyarbekir’in a÷a köyleriyle aúiretlerini
dolaúınız. Meúrutî bir memlekette kurûn-ı vustâya (ortaça÷a) mahsus
feodalizmin ne suretle ihya edildi÷ini burada vazih bir suretle
görebilirsiniz”211
Gökalp’in 20. yüzyılın baúında Do÷u Anadolu’nun toplumsal yapısını tasvir
etti÷i bu gözlem bölge’nin büyük bir bölümünde, tarımın pazara açılmasına ve
traktörlerin geliúine kadar devam etti.212
Ayni Ali Efendi Kanuname-i Âli Osman Ankara 1964 s. 23
Ziya Gökalap ise 1917 yılında øttihat ve Terakki partisinin Vilayat-ı ùarkiye ile ilgili olarak
Balkanları kaybettikten sonra bölgenin toplumsal siyasal ve etnografik yapısını araútırmaya
yönelik önemli adımlar atacaktır. Do÷u ve Güneydo÷u Kürt aúiretleri hakkındaki araútırmayı
Ziya Gökalp yapacaktır. øttihat ve Terakki. 1917 kongre kararları arasında yer alan göç ve
iskan iúinin yeniden örgütlemek için 1917 yılında Vilayet-i ùarkiye’deki Kürt aúiretleri
Aleviler, ve Ermeniler üzerine yürüttü÷ü bu faaliyetlerini ùube Müdürlü÷ünü de Zekeriya
Sertel üstlenir Aúiretlerle ilgili araútırmalar yapmak için bir komisyon kurulur. Bu
komisyonun baúına Ziya Gökalp getirilerek Vilayat-ı ùarkiyye’de Kürt ve Alevi aúiretleri
inceler Esat Urus Ermeniler konusunda çalıúma yapar Bahaeddin ùakir. Bkz. Fuat Dündar,
øttihat ve Terakki’nin Müslümanları øskân Politikası (1913-1918) øletiúim Yayınları 2002
østanbul s. 221
211
Ziya Gokalp A.g.e., s.109
212
M.Emin Bozarslan, Do÷u’nun Sorunları, Avesta Yayınları, 2002 østanbul, s. 56
Bkz: Rıfkı Aslan, Diyarbakırda Toprakta Mülkiyet Rejimleri, Diyarbakır Kültür ve Tanıtma
Vakfı Yayınları, 1992 s. 45 Tökin. Türkiye Köy øktisadiyatı, s. 176, øsmail Beúikçi, i Do÷u
Anadolu’nun Düzeni, s. 89–102, Do÷an Avcıo÷lu, , Turkiye’nin Düzeni, s. 302–305;
Aydın Aras, Güneydo÷u Anadolu’da Arazi Mülkiyeti ve øúletme ùekilleri s. 72
209
210
84
Osmanlı Devleti’nin Tanzimatla baúlayan Do÷u Anadolu’da merkezîleúme
politikası 1847 yılında Kürt Mirlik ve Hükümetlerini ortadan kaldırmasıyla yeni
bir aúamaya girdi. Bu tarihten önce Do÷u Anadolu’da topra÷ın elde ediliú biçimi
miri arazilerin Ekrat hükümetleri tarafından fiili olarak iúgaline merkezi siyasal
otorite göz yummuútu. Bu durumun benzeri ømparatorlu÷un Batı bölgelerinde
Ayanların toprakları temlik yoluyla ele geçirmeleri karúısında merkezî idarenin
çok kere yapabildi÷i tek úey, fiili durumu onaylanmaktan öteye gitmiyordu.213
ømparatorlu÷un batı bölgesindeki topraklarıyla do÷u bölgesi toprakları üzerinde
geliúen toplumsal ve siyasal e÷ilimler özerklik bakımından birbirlerine
benzemekteydi. Ancak Rumeli Eyaleti siyasal otoritenin merkezine co÷rafi olarak
daha yakın oldu÷u için bu e÷ilimler merkez tarafından kolaylıkla denetim altına
alınabiliyordu. ømparatorlu÷un Rumeli eyaletlerinde 1821 Mora isyanından
baúlayarak yayılan milliyetçi düúünce ve hareketler zaman zaman köylü isyanları
úeklinde de kendini göstermekteydi. Buna karúın Do÷u Anadolu’da aynı dönemler
içinde de merkeze karúı isyanlar baú göstermiú ancak bu isyanlar imparatorlu÷un
batısında oldu÷u gibi milliyetçi güdülerden çok ekonomik nedenler ve devletin
merkezîleúme politikasına olan tepkilerden kaynaklanmaktaydı. 19. yüzyılın
ikinci yarısından sonra imparatorlu÷un batısında baú gösteren isyanlarla
imparatorlu÷un do÷usunda geliúen isyanların eú zamanlı karúılaútırmalı analizi
baúlı baúına araútırılması gereken bir konu oldu÷u için burada bu konuyu
geçiyoruz. Do÷u Anadolu’nun toprak da÷ılımına yönelik ilk veriler ancak 1912
tarihli tarım sayımıyla belirlenmiútir. 1912 tarihli tarım sayımı, Güneydo÷u
Anadolu’nun Adana’dan sonra Anadolu’nun en eúitsiz toprak da÷ılımına sahip
bölgesi oldu÷unu ortaya koyuyordu.214
Toprak da÷ılımı bakımından Do÷u
Anadolu’nun Erzurum, Elazı÷ ve Van yörelerindeki mülkiyet ve kiracılık iliúkileri
Güneydo÷u’dan daha farklıydı. Bu yörelerin nüfusu a÷ırlıklı olarak yerleúik
tarımla u÷raúan Türk ve Ermeni köylülerinden oluúuyordu. Uzak pazarlarla
ba÷lantısı olmayan bölge, daha çok yerel kent pazarları için sebze, meyve, tahıl
üretiminde bulunuyordu.215
213
214
215
Mimorsky a.g.m, s,101
Servet Mutlu, Do÷u Sorunu., Ötüken Yayınları 124
ùevket Pamuk, Türkiye’de Toprak Bölüúüm øliúkileri Yapıt s. 32–33
85
Do÷u Anadolu Bölgesi’nde 1912–13 tarım sayımlarının bulguları, toprak
da÷ılımında önemli bir orantısızlı÷ı gösteriyordu. Kırsal kesimde yaúayan bir
milyon ailenin yüzde 95’i toplam toprakların yüzde 35’ine sahipken, yüzde 4’ü
toprakların yüzde 26’sına, yüzde 1’i ise yüzde 39’una sahipti. Bu veriler, Osmanlı
tarımında yüksek bir toprak yo÷unlaúmasına iúaret ederken toprak da÷ılımındaki
eúitsizli÷in en fazla Adana ve Güneydo÷u vilâyetleri olan Urfa ve Diyarbakır’da
oldu÷una dikkat çekiyordu.216 Ancak bu rakamlara yine de ihtiyatlı yaklaúmakta
yarar vardır. Büyük toprak mülkiyeti Güneydo÷u’da egemen mülkiyet biçimi
olmasına karúın Do÷u Anadolu’da bu rakamların topra÷ın mutlak büyüklü÷ü ve
nüfusa oranı göz önünde bulunduruldu÷unda Do÷u Anadolu’da toprak
toplulaúmasından söz etmek güçtür. Çünkü bölge gerek 1915 Tehciri sonrası
Ermenilerden kalan topraklar gerek bölgedeki yerleúik nüfusun savaú nedeniyle
ülkenin batı kentlerine göç etmesi nedeniyle Do÷u Anadolu’nun kentleri savaú
öncesi nüfusa ancak 1960 lı yıllarda ulaúacaktır.
2.5.Do÷u Anadolu’da Osmanlı Yönetimi
ømparatorluluklar sürekli savaú ve talanla geniúleyerek yeni topraklar elde
etme mekanizması üzerine kurulu oldukları için tanımı gere÷i büyük topraklara ve
geniú co÷rafyalara hükmetme iddiası ne teoride ne de pratikte tam anlamıyla
merkeziyetçi bir yönetim kurmalarına olanak tanımaz. Fakat imparatorluklar
merkezîleúme
e÷ilimlerinden
de
modern
devletler
ça÷ına
kadar
vazgeçmemiúlerdir. 16. yüzyılın baúında Osmanlı ømparatorlu÷unun batıya do÷ru
yayılmasında en büyük engel Safevi hanedanlı÷ı idi. Hanedanlık aynı zamanda
øran sınırlarında bulunan Alevi Kürt ve Türkmen aúiretleri üzerinde nüfuz kurarak
Batı’ya do÷ru yayılma çabası içindeydi. Buna karúın Osmanlı ømparatorlu÷u da
Sunnî Ortodoks mezhep temeli üzerinden Sunnî Kürt aúiretlerini øran’a karúı
kendi merkezine ba÷lama mücadelesi veriyordu. Osmanlı mparatorlu÷u bu engeli
ortadan kaldırmak için Çaldıran zaferinden sonra Do÷u Anadolu’da Diyarbakır
merkez olmak üzere Musul, Bitlis, Mardin, Harput, Dersim ve Çapakçur’u da
216
Mustafa, Sönmez a. g. e. s.88
86
içine alan Diyarbakır Eyaleti ve Van Eyaleti olmak üzere bölgeyi iki yönetsel
eyalete ayırarak merkeze ba÷ladı.217
Özellikle Van eyaleti øran sınırında
olmasından dolayı hem fetihçi bir imparatorluk ekonomisi içinde ordunun hareket
noktası hem de øran’ gibi yüzyıllar boyunca savaútı÷ı bir siyasal güce karúı önemli
bir tampon bölgeydi. Ayrıca Van Eyaleti ømparatorlu÷un ticareti kontrol etmesi
açısından Trabzon-Erzurum-øran ve Erivan-Van-Hakkâri-Musul-Ba÷dat ticaret
yolları üzerindeki konumuyla stratejik bir öneme sahipti. Bölgenin stratejik
öneminin farkında olan Osmanlılar Kürt aúiretlerini Osmanlı sistemine tam
anlamıyla ba÷lamayı amaçlamıútı. Çünkü aúiret toplulukları herhangi bir tekil
idari politika için elveriúsiz olan karmaúık bir yapıdaydı. Son derece parçalı ve
da÷ınık Kürt aúiretlerinin yanı sıra güçlü konfederasyonlar da vardı. Osmanlı
devleti bölgeyi en uygun úekilde kontrol etmek için buradaki da÷ınık aúiret
gruplarını daha homojen ve kendisi için daha az tehdit oluúturan Mirlik haline
getirerek bölgede Safevilere karúı tampon bir kuúak oluúturmayı amaçlıyordu.
Bölgede Osmanlı ømparatorlu÷unun idari ve siyasi örgütlenmesi üç farklı
yapıdaydı. Do÷u Anadolu’da Ekrat Sancakları, Hükümet Sancakları ve
imparatorlu÷un di÷er bölgelerinde de yaygın olan klasik sancaklardı.218 Osmanlı
devleti parçalı Kürt gruplarını yönetmek için aúiret yapılarını bu sancaklar altında
yönetilebilir birimler haline getirerek “birleútir ve yönet” politikasını güttü. Bu
politikadaki yöntemlerden biri de Osmanlının bölgedeki Sünnî Kürt aúiretlerinin
peygamber
soyuna
dayandı÷ı
mitosunu
yaygınlaútırmak
için
úecereler
düzenleyerek “seyitlik” (peygamber soyu) mertebesi da÷ıtmasıdır. Bu politikayla
aúiretler kendi kökenlerini Peygamber soyuna dayandırarak devletin merkezi
Sünnî Ortodoks ideolojisiyle bütünleútiriliyorlardı.219 Böylece Osmanlılar
geleneksel Kürt yönetici sınıfını Sünnî øslam ideolojisi üzerinden kendisine
ba÷layarak Safevi hanedanının bu gruplar üzerinde nüfuz kurmasını engelledi.
Süreç her ne kadar zaman içinde kesintiye ve çeúitli dönüúümlere u÷rasa da bu
Nazmi Sevgen, Do÷u Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü
Yayınları 1982 s. 34
218
Bayram Kodaman “Osmanlı Devrinde Do÷u Anadolu’nun ødari Durumu” Belgelerle Türk
Tarihi s. 31–36 Yıl 1987 sayı 22
219
Örne÷in ùerefname Cezire’nin yönetici ailesinin Arap generali Halid bin Velid’in soyundan
geldiklerin iddia etti÷ini, Çemiúkezek ve Hakkâri yöneticilerinin ise soy kütüklerini
Abbasilere dayandırdı÷ına iúaret etmektedir. Bkz. ùerefhan, ùerefname Çev. Bozarslan) s.
135
217
87
politika genel hatlarıyla Tanzimat’a kadar devam etti. Bu ittifak Tazimatla birlikte
Batı’nın müdahalesiyle çözülme sürecine girdi. Bu süreç 19. yüzyılın baúlarında
baúlayan bir süreçti. 19. yüzyılın baúlarında Sultan II. Mahmut (1808–1830) bir
dizi askeri ve idarî reformlar getirmiúti. Merkezi yönetim bölgeye valiler atayarak
mirliklerin gücünü tek tek yıktı. Bu mirliklerin yıkılmasıyla, düzen ve güvenlik
de yok olmaya baúladı. Mirliklerden boúalan otoritenin yerine eúit küçüklükteki
aúiret reislerinin yönetti÷i farklı nüfuz alanlarına bölündüler. Bu bölünmüúlükle
bütün bölge kan davaları ve aúiret kavgalarıyla kaynamaya baúladı. Osmanlı
yönetimi dengeyi sa÷layabilecek yeterlilikten henüz uzaktı. Mirlikler Osmanlının
merkezîleúme politikasına tepki duyarken sıradan aúiret reisleri ortaya çıkan yerel
iktidar boúlu÷unu kendi güçleri için kazanım sayıyorlardı. Bu durumda Osmanlı
yöneticilerinin Mirlik yöneticilerine tek yapabildikleri idam etmek, hapse atmak
ve sürmek gibi zor kullanmaktı.
220
Osmanlı yönetimi mirlikleri tasfiye ettikten
sonra bunların yerine Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da yeni bir idari yapılanma
giriúiminde bulunulacaktı. 1847 tarihinde Van, Muú Hakkâri sancakları ile Cizre,
Batman, ve Mardin kazaları birleútirilerek Kürdistan eyaletini kurdu. Cizre,
Botan, Mardin kazaları birleútirilerek kaymakamlı÷ına Van Kaymakamı Mustafa
Paúa getirildi. Yeni eyalete atanacak görevlililerin maaúlarının yüksek tutulması
önerilerek bölgeden toplanan vergilerle yeni düzenlemelere gidildi.221 1847’de
kurulan Kürdistan eyaletine Bitlis ve Van Diyarbakır’a sancak olarak
ba÷lanıyordu. Dönemin önde gelen devlet adamlarından Mehmed Esad Muhlis
Paúa Kürdistan Eyaleti valili÷ine atanıyordu. Hakkâri Beyi Nurullah Bey’in
tasfiyesinden sonra, bölgede merkezi iktidarı güçlendirmek amacıyla Van,
Mardin, Cizre kaymakamlıklarının birleútirilmesiyle Hakkâri sanca÷ı da Aralık
1849’da eyalet haline getiriliyordu. Eski Tırhala Mutasarrıfı Vezir Ziya Paúa,
Hakkâri eyaletine vali olarak atandı.222 Devletin bölgede bu yeni idari düzeni
kurmaya çalıúmasının yanı sıra iskân politikalarıyla da merkezîleúme politikasına
karúı isyan eden aúiretlere boyun e÷dirmek için aúiretlerin yerleri de÷iútirildi.
øskânı sürekli kılmak için223 aúiret reislerine maaú ba÷lanarak kaza müdürlü÷ü
220
Bruinessen a. g.e. 274
Nazmi Sevgen, a,g.e s. 120
222
Baysano÷lu, a,g.e, s.729
223
Musa Çadırcı Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapılar
Ankara. Türk Tarih Kurumu Ankara 1991 s.95
221
88
görevleri verildi. Aúiret reislerine bulundukları eyaletin valisi tarafından mühür
verilerek aúiret mensuplarının izinsiz baúka yerlere göç etmesini önlemeye
yönelik kararlar alındı.224
Böylelikle aúiret mensuplarının vergi ve askerli÷e
alıútırılması amaçlandı. Ancak bu giriúimler sonuç vermedi. Cizre bölgesinde
Tanzimat’ın uygulanması uzun yıllar gerçekleútirilemedi. Cizre’de kaymakamlı÷a
getirilen Mustafa Paúa vergi toplanması iúini yerli Kürt ileri gelenlerine ihale
etmek zorunda kaldı. Ancak mültezimler vergilerin ihale bedelini ayni olarak
de÷il para olarak ödenmesini talep ettiler. øhale bedellerini de fazlasıyla köylüden
tahsil ettiler. Bu uygulamadan beklenen sonuçlar alınamadı.225
Kürt mirliklerinin ortadan kaldırılması ne ortaya çıkan iktidar boúlu÷unu
giderebildi ne de bölgede kurdu÷u bürokratik kurumları kökleútirebildi. Vergi
toplamada mültezimlerin yarattı÷ı baskı ve sömürü mekanizmaları bölgedeki
köylü nüfusu Osmanlı’ya karúı daha da tepkisel hale getirdi. Bölgede
merkezileútirme politikalarının yarattı÷ı sorunları gidermek için 1864 yılında
Vilayet Nizamnamesi, 1871’ de øl idaresi Kanunu çıkarılarak yönetim alanında
yeniden bir düzenlemeye gidilerek devletin merkezileúme çabalarına hız
verilecekti.
Vilayet
Nizamnamesi
bölgedeki
idari
yapıyı
yeniden
biçimlendirmekle birlikte valilerle aúiret reisleri arasında gerilimleri de artırdı.226
Osmanlı’nın Kürdistan Eyaleti kurarak bölgede merkezin egemenli÷ini tesis etme
giriúiminden de sonuç alınamayınca Umum Müfettiúlik adı altında yeni bir idarî
yapılanmaya gidildi. Mehmet Reúit Paúa Sivas-Harput, Diyarbakır bölgesinin
“Umumi Müfettiúli÷ine” getirildi.227 Böylece yönetsel bakımdan bölgede Padiúah
II. Mahmut’un merkezîleútirme politikalarıyla baúlayan süreç ancak kırk yıl sonra
uygulamaya
konulabildi.
Umumî
Müfettiúlik
kurumunun
amacı
reform
tedbirlerini Do÷u’da uygulamaktı. Ola÷anüstü yetkilerle donatılan Umumî
Müfettiúli÷in baúına getirilen Reúit Paúa, Kürt mirliklerinin nüfuzunu tam olarak
ortadan kaldırmak ve aúiretleri boyunduruk altına almak için bölgeye bir sefer
düzenledi. Vergilerin devlet tarafından do÷rudan toplanması bu seferin öncelikli
224
Yusuf Hallaço÷lu, XVIII. Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷unda øskân Siyaseti s. 7
Bruiness a. g.e s. 187
226
ølber Ortaylı ømparatolu÷un En Uzun Yüz Yılı, s. 137
227
David Mc Dovel Modern Kürt Tarihi s. 345
225
89
hedefleri arasındaydı. Reúid Paúa, Kürt aúiret bölgesinin tam ortasındaki bir tepe
üzerinde kurulu olan Harput’un Mezra adı verilen vadi tabanında büyük bir
garnizon kurmak suretiyle, Harput’u askerî bir merkeze dönüútürdü. ùehir
yönetimi de aynı yere nakledildi. Yeni kurulan úehir. 1867 yılında Sultan
Abdülaziz’e istinaden Mamurütlaziz, kısaca Eleziz ismini aldı. Ancak Mezere
ismi de kullanılmaya devam etti. 1871 yılında Vilayet Nizamnamesiyle de
Mamuretülaziz ismini alarak vilâyet statüsü verildi.228
2.5.1. Vilâyyat-ı ùarkiye Islahat Projesi ve Umumî Müfettiúli÷in
Kurulması
1856 Paris Antlaúması’yla Rusya, øngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya,
Osmanlı Hıristiyanlarını himaye eden devletler statüsünü hukuki olarak
anlaúmayla garanti altına aldılar. Bu sürecin ikinci aúaması ise Ayestefanos
Antlaúmasıydı. 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaúının Osmanlı Devleti açısından
önemli bir sonucu, kuúkusuz Vilâyet-i ùarkîye ya da Do÷u Anadolu’nun “ıslahatı”
sorunudur.229 Rusya ilk kez 1878 Ayestefanos Antlaúması ile Ermeni sorununu
Avrupa’nın gündemine taúıdı. Ancak øngiltere Ayestefanos Antlaúması’nda
Rusya’nın Osmanlı’dan elde etti÷i ödünleri kendi çıkarları açısından tehlikeli
görünce antlaúmayı tanımadı. Bunun üzerine sorun Berlin Antlaúması’nda tekrar
gündeme getirilerek Ermenilerin ıslahatına dair bir program açıklandı. østanbul’un
øngiltere konsolusu Layard ve Avrupalı uzmanlar tarafından hazırlanan ayrıntılı
bir rapor II. Abdülhamit’e sunuldu Bu raporun uygulanması için øngiltere
Babıâli’ye bir de nota verdi. Bu rapor daha sonra Berlin Antlaúmasının 61.
maddesinde güvence altına alındı. Bu maddeye göre Bab-ı Alî Do÷u Anadolu’da
ıslahatı kabul ediyor, Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karúı güvenli÷ini
sa÷lamayı taahhüt ediyordu.230 Berlin Antlaúmasının bu maddesiyle yetinmeyen
Hans Lukas Kıesler, Iskalanmıú Barıú, øletiúim Yayınları s.129
“Elaziz” Cumhuriyet döneminde 1937 yılında Elazı÷ isimi verildi. Osmanlı zamanında
Mumuretülaziz sadece úehrin de÷il,1867 Vilayet Nizamnamesine göre Elaziz, Arapkir, A÷ın,
E÷in (Kemaliye) , Çarsancak (Akpazar), Çemiúgezek, Palu, Ergani, Malatya ve Adıyaman
mıntıkalarını kapsayacak úekilde oluúturulan sanca÷ın da ismiyidi. Yurt Ansiklopedisi 1982, s.
2498 vd. øslam Ansiklopedisi 1997, s. 235, Cuinet 1892, c. 2, s.356,
229
Ali Karaca. ùakir Paúa ve Anadolu Islahat Layihası s. 89
230
61. Madde. “ Babı-âli. Ahalisi Ermeni bulunan eyâlatda ihtiyacât-ı mahalliyenin icab etti÷i
ıslahatı bilâ-tehîr icra ve Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karúı huzur ve emniyetlerini te’min
etmeyi taahhüd eder ve ara sıra bu babda ittihaz olacak tedabiri, devletlere tebli÷
228
90
øngiltere Do÷u Anadolu’nun ıslahat sorununu bir yıl sonra 1879 yılında yeniden
uluslararası siyasî gündeme getirdi. Bu tarihte øngiltere elçisi Babıâli’ye Do÷u
Anadolu’da uygulanması talebiyle dokuz maddelik bir ıslahat raporu dayatıyordu.
Raporda Do÷u Anadolu’ya Avrupalı bir müfettiú atanması teklifi yer almaktaydı.
Aslında øngilizlerin bu talebi Genel Valilikten baúka bir úey de÷ildi. øngiltere’nin
amacı valilikle ileride Do÷u Anadolu’da özerk veya ba÷ımsız Ermenistan
kurmaktı. Ancak Osmanlı Devleti bu talebi yerine getirmeyecekti. Bunun üzerine
øngiltere 1880 yılında bu talebi bir nota ile yenileyecekti. Notadan sonra Bab-ı
Ali, øngiliz General Baker Paúa baúkanlı÷ında bir komisyon kurarak Tırhala eski
mutasarrıfı ve ùura-yı Devlet Reisi Said Paúa ile Bahriye ümerasından Süleyman
Paúa’dan oluúan bir Teftiú Heyetini Anadolu’ya gönderdi.231 Islahat raporunun
uygulamaya konulması, Ermeniler için geniú kapsamlı bir af çıkarılması ve
Vilâyât-ı Sitte’ye bir Genel Müfettiú gönderilmesi Osmanlı Devleti tarafından
kabul edilmesine ra÷men øngiltere Hükümeti bu uygulamayı yeterli bulmadı.
øngiltere komisyon üyelerinin østanbul veya Ermenistan’da ikamet etmesinin
zorunlulu÷u koúulunu ve üyelerin dört Türk ile üç Avrupalı devletin
temsilcisinden oluúması gerekti÷ini Babıâli’ye iletti.232 Babıâli bu teklifi sıcak
karúılamadı. II. Abdülhamid ise Fransa ve Rusya’yı Osmanlı Devleti lehine
çevirerek øngiltere’nin baskısını kırmaya çalıútı.233 Ancak bu sefer de Rusya II.
Abdülhamit’e øngiltere’nin teklifini kabul etmesi gerekti÷ini, aksi takdirde
Osmanlı Devletini øngiltere karúısında yalnız bırakaca÷ını bildirdi. Bunun üzerine
II. Abdülhamit büyük devletlerin elçilik tercümanlarını Islahat komisyonuna
kabul edeeceklerini, øngiltere, Fransa ve Rusya’ya bildirdi.234 Böylece 13
Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaúması’yla Ermenilerin özerklik ve ıslah talebi
yeniden
diplomatik
gündeme
getirilerek
Osmanlının
Do÷u
Anadolu’da
Ermenilere yönelik bir ıslahat programını yürürlü÷e koyması sa÷landı. II.
edece÷inden, düvel-i müúarülileyhin, tedâbîr-i mezkûrenin icrasına nazâret eyleceklerdir.
Bkz. Ahmet Rasim østibdattan Hakimeyet-i Milliyeye, II. østanbul s. 115–117
231
Ali Karaca, Anadolu Islahatı Meselesi ve ùakir Paúa Layihası, Eren Yayınları østanbul
2000 s.55
232
Esat Uras, a.g,e s. 339
233
Cevdet Küçük, , “II.Abdülhamid'in Dıú politikası”,II.Abdülhamid ve Dönemi
Sempozyumu,Bildiriler, østanbul 1992,s.24-36 age., s. 153
234
Osman Turan a,g,e., II. s. 855
91
Abdülhamid’in kurulaca÷ını taahhüt etti÷i yarısı Müslim, yarısı gayrıüslim
üyelerden oluúan bu komisyon ancak 3 Kasım 1895 tarihinde oluúturulabildi.235
Avrupa ülkelerinin Do÷u Anadolu’da Ermenilere yönelik ıslahat talepleri
sadece diplomatik nedenlerden kaynaklanmıyordu. Bunun yanı sıra Do÷u
Anadolu’daki
toplumsal
düzenin
bozulmasında
ekonomik
nedenler
de
belirleyiciydi. Bunlar, bölgede baú gösteren kuraklık, merkezin artan vergi
baskısı, 1878 harbiyle Kafkasya’dan ülke içine gelen göçler, Kürt Aúiretlerinin
talan ve ya÷maları gibi nedenlerdi. Bu konuda Kürtlerle ilgili olarak Ermeni halk
deyimlerinin içeri÷ine bakılırsa bunların ulus devletten önce hafızalarda yer etmiú
deyimler oldu÷u görülür.236 Nitekim bölgedeki toplumsal dengelerin de÷iúmesi
kapitalizmin do÷rudan bölgeyi kendine eklemleyecek ekonomik araçları olmasa
da merkezi siyasal otoritenin 1838 øngiliz Ticaret Sözleúmesi ve ømparatorlu÷un
giderek yabancı elçilik ve sermayenin egemenli÷i altına girmesiyle birlikte yerel
düzeydeki zanaat ve atölyelerin çökmesine neden oldu. Bu da bölgedeki
ekonomik ve toplumsal dengenin bozulmasına yol açtı. Bu dönemde bölgede
bürokrat sınıfın ekonomik durumu gittikçe zayıflamıú aylarca maaú alamayan
askeri sınıf rüúvet ve zora dayalı bir iliúkinin içine girmiúlerdi. øltizam usulüyle
köylünün vergi kabiliyeti yok edilmiúti. Bu dönemde øran ve Osmanlı sınırları
arasında sürekli eúkıyalı÷ın hayvan hırsızlı÷ının Bab-ı Aliye’gönderilen úikâyet
dilekçeleri ekonominin iúleyiú biçimini de göstermektedir. Bölgenin ekonomik
durumunu göstermesi bakımından Do÷u Anadolu Islahat Projesi’nde görevli
olarak bölgede görev yapan Müúir Sadettin Paúanın 1895 yılındaki gözlemleri
úöyledir:
“Tâkât-fersa-yı úuhûd olan müzâyaka-i fevkalade asâkir-i úâhâneyi
Ermenilerin mucib-i úikayet ahval-i nâbecâya sevk eylemiútir.
ùöyle ki;
235
236
økdam, no. 459 Teúrin-i Sani. Kasım 1895
Etnik bir dıúlama ya da belirlemeden öte göçebe formasyonu içinde bulunan bütün topluluklar
için geçerli olan bir söz olarak Ermeni halk deyimlerinde geçen “ Göçebenin bastı÷ı yerde ot
bitmez” sözünu Ermeniler daha çok göçebe Kürt aúiretleri için kullanmaktaydılar. Bugün
Anadolu’da halen halk arasında “Ermeniler gitti hayır bereket bitti” sözünün hafızlarda yer
etmesinin nedeni Kentli nüfus olarak zenaat ustalık ba÷cılık gibi u÷raúların Ermenilerin en
yetkin oldu÷u mesleklerdi
92
Asakir-i merkumeden bila mezun tek tük çarúıya sıvıúıp Ermeni
dükkânlarından bazı eúyayı alup aúırmakta ve yukarı bahçelerde dahi
tenha sokakları kollayarak gelip geçen Ermenilerin saatlerii ve
boyunlarına sardıkları úallarını çarpmakta olup e÷erçi müncasirleri
biludurup en a÷ır ceza edilmekte ve zabitan da nihayet mertebede tazyik
olunmakta ise de askerde zü÷ürtlük devam ettikçe maazallah teala ileride
önü alınamayacak uygunsuzluklarını vukuu vareste- iútihbahtır237
Sadettin paúa Van’da görev yapan askerlerin ve devlet görevlilerin
durumunu úu cümlelerle ifade etmektedir:
“Subaylar kör topal, ihtiyar, hayvan gibi vicdansız. Eline geçeni cebine
sokmak isteyen bir takım hergeleden ibarettir. Nizamdan talimden
haberleri yok. Kılıçla selamlamayı yapamazlar. Kendilerini hükümetlerin
üstünde bir úey sanırlar Hükümetle aralarındaki hukuki iliúkiden
haberleri yoktur,. Ancak binbaúından talimat almayı tenezzül ederler.
Binbaúılar da gönüllerinin istedi÷i gibi hükümet ederler. Fırka
kumandanlarından dikkat edebilime. Fark etme, ayırt etme ve muhakeme
gücü olmadı÷ı için böyle úeylerin farkında de÷iller. Sözün kısası Allahlık
bir idare238 Olarak niteledi÷i devletin bölgedeki otoritesinin ne durumda
oldu÷unu açıklamaktadır.
2.5.2 Ulus Düúüncesinin Do÷u Anadolu’da Yayılması
Fransız Devrimi ile birlikte dünyaya yayılan ulusçuluk hareketleri
Avrupa’daki krallıkları etkisi altına alırken bu süreç Osmanlıda bütün yönleriyle
ancak yüz yıl gecikmeyle etkili olacaktı. Osmanlı Devleti’nin Rumeli
Eyaletindeki ulusçuluk hareketlerinden sonra Müslüman unsurlar (Arnavutlar ve
Makedonyalılar) da Ulusçuluk hareketine katılacaklardı. Arnavut ve Makedonya
milliyetçilerinin baúlattıkları ulusçuluk hareketi, daha sonra bölgedeki batılı
e÷itim almıú Osmanlının “mektepli subay”larını da etkisi altına alarak Jön Türk
Sami Önal, Sadettin Paúa’nın Anıları. Ermeni Kürt OlaylarI (Van 1896) Remzi Kitabevi
Yayınları, 2006 s.129
238
Süleyman Sabri Paúa Van Tarihi ve Kür Aúiretleri Hakkında Tettebular Türk Kültürünü
Aranıútır Enstitüsü Yayınları. Ankara 1982 s.36
237
93
Hareketi’nin gittikçe radikal bir eksene kaymasına neden olacaktı.239 Osmanlı
Devleti’nin
Rumeli
eyaletindeki
ulusçuluk
hareketleri
aynı
zamanda
ømparatorlu÷un Do÷usunda Ermeniler arasında da ulusal bilincin radikal uluçcu
bir forma bürünmesine yol açacaktı. Bu geliúmenin içsel dinamikleri ise kısaca
Ermeni milletinin ekonomik olarak ticaret ve zanaat alanlarında Müslümanlara
göre çok daha ileri bir aúamada olmaları, okur-yazar oranının çok yüksek olması,
tercüme odalarında batıyla sürekli iletiúim halinde bulunmalarıydı. øçsel
etkenlerden bir di÷eri de Do÷u Anadolu’da Hamidiye alaylarıyla birlikte baúlayan
Ermeni mal ve mülklerinin ya÷malanması Ermenileri ulus düúüncesi etrafında
örgütlenmeye sevk eden di÷er bir nedendi. Göçebe Kürt aúiretleriyle yerleúik
Ermeni milleti arasındaki bin yıllık iliúkilerin bozulması, Ermenilerin göçebe ya
da yerleúik Kürt aúiretlerinin ya÷ma, talan ve sömürüsüne u÷ramasıyla
baúlıyordu.240 Bölgede egemen kentli nüfusu oluúturan Ermeniler Kürtlere ve
bölgedeki di÷er toplumsal gruplara oranla ekonomik ve sosyal bakımdan daha
geliúmiú bir yapıdaydılar.241 Hamidiye Alaylarının kurulmasıyla bu talan ve
ya÷ma daha ileri bir boyut kazanacaktı. Kürt aúiretlerinin ya÷malarına Osmanlının
seyirci kalması bölgedeki toplumsal düzeni Ermeniler aleyhine bozmuú, bu da
ulusal bilinç etrafında örgütlenip geliúmesinde çok etkili bir faktör olmuútu. Dıúsal
dinamik ise ulusal bilincin radikal bir dönüúüme u÷ramasında çok daha etkili bir
ivme yaratmıútı. Batılı güçler misyoner okullarıyla ve diplomatik yollarla kendi
emperyalist çıkarlarını güvenceye almak amacıyla Ermeni ulusçuluk akımlarını
kıúkırtmıúlardır. øngilizlerin ve Rusların kıúkırtmaları ile Vilâyet-ı ùarkiyye’de
Ermeni ayaklanmaları baú gösterdi. Bu geliúmelere paralel olarak Do÷u
Anadolu’da Ermeniler dıúında bir baúka etnik milliyetçi hareket de Kürtler
arasında geliúmeye baúlıyordu. Bu hareket bölgede yaúayan Kürtlerden çok
østanbul’da yaúayan e÷itimli Kürtlerin entelektüel öncülü÷ünü yaptı÷ı kentli bir
hareketti. østanbul’da bulunan bazı Kürt aydınlarının yanı sıra 1847’de yıkılan
Bedirhan Mirli÷i’nin soyundan gelen ailelerin østanbul’da bulunan çocuklarının da
büyük etkisiyle Kürtçülük hareketi entelektüel “milliyetçi” bir harekete dönüútü.
Kürtçülükle ilgili siyasi geliúmeler daha çok II. Meúrutiyet döneminden itibaren
Hakan Özo÷lu. Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçil÷i s. 65
Stefanos Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt II. s. 383
241
Kıesser Iskalanmıú Barıú s. 11
239
240
94
ivme kazanmaya baúladı.
242
Emperyalist ülkeler Tanzimatla baúlayan Osmanlı
Devleti’ni yarı sömürgeleútirme sürecine sokarken Do÷u Hıristiyanlarını sürekli
gündemde tutmasına ra÷men Kürtlerle ilgili herhangi bir sorunu 1918 Paris
Konferansına kadar gündeme getirmemiúlerdi. Bunun birinci nedeni, 1843 yılında
Kürt Bedirhan Bey’in Hakkâri Beyi Nurullah Bey’le birlikte Hakkâri bölgesinde
10.000 ne yakın Do÷u Hıristiyanı olan Nesturileri katl etlmesi olayıydı. Bu
olaydan dolayı Kürtler Avrupa kamuoyunda suçlu konumundaydılar. økinci neden
ise Hamidiye Alaylarıyla baúlayan süreçte Hamidiye Alayı reislerinin Ermeni
mallarını ve mülklerini ya÷malaması olayıydı. Bu da Avrupa kamuoyunda
Kürtleri suçlu duruma düúüren di÷er bir etkendi.
Kürt milliyetçili÷inin imparatorluk içindeki di÷er etnik ve dini cemaatler
gibi Kürtler arasında yaygın taban bulamamasının nedeni merkezi siyasal
otoritenin Kürt aúiretleri ve úeyhleri üzerinden kurmuú oldu÷u ittifaktan
kaynaklanmaktaydı. Yavuz Selim döneminden baúlayarak Kanuni ve IV.
Murad’ın Kürdistan ve Kürt beyleriyle øran’a karúı sınır boylarında kurdukları
geleneksel siyasal ittifak Kürtleri bölgede Osmanlıya en ba÷lı unsurlar haline
getirmiúti. Kürtlerin øran’ın ùii ideolojisine karúı merkezle ittifakının ödülü iç
iúlerinde özerk olmalarıydı. Kısaca köklü bir geçmiúi bulunan bu ittifak østanbul
merkezli Kürt milliyetçi hareketinin beklenen etkiyi göstermesini engelliyordu.
Daha da ötesi Osmanlı Devleti bu ittifaktan yararlanarak bölgedeki Ermeni
ulusçuluk hareketinin etkinli÷ini kırmak için Hamidiye Alayları’nı kuracaktı.
Tanzimatla
baúlayan Do÷u Anadolu’da merkezîleúme süreci Kürt
Mirliklerinin ve Ekrad hükümetlerinin kiúisel ayrıcalıklara dayanan statülerini
hukuken ortadan kaldırılmıútı.243 Ancak Do÷u ve Güney Do÷u Anadolu’da yerel
güçlerin hukuken ortadan kalkmasıyla meydana gelen otorite boúlu÷unu Osmanlı
yönetimi dolduramamıútı. Bu boúlu÷u 1878 Osmanlı-Rus savaúı sonrasında Do÷u
Anadolu’ya
yerleútirilen
Çerkezler
aracılı÷ıyla
nüfuzlarını
korumaya
çalıúmıúlardı. Ancak Çerkezler’de Kürtler gibi Ermenilere ait mal ve mülkleri
242
243
David McDovel, Modern Kürt Tarihi s. 354
Örne÷in ùerefname Cezire’ nin yönetici ailesinin Arap generali Halid bin Velid’in (ölümü
642) soyundan geldiklerin iddia etti÷ini, Çemiúkezek ve Hakkâri yöneticilerinin ise soy
kütüklerini Abbasilere dayandırdı÷ına iúaret etmektedir. Bkz. ùerefhan, ùerefname
Çev.Hamit Bozarslan) s. 135- 188 ve
95
talan ve ya÷ma ederek zaten bölgede var olan huzursuzlu÷u bir kat daha
artıracaklardı.244 Bab-ı Ali 1871 Vilâyet Nizamnamesi ile bölgedeki otorite
boúlu÷unu doldurmak ve aúiret a÷alarını merkezle bütünleútirmek amacıyla
aúiretlerin bulundu÷u bölgeleri nahiye birimine dönüútürecek yeni bir yönetsel
düzenleme getirmiúti. Nizamname köyden sonra ikinci en küçük yönetsel birim
olan nahiye müdürlüklerini kurarak aúiret reislerini de nahiye müdürlüklerine
getirerek bürokratik yollarla aúiretleri merkeze ba÷lamayı amaçlamıútı. Bu
uygulama daha sonra kurulacak Hamidiye Alaylarına pratik ve teorik bir temel
sa÷layacaktı.245 Aúiret reislerinin nahiye müdürleri olarak tayin edilmesinin di÷er
bir amacı imparatorlu÷un çevrede zayıflayan siyasal otoritesini yeniden
güçlendirmekti. Daha açık bir ifadeyle Tanzimat politikalarıyla ortadan kaldırılan
Kürt Mirlikleri ve Ekrad Hükümetlerinin toplumsal tabanı olan aúiretlerin
yo÷unlaútı÷ı yerleri nahiyelere dönüútürerek yerel güç odaklarının önünü
kesmekti. Ayrıca bu uygulama aúiretlerin yerel düzeyde bürokratik bir aygıt
haline dönüútürülerek merkezin bölgede karúılaútı÷ı asker ve vergi toplama
sorunlarını aúmayı amaçlıyordu.246 1871 Vilayet Nizamnamesiyle aúiret reisleri
ve ailelerinin bürokrasi kanalıyla merkeze eklemlenmesi toplumsal nüfuzlarını ve
meúruiyetlerini siyasal otoriteye dayandırarak geleneksel otoritelerini farklı bir
düzlemde yeniden üretmelerini sa÷lamıútı. Aúiret reislerinin bürokratik kanallarla
merkeze eklemlenmesi bir anlamda bozulan ittifakın yeniden kurulması anlamına
geliyordu. Bu ittifak daha sonra II. Abdülhamit’le birlikte 1890 yılında Hamidiye
Alaylarının kurulmasıyla daha geniú bir boyut kazanacaktı. II. Abdülhamit,
merkezi otoritenin gücünü artırmak ve Ermeni isyanlarının önüne geçmek için
Tanzimat’ın 1847 de yıktı÷ı Mirlik ailelerinin rakipleri olan güçlü aúiretleri
örgütleyerek hilâfet ve saltanat’a ba÷lamayı amaçlamıútı. Amaç eski Kürt
mirliklerinin ve hanedanlarının bu aúiretlere dayanarak eski güçlerini yeniden
toplamalarını önlemekti. Bu politika Do÷u Anadolu’da baúlayan milliyetçi Ermeni
hareketlerine karúı yerel bir denge kurma stratejisinin parçlarından biriydi.247
Osman Aytar. Hamidiye Alaylarından Köy Koruyuculu÷una s. 143
Wedia Jwedih, Kürt Milliyetçili÷inin Tarihi a. g.e s. 232
246
Selçuk Günay, “ XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Mülki Yapısında Aúiretler” Yeni
Türkiye s. 190–193
247
II. Abdülhamit, Halifelik sıfatını politik planda kullanmasının amacı 300 milyon Müslümanın
halifesi olarak øngilizlere karúı bir koz elde edece÷ini amaçlamıútı. Bu politika aslında
244
245
96
Hamidiye
Alaylarının
özellikle
Sünni
Ortodoks
Kürtler,
Araplar
ve
Karapapaklar’dan seçilmesi aynı zamanda II. Abdülhamit’in Pan-øslamcı
politikasının da önemli ayaklarından biriydi.248
Pan-øslamcı politikanın bir
sonucu da Do÷u Anadolu’da ùeyhlerin ve Seyitlerin etkinli÷ini bir kat daha
arttırmasıydı. Halifeyle halk arasındaki ara kademeyi oluúturan hafız, imam, úeyh,
seyyit, vb. gibi geleneksel dini ideolojinin temsilcileri özellikle Abdülhamit’in ve
sarayın destekledi÷i nüfuzlu kimseler haline geldiler.249 Abdülhamit’in Panøslâmcı Politikası her ne kadar dıú dünya Müslümanlarına yönelik gibi görünse de
imparatorlu÷un toplumsal yapısında Sunnî Ortodoks mezhebinden olmayan
grupları baskı altına almayı amaçlayan bir stratejinin parçasıydı.250 Bu strateji,
daha çok bölgede baúlayan Ermeni milliyetçi e÷ilimlerin önüne geçmek için Kürt
aúiretlerini Sünni øslam ideolojisi üzerinden merkezi siyasal otoriteyi kurmanın
politik aracı olarak kurulacak olan Hamidiye Alayları’yla sa÷lanacaktı.
Kürt aúiretlerinin merkeze ba÷lılıkları sadece kültürel ve dinsel bir
ba÷lılıkla sınırlı de÷ildi. Aynı zamanda bu aúiretler ekonomik olarak vergilerden
muaf tutulmaları gibi maddi temellere de dayanmaktaydı. Osmanlı Devleti Do÷u
Anadolu’daki Kürt aúiretlerinden ancak zor kullanarak asker devúirebiliyordu. Bu
nedenle Hamidiye Alaylarının kuruluú amaçlarından biri de bölgede asker alma
sorunlarını gidermekti.251 Bunun yanı sıra subay olup rütbe almak, kendilerine
özel bir statü sa÷lamak ve buna benzer olanaklar elde etmek Kürt aúiretlerini bu
örgütlenmede yer almaya teúvik eden baúlıca güdülerdi. Osmanlı’nın da÷ıttı÷ı bir
østanbul’da de÷il Berlin’de çizilmiúti. Alman emperyalizmi Drangnach Osten (Do÷uya
Do÷ru ) politikasında, Pan-øslamizmi yararlı bir ideolojik silah olarak görmüú bunun sonucu
olarak II. Abdülhamit, ateúli bir Pan-øslamist kesilmiútir. Bkz. Do÷an Avcıo÷lu. Türkiye’nin
Düzeni II. s. 89 Kemal Iúık. Aúiretten Millet Olma Yapılamasında Kürtler Doz Yayınları
,2005 østanbul s. 110
248
Osman Aytar. A.g.e s. 132
249
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çe÷daúlaúma, Haz: Ahmet Kuyaú, Yapı Kredi Yayanları, 2005
østanbul s. 347
250
Gökhan Çetinsaya, “økinci Abdülhamit Döneminde Kuzey Irak’ta Aúiret ve Siyaset” Divan
Dergisi,. s. 155 s. 1999 /2
251
Hamidiye Alayları ile ilgili bu örgütün kuruluúunda Birçok yazar bu tür örgütlenmenin ilk
örne÷in, Rusya’daki Kazak birliklerinden esinlenerek kuruldu÷unu vurgulamaktadır. Ancak
Hamidiye Alayları’na benzer askeri örgütlenme Marx’ın Stuart Hanedanının 1689 yılında
øngiltere’den kovan devrimden sonra, øskoçyalı úefler arasında baú gösteren kavgalar
nedeniyle øngliliz krallarının øskoçya gibi uzak bölgelerde hiç de÷ilse otoritelerinin
görüntüsünü sürdürmek için yerli komutanların emirleri altında aúiret alaylarını
kurduklarından söz eder Bkz. Karl Marx. F. Engels Kapitalizme Öncesi Ekonomi Biçimleri
Çev: Mihri Belli, s.136
97
silaha sahip olmak bile baúlı baúına bu alaylara katılımı artıran ve teúvik eden bir
dürtü yaratmaya yetiyordu.252 Osmanlı Devleti böylelikle úimdiye kadar kendi
a÷alarının dıúında hiç kimsenin egemenli÷ini tanımayan Kürt aúiretlerinin zayıf da
olsa
merkezi
siyasal
otoritenin
egemenli÷i
altında
oldukları
hissini
yaratabilece÷ini ve ileride devletin egemenli÷ini de tanıyacaklarını umuyordu.
Osmanlı Devleti, Do÷u Anadolu’da aúiretler arasında kendi egemenli÷ini kurmak
için kendi subayları eúli÷inde e÷itim vermek, aúiret a÷alarına sembolik düzeyde
rütbe ve formalar da÷ıtmak gibi merkezi siyasal otoriteye ba÷ımlılıklarını
pekiútirecek stratejiler uyguluyordu.253 Bu strateji II. Meúrutiyetin ilanıyla kısa
bir kesintiye u÷rasa da daha sonra øttihat ve Terakki Fırkası Abdülhamit’in
stratejisine geri dönecekti. Aúa÷ıda bu stratejiyi ilk olarak Hamidiye Alayları,
ikinci olarak da økinci Meúrutiyet ve øttihat ve Terakkinin Do÷u Anadolu
politikası ba÷lamında sırasıyla incelenecektir.
2.5.3. Hamidiye Alayları
Do÷u Vilayetleri’ndeki milliyetçi Ermeni Hareketleri’nin ideolojik ve
örgütsel
olarak
yeúermeye
baúladı÷ı
1880’li
yılların
ikinci
yarısında,
Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’ndaki iktidar merkezinin aúiretlerle olan iliúkilerini
yeni bir temele dayandırma planları, somut bir boyut kazanmıútı. Ermeni
faaliyetlerinden duyulan korku, Hamidiye Alayları’nın en önemli kuruluú
nedenlerinden biriydi. Erzincan’daki 4. Ordu’nun müúiri olan Zeki Paúa, 1890
yılında kendisine ve sultana ba÷lı, padiúahın adına atfen a÷ırlıklı olarak Sunnî
Kürt aúiretlerinden oluúan Hamidiye Alayları’nı kurmaya baúladı. Alayların
kuruluúuyla Do÷u vilayetleri’ndeki Sûnni egemenli÷i di÷er mezheplere ve
gayrimüslim unsurlara karúı gücünü sa÷lamlaútırdı. Ancak Do÷u’da sunnî Kürt
aúiretlerin güçlendirilmesi, toplumsal dengeyi oldu÷u kadar Tanzimatla getirilmek
istenen hukuk devleti ilkelerini de tahrip edecek yeni sorunlara yol açacaktı.
Böylece alayların kurulması Tanzimat sürecinde taahhüt edilen ve Berlin
Antlaúması’yla hükme ba÷lanan siyasal ve toplumsal eúitlik temelinde bir yönetim
Mavesriy V.T Kürt Ermeni øliúkileri, Çevrim Yazı: Haydar Varlı Sipan Yayınları, 1997
Ankara s. 154
253
Jakob M. Landou., Pan-øslam Politikaları:ødeoloji ve Örgütlenme Çev: Nigar Bulut, Anka
Yayınları, 2001, østanbul, s. 43
252
98
inúasını reddetmiú oluyordu.254 Her ne kadar 1891 tarihli Hamidiye Alayları’nın
kuruluú tüzü÷ünde Berlin Antlaúması’nın 61. maddesi olan Ermenilerin, Kürtlerin
ve Çerkezlerin tecavüzlerinden korunması maddesine atıfta bulunarak “teddiyaât
ve tecavüzât-ı ecânibin muhafazası” (Ermenilerin ceza ve tecavüzlerden
korunması) 255ndan söz etse de, ilan edilen bu amacın arkasında baúka hedefler de
bulunmaktaydı. Hedefler arasında aúiretlerin askerî potansiyellerinin dıúa, yani
Rusya ve øran’a karúı kullanılması da amaçlanmıútı. Ancak Osmanlının içeriye
dönük hedefleri çok daha büyük bir önem taúıyordu. Bu yolla yarım yüzyıldan
daha uzun bir sürede “reformlar” ve “reform söylentileri” nedeniyle istikrarsız bir
alan haline gelen Do÷u Anadolu yo÷un bir yabancı müdahalesine maruz kalmıútı.
Hamidiye alaylarının kurulmasıyla Do÷u Anadolu’da iktidarın geleneksel
dayana÷ı sunnî unsurları tekrar ayrıcalıklı bir konuma yükselterek, Avrupalıların
müdahalesine açılan kapılar da böylelikle kapatılacaktı. Bunun yanı sıra Hamidiye
Alayları, bölgesel muhalif güçlere ve etnik yönelimli taleplere hadlerini bildirecek
merkezî bir øslâmlaútırma politikasının önemli bir parçası olacaktı. 256
Hamidiye Alaylarının kurulmasıyla birlikte Do÷u Anadolu’nun azınlıkta
olan Hıristiyan cemaatleriyle ço÷unlukta olan Müslüman sakinleri arasındaki
gerilim tehlikeli bir boyut kazanmıútı. Milliyetçi Ermeni Hareketi 1894’ te çifte
vergilendirme gerekçesiyle Sason’da Ermeni ayaklanmasına neden olmuútu.257 Bu
isyandan iki yıl sonra Ermeniler’in devlete karúı isyanları yanında bölgedeki Kürt
aúiretlerinin yarattı÷ı güvenlik sorunları Hamidiye Alayları’nın talan ve
ya÷masının etkisiyle 1896 yılında Van’da büyük bir Ermeni isyanı baú gösterdi.
Ermeni isyanlarına ve muhtemel Rus taâruzlarına karúı, bölgesel bir güç
bulundurmak amacıyla kurulan bu alaylar, bölgede iç güvenlik sorunlarını
önlemekten çok güvensizlik ortamının daha kırılgan hale gelmesine neden oldu.
Alayların talim ve terbiyeden yoksun, disiplinsiz ve baúıboú yapısı güvensizlik
ortamını daha da artırdı. Alayların bu düzensizli÷i ve baúıboúlu÷u mülki
254
Mayevsrıy V.T, Kürt Ermeni øliúkileri, s.191
Erzurum Vilayet Salnemesi, Erzurum Vilayet Matbaası, 1901 s.43
256
Bayram Kodaman a.g e s. 34
257
Fahrettin Altay, On Yıl Savaú ve Sonrası. 1912-1922, s. 54-55’.
Beysano÷lu’na göre alayların sayısı 1895’te 56. 1908’de 65’ti. Bkz. Beysano÷lu, Anıtları ve
Kitabeleri ile Diyarbakır. 2. Cilt, s. 73 Beysano÷lu verdi÷i rakamlara kaynak olarak
Salname-i Askeri’yi gösterir.
255
99
idarecilerin, valilerin otoritesini zayıflattı.258
Rus kurmay subayı Avriyonaf
Hamidiye Alayları’nın baúıbozuk hareketleri hakkında úöyle yazmaktaydı.
“Mülkiye nüfuzunun tenakuzu Hamidiye Kürtleri’ni vasi miktarda
talancılık, hırsızlık ve eúkiyalı÷a sevk etmiútir. Talan edilen Ermeni köyleri
meyanında Türk köyleri dahi zarardide olmuútur. Hamidiye Teúkilatı
vücuda getirilmeden evvel Vak-i hâzırada böyle vakiye zuhur etmemiúti.
Türk nüfusunun azalmasına muvazi olarak Kürt rüesasının nüfuzu
yükselmiútir. Bu Kürt rüesası bütün Kürt aúa÷ı tabakasının hiçbir kontrole
tâbi olmaksızın ellerine almıúlardı. Aynı zamanda aúiretler parçalanarak
birbirlerine düúman olmuúlardır. Aúiretlerin parçalanması aynı zamanda
Kürtler arasında müsademeler, talanlar, meyaúi i÷tinamı (hayvan
vurgunu) ve köylerin da÷ıtılması ile neticelenen gerginli÷e meydan
vermiútir.”259
Avriyanof’un bu görüúlerini Sadrazam Sait Paúa’da do÷rulamaktaydı. Sait
Paúa Hamidiye Süvari Alayları için úu görüúleri belirtmekteydi.
“Tekaliften müstesna olmakla beraber celb-i meâfi için ehaliye tadis
ettikleri mütevatırdır. Diyarbakır taraflarında bulunan Hamidiye Alay
Kumandanı Mustafa Paúa ki Milli Aúiret reisidir- zahiren ve lafzen asker
sınıfından
olan bu aúiret efradına pek çok mezalime âlet etti÷i ve o
havalide asayiú ve emniyetin büsbütün muhtel oldu÷u, vilayetin iú’arât ve
ehalinin úikâyâtı metbiasından malum oluyor.260
1891 yılında 36 alay olarak kurulan bu alayların sayısı 1895’ de 57’ye, 1910
itibari ile 64’e ulaúmıútır. Alaylar, Abdülhamit tahttan indirildikten sonra da
258
Osman Aytar. A.g.e s. 46
Avyarov. Osmanlı-Rus Savaúları’nda Kürtler.(1801–1900) Çevrim Yazı Muhammed Varlı
Sipan Yayınları, s.66–67
Güneydo÷uda Genel asayiúsizlik ve Hamidiye Alayları konusunda ayrıca bkz. Lukach, The
Fringe of the East, s. 240–242
260
Sait Halim Paúa Buhranlarımız. Tercüman Yayınları 1988 østanbul., s. 69
259
100
faaliyetlerine devam etmiú, Mahmut ùevket Paúa tarafından yeniden düzenlenerek
ismi “Aúiret Alayları” olarak de÷iútirilmiúti.261
Abdulhamit
aúiret
reislerinin
çocuklarını
Hamidiye
subayı
olarak
yetiútirilmesi için østanbul’da Mekteb-i Aúiret adı verilen bir okul kurmuútu.262
Alayların subay kadrosunu yetiútirmek amacıyla kurulan bu okul østanbul’daki
Süvari Mektebi’ne alınan aúiret çocuklarından oluúturulmuútu.263
Bu okulda
yeterli sayıda subay yetiútirilememesi durumunda aúiret reislerini subay kadrosuna
atanması öngörülüyordu. Ayrıca aúiret mektebinde yetiútirilen subayların yanı sıra
bu alayların e÷itimi için düzenli ordunun süvari subaylarının tayin edilece÷i
belirtiliyordu. Bunun yanı sıra alay ve bölük komutanlarının mutlaka ordu içinden
atanması, bunların altında kalan rütbelere de aúiret reisleri arasından atama
yapılması kararlaútırılıyordu.264 Aúiret reislerinin rütbe olarak yükseltilmesi ise
devlete yaptıkları hizmetler ölçü alınarak padiúah iradesiyle miralay (albay)
rütbesine terfi ettiriliyordu. Ancak albaylık rütbesinin yanındaki yardımcısının
ordu mensubu bir subay olması koúulu getirilerek alayların devlet tarafından
kontrolünün sa÷lanması amaçlanmıútı.265
Robert Olson, Kürt Milliyetçili÷inin Kaynakları ve ùeyh Sait Isyanı, Çev. B.Berker,
N.Kıraç
Özge Yayınları, Ankara, 1995 s. 30–31.
262
Kodaman Bayram. II. Abdülhamit Devri Do÷u Anadolu Politikası, Türk Kültürü Araútırma
Enstitüsü, s. 56
263
Aúiret Mektebi talebesinden olup tahsillerin ikmal için irade ile Mülkiye Mektebinde bir yıl
Sınıf-ı Mahsus (özel sınıf) okuyup diploma alan 1897 deki talebeler
261
Mukri Aúiret Reislerinden Davuthan Bey zâde Hüseyin Beyin o÷ludur. 1873 de ùemdinan’da
do÷du. Mülkiye Mektebi Sınıf-ı Mahsusu’ unu pekiyi derece ili bitirdi. Mezuniyetine
müteakip sırası ile 1898 de Van, Bursa Maiyet Memurluklarında; 1908 De Pazarköy, 1909 de
Kirmastı, Çölemerik, Gevaú, 1910 da Karne Kaymakam vekilliklerinde bulundu 1912 de
Müntefik Sanca÷ı mebuslu÷una seçildi Meclisin feshi üzerine 1914 de Hoúap
Kaymakamlı÷ına getirildi. 1915 de Hakkâri Mebusu oldu. Aynı yıl Müntefik 1916 de Kerbela
1917 de tekrar Müntefik Sancakları mutasarrıflıklarına getirildi. Müntefik’ in sukutu üzerine
østanbul’a geldi rahatsızlanarak Haydarpaúa Hastahanesinde tedavide iken 1921 de öldü Ali
Çankaya Mülkiye ve Mülkiye Tarihi s. 376
264
Aúiret reisinin o÷lu Kabataú'ta Sultan Abdülhamid, Hasenanlı aúiret reisi Mustafa Bey ile
hafiyeler aracılı÷ı ile görüúüyor ve Mustafa Bey'in Kabataú Leyli Meccanisi (Kabataú Yatılı
Lisesi)'nde okuyan o÷ullarından Kulihan Bey'e Maarif Vekâleti’nin verdi÷i aylık 60 kuruú
maaúın haricinde kendisi de düzenli olarak harçlık ve kıyafet gönderirdi. Ayrıca Mustafa
Bey'in en küçük o÷lu olan Kola÷ası Kerem Bey'in Ermeni katliamcılara (Hınçak ve Taúnak
komitacılar) karúı yaptı÷ı baúarılı
265
ùakir ve Zeki paúaların Sultan Abdülhamid’e gönderdi÷i telgrafta belirttiklerine göre
aúiretlerin isimleri úöyledir: Birinci Liva Merkez: Karakulliya Zilan Aúireti, Karakalpak
Aúireti Ademanlı Aúireti, Hayderanlı Aúireti Celali Aúireti, ùazili Aúireti økinci Liva Merkez:
101
Hamidiye Alayları Meúrutiyet’in ilan edilmesine destek veren Ermeniler’le
øttihat ve Terakki arasında kurulan ittifakın dayandı÷ı ortak görüú øT’nin
Hamidiye Alaylarını kaldırması idi. Ancak øttihat ve Terakki Ermeni ve Rus
entrikalarıyla yükseltilen milliyetçi akımlarla karúı karúıya kalınca Abdülhamit’in
Do÷u Anadolu’daki Hamidiye projesini devam ettirmek zorunda kaldı. Bu amaçla
Temmuz 1910’da Van valisi øran’daki eski Hamidiye reislerini geri dönmeye ikna
etmek için ùeyh Muhammed Sadık’ı øran’a gönderdi. øttihat ve Terakki tarafından
önce fesh edilen Hamidiye Alayları Meúrutiyetten iki yıl sonra tekrar Aúiretler
Hafif Süvari Alayları adıyla yeniden kurululdu. Böylece do÷u sınırlarındaki Kürt
aúiret reislerinin gücünü ve kanunsuz davranıúlarını bastırmaya yönelik tüm
politikalardan vazgeçildi.266 øttihat ve Terakki karúı karúıya kaldı÷ı ayrılıkçı
Ermeni
milliyetçi÷ini
bastırmak
için
Abdülhamit’in
politikalarına yeniden sarılmak zorunda kalıyordu.
267
Hamidiye
Alayları
øttihat ve Terakki 1910’
yılında, Kürt aúiret reislerini Ermeniler’e karúı harekete geçirmek için
østanbul’dan Teúkilat-ı Mahsusa’nın elamanlarını bölgeye gönderdi. Amaç olası
bir Kürt-Ermeni iúbirli÷inin önüne geçmekti. Teúkilat-ı Mahsusa’nın elemanları
aúiret reislerini Rusya’ya karúı örgütlemeye çalıútılar. øttihat ve Terakki bu
örgütlenmeyi yaparken bölgede tutunabilece÷i tek ideoloji Sunnî øslam ideolojisi
Hınıs Cemdanlı Aúireti, Cibranlı Aúireti Zirkan Aúireti Üçüncü Liva Merkez: Malazgirt
Sipkanlı Aúireti, Karakalpak Aúireti (Hasenan) Aúireti Dördüncü Liva Merkez: Erciú
Haydaranlı Aúireti Beúinci Liva Merkez: Baúkale Mukri (Muqri) Aúireti Milan Aúireti,
ùemsıki Aúireti ùukufti Aúireti, Takuri Aúireti Altıncı Liva Merkez: Mardin Milli Aúireti,
Karakeçi Aúireti, Tay Aúireti, Miran Aúireti Ertuúi Aúireti Yedinci Liva
Merkez: Ruha (Urfa) Kays Aúireti, Berazi Aúireti Bkz. Ali Karaca Anadolu Islahat Meselesi
ve ùakir Paúa Layihası Eren Yayınları 2000
266
David Mc Dowal, Modern Kürt Tarihi, s. 158
267
øsveç, Rusya, Belçika, øngiltere’nin baskısı üzerine 1908’in sonunda toplanan Osmanlı
Mebusan Meclisi, beklenilenin aksine Hamidiye Alayları’nın da÷ıtılmasına karar vermedi.
Meclis’in Alaylar konusunda toplandı÷ını ö÷renen aúiret liderleri, bunu kendilerine yapılmıú
bir saldırı olarak gördüklerini beyan ettiler. Bu yüzden alaylar ile düzenli ordu arasında
iliúkiler kopma noktasına geldi. øttihat Terakki yönetiminin Alayları ordu saflarına
kaydedilmesi kararı ortalı÷ı daha da gerginleútirdi. 1909’un baúlarında alaylar yavaú yavaú
silahsızlanmaya baúladılar. Haydaranlı aúireti reisi Kör Hüseyin Paúa’nın tutuklanması
alaylarla øttihat ve Terakki rejimini tamamen karúı karúıya getirdi. Hüseyin Paúa cezaevinden
çıktıktan sonra bütün askerlerini alıp øran’a göç etti. Akabinde 1913 yılında Musul bölgesinde
aúiret alaylarının baúını çekti÷i Kürt isyanı baúladı. 1914’te de Bitlis’te Mela (Molla) Selimin
önderlik etti÷i bir isyan meydana geldi.
102
oldu÷u için Türkçülük ideolojisini olabildi÷ince geri planda tutmaya özen
gösterdi.268
Baúlangıçta Ermeni ayrılıkçı milliyetçili÷ine karúı daha sonra da I. Dünya
Savaúı’nda Ruslara karúı örgütlenen Hamidiye Alayları savaúın bitmesiyle bir
anlamda iúlevlerini tamamlamıútı. Cumhuriyet döneminde aúiret alaylarının
organik varlı÷ından söz edilemese de alayların toplumsal ve siyasal kalıntılarının
tümüyle tasfiye edilmesi 1934 øskân Kanunu’yla aúiret, cemaat, úeyhlik, aúiret
reisli÷i, alay reisli÷i gibi ünvanlar kaldırılarak bu alayların kalıntılarına da
hukuken son verildi.
2.6. Vilayyat-ı ùarkiyye’ de II. Meúrutiyet
øttihatçıların ideolojik ve sınıfsal olarak baúlangıçta, derebeylik-a÷alık
düzenine karúı oldukları biliniyordu. øttihat ve Terakki’nin en radikal oldukları
1902 Kongresinde toprak sorununu toprak a÷aları aleyhine ele alıp tartıúmıúlardı.
Ancak bu süreç zamanla toprak a÷alarının endiúelerini haklı çıkarmayacak bir
seyir izledi. øT, dıúarıda ve içeride karúılaútıkları büyük sorunlardan sonra
özellikle úiddetlenen Ermeni milliyetçili÷i gibi büyük sorunlardan sonra Do÷u
Anadolu’daki dengeyi kendi lehine dönüútürecek politikalar izlemek zorunda
kaldılar. Bu politikanın özü ise Do÷u Anadolu’da Ermeniler’e karúı bölgedeki
a÷alık ve aúiret sistemiyle ittifak içine girerek sarayın Do÷u Anadolu’da
uyguladı÷ı geleneksel politikasına geri dönmekti.269
1908’de Meúrutiyet’in ilanıyla özgürlüklerin ve anayasanın yeniden
yürürlü÷e girece÷inin açıklanmasından sonra Do÷u vilayetlerinde ve köylerinde
özellikle Ermeniler arasında bir bayram havası esmeye baúlamıútı. Meúrutiyet’in
kendileri için yeni bir düzenin habercisi oldu÷unu düúünen Ermeniler buradan
yola çıkarak Hamidiye Alaylarının kaldırılaca÷ını bir karine olarak kabul
ediyorlardı.
268
269
Buna
karúın
Meúrutiyet’in
ilanı
Kürtler
David Mc Dovel a.g e s.133.
Feroz Ahmad. øttihatçılıktan Kemalizme Çev. Fatmagül Berktay s, 81
103
arasında
büyük
spekülasyonlara yol açtı. 1909’da Ziya Gökalp a÷alık ve aúiretleri aynı yıl yazdı÷ı
yazıda úöyle anlatıyordu:
“Köy a÷ası yönetim kademesinden bir kiúiyi, güçlünün kendisine
gizlice kulak vermesini sa÷lama sanatı sayesinde elinde tutmayı
baúardı÷ından, köyünde askere gitme yaúı gelmiú olanların askere
gitmesini engeller. Suçluları mahkemeden, vergi ve iúçi de÷iúim harcı
borcu olanları vergi tahsildarından kurtarır. Köyünün sınırları içinde bu
hizmetleri sayesinde ba÷ımsız bir prens gibi yaúar. øúlenen suçlar
karúılı÷ında haraç alır. Evlenenlerden ve bu kız kaçırma vakıalarından
sa÷ladı÷ı çeúitli yararlardan para alır. Kendilerini yükümlü hisseden
köylüler hayvan vergilerini tam olarak a÷aya öder. A÷anın dıúında hiçbir
tarım vergisi tahsildarın köye sokmamak için, kurulmuútur. Yanlıú
insanları suçlar, yanlıú kanıtlar sunar ve gereken di÷er her úeyi yapar.270
Do÷u Anadolu’da aúiretlerin Meúrutiyet’e karúı tepki vermeleri devrimin
do÷ası gere÷iydi. Kürt aúiretlerinin eski rejimle olan iliúkisi nedeniyle aúiret
a÷aları Meúrutiyet’in ilanını kendileri için do÷rudan bir tehdit olarak
algılıyorlardı.271 Bu sınıfların Meúrutiyeti tehdit olarak görmeleri úaúırtıcı de÷ildir.
A÷a ve úeyhlerin kendilerini tehdit altında hissetmelerinin nedeni 1895 Ermeni
olaylarından sonra aúiret reisleri Ermeniler’in topraklarına el koymalarıydı.
270
Nur Yalman O Land Disputes in Turkey, s. 215
Do÷u Anadolu’daki feodal yapıların ve bu yapılar üstünde yükselen zihniyetin Meúrutiyet
karúısında aldıkları tepki daha iyi açıklamak için Ortado÷u’co÷rafyasında imparatorluk ve
hanedanlık nüfuz alanlarını ortadan kesen aúiret ve a÷alık sisteminin øran da’ki uzantılarıyla
karúılaútırmak daha açıklayıcı olacaktır. II. Meúrutiyetten iki yıl önce 1906 yılında øran’daki
Anayasal devrim Osmanlı’da oldu÷u gibi øran aúiret yapıları üstünde çok fazla bir de÷iúiklik
meydana getirmemiúti. Hatta øran’ın Kirmanúah bölgesinde yaúayan aúiretler dıúında bu
devrimi aúiret reisleri arasında olumsuz karıúlanmıútır. Kirmanúah bölgesindeki aúiretlerin
kervan yollarındaki baskın ve ya÷malarına karúı Kaçarların bunlar üzerinde baskı yapması bu
devrimi desteklemelerinin nedeniydi. Kaçarların Kirmaúah. Rus müdahalesine karúı biriken bu
yerel tepki 1905-1906 yılında Rusya’nın Japonya tarafından yenilmesinden sonra kendini
açı÷a vuracaktı Özellikle Tebriz’de bulunan Azeri ulemanın ve tüccarların oluúturdu÷u ittifak
Tahran’da denetimi eline geçirerek ùahı bir danıúma meclisi kurmaya ve anayasa hazırlamaya
zorladı Kirmanúah dıúında øran’daki aúiret reisleri Osmanlı’da oldu÷u gibi genel olarak
hanedanlı÷ın bir paçası oldukları için hiyerarúik sistem yana tavır alalar anayasal rejime karúı
çıktılar. Yeni ùah Muhammet Ali 1907’de tahta geçtikten sonra anayasayı kaldırmay çalıútı ve
bu sonunda onun Temmuz 1909’da tahttan indirilerek sürgüne gönderilmesine neden oldu.
Bkz. Wedia Jvedih. Kürt Miliyetçili÷inin Tarihi, s. 198
104
II. Meúrutiyeti’in ilk liberal dalgasında øttihat ve Terakki, Kürt aúiretleri
tarafından gasp edilen toprakları sahiplerine geri vermeye istekli oldu÷unu
göstermiúti. Toprakların tekrar Ermenilere geri verilece÷i taahüdü Kürt aúiretleri
arasında Meútrutiyet’e karúı tepkiler do÷urdu. Meúruiyet’in ilanına ilk büyük tepki
Milli Aúireti Konfederasyonu tarafından baúlatılan isyanla ortaya çıktı.272 Milli
Aúireti aynı zamanda Hamidiye Alayı úeklinde örgütlenmiú Mirliva (Tu÷genaral)
ünvanına sahip øbrahim Paúaya önderli÷inde bölgede güçlü bir aúiret
konumundaydı. 273 Meúrutiyet’in ilanından sonra Milli Aúireti reisi øbrahim Paúa
isyan ile ortaya çıktı. Milli aúireti bölgede güçlü aúiretlerden biri olarak, nufuz
alanı Suriye içlerine kadar uzanan bölgedeki en güçlü aúiret konfedarasyonuydu.
