DUYGU SÖMÜRÜCÜLERİ Dünyada yüzyıllardır birçok ekonomik ve sosyal sistem var olmasına rağmen eninde sonunda yoksulluk kavramı ortaya çıktı. İşte bu yoksulluk, dilenciliğin her devirde bir gelir elde etme aracı olarak görülmesine neden oldu ve olmaya da devam ediyor. Dilenciler: Türkiye’de Yoksulluk ve Dilenme Kültürü kitabında Aslıcan Kalfa Topateş, dilencileri dilenmeye iten yoksullukla harmanlanmış nedenlere odaklanıyor. Ancak bana kalırsa, nedeni ne olursa olsun dilencilik hiçbir şekilde normal görülebilecek bir durum değil. Çünkü dilenmek, her türlü insani duyguyu sömürmeye çalışmaktan başka bir şey değil. İlk olarak birçok yoksul insanın dilenciliği, çabalayıp bir şeyler elde etmeden hayatta kalabilmek için en kolay yaşam stratejisi olarak gördüğünü söyleyebilirim. Dilenenlerin bazısı göç etmek zorunda kalmış, bazısı eşini kaybetmiş, bazısı kaza geçirmiş, yaşlanmış ya da ciddi hastalıklar geçirmiş, bazısı toplumdan bir şekilde dışlanmış, bazısı da ailesiyle kötü ilişki içinde olan insanlar. Bu tarz nedenler yoksullukla birleşince de insanlar hayatta kalabilmek için dilenmek zorunda kaldıklarını düşünüyorlar. Fakat dilencilik ne olursa olsun kabul edilebilir bir durum değil çünkü hayat herkesin karşısına engeller çıkarır. Bazılarınınki diğerlerininkinden daha büyük ve baş etmesi daha güç engellerdir sadece. Yeterince çabalamadan çabucak vazgeçerek yenilgiyi kabullenmek insan doğasına aykırı bir durum aslında. Ancak dilenen o kadar çok insan var ki, bazen bu düşüncemde yanılıyor muyum diye sorgulamadan alamıyorum kendimi. Aslına bakarsak dilencileri, sayıları çok fazla olduğundan ve pek fazla kuralları olmadığından, filmlerde şehir ele geçirilince dört bir yana dağılıp her tarafı yağmalayan istilacılara benzetiyorum. Sanırım dışarı çıktığım zamanlar çevremi dikkatli incelemem böyle düşünmeme yol açtı. Dükkan dükkan gezerek hem esnafı hem müşterileri rahatsız eden, insanları onlardan bir şey almaya ya da direkt para vermeye uzun uzun ikna etmeye çalışan dilencileri görünce bu benzetmemde çok da haksız olmadığımı düşünüyorum. Kendilerinin insanları rahatsız etmeleri yetmezmiş gibi bir de çocuklarını bu işe katıyorlar. Bunun nedeni ise özellikle Türk insanının duygusal bir yapısı olduğunu bilmeleri ve bunu sonuna kadar sömürmek istiyor olmaları. Aslına bakarsak birkaç yıl öncesine kadar ben de acıma duygusuyla gördüğüm her dilenciye bir şekilde yardımcı olmaya çalışırdım. Ancak dilencilerin para kazanmak için kullandıkları taktiklere odaklanınca duygu sömürücüleri olduklarını fark ettim. Üstelik etrafımda çok daha kötü maddi duruma sahip olup yine de dilenmeyip çalışarak alnının teriyle para kazanmaya çalışan insanları görünce duygularıma yenilmemek için dilencileri görmezden gelmeye başladım. Bir de sağdan soldan zengin dilenciler efsanelerini duyunca, belki klişe olacak ama, artık onların da diğer tüm insanlar gibi ortalama bir yerde işe girip en azından açlık sınırının üstünde bir gelire sahip olabileceğini düşünmeye başladım. Yani artık dilencilik, bir meslek olarak görülmenin aksine ülkemiz için büyük bir yara olarak görülmeli ve dilenciliği ortadan kaldırmak için çaba göstermeliyiz. Son olarak, neler yapılırsa dilencilik en az seviyeye çekilebilir? Bu işi yapmak büyük oranda devlet kurumlarına düşüyor. Öncelikle iş imkanları arttırılarak insanları düzenli bir şekilde çalışmaya teşvik etmek gerekiyor. Sosyal politika önlemleri genişletilerek toplumun yoksul kesimlerine ekonomik ve sosyal yardımlar daha çok yapılabilir. Ayrıca sosyal hizmet kurumlarının, güçlendirildiği takdirde anneleri de değiştirerek çocuklar üzerinden dilenmeyi engelleyebilecek önemli bir potansiyel taşıdığını düşünüyorum. Umarım bu koşullar sağlanır, toplumun refah seviyesi artar ve artık çevremizde dilenerek insanları hem maddi hem manevi olarak sömüren insanlar görmeyiz. Ömer Oğuz Kaynakça: Topateş, Aslıcan Kalfa. Dilenciler: Türkiye’de Yoksulluk ve Dilenme Kültürü. 2015. İletişim Yayınları