AB TÜRKİYE İLİŞKİLERİ DANIŞMANLIK HİZMETLERİ : • DÜNDEN BUGÜNE AVRUPA BİRLİĞİ-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ ve UYUM ÇALIŞMALARI Eski Yunan Uygarlığı,Eski Roma Uygarlığı ve daha sonra Hristiyanlık,Avrupa ‘nın temel değerlerini oluşturmuşlardır. Eski Yunan Uygarlığı ‘aklı’, Eski Roma Uygarlığı ‘hukuk’u, Hristiyanlık da ‘hümanizma’yı getirmiştir. Daha sonra da Roma-Germen Huku ku ortaya çıkmıştır. İşte Avrupa uygarlığı budur.Daha sonra bu temel değerlerin üzerine sırasıyla, Rönesans, Aydınlanma, Sanayi Devrimi gelmiştir.Kapitalizm,sosyalizm ve pozitivizm tartış- maları birbirlerini üreterek gelmişlerdir. Avrupa Birliği; uluslararası hukuk kurallarına göre, uluslararası antlaşmalar ile oluşturulan bir uluslararası kuruluş örneğidir.Buna karşılık,diğer uluslararası kuruluşlardan farklıdır.Avrupa Birliği, kendi hukukunu kendi üretme yeteneğine sahiptir; bu hukuk demokratik bir tabana dayanmadan, ulusal iradelerin dışında bürokratik mekanizmalar ile üretilmektedir ve üye devletlerin hukukunun üzerindedir.Dolayısıyla;Avrupa Birliği üye devletler üzerinde egemenlik haklarına sahip yeni süper bir devlet olarak tanımlanabilir. Avrupa Birliği olarak adlandırılan politik sistem, ulus-devletlerin yasal temeliini oluşturan ve halk iradesine dayanan, demokratik politik yapının dışında bir tür imperyal-bürokratik mekanizma ile yönetilen ilginç bir yönetim-yönetişim modeli oluşturmaktadır.Ayrı ca bu sistem dayandığı hukuki temelleri, sürekli olarak kendi lehine ve ulus-devletler aleyhine değiştirmektedir.kısaca kendine özel bencil kendi çıkarları üzerine kurulu adalet mantığı.ayrıca din devleti modelleri öne çıkmaktadır.Yaşanan süreçte gözlenen eğilim, güç ve otoritenin düşey ve yatay katmanlar arasında dağıtılarak oluşturulan "Yönetişim" (Governance) modeli ile Avrupa insanlarının üzerindeki UlusDevlet otoritesinin sulandırılarak giderilmesidir. Burada Avrupa kıtasının sosyo-politik dokusunda geri planda kalan ve gözle görülmeyen bir elit yönetici ağı-şebekesi (Establishment) özel ve etkili bir rol oynamaktadır. AB-Türkiye ilişkilerine genel olarak baktığımızda dikkatimizi çeken ilk özellik Türkiye-AB ilişkilerinin zig zaglı olduğudur.Avrupa’nın güvenlik sorunu, ilişkilerde genelde belirleyici faktör olmuştur.Ve tabii ki,Avrupa Birliği Türkiye’den ne uzaklaşmak istemekte ne de yakınlaşmak arzusundadır.Kısacası,mesafeli yaklaşmayı tercih etmektedir. Bunun nedeni ise her şey aslına rücu ederi bildiğinden para alan emirde lırı uygulamaktadır. Avrupa’nın güvenliği meselesi Avrupa ülkelerinin ve AB kurumunun Türkiye’ ye bakış açısını belirleyen en önemli faktör olmuştur. Soğuk Savaş sırasında, Avrupa ülkelerini tehdit eden komünist tehlikeye karşı, NATO’nun ve dolayısıyla da Avrupa’nın bir uç kara kolu pozisyonunda olan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönemde de değişen ve çeşitlenen askeri ve askeri olamayan soft tehditler karşısında, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya ile çevrili olan şeytan üçgeninde, Batılı ülkelerin güvenebileceği bir ‘Müttefik’ olmaya devam etmektedir. Türkiye tam üyeliğe 1987 yılında başvurmuştur. Her ne kadar, o zamanlar, Kopenhag kriterleri resmen ifade edilmemiş olsa da, başvuru yapıldığından bu yana, Türkiye’nin demokrasi performansı ile insan hakları konusu AB-Türkiye arasındaki en çok tartışılan ve en büyük sorun olarak kalmaya devam etmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB üyeliği macerasındaki siyasi kriterler sorunu, aslında, Merkezi ve Doğu Avrupa Devletleri’nden (MDAD) farklı olarak, 1987 yılının 14 Nisan’ında Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu yaptığında başlamıştı. Ancak, siyasal kriterler açısından Türkiye-AB ilişkilerinin kurumsallaşması, daha sonra da anlatılacağı gibi, 1999 Helsinki Zirvesi ile birlikte olmuştur. Dolayısıyla, tam üyelik süreci içinde siyasal kriterler sorununu, Türkiye açısından Helsinki öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekmektedir. II-AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU NEDİR? Avrupa Birliği hukukunun en karmaşık yönünü üye devletlerde uygulama aşaması oluşturmaktadır. Teoride AB hukuku üye devletlerin iç hukuku sayılmaktadır. Bu durum, AB hukukunu uluslararası hukuktan ayırır. AET’yi kuran anlaşmanın tüzük çıkarma yetkisi verdiği alanlarda, ulusal devletler yetkilerini kaybederler. Roma Anlaşmasının 189’ncu madde sine göre tüzükler, genel anlamda geçerliliğe sahiptir. Tüzükler tümüyle bağlayıcıdır ve her üye devlette doğrudan geçerlidir. Birlik üyesi ülkeler kimi alanlarda karar alma yetkisini AB kurumlarına devretmişlerdir. Konsey tüzüğünün AB resmi gazetesinde yayınlanması ile bu yeni düzenleme bütün üye devletlerin yasama, yürütme ve yargı organları için doğrudan doğruya ve kayıtsız bağlayıcılık kazanır. Bu durumda üye ülkeler tarafından uygulanacak hu- kuk önemli ölçüde uluslarüstü merciler tarafından oluşturulmaktadır. Bu durum üye hükümet- lerin karar alma sürecinde etkin olabildiklerini ortaya koyar. Buna karşın, Konsey kararları çoğunluk oyuyla alındığı için, karara karşı olanlar bakımından da bağlayıcıdır. Tüzüklerin doğrudan uygulanmaları üye ülke vatandaşlarının doğrudan doğruya AB hukukuna atıf yapmalarına neden olmaktadır. Temel metinleri kurucu anlaşmalar olan AB hukuku, uluslararası hukuktan ve iç hukuktan farklı bir yapı arzetmektedir. AB’nin genişleme ve derinleşmesine paralel olarak AB hukukunun da kapsamı ve uygulama alanı genişlemektedir. Hatta, Avrupa Birliği ile ilişki içine giren üçüncü taraflara, AB hukukunu uygulama bile gündeme gelebilmektedir. 7 Şubat 1992’de imzalanan Maastricht antlaşması, o zamana kadar kullanılan Avrupa Toplulukları, Avrupa Topluluğu gibi isimlendirmelerde değişiklik yaratmıştır.Maastricht Antlaşmasının resmi adı Avrupa Birliği antlaşmasıdır. Bu antlaşmadan sonra Roma Anlaşmasına dayanan örgütlenmenin adı da Avrupa Birliği olarak değiştirilmiştir. Avrupa Birliği hukuk düzeni,Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’ un ileride oluşacak olan siyasî bütünleşmeye katkıda bulunacak ekonomik bü- tünleşmeyi gerçekleştirmek amacıyla kurdukları örgütlere ilişkin anlaşmalar, daha sonra ya-pılan antlaşmalarda öngörülen yetkili organlar tarafından kabul edilip yürürlüğe konulan ku- ralların tümü ve Topluluğun yargı organı “İnsan Hakları Mahkemesi” kararlarından oluşmak tadır.Bu hukuk sisteminde,Avrupa Birliğine üye ülkelerin iç hukuklarında sahip oldukları egemenlik yetkilerinin bir bölümünü bu Birliğe devretmeleri sonucunda oluşmuştur. Avrupa Birliği’nin bugün dayandığı iki temel unsur vardır.Bunlardan birincisi; demokrasi ve insan haklarıdır. İkincisi de işleyen, yani gerçek olan bir serbest piyasa ekonomisidir. Avrupa kıtasında yer alan her devlet bu özellikleri taşıdığı takdirde, bu iki hususa sahip olduğu takdirde Avrupa Birliği’ne üyelik için müracaat etmek hakkına sahiptir. Türkiye bu değerleri benimsediği için Avrupa Birliği ile ortaklık kurmuştur ve bu değerleri tam olarak gerçekleştirmek arzusunda olduğu için,Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefine yönelmiştir. III-AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞ SÜRECİNDE GÜMRÜK BİRLİĞİ: Gümrük Birliği,1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır ve AB’nin bu anlaşma çerçevesindeki yükümlülüklerinin önemli bir kısmı 1971’de yerine getirilmiştir.1996 yılında ise, AB’nin 25 yıl önce üstlendiği yükümlülüklerinin benzerini üstlenme sırası Türkiye’ye gelmiştir. Bir başka ifadeyle, Gümrük Birliği’nin tamamlanması,Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan bir yükümlülüğü ve başlangıcı 1963’e dayanan bir taahhüdü nün hayata geçirilmesi olmuştur. Gümrük Birliği sonrasında AB’den ithalatımızın çok önemli oranlarda artış göster diği doğrudur. 1995 yılında Türkiye’nin AB’ye gerçekleştirdiği ihracat 11.078 milyon Euro seviyesinde iken1996 yılında bu rakam 11.548 milyon Euro olmuş ve 2001 yılı sonu itibariyle 16.078 milyon Euro’ya yükselmiştir. AB’den gerçekleştirilen ithalat ise 1995 yılında 16.760 milyon Euro, 1996 yılında 23,138 milyon Euro ve 2001 yılı sonunda 18,059 milyon Euro olmuştur. Bu çerçevede Türkiye AB ile gerçekleştirdiği ticarette 1995 yılında 5.682 milyon Euro açık verirken, bu değer 1996’da %104 oranında bir artışla 11.590 milyon Euro’ya yük- selmiştir.Gümrük Birliği’nin tamamlanmasının ilk yılında yaşanan bu ciddi artışa karşın,süreç içinde ihracatta da istikrarlı bir yükselişin söz konusu olduğu görülmektedir. Burada Gümrük Birliği’ne ilişkin temel eleştiri noktalarından biri olan AB ile dış ticaretin ithalat lehine dağılımının en önemli sebebi, Türkiye’nin tek taraflı olarak 1971 yılı itibariyle hemen hemen tüm sanayi ürünlerinde AB pazarına gümrüksüz giriş hakkına sahip olması, AB’nin ise bu hakkı ancak 1996 yılında elde etmesidir. Gümrük Birliği sürecinde Türkiye’nin yerine getirmesi gereken yükümlülüklerden biri de Avrupa Birliği’nin tercihli ticaret rejimine uyumdur.Uyum sürecini tamamlaması ile Türk sanayicisi Avrupa Birliği ülkelerinin yanı sıra çok geniş bir pazarın içerisinde avantajlı koşullarda ticaret yapma ve ürün çeşitliliğini artırma imkanına kavuşacaktır. Serbest Ticaret Anlaşmaları, maliyetlerin minimize edilmesi ve pazarın büyüme si, bu çerçevede ölçek ekonomilerinin oluşmasında etkili olan önemli avantajlar sunmaktadır. Serbest ticaret anlaşması imzalanmış ülkelerden daha uygun koşullarda hammadde ve yarı mamul temin edebilecek olan Türk sanayicisi üretim maliyetlerini düşük tutabilecek, dünya piyasalarında rekabet gücünü artıracaktır. Serbest Ticaret Anlaşmalarına ilişkin eleştirilerden biri, AB’nin tercihli ticaret rejimine uyum göstermekle yükümlü olan Türkiye’nin ulusal dış ticaret rejimini AB’den bağımsız olarak belirleyememesidir. Bu doğru bir saptamadır. Ancak gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirildiğinde, Türkiye için alternatif pazar olarak gösterilen ülkelerin sunduğu pazar imkanlarının Serbest Ticaret Anlaşması gerçekleştirilen ülkelerden daha avantajlı olmadığı ve önemli bir pazarın kaybedilmediği açıkça görülecektir. IV-MÜZAKERELERİN BAŞLAMASINDAN ÖNCE SON KAVŞAK VE DEĞERLENDİRMELER: AB Komisyonu, 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye’nin AB geleceği açısından büyük önem taşıyan 3 belge açıklamıştır.Söz konusu raporlar; Düzenli Rapor (İlerleme Raporu), Türkiye’nin Üyeliğinin Etkileri Raporu ve Türkiye Tavsiye Kararıdır. AB Komisyonu tavsiyesindeki en önemli unsur, “Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yeteri kadar karşılamış olduğu” saptamasının yapılması ve müzakerelerin başlamasının önerilmesidir. Türkiye ile ilişkilerin geçmişinin 1963 tarihli Ortaklık Antlaşması’na uzandığını belirten AB Komisyonu, bunun “üyelik perspektifi” içerdiğini vurgulamaktadır.Bugüne kadar kimi AB yetkilileri tarafından bile tartışmalı görülen üyelik perspektifi, bu önemli belgede yer bulmaktadır.AB Komisyonu, Etki Raporu’nda yer verdiği Türkiye’nin önemine işaret eden saptamalara, tavsiye belgesinde de değiniyor. Türkiye’nin nüfus, coğrafi konum,ekonomik ve askeri potansiyeline, AB’ye olası katkıları ve bölgesel istikrar açısından önemine dikkat çekmektedir.Özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı ve hukuk devleti ilkelerini benimseyen, çoğunluğu Müslüman bir Türkiye’nin önemli bir model ülke olabileceği vurgulanırken, Tavsiye Kararı’nda, Türkiye açısından en büyük endişe kaynağı, müzakerelerin “ucu açık bir süreç” olduğunun belirtilerek “sonucun baştan garanti edilemeyeceği” ifadesine yer verilmesidir.Aslında sürecin doğası gereği, bugüne kadar tüm aday ülkeler için de aynı şey geçerli olmuştur fakat hiçbir zaman otomatik üyelik söz konusu olmamıştır.Ancak bunun ilk kez Türkiye için ve müzakerelerin başlamasını tavsiye eden bir belgede dile getirilmesi rahatsızlık kaynağı olmuştur. V-AB KOMİSYONU TÜRKİYE 2004 İLERLEME RAPORUNA GÖRE KOPENHAG SİYASAL KISTASLARININ HUKUKSAL BOYUTTA OLUMLU VE EKSİK YÖNLERİYLE DEĞERLENDİRİLMESİ: Yeni Medeni Yasa ve Ceza Yasası’nın kabul edilmesi,Uluslararası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ulusal hukuk karşısındaki üstünlüğünün anayasaya dahil edilmesi, Terörle Mücadele Yasasının değişmesi Uluslararası Ceza Mahkemesine kaynaklık eden Roma Statüsü’nün imzalanmasına olanak sağlayacak anayasa değişikliği çalışmaları Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) kaldırılması,idam cezasının her türlü koşul altında kaldırıl ması,savunma hakkının Avrupa standartlarına uyumlu hale getirilmesi,2004 İlerleme Raporun da hukuk ve yargı alanında ifade edilen ve gözlemlenen olumlu hususlardır. Siyasi Partiler Yasası’nın Avrupa standartlarına uymayan maddeleri,hakim ve savcıların idari açıdan Adalet Bakanlığı’na bağlı olması,reformların adalet sistemindeki organlar tarafından farklı şekilde yorumlanması,yasal ilerlemelere karşın rüşvetin, kamu yönetimi ve ekonomik alanlarda ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmesi de bu alanda ilgili raporda be-lirtilen önemli eksiklikler arasındadır. VI-AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM ÇALIŞMALARI KAPSAMINDA MALİYE BAKANLIĞI TARAFINDAN YAPILAN ÇALIŞMALAR VE UYGULAMALAR İLE YÜRÜTÜLEN HAZIRLIKLAR: Avrupa Birliği’ne uyum çalışmalar kapsamında; Maliye Bakanlığı’nın yürütmekte olduğu çalışmaların odak noktasını “Vergi Strateji Belgesi” oluşturmaktadır.Söz konusu kapsam içerisinde,2003 ve 2004 yıllarına dağıtılan çalışma planı çerçevesinde; -Kurumlar Vergisi alanında;faiz gelir ve giderlerinin endekslenmesi, -Gelir Vergisi alanında;mali araçlar üzerindeki vergi yükünün uyumlaştırılması, finansal araçların vergilendirilmesi,nominal faizdeki vergilemenin daha rasyonel hale getirilmesi, -Ekonomik olayların vergi kimlik numarası altında izlenmesi için vergi kimlik numarası uygulamasının yaygınlaştırılmasına devam edilmesi, -Vergi dairelerinin tümünün otomasyona geçirilmesi,bu kapsamda VEDOP-II projesinin hayata geçirilmesi, -Etkin ve kurumsallaşmış bir denetim ve merkezi ve yerel denetimin etkin bir şekilde yapılması için koordinasyon birimi tesis edilmesi,risk analiz metodlarının kullanımı,koordine edilmiş yıllık denetim planı hazırlanması,riskli mükellef ve alanları seçen ve ön bilgisayar denetiminden geçiren programlar oluşturulması, -İç denetimin geliştirilmesi, -Büyük mükellef hizmetlerinin iyileştirilmesi, -Elektronik muhasebe ve beyanname uygulamasına geçilmesi, -Vergi borcunu izleme sisteminin analitik hale getirilmesi, -Mükellef hizmetlerinin iyileştirilmesi ve vergi uyumunu artıracak projelere ağırlık verilmesi yapılması planlanan çalışmaları oluşturmaktadır. Maliye Bakanlığı tarafından uygulama tarihi 2005 olarak belirlenen çalışma planı kapsamında ise;dolaylı vergilendirme alanındaki AB mevzuatına uyum çerçevesinde eğitim çalışmaları,danışmanlık faaliyetleri,kurumsal kapasitenin geliştirilmesine yönelik ekipman ihtiyaçlarının temini,alkollü içkilerin alkol derecesine göre vergilendirilmesi için gerekli mevzuatın hazırlanmasında proje kapsamında eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin alınması ve vergi antreposu sistemi ve vergi erteleme düzenlemelerinin uygulanmaya başlanması için danışmanlık ve eğitim hizmeti alınmasına ilişkin faaliyetlerin yürütülmesi öngörülmektedir. Maliye Bakanlığı tarafından uygulamaya geçirilmek üzere planlanan çalışmalar sonucunda 2003 ve 2004 yıllarında belirli aşamalara ulaşılmıştır.Bu noktada;kurumlar vergisi alanında faiz gelir ve giderlerinin endekslenmesine yönelik olarak Gelirler Genel Müdürlüğü aracılığıyla hazırlanan Enflasyon Muhasebesi’nin uygulamaya geçmesine olanak sağlayacak “Vergi Usul Kanunu,Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”,TBMM’de kabul edilmiş ve Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.Söz konusu düzenleme ile kurumlar vergisi matrahının tespitinde gelir ve gider kalemlerinin endekslenmesi sağlanmaktadır.Buna ilave olarak,anılan yasal düzenleme kapsamında finansman giderlerinin belirli bir oranının matrahın tespitinde dikkate alınmamasını sağlayan finansman gideri kısıtlaması uygulaması sona erdirilmiştir. 