Milli aúireti isyanı 1908 yılının Kasım ayında Viranúehir’de Osmanlı kuvveti
tarafından bastırılarak aúiret lideri øbrahim Paúa öldürüldü. Milli aúireti isyanın
bastırılması bölgedeki özellikle úehirlerde yaúayan halk tarafından sevinçle
karúılandı.274 Buna karúın Abdülhamit yönetiminden memnun olan aúiret reisleri
a÷a ve úeyh sınıfı arasında bir úok dalgası yarattı. Aúiretlerin Meúrutiyet’e karúı
tepkileri Van ve çevresinde bulunan Hayderan aúiretinin öncülük etti÷i Kör
Hüseyin Paúa öncülü÷ünde eski Hamidiye subaylarıyla birlikte 1909 sonbaharında
sınırı geçerek, Tahran’dan ba÷ımsız olmayı düúleyen Maku Kürt aúiret
konfederasyonu reisi ile Meúrutiye’e karúı bir iúbirli÷i içinde úeyhlerin de
deste÷ini alarak Meúrutiyete karúı yeni bir ayaklanma örgütlenmeye giriútiler.
Ancak bu ayaklanma baúarısızlıkla sonuçlandı.275 Meúrutiyet’e bölgedeki aúiret
a÷alarının bu tepkisinin hem ideolojik hem de maddi nedenleri vardı. Bunlardan
birisi øttihat ve Terakki yönetimi o güne kadar bu aúiret reislerinden vergi
alamayan Bab-ı Ali’nin bundan sonra tahsil edemedi÷i vergileri kararlıkla
alaca÷ını açıklamasıydı.276 Bununla birlikte Ermeniler’den gasp edilmiú arazilerin
toprak a÷alarından geri alınaca÷ıydı. Bu tepkinin ideolojik nedenleri ise øttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin taraftarlarının ümmet yerine kullandıkları, sultana ve
272
David Mc Dowell Modern Kürt Tarihi s. 245
Naci Kutlay øttihat Terakki ve Kürtler s. 143
274
Wedia Jwedieh Kürt Milliyetçili÷inin Kökenleri s. 176
275
Cibranlı Halil øbrahim Bey, Hınıslı Kuli Han, Malazgirtil Hasananlı Aúiret Reisleri. Muú
ùeyhleri ve Bulanıklı ùeyh Süleyman ve Muú Ovasındaki Khavnirli Musa Bey, Musa Bey’in
Ermeni köylerine karúı zulmü nedeniyle aldı÷ı ceza olan yirmi yıllık sürgünden kurtarıldı÷ı
için øttihat ve Terakki’ye minnet borcu vardı. Bkz: Musa ùaúmaz. Kürt Musa Bey Olayı
(1883-1890) Kitabevi Yayınları østanbul, 2004 s. 141
276
Mayevsriy a.g.e s. 167
273
105
halifeye ba÷lılı÷ı sarsacak úeyh ve a÷aların nüfuzlarını zayıflatacak Meúrutiyet
özgürlük, eúitlik, kardeúlik gibi yeni sözcüklerden hoúlanmamıúlardı. Harput’un
Kürt müftüsü Meúrutiyet’ in ilanını “øslâm’ın sonu” olarak de÷erlendiriyordu.277
øttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin hürriyet, eúitlik ve kardeúlik ilkelerini bir
imparatorluk düzeni içinde savunmaları ve kendileri her ne kadar “ øttihat” (birlik)
ømparatorluk içindeki milletlerin bütünlü÷ünü amaçlasa da özünde bu düúünceler
bir ulusun hem inúasında hem geliútirilmesinde temel olan ideolojik ve siyasal
kavramlardı. Çok uluslu ümmet temeli üzerine kurulmuú imparatorluk düzeninde
bu düúüncelerin er geç baúka etnik ve ulusal taleplerle birleúece÷i kaçınılmazdı.
Nitekim Ermeniler, Bulgarlar gibi Kürt aydınları da di÷er unsurları takip ederek
II. Meúrutiyet’in getirmiú oldu÷u özgürlük ortamında Kürt Milliyetçili÷i ideolojisi
etrafında örgütlenme yoluna gitmiúlerdi. ømparatorlu÷un Türk olmayan etnik
unsurlar arasındaki milliyetçi ideolojiye de÷inen E. Ramsaur o dönemde,
Müslüman ve Türk olmayan halklardaki ulusal duyguların zayıflı÷ına dikkati
çekerek Kürtlerle ilgili olarak aralarında Abdullah Cevdet ve øshak Sükuti’nin de
bulundu÷u birçok Kürt, Jön Türk haraketine baúlangıcında katılmıúlardı. Ancak
bunlar kendilerini Kürt olmaktan çok Türk ya da Osmanlı olarak görüyorlardı. Bu
nedenle milliyetçilik ideolojisi Müslümanlar arasında Hıristiyanlara kıyasla çok
daha geç oluúmuútu.278 Bunun nedeni imparatorlu÷un parçalanma endiúesiydi. Bu
endiúeyi besleyen, ømparatorlu÷un Rumeli eyaletindeki Romanya, Bulgaristan ve
Mekedonya’nın ulus ideolojisiyle imparatorlu÷un elinden çıkmasıydı. Nitekim
Niyazi Berkes Jön Türklerin devrimi daha fazla ileriye götürememelerinin
nedenini Batı Avrupa’nın ve Rusya’nın emperyalist amaçlarının Ermeniler ve
Kürtler üzerinden Do÷u Anadolu’nun kaybedilmesi endiúesine ba÷lamaktaydı.279
Bu endiúe özellikle Do÷u Anadolu’nun toplumsal, etnik ve dinsel yapısıyla
Cumhuriyet dönemine miras kalacak feodal yapılar daha sonra Cumhuriyet
devrimlerinin yönünü ve hızını da belirleyecekti. Ancak bu konuya burjuva
277
Parliamentary Papers. Turkey No 1, Lowther’den Grey’e Therapia, 26 A÷ustos 1908
Ernest E, Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 øhtilali Çev: Nuran Yavuz Pozitif Yayınları 2007 s,
81
279
Niyazi Berkes øki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoroz. s. 677
278
106
demokratik devrim konusunda yer verece÷imiz için burada daha fazla ayrıntıya
girmeden geçiyoruz.
Do÷u Anadolu’da toplumsal örgütlenmenin temel ilkesi kandaúlık yanında
Sunnî øslam ideolojisi etrafında biçimlenmiúti. øslam, Osmanlı kent kültürü ile
kırsal kesimdeki köylü müslümanlı÷ın tarikatlar aracılı÷ıyla halk kültürüne bir
arada tutan bir iúlev görmekteydi. Bu nedenle Do÷u Anadolu’da úeyh ve
seyyitlerin bölgenin toplumsal örgütlenmesindeki rölü neredeyse tek belirleyici
bir güç konumundaydı. Bu koúullar içinde øttihat ve Terakki Do÷u Anadolu’da
halkı harekete geçirmenin ve manipüle etmenin de temel bir aracı olarak dinin
yönlendirici iúlevini kullanmakta tereddüt etmedi. Ancak bu politikalar Do÷u
Anadolu’ da Kürt aúiretleri ve úeyhleri üzerinde pek etkili olmayacaktı. Bundan da
öte Abdülhamit’in devrilmesiyle Kürt aúiret ve úeyhleri güçlü himayelerini ve
ayrıcalıklı konumlarını yitirmiúlerdi Çünkü Jön Türkler’in Halife’ye ve genelde
dine yönelik tutumları Kürtler’in kutsal saydıkları bir miti yıkmıú ve Kürtlerle
devlet arasındaki en güçlü ba÷ı zedelemiúti.280
øttihat ve Terakki yönetimi Do÷u Anadolu’da Ermeniler’in eúitlik ve
özgürlük taleplerinin Osmanlı projesi içinde gerçekleútirilmesinin imkansız
oldu÷unu anlayınca Ermeniler’in bu taleplerinin uzun vadeli bir ayrılma
stratejisinin bir parçası oldu÷unu, her otonomiden sonra ba÷ımsızlık taleplerinin
peú peúe geldi÷ini Romanya, Bulgaristan örne÷inde yaúamıúlardı.281 Bu nedenle
Do÷u Anadolu’daki Ermeni isyanlarının sadece Gayrimüslim cemaatlerin kendi
etnik kimliklerin, talep etmeleri Müslüman ümmetin de aynı úekilde davranmasını
kaçınılmaz hale getirece÷inin farkında olan øttihat Terakki Türkçülük düúüncesini
sürekli yedekte tutuyordu. Ancak 1913 Balkan Savaúları yenilgisinden sonra bu
280
Sultan II. Mahmut’un reformları 19. yüzyılın ilk yarısında Kürt Mirliklerinin ortadan
kaldırmaya yönelik politikaların baúladı÷ı yıllardır. II. Mahmut’un ølerici ancak pek
sevilmeyen reformları 1826 yılında Yençeri Oca÷ını ve Bektaúi tarikatlarını ortadan
kaldırmaya yönelik çalıúmalarıyla birleúen Sultan Mahmud, dini çevrelerce afaroz edilmiúti.
Sultan Mahmut’’un un ölümünden sonra. østanbul’daki türbesinin önünden geçen Bektaúi
derviúlerinin, ona lanetle tükürmeleri ve beddua etmelerinin bir gelenek haline geldi÷i
söylenir. Birgi. The Bektashli Order, s. 79. 1837 yılında bir gün Galata köprüsünden geçen
Sultan’a tehditler ve hakaretler ya÷dıran “Gâvur padiúah” diye ba÷ırarak øslamı yıkmaya
çalıúmakla suçlayan bir derviúin hikâaye anlatırlarrown, Dervishes. 3445–346 ve Birge. The
Bektahsi Order. s. 83
281
Wadie Jweideh., Kürt Milliyetçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi ,. Çev: øsmail çekem
Alper Duman østanbul 1999 s. 198
107
düúüncenin açıkça savunulmaya baúlanacak bu da artık “Osmanlılık” ideolojisinin
de iflası anlamına geliyordu. Bu dönemde øttihat ve Terakki Fırkası’nın Merkez-i
Umumi üyesi olan, Ziya Gökalp øttihat Terakki’nin politikalarına bilimsel ve
sistemli teorik bir çerçeve kazandırma çabası içine girecekti. Gökalp’in gördü÷ü
en önemli problem azınlıkların ba÷ımsızlık mücadeleleri içinde olmalarıydı.
Gökalp’ın etkisi altındaki siyasi Türkçülük programı ile Vilâyât-ı ùarkiyye’de
yaúayan Ermeni, Rum, Nesturî cemaatine belli bir kültürel özerklik verilmesinden
yana olmakla beraber Osmanlı Millet sisteminin devamını imkânsız ve gereksiz
görüyorlardı.282
II. Meúrutiyetle birlikte Ermeniler’e tanınan hakların Kürt aúiret reislerini ve
úeyhlerini rahatsız etti÷ini belirtmiútik.
Bu grupların aksine benzer hakların
Viliyât-ı ùarkiyye’de yaúayan Kürtlerin de do÷al hakkı olaca÷ı bazı e÷itimli Kürt
aydınları tarafından talep edilmeye bu taleplerini Kürt milliyetçili÷i teziyle
iúlemeye ve buradan hareketle batı kamuoyunun deste÷ini almak için büyük çaba
harcamaya baúlamıúlardı. øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tam iktidarı döneminde
Do÷u Anadolu’da örgüt sayısının artması ve siyasi güçlerini hissettirmeleri
Kürtler ve øttihatçılar arasında gerilimi artırmıútı. Cemiyet içinde Türkçü fikirlerin
a÷ırlık kazanmasıyla Kürt örgütlerinde ve ileri gelenlerinde ayrılma e÷ilimi
düúünsel planda daha belirgin hale geldi. Bu nedenle øttihat ve Terakki Kürt
cemiyetlerini kapattı.283 Osmanlı ømparatorlu÷u’nun unsurları arasında milliyetçi
e÷ilimlerin güçlenmesi toplumsal alanda çatıúma ve gerginlikleri daha belirgin bir
hale getirdi. 19. yüz yılın son dönemecinde uluslaúma ça÷ında Batılılaúma ve Batı
kurumlarını tesis etme ile imparatorlu÷un içindeki ulusların imparatorluktan
kopma endiúesi ve korkusu iç içe geliúen bir olguydu. ømparatorlu÷un
Do÷u’sunda 19. yüzyılın son çeyre÷indeki durumu ile bugünkü durum
karúılaútırıldı÷ında yine benzeri gerginlikler ve olayların gerek dıú dinamiklerle
olan iliúkisi gerekse içi dinamikler bakımından yakın paralellikler göstermektedir.
2.6.1. II. Meúrutiyet Döneminde Kürt Cemiyetleri
Uriel Heyd, Ziya Gökalp Tük Milliyetçi÷inin Temelleri, Çev: Kadir Günay Kültür
Bakanlı÷ı Yayınları s. 56
283
Naci Kutlay, øttihat ve Terakki ve Kürtler. Beybun Yayınları. Ankara, 1991, s. 138
282
108
1908 yılından sonra Osmanlı tebaasının yanı sıra Kürtler de Meúrutiyetin
ilanıyla birlikte oluúan özgürlük atmosferinden yararlandılar. Bu atmosfer içinde
birçok kültürel ve siyasi örgüt ortaya çıktı. Kürt cemiyetleri de ilk kez bu
dönemde kuruldu. Kürt cemiyetleri Osmanlı ømparatorlu÷u içinde yasal olarak
faaliyet göstermeye baúladılar. Bu dönemdeki Kürt cemiyetleri e÷itimli Kürtler
tarafından sadece østanbul’da örgütlenmiúlerdi. II. Meúrutiyet döneminde kurulan
Kürt cemiyetlerinin tüzüklerinde kendilerini etnik olarak farklı fakat aynı
zamanda Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak görüyorlardı.284
øttihat ve Terakki Cemiyeti içinde de etkin rol oynayan Kürt ileri gelenleri,
Meúrutiyet
döneminde
çeúitli
örgütlenmelere
giriúmiúlerdi.
Bunların
en
önemlilerinden biri olan Osmanlı Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti 1908 yılında
kurulmuú ve Abdülhamit uygulamalarına karúı çıkmıútı.285
Birinci Dünya Savaúı’nın sonuna do÷ru østanbul’daki Kürtler siyasi örgütler
de oluúturdular. Siyasi bir gündem izleyen ilk Kürt örgütü Kürdistan Teali
Cemiyeti ’ydi cemiyetin amacı Kürtler’in Kanun-ı Esasî’nin vatandaúlara tanıdı÷ı
haklardan faydalanmasını sa÷lamaktı. Cemiyet Osmanlı sıfatını daima korumayı,
devletin süreklili÷ine, Meúrutiyete ba÷lı kalmayı, farklı unsurlar ve aúiretler
arasındaki ihtilafların giderilmesi için de gerekli giriúimlerde bulunmayı
savunuyordu.286
Bu cemiyetlerin ardından 1912 yılında østanbul’da Kürt asıllı ö÷renciler ve
hukukçular tarafından Kürt Hevi Talebe Cemiyeti ile I. Dünya Savaúı sırasında
Mısır’da østiklâl-ı Kürdistan Cemiyeti kuruldu. Baúlangıçta bu cemiyetlerin
birço÷u daha çok Kürtlerin yaúadı÷ı bölgelerdeki koúulların iyileútirilmesini
hedefliyordu. Osmanlı ülkesinden ayrılmak gibi bir amaç gütmüyordu. Ancak
savaú sonrası Mütareke koúulları bu cemiyetlerin taleplerinde de farklılıklar ortaya
çıkmasına yol açarak Kürtler’in ayrı bir devlet kurma düúüncesi ve beklentisi de
bu koúullar içinde dillendirilmeye baúlanacaktı.
Mondros Mütarekesi’nin Osmanlı Devleti yönetimini etkisiz bırakmasının
ardından, Mayıs 1919’ da Seyit Abdülkadir baúkanlı÷ında bir Kürt Teali Cemiyeti
kuruldu. Baúlangıçta kendisini 1908’de kurulan Kürt Teavün ve Terakki
284
Hasan Özo÷lu, a. g.e s. 45
Ramsauer a.g e. s. 98
286
øsmail Göldaú Kürt Teali Cemiyeti s. 34
285
109
Cemiyeti’nin devamı gibi gösteren bu örgüt, hayır amacı güden bir cemiyet
görüntüsü ardında Mütareke sonrasında oluúan uygun koúullardan istifade ederek
ba÷ımsız bir Kürt devleti kurmayı hedefliyordu. Do÷u Anadolu’nun nüfuzlu
hanedanlarından
biri
olan
Bedirhano÷ulları
tarafından
desteklenen
ve
østanbul’daki devlet yöneticileri arasında da üye ve yandaúları olan cemiyetin
Baúkanı Seyit Abdülkadir,
aynı zamanda ùura-ı devlet reisiydi.287
øngiliz
subaylarının ba÷ımsız bir Kürdistan devletini desteklemelerinden cesaretlenen
cemiyet Damat Ferit Paúa aracılı÷ıyla øngiltere’ye bu talebini iletti. Bu iste÷e
sıcak bakmayan øngiltere Süleymaniye valisi olarak yerel Kürt önderlerden ùeyh
Mahmut Berzenci’yi atadı. ùeyh Mahmud Berzenci bölgedeki øngiliz kuvvetlerine
karúı bir ayaklanma baúlattı. Bu ayaklanmada øngiliz subaylarının da öldürülmesi
üzerine øngiltere, Berzenci’yi görevden aldı. Bölgede yaúanan geliúmelerden
tedirginlik duyan østanbul Hükümeti de, cemiyetin Do÷u vilâyetlerinde úubelerin
kapatma yoluna gitti. Damat Ferit Paúa kabinesinin istifasının ardından etkinli÷ini
kaybetmeye
baúlayan
Kürdistan
Teali
Cemiyeti’nin
çalıúmaları
Ankara
Hükümeti’nin kurulmasının ardından sona erdi.288
2.7. Kandaúlıktan Kutsallı÷a Do÷u Anadolu’da øki
Geleneksel Güç Oda÷ı
2.7.1. ùemdinli ùeyhleri
19. yüzyılın ikinci yarısında II. Mahmut’la baúlayan devletin merkezileúme
çabası sonucu Kürt Mirlikleri ortadan kaldırılmıú onun yerine merkezden vali
atama usulü getirilmiúti. Ancak bu çabalar Do÷u Anadolu’daki feodal güçlerin
bölgedeki etkinli÷ini tam olarak kıramamıútı. Merkezîleúme ile birlikte bölgede
yarı özerk statüdeki Kürt mirliklerinin ortadan kaldırılmasıyla bu güçlerin yerine
19.yüzyıın baúlarında Musul’dan gelen Cüneydi Ba÷dadi’nin öncülük etti÷i ve
Nakúibendî tarikatının devamı olan Taha-ı Nehri úeyhleri bölgede etkin güç haline
geldiler. Taha-ı Nehri Hakkâri’nin ùemdinli bölgesine yerleúmiú øran’dan gelen
287
288
Muzaffer ølhan Erdost. ùemdinli Röportajı Onur Yayınları s. 68
Naci Kutlay a.g e s. 132
110
kervanlar üzerinden özellikle tütün ticaretinden büyük kazançlar elde ederek
siyasal gücünü ekonomik gücüyle pekiútirerek Hakkâri bölgesinde önemli bir
nüfuz ve güç elde etmiúti.289
ùemdinli ùeyhleri Kürt milliyetçili÷inin iki farklı ekseninden biri olan aúiret
ba÷ları ile birlikte medrese gelene÷inden beslenen, tarikat temeli üzerinde
varlı÷ını oluúturmuú kollarından biriydi. ùemdinli ùeyhleri Cüneydi Ba÷dadi’nin
ö÷rencisi olan Mevlana Halid’in 1840’lı yıllarda Hakkâri’ye gelerek burada
Tarikatın bir kolunu örgütlemesiyle bölgede etkin bir konuma geldiler.290 Taha-ı
Nehri úeyhleri olarak da bilinen bu aile hem aúiret hem de úeyhlik nüfuzunun iç
içe geçti÷i bir güce sahip olarak Kürdistan’da yerel iktidar da÷ılımı bakımından
önemli bir güce sahiptiler. Abbasi hanedanından geldiklerini iddia eden bu Nehri
aile, Cumhuriyet döneminde Soyadı Kanunu’yla Arvasi soyadını alacaklardı.
Seyit diye tanımlanan bu aile kendi úecerelerini Hz. Muhammed’in soyuna
dayandırarak uzun yıllar Van ve Hakkâri bölgesinde ekonomik ve siyasal gücü
ellerinde tutmuúlardı. ùemdinli ùeyhlerinden Taha-ı Nehri’nin o÷lu olan ùeyh
Ubeydullah’ın 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaú’nın yarattı÷ı bölgedeki otorite
boúlu÷unda kendi aúiret ve tarikatını daha etkin konuma getirerek 1880 yılında on
bin kiúilik bir aúiret ordusu ile øran’a saldıracak, øran’ın birçok köyünü ele
geçirecekti. Bu olay ùeyh Ubeydullah Nehri’ye halk nezdinde büyük nüfuz
kazandıracaktı. ùeyh Ubeydullah’ın bu nüfuzu yabancı gözlemcilerin de
dikkatinden kaçmayacaktı. ùeyhin gücünü S.G.Wilson úöyle belirtiyordu: ùeyh
Ubeydullah II. Abdulhamit’in ve Mekke ùerifinin yanında, Sünni Kürtler
nazarında en kutsal kiúi sayılır binlercesi, onu sadece bir aúiret reisi oldu÷u için
de÷il, Tanrı’nın bir vekili olarak da takip etmeye hazırdı.291 Ubeydullah’ın o÷lu
olan Seyit Abdülkadir økinci Meúrutiyet döneminde Encümeni Daniú baúkanlı÷ına
kadar yükselecekti. Daha sona 1925 ùubatında baúlayan ùeyh Sait isyanında rolü
oldu÷u gerekçesiyle Diyarbakır da østiklâl Mahkemesi’nce yargılanarak idam
Muzaffer ølhan Erdost, ùemdinli Raporu, s, 160
Nihat Ali Özcan AKP’ nin Kürt Sorunu’ ile ømtihanı” Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki s. 16
26 Eylül 2005
291
S. G. Wilson, Persian Life and Customs: With Scenes anda Incidents of Residence and
Travel Oliphant, Anderson and Ferrier 1896 London, 1896, s. 81
289
290
111
edilecekti.292 Yine bu aileden gelen, ùemdinli kaymakamlı÷ı da yapan øbrahim
Arvas Cumhuriyet’in ikinci Meclisinden baúlayarak 1950 yılına kadar aralıksız
olarak 30 yıl boyunca CHP’den Van milletvekilli÷ine seçilecektir. Nakúibendî
tarikatının en güçlü kolu olan bu aile hemen her dönem parlementoya temsilci
gönderecektir. Taha-ı Nehri’nin devamı olan Arvasiler aúiret ve cemaat ba÷larının
iç içe geçti÷i ekonomik ve siyasal güç olarak nüfuzların ve güçlerini bütün
hükümetler dönemlerinde sürdürmüúlerdir.
Öte yandan bölgede úeyhlerin ekonomik güçlerinin dayandı÷ı mekanizma
úeyhlerin vakıf yöneticisi sıfatı taúımalarıydı. ùeyhler vakıf topraklarının tasarruf
sahibi olarak ekonomik güçlerini geliútirmiúlerdi. Mirlikler yıkıldıktan sonra
bölgede nüfuz sahibi haline gelen úeyhlerin aúiret örgütlenmesinin alt yapısının
korunmasında etkin rolleri oldu. Daha önceden de toprak sahibi olan úeyhler özel
mülklerini aúiret mülkü aleyhine geniúleti. Bu durum hem topra÷ın, hem de
eme÷in daha yo÷un bir biçimde sömürülmesiyle sonuçlandı. Bu sömürü
sonucunda daha hızlı bir servet birikimine, o da pazarlanacak artık ürünün elde
edilmesine neden olmaktaydı. Bu artık ürünün pazarlanması zayıf da parasal bir
ekonomiyi oluúturmuútu. ùeyhler ve aúiret a÷aları toprak mülklerini alabildi÷ine
geniúletmeleri özellikle Hakkâri bölgesinde Nesturilerden kalan toprakların bu
ailenin eline geçmesiyle a÷aların ve úeyhlerin köylünün ve aúiret üyelerinin
üzerinde ola÷an üstü bir güce sahip olmalarına neden oldu.
Bölgede a÷aların ve úeyhlerin topraklarındaki bu artıú yeni bir yaúam tarzı
ve yeni bir toplumsal sınıfı ortaya çıkardı. Bu da aúiret ve cemaat reislerinin
servetlerindeki artıú ile birlikte kentsel alanlara yerleúmesini beraberinde getirdi.
Böylece kentli toprak a÷aları ile köyde kalan toprak a÷aları arasında yeni bir tür
ittifak sistemi geliúti. Aúiret a÷aları ve úeyhler bu ekonomik kaynakları ustaca
de÷erlendirdiler. Bunlar sadece maiyetlerinde çok sayıda insan bulundurmakla
kalmıyor bürokrasi ve nüfuzlu kiúilerle de ba÷lantılar kuruyorlardı.293
Tarikat yapılanması bir yandan aúiret iliúkileri ile iç içe geçmiú bir yapıda
oldu÷u
292
293
için
köylünün
ya
da
mürúidin
Nikitin Bazil A.g.e s. 232
Nazmi Sevgen Do÷u Anadolu Türk Beylikleri s. 171
112
úeyhe
mutlak
itaati
iliúkileri
merkezîleútiriyordu. ùeyhe gösterilen saygının artmasıyla birlikte, kendisine
atfedilen kutsallık kardeúler ve o÷ulları arasında da paylaúılıyordu. Yetki ve
sıfatların babadan o÷ula geçmesiyle dini iktidar ve nüfuz kurumsal hale geliyordu.
Bu iliúki icazetle babadan o÷ula geçen mistik kutsallı÷ı sahte bir mürúit-mürid
iliúkisi temelinde oluúturmaktaydı. Böylece úeyhler ve onların kuúakları arasında
nüfuz, güç ve zenginlik kuúaktan kuúa aktarılarak úeyhlik statüsü miras olarak
devrediliyordu.294
ùemdinli úeyhleri, özellikle II. Abdülhamit döneminde tam bir derebeyli÷i
saltanatı sürmüúlerdi. Seyit Taha bölgede Kürtlerin dini duygularını kullanarak ve
Hıristiyanlara karúı kıúkırtarak bölgede ciddi bir etkinlik elde ediyordu. O÷lu
Ubeydullah zamanında tüm dünyevi iliúkilerde yönetim úeyhin denetimine girdi.
Bu arada Seyyid Taha halifesi Abdurrahman Barzani’yi Zibari topraklarındaki
Barzan köyüne gönderdi o zamandan beri Barzan úeyhleri ile Zibari a÷aları
düúmandırlar. ùeyhler ve a÷alar arasında aúiret dıúında kalan köylüler tarikatların
aktif destekçileri haline geldiler295
ùeyhlerin, Do÷u Anadolu’da geniú bir müritler a÷ı temelinde yaydıkları
siyasal ve ekonomik güçlerinin bir kayna÷ı da zekatın yanı sıra aúiret ve tarikat
mensuplarının karúılı÷ı ödenmeyen emeklerinden kaynaklanmaktaydı. ùeyhler
kendi bölgelerinde en büyük sürü ve toprak sahibi konumlarıyla aynı zamanda
sınıfsal bir güç haline geldiler. Ancak bu sınıfsal farlılık dini ideoloji ve
tarikatların itaat kültürü içinde hiçbir zaman alt sınıflar tarafından fark edilir
duruma gelmedi. Bu nedenle 19. yüzyılın ikinci yarısında bölgenin her tarafında
Kürt a÷a ve úeyhlerinin sömürüsü katlanarak artı. I.Dünya Savaúı ortamında
Hakkâri’de Nesturi cemaatinin mallarının ve hayvanlarının ya÷ma edilmesiyle bu
güçlerini daha da pekiútirdiler.296 Böylece úeyhler ve a÷alar gelir kaynaklarını ilk
önce büyük ço÷unlu÷u Ermeni ya da Nesturi Hıristiyanlardan oluúan bölgedeki
yerleúik halkı mallarını ya÷malayarak sa÷lamayı sürdürdüler.
294
Bruinessen, A÷a, ùeyh, Devlet, s. 148
296
Lale Yalçın Hekman, Kürtlerd Aúiret ve Akrabalık øliúkileri Çev. Gülhan Erkaya øletiúim
Yayınları 2002 østanbul. 78
113
2.7.2. Bedirhanlar
Do÷u Anadolu’da Kürt Mirlikleri içinde en güçlü mirliklerden birisi
Bedirhan mirli÷iydi. Emir Bedirhan bey 1828-1829’ dan sonra sultana asker
vermemekte direnerek bölgede bulunan di÷er Kürt Mirliklerine ve Ekrat
hükümetlerine asker vermemeleri için giriúimde bulundu. Van’da Müküs beyi
olan Han Mahmut ve Hakkâri’de Nurullah Beyi Kürdistan’ın ba÷ımsızlı÷ı
yolunda mücadele için ikna etmeye çalıúıyordu. 1847 yılında Botan Mirli÷i’nin
merkezi siyasal iktidar tarafından ortadan kaldırılmasıyla birlikte bölgedeki
otoritesini Nehri ùeyhlerine kaptıran Bedirhanlar bu yenilgiyi hazmedememiúti.
Bedirhan’ın o÷ullarından Osman ve Hüseyin 1879’da Botan’da kısa süren bir
isyan çıkardılar.297 1899’da iki o÷lu, Emin Ali ve Mithat, aúiretleri bir araya
toplama giriúiminde bulundu. Fakat güçlerini birleútirmeden önce yakalandılar.
1890’ların sonunda Mithat, 1898’ yılında Kürtçe ve Türkçe iki dilde yayımlanan
Kürdistan dergisini çıkarmaya baúladılar. Derginin merkezi Kahire’deydi. Dergi
øttihat ve Teraki’yi destekliyordu. Dergi etrafında oluúan kiúiler úeyh aileri ve
e÷itimli Kürt seçkinlerinden gelen kiúilerden oluúmuútu. Bunlardan biri Taha-ı
Nehri ailesinden derginin baúyazarı ùefik Arvas’tı. Bu kiúiler Kürtlerin
desteklenmesi için duyguları harekete geçirecek yazılar kaleme alıyordu.298
Kürdistan dergisi daha sona Cenevre’de ve ardından Londra ve Folkston’da
yayımlandı. Bedirhan’ın o÷lu Abdurrahman 1902 yılında Paris’te yapılan øttihat
ve Terakki’nin kongresine katılarak Prens Sabahattin’in yanında yer aldı. Bu
kongrede liberallerle milliyetçiler kesin bir biçimde ayrılarak øttihat ve
Terakki’nin tarihinde ideolojik kırılmanın dönüm noktasını oluúturdu. Liberaller
imparatorlu÷a dayatılan uluslar arası anlúma koúullarının yerine getirilmesi
gerekti÷ini savunuyorlardı. Avrupa güçlerinin dayattı÷ı bu koúullar daha çok
Ermeni cemaatinin korunması, onların mal ve can güvenli÷inin sa÷lanmasını
öngören maddenin uygulanmasıydı. Bu nedenle 1902 Paris Kongresi’nde Kürtler
ve Ermeniler liberallerin yanında yer alacaklardı. Buna karúın milliyetçiler ise
298
Wadie Jwaideh Kürt Milliyetçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi Çev. øsmail Çekem, Alper
Dumun øletiúim Yayınları østanbul 2004 s.128
114
imparatorlu÷un
içiúlerine
hiçbir
dıú
gücün
karıúmaması
gerekti÷ini
299
savunuyorlardı.
1879’ yılına gelindi÷inde Van, Muú, Bitlis ayaklanmaları baú gösterdi
Bedirhan Bey’in o÷ulları Osman ve Hüseyin Beyler liderli÷indeki isyan yayıldı.
Cizre isyancıların eline geçti. Siirt, Diyarbakır, Erzincan ve Erzurum’dan toplam
17 tabur isyancıların üzerine gönderildi. østanbul’dan gönderilen Sultan’ın özel
temsilcisi Bedirhan’ın o÷ulları ile görüúerek belirli çıkarlar karúılı÷ında
Bedirhan’ın o÷lu Hüseyin Bey østanbul’a gönderildi. Bedirhan’ların Kürt
milleyitçili÷i gibi bir amacı ön planda görünsede aslında tamamen feodal bir
ekonomik ve toplumsal temelde oluúan bu ailenin feodal yapıdan kopmak gibi bir
amacı ve programı yoktu. Bedirhan ailesinin dünya görüúlerinin özünü kavrama
açısından Bedirhan’ ın 1867’de Sadrazam Ali Paúa’ya gönderdi÷i mektupta yer
alan satırlar önemli ipuçları içerir.
Bedirhan mektubuna “Aciz kullarının
maruzatıdır” diye baúlar ve ailesinin kalabalık oldu÷undan söz ederek yıllardan
beri ihsan buyurulan maaúının artırılmasını talep ederek
“Evimde bulunan kalabalık nüfus köle ve cariye de÷il ki satarak azaltayım,
hizmetçi de÷il ki kovayım diyerek Bedirhan kölenizi umum sırada tutmayıp
maaúının artırılmasını”
makam-ı devletin kölesi olarak talep etmekteydi300
Maiúeti bile merkezi siyasal otoriteye ba÷lı olan Bedirhan mirli÷inin bugün
romantik Kürt milliyetçileri tarafından Bedirhanların bulundu÷u Cizre bölgesinde
devlet kurdukları úeklindeki açıklamaları göz önünde bulundurulunca bu mektup
düúündürücüdür. Bedirhan ailesi büyük bir toprak sahibi ve derebeyi konumuyla
isyan etmesine ra÷men ciddi bir cezalandırma görmek bir yana genel
uygulamaların bile dıúında tutuluyordu. Mektubun devam eden bölümünde ise
ayrıcalı÷a alıúmıú bir derebeyinin isyan etti÷i devletten inanılması güç talepte
bulunuyordu. 301 Bedirhan Mirli÷inin ortadan kaldırılmasından dört yıl önce yani
1843 yılında Hakkâri Beyi Nurullah Bey’in yardımıyla Hakkâri bölgesinde
yaúayan Hıristiyan Nesturi-Asurîler üzerine saldırarak Nesturilere yaptı÷ı
kıyımları Bedirhanları Kürt Milliyetçili÷inin ikonası haline getiren bir kısım Kürt
299
Abbas Vali. Kürt Milliyetçili÷inin Kökenlir Avesta Yayınları østanbul 2005 s. 143
Nazmi Sevgen A. g .e s. 175
301
Suat Parlak Kürtler ve Türkler, a.g.e s. 345
Celile Celil XIX Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Kürtler, Çev: Mehmet Demir, Özge
Yayınları, 1992 Ankara s. 137
300
115
milliyetçileri bu kıyımı merkezi siyasal iktidar ve misyonerlere biçme yönünde
egemen bir söylem vardır. 1843 tarihinde Botan Miri Bedirhan Bey, Hakkâri Beyi
Nurullah Bey’in de yardımıyla Hakkâri’nin Tiyari bölgesinde yaúayan Nesturîlere
karúı harekete geçer. Bu hareketin amacı, bölgede yaúayan Hıristiyan NesturiAsuri’ler olur. Bilânço: on binin üzerinde Nesturî öldürülür. Bedirhen Bey,
bununla da yetinmez. 1846 yılında ikinci harekâta giriúir ve yine binlerce NesturîAsurî katledilir. Batılı güçlerin baskısıyla Fransa Bab-ı Ali’ye Nesturî kıyımının
durdurulmasına yönelik protesto vererek Bedirhan’ın etkisiz hale getirilmesin
talep etti. Bab-ı Ali Fransa ve øngiltere’nin deste÷ini de alarak Ömer Paúa ve Sabri
Paúa komutasında büyük bir orduyu Bedirhan’a karúı yola çıkardı. Bu ordu
Cizre’yi ele geçirerek Bedirhan teslim olmak zorunda kaldı ve Girit’e sürgüne
gönderildi.302 Bu olay Türk tarih yazınında “isyan” olarak geçerken ve Kürt
milliyetçileri tarafından abartılı bir úekilde ‘büyük “Kürt isyanı” olarak anılır.303
Bu kıyımda Layard’ın aktardı÷ına göre on binin üstünde Nesturî’nin
katledildi÷ini yazmaktadır.304
Nesturîlerin bulundu÷u bölgelerin ba÷lı oldu÷u
sancak ve vilâyetler de÷iúti÷i için vergilerin, kimin tahsil edece÷i konusunda o
dönemde bölgede idari belirsizlikler söz konusuydu. Nesturilerin yo÷un olarak
yaúadı÷ı Van ve Hakkâri, Hatt-ı Hümayun (Tanzimat Fermanı,1839) kapsamına
alınmamıútı. Ayrıca Nesturilerin dini ve dünyevi lideri olan Mar ùamun Hakkâri
miri olarak Baúkale’de oturan Nurullah Beyi de÷il Çölemerik’te oturan Süleyman
Beyi tanıyordu. Bunun çifte vergilendirmeden kaynaklandı÷ı ileri sürülse de olay
Layard’ın belirti÷ine göre Kürt aúiretlerinin ya÷ma ve talanının bir ürünüydü.305
2.8. Van’da øttihat ve Terakki
Van’ın 19. yüzyılın sonunda nüfusunun üçte biri Ermeni, üçte biri Kürt, geri
kalanı Süryanilerden ve Türk asıllı Müslümanlardan oluúmaktaydı. Ermeniler’in
ve Türkler’in yo÷un yaúadı÷ı yerler Van merkezi ve merkeze ba÷lı kazalardı.
302
Minorsky “ Kürtler” øslam Ansiklopedisi VI. Cilt. 1114
Gabriella Yonan Asur Soykırımı s. 42–48
304
Austen Hnrye Layard, Ninova Kalıntıları, Avesta Yayınları Çev: Zafer Avúar Istanbul, 2000
s. 378
305
Muzaffer ølhan Erdost. ùemdinli Röportajı s. 147
303
116
Vilayet salnamesinde, merkez kazanın 1870 yılında 25.725 kiúi olan erkek
sakinlerinin sayısı 1900 yılında 35.131’ e yükselirken, bu oran Ermeniler için %
27 Müslümanlar için % 42’ ydi.306 1890’da Vital Cuinet’nin verdi÷i rakamlara
göre Van’da 30.500 Türk kökenli 5000 çerkez 79.00 Ermeni 210.000 Kürt kökenli
nüfus vardı. Hiristiyan nüfus içinde 40.00 Nesturi, 6000 Keldani ve 5000 Yahudi
nüfusun oldu÷unu yazmaktadır.307 1895 tarihli Van Salnamesi’nde yazılan bu
rakamlar özellikle Berlin Kongresinden sonra demografik istatistik çalıúmalarının
ciddi úekilde politize edildi÷i için ihtiyatla yaklaúmak gerek. Van ve çevresinde
Müslüman yerleúik halklardan Türk nüfusun di÷er cemaat ve unsurlara oranla
daha az bir nüfusa sahiplerdi. Van’da yerleúik Müslüman halkın arasında Van ve
merkeze ba÷lı Tımar nahiyesindeki altı köyün dıúında kırsal alanda yerleúik
unsurlarının Türk oldu÷una dair fazla bir kanıt yoktur. Türklerin bulundukları
yerlerde genellikle Osmanlı toprak rejimi içinde miri toprak rejiminin uygulandı÷ı
tımarlı sipahilerin padiúaha ve eyalet haslarının bulundu÷u topraklardı. Bugün bu
nahiyenin ismi Tımar olması sadece fonetik bir benzerlik de÷il 17. yüzyıl tahrir
defterlerinde bu yerlerde tımarlı sipahilerin oldu÷unu göstermektedir.308
1893 yılında Van’da bulunan Lynch’in gözlemleri de aynı yöndedir.
Lynch’e göre; Van’da büyük toprak sahibi olan aileler, Timuro÷ulları,
Cumuúcuo÷ulları ve Topçuo÷ullarıdır. Bu aileler hiyerarúik olarak biçimlenen bir
çeúit aristokrat yapı içinde kenti uzun yıllar yönetmiúlerdi. Büyük topraklara sahip
olan bu ailelerin iktidarı imparatorlu÷un merkezileúme süreciyle son bulmuútu.
Fakat bu aileler, mahkeme, vilayet meclisi, belediye baúkanlı÷ı gibi imparatorluk
otoritesinin do÷rudan yönetiminde ve denetiminde olmayan resmi görevleri
üstlendikleri için yönetim aygıtı üzerindeki güçlerini artırarak varlıklarını
sürdürmüúlerdi. Van’ın kırsal kesiminde Müslüman nüfusun ço÷u Kürt
kökenliydi. Bunlar hem Kürtçe hem de Türkçe konuúurlardı. Kendilerini Türk ya
da Osmanlı olarak tanımlayan büyük toprak sahibi seçkin aileler Kürt tanımını
reddederlerdi. Bu aileler Kürtler gibi bir aúiret yapısı içinde de÷illerdi.309
306
Van Vilayest Salnamesi 1895 Van Belediyesi Yayınları 1999 Van s. 34
Vital Cuinet. La Turquıe D’ Asie Cilt I. s 636
308
Orhan Kılıç 17. Yüzyılda Van Sanca÷ı s. 87
309
H. F. B Lynch. Armenia Travels and Studies Cilt II. Khayats Publishers 1965 Beirut, s. 83–
84
307
117
Ailelerin yerel gücü, Tanzimat dönemindeki idari merkezileúmenin ardından
østanbul’dan atanan Arnavut, Karada÷lı, Arap ve Çerkez memur ve askerlerin
karúsında zayıflamıútı. Abdülhamit döneminde sürgün yeri olan Van’a atanmak
pek istenilen bir úey de÷ildi. Memurlar ve askerler bazen aylarca maaú
alamamaktaydı. Bunların arasında II. Abdülhamit tarafından sürgüne gönderilen
birkaç øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri de bulunmaktaydı. Örne÷in
bunlardan bazıları daha sonra meúhur olan Halil Bey, Kazım Özalp310 Abdülkadir
Bey’di
311
Van ve Bitlis illerinde Rus subay Mayewsri’nin aktardı÷ına göre
burada øttihat ve Terakki üyeleri neredeyse yok denecek kadar azdı 312 1907 deki
Van olaylarını anlatırken Aykut Kansu øngiliz konsolusluk raporlarına dayanarak
Van’da øttihat ve Terakki úubesinin A÷ustos ayında Binbaúı Tayyar Bey
baúkanlı÷ında kuruldu÷unu yazmaktadır. 1907 Haziran ayında iki topu olan bin
kadar Türk devrimcinin hükümet kuvvetlerini geriletti÷ini ve valinin Ermeni
devrimciler ve øttihat ve Terakki Cemiyeti fedaîleri karúısında güçsüz kaldı÷ını
aktarmaktadır.313 øttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Van’da örgütlenmesini anlatan
tanıklardan birisi de Faiz Demiro÷lu’dur. Demiro÷lu Van’da bir mahalli gazetede
øttihat ve Terakki’nin örgütlenmesini úu sözlerle anlatmaktadır:
“1904 yılı yazında bir Cuma günü Van’ın Türk ileri gelenleri toplanmıú
birçok konuúmalar yapmıúlardı. Bu konuúmalar padiúahın ve hükümetin
aleyhinde idi. øki üç gün sonra Cumuúçuo÷ulları’nın Sıhke caddesindeki
evinde østanbul’dan sürülmüú, meúhur Müúür Fuat paúanın o÷ulları
damatlarıyla øttihat ve Terakki’nin faaliyetlerini örgütlemek için kendisine
úapirografla basılmıú bir ka÷ıt gösterildi÷ini, bunların heyacanlı yazılarla
dolu
meúrutiyet,
istibdat,
hürriyet
kelimeleriyle
dolu
oldu÷unu
gördüm.”314
310
Kazım (Yurdalan) (1883–1962) oldu÷u anlaúılmaktadır. Erzurum do÷umlu olan Kazım Bey,
1901’de Harbiye’den mezun olmuú, Ömer Naci Bey ile øran’a geçmiú 29 Temmuz 1909’da
jandarmaya katılarak Muú kumandanlı÷ına atanmıútır..
311
Anahide Ter Minessian, “Ermeni Kaynaklarına Göre, Yüzyıl Baúında Van”
Modernleúme Sürecinde Osmanlı Kentleri. Ed. Paul Dumont, Fraçois Georgeon, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1996, s 116–135
312
Mayevsriy V. T. Van ve Bitlis Yıllıkları østatistikleri. s. 174
313
Aykut Kansu “1908 Devrimi Çev: Ayda Erbal, øletiúim Yayınları 2006, østanbul s, 320
314
Faiz Demiro÷lu. “Van’da økinci Meúrutiyet Günleri “ Van Gazetesi s. 2 sayı 244 Yıl 1945
118
øttihat ve Terakki’nin Van’da en büyük destekçilerinin Van’daki yerleúik
Türk aileleri arasından çıkması anlaúılabilir bir durumdu. Çünkü Hamidiye
alaylarıyla birlikte bu aileler aúiret yapısına mensup olmadıkları için úehir ve
çevresindeki nüfuzlarını Hamidiye Alayları’na kaptırmıúlardı. Van’da bulunan
øttihat ve Teraki’nin meúhur hatiplerinden olan Ömer Naci’nin øttihat ve
Terakki’nin Van’ın ileri gelen Türk ailelerinin øttihat ve Terakki’nin yanında yer
aldı÷ını Kürtlerin ve Hamidiye Alayları’na mensup aúiretlerin Meúruitiyet’e
karúı oldu÷unu o dönemde Van’da bulunan Amerikan misyonerlerinin
anlattıkları da bu yöndedir.315 øttihat ve Terakki’nin Van’da Müslüman yerli
aileler ve aúiret dıúında kalan Kürtler ve Ermeniler tarafından desteklenmesinin
bir di÷er nedeni özellikle 1894–1896 olayları toprak üzerindeki mülkiyet
iliúkiler dengesini Aúiret Kürtleri lehine bozulmasından kaynaklanmaktaydı.
Aúiret a÷aları Hamidiye Alayları ile birlikte sadece Ermeniler’in topraklarını
de÷il aynı zamanda aúiret dıúında kalmıú Kürt ve Türk köylerine ait toprakları da
gasp etmiúlerdi.
Öte yandan II. Meúrutiyetle birlikte göç eden ço÷u Ermeniler tekrar
yurtlarına geri dönmüútü. Ancak evlerine ve arazilerine Hamidiye Kürt aúiretleri
tarafından el konulmuú, tapular ise tahrip edilmiúti. II. Meúrutiyet’le birlikte
øttihat ve Terakki ile Taúnaklar’ın ittifakı Kürt aúiretlerinin elde ettikleri siyasal
ekonomik ayrıcalıklarını kaybetme korkusunu da beraberinde getirmiúti. II.
Meúrutiyetin ilanına Van’da tanıklık etmiú olan Davullumüftüo÷ulları’ndan
Sabri Es ise Hürriyet’in ilanını úöyle anlatmaktaydı:
“Bu sıralarda ittihat ve terakki kulubu ki: ekser azası zabit ve birazı da
devr-i istibdattan müdevver açık göz her devre uygun memurlardan ve söz
eri, iú erbabı olama÷a yeltenen sivillerden mürekkepti Meúrutiyetin ilanı
ile siyasi mücrimler af olundu. Van’ daki mahkûm Ermeni unsurlarının
birer kahraman-ı hürriyet oldular. Yeni bir devre açıldı Meúrutiyette
yaúlılar pek inanmıyorlardı 1293 (1878) vaziyeti gözlerini korkutmuútu.
Ömer Naci bey, Van’da ezilmiú ruhlara biraz ümit ve iman aúılar gibi
oldu. Mahalli memurin ve zabitanlardan, az çok münevver ve her biri
315
Hans Lukas Kıesser, Iskalanmıú Barıú, Atilla Dirim, øletiúim Yayınları 2005 østanbul s. 621
119
güya anadan do÷ma meúrutiyet perver kimseler birer birer arz-ı vücut
ederek devr-i istibdatta fenalıkla úöhret bulmuú olanları tenkit etmiúler.
øntihabata baúlandı. Herkes bir düúünceye daldı. øntihabat neticesinde
Van için Demiro÷lu Tevfik beyle, Cumuúcuo÷lu Servet bey, Hakkâri için
de Taha efendi ihrazi ekseriyet ettiler. Liva itibarı ile nüfus umumiyenin
hiç olmazsa dörtte birini teúkil eden Ermenilerden mebus çıkmaması
Bilhassa Taúnakların gayzını tahrik ederek intihabatta güya yanlıúlıklar
vaki oldu÷unu ileri sürmelerine ve vaziyet her tarafta hâkim olan øttihat
ve Terakki erkânı ise Ermenilerle itilaf politikası takip etmelerine mani,
Türk memurlardan Servet bey, mebusluktan istifa ettirilerek, yerine, onun
dûnunda (aúa÷ısında) haizi ekseriyet olan Papasıyan Ohannis mebus
oldu.316
II. Meúrutiyet’in ilanından sonra Van Valili÷i’ne atanan Tahsin Bey, ùubat
1915’e de÷in bu görevde kalarak iyi vali ününe kavuúacaktır. Daha sonra yerine
Enver Paúa’ın eniútesi olan øttihatçılardan Cevdet Paúa (Belbas) atanacaktı.
Cevdet Bey, Hakkâri Mutassarrıfı Tahir Paúa’nın o÷luydu; aynı zamanda Enver
Paúa’nın eniútesiydi 1908 den önce Ermeni eylemcilerinin etkinliklerini önlemek
için Baúkale’de baúvurdu÷u aúırı baskıcı yöntemlerden dolayı Ermeniler kendisine
“Nalbant Bey” adını takmıúlardı.317 II. Meúrutiyet döneminde Van A÷ır Ceza
Reisli÷i’ne atanmıú olan, Matheos Ebligasyan Kanun-i Esasi’nin yeniden
yürürlü÷e girmesinden beri bölgede önemli bir silah kaçakçılı÷ı faaliyeti oldu÷unu
belirterek, Ermenilerin silahlandı÷ını 1908’den beri Van’da açıkça faaliyet
gösteren Ermeni partilerinin cürekârlı÷ı øttihat ve Terakki ile Ermeni Devrimci
Federasyonu (Taúnak Partisi) arasındaki biçimsel seçim ittifakına karúın, Kürt ileri
gelenlerini rahatsız etmekte oldu÷unu. alttan alta süren cemaatlar arası gerilimin,
en küçük kıvılcımda patlak verebilece÷ini söylemekteydi.318 Kürtlerin bu
rahatsızlı÷ına karúın Ermeni’ler Meúrutiyet’in ilanını destekliyorlardı. Örne÷in
316
Sabri Es. “Devri-i østibdat ve Meúrutiyet” Van. Vilayet Gazetesi Sayı 244. s. 3
Faiz Demiro÷lu Van’da Ermeni Mezalimi Türk Kültürünü Araúıtrma Enstitüsü Yayınları s. 45
318
1881 øzmir do÷umlu, østanbul Hukuk Mektebi 1908 mezunu Yanya ve Halep’te hakimlik
yaptı
317
120
Meúrutiyet’in ilanını sevinçle karúılayan Van’daki øttihat ve Terakki’ úubesinin
Merkez-i Umumi’sine gönderilen úu telgrafta görmek mümkündür.
“Vatandaúlar idare-i meúrutiyet ilanını iúiterek birkaç günden beri
vatanımızın kibar da÷larından úehirlere inmiúiz. Biz milliyet
medeniyet cuyanesi (arayan,araútıran) için feda olunan bedbaht bir
ahalinin ve öyle bir inkîlab fırkasının reprezantanlarıyız ki yarım
seneden beri adalet, hürriyet ve cemiyet namına birçok defa (…)
kavga etmiútir. Biz daima inkîlabda müttafikan-ı Osmaniye’ye itimad
ile var kuvvetimizle(…) çalıúıyorduk. Paris Kongresi øttihat ve
Terakki ile Sultanzade Sabahattin fırkalarıyla ittifak hasıl ederek
ümidlerimizi takdis eyledi. Bugün nahoúnut akvamın idare-i
müstebidesine karúı fırkamızın cehde ve ikdamatıyla vatanperver
demokrat ordunun muaveneti sayesinde hürriyetin úefik-i dilarası
kavm-u vatanımıza úule (ateú) nesar oldu.
(úefkatli gönlü)
Silahlarımız maal-müsür terkle usulu idare-i demokratiye ve akvam
ve mülkün müsavatı namına her an sizinle beraber düúman
karúılı÷ına müheyyaâ (amâde) olup kendimizi sevgili vatanımıza ahd
ediyoruz. Yaúasın meúrutiyet, yaúasın øttihat ve Terakki Cemiyeti,
yaúasın kahraman ordu. Van Merkezi Komitesi Reprezantası Doktor
Sarkis øúman319
Ermeniler’in yazmıú oldukları bu telgrafta her ne kadar øttihat ve Terakki ile
Taúnak Partisi arasında bir ittifak biçimsel olarak kurulmuú olsa dahi bunlar daha
çok 1902 øT’nin Paris Kongresindeki Liberal Prens Sabahattin’in temsil etti÷i
grubu destekliyorlardı. Ermeniler’in meúrutiyeti desteklemelirin bir nedeni de II.
Abdülhamit yönetiminden güç alan Hamidiye Alayları’nın toprakların gasp
etmelerinden kaynaklanıyordu. Van ve Bitlis’teki Hamidiye Alaylarının yıllarca
yaptı÷ı baskı, talan sonucu cezalandırılmaları, görevden alınmaları için Taúnaklar
ve Van’ın yerli Türk aileleri bu vilayetlerden gelen telgarafları özetleyerek bu
kiúilerin
319
listesini
øttihat
ve
Terakki
økdam, No:51114, 20 A÷ustos 1908
121
Cemiyeti’nin
østanbul
merkezine
ulaútırıyorlardı. Bu úikâyet dilekçelerinin ana konusu genellikle arazi gasplarıyla
ilgiliydi. Bab-ı Ali bu úikâyetler üzerine Meclis-i Vükela’da bir komisyon
kurarak,
Ermeni mallarının iadesini sa÷layacak önlemler ve düzenlemeler
getireceklerdi.320 Abdülhamit döneminde Hamidiye Aúiret Alayları’nın Ermeni
topraklarına el koymaları321 Cumhuriyet döneminde de bölgedeki toprak mülkiyet
iliúkilerini ve siyasal dengelerin yönünü belirleyecekti. 1926 Medeni Kanun’la
toprakta mülkiyet iliúkilerini de÷iútirmeye yönelik bir düzenleme getirilmeyecek,
daha sonraki dönemlerde toprak reformalarına yönelik çabalar ise sonuçsuz
kalacaktı.
2.9. Tehcir Sonrası Do÷u Anadolu’da Büyük Mülklerin Oluúumu
Tanzimatla baúlayan merkezileúme süreci, Do÷u Anodulu’daki Kürt
Mirlikleri ve Ekrat Hükümetlerinin 1847 tarihinde ortadan kaldırılması daha çok
hukuksal ve siyasal bir sonuç do÷urmuútu. Mirliklerin ortadan kaldırılmasıyla Mir
ailelerine ait hazineye devr edilmesi gereken topraklar sadece teorik düzeyde
kalmıútı. Bu hukuksal düzenleme, pratikte yerel güç odaklarının siyasal nüfuzunu
kısmen sarsmakla birlikte ekonomik güçlerini etkilememiúti. Aúiret a÷aları 1858
Arazi Kanunnamesi’ 1847 deki Mirliklerin ortadan kaldırılmasıyla hazineye
devredilen aúiret a÷alarına ait toprakları geri almalarını kolaylaútırmıútı.322 Bu
hukuksal yapı aúiret reislerini büyük toprakların yasal sahipleri durumuna getirdi.
1858 Arazi Kanunnamesi’nden sonra Do÷u’da toprak a÷aları, geniú miri
topraklarını ucuz fiyatlarla devletten satın almaya baúladılar. Do÷u Anadolu’da
devlete ait topraklarda ise Köylü üreticiden artı÷ı atanmıú bir devlet görevlisi
yoluyla çekip alan Tımar rejimi 19.yüzyılan baúından itibaren mültezimlerin
320
Ali Karaca ùakir Paúa Layihası s. 76
Hakimiyet-i Milliye, 20 Kasım 1934
øttihat ve Terakki Cemiyeti Bu sorun çözmek için 1908 yılında Nasiha Heyetleri adlı bir
komisyon kuracak bu komisyonunda Do÷u’daki Kürt a÷alarının bir daha Ermeni mülklerini
gaspetmemeleri için yemin verdirilmesi gibi geçici bir önlem olarak uygulanıyordu. Bkz.
Sadettin Paúanın Anıları Haz. Sami Önal s. 67
322
Charles Issawi Acount and Papers 1850’de Diyarbakır’an Ticari Rapor.
321
122
elinde kalmıú bu dönemde merkezi siyasal otorite bölgede mali örgütlenmesini
tam olarak gerçekleútiremedi÷i için do÷ru düzgün vergi alamamıútı.323
Do÷u
ve
Güneydo÷u
Anadolu’da
a÷aların
toprak
mülkiyetini
geniúletmelerinin nedenlerinden birisi Hamidiye Alayları’yla birlikte a÷a ve
beylerinin gayri müslim unsurlara ait toprak gasplarından kaynaklanmaktaydı.
Gaspedilen bu toprakların siyasal anlamı ise do÷rudan üreticinin artık ürününe el
koymakla birlikte topra÷ı siyasal iliúkiler içinde geniúletmenin de mekanizmasını
oluúturmaktaydı.
1911 yılında ùark Vilayetleri’ni gezen Ahmet ùerif Bey arazi gasplarıyla
ilgili olarak bu sorunun asıl kayna÷ının sınıf meselesi dolayısıyla kuvvetli ve
zayıf” meselesi oldu÷unu, “tegallüb ve teneffuz” zorbalı÷ın toplumun üzerindeki
a÷ırlı÷ından kaynaklandı÷ını, bunun da merkezi otoritenin zayıflı÷ından ve
aczinden tereddüdünden ve gevúekli÷inin bir sonucu oldu÷unu yazmaktaydı.324
1870’lerde
bölgeyi
gezen
Millıngen’in
gözlemlerinde
Ermeni-Kürt
olaylarından hiç söz etmemektedir. Çünkü 1870 öncesi Ermeni mülklerinden önce
bölgedeki Nesturi cemaatinin toprakları 1843 ve 1846 da gasp edilmiú bu
topraklar otuz yıl boyunca toprakta kullanılacak eme÷i karúılamada yeterli bir
düzeydeydi. Bu düzey 1870 lerde tekrar aúılarak bu kez Ermeni topraklarını gasp
etmekle yeni bir sürece girilecekti. 1873’ de baúlayan Kapitalizmin krizinin Do÷u
Anadolu’daki cemaatler arasındaki gerilimin mukatelelerle do÷rudan iliúkileri
hakkında elimizde bir kanıt olmamakla birlikte bölgede olayların tam bu yıllarda
baúlaması yine de düúündürücüdür. Krizin devletin içine düútü÷ü mali kriz
dolayımıyla bölgenin ekonomik durumuyla yine de iliúkilendirilebilir. Osmanlı
Devletini Mahmut Nedim Paúa’nın döneminde memoranduma götüren süreç
kapitalizmin 1873’deki kriziyle olan ba÷lantısında hazinenin borçları ve bunları
karúılamak için vergi oranlarını artırmalarının yanında çifte vergilendirme gibi
olaylar nedeniyle Do÷u Anadolu’daki toplumsal ve siyasal sonuçlar do÷urdu÷u
söylenebilir.
323
324
Nejat Göyünç, “Van” øslam Ansiklopedisi, cl13, østanbul 1986 s. 194–202
Ahmet ùerif Anadolu’da Tanin s. 342 Hazırlayan Mehmed Çetin Börekeçi TTK 1999 s. 67
123
Ermeni cemaatinin uluslaúma bilinci gibi siyasal faktörlerin dıúında
bölgedeki toplumsal ve ekonomik dengenin bozulmasında 1873 Kapitalizm
krizinin Kürt aúiretlerinin toprak gaspları, ya÷ma ve devletin çifte vergilendirmesi
ile baúlayan sürecin ticari ve ekonomik devreleriyle merkezi siyasal otoritenin
uzun yıllar bölgedeki askerlerine ve yöneticilerine maaú ödeyemez duruma
düúmesi bu krizin dolaylı sonuçları ile ilgiliydi.
1873 Kapitalizmin dünya krizinin ardından 6 Ekim 1875’de Sadrazam
Mahmut Nedim paúa “Tenzili Fiyat” kararını açıklaması Osmanlı devletine bir
yön vermiúti. Bu kararla Bab-Ali iflâsın eúi÷ine gelerek borcunu hatta borcunun
faizini ödeyemeyece÷in ilan ediyordu.325 Bu kriz ortamında Osmanlı yöneticileri
sarraf düzeyini aúmayan para ve piyasa bilgileri ile Avrupa borsalarının karmaúık
iúleyiúini kavrayamıyorlardı. Bu dönemde Bosna Hersek ve Bulgar isyanlarının
finansal sonuçları hazineye ayrıca bir yük yüklemiúti. Rusya’nın kıúkırtmasıyla
Avrupa borsalarındaki Osmanlı hisseleri kapitalizmin krizinin etkisiyle gittikçe
de÷er kaybetmiúti. Finans çevrelerinin diplomatik giriúimler ve müdahaleleri kriz
ve iflas Abdülaziz’i tahtan ederken Osmanlı-Rus Savaúı, Balkan ve Kürt
ayaklanmaları bu dönemde mayalanmıútı.326 Bu krizle birlikte uluslararası mali
sömürge durumuna düúürülen Osmanlı ømparatorlu÷u alacaklı ülkelere hak ve
ayrıcalıklar sa÷layan düzenlemelere giderek sözleúmeler yapıyordu.
Bu durum ømparatorlu÷un her tarafında oldu÷u gibi Do÷u Anadolu
bölgesinin ekonomik koúullarını da iyice çıkmaza sokmuútu. Oranı sürekli
artırılan vergiler köylüleri ezmiúti. Baskı altında kalan köylülerin ço÷u a÷aların
yanında ırgat maraba oluyordu ya da østanbul’a gidiyordu. Bu dönemde Do÷u
Anadolu’daki Ermeniler’in birço÷u Tiflis, Erivan Bakü ve østanbul’a göç
ediyordu.327 Charls Issawi’nin øngliz konsolosluk raporlarına dayanarak verdi÷i
rakamlara göre bu kriz koúullarında Van’dan østanbul’a 3000
325
Ermeni’nin
Enver Ziya Karal Osmanlı Tarihi III. s. 56
Stefan Yerasimos. Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt III s. 216
327
Pervus Efendi. Türkiye’nin Mali Tutsaklı÷ı. Haz. Muammer Sencer s. 75 1977 May Yayınları
østanbul Pervus Efendi Pervus takma adını kullanan ve bir Rus Yahudisi olan asıl adı
Alexander Helphand’dir Pervus Efendi Marksist bir görüúe sahipti øttihat ve Terakki’nin
müúavirli÷ini üstlenmiúti Helphand Türk Yurdu ve daha baúka süreli yayınlarda yazılar
yazmıú, ayrıca bir kitap ve risaleler çıkrtmıútır Düyün-u Umumiye ve Reji gibi kumruların
Osmanlı Devleti’ni nasıl sömürdüklerin somut sayısal tahlillere dayanarak açıklıyordu. Bkz.
Sina Akúin Jön Türkler ve øttihat ve Terakki s, 278.
326
124
østanbul’a göç etti÷ini yazmaktaydı.328 Süleyman Sabri Paúa, Do÷u Anadolu ve
özellikle Van'da tanık oldu÷u mukataa uygulamalarını úöyle anlatmaktaydı:
"Her vilâyet, bir veya birkaç sene için bir memura satılır; o memur da
Hazineye teminat olarak sarraf bir Ermeniyi kefil gösterirdi. Mukavele
imzalandı÷ı gün Vali, hükümdar haklarına sahip bir genel vali olurdu: østedi÷ini
idam edebilir, askeri kuvvetleri diledi÷i gibi kullanır, kendi hesabına vergi alır,
istedi÷i úeyi yasak eder, muvakkaten çiftlik hükmüne giren eyaletin bütün servet
menbalarını diledi÷i gibi ve menfaatine uyar úekilde kullanırdı. (...) Özet olarak
çiftçiler, müstahsiller, herkes valinin emir ve keyfine ba÷lı idi. Vergi tahsilatına
gelince: Vergi koyma ve toplaması, âyan denilen zorbalar vasıtasıyla yapılırdı.
Bunlar ise her úeyden önce kendi menfaatlerini düúünürlerdi. Valiye sokulmak
için her çareye baúvururlardı. O vakitler “halk” tabiri bile yoktu ki, halkı
düúünsünler.”329
Van Vilayeti, tımar ve zeamet usulüne tabi idi. Bunlar da 'mukataa' diye her
yıl kesenekçilere ihale edilirdi. Daha sonraları bedellerinin birkaç yıllı÷ı toptan
verilmek úartıyla taliplerine satılmaya baúlanmıútır. Böylelikle birçok arazi ve
köyler, a÷aların malı olmuútu. Örne÷in Muú ve Bitlis illerinde Ermeni mülklerine
saldırılar ve tecavüzlerde bulundu÷u gerekçesiyle, o günün egemen güçlerini
temsil eden devletler tarafından Osmanlı hükümetine úikâyet edilen Kürt Musa
Bey, østanbul'a getirilerek yargılanmıútı.330 Bölgede topraklarını bırakan ya da
bırakmak zorunda kalan Ermeniler’in topraklarına Do÷u daki a÷alar el koyuyordu.
Toprak gasplarının görünen nedenleri merkezi siyasal gücün otorite
yoklu÷undan
kaynaklanıyordu.
Tanzimat’la
baúlayan
“merkezileúme”
politikasıyla Kürt mirliklerin ortadan kaldırılması sonucu aúiretleri kontrol edecek
kendi içlerinde bir üst yapılanma olmadı÷ı için Hırıstiyan yerleúik unsurlar
bölgedeki aúiret unsurlarının talan ve ya÷malarına açık hale geldiler. Bu süreçte
328
Charles øssawi, a.g e, s. 224
Süleyman Sabri Paúa a.g.e s. 80
330
Musa ùaúmaz Kürt Musa Bey Olayı (1883-1890) Kitabevi Yayınları, 22004 østanbul s. 132
329
125
bir çok göçebe aúiret yerleúik tarıma geçti. Toprak Gaspları ve Do÷u Anadolu’da
a÷aların büyük mülklerini, oluúturması eme÷in göreli kıtlı÷ı ve on yıllık öúür
ödemesi karúılı÷ında veya düúük fiyatlarla toprakların devletten satın almıúladı.
Öte yandan, göçebe ya da yerleúik Kürt aúiret reislerinin süregelen güçleri, toprak
sahipli÷inden ya da yalnızca iktisadi faktörlerden kaynaklanmıyordu.331 Do÷u ve
Güneydo÷u gibi ømparatorluk merkezinden uzak kırsal alanlarda özellikle otlak
olarak kullanılan alanlarda topra÷ın büyük bölümünü aúiretler ele geçirdi. Bu tür
toprakların ço÷u aúiretin önde gelen aileleri tarafından kendi adlarına kaydedildi.
332
Aúiret a÷alarının bu toprak gasplarının yanında mera alanlarını kendi
tasarruflarına
geçirmelerine
merkezi
otoritenin
göz
yumması
Osmanlı
ømparatorlu÷u için øran’dan gelen istila tehdidine karúı bir tahkimat olarak
aúiretlerden asker almak önemliydi. Osmanlı øran sınırının savunulmasında askeri
örgütlemenin önemli merkezlerinden olan østanbul’dan Ba÷dat ‘a uzanan yol
üzerindeki baúlıca kentler Musul, Kuzeybatı’da bir çok Kürt aúireti øranlılar’a
karúı sınırı tutmak için aúiretlerin topraklarını ço÷altmasına merkezi siyasal otorite
bilerek göz yumuyordu.333
Bölgede büyük toprak mülkiyetini hızlandıran ikinci neden ise 1915
tehciriyle Ermeni mülklerinin yerel güç odaklarının eline geçmesidir. Özellikle
tehcir
sonrası
dönem
için
geçerli
olan
aúiret
a÷alarının
topraklarını
geniúletmelerine ra÷men topra÷ın yine de küçük mülkiyet lehine bir
toplulaúmasından söz etmek güçtür. Çünkü bölgenin bir çok vilayetinde kayıt
altına alınmayan toprakların alabildi÷ine bol oldu÷unu gösteren pek çok kanıt
vardır.334
331
Toprak mülkiyet örüntülerini çözümlemesi bölgede çok sayıda göçerin varlı÷ı nediniyle.
Kaçınılmaz olarak karmaúıklaúmaktadır. Oldukça yüksek görünen bir kestirme göre
Diyarbakır ve Erzurum sanca÷ındaki göçer nüfüs 1860’ların sonunda altıyoz bini aúıyordu.
Bu, e÷er do÷ruysa iki sancaın toplam nüfusunun yarısın göçerlerin oluúturduklar anlamın
geler. Bkz. “Çonditon of the Industrial Classes in Foreign Coüuntriesi” Diyarbakırdaki
Konsolos Raporu
332
Hans Lukas Kıesser. A. g.e, s .321
333
Albert Hourani. Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alagon, øletiúim Yayınları østanbul
2005s.300
334
Bölgede uzun yıllar tapu kadastro davalarına bakmıú bir asliye Hukuk hakimiyle yaptı÷ım
görüúmede 1970’li yıllarda bile toprak tevzi komisyonlarına ve kadostro görevlilerine
köylülerin verdi÷i ifadede “bu topra÷ı babam zapt etti” ben “zapt” ettim yollu açıklamaların
çok yo÷un oldu÷unu söylüyordu.
126
Örne÷in 1890 yılında Van vilayetinin nüfusu Vital Cuinet’in verdi÷i
rakamlara göre 241,000 Müslüman, bunların 30,500 Müslüman Türk, 210,000’i
Kürt, 500 Çerkez, 178.000 Hıristiyan bunların 40,000 Nasturi, 6000 Keldani, 2
Latin 290 Protestan Ermeni, 79,000 Gregoryan Ermeni, 708 Katolik Ermeni, 5000
Yahudi, 5.400 Yezidi 600 Çingene bulundu÷unu yazmaktadır335 Vilayet nüfus
müdürlü÷ünden Anadolu Islahatı için Can’da bulunan Teftiú Heyetine verilen
cetvele göre Van merkez nüfusu 1896 yılında 63,698 kiúidir.336 1896 yılının
rakamları göz önüne alındı÷ında I.Dünya Savaúı sonrası Van merkeze geri
dönenlerin sayısı toplam 3000 civarındadır.
1927’ de bu nüfus 7000 bine
çıkacaktır. Van Birinci Dünya Savaúı öncesi nüfusunu ancak 1965 yılında
yakalayacaktır. 337 Savaú sonrası Van’da toprak nüfusa göre alabildi÷ince boldur.
Kıt olan emektir. Nitekim kentin nüfusunu canlandırmak için 1920’ den
baúlayarak 1930’lara kadar Van’a Kuzey Kafkasya’dan göçebe aúiret olan
Burukan aúireti yerleútirilecek, aynı yıllarda øran’dan gelen Küresin aúireti iskân
edilmeye çalıúılacaktır. Bunların yanı sarı bir grup Bulgaristan muhaciri
yerleútirilecektir. 1923’ten baúlayarak Karadeniz’den belli aralıklarla 800 kiúilik
bir kitle Van’a yerleútirerek bunların içinde özellikle zanaat sahibi insanlara
öncelik tanınacaktır.338 Çünkü Van zanaat ve sanat alanlarında çalıúacak nüfus
neredeyse bütünüyle Ermenilerden oluútu÷u için339 savaú sonrası yıllarda 1920
iskân edilen Karadeniz’den gelen göçmenler için Nafia vekâletinin yaptıraca÷ı
evler için Van’da usta ve marangoz bulunmaması Karadeniz’den gelip
335
Vital Cuinet, Turqu d’ II.Paris, Paris 1892 s.636
Mıllıngen F. Wıld Life Among The Kurds. s. 140
337
1315 (1899) Van Salnamesine göre Van’ın nüfusunun 35000 oldu÷u görünüyor. Bu rakama il
ancak 1965 yılında ulaúcaktır. Van’ın 1965’deki nüfusu 31.431 dir. I. Dünya Savaúında
Ruslar tarafından iúgal edilen van nüfusunun büyük bir kısmı Van’ı terk ederek Anadolu’nun
daha güvenli bilgelerin göç etmiútir. Daha sonra 1915 Ermeni Tehciri’yle birlikte göçen
nüfusta buna eklenince Cumhuriyet’in kuruldu÷u ilk yıllarda Van adeta ölü ber kent
görünümündedir. Cumhuriyeti’in kuruldu÷u yıllarda kentin nüfusu 3000 civarındadır.Bkz
s.64 Cumhuriyet’in 75. Yılında Van Van Valili÷is. Van 1998, 64
338
BCA Katalog Numarası Nafia Vekaleti 30.18.11 Dosya 97-3 1.12.1920
339
1848’de Sınır anlaúmazlıklarını çözmek için Van’da bulunan Mehmet Hurúit Paúa Van’daki
Zenaat ve Sanata yönelik gözlemleri úöyledir. “Van kasabasının bütün esnâfı Ermeni
milletinden olup erbâb-zirâ’at ve hırâsetin dahî e÷lebi Ermenilerdir. Ehl-i øslâm’da birkaç
bakkaldan gayri esnâf yoktur. Rencberleri var ise de cüz’”idir. øúte bu ifâdeden münfehim
oldu÷u vechile buranın Ermenileri “ale’l’-umûm çalıúkan kâr ve temettu’ tarîkine hâhiúkâr
âdemler olup ehl-i øslâm’ı anların aksinedir. Kadîmde ehl-i øslâm’ın bir takım timârât ve
ze’âmetle ve bir miktadarıı yerlüden olan paúalara hizmet ve vücûh-ı beldeye mensûbiyetle
geçünürler idi. ùimdi dahî ahz ui’tâ ve temettü’ ve ticarete i’tinâ edecek yerde birden bire
a÷alıklarından düúmeyüp ekserisi kahve hânelerde “”Dama” oyunuyla iútigâl etmektedirler,
.Bkz. Mehmet Hurúit Paúa Seyahatnami-i Hudud. Çevrim yazı Alaaddin Eser, s. 237
336
127
yerleútirilecek kitle içinden özellikle marangoz duvar ustalarının seçilmesine
özellikle vurgu yapılacaktır. Birinci Dünya Savaúı’nda ülkenin Cumhuriyetle
birlikte 1926 Medenî Kanun Anadolu’da topra÷ın mülkiyetine dokunmayacak bu
süreç Do÷u Anadolu’da 1950’lerden sonra kapitalist iliúkilerle eklemlenince bu
kez de para ekonomisi içinde ticaret ve tefecilikle pazar iliúkileri içinde aynı
sınıflar ekonomik ve siyasal güçlerini pekiútireceklerdi.
2.9.1 Ermeni Topraklarının Bölgedeki Toplumsal Sınıflar Arasındaki
Da÷ılımı
27 Mayısı 1915 ‘teki Ermeni tehcirinden sonra øttihatçılar tehcirin hemen
ardından Ermenilerden kalacak mal ve mülklerin ne olaca÷ına dair mevzuatı ilân
etmiúlerdi. 30 Mayıs 1915 tarihli Meclis-i Vükelâ mazbatası ve 10 Haziran 1915
tarihli talimatnameye göre hükümet, tehcirin uygulandı÷ı bölgelerde iki mülkiye
ve bir maliye memurundan oluúacak Emval-ı Metruke (Terkedilmiú Mallar
Komisyonları kuracaktı.340 30 Mayıs 1915’te Osmanlı kabinesi, Talat Paúa’nın
tezkeresiyle tehcir kararını onayladı. Karar aynı zamanda Dâhiliye Nezareti’ne
ba÷lı øskân-ı Aúair ve Muhacirin Umum Müdüriyeti’nin tehcir düzenlemesini ve
tehcir edilenlerin mülklerinin güvence altına almasını öngörüyordu. Bunun
yanında boúaltılan Ermeni mülklerine Müslüman muhacirlerin yerleútirilmesini
öngörüyordu.341 Ermeni mülklerinin tasfiyesi emrini vermekle Osmanlı hükümeti
tehcirin geçici bir önlem olmadı÷ını kesin bir úekilde ortaya koymuú oluyordu.342
Ermeni malları ile ilgili Ocak 1916’ya kadar 33 Emval-i Metruke Tasfiye
Komisyonu kuruldu. Alacaklı oldu÷unu iddia edenlerin kendileri ya da vekilleri
aracılı÷ıyla iki ay içinde komisyonlara baúvurması gerekiyordu. Ülke dıúında
olanlar için süre dört aydı. Baúvuru sahipleri tebligat için komisyonun bulundu÷u
mahalde bir ikametgâh gösterecekti. Alacaklı kimse komisyonun takdir etti÷i
miktara 15 gün içinde itiraz edebilecekti. øtiraz bidayet hukuk mahkemesine
340
Yusuf Hikmet Bayur Türk ønkılâbı Tarihi s. 37
Azmi Süslü. Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlü÷ü 1990
s. 115
342
Fuat Dündar øttihat Terakki’nin Müslümanları øskan Politikası (1913–1918) øletiúim Yayınları
s. 123
341
128
yapılabilecekti ama mahkemenin kararı kesin olup, temyiz yolu kapalıydı.343 Bu
komisyonları oluúturan yetkililer Ermeni mallarının bulundu÷u mahaldeki
yetkililer ile vilâyetteki ileri gelen kiúilerden oluúmaktaydı. Komisyon,
Ermeniler’e ait binaların ve içindeki taúınabilir malların korunması için bir ya da
birden daha fazla memur tayin etmek zorundaydı. Sahibinin bulunmadı÷ı hallerde
bu mallar bulundu÷u yerdeki köyün adıyla kaydedildi. Taúınabilir di÷er mallar
hayvan varlıkları ve eúyalar açık artırma ile satılacaktı. Tarla ve ev gibi taúınmaz
mülkler ise köy ve mahalleye göre kaydedilecekti. Daha sonra sayım sonuçları bir
idarî komisyona iletilmek zorundaydı. Ancak hükümet tehcir baúladıktan sonra
tehcir edilenlerin verdi÷i hiçbir vekâletnameyi kabul etmedi.344 Emval-ı Metruke
komisyonlarının kurulmasının altında yatan amaç Ermeniler’e ait olan servet ve
sermayeyle Müslüman Türk burjuvazisi yaratmaktı. Ermeni mülklerine talip olan
kiúiler tehcir edilen kiúilerin yaptıkları ticareti devam ettirebilecek olan
kimselerdi. Bazı durumlarda Ermeni imalâthanelerinin ve depolarının Müslüman
úirketlere ucuz fiyatlarla ve destek sa÷lanarak aktarılması üretimin devamı için en
iyi yol olarak görüldü.345 Bursa’ da Ermeni mülklerinin büyük bir kısmını øttihat
ve Terakki’ye mensup asker ve sivil bürokratlar kendi üstlerine kaydettiler.346
Ermeni mülklerini müsadereden kaçırmanın bir yolu da de÷erli ziynet eúyalarının
Amerikan misyonerlerine, konsoloslara vererek gittikleri yerlerde daha sonra
posta yoluyla bunları geri almak amaçlanmıútı ancak daha sonra Dâhiliye
Nezaretinden
gönderilen
bir
yazıda
ziynet
eúyalarının
postalanmasını
yasaklayacaktı.347 Do÷u Anadolu bölgesinde ise Batı bölgelerine sayısı az olan
Rumların dıúında daha çok Ermenilerin mülkleri hazine topraklarına katılmıútır
Bu mülkler büyük ço÷unlu÷u tehcirle ülkeyi terk eden Ermenilerin yanı sıra bir
kısmı da ülkenin batısına göç etmiú Ermeniler’den kalan topraklardı. Toprakların
büyük bir kısmı Kafkasya’dan gelen Kürt aúiretleri ile øran’dan gelen aúiretleri
yerleútirilerek göçebe aúiretlerin iskânında kullanılmıútı. Do÷u Anadolu’da
Ermeniler’den kalan mülklerin Kürt aúiretlerine verilmesinin ileride sakıncalar
343
Ayúe Hür Ermeni Malları Taraf Gazetesi 4 Nisan 2008 s.2
Hılmar Kaıser, 1915-1916 Ermeni Sırasında Ermeni Mülkleri, Osmanlı Hukuk ve Milliyet
Politikaları. Der. Erik Jan Zürcher, øletiúim Yayınları Politikalar øletiúim Yayınları 2005
s.123-156
345
Hilmar Kaiser A, g. m s. 144
346
Hilmar Kaiser A, g. m. s. 150
347
Hilmar Kaiser A g m s.152
344
129
do÷uraca÷ı yönünde Dâhiliye Vekili Cemil Bey Vilâyet-ı ùarkiye de iskân
edilecek mültecilere Ermeni mülklerinden arazi verilmesini sadece Türk aúiretleri
kapsamasını Vilayet-i ùarkiye ‘den gelip batı illerinde bulunan elli dört bin
mültecinin batı vilayetlerinde bulunan Ermeni topraklarının verilmesi için bir
kanun hazırlanmıútı. Elâzı÷’daki Ermeni köylerine aúiretlerin yerleútirilmesinin
bu yolla yapılaca÷ı kararı alınmıútı,348 Özellikle Van’da Ermenilerin iúgalinden
önce asker çekilirken düúmanın barınmaması için askeri nedenlerden dolayı
yakılmak zorunda kalınmıú evlerin ve mülk sahiplerinin 1924 yılında çıkarılan bir
kararname ile Ermeniler’den kalan toprakların bu kiúilere da÷ıtılması için maliye
ile Mübadele ømar ve øskân Vekâleti’nin hazırladı÷ı bir talimatname ile
düzenlenmiúti. Bu talimatnameye göre Ermenilerden kalan toprakların Maliye
Vekâleti’nin uzmanlarından oluúan bir komisyon eli ile da÷ıtılacak evler kalıcı ve
hiçbir úekilde masraf alınmadan tasarruf senetleri verilmesi öngörüyordu.349 Do÷u
Anadolu’da Ermeni toprakları ve evlerinin bir bölümünde yurt dıúından gelen
muhacir ve mültecilerin iskânında kullanılacaktı. Dâhiliye Vekâleti Aúair
Müdüriyet ùubesi 1/3 Haziran 1341 tarih ve 14367/12047 numaralı ile hükümete
yazdı÷ı yazılarda, Rusya’nın ve Kafkasya’nın çeúitli yerlerinden göç ederek gelen
yaklaúık olarak on beú bin kiúilik muhacir ve mülteci; Kars, Ardahan, Artvin
vilâyetlerine yetiútirilmiútir. Bunların büyük bir kısmı Gürcü, Kürt, Çerkez gibi
Türk olmayan unsurlardan meydana gelmekteydi.
Nüfus yapısı olarak karıúık olması ve uzun yıllardan beri Rus kültürünün
etkisi altında kalmıú olmaları nedeni ile sınırda bulunan bu vilâyetlerde iskân olup
iskân edilmelerinin idarî ve siyasî açıdan sakıncalı oldu÷u bildirilmiú, bu nüfusun
ülkenin içlerine do÷ru yönlendirilmesine karar verilmiúti. Bunun yanı sıra
Romanya ve Bulgaristan’dan gelecek olan 14.000 kiúilik muhacir kitlesinin Tokat,
Çorum, Bilecik, Aydın, Mu÷la, Isparta, Burdur, Elâzı÷. Van, Muú Diyarbakır,
A÷rı, Kars ve Sivas vilâyetlerinde en iyi úartlarda iskân edilmeleri kararı alınmıútı.
Muhacirlere verilmek üzere bu vilâyetlerdeki Ermeni mallarından binalar hariç
olmak üzere toprakların 2510 Sayılı Kanunun’un 21. maddesi gere÷ince
348
349
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, , øçtima;I. C. VII. S. 413
BCA. 030.18.01.01.1.47/ 30 Eylül 1924
130
muhacirler verilmesi için düzenleme yapılması istenilmiúti.350 Van’a yerleútirilen
Bulgar muhacirlerin iskânında sorunlar yaúanmıútır. Van’da bulunan Ermeni
mülkleri 1925 yılına kadar Ermeni köylerinde bulunan topraklar Kafkasya’dan
gelen Brukan aúireti yerleútirilmiú, 4 Ermeni köyüne Van Avans (iskele) köyüne
ise øran’dan gelen Küresin aúireti iskân edilmiúti. Van merkezindeki
Ermeniler’den kalan metruk toprakların büyük bir kısmına ise yerli aileler
tarafından el konulmuú ya da göstermelik açık artırmalarla eúraf tarafından satın
alınmıútı. Bu iúlemlerin dıúında kalan bölümler maliye tarafından belirlenip açık
artıma ile satıúa çıkarılmıútır. Bu satıútan yararlanacak az sayıdaki birkaç büyük
toprak sahibi kiúiler dıúında halkın büyük bir kısmı bu topraklardan
yararlanamamıútır. Bulgaristan’dan gelen göçmenler iki yıl kaldıktan sonra
Van’dan ülkenin batı illerine göç etmiúlerdi. Bulgaristan ve Romanya’dan gelen
muhacirlerin Van’a yerleútirilmesindeki amaç Van’ın Cumhuriyet’in öncü
kadrosu için gelecekte bir “Türklük” merkezi haline getirilmesi amaçlanmıútı.
Nitekim øsmet Paúa 1935’te çıktı÷ı ùark Vilayetleri gezisinde Van’da Ermeni
topraklarına ve köylerine yerleútirilen Kürt aúiretlerinin en kısa zamanda
boúaltılması bu topraklara ülkenin batısından Türk nüfusun yerleútirilmesi
gerekti÷ini Atatürk’e sundu÷u raporda belirtiyordu.351 Van ilinde Türk nüfusun
ço÷altılması her ne kadar hükümet politikası olsa da, bu úekilde bunun
gerçekleútirilmesi nin imkansızlı÷ın belirtileri var olan sorunun aúılması
herikzadelerin ellerindeki hasar mazbatalarının gerek açık artıma ve gerek
Borçlanma Kanunun ile borçlananların borçlarına sayılması satıúın durdurulması
gerekti÷i vurgulanarak var olan arsa ve evlerin yurtsuz kimselere ve geri dönecek
muhacirlere da÷ıtılarak Van’daki iskân durumunun uygun bir úekli sokulması
isteniliyordu.352
Ermeniler’in tehcir edildikleri yerlerdeki Ermeni mülklerini zabt
ve
di÷er yollardan ele geçiren eúraf için Dahiliye Nezareti, eúrafın Emval-ı Metruke
komisyonlarından uzak tutulmasını belirtti, ancak eúraf sınıfı yerel düzeyde
nüfuzlarını kullanarak müsadereden merkezi hükümetin kabul edece÷i yollarla
350
BCA. 030.18.01.02.65. 17/ Haziran. 1936
Bkz. Saygı Öztür. Kasadaki Dosyalar s. 211
352
BCA. 490.01.500. 2011. 1/27 Aralık 1934
351
131
çıkar sa÷layarak kent içindeki Ermeniler’e ait dükkan, ba÷ ve bahçelere el
koydular. Zaten kadastrosu bulunmayan ve kimsenin mülkiyetinden kesinlikle
emin olmadı÷ı koúullarda arazinin güçlü kiúilerin eline geçece÷i açıktır. Tehcirle
birlikte ülkenin sadece sermaye yapısından de÷il etnik yapısında bir de÷iúim
sa÷landı. Osmanlı hükümeti bu fırsatı Müslüman bir Türk burjuvazi yaratmak için
kullanarak gayrimüslimlerin ekonomik rolünü üstlendi. Kırsal alanda ise Ermeni
tehciri sonucu Ermeni köylerinden kalan topraklar ço÷unlukla aúiret a÷alarının
eline geçti. Bu topraklara ve mülklere hukuksal bir çerçeve kazandırılması ise
1926 medeni kanunla sa÷landı Medeni Kanun’un sa÷ladı÷ı olanaklardan
yararlanan a÷alar Ermeniler’den kalan toprakları tapulayarak topraklarına
kattılar.353
353
Fikret Baúkaya Paradigmanın øflası s. 125
132
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CUMHURøYET DÖNEMø
3. BURJUVA DEMOKRATøK DEVRøM
3.1. Burjuva Demokratik Devrimin Tanımı
Bu bölümde Cumhuriyet ve devrimlerinin do÷u Anadolu’daki feodal
yapıları neden tasfiye edemedi÷i sorusuna burjuva demokratik devrim ba÷lamında
yanıt aranacaktır. Bunun için de öncelikle burjuva demokratik devrimin tanımı ve
bu devrimlerin kısa tarihsel arka plânına de÷indikten sonra Cumhuriyet’le birlikte
Türkiye’de gerçekleútirilen burjuva demokratik devrimin yapısal niteliklerini
tartıúaca÷ız. Burjuva demokratik devrimi siyasal iktidarın bir sınıftan (ya da
sınıflar koalisyonundan) baúka bir sınıf ya da sınıflar koalisyonuna geçiúidir.354
Devrim, ekonomik, toplumsal geliúmeye engel olan miadını doldurmuú feodal
yapı ve kurumları oldukça hızlı ve úiddetli bir dönüúümle, tasfiye ederek yerlerine
yeni de÷erlerin ve kurumların getirilmesidir.355 Devrim sürecinde de÷er ve
kurumların en genel siyasal biçimi ise uluslaúma ve onun siyasal egemenli÷inin
somutlandı÷ı ulus devlettir.356 Ulus devlet ise ekonomik ve toplumsal koúulların
artık kendini yeniden üretemedi÷i bir aúamada, devrimci burjuvazinin feodal sınıfı
tasfiye ederek siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra ulus devlet sınırları içinde bir
iç pazar yaratarak kapitalizmi egemen üretim biçimi haline getirmesidir.357 Bu
nedenle toplumların tarihsel özgüllükleri ne kadar farklı olursa olsun burjuva
Taner Timur. Türk Devrimi ve Sonrası ømge Kitabevi Yayınları 1993 Ankara s. 55–56
Jean Millet øktisadi Olayarın Evrimi Çev: Ertu÷rul Tokdemir Remzi Kitapevi Yayınları s. 108
356
Muzaffer ølhan Erdost. Küreselleúme ve Osmanlı Millet Makası Modelinde Türkiye Onur
Yayıncılık 1999 Ankara s. 76
357
Taner Timur A. g. e s. 64
354
355
133
demokratik devrimlerinin ortak paydası kapitalizm öncesi üretim biçimine ait her
türlü engeli tasfiye edip burjuva sınıfının önünü açmak ve toplumsal düzende
köklü bir de÷iúiklik getirmektir. Ancak devrimin hızı ve yönü toplumdan topluma
de÷iúmektedir. Devrim, tek kerelik siyasal bir eylemle yıktı÷ı eski toplumsal
sınıfların kurum ve geleneklerini ortadan kaldırdıktan sonra toplumun tümüne
“nüfuz etmek” için bir sonraki aúama olan toplumsal devrim sürecine geçer. Bu
nedenle eski düzenin kurumlarının tamamen tasfiyesi uzun yılları kapsayabilir.
Örne÷in Fransa’da bu tasfiye süreci 80 yıl gibi bir süreye yayılmıútır. Fransa’da
E÷itim ve Ö÷retim Yasası ancak 1875’te üçüncü Cumhuriyet döneminde
çıkarılabilmiútir.358 Burjuva devrimleri konusunda dikkat edilmesi gereken çok
önemli bir ayrım, kapitalizmin en geliúmiú oldu÷u ilk burjuva devrimleri ile
kapitalizmin gecikti÷i ya da az geliúti÷i gecikmiú burjuva devrimler arasındaki
ayrımdır.359
Kapitalizmin erken geliúti÷i ülkelerdeki burjuva demokratik devrimlerin
oluúma koúulları geriye dönük tarihsel bir seyirle incelendi÷inde; kısaca úu evreler
dikkati çekmektedir: Avrupa’da 16. yüzyılın sonundan baúlayarak hızlanan
ekonomik geliúme ile eúzamanlı olarak bilime verilen önemin artması,
astronomideki, matematikteki ve fizikteki geliúmeler, 17. yüzyıl bilim devrimiyle
sonuçlanmıútı. Bilimsel devrimin ortaya çıkardı÷ı düúünce biçimi sorgulayıcı,
akılcı, daha çok gözlem ve deneye dayalı bir dünya görüúünü egemen kılmıútı.
Kilisenin ortaça÷ boyunca egemen oldu÷u Hıristiyan teolojisi ve bunun dünya
merkezli evren anlayıúı Kopernik tarafından yıkılmıú onun yerine Güneú merkezli
evren anlayıúı egemen olmuútu. Hrıstiyan teolojisinin dünya merkezli kozmos
anlayıúının yıkılması kilisenin kendi meúruiyetini dayandırdı÷ı dinsel ideolojiyi ve
bunun bir uzantısı olan siyasal meúruiyetini sarsmıútı. Bilimsel devrimlerle
birlikte yeryüzünde olan biten olayların nedenini yine yeryüzünde arama anlayıúı
determinist neden-sonuç ba÷lantısı kurarak bu iliúkilerin nedenlerini ortaya
çıkarma çabası dinsel ideoloji yerine bilimsel-laik aydınlanmacı aklın
egemenli÷ini kurarak dünyevi iktidarın kayna÷ını siyasal egemenli÷in sahibi
Murat Sarıca. Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi
s. 132
359
Elif Çe÷lı, Bonapartizmden Faúizme Ola÷anüstü Burjuva Rejimlerinin Marksist Bir
Tahlili, Tarih Bilinci, Yayınevi s. 48
358
134
olarak ulusa dayandırarak yeryüzüne indirmiútir. Bu lâikleúme sürecinin siyasal ve
toplumsal sonuçları ilk olarak 1640 øngiliz Devrimi ile gerçekleúmiúti.360
Ardından gelen Fransız Devrimi ise laikleúme sürecinin bir sonraki adımı
olmuútur. Batı Avrupa’daki bu devrimlerin temel özelli÷i kapitalizmin en çok
geliúti÷i bir sürecin sonucu olarak bu devrimler toplumdan devlete do÷ru yönelen
basınçla
gerçekleúmiútir.
Burjuva
devrimlerinin
ikinci
kuúa÷ı
ise
geç
kapitalistleúmeye paralel olarak 1861’de øtalya’da, 1870 Almanya’da gecikmiú
burjuva devrimleri olarak gerçekleúmiútir. Bu devrimler birinci kuúa÷ın aksine
devletten topluma do÷ru uzanan bir altüst oluú süreci ve daha sonrasında ulusal
birliklerini sa÷lamakla sonuçlanacaktı.361
Burjuva devrimlerinin üçüncü dalgası ise Türkiye, Çin, øran, Rusya gibi
kapitalizmin az geliúti÷i, bu nedenle de geleneksel feodal üretim iliúkilerinin
egemenliklerini önemli ölçüde sürdürdü÷ü ülkelerde gerçekleúmiútir.
Burjuva devrimleri ile ilgili olarak vurgulanması gereken temel özellik
burjuva devrimlerinin ister ilk örne÷i olan øngiliz ve Fransız Devrimleri olsun,
ister Almanya ve øtalya örne÷indeki gibi ikinci dalga olsun, ister Rusya, øran, Çin,
Türkiye gibi üçüncü dalga olsun, burjuva demokratik devrimleri içinde bulunulan
dönemin, kapitalizmin geliúmiúlik düzeyinin, ülke içi tarihsel toplumsal
dinamiklerle nesnel evrensel e÷ilimlerin karúılıklı olarak birbiriyle kesiúti÷i bir
u÷rakta biçimlenmiú olmasıdır. Örne÷in ikinci ve üçüncü dalga burjuva devrimleri
kendi içlerinde kapitalist geliúmiúlik bakımından farklı olsa da birinci dalga
devrimlere oranla çok daha otoriter bir nitelik taúırlar. Çünkü birinci kuúak
devrimlerde oldu÷u gibi geliúmiú ve farklılaúmıú bir toplumsal tabanı, bu tabana
dayalı geliúmiú burjuva sınıfsal muhalefeti yeterince olgunlaúmadı÷ı gibi burjuva
sınıfsal ideoloji de yeterince olgunlaúmamıútır. Bu nedenle bu devrimlerin
360
XVII yüzyılın ilk øngiliz devrimi, yalnız mutlak monarúinin yerine demokratik olmasa da
temsil bir hükümet geçirmek ve baskıcı bir devlet egemenli÷ini kararak kapitalizmin
geliúmesinin önündeki engelleri kaldırmıútı Toprak aristokrasisi ve burjuva sınıfının
devriminde uzlaúmayla çıkması bir anlamda øngiliz aristokrasinin içinde kilise mensupları ve
dinin burjuvayla koalisyonu ifade eder. øngiltere’de burjuvazinin dinsel e÷ilimlerini
güçlendiren bir olguda Hobbss ‘la birlikte yeni bir evreye giren Materyalizmdir. Materyalizm
yalnızca orta sınıfın dini duygularını sarsmakla kalmamıú bundan baúka krallı÷ın
ayrıcalı÷ının ve iktidarının bir savunucusu olarak da ortaya çıkmıútı. Monarúiye karúı
çıkarlarını korumak için øngiliz burjuvazisinin dine sarılmasının bir nedeni de budur.
F.Engels Seçme Yapıtlar, s. 464
361
Sungur Savran ,“Osmanlı’dan Cumhuriyete: Türkiye’de Burujuva Devrimi Sorunu.” 11.
Tez Kitap Dizisi, Kasım Uluslarası Yayıncılık, 1985 østanbul s. 173–213
135
demokratik niteli÷i devrimin ilk aúamasında kitleleri seferber etmesiyle sınırlı
kalmıútır.362
3.2. Türk Devrimi
Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluú tarihine, toplumsal, siyasal ortamına ve
kurucularının hangi sınıfsal kökenli olduklarına bakıldı÷ında Cumhuriyet
devriminin bir burjuva demokratik devrim oldu÷u tartıúılmayacak kadar açıktır.
Osmanlı’nın feodal ve øslam dinine dayalı teokratik devlet sistemine karúı
uluslaúma süreci, aynı zamanda emperyalizme karúı verilen ulusal Kurtuluú Savaúı
koúulları içinde biçimlenmiútir. Bu nedenle devrimin öncü kadrosu øttihatçıların
oluúturdu÷u bir asker ve sivil küçük burjuva aydın ekibidir. Devrim bu ekibin
yarattı÷ı ve yürüttü÷ü bir sürecin içinde biçimlenmiútir. Bu aydın sınıfın baúlıca
özellikleri; mektepli aydınlanmacı, genç, laik ve burjuva ideolojisine sahip
olmaları yanında Selanik, Mekadonya, østanbul gibi ømparatorlu÷un daha çok
kapitalizmin geliúti÷i kentlerinde yetiúmiú olmalarıydı.363
Düúünsel bakımdan ise bu küçük burjuva sınıfın baúlıca özellikleri;
Osmanlının ømparatorluk zihniyetinin tam karúıtı olan “vatan” ve “millet”
kavramlarına sarılmalarıdır. Jön Türkler’den Kuvay-ı Milliyecilere kadar,
peúinden koúulan ve u÷runda savaú verilen fikirlerin kayna÷ı “vatan” ve “millet”
kavramları olmuútur.364
Sabahattin Selek, “Anadolu ihtilâli”nin, Kurtuluú
Savaúı’yla iç içe geliúmesi nedeniyle “ihtilâlin ideolojik bir hareket olarak
baúlamadı÷ını dolayısıyla savaú koúulları içinde böyle bir hazırlı÷ın olmadı÷ını
vurgulamıútır. Ancak böyle bir ideolojik hazırlı÷ın olmadı÷ını varsaysak bile
vatan ve millet kavramlarının kendisi burjuva ideolojisinin tasavvurunun dıúında
düúünülemez. Kaldı ki 1860’ların ortalarından itibaren baúlayan Jön Türk
hareketi, 1908 øttihat Terakki devrimi ve son olarak da Atatürk’ün Kurtuluú
Savaúında siyasi stratejinin bir gere÷i olarak açıklamamıú olsa bile aydınlanmacı,
362
Sungur Savran A. g. m s. 174
Sina Akúin Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi s. 56
364
Sabahattin Selek, Anadolu øhtilali s. 703
363
136
laik bir ideoloji ve buna dayalı bir ulus devlet projesinin oldu÷u çok açıktır.
Devrimin savaú koúulları içinde baúlaması devrime baúarı úansı kazandırmakla
birlikte bu durum yeni devletin kuruluúunda ve daha sonraki devrimci kararların
alınmasında ve uygulanmasında pek çok zaafları beraberinde getirecekti. Selek’e
göre dıú düúmanlar karúı ”vatan” ın savunulması ve “millet” in kurtuluúu için
savaúta yer alanların çok azı devrimci idi. Savaúanlar için kurtarılacak kutsal
varlıklar arasında saltanat ve hilâfet makamları da vardı. Kurtuluú Savaúı içinde
bütün sınıfların oluúturdu÷u ittifak devrimin uzak hedefleri bakımından büyük bir
zaaftı. Çünkü ilerleyen sayfalarda daha ayrıntılı de÷inilece÷i gibi savaúın
baúlangıcında kurulan bu ittifak savaúın sonunda ve cumhuriyet devrimleri
sırasında devrim sürecini yavaúlatan ya da ona tamamen karúı çıkan bir muhalefet
çıkaracaktır. Bu nedenle ittifakın önemli bir aya÷ını oluúturan feodal ve büyük
toprak sahibi sınıflarla eúraf sınıfının nihai olarak tasfiyesi mümkün olmayacaktı.
Bu gerekçelere dayanarak Selek Anadolu øhtilalinin ne bir halk hareketi ne de
burjuva devrimi olamayaca÷ını savunur. Oysa burjuva sınıfını ille de organik bir
sınıf olarak salt ekonomik güç anlamında algılamamak gerekir. Aslında burjuva
sınıfı yalnızca ekonomik bir sınıf kategorisine indirgenemez. Burjuvaziyi
tanımlamada ekonomik kategori kadar ve hatta ço÷u zaman bunu da aúan
ideolojik de÷erler de sınıflandırmaya dâhil edilmelidir. Nitekim Sina Akúin
burjuva sınıfının bu ideolojik yönüne vurgu yaparak, 19. yüzyılda Osmanlı
özgürlükçü akımlarının burjuva niteli÷inin her úeyden önce ideolojik bir olgu
oldu÷unu belirtir. ømparatorlukta burjuva ideolojisinin iki temel kayna÷ı vardı.
Burjuva ideolojisinin imparatorluk içindeki birinci kayna÷ı hiç úüphesiz özellikle
imparatorlu÷un kapitalizme erken eklemlendi÷i liman kentlerindeki gayrimüslim
azınlıkların yaúam ve düúünce biçimlerindeki burjuvalaúma sürecidir. Burjuva
ideolojisinin ikinci kayna÷ı ise Batılı modern e÷itim veren tıbbiye, harbiye,
mülkiye gibi okullardı. Bu okullardan yetiúen küçük burjuva sınıfının amacı
devleti kurtarmaktı. Tanzimat’la birlikte kurulmaya baúlayan okullardan mezun
olan mektepliler nesnel olarak devlet bürokrasisine ba÷lı oldukları halde kafa
kuruluúu bakımından burjuva de÷erlerine ba÷lıydılar. Bu nedenle ülkenin ancak
bir burjuva düzeni içinde kalkınabilece÷ine inanmıúlardı.365 Okullardan yetiúen
365
Sina Akúin. Jön Türkler ve øttihat ve Terakki, Remzi Kitap Evi 1987 s 82
137
kadrolar aydınlanma ideolojisini ve Batı’daki geliúmeleri kavrayacak sınıfsal
farklılaúmanın sonucu olarak kendi sınıflarının bilincindeydiler. Bu nedenle
Osmanlı yönetimine, de÷erlerine, ümmet toplumunun kurumlarına daha bilinçli
bir muhalefet geliútirebilmiúlerdir. Bu kadroların köken olarak küçük burjuva
sınıfından gelmiú olmaları, onları kolaylıkla Fransız Devrimi’nin ilkelerine
duyarlı hale getirmiúti. ølkeler arasında vatan kavramının ön plana çıktı÷ı
yurtseverlik duygusu, ümmete karúı ulus düúüncesi, liberal ideolojinin bireysel
hak ve özgürlükler kavrayıúı yanında meúruti monarúi de olsa bir parlâmenter
sistemi savunuyorlardı.366 Türkiye’de burjuva olgusu Avrupa’daki sınıfsal
farklılaúmaların olgunlaútı÷ı düzeyde olmasa bile Türkiye’de burjuva devrimi ve
onun aydınlanma ideolojisini temsil etmekteydi.
367
Yukarıda da belirtildi÷i gibi
Türkiye’de burjuva devrimi Kurtuluú Savaúı koúulları içinde bu küçük burjuva
öncü kadronun liderli÷inde biçimlenmiútir. Bu öncü kadro Kurtuluú Savaúı’nı
sınıfsal olarak toprak ve mülk sahipleri yani eúraf ve a÷a ittifakı içinde
gerçekleútirmiúti. Burjuva devrimini gerçekleútiren öncü kadronun yerel iktidar
odaklarıyla kurdu÷u bu ittifak do÷al olarak devrimlerin süreklili÷inde ve hızında
bir çekingenlik yaratacaktı. Zira en baúından beri kurulan bu ittifakın ideolojik
dayana÷ı a÷a ve eúrafa halifelik makamını kurtarma vaadinin verilmesiydi. Bunun
yanı sıra Türkiye’de Devrim’in tamamlanması teorik olarak iki temel unsurun
gerçekleúmesine de ba÷lıydı. Bunlardan birincisi toprak reformu ile feodal
düzenin ekonomik temelini oluúturan topra÷ın geniú köylü yı÷ınlarına
da÷ıtılmasına ba÷lıydı. Ancak pratikte büyük toprak mülkiyetinin tasfiyesi için
bazı ön koúulların bulunması gerekiyordu. Bunlar; iúletme sermayesi, tarımsal
teknoloji ve topra÷ı iúletecek yeter sayıda nüfusun varlı÷ıydı. Bu koúullar yerine
getirilmedi÷i sürece toprak reformu da tek baúına feodal yapıları çözmekte yeterli
bir araç olmayacaktı. Ayrıca Do÷u Anadolu’da Ermeni tehciri sonrası bölgede
azalan nüfus da göz önüne alındı÷ında toprak kıt de÷il tam tersine kıt olan topra÷ı
iúleyecek nüfustu. Bölgedeki nüfusun büyük bir kısmı savaúlarda ölmüú, geri
kalan nüfus da ülkenin batısına göçmüútü. Bu nedenle toprak reformu di÷er
koúullar yerine getirilmeden uygulansa bile feodal düzeni tek baúına çözebilecek
366
367
Attila ølhan. A. g. m s. 4
ølhan Selçuk. “Askere Müdahale Üzerine” Cumhuriyet Gazetesi 11. Aralık Pazar s. 2 2006
138
bir araç de÷ildi. Bölgede feodal yapıları tasfiye edecek burjuva sınıfının olmadı÷ı
koúullarda bu rolü devletin zor aygıtları üstlenecekti.
Feodal yapıların tasfiyesinde ikinci seçenek ise sanayi devrimi ile a÷a ve
eúraf sınıfının egemenli÷ine son verip, ekonomik egemenli÷i ticaret burjuvazisine
geçirmek ve ticaret burjuvazisini sanayi burjuvazisine dönüútürerek kırsal göçü
iúçileútirip kentlileútirmekti. Ancak Osmanlı burjuvazisi Kurtuluú Savaúı sırasında
yurt dıúına kaçmıútı. Onların yerine savaú koúulları içinde Milli øktisat
politikasıyla üretilmeye çalıúılan yerli burjuvazi ise büyük ço÷unlu÷u itibariyle
henüz kasaba tüccarı seviyesinden öteye geçememiúti.368
Atatürk’ün øzmir øktisat Kongresi’nde iúe emek Misak-ı Millisi ile
baúlamasının bir nedeni de budur. Devlet öncülü÷ünde hızlı sanayileúme politikası
yürütülecek. Bu politika II. Dünya Savaúı’na kadar uygulanacak fakat toprak
reformu yapılamayacaktı. Bunun temel nedeni ise Kurtuluú Savaúı’nda eúraf
deste÷inden kaynaklanmaktaydı. Bu nedenle iktidar halkı de÷il eúrafı tercih
etmiúti. 1950’li yıllarda bile CHP il ve ilçe baúkanlarının ço÷u, yörenin âyan ve
eúrafından oluúmaktaydı.369
Türk Devrimi’ni analiz eden Celal Nuri øleri adeta imparatorlu÷un feth-i
meyyit (otopsi raporu) yazan bir düúünür olarak, Türk Devrimi hakkında úöyle
yazmaktaydı:
“Yeniçerili÷in
ortadan
kaldırılmasına
kadar
hiçbir
yenilik
gerçekleúemezdi. Dünyayı tanımıyorduk. Tanzimat döneminin yenilik
hamleleri taassubun duvarlarına çarpmıútı. Türk Devrimi yıkılmaya yüz
tutmuú kurumları defnetmiútir. Devrimin ciddi bir mukavemet göremeyiúi
baúka türlü açıklanamaz. Çünkü devrimin bütün talepleri akla ve
mantı÷a ve ça÷ın gereksinimlerine cevap vermesinde büyük payı olmakla
birlikte, milletin uyanıklı÷ı ve olaylardan ders almıúlı÷ının yanında
karúısındaki muhafazakâr grubun örgütsüzlü÷ü ve nihayet olayların
geliúimidir”.370
368
Do÷an Avcıo÷lu. Türkiye’nin Düzeni Cilt II s. 234
Attile ølhan Burjuva Devrimi 22 A÷ostos 1997 Cumhuriyet Gazetesi s. 13
370
Celâl Nuri øleri Türk ønkılâbı s. 65
369
139
Yazar Türk devrimini Osmanlılıktan kopuú olarak tanımlar ve üç yüzyıldan
beri toplumu ba÷layan ve úaúırtan Do÷ulu düúünce ve yönetim tarzına son
verildi÷ini belirtir. Celal Nuri, Yeniçeri kurumunun ortadan kaldırılmasından
Vahdettin’in kaçıúına kadar geçen dönemi bir hamilelik dönemi, Cumhuriyeti de
savaúın ve devrimin çocu÷u olarak niteler. Bunun yanı sıra ulus tanımını da çok
netlikle ortaya koyarak dünyada saf ırkın olamayaca÷ını, co÷rafyadaki bölümler
gibi etnik sınıflamaların da göreli oldu÷unu vurgulayarak insan topluluklarının 20.
yüzyılda ırklara göre de÷il uluslara göre ayrıldı÷ını, ulusu da bir devletin uyru÷u
olan insan toplulu÷u olarak tanımlar.371
Ulus tanımını o günün koúullarında çok netlikte ortaya koyan Celal Nurinin
bu tanımı daha sonra 1924 Kanun-i Esasîye’de benimsenecektir. Ona göre Türk
devriminin temellendi÷i ulusun oluúumunda ne din farkı ne ırk farkı
gözetilmiútir.372 Türk devriminde hiçbir etnik/dinsel kimli÷e karúı, yalnızca
kimli÷i nedeniyle mücadele bayra÷ı açılmamıútır. Türk devriminin toplumsal
mücadelesi etnik bir temelden hareket etmemiútir. Bu nedenle Kürtlü÷e karúı de÷il
feodal üretim iliúkilerine, bu iliúkiler egemeni olana a÷alık ve aúiretlik kurumuna
karúı yürütülmüútür. Türk devriminin Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkları da
kapsayan iktisadi toplumsal mücadelesi yalnızca bu kimliklere sahip olunması
nedeniyle de÷il, bunların emperyalizmin iúbirlikçisi olarak çalıúan burjuva
kesimlerine karúı yapılmıútır.
1923 yılı baúlarında temelinde eski düzenin kalıntıları ile oluúmakta olan
siyasal iktidar yapısı arasındaki çatıúma sivil iktidar/askeri iktidar görünümü
almıútır. Ömür Sezgin’e göre bu sivil/asker görünümü altındaki asıl çatıúma øttihat
ve Terakki’nin kuruluúunda var olan Ahrar ve daha sonra Hürriyet ve øtilâf
muhalefetinin 1923’ teki uzantısıdır. Siyasi iktidarın askeri iktidarla özdeúli÷inden
söz edilebilir ancak sivil iktidarı savunur görünenler demokrasiden çok eski
düzenin savunucularıdır. Bu muhalif grubun Mustafa Kemal’in ve temsil etti÷i
ideolojinin iktidarını sınırlandırabilmek için dini ideolojinin egemen oldu÷u bir
371
Celâl Nuri øleri Aynı zamanda 1922 Yılında Kanun-i Esasi Encümen reisli÷ine seçilecek 1924
Anayasasının yazılmasında önemli katkılar sunacaktır.
372
Celala Nuri ølleri. Türk ønkılâbı. s. 97 Haz Recep Duymaz.
140
toplumda hilafet makamının maddi manevi otoritesine sı÷ındıklarını belirtir373
Sezgin’e göre Meclis’te baúından beri temel çatıúma “aydınlanma ideolojisi” ile
“dinci ve saltanatçı” ideoloji arasındadır.374
Ömür Sezgin Kurtuluú Savaúı ve Siyasal Rejim Sorunu, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara
2005 s.107
374
Ömür Sezgin A. g.e. s.52
373
Sınıf sözcü÷ü (classe) Fransızca’ya XIV. øngilizce’ye ise XVI yüzyılda girdi. Her ikisi de
Latince clasis sözcü÷ünden gelir; clasis sözcü÷ü ise yurttaúları, sahip oldukları servete göre
ayıran çeúitli kategorileri belirtirdi. XVI. XVII. Yüzyıllar Frasızcası’nda sınıf terimi, daha çok
kategori terimine yakın genel bir anlam taúımaktaydı. Bkz. Philip Benetton Toplumsal Sınıflar
Yeni Yüz Yıl Yayınları s. 34 1997 Sınıf kavramının daha çok siyasal bir içerik kazanması 18.
yüzyıl sonundan itibaren øngiltere’de daha sonra da 19. yüzyılda di÷er Avrupa ülkelerinde
meydana geldi. Sınıf sözcü÷ü az ya da çok açık bir úekilde bir anlamda kendi özerkli÷ini
kazanırken, önceki tanımlardan baúka úeyler ifade etmeye de baúladı ve toplumsal ayrım ve
iliúkileri farklı düúünmenin bir anlatım úekli oldu. Sosyolojik ve siyasal düúüncenin önemli bir
kavramı haline gelen modern toplumsal sınıf kavramının tarihi bu úekilde baúlıyordu. Asa
Briggs’in kullandı÷ı language of class terimi øngiltere’de 18. Yüzyılın son çeyre÷inde ortaya
çıktı. 19. yüzyılın ilk on yılında yayıldı ve 1830’lu yıllarda yaygın bir úekilde kullanılmaya
baúlandı. 1772’ de ortaya çıkan Lower classes (alt sınıflar) terimini yirmi yol sonra middling
ya da middle classes (orta sınıflar) terimi izlerken, son olarak da bunlara higher classes ve kısa
bir süre sonra da upper clases eklendi, terim birinciler kadar tutulmadı, zira eski sınıflar ifadesi
eski toplum içinde kök salmıú olanlara daha uygundu. Working classes (iúçi sınıfı) terimini ilk
kullananlardan biri 1813’ de Owen oldu. Bkz. Braudel Maddi Uygarlık Ekonomi ve
Kapitilazm II. cilt Çev: M. Ali Kılıçbay Gece Yayınları 1995 s. 432. XVII. ve XVIII.
Yüzyıllarda sınıf terimi toplumsal ayrım ve iliúkilerde yeni bir bakıú açısını dile getirecektir.
Meslek birlikleri, , kademeler, meslekler gibi sözcüklerden oluúan geleneksel anlatım, eski
toplumsal düzene ve kendi görüntüsüne sıkı sıkıya ba÷lıydı. Bu, Eski Rejim Avrupası’nın, hem
aristokratik hem de organik bir toplumun eúitsizli÷inin hüküm sürdü÷ü ve insanların do÷uútan
ayrıldı÷ı bir toplumun, ama aynı zamanda toplumsal hiyerarúide süreklilik düúüncesinin de
egemen oldu÷u bir toplumun diliydi.. “meslek birlikleri” ya da “ meslekler” belirgin ve
do÷urgan ayrımları bir anlamda kutsuyordu; geniú ölçüde soyaçekime dayanan bu ayrımların
gerekli ve meúru oldukları düúünülüyordu. Fakat bunlar toplumun sadece ve sadece bir
bölümünü belirtiyorlardı. ønsanları karúılıklı bir zorunluluklar sistemiyle ba÷layan aralarında
somut iliúkiler kuran sıkı bir hiyerarúi düúüncesini dile getiriyorlardı. Toplumsal bünyeler tek
bir zincirin halkaları olarak algılanıyordu. Tocqueville bu hiyerarúik yapıyı köylüden krala
kadar uzanan uzun bir zincir olarak tanımlıyordu. Language of class’ın ifade etti÷i kavram
bambaúka bir úeydir; toplumsal katmanlar arasındaki ayrım, hiyerarúinin süreklili÷ini, karúılıklı
ba÷ımlılık iliúkilerinden çok ekonomik ayrımlar toplumsal bölünmeyi belirlemektedir.“Sınıf”
ayırımları hukuksal olarak kabul edilmemiú, olsa dahi sonuçta her gruba özgü çıkarlardan
hareketle insanları ayırır ve hatta, en azından onları gizli olarak karúı karúıya getirir.
Dolayısıyla toplumsal iliúkiler artık yan özellikleri göstermezler. Artık, kiúisel ba÷lılık ve
ahlaksal zorunluluklardan oluúan gelene÷in dıúındadırlar, zımnen de olsa gizli olarak
birbirleriyle yarıúan ya da çatıúan kollektif çıkarlara dayalı soyut gibi görünürler, Sınıf
terminolojisinin bu dönemde henüz netleúmedi÷ini görüyoruz. De÷iúik ve ikircil anlamları olan
sözcükler vardır. Yine de bu yeni anlatım 19. yüzyılın ilk yarısında øngiltere’de toplumsal
ayrımlar ve iliúkiler konusunda yeni bir kopmayı ve maddi yoksullukla birlikte bir kiúisizleúme
duygusu izliyordu. Nitekim yeni ekonomi, iú iliúkilerini alt üst ediyor ve “yeni ba÷ımlılık” adı
verilen iliúkilerde yeni bir hiyerarúi yaratıyordu; bu anlayıúa göre, insan- insan iliúkilerinin
yerini uzak, so÷uk ve kiúisiz iliúkiler alıyordu. Sınıf sözcü÷ü, ortaya çıktı÷ında devrimci
terminolojinin önemli bir terimi de÷ildi. Devrim, kuúkusuz, dili yeni deyimlerle zenginleútirdi,
halk sınıfı, yoksul sınıf, iúçi sınıfı, ama bunların kullanım alanı geniú olmadı÷ı gibi anlamları da
çok mu÷lâktı. Anlamdaki bu görece belirsizlik, genel olarak 19. yüzyılda da devam etti. Sözcük
kendisine yandaú bulurken, çok sayıda nitelemeyle de birleúti: Çalıúan sınıflar, zengin ve yoksul
141
Kurtuluú Savaúı ve sonrası kuruluú aúamasındaki öncü kadronun sınıf
bileúimine bakıldı÷ında ise Kurtuluú Savaúını gerçekleútiren siyasal iktidarın sınıf
bileúimi bir taraftan øttihat ve Terakki’nin uzantısı olan küçük burjuva mektepli
sınıf ile a÷a eúraf sınıfını oluúturan mütegalibenin birleúiminden oluúmuútu.
Kuruluú aúamasında ön safta gözüken memur ve asker kadro ile okumuú orta sınıf
olarak daha sonra CHP çevresinde örgütlenen sınıflardı. Bunun yanında taúrada
Kurtuluú Savaúı koúulları içinde do÷an ve güçlenen eúraf sınıfı bulunmaktaydı.
Kasaba eúrafının Cumhuriyet’in öncü kadrosuyla iú birli÷i yapması öncü
kadronun köylü kitleden büsbütün uzaklaúmasına yol açmıútı. Çünkü eúrafın
sınıflar, üst ve alt sınıflar aydınlanmıú sınıflar, iúçi sınıfı..vs. Bu, dönemde kavramın
kullanımında
sınıf, sıra meslek birli÷i, katman sözcükleri arasındaki ayrımın halen
belirginleúmedi÷ini de ifade etmek gerek. En azından 1848’e do÷ru sözcük gerçek bir özerklik
kazanamadı÷ı gibi coúku uyandırıcı bir anlam da yüklenmedi. øngiltere deki duruma benzer
hiçbir úey yoktu, söz konusu durumda sınıf (üst’orta’alt) “sistemi” ifadesi, sıradan insanların
gözünde coúku yüklü ve çatıúma düúüncesine ba÷lı bir anlam kazanmamıútı.1870’li yıllara
kadar sınıf sözcü÷ünün belirsizli÷i devam edecektir. Bu durum Jean Dubois’inın Vocabulaire
Politique et Social en France de 1872 adlı yapıta iliúkin çözümlemesi sayesinde daha açık bir
úekilde görülebilir. Artık siyasal ve toplumsal terminolojinin önemli bir terimi olmasına
ra÷men, sözcük, belirsizli÷ini halen korumaktaydı ve çok kez ço÷ul olarak ve birçok
nitelemeyle birlikte kullanılıyordu. Aynı zamanda bir kaç, anlatımda da yer alıyordu.
Muhafazakarlar ve ılımlıların tercihi ço÷ul ve üst, e÷itimli, alt sınıflar gibi ifadeler hiyerarúiyi
meúrulaútırmak amacıyla kullanılıyordu. Kapitalist sınıf ve emekçiler sınıfından söz eden
sosyalistler tekil olarak kullanırlarken, sa÷ ço÷ul olarak kullanıyordu. 1869 ‘da milletvekili
Girault “iúçi sınıfı” sözcü÷ünü teleffuz edince Yasama Meclisi’nde kızılca kıyamet koptu ve
milletvekili konuúmasını tamamlayamadı Görüldü÷ü gibi bu alanda de÷iúiklikler ve
belirsizlikler hüküm sürüyordu. Yine de bir takım kuvvet çizgileri çıkarmak olanaklıdır. ølk
olarak sınıflar ve katmanlar deyimleri sonunda meslek birlikleri ve sıralar sözcüklerini geride
bıraktı. 1870’e do÷ru Sosyalizmin geliúmesi ve Marksizm’in etkisi (1870’li yıllardan itibaren)
bu süreci hızlandırırken aynı zamanda sınıf sözcü÷ünü de toplumsal mücadeleye ba÷layacaktır.
Bkz. Philpe Benetton. Toplumsal Sınıflar,
F.Braudel Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitilazm cilt II. s.352
Immanuel Siyes Tierse Etat Nedir A.Ü Hukuk Fakültesi Dergisi Çev: Süheyl Derbil Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt VIII. sayı 1-2 s. 126-207 Ankara 1951
Server Tanilli. Dünyayı De÷iúterin On Yıl s. 132
J.Michelet, Fransız øhtilali Tarih Cilt II. Çev: Hamdi Varo÷lu Maarif Vekâleti Yayını II. Cilt
1952 Ankara s. 179 Gaxotte, Pirerre, Fransız øhtilali, Çev. Semih Tiryaki Soboul. Albert.
Fransız øhtilâlinin Kısa Tarihi, Çev: øsmail Yarkın, ønter Yayınları 1989 s. 123, Furet, François.
Fransız Devrimini Yorumlamak, Çev Ahmet Kuyaú Alan Yayanları 1989 s. 201
Leo Hubarman. Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla Çev: Murat Belge øletiúim Yayınlar
1997 østanbul s. 92–93 A. Aulard, Farnasz ønkılâbının Siyasi Tarihi, Demokrasinin ve
Cumhuriyetin Kaynakları ve Geliúmesi 1789–1804 Çev: Nazmi Poroy Türk Tarih Kurumu
Yayınları Ankara 1982, Vedat Günyol, Devrim Yazıları, Çev: Meriç Gök. Nurettin Yıldırım,
Sabahattin Eyüpo÷lu Varlık Yayınları østanbul 1962 s. 45.
142
çıkarları ticaret yoluyla sömürdü÷ü köylünün geri kalmasındaydı. Bunlar
devrimcilerle köylünün arasında en büyük engeli oluúturmuúlardı.375
Her ne kadar ikinci mecliste bu ittifak küçük burjuva sınıfı lehine kısmen
bozulsa bile 1950’ de eúraf sınıfı siyasal iktidarı tekrar ele geçirecektir. Kurtuluú
Savaúı sonrası siyasal iktidarı ele geçiren a÷a eúraf sınıfı, siyasal olarak dini
politik bir araç haline sokarak devrim sürecini yavaúlatarak geleneksel toplumsal
düzeni ve onun kültürel desteklerini de÷iútirme yerine bu iliúkileri popülist bir
tarzda yeniden üretecekti.
3.2.1 Türkiye’de Burjuva Demokratik Devrimin Sınırları
Bu baúlık altında Burjuva demokratik devrimin sınırlarından kastedilen
anlam co÷rafi bir sınırlamadan öte devrimin gücü ve kararlı÷ı anlamında
kullanılmaktadır. Devrimin do÷al ve nesnel sınırlarını belirleyen olgular
üzerinden Cumhuriyet’in kapitalizmle geç eklemlenmiú bölgesi olan Do÷u
Anadolu’ bölgesinde somut tabiyet iliúkilerinden soyut tabiiyet iliúkisine dönüúme
e÷ilimleri kast edilmektedir.
Türkiye’de Cumhuriyetin bir burjuva demokratik devrim oldu÷unu bu
bölümün baúında vurgulamıútık. Burjuva demokratik devrimlerin nesnel yönleri
kadar onları biçimlendiren öznel yönleri de önemlidir. Bu öznel koúullar devrimin
gerçekleúti÷i toplumlarda devrimlerin hızını kesen ya da durduran kapitalizm
öncesi geleneksel toplumsal yapılar ve düúüncelerdir. Bu düúünceyi temsil eden
sınıflar devrim sürecinde ya da sonrasında burjuva sınıfının kendi içindeki gerilim
ve savaúlarda sıkıúınca ilk ittifak kuraca÷ı geniú yı÷ınlar ve onların temsilcileri
olarak adeta kötü gün akçesi iúlevi görmektedirler.
Devrim hukuksal olarak eski toplumsal düzeni ve kurumları ortadan kaldırsa
bile eski düzenin zihniyeti ve düúüncesi uzun bir süre varlı÷ını sürdürmeye devam
eder. Devrimin yavaúladı÷ı dönemlerde karúı devrimci e÷ilime dönüúerek kendi
kurumlarını yeniden canlandırma e÷ilimine girerler. Bu nedenle devrimin
375
Mümtaz Soysal “Büyük Yalan” s, 9 Yön sayı 40. 19 Eylül 1962, s.6
143
bütünüyle gerçekleúebilmesi devrimin, eski yapıları tasfiye etmesi ve yeni yapıları
yaúamsal hale getirmesi için tamamlayıcı bir sürece ihtiyacı vardır.376 Bu
tamamlayıcı süreç de toprak ve üretim araçları üzerinde egemen toprak sahibi
sınıfın gücünü ortadan kaldırma ve onun yerine kendi kurumlarını ikame
etmesidir. Bu süreç toplumun geliúmiúlik düzeyine göre uzun ya da kısa bir süreci
kapsayabilir. Bu süreç sanayileúme gibi toplumsal de÷iúmeyi hızlandıracak
dinamikten yoksun oldu÷u koúullarda daha uzun bir zamana yayılabilir.
Devrimsel
sürecin
iúleyiúi
kuúkusuz
salt
ekonomik
bir
determinizmle
açıklanamaz. Ancak yeni düzenin ideolojik ve hegemonik aygıtlarıyla kendini
yerleútirmesi yine de ekonomik koúullardan ba÷ımsız de÷ildir. Bu çerçevede
Do÷u Anadolu’daki geleneksel aúiret ve cemaat yapılarının burjuva demokratik
devrimin sınırlarını nerede belirledi÷i ya da nerede kesti÷i sorusu aúiret yapıları
söz konusu oldu÷unda co÷rafi bir sınır çizmek mümkün olabilir. Ancak cemaat
kategorisi bakımından bu sadece bölgeyle de÷il artık günümüzde ülkenin büyük
kentlerinden küçük kentlerine kadar bir dizi aralıkta daha geniú sınırlar içinde
örgütlenip ekonomik, toplumsal ve siyasal egemen bir güç haline gelmiútir. Do÷u
Anadolu’daki aúiret ve cemaat yapıları burjuva demokratik devrimin ve onun
aydınlanma ideolojisinin önündeki en büyük engeller olarak devrimin sınırlarını
da belirlemiúlerdir. Eski düzenin yapılarıyla yeni düzenin arasındaki gerilim ve
mücadele diyalektik bir yapı içinde gerçekleúmektedir. Türkiye’de Aydınlanma
ideolojisinin kendi tipini üretti÷i kapitalizmle eklemlenmiú kentler dıúında kalan
kırsal alandaki bu yapılar bugün artık büyük kentlerde de aydınlanma devrimini
kırdan baúlayarak merkezdeki alanlarını iúgal etme sürecine girmiútir. Bu
merkezin çevre tarafından sıkıútırılması bir anlamda Orta do÷u dinsel ideolojisinin
ilk giriú kapısı olan Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’dan baúlayarak sürekli ülkenin
Batı’sına ve merkezine do÷ru halk halka yaylıúını da gösteren bir durumdur. 19.
yüzyılın ikinci yarısından baúlayarak Nakúibendî tarikatının bütün üstleri Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu’dadır. Cumhuriyet döneminde de Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu Nakúîli÷in merkez üssü olma konumunu sürdürmüútür. Bugün
Nakúibendî tarikatının ve kollarının liderlerinin Do÷u ve ya Güneydo÷u menúeli
olması tesadüf de÷ildir. Türkiye’de artık ekonomik ve siyasal güç haline gelmiú
376
Jean Maıllet. øktisadi Olayların Evrimi s.56
144
cemaatler Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’dan itibaren Cumhuriyet’in ve
aydınlanma düúüncesinin sınırlarına kazanımlarına en büyük basınç bu bölgeden
itibaren oluúmaya baúlamıútır.
Cumhuriyet’in ilk on yılında bu geleneksel güçler 1925 ùeyh Sait øsyanı ve
ardından Takriri Sukun Kanunuyla uzun bir suskunluk döneminden sonra bazen
Kürt milliyetçili÷i, bazen demokrat partiyle birlikte popülist demokrasi
söylemiyle birleúerek Kemalist ideolojisiyle mücadeleyi demokrasi ve bürokrasi
ekseni üzerinden yürüterek devrime ve onun kazanımlarına karúı ittifak
oluúturmada II. Meúrutiyet’de oldu÷u gibi Liberal-øslamcı ittifakların bugün de
oluúması bir anlamda uzak tarihle yakın tarihin kısa devre yaptı÷ını özetleyen bir
durumdur.
Yakın tarih olarak 19. yüzyılda imparatorlu÷un temellerini sorgulayan Jön
Türklerin baúlattı÷ı modernleúme ve uluslaúma sürecini Atatürk devrimleri
ülkenin batısındaki kapitalizme eklemlenmiú kentlerinde tamamladı. Ancak
ülkenin Do÷u’sunda sadece Kemalist devrim de÷il ilk Burjuva demokratik devrim
olan II. Meúrutiyet’i ilân eden øttihatçı kadrolar da bölgedeki feodal unsurlarla
ittifak yapmak zorunda kalmıúlardı. Bu zorunluluk daha çok Ermeni sorunlarına
karúı Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiret reisleriyle yapılan bir ittifaktı. Bu ittifak
Do÷u Anadolu’da toplumsal ve siyasal dengenin önemli bir aya÷ı olan ErmeniKürt dengesini Kürtler lehine bozdu. Bu süreç bölgede aúiretlerin ve tarikatların
daha da güçlenmesini sa÷ladı. Tehcirle birlikte ülkenin batısında Anadolu ticaret
ve sanat hayatını ellerinde tutan Rum ve Ermeniler’in gidiúi Anadolu úehirlerinde
Türkler’e sanat ve ticaret hayatında önemli olanaklar yarattı.377 Do÷u Anadolu’da
ise Ermeniler’den kalan kent içindeki arazi ve arsalara kentin yerleúik nüfusu olan
aileler el koydular. Bu yerleúik nüfus 1950 yılından baúlayarak kente göçün
yo÷unlaútı÷ı yıllarda Ermeniler’den kalan arsa ve arazileri satarak arsa ve arazi
rantları üzerinden büyük servetler edindiler. Bölgenin kırsal kesimindeki Ermeni
arazilerine ise daha çok aúiret reisleri ve a÷aları el koydular. Nitekim øsmet
ønönü’nü ùark raporunda bu konuyu dile getirecek, aúiretlerin iúgal etti÷i Ermeni
topraklarını boúaltmaları için I. Umumî Müfettiúe bu yönde talimat verecekti.
Savaú koúulları içinde yaratılmıú ve savaúın olanaklarından en fazla kazançlı
377
Do÷an Avco÷lu. Türkiye’nin Düzeni cil II. s. 568
145
çıkmıú sermaye sınıfının feodal yapıyı tasfiye etmek için ne bir ideolojisi ne de bu
ideolojinin temellendi÷i sınıf çıkarları büyük toprak sahibi sınıfla çeliúiyordu.
Savaú koúulları içinde oluúmuú tüccar-sermaye sınıfı Avrupa’daki burjuvaziye
benzer tam bir orta sınıf meydana getirememiúti. Osmanlı orta sınıfını oluúturan
kesimler geniú ölçüde Rum ve Ermeni unsurlardan oluúmuú bir sınıftı. Kurtuluú
Savaúı’ndan sonra Anadolu’dan Rumlar ve Ermeniler gittikten sonra ortada orta
sınıf olarak memurlar, askerler biraz da eúraf kaldı. Bu toplumsal yapının
bulundu÷u bir ortamda da Atatürk devrimlerinin güvencesi ister istemez sadece
asker ve sivil bürokrasiye dayandırılmak zorundaydı. Bu nedenle Do÷u
Anadolu’da köylüyü a÷anın ve eúrafın etkisinden çekip çıkaracak bir burjuva
sınıfı olmadı÷ı için sorunu çözmek asker ve bürokrasiye kalıyordu. Askerin de
tanımı gere÷i bu sorunu çözmek için elinde devletin zor aygıtlarından baúka
kullanaca÷ı mekanizma yoktu. Sermaye sınıfı ile eúraf arasında baúlangıçtan beri
kurulan ittifak sadece muhafazakâr bir ideoloji düzeyinde kurulan bir ittifak
de÷ildi. Bunun yanı sıra sermaye sınıfının ilk birikimini sa÷ladı÷ı ticaret
sermayesinin taúradaki eúraf aracılı÷ıyla gerçekleútirilmesine de dayanıyordu378
Savaú koúulları içinde üretilmiú bu sermaye sınıfının bütün arzusu ve beklentisi
devletin halkın sırtından sa÷layaca÷ı paralarla zahmetsiz, emeksiz kârlarını
artırmak ve bu karla derme çatma bir imalât sanayii kurmaktan öteye
geçmemiúti.379
Cumhuriyet’in
ilk
on
yılında
sermaye
sınıfının
ülkeyi
kalkındıraca÷ına olan beklentiler ve ümitler boú çıkınca 1932, sanayileúme
politikası uygulamaya koyulacak, bu politikayla halkın sırtından feodal a÷a büyük
toprak sahibi indirilmeden bedellerini halkın ve köylünün ödedi÷i ikinci bir yük
olarak sanayici sınıfın bindirilmesi olacaktı.380 Bu sanayileúme ise ülkenin batı
illeri ile sınırlı kalacaktı. Ülkenin bütününde oldu÷u gibi Do÷u’sunda da köylü
yı÷ınlarını egemen sınıfların aúiret, din mezhep baskısından kurtarılıp sınıf
çıkarlarını görebilecek bir de÷iúim ve dönüúümü sa÷layacak politikalar
geliútirilemeyecekti.381 Bölgedeki feodal yapıları devletin ideolojik aygıtlarla
dönüútürme çabaları ise sonuçsuz kalacaktı. Kurtuluú savaúını gerçekleútiren
Mustafa Sönmez “ Türkiye’de Tarım ve Büyük Burjuvazi” Yapıt. s.231–236
Stefan Yerasimos. Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt III. s. 156
380
Hikmet Kıvılcımlı Türkiye’de Kapitalizmin Geliúimi Tarih ve Devrim Yayınları østanbul
1974 s.23
381
Do÷an Avıo÷lu “Parlemantoculuk” Yön Sayı 144 21 Mart 1962 s
378
379
146
yenilikçi grupla a÷a eúraftan oluúan karma kadronun devrimci kanadı modern
e÷itimin yalnız liman kentlerinde bulundu÷u kurumlarda tamamlamıúlardı. Buna
karúın imparatorlu÷un di÷er bölgelerinde geleneksel medrese kurumlarında
yetiúen gruplarla Batılı e÷itim almıú bu sınıflar arasında sosyo-kültürel
farklılaúma, siyasal ve ideolojik birlikteli÷i sa÷layamayacak kadar büyüktü.382 Bu
nedenle, Do÷u Anadolu’da aúiret, cemaat yapılarıyla de÷iútirilemeyen bir
toplumsal ve kültürel yapı üzerine oturtulmak zorunda kalınan Cumhuriyet’in üst
yapı devrimleri, derinlere nüfuz etmekte güçlüklerle karúılaúaca÷ı kaçınılmazdı.
Toplumsal yapı de÷iútirilmeden giriúilen köy kalkınması e÷itim hamlesi ve
sanayileúme hareketleri beklenilenden farklı sonuçlar verecekti. Atatürk’ün
ölümünden sonra toplumda akılcı bir de÷iúim sa÷lamak için yapılan ideolojik ve
hukuksal müdahaleler kapitalizmin modernleúme sürecinin kendi ivmesinin
dayattı÷ı de÷iúimlerin ötesinde bunlara yapısal anlamda hız ve yön verecek siyasal
bir iradenin kararsızlı÷ı ve çekingenli÷iyle daha da ileriye götürülemedi÷i için
ülkedeki büyük köylü kitlesini bu sürece dâhil edilememiúti
Burjuva demokratik devrimi sınırlayan di÷er bir neden Kurtuluú Savaúı’nın
özel úartlarında yatmaktadır. Kurtuluú Savaúı, toprak a÷ası, tüccar, eúraf ve
ulemasıyla Anadolu eúrafına dayanarak yürütüldü÷ü için bir halk hareketi yoktur.
Ayrıca Osmanlı bürokrasisinden kalma unsurların da handikabını taúıyan devrimci
kadro kendi saflarından kopmuú ön planda kiúilerin liderlik etti÷i ciddi bir
muhalefetle karúı karúıya kalmıútır. Bu koúullar altında, tarımdaki Ortaça÷
kalıntılarını bir devrimle temelinden tasfiye edip kalkınmayı sa÷lam bir tabana
oturtmak mümkün olamamıútır. Bu úartlara ra÷men öncü devrim kadrosunun
dayandı÷ı güçler aleyhine hareket geçmiú fakat eúraf ve a÷a engelini kırmaya
gücü yetmemiútir. Buna ra÷men toplumu adım adım zorlayarak büyük iúler
baúarılmıútır.
Ama
de÷iútirilememiútir.
köyün
Tutucu
dolayısıyla
eúraf
Türkiye’nin
deste÷i
ile
bir
kaderi
tam
Kurtuluú
olarak
Savaúını
gerçekleútirdikten sonra toplum katlarında baúka bir deste÷i olmayan öncü
kadronun toplumsal devrim iste÷i otoriter bir devleti zorunlu kılıyordu. Ne var ki
bu úartlarda yürütülen devrimler üst yapı devrimleri olarak kalmıú feodal engelleri
kırarak toplumun geniú yı÷ınlarına ulaúamamıútır. Devrimin sınırlılı÷ının kültürel
382
Kurt Steinhous. Atatürk Devrimi Sosylojisi Cumhuriyet Kitapları 1991 s. 111
147
nedenlerini ise Suat Sinano÷lu úu úekilde açıklamaktadır: “Kemalizm, kültürün
kiúilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratamadı÷ı ya da yarattı÷ı anlam
toplumun belli kesimleriyle sınırlı kaldı÷ı için tam olarak toplumsal iktidarını
gerçekleútirememiútir. økinci olarak Kemalizm dine rakip olabilecek ideolojilerin
ortaya çıkmasına izin verilmemiú olmasıdır.”383 Bunun da baúlıca nedeni iúçi ve
köylü kitlesinin örgütlenme kültür ve gelene÷ini engelleyen yasal ve ideolojik
engellerdi. Devrimin di÷er bir sınırlılı÷ı tarımda kapitalizmin henüz pek az
geliúti÷i o yıllarda ülkenin kapalı bir ekonomi çerçevesinde on binlerce da÷ınık
köyde yaúayan köylü kitlelerinin pasifli÷i ve güvensizli÷iydi.384 Tarımda çalıúan
nüfus oranı bütün nüfusun yüzde seksenini oluúturdu÷undan iúçi sınıfı bakımından
emek-sermaye iliúkileri ba÷lamında iúçilerin büyük bir ço÷unlu÷u kamu
sektöründe çalıúan iúçilerden oluúmaktaydı. Kamu sektöründe çalıúan iúçilerin
büyük bir ço÷unlu÷u ise köylülük formasyonunun egemen oldu÷u bir bilinç
yapısına sahiptiler. Bu bilinci de÷iútirip dönüútürecek sendika ve siyasal
örgütlenmenin karúısına tarikat ve cemaat yapıları alternatif olarak geliútirilip
kurgulandı÷ı için örgütlenme kültürü ve bilinci büyük kentlerdeki e÷itimli kitleyle
sınırlı kaldı. Bu nedenle çalıúan iúçilerin büyük bir ço÷unlu÷u sa÷ partilerin
siyasal tabanlarını oluúturmaya devam ettiler.
1950’li yıllara gelindi÷inde ise halk yı÷ınlarının dört te üçünün ekonomik,
toplumsal ve kültürel hayatında devrimsel de÷iúiklikler olmamıú, sanayileúmenin
etkileri bu kitlelerin yaúam sınırlarına bile ulaúamamıútı.385 Toprak reformu ise
devletçi-seçkinci çevreler tarafından en çok üzerinde durulan konu olmasına
karúın, toprak reformunun ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutlarıyla ilgili
çalıúmalar yapılmamıú bu konu sadece yasa düzeyinde ele alınmıútı. Yasanın
uygulanmasına zemin hazırlayacak veriler ve arazi istatistikleri ve kadastro
çalıúmaları yapılmamıútı.386
Suat Sinano÷lu, Türk Hümanizmi TTK yayınları Ankara 1980 s 154
Selim ølkin ølhan Tekeli. “ Türkiye Taramı ve Yapısal Geliúmeler” (1900–1950) Der: ù.
Pamuk, Z. Toprak a,g.m Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200) Yurt Yayınları 1988
Ankara s. 76
385
Niyazi Berkes. øki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz Yön Yayınları s. 53
386
Özgür, Özlem 100 Soruda Türkiye’de Kapitalizmin Geliúmesi østanbul Gerçek Yayınevi s.
