DOSYA: TÜRKMENELİ tir. Musul vilayeti, doğuda İran, kuzeyde (Diyarbakır), güneyde Bağdat, batıda Şam, kuzeybatıda Halep vilayetleri ve Zor sancağı ile çevrelenmiştir. Musul, Selçuklu İmparatorluğu’ndan itibaren 800 yıl kadar, Türk devletlerinin sınırları içinde bulunmuştur. Osmanlı’nın Irak toprakları, Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerine ayrılmış, 1890’dan itibaren Musul merkeze bağlı kazalar Kerkük (Şehrizor) ve Süleymaniye sancakları şeklinde yönetilmiştir. Musul eyaleti Osmanlılar ile İranlılar arasında birçok defa sınır ihtilaflarına ve savaşlara neden olmuştur. Ayrıca bölgede çıkan isyanlar nedeniyle Osmanlı ordusu sık sık Musul Kerkük bölgesine girmek zorunda kaldı. Ayrıca İran’ın zaman zaman bölgeye girmesi, kuraklık ve doğal afetler nedeniyle insanlar başka yerlere göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu felaketlerin arasında 1667’deki Musul depremi, 1711 yılında tüm Musul, Kerkük, Süleymaniye bölgesinde yaşanan büyük çekirge istilası en dikkat çekici göç nedenleri olmuştur. Yaklaşık 800 yıl Türk hâkimiyeti altında kalan dünyanın en zor coğrafyalarından biri olan bu bölgede Türk, Arap ve Kürt gibi Müslüman toplumların yanı sıra Süryani, Keldani ve Musevi gibi gayr-ı Müslim toplumlar da huzur ve refah içinde 40 | Gökkubbe | Sayı:3 | Yıl:1 yaşamıştır. 20. yüzyılın başlarında Musul vilayetinin nüfusu 350.000 civarındaydı. I. Dünya Savaşı öncesinde Musul, tarım, hayvancılık ve yöresel üretimi ile Avrupalı tüccarların bildiği bir bölgedir. XIII. yüzyılda seyyah Yakut, Musul’u dünyanın üç önemli şehrinden biri olarak gördüğünü kaydetmekte ve sahip olduğu zenginliklerle Musul’un canlı, gelişmiş bir ekonomiye sahip olduğunu belirtmektedir. Bir Alman heyetinin, 1871 ‘de Musul’da zengin petrol yatakları olduğunu rapor etmesi, zaten büyük bir önemi haiz olan bölgeyi büyük devletlerin zihninde adeta paylaşılması gereken bir ganimet olarak canlandırmıştı. Bu olaydan sonra sömürgeci devletlerin Musul bölgesi üzerindeki emelleri çoğalmış ve bu devletler bölge üzerinde çeşitli planlar yapmaya başlamıştır. 1900’lü yılların başında İngilizler ve Almanlar bölgede kendi hâkimiyetlerini kuracak girişimlere başlamışlardır. Almanya girişimini Osmanlı yönetimindeki nüfuzunu artırarak sürdürürken İngiltere bölgedeki aşiret reislerini ayaklanmaya teşvik ederek Osmanlı yönetiminin halk üzerindeki etkisini zayıflatmaya çalıştı. Bu girişimler Kürt, Arap, Türkmen, Süryani, Keldani, Yakubi ve Ermeni gibi pek çok topluluğun milliyet ve din farklılıklarını sömürerek etkili olmaya başlamıştır. I. Dünya Savaşı, Avrupalı sömürgeci devletlerin hayallerini gerçekleştirmeleri için büyük bir fırsat olmuştur. Henüz savaş devam ederken İngiltere ve Fransa, gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu’yu bölüşmüşler, Irak’ın İngiliz sömürgesi olması kararını almışlardır. I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki aylarda Osmanlı Devleti İngilizlerin Basra Körfezi’nden Irak’ı istila etmek için Hindistan’da hazırlık yaptıklarını haber almıştı. Nitekim İngiltere 1914 Kasım ayında Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek birlikleriyle Şattülarap ağzındaki Fav bölgesini işgal etti. İngiliz saldırısı ile açılan Irak Cephesi’nde, Hindistan’dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra’ya çıkarak kısa zamanda Bağdat’a kadar ilerlediler. Ancak Osmanlı Orduları İngiliz ilerleyişini durdurdu ve Irak Cephesi’nde önemli başarılar elde etti. Burada özellikle 1916 yılındaki Kut’ul-Amer zaferini belirtmek gerekir. Dicle nehrinin kıyısındaki bu kasaba, İngilizler tarafından ele geçirildikten sonra Halil Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunca kuşatılmış ve İngilizler ağır kayıplar vererek teslim olmak zorunda kalmışlardır. Ancak Osmanlı yönetimi bu başarıdan yeterince faydalanamamıştır. Bölgedeki ordu İngilizlerin uzun süre hareket edeme-