4842 Sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile gelir vergisi alanında;mali araçlar üzerindeki vergi yükünün uyumlaştırılması,finansal araçların vergilendirilmesi,nominal faizdeki vergilemenin daha rasyonel hale getirilmesine yönelik yasal düzenlemeler getirilmiştir.Ayrıca,vergi kimlik numarasının kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar devam etmekte olup,31.12.2003 tarihi itibarıyle yaklaşık 33 milyon 295 bin kişi vergi kimlik numarası almış bulunmaktadır.Bu kapsamda,diğer bir gelişme de VEDOP-II projesiyle ilgilidir.Vergi idaresinin tüm birimlerinin otomasyona geçirilmesine yönelik VEDOP-1’e ilave olarak VEDOP-II projesi’nin uygulamaya girmesinde son noktaya gelinmiş bulunmaktadır. Maliye Bakanlığı tarafından AB’ne uyum çalışmaları kapsamında 2003-2004 yılları faaliyet planlaması çerçevesinde;13.05.2002 tarih ve 14/11418-47 sayılı Maliye Bakanlığı Makam Onayı ile oluşturulan Denetim ve Koordinasyon Kurulu Maliye Bakanının başkanlığında çalışmalara başlamış olup,bu konuda atılacak adımlara esas olmak üzere Vergi İdaresinin kurumsal ve idari kapasitesinin ve vergi tahsilat kapasitesinin artırılması amacıyla Avrupa Birliği’nden teknik destek sağlanmasına yönelik hazırlanan “Terms of Reference” (TOR), 21.11.2003 tarihinde Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’ne gönderilmiştir.Bu çerçevede,2004 yılı için riskli mükellef gruplarını ve riski izleme ve belirlemede bilgisayar teknolojilerini kullanmak ve bilgisayarlı denetim sistemi oluşturma önceliği doğrultusunda bir proje hazırlanması öngörülmüştür. Uyum çalışmaları kapsamında;iç denetimin geliştirilmesine yönelik olarak hazırlanan 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Mali Kontrol Kanunu yürürlüğe girmiş bulunmakta olup,bu çerçevede Gelir İdaresi’nin yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmalara ilişkin hazırlıklar son aşamaya gelmiştir. 4962 Sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Vakiflara Vergi Muafiyeti Tanınması Hakkında Kanun”’un (11) 1. maddesi ile 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 257. maddesinin 1.fıkrasının 4 numaralı bendinde yapılan değişiklikle elektronik ortamda beyanname kabulüne ilişkin düzenleme yapma yetkisi Maliye Bakanlığı’na verilmiş olup,bu konudaki uygulamaya başlanmış bulunulmaktadır. Vergi borcunu izleme sisteminin analitik hale getirilmesine yönelik planlanan çalışmalar kapsamında; VEDOP-II Projesi kapsamında bu alanda da çalışmalar yapılması öngörülmüş olup,söz konusu projenin hayata geçirilmesi nihai aşamaya gelmiş bulunmaktadır.Mükellef hizmetlerinin iyileştirilmesi ve vergi uyumunu artıracak projelere ağırlık verilmesi başlığı altında,Avrupa Birliği’ne sunulmak üzere teknik destek sağlanmasına