32
383
384
148
Kırsal alanlarda feodal düzeni oluúturan toplumsal ve ekonomik yapının
dirençli yapıları e÷itim yoluyla de÷iúim ve dönüúüm çabalarını önemli ölçüde
engellemiútir. 1940 sıralarında köylerdeki geleneksel güç dengesini ve kullanılan
teknolojiyi de÷iútirmeye yönelen Köy Estitüleri bir dereceye kadar baúarı
sa÷lamıú fakat bu süreç 1948’de durdurulmuútur. 387
Köy enstitüleri programı uygulanmaya baúlandı÷ı zaman kırsal alanlardaki
güç da÷ılımı yüzyıllar önceki geleneksel yapılarıyla ve bu yapıların siyasal ve
ideolojik düzeydeki düúünceyi savunan temsilcileriyle Köy Enstitüleri projesinin
erazyona u÷ratıp daha sonra da tamamen tasfiye etmiúti.388
1950–1960’lara gelindi÷inde tarımdaki kapitalist geliúmeyle birlikte kırdan
kente göç ve kitlelerin yoksullaúması ile sonuçlandı. Bu yıllarda traktör sayının
altmıú beú bine yükselmesi feodal yapıları bir ölçüde sarsmakla birlikte Demokrat
Parti bu yapıları ideolojik olarak yeniden canlandırdı.
Bunun yanında Do÷u Anadolu’da çok az bir nüfusun okur-yazar olması,
ulaúım olanaklarının 1950’lere kadar çok yetersiz olarak kalması ulusal ölçe÷e
yayılan bir iç pazarın bütünleúmesinden mahrum kalmasıydı. Do÷u Anadolu’yu
ulusal pazara eklemleyecek bayındırlık hamlelerinin önüne, güvenlik gerekçesiyle
stratejik düúüncelerin baskın çıktı÷ı biliniyor. Sanayi tesislerinin yanı sıra
özellikle demir ve kara yolu projeleri. Genelkurmay Baúkanlı÷ının onayına
ba÷lıydı. Genelkurmay Baúkanı Fevzi Çakmak, demir yolu a÷ının öncelikleri
olarak güvenlik sorununa göre bu hatların geçiú güzergâhlarını belirlemiúti.389
Sonuç olarak Türkiye’de sınıfsal ittifaklar ve sınıf bileúimleri Fransa’daki
gibi burjuvazi ile aristokrasi arasında keskin bir sınıf çatıúmanın olmaması,
burjuvazinin tutucu a÷a eúraf sınıfıyla olan ittifakını sürdürmesi devleti ve egemen
geleneksel kültürü dönüútürememesiyle sonuçlanmıútı. Buna karúın Kıta
Avrupa’sında sınıfların konumları do÷u toplumlarına göre daha net ve keskin bir
biçimde oluútu÷u için bu toplumlarda burjuva kesin bir zaferle siyasal ve kültürel
387
388
389
Emre Kongar. Türkiye’de Toplumsal De÷iúme Remzi Kitabevi s.350
Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç. s. 51 østanbul 1968
Do÷an Avcıo÷lu a. g. e 97
149
üst yapıları bütünüyle dönüútürmüútü.390
Türkiye’de ise siyasal iktidarın
bileúenleri göz önüne alındı÷ında köklü bir mülkiyet dönüúümü tanımı gere÷i
olanaksızdı. Çünkü Kurtuluú Savaúı’nı gerçekleútiren toplumsal sınıflar da a÷a ve
eúraf bu koalisyonun temel bileúenlerini oluúturmaktaydı. 391
1930 yılından sonra Do÷u Anadolu’da Aúiret sistemine, feodal iliúkilere
karúı Cumhuriyet’in dünya görüúünün tavizsiz ve kararlı bir uygulaması olarak
de÷erlendirilmemiútir. Topyekûn bir de÷iúimin devrimci programı yerine ve
Osmanlı’nın çözülüú döneminde Batıcı ideolojiye göre biçimlendirilen reformlar
daha çok ıslahat planları çizgisinde geliútirilmiútir. Batı’dan kapitalizmin hukuk,
ekonomi kurum ve mevzuatı ithal edilirken, Do÷u’da Batıcı ideolojinin Osmanlı
gelene÷ine uygun siyasetler uygulanmıútı. Abdülhamit çizgisinden yararlanarak
feodal güç ve iliúkileri besleyen kaynaklar tasfiye edilmek yerine daha da
ço÷almıútı.
3.2.2. Cumhuriyet Süreklilik mi Kırılma mı?
Türk siyasal düúünce tarihinde siyasal e÷ilimleri belirlemede liberal ve
liberal sol ile Kemalizm arasındaki ayrımının önemli ayraçlarından birisi
Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı olup olmaması noktasında dü÷ümlenir.
Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı oldu÷unu ileri süren
liberal görüúler,
Cumhuriyetle Osmanlı Devleti arasında siyasal bir süreklili÷in oldu÷unu tezini
ileri sürerler. Bu tezin teorik dayanakları daha çok ATÜT tezine dayanmaktaydı.
Bu görüúe göre Cumhuriyetin kuruluúu Osmanlı’dan bir kopuú noktası de÷il,
tersine, Osmanlı ile Cumhuriyet arasında devlet-toplum ve devlet-ekonomi
iliúkileri açısından süreklili÷in oldu÷unu ileri sürmeleridir.392 Bu tezi ileri
sürenlerin bir görüúü de Kurtuluú Savaúının antiemperyalist bir savaú olmadı÷ıdır.
390
Ellen Meikinsins Wood. Kapitalizmin Arkaik Kültürü: Eski Rejimler ve Modern
Devletler Üstüne Tarihsel Bir Deneme, Çev: Oya Köymen østanbul, 2007 s.32
391
V.ø.Lenin Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlü÷ü, Çev: Muzaffer Erdost, Sol
Yayınları,.Ankara 1992, s. 43
392
Sungur Savran , “Osmanlı’dan Cumuhriyete: Türkiye’de Burujuva Devrimi Sorunu.” 11.
Tez Kitap Dizisi Kasım Uluslar arası Yayıncılık, 1985 østanbul s. 173-213
150
Bu görüúü savunanlar Kurtuluú Savaúının sadece Yunanlılara karúı yapılan bir
savaú oldu÷unu ileri sürmekteydiler.
393
1969’ dan baúlayarak 1970’ ler boyunca
ødris Küçükömer tarafından dillendirilen bu söylem liberal ve øslamcıların hem
de Kürt Milliyetçili÷i taraftarlarının bugün ortak paydasını oluúturmaktadır. Kürt
sorununun tartıúılmasında Kemalist devrimleri ve onun kazanımlarını eleútirmenin
temel hareket noktası haline gelen bu söylem, aynı zamanda øslamcı düúünce
taraftarları, liberal gruplar ve sol liberal grupları üzerinde itiraf edilmemiú bir
ittifakın düúünsel temellerinden birini oluúturur. Bu grubun temel yaklaúımları
ATÜT’ çü tezde odaklanan “Despotik devlet” kavramına dayanarak Cumhuriyetin
Osmanlıdan tevarüs etti÷i bürokrasi ve devletin monolitik ceberut bir yapı içinde
oldu÷u savıdır. Bu sav Cumhuriyetin aydınlanma düúüncesine karúı popülist
demokrasi argümanından hareketle temellendirilmektedir. Oysa Türkiye’de
geleneksel yı÷ınların sözcülü÷üne soyunan liberal çevreler bu grupların siyasal
geleneklerinde ve örgütlenmelerinde örgüt içi iktidar da÷ılımında demokratik ilke
ve esasların iúleyiúiyle ilgili bir sorgulamayı göz ardı ederek Cumhuriyet ve onun
kazanımlarını demokrasi ve bürokrasi üzerinden eleútirmeleri düúündürücüdür.
Cumhuriyet ile Osmanlı arasındaki süreklilik savına gelince bu savın etrafında
oluúan ittifakın bileúenleri 1908 ikinci Meúrutiyet döneminde de øslâmcılar,
Liberaller ve Kürt Milliyetçili÷ini savunanlar tarafından yapılan ittifakın
günümüzde benzerini görmek bakımından önemlidir. Bu süreklilik denklemini
kurmanın altındaki ideolojik manipülâsyonun amacı Cumhuriyet’in Osmanlı’nın
bir
devamı
oldu÷unu
düúünsel
planda
formüle
ederek
Cumhuriyet’in
kazanımlarını olumsuzlamayı ve buradan geleneksel düúünce taraftarlarıyla
liberallerin kendilerine politik alan açarak meúruiyet krizini aúma gibi bir amaçtan
kaynaklanmaktadır. Bu görüúü savunanların aksine Osmanlıcı her ıslahat hareketi
Batı müdahalesine karúı ve Batı’ya hoú görünmek için yapılmıú özür dileyici bir
393
ødris Küçükömer. Düzenin Yabancılaúması, Ba÷lam Yayınları 1995 østanbul s. 65
Cumhuriyet’in bir kırılma de÷il bir süreklilik oldu÷u konusunda ileri sürülen tezler teorik
olarak liberal tezler kategorisi içinde de÷erlendirmek bile güçtür. Çünkü bu tezler daha çok
Muhafazakâr düúüncenin temel tezleridir. Nitekim muhafazakâr Edmund Burke Fransız
devrimini ve Aydınlanma düúüncesini eleútirirken ileri sürdükleri tezler neredeyse ATÜT çü
tezlerle aynısıdır. Bu tezler; Aydınlanma düúüncesinin Ancient Regime’in tüm çeliúkilerini
ba÷rında taúıyan, ancak her yönüyle esk rejime ait bir olgu oldu÷unu ileri sürer. Devrimci
de÷il reformcu, radikal de÷il ılımlı, eúitlikçi de÷il özgürlükçü, cumhuriyetçi de÷il monarúist.
Demokrat de÷il seçkinci bir akım olarak eleútirir Bkz. Adan Ekúigil “Aydınlanma ve
Fransız Devrimi” II. Tez Kitap Dizisi Sayı 10 Belge Yayınları, østanbul 1990 s. 135–157
151
tedbirler bütünüydü. Osmanlı gerileme ideolojisinin en önemli özelli÷i bu düúünce
yapısıydı. Kaldı ki bu zihniyete sahip olan gruplar Osmanlı ideolojisini
kozmopolit devlet úeklini ve yapısını koruma amacı güdüyordu. Oysa Cumhuriyet
ve Türk devrimi ulusal ve ba÷ımsızlık Tük ulusuna tamamen mal edilecek siyasal
bir rejimi amaçlamıútı.
Kurtuluúu sürekli dıú dinamiklerde arayan Osmanlıcı görüúe karúılık
Cumhuriyetin öncü kadrosu Amasya Tamim’inden itibaren milletin kurtuluúunu
ve ba÷ımsızlı÷ını “ milletin kendi azim ve kararı”nda görmüú kurtuluú hareketini
tamamen kendi iç dinamikleri üzerine temellendirmiúti. Bu nedenle Türk devrimi
ve onun eseri olan Cumhuriyet Osmanlı ıslahat hareketlerin bir devamı de÷il
onlardan tamamen farklıydı. Kurtuluú hareketini tamamen iç dinamikler üzerinde
temellendiren bu hareket meclis hükümetinden Cumhuriyete, Konvansiyonel
sistemden parlamenter sisteme, tek partiden çok partiye geçerek Türkiye’ye
yepyeni
siyasal
alıúkanlıklar
kazandırarak
ço÷ulcu
siyasal
bir
yaúamı
örgütlemiútir.394
Ulus-devlet burjuva demokratik devrimin siyasal sonucu olarak demokrasi
ilkesinden hareketle kurulmuútur. Meúrutiyet ise mutlakiyetçi saltanat ilkesiyle
demokrasi arasında bir anlaúmadır.395 Bütün bunlara karúın Cumhuriyet
devrimlerinin toplumsal yapının bütününü dönüútürüp kendini tamamlayamadı÷ı
da bir gerçektir. Devrimlerin önemli bir engeli ve onları sınırlayan yapıların ve
e÷ilimlerin merkezi kayna÷ını oluúturan Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’nun
ekonomik toplumsal yapılarından kaynaklanmaktaydı. Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu bu yapısıyla âdeta Cumhuriyet’i arkasından tutup “Do÷u” nun geleneksel
ideolojisine ve yaúam biçimine do÷ru çeken bir a÷ırlık merkeziydi. Batılılaúma
ça÷daúlaúma yönünde yol almaya çalıúan Cumhuriyet’in arkasındaki bu sorun
sadece bölgenin içinde bulundu÷u feodal yapılardan kaynaklanmıyordu. I. Dünya
Savaúı’yla baúlayan süreçte Emperyalist güçlerin arkadan dolanarak Do÷u
Anadolu’da kurguladı÷ı stratejileri mezhep, aúiret ve etnik milliyetçilik üzerinden
yürütmeleriydi. Bölgedeki bu sorunlara kapitalizmle geç eklemlenme, ulusal
pazarla bütünleúecek mekanizmaların ancak 1950’li yıllarda bölgeye ulaúması,
394
395
Ali Gevgili Türkiye Üstüne Tartıúmalar Ba÷lam Yayınları 1995 s. 43
Tarık Zafer Tunaya Türkiye Üstüne Tartıúmalar, Ed Ali Gevgili s. 34
152
ulusal siyasal bütünlü÷ü Cumhuriyet’ in tâbiiyet ve vatandaúlık kültürünün o
oranda zayıf kalmasına neden olan di÷er etkendi. Siyasal tâbiiyet iliúkisinin
geliúmesi feodal ba÷ımlılık iliúkisinin tasfiyesine ba÷lıdır. Do÷u Anadolu’da
devlet ve onun bürokratik aygıtları üzerinden vatandaú kültürünü geliútirecek
güvenlik duygusunu sa÷layacak hegemonik aygıtlarla bu iliúkinin üretilmesi 1950
yılına kadar kentli bir nüfusun ötesine geçememiúti. Bu kentli nüfusta çok dar ve
sınırlı bir grup olarak taúra bürokrasisinin oluúturdu÷u CHP etrafında toplanan
Türk kökenli nüfustu. Bunun dıúında kalan toplumun büyük ço÷unlu÷u aúiret,
cemaat iliúkileri içinde yaúayan Kürt nüfustu.
Bu
kitlenin
aúiret
ve
cemaat
tahakkümünden
kurtarılıp
yurttaúa
dönüútürülmesi, geleneksel ba÷lardan koparılması için sadece büyük toprakların
parçalanarak köylüye da÷ıtılması yeterli de÷ildi. Nitekim ùeyh Sait øsyanı ile
bölgedeki pek çok aúiret a÷aları ve onlara ait toprak kısmen de olsa parçalanmıú,
bu toprak sahibi a÷alar ülkenin batısına sürülmüúlerdi. Buna ra÷men bölgenin
geleneksel toplumsal örgütlenmesinde bir de÷iúme olmamıútı. Bu gerçe÷in farkına
varan ønönü Hükümeti 1928 yılında bir af yasası çıkararak a÷aların tekrar
topraklarına geri dönmeleri sa÷lamıútı.396 Türkiye’de Do÷u ve Güneydo÷u sorunu
ya da Kürt Sorunu’nun gündeme geldi÷i her koúulda bu sorunu toprak reformunun
yapılamamasına ba÷layan görüúlerin sihirli bir çözüm gibi gördükleri ya da
önerdikleri toprak reformu olgusu belki büyük ölçüde Güneydo÷u’daki
topraklarda büyük toprak mülkiyetine sahip a÷a ve aúiret sınıfının siyasal ve
ekonomik iktidarını tasfiye etmede bir çözüm olabilirdi. Ancak Do÷u Anadolu
ekonomik ve toplumsal açıdan Güneydo÷u Anadolu’dan daha farklı bir yapıya
sahiptir. Bu farklılık özellikle 1870’li yılardan itibaren Çukurova’da ticari tarımın
ve tarımda kapitalistleúme sürecinin baúladı÷ı yıllardan itibaren geliúen
farklılaúmalarla
birlikte
Ba÷dat
Demiryolu’nun
Mardin’den
geçmesi
Güneydo÷u’nun göreli olarak kapitalist sürece Do÷u Anadolu’dan daha erken
eklemlenmesini do÷urmuútu. Bu da Güneydo÷u’daki büyük toprak sahibi
sınıfların pazarla olan ba÷lantılarında topraktan elde ettikleri ürünleri dıú pazarlara
396
T:B:M:M Kavanin Mecmuası Yıl 1928 s. 32
153
satma olana÷ını do÷urarak bu sınıfı daha da güçlü hale getirmiúti.
397
Güneydo÷u’dan farklı olarak 1932 yılında bile Do÷u Anadolu’nun özellikle
Ermeniler’in yaúadı÷ı illerde topraksız köylünün oldu÷unu söylemek çok güçtür.
Çünkü Do÷u Anadolu’da toprak alabildi÷ine boldu. Kıt olan emekti. Örne÷in
1935 yılında Do÷u ve Güneydo÷u’yu gezen øsmet ønönü bölgenin birçok ilinde
nüfusun azlı÷ından söz ederek boú topraklar için yeni muhacirlerin getirilmesi
zorunlulu÷unu belirtiyordu.398 Cumhuriyet’in kuruluúundan on yıl geçmesine
ra÷men Van’da da÷ıtılan topraklara köylünün sahip çıkmadı÷ını dönemin CHP il
kongresi üyesi Altayzade Mehmet Efendi úu sözlerle belirtiyordu: Bir kısım
topraksız köylüye da÷ıtılan topraklara sahip çıkmamaktadırlar. Bunların bir kısmı
halen Ermeniler’in bir gün geri gelip toprakları ellerinden geri alınaca÷ı endiúesini
taúıyarak fazla topra÷a sahip çıkmanın kendi yaúamlarında bir faydasının
olmadı÷ını söylemektedirler. Bunlara tohumluk ve kredi verilmeden topra÷ın
verilmesi yoluna gidilmesinin fayda sa÷lamadı÷ını belirtiyordu. 399
Sonuç olarak ülkenin Batısından baúlayan sanayileúme sürecinin birkaç
kentle sınırlı kalması aynı zamanda uluslaúma sürecinin de sınırlarını belirlemiúti.
Uluslaúmanın ülkenin batısından do÷uya do÷ru seyrini belirleyecek olan ulusal
pazarla eklemleúmesi, buna paralel olarak ekonomik ve siyasal bütünleúmeyi
sa÷layacak politikalar yerine sürekli güvenlik ve zora dayalı politikalarla devlet
bölgede egemenli÷ini sürdürmeye çalıúmıútı. Devletin bu zor ve baskı yönetimine
karúı bölgedeki geleneksel yapılara kendi içine kapanarak daha dirençli bir boyut
kazanmıútır. Bölgedeki aúiret ve cemaatlerin daha güçlü hale gelmesinde devletin
Kürt milliyetçili÷ine karúı, aúiret reisler ve úeyhlerle yeniden ittifak içine
girmesinin büyük rolü vardı. 1930’lu yıllardan sonra ivme kazanan Kürt
milliyetçili÷ine karúı devlet bölgedeki aúiret reisleri ve úeyhlerle yeniden ittifak
içine girmiútir.
397
Erdost. A. g.e. s. 76
Saygı Öztürk A.g.e 67
399
BOA. CHP Van øl Kongresi Zabıtları, Dosya 79–3 18.30.01 Tarih 10. 04. 1932
398
154
3.3.ùeyh Sait øsyanı
Tanzimat’la baúlayan yenileúme hareketlerinin önündeki en büyük engel
ulema sınıfı ve suhtelerdi (medrese ö÷rencileri). Tanzimat ve 1856 reformları
daha sonra da 1908 Meúrutiyet’ine ra÷men bu grupların toplumsal nüfuzları
kırılmaya u÷ramamıútı. Cumhuriyet döneminde ülkenin batısındaki birkaç modern
e÷itim kurumları hariç medreseler ve tekkeler toplumsal alanda egemen
durumdaydılar. Do÷u Anadolu’da ise Tanzimat ve Meúrutiyetin getirmiú oldu÷u
bürokratik kurumları fazla bir etkinlik gösterememiúti. Siyasal ve toplumsal
alanda aúiret reisleri ve úeyhlerin egemen oldu÷u bir düzen söz konusuydu.
Atatürk Do÷u Anadolu’daki aúiret ve úeyhlik düzenin ve bu düzenin
ideolojisinin kurumsallaúmıú biçimi olan Hilâfetin devrimler için er geç tehlike
olaca÷ının farkındaydı. Burjuva demokratik devrimlerin getirdi÷i ulusal düzenle
Do÷u Anadolu’da ümmet temelli siyasal düzenin teorik olarak çatıúacakları açıktı.
Bu çatıúma burjuva demokratik devrimlerin do÷asına iliúkin bir çatıúmaydı. Bu iki
düzen arasındaki çatıúma ve çeliúkilerin özünü oluúturan eski rejim kalıntılarının
devrimi geriye götürme tehlikesiydi.400
Cumhuriyet’in öncü kadrosu aúiret
cemaat ideolojisinin gücü kırılmadıkça yeni rejim için tehlike olaca÷ının
farkındaydılar. O güne kadar baúında bir padiúah görmeye alıúmıú, padiúah ve
hilafet adına dua etmeyi ö÷renmiú sınıflar hilafetin kaldırılmasıyla duygusal
yaúamlarında bir boúluk hissedecek, bu sınıflar o günkü devrim içinde sussa bile
eski düzenlerinin geri dönmesini görmek isteyeceklerdi. Yapılan her devrimin
arkasından karúı devrimci bir dalganın gelmesi kaçınılmazdı. Bu tehlike sürdükçe
yeni rejimin varlı÷ını sürdüremeyece÷i gerçe÷ini Cumhuriyet’in öncü kadrosu
Fransız Devrimi’ndeki Convansiyon’un toprak aristokrasisine ve kiliseye karúı
aldı÷ı sert önlemler401 ve mülkiyet iliúkilerini de÷iútiren uygulamaların teorik
bilgisine sahipti. Ancak Kurtuluú Savaúı’nı gerçekleútiren ittifakın önemli bir
orta÷ı olan a÷a eúraf sınıfının gücünden dolayı Fransız Devrimi’ndeki gibi köklü
bir devrim yasası çıkarma çekingenli÷inin temel nedenlerinden birisi bu ittifakın
kuruluú biçimiydi. Atatürk bu geleneksel gücün hukuksal meúruiyetini sa÷layan
Hilâfet kurumunu kaldırarak bu gücün çatısını yıkmıútı. Ancak bu gücün
Bernard Lewis Modern Türkiye’nin Do÷uúu Çev. Metin Kıratlı TTK Yayınları Ankara 2000
s. 175
401
Murat Sarıca Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi s.
132
400
155
toplumsal ve ekonomik temelleri halen Do÷u Anadolu’da ve ülkenin birçok
yerinde çok sa÷lamdı.
Atatürk Cumhuriyet gibi bir rejimde hilâfetin ve onun toplumla devlet
arasındaki aracı kurumları olan aúiret ve cemaat örgütlenmelerinin akla ve bilime
dayalı bir devlette yerlerinin olamayaca÷ını úu sözlerle belirtmekteydi:
“Hakikî inkılâpçılar onlardır ki, ilerleme ve yenileúme inkılâbına yöneltmek
istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek e÷ilime sızmasını bilirler.
Yaptı÷ımız ve yapmakta oldu÷umuz inkılâpların temel prensibi budur. Bu gerçe÷i
kabul edemeyen zihniyetleri darmadı÷ın etmek zaruridir. ùimdiye kadar milletin
dima÷ını paslandıran, uyuúturan bu zihniyette bulunanlar olmuútur. Onlar
çıkarılmadıkça dima÷lara gerçek nurlar yerleútirmek imkânsızdır.402
Yüzyıllardan beri milletin “dima÷ını uyuúturan” bu düúüncenin yerine
Cumhuriyet’in aydınlanma düúüncesini taúıyacak ve yerleútirecek okullar
medreselerin sayısı karúısında bir elin parma÷ını geçmeyecek sayıdaydı.
Cumhuriyet’in ideolojik aygıtları okulları da ùeyh Sait øsyanı’nın patlak verdi÷i
dönemde devletin zor aygıtların dıúında ideolojik aygıtları köylüye ulaúacak aracı
kurumları neredeyse bölgede yok gibiydi. Cumhuriyet Osmanlı’dan Do÷u
Anadolu’daki bu yapıyı ne Tanzimat’ın ne de ikinci Meúrutiyet’in siyasal ve
toplumsal alanlara yönelik uygulamalarının de÷iútiremedi÷i biçimiyle devr
almıútı. Abdülhamit’ten baúlayarak øttihat Terakki’nin devam ettirmek zorunda
kaldı÷ı ancak savaú koúulları içinde bozulan bu ittifakı Atatürk Kurtuluú Savaúı
öncesi yeniden kuracaktı. Kurtuluú Savaúı öncesinde kurulan bu ittifak økinci
Meclisin kuruluúu olan 1923 yılına kadar sürecekti. Yeni meclisle birlikte ikinci
grubun tasfiyesi bir anlamda Kurtuluú Savaúını gerçekleútiren a÷a eúraf ittifakının
da bozulması anlamına geliyordu. Ancak bu ittifakın ö÷eleri olan eúraf ve a÷a
sınıfı ülkenin batısında büyük toprak sahipleriyle olan kısmı tamamen tasfiye
edilmemiú eúraf sınıfı ikinci mecliste de yerini korumasını bilmiútir. Öte yandan
bu süreç geniú anlamda artık devrimlerin ve kurulacak Cumhuriyet’in
Tanzimat’tan beri koparılmayan Do÷u’nun ümmet kültürüne ve bu kültürü temsil
eden ideolojik ba÷ların koparılarak burjuva demokratik devrimin yönünün açıkça
“Batı” ya do÷ru oldu÷unun geleneksel düúünceyi temsil eden sınıflar tarafından
402
Nutuk, s. 92,93
156
görünürlük kazandı÷ı bir dönemdi. Yeni kurulan rejimi arkadan yıkacak ya da
do÷u’ya/geriye götürecek tehlikeler ülkenin do÷usundaydı. Ülkenin Batı’sında
yeni rejime baú kaldıracak muhalefet ve karúı devrimci e÷ilimler 1920 ‘de Birinci
Meclis döneminden baúlayarak altmıúa yakın irili ufaklı ayaklanma ülkenin batı
bölgelerinde bastırılmıútı. Bu grupların tekrar örgütlenme olanakları yoktu. Ancak
ülkenin Do÷u ve Güneydo÷u’sunda Do÷u Anadolu’da yeni rejimin bir
hesaplaúması o güne kadar olmamıútı. Bölgede aúiret ve cemaat yapılarının yanı
sıra Kürt milliyetçili÷i temelinde bir ayaklanmanın er geç bir tehlike
oluúturaca÷ının farkında olan Cumhuriyet’in öncü kadrosu ayaklanmanın hangi
tarihte çıkaca÷ını bile oldukça yüksek bir kestirimle tahmin edebiliyordu. Örne÷in
1935 yılında bölgeyi gezen øsmet ønönü Dersim øsyan’ın iki yıl sonra çıkaca÷ını
úark raporunda yazıyordu403
Yeni kurulan rejimle bölgede egemen olan düzen arasındaki bu gerilim
sadece siyasal düzeyde de÷il toplumsal ve ekonomik, etnik temelde de çok keskin
bir farklılık gösteriyordu. Farklı üretim biçimi ve etnik yapıya sahip Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu bölgesinde yeni rejimle bölgedeki güç odakları arasındaki
gerilim üretim biçiminden kaynaklanan bir gerilimle birlikte iki farklı
zamansallı÷ın ve diyalekti÷in gerilimi olarak da okunabilir. Bu nedenle ùeyh Sait
isyanı ve sonrasında çıkarılan devrim yasaları yeni rejimin çok önemli bir
dönemeciydi. 1925 yılı Atatürk devrimlerinin baúlangıcı olmakla birlikte zayıf ve
sınırlı bir demokrasinin uygulandı÷ı yıllardı. ùeyh Sait isyanı Cumhuriyet’in öncü
kadrosunu hem devrimlerin hem de demokrasinin bir arada yürütülemeyece÷i
düúüncesine yöneltti. Demokratik açılım Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ile
deneyimlendikten sonra bu yöndeki çabaları sanki Cumhuriyet’in halk nezdinde
maya tutup tutmamasını test etmeye yönelik giriúimler olarak da de÷erlendirmek
mümkündür. Yeni rejimin ülkenin bir iki kapitalizmle eklemlenmiú kentlerindeki
e÷itimli sınıflar, asker ve bürokratik kesimler dıúında dayanaca÷ı bir toplumsal
taban yoktu. Ülkenin geri kalan kentlerinde ise muhalefet ise geniú muhafazakâr
kitleye dayanmakla birlikte saray bürokrasisinin kalıntıları eúraf ve a÷a sınıfı
muhalefet cephesini oluúturmaktaydı. Bu toplumsal ve siyasal tablo içinde
Cumhuriyetin öncü kadrosu demokrasi ve devrim konusunda tercih yapmak
403
Saygı Öztürk a. g.e s. 54
157
durumunda kalmıú tercihlerini devrimden yana yapmıúlardı.404 Devrimlere ve
yeni rejime karúı oluúan muhalefetin di÷er bir bileúeni ikinci meclisle birlikte milli
mücadelenin baúında kurulan a÷a-úeyh ittifakının bozularak ikinci grubun
tasfiyesine karúı oluúan muhalefetti. økinci Mecliste yer alamayan Do÷u
Anadolu’daki Kürt aúiret reisleri ve úeyhlerinin küskünlü÷ü 3 Mart 1924 tarihinde
Hilâfet’in kaldırılması ve ardından tekke ve zaviyelerin kaldırılmasıyla bölgede
siyasal ve toplumsal nüfuzlarını kaybeden grupların tepkisiyle birleúince bu tepki
1925 ùeyh Sait isyanında kendisini gösterecekti.
Nakúibendî tarikatına ba÷lı Sünnî Kürt aúiretlerinin büyük bölümünün
katıldı÷ı ùeyh Sait isyanının asıl çıkıú dinamikleri yukarıda açıkladı÷ımız koúullar
içinde
biçimlenmiúti.
øsyanın amacı Do÷u
ve
Güneydo÷u Anadolu’da
yüzyıllardan beri varlıklarını sürdüren feodal a÷a ya da aúiret reislerinin siyasal ve
ekonomik çıkarlarını kaybetme korkusunun yanında Kürt milliyetçili÷i tonunun
olması bu isyanın baúka bir özelli÷iydi. ùeyh Sait isyanının çıkarılmasında ve
örgütlenmesinde önemli rol alan Azadî Örgütüydü. Bu örgüt 1921 yılında aúiret
mektebi mezunlarından Cibranlı Halit Bey, Kerkük ve Süleymaniyeli bazı
subaylar ile Erzurum’da bir takım din adamlarının iúbirli÷iyle kuruldu.405 Örgüt
üyelerinin birço÷u Kurtuluú Savaúını desteklemiú úeyhler ve aúiret reislerinden
oluúuyordu.
Osmanlı
ordusunda
yetiúmiú
Kürt
subaylar
dıúında
Kürt
milliyetçili÷ini savunan Azadi örgüt üyelerinin ço÷u úeyhler ve aúiret a÷alarıydı.
øsyanın milliyetçi motifi her ne kadar dönemin hükümeti tarafından geri plana
itilmeye çalıúılsa da bu isyanda Kürt milliyetçili÷i ideolojisinin etkisi oldu÷u
yadsınamaz. Çünkü ùark østiklâl Mahkemesi baúkanı Süreyya Özgeveren, ùeyh
Sait isyanını teúvik eden nedenlerden birinin milliyetçilik oldu÷unu açıkça ortaya
koymaktaydı.406 Devrim yasaları açısından ùeyh Sait isyanın bu iki yönünden
hangisinin a÷ırlıkta oldu÷unu tartıúmanın yararı yoktu. Önemli olan devrim
yasalarının çıkarılmasını zorunlu kılan ve ona olanak yaratan Takrir-i Sukun
Kanunu’ndan yararlanarak isyanın Kürt Milliyetçili÷i yönünün geri planda
bırakılarak günün pratikleri için gerekli olan gerici yönün ön plana çıkarılarak
devrim yasallarının gereklili÷i ve meúruiyeti açısından önemliydi.
Metin Toker ùeyh Sait øsyanı Akis Yayınevi Ankara 1968 s 44.
M. ùerif Fırat Do÷u illeri ve Varto Tarihi Ankara 1983 s. 161
406
Metin Toker ùeyh Sait øsyanı, s. 147
404
405
158
ùeyh Sait øsyanı bastırıldıktan sonra 4 Eylül 1925 tarihinde Diyarbakır’ daki
bir sinema salonunda isyana katılan 47 kiúi idam edildi. Hükümet bölgede
egemenli÷ini úiddetle yeniden kurmuú oldu. Hükümet ayaklanmanın hem dinî
hem de milliyetçi yönlerinin bilincindeydi. Her ikisini de úeyhler, aúiret reisleri ve
toprak sahiplerinden oluúan feodal bir sınıfın Kemalist devrimleri tehdit edece÷i
endiúesinden kaynaklanmıútı. Bu düúüncelerden çıkan sonuç Cumhuriyet’in umut
edilen uygarlık, aydınlanma modernleúme projesine ulaúmak için Kürt
milliyetçili÷inin ve “feodalizm” in kökünün kazınması gerekti÷iydi. Ancak
feodalizmin kökünün kazınması sadece askeri düzeyde isyanın bastırılmasından
öteye gidemedi.407 Daha sonra bölgede Cumhuriyet egemenli÷ini yine kendisine
sadık gönüllü iúbirli÷ine giren aúiretlerle zaman zaman ittifaklar kurarak
sürdürecekti. Hükümetle gönüllü iúbirli÷ine giren feodal toprak sahipleri ve aúiret
reisleri CHP’nin içinde yer alacaklardı. Örne÷in Van Milletvekili øbrahim Arvas
ve øzzet Akın hem úeyh hem de Nakúibendî tarikatının mensubu olarak otuz yıl
boyunca CHP listesinden milletvekili seçilecektir.408
Sonuç olarak ùeyh Sait isyanı ne tam olarak dinî ne de tam olarak milliyetçi
bir isyan olarak nitelenebilir. Her iki ö÷eyi taúımakla birlikte Cumhuriyet
devrimlerine gösterilen tepkiler bu isyanın temel güdülerinden biriydi. øsyanı
plânlayan Azadi örgütünün üyeleri milliyetçi amaçlarla bu isyanı plânlasalar bile
o dönemde geniú halk kitleleri içinde Kürt devleti fikri fazla bir taban bulmadı÷ı
için isyanı plânlayanların dini duyguları ön plana çıkarma stratejisini takip
ettikleri söylenebilir. Bölgede isyana katılan kitleler øslâm’ın tehdit altında
oldu÷unu aúiret reisleri ve úeyhlerine olan itaat ve ba÷ımlılı÷ından dolayı
katılıyordu. Milliyetçilik gibi modern dönemin ideolojisinin temel bulaca÷ı
toplumsal yapıdan uzak üretim koúulları içinde Kürt Milliyetçili÷ini benimseyen
daha sınırlı sayıca az e÷itimli kentli Kürt grupların milliyetçili÷iyle sınırlıydı.
407
408
Martin Van Bruinessen Kürdistan Üzerine Yazılar øletiúim Yayınları s. 167
Bkz øbrahim Arvas. Tarihi Hakikatler Biyografi Net Yayınları 2005 østanbul
159
3.3.1.Yeniden Umumi Müfettiúlik
ùeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da
Umumi Müfettiúlikler düzenlemesine geçiliyordu. Umumi Müfettiúli÷in kurulma
nedeni 1925 yılından ùeyh Sait øsyanıyla ilan edilen örfi idarenin 1927 yılında
sona ermesiyle sıkıyönetimin yerini dolduracak daha örgütlü ve koordineli bir
yönetsel düzenlemeyle devletin bölgede egemenli÷in yerleútirmeyi amaçlayan
devletin zor aygıtları üzerinde temellenen otoriter yönetim düzenlemesiydi.409
Umumi Müfettiúlik uygulaması daha önce de Abdülhamit ve østanbul
Hükümetleri tarafından 1918 yılına kadar Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu
bölgesinde uygulanan bir sistemdi. Bölgede oluúturulan bu yönetsel düzenlemeyle
Umumi Müfettiú bölgede üstün yetkilerle donatılmıú süper vali konumundaydı.
Bölgeye atanacak Umumî Müfettiúlik sadece bürokrasi üzerinde de÷il aynı
zamanda bölgedeki ordu ve kolordular üzerinde de yetki kullanacak úekilde bir
düzenleme getiriyordu. Bu durum bölgenin artık askeri kurallara göre
yönetilece÷ini gösteriyordu.
ùeyh Sait isyanından sonra sadece Do÷u Anadolu’da de÷il ülkenin genelinde de
yeni bir yönetsel düzen kuruluyordu. 1927 yılında önce ùeyh Sait isyanının taban
buldu÷u illerde kurulan Umumî Müfettiúlik, daha sonra 1934 øskân Kanunu’nun
getirdi÷i
uygulamaları
yerleútirmek
için
ülkenin
Batı
bölgelerinde
de
uygulanmaya konulacaktı. 1934 yılında Edirne, Çanakkale, Tekirda÷’ı kapsayan
II. Umum Müfettiúlik kurulacaktı. 1935 yılında Kars, A÷rı, Trabzon, Erzurum’u
içine alan III. Umumi Müfettiúlik kurularak ülkenin geneline yayılacaktı. 1927
yılında Umumi müfettiúlik yasasına dayanarak Hükümet Elazı÷, Urfa, Bitlis,
Hakkari, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Van illerini kapsayan I. Umumi Müfettiúlik’i
kurarak øbrahim Tali Öngören’i bu göreve getirdi.410 Umumi Müfettiúlik
düzenlemesinin önemli bir boyutu da bu düzenleme altında bölgedeki feodal
yapıları tasfiyeye yönelik bölgedeki büyük toprakları kamulaútırma yetkisinin
umumi müfettiúe bırakılmasıydı.411 Aynı yıl bir baúka yasa çıkarılarak bölgedeki
feodal güç odaklarının ekonomik ve siyasal gücünü ortadan kaldırmaya yönelik
409
Hüseyin Koca. Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Do÷u-Güneydo÷u Anadolu
Politikaları s. 78
410
Cemil Koçak. Umumi Müfettiúlikler. s.167
411
Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetminin Kurulması (1923-1931) s. 179
160
ùark Vilayetlerindeki Bazı Eúhas’ın Garba’ Nakli hususunda Kanun” çıkarılacak
1500 kiúi Do÷u Beyazıt’tan ülkenin batı bölgelerine göç ettirilerek özellikle øran’a
sınır olan Do÷u Beyazıt ve A÷rı illerindeki bölgede çok güçlü olan aúiretlerin
gücünü
tasfiye
edilmek
amacı
güdülüyordu.
I.
Umumi
Müfettiúli÷in
kurulmasından bir yıl sonra 1928 yılında meclisi’in açılıú Atatürk konuúmasında
hükümete Do÷u Anadolu’da topraksız köylülere toprak da÷ıtmak için bir direktif
verdi. Bir yıl sonra 1929 yılında “ùark Menatıkı Dâhilinde Muhtaç Zurra Arazi
da÷ıtımı” öngören bir yasa çıkarıldı. Bu yasaya göre hazineye intikal etmesi lazım
gelen araziden köylüye aúiret efradına göçebe ve muhacirlere da÷ıtılmıú olan
yerlere dokunulmayarak özellikle Do÷u ve Güneydo÷u’da büyük toprak
mülkiyetine sahip olan a÷aların toprakları kamulaútırılmak üzere topraksız
köylüye da÷ıtılacaktı. Arazi sahiplerine kalacak toprak 200 dönümden az 500
dönümden çok olmayacaktı. Kamulaútırma bedelleri ise 1914 yılında kaydedilen
vergi de÷erinin 8 ile 10 katı arasında olmak üzere ödenecekti.412 Bu kanunun
yürürlü÷e girmesiyle aynı yıl Do÷u ve Güneydo÷u’da 20.000 dönüm arazi
kamulaútırılarak hazineye ait ayrıca 90.000 dönüm arazi topraksız köylüye
da÷ıtıldı. Ancak 1930 yılında A÷rı isyanın baú göstermesiyle hükümet bölgede
mülkiyet iliúkilerini feodal ba÷ımlılık iliúkilerini çözecek ekonomik politikaların
iúlevsiz oldu÷u düúüncesi yönetici kadrolar arasında egemen olmaya baúladı. Bu
düúüncenin oluúmasında 1929 Dünya Ekonomik krizinin de etkisi vardı.
Bu
dönemde tarım ürünleri fiyatlarının sürekli düútü÷ü koúullarda toprak ve topra÷a
ba÷lı ürünlerinin yok pahasına satın alındı÷ı bu dönemdeki topra÷ın kendisi
ekonomik zenginlik kayna÷ı olarak algılanmadı÷ı koúullarda bu politikalardan da
beklenen sonuçlar alınamayacaktı. 1930 A÷rı isyanının bastırılmasından sonra
Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgesine yönelik bu kez daha kapsamlı, daha
radikal önlemler alma yoluna gidilecekti. Bu önlemler 1934 øskân Kanunu’yla
kendini gösterecekti. 1934 øskân Kanunuyla uygulanacak politikaların o güne
kadar bölgeye yönelik uygulanan politikalardan belirgin bir farkı ilk kez etnik
temelli stratejilerin bu kanunla uygulamaya koyulaca÷ını gösteriyordu. Bu strateji
dünyada totaliter düúüncenin yükseldi÷i koúullarda iç politikayı da belirliyordu.
Bu dönem ekonomik politikaların sonuç vermeyece÷i düúüncesinin terk edilip
412
TBMM Kavanin Mecmuası Kanun No. 1505 Haziran 1929 D. 10
161
daha çok kültüralist politikalar üzerinden merkezi siyasal otoritenin kendi
egemenli÷ini kurma stratejisini 1934 øskân Kanunu’nun maddelerinde görmek
mümkündür. 1934 øskân Kanunu’yla etnik bir stratejinin takip edilmesi A÷rı
isyanının politik ve ideolojik nitelikleriyle de ilgiliydi. 1930’lara kadar baú
gösteren Kürt isyanlarında feodal ve dini motiflerin a÷ırlıklı olmasına karúın A÷rı
isyanının en önemli yönü bu isyanın daha çok Kürt milliyetçili÷i temeli üzerinde
kurulmuú olmasından kaynaklanıyordu. 1934 tarihli øskân Kanunu bölgede aúiret
ve a÷alık sistemini “hükmi úahsiyet” olarak tanımadı÷ını belirterek aúiretlere
iliúkin her türlü a÷alı÷ı, úeyhli÷i bunlara dayanarak meúrutiyet sa÷layan her türlü
geleneksel belge fermanlarını tanınmadı÷ını vurguluyordu. øskân Kanunu’nun en
önemli maddelerinden biri olan 10. madde devrim yasası niteli÷i taúıyordu. Bu
maddeye göre herhangi bir hüküm ve vesika ile veya örfe adete dayalı her türlü
aúiretin mensuplarına veya onlara izafetle reis, bey, a÷a, úeyhlere ait olarak
tanınmıú kayıtlı kayıtsız bütün gayrimenkuller devlete geçer diye bir düzenleme
getirilerek bölgedeki mülkiyet iliúkilerini kökten de÷iútirecek bir düzenleme
getiriyordu.413 Bölgedeki mülkiyet iliúkilerini ve ona ba÷lı toplumsal iliúkileri
kökten de÷iútirecek bu madde uygulamada çok sınırlı kaldı. Bu maddenin
uygulamasıyla ancak 1934–1938 yılları arasında 41000 göçmen ve 48000 yerli
topraksız aileye toplam 29000 dönem arazi da÷ıtıldı. Da÷ıtılan arazilerin ço÷u da
aúiret a÷alarına ait topraklardan çok hazine arazisiyle sınırlı kaldı.414 øskân
yasasının Do÷u Anadolu’da uygulamaya çalıútı÷ı etnik politika ise yasanın 11.
maddesinde düzenlenmiúti. Bu maddeye göre Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu
bölgesinde “Türk kültürüne ba÷lı olup da Türkçe’den baúka dil konuúanlar
hakkında kültürel, askeri, siyasi, toplumsal ve inzibati nedenlerle øcra Vekilleri
Heyeti kararı ile Dâhiliye Vekâletinin uygun gördü÷ü tedbirleri alma konusunda
tam yetki veriliyordu. Ancak 1934 øskân Kanunu’nun 11. maddesindeki bu
düzenleme hükümetin etnik bir projenin e÷ilimlerini taúısa da sistematik etnik bir
asimilâsyon olarak de÷erlendirilemez.
Bu konuda daha çok Tek Parti
uygulamalarını faúist ve totaliter olarak de÷erlendiren görüúlerin aksine Tek parti
ideolojisi faúist ya da komünist partiler gibi doktriner bir dogma empoze
etmemiútir. Öte yandan Tek Parti içinde otoriter e÷ilimler olmakla birlikte bu
413
414
Kanun No. 2510, Haziran 1934
Ömer Lütfi Barkan “Toprak Reformu” Türkiye’de Toprak Sorunları s. 60-62
162
e÷ilimler üzerinde Cumhuriyet felsefesi ve özü bakımından bu e÷ilimleri
sınırlandırmıútır. Tek parti yönetimini totaliter olarak niteleyen yaklaúımlar daha
çok “halk iradesi” ni demokrasi için gerekli ve yeterli bir açıklama birimi olarak
ele alırlar.
Ancak ekonomik ve toplumsal koúulların geliúme düzeyinden
ba÷ımsız halk iradesini tek baúına ele almak popülist bir demokrasi anlayıúıdır.
Do÷u Anadolu’nun feodal üretim biçiminin egemen oldu÷u koúullarda seçime
dayalı bir sistemin geleneksel egemen güçlerin iktidarlarını pekiútirece÷i teorik
olarak açıktır. Cumhuriyet’in öncü kadrosu en güç koúullarda bile popülizme
taviz vermemiúlerdir. Sadece Do÷u Anadolu’da de÷il ülkenin bütününde “Do÷u”
nun aúiret cemaat gibi ça÷daúlı÷ı engelleyen yapılarını ve kurumlarını ortadan
kaldırmak için burjuva demokratik devrim ve onun siyasal tabanını üretecek ulus
ideolojisini üretmenin baúlangıçta otoriter hatta jakoben e÷ilimler içermesi
burjuva demokratik devrimlerin do÷asına iliúkin bir durumdur. Demokrasi sorunu
ise Kurtuluú Savaúı koúulları içinde pragmatik ve pratik niteli÷inin yanında
Kemalist
devrimlerin
en
baúından
beri
kongrelerle
milli
mücadelenin
örgütlenmesini ve bu mücadelenin yöntemiyle kurtuluú hareketinin yapısal
temellerini demokratik bir temele dayandırdı÷ının en önemli göstergesidir. 1921
Anayasası
ve
1924
Anayasası’nın
ulusal
egemenlik
ilkesi
üzerinde
temellendirilmesi ayrıca bu hareketin demokratik özünü oluúturmuútur.415 Tek
Parti hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamıú, sahip oldu÷u siyasal
tekelden rahatsızlık duydu÷unu Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ve daha sonra
Serbest Cumhuriyet Fırkası denemeleri de bu durumun doktriner bir mutlaklık
içinde olmadı÷ına kanıt olarak gösterilebilir.
3.3.2.Takriri Sükûn Kanunu ve Devrimin Dönemeci
Takrir-i Sukun Yasası ùeyh Sait isyanı üzerine çıkarılan ve her türlü
toplumsal muhalefeti bastırmak için kurulan bir çeúit devrim mahkemeleri
niteli÷inde olan østiklal Mahkemeleriyle Kürtlerin yanı sıra o dönem sosyalistleri
de cezalandıran bir yasaydı. Bu yasa Hıyanat-i Vataniye yasasında yapılan bir
de÷iúiklikle “ dini veya mukaddesat-ı diniyeyi ” siyasal amaçlar do÷rultusunda
415
M. Duverger. Siyasi Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Bilgi Yayınevi Ankara 1974 s. 360
163
kullanmayı vatana ihanet sayıyordu. ùeyh Sait øsyanı ile birlikte Takrir-i Sükûn
Yasasının yürürlü÷e girmesinden sonra hükümet bu yasaya dayanarak “zararlı” ve
“yıkıcı” yayın yaparak ayaklanmayı dolaylı ya da dolaysız etkiledikleri kabul
edilen Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, østiklal, Sebilür Reúat, Aydınlık, Orakçekiç,
Pres de Sair øzmir de Seda-ı Hak (Hakkın Sesi); Adana’da Sayha (Çı÷lık)
gazetesini kapatmıútı.416
ùeyh Sait isyanın bastırılmasından sonra Takriri Sükûn ülkedeki bütün
muhalefeti susturmak için bir gerekçe oluúturmuú, TCF kapatılarak çok partili
sürece ara verilmiúti. Bununla birlikte østanbul basını ùeyh Sait isyanının hükümet
lehine sonuçlanması e÷ilimi belirince havasını de÷iútirmesine ra÷men úimúekleri
üzerine çekmekten kurtulamamıútı. 16 Nisan 1925 tarihinde Hüseyin Cahit
Yalçın’ın Tanini süresiz kapatmıútı. Kapatılma gerekçesi 13 Nisan’da TCF nin
østanbul’daki
úubelerinde
yapılan
araútırmaların
“Baskın”
kelimsiyle
adlandırılmasıydı. Taninin kapatılmasını Zekeriya Sertel’ in Resimli Ay
dergisinin kapatılması takip etti. Zekeriya Sertel ve Cevat ùakir tutuklandı.
417
Takrir-i Sükûn yasasının 1. Maddesi aynen úöyledi:
“Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasî gayeler esas veya âlêt ittihaz
maksadıyla cemiyet teúkili memnudur. Bu kabil cemiyet teúkil edenler veya
cemiyete dâhil olanlar hain_i vatan odlolunur. Dini veya mukddasat-ı diniyeyi
alet ve ittihaz ederek úekl-i devleti tebdil ta÷yir veya emniyeti-i devleti ihlâl
veya dini mukeddasatı diniyeyi alet ittihaz ederek hern süretle olursa olsun
ahali arasında fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden gerek mütemmizcen
kavil veya tahirir veyahit fiil bir úekilde nutuk iradı veyahut neúriyat icrası
suretiyle harekette bulununlar kezalik hain-i vatan addolunur”418
Yasanın ikinci maddesinde yasanın iki yıl süreyle yürürlükte kalaca÷ı belirtilmiúti.
Yasa, hükümet ve CHP milletvekilleri ile muhalefetteki Terakki Perver
Cumhuriyet Fırkası milletvekilleri arasında sert tartıúmalara neden olmuútu.
Muhalefet tasarının Türk vatandaúlarına tanınan hakları kısıtladı÷ını ileri sürerek
anayasaya aykırı oldu÷u görüúünü ileri sürmüútü. Muhalefetin karúı çıkmasına
416
ùerafettin Turan Türk Devrim Tarihi (1923–1938) Bilgi Yayınevi Ankara s.117
Metin Toker. ùeyh Sait øsyanı s. 119
418
T.B:M.M Z.C. Dönem øçtima 2; 3 Cild. 1024 Inikat, (3,05 1925) Mart 1925
417
164
ra÷men tasarı yasalaúmıútı. Bu yasanın kabulünden sonra østiklâl Mahkemesi
kurulması için verilen öneri kabul edilmiú. Birincisi ayaklanma bölgesinde olmak
üzere ùark østiklâl Mahkemesi ikincisi ise Ankara’da kurulmuútu. Ayaklanma
bölgesinde kurulacak østiklâl Mahkemesinin verece÷i idam kararları TBMM’nin
onayına sunulmadan yerine getirilmesi kabul edilmiúti. Bu sürecin bir devamı
olarak 25 ùubat 1925 tarihli CHP grup toplantısında Terakki Perver Cumhuriyet
Fırkası’nın Do÷u’daki parti örgütleri aracılı÷ıyla dinsel propaganda yapmak bu
nedenle vatana ihanet suçu iúlemek ve ùeyh Sait’ østanbul’daki o÷ullarından
biriyle iliúki kurmakla suçlanarak kapatılacaktı.419
3.4.Kürt Milliyetçili÷ine Karúı Devletin Feodal Güçlerle Yeniden øttifakı
Cumhuriyet’in ilk on yılından baúlayarak sürekli isyan ve kargaúanın
egemen oldu÷u Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgelerinde mülkiyet iliúkilerini
de÷iútirme çabaları tam kararlılıkla uygulanamamıútı. Uygulanan yerlerde ise
feodal iliúkiler tasfiyeye u÷ramamıútı. Do÷u Anadolu’da yeni rejim egemenli÷ini
daha çok zora dayalı aygıtlarıyla kurmaya çalıúmıútı. 1929 Dünya Ekonomik Krizi
ve II. Dünya Savaúı’nın hazırlık yılları olan bu yıllarda Cumhuriyet yönetiminin
bölgeye iktisat politikası araçlarıyla ulaúma olanakları da son derece kısıtlıydı.
Bölgeyi ulusal pazarla bütünleútirecek yolların yoklu÷unun yanısıra toplumsal
yapı,
imparatorluktan
devralındı÷ı
haliyle
âdeta
kaldırılmamıú
hilafet,
kaldırılmamıú salatanat gibi geleneksel düzenin siyasal kurumlarının egemen
oldu÷u bir görünüm içinde Cumhuriyet rejimi içinde varlıklarını sürdürüyordu.
1932 yılında oluúturulan ekonomideki devletçi politikalar ülke kalkınmasını ve
ulusal pazarı bütünleútirmek için demir yolları hamlesini baúlatmıútı.420
Bu
amaçla imparatorluk döneminde inúa edilen ve “a÷aç sistemi” diye tanımlanan
demir yolu sistemlerinin birbirinden ayrı kollarını ba÷lantılı hale getirme amacıyla
Erıch Jan Zurcher Terakki Perver Cumhuriyet Frkası Çev: Gül Ça÷la Güven øst. 1992
Ba÷lam s. 109
420
Örne÷in 1936 yılında østanbul’da fabrika teslimi bir ton çimentonun fiyatı 20 Lira iken bu
çimentonun østanbul’da gemiyle yüklenmesi øskenderun limanına boúaltılması limandan trenle
Diyarbakır’a Diyarbakır’dan kamyonla Van’a ulaútırılması sürecinde maliyeti dört katına
çıkmaktaydı. Van’a ulaútı÷ında fiyatı 78 liraya çıkmaktaydı. Bkz. Celal Bayar ùark Raporu
s.152 Haz: Nejat Bayramo÷lu, Kaynak Yayınları, 2007, s. 45
419
165
Cumhuriyet’in öncü kadrosu “ùimendifer Politikası” sıyla devletçilik politikasının
ilk önemli projesini baúlatmıútı.421.
1925 ùeyh Sait øsyanından sonra devletin Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu
politikasını oluúturmak için bölgede umumî müfettiúlerin aylık raporları dıúında
bölgenin geneli hakkında bilgi ve gözlemlere dayanan pek çok rapor yazılmıútı.
422
Bu raporlardan birisi Baúvekil olarak øsmet ønönü’nün yazdı÷ı rapordur. 1935
yılında øsmet ønönü Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu illerini yerinde gözlemlemek
ve bölgenin sorunlarını saptamak amacıyla bir geziye çıktı. Bu gezi sonucunda
ønönü bölgede gözlem ve önerilerini içeren bir rapor hazırladı. Rapor aynı
zamanda Tek Parti’nin Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu Bölgesi’nde asıl sorunun
a÷alık ve úeyhlik düzeninin tehlikesinden çok 1930 A÷rı isyanından sonra bölgede
sorunun a÷alık ve úeyhli÷in yerini etnik bölücülük ya da Kürt milliyetçili÷inin
alaca÷ını vurguluyordu. Çünkü raporda ønönü a÷alık ve úeyhlik düzenine
neredeyse hiç vurgu yapmayıp daha çok Kürt ve Türkleútirme, Türk bölgeleri,
Türk Kültürü gibi etnik proje ve iskan stratejilerinden söz ediyordu. ønönü
Diyarbakır’ı önemli bir Türklük merkezi haline getirmenin zorunlulu÷unu
vurgularken, Mardin’deki Süryanilerin Kürtlere karúı korunması gerekti÷ini
vurguluyordu. ønönü Kürtlerin yo÷un bulundu÷u yerlerin yeniden idari
bölümlenmeye gidilmesi gere÷ini de belirterek “Bitlis’i bir Türk kalesi halinde
tutmalıyız” diyordu. Van için de ønönü ùark’ta Cumhuriyetin ve Türklü÷ün
önemli bir temeli olarak kalması için Kürt yayılmasının önlenmesini belirterek
ùark Vilâyetlerin asıl idare úeklinin Inspektörlük (Müfettiúlik) olaca÷ını
bildiriyordu.423 Bu raporda Baúvekil olarak ønönü’nün kapsamlı bir Kürt sorunu
tanımladı÷ı, iskân stratejilerinin askeri güç kullanarak “Türk Kütleleri” yaratmak
oldu÷u açıkça anlaúılmaktadır. Raporda ayrıca Dersim’de 1937’de bir ayaklanma
421
Mustafa Sönmez, Do÷u Anadolu’nun Hikâyesi, s. 145
Mülkiye Müfettiúi Hamdi Bey’in 2 ùubat 1926 yılında øçiúleri Bakanlı÷ı’na verdi÷i rapor.
Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçının raporu Birinci Umumi Müfettiú olarak øbrahim Tali
Öngören’in 1928 yılında Dersim’i gezdikten sonra 1930 yılında øçiúleri Bakanlı÷ı’na verdi÷i
uzun rapor. Genel Kurmay Baúkanı Orgeneral Mareúal Fevzi Çakmak, Dersim olayı ile
yakından ilgileniyor, Dersim’le ilgili raporları topluyor. Okuduktan sonra görüú ve önerilerini
özetliyor. Bu öneriler, alınmasını istedi÷i sert tedbirlerden oluúuyor. Korgenaral Ömer Halis
Bıyıktay’ın raporu ise, Mareúal Çakmak’ınki kadar sert de÷il. øçiúleri Bakanı ùükrü Kaya’nın
1931 yılında bölgede inceleme yaptıktan sonra Baúbakanlı÷a sundu÷u rapor. Bkz. U÷ur
Mumcu Kürt Dosyası, um:ag Yayınları, Ankara 1998 s. 23
423
Saygı Öztürk, Kasadaki Dosyalar, øsmet ønönü’nün Atatürk’e Sundu÷u Gizil Kürt Raporu, 5.
Baskı Ankara Ümit Yay. S. 111–115
422
166
olaca÷ını iki yıl önceden öngörmekle birlikte, bu ayaklanmaya karúı hükümetin
alaca÷ı önlemler de sıralanıyordu. Önlemler arasında devlete karúı isyan
potansiyeli olan aúiretlerin sadece kan davaları ya da aúiretler arasındaki nüfuz
savaúına de÷il, Dersim’deki Alevi Kürt aúiretleriyle bölgedeki di÷er Sünni Kürt
aúiretleri arasındaki mezhep farkına da vurgu yapılarak, devletin bölge ile
stratejisinde bu ayrımın önlem olarak kullanılması gerekti÷i belirtiliyordu.424.
Bölgede ola÷anüstü geliúmelerin olaca÷ını öngören hükümet ønönü’den bir
yıl sonra øktisat Vekili Celal Bayar’ı bölgeye göndererek bölgenin toplumsal ve
ekonomik yapısı hakkında yeni verilere ihtiyaç duyacaktı. 1936 yılında Do÷u ve
Güneydo÷u’ Anadolu’daki sorunları yerinde gözlemleyen Celâl Bayar, ønönü’den
sonra ikinci bir rapor hazırlayarak önce Baúvekil ønönü’ye, daha sonra da
Atatürk’e sunacaktır. øsmet ønönü ile Celal Bayar’ın raporu karúılaútırıldı÷ında
bölgenin sorunlarına yaklaúımlarında çok büyük farklar görülmektedir. ønönü
bölgedeki sorunlara daha çok etnik ve kültürel temelden yaklaúarak daha totaliter
çözümler öngörüyordu. Buna karúın Bayar bölgede etnik temelde bir ayrım
gerçekleútirilmesinin ve bu ayrım üzerinden geliútirilecek stratejilerin bölgenin
sorunlarını çözemeyece÷ini ileri sürüyordu.425 Bayarla ønönü’nün birleúti÷i nokta
Do÷u’da devletin dayanaca÷ı en önemli gücün asker ve jandarma olmasıydı.
Bölgede devletin ideolojisini ve rejimini temellendirecek ne okul ne da bunlara
öncülük edecek farklılaúmıú bir toplumsal yapı yoktu. A÷alık ve úeyhlik düzeni
bölgenin bütün kırsal alanlarına egemendi. Bunun yanında bölgede geleneksel
sınıfların yanısıra vilâyetlerde kentin yerleúik unsurlarından oluúan bir avuç taúra
bürokrasisinin dıúında bölgede burjuva demokratik devrimin ideolojisini
dayandıracak geliúmiú kentli bir sınıf da yoktu.426 Cumhuriyet’in ilk yıllarında
kentlerde yaúayan nüfus ise taúra bürokrasisi ve bu bürokrasi çevresinde yer alan
küçük bir gruptu. Bu grup herhangi bir aúiret ba÷lantısı olmayan daha çok Türk
nüfustan oluúmaktaydı.
424
Lale Yalçın Heckman, Kürtlerde Aúiret ve Akrabalık øliúkileri, østanbul, øletiúim Yay, s. 94
Celâl Bayar ùark Raporu, Kaynak Yayınları, Sad: Nejdet Bayramo÷lu, 2006, Ankara s.63
426
Kurtuluú Savaúı sonrası Do÷u Anadolu’nun pek çok yerinde kentli sınıftan öte kentlerin
kendisi de yoktu. Çünkü I. Dünya Savaúından sonra yakılmıú yıkılmıú kentlerin bir ço÷u
tamamen ortadan kalkmıútı. Örne÷in Van, Elâzı÷ gibi bir çok kent Cumhuriyet döneminde
yeniden yeni mekanlarda kurulan kentlerdir.
425
167
Sonuç olarak bu raporların yazıldıkları yıllarda Cumhuriyet’in kuruluúundan
on iki yıl geçmesine ra÷men Cumhuriyet kurumlarının Kürtlerin ve Arapların
yaúadı÷ı yerlerde halka nüfuz etmedi÷ini, sadece yüzeyde devletin zor gücüyle
bölgede varlı÷ını sürdürdü÷ünü ortaya koyuyordu.427 Aslında bu gerçek sadece
ønönü tarafından dile getirilmiú bir gerçek de÷ildi. Bölgenin içinde bulundu÷u
feodal üretim biçimi, üretim iliúkileri tasfiye edilmedi÷i sürece aynı gerçekle
yüzyıllık dönem içinde sürekli kriz ve kargaúa, savaú ve isyan koúulları içinde
yeniden karúılaúılacaktı. Bölgede ekonomik ve toplumsal düzen de÷iútirilmedi÷i
sürece aynı soruna yüzyıllar boyunca aynı cevaplar verilecekti. Nitekim bölge ile
ilgili baúlangıçta sivil çözüm ve stratejilerle yola çıkılıp bütün bu çözümlerin en
sonunda gelip devletin zor aygıtlarıyla birleúiliyordu. Örne÷in øttihat ve
Terakki’nin baúlangıçta a÷alı÷ı ve büyük toprak mülkiyetini ortadan kaldırmak
vaadiyle gelip en sonunda Do÷u ve Güneydo÷u’da II. Abdülhamit’in
politikalarına
dönmesine
benzer
politikalar
Cumhuriyet
döneminde
de
uygulanacaktı. 1930 A÷rı isyanından sonra Kürt milliyetçili÷i ve bölücülük
endiúesinin bölgedeki aúiret ve cemaat gibi feodal yapılardan daha büyük tehlike
oldu÷u algısı bu dönemden sonra devletin bölgedeki feodal yapılarla zımni bir
ittifakı olarak sayılmasa bile bölgedeki bu yapılara dokunmama gibi bir stratejiye
girmesine yol açtı. Örne÷in ùeyh Sait isyanından sonra Hakkari ve çevresinde
halk nezdinde önemli nüfuzu olan ùeyh Masum Efendi’nin “Halkın itaatinde
mühim rolü” oldu÷u için Baúvekalet tarafından taltif edilmesi, bu stratejinin
somut örne÷idir428 Cumhuriyet döneminde 1940’lı yıllara kadar Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu’da toplumsal denge devletin zor aygıtlarına dayanarak
ayakta tutulmuútu. Bu yıllarda Güneydo÷u’da devleti temsil eden tek örgütlü güç
olarak askerin dıúında da do÷ru düzgün kurumları bulunmuyordu. Devletin
bölgede en büyük örgütlü gücü olarak askerin ise sorunlara bakıúı güvenlik
perspektifinin dıúına çıkmayacaktı. Bu perspektifi oluúturan tarihsel deneyimler,
emperyalizmin imparatorlu÷u parçalama sürecini yaúamıú buna tanıklık etmiú
emperyalist güçlere karúı kurtuluú savaúını gerçekleútirmiú askeri kadronun
deneyimleri, siyasal hafızaları göz önünde bulunduruldu÷unda, bu kadronun
427
428
Saygı Öztürk. Kasadaki Dosyalar, s. 76
BCA, Muamelat Genel Müdürlü÷ü 30.10.11 18 18
168
bölgedeki sorunlara imparatorluktan tevarüs etti÷i “bölünme” endiúesi içinde
yaklaúması do÷al olarak anlaúılabilir bir durumdu. Bu nedenle Do÷u
Anadolu’daki sorunu askerin güvenlik perspektifinden farklı bir anlayıúla
algılamaları beklenemezdi.429 Askerlerden baúka ne sermaye sınıfının ne de
bürokrasinin gitmek istemedi÷i bölge uzun yıllar imparatorluk döneminde oldu÷u
gibi sürgün bölgesi olarak kalacaktı.430 ølhan Baúgöz’ün devletin askeri
bürokrasisi dıúında sivil bürokrasisinin Paris’i, Londra’yı Erzurum’dan, Van’dan
daha iyi tanıyorlar saptaması bu gerçe÷i iúaret ediyordu.431 Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu’nun toplumsal ve ekonomik yapısını inceleyen ilk araútırma ve
çalıúmaların da yine askerler tarafından yapılmıú olması bu gerçe÷in baúka bir
ifadesidir.
3.5. Do÷u Anadolu’da A÷aların Eúraflaúma Süreci
1925 ùeyh Sait øsyanından sonra merkezi otoriteye karúı yapılan birçok
isyan sonucu a÷alar, yerlerinden koparılarak Batı Anadolu’ya sürülmüúlerdi. Bu
politikalarla a÷aların köylü yı÷ınları üzerindeki ezici gücünün zayıflayaca÷ı
düúünülmüútü. Oysa a÷aların sürgünü ile birlikte toplumsal yapıyı temelden
de÷iútirecek politikaların ve olanakların yoksunlu÷u nedeniyle bu politikalar
baúarılı olamamıútı. II. Dünya Savaúı’nın baúlangıç yıllarından itibaren a÷alar
köylerden kasabalar ve kentlere yerleúerek esnaflaúma ve eúraflaúma e÷ilimine
girmiúlerdi. Feodal mülkiyet iliúkilerini kontrol eden a÷aların kentlere do÷ru
kaymasıyla bu iliúkiler köyde oldu÷u gibi bu kez kasabalarda ve úehirlerde devam
etmeye baúladı. Bu süreç kent ve kasabaların temelde kırsal alanları etki altında
tutmasının aksine, kırsal alanların kasaba ve úehirleri etki alanına almasıyla
sonuçlandı. Oysa ortaça÷ Avrupası’nda kentler ikinci bölümde belirtti÷imiz gibi
429
1940 yılında Do÷u Anadolu ile ilgili en kapsamlı çalıúmalardan birini yapan Albay Nazmi
Sevgen’in 1930’lu yılların ortasından baúlayarak yükselen totaliter rüzgârlardan etkilendi÷i
bir gerçektir. Bkz. Do÷u Anadolu Türk Beylikleri Ayrıca ønönü raporun yazıldı÷ı yıllarda
Bölgede gözlem ve incelemelerde bulunan Kadri Kemal Kop’un bölge ile ilgili çalıúmaları
tamamen bu perspektif içinde de÷erlendirilebilir. Bkz.Kadri Kemal Kop, Araútırma ve
Düúüncelerim, Vakit Gazete Matbaa 1935 Ankara, Naúit Hakkı Ulu÷, Derebeyi ve
Dersim østanbul 1932
430
Faiz Demiro÷lu, Van’da Ermeni Mezalimi s. 36
431
ølhan Baúgöz, “Cumhuriyetin Reform Yılları” Yön Sayı 47, 1963 s. 14
169
feodal iliúkiler alanının dıúında oluúan birimlerdi. Avrupa’da feodal üretimden
kapitalist üretime geçiúte kentler loncaların manifaktür aúamasına geçerek kırsal
kesimi aúama aúama etkisi altına almasıyla güçlenmiúti. Kentlerin hızla geliúimi
endüstri ve ticaret faaliyetlerini geliútirmiú, feodalizmin en güçlü oldu÷u
dönemlerde zayıflamaya baúlayan kralların yeni geliúen burjuvazi sınıfıyla zaman
zaman ittifaklar kurarak merkezi otoriteyi güçlendirmeleriyle feodal sınıfların
gücünü zayıflatmıútı. Hızla geliúen kentler kırsal alanları etkisi altına alarak
burjuva devrimlerine zemin hazırlamıútı.432 Batı Avrupa’da yaúanan bu tarihsel
süreç ticaret sermayesinin sanayi sermayesine dönüúerek kentsel alanların kırsal
alanlar üzerinde egemenli÷ini son sınırına kadar taúıyacaktı. Kırsal alanın kentsel
alan tarafından dönüútürülmesine koúut olarak demokratikleúme ve uluslaúmanın
siyasal ve toplumsal temelleri ve kurumları bu süreç içinde oluúmaktaydı. Batı
Avrupa’da yaúanan bu geliúmeden farklı olarak Türkiye’de burjuva demokratik
devrimi Do÷u Anadolu’daki feodal yapıları sanayi aya÷ı eksik olan politika ve
stratejilerle çözmeye çalıútı÷ı için bu yapıları tasfiye edemedi. Bölgedeki bu
yapıların tasfiye edilmenin aksine daha da çok güçlenen feodal a÷a ve úeyhlik
sistemi 1950 yılından itibaren genel oy kullanım hakkına dayanarak siyasal ve
ekonomik meúruiyet alanlarını daha da pekiútirdiler. Bu yapıların tekrar
güçlenmesi ile birlikte cumhuriyetin uluslaúma projeleri, Do÷u Anadolu’nun kent
ve kasaba merkezlerinde taúra bürokrasisi ve onların çevresinde yerli bir kısım
halkın dıúında geniú halk yı÷ınlarına ulaúamadı. 1934 tarihinden baúlayarak
demiryollarının aúama aúama ilerlemesine ba÷lı olarak a÷aların topraktan elde
ettikleri artık ürün ve sahip oldukları hayvan varlı÷ını kısmen de olsa ülkenin
batısındaki büyük kent pazarlarına gönderme olana÷ı sayesinde toprak a÷aları
eúraflaúma sürecine girdiler. Büyük toprak sahibi a÷aların eúraflaúma sürecine
girmesiyle bu sınıf bölgede hem kırsal kesimi hem de kasabaları kontrol altına
almıú oldu. Bu süreçte a÷alar kent içi kaynakların da÷ılımında söz sahibi konuma
gelerek banka kredilerini kullanmada bürokrasiyle de iliúki kurarak belirleyici
konuma gelmiúlerdir. Aúiret reislerinin kent ve kasaba düzeyinde politik
etkinlikleri sadece bunlarla sınırlı olmayıp Do÷u Anadolu’da kent ve kasaba
belediye baúkanlıklarını da belirler konuma geldiler. 1945’den sonra çok partili
432
Fuat Köprülü, Orta Zaman Tür øslam Feodalizmi, Belleten V/19 1941 s. 334–337
170
düzen içinde genel oya dayanan mekanizma a÷a, úeyh ve aúiret reislerine iki yönlü
bir itibar kazandırdı. Bu kiúiler devlet ve politikacılar tarafından itibar görürken
iktidarlarını halka hissettirerek egemen konumlarını sürdürmeleri daha kolay hale
geldi. A÷a, úeyhler ekonomik ve toplumsal iliúkilerde egemenlik alanlarını
geniúletmeleriyle köylü ile büyük kent burjuvazisi arasındaki eúrafın yanında yeni
bir grup olarak yerlerini aldılar. Do÷u Anadolu’da kentin toplumsal dengeleri
içinde yerini alan a÷a ve aúiretin önde gelen aileleri bir anlamda orta sınıfların
yoklu÷unda onların yerini doldurarak ekonomik ve toplumsal nüfuz alanlarını
geniúlettiler.
