T İlim ve Hayat Mehmet SOYSALDI* asavvuf, kalbin ve nefsin iyi ve kötü hallerini bilip, kötü hallerden temizlenmeyi ve iyi hallerle bezenip Allahu Teâlâ’ya yakın olmayı öğreten bir disiplindir. Tasavvufun gâyesi, Hakk’ın rızasını kazanmak için nefisleri temizlemek, güzel ahlâk sahibi olmaya çalışmak, kısaca Allah ve Rasûlü’nün ahlâkiyle ahlâklanmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”1 buyurmaktadır. Dolayısıyla tasavvufun ulaşmak istediği gâye, ahlâkın kemâl mertebesine varmak için her hususta Peygamberimizin gittiği ve gösterdiği yoldan yürüyüp, iç ve dış olgunluğu itibâriyle insanlığın kemâline en güzel örnek olan Fahr-i Kâinat’ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Tasavvufun hedefi insandır ve insanı olgunlaştırmak, kemâle erdirmektir. Bu sebeple, tasavvufun insana nasıl baktığını bilmek lâzımdır: Şunu iyi bilmemiz gerekir ki, Yüce Allah, insanı iki yönlü yaratmıştır. İnsanın bir maddî yönü bir de mânevî yönü vardır. İnsanın maddî yönünü vücut dediğimiz ve herkes tarafından bilinen ve görülen beden oluşturmaktadır. TