Bir bükres seyahati ve anilari:Actual Medicine.qxd

advertisement
Geniş Açı
Bir Bükreş Seyahati ve Anımsattıkları
Dünyanın İkinci En Büyük Binası - Sanata Verilen Değer
Jeoloji Müzesi - Dünyadaki (içilebilir) Su Miktarı
de Bükreş’in yeniden yapılanması sırasında üç bloktan
fazla bina yıkılarak yerine dünyanın en büyük ikinci binası
olan parlamento binası yapılmış. (Bu arada tabii akla gelen sorunun cevabını da verelim: Dünyanın en büyük binası A.B.D.’deki Savunma Bakanlığı binası olan Pentagon...) Bugünkü Romen Parlamentosu ve Senatosu ile
bir modern sanat müzesi bu binanın içinde bulunuyor.
Op.Dr. Hilmi OR
Göz Hekimi
Yaz ayları en sıcak şekli ile devam ediyor. Yaz aylarında
hava sıcaklığı bunaltabiliyor ama aynı zamanda açık havada gezebilmemizi de sağlıyor. Bu yazımız yine tatil ve
gezi kökenli olacak: Romanya’nın başkenti ve en büyük
şehri olan Bükreş’e uzanacağız ve açık havada rahatça
gezilebilen mevsimde şehrin öğrettiklerini ve anımsattıklarını beraberce inceleyeceğiz.
İsterseniz binayı biraz tanıyalım: 450.000 m2’lik parlamento binası 1984-89 arasında 20.000 işçi ve 700 mimarın emeği ile bitirilmiş. 3.000 odası, 64 toplantı ve kabul
salonu ve 60 koridoru olan binanın içi mermer kaplama
ile süslenmiş. Toplam 1.000.000 m3 mermer ve 1.000 ton
bazalt kullanılmış. Büyük halıların her birinin ağırlığı 12
tonun üzerinde imiş. Bu binada birkaç sene önce NATO
liderlerinin tek yuvarlak masa çevresinde toplandıkları
salonun büyüklüğü 2.200 m2 ve yüksekliği 16 metre imiş.
Aynı salon 1.200 m2 büyüklüğü ile dünyanın en büyük halısına ve 7.000 ampul ve üç ton ağırlığı ile dünyanın en
büyük kristal avizesine sahip imiş.
Bükreş ve dünyanın ikinci en büyük binası
Fotoğraf 2. Eski kütüphane binası.
Fotoğraf 1. Bükreş Parlamentosu ve Senatosu: Dünyanın ikinci en büyük
binası.
Bükreş Romanya’nın başkenti… 2,3 milyon nüfuslu bir şehir… İstanbul ölçeğinde ufak kalıyor. Ama bu şehirde
dünyanın en büyük ikinci binası var: Çavuşesku dönemin50
Actual
Çavuşevsku’nun rüyası Bükreş’i küçük bir Paris haline getirmekmiş. Bunun için de düz bir şehir olan Bükreş’te bir
merkez ve bu merkezden düzenli bir şekilde oluşan bir
hat planlamış. Aynı Paris’teki şehri bir baştan bir başa geçen ve üzerinde bulvarlar, önemli yapılar ve meydanların
olduğu hat gibi… Bu proje temelinde şehir merkezinde
birçok bina bloğu, hatta şehir bölümü yıkılarak yerine
parlamento binası ve mimari açıdan aynı ekolden olan
devlet binaları inşa edilmiş. Çavuşesku döneminden sonMedicine
Ağustos 2009
Geniş Açı
ra bu binaların yapımı çok masrafa neden olduğu için
durdurulmuş. Ancak günümüzde bir kısmı yeniden yapılmaya ya da yapımına devam edilmeye başlanmış.
da kendi katkıları ile restore edilmiş olan Atheneum ile
gurur duyuyor.
Bükreş’te halka hizmet edecek binaları sadece devlet
yapmamış. Klasik müzik için restore edilen bir bina için
ödeyemediği bölümü seyircilerin ve halkın karşılaması
örneği var…
Atheneum: Romenlerin sanatı ve klasik müziği içselleştirmesinin bir göstergesi
Romenlerin değer verdiği sanat dallarından biri klasik
müzik… Şehirde tiyatro binasının yanında opera binası
ve Atheneum var
Fotoğraf 4. Atheneum: İç görünüm, giriş katı. Üst kattaki tüm konser salonu sadece bu sütunlar üzerine oturuyor.
Romanya ve Bükreş sadece binalardan oluşmuyor tabii
ki… Ülkenin kültürel ve sosyal yaşamında, özellikle de
mutfağında Türklerin etkisi hissediliyor.
Romanya tarihi, Türkler ve Türk kültürünün esintileri
Romanya’nın tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinde olduğu dönem oldukça önemli… Sonrasında
ise Türklerle yapılan birçok savaş önem kazanıyor. Kahramanlarının birçoğu Türklere karşı kazandıkları zaferler
ile anılıyor. Hatta Büyük Stefan Türklere karşı kazanılan
her savaştan sonra bir kilise yaptırıyor.
Fotoğraf 3. Atheneum: Dış görünüm.
Atheneum’un enteresan bir hikayesi var. 1888 yılında
konserler için yapılmış. Üst katında değişik yapıdaki kubbenin hemen altında 800 seyirci alan salonu ve 120 kişilik
orkestranın alan bulduğu sahnesi olan Atheneum’un
akustiği özellikle iyi olduğu için herhangi bir ek ses düzeni bulunmuyor. Romanya’nın 1. Dünya Savaşı’na kadar
olan tarihi kubbenin hemen altındaki –sahne üzeri hariç
tüm salonu dolaşan çevreleyen- freskler ile anlatılmış.
Salonda otururken tümü görülebiliyor. Atheneum’un hemen önünde 39 yaşında vefat etmiş bir şair olan Michael
Emunesku’nun heykeli var.
Çavuşesku dönemi sonrasında yapının restorasyonu için
devlet ve belediyenin bütçesi yetmeyince, yeni düzenlemeyi bitirmek için maddi yardım için halka başvurulmuş.
Bireyler tarafından gönüllü olarak yapılan bağışlar ile
Atheneum’un restorasyonu 8-9 sene önce tamamlanmış. Atheneum’da yaz ayları dışında hemen her akşam
çeşitli klasik müzik konserleri dinlemek mümkün… Halk
Ağustos 2009
Actual
Osmanlı’nın Eflak ve Boğdan eyaletleri bugünkü Romanya’nın temelini oluşturuyor. Ancak Romenlerin Türklere
karşı kazandıklarının bir kısmı Rusların eline geçtiği için,
farklı devletler doğuyor savaş sonrasındaki paylaşımlardan…
Yüzyıllar süren Türk etkisinin getirdiği bir Türk kültürü birikimi var Romanya’da… Bunlardan en kolay hissedilen
ikisinden bahsetmek istiyorum. Birini dilde hissediyorsunuz: Yazılışı farklı olsa da söylenişi Türkçe ile aynı olan kelimeler çok: “Rahat”, “pusula”, “han” ve “çeşme” bunlardan bazıları… İkinci Türk etkisi hissedilen yer ise otantik yemekleri: “Çorba” ismi aynen alınmış. Sulu köfte biraz sebze eklenmiş olarak “Ciorba de perisoare” olarak
içilebiliyor. Bizdeki lahana ve asma yaprağından yapılan
sarmalar “sarmale” adı ile aynen mevcut, aynen bizde
olduğu gibi üzerine yoğurt konarak yeniyor. Bildiğimiz
patlıcan salatası, közlenmiş patlıcanın sarımsak ve soğan
ile karıştırılmış (Salata de Vinete) şekli olarak da, yağda
Medicine
51
Geniş Açı
domates ile karıştırılmış şekli olarak da var. Pastirama ise
bizim pastırma… Beyaz peynir nerede ise bizimki ile tamamen aynı…
Peki yemekleri bize yakın olan Romanya’nın iklimi de bize yakın mı?
Birçok bulvar ağaç dizileri ile süslenmiş. Şehrin ortasından akan ufak çay şehrin hem içme ve kullanım anlamında, hem de görsel anlamda su ihtiyacını karşılayabilecek
seviyede değil… Parkların dışında şehirde ve şehrin çevresinde bir çok suni göl ve gölet var. Bu sayede şehirde
bol miktarda su görme imkanı oluyor.
Bükreş’in iklimi ve havası
Bükreş’te hava normal şartlarda bizim alıştığımıza göre
bayağı soğukmuş. Kışlar çok soğuk, baharlar ise soğuk
geçiyormuş. Temmuz-Ağustos (en sıcak aylar) ortalamaları 20 oC civarındaymış. Ama son iki senedir yaz aylarında 35-40 oC’lere varan sıcaklar da yaşıyorlarmış.
Hımmmm… Dünya ısınıyor mu acaba? Ben Bükreş’te
iken sıcaklık 32-34 oC arası idi, ama geceleri 17 oC’lere düşüyordu. Ne de olsa kara iklimi…
Az yağışlı bir kara iklimi şehirleri zor yaşanılır hale getirebilir. Bakalım Bükreş için de geçerli mi?
Bükreş’in parkları ve gölleri
Bükreş Romanya’da yağışın az olduğu kısmında… Ama
bunu hissetmiyorsunuz. Şehir içinde bol miktarda yeşil
alan ve parklar var.
Fotoğraf 6. Herastrau Parkı’nın içindeki gölde yansımalar.
Herastrau Parkı: Şehrin konsolosluklara ve diplomatik
kuruluşlara yakın kısmında olan bir park… Bu parktaki
yollar diğer parklara göre daha geniş, parkta bol miktarda heykel ve geniş alanlarda bahçe düzenlemesi var.
Çeşmeci Parkı’nda (yazılışı farklı olsa da okunuşu Çeşmeci !) ise yürüyüş yolları daha dar, ağaçlar daha ufak ve yoğun olarak yakındalar, daha çok küçük çocuklu aileler ve
emekliler tercih ediyor.
Bükreş turistler için sadece bina ve parklardan da oluşmuyor tabii ki… Enteresan müzeleri var:
Köy Evleri Müzesi ve hatırlattıkları
Romanya’nın geçmişindeki tarım ve köylü geçmişinden
duydukları gururu iki müzede hissedebiliyorsunuz. Müzelerden birincisi bir açık hava müzesi: “Köy Evleri
Müzesi”. Müzeyi kurmak için Romanya’nın çeşitli yörelerinde yüzyıllardır olan köy evleri taşınmış ya da aslına uygun olarak yeniden yapılmış. İçlerinde de yöreye has mobilya ve eşyalar mevcut…
Köy evleri yaşanılan yöreye göre, hava durumuna göre,
ihtiyaca göre şekillenmiş, doğal olarak çevrede bulunan
malzeme ile yapılmış evler… Bir kısmının çatıları sazdan
yapılmış, koruma sağlaması için de yaklaşık 30-50 cm kalınlıkta yapılmış.
Fotoğraf 5. Parkta yürüyüş.
52
Actual
Medicine
Ağustos 2009
Geniş Açı
örnek var: Bir nesnenin olmasının mucizesini, hatta aynı
nesneden –ama birbirinin aynı olmayan- farklı birkaç tane olmasının mucizesini yaşıyor köylü…
Evin ya da çiftliğin tahtadan yapılmış kapı girişleri oymalar ile süslü.. Her gün, her sefer altından geçildiğinde yaşanılan güzelliğin mucizesi anımsanıyor.
Fotoğraf 7. Köy Evi Müzesi: Çatısı sazdan yapılmış ev.
Bu evler bana İngiltere’deki kırsal kesimde olan benzer
çatı yapısındaki evleri hatırlattı: Cottage ismi verilen, çatıları saz ve ottan oluşan evler… Bu kadar kalın bir saz ve
ot tabakasının içinde tabii ki çeşitli hayvanlar da yaşıyordu. Özellikle de evin kedi ve köpekleri… Yağmur şiddetli yağdığı zaman çatının içinde yaşayan hayvanlar evin içine düşebiliyordu. İngilizce’de çok şiddetli yağmur için
kullanılan “Kedi ve köpek yağmuru yağıyor.” (“It’s raining cats and dogs.”) deyiminin kökeni işte Romanya’da
da görülen bu tip çatılara dayanıyor.
Bir de yarısı toprağın içine yapılmış olan, böylece toprağın izolasyon etkisi ile, evin içindekilerin çevrenin ısı şartlarından fazla etkilenmedikleri evler var.
Fotoğraf 9. Güneş sembolizmalı ahır kapısı.
Başka bir sembol ise daha direkt: Güneş… Bazı ahır kapılarının üzerinde güneş kabartması ya da şekli var. Tam
güneş değil, doğan güneş… Doğan güneş de –bazen
unuttuğumuz- basit ve doğal gözüken mucizelerin her
gün hayatımıza yeniden doğmasını sembolize ediyor.
Fotoğraf 8. Köy Evi Müzesi: Yarısı yerin içinde, ayrıca çatısı sazdan yapılmış ev.
Çiftçi Müzesi ve yaşamın mucizeleri
Çiftçi Müzesi’nin girişinde, daha ilk bölümdeki tanıtıcı yazı çiftçilerin hayatındaki mucizeleri anlatıyor. Aynı mutfak aletlerinden birkaç tane veya benzerlerinden birkaç
Ağustos 2009
Actual
Köy Evleri ve Köylü Müzeleri tarımın yaşamı etkilemesi
üzerine iki müze idi. Tarımın yapıldığı toprağı ise, jeolojinin ilgilendiği yerkürenin elemanları oluşturuyor. Bu elemanları en iyi olarak Köylü Müzesi’nin hemen karşısındaki Jeoloji Müzesi’nde görme olanağı vardı.