3.5.1 Do÷u Anodolu’da Kapitalistleúme Süreci
Bazı Batılı gözlemciler 19.yüzyılın ikinci yarısında Do÷u Anadolu’da bazı
kapitalizm biçimlerin var oldu÷unu ileri sürmüúlerdir. Ancak bu iddiaya ihtiyatlı
yaklaúmak gerikir. Çünkü bölgeden imparatorlu÷un içlerindeki pazarlara akıúla
görünen ticaretin bir üretim biçiminin bütünlü÷ünü yansıtacak büyüklükte ve
geniúlikte varlı÷ından söz etmek güçtür. Bununla birlikte bölge e÷ilim düzeyinde
büyük kent pazarlarına yönelik canlı hayvan, mazı, yün yapa÷ı ticaretinin
bölgenin bütününü temsil eden bir büyüklük oluúturmadı÷ını da vurgulamalıyız.
Nitekim Marx, eme÷in üreticiden do÷rudan do÷ruya zorla alınmadı÷ı ve do÷rudan
üreticinin henüz sermayenin egemenli÷i altına girmedi÷i bu süreci ara ve geçici
bir durum olarak saptar. Bu geçici durum aralı÷ında el zanaatları ile geleneksel
tarım biçimiyle sürdürülen ba÷ımsız üreticilerin yanı baúında asalaklar gibi
beslenen tüccar ve tefeci sermayesinin henüz rüúeym halinde oldu÷unu söyler.
Marx’a göre bu tür toplumlarda kapitalist üretim tarzının yeri olmadı÷ını fakat bu
tür üretim tarzının Orta ça÷ın sonlarında oldu÷u gibi geçici bir biçim olarak
kapitalizmin oluúmasına hizmet eden bir ara durum olarak niteler.433
Do÷u Anadolu 19. yüzyılın ikinci yarısında ømparatorlu÷un büyük kentleri olan
Ba÷dat’ı, østanbul’u, Halep ve ùam’ı hayvan bakımından besleyen bir merkez
hizmeti görüyordu. Do÷u Anadolu’da aynı zamanda yün, bal, mazı, bazı boya
433
Karl Marx, Kapital, 1.cilt s. 522
171
maddeleri imparatorlu÷un iç pazarlarına kadar gidebiliyordu. Silahları, pamuklu
ve ipekli dokumaları, úeker ve di÷er büyük tüketim maddelerini ise dıú
pazarlardan karúılıyordu. Nikitin’in Vilçevski’den aktardı÷ına göre østanbul her
yıl bölgeden canlı olarak aúa÷ı yukarı 1,5 milyon baú koyun-keçi alıyordu
Bunların sayısı belki de daha yüksekti ama birço÷u uzun yorucu bir yolculukta
telef oluyordu. Her sürü 1500-2000 baútan oluúuyor çobanlar bunları kervan
yollarının uza÷ından yürüterek pazarlara ulaútırıyorlardı. Geleneksel imparatorluk
döneminde özellikle büyüt kentlerin iaúe sorunu imparatorluk ekonomisinin
yapısal
sorunlarından
birini
oluúturuyordu.
Fernand
Braudel
østanbul’u
imparatorlu÷u yiyen bir kurda benzeterek Do÷u Anadolu’nun bütün koyunlarını
ve Karadeniz ormanlarını østanbul’un yuttu÷unu yazmaktaydı434 Van’dan
østanbul’a varmak 17-18 ay sürüyordu. Bitkisel ürünler arasında, mazı ihraç
ediliyordu. (sakız a÷acının bir çeúit reçineli fıstık a÷acı meyvesinden sabun
imalinde kullanılan ya÷lı bir madde). Kökboyası da bölgeden dıú pazarlara ulaúan
maddeler arasındaydı. Ayrıca, Cizre civarında bulunan ve tifti÷i çok makbul
tutulan yün bol miktarda büyük kent pazarlarına ulaúan ürünlerdi.435 Diyarbakır da
Halep øpeklileri gibi parça halinde satılan ipeklileriyle ünlüydü, ama çok daha
ucuz oluúu bu ipekliye Karadeniz sahiline kadar geniú bir müúteri kitlesi
sa÷lamaktaydı. Vilçevski’nin rakamlarına göre 19. yüzyılın ortasında bölgede
yılda toplam olarak 700.000 paund tutarında ürün sattı÷ı hesaplanıyordu.436
Ayrıca Vilçevski Van vilayetine ba÷lı Hakkari’nin Çölemerik kazasının
ekonomisi üzerinde bazı bilgiler aktarmaktadır. Bunların en baúında Musul’a ve
øran’a ihrac edilen mazı gelmekteydi. Bu mazıdan yılda 30.000 kantır satılır (1
kantır yaklaúık 250 kilogram), batmanın (2,9 kg) fiyatı 50 kuruútur.
Bulmumum’nun batmanı 40-50 kuruútur. Tütünün batmanı 10-12-15 kuruú
arasında de÷iúir. Çile halindeki ipe÷in batmanı 30.000 kuruútur. Boya maddeleri
arasında, alacagri adı verilen a÷acın meyvaları güzel sarı bir boya verir ve
maroken boyamakta kullanılır. Bu boyadan øran ve Halep’e çok miktarda ihraç
edilmekteydi. Yapa÷ı halindeki yünün batmanı 20-25 kuruúa, yıkanmıúı ise 30
434
Fernand Braudel. Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, II. Çev: M. Ali Kılıçbay ømge Kitabevi
Yayınları s. 435
435
O. Vilçevsky “Etnographie Sovietiquue “ sayı 4. 5 den Aktaran Nikitin Bazil Kürtler
Sosyolojik ve Tarihi ønceleme s. 113-114 Nikitin Bazil Kürtler
436
Niktin Bazil, Kürtler, s. 110
172
kuruúa satılır. Bundan baúka, Musul, Halep, ùam ve Kayseri’ye 10.000 baúa kadar
büyük koyun-keçi sürüleri sevkedilirdi. Bir koyunun fiyatı 10-50 kuruútu. Bütün
bu ürünlerin satıúlarını dıúardan gelmiú tüccarlar yapmaktaydı. Çünkü yerliler
gümrükçülerden korktuklarından köylerinden dıúarı çıkmazlardı. Ayrıca Tebriz’li
Urimiye’li Yahudiler, Ermeniler ve Türklerle de de÷iúim yapmak üzere mallar
getirmekteydi.437
Bütün bu bilgiler Vilçevsky’nin úu sonuca varmasına yol açmaktadır:
19.yüzyılda Kürdistan’da özellikle emperyalizmin sızmasından önceki mahalli
ticaret yeterince canlıydı. Emperyalizmden önce, Kürdistan ekonomisinin artık
salt do÷al bir evrede bulunmadı÷ını, parasal ekonomiye dayalı de÷iúmelerin 19.
yüzyılın son çeyre÷inden itibaren görülmeye baúladı÷ını yazmaktaydı.438 Ancak
Vilçevski’nin Do÷u’da kapitalist biçimler olarak yorumladı÷ı bu iliúkiler,
Van’dan ve çevre illerden østanbul’a kadar, paranın kıt oldu÷u bir ekonomide on
sekiz ay yolculuk yapılarak yapılan ticaretin ulaúım koúulları ve maliyetleri göz
önünde bulundurulursa çok gerçekçi görünmemektedir. Çünkü Do÷u’nun çetin
co÷rafyası ve yol vermez koúullarını göz önünde bulunduruldu÷unda yapılan bu
ticaretin ölçe÷i bakımından kapitalist üretim biçimini açıklayacak bir ölçek
olmadı÷ını belirtmeliyiz. Üstelik para ve ticaret ya da pazar antik ekonomiler
içinde de her zaman var olan olgulardı. Önemli olan bu unsurların etkinli÷i ve
toplumu dönüútürme dereceleri ve yaygınlı÷ıdır.
3.5.2 Ulus Devlet Döneminde Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası
Geleneksel imparatorluk dönemlerinde merkezi siyasal iktidarı zayıflatıcı
merkez-kaç güçler daha çok iskân ve göç stratejileriyle manüpüle edilmekteydi.
Modern ulus-devletler döneminde merkezi siyasal otoriteyi zayıflatıcı bu güçler
kapitalizmin metalaúma sürecine ba÷lı olarak artık ürünün ve bütün üretim
437
øranlı bir yazar ùamim-i Hamedani Kordistan adlı eserinde, bölgede Yahudilerin oynadı÷ı
rolden sözetmektedir. Yazar Yahudilerin bölgede sömürü iliúkilerini acı sözlerle betimlemekte
Yahudilerin ticareti tekellerine alacak ölçüde mali olanakları ellerinde topladıklarından sınır
kaçakçılı÷ı yaparak büyük koloniler oluúturdu÷undan söz etmektedir. Kordistan s. 79–80
438
B, Nikitin, a.g.e, s.113–114
173
sürecinin metalaúması ve dolaúıma girmesiyle geleneksel güçleri kendi içinde
bölen bir iúlev görerek siyasal egemenli÷ini garanti altına alır. Bunun yanı sıra
eme÷in metalaúarak sermayenin yo÷unlaútı÷ı ve merkezîleúti÷i alanlara do÷ru
hareketini yönlendirerek farklı etnik ve cemaat yapılarının çözülmesine neden
olur.
Ulus-devlet kandaúlı÷a ve kutsallı÷a dayalı topluluk örgütlerini aúan onların
üstünde merkezi aygıtlar aracılı÷ıyla egemenli÷ini sa÷layan ve bu yapıları
dönüútüren kurumlar bütünüdür.439
Kapitalizmin siyasal birimleri olarak oluúan ulus-devletlerin inúası teorik olarak
geleneksel toplumsal yapının ideolojik ve siyasal aygıtlarının tasfiye edilmesini
gerektirir. Tasfiye edilen bu ideolojik ve siyasal yapıların yerine kendi ideolojik
ve siyasal kurumlarını geçirir. Ulus devletin siyasal ve ideolojik aygıtları ise
ulusal pazarın bütünleúik yapısı üzerinde temellenir.440 Bu bütünleúme aynı
zamanda kapitalizmle eklemleúmenin imkânlarını sa÷lar. Ancak bu eklemleúme
süreci ulus-devletin siyasî co÷rafyasında zaman ve mekân ölçe÷inde hiçbir úekilde
eú zamanlı ve eúit nitelik taúımaz. Zaten tanımı gere÷i eúitli÷in oldu÷u yerde artı
de÷erin varlı÷ından söz edilemez.
Ulus-devlet toplumsal sınıflar arasında iktisâdi birli÷i oluúturan toplumsal
artı÷ın üretimini, dolaúımını ve bölüúümünü örgütleyerek ülke içinde farklı
geliúmiúlik düzeyinde olan bölgelerin kaderini birbirine ba÷lar441 Kapitalizmin
geliúti÷i ülkelerin çevresinde yer alan ulusal ekonomilerde gerçek anlamda
bütünleúmiú bir iç pazar sa÷lanamaz. Co÷rafi konumlarına ve ihracatın
çeúitlili÷ine göre geri kalmıú bölgeler birbirinden ba÷ımsız birçok parçadan
oluúurlar. Kapitalizmin hiyerarúik kâr düzeylerinin son halkasında finans kapital,
mekânları ulus ölçe÷inde parçalar. Geliúmiú kapitalist ülkelerde böyle bir
parçalanma söz konusu olmazken kapitalizmin geliúmedi÷i çevre ülkelerde ve
440
Samir Amin, Eúitsiz Geliúme, Çevre Kapitalizminin Toplumsal Biçimleri Üzerine Deneme
Çev: Ahmet Kotil s. 222
441
Samir Amin Esitsiz Geliúme, Çev: Ahmet Kotil Arba Yayınları, 1991, Istanbul.s. 222
Neıl. Smith, Uneven Development: Nature, Capital and The Production of Space Blackwell,
Oxford Blackwell, 1990 s. 53
441
174
bölgelerde ulusal bütünlü÷ün zayıflı÷ı mikro milliyetçilik, etnik milliyetçilik ve
mezhep çatıúmalarına neden olur.442 Ayrıca ulus-devletin kendi içinde birli÷i,
Ulus-devletlerin kurtuluú ya da kuruluúunu gerçekleútiren burjuva demokratik
devrimlerin sınıf bileúimine ve artık ürünün miktarına ba÷lıdır. Devletin ulusal
mekan içinde eski rejimin kalıntıların ortadan kaldırma ve dönüútürme gücü, artık
ürünün ülkenin bütününü kapsayacak büyüklükte olmasını gerektirir. Ülke içinde
dolaúıma girecek artık de÷er sadece kapitalist sömürüden geri kalan miktarsa bu
artık de÷er devletin merkezi ve metropol kentlerinin dıúına ulaúamaz443 Bu
nedenle ulusal birli÷in sa÷lanması artık ürünün ülkenin bütününü kapsayacak
büyüklükte olmasını gerektirir. Geliúmiú Avrupa ülkeleri dıú ticaret ve emperyalist
sömürü sonucu elde ettikleri artık ürünle ülke içinde dolaúım ve bölüúümü
sa÷layarak uluslaúma süreçlerini bu sömürü sayesinde tamamlamıúlardı.444 Buna
karúın Türkiye’nin gerek sermayenin mekânsal örgütlenmesi bakımından, gerekse
sermaye birikimi ve dolaúım ve bölüúüm iliúkileri bakımından mekânsal olarak en
sorunlu bölgesi Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu bölgeleridir. Devlet bölgede
uluslaúma sürecini tam olarak tamamlayamadı. Bu sürecin eksik kalmasının
nedeni sadece sermeye birikimi ya da sermayenin kârlılık gerekleri açısından
bölgenin içinde bulundu÷u ekonomik koúullar de÷ildi. Ayrıca sermayenin
bölüúüm ve dolaúım ve kârlılık düzeylerinin düúüklü÷ü sorunu sadece Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu bölgelerinde de÷il aynı zamanda ülkenin batı bölgelerinde
de söz konusuydu. Ülkenin batısında Do÷u Anadolu’nun birçok kentinden geri
kalmıú bölgeleri ve kentleri her zaman bulunmaktaydı. Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu’yu daha sorunlu kılan, bölgenin tarihsel ve toplumsal örgütlenme
biçiminden de kaynaklanmaktaydı. Bölgede feodal yapıların ve cemaat yapılarının
siyasal ve hukuksal üst yapı kurumlarının dirençleri karúısında devletin ideolojik
ve siyasal aygıtlarının örgütlenmesi de yeterli olamadı.
Kapitalizmde ortaya çıkan sermaye birikimi, do÷ası gere÷i mekânları, halkları,
co÷rafyaları kâr hiyerarúisinin en yüksek düzeyi olan merkezi hiyerarúik bir
443
444
Samir Amin, Esitsiz Geliúme, Çev: Ahmet Kotil, Arba Yayınları, 1991, Istanbul.s. 222
Neil Smith, Uneven Development: Nature, Capital and The Production of Space Blackwell,
Oxford Blackwell, 1990 s. 53
175
yapılanma içinde merkezden baúlayarak kâr düzeylerine göre böler.445
Sermayenin biçimlendirdi÷i bu mekânlar aynı zamanda yo÷unlaúma ve
merkezîleúmeyle eúzamanlı bir iliúki içinde gerçekleúir.446 Ancak bölgeler ve
kentler arasındaki sermayenin bu iúlevi sadece mekânları bölmekle kalmaz aynı
úekilde zaman kavramını da böler. Bir taraf her úeyin ilkbaharını yaúarken öbür
taraf her úeyin son baharını yaúar. Sermayenin merkezîleúmesi nüfusun çevreden
merkeze do÷ru göçünü tetikler. Sermayenin yo÷unlaútı÷ı bölgelerde geliúme
büyüme potansiyeli artarken geri kalan mekansal yapıların geliúme dinamikleri
zayıflar.
3.5.3 Kapitalizmin Eúitsiz Geliúme Yasası ve Do÷u Anadolu
18. yüzyılda ipek kervanları øran’dan Halep’e Erzurum üzerinden Fırat
Vadisi, Diyarbakır, Birecik, Tebriz, Van, Bitlis yoluyla ile Halep’e uzanan ipek
kervanları bu kentleri çok canlı hale getirmiúti.447 Halep dahil olmak üzere
Diyarbakır, Urfa, Güneydo÷u Anadolu’nun on sekizinci yüzyıl boyunca
Anadolu’nun en kentleúmiú bölgesiydi. Genel nüfus yo÷unlu÷unun düúük
olmasına ve 19. yüzyıl süresince hemen hiçbir kentsel büyüme görülmemesine
ra÷men On dokuzuncu yüzyılda nüfusun beúte birinden ço÷u bölgenin orta
büyüklükteki kasabalarında yaúamaya devam ediyordu. Bu nedenle yerel kentsel
pazarlar için bir miktar meta üretimi söz konusuydu. Mamuratülaziz sanca÷ı bu
bakımdan örnek gösterilebilir. Bu sancaktaki Türk ve Ermeni köylüleri bölgenin
kentsel pazarları için meyve, sebze ve di÷er ticari ürünlerin yetiútirilmesinde
önemli bir iú bölümüne sahipti.448 Mamuratülaziz ile Erzincan ve Erzurum’u bir
birine ba÷layan yolların Harput merkezinden itibaren Hozat’a kadar olan 60
kilometrelik kısmı ka÷nı ile di÷er bölümleri katır sırtında ya da yaya olarak
445
Fuat Ercan, Türkiye'de Sosyal-Ekonomik-Politik Panorama 1995
Ernest Mandel, Andre Günder Frank, Ekonomik Kriz ve Azgeliúmiú Ülkeler, Yazın
Yayıncılık, Çev: N. Saraço÷lu Yazin Yaymcilik, 1995, Istanbul s. 47
447
Halil ønalcık, a.g e s. 216
448
Sureyya Faruqu, Osmanlı’da Kentler ve Kentiler, s. 127
446
176
katedilmekte idi. Bitlis vilâyetinde ise Cuinet’nin yazdı÷ına göre yol yok denecek
kadar azdı.449
Do÷u Anadolu’ nun baúlangıcı Ba÷dat demiryoluna dayandırılan iç pazarın
oluúum sürecinde dıúa yönelik olarak gerçekleúen bir metalaúma sürecinin iç
pazarı oluúturmaya baúlaması yavaú bir evrim içinde geliúmiúti. Do÷u ve
Güneydo÷u’da 19. yüzyılın sonlarında inúa edilen Ba÷dat demiryolu hattındaki
dar úeritler dıúında kalan bölgelerde ulaúım yüzyıllar boyunca de÷iúmemiúti.
Ulaúım deve katır ve merkep at gibi yük hayvanlarıyla yapılmaktaydı. Bu yükte
hafif pahada a÷ır úeyler dıúındaki ürünlerin ekonomik olarak uzak mesafelere
taúınmasını
olanaksızlaútırıyordu.
Örne÷in
1677
yılında
askeri
amaçla
Diyarbakır’dan Van’a gönderilen bu÷day için okka baúına 27 akçe ödenmiúti o
tarihte Diyarbakır’da bu÷dayın okkası 12 Akçeydi.450
øngiltere konsolosunun 1846’da gönderdi÷i raporda Erzurumda tarımsal
ürünlerin yerel tüketimi fazlasıyla karúıladı÷ından ve komúu vilâyetlerle ulaúımı
kolaylaútıracak araba yolları olmadı÷ından köylünün daha fazla topra÷ı iúlemesi
için bir neden olamadı÷ını yazmaktaydı.451
Do÷u Anadolu’da yüksek taúıma
maliyetleri bölgeler ve ülkeler arası ticareti, dolayısıyla ekonomik faaliyetin
hacmini, türünü pazar için üretilecek ürünleri sınırlıyordu. 1850’lerin sonlarına
do÷ru
yük
hayvanlarıyla
nakliye
edilen
bu÷dayın
dıú
pazarlar
için
yetiútirilebilece÷i topraklar Türkiye’de limandan çok uzak bir mesafede
bulunmaktaydı.452
On dokuzuncu yüzyılda dünya pazarınca uyarılan tarımın ticarileúmesi ve
kapitalistleúme süreçlerinden en az etkilenmiú bölge Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu’ydu. Do÷u Anadolu’da demiryollarının yoklu÷u nedeniyle, bölgenin
tarımsal üretimi 1910’lu yılların baúlarına kadar uzak mesafe pazarlarına düzenli
biçimde yöneltilmedi. Hasadın iyi oldu÷u yıllarda sınırlı miktarda tahıl, deve
kervanlarıyla Halep üzerinden øskenderun limanına naklediliyordu. Ancak
yirminci yüzyılın baúlarında bölgenin tahılı ara sıra ve sınırlı ölçüde Musul,
Ba÷dat ve Hindistan pazarlarına gönderilmeye baúlandı.453 Bölge’de demiryolu
449
Vital Cuinet, La Turquie D’ Asie, cilt I, Ernesto Leorux, 1891, s. 390-391
Lütfi Göçer, Osmanlıda Fiyatlar s. 68
451
Charles Issawi a.g,e, s. 217
452
Servet Mutlu, Do÷u Sorununun Kökenleri s. 288
453
Charles Issawi,a.g.e,s. 126
450
177
hattı sadece Mardin’den geçen dar bir alanı etkileyen Ba÷dat Demiryolu idi.
Demiryolu 19. yüz kapitalizmin geliúmesinde büyük bir açılım sa÷lamıú iç pazarın
bütünleútirilmesinde ve dıú pazarla ba÷lantıda kapitalist pazarın geniúlemesinin en
önemli aktörü olmuútu. Ancak Cumhuriyet’in 10. yılında Demiryolu Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu’nun bir iki iline ulaúacaktı. Anadolu Demiryolu’nun bölgeye
girmesiyle, bölgede kapalı köy ekonomisi çok yavaú bir evrimde yarı meta
üretimine dönüúecekti. Bu meta üretimi büyük ölçüde yine de mahalli pazarlarla
sınırlı kalmıútı. Bu de÷iúimin temel ve yapısal bir boyut kazanması ancak
iúbölümüne yönelik ulusal ve dolayısıyla dıú pazarlarla sürekli ba÷lantı
oluúturmaya ba÷lıydı.454 Cumhuriyet döneminde bölgeye ulaúmanın stratejik
önceli÷i ekonomiden çok güvenlik ve ülke savunması endiúesi üzerine
kurulmuútu.
Do÷u Anadolu feodal yapısının kurulan yeni rejim için risk
oluúturdu÷unun farkında olan Cumhuriyetin öncü kadrosu ülkenin Do÷u’sunun
Batı’sına, Karadeniz’i Akdeniz’e ba÷layarak güvenli÷i sa÷lamayı amaçlamıútı.
1925 yılında baú gösteren ùeyh Sait øsyanı’nı bastırmada ulaúım konusunda
sıkıntılar çekilmiú, Fransız mandası altında bulunan Suriye hattında bulunan demir
yolları kullanılmıútı. Bu isyandan da sonuçlar çıkaran Cumhuriyet yönetimi
demiryollarının yapılmasına büyük önem vermiúti. Anadolu’nun batısını do÷uya
ba÷layacak hattı Sivas-Divri÷i-Erzurum hattı bütçe ve ekonomik zorunlulukların
üstünde yaúamsal konular olarak de÷erlendirilmiúti.
Cumhuriyet’in
öncü
kadrosunun
1924
yılında
giriúti÷i
demiryolu
seferberli÷i 1930 Sivas hattı tamamlandıktan dokuz yıl sonra Erzurum’a ulaútı.
Daha sonra 1944–964 yılları arasında Yolçatı-Elazı÷ Genç-Muú hattı tamamlandı.
Bu hat 1964 yılında Tatvan’a uzatıldı 1971 yılında da Van–øran hattı
tamamlandı.455
Bu
hatlar
Do÷u
Anadolu’yu
ülkenin
ulusal
pazarıyla
bütünleúmesini sa÷layan bölgelerin birbirine açılması ve tamamlayıcı yaygın
ekonomik iliúkilerin Do÷u Anadolu’ya girmesini sa÷ladı. Do÷u Anadolu’nun
ülkenin di÷er pazarlarıyla bütünleúmesi tarımsal geliúmeyi sa÷layabilmek için
yolların yapımı güvenlik kadar önemliydi. Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında öncü
454
455
øsmail Hüsrev Tökin, Türkiye’de Köy øktisadiyatı, s. 4
ølhan Tekeli-Selim ølkin, “ Türkiye’de Ulaútırmanın Geliúim” Cumuhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, C 10 s.2758–2768
178
kadro daha çok demir yolu alanında yo÷unlaúmıútı. Bu politikanın dayandı÷ı
temel nedenlerden birisi de Do÷u Anadolu’da devletin otoritesini sa÷lamaktı.
Do÷u Anadolu’nun karmaúık tarihsel ve toplumsal evriminin ayrıntılarını
ikinci bölümde anlatmıútık. Bu baúlık altında Do÷u Anadolu’nun kapitalist
geliúim sürecine bakılacaktır. Do÷u Anadolu bölgesinde kapitalist iliúkiler, ulusal
pazarla bütünleúme süreci gibi de÷iúkenlerin yanında, son dönem modernleúme
olgusuyla birlikte etnik ve kimlik sorunları da içeren bir boyut kazanmıútır. Bu
sorunun hangi boyutuyla tanımlanırsa tanımlansın emperyalizmin Ortado÷u’da
yürüttü÷ü stratejilerden ve politikalardan ba÷ımsız olamayaca÷ını unutmamak
gerekir. Ancak bizim burada Kürt sorunu olarak da tanımlanan bölgedeki tarihsel,
güncel sorunları açıklama birimi olarak kullanılan etnisite, kimlik ve kültürel
sorunlar çerçevesinden yola çıkılmamıútır. Fakat bu sorunun etnisite ve kimlik
sorunlarından ba÷ımsız olarak da de÷erlendirilemeyece÷i de açıktır. Bizim burada
kullandı÷ımız soyutlama düzeylerinde bölgedeki Kürt sorunu buna ba÷lı olarak
kimlik sorunu ne salt bir ekonomizm ne de salt bir kültüralizm çerçevesinde ele
alınmamıútır. Do÷u Anadolu’daki sorunun ekonomik toplumsal boyutları aynı
zamanda kimlik, kültür sorunlarını da içinde barındırır. Bölgedeki sorun,
kapitalizmin eúitsiz geliúme yasasının ortaya çıkardı÷ı düalist toplumsal yapılar ve
bu yapılar arasında oluúan gerginlikler, bunalımlar, çatıúmalar ve uyuúmazlıklar
temelinde ele alınmıútır. Bölgedeki sorunları salt kimlik ve kültür ba÷lamında ele
almak ve soyutlama birimleri olarak bu kategorilerin kullanılması sınıf kavramını
dıúlayan ve onun üstünü örten bir iúlev görmektedir. Sorunun ulusal, sınıfsal ya da
kültürel olarak de÷erlendirilmesi son tahlilde politik bir tutumdur bu nedenle her
soyutlama düzeyi ayrı bir dünya görüúüne, de÷iúik de÷er yargılarına tekabül
eder.456 Bununla birlikte topluma iliúkin sorunları saptamada gerek metodolojik,
gerekse co÷rafi açıdan yapılacak sınırlamalar ve adlandırmaların politik bir
tutumu önceledi÷i ileri sürülebilir. Ancak bizim için önemli olan, sorun ister
bölgesel geliúme farklılıkları, ister Kürt sorunu ya da Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu sorunu olarak adlandırılsın, bütün bu farklılıkları ve gerilimleri üreten ve
hepsini ortadan kesen kapitalizmin eúitsiz geliúme yasasıdır. Bu yasanın
iúleyiúinde kapitalist pazar ve kâr düzeyleri egemen bir ülke alanından baúlayarak
456
Cavit Orhan Tütengil, Azgeliúmiú Ülkelerin Toplumsal Yapısı, østanbul Matbaası, østanbul
1966 s. 47
179
yayılan hareket gibi egemen kentten itibaren dıúsal bir alan kapitalist kâr
düzeylerinin çevreye do÷ru gittikçe eklemlendi÷i bir seyir takip eder.457 Çevreye
do÷ru bu yayılma aynı zamanda iú bölümünü de belirleyen bir yayılmadır. øú
bölümünün ve kâr düzeylerinin birbirine koúut olarak kademenlendirdi÷i merkezçevre iliúkisi böylece kurulmuú olur. Kapitalizmin dıú ba÷lantısını oluúturan
büyük kentler ve bu kentlerin burjuvazisi hiyerarúinin tepesinde yer alırlar. Buna
karúın bu hiyerarúinin çevresinde yer alan taúra kentleri ya da geliúmemiú kentler
bu hiyerarúinin en alt düzeylerini temsil ederler.458 Baúka bir ifadeyle hiyerarúinin
sonunda yer alan bu kentler geliúmenin öteki ucu olarak geri kalmıúlı÷ı temsil
ederler. Bu çerçevede kapitalist pazarın birbirini izleyen sıralanmıú halkalarını
merkezden baúlayarak Do÷u Anadolu’ya do÷ru konumlandırdı÷ımızda, ülke
içinde her kentin di÷erlerinden daha yüksek ve daha fazla gelir getiren bir noktası
bulunmaktadır.459 Bu hiyerarúik ticarî devreler içinde Do÷u Anadolu’da kentlerin
konumu pazarla eklemlenme ve tüccar tefeci sınıfın ortaya çıkıúının somut tarihi
her ne kadar 1950’li yıllar olarak kabul edilse bile kapitalist ticari devrelerin
bölgesel olarak daha önce oluútu÷unu görüyoruz. Nitekim 1890’da Van’ın
Baúkale kazasında geliúkin bir Yahudi kolonisi bu tarihi daha da geriye
götürmemizi sa÷lamaktadır.460 Ancak bu bölgenin içinde bulundu÷u üretim
güçlerinin geliúme düzeyini belirleyen a÷ırlıkta bir örnek olmadı÷ını da
belirtmeliyiz.
Cumhuriyet döneminde ise yeni kurulan ulus-devletin sınırları içinde kalan
nüfus savaúlarda ölmüú, göç etmiú, yok olmuú ve azalmıú yapısıyla farklı bir
nitelikteydi. Savaú öncesi Anadolu’da zanaat ve sanat alanlarında çalıúan nüfus
azınlıklardı461 Bu alanlarda çalıúan nüfus, tehcir ve savaú öncesi imparatorluktan
kopan topraklarla birlikte sermayesi atölyesi ve iúçisi ile birlikte ulus devletin
sınırları dıúında kalmıútı. Do÷u Anadolu’da ise kent nüfusunu oluúturan zenaat ve
meslek sahibi sınıflar da 1915 tehciriyle göç ettirilmiúti. Ulus devletin devraldı÷ı
457
F. Braudel Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm II. cilt s. 25
Fernand Braudel, Cilt III. s.50
459
I. Wallerstein, Modern Dünya Sistemi cilt II.s 154
460
Van Tarihi Hakkında Tetebualar. Süleyman Sabri Paúa s. 76
461
Ça÷lar Keyder “ Zafer Toprak, ølhan Tekil Selim ølkin ve ùevket Pamuk’un Tebli÷lerine
øliúkin Yorum” Türkiye’de Tarımsal Yapılar, s. 109
458
180
bu demografik yapının Do÷u Anadolu’da kalan büyük kısmı köylü kitlesiydi.
Eúraf sınıfı kent ve kasabalarda yerleúik bulunan çok küçük gruplardan
oluúmaktaydı. Bu sınıf savaú koúulları içinde üretilen burjuvazinin taúradaki
küçük temsilcisi konumuyla her kentte sayılı birkaç aileyle sınırlıydı. Yeni
devletin kuruluúu ile birlikte Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu’da ekonomik açıdan
ortaya çıkan yeni sınırlar ve eski ticarî devrelerin yeni sınırlara bölünmesi sadece
ticari mal devrelerini de÷il mevsimlik iúçi akımlarının güzergâhlarını da
de÷iútirmiúti. Örne÷in 19. yüzyılda Do÷u ve Güneydo÷u vilâyetlerindeki ticarî
devrelerin en önemli kavúa÷ını oluúturan Halep kentinin rolü ulus devletin
kurulması ve sınırların belirlenmesinden sonra Antep iline geçecek ve Antep,
Do÷u ve Güneydo÷u’ nun ticarî faaliyetlerinde önemli bir kavúak haline
gelecektir. Antepli tüccarlar günümüzde de Do÷u ve Güneydo÷u’da kırsal
nüfusun ihtiyaçlarını karúılamada merkezi rolünü sürdürmektedir. Antep Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu’nun küçük taúra esnafı ile ticari devrenin öbür ucunda
bulunan büyük burjuvazi sınıfını oluúturması bakımından önemli bir rol
üstlenmektedir. Bölgenin kentlerinde yaúayan bu birkaç eúraf ve esnafın dıúında
kalan nüfus ise kırsal alanlarda Ortado÷u kültürünün ve ideolojisinin Cumhuriyet
içinde bir uzantısı gibi duran aúiret ve cemaat yapılarının çevresinde örgütlenmiú
büyük kitleyi oluúturmaktaydı. Bölgenin toplumsal ve siyasal kaderini daha çok
bu yapılar belirlemekteydi. Bölge hem Kürt sorunu hem de din üzerinden
Cumhuriyeti arkadan tutup çeken ve onun devrimlerinin hızını kesen bir sorun
olarak devam edecekti.
1950’li yıllardan itibaren bölgenin ulusal pazarla
bütünleúmesi, kırdan kente göçü hızlandıracak bu da 1915 tehcir sonrası kent
merkezlerinde
Ermeni
mülklerine
el
koymuú
eúrafın
arazi
rantlarının
yükselmesiyle birlikte servet ve sermaye birikimlerini artırmalarına yarayacaktı.
Eúraf sınıfının Ermeni mülklerinden elde etti÷i servetle siyasal ve toplumsal
nüfuzunu daha da geniúleterek ülkenin Batısı’nda bulunan büyük burjuvaziyle
savaú öncesi yaptı÷ı siyasal ittifak, savaútan sonra da ticaret sermayesi üzerinden
ekonomik bir ittifaka dönüúecekti. Aslında taúra eúrafının servet/ sermayelerinin
kökenini Do÷u Anadolu’da neredeyse devletin tek örgütlü gücü olan ordunun iaúe
ihaleleri oluúturmaktaydı. Bu illerdeki eúraf sınıfı, Cumhuriyetin ilk yıllarında
yapılan askeri binalar ve hastaneler bunların ihalesinde aracı taúeron ve müteahhit
181
rollerini üstlenerek servetlerini artıracaklardı. Bu dönemdeki eúrafın ço÷unlu÷u
CHP’nin ya il baúkanı ya da il yönetiminde görev alan kimselerden oluúmaktaydı.
Eúraf sınıfı aynı zamanda büyük burjuvazi ile kırsal toplumsal yapılar arasında
aracı konumuyla, köylü sınıfının sömürülmesinde aracı bir rol üstlenmiúti.
462
Üretim araçlarını elinde bulunduran büyük burjuvazi ile bu zincirin aracı halkasını
oluúturan eúraf,
tüccar tefeci zincirin halkalarını oluúturmaktaydı. Büyük
burjuvazinin eúrafla kurdu÷u bu iliúki Cumhuriyet’in kuruldu÷u ilk yıllardan
baúlayarak ithal etti÷i sanayi mallarını da÷ıtım ve satıú devresinde bulunan eúraf
aracılı÷ıyla kentlerden kırlara do÷ru yayılmasında temel rol üstlenmekteydi. Bu
ticari devrenin tersi iúleyiúi ise yine eúraf üzerinden sömürünün akıú yönü olarak
tarımdan elde edilen artı÷ın taúra eúrafına ve oradan büyük kentlerdeki büyük
burjuvaziye transferini sa÷lıyordu.463 Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin Do÷u
Anadolu’da yaptı÷ı kamu yatırımları askeri kıúlalar, garnizon binaları, hastane
gibi güvenlik kurumlarının dıúında bir yatırımı yoktu. 1932 Sanayileúme
politikasıyla sadece Malatya’da 1936 yılında kurulan bez fabrikasının dıúında
bölgede sanayi yatırım olarak baúka bir yatırım görülmeyecekti. 1950’den sonra
da bölgede devletin yaptı÷ı yatırımlar dıúında büyük burjuvazi bölgede kendisi
için maliyeti yüksek yatırımlara yönelmeyecekti. Burjuvazi ticaret sermayesiyle
pazarı elinde tutmanın yanında, yüksek faizle borç vererek, hammadde, ekipman,
ara mallar ve patent hakkıyla ticaret sermayesinin iplerini sürekli olarak elinde
tutacak ve pazarı istedi÷i biçimde yönlendirmede belirleyici bir rol oynayacaktı464
Ülkenin batısında oluúan bu sermaye birikimi yüksek kâr sa÷layamadı÷ı Do÷u
Anadolu bölgesine fazla ilgi de göstermemekteydi. Ancak østanbul’da bulunan
tekstil fabrikalarının bölgenin yün, yapa÷ı ve deri gibi sanayide kullanılacak
malları ucuza kapatarak üretti÷i malları yüksek fiyata satarak vurgununa vurgun
ekleyecekti.
Bu vurgunu devlet kapitalizminden de yararlanarak devlet
fabrikalarında üretilen ürünlerin toptan da÷ıtımı ve pazarlama ve acenteli÷i ve
aracılık rolünü de üstlenerek katlayacaktı.
Do÷u Anadolu’da yatırım yapılmaması yalnız sermayenin çekimserli÷i
yalnızca kârlılık oranın düúüklü÷ü de÷ildi. Ticaretin merkezîleúmesi bakımından
462
Stefan Yerasimos, a. g.e, s. 178
Stefan Yerasimos, a.g.e, c III. s. 143
464
Do÷an Avcıo÷lu, a.g.e, II. cilt s. 204
463
182
da østanbul ve çevresi bu hiyerarúinin tepesini oluúturuyordu. Sanayi ve ticaretin
merkezi Marmara olurken, ülkenin di÷er bölgeleri bu bölgeye göre úekilleniyordu.
Kapitalizmin merkezden baúlayarak hiyerarúik biçimde ulus devlet içinde kârlılık
düzeyleri ve iú bölümü bakımından biçimlendirdi÷i Do÷u Anadolu kentleri økinci
Dünya Savaúı’nın sonlarına kadar ulusal pazarla bütünleúmemiúti. 1944’den sonra
Anadolu demiryolunun bölgeye uzanmasıyla ulusal pazarın tarım ve enerji
ihtiyaçlarının giderildi÷i ve yatırımların buna göre úekillendi÷i bir iúbölümü
üzerinde biçimlenecekti. Bu bakımdan bölgede bir dönem sermaye yatıran
úirketler de istediklerini bulamadıklarından kaçmaya baúladılar. Do÷u Anadolu’da
yabancı sermaye ise daha çok petrol ve maden alanındaki yatırımlardan
oluúmaktaydı. 1950'lerden sonra Do÷u Anadolu’da a÷ırlıklı olarak devletin
yatırım yaparak ulaúım ve di÷er alt yapı sorunlarının geliúimine ba÷lı olarak,
bölgenin ülkenin Batı' sına daha da yakınlaútı÷ı yarı-feodal, feodal yapının
ekonomik temellerinin toprakla olan iliúkisi kısmen zayıflasa da bunun yerine
a÷aların eúraflaúması ve siyasî nüfuzları ikame olundu.465 Bölgedeki kapitalist
geliúme bölgedeki feodal güçlerin aleyhine de÷il bu güçlerin kent ve kasabalarda
eúraflaúma sürecine girmesiyle topraktan kaynaklanan ekonomik ve siyasal gücün
üzerine bu kez ticaret yoluyla elde edilen kazançlar da eklenecekti. Ticari
kapitalizmin bölgede temsilcili÷ini ve aracılı÷ını yapan eúraf sınıfının yanında a÷a
sınıfı da artık 1950’lerden sonra otel iúletmecili÷i, traktör bayili÷i buna ba÷lı
olarak siyasal nüfuzu kullanarak devlet úirketlerinin mümesilli÷i gibi alanlarda bu
ticaret sermayesinin zincirinin bir baúka halkasını oluúturacaklardı. Do÷u ve
Güneydo÷u Anadolu’da Türk Petrol Ofisi bayilerinin büyük bir ço÷unlu÷u aúiret
reisleri ve onların ailelerine aittir. Örne÷in Elâzı÷’da aúiret reisi olan Septio÷lu,
Van’da Burukan aúiretinin birçok petrol ofisi temsilcili÷i bulunmaktadır. Devlet
kapitalizmiyle büyük burjuvazinin ithal etti÷i ürünlerin taúradaki bölgesel da÷ıtım
düzeyindeki temsilcisi olan taúra eúrafının yanında bu görevi yeni bir rolle
üstlenecek aúiret reisleri ve onların yakın çevresiydi. Taúra eúrafı ile köy evreni
arasında oluúan geleneksel bir di÷er aracı ise çerçiydi466 Ancak çerçiyi baúka bir
baúlık altında inceleyece÷imiz için burada bu konuya yer verilmeyecektir.
465
466
Do÷an Avcıo÷lu, a. g. e, s. 165
Türkiye’de günümüzde de yaygın bir úekilde kullanılan østanbul sermayesi ve Anadolu
sermayesi arasında var oldu÷u düúünülen gerilimin politik ve ideolojik temsil biçimi farklı
183
Özetle Türkiye’nin do÷usuna do÷ru gittikçe Do÷u’nun do÷usu olarak bu
bölgede kapitalizmle eklemlenme süreci ülkenin Batı’sına oranla geç oluúmuú ve
dolayısıyla toplumsal örgütlenme ve bu örgütlenmenin temellendi÷i üretim
biçimleri ve üretimin sosyal iliúkileri aynı oranda Batıyla do÷u arasındaki farkları
oluúturmuútur. Do÷u’ nun kendi batısıyla arasındaki bu mutlak fark sadece
kronolojik bir fark olmayıp aynı zamanda demokrasi, yurttaúlık bilinci, hukuk
bilinci, kentlilik bilinci gibi bir dizi kavramların ve kurumların zayıflı÷ı anlamına
da gelmektedir.
3.5.4 Do÷u Anadolu’da Eúraf Sınıfının Dinamikleri
19. yüzyılın ortasına kadar Do÷u Anadolu’nun birçok kentinde ekonomik
yapı pek çok açıdan kendine yeter durumdaydı. Bu kentlerin merkezlerinde
yerleúik halkın ço÷u Kürt olmayan Türk ve Hıristiyanlardan oluúuyordu.467
Diyarbakır, Erbil, Musul, Van zanaat ve ticaret merkezleriydi. Mahalli pazara
yönelik âlet ve araçların pek ço÷u Hıristiyan ve Yahudi zanaatkârlar tarafından
üretiliyordu. 19. yüzyılın ortalarına kadar kıyı bölgeleriyle Batı Anadolu’yu
etkileyen Avrupa’nın ürünleri ve onların neden oldu÷u yıkım, ülke içlerine do÷ru
ilerledi. Örne÷in 19. yüzyıl baúlarında 30 bin balya tiftik iúlenen Ankara’da, 1888
yılında sadece üç tezgah kalmıútı. Van’da ve Diyarbakır’da mahalli tüketim
ihtiyacını karúılayan birkaç tezgah bu yıllarda varlı÷ını henüz sürdürmekteydi.
Dericilik, bıçakçılık, kısmen de olsa yaúamaya devam etmekteydi. Bu üretim
kolları daha çok zanaat çerçevesi içindedir ve el eme÷i arzını emecek güçte
de÷ildir. Tarımda kullanılmayan emek için tek imkân madenlerle, yabancılar ve
batı Anadolu’daki azınlıklar tarafından ulaúım yollarının yakınına kurulmuú olan
görünse de ekonomik temelde aynı ticari devrelerin birbirini tamamlayan halkalarıdır. Bu iki
sermaye grubu da sınıf çıkarları açısından aslında birbirini tamamlayan bir çıkar iliúkisi
içindedirler. Bu iki sermaye grubunun birbiriyle çatıútıkları yönünde açıklamalar olgusal
gerçeklikten uzaktır. 1950 yıllardan baúlayarak “taúra esnafı” her zaman büyük sermayenin
taúradaki ya ticari mümesilli÷i ya da distribütürü rolünü üstlenmiútir. Günümüzde AKP’nin
22 Temmuz seçimiyle iktidara gelen milletvekilleri meslekî köken olarak ele alındı÷ında
birço÷u Koç ya da Sabancı úirketlerinin taúrada temsilcileri oldu÷u görülecektir.
467
Suraıya Faruqiu, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, Çev. Neyir Kalaycıo÷lu, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, østanbul, 1993, s. 78
184
bıçkı evleri, sabun imalâthaneleri, un de÷irmenleri halı imalâthaneleri gibi bir kaç
basit imalât sanayiden oluúmaktaydı.468 Bunların yanı sıra Do÷u Anadolu’daki
kentler aynı zamanda dini ve idari merkezler olarak valiler, mahkemeler, polis
ordu, belli baúlı zanaat dalları, silah yapımcılı÷ı, sarraflık, gümüúçülük, debba÷lık
gibi zenaatların bulundu÷u mekanlardı. Bu zenaat ve atölyeler 20. yüzyılın
baúlarında ülkenin batısında Avrupa mamul mallarının Osmanlı pazarına
girmesiyle bu zanaatlar tamamen yok olurken Do÷u Anadolu’da kısmen de olsa
varlıklarını sürdürüyorlardı.469 Bu zanaatlarla u÷raúan geleneksel iúgücü, tehcir ve
daha sonra 1947’de øsrail’in kurulmasıyla Eskenaz Yahudilerin øsrail’e göç
etmesiyle tamamen ortadan kalktı.470
Cumhuriyet döneminde Do÷u Anadolu’daki eúrafın ço÷unlu÷u ya Türktü ya
da Türkleúmiúti. Bu nedenle Cumhuriyet döneminde bölgede baú gösteren Kürt
isyanlarında bölgede bulunan eúraf sınıfı bu isyanları desteklememiúti. Kürt
milliyetçili÷inin taraftarı olan eúraf her zaman azınlıkta bulunmaktaydı. Bölgenin
kentlerindeki orta sınıfı daha çok Türk nüfus oluúturmaktaydı, hizmet iúlerinde ise
çevreden gelen Kürtler çalıúmaktaydı.471
Bu bölümün baúında da belirtti÷imiz gibi Do÷u Anadolu’da a÷aların
yanında kentlerde yerleúik eúrafın ekonomik kaynakları büyük ölçüde úehirlerde
bulunan askeri birliklerin iaúe ve zahire müttehitli÷ine dayanmaktaydı. Örne÷in I.
Dünya Savaúı öncesi Van’da Hacı Bekir isminde bir úahsın bezirhaneye, ya÷
imalâthanesine,
úemhaneye
(mum
imalathanesi)
ve
debba÷haneye
(deri
imalathanesi) ve Van’daki 3.Tümen ve Süvari Alayı’nın ot ihtiyacını karúılayacak
büyük bir araziye sahip oldu÷unu görüyoruz.472 Hacı Bekir’in servetinin
günümüzdeki uzantısı artık østanbul’da holding konumuna gelmiútir. Bununla
birlikte Do÷u Anadolu’da eúrafın dinamiklerini Anadolu’nun di÷er kentlerinde
oldu÷u gibi 1915 Tehciri sonrası koúullarda aramak gerekir. Eúraf sınıfının
konumu ticaret ve zanaat alanında çeúitli faaliyetler gösteren orta ve küçük mülk
sahipleri hiyerarúisine göre kurulur. Bu sınıfın baúlangıçta elde ettikleri
servet/sermayenin kayna÷ı tarımdan elde edilen artık ürünün çevresinde oluúur.
Cuinet, V. “ La Turquie d’ Asie Cilt I. s.51
Ömer Celal Sarç, Tanzimat ve Sanayimiz. s. 64 1940
470
Bruinessen, a. g. e s. 39
471
Bruinessen, a.g.e s. 436
472
Van Gazetesi, sayı 376, Yıl 1942, s. 3
468
469
185
Taúrada mahalli pazar iúlevini yerine getiren bu sınıf úehir merkeziyle sıkı
sıkıya ba÷lıdır ve çok kere yerleúme yeri úehir merkezleridir. Eúraf sınıfı kapitalist
ticari devrenin taúradaki en büyük halkası olarak büyük kentlerdeki büyük
burjuvaziye oranla do÷rudan üreticiyle sürekli iliúki içinde oldu÷u için daha
tutucudur ya da tutucu görünmek zorundadır.473
Bu yerel egemen sınıflara
eklenen di÷er bir halka son yıllarda tarikat ve cemaat sermayesinin taúrada
örgütlenerek yavaú yavaú büyük kentlere do÷ru e÷ilimine bakıldı÷ında cemaatin
tesanüt duygusunun ticari alana tahvilinde önemli bir rol oynar. Taúra’da eúrafın
tutuculu÷una somut örne÷i Van’da süvari alayının ot ihtiyacını karúılayan ve aynı
zamanda Ermenilerden kalma araziler üzerinden büyük servet ve nüfuz edinmiú
Altaylızade ailesidir. Bu aile Van’da Ermenilerden kalan arsa ve arazileri belediye
baúkanlı÷ı CHP il baúkanlı÷ı gibi nüfuzlarını kullanarak elde ederek, gayri menkul
zengini olmuútur. Afet ønan’ın yazdı÷ına göre 1952’de Van’da üniversite
kurulması için çalıúmalar yürüten heyete bu ailenin yardım konusunda hiç de
“münsif” davranmadı÷ından söz eder.474
Baúka bir örnek Hüsnü Yörük ailesidir. Bu aile askeriyenin iaúe ve zahire
ihalesinden bu yıllarda büyük paralar kazanacak, daha sonra bu servet ve sermaye
Van’ın øran’la sınır ilçesi olan Elbak’taki (Baúkale) Yahudi kolonisinin sermayesi
ile birleúerek 1950 yıllarda østanbul’a taúınacaktır.475 Nazmi Sevgen 1943 yılında
Baúkale’de giyinme ve konuúma bakımından yerlilerden hiç farkı olmayan
ticaretle u÷raúan Yahudilerden söz etmektedir. Bu Yahudilerin bir bölümünün I.
Dünya Savaúı’nda Adana’ya yerleúip burada manifaturacılıkla u÷raútıklarını
belirtmektedir.476
Eúraf sınıfı Do÷u Anadolu’nun ulusal pazarla kırsal köy ve kasabalar
arasındaki bu aracı konumu hem dıú pazar hem de iç pazarın bir birinin içine
girdi÷i bir dizi ticarî devrelerin oluúmasıyla sa÷lanmaktaydı. Bu ticari devreler
büyük kentlerden küçük kentlere küçük kentlerden kasaba ve köylere kadar
uzanan bir dizi zincir úeklinde de biçimlenmiúti. Bu ticarî devrenin büyük
473
Stefan Yerasimos. a.g. e s. 143
ùark Üniversitesi Raporu, Milli E÷itim Matbaası, 1952, s. 47
475
Yeni Yurt Gazetesi, s. 854. s. 2, Yıl 1947
476
Nazmi Sevgen, a.g.e, s.1
474
186
kentlerdeki burjuva sınıfı ile köy arasında yer alan taúra esnafı Cumhuriyet
dönemi iktisat tarihi metinlerinde sık sık geçen “Hacı A÷a” tipolojisi büyük
kentlerdeki burjuvanın uzantısı olarak kırsal alanda artık ürüne el koymanın
halkalarını oluútururlar.
Do÷u Anadolu’nun kentlerinde toptan gıda ve perakende satıú konularıyla
u÷raúan eúraf tüccar ve tefeci sınıf aldıkları komisyonlarla ve buna ek olarak bir
de tekelci durumlarının yarattı÷ı büyük orandaki artı kâr imkanlarıyla taúrada orta
sınıf burjuvazisinin bir kısmını oluútururlar.477 Taúrada büyük burjuvazinin
aracılı÷ını yapan taúra eúrafı büyük kent merkezlerinden yola çıkıp tüketici ile
sonlanan ticari devrenin taúradaki en önemli halkasını oluúturur. Aynı úekilde bu
sınıf bu ticari devrenin küçük üreticiden baúlayarak tarımsal artı÷ın kırdan
baúlayarak dıú pazar arasındaki iliúkilerin kurulmasında da önemli bir rol üstlenir.
Eúraf sınıfı taúradaki tekelci konumuyla denetimi altında tuttu÷u mahalli pazarda
konumuyla hem köylünün üretimini satın almak hem de dıú pazarlardan gelen
malı satmak alanındaki tekelci konumu sayesinde taúrada hem ekonomik hem de
siyasal olarak önemli güç haline gelmiútir.478 Büyük Burjuvazi ile taúra eúrafı
arasında kurulan bu ticarî devrenin en ucunda yer alan kırsal alanla taúra eúrafı
arasındaki en son halka çerçi olarak bilinen gruplardı. Ancak taúra eúrafı ve köy
arasındaki iliúki sadece çerçiler aracılı÷ıyla kurulan bir iliúki de÷ildi. Köylünün
do÷rudan taúra ve kasaba eúrafı ve esnafıyla olan iliúkisinin yanı baúında oluúan
bir gruptu.479
Do÷u Anadolu’da eúraf ve köylüler arasındaki iliúki, tamamen borçlanma ve
faize dayanmakta ve bu iliúki eúraf lehine iúlemektedir. Çünkü eúraf bu iliúkilerin
aracısı olarak toplumun dıúarı açılmasında tampon bir görevi benimsedi÷i gibi,
tarımsal alanda artık ürünü bu ekonomik iliúkiler aracılı÷ıyla ele geçirerek paraya
çevirerek birikim yapmaktaydı. Cumhuriyet’in 1930 yıllarında eúraf sınıfı Do÷u
Anadolu’da çok zayıf bir kapitalist birikim düzeyine sahipti. 1930’lu yılların
477
Stefan Yerasimos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye, Cilt I. s. 134
Do÷an Avcıo÷lu, Türkiye’nin Düzeni, cilt II s. 176
479
Falih Rıfkı Atay Cumhuriyetin ilkeleriyle asla uyuúmayan eúraf sınıfının CHP içinde de
oldu÷unu vurgulayarak bu sınıfın nüfuz ve iktidarının halktan kaynaklanmadı÷ını, eúrafın
ço÷unun halka hükümet gücüyle, hükümete de halk gücüyle kendini saydırmak yolunu bulmuú
bir takım mürailer (ikiyüzlüler) olarak niteler. Bu sınıfın yaratılmasında øttihat ve Terakki’nin
payı oldu÷unu ileri sürerek, bu sınıfın daha çok meúrutiyet döneminin kalıntısı olarak CHP’yi
yıprattı÷ını vurgulayarak bu sınıfın üstünden partinin ve hükümet nüfuzunun alınması gere÷ini
belirtiyordu. Bkz. Falih Rıfk Atay Çankaya s. 243
478
187
ortasında sonra demiryolları hattının Do÷u ve Güneydo÷u bölgesinin bir çok iline
ulaúmasıyla birlikte bu birikim hızlanmıútı. Bununla birlikte Kapitalist pazara
açılma süreciyle köy ve tarımsal alanlarda mevcut olan feodal üretim biçiminin
çözülme e÷ilimine girip daha ileri bir aúamaya geçmesi evrimi çok yavaú bir seyir
takip etmiútir. Bu süreç aynı zamanda aúiret a÷alarının tüccarlaúma sürecine
girdi÷i yıllara tekabül etmekteydi. Örne÷in Van’ın en büyük aúiretlerinden biri
olan Brukan aúireti reisi Kinyas Kartal ve ailesi kırsal alanda siyaseten elde
ettikleri artık ürünü birçok ma÷aza, pasaj ve otel otobüs iúletmecili÷i gibi ticari
alana yatırmıúlardır. Sermayesini ticarete yatıran büyük mülk sahibi aúiret reisleri
kent merkezlerine yerleútikten sonra tarım emekçileriyle olan kiúisel iliúkileri
zamanla zayıflamıú olsa da himayeci aúiret ba÷ları bu kez de kent içinde siyasal
bürokratik kanallar kullanılarak kamu kurum ve kuruluúlarına eleman almada
banka kredileri kullanmada çok etkin rol oynamıútır.
Çarpıcı bir örnek olarak a÷aların kent içinde bu nüfuzlarının en somut
göstergesi Van’da Tes-øú sendikasının baúkanının üst üste aúiret oylarıyla
seçilmesidir. Van’da Brukan aúireti 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara
gelmesiyle bu aúiret her dönemde parlementoya temsilci gönderdi÷inden kent
içinde ve çevresinde nüfuzlarını geniúlettiler. Aúiret bu siyasal nüfuzunu
kullanarak aúiret mensuplarının kamu kurum ve kuruluúlarına elaman almada
nüfuz ve imtiyaz kullanarak böylece kamu kurumlarında aúiret mensubu
bir
ço÷unlu÷u oluúturdular. øúçi sendikası gibi ça÷daú sanayi toplumunun örgütü olan
bir kurumun baúkanlık seçiminin siyasal davranıú biçimi olarak asabiyet ve aúiret
kültürüne dayanması Türkiye’de iúçi sınıfı ve sınıf bilincinin hangi dinamiklere
dayandı÷ını göstermesi bakımından da üzerinde ayrıca durulması gereken bir
konudur. Do÷u Anadolu’da aúiret reislerinin ekonomik ve siyasal nüfuzunun
temel kayna÷ı olarak bölgenin kapitalist pazarla eklemlenmesi sürecinde
servet/sermaye birikiminin nasıl elde edildi÷ine dair baúka bir örnek de Van’da
“Siirtliler” olarak bilinen tüccar-tefeci sınıftır. Cumhuriyetin önemli projelerinden
biri olan demiryolları hatlarından biri olan Diyarbakır-Kurtalan hattının 1945’de
tamamlandı÷ı yıllardan itibaren Kurtalan hattıyla Van arasındaki ulaúım ve ticareti
büyük ölçüde “Siirtliler” diye anılan tüccar-tefeci bu grup üstlenmiúti. Van ve
Siirt arasındaki demiryolu hattı ancak 1965’te Tatvan’a kadar uzatılacak 1971 øran
188
hattıyla Van’a ba÷lanacaktı. 1945’ten 1971 yılına kadar Van’da “Siirtli” olarak
bilinen ilkel sermaye birikimlerini çerçicilik üzerinden elde eden, daha sonra da
demir yollarının Siirt Kurtalan’a gelmesiyle münakale iúlerinde Van ve çevresinde
tüccar-tefeci sermaye sınıfı olarak bu grubun yükseldi÷ini görmekteyiz. økinci
Dünya Savaúı yıllarında çerçicilikten baúlayarak ilkel sermaye birikimleri ve daha
sora tüccar-tefeci sermayenin hangi dinamikler üzerinde geliúti÷ini aúa÷ıda daha
ayrıntılı bir biçimde açıklayaca÷ız.
Çerçilik baúlangıçta geleneksel koúullarda tamamen kendine yeterli göçebe
ve yarı göçebe yaúamın kent ve kasaba ile olan ekonomik iliúkileri büyük ölçüde
çerçiler üzerinden kurulmaktaydı. Do÷u Anadolu’da aracı grup olarak çerçiler
yerleúik köy kasaba, úehir eúrafı arasındaki iliúkiyi kuran aracı bir gruptu. Kırsal
alanla kasaba arasında kurulan bu küçük ticarî devre daha sonra tarımsal artı÷ın
devúirilmesindeki aracı rolleriyle nasıl büyük sermaye ve servet sahibi sınıflar
düzeyine yükseldi÷ini
“Siirtliler” örne÷i üzerinden takip edece÷iz. Çerçicilik
baúlangıçta göçebe ve yarı göçebe yaúam içinde bulunan aúiretlere hayvanlarıyla
birlikte çadırlara kadar gelmekte ufak-tefek malları çay, úeker, inci-boncuk vb
ürünlerle göçebenin yün ve peyniri ile takas etmekteydi. Çerçicinin ürün yelpazesi
yükte hafif pahada da çok a÷ır olmayan ürünlerden meydana gelmekteydi. Mal
stoku bazen tek bir maldan, oluúmakta bazen de alıcıların istedikleri çeúitli mutfak
ve giyim eúyalarından oluúmaktaydı. 13. yüzyıl Fransız çerçicisinin heybesinde
bulunan ürünlerini Herbert Heaton úöyle sıralamaktadır. Kayıúlar, eldivenler,
keman telleri, i÷neler, peçeler, ok uçları, kopçalar, bakır veya gümüú toplu
i÷neler, keten úalları, rujlar takkeler, yuvarlak i÷neler, broúlar, çanlar, din adamları
için rahle ve kalemler oldu÷unu bildirmektedir.480 Otarúik ekonomik yapı ve
mahalli bir ölçek yelpazesi içindeki çerçiler, bir uçta satıcı küçük dükkâncı veya
kendi ürünlerini satan bir zanaatkâr bulunmaktadır, di÷er uçta ise büyük ölçekli
uzun mesafe ticareti yapan, kâr ve para ile büyük malî iúlemlere giriúen büyük
tüccarlar yer almaktadır.481 Kırsal alanla kasaba ve úehir tüccarı arasındaki en
önemli aracı olan çerçi Do÷u Anadolu’da göçebe-yarı göçebe aúiretler ile köyler
arasındaki iliúkiyi sa÷layan aracıydı. Çerçi olgusu bu çalıúmada özellikle Van’da
halk arasında “Siirtliler” olarak bilinen günümüzde de Van’da en büyük sermaye
480
Heoton Herbert, Avrupa øktisat Tarihi ølk Ça÷dan Günümüze, Çev. M. Ali Kılıçbay, s. 151
189
ve servet sahipleri olan bu grubun ilkel sermaye birikimleri ve daha sonra bu
birikimin geliúim sürecini açıklamak açısından bölgede toplumsal ve sınıfsal
farklılaúmanın izlerini takip etmek bakımından önemli bir örnek oluúturmaktadır.
“Siirtliler” örne÷i aynı zamanda Türkiye’de din-ticaret-siyaset dolayımını
açıklamak bakımından günümüzde din üzerinden kurgulanan politik e÷ilimlerinin
açıklanmasında
somut
bir
örnektir.
Siirtliler
baúlangıçta
“mürtezika”
(rızıklananlar) konumundan bugün gerek Van ve çevresinde, gerekse de ülkenin
büyük kentlerinde artık büyük ihracatçı ve holdingleúme sürecine girmiúlerdir.
Siirtlilerin yüz yıllık bir süreçte servet ve sermayenin birikim süreçlerini kaba da
olsa aúa÷ıda açıklamaya çalıúaca÷ız.
3.5.5. Bir Sermaye Birikim Örne÷i: Mürtezika Sınıfından Mürtefi Sınıfına:
Van’da Siirtli Tüccarlar
Mürtezika (rızıklananlar) kelimesi Osmanlı vakıf ve maliye tarihi içinde
kullanılan bir terim olup rızıklananlar vakıf fukârası482 “zahmetsiz ve emeksiz
yiyiciler” sınıfı olarak tanımlanır. Mustafa Akda÷ bu sınıfı topluma olumlu hiçbir
katkıda bulunmayan sadece sultanın manevi itibarını ve meúruiyetini canlı tutmak
amacıyla duaguluk (dua yapanlar) dan oluúmuú úehirlerde oturan tüketici bir
kalabalık olarak
duygusunun
tanımlar. Akda÷ bu grup üzerinden dinsel amaçlı yardım
sömürülerek
nasıl
ekonomik
bir
güç
haline
geldi÷ini
anlatmaktadır.483 Her ne kadar Mürtezika ismi altında anılan bu grup Osmanlı’nın
18. yüzyılına ait bir toplumsal ve tarihsel kategori olarak görünse de
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren “Mürtezika” zinniyetinin ideal tiplerini
cemaat yapıları, taúra esnafı, eúrafı üzerinden özellikle Do÷u ve Güneydo÷u
Anadolu’dan
baúlayarak
ülkenin
bütününde
gözlemlemek
mümkündür.
Mürtezikaların sahip oldu÷u servetin kökeni ideolojik ve dini olgulardan
kaynaklandı÷ı için “Mürtezika” terimi bizim için Van’da Siirtliler olarak bilinen
tüccar tefeci sınıfın ortaya çıkıúındaki ideolojik dini ve ekonomik koúulları
açıklamada anahtar bir kavramdır.
483
Mustafa Akda÷, Türkiye’nin øktisadi ve øçtimai Tarihi, Cilt II. s. 90-91
190
Van’da Siirtli olarak anılan tüccar-tefeci sınıfın baúlangıçtaki mesleklerinin
hafızlık, mollalık ve Siirt’in Tillo kasabasında bulunan Nakúibendi tarikatının
mensupları olarak çerçiler konusu içinde kısaca de÷inilmiúti. Burada ise bu servet
ve sermayenin din-ticaret dolayımı ve tarihsel geliúimi “Siirtliler” üzerinden
açıklanacaktır. Siirtliler, Van ve çevresinde baúlangıçta hafızlık, hocalık medrese
mollalı÷ıyla öbür dünyanın aracılı÷ıyla bu dünyanın aracılı÷ının nasıl iç içe
geçti÷inin en somut örne÷idir. Ayrıca bu örnek dinin sadece geleneksel yapılarda
de÷il, kapitalist pazar iliúkileri içinde artık ürüne el koymanın kapitalist
biçimlerini
anlamak
bakımından
yol
göstericidir. Dinin bütün ortaça÷
toplumlarında servet edinmede serveti elde tutmada baúlıca meúruiyet kayna÷ı
oldu÷u bilinmekle birlikte, kapitalist iliúkiler içinde din-ticaret dolayımıyla tüccartefeci sınıfın kökenlerini ve bu sınıf için dinin kapitalist pazar içinde nasıl iúlev
gördü÷ünü, sınıfsal farklılıkların üstünü nasıl örttü÷ünü anlamak bakımından
önemlidir. Bu konu ayrıca günümüzde cemaatlerin ekonomik ve siyasal gücünün
hangi dinamikler üzerinde temellendi÷ini anlamak açısından somut bir örnektir.
Mürtezikadan çerçilicili÷e oradan büyük tüccarlı÷a bir sermaye birikim
örne÷i olarak Van’da Siirtlilerin, II. Abdulhamit’in tahta çıktı÷ı 1876 yılına kadar
Van’ı gezen Avrupalı seyyah ve co÷rafyacıların Van’ın toplumsal ve ekonomik
yapısıyla ilgili gözlemlerinde bu sınıfın Van’da meskûn oldu÷una dair hiç bir iz
yoktur. Siirtlilerin Van’da görünme tarihleri Abdülhamit’in Pan øslâmcı
politikasıyla neredeyse eú zamanlıdır. Abdülhamit’in Pan-øslâmcı politikasıyla
Do÷u Anadolu’da halifeyle halk arasında din ba÷ının kurulmasıyla din adamı,
medrese ö÷rencileri, hafızlar, imamlar, úeyhler, seyitler, nakipler de ço÷almaya
baúlamıútı.484
1896’da Van’da bulunan Müúir Sadettin Paúa hafızların bütününün ùiirt’ten
geldiklerini bunların baútan aya÷a kadar cehalet çukuru içinde olduklarını,
içlerinde hiçbir sanatkârın olmadı÷ını, akúama kadar a÷ızlarında Kur’an
ceplerinde akçe oldu÷unu yazmaktadır485 Bu tarihte Van’a gelip yerleúen Siirtliler
genellikle Arap kökenli olup Arapça konuútukları için halk arasında ayrıca
bunlara seyitlik ve úeyhlik gibi ünvanlar aracılı÷ıyla kutsiyet izafe edildi÷i için,
484
485
Niyazi Berkes, Türkiye’de Ça÷daúlaúma s. 346
Sami Önal, Sadettin Paúa’nın Anıları, Ermeni Kürt Olayları, Remzi Kitapevi Yayınları,
(1896 Van), s.75
191
Siirtliler bu itibarı ticarete dönüútürerek servet ve sermayelerini ço÷altmıúlardı.
Marx’ın Lutherden aktararak yazdı÷ı gibi
“ Kafirler, zındıklar, tefecinin katmerli bir hırsız ve katil oldu÷unu aklın ıúı÷ı ile
anlayabiliyorlardı. Biz Hıristiyanlar ise bunlara öylesine bir onur veririz ki,
yalnız paraları için onlara düpedüz taparız.486
Bu gerçe÷i hatırlatacak biçimde Ortaça÷da din adamının servet edinmede
kullandı÷ı dinsel ideolojinin ticarette ve servet edinmede nasıl bir iúlev
gördü÷ünün somut örne÷i Siirtliler’ dir. Siirtlilerin ilk kuúa÷ının Van ve
çevresinde bilinen ilk meslekleri hafızlık ve hocalıktır. økinci aúamada bu
çerçili÷e dönüúecektir. Siirtliler ilkel sermaye birikimlerini köy ve kasabalarda at
ya da katır sırtında yapmıú oldukları çerçilikle sa÷lamıúlardır. Çerçicilikte esas
olan para ekonomisinden çok takas ve trampayla köylünün tarımsal ürünlerinin
alınıp yerine mutfak eúyası giyim gibi eúyalarla takasa dayanmaktaydı. Köylüden
ya da göçebe aúiretlerden alınan bu ürünler úehirde satılarak paraya
dönüútürülmekteydi. Bu kuúa÷ın üçüncü sermaye birikim düzeyi ise canlı hayvan,
deri yün ve yapa÷ı ticaretiydi. Bu ticari a÷ üzerinden Siirtliler büyük úehir
tüccarları ve østanbul’da tekstil sanayiyle olan ba÷lantılarında sermayelerini daha
çok büyüteceklerdi. 1931 yılında Altayzade Mehmet Efendi’nin Cumhuriyet Halk
Partisi il kongresi zabıtlarında belirti÷i 1929 Dünya Ekonomik Krizi ortamında
tarım ürünlerinin fiyatlarının hızlı bir úekilde düúmesiyle baúlayan krizde Siirtliler
Van’da köylünün hayvanlarını neredeyse yok pahasına satın alarak spekülatif
kazançlarını ço÷alttıklarından söz ediyordu487
økinci Dünya Savaúı yıllarında savaú ortamının yarattı÷ı ihtikar stok yapan
Siirtliler servet ve sermayelerini bir kez daha katlayacaklardır. Çok partili rejime
geçiú döneminde Van’da Ermenilerden kalan arazi ba÷ ve bahçeleri eline geçiren
yerli eúraf yanında Siirtliler de bu yıllarda hastane ihalesi, askeri iaúe ihalesi gibi
alanlarda servet ve sermayelerini ço÷altacaklardı. Örne÷in bunlardan biri 1947
Hastahane øhalesi askeri tümenin iaúe ihalesinde büyük vurgunlar yaúandı÷ını
486
487
Marx, Kapital I, Cilt s. 566
BCA. Katalog Numarası Cumhuriyet Halk Partisi 490.10.0 /202.80.15 Van Vilayet Kongresi
Zabıtnamesi
192
dönemin mahalli gazetelerinde görmek mümkündür.488 Bu vurgunlara baúka bir
somut örnek olarak økinci Dünya Savaúı koúullarında Ziraat Bankası Van úubesine
gönderilen üç ton úekerin halka perakende olarak satılmayıp iki Siirtli tüccara
satılmasıdır. Bu olay, o günün gazetelerinde dile getirilmiú olup bu tüccarlardan
biri de Demokrat Parti Van il baúkanı idi.489 1950’li yıllara gelindi÷inde Van’da
Karayolları, DSø gibi kamu kurumlarının úube ve bölge temsilcili÷inin
kurulmasıyla birlikte, kırdan kente göç eden emek kısmen de olsa bu kurumlarda
istihdam edilmeye baúlanmıútı. Bu yıllar bütün Türkiye’de oldu÷u gibi Do÷u
Anadolu bölgesinde de kırsal alandan kente göçün yo÷un oldu÷u yıllardı. Kente
göç eden nüfusla birlikte artan tüketim talepleri toptan gıda ticaretinin
geniúlemesine ve büyümesine neden olmuútu. Bu sektörde öncü konumda olan
yine Siirtli tüccar-tefeci sınıftı. Siirtliler bu kez de kent içinde toptan gıda
ticaretine el atarak artan nüfus oranında kârlarını bir kez daha katlayacaklardı.