yönelik “Terms of Reference” kapsamında bir proje hazırlanmaktadır. VII-SONUÇ: Türkiye Cumhuriyeti,1920’lerden itibaren devlet ve millet olarak hayatımızın her alanını düzenlemek için oluşturulan çerçevede bir tesadüf sonucu doğmuş değildir. Kurtuluş Savaşımız’ın hemen sonrasında, Cumhuriyetimiz’in ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin tüm Avrupa kurumlarında kurucu ortak, kurucu üye olarak yer alması da rastgele bir siyasî tercihin sonucu değildir.Bu önemli kararın dayandığı bir stratejik bakış açısı altında, Türkiye’nin batılılaşması, Türkiye’nin Avrupa’yla bütünleşmesi aslında Cumhuriyeti kuranların bilinçli bir tercihinin doğal sonucudur. Türkiye’de o zamandan bugüne kadar gelmiş geçmiş olan bütün hükümetler, bunlar içinde askerî dönemler de dahil olmak üzere, istisnasız batıyla bütünleşme hedefini benimsemiştir. Cumhuriyet döneminin tüm hükümetlerini kapsayan ve hiç taviz verilmeden sürdürülen bu politikanın tesadüfi bir politika olduğunu, rastgele bir tercih olduğunu savunmak aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine oturduğu zemîni ve onu kuran siyasî iradenin bilinçli tercihini inkar etmek anlamına gelmektedir. Tercihini batı medeniyetinden yana yapan Türkiye’de iki yüzyıldan beri, Tanzimat’tan Islahat Fermanı’na, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e, laik devlet yapımızdan demokratik kurumların oluşturulmasına, NATO’da yer alışımızdan serbest piyasa ekonomisine kadar her attığımız adım aslında bilinçli bir tercihin ürünüdür. Türk devletinin ve milletinin iki yüz yıllık bu temel tercihini, çoğunun doğal sonuçlarını görmezden gelen ve onu yok sayan hiçbir politika ve düşüncenin başarılı olma ve ayakta durma şansı bulunmamaktadır.Türkiye’nin iki yüzyıldır içinde yer almaya çalıştığı batı medeniyeti ve onun temelinde yer alan Avrupa hiçbir zaman statik ve durağan olmayıp, aksine her zaman kendi kendisini yenileyen, devamlı geldiği noktayı sorgulayan, devamlı gelişen dinamik bir özellik taşımaktadır.Avrupa’yı ve Avrupa entegrasyonunu dünyadaki diğer uluslararası entegrasyonlardan ayıran en önemli özellik ise,Avrupa’nın devamlı kendi içinde tartışan, kendi kendisini sorgulayan ve söz konusu tartışmalardan yola çıkarak devamlı bir değişme dinamiği yakalayan özelliğidir. Avrupa Birliği’na giriş sürecinde dünden bugüne kadar tüm Cumhuriyet hükümetleri yapılması gereken tüm hazırlıkları tamamlamış,bu konuda gösterilmesi gereken çabaların hepsini göstermiştir.Bugün ve gelecekte doğabilecek olan en büyük sorun ise egemenliğin devredilmesi ve paylaşımına ilişkin Anayasa’da yer alan hükümler ile Topluluğun yasal düzenlemeleri arasında başgösterebilecek olan ayrılıktır.Şu andaki hukuki durumla,Anayasa’nın egemenliğe ilişkin hükümleri çatışır gibi gözükse de en kısa zamanda bu sorunun da egemenliğin bizzat sahibi olan milletin onayına sunularak uyum süreci içerisine dahil edilmesi yönünden sayısız yararlar olduğunu da belirtmektele birlikte sırf ÖZE DÖNÜŞÜN Bizi Avrupa birliğnden dahada güçlü kılacağını belirterek çözüm bizler emir alan bir mekanizmaya karşı daima hazır refleksimizle geçici çözüm için Avrupa birliği…