Jeoloji Müzesi ve anımsattıkları
Dünyanın birçok yerinde Jeoloji Müzesi gezdim. Her gittiğim müzede farklı şeyler öğrendim. Bu yazıda da
Bükreş’te gezdiğim Jeoloji Müzesi’nde öğrendiklerimi
paylaşmak istiyorum sizlerle…
Medicine
53
Geniş Açı
Beni Bükreş’te gezdiren arkadaşım Jeoloji Müzesi’ni gezdirirken müze ve sunumlar kendisinin de o kadar hoşuna
gitti ki, sonunda -benim için yeni- bir jeoloji tanımı getirdi: “Jeoloji: Bu da bir tarih, dünyanın (üzerinde yaşayan
insanların değil, yerkürenin) tarihi…”
Dünyanın oluşma tarihine bir bakalım o zaman…
Girişte ilk etkilediğim görüntü üç boyutlu yapılmış bir
yerküre maketi idi. Ama görmeye alıştığımızdan farklı bir
yerküre idi: Yerkürenin üzerindeki tüm sular (deniz, göl
ve akarsular) alınmış, sadece jeolojik olarak mevcut olan
“kara”lar yani sert dünya kabuğu kalmıştı. Özellikle okyanuslardaki takım adaların esasında sıradağların, tek
olan bazı adaların da ince ve çok yüksek dağların tepeleri olduğu algılamak çarpıcı idi. İki boyutlu haritalarda
renklerle ifade edilen bu durumu üç boyutlu olarak görmek insanı farklı etkiliyor. Ayrıca okyanusların dibinde
yeryüzünden farklı olarak birbirine paralel çizgilerden
oluşan yüzey şekilleri olduğu görülüyor. Bu çizgiler anakaraların birbirine doğru hareketleri sırasında yer kabuğunun sıkışmasından oluşuyor.
Jeolojinin ilgilendiği kristal ve mineralleri başka bir yazıya bırakıp, jeolojik oluşumların üzerinde ve kısmen içinde
olan, yaşamımızın da temel taşı olan maddeye geçelim:
Su!
narı 1.115 km’lik bir küp oluştururdu. Bunun içindeki içilebilir suyu bir küp haline getirsek kenarı sadece 74,6
km’lik bir küp oluşturabilecekti.
Çizim 1. Dünyadaki toplam suyun miktarının, dünyadaki toplam tatlı
suyun ve dünyadaki toplam içilebilir tatlı suyun miktarına oranı
Yeryüzünde bulunan suyun yıllık devinimi enteresan boyutlarda: Okyanus ve denizlerden toplam 505.000 km3,
yeryüzündeki göl, akarsu ve bitkilerden ise 19.000 km3 su
buharlaşıyor. Bu suyun 458.000 km3‘ü okyanus ve denizlere, 65.000 km3‘ü ise karaya yağış olarak düşüyor. Yer
altı sularına karışarak denize ulaşan kısmı ise yaklaşık
2.000 km3…
Dünyadaki su üzerine…
Dünyadaki su tam ölçülemediği için, su konusunda ulaşılabilen rakamlar kaynaklara göre değişebiliyor. Ama rakamlar tam doğru olmasalar bile, bize bir fikir verebilmekteler.
Dünya yüzeyinin % 71’i su ile kaplıdır. Ama bu dünya yüzeyinde topraktan çok su varolduğu anlamına gelmiyor.
Çünkü su yerkürenin dış tabakasının üzerini kaplamaktadır. Tüm bu suyun miktarı 1.386.000.000 km3 kadardır.
Bu suların % 97,2’si tuzlu su, sadece % 2,8’i tatlı sudur.
Tatlı suyun da önemli bir kısmı (% 2,0) kutuplarda buz halinde bulunmaktadır. Bize çok gibi gelen göl ve akarsulardaki sular ise yeryüzündeki toplam suyun sadece
0,02’sini oluştururlar. Yeryüzündeki suyun atmosferde
dolaşan kısmı olan bulutlar ise yeryüzündeki tüm suyun
sadece % 0,001’ini (10.000 km3 su) oluşturuyorlar.
İçme suyu olarak dünyadaki suyun sadece % 0,03’ü (yaklaşık 415.000 km3) kullanılabilir. Bir karşılaştırma yapılacak olursa dünyadaki tüm su bir küp haline getirilse ke54
Actual
Çizim 2. Dünyadaki suyun devinimi.
Bir Bükreş seyahati Türk kültürünün nerelere kadar etki
ettiğini anımsattı. Dünyanın ikinci en büyük binasını tanımamızı sağladı. Tarım toplumunun getirdiği köy evleri ve
köylü sembolizmalarını da izleme şansımız oldu. Jeoloji
Müzesi ise yerkürenin oluşmasındaki değişik yapı yanında dünyadaki suyun miktarı ve içilebilir olanının oranı ile
ilgili bilinçlenmemizi sağladı. Bilgi ve güzelliğe ulaşmamızı sağlayacak nice gezileri paylaşmak dileği ile…
Medicine
Ağustos 2009
Download