Siirtliler büyük kentlerdeki burjuvazinin taúradaki acentası temsilcisi
konumuyla yerleúik eúrafı bile geride bırakarak úeyhlik, hocalık ünvanları altında
ticareti birlikte yürütmekteydiler. ùeyhlik ve hocalık ünvanları altında köylü
kitlelerin dinsel duygularını ticarete ve sermayeye tahvil etmede dinsel ideoloji,
kırsal alanda çok önemli bir iúlev görüyordu. Siirtliler 1950’li yıllardan baúlayarak
úehirde toptan gıda dükkânlarını özellikle köy duraklarına yakın yerlerde açmaya
baúlayacaklardı. Tarımsal alanın sömürüsünde aracı sınıf olarak Siirtiler’in ayrıca
Van-Baúkale-Hakkâri üçgeninde sınır kaçakçılı÷ından yurt içine sokulan malların
pazarlanmasında
konumlarıyla,
ve
ülkenin
kaçakçılıktan
batı
kentlerine
elde
edilen
sevk
servetin
edilmesindeki
önemli
bir
aracı
aya÷ını
oluúturmaktaydılar. Siirtlilerin Van’da sanayi büyük çaplı iúletme kurmaları kural
olmamakla birlikte, bu tüccar-tefeci sınıf artık kırın yerel ihtiyaçlarını aúan
miktarlarda mal biriktirmeye ve bunları ihraç etmeye kadar sermayelerini
büyütmüúlerdi. Büyüyen bu sermayeyle birlikte daha yüksek kâr alanı olan
østanbul ve büyük úehirlere göç etmiúler, bu faaliyetlerini bu kentlerde devam
ettirmiúlerdir. 1980 sonrası ekonomide uygulanan liberal politikalarla bu aracı
konumlarını daha da pekiútirmiútir. Aynı yıllarda bölgede köylerin elektiri÷e
kavuúturulmasıyla kırsal alanın sömürüsü tüccar lehine daha büyük boyutlara
488
489
Yeni Yurt Gazetesi, Yıl 1947, sayı 1924, s. 2
Yeni Yurt Gazetesi, Yıl 1948, sayı 1450, s. 2
193
ulaúmıútır. Van’da bugün en büyük servet ve sermaye birikimine sahip olan kent
ve çevresinde ticaretin büyük bir kısmına sahip olan yine Siirtlilerdir. Örne÷in
Van’da yaptı÷ımız araútırmalarda 8 döviz bürosundan altısının imam ve úeyh
çocuklarına ait olmasının yanı sıra, 11 kuyumcu ma÷azasından altısının Siirtlilere
ait olması tesadüf de÷ildir. Siirtlilerin birinci kuúa÷ı sermayeleri belli bir düzeye
ulaúınca artık østanbul’a yerleúmiú, ikinci kuúak Siirtliler bu faaliyetlerini halen
Van’da sürdürmektedirler.
Sonuç olarak halkın saf dini inancını güvenini yıllarca kâra tahvil eden
Van’daki dünkü mutaassıb müteddeyin tüccar-tefeci sınıfın, bugünlerde neoliberal
görünüm içinde siyasete atılmalarına úaúırmamak gerekir. Çünkü para dini
yumuúatan bir iúlev görür. Hatta o kadar çok yumuúatır ki imamlık, úeyhlik
dövizcilik, tefecilik, seyyitlik gibi sıfatları tek kiúide bütünleyecek kadar. Böylece
“din” piyasa dolayımında bir meta haline gelir. Din-Ticaret-Din dolayımına son
günlerin siyasetini de eklersek Din-Ticaret- Siyaset dolayımının son halkası da
tamamlanmıú olur. Bu dolayım içinde bu meslekler aynı zamanda birbirlerinin
hem varlık nedenlerini hem de birbirlerini besleyen süreçleri oluútururlar.
Her ne kadar yukarıda vurgulanan roller arasında farklar olsa da gerçekte
adam aynı adamdır. Bu adam camideyken baúka bir adamdır, tefeciyken baúka.
Çünkü tavırları ve tasavvurları arasında bir çatlak bulunmaktadır. Bu çatla÷ın bir
tarafında feodal üretim iliúkilerinin biçimlendirdi÷i din tarikat ideolojisi dururken
öbür tarafında kapitalizmin tatlı kârı durmaktadır. Bu bölünmüú üretimin
toplumsal kiúilik düzeyinde yansıması ise bölünmüú bir kiúiliktir. Bu bölünmüú
kiúilik ve úizofrenin meúruiyet temelleri artık küresel dünyada post-modernizm
tarafından sa÷lanmaktadır. Baúlangıçta úeyhlik, mollalık, seyitlik gibi dini
sıfatlarla ve zekâtla ilkel sermaye birikimlerini oluúturan bu kutsal metinlerin
yalancı tercümanları, sonrasında saf halkın yıllarca “o haram bu haram” diye diye
beynini ve parasını sömüren, halkın tasarruflarını kendilerine kanalize eden, her
türlü onurunu kapitalist piyasanın de÷iúim de÷eri içinde eriten dövizci-tefeciimam üçlemesi, bu üç mesle÷i piyasanın potasında mükemmel bir úekilde
birleútirmiú ve Türkiye’de artık egemen bir konuma gelmiúlerdir.
194
3.5.6 Cumhuriyet Dönemi Do÷u Anadolu’ da Toplumsal Yapı ve Mülkiyet
øliúkileri
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Do÷u Anadolu’da kırsal toplum kesimlerinin
dıúında kentler genellikle aúiret yapısı dıúındaydılar. Aúiret yapılarının egemen
oldu÷u kesimler daha çok kentlerin dıúındaki kırsal alanlardı. Kırsal alanlarda ise
konar-göçer, yarı-yerleúik ve yerleúik aúiretler yanında hiçbir aúirete mensup
olmayan köyler de vardı.
Cumhuriyetin kuruldu÷u yıllarda köylüler henüz küçük meta üreticisi
konumundan çok uzak bir sosyo-ekonomik yapı içindeydiler. Küçük mülkiyetin
egemen oldu÷u tarımsal alanlarda göreli olarak kırsal toplumsal sınıflar içinde
birbirini dengeleyen bir ekonomik ve toplumsal yapı egemendi490
Küçük mülkiyetin yaygın oldu÷u alanlarda toplumsal yapı içinde yer alan
köylüler geniú toplumla olan iliúkileri hem zayıf hem de sınırlı olan, birbirleri
karúısında güçlü bir özerklik gösteren, toplumsal çevreden çok do÷al çevreye
yakın bir niteli÷e sahip yapılardı.491 Küçük mülkiyetin yaygın oldu÷u kırsal
alanlarda toplumsal de÷iúmenin temel dinami÷i, köyün bulundu÷u co÷rafi konum,
yerleúme yeri, kent merkezlerine yakınlık uzaklık, kentlerle olan iliúkileri ve
ulaúım olanakları pazara açılıú koúulları tarafından belirlenmekteydi.492
Do÷u Anadolu’da küçük toprak mülkiyeti Güneydo÷u’ya göre daha
yaygındı. 1950’li yıllarda tarımsal alanlara traktörün girmesiyle ve artan nüfus
oranı küçük toprak mülkiyetini ortadan kaldırmamıútı. Küçük mülkiyet iliúkilerine
dayalı sosyal yapılar ne tarım proletaryası içinde yer alabilen ne de kolayca
göçebilen büyük bir köylü kitlesi meydana getirmekteydi. 1950’li yıllarda köyden
kente göç etmiú kitle, Türkiye’nin sanayileúme yapısına ve hacmine ba÷lı olarak
sanayinin istihdam edemedi÷i bu iúgücü hizmet sektörü ve marjinal sektörlerde
yeni yaúam alanları bulmuúlardı. Fakat sanayi kırsal alandan kopan artık iú gücünü
çok sınırlı düzeyde istihdam etme hacmine sahipti. Türkiye’de siyasal kültürün ve
yönetim kültürünün etkisiyle kırsal alandan kopan köylü kitle sanayi ve endüstri
490
Tevfik Çavdar, Türkiye’deki Toprak Da÷ılımının øúletme Büyüklükleri Yönünden Yapısı ve
Çözümlenmesi, SBF Yayını s. 21
491
Özer Ozankaya, Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, SBF Yayını, Ankara, 1971. s. 1
492
Stefan Yerasimos, a. g.e, s. 176
195
iliúkileri içinde sınıf bilincini geliútirecek bir yapıdan uzak kalmıú var olan iúçi
sınıfı ise köylülükten çıkamamıútı.493
Do÷u
Anadolu’da
ekonomide
parasal
iliúkilerin
önünü
açacak
sanayileúmenin dönüútürücü koúulları olmadan hukuksal ve ideolojik düzeyde
uygulanan politikalar, geleneksel aúiret cemaat yapısını çözerek, dönüútürmede ve
kökten de÷iúimleri yaratmada yeterli olmamıútı.494
Cumhuriyetin ilk on yılında Do÷u Anadolu’da mülkiyet iliúkilerini politik
düzeyde de÷iútirmeye yönelik giriúimler de büyük ölçüde sonuçsuz kalmıútı.
Cumhuriyet hükümetlerinin ilk yıllarından baúlayarak ekonomide temel
amaçlarından biri, tarım ve köy kalkınması olmuútu. Bu amaçla 1925 yılında aúar
vergisi kaldırılmıútı. Aynı yıllarda Ziraat Bankası sermayesi ve kredileri
artırılmıútı. øtibar-ı Zûrra Birlikleri kurulmuú, sonra 1929 yılında Ziraî
Kooperatifler Kanunu çıkarılmıútı.495
1927 yılında yapılan tarım sayımında
ülkede bulunan 2.500 traktörün neredeyse tamamına yakını Çukurova ve Batı
Anadolu’da yı÷ılmıútı. Do÷u ve Güneydo÷u’da bu yıllarda traktör sayısı sadece 6
ile sınırlıydı496
Kurtuluú savaúı sonrasında tarımda makineleúme politikalarının temel
nedenlerinden biri savaúlarda önemli bir oranda emek kaybı yaúanmıú olmasıydı.
Bu nedenle Türkiye’de bilinenin aksine kıt olan toprak de÷il emekti. Eme÷in
üretkenli÷ini artıracak ziraat makineleri ve âletlerinin artırılması rasyonel bir
tercihti. Bunun için Cumhuriyet ilk yıllarda traktör ve motorlu araç sahiplerini
askerlikten muaf tutarak tarımda makineleúmeyi özendirme yoluna gidilmiúti.497
Bunun yanı sıra Do÷u Anadolu’da kapitalist geliúmenin önündeki co÷rafi
engeller, Do÷u Anadolu’nun yüksek yaylalı fiziki yapısı Güneydo÷uya göre daha
da÷lık bir alan oldu÷u için, hayvancılık ekonominin önemli bölümünü
oluúturmaktaydı. 1940’lı yıllarda østanbul’da tekstil ve deri ticareti yapan
firmaların Do÷u ve Güneydo÷u Anadolu illerinde çıkan mahalli gazetelerde yün
ve yapa÷ı üzerine bolca reklam ve ilanlarının olması, Anadolu demiryolu hattının
Do÷an Avcıo÷lu Türkiye’nin Düzeni II. s. 159
ùevket Pamuk, “Anadolu’da Küçük Köylülük Üzerine Tezler”, Yapıt Toplumsal Araútırmalar
Dergisi, Kasım-Aralık 1985, s. 102-111
495
Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye øktisat Politikası II. s. 67
496
ùevket Raúit Hatipo÷lu. Tarımda Makine Dönüm Dergisi sayı 32 sayfa 23 1943
497
Selim ølkin, ølhan Tekeli “ Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları, Modernleúme Çabaları”
s.s. 83 Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-200) Der. Zafer Toprak , ùevket Pamuk
493
494
196
bölgenin bazı illerine ulaúmasından önce de ulusal pazarla ba÷lantılarının
oluútu÷unu göstermektedir. Do÷u Anadolu’da büyük kentlerin tüccarlarıyla
kurulan bu iliúki, Do÷u Anadolu’nun yapısının feodal üretim biçiminden kapitalist
üretim biçimine geçiú için bir kanıt sayılmamalıdır. Çünkü bu ba÷lantı kapitalist
pazarın oluúumu için yeterli de÷ildir.
Boratav’ın da belirtti÷i gibi yarı meta üretiminin egemen oldu÷u tarımsal
yapıda ücretli iú gücünün ve topraktan kopan köylünün varlı÷ı kapitalist üretim
iliúkilerinin kapsamı ve geniúli÷inin bir göstergesi sayılmaz. Küçük tarım
mülkiyetine dayalı üreticilik tarımda, sermaye, artı-de÷er ve kâr iliúkilerine
girmeden iúçi kullanabilen bir kapitalist ekonomik kategoriye girmez498
Pre-Kapitalist toplumlarda bile geçimini kâr ve kârlı ticaretle sa÷layanlar
her zaman bulunabilir. Fakat kapitalist olmayan üretimin mantı÷ı, yalnızca çok
geliúmiú aracı tüccar sınıflar bile olsa, iúin içine kâr peúinde koúan tüccarlar girse
bile bu mantık de÷iúmez. Piyasalar arasında ticaret ya da arbitraj499 yoluyla elde
edilen kârın kendi amaçları için bir anlamı vardır. Bunlar ne üretimin dönüúümüne
ba÷lıdır ne de rekabet zorunlulukları dayatan tümleúik piyasa tarzının geliúimini
teúvik eder500 Üretim biçimlerinin ve dolayısıyla ona iliúkin üretim iliúkilerinin iç
içe geçmiú olması geliúmenin belli baúlı evreleri arasındaki e÷ilim ve iliúkileri
tarihsel ve mantıksal ayrımları yapmaya engel de÷ildir. Tarım kesiminde
verimlilik, topra÷ın aúırı eúitsiz da÷ılımının da etkisiyle çok düúük düzeyde
kalmıútı. Fakat verim düúüklü÷ünü açıklayan bu durum, topra÷ın eúitsiz
da÷ılımından çok, topra÷a sahip olmanın biçimiyle de yakından ilgiliydi. Topra÷ı
tasarruf etmenin biçimi ço÷unlukla kapitalist de÷il, pre-kapitalist nitelik taúıyordu.
Her ne kadar topra÷ın büyük bölümü aúiret a÷alarının mülkiyetinde olsa da küçük
toprak mülkiyetinin de en az onlar kadar belirleyici oldu÷u gerçe÷ini unutmamak
gerekir. Özellikle Do÷u Anadolu’da Ermeniler’den kalan toprakların çoklu÷u göz
önünde alındı÷ında kıt olan toprak de÷il emekti. Pre-kapitalist üretim iliúkilerinin
egemen oldu÷u bir üretim biçiminde ürünün dıú pazarlara açılma olana÷ı yoktu.
Bu nedenle üretilen ürün büyük ölçüde bulundu÷u mahalde tüketiliyordu. Do÷u
498
Korkut Boratav, Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm,s. 40
Arbitraj, döviz piyasaları arasındaki farktan ya da ülkeler arasındaki faiz oranındaki
farklardan yararlanmak üzere, faizlerin kısa vadeli ve hızlı hareketlerini ifaden eden bir
terimdir.
500
Ellen Meikins Wood, Kapitalizmin Kökeni s. 87
499
197
Anadolu’da topraktaki iúletme biçimlerine bakıldı÷ında ise egemen iúletme biçimi
yarıcılıktı. A÷aların topraklarında çalıúan topraksız köylü toprak sahibine ait
topra÷ı hayvan gücüne dayanarak ekip biçiyordu. Bu ço÷unlukla gübre makine
gibi verimi artıracak teknoloji ise ilkel düzeydeydi. Ortakçı-köylüler elde ettikleri
ürünün yarısından dörtte üçüne kadar bölümünü toprak a÷asına bırakmak
zorundaydı. 501
Boratav’ın Türk tarımında feodal ve yarı-feodal iliúkilerin mi, kapitalist iliúkilerin
mi, yoksa küçük meta üretiminin mi egemen oldu÷u yönündeki soruya verdi÷i
yanıt da Türkiye’de toprakta küçük mülkiyet örüntülerinin belirleyici oldu÷unu
teyit eder yöndedir.502 Nitekim Boratav Türk tarımındaki ticarileúme, metalaúma,
kapitalistleúme ve toplumsal farklılaúmanın büyük toprak mülkiyeti ile paralel
gitmedi÷ini belirterek, tarımdaki küçük meta üretiminin Türk tarımına
yerleúti÷ini, bunun hızla tasfiye olamayaca÷ını ve dolayısıyla uzun bir süre davam
edece÷ini belirtir.503
Türkiye’deki büyük toprak sahipli÷inin ve küçük köylü mülkiyetine ba÷lı
üreticili÷in 1950’lere kadar dünya ekonomisindeki geniúlemelere
ve daralma
döngülerine göre inip çıktı÷ın savunan Keyder, 1950’lerde küçük köylü
mülkiyetinin Türk tarımına yerleúti÷ini vurgulayarak Boratav’ın ileri sürdü÷ü
tezlere parelel bir olarak küçük köylü mülkiyetinin halen kural oldu÷unu
belirtiyordu.504 Yukarıda belirtilen bu görüúler do÷rultusunda Do÷u Anadolu’da
her ne kadar büyük toprak mülkiyetinin kural oldu÷u kabul edilse de bunun
yanında küçük toprak mülkiyetinin hiç de azımsanamayacak düzeyde feodal
toprak a÷alarının yanı baúında yer aldı÷ını görüyoruz. Do÷u Anadolu’nun bu
yönüyle Güneydo÷u’da büyük toprak mülkiyeti bakımından küçük mülkiyet
örüntülerine daha çok yaklaútı÷ını ikinci bölümde belirtmiútik.
Do÷u Anadolu’da aúiret a÷alarının hiyerarúisinin toprak mülkiyeti
bakımından üstünlü÷üne ra÷men küçük mülkiyetin varlı÷ını sürdürmesi, teorik
501
502
Fikret Baúkaya, Paradigmanın øflası, s. 124
Akúit Bahaddin, “Kırsal Dönüúüm ve Köy Araútırmaları 1960–1980”, 11.Tez Kitap Dizisi
s.11-27, sayı 7, Kasım,1987
503
Korkut Boratav, “Türkiye’de Tarımın 1960’lardaki Yapısı ile ølgili Bazı Gözlemler” SBF
Dergisi Cilt C. 27 s. 47–63
504
Ça÷lar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, s. 134
198
olarak makineleúme sürecinin çok yavaú oldu÷unu gösterir. Örne÷in Türkiye’de
traktör sayısının altmıú beú bine yükseldi÷i yıllarda Van’da 1963 yılında traktör
sayısı sadece 11 dir.505 Ancak 1960’ lı yılların sonunda Do÷u Anadolu’da traktör
sayısı ve tarımda makineleúme oranı artacaktı. Bu artıúla birlikte büyük toprak
mülkiyetine sahip olan aúiret reisi ve ailesi, traktörün tarıma girmesiyle birlikte
artık-ürünün ço÷almasıyla pazarla iliúkiye girme konusunda di÷er toplumsal
sınıflardan daha elveriúli bir konum elde ederek sanayi bitkileri tarımına
geçecekti.506 A÷aların sanayi bitkileri tarımına geçmesi, taúra bürokrasisi ile yakın
iliúki kurmalarını sa÷layacaktı. A÷alar bu iliúkiler sayesinde banka kredilerini
kullanarak tüccarlaúma ve eúraflaúma e÷ilimine girmiúlerdi. Bu e÷ilim aynı
zamanda kültürel ve toplumsal dönüúümü de sa÷layacaktı. Bu dönüúüm toplumsal
ve sınıfsal farklılaúmanın bir sonucu olarak egemen sınıfın kültürel ve ideolojik
kalıpların içinde kendini yeniden tanımlamayı getirecekti. Nitekim Müúir Sabri
Paúa’nın Do÷u Anadolu’ da bazı Kürt aúiret reislerinin aúiret yaúamını bırakıp
ticarete baúlayan birçok a÷a ve efradının úehre yerleútikten sonra köylülere “Kürt”
demeye baúladıklarını gözlemledi÷ini yazıyordu.507 Buradan anlaúıldı÷ı gibi
Kürtlük vurgusu bölgedeki toplumsal sınıflar arasında daha alt sınıfları temsil
etme anlamını da taúıyordu. Kentleúme ve pazarla olan iliúki aynı zamanda etnik
ve kültürel bir dönüúümü de sa÷lamaktadır. Bu dönüúümün temel nedeni devletin
etnik ideolojik siyasal ve kültürel projelerinden farklı olarak kentleúme ve piyasa
koúullarının dinamiklerinden de kaynaklanmaktaydı. Ulus devlet içinde ekonomik
ve toplumsal bütünleúmeyi sa÷layan pazarla eklemleúme ve modernleúme
süreçlerinin kendili÷inden dönüútürme süreçleri göz ardı edilerek, Kürt sorununu
devletin etnik bir projesi ya da asimilâsyon projesi olarak de÷erlendiren
yaklaúımlar, genellikle kapitalist toplumda pazarın de÷iútirici ve dönüútürücü
rolünü görmezden gelmektedirler. Devletin ideolojik aygıtları olarak okulların
Kürtleri asimile etti÷i savının ise bir temeli yoktur. Okul bütün ulus devletlerde
kuraldır. Üstelik Kürt milliyetçili÷ini savunan ve okulları ya da programları
Kürtleri asimile eden kemalist aygıtlar olarak kodlayan bu tür görüú sahipleri bile,
505
Köy Envanter Etüdleri Van s. 3
Selim ølkin ølhan Tekeli. “Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları” Türkiye’de Tarımsal
Yapılar (1923–200) Der: ùevket Pamuk, Zafer Toprak Tarih Vakfı Yurt Yayınları s. 19-37
507
Süleyman Sabri Paúa Van Tarihi ve Kürtler Hakkında Tetetbualar Haz: Gamze Gayeo÷lu,
Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü Yayınları Ankara 1982 s.81
506
199
Kemalizm’in ve Cumhuriyetin okulları içinde aydınlanmalarını sa÷ladıklarını
unutmuú görünüyorlar. Nitekim 1940’lı yıllarda baúlayan ve sayısı 21’e ulaúan
Köy Enstitüleri hiçbir ayrım yapılmadan ülkenin bütün bölgelerine eúit sayıda
da÷ıtılmıútır. Do÷u ve Güneydo÷u’da 5 adet Köy Enstitüsü açılmıútı. Bunlardan
1940’ta açılan Kars Cılavuz Köy Enstitüsü, yine aynı yıl Malatya Akçada÷,
Diyarbakır Dicle, Erzurum Pulur, Van Arnis Köy Enstitüleriydi.
Sonuç olarak Do÷u Anadolu’da geleneksel yapı ve kurumların sosyoekonomik evrimi ve dıú pazarlara açılması, kapitalist sömürü çerçevesine giren
süreçlerdir. Kapitalist süreç içinde Türkiye bazı ham maddeleri ihraç eden,
geliúmiú kapitalist ülkelerden üretilen malları ithal edip tüketen ve bu ürünlerin
pazar yeri olan bir ülke idi. Bunun yanı sıra geliúmiú kapitalist ülkelere ucuz
iúgücü sa÷layan, aynı zamanda emperyalizmin çıkarlarına karúı geliúecek
toplumsal muhalefeti engelleyecek a÷alık úeyhlik ve din ba÷lamında örgütlenmiú
yapıların her koúulda yeniden üretilmelerine olanak tanıyan uygulamalara sahipti.
Emperyalist çıkarlar açısından hem politik hem de diplomatik stratejiler bu feodal
yapılar üzerinden kurulmuútu. Buna karúın bölgeyi ekonomik ve siyasal olarak
bütünleútirecek ve bu bütünleúme dolayımıyla feodal örgütlenmeleri tasfiye
edecek sanayileúme hamlesinin gücü bölgeye kadar ulaúamamıútı. Bu nedenle
bölgede sanayi iliúkileri içinde bireyi üretecek “tabiiyet” yurttaúlık iliúkileri, aúiret
ve cemaat örgütlerinin iliúkilerinin yerini alamamıútır.
3.6 Kent Siyaset ve Van’ın Sekene-i Asliyesi
Feodal iliúkilerin egemen oldu÷u toplumlarda servet kendi için bir amaç
olmaktan çok kendi üstünde baúka amaçlara hizmet içindir. Servet sürekli biçimde
de÷er yaratan bir faaliyet olarak de÷il daha çok tüketim508 gösteriú boyutuna
yöneliktir. Bu gösteriú ve tüketim boyutu feodal toplumun hiyerarúik yapısı içinde
baúkalarını belli bir davranıúa yöneltmenin ve onlara egemen olmanın ve üstünlük
508
Marx, feodalizmin tüketim yönlü bir üretim biçimi oldu÷unu úu sözlerle açıklar; “Hegel’in
haklı olarak dedi÷i gibi, feodal soylulu÷un, lideri elinde avucunda ne varsa tüketmekten
ibaret “ alıúılagelmiú yaúam tarzı oldu÷unu belirtir Bkz.Karl Marx. F. Engels Kapitaliz
Öncesi Üretim Biçimleri.154-155
200
bilincinin temel aracı olarak iúlev görür. Servetin bu amaca yönelik olarak iúlev
görmesi, servet sahibini kültürel olarak kapitalizmin “iú adamı”ndan farklı kılar.
Bu olgunun ortaya çıkıú koúulları ise çok yönlüdür. Örne÷in bir defalık úansla
rantiye vurgun adamı, kaçakçı, servet sahibi olarak ortaya çıkabilir. Kapitalist
iliúkilerle feodal iliúkilerin iç içe bulundu÷u bir toplumsal formasyonda, batılı
anlamda kapitalist bir iúadamını bu kültürün oluúturması güçtür.
Bugün
Van’da
siyasetin
ana
eksenini
bu
sınıflar
oluúturmaktadır.
Kapitalizmle feodalizmin iç içe geçti÷i bu yapının iú adamı tipolojisi, dinle
tefecili÷i, úeyhlikle ticareti mükemmel bir biçimde mecz eden, öbür dünyanın
avansını bu dünyada servete/sermayeye dönüútüren bir sınıf olarak kendini
göstermektedir. Kırsal alandaki feodalizmin kaba gücüyle kapitalist iliúkiler
içinde edinilen ekonomik güç birleúince ortaya çıkan iktidar kategorisi artık
önünde hiçbir engel tanımayan egemen bir güce dönüúmüútür. Bu gücü bölgenin
önemli kentlerinden biri olan Van özelinde çözümlemeye çalıúaca÷ız. Van
örne÷ini seçmemizin temel nedeni, Van’ın hem kapitalizmin tüccar-tefeci sınıfı
bakımından, hem de feodal iliúkiler bakımından aúiret, cemaat, tarikat yapılarının
iç içe geçti÷i çoklu bir üretim biçiminin toplumsal iliúkilerini ve bu iliúkilerin
birbirlerini dönüútürme düzeylerini yansıtması bakımından âdeta laboratuar
konumunda bir kent olmasıdır. Osmanlının geleneksel sınıf yapısı içinde 1915’e
kadar Van’da kentli orta sınıf, imparatorlu÷un birçok yerinde oldu÷u gibi
gayrimüslim azınlıklardan oluúmaktaydı. Nüfusun geri kalanı, bu sınıfın yanında
askeri ve sivil bürokraside yer alan Türk nüfus ve bunların altında kırsal alanda
geniú yı÷ınları oluúturan Kürtlerden oluúmaktaydı. 1915 Tehciriyle Ermenilerden
boúalan alan Anadolu’nun di÷er kentlerinde oldu÷u gibi Van’da
“yerli”
Müslüman kesimin gayrimenkullerini ve servetlerini artırmalarına fırsat
sa÷lamıútı. Van Gölü’nün güneyinde pek çok köyün nüfusu, Kafkasya ve øran’dan
göç etmiú aúiret topluluklarıyla yenilenmiúti. Van’ın savaú öncesi nüfusu çok
sayıda Ermeni, Keldani ve Nasturilerden oluúuyordu. I. Dünya Savaúı’nda, bu
nüfus tehcir edildi, bir kısmı ülkenin batı bölgelerine göç ettiler. Van’a
yerleútirilen göçebe aúiretlerin ço÷u yerleúik tarım ve ba÷ bahçe kültüründen
201
yoksun oldukları için Ermeniler’den kalan ba÷cılık ve meyvecili÷e yönelik alanlar
da tarla ya da otlak haline getirildi509
Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında Van ekonomik açıdan fazla geliúme
sa÷layamamıú ancak 1945 yılından itibaren demir yolu ve daha sonra 1950
yıllarında kara yollarının yapılmasıyla ülkenin di÷er bölgelerine ba÷lanmasıyla
birlikte göreli olarak kırsal kapitalist iliúkilere açık hale gelmiúti. Do÷u
Anadolu’da sınırlarda bulunan kentler, Osmanlı döneminden baúlayarak özellikle
savaúın ilk eúi÷ini oluúturan garnizon kentleri olarak daha çok savaú ekonomisinin
gereklerine göre örgütlenmiú kentlerdi. ømparatorluk döneminde kentlerin varlık
nedenlerini oluúturan bu durum Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar bu
özelliklerini devam ettirmiútir. Cumhuriyet döneminde bölgede eúrafın ilk servet
ve sermaye birikimlerinin kayna÷ı askeri iaúe ihaleleriydi. Örne÷in Van’da
Yörükzadeler ve Altayzadeler diye anılan eúraf sınıfının ilk servet ve sermaye
birikiminin askeri iaúe ihalelerinden elde ettiklerini görüyoruz.510 Bu ailelerin
di÷er bir özelli÷i hem imparatorluk döneminde hem de Cumhuriyet döneminde
askeri bürokrasi içinde yer alan kentli yerleúik ailelerdi. Buradaki kent kavramı
tarihsel bir kategori olarak Avrupa’da geliúen kent kavramından elbette farklıdır.
Antik dönemde cite (site) olarak bilinen kentlerin ortaya çıkıúı kutsal bir mabet
etrafında oluúan toplumsal örgütlenmeler biçiminde geliúen kentlerdi. Ortaça÷da
ise kentleri ortaya çıkaran ticaret burjuvazisidir. Kuzey øtalya’nın Venedik,
Cenova, Floransa gibi kentleri 15. yüzyılda kapitalizmin geliúmesine koúut olarak
ortaya çıkmıúlardı.511 Genel olarak Do÷u’da özel olarak da Do÷u Anadolu’da
böyle bir sınıfa nüve teúkil edecek yerli bir kategori oluúmamıútı. Ancak 19.
yüzyılın ikinci yarısından baúlayarak Anadolu’nun birçok kentinde oldu÷u gibi
küçük burjuva sınıf kategorisine girecek topluluk Ermenilerdi. Hatta birçok
Anadolu kentinden daha büyük olmak üzere øran-Van-Trabzon hattında ticareti
organize eden o günün ölçülerinde uluslar arası ticaret olarak da rahatlıkla
tanımlanacak etkinliklere egemen kesim yine Ermeni cemaatiydi. Son yıllarda
tehcir ile ilgili yayınlanan anılarda Van’da yaúamıú birçok Ermeni Trabzon ve
509
Martin Van Buriness. A÷a ùeyh Devlet, s.256
510
Van Gazetesi. 1942. sayı 354 s. 3
Henri Pirene Ortaça÷ Kentleri, Çev: ùadan Karadeniz, øletiúim Yayınları østanbul 1991 s.
105
511
202
Van’da ticarethaneleri bulunan büyük servet sahibi Ermeniler oldu÷unu
görüyoruz.512 Tehcirden sonra Van’da Ermenilerin yerine Kuzey Kafkasyadan ve
øran’dan gelen göçebe Kürt ve Türk aúiretleri yerleútirilerek kentin yaúamı
canlandırılmaya çalıúılmıútı. øran ve Kafkasya üzerinden gelen göçebe aúiretlerin
Ermenilerden boúaltılan köylere yerleútirilmesinin bir nedeni de stratejik bir
amaçtan kaynaklanmaktaydı. Birinci Dünya Savaúı sonrası 1919 Paris
Konferansında gündeme gelen Ermeni sorunu daha sonra 1920 Sevr anlaúmasıyla
Van’ın Ermenilere bırakılaca÷ı kararlaútırılınca Wilson Prensiplerine göre kurulan
komisyonlara karúı Van’da yaúayan egemen nüfusun Müslümanlar oldu÷unu
göstermek için bu aúiretlerin Van’a yerleúmelerine izin verilmiúti Bu aúiretler
daha çok Ermenilerden boúalan merkez köylere yerleútirilmiú. ørandan gelen
Küresin Azeri aúireti de Van merkeze yerleútirilmiúti. Bugün Van ve çevresinde
nüfus olarak büyük bir ço÷unlu÷a sahip olan Brukan aúireti, 1954 yılından
baúlayarak kent içi kaynakların da÷ılımında siyasal ve bürokratik araçları
kullanmada di÷er aúiretlerden daha etkin bir konumda olmuútur. Aúiret yapılarının
çözülmesinde kentleúme, e÷itim, kırdan kente göç gibi faktörler belirleyicidir.
Ancak toplumsal ve sınıfsal farklılaúmayı yapısal olarak üretecek sanayileúmeden
ba÷ımsız olarak aúiret yapılarında meydana gelen bu çözülmeler sadece bu
yapıların organik bütünlü÷ünün çözülmesiyle sınırlı kalmaktadır. Aslında bu
dönüúüm feodal üretim biçiminin toplumsal iliúkilerinden tamamen bir kopuú
de÷il, aynı iliúkiyi modern formlar içinde yeniden üreten bir durumdur. Aúiret
cemaat iliúkilerini yapısal olarak tasfiye edecek bir dönüúüm gerçekleúmedi÷i
sürece aúiret ve cemaat yapıları içinde kentlilik ve yurttaúlık kavramları
geleneksel zihniyetin egemen oldu÷u grupları yaúam ve kavram dünyalarında
kolaylıkla yer etmez. Aúiret ve cemaat kültürünün dıúında kent düzleminde
Van’da bugün birkaç yerleúik ailenin dıúında zanaat ve meslek anlamında üç
kuúak geriye sayacak nüfus çok azdır.
Van’daki mezarlıklarda yaptı÷ım incelemede eski yerleúim yeri olan Van
úehrinde kale semtindeki Galip Paúa ve amcasına ait mezar taúının dıúında
1840’tan önce yazılı tek bir mezar taúına rastlanmamıútır. Yazı gelene÷i olmayan
kırsal bir formasyon içinde biçimlenmiú, úifai ümmi kültürün üzerine kentlilik
512
Verjine Svazlian, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Çev, Emine Demir Belge
Yayınları østanbul 2005 s. 56.
203
gelene÷inin yerleúmesi ve kurumsallaúması da güçtür. Savaú sonrası Van’a dönen
nüfusla birlikte Van’ın kent nüfusu 1921’de üç bindir.
513
Savaú öncesi kent
nüfusu ile savaú sonrası nüfusu karúılaútırılırsa o yıllarda Van tam bir ölü kent
görünümündedir Savaú koúulları içinde oluúan otorite boúlu÷undan da
yararlanarak Ermenilerden kalan arazi ve mülkleri iúgal etmede o yıllarda “hak”
kavramından çok “zapt” kelimesinin geçerli oldu÷u yıllardır. Kent içindeki ve
kırsal kesimdeki Ermenilerden kalan metruk ve mevkuf topraklara Rousseau’nun
do÷al düzenindeki gibi bir toprak parçasına kazı÷ı önce kim çaktıysa topra÷ın
onun sayıldı÷ı yıllardır. Hatta bu süreç 1960’lı yıllara kadar devam etmiútir. Bu
yıllara kadar genel olarak Do÷u Anadolu’nun kadastrosu yapılamamıútır. Örne÷in
Van’da tapusuz, hazine kayıtlarına bile geçmeyen arazilerin oldu÷unu gösteren
birçok kanıt vardır. 1960’lı yıllarda kadastro ve toprak tevzii komisyonunun
çalıúmalarında keúif heyetine verilen ifadelerde “bu topra÷ı babam zapt etti,
dedem zapt etti” yollu açıklamalar servetin kökeni ve kayna÷ını göstermesi
bakımından önemlidir.514
Ortaça÷da aristokrat sınıfın Venedikli tüccarlar için söyledi÷i “ekin bilmez
ba÷ bozmaz”515 deyimine benzer nitelemeler bugün Van’da yerleúik halkın diline
yerleúmiú deyimlerdir. Bu sözler aúiretlere yönelik olarak dillendirilmektedir.
Van örne÷inden hareketle úu saptamalar yapabiliriz. Birinci saptama olarak;
siyasal kavrayıú ve siyasal kültür büyük kısmı itibarîyle cemaat ve aúiret
kültürünü tam olarak aúamamıútır. Kent düzlemindeki siyasetin 1980’lere kadar
genel seçimlerde aúiretler kırsal düzeyde belirleyici bir etkiye sahipken 1980
sonrası aúiret ve cemaat yapısı içindeki siyasal tavır kentin yerel yönetimini de
artık belirler duruma gelmiútir. Kent düzleminde siyasal kavrayıúın ça÷daú
karúılı÷ı yoktur. Çünkü kentte siyasetin temel kurucu ö÷eleri aúiret ve cemaat
kavrayıúı içinde belirlenmektedir. Biçimsel olarak ve söylem olarak her ne kadar
modern söylemin sözlü÷ü kullanılsa bile yapısal olarak bu siyaset biçimi aúiret ve
cemaat kültürü içinde biçimlenmektedir. Modern siyasal kültürün temel kurucu
ö÷eleri olan siyasal partiler ve onların dayandı÷ı sınıfsal ayrımların farkında olan
513
Van øl Yıllı÷ı, Van vilayet yayınları, 1963 s. 35
Bölgede Uzun Yıllar Asliye Hukuk hakimli÷i yapmıú Emekli bir hakim, yaptı÷ım görüúmede
kent içinde ve köylerde keúif komisyonlarına verilen ifadelerin hep bu yönde oldu÷unu
belirtmiútir.
515
Fernanda Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm, cilt III s. 467
514
204
bir sınıf bilinci geliúmemiútir. Siyasal düzlemde bireyi üretecek, her defasında onu
yaúatacak ve bir bilinç kodu haline getirecek örgütlenme kültürünün aúiret ve
cemaat yapıları dıúında onlara alternatif olacak demokratik kurumların ve bu
kurumları oluúturacak demokratik iklimin oluúmasına izin verilmemiútir. Bunun
iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi;
II. Abdülhamit döneminden
baúlayarak Hamidiye Alayları ve Pan-øslam politikasının araçları olarak aúiret
tarikat ve cemaatlerin Ermeni milliyetçili÷ine karúı himaye edilmesi politikasıdır.
Aynı politikayı daha sonra øttihat ve Terakki Partisi de II. Meúrutiyet’in ilanından
sonra takip edecekti. Bu politikanın Cumhuriyet dönemindeki uzantısı ise, 1930
A÷rı
øsyanından
sonra
Do÷u
Anadolu’da
Kürt
milliyetçili÷inin
ivme
kazanmasıyla, bunlara karúı geliútirilen 1934 øskân Kanunu’nun uygulamalarından
sonuç alamayınca devletin denge unsuru olarak aúiret ve tarikatları desteklemese
bile bunların geliúmesine göz yummasıdır. Bu tarihten sonra da devletin do÷udaki
yüzü batıdaki laik yüzünden farklı olmuútur. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara
gelmesiyle birlikte aúiret ve cemaatler bölgede ekonomik ve siyasal nüfuzlarını
artırmıúlardı. Bu tarihten sonra ne feodal üretim iliúkilerini çözecek sanayileúme
ne de geleneksel yapıyı ideolojik düzeyde dönüútürecek e÷itim kurumları,
toplumsal yapıyı de÷iútirecek düzeyde bölgeye taúınmamamıútı. Kentin ekonomik
ve toplumsal de÷iúim süreci 1950’den sonra kırsal alandan kente göçle
hızlanmıútır. Ülkenin her bölgesinde oldu÷u gibi bu dönem Van’a daha çok
merkez köylerden göçler kesintisiz devam etmiútir. Bu dönem Türkiye’de
traktörlerin köylere yo÷un olarak girdi÷i yıllar olmasına karúın Van’daki göçün
temel nedeni, tarımdaki makineleúme olgusundan ba÷ımsız olarak kentte kamu
kurumlarının açılması idi. Kent merkezinde kırdan kopmuú eme÷i kısmen de olsa
bu kurumlar istihdam etmekteydi. 1963 Köy Envanter Etütlerinin verilerine göre
Van’da traktör sayısı sadece 11 dir. Beú yüze yakın köyü bulunan Van’da bu
sayının göç olgusunu açıklamak için yeterli bir sayı olmadı÷ı açıktır. Öte yandan
toplumsal ve siyasal düzeydeki farklılaúmanın sonucu olarak Türkiye’de 1960’lı
yılların ikinci yarısında geliúen ve güçlenen sol siyaset Kürt sorununu da gündeme
taúıyıp bu konuda çözüm önerileri geliútirmiúti. Bu süreç 12 Mart 1971
Muhtırasıyla øúçi Partisi kapatılarak kesintiye u÷ratılacaktı. 1970’lerden sonra
tekrar güçlenen sol siyasal hareketler bu kez 12 Eylül askeri cuntası ile Türkiye’de
205
siyasal bedenin sol tarafına indirdi÷i darbeyle siyasal bedenin sol tarafını
tamamen felc ederek Türk-øslâm Sentezi projesiyle toplumsal iktidarın sa÷ tarafını
güçlendiren aúiret tarikat cemaat yapıları üzerinde kuracaktı. Türk-øslâm sentezi
projesinin en somut örneklerinden birisi de 1982’de Van’da açılan üniversitedir.
Bu üniversitenin özellikle bu tarihte kurulması düúündürücüdür. Türk-øslâm
sentezi ideolojisinin temel araçlarından birisi olarak Van’da üniversite kanunla
de÷il Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kurulmuú, üniversitenin kurucu akademik
kadrosu Türk-øslâm sentezci ideolojinin Do÷u Anadolu’da önemli merkezlerinden
biri olan Erzurum kadrolarıyla oluúturulmuútu. Bu tarihten sonra da Van’da
üniversite komonüter ve kolonyal zihniyete sahip cemaatlerin hem bu
dünyalıklarını hem de öbür dünyalıklarını idame ettikleri bir iaúe kapısı haline
gelmiútir. Sonuç olarak feodalizmin yaúam kalıpları ve tasavvurlarıyla kurulmuú
teçhiz edilmiú bir zihniyeti yalnızca ideolojik mekanizmalarla dönüútürmek
güçtür. Bunun yanında bunları çözmeye yönelik kurulan ideolojik üst yapı
kurumlarının kendi toplumsal tiplerini ve sınıflarını üretemedi÷i ya da zayıf
kaldı÷ı koúullarda, bu aygıtların eski üretim iliúkilerinin egemenli÷i altına
girmesiyle sonuçlanmaktadır.
3.7. Do÷u Anadolu’da Siyasal Kültür, Zihniyet ve Aidiyet øliúkileri
Do÷u Anadolu’da siyasal kültürün dinamikleri çoklu üretim biçimlerinin iç
içe geçmiú yapısıyla paralellik gösterir. Farklı üretim güçleri üzerinde temellenen
toplumsal iliúkiler içinde bulunan bireyin siyasal davranıú ve kavrayıúı, üretim
biçiminin ideolojik çerçevesi içinde oluúur. Bu biçimlenme siyasal kültür ve
siyasal sistemin içerdi÷i öznelerin siyasal kurum ve kiúileri temsil eden simgelere
karúı yönelimini oluúturan, baúlıca zihniyeti içerir516 Zihniyet kavramı ise özünde
psikolojik bir kavramdır. Kavram daha çok Durkheim’ın collective representation
516
Cemil Oktay, Siyaset Bilimi øncelemeleri, s. 150
206
ortak temsiller terimiyle karúılanmıútır. Bu kavram Lucien Levy Bruhl tarafından
1927 yılında La Mentalite Primitiv çalıúmasıyla Afrikadaki kabile yapılarının
incelemesinde geliútirilmiútir.517 Zihniyet kavramı daha sonrada Annales okulunun
temsilcileri March Bloch ve Lucien Febvre tarafından yapılan çalıúmalarla
toplumsal tarih kuramı içinde merkezi bir yer tutmuútur. Aúiret, cemaat iliúkileri
içindeki bireylerin iktidar iliúkilerine iliúkin idrak biçimleri aynı zamanda bu
kiúilerin zihniyetini oluúturur. Zihniyet olgusu toplumun-toplulu÷un örgütlenme
iliúkisinin türevi olarak ortaya çıkar.518
Do÷u Anadolu’da kırsal toplumsal
örgütlenmenin temel biçimi olan cemaat ve aúiret yapılarının siyasal kültür ve
siyasal davranıúlarının temelinde soyut düzeyde bir iktidar de÷il somut kiúiler,
úeyhler ve aúiret reisleri dolayımıyla oluúan bir siyasal kültür egemendir.
Kapitalistleúme süreci bu yapıların ekonomik temellerini büyük ölçüde tasfiyeye
u÷ratmıúsa da ideolojik olarak bu zihniyet büyük ölçüde varlı÷ını sürdürmektedir.
Bu çalıúmanın kuramsal bölümünde de vurguladı÷ımız gibi birden çok üretim
biçiminin ve toplumsal iliúkilerinin iç içe geçti÷i Do÷u Anadolu’da üretim
biçimleri arasındaki bu kararsızlı÷ın ve dengesizli÷in kültürel-kiúilik ba÷lamında
üretti÷i zihniyetin egemen niteli÷i, ikili bir yapıya sahip ahlakla birlikte buyurgan,
monolitik, hiyerarúik davranıúlar olarak kendini gösterir. Bu egemen zihniyet,
egemen sınıf zihniyetidir. Egemen sınıf psikolojisine karúı aúiret, cemaat
mensuplarının siyasal kavrayıú ve davranıú biçimleri özü itibarîyle edilgen ve muti
(itaatçı) bir eúi÷i aúamaz.519 Bu egemen siyasal kültürün baúında “söyentiler” ve
“inanıúlar” gelir. Olayların ve olguların arkasında kurucu rasyonel ö÷eler aramak
yerine dinsel ya da sihirsel algılama biçimi ön plândadır. Aúiret, cemaat yapılarına
iliúkin siyasal kültürün di÷er bir özelli÷i genel kural ve yasalara de÷il her úeyin
kiúilerin iktidarından kaynaklandı÷ına, bu kiúilerin özellikle cemaat içinde
ola÷anüstü tılsımlarına ve karizmalarına olan inançtır. Bu inanç yalnızca úeyhlerin
ola÷anüstü güçlerinin varlı÷ına de÷il, aynı zamanda aúiret reislerinin gücüne de
iliúkindir. Bu inancın davranıú tezahürü ise, úeyh olarak kabul edilen kimseye
hayranlık, ondaki güçten korkma, emirlerine körü körüne itaat úeklindedir. Bu
itaat ve iman duygusu cemaatin dogmalarını hiçbir koúulda tartıúma konusu
517
Peter Burke, Tarih ve Toplumsal Kuram, Çev. Mete Tunçay, østanbul, 1994, s. 89
Do÷an Ergun, Türk Birey Kuramına Giriú, s. 124
519
Hikmet Kıvılcımlı, Yol II. Biblotek Yayınları østanbul s. 368
518
207
yapmamakla birlikte, bu dogmaları yayma istenci olarak da ortaya çıkar. Aúiret
reisine ya da úeyhin karizmasına ya da prestijine sihirli bir güç gözüyle
bakılmaktadır. Wright Mills’in tanımıyla prestij gerçekte, bir kiúinin bir eserin ya
da bir fikrin düúünceler üzerinde egemenlik kurmasıdır. Bu egemenlik düúünsel
eleútiri yeteneklerini felce u÷ratarak eleútirel düúüncenin yerine toplumsal
hayranlık ve saygıyı ikame eder.
520
Cemaat iliúkileri içinde edilgen bireylerin
di÷er davranıú kodları, eleútirilere karúı düúmanlık, akıl yürütme güçsüzlü÷ü,
duyguların aúırı yo÷unlu÷u, toleranssızlık gibi özelliklerdir.521 Cemaat liderleri ya
da úeyhler kendisine Tanrı vergisi bir kutsal yetene÷i ve gücü yı÷ınlara ima edip
inandırarak kendi toplumsal ve ekonomik iktidarlarını meúrulaútırırlar. Egemen
sınıfın her söylemine inanmaya meyyal cemaat ve aúiret mensupları kendi
duyarlılıklarına ve duygularına hitap etmeyen yapısal ve mantıksal olguları o
düzeyde inkâra da daha meyyaldir.522 Aúiret ve cemaat yapıları içinde bulunan
kiúilerin siyasal kültür bakımından kavrayıú eúi÷i sınırlıdır. Cemaatçi yerel siyasi
kültürde birey, her úeyden önce kendisinin içinde do÷du÷u ve en yakınındaki
çevreyle ve o çevrenin de÷erleriyle özdeúleúmiútir. Aidiyet iliúkisi kısa mesafeli
ve yerel düzeydedir. Aúiret ve cemaatten büyük siyasal yapıların varlı÷ı siyasal
bilinç olarak kavram dünyalarında yer etmemiútir. Bu yapıların farkında olsalar
bile bu gerçe÷e karúı kayıtsız bir tutum içinde bulunurlar.523 Aúiret yapısı içinde
her úey ilkel kalmaya mahkûmdur. Çünkü kandaúlı÷a ve kutsallı÷a dayalı bu güç
odakları kendi sınıfsal ve ekonomik çıkarlarını sarsacak de÷iúimlere karúı çıkmak
bu sınıfların varlık koúuludur. Bu nedenle aúiret kültü bir iktidar iliúkisidir. Bugün
Ortado÷u halklarının en temel sorunları bu yapılardan ve bu yapıları yeniden
üreten cemaatci dinsel mezhepsel ideolojiden kaynaklanmaktadır. Bu yapıyı
koruma adına aúiret kültünü çözecek mekanizmalar, okul, e÷itim, sanayi iliúkileri
geliúmedi ya da bu çabaların çok partili dönemde sekteye u÷ratılması ile birlikte
Do÷u Anadolu’da bu iliúkiler tam olarak tasfiye edilemedi. Aúiret yapılarının
zayıflamasında ola÷anüstü koúulların bir katkısı- olmakla birlikte bölgenin farklı
520
Wright Mills, øktidar Seçkinleri, Çev: Ünsal Oskay Bilgi Yayınları s.37
Gaston Bouthol, Zihniyetler, Çev. Selmin Evrim, østanbul Ed. Fak. Yayınları , 1975 s. 56
522
Hikmet Kıvılcımlı, a.g.e, s. 354
523
Cemil Oktay, Siyaset Bilimi øncelemeleri, Alfa Yayınları, 2005 østanbul, s. 218
Egemenlik iliúkisi bir baúkasının iradesinin mülk edinilmesini öngörür. Bu da egemen
sınıfların mülkiyetinin bir sonucudur. Bkz. Karl Marx, F.Engels. Kapitalizm Öncesi Ekonomi
Biçimleri s. 93
521
208
toplumsal ve tarihsel koúulları farklı türden cemaatçi bir milliyetçili÷e evrildi.
Çok
partili
siyasal
sistemle
birlikte
bölgede
insanların
bir
partiyi
desteklemelerinde ya da oy verme davranıúlarında aúiret a÷alarının belirleyici
rolü, günümüzde zayıflamakla birlikte devam etmektedir. Bölgedeki siyasal
aktörlere karúı siyasal kültür ve siyasal davranıú biçimi, aúiret refleksleri içinde
biçimlenmektedir. Bu davranıúların içinde bireysel tavır ya yoktur ya da çok zayıf
düzeydedir. Feodal ve komonüter yapıların kıskacı arasına sıkıúmıú bir toplumsal
formasyonda, yurttaúlık bilinci, kentlilik bilinci geliúmemiútir. ønsanlar kendilerini
aúiretleri, ya da cemaatleri üzerinden bir kimlikle tanımlıyorlarsa, orada bireyden,
yurttaúlık ve kentlilik bilincinden teorik olarak söz etmek güçtür. Bir insanda hem
aúiret bilincinin, hem yurttaúlık bilincinin bir arada olması mümkün mü? ønsanlar
kendi kimliklerini, tabiyet iliúkisini, bir aúiret kimli÷i ya da zihniyeti içinde ifade
ediyorlarsa, bu, yurttaúlık ve kentlilik bilincinin geliúmedi÷ini gösterir. Buradan
da Cumhuriyet’in bu alanlarda kendi tipini üretemedi÷i ya da cumhuriyetin
ülkenin her bölgesinde aynı yaúta olmadı÷ını teorik olarak çıkarsamak
mümkündür.
Feodal iliúkilerin geçerli oldu÷u bir ortamda, cumhuriyetin,
demokrasinin de÷erleri ve kurumları geliúemez. Bu kurumlar Do÷u Anodulu’nun
pek çok kesiminde biçimsel olarak var olmuú, içerik olarak oluúmamıútır.
Feodal iliúkiler içinde insanların kavrayıú biçimi, bu düzende sadece a÷alarla
sınırlandırılmayacak kadar toplumun dokusuna içkin bir zihniyetin sadece
görünen yüzüdür. Feodal iliúkiler toplumsal yapının derin katmanlarından
baúlayarak,
gündelik
yaúama,
kurumlara,
iliúkilere,
tavırlara,
bakıúlara,
ekonomiye, çıkarlara kadar insanların varoluúunu belirlemeye halen devam
etmektedir. Bunu bir somut örnekle açmaya çalıúırsak; Do÷u Anadolu’da aúiret
mensubu insanların kendi köylüsünü “bir koyun veya tavuk için öldürmesi”
sadece cehaletle açıklanamaz. Burada cehaletin ötesinde bir iktidar iliúkisinden
söz edebiliriz. Bu olgu ile, daha çok yarı feodal düzende, hayvan ve tarla için
insan öldürmekle amaçladı÷ı úey, aslında egemen gücün kendi iktidarını her
defasında üretmenin ve pekiútirmenin çevreye ve di÷er rakiplerine ya da kan
davalı oldu÷u düúmanlarına verdi÷i mesajdır.
209
3.8. Cumhuriyetin Kırsal Alanı Dönüútürme Giriúimleri ve Halkçılık
Halkçılık düúüncesinin kökenlerini ikinci Meúrutiyet dönemi öncesine
kadar geri götürmek mümkündür. Jön Türker’in Avrupa’da sürgünde bulundukları
yıllarda Avrupa’nın özgürlük ve eúitlik kavramlarından etkilenmelerinin yanı sıra,
“halkçılık” kavramı da øttihat ve Terakki’nin kadrolarının siyasal düúüncelerinde
yer alan önemli kavramlardan biri haline gelmiúti. Halkçılık düúüncesinin
Türkiye’ye giriúi Rus Narodnik hareketinin yankıları ile ilgilidir.
økinci
Meúrutiyet’te ortaya çıkan bu fikir, bazı tarihçilere göre; Rusya’dan gelen bir
takım Türkler ve aynı fikir hareketinin etkisi altında bulunan Bulgar aydınları ve
Ermeni Hınçak hareketi yoluyla Türkiye’ye girmiútir.524 øttihat ve Terakki’nin
iktidarı ele geçirdikten sonra uygulamaya koydu÷u halkçılık politikası, iktidarda
bulundu÷u 1908–1918 yılları arasında kök saldı. Halkçılık politikasıyla øttihat ve
Terakki, yöneten-yönetilen ayrımını geniú toplumsal yı÷ınlar nezdinde kaldırmayı
amaçlamaktaydı. Bu politikanın en önemli özelli÷i de geniú köylü kitlelerine
ulaúmayı amaçlamasıydı. Halkçılık kavramı II. Meúrutiyet’ten baúlayarak çeúitli
anlamları kapsayan bir içerikle kullanılmıútır. Çok uluslu imparatorluk yapısından
ulus ideolojisi temelinde yaratılmaya çalıúılan bir toplumun tanımlanmasında
kullanılan di÷er kavramlarda oldu÷u gibi halkçılık kavramı da, dönemin
kararsızlı÷ını ve belirsizli÷ini taúımaktaydı. Bu nedenle “halkçılık” kavramı
zaman zaman “millet” yerine de kullanılacaktı. Kimine göre halk ile millet eú
anlamlıdır. Feodal toprak a÷aları da dahil herkes halk sayılmaktaydı.525 Bu
tanımın dıúında kalan sadece aydın sınıfıydı. øktidar fiilen büyük toprak
mülkiyetine sahip a÷a ve eúraf sınıfının elinde olsa bile onlar için “halkçı”
nitelemesi kullanılmaktaydı. Siyasal planda kalan “biçimsel bir demokrasi”
anlayıúından öteye gitmeyen bu görüúün yanı sıra ulus-devletin “halkçılık”
anlayıúını koorperatist bir çerçevede tanımlayan Ziya Gökalp’a göre halkçılık,
sınıflar arası gerilimleri ve çeliúkileri reddeder. Herkese fırsat eúitli÷i sa÷layan
sosyal adaleti gerçekleútirmeye yönelen bir harekettir.526 Kurtuluú Savaúı
yıllarında ise halkçılık, meclis içinde revaçta olan bir görüútü. Aydın, eúraf, asker
524
Niyazi Berkes, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, Yön Yayınları, Ankara, 1965, s.
94
525
Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası s. ømge Yayınevi 49
526
Ziya Gökalp, Türkçülü÷ün Esasları, s. 42
210
bileúiminden oluúan ilk mecliste “Halkçlılık Beyannamesi” hazırlanmıútı.
Beyannamenin özelli÷i antikapitalist antiemperyalist vurguya sahip olmasıydı.527
Ancak bu beyannamede köylünün a÷alık ve aúiretlik gibi feodal yapılara olan
ba÷ımlılık
iliúkisini
ortadan
kaldırmaya
yönelik
bir
irade
beyanı
bulunmamaktaydı. Beyannameyi oyları ile kabul eden eúraf, a÷a milletvekilleri
kendilerini halk olarak görmekteydiler. Bu durum liberal siyasal teoride oldu÷u
gibi, nasıl ki burjuvazi açık bir úekilde halktan ayrı tutulmamıú vatandaú adı
altında herkesi yasa önünde eúit sayarak kendi sınıfsal çıkarlarını ve konumlarını
mistifiye etmede halk kavramı yerine vatandaú kavramını formüle edip,
görünmez kılmıúsa, aynı úekilde øttihat ve Terakki, sınıf çıkarlarının ve
çeliúkilerinin varlı÷ını kabul etmemiútir.
Bu anlayıú daha sonra
güçlü
dayanıúmacı düúünce akımı olarak ba÷ımsızlık savaúı içinde devam ederek, daha
sonra Cumhuriyet dönemindeki “halkçılık” düúüncesinin biçimlenmesinde etkili
olmuútu.528
Ziya Gökalp, 1923’te yayınladı÷ı ve önemli etkiler yaratan Türkçülü÷ün
Esasları’nda
Türkiye’nin
sınıfsal
yapısında
farklılaúmaların
henüz
belirginleúmedi÷ini, sınıflar arasında ileride do÷acak úiddetli çatıúmaların, iktisâdi
siyasî yapının meslekî temsil ilkesine göre düzenlenmesiyle önlenebilece÷ini
belirtiyordu. 529
1924 Anayasası’nın hazırlanıúında korporatif devlet anlayıúı etkili olmamıúsa
da, sınıfsal çıkar çatıúmalarının yadsınması, 1924 yılından sonra daha da güçlendi.
Atatürk’ün 1931 yılında formüle etti÷i toplum tanımı, 1935 yılında parti
programına alındı. Cumhuriyet dönemindeki siyasal rejim kapitalist mülkiyet
düzenini büyük bir titizlikle korumuú olmakla birlikte, Atatürk baúından beri
devletin iktisâdi yaúama yo÷un bir úekilde müdahale etmesinin gereklili÷ini
anlamıútı. Anadolu’daki toplumsal yapıların tarih içindeki devamlılı÷ıyla birlikte,
regulative (düzenleyici) iktisat politikası anlayıúı, daha do÷rusu bir düzenleyici
devlet anlayıúı solidarist (dayanıúmacı) halkçı toplum düzeni ve hükümet
527
Do÷an Avcıo÷lu, Türkiye’nin Düzeni Cilt I. s. 358
Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin øktisâdi Tarihi (1923–1950), Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 2002, østanbul, s. 144
529
Ziya Gökalp, A.g.e, s. 45
528
211
politikası görüúleriyle birlikte, Halk Partisi’nin resmi ideolojisinin önemli
ö÷elerini oluúturdu.530
1932’de uygulanmaya baúlayan ekonomideki devletçi politikaların yükü
savaúlardan sonra bir kez daha köylü sınıfa yüklendi. Rejimin kendisini
dayandıracak toplumsal temeli, henüz asker ve sivil bürokrasi dıúında bir burjuva
sınıfı ulus ve demokrasi çerçevesi içinde bunları sahiplenme, gibi bir güdü mevcut
de÷ildi. Her ne kadar savaú koúulları içinde gayrimüslim komprador burjuva
yerine yaratılmaya çalıúılan yerli burjuva sınıfı, yabancı sermaye ile iliúkilerini bu
kez kaldı÷ı yerden devam ettirecekti. Bu koúullar altında Cumhuriyet’in öncü
kadrosu yeni kurulan rejimin uzun vadede sadece asker ve sivil bürokrasiyle
yürütülemeyece÷inin farkındaydı. Yakup Kadri, Cumhuriyet’in ilk on yılında
rejimin baúına bir tehlike gelecek diye bazı geceler yatamadıklarını yazıyordu.531
Bu endiúelerden dolayı Cumhuriyet’in öncü kadrosu 1930-1932 yılında halk
odaları ve halk evlerin açarak halkla yeni kurulan rejim arasında bir köprü
kurmayı amaçlamıútı. Bu dönemde “ halk” kavramı daha önce II. Meúrutiyet
döneminde kullanıldı÷ı biçimiyle köylüye ulaúmanın temel ideolojik aracı olarak
halkın
aydınlatılması,
kırsal
kesimde
modern
de÷er
ve
kurumların
benimsetilmesini temsil ediyordu. “Halk” kavramı koorparatist bir anlayıúla ele
alınıp daha çok sınıf mücadelesini önlemek için kullanılmaktaydı. Nitekim
Atatürk halk tanımını yaparken úöyle diyordu;
“Bizim halkımız menfaatleriyle bir birinden ayrılan sınıflar halinde de÷il, tam
tersi varlıklarının ve çalıúmalarının toplamı birbirine gerekli olan sınıflardan
ibarettir”532
Toplumsal sınıflar hukuksal ve siyasal olarak kabul edilmese bile, toplumsal
düzeyde bu sınıfların varlı÷ı ve sınıf mücadelelerinin süreklili÷i burjuva
demokratik devrimini henüz gerçekleútirmiú bir toplumda da olsa varlı÷ını
hissettirir. Ancak burjuva demokratik devrimlerinin bir özelli÷i de Fransız
Devrimi’nde oldu÷u gibi “birlik” ve “bütünlük” e vurgu yapmalarıdır. Bu birlik ve
bütünlük kavramı feodalizmin parçalı yapısına bir tepki olarak ortaya çıkmıú
olmakla birlikte Fransız Devrimi’nde burjuvazinin kendi meúruiyetini sa÷lamanın
530
Yahya Sezai Tezel a.g.e. s.143
Yakup Kadri, Politika’da Kırkbeú Yıl, s. 76
532
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II. s. 12
531
212
da önemli araçlarından biri olmuútur. Fransa’da 18. yüzyılda hukukçular ve siyasi
düúünürler arasında halk kavramına “birlik” ve “ bütünlük” çü olarak ilk kez 1791
Fransız Kurucu Meclisi olan Konvansiyonda kabul edilip uygulamaya
konulmasında rastlanmaktadır.533 Fransız Devrimi’nde aristokratlar ve ruhban
sınıfı dıúında kalan Tiers Etat’yı teorik olarak tek sınıf olarak görmek o dönemde
burjuvazinin çıkarlarına uygun düúen bir tanımlamaydı. Yasal olarak halk sınıfları
bölünmemiú gibi görünse bile siyasal egemenli÷i o dönemde “millete” vererek
siyasal iktidarın burjuvazi tarafından meúruiyet temelini üretmeye yönelik bir
amacı içermekteydi.
Aynı úekilde Türkiye’de 1930’lu yıllarda yeni kurulan rejimin öncü kadrosu
“halk” kavramını halkın yoklu÷unda kurma ve bu ilke aracılı÷ıyla “halkı” yaratıp
yeni kurulan rejimin meúruiyet dayanaklarını ve toplumsal tabanını kırsal alanlara
do÷ru geniúletmeyi amaçlamıútı. Burjuva demokratik devrimlerinde halk
kavramının birlik ve bütünlü÷ü sa÷lamaya yönelik bir içerikle vurgulanması
Fransız Devrimi’nde oldu÷u gibi Türkiye’de de aynı siyasal seyri takip etmiútir.
Nitekim øttihat ve Terakki’nin ilk isminin “øttihat” (birlik) olması Fransız
devriminin birlik ve bütünlükçü siyasal gelene÷inden kaynaklanmıútı. Bunun yanı
sıra Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruldu÷u ilk yıllarda halkçılık ilkesinin
korporatist anlamda kullanılmasının nedeni, burjuva ve aydınlanma devrimlerinin
hem meúrutiyetini sa÷lamak hem de devrimleri halka benimsetmekti.
Ancak
Fransız Devrimi’nin gerçekleúti÷i dönemde yoksul halk, kendini ezen aristokrat
sınıfın ortadan kaldırılması ve hem özgürlük hem de yasa önünde eúitlik
sa÷layabilmek için burjuvazinin aristokrasi sınıfına karúı mücadelesine fiili olarak
katılmıútı. Buna karúın Türkiye’deki a÷a ve eúraf sınıfı,
Kurtuluú Savaúı’na
verdi÷i ittifaktan kaynaklanan gücü nedeniyle, bu süreçten köylü ve halk
üzerindeki egemenli÷ini daha da pekiútirerek çıkmıútı. Halkçılı÷ın Do÷u
Anodolu’yu ilgilendiren yönü ise Halkevleri dolayısıyladır. Yeni kurulan ulus
devletin ideolojisini benimsetme iúlevini Halkevleri yerine getirecekti. Do÷u
Anadolu’da Cumuhuriyet henüz okullarını yaygınlaútıramadı÷ı bir dönemde bu
iúlevi Halkevleri ve Halkodaları eliyle gerçekleútirmeyi amaçlamıútı. Halkevleri
533
Murat Sarıca, Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú, Yayınlanmamıú Doçentlik Tezi. s.
94
213
ve Halkodaları ile yetiúkin kesimin e÷itimi amaçlanmıútı. Bununla, Do÷u
Anadolu’da Türk kültürü ve Türkçe ö÷reniminin yaygınlaútırılması ve
kullanılması ve benimsetilmesi hedeflenmiúti.534 Halkodaları ve Halkevleri CHP
yönetimine ba÷lı bir çalıúma programı içerisinde olup, kuruldukları her yerde
toplumun úekillenmesinde bir araç görevi görmüúlerdir. Bu kurumların görevi
ulus ideolojisi ekseninde toplumu biçimlendirmekti. 1945
yılına kadar ülkenin
kırsalıyla ilgili manzara, sekiz yüz bin kilometre kareye yakın bir alana yayılmıú
kırk bin köy ve bunların otuz yedi bininde okul bulunmaması idi.535
Cumhuriyet’in kuruluúundan itibaren ulusal bir politika olarak benimsenen e÷itim
ve kültür iúlerine, Cumhuriyet’in ve devrimlerin toplumsal yapının derinlerine
nüfuz etmesi için stratejik bir önem verilmiúti. II. Dünya Savaúının sıkıntılı
yıllarına ra÷men 1940 yılına kadar 141 Halk odası ile 6 Halkevi açılmıútı. 1940’lı
yıllarda 17 milyonluk Türkiye nüfusunun 13 milyonunu barındıran köylerdeki
halkın okutulamadı÷ı gerçe÷inden hareketle Köy Enstitülerinin açılmasına yönelik
yasa da bu dönemde çıkarılmıútı.536 Halk evleri okuma yazma, beceri vb kursların
yanı sıra halk e÷itiminde önemli oldu÷u düúünülen sinema filmleri gösterilmesi
gibi faaliyetlerde de bulunuyordu. Ülkenin Batı’ daki kentler dıúında bölgenin
sadece kırsal alanlarında de÷il, kentlerinde bile ilk okul sayısı üçü dördü
geçmiyordu. 1930’lu yıllar aynı zamanda yeni rejimin kendi ilkelerini ve yönünü
uzun vadeli olarak belirleyecek projelerin yaúama geçirilmeye çalıúıldı÷ı yıllardı.
Bu dönemde Do÷u Anadolu’da devletin ekonomik ve toplumsal politikalarının
özünü belirleyen temel endiúe etnik bir strateji üzerinde temellenmiú oldu÷unu
daha önce 1934 øskan Kanunu’nun uygulamasında belirtmiútik.
Bu yıllarda
Cumhuriyet döneminde “Köycülük” akımının öncüsü de sayılan Nusret Köymen,
Do÷u Anadolu’da Halkevlerinin “ Türklü÷e gidilecek yolda bellenecek ödevleri
ö÷reten yüksek bir mabet” olarak halk evlerinin etnik dönüúümde üstlenece÷i rolü
534
Türk Ocakları 1931 yılında elinde bulunan bütün varlı÷ını Cumhuriyet Halk Partisi’ne bırakıp
kendini fesh edince 19 ùubat 1932 tarihinde Halkevleri açılmıútır. Daha sonra CHP Beúinci
Kurultayı nizamnamesinde kabul etti÷i bir de÷iúiklikle, Haklevleri gibi partinin birer kültür
kurumu olmak üzere Halkodaları açılmasını kabul etmiútir. Böylece 1939 yılında Halkevleri
gibi aynı iúlevi gören ve daha küçük yerleúim birimleri olan köylerde Halkodaları açılmıútır.
Bkz. Kemal Ünal, “Halkodaları”, Ülkü, XIV/79 (Eylül) 1939),s. 14 “Cumhuriyet 21’nci
Yasına Baserken Halkevleri ve Halkodaları”, Ulus, 29 Ekim 1934
535
Selahattin Batu, “Halkevlerimiz ve Haçlılı÷ımız”, Ulus, 25 ùubat 1945
536
Milli E÷itim Bakanı Hasan Ali Yücel’in Meclis’teki konuúması için bkz. Ayın Tarihi, s. 7
Nisan 1940 s. 44.46
214
vurguluyordu.537 II. Umum Müfettiúli÷e gönderilen bir belgede Halkevleri ve
Halk odalarının çalıúma programlarının ilkeleri úu úekilde belirtilmekteydi; Irk
olarak Türk olan mıntıkanın da÷ köyleri hakkında, kent ve kasabalarla iliúkisi az
olan bölgelerde ana dilleri unutup Türkçeden baúka dil ile konuúanların aslen Türk
oldukları köylerine gidilerek ve muhtarları zaman zaman merkeze ça÷ırıp
anlatmak ve Türk diliyle konuúmalarının tavsiye ve temin edilmesi. Her ay en az
iki kez uygun köylere gidilerek köylülerin anlayabilece÷i biçimde ve tarihi
delilere dayanılarak dillerinin Türkçe ve kendilerinin Türk olduklarına
inandırmak538 Halk evlerinin dil alanında yürüttü÷ü faaliyetlerde Kürtçe diye bir
dilin olmadı÷ı, kullanılan dilin “Da÷ Türkçesi” oldu÷unu kanıtlamaya yönelik
çalıúmanın gerekti÷i vurgulanmaktadır. Türk olmayan unsurların Halkevi yolu ile
“ısındırılması” çalıúmalarına önem verilmesi istenilmekteydi.539 Halkevlerinin
Do÷u Anadolu’da etnik bir projenin gerçekleútirilmesi için yürüttü÷ü bu
faaliyetleri yine de abartmamak gerekti÷ini düúünüyoruz. Çünkü bölgede
Halkevleri sadece bu amaç için kurulmuú de÷ildi. Okuma yazma kurslarından
köydeki
kızlara
yönelik
e÷itimlere
kadar
bir
dizi
faaliyetlerce
gerçekleútirmiúlerdir. økinci Dünya Savaúı’nın hazırlık yılları olan bu dönemde tek
partinin genel tutum ve tavırlarında bu türden faúizan ve totaliter e÷ilimler
görülmektedir. Fakat bu totaliter e÷ilimleri bütün döneme teúmil etmemek
gerekti÷ini belirtmeliyiz. 1932 yılına kadar ülkenin kırsal kesimlerine ve köylüye
devletin ulaútı÷ı tek araç olması bakımından Halkevleri, önemli faaliyetlerce
gerçekleútirmiúlerdi. Halkevleri okul ça÷ı dıúında kalan yetiúkinlere okuma yazma
ö÷retilmesinin yanısıra sinema, tiyatro gibi sanatsal faaliyetlerde ve halk
kültürünün geliútirilmesi için faaliyetlerde bulunmuúlardı. Çok partili siyasal
yaúama geçilmesi ile birlikte Halkevleri ve Halkodalarının yapısı tartıúılmaya
baúlanmıú 1953’te DP tarafından kapatılarak köylü ile devlet arasındaki iliúkiyi
sa÷layan araçlar ortadan kaldırılmıú, bu iliúki geleneksel olarak yine aúiret ve
cemaat liderlerine bırakılmıútı.
537
Nusret Kemal, “ Köy Seferberli÷ine Do÷ru”, Ülkü I. 5 Haziran 1933,s. 355-356
BCA. 490.01.733.2.1/16 Haziran 1942
539
BCA. 490.01 837. 306.2/12 Mayıs 1934
538
215
3.9. Demokrat Parti ve Do÷u Anadolu
økinci Dünya savaúından sonra Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısı
pre-kapitalist iliúikler ile ticaret sermayesinin yan yana bulundu÷u bir yapı
içindeydi. Modern anlamda bir sanayi burjuvazisi geliúmemiúti. Ekonomik
yaúamda bankalar, ticaret burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ittifakı egemendi540.
Bu dönemdeki sınıflar arasında görünen çatıúmalar uzlaúmaz sınıf çatıúmalarından
uzaktı. Buna karúın yoksul sınıflar ise Türkiye’de kapitalizmin geliúmesine koúut
olarak nicelik ve nitelik olarak zayıf bir iúçi sınıfı ve onun yanında bulunan yoksul
köylü kitlelerden oluúmaktaydı. DP økinci Dünya Savaúı’nın toplumsal yapının alt
sınıflarına yükledi÷i savaúın maliyetlerinin iyice a÷ırlaútı÷ı koúullarda kuruldu.
Savaú koúullarının yükü altında iyice ezilen yoksul köylü ve iúçi kesimi Demokrat
Parti’yi iktidara taúıyan baúlıca gücü oluúturdular. Demokrat Parti ve yöneticileri
sınıfsal olarak egemen sınıflara dayanmakteadırlar. ødeolojik olarak, yaúam biçimi
olarak DP’nin yöneticileri yaúam kalıpları ve tercihleri bakımından modern lâik
yaúam biçimini benimsemelerine ra÷men, politik olarak alt sınıfların dini
duygularını kullanmaktan çekinmediler. Nadir Nadi CHP ile DP’nin yöneticileri
arasındaki ideolojik ve sınıfsal benzerlikten hareketle CHP’ye bir numaralı halk
partisi, DP’ye de iki numaralı halk partisi diyordu.541 Toplumun geniú bir kesimi
itibariyle Cumhuriyet ve devrimlerinin halk katmanlarına nüfuz etmemesi bunun
yanı sıra devletçi iktisat politikalarının maliyetinin büyük ölçüde köylü yı÷ınlar
üzerinden ekonomik artı÷ın transferiyle gerçekleútirilmesi geniú halk yı÷ınlarının
tepkisine neden oldu. Türkiye’de özel koúulların bir sonucu olarak uygulanan
ekonomideki devletçi politikalar aslında yine kapitalist geliúme stratejilerinin bir
parçasıydı. Devletçi politikaların uygulamalarından yine özel sermaye sahipleri ve
tüccar sermayeci sınıf kazançlı çıkacaktı. Özel sermaye bu dönemde kamu
harcamaları ve ihaleleriyle daha da geliúecektir. Bu gruplar görünürde devletçi
ekonomi politikalarını eleútirseler de, bu eleútiri daha çok, devletten kendi
çıkarları lehine taviz koparmak endiúesinden kaynaklanmaktaydı. Çünkü
Türkiye’nin 1930’lu yıllardan sonra kapitalist sermaye birikiminin temel
kayna÷ını ekonomide uygulanan bu devletçi politikalar oluúturmaktaydı.
540
541
Taner Timur, Çok Partili Hayata Geçiú øletiúim Yayınları østanbul s.76
Nadir, Nadi, “Zaaf mı-Kuvvet mi?”, 4, Ocak 1948 Cumhuriyet Gazetesi, 3 sayı 8400
216
Türkiye’de ekonomik gücü elinde tutan sınıfların ekonomik ve ideolojik
egemenli÷inde bulunan iktidardaki devrimci kadroyu, jandarma ve tahsildar
zulmü ile tanıyan yoksul kitleler, CHP’ye tepki olarak a÷a-eúraf ittifakını
oluúturarak DP’nin yanında yer alacaklardı.542 Çok partili parlamenter
demokrasiye geçilmesi, CHP’nin iktidardan seçim yoluyla uzaklaútırılması,
otoriter siyasal bir rejimden popülist bir siyasal rejime geçiúle sonuçlandı543. 1950
seçimlerinde DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Do÷u ve Güneydo÷u’da toprak
a÷aları ve úeyhler ekonomik ve siyasal nüfuzlarını güçlendirdiler. Kitlelere genel
oy hakkı verilmesi bölgede egemen olan yerel güç odaklarının ve aúiretlerin
siyasal partiler için oy deposu haline gelmesini sa÷ladı.544 Çok partili rejimde
güçlerini artıran aúiret reisleri, kendi çıkarlarına göre her iki parti içinde de yer
almaya baúladılar. Aúiret reislerinin CHP ve DP arasında parti de÷iútirmeleri
partiler arasında oy dalgalanmaları yaratsa da, aúiretin kendi iç siyasal gücünde en
ufak bir de÷iúiklik yaratmamaktaydı. Bu nedenle 1950 yılından baúlayarak Do÷u
ve Güneydo÷u Anadolu bölgesinde CHP ve DP’nin kadrolarında sınıfsal
bakımdan bir farklılı÷ın oldu÷unu söylemek güçtür. 1930 A÷rı isyanından sonra
Kürt milliyetçili÷ine karúı hükümetin bölgedeki feodal a÷a ve aúiret reisleriyle
kurmuú oldu÷u ittifakla, bölgedeki a÷a ve aúiret reisleri büyük ölçüde 1950
seçimlerinde CHP’nin yanında yer aldılar. Örne÷in; CHP 1950 seçimlerinde
Hakkâri’de oyların % 95’ini alırken, Van, Bingöl, Muú’ta oyları %60 ın
üzerindeydi.545
DP’nin Do÷u Anadolu’daki yerel düzeydeki temsilcileri olan eúraf, büyük bir
kısmı itibarîyle siyasal yaúamda yeni boy göstermiú halkla olan ba÷ları henüz
sınıfsal bir ayrım çizgisinden kopmamıú kiúilerden oluúmaktaydı.546 Ülkenin
batısında ise DP’nin toplumsal tabanını oluúturan sınıf, büyük kentlerde savaú
yılları ile zenginleúen tüccar ve eúraf sınıflardı. Bu sınıf, CHP döneminde büyük
servetler kazanmıú büyük úehir burjuvazisinin taúrada temsilcisi olarak DP’yi
desteklemiúti. DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte köylü yı÷ınlar ve kentteki eúraf
sınıfı arasındaki ba÷ sınıfsal olarak farklılaúmaya baúladı. Farklılaúmakla birlikte,
Do÷an Avcıo÷lu, “Bir Sosyalist Stratejinin Esasları” Yön. 14. Ekim, 1966 s. 12
Korkut Boratav, Türkiye øktisat Tarihi, Gerçek Yayınları, 1994, s. 143
544
øsmail Beúikçi, Do÷u Mitinglerinin Analizi, 1967, Erzurum s. 57
545
1950 Seçim østatistikleri, Türkiye østatistik Enstitüsü Yayınları s.21
546
Turan Güneú, DP øktidarı, Yön, 1966 s. 34
542
543
217
bu iliúki ideolojik olarak daha da güçlenmiúti. Çok partili siyasal rejime geçiúle
birlikte eúraf ve a÷a sınıfı geniú köylü ve halk kitlesiyle parlamento arasında
egemen güç haline geldi. Eúraf ve a÷a sınıfının tutucu ittifakı Do÷u Anadolu’da
büyük toprak mülkiyetinin ortakçı köylüleri ile küçük toprak sahiplerine göreli de
olsa güvenlik sa÷lama gibi bir temele dayanmaktaydı. DP döneminde eúraf ve
aúiret reislerine ba÷ımlı köylüler sayesinde bölgesel planda bu güçler ekonomik
ve siyasal olarak egemen pozisyonlarını daha da pekiútirdiler. Popülist bir
demokrasi anlayıúla köylü ve aúiret mensuplarının oyunu almaya yönelik kurulan
politikalar ve geliútirilen söylemler sadece politik bir özgürlük de÷il, aynı
zamanda geçmiúin feodal kalıntılarının tasfiye edilmesini geciktiren, hatta onları
yeniden üreten bir iúlev gördü. Demokrasinin di÷er kurum ve kuralları gerek
ideolojik gerekse ekonomik düzeyde geliúmedi÷i bir formasyonda genel oy ilkesi,
tek baúına demokrasiyi açıklamada gerekli ve yeterli bir koúul olarak kitlelere
benimsetilmeye çalıúıldı. Nitekim Duverger feodal sınıfların egemen oldu÷u
toplumlarda batılı politik kurumların tutucu sınıfları güçlendirdi÷ini, modern
politik biçimler altında eski feodal rejimlerin
iúlemekte devam etti÷ini, bu biçimlerin eski feodal düzeni tasfiye etmekten çok
demokratik yöntemlerin bu yapıları maskeleyerek ömürlerini uzattı÷ını belirtir.547
Duverger’in bu yaklaúımı daha sonra Türkiye’de DP ile ilgili yapılan çalıúmalarda
belirleyici etki yapacaktır. Demokrat Parti döneminde Do÷u Anadolu’da Tek Parti
dönemine oranla zora dayalı politikaların göreli olarak esnetilmesine karúın, DP,
aúiret a÷aları ve úeyhleri kendi safına çekerek bölgeyi denetleme politikası güttü.
Bölgedeki a÷a ve úeyh grupları parti aracılı÷ıyla tüccar sınıfıyla ittifaklarını
ekonomik ve siyasal temelde güçlendirdiler. Bölgedeki aúiret ve úeyh aileleri
toplumsal ve siyasal güçlerine dayanarak mahalli oyları kontrol ederek yerel ve
ulusal düzeydeki kaynakların kontrolünde ve da÷ılımında ayrıcalık sa÷layarak
hem merkezi hükümet hem de yerel halka karúı konumlarını daha da sa÷lam hale
getirdi.548 DP öncesi Tek Parti’nin köylerle kentler arasındaki kültür ayrımını
kaldırma yolunda yetersiz olmasına karúın yine de e÷itim konusunda kararlılı÷ı,
dikkate de÷er çabaları belirtilmesi gereken önemdedir. Bölgedeki toplumsal
yapıyı e÷itim yoluyla de÷iútirmeye yönelik bu çabalar, büyük ölçüde DP
547
548
Duverger, Siyasi Partiler, s. 240
Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, s. 341
218
döneminde duraklatıldı. DP e÷itimde oldu÷u gibi birçok siyasal örgütleri baskı
altına aldı ve kapatma giriúiminde bulundu. Komünizmi ezme çabaları altında
köyleri kalkındırma çabalarına son vererek yerine din odaklarının nüfuzunu
artıracak giriúimlerde bulundu, tarikatlar göz yumularak imam hatiplerin sayıları
artırıldı. 1944 yılında her köye bir ilkokul açılmasını öngören plânın
uygulamasına son verildi.549
Örne÷in 1960 yıllarında Do÷u Anadolu’daki Bingöl, Bitlis, Muú, Tunceli,
Van illeri köylerinin beúte ikisinde okul bulunmamaktaydı. Bu illerdeki
okuryazarlık oranı isi %10,3 düzeyinde kalmıútı. Bu oran Cumhuriyetin
kuruldu÷u ilk yıllardaki ülke ortalamasının üzerine çıkamamıútı.550 Köylerdeki bu
e÷itim düzeyinin düúüklü÷ü aynı zamanda tarımda makineleúme çabalarının
etkisini de azaltan bir etkendi. DP döneminde Amerikan Marshall planıyla
köylerdeki tarımı geliútirmek için uygulanan makineleúme politikasından en çok
yararlanan sınıflar yine, bölgedeki egemen sınıflar olmuútu. Çünkü bu sınıflar
Ziraat Bankası kredilerini kullanmada siyasal nüfuz ve ayrıcalıklardan yararlanma
gibi avantajlara sahiptiler.551 Sınıfsal konumlarını iyice pekiútiren bu gruplar
549
ølhan Özdili, Türkiye’de E÷itim s. sayı 10 s. 90
Köy Envanter Etütler, Bingöl, s. 66 Mus,s. 74 Bitlis s. 70 Van, s. 74
551
økinci Dünya Savaúı Sonrası Amerika’nın Batı Avrupa ülkelerinde yükselen sosyalist dalgaya
karúı Marshall yardımıyla bu ülkelerin ekonomilerini aya÷a kaldırmaya çalıútı÷ı yıllarda
Türkiye’yi Sovyetler Birli÷i’ne karúı Nato’nun ileri karakolu konumuyla stratejik öneminden
kaynaklı bu yardımlardan Türkiye de payına düúeni alır. økinci Dünya Savaúı sonrasında so÷uk
savaúın egemen oldu÷u 1950’li yıllar Marshall planıyla yardımların ülkenin bütün kentlerine
da÷ıtıldı÷ı yıllardı. Tarımda makineleúme politikalarının nasıl yürütüldü÷üne iliúkin Van’da
yaúanan bir örne÷i burada aktarmakta yarar var. O dönemin kuúa÷ının hafızalarında “kızıl”
kelimesinin bütün izdüúümleriyle hiç de iyi ça÷rıúımlar yapmadı÷ı siyasal tarihimizde bilinen
bir gerçektir. Amerika’nın Marshall yardımlarıyla tarımda makinalaúmanın yapıldı÷ı yıllar ne
ilginçtir ki aynı zamanda Van’da bir umumi helâ sıkıntısının gündemde oldu÷u yıllardır.
Van’da belediye reisi Demokrat Partili ùükrü Kösereiso÷lu Van’a gönderilen Amerikan zirai
ekipmanlarını Demokrat Parti’nin o bilinen popülist tavrıyla iki ay boyunca hükümet binasının
önünde sergiler. Akúamları bu zirai aletler belediye yetkililerince üstleri brandayla örtülür.
Baúına bir zabıta koyularak muhafaza edilirmiú. Bir yaz akúamı çarúıda bir köylü vatandaúın
sıkıúınca akúamın karanlı÷ından da istifade ederek zula yer olarak bu aletlerin arkasını uygun
görüp küçük abdestini tam yapacakken belediye zabıtasına yakalanması Van’da Demokrat Parti
ile CHP arasında politik bir kriz oluúturur. Demokrat partililer bunun bir CHP’li oldu÷unu ileri
sürerek kendi icraatlarına hakaret ve tezyif edildi÷i yollu bir açıklama yaparken, Tek Parti’li
yıllarda iki dönem belediye reisli÷i yapan aynı zamanda Van’ın ilk mütahitlerinden de sayılan
ùaban Boysan’ın bunun politik bir kriz de÷il umumi helâ krizi oldu÷unu, bunun sorumlusunun
da DP’li belediye oldu÷unu, Van’a bir umumi helâ yapaca÷ına iki ay boyunca Amerikan alet
ve edavatlarını büyük bir marifetmiú gibi hükümet meydanında sergilenmesinin halka ne gibi
bir faydasının oldu÷unu sarkastik bir uslupla sorgular. øki parti arasındaki politik krize
sebebiyet veren vatandaúın hangi siyasal cenahtan oldu÷unu merak eden Van’da mahalli bir
gazeteciye verilen yanıt kentin siyasal tarihinde yarattı÷ı olay kadar ilginçtir. Ahmet Kuralkan
bu vatandaúa partiler hakkında ne düúündü÷ünü sorunca “Partisiz vilâyet köyneksiz insana
550
219
DP’nin örgütlenmesinde önemli roller üstlendiler. Ekonomide liberal politikalar
sadece ekonomik düzeyle sınırlandırılıp toplumsal alanda daha çok tutucu laiklik
karúıtı
ideolojilerin
egemen
kılınmasında
ya
da
bunları
de÷iútirmeye,
dönüútürmeye yönelik hareketlerin engellenmesine yönelik politikalar izlendi.
3.9. Demokrat Parti ve Aúiretler
økinci Dünya Savaúı sonrasında Do÷u Anadolu’da egemen toplumsal ve
siyasal gücün yanı baúında geliúmeye baúlayan Kürt etnik kimli÷ine dayalı Kürt
milliyetçili÷i bu dönemde de kendi varlı÷ını hissettiriyordu. 1950’li yıllarda Do÷u
Anadolu’da etnik kimlik bilinci bir avuç Kürt milliyetçisinin özel alanı olmaktan
çıkarak yeni boyutlar kazandı. Bu yıllarda e÷itimli ve kentli Kürt kökenli
gençlerin bir bölümü daha da radikalleúip Türkiye’de siyasal sahnede boy
gösterdiler. Bu gruplar daha çok ba÷ımsız bir Kürt devletinin kurulması amacını
güdüyorlardı. Do÷u Anadolu’da Kürtler arasında etnik bilincin geliúmesi süreci,
bazen aúiret kimli÷iyle çatıúan, bazen de aúiret kimli÷iyle bütünleúen bir boyuta
sahipti.
1930 A÷rı øsyanından sonra Kürt milliyetçili÷inin feodal a÷alık ve
úeyhlik yapılarının yanı baúında devlet için daha büyük bir tehdit olarak
algılandı÷ını, Do÷u Anadolu’da CHP’nin 1933–1940 yılları arasında bölgede
bulunan eúraf sınıfla olan ittifakının etnik bir temeli oldu÷unu da belirtmek
mümkündür. CHP’nin ittifak içinde bulundu÷u bölgedeki eúraf da daha çok Türk
kökenli gruplardan oluúmaktaydı. Siyasal rejimin taúrada dayandı÷ı sivil güç
olarak bu sınıflarla kurulan ittifakın sadece ekonomik bir temeli de÷il aynı
zamanda etnik bir temeli de vardı. økinci Dünya Savaúı’ndan sonra siyasal rejim
için bölgede bulunan eúraf sınıfının tutuculu÷u, so÷uk savaúın antikomünist
söylemiyle birleúince bölgedeki Kürt milliyetçili÷ine karúı bir denge olması
bakımından siyasal iktidar açısından amaçlanan bir stratejiydi. 1957 yılına
gelindi÷inde baú gösteren ekonomik bunalım ve sıkıntılar DP oylarında genel bir
benzer” diye yanıt verir. O günün koúullarında ortalama vatandaúın politik bilinç ve kültürünü
de yansıtan bu cümlenin günümüz Van’ı içinde çok yabancı bir yargı oldu÷unu söylemek
güçtür.
220
düúüúe yol açmıútı. 1950’li yılların ikinci yarısından sonra yaúanmaya baúlanan
ekonomik kriz ve istikrarsızlık 1961 ihtilâliyle sonuçlandı. Ordu DP yönetiminde
özellikle Do÷u Anadolu bölgelerinde gerçekleúen liberalizasyondan rahatsız oldu.
Silahlı Kuvvetler bunun Kürt ulusal bilincinin artmasına yol açtı÷ına inanıyordu.
Askerler 54 DP üyesini ve 55 Kürt ileri gelenini tutukladı. Bu dönemde köylerin
ismi de÷iútirilerek Kürtçe adlar yerine Türkçe isimler verilen bir yasa çıkarıldı552
1950’lerde baúlayan ya da hızlanan sosyo-ekonomik de÷iúimler kısmen de olsa
bölgenin geleneksel toplumsal yapısını de÷iútirdi. Ancak bu de÷iúimle aúiret
ba÷ları ortadan kalkmadı ama, hem göçlerle, hem de aúiret içindeki sınıf
çatıúmalarının keskinleúmesiyle zayıfladı. østanbul, Ankara, øzmir, Adana gibi
büyük kentlerde ve Do÷u Anadolu’daki kentlerde Kürt nüfusu hızla arttı. øú ve
kaynaklar için sürdürülen rekabet, büyük kentlere göç eden nüfus arasında
ço÷unun aúiretler de÷il bölgecili÷e dayalı patronaj a÷larına ba÷lanmasıyla
sonuçlandı ve en azından bazı göçmenlerin Kürt kimli÷i ve etnik dayanıúma
bilinçlerini güçlendirdi553.
3.10. Do÷u Anadolu’da Din ve Üretim øliúkileri
Do÷u Anadolu’da geleneksel toplumsal örgütlenmenin ideolojik aygıtlarından
biri olan din ve onun kurumsal biçimi olan tarikatları, ùemdinli ùeyhleri baúlı÷ı
altında irdelemeye çalıúmıú, bu yapıların imparatorluk döneminde bölgede iktidar
iliúkilerindeki konumunu açıklamıútık. ùimdi de tarikat ve úeyhlik ulus devlet
ba÷lamında yurttaúlık ve aidiyet iliúkileri ve lâiklik temelinde de÷erlendirilecektir.
Do÷u Anadolu’da cemaat yapılarının örgütlenme biçimlerini tarihsel geliúimi ve
cemaatin zaman zaman aúirete dönüútü÷ü iki farklı topluluk biçimini hem
kandaúlık hem de kutsallık temelinde birleúti÷ini belirtmiútik. Do÷u Anadolu’da
dinsel düúünce özellikle tarikatlar içinde örgütlenmiú mistik bir dünya ve evren
algısı çevresinde biçimlenmiú bir özellik gösterir.
Bu yapıların bir kısmı
Osmanlı’nın resmi Ortodoks uleması içinde kabul görmemekle birlikte Do÷u
Anadolu’da kırsal alanlarda toplum/topluluk örgütlenmesinin baúlıca aktörlerini
552
553
økin Nisan Gazetesi, 1962 s. Köy Adlarının De÷iúti÷ine Dair ølan 1962 s. 2
Martin Van Bruinesse, a. g.e., s.360
221
oluútururlar. Bu aktörlerden biri Kadiri tarikatıdır. Ancak Kadiri tarikatı gerek
örgütlenme biçimi gerekse kırsal toplumsal yı÷ınlar üzerindeki etkinli÷i
bakımından Nakúibendî tarikatına göre daha zayıf ve dar bir alanda sınırlı
kalmıútır. Bruinessen Nakúibendî tarikanın bölgede yaygın bir mürit mürúit a÷ıyla
egemen tarikat olmasını, bu tarikatın úeyhlerinin karizmasından çok örgütlenme
modeliyle açıklamaktadır.554
Bruiness’in göre Kadiri tarikatının halifelerinin
Nakúibendiler gibi ba÷ımsız úeyhler haline gelmesi güçtü. Çünkü Kadiri Tarikatı
Irak’ta ùeyh Berzenci ailesinin tekelinde oldu÷u için mürit ve mürúit a÷ını
geniúletememiútir. Buna karúın Nakúibendî tarikatında halifelik kurumunun esnek
oldu÷unu halifelikten sonra úeyhli÷e geçiúin daha esnek oldu÷unu ileri
sürmektedir.555
Aúiret toplulu÷u içinde dini lider konumunda olan úeyh, bazen aúiret reisli÷iyle
tarikat liderli÷ini kendi kiúili÷inde birleútirebiliyordu. Örne÷in Hakkâri bölgesinde
ùeyh Ubeydullah, Irakta Berzenci aúireti, Bitlis ve A÷rıda Küfreviler, bu türden
aúiretlerdir. Bu daha çok Nakúibendi tarikatında görülen bir özelliktir. Nakúibendi
tarikatı bir úeyhin liderli÷inde örgütlenen Kuzey Irak’tan baúlayarak Do÷u
Anadolu’nun bütün bölgelerinde bir hücreler a÷ı biçiminde örgütlenmiúti.
Nakúibendîlik 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra bölgede daha güçlü hale geldi.
Nakúibendî tarikatının bu dönemde güçlenmesinin nedeni Do÷u Anadolu’nun
siyasi ve iktisadi düzenindeki de÷iúimlerdi. Bu de÷iúim Kürt mirliklerinin Osmanlı
merkezi siyasal otoritesi tarafından kaldırılmasıyla, aúiretler arası kan davalarının
anlaúmazlıkların baú göstermeseydi. 1840 yılından sonra çatıúmaların ve kaotik
durumun egemen oldu÷u Do÷u Anadolu’da tarikat úeyhleri bütünleútirici bir iúlev
yüklenmek için gerekli otorite ve güvenirli÷e sahip tek lider tipi olarak kalmıútı.
Arabulucu ve barıúı sa÷layıcı bir rol oynayarak siyasî güvenli÷i sa÷layıcı ve barıú
için arabulucu rolleriyle siyasal ve toplumsal nüfuzları köylüler ve aúiretler
arasında önem kazandı.556 Bölgedeki otorite boúlu÷unun do÷urdu÷u di÷er bir
554
Max Weber, geleneksel siyasal rejimlerin meúruiyet kazanma türlerinden biri olan karizma
kavramını bir önderin yapılması gereken iúleri kitleler nezdinde baúaracak güçte görünmesi
bu u÷urda ilahi denecek kadar insanlar üzerinde nüfuz ve etki sahibi olması olarak tanımlar.
Örne÷in Peygamberlerin ortaya çıkardı÷ı siyasi rejimi tipik bir karizmatik meúruiyet tipi
olarak tanımlar. Bkz. Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Çev: Taha Parla Hürriyet Vakfı
Yayınları,1987 østanbul s. 54
555
Martin Van Bruinessen, a. g. e, s.336
556
Martin Van Brunessen, Kürdistan Üzerine Yazılar s. 50
222
sonuç, tarikatların bu dönemde bölgede tek örgütlü güç olarak egemenlik
alanlarını hem toplumsal hem de ekonomik olarak geniúletmeleriydi. Bu dönemde
pek çok úeyh kutsallık ve dinsel önderlik rolleriyle servetlerini ço÷alttılar.
ùeyhli÷in kiúili÷inde oluúan kutsallı÷ın anlamı, daha çok mürit daha çok ziyaretçi
daha çok hediye gelmesi demekti. Bunun yanı sıra úeyhler bölgedeki toprakları
hediye ve satın almak yoluyla ya da vakıf mülklerini ele geçirerek ekonomik ve
siyasal güçlerini artırdılar. Do÷u Anadolu’da úeyhlerin toplumsal tabanlarını daha
çok kırsal toplumun alt sınıflarını oluúturan topraksız ve küçük köylüler
oluúturmaktaydı. Bu nedenle kırsal toplumsal alt sınıflar úeyhlerin mürit
devúirdikleri ideal alanlardı.557
Ümmet düúüncesini yeniden üreten ve ayakta tutan bölgede en büyük ve yaygın
olarak Nakúıbendi tarikatı tüm aúiret sınırlarını aúan devletten ba÷ımsız, hatta ona
karúı koyan tek örgüttü. Örgütsel yapı bakımından hiyerarúik bir yapılanma
niteli÷inde olan Nakúibendi tarikatı, görece ba÷ımsız kollarıyla bütün Do÷u
Anadolu’nun hemen bütün kentlerinde toplumsal örgütlenmenin baúlıca yapılarını
oluúturmaktaydı558. Tarikatın mürit ve mürúit a÷ıyla sadece bugünkü Türkiye
sınırları içinde de÷il Irak’taki Barzan aúireti ile de hem tarikat kanalıyla hem de
evlilik yoluyla kurulmuú yakın ba÷lantısı vardı. Örne÷in Bugün Kuzey Irak’ta
kurulan bölgesel Kürt yönetiminin lideri Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa
Barzani, Hakkari’deki Nehri úehyleriyle hem evlilik hem de Nakúilik kanalıyla
yakın ba÷lantılıydı. Bu yaygın örgütlenme a÷ının topluluk ve aúiretler üzerindeki
meúruiyeti úeyhin karizmasına ba÷lı olmakla birlikte, Nakúibendî tarikatının esnek
hiyerarúisinde etkisi vardı.559
ùeyhlerin gelece÷i önceden görmek ve belirli
do÷aüstü yeteneklere sahip olmak gibi kerametine olan inanç, úeyhlerin aúiret
toplulu÷u ve aúiret dıúı gruplar nezdinde baúlıca karizmasını oluúturmaktaydı.
ùeyhlere atfedilen bu do÷aüstü güçler, atalarından onlara miras kalan keramete
dayandırılarak mitoslaútırılmaktaydı. ùeyh bu kerameti yakın akraba ve ailesiyle
de paylaúabilirdi. ùeyhin kutsallı÷ı ve kerameti bir kez kabul gördü÷ünde otoritesi
bir daha asla sorgulanamazdı. ùeyhin otoritesine ba÷lılık mutlaktı.560 ùeyhin
557
Nikitin Bazil, a.g.e, 49
David Mc Dowel, Modern Kürt Tarihi . a. g.e, s. 312
559
Nikitin Bazil, a.g.e s. 363
560
Wadia Jwaideh, a.g.e,s. 99
558
223
kerameti zamanla tekelcileúen bir elitizm boyutu kazanarak sınıfsal bir içerik
kazanır. ùeyhler siyasi güçlerini sadece dinsel temele dayandırmakla asla
yetinmezler, “dünya nimetleri” üzerinden sa÷ladı÷ı egemenlikle kendi sınıfsal
çıkarlarını ve varlıklarını yeniden üretirler. Bu mutlaklaútırma úeyhin kendine
ulaúılmaz bir konum edinerek insana içkin olan her úeyin úeyhten münezzeh
oldu÷u, ola÷an ahlaksallı÷ın insanla ba÷ları koparılarak yücelik aúkınlık izafe
edilerek tapınmaya yakın bir ba÷lılık ve itaat üretilmiú olur.561 Bu itaatin birinci
yüzü egemen sınıflara562 itaat zihniyetinin yerleúmesi ve aúa÷ı sınıflara tahakküm
e÷ilimi olarak kendini gösterir. Bu siyasal kültürün mantıki sonucu tepede tek
adam ve onun karizma koúullarını yaratır.
Tek adam geleneksel otoritenin
temsilcisi olarak anti-demokratik bir e÷ilim içindedir. Bu, siyasal kültürün ikinci
yüzüdür. Alt sınıfların üst siyasal birimle olan çeliúkilerine dayalı edilgen tavır,
itaat kültürünü dinsel ideolojiyle meúrulaútırır. Bu itaat zihniyetini üreten siyasal
kültür binlerce yıllık yaúam tarzının tekrarı ile birikmiú, neredeyse yazılı olmayan
bir anayasa gibidir. Bu “anayasa” geleneksel yapıdan modern siyasal kurumlara
sinmiú görünmeyen bir miras niteli÷indedir. Türkiye’de siyasal partilerden
örgütlere kadar politik kurumlar ve örgütler bu derin yapının ve gelene÷in
etkisinden kurtulamamıúlardır. Bu derin yapıda özellikle birey-birey, bireydevlet, birey-toplum iliúkisi olarak örgütlenme tarzını da belirlemektedir.563
Cumhuriyet döneminde ise 3 Mart 1924 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ve
ùeyh Sait isyanın bastırılmasından sonra tarikatlar 20 yıllık bir suskunluk
döneminden sonra DP nin iktidara gelmesiyle yeniden canlanmıútır. 1950’li yıllar
kentleúme ve köyden kente göç süreciyle baúlayan kentlerde biriken nüfusun yeni
anlam ve kimlik arayıúları tarikatların güçlenmesine neden oldu. Artık topraktan
kopan ve kendisine yetecek kadar geçimlik üretim yapısının dıúına çıkan köylü
561
Mustafa Talat Kutlu, “Laikli÷in Krizi” Radikal 2 s. 4 13 Mayıs 2007
Egemen sınıf kavramını Wright Mills iktidar iliúkilerini açıklamada sınırlı bir kavram olarak
niteler. Mills’e göre sınıf ekonomik bir anlam içerir “egemen olmak” ise siyasal bir içerik
taúır. ”Egemen” deyimi ekonomik bir sınıfın siyasal olarak tahakkümünü ifade etti÷i için
askerleri kapsamadı÷ını belirtir. Bu nedenle “seçkin” kavramının askerleri de kapsayan
yönüyle daha iúlevsel bir kavram oldu÷unu ileri sürer. “Egemen sınıf” kavramı ekonominin
belirleyicili÷ine vurgu yaptı÷ı için iktidar iliúkilerinde askeri bürokrasiyi ikinci planda
bıraktı÷ını ileri sürerek eleútirir. Asker, iúadamları ve siyasetçiler olarak bu üç düzeyi bir arada
kapsayan “iktidar seçkinleri” kavramının daha kapsayıcı oldu÷unu vurgular. Bkz. Wright
Mills, øktidar Seçkinleri Çev: Ünsal Oskay Bilgi Yayınları 1974 s.297
563
ødris Küçükömer, Halk Demokrasi østiyor mu? Ba÷lam Yayınları 1994 s. 370
562
224
kitleyi sanayi iliúkileri içinde istihdam olanakları da sınırlıydı. Toplumsal ve
sınıfsal farklılaúmayı sa÷layacak büyüklükte sanayileúme olmadı÷ından bu
yapıları kökten dönüútürecek bir süreç yaúanmadı. Yüzyıllar boyunca askerlik ve
vergi dıúında devletle iliúkisi olmayan köylü yı÷ınlar kente göç etti÷inde ancak
bunların çok az bir bölümü sanayide istihdam edilebildi.564 Bunların dıúında kalan
ço÷unluk kentte himaye iliúkileri patronaj iliúkiler içinde yaúam alanlarını
oluúturdular. Bu insanların kente geldiklerinde oluúturdukları himaye a÷ları önce
aile içinden baúlayıp hemúerilik dayanıúması adı altında kurulan patronaj
sisteminin ilk adımıydı. 1950’li yılların sonlarına gelindi÷inde bu himaye a÷ları
daha da karmaúık hale gelerek siyasî patronaja dönüúecektir. Siyasî patronaj
üzerinden de kentte artık kendi elitini ve örgütünü çeúitli isimler altında kuran
tarikatlarla bu kitle do÷rudan ya da dolaylı iliúkiler geliútirdiler. Kentlerde artık
ekonomik güç haline gelen tarikatın dernekleri, köyden kente göç etmiú uyum
sorunları yaúayan kitlelerin sorunlarına cevap vererek daha da güçlendiler. 1961
Anayasasının getirmiú oldu÷u özgürlükçü ortamdan tarikat ve cemaat örgütleri de
yararlanmıú bu dönemde tarikat ve tarikat dernekleri sadece Do÷u ve
Güneydo÷u’da de÷il, ülkenin bütün kentlerine yayılma sürecine girmiúlerdi. Bu
süreç tarikat içinde sermaye ve e÷itim kanalıyla kendi elitini oluúturmaya
baúladı÷ı dönemdir. Tarikatların ülkenin batısında ve özellikle büyük kentlerde
farklı muhafazakâr gruplarla birleúip iletiúim kurma olanakları geliúti. Tarikatların
geniúleyen bu a÷ı sadece muhafazakâr gruplarla sınırlı kalmayıp, köyden kente
göç eden kırsal kesim içinde de örgütlendiler. Köyden kente göçün modernizme
siyasal ve toplumsal düzeyde iki farklı tepkinin do÷masına neden oldu. Bunlardan
birincisi cemaatçi milliyetçilik söylemi biçiminde kendini gösterdi. Cemaatçi
romantik milliyetçilik bu kitlelere modernizmin yarattı÷ı hasara karúı aidiyet
duygusu, sosyal iliúkiler, kimlik ve anlam sorununu çözerek cevap verdi.565 Bu
kitle daha sonra MHP’nin 1970’lerdeki tabanının oluúmasını sa÷layacaktı. økinci
tepki ise tarikat ve cemaat örgütlerinin kitlelere aracılık etti÷i Milli Nizam
Partisi’ni do÷uracaktı. 1970’li yılların baúında dini söylemin siyaset söylemiyle
birleúmesi, tarikatların kentlerde siyasal ve toplumsal güç alanlarını geniúletti
Bundan sonraki aúama, tarikatların çok derin kökleri olan önemli politik
564
565
Mübeccel Kıray. Türkiye’de Toplumsal De÷iúme, Yeni Yüzyıl Yayınları 1995 s. 68
Emine Çap “Tarikatlar” øktisat Dergisi Haziran, 2005 s. 24–30
225
hareketleri belirleyen etkin ve yaygın bir güç haline gelmeleriydi. Görünürde
Nakúibendîlik güncel politikanın dıúında kalmayı, toplumsal olaylara, din
gözlü÷üyle, dıútan bakmayı kendi çıkarlarına çok uygun bulur. Bu konuda “uygun
zaman” çok önemlidir. Ekonomik krizlerin bölüúüm iliúkilerinin bozuldu÷u
koúullarda Nakúibendîlik çok kolay örgütlenmekte bu alanlarda etkin olmaktadır.
Bu etkinlik özellikle sosyal güvenceden yoksun kesimler içinde taban
bulmaktadır. Bugün Ortado÷u’da Nakúibendilik’in en uygun ortam buldu÷u ülke
Türkiye’dir. øslâm ülkelerinin en koyu radikalizminde bile ulusal yönetimler
Nakúibendîlik anlayıúı ile iúbirli÷i içine girmemiúlerdir. Nakúibendîlik Türkiye’de
çok partili dönemden baúlayarak e÷itim olanaklarından yoksun kesimler arasında
yandaú toplama aracı durumuna getirilmiútir. Bu önemli ça÷daú uygarlı÷a karúıt
geliúme
“Demokrasi sorunu” olarak tarikatın kitle iletiúim araçlarıyla
kamuoyunda iúlenmeye çalıúılmıútır. Türkiye’de Nakúibendîlik, seçim bölgelerine
göre, de÷iúik kollara ayrılmıútır. Özellikle Do÷u Anadolu, Konya Güneydo÷u
Anadolu, son dönemlerde østanbul, Sivas, Rize gibi illerde bu tarikatın kollara
ayrılan etkinli÷i açıkça görülmektedir566 Cumhuriyet tarihinde, lâikli÷e karúıtlık
üzerine geliútirilmiú úeyhlik ve seyitlik ideolojisini Nakúibendîler, en son olarak,
modernist bir dinsel yapı, øslâmiyet’in ticarete elveriúli bir ahlaki anlayıúla
meúrulaútırılmasıyla
dünyevi
bir
ba÷daútırıcılık
söylemiyle
varlıkları
sürdürmektedirler.567
Nakúîlik, kendisi de söylem olarak dönüúen ama aynı
zamanda entelektüel alanda kendi için geliútirilmiú söylemi en çabuk benimseyip
kendi söylemi olarak sunan bir toplumsal yapı úeklinde karúımıza çıkıyor: Bunun
ötesinde, Nakúibendîlik’in bugün en büyük ve en güçlü kolu olan Nurculuk kendi
elitini ve sermaye grubunu üreten en güçlü Nakúibendî kolu olarak Türkiye’de
siyasette e÷itim ve bürokrasi alanında etkin bir aktör haline gelmiútir.
566
øsmet Zeki Eyübo÷lu, øslâm Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakúibendilik, Cumhuriyet
Yayınları s.65
567
H. Neúe Özgen, Toplumsal Hafızanın Hatırlama ve Unutma Biçimleri. s.34
226
3.11. Laiklik Bir Söylem mi øliúki Biçimi mi?
Din özellikle Batı’da 18. yüzyıla kadar toplumsal kimli÷in en önde gelen
tanımlayıcı ve ayırt edici bir ö÷esidir. Orta ça÷ Avrupa’sındaki bütün savaúların
dinden kaynaklanması dinin siyasal iktidarlara meúruluk sa÷layan temel ideolojik
araç olmasıyla do÷rudan iliúkiliydi. Din ve dini ideoloji geleneksel toplumlarda
egemen gücün temel meúruiyetini ideolojik düzeyde üreten ve egemen sınıfları
toplumsal yapıya ba÷layan temel araçtır. Dinin bu egemen iktidarı 17. yüzyıl
bilim devrimiyle düúünsel ve ideolojik planda zayıflamaya baúlamıútı.
Kopernik’in Batlamyusçu Dünya merkezli evren anlayıúının temellerini yıkması
aynı zamanda “devlet” in de yer çekimi yasalarının yeryüzünde bulundu÷unu,
artık devlete kutsal gözüyle de÷il insan gibi bakmaya baúlanması yeni bir ça÷ın
habercisiydi568. Bunun üzerine Campanella, Hobbes, Spinoza, Grotius devletin
yasalarını teolojiden de÷il Kopernik gibi fizikten, toplumsal fizikten çıkarmaya
baúladılar. 18. yüzyıl aydınlanma devrimiyle toplumsal meúruiyeti sorgulanmaya
baúlanarak Fransız devrimiyle siyasal egemenli÷ini yitirmiútir569 Laikli÷in
hukuksal düzeydeki geliúimi, Paris Komünü’nün ilk aldı÷ı kararlardan biri kilise
ile devletin ayrılması ve din iúleri bütçesinin kaldırılması, daha sonra Üçüncü
Cumhuriyet döneminde Fransa’da “bütün dinsel simge, imge, ve do÷maların
kısacası bireysel vicdanı ile ilgili her úeyin okullardan uzaklaútırılmasını
sa÷lamıútır.570 Dini ideolojiye dayanan siyasal gücün ortadan kalkmasıyla, onun
yerine kurulan yeni düzenin en önemli niteli÷i toplumsal iliúkileri düzenleyen ve
yasallaútıran, din ve kandaúlı÷a dayanan aristokrasi sınıfının ideolojisinin yerine
dünyevî ilkelerin özellikle akıl ve bilim ilkelerinin egemen oldu÷u bir toplumsal
ve siyasal düzeni kuruldu. Bu nedenle lâiklik ilkesi sadece bir söylem olmayıp
burjuva sınıfının sınıfsal meúruiyetini sa÷layan ve bu sınıfın kendini üretmesini
sa÷layan üretim güçlerine dayanan bir iliúki biçimi olarak ortaya çıktı.
Feodalizmden
kapitalizme
geçiú
sürecindeki
üretim
ve
mübadele
tarzlarındaki devrim ortaya çıkınca eski bilim, eski hukuk, eski e÷itim, eski düzen,
eski din de de÷iúti. Bu yapıların ve kurumların de÷iúmesi üretim güçlerinin
568
Karl Marx, Frederich Engels, Din Üzerine s. 34
Fatma Müge Göçek, a.g.e s. 89
570
Guerrin Fransa’da Sınıf Savaúları s. 65
569
227
de÷iúiminin zorunlu sonucuydu. Tüccar, sermayedar imalâtçı ve bankerlerin
yönetti÷i bir dünya daha de÷iúik dini ilkeler sistemini gerektiriyordu. Ortaça÷daki
gibi çalıúmanın amacının sadece doymak oldu÷u bir toplumdan, çalıúmanın
amacının kâr oldu÷u bir dünyada kilisenin de aynı telden çalmaktan baúka úansı
kalmayacaktı. E÷er kilise bu yeni üretim biçimine kendini uyduramıyorsa bu sefer
bu iúi Protestan kilisesi yapacaktı. Bu nedenle yükselen burjuvazi dini inanç
olarak Kalvinizmi ve Püritenizmi benimseyecekti.571 Orta ça÷ın dini ideolojisi,
yükselen burjuva sınıfını ihtiyaçlarına uymak için artık tahtı ele geçiren “iktisat”
ın arkasından gitmeye mecburdu. Bu nedenle Reform da Protestanlık da ticaret
kapitalizminin eseridir. Yükselen burjuvazinin yeni bir ideolojiye ihtiyacı vardı.
Bu dünya görüúünü rahipler de÷il, artık pratik bilgi uzmanları Voltaire, Diderot,
Rousseau matematikçi d’Alembert, Helvetius gibi aydınlanmanın öncüleri
kuracaklardı.572
Ulus-devlet dinden hareketle kurulmayıp aklın ve özgürlü÷ün ussal niteli÷inden
hareketle kurulmuútur. Ulus devlet olgusunun aldı÷ı bu nitelik ulus devletin
do÷ası gere÷i ancak laik bir temelde ayakta kalabilece÷inin en önemli özelli÷idir.
Ortado÷u’nun egemen øslâm toplumunda laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluúuyla ilk kez gerçekleútirilmiútir. Egemenli÷ini kutsallıktan de÷il ulustan ya
da halktan alan bir yönetimin iktidara geçmesi, Avrupa’da gerçekleúen laikli÷in
teokratik iktidara karúı kazanımlarını hukuksal ve siyasal düzeyde kapsayan ve
aydınlanmayı içeren bir dönüúümle gerçekleútirilmiútir. Cumhuriyetin ilanı ve
takip eden devrimlerle Müslüman bir toplumda ilk örnek olarak siyasal ve
kamusal alan dinin egemenli÷inden çıkarılmıútır.573 Cumhuriyet’in ilanıyla
birlikte ça÷daúlaúma ve kalkınma ile, bir bütünlük içinde siyasal ba÷ımsızlı÷ı
düúünce ba÷ımsızlı÷ıyla bütünleútirme, sosyo-ekonomik kalkınma yöntemleriyle
tamamlamaya yönelik bir bütünlük içinde toplumun kalkındırılması amaçlanmıútı.
Bu amacı gerçekleútirmek için “halka ra÷men halkı için” anlayıúının politik bir
tercih de÷il aslında bu olgunun siyasal bir biçim olarak “Cumhuriyet” in do÷asına
içkin gerçeklik oldu÷unu belirtmekte yarar var. Türkiye’de Cumhuriyet’in temel
571
Leo Huberman, Feodal Toplum’dan Yirminci Yüzyıla Çev: Murat Belge s. 1990 s. 191
Karl Marx, Fredrech Engels Din Üzerine s. 34
573
Emre Kongar , “Türkiye’de Dinde Reform Anakronizmi” Cumhuriyet Gazetesi 30 Ocak 2006
s.4
572
228
ilkelerinden birisi olarak lâiklik ilkesi hukuksal ve siyasal düzeyde temel ilke
haline getirilmiú olup bu ilkeyi her defasında üretip yaúamsal hale getirerek bir
iliúki biçimine dönüútürecek üretim güçlerinin geliúmiúlik düzeyi, sadece ülkenin
batısında birkaç kentle sınırlı kalmıútır. Üretim güçlerinin ve bu gücün temel
aktörü olan burjuva sınıfı da savaú koúulları içinde devletin koltukları altında
palazlanan bir sınıf niteli÷indeydi. Bu sınıfın da sınıfsal çıkarları feodal
geleneksel toplum güçleriyle bir çatıúma içinde de÷ildi. Bu nedenle laiklik
düúüncesi burjuva sınıfının ideolojisi olmaktan çok, asker ve sivil gruplar
tarafından yaúama geçirildi. Bu nedenle laiklik anlayıúının toplum katlarında
içselleútirilmesi ve benimsenmesi çeúitli engellerle karúılaútı. Bu engeller özellikle
Do÷u Anadolu’da burjuva demokratik devrimi sınırlayan aúiret, cemaat
iliúkilerinin egemen oldu÷u alanlarda kendi toplumsal tabanını ve tipini
üretemedi. Ülkenin batısında ise özellikle 12 Eylül cuntasından sonra
modernizmin bütün kaba kazanımları laiklik anlayıúı içinde de÷erlendirildi÷i için
toplum nezdinde bu anlayıúın daha çok bir iliúki biçimi olarak de÷il, bir söylem
olarak algılanmasına neden oldu. Marksist kuramın temel varsayımlarından birisi
bir toplumun iktisâdi ve sosyal yapısını oluúturan üretim iliúkilerinin, o toplumun
maddî üretici güçlerinin geliúme düzeyinden daha ileri olamayaca÷ıdır.574 Çünkü
toplumu biçimlendiren üretim iliúkileri, aslında o toplumun üretici güçlerinin
geliúme derecesinin ifadesinden baúka bir úey de÷ildir. Bu nedenle laiklik belirli
bir toplumun ve bu toplumdaki üretim iliúkilerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir
üst yapı kurumudur. Bu kurum da ancak endüstri toplumlarının toplumsal ve
siyasal iliúkileri üzerinde temellenir. Bu temel aynı zamanda lâikli÷in de ekonomi
politik bir temelini oluúturur. Lâikli÷in geliúim sürecine bakıldı÷ında, Batı’da
feodal yapı parçalanıp ticarî iliúkilerin geliúmesi ile kilisenin toplumsal ve siyasal
gücünün zayıflaması ve 18. ve 19.yüzyılın ortalarında burjuva devrimleriyle
kilisenin toplum yaúamı üzerindeki egemenli÷inin ortadan kaldırılmasıyla
sonuçlanmıútı.575 Marx’ın
“ E÷er insanlar kendi akıllarını de÷iútirecek olanaklardan mahrumsa,
insanların muhafazakâr olmaları için fazladan bir úey yapmlarına
574
575
Karl Marx, Kapital III. 364
Muzaffer Sencer, Dinin Topluma Etkileri, østanbul 1968 s. 220
229
gerek yoktur”576yine Fuerbach’ın “Bir sarayda baúka türlü düúünülür,
bir kulübede baúka türlü “e÷er açlık, yoksulluk yüzünden bedeninde
besleyici bir úey yoksa kafanda usunda kalbinde ahlak için besleyici
bir úey yoktur”.577
Saptamaları aynı zamanda laikli÷in ekonomi politi÷ini ortaya koymaktaydı.
Geleneksel toplumun örgütlenmesinde ve iktidar iliúkilerinde dinin oynadı÷ı rol,
çok etkili ve geniú bir üst yapı kurumu olarak statükonun de÷iúmesini engelleyen,
egemen sınıfların iktidar iliúkilerinin yeniden üretilmesini sa÷lamaktadır. Dinin
bir üst yapı kurumu olarak meydana getirdi÷i bu egemen iliúki biçimi ancak
mülkiyet ve üretim iliúkilerinde yapısal de÷iúmeler yaparak dönüútürülebilir. Bu
bakımdan esas ilericilik ancak toplumsal yapı çeliúkilerinin açıklık kazanmasıyla
mümkündür. Aksi halde üretim iliúkilerinde yapısal de÷iúiklikler yapılmadan
lâikleúmenin kök salaca÷ına inanmak ve bunun mücadelesini yapmak temelsiz ve
havada kalacaktır. Lâiklik kavramının çıkıú noktası, baúlangıçta sınıf içerikli bir
kavram olup daha sonra ulus devletlerinin hukuksal yapısı ve siyasal felsefesinin
bütününü kapsayan bir ilke haline gelmiútir. Türkiye’deki geliúim çizgisi ise böyle
bir geliúim çizgisinin dıúına düúmekte oldu÷undan lâiklik ilkesi bugün halen
tartılıúır durumdadır. Batı’da önce dinde reform, daha sonra aydınlanma ve
Endüstri Devrimi, kentleúme, ça÷daúlaúma, toplumsal ve sınıfsal farklılaúma
cumhuriyetlerle birlikte demokrasinin biçimlendi÷i tarihsel evreden geçerek
oluúmuútu. Türkiye’de ise bütün bu batılı kurumları siyasal düzeyden baúka
düzeyde geliútirme ve kurma olana÷ı zaten yoktu. Bu nedenle bu kurumların
alınmasında, geliútirilmesinde ve uygulanmasında devrimci tavır kaçınılmazdı.
Bütün
bu
de÷iúimi
dönüúümü
sa÷layacak
siyasal
rejimin
biçimi
de
Cumhuriyet’ten baúka bir úey olamazdı. Bu nedenle Cumhuriyet’in do÷ası gere÷i
“bir dönüútürme mühendisli÷i” oldu÷unu belirtmek gerekir. Türkiye’de sorun
lâikli÷in tanımında de÷il daha derinlerde yatmaktadır. “Tanım” üzerinden
yürütülen tartıúmaların altında geleneksel güçlerle modern güçler arasındaki bir
iktidar mücadesi yatmaktadır. Tanımlama bir anlamda iktidar iliúkisini gerektirir.
576
577
Karl Marx Kapital I.Cilt s. 365 Çev. Alaeddin Bilgili Sol Yayınları
Karl Marx, Frederich Engels ,Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu Çev.
Sevim Belli, Seçme Yapıtlar, III.s. 435
230
Tanımlayanla tanımlanan arasındaki bu gerilim, kamusal alanda sınıfsal ve
ideolojik bir çatıúmanın laiklik ilkesi üzerinden yürütülmesidir. Kamusal alan ise
bireylerin sadece yurttaú kimli÷iyle bulundukları, din dıúı ve etnisitesiz alandır.
Bu alanda daha önce geleneksel birincil kimlikler olan cemaat kimlikleri
ikincilleúmiú ve kamusal alanın dıúında tutulmuútur. Kamusal alanda yalnızca
bireyin toplumla iliúki kurdu÷u yurttaú, yani siyasî varlık olarak insan kimli÷i yer
alabilir. Dini söylem de hiçbir zaman ekonomik ve siyasal çıkarlardan ba÷ımsız
olmayıp, onların gere÷i oldu÷u için ortaya çıkar. Maxim Gorki’nin küçük
burjuvanın dinle olan iliúkisini tanımlarken yaptı÷ı saptama bu konuda açıklayıcı
olabilir. Küçük burjuva sınıfının Tanrının inayetine ve cennetteki güzellerine
inanmasına ra÷men, küçük burjuva sınıfının son derece maddi oldu÷unu belirtir.
Bu sınıf her sınıfta oldu÷u gibi her úeyden önce yeryüzündeki ekonomik refahı ile
meúguldür ama, çıkarları gere÷i evinde dindar olmasa bile dıúarıda dindar
görünmek zorundadır578 Bu nedenle laikli÷in ekonomik düzeyle olan iliúkilerden
soyutlanarak açıklanamayaca÷ı da bir gerçektir. Beraberinde lâikleúmeyi getiren
esas etken, toplumda bireylerin fizikî ve sosyal güvenli÷inin sa÷lanmasıdır.
Sosyal güvenli÷in olmadı÷ı koúullarda iúsizlik, yoksulluk gibi riskler ve
tehlikelerin yaygın oldu÷u toplumlarda yaúanan güvensizlik, insanlar arasında
dine ve dinsel gruplara ve kiúilere yöneliúi güçlendirir. Bu sürecin bir benzeri
Avrupa’da 19.yüzyılda endüstri kapitalizminin yol açtı÷ı sorunları gidermek için
burjuvazi sınıfı nasıl kilise fonlarını destekleyip kendi sınıfsal çıkarlarını korumak
için iúçi sınıfı ve alt sınıfların potansiyel muhalefetlerini uysallaútırmak için bu
kurumları desteklemiúse, bugün aynı úekilde Türkiye’de tarikat ve tarikat örgütleri
aracılı÷ıyla fakirlere yapılan yardım da aynı kaygıdan kaynaklanmaktadır. Laiklik
sorununun bir di÷er yönü de siyasal kültür ve geleneksel toplumun patronaj
iliúkilerinde yatmaktadır. Rittere göre øslâm ülkelerindeki kiúilere yönelik itaat ve
ba÷lılık duygusunun kökeninde asabiyet duygusunun uzantıları yatmaktadır. Bu
da Ortodoks øslâm yönetimlerindeki itaat düúüncesinin egemen sınıflara
yarayacak bir biçimde yeniden canlandırılması ve kullanılmasını sa÷lamaktadır.579
578
579
Maksim Gorki, Küçük Burjuva ødeolojisi, http//tr.vikisource org. s.2 24.2-03 .2007
Helmut Ritter, “Irrational Solidarity Groups: Socio-Psyclogical Study in Connection with
Ibn Khaldun” Oriens Cilt .I. s. 45 1948
231
Sonuç olarak laikli÷in toplumsal olarak temellendirilemedi÷i koúullarda bu
kavramın yaúamsallı÷ı, sadece siyasal çekiúmenin taraflarına aitmiú gibi
görünüyor. Aslında bu kavram hem demokrasinin hem de ulus-devlet’in siyasal
felsefesinin özünü oluúturan bir kavramdır. Baúlangıçta Avrupa’da bu kavramı
ortaya çıkaran pratikler, kilise ile burjuva sınıfı arasındaki iktidar mücadelesi
içinde oluúmuú ve ulus-devletin siyasal kültürü içinde biçimlenmiútir. ønsanın
bireyselleúme yetene÷ini kazanamadı÷ı ve kendi akıl olanaklarını geliútiremedi÷i
koúullarda cemaat kültürünün belirleyici oldu÷u koúullar, büyük adam çıkarmaya
her zaman meyyaldir. Bu da “big man society” (büyük adamlı toplumlar) diye
tanımlanan toplumların temel özelli÷idir.
SONUÇ
Co÷rafyanın insanların do÷asını belirledi÷i gerçe÷i Aristo’dan øbni
Haldun’a Machievelli’den günümüze de÷in bilinen bir gerçektir. Aynı úekilde
co÷rafya, bölgelerin de kaderini belirler. Siyasal co÷rafya içinde bir bölgenin artık
ürünün toplanma, da÷ılma merkezlerine olan uzaklı÷ı-yakınlı÷ı, o bölgenin
bölüúüm ve de÷iúim iliúkilerindeki konumunu belirler. Bu nedenle Do÷u Anadolu
geleneksel imparatorlu÷un en uzak sınır bölgesinde bulunmasının yanı sıra,
co÷rafyadan kaynaklı tarihsel ve toplumsal birçok olumsuzlukları da beraberinde
taúımıútır.
Bu olumsuzluklardan birisi geleneksel imparatorlu÷un savaú ve topra÷a dayalı
ekonomisi içinde, sınır kentleri savaúın her zaman ilk eúi÷ini ve ön cephesini
oluútururlar. Bundan dolayı bu türden bölge ve kentlerde savaúların yol açtı÷ı
ekonomik ve toplumsal istikrarsızlık, sınır bölgelerinin yapısal özellikleridir. Bu
istikrarsızlık,
aynı
zamanda
sınır
kentlerinde
toplumsal
ve
siyasal
kurumsallaúmayı önleyen ve geciktiren bir rol oynar. Bu nedenle sınırda bulunan
kentler kolay kolay uygarlık birikimi yapamazlar.
232
ømparatorluk yapılarının temellendi÷i fetih ekonomisinin mantı÷ı içinde
merkezi siyasal otorite artık ürünü ço÷altmak için zora dayalı denetim aygıtlarını
kullanarak, merkezden baúlayarak çevreye do÷ru geniúlemek zorundadır. Bu
geniúleme ve merkezîleúme e÷ilimi siyasal otoritenin hem gücünün hem de
zayıflı÷ının iç içe geçti÷i bir ikilemi oluúturur. ømparatorlu÷un gücü merkezden
çevreye do÷ru yayıldıkça bu daha fazla asker, daha fazla toprak demektir.
Zayıflı÷ı ise merkezîleúme basıncı, çevreye do÷ru yayıldıkça nesnel sınırlarına
dayanıp açmaza düúmesidir. Bu açmaz aynı zamanda fetih ekonomisi üzerinde
temellenen bütün imparatorlukların yapısal krizidir. Bu krizin tarihsel ve
mantıksal sonucu olarak basıncın zayıfladı÷ı çevrede merkez-kaç güçlerin uç
vermesi neredeyse bütün imparatorluk yapılarında kuraldır. Özetle geleneksel
tarım imparatorluklarında bölgeler ya da kentler siyasal iktidarın merkezine ne
kadar uzaksa merkez-kaç unsurların uç beylerinin, feodal beylerin mültezimlerin,
baskısına sömürüsüne yıkımına da o kadar açık demektir. Bu nedenle bu türden
co÷rafyalarda yaúayan insanlarda yerleúik güven duygusu kolay kolay geliúmez.
Sürekli savaú, ya÷ma ve talanın egemen oldu÷u koúullarda uzun soluklu
yerleúiklik duygusunun zayıf kalmasına neden olur. Bu da modern dönemdeki
kentlilik gelene÷inin ve bilincinin zayıf kalmasına yol açar. Savaú, talan, ya÷ma
alanı olan bu türden co÷rafyalarda insanlar her zaman göç etmeye hazır bir e÷ilim
içinde bulunurlar. Yerleúiklik duygusunun zayıf kalmasına bir örnek vermek
gerekirse, 1915 Tehciri’nden sonra Do÷u Anadolu’da Ermenilerden kalan
topraklar üzerine yerleútirilmiú halkın hafızasında 1940’lı yıllara kadar uzun süre
canlı kalan korku “Bir gün Ermenilerin gelip topraklarını geri alaca÷ı dolayısıyla
bu topraklara a÷aç dikmek sabit yapılar yapmanın gereksiz oldu÷u” úeklindeki
güvensizlik duygusuydu. Bu korku, uzun yıllar toplumsal hafızada yer etmiúti.
Bölgede
bu
korkunun
aúılarak
mülkiyet
ve
yerleúiklik
duygusunun
içselleútirilmesi ancak 1940’lı yıllarda gerçekleúmiúti.
Do÷u Anodolu’daki aúiret ve cemaat yapılarını ømparatorlu÷un siyasal
co÷rafyasının uçlarında salınan yapılar olarak de÷erlendirildi÷inde úunu söylemek
mümkündür.
ømparatorlu÷un
sınırlarda
hegemonyasını
kurmasının
ve
sürdürmesini sa÷layan temel ideolojik aygıt, din ve dinin ortodoks kurumlarıydı.
Din, aynı zamanda fetih ekonomisinin maddi temelleri yanında bu sistemin
233
ideolojik aracını da oluúturmaktaydı. Osmanlı devletinin øran’la olan savaúlarında
Sunnî øslam ideolojisi, Do÷u Anadolu’daki Kürt aúiretlerinin ve Kürt Mirliklerinin
kendi tarafında yer almalarını kolaylaútıran bir araçtı. Buna karúın øran’ın da aynı
úekilde XVI. yüzyıldan baúlayarak ùiilik mezhebi üzerinden bölgede Alevi
aúiretler ve cemaatler üzerinden kendi hegemonyasını kurma mücadelesi 19.
yüzyılın sonuna kadar sürdürmüútü. Osmanlı ømparatorlu÷u iskân stratejileriyle
øran sınırları boyunca Sünnî Kürt ve Türk aúiretleri yerleútirip örgütleyerek øran’ın
Anadolu içindeki Alevi aúiretleriyle ba÷lantısını kesmeyi amaçlamıútı. Sunnî
øslâm mezhebine mensup aúiretlerin bir tampon çizgi boyunca Do÷u Anadolu’nun
øran’a yakın sınır bölgelerine yerleútirilmesi Osmanlı’nın bölgeyle ilgili en temel
stratejisiydi.
Yavuz Selim’in 1514 Çaldıran Seferi’nden sonra bölgedeki Kürt
aúiretleriyle ittifak kurarak Osmanlı devletinin Safevi henadanlı÷ına karúı kendi
güvenlik kuúa÷ını oluúturmuútu. Sünni Kürt aúiretlerinin bu kuúak boyunca
yerleútirilmesi aynı zamanda Do÷u Anadolu’nun içlerinde kalan Alevi Kürt ve
Türkmen aúiretlerinin Do÷u Anadolu’nun en çetin ve zorlu da÷lık alanlarına
do÷ru kaymalarına neden olmuútu. Alevi Türkmen aúiretlerinin bir bölümü de
Anadolu’nun içlerine Sivas’a do÷ru merkezin daha kolaylıkla kontrol edebilece÷i
alanlara sürülerek Safevi hanedanın nüfuz ve etki alanının dıúına çıkarılmıútı.
Böylece Do÷u Anadolu’da Safevi hanedanın imparatorluk içindeki uzantılarını
tamamen soyutlayarak Alevi Kürt ve Türkmen aúiretlerini adeta Sünnî deniz
ortasında birer adacık halinde kalmasını sa÷ladı. Bugün Tunceli ili gerek co÷rafi
konumu gerekse mezhep da÷ılımı açısından incelendi÷inde bu ilin çevresini
kuúatan Erzurum, Elazı÷, Erzincan gibi illerin siyasal ve ideolojik konumları bu
gerçe÷i somut olarak göstermektedir. Örne÷in, Erzurum, Elazı÷ ve Erzincan
illerinin siyasal partiler açısından her dönemde milliyetçi e÷ilimlerin güçlü
olmasının sadece ulus-devlet döneminde oluúan siyasal düúünce ve pratiklerden
öte imparatorlu÷un din ve mezhep üzerine kurdu÷u iskân stratejisinin dolaylı da
olsa bugünkü siyasal ideolojinin yönünü belirledi÷i söylenebilir. Ulus devletin
teritoryal tanımından farklı olarak imparatorluk dönemi yerleúim alanları savaú
koúulları için de daha çok göçebe formasyona sahip aúiretlerin asker ve vergiden
234
kaçmak
için
co÷rafyanın
elverdi÷i
en
müstahkem,
korunaklı
alanlara
sı÷ınmalarına neden olur.
Tarih boyunca bütün muhalif ve merkez-kaç güçlere sı÷ınak olan Do÷u
Anadolu, aynı zamanda iki büyük dinin Hıristiyanlık ile Müslümanlı÷ın
heretikleri için de korunaklı bir sı÷ınak olmuútur. Bölgenin tarihsel olarak din ve
mezhep
yelpazesine
bakıldı÷ında
Yahudilikten
Gregoryan
Hırıstiyanlara,
Katoliklerden Keldani’lere, Yezidilikten Alevili÷e, Süryanilikten Nesturili÷e
kadar pek çok dinin ve mezhebin iç içe bulundu÷u bir alanı oluúturmaktaydı.
Bölgede çok dinli çok mezhepli yapının oluúmasında Hıristiyanlık içindeki
doktriner bölünme ve siyasal nedenlerden ayrılan heretik unsurlar merkezin
baskısıyla çevreye kaymaktaydı. Ortodoks Bizansın Hıristiyanlık içindeki
doktriner tartıúmalar ve sonrasında bölünmesiyle ortaya çıkan Gregoryen
Ermenileri heretik unsurlar olarak niteleyip baskı yapmaktaydı. Bu baskı
sonucunda Gregoryenler de kendilerine daha güvenli ve korunaklı alan olarak
Do÷u Anadolu’yu seçmiúlerdi. Yine bölge’de Asur imparatorlu÷unun bakiyesi
olarak kalan Süryani ve Nesturilerin Batı Kilisesi ve Do÷u Kilisesi olarak ikiye
ayrılıp Mardin’den baúlayarak güney sınırları boyunca Hakkari’den Musul’a
kadar uzanan çizgi de yerleúik ve yarı yerleúik bir yaúam içinde merkezin siyasal
ideolojisinin kontrolünden uzak noktalara taúınması da bu baskının sonucuydu.
ømparatorlukların siyasal ve ideolojik basınçlarının sonucu kıyılara sürülmüú
dinsel
mezhepsel
etnik
yapıları
içeren
Do÷u
Anadolu
bölgesi
âdete
imparatorlukların kendi heretik unsurlarını ve proletaryalarını attıkları dıúsal bir
alan olmuútur. øki ømparatorlu÷un egemenli÷inin keúisti÷i bu alanda farklı din ve
farklı mezhepte örgütlenen aúiret ve cemaatler sürekli bu iki devlet arasındaki
nüfuz ve egemenlik savaúları arasında sıkıúıp kalmıúlardı. Bu gruplar zaman
zaman birinin ya da ötekinin yanında ya da karúısında yer almıúlardır. Bu nedenle
aúiret ve cemaatlerin tarihi, savaú, talan, ya÷ma koúulları içinde yer ve saf
de÷iútirmelerin tarihi olarak da okunabilir. Do÷u Anadolu Bölgesi jeostratejik
konumu itibarîyle devletlerin siyasal egemenliklerini tam olarak kuramadıkları,
ama bölgeden de asla vazgeçemeyecekleri bir konumda yer almaktaydı. Do÷u
Anodolu’daki
aúiret
ve
mirlik
yapılarını
235
üretim
biçimi
ba÷lamında
de÷erlendirdi÷imizde varılan sonuçları belirtmek gerekirse;
16. yüzyıldan
baúlayarak sürgit devam eden Osmanlı-øran Savaúları, daha sonra 18. yüzyıldan
itibarende Osmanlı Rus Savaúları bölgede yüzyıllar boyunca bir pax’ın olmadı÷ını
da göstermektedir. Sürekli savaú ve kaotik ortam içindeki insanların güvenlik
duygusu can güvenli÷ini sa÷layacak örgütlenme, aúiret ve konfederasyonların
nesnel koúullarını yarattı. Çünkü merkezi otoritenin geleneksel kontrol araçlarının
uzanamadı÷ı sınırlarda bu tür yerel siyasal otoritelerin uç vermesi neredeyse bütün
imparatorluklarda kuraldır. Buna karúın sürekli savaú ve kaotik bir iklim içinde bu
yerel güç yapılarının sıkı bir örgütlenme ve kurumsallaúmaları da beklenemez. Bu
nedenle aúiretlerden oluúan konfedarasyonlar ve Mirlikler tam kurumsallaúmanın
olmadı÷ı gevúek ve kırılgan örgütlenme biçimleri olarak ortaya çıkarlar. Bunun
nedeni ise savaúların egemen oldu÷u bir co÷rafyada bu tür örgütlenmelerin artık
ürünü ço÷altmalarını sa÷layacak ne teknolojik bir geliúme ne de tarımsal alanları
geniúleterek artık ürünü ço÷altmanın gerekli koúulu olan militer güçleri iki
devletin egemenlik duvarlarını aúamazlar. Bu yerel güçler her defasında iki
imparatorlu÷un egemenlik duvarlarına çarpmak zorunda kaldı÷ından siyasal
olarak devlete, ba÷lı ancak kendi içinde özerk yapılar olarak varlıklarını
sürdürmüúlerdi. Bu yapılar adeta bir birini dengeleyen güçleri eúit bir konumda
oldu÷undan Hobbes’un Leviathan’ı çıkaracak ve di÷er mirlik ya da aúiretler
üzerinde egemenlik kuracak yapıdan uzaktılar. Bu nedenle Do÷u Anodolu’daki
feodal yapıların simetrik bir güç dengesi içinde bulunmaları Batı feodalizminin
iktidar bölünmüúlü÷üne benzetilebilir. Ancak Batı feodalizminden farklı olarak
Do÷u da devlet primus inter pares eúitler arasında birinciden çok daha güçlü bir
yapıya sahipti. Bu nedenle Do÷u Anodolu’daki feodal yapılar Batı feodalizminden
farklılıklar içermekteydi.
Bu konuyla ilgili altı çizilmesi gereken bir konu da, yaygın ve yanlıú
olarak bilinen Do÷u Anadolu’nun bütün topraklarının Yurtluk ve Ocaklık
statüsünde Kürt Mirliklerinin ya da aúiretlerinin mülkiyetlerinde bulundu÷u
yargısıdır. Bu görüúün aksine Osmanlı Devleti’nin bölgede siyasal egemenli÷ini
kurdu÷u 1514 Çaldıran Savaúı’ndan itibaren yarı özerk yapılar olarak Mirlik ve
Ekrat hükümetlerinin Kürdistan Eyaleti olarak tanımlanan bölgede sadece
236
Diyarbakır’da 11, Van’da 7, Erzurum’da 8 ve di÷er bölgelerde 10 olmak üzere
otuz yedi Ekrat hükümeti ile sınırlıydı. Bunun dıúındaki toprakları yine
ømparatorlu÷un Miri arazi rejimine tabi has ve zeamet ya da vakıf úeklindeki miri
arazi rejimine tabiydi. 1847 yılından itibaren Tanzimatla baúlayan merkezîleúme
süreci Ekrat Hükümetlerini ve Kürt Mirliklerini ortadan kaldırdıktan sonra
bölgede bu otorite boúlu÷unu bu kez úeyhlik ve Nakúibendi tarikatı dolduracak
bölgede baúlıca egemen güç haline geleceklerdi. 19. yüzyılın son çeyre÷ine
gelindi÷inde ise geliúen milliyetçi akımlar, Do÷u Anadolu’da göreli olarak bir
birini dengeleyen bu yapıları sarsarak, çeúitli gerilimlere yol açtı. Bu gerilim
Müslüman-Hırıstiyan gerilimi, yerleúik-göçebe, Kürt-Ermeni, Çerkez-Ermeni
ikilemleri Do÷u Anadolu’yu bir cadı kazanına dönüútürdü. Kurtuluú Savaúı
sonrası Do÷u Anadolu’nun ekonomik ve toplumsal yapısıyla ilgili çıkarılacak
sonuçlara bakıldı÷ında; Do÷u Anadolu bölgesi Cumhuriyet’in kuruldu÷u yıllarda
kapalı otarúik bir üretim biçimi içinde metalaúmanın en alt düzeyde oldu÷u
ekonomik bir yapıya sahipti. Toplumsal açıdan ise kırsal alanda feodalizmin
egemen oldu÷u topluluklar, kentlerde ise Ermeni tehciri sonrası sınırlı sayıda Türk
nüfus kalmıútı. Bu yapı içinde bölgedeki toplumsal ve ekonomik yapıyı de÷iútirip
dönüútürecek mekanizmalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında de÷il Do÷u’da ülkenin
Batı kentlerinde bile zayıf durumdayken, bu yapıların de÷iúimini bölge
dinamiklerinden beklemek o dönemde mümkün de÷ildi. Kapalı ekonomik bir yapı
içinde ulus devletin askerden baúka örgütlü gücünün dıúında baúka kurumları
bölgeye taúıma olana÷ı da yoktu. 1925 ùeyh Sait isyanından sonra bölgeye
güvenlik açısından devletin kısa sürede ulaúma zorunlulu÷u duyulmuú,
demiryolları projesine de hız verilerek 1930’ lu yılların ortasında DiyarbakırElazı÷, 1945 Kurtalan hattı tamamlandıktan sonra bölge yavaú bir evrim içinde
ulusal pazara ba÷lanmıútı. Bölgeye siyasal açıdan bakıldı÷ında ise 1950’den sonra
DP’nin gücü karúısında CHP’de Do÷u ve Güneydo÷u’da feodal yapılarla iúbirli÷i
içine girmiúti. 1950 seçimlerinde bölgede en büyük oy oranına sahip birinci parti
konumuna gelmiúti. Çok partili sistemde partilerin hangi parti olursa olsun
aúiretlerin oy deposundan yararlanmaması düúünülemez. Bu nedenle çok partili
sisteme geçiúten günümüze bölgede, aúiret oylarının siyasal partilerin en kolay
ulaúabilecekleri oy deposu oldu÷u bir gerçektir. Bununla birlikte aúiret reisinin
237
hangi partiye mensup olmasının aúiret mensupları açısından siyasal ve sınıfsal bir
önemi yoktur. Bu anlayıúın do÷al sonucu olarak bölgede iki seçim dönemi
arasında “solcu” ya da “sa÷cı” kalmıú aday hemen hemen yok gibidir. Zaten bu
siyasal kültür içinde solcu olmanın ya da sa÷cı olmanın siyasal ve sınıfsal bir
karúılı÷ı yoktur. Bu siyasal kültürsüzlük sadece bölgenin ya da yörenin öznel
koúullarından kaynaklanan bir durum de÷il, Türkiye gerçe÷inin aynı zamanda
mikro düzeydeki yansımasıydı. 1950’den itibaren aúiret ve cemaat üzerinde
temellenen egemen sınıflar, seçime dayalı sistemde feodal ve cemaatçi siyasal
kültürü siyaset kurumu aracılı÷ıyla yeniden üreterek kendi sınıfsal çıkarlarını
meúru hale getirdiler.
Çalıúmanın sonuçlarını Ulus-Devlet ba÷lamında gözden geçirdi÷imizde ise
Ulus-Devlet döneminde bölgelerin geliúmiúli÷i, geri kalmıúlı÷ı, kapitalizmin
merkeze do÷ru hiyerarúilendirilmiú sermayenin kârlılık düzeyleri içinde
biçimlenmiú bir yapı arz eder. Ulus ölçe÷inde her geliúmiú kent aynı zamanda
geliúmemiú kentin sermaye birikimini kendine çeken bir rol üstlenir. Bu
hiyerarúinin merkezinde yer alan metropol kentler bulunurken, Do÷u Anadolu gibi
geliúmemiú ve toplumsal farklılaúmanın en alt düzeyde oldu÷u çevredeki kentlerin
sermayesini kendine çeker. Merkezin hemen yanında yer alan halka ancak bu
avantajların bir kısmına sahip olabilir. Üçüncü düzeydeki kentler merkezin tersine
siyasal ve toplumsal kurumsallaúmanın zayıf oldu÷u alanlardır. Kapitalizmin
eúitsiz ve bileúik geliúme yasasının ortaya çıkardı÷ı bu yapı içinde nasıl ki fakirin
siyah ekme÷i olmadan zenginin beyaz ekme÷i açıklanamazsa aynı úekilde,
Anadolu’nun fakirli÷i olmadan østanbul’un zenginli÷i de açıklanamaz. Bu eúitsiz
geliúme bölgenin kendi içindeki kentler için de geçerlidir. Bugün Hakkâri neyi
kaybediyorsa, Van onu kazanmaktadır.
Do÷u Anadolu’da geleneksel örgüt yapılarının ulus-devlet içindeki
konumunu birden çok üretim biçiminin iç içe geçti÷i bir çerçevede yer alır. Aúiret
ve cemaat yapılarını ulus-devletin zamanı içinde kalmıú imparatorlu÷un anakronik
yapılarıdır. Ayrıca bu yapıları ideolojik ve zihniyet düzleminde yeniden üreten
dinamiklere bakıldı÷ında, üretim biçimlerinin klasik úemasındaki gibi aynı
düzenlilikleri göstermemektedirler. Ayrıca gördük ki, kapitalistleúme sürecinde
büyük toprak mülkiyetinin temelleri çözülme sürecine girmesine karúın, kapitalist
238
piyasada cemaat yapılarının ekonomik temelleri daha da güçlü hale gelmiútir.
Aúiret reislerinin büyük toprak mülkiyeti ve bu mülkiyetin toplumsal iliúkileri
kapitalist süreçte çözülmeye u÷ramıú, ancak bu durum geniú köylü yı÷ınları lehine
bir iktidar da÷ılımıyla sonuçlanmamıútır. Aksine egemen sınıflar topraktan
kaynaklı zayıflayan ekonomik iktidarlarını kapitalist piyasada eúraflaúma
sürecinde elde ettikleri servetle ikame etmiúlerdir. Bunun yanı sıra feodal yapılar
üzerinde egemenli÷ini kuran bu sınıflar çok partili sisteme geçiúle siyaset
aracılı÷ıyla toplumsal nüfuzlarını ve iktidarlarını daha da güçlendirmiúlerdir.
Do÷u Anadolu’da feodal yapıların 1950’li yıllardan itibaren kapitalist piyasayla
eklemleúmesi kiúisel ba÷ımlılık iliúkilerini organik anlamda çözülme sürecine
sokmuútu. Ancak bu çözülme aúiret içinde organik çözülmeyle sınırlı kaldı.
Çünkü aúirete dayalı kiúisel ba÷ımlılık iliúkilerinin çözülmesi sonucunda teorik
olarak ortaya çıkması gereken bireydir. Bu bireyin yarım yüzyıl geçmesine
ra÷men halen ortada görünmemesi, 1950’lerde baúlayan bu çözülme sürecinin
farklı türden yeniden bir cemaatleúme sürecini siyaset düzeyinde yeniden
üretti÷ini göstermektedir. Feodal yapıların ve örgütlerin çözülmesini sa÷layacak
yapısal mekanizmaların olmadı÷ı örne÷in sanayileúme, kentleúme dinamiklerinin
bulunmadı÷ı koúullarda, organik olarak aúiretten kopan kiúiler yeni patronaj
iliúkileri içinde cemaatçi e÷ilimleri yeniden üretmektedirler. Bu yapıya alternatif
birey ya da yurttaú yetiútirecek Cumhuriyet’in okulları ise 1950’li yıllara kadar
bölgede çok sınırlı sayıdaydı. Bu nedenle Do÷u Anadolu’da feodalizmin
ekonomik temellerinin zayıflaması demokratik sürece geçildi÷i ya da bunların
yerini cumhuriyetin yurttaúı aldı÷ı anlamına gelmemektedir. Yurttaúlık olgusu ise
teorik olarak Cumhuriyet anlayıúının ve de÷erlerinin dıúında tanımlanamaz.
Yurrtaúlık kavramı Fransız Devrimi’nin cumhuriyetçi de÷erleri toplumsal yapıya
benimsetip bu de÷erleri bir iliúki biçimine dönüútürmüú oldu÷u tutum ve davranıú
kodlarıydı. Batıdaki gibi bölgede toplumsal de÷iúmeyi sa÷layacak ne sanayileúme,
ne de cumhuriyetin yurttaúını üretecek okullar vardı. Bunun yanında köyü ve
kırsal alanı dönüútürecek Cumhuriyet’in yurttaúını yetiútirecek en önemli ideolojik
aygıt olarak Köy Enstitüleri 1948 yılında büyük ölçüde iúlevsizleútirilmiú, 1953
yılında da kapatılmıútı. 1950 yılından sonra bölgede okullaúma oranının artmasına
karúılık okulların ço÷una medresenin ruhu sinmiú durumdaydı. Batı’da tarihsel bir
239
kategori olarak bireyi ortaya çıkaran süreç ba÷ımlılık iliúkilerini çözen burjuva
sınıfının, aristokrasi ve kilise karúısında zafer kazanmasıyla ortaya çıkmıútı. Bu
geliúme aristokrasinin siyasal iktidarına son verirken siyasal düzeyde “birey” in
varlı÷ını yurttaúlık ba÷ıyla devlete ba÷lamıútı. Daha sonra sanayileúme ile birlikte
feodal yapıların düúünsel ve ideolojik kalıpları tamamen çözülerek bunların yerini
modern ulus-devlet yapısı içinde burjuva sınıfının “aklı” almıútı. Buna karúın
Do÷u’da
toplumsal
yapının
örgütlenmesinde
geleneksel
anlayıú
halen
belirleyicidir. Do÷u’da Batı’daki gibi toplumun üst sınıflarında ulusal bilinci
geliútirecek ne bir burjuva gelene÷i, ne de laikleúme süreci yaúanmamıútı. Fransız
Devrimi’nde oldu÷u gibi ulusal bilinci dini yapılardan koparmadan oluúturmak
olası de÷ildi. Ulusal bilinç dinle eklemlendi÷inde ise, romantik milliyetçilik ve
etnik milliyetçilik her defasında kaçınılmaz olmuútur.
Batı’daki devletten farklı olarak Do÷u toplumlarında devletin tek egemen güç
olarak iktidarı bütünleyen ve ara sınıfların oluúmasına izin vermeyen bir yapısı
vardı. Öte yandan Do÷u’daki kentler Avrupa’da 15. yüzyılda burjuvazi sınıfının
yükselmesiyle oluúmuú ve geliúmiú toplumsal ve ekonomik yapıları biçimlenmiú
özgür kentlerden farklıdır. Do÷u’daki kentler askeri garnizonlar temelinde
örgütlenmiú mekanlardı. Ayrıca bu kentler içinde toplumsal ve sınıfsal
farklılaúmaları keskinleútirecek Batı Feodalizminde oldu÷u gibi iktidarın
bölünmüúlü÷ü temelinde bir yapıya sahip de÷ildiler. Bu tarihsel yapının
günümüzün ekonomik ve toplumsal yapılarını belirlemedeki dolaylı etkisini göz
önüne aldı÷ımızda sonuç olarak úunlar ileri sürebiliriz:
Avrupa’daki tarihsel süreç içinde sanayinin geliúmesi çalıúan sınıflar yararına
zenginli÷in yeni bir kayna÷ını ve politik kazanımları oluútururken Türkiye’de bu
süreç tam olarak yaúanmadı÷ından, a÷a eúraf ittifakının bugün daha güçlü hale
gelúmiú versiyonu olan ticaret sermayesi ve geleneksel güçler ittifakı farklı bir
düzeyde devam etti÷i için, ne zenginli÷in yeni bir da÷ılımından ne de onun siyasal
biçimi olan iktidarın yeni bir kayna÷ından söz etmek olasıdır. Çünkü Türkiye’de
devletin koltukları altında palazlanan sermaye sınıfı hiçbir zaman feodal güçlere
karúı bir tavır içinde olmamıútır. Olması için de çıkarlarını tehlikeye düúürecek bir
240
neden yoktur. Çünkü taúradaki eúraf esnaf Cumhuriyet’in kuruldu÷u yıllardan
günümüze büyük burjuvazi ile kırsal toplumsal kitle arasındaki ticarî devreyi
oluúturan önemli bir halkadır, bu rolünü günümüzde de sürdürmektedir.
Bugün Do÷u Anadolu’da üretim biçimi feodalizmin aleyhine göreli olarak
de÷iúse bile feodal yapının üst yapı kalıntıları hâlâ canlılı÷ını sürdürmektedir.
Feodal üretim biçiminin üst yapısı olarak úeriat hukukunun pratikleri halen devam
etmektedir. Örne÷in töre cinayetleri vb Cumhuriyetin 85 yıl boyunca kendi
köyüne tam nüfuz edememiú ve onu içinden dönüútürememiútir. Köylülük sorunu
aúılamayınca köyden kente göç süreciyle birlikte kentleúme dinamikleri
sanayileúmeden gücünü almayan bu yapılar marjinal sektörde istihdam edilerek
bu kitlelerin siyasal temsilcili÷ini patronaj ve himaye a÷ları içinde cemaat ve
tarikatlar tarafından üstlenmiútir. Yirminci yüzyıl baúlarında Avrupa ülkeleri
kendi köylülük sorunlarını hallederek Cumhuriyetin de÷erlerini ve kurumlarını
yaúatacak geliútirecek toplumsal temellerini oluúturdular. Türkiye’de ise bu yapı
toplumun belirli bir kesimiyle sınırlı kalmıútır. Köylülük formasyonunu yapısal
olarak de÷iútirip dönüútürecek sanayi ve burjuva sınıfı gibi dinamikler bölgede
geliúmedi÷i için, Cumhuriyet devrimi kurum ve kurallarıyla bölgede kendi tipini
büyük ölçüde üretememiútir. Cumhuriyet devrimlerinin baúlattı÷ı aydınlanmanın
yıllarca din adına okulun, okumanın olumsuzlandı÷ı olumsuzlandıkça feodal
iliúkileri söylem düzeyinde yeniden üretip tutucu güçler koalisyonunun toplumsal
deste÷ini oluúturmuútur. Bu siyasal bilinç içinde köylülü÷ü uzun yıllardan
günümüze de÷iúmeyen yaúam kalıpları içinde dondurmanın siyasal açıdan
sorumlusu 1950 den baúlayarak 58 yıl boyunca sürekli úu veya bu úekilde iktidar
olan Türkiye’deki sa÷ hükümetlerin köye ve köylüye yönelik popülist
politikalarıdır. 1950 den günümüze yapısal bir yöntemle bakıldı÷ında bu 58 yıllık
süreden bir iki kısa dönem sol partilerin iktidar dönemleri çıkarılıp geriye kalan
50 yıllık süre bütünsel olarak analiz edildi÷inde bugün Kürt sorunu olarak
nitelenen sorunun sadece askeri ve güvenlik önlemleriyle çözülmesinin yarattı÷ı
sorunlar bir tarafa, bölgede yarım yüzyıldır siyasal ve ekonomik iktidarlarını
sürdüren egemen sınıfların siyasal ittifaklarından çıkarlarından ba÷ımsız olarak
düúünülemez. Demokrat Parti’nin popülist söylemiyle sarmaladı÷ı din, so÷uk
savaúın anti-kominist söylemiyle birleúince köydeki cami ve geleneksel örgütler
241
okuldan daha önemli hale geldi. Demokrat Parti’nin ekti÷i bu bilinç daha sonra
gelen sa÷ partilerin toplumsal deste÷ini oluúturan münbit bir alan haline geldi.
Kandaúlık ve kutsallı÷a dayalı aúiret ve cemaat yapıları üzerinde
egemenli÷ini sürdüren a÷alar ve úeyhler, DP döneminde nüfuz alanlarını daha da
geniúleterek kitleler nezdinde meúruiyetlerini daha da pekiútirmiúlerdi. Bu
meúruiyet bir anlamda geleneksel inancı siyasal boyuta taúıyarak sa÷duyu olarak
politik bir içerikle yeniden üretmiútir. Böylece kendi sınıfsal çıkarlarını
onaylatmayı toplum içinde iktidar iliúkilerini rasyonelleútirerek yalnızca kabul
edilirli÷i de÷il, aynı zamanda olması gerekenin de zaten böyle oldu÷unu, baúka
türlü düúünülemeyece÷ini sa÷ladılar. Böylece Do÷u Anadolu’nun büyük bir
bölümünde devlet-uyruk iliúkisi ve demokratik kurumlar geliúemedi. Aúiret ve
cemaate dayalı kiúisel ba÷ımlılı÷ın bir kayna÷ı da güvensizlik duygusudur. Bu
güvensizlik duygusu ekonomik bölüúümden pay alamayan yı÷ınlar üzerinde etki
yaparak tarikatları bir sı÷ınak haline getirdi.
Bu konu ile ilgili di÷er bir sonuç a÷a, úeyh sınıfının yanında bölgede e÷itimli
orta sınıfında son yıllarda oluúmuú oldu÷u görünüyor. Ancak bölgenin içinde
bulundu÷u üretim tarzının genelli÷i anlamında konumları ve güçleri göreli olarak
di÷er sınıfların yanında zayıf düzeydedir. Küçük burjuva sınıfına dahil
edilebilecek bu e÷itimli orta sınıf, 1960’lı yıllarda Türk solu içinde politik
söylemini oluúturan gruplardı. Feodalizme ve cemaat yapılarına karúı geliútirilen
bir siyasal tavır ve söylem içindeydiler. Ancak bu söylem de en son gelip yerel,
etnik ve romantik milliyetçilik duvarını aúamadı. Aúiret, cemaat yapıları ile ilgili
sonuç olarak bölgedeki egemen geleneksel yapıların karúısına alternatif olarak
burjuva sınıfının rolünü ve ideolojisini temsil edecek bir sınıf çıkamamıútır. Bu
nedenle de Do÷u Anadolu’da devlet-yurttaú iliúkisini siyasal ve ideolojik düzeyde
kuracak ve onu her defasında bir iliúki biçimine dönüútürecek ne bir burjuva
gelene÷i, ne de onun mantıksal sonucu olan lâikleúme süreci yaúandı.
Lâikleúmenin aksine imparatorluk döneminde de siyasal iktidarın en kör noktası
olan bölge, Cumhuriyet döneminde de tarikatların üssü konumundaydı. Bugün
Türkiye’de artık hegemon güç haline gelen tarikatların ve onların liderlerinin
bölgesel kökenlerine bakıldı÷ında ço÷unun Do÷u ve Güneydo÷u kökenli oldu÷u
görülecektir.
242
Bölgenin ve kentlerinin ekonomik açıdan geliúen sınıflarına bakıldı÷ında ise
otuz yıl öncesinin köy bakkalı, küçük kasaba tüccarları bugün topraktan tamamen
kopmuú tefeci, aracı, büyük tüccar haline gelmiúlerdir. Tarımsal artı÷ın piyasaya
ulaútırılmasında aracı rolü oynayan bu sınıf yanında son yıllarda bölgede türedi
bir sınıf olarak kaçakçılık, eroin, kara para, akaryakıt kaçakçılı÷ından büyük
servetler edinmiú gruplarda bu yelpazede yerlerini almıúlardır. Örne÷in bölgenin
bir çok kentinde neredeyse do÷ru düzgün bir fabrika yokken banka úubesinin 25 e
ulaúması, bu sayıyı aúan büyüklükte tefecilik yapanların sayısını da buna eklersek
bölgede tüccar-tefeci sınıfının egemen oldu÷u bir yapıya dönüúmüútür. Yanı sıra
ticaretle büyüyen bu sermaye bölgede herhangi bir sanayiye aktarılmamıú,
sermaye belli bir birikim düzeyine ulaúınca solu÷u østanbul’da almıútır.
Baúlangıçta ilkel sermaye birikimini tarımdan elde eden bu sınıf ne yatırım
kültürüne ne de giriúim kültürüne sahiptir. Servet ortaça÷daki gibi lüks gösteriú
tüketime yönelik prestij için harcanmaktadır. Gerçi bu tür harcamalar kapitalist
tüccar için de söz konusudur ama bu harcamalar, sermayenin temsil masrafı
olarak iúlev gördü÷ü için kârlılık oranını artıran bir iúlev görürken, feodal iliúkiler
içinde bu tür harcamalar tamamen güç gösterisine yöneliktir. Bu ekonomik ve
toplumsal yapının temel özelli÷i yatırım kültüründen habersiz sefâhat ile sefâlet
arasında gidip gelen bir niteli÷e sahiptir. Bu yapı türedi ve yapay bir niteli÷e sahip
oldu÷undan zenginlik ile kültür at baúı gitmemiútir. Sonuç olarak her kapitalist
pazarın birbirini izleyen sıralanmıú halkalarını merkezden baúlayarak do÷uya
do÷ru konumlandırdı÷ımızda ülke içinde her kentin di÷erlerinden daha yüksek ve
daha fazla gelir getiren bir noktası bulunmaktadır. Bu kentlerin ekonomik
düzeylerini kendi iç dinamikleri belirledi÷i kadar co÷rafi, toplumsal ve ulusal ve
uluslararası kapitalist pazarla eklemlenme düzeyleri de belirlemektedir. Bu
hiyerarúik düzen içinde Türkiye’nin do÷usuna do÷ru gittikçe Do÷u’nun do÷usu
olarak bu bölgede her úey neredeyse elli yıllık gecikmeli bir biçimde yaúanıyor.
Do÷u’ nun kendi batısıyla arasındaki bu mutlak fark sadece kronolojik bir fark
olmayıp aynı zamanda demokrasi, düúünce, yurttaúlık bilinci, hukuk bilinci,
kentlilik bilinci gibi bir dizi kavramların ve kurumların geleneksizli÷i ve zayıflı÷ı
anlamına da gelmektedir. Küreselleúme ve neo-liberal politikalar ve onların
243
uzantısı özelleútirmenin sıkı takipçisi olan hükümetlerin bu saatten sonra bölgeyi
hangi iktisat politikalarıyla kalkındıraca÷ı sorusu da yanıtlanması gereken baúka
bir sorudur. Bu soruya siyasal partilerin programında yanıt bulmak güçtür.
Bölgede yatırım sermayesinin gelmemesinin tek nedeni güvenlik sorunu de÷ildir.
Güvenlik sorunu aúılsa bile bölge özel yatırımlar için çok karlı bir alan de÷ildir.
Tek çözüm devletin orada yatırımları destekleyici politikalara do÷rudan ya da
dolaylı katılmasıdır. Özelleútirme süreciyle devletin elinde artık bu araç da
olmadı÷ına göre Güneydo÷u sorununun çözümü konusunda belirsizlik devam
edecek gibi görünmektedir.
Son olarak bu çalıúmanın oda÷ını oluúturan cemaat yapılarının bugünün
modern cemaatleriyle iliúkilendirildi÷inde; geleneksel cemaat yapıları ile Benedict
Anderson’un tanımladı÷ı bugünün modern hayali cemaatlerinin zamanı ilginç bir
úekilde çakıúmaktadır. Neo-liberalizm ve küreselleúme süreci gittikçe anlam
bütünlüklerini, yapıları ufalayıp parekende hale dönüútürmektedir. Kimi
düúünürler tarafından “Yeni Ortaça÷” olarak da tanımlanan günümüzün dünyası,
post-modern dönemin çok Tanrılı koúullarında atomize edilmiú anlam kalıpları
toplumsal bilinç üzerinde en büyük yabancılaúma etkisi yapmaktadır. Bu
yabancılaúma günümüzde, yeniden cemaatleúme ya da retribalization (yeniden
aúiretleúme) olarak da okunabilir. Anlam bütünlü÷ü yitiminin egemen oldu÷u bu
koúullarda; ulus bilincinin sınıf bilincinin ona ba÷lı olarak yurttaúlık kimli÷inin
yok edildi÷i koúullarda, yalnızlaútırılan insanın güven duyabilece÷i alanlar
gittikçe yok edilmektedir. Bunların yerine din, etnik köken, cemaat gibi itaate
hatta imana dayalı sı÷ınaklar ikame edilmektedir. Bu sı÷ınaklar aynı zamanda
insanın karúı koyma güdüsünü hem zayıflatan, hem de yönlendirilmesi zor
olmayan bir koúullandırmayla politik alanı her gün biraz daha iúgal eden bir hal
almaktadır.
244
KAYNAKÇA
Ahmad, Feroz, øttihatçılıktan Kemalizme, Çev: Fatmagül Berktay, Kaynak
Yayınları, 2001 østanbul
Akda÷, Mustafa, "Osmanlı Müeseseleri Hakkında Notlar", A.Ü.D.T.C.F.D, c.l3,
s:l–21, Ankara. 1955
Akda÷, Mustafa, "Osmanlı Tarihinde Ayanlık Düzeni Devri (1730–1839)", Tarih
Araútırmaları Dergisi, 1970–74, c.VI-XII, s: 110–124
Akda÷, Mustafa, "Timar Rejiminin Bozuluúu", A.Ü.D.T.F.C.D. c.3, Ankara, 1945.
s .4-20
Akda÷, Mustafa, Turk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali øsyanları, Cem
Yayınları, østanbul 1995
Akda÷, Mustafa: Turkiye'nin iktisadi ve øçtimai Tarihi I. (1243–1453), østanbul,
1995
Akpinar, Aliúan, Osmanlı Devletinde Aúiret, Mektebi, l.bs Ümit Yay, Ankara
1997
Akúin, Sina, “Osmanlı Türk Toplumundaki Sımıf Yapısı Üzerine Bir Deneme",
Toplum ve Bilim, østanbul, 1977 s. (31–46)
Akúin, Sina, Türkiye Tarihi. 1. Cilt Halil Bertay’ın Makalesi, Cem Yayınları,
østanbul 1995
Akúin, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, ømaj Yay, 2.bs, Ankara
1996
Akúin. Sina, Jön Türkler øttihat ve Terakki, Remzi Kitap Evi, østanbul 1987
Akúit, Bahattin, “Az Geliúmiú Kapitalizm ve Köylere Giriúi”, ODTÜ Ö÷renci
Birli÷i Yayını s. 23–24 Ankara 1967
Altay, Fahrettin, On Yıl Savaú ve Sonrası 1912–1922) TTK Yayınları, Ankara
1981
Althusser, Louis, Yeniden Üretim Üzerine, Çev: Iúık Ergüden øthaki Yayınları,
2005
Althusser, Louis, Kapitali Okumak, Çev: Iúık Ergüden, øthaki Yayınları, østanbul,
2007
245
Aulard, A, Fransız ønkılâbının Siyasi Tarihi, Demokrasinin ve Cumhuriyetin
Kaynakları ve Geliúmesi, (1789–1804) Çev: Nazmi Poroy Türk Tarih
Kurumu Yayınları Ankara 1982.
Amin, Samir, Eúitsiz Geliúme, Çev: Ahmet Kotil, Arba Yayınları, østanbul 1991
Anderson, Benedict, Hayali Cemaatler, Çev: øskender Savaúır, Metis Yayınları,
1993 østanbul
Anderson, Perry, Lineages of The Obsolutist States, Londra Verso 1990
Aras, Aydın, Güneydo÷u Anadolu’da Arazi Mülkiyeti ve øúletme ùekilleri Anka
Yayınları, 2001, østanbul
Arfa, Hasan, Kürtler, Çev: Faysal Nesre, Avesta Yayınları, østanbul 2006
Aristova, T. F, Kürtlerin Maddi Kültürü: Geleneksel Kültür Birli÷i Sorunu, Çev:
ø. Kale, A.Karaba÷, Avesta Yayınları, østanbul 2002
Arrigi, Givonni, Uzun Yirminci Yüzyıl, Çev: Recep Boztemur, ømge Kitabevi,
Ankara 2000
Arvas, øbrahim, Tarihi Hakikatler, Biyografinet Yayınları, 2005. østanbul
Aslan, Rıfkı, Diyarbakırda Toprakta Mülkiyet Rejimleri, Diyarbakır Kültür ve
Dayanıúma Derne÷i Yayınları, østanbul 1991
Aúiret Raporu, Kaynak Yayınları, østanbul 2003
Atay, F Rıfkı, Çankaya, Yeni Gün Yayıncılık 1999 østanbul
Avcıo÷lu, Do÷an, Türkeye’nin Düzeni C. I Tekin Yayınları, østanbul 1992
Avcıo÷lu, Do÷an, Türkiye’nin Düzeni Cilt II. Tekin Yayınları, østanbul 2001
Avcıo÷lu, Do÷an, “Bir Sosyalist Stratejinin Esasları” Yön, 14 Ekim, 1966 s. (12–
23)
Avıo÷lu, Do÷an, “Parlemantoculuk” Yön, Sayı 144 21 Mart 1962
Avyarov, F, Osmanlı-Rus Savaúları’nda Kürtler, (1801–1900) Çevrim Yazı:
Muhammed Varlı, Sipan Yayınları, Ankara 1995
Aydın, Suavi, Emiro÷lu. Kudret, Mardin: Aúiret, Cemaat, Devlet, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, østanbul 2000
Aynı Ali Efendi, Kanuname-i Osmanî, Haz: Hadiye Tuncer, Resimli Posta
Matbası Ankara 1964
246
Aytar, Osman, Hamidiye Alayları’ndan Köy Koruyuculu÷una, Medya Güneúi
Yayınları, østanbul 1992
Balibar E, I. Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf: Belirsiz Kimlikler, Çev: Nazlı Ökten,
Metis Yay, 2b. østanbul 1995
Barkan, Ö.L “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve (1858) Tarihli Arazi
Kanunnamesi", Tanzimat 100.Yıldönümü Münasebetiyle, østanbul 1940
Barkan, Ö. L, Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler I, Gozlem Yayınları,
l.Baskı, østanbul 1980
Barkan Ö.Lütfi,”Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Arazi
Kanunnamesi”.Vakıflar Dergisi s. 378–397
Barkey, Karen, Eúkiyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezîleúmesi, Çev:
Zeynep Altıok, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007 østanbul
Barnes, T.J. M. S. Gertler. The New Industrial Geography: Regions,
Regulations and Institiation, Routledge. 2000
Barth, Fredrik, Kürdistanda Toplumsal Örgütlenmenin ølkeleri, Avesta Yayınları,
Çev: S. Ruken, ù.Hiúyar Özsoy, Avesta Yayınları, østanbul 2001
Baúgöz ølhan, “Do÷u Sorunu Yön. 1965 (12–20)
Batu, Selahattin, “Halkevlerimiz ve Halkçılı÷ımız”, Ulus, 25 ùubat 1945 s. 2
Bayar, Celâl, ùark Raporu, Kaynak Yayınları, Sad: Nejdet Bayramo÷lu, Ankara
2006
Bazil, Nikitin, Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi ønceleme, Çev: Hüseyin Demirhan,
Cemal Süreyya, Deng Yayınları, østanbul 1991
BCA Katalog Numarası Nafia Vekaleti 30.18.11 Dosya 97-3 1.12.1920
BCA, Muamelat Genel Müdürlü÷ü 30.10.11 18 18 07.06 1924
BCA. CHP Van øl Kongresi Zabıtları, Dosya 79–3 18.30.01 Tarih 10. 04. 1932
BCA. 490.01 837. 306.2/12 Mayıs 1934
BCA. 490.01.733.2.1/16 Haziran 1942
BCA. Katalog Numarası Cumhuriyet Halk Partisi 490.10.0 /202.80.15 Van
Vilayet Kongre Zabıtnamesi
Berkes Niyazi, “Batıcılık. Ulusçuluk. ve Toplumsal Devrimler”, Yön Yayınları,
Ankara 1965 s. 17–28
247
Berkes Niyazi. øki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz Yön Yayınları, Ankara 1965
Berkes, Niyazi, “Satılık Memleket” Yön, sayı 98, 12 ùubat, 1965 s.(12–20)
Berkes, Niyazi, Türkiye øktisat Tarihi II. Cilt Gerçek Yayınları, østanbul 1972
Berkes, Niyazi, Türkiye’de Ça÷daúlaúma, Haz: Ahmet Kuyaú, YKY Yayınları,
østanbul 2002
Berktay, Halil, Kabileden Feodalizme, Kaynak Yayınları, østanbul 1995
Beúikçi, øsmail, Do÷u Mitinglerinin Analizi Yurt Kitap Yayınları, 1992 Ankara
Beúikçi, øsmal, Do÷u’da De÷iúim ve Yapısal Sorunlar, Sevinç Matbaası Ankara.
1969
Beúikçi, øsmail, Do÷u Anadolu’nun Düzeni, Yurt Yayınları Ankara 1992.
Bilgili, M. Fani, Kürtler ve Soysal Geliúmeleri, Tanmak Yayınları, Ankara 1993
Bloch, March, Feodal Toplum, Çev: M. Ali Kılıçbay, Savaú Yayınları, Ankara
1988
Bloch, Mauirce, Marxist Analyses and Socıal Anthropology, Malaby Pres London
1975
Boran, Behice, “Metod Açısından Feodalite ve Mülkiyet” Yön Dergisi sayı 51 s.
(24-26)
Boratav, Korkut, Türkiye øktisat Tarihi, Gerçek Yayınları, østanbul 1994
Boratav, Korkut, Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, ømge Yayınları, Ankara 2004
Bouthol, Gaston, Zihniyetler, Çev: Selmin Evrim, østanbul Ed. Fak. Yayınları,
østanbul 1975
Bozarslan, M. Emin, Do÷u’nun Sorunları, Avesta Yayınları, østanbul 2002
Braudel F. Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm II. Cilt, Çev: M. Ali Kılıçbay
Gece Yayınları, Ankara 1995
Braudel, Fernand, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası II, Çev: M. Ali Kılıçbay, ømge
Kitabevi Yayınları, Ankara 1993
Braudel, Fernand, Uygarlıkların Grameri, Çev: M.Ali Kılıçbay ømge Yayınları,
1995 Ankara
Bruinessen, M. Van, A÷a, ùeyh, Devlet, Çev: Banu Yalkut, øletiúim Yayınları,
østanbul. 2004
248
Bruinessen, M.Van, Kürdistan Üzerine Yazılar, Çev: N.Kıraç, B.Peker,
L.Keskiner, øletiúim Yayınları, østanbul, 2003
Burke Peter, Tarih ve Toplumsal Kuram, Çev. Mete Tunçay, østanbul 1994
Caton Steven C, “Anthropological Theories of Tribe anda State Formation in the
Middle East: Ideology and the Semiotics of Power” Der: Khory Kostiner,
Tribe and State Formatıon In The Mıddle East s. I.B. Tauris& Co. Ltd
London. New York 1990 s. (74–108)
Celile, Celil, XIX Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Kürtler, Çev: Mehmet
Demir, Özge Yayınları, Ankara 1992
Cin, Halil, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülkiyete Dönüúümü Selçuk Üniv.
Yayınları, Konya 1987
Cin, Halil, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, 3.bs. Konya, 1992
Cohen, A. P, “Culture as Identity: An Anthropologists View”, New Literary
History, Cilt. 24, The Johns Hopkins University Pres, 1993
Cuinet, Vital, La Turquie D’ Asie c. I Ernesto Leorux 1891
Cumhuriyet’in 75. Yılında Van, Van Valili÷i, Van 1998
Çadırcı, Musa, Tanzimat Dönemi’nde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik
Yapıları, TTK Yayınları, Ankara 1997
Ça÷lı, Elif, Bonapartizmden Faúizme: Ola÷anüstü Burjuva Rejimlerinin Marksist
Bir Tahlili, Tarih Bilinci Yayınları, østanbul 2006
Çavdar, Tevfik, Türkiye’deki Toprak Da÷ılımının øúletme Büyüklükleri
Yönünden Yapısal Çözümlenmesi, SBF Yayını 1983 Ankara
Çelik, Gülfettin, “Osmanlı Devleti’nin Nüfus ve øskân Politikası” Divan Dergisi
1999 sayı I s. (66–67)
Çetinsaya, Gökhan “økinci Abdülhamit Döneminde Kuzey Irak’ta Aúiret ve
Siyaset” Divan Dergisi, s. 2 1999 s.(155–169)
Davidson R. H, Osmanlı ømparatorlu÷u’da Reform (1856–1876) Agora Kitaplı÷ı,
Çev: Osman Akınhay, østanbul 1997
Davison, R Hoderic Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Reform (1856–1876), c.2, Çev:
Osman Akınhay, østanbul, 1997
Demiro÷lu. Faiz “Van’da økinci Meúrutiyet Günleri”, Van Gazetesi s. 2 sayı 244
Yıl 1945
249
Develio÷lu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Lügat, Aydın Kitabevi Yay, Haz: Aydın Sait
Güneyçal 17 b. 2000 Ankara
Divitçioglu, Sencer, Asya Uretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Koz Yay. 2.bs,
østanbul, 1971
Divitçio÷lu Sencer, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbası,
1981 østanbul
Dobb, Maurice, Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci, Çev: Çetin Yetkin May
Yayınları. 1974
Donan, Hasting, Wilson, Thomas M, Sınırlar Kimlik: Ulus Devletin Uçları, Çev:
Zeki Yaú, Ütopya Yayınları, østanbul. 2002.
Duverger M, Siyasi Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Bilgi Yayınevi Ankara 1974
Dündar, Ali, “ Cemaatleúmek ølkelleúmektir”. Cumhuriyet Gazetesi. sayı 29340, 4
ùubat s. 2, 2006
Dündar, Fuat, øttihat ve Terakki’nin Müslümanları øskân Politikası (1913–1918)
øletiúim Yayınları, 2002 østanbul
Earle, Timothy, “Institutionalization of Chiefdoms: Why Landscapes are Built In
Leaders to Rulers”, Ed: J. Has, New York: Kluwer Academic/Plenum
Publishers, 2001
Earle, Timothy, Devlete Do÷ru, Çev: Cahide Sarı, Ütopya Yayınları, Ankara
2001
Eisenstadt S. N. The Political systems of Empires, New York, The Free Press,
1963
Ekúigil, Adnan, “Aydınlanma ve Fransız Devrimi” 11. Tez Kitap Dizisi Sayı 10
Belge Yayınları, østanbul 1990 s. (135-157)
Engin, Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, østanbul 1968
Köy EnstitüsüYayınları. Ankara. 1982
Ercan, Fuat, Modern Kapitalizm ve Azgeliúmiúlik, Ba÷lam Yayınları, østanbul,
2001
Erdost M. ølhan, ùemdinli Röportajı, Onur Yayınları, Ankara 1993
Erdost, M. ølhan, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Mülkiyet
øliúkileri, Sol Yayınları, Ankara 2005
Erdost, M. ølhan, Küreselleúme ve Osmanlı Millet Makası Modelinde Türkiye,
Onur Yayınları, Ankara 2005
250
Ergun, Do÷an, Türk Birey Kuramına Giriú, ømge Kitapevi Yayınları, Ankara
2004
Ergun, Do÷an, Sosyoloji, øletiúim Yayınları, østanbul 2003
Erzurum Vilayet Salnemesi, Erzurum Vilayet Matbaası, 1901
Es, Sabri, “Devri-i østibdat ve Meúrutiyet” Van. Vilayet Gazetesi Sayı 244. s. 3
1953
F.Engles “Mülkiyetin Devletin Kökeni” ( Çev: Kenan Somer, Seçme Yapıtlar Cilt
III. Sol Yayınları, Ankara 1979 s. 239–408
Faroqhi, Suraıya, Osmanlıda Kentler ve Kentliler Çev: Neyir Kalaycıo÷lu, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1993
Fırat M. ùerif, Do÷u illeri ve Varto Tarihi, Kültür Sanat Yayıncılık østanbul 2007
Furet, François, Fransız Devrimi’ni Yorumlamak, Çev: Ahmet Kuyaú, Alan
Yayınları, østanbul 1989
Geertz. Clifford, Old Societies and New State, The Question for modernity in
Asia and Africa, New York Free Pres 1963
Gellner, Ernest, The Concept of Kınshıp and Other Essays on Theories of Tribe”
Ed. Richard Tapper, Method Blackwell, Oxford, 1987
Genç, Mehmet, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Devlet ve Ekonomi, Ötüken
Yayınları, østanbul 2000
Gerger, Adnan, Da÷ların Ardı Kimin Yurdu: Kürtlerde Toplum Gerçe÷inin
Yaúamsal Temeli, Baúak Yayınları, østanbul 1991
Gevgili, Ali, Türkiye Üstüne Tartıúmalar Ba÷lam Yayınları, østanbul 1995
Gordlevski, V, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev: Azer Yaran, Onur Yayınları
Ankara 1988
Göcek, F. Müge, ømparatorlu÷un Çöküúü Burjuvazinin Yükseliúi, Osmanlı
Batıllılaúması ve Toplumsal De÷iúme, Ayraç Yayınevi, østanbul 1999
Gökalp, Ziya, Kürt Aúiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler Haz: ùevket
Beysano÷lu, Sosyal Yayınları, østanbul1992
Gökalp, Ziya, Türkçülü÷ün Esasları, M.E.B Yayınları, Ankara 1997
Göldaú, øsmail, Kürdistan Teali Cemiyeti, Doz Yayınları, østanbul 1991
Göyünç Nejat “Osmanlı Devleti Hakkında” Cogito Yapı Kredi Yayınları, sayı 19.
1999, s.( 88–104)
251
Göyünç, Nejat “Van” øslam Ansiklopedisi, c l3, østanbul 1986 s. (194–202)
Gurvitch, George, Sosyoloji ve Felsefe, Der: Kadir Cangızbay,
Yayınları, 1985 østanbul
De÷iúim
Günay, Selçuk, “ XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Mülki Yapısında Aúiretler”
Yeni Türkiye s. (190–193)
Güneú, Turan, “DP øktidarı”, Yön, 1966 (s 7-9)
Günyol, Vedat, Devrim Yazıları, Çev: Meriç Gök. Nurettin Yıldırım, Sabahattin
Eyüpo÷lu Varlık Yayınları, østanbul 1962
Hakan, Sinan, Osmanlı Arúiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direniúleri (1817
1867), Doz Yayınları, østanbul 2007
Hâkimiyet-i Milliye 20 Kasım 1934
Haldon, J, The State and the Tributary Mode of Production, Verso LondonNewyork 1993
Hallaço÷lu, Yusuf, XVIII. Yüzyıl Osmanlı ømparatorlu÷unda øskân Siyaseti ve
Aúiretlerin Yerleútirilmesi TKK Yayınları, Ankara 1997
Hatipo÷lu ù. Raúit. “Tarımda Makine” Dönüm Dergisi sayı 32 1943, (23–33)
Hay, W. R, Two Years in Kurdistan, Experiences of a Political Officer. (1918–
1920) Sidgwick and Jackson, London 1921
Hekman, Lale Yalçın, Kürtlerde Aúiret ve Akrabalık øliúkileri Çev: Gülhan
Erkaya, øletiúim Yayınları, 2002 østanbul
Herbert, Heoton, Avrupa øktisat Tarihi ølkça÷dan Günümüzey Çev: M. Ali
Kılıçbay, ømge Kitabevi Yayınları, 1997 Ankara
Heyd, Uriel, Ziya Gökalp ve Tük Milliyetçili÷inin Temelleri Çev: Kadir Günay,
Kültür Bakanlı÷ı Yayınları, 2000 Ankara
Hobsbawm, E.J, “Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri’ne Önsöz” Çev: Mihri
Belli Sol Yayınları 1992 Ankara
Hobsbawm, E.J, ømparatorluk Ça÷ı, (1875–1914) Dost Kitabevi Yayınları, Çev:
Vedat Aslan, Ankara 1999
Hobsbawn, E.J, Tarih Üzerine, Çev: Osman Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları,
Ankara 1999
Homsbawm, E.J, Eúkiyalar, Çev: Necdet Hasgül, Onur Akalın, Avesta Yayınları,
østanbul 1997
252
Hourani, Albert, Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alagon, øletiúim Yayınları,
østanbul 1999
Hovanisian, Richard, Armenian Van/Vaspuragan, Mazda Publisher. Califorina
2000
Issawi, Charles, The Economics History of Middle East (1800–1914) Chicago
1966
ødris, Küçükömer, Düzenin Yabancılaúması, Ba÷lam Yayınları, østanbul 1995
økdam, no. 459 Teúrin-i Sani.( Kasım 1895
økdam, No: 5143 18 Eylül 1908
økdam, No:5114, 20 A÷ustos 1908
øki Nisan Gazetesi, Köy Adlarının De÷iúti÷ine Dair ølan 1962 s. 2
øleri, C. Nuri, Türk ønkılâbı, ADTYK Yayınları Ankara 2000
ølhan, Atttila, “Burjuva Devrimi” Cumhuriyet Gazetesi 22 A÷ostos s. 7. 1997
ølkin, Selim, Tekeli ølhan, “ Türkiye Tarımı ve Yapısal Geliúmeler (1900–1950)”
Der: ù. Pamuk, Z. Toprak, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200), Yurt
Yayınları 1988, Ankara. s. 76 -88
ølkin, Selim, Tekeli ølhan, “Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları, Modernleúme
Çabaları” Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923–200) Der: Zafer Toprak, ùevket
Pamuk Tarih Vakfı Yurt Yayınları s. 19–37
ønalcık, H, Quataert, D, Osmanlı ømparatorlu÷u’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi;
Çev: Halil Berktay Eren Yayınları, østanbul 2004
ønalcık, Halil, Osmanlı ømparatorlu÷u Klasik Ça÷, Çev: Ruúen Sezer, Yapı Kredi
Yayınları, østanbul 2006
Immanuel, Siyes, “Tiers Etat Nedir”, A.Ü Hukuk Fakültesi Dergisi Çev: Süheyl
Derbil Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt VIII. sayı 1–2 s.
126-207 Ankara 1951
øslamo÷lu, Huricihan, “16. Yüzyıl Anadolusu’da Köylüler, Ticarîleúme ve devlet
øktidarının Meúrulaútırılması” Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari
Tarım Ed: Faruk Tabak, Ça÷lar Keyder, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998
s. 61- 81
Jean, Maıllet, øktisadi Olayların Evrimi, Çev: Ertu÷rul Tokdemir, Remzi Kitabevi,
østanbul 1983
253
Jwaideh, Wadia, Kürt Milliyetlçili÷inin Tarihi Kökenleri ve Geliúimi, Çev: øsmail
Çeken, Alper Duman, øletiúim Yayınları, østanbul. 2004
K. Marx, F. Engels, Din Üzerine (Çev: Kaya Güvenç, Sol Yayınları, Ankara 1995
K.Marx, F. Engel, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri Çev: Mihri Belli, Sol
Yayınları, 1992 Ankara
K.Marx. F. Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin ølkeleri. (Çev. Muzaffer
Erdost Sol Yayınları, Ankara 2002
Kansu, Aykut, 1908 Devrimi, Çev: Ayda Erbal, øletiúim Yayınları, østanbul 2006
Kanun No. 2510, Haziran 1934
Karaca, Ali, Anadolu Islahatı Meselesi ve ùakir Paúa Layihası, Eren Yayınları,
østanbul 2000
Karal E. Ziya, Osmanlı Tarihi III, TTK Yayınlarıy, Ankara 1999
Karaosmano÷lu, Y. Kadri, Politika’da Kırkbeú Yıl, øletiúim Yayınları, østanbul
1999
Karl Marx Formen Çeviri: Sol Yayınları Yayın Kurulu, Ankara 1997
Karl Marx Kapital I. Cilt (Çev Alaadin Bilgin Sol Yayınları, Ankara 2004
Karl Marx, Fredricih Engels, Sömürgecilik Üzerine, Çev: Muzaffer ølhan Erdost,
Sol Yayınları, Ankara 1995
Karpat, Kemal, Osmanlıda De÷iúim Modernleúme ve Uluslaúma, Çev: Dilek
Özdemir, ømge Kitabevi Ankara 2006
Karpat, Kemal, “Orta Do÷u’da Osmanlı Etnik ve Dini Mirası” Ortado÷u’da
Etnisite Ço÷ulculuk ve Devlet Ed: Milton J.Esman, Itamar Rabinovich s.
59–74
Keddie N.R, “ Socio-economii Change øn The Middle East Since 1800” Ed: A. I.
Udovitcih. The Islamic Middle East. Princeton 1981. s 65–85
Keyder, Ça÷lar, “ Zafer Toprak, ølhan Tekeli, Selim ølkin ve ùevket Pamuk’un
Tebli÷lerine iliúkin Yorum”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, Tarih Vakfı
Yurt Yayınlar, 1999 s. 109–120
Keyder, Ça÷lar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, Çev: Sabri Tekay øletiúim
Yayınları, østanbul 1991
Khory Konstiner “Tribe and State Formatin in The Middle East”, Der: Khory
Konstiner s. 48–63
254
Kıesser, H.Lukas, Iskalanmıú Barıú, Çev: Atilla Dirim, øletiúim Yayınları, østanbul
2005
Kılıç, Orhan, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548–1648) Van Belediye
Baúkanlı÷ı, Yayınları, Van 1998
Kılıçbay, M.Ali, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Gazi Üniv.
øøBF Yayınları, Ankara 1982
Kıray, Mübecel, Toplumsal Yapı, Toplumsal De÷iúme, Ba÷lam Yayınları,
østanbul 1999
Kıvılcımlı, Hikmet, Yol II, Biblotek Yayınları, østanbul 2006
Kıvılcımlı, Hikmet, Türkiye’de Kapitalizmin Geliúimi, Tarih ve Devrim
Yayınları, østanbul 1974
Kıvılcımlı. Hikmet, Tarih Devrim ve Sosyalizm, Derleniú Yayınları, østanbul
2006.
Kiriúçi, Kemal, Winrow, M. Gareth, Kürt Sorunu Kökeni ve Geliúimi, Ahmet
Fethi, Tarih Vakfı Yurt Yayanları 4b. østanbul 2002
Koca, Hüseyin, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Do÷u-Güneydo÷u
Anadolu Politikaları, Mikro Yayınları, Konya 2000
Koçak, Cemil, Umumi Müfettiúlikler (1927–1952), øletiúim Yayınları, østanbul
2003
Koçi Bey Risalesi Haz: Zuhuri Danıúman Ecdad Yayınları, Ankara 1994
Kodaman Bayram. II. Abdülhamit Devri Do÷u Anadolu Politikası, Türk Kültürü
Araútırma Enstitüsü, Yayınları, Ankara,1992
Kodaman, Bayram, “Hamidiye Hafif Süvari Alayları”, Tarih Dergisi s. 431–440
Kodaman, Bayram, “Osmanlı Devrinde Do÷u Anadolu’nun ødari Durumu”
Belgelerle Türk Tarihi Yıl 1987 sayı 22 s. 31–36
Kongar, Emre, Türkiye’de Toplumsal De÷iúme, Remzi Kitabevi, østanbul 1995
Kop, Kadri Kemal, Araútırma ve Düúüncelerim, Vakit Gazete Matbaası, Ankara
1935
Köprülü, Fuat, “Orta Zaman Türk øslam Feodalizmi”, Belleten V/19 1941 s. 334–
337
Köy Envanter Etüdleri Van, Tarım ve Köy øúleri Bakanlı÷ı Yayınları Ankara
1963
255
Köymen, N. Kemal, “ Köy Seferberli÷ine Do÷ru”, Ülkü I. 5 Haziran 1933 s.
(233–241)
Kristansen, Krıstıan “ Chıefdoms and States, A Crıtical Assement Chiefdoms:
Power Economy and Ideology” Der: Timothy K. Earle, Cambridge
University Pres, 1991 (s.78–97)
Kunt, Metin, Sancaktan Eyalete (1550–1650) Arasında Osmanlı Ümerası ve øl
ødaresi, Bo÷aziçi Yayınları, østanbul 1981
Kuruç, Bilsay, Belgelerle Türkiye øktisat Politikası II (1933–1935), AÜ SBF
Yayınları, Ankara 1993
Kutlay, Naci, øttihat Terakki ve Kürtler, Beybun Yayınları, Ankara 1991
Küçük, Cevdet, “II. Abdülhamid’in Dıú Politikası”, II. Abdülhamid ve Dönemi
Sempozyumu, Bildiriler, østanbul 1992, s.24–36
Landou, Jakob M, Pan-øslam Politikaları: ødeoloji ve Örgütlenme, Çev: Nigar
Bulut, Ba÷lam Yayınları, østanbul 2002
Lapidus, I. M, History of Islamic Societies, Cambridge University Pres, 1999
Lapidus, I. M, “Tribe and State Formation in Islamic History”. Der: Philip S.
Khoury, J.Kostiner, Tribe and State Formatıon in The Middle East, The
Regents of the Univesity of Califorina 1990 s( 25-45)
Layard, A. Henry, Ninova Kalıntıları, Avesta Yayınları Çev: Zafer Avúar
østanbul, 2000
Lazerev, M.S Emperyalizm ve Kürt Sorunu (1917–1923) Çev: Mehmet Demir,
Özge Yayınları, Ankara 2000
Lefebvre, Henri, Sosyalist Dünya Görüúü, Çev: G. Do÷an Görsev, Yordam
Kitapları, østanbul 2000
Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Do÷uúu, Çev: Metin Kıratlı, TTK Yayınları,
Ankara 2000
Lewis, Bernard, Ortado÷u, Çev: Selen Y. Kölay, Arkadaú Yayınevi, Ankara 2005
Lindholm, Charles, “Kinship Structure and Political Authority: The Middle East
and Central Asia” Comparative Studies in Society and History”, Ed:
Ernest Gellner, Cambiridge University Pres, s. 334–355
Lütfi Tarihi Cilt III. Haz. Münir Aktepe, TTK Yayınları, Ankara 1988
Lynch H. F. B. Armenia Travels and Studies, Cilt II. Khayats Publishers, Beirut
1965
256
Machiavelli, Hükümdar, Çev: Sabahattin Ba÷datlı, Sosyal Yayınları, østanbul
1992
Mandel, Ernest, Andre G. Frank, Ekonomik Kriz ve Azgeliúmiú Ülkeler, Çev: N.
Saraço÷lu Yazın Yayıncılık, østanbul 1995
Mardin, ùerif, Din ve ødeloji, øletiúim Yayınları, østanbul 1999
Mavesriy V.T Kürt Ermeni øliúkileri, Çevrim Yazı: Haydar Varlı Sipan Yayınları,
Ankara 1997
Mehmet Hurúit Paúa Seyahatnami-i Hudud, Çevrim yazı: Alaaddin Eser, Simurg
Yayınları, østanbul 2000
Mıllıngen, F, Wıld Life Among The Kurds, Hurst and Blackett. London,1870
Michelet J. Fransız øhtilali Tarihi I.cilt Çev: Hamdi Varo÷lu, Maarif Vekâleti
Basım evi, Ankara 1952
Michelet, J. Fransız øhtilali Tarih Cilt II. Çev: Hamdi Varo÷lu Maarif Vekâleti
Yayını Ankara 1952
Minorsky, “Kürtler” øslâm Ansiklopedisi, Maddesi, c. VI, s. 1091, 1093.
Moore, Barrington, Demokrasinin ve Diktatörlü÷ün Kökenleri, Çev: ùirin Tekeli,
Alâeddin ùenel, ømge Kitabevi Ankara 2003
Morgan, Lewis. H, Eski Toplum I.II, Çev: Ünsal Oskay, Payel Yayınları, østanbul
1987
Mumcu, U÷ur, Kürt Dosyası, um:ag Yayınları, Ankara, 1998
Nadi, Nadir, “Zaaf mı-Kuvvet mi?”, 4, Ocak 1948 Cumhuriyet Gazetesi, sayı
8400 s. 3
Oktay, Cemil, Siyaset Bilimi øncelemeleri, Alfa Yayınları, østanbul 2005
Olson, Robert, Kürt Milliyetçili÷inin Kaynakları ve ùeyh Sait Isyanı, Çev: B.
Berker, N.Kıraç Özge Yayınları, Ankara, 1995
Orhonlu, Cengiz, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Aúiretlerin øskânı, Eren Yayıncılık,
østanbul 1987
Ortaylı, ølber, ømparatolu÷un En Uzun Yüz Yılı, øletiúim Yayınları, østanbul 2000
Ortaylı, ølber, Tanzimat Dönemi’nde Osmanlı Mahalli ødareleri (1840–1880) TTK
Yayınları, Ankara 2004
257
Önal, Sami, Sadettin Paúa’nın Anıları. Ermeni Kürt Olayları, Remzi Kitapevi
Yayınları østanbul 2007
Özankaya, Özer, Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür, SBF Yayını, Ankara,
1971
Özcan, Nihat Ali, AKP’ nin Kürt Sorunu’ ile ømtihanı” Cumhuriyet Gazetesi
Strateji Eki s. 16, 26 Eylül 2005
Özdili, ølhan, “Türkiye’de E÷itim” E÷itim Dergisi s. sayı 10 s. 90 1990
Özer, Ahmet, Do÷u’da Aúiret Düzeni ve Brukanlar, Elips Yayınları, Ankara 2003
Özgür, Özlem, 100 Soruda Türkiye’de Kapitalizmin Geliúmesi østanbul Gerçek
Yayınevi, østanbul 1990
Özkaya, Yücel, “XVIII. Yüzyılın ølk Yarısında Yerli Ailelerin Ayanlıkları Ele
Geçiriúleri ve Büyük Hanedanlıkların Kuruluúu”, Belleten, 168, 1978
(667–723)
Özkaya, Yücel, Osmanlı ømparatorlu÷u’nda Ayanlık, TTK Yayınları, Ankara
1994
Özo÷lu, Hakan, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçili÷i, Çev: N. Özok, A.Z
Gündo÷an, Kitapevi Yayınları, 2005 østanbul
Öztürk, Saygı, Kasadaki Dosyalar: øsmet ønönün’nün Atatürk’e Sundu÷u Gizli
Kürt Raporu, Umit Yayıncılık østanbul 1999
Pakalın M. Zeki, Tanzimat’ın Maliye Nazırları, Kanaat Kitapevi østanbul 1939
Pamuk, ùevket, “Türkiye’de Toprak Bölüúüm øliúkileri” Yapıt 1986. (32–33)
Pamuk, ùevket “Anadolu’da Küçük Köylülük Üzerine Tezler,” Yapıt Toplumsal
Araútırmalar Dergisi, Kasım Aralık 1985 s. (102–111)
Parlak, Suat, Kürtler ve Türkler, Ba÷dat Yayınları, østanbul 2007
Pirene, Henri, Ortaça÷ Kentleri, Çev: ùadan Karadeniz, øletiúim Yayınları,
østanbul 1991
Prıtchard, Evans, Sosyal Antropoloji, Çev: Fuat Aydın, Birey Yayıncılık, østanbul
2005
Prichard, Evans, The Neur: A Description of the Modes of Livehood and Political
Institutions of Neolotic, Oxford Univ. Pres, New York, 1969
Ramsaur, Ernest E, Jön Türkler ve 1908 øhtilali Çev: Nuran Yavuz, Pozitif
Yayınları, østanbul 2007
Rasim, Ahmet “østibdattan Hakimeyet-i Milliyeye", østanbul s. 115–117
258
Refik, Ahmed, Anadolu’da Türk Aúiretleri, Enderun Kitapevi, 1991 østanbul
Regions, Regulation and Institutions. Londra: Routledge 1999
Ritter, Helmut, “Irrational Solidarity Groups: Socio-Psyclogical Study in
Connection with Ibn Khaldun” Oriens Cilt. I. 1948 s. 45–56
Roderic Davison, H. Osmanlı ømparatorlu÷u’da Reform, 1856–1876, Çev: Osman
Akınhay. Papirus Yayınları, østanbul 1997
Sahlins, Marshall, Social Stratifaction in Polinesia Seattle: Üniversity of
Washington Press, 1965
Sait Halim Paúa, Buhranlarımız. Tercüman Yayınları, østanbul, 1988
Sarç, Ö Celal, Tanzimat ve Sanayimiz. Tanzimat’ın 100.Yıldönüm
Münasebetiyle, østanbul 1941
Sarıca, Murat, Emredici Vekâletten Temsil Sistemine Geçiú Yayınlanmamıú
Doçentlik Tezi østanbul Üniversitesi
Sasuni, Garo, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni–Kürt
øliúkileri, Çev: Bedros Zartaryan, M. Yetkin, Med Yayınları, østanbul
1992
Savran, Sungur, “Osmanlı’dan Cumuhriyete: Türkiye’de Burujuva Devrimi
Sorunu.” 11. Tez Kitap Dizisi Kasım Uluslar arası Yayıncılık, 1985
østanbul s. 173–213
Selçuk, ølhan, “Askere Müdahale Üzerine” Cumhuriyet Gazetesi, 11. Aralık Pazar
s. 2, 2006
Selek, Sabahattin, Anadolu øhtilali, Kestaú Yayınları, østanbul 2000
Sencer, Muammer, Pervus Efendi, Türkiye’nin Mali Tutsaklı÷ı, May Yayınları,
østanbul 1977
Sevgen, Nazmi, Do÷u Anadolu’da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araútırma
Enstitüsü Yayını, Ankara, 1982
Sezgin, Ömür, Kurtuluú Savaúı ve Siyasal Rejim Sorunu, ømge Kitabevi
Yayınları, Ankara 2005
Sinano÷lu, Suat, Türk Hümanizmi, TTK Yayınları, Ankara 1980
Soboul. Albert. Fransız øhtilâlinin Kısa Tarihi, Çev: øsmail Yarkın, ønter Yayınları
østanbul, 1989
Soysal, Mümtaz “Büyük Yalan” Yön sayı 40. 19 Eylül 1962, s.6-10
Sönmez, Mustafa, Do÷u Anadolu’nun Hikâyesi Arkadaú Yayınları, østanbul 1992
259
Sönmez, Mustafa, “ Türkiye’de Tarım ve Büyük Burjuvazi” Yapıt. s.231–236
Steinhous. Kurt, Atatürk Devrimi Sosylojisi, Çev: NecdetSander, Cumhuriyet
Kitapları, østanbul, 1991
Straford, Lord, Türkiye Anıları, Çev: Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
østanbul 1999
Süleyman Sabri Paúa, Van Tarihi ve Kürtler Hakkında Tetetbualar, Haz: Gamze
Gayeo÷lu, Türk Kültürünü Araútırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1982
Svazlian, Verjine, Ermeni Soykırımı ve Toplumsal Hafıza, Çev, Emine Demir,
Belge Yayınları, østanbul 2005
Sweezy, P, Baran, P, Tekelci Kapitalizm, Do÷an Yayınevi Ankara 1970
Swezy, Paul, “Bir Eleútiri” Feodalizmden Kapitalizme Geçiú Süreci Kitabının
içinde Çev: Çetin Yetkin, May Yayınları, østanbul 1974 s. 32–44
ùark Üniversitesi Raporu, Milli E÷itim Matbaası Ankara 1952
ùaúmaz, Musa, Kürt Musa Bey Olayı (1883–1890), Kitabevi Yayınları, østanbul
2004
ùerefname ùerefhan, Çev: M. Emin Bozarslan Deng Yayınları, østanbul 1999
ùerif, Ahmet, Anadolu’da Tanin Haz: M. Çetin Börekeçi TTKYayınları, Ankara
1999
ùimúir, Bilal N. øngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (1924–1938),
TTKYayınları Ankara 1991
T:B:M:M Kavanin Mecmuası Yıl 1928
Tapper, Richard, øran’ın Sınır Boylarında Göçebeler, Çev: F.Dilek Özdemir, ømge
Kitabevi, Ankara 2004
Tarih-i Naima 4. Cilt (Çevrimyazı Zuhuri Danıúman Zuhuri Danıúman Yayınları,
østanbul 2000
TBMM Kavanin Mecmuası Kanun No. 1505 Haziran 1929 D. 10
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, øçtima 2, Cilt 10 Dokuzuncu øçtima
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre2, øçtima 4, Cilt 33 75.76 øçtima
Tekeli, ølhan, ølkin, Selim, “ Türkiye’de Ulaútırmanın Geliúimi” Cumuhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopesidi C 10 s.2758–2768
260
Ter Minessian, Anahide, “Ermeni Kaynaklarına Göre, Yüzyıl Baúında
Van”,Osmanlı Döneminde Modern Kentler, Der: Paul Dumont, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, østanbul 1997
Tezel Y. Sezai, Cumhuriyet Döneminin øktisâdi Tarihi (1923–1950), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 2002 østanbul
Tibi, Bassam, Bo÷azın øki Yakası: Avrupa ile øslamcılık Arasında Türkiye, Çev:
Sevinç Kabakçıo÷lu, Do÷an Yayıncılık, østanbul 2000
Timur, Taner, Çok Partili Hayata Geçiú, øletiúim Yayınları, østanbul 2004
Timur, Taner, Türk Devrimi ve Sonrası, ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 1993
Toker, Metin, ùeyh Sait øsyanı Akis Yayınevi, Ankara 1968
Tökin, ø. Hüsrev, Türkiye Köy øktisadiyatı, øletiúim Yayınları, østanbul 1990
Tönnies, Ferdinand, Community and Society, Der: C.P Loomis New York
Harper, 1957
Tunaya, Tarık Zafer, “Türkiye Üstüne Tartıúmalar”, Ba÷lam Yayınları, Ed: Ali
Gevgili østanbul 1994
Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması
(1923–1931), Yurt Yayınları, østanbul 1996
Turan, ùerafettin, Türk Devrim Tarihi (1923–1938) Bilgi Yayınevi, Ankara, 1995
Turan, Osman, Do÷u Anadolu Türk Beylikleri Tarihi Nakıúlar Yayın evi østanbul
1980
Turner, Bryan, Oryantalizm Kapitalizm ve øslam, ønsan Yayınları, østanbul 1991
Tütengil, C. Orhan. Azgeliúmiú Ülkelerin Toplumsal Yapısı, østanbul Matbası,
østanbul 1966
Ulu÷, N. Hakkı, Derebeyi ve Dersim, østanbul 1932
Uzunçarúılı ø. H, Osmanlı Tarihi II. Cilt, TTK Yayınları Ankara 1999
Uzunçarúılı ø.H. Osmanlı Tarihi Cilt III. TTK Yayınları Ankara, 1999
Ünal, Kemal, “Cumhuriyet 21’nci Yasına Basarken Halkevleri ve Halkodaları”
Ülkü, XIV/79 Eylül 1939.s. 14, Ulus, 29 Ekim 1934
Üúür, øúaya,“Burjuva Devrimleri Ba÷lamında Onyedinyi Yüzyıl øngiliz Devrimi",
11. Tez Kitap Dizisi Sayı 10 Belge Uluslararası Yayınları, østanbul, 1990,
s. 159 -179.
261
Üúür, øúaya “Kapitalizmin Geliúmesi Üzerine øncelemeler ve Geçiú Tartıúmaları:
Bir Takdim” Maurice, Dobb, Kapitalizmin Geliúimi Üzerine øncelemeler
Çev: F. Akar Belge Yayınları, østanbul 1992 1.b (355–452)
Üúür, øúaya, “Osmanlı ømparatorlu÷u Tarih Yazımında Metodolojik Bir Sorun
Üzerine Birkaç Gözlem ve Düúünce” Mürekkep Dergisi sayı 5, 1995
V.ø.Lenin Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlü÷ü, Çev: Muzaffer
Erdost, Sol Yayınları, Ankara 1992,
Vali, Abbas, Kürt Milliyetçili÷inin Kökenleri, Avesta Yayınları, Çev: S. Kılıç, U.
Aydo÷muú, F. Adsay østanbul 2005
Van Gazetesi sayı 376 Yıl 1942 s. 3
Van Gazetesi. 1942 sayı 354
Van øl Yıllı÷ı, Van Vilayet yayınları 1963
Van Vilayet Salnamesi, 1895 Van Belediyesi Yayınları, 1999 Van
Wallerstein, Immanuel, Modern Dünya Sistemi I. Cilt, Çev: Latif Boyacı, Bakıú
Yayınları, østanbul 2004
Weber, Max, Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev: Özer Özenkaya,
ømge Kitabevi Yayınları, Ankara 1995
Wigram. W.A. ønsanlı÷ın Beúi÷i, Çev: øbrahim Bingöl, Avesta Yayınları, østanbul
2004
Wilson, S. G, Persian Life and Customs: With Scenes and Incidents of Residence
and Travel Oliphant, Anderson and Ferrier London 1896
Witfogel, Karl, Oriental Despotism A Comparetive Study of Total Power. New
Haven, Yale University Pres, 1957
Wood, E Meikins, Eski Rejimler ve Modern Devletler Üstüne Tarihsel Bir
Deneme, Çev: Oya Köymen Yordam Kitap, østanbul 2007
Wood, E.Meıkıns, Kapatalizmin Kökeni, Çev: Cevdet Aúkın, Epos Yayınları,
Ankara 2003
Yeni Yurt Gazetesi, sayı. 854. Yıl 1947
Yeni Yurt Gazetesi sayı 956 Yıl 1947
Yeni Yurt Gazetesi sayı 1150 Yıl 1948
Yerasimos, Stefanos, Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt III, Çev: Babür
Kuzucu, Belge Yayınları, østanbul 2001
262
Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, Çev: ùirin Tekeli, øletiúim Yayınları,
østanbul 2000
Yerasimos, Stefanos. Azgeliúmiúlik Sürecinde Türkiye Cilt II. Belge Yayınları,
Çev: Babür Kuzucu, østanbul 2001
Yonan Gabriella, Asur Soykırımı: Unutulan Bir Holocoust, Çev: Erol Sarı,
Pencere Yayınları, østanbul, 1992
Zurcher Erıch Jaan Terakki Perver Cumhuriyet Frkası, Çev: Gül Ça÷la Güven,
Ba÷lam Yayınları, østanbul 1992
263
SUMMARY
This thesis is a study to analyze in production formations the tribe and
community structures, which constitutes a major part of the problems so called as
South Eastern and Eastern Anatolia problem or Kurdish problem, and which is
one of the most important problems of Turkish contemporary issues. This analysis
considers the tribe and community structures in a multi-formation where both the
capitalist and feudal production forms are lapsed within the other. The processes
of these two production forms, where one determines or eliminates the other with
its social interactions, institutions, and ideologies are discussed in the two main
historical periods, namely ‘Before the Republic’ and ‘After the Republic’.
The main problematic that the thesis focuses can be formulated as a study to find
out answers to the questions why the Republic or bourgeois democratic revolution
could not eliminate the tribe and community structures in Eastern Anatolia totally,
and why it could not reach its natural borders. In this formulation, at which level
and at which means the tribe and community structures produce the power
relations are inquired in economic, political, and social interactions frame, and it
was aimed to find out the replies from the near history. In other words, it is a
study to discover at which points, and by which economic, political and
ideological means the traditional structures such as tribe and community, which
eliminates or delays the institutionalization of democratic institutions and laws of
the Republic in Eastern Anatolia region which hasn not experienced the main
traumatic effects of industrial revolution has blocked the borders of bourgeois
democratic revolution.
Evaluating the feudal and traditional structures such as tribe and community
in
this
frame
also
means
determining
the
level
of
maturation
or
institutionalization, and production of its own style of institutions of the Republic
in the context of individual, citizen-state, political culture, and belonging
relations. For these reasons, this study can also be considered as a study to
discover the real age of “the Republic” in Eastern Anatolia.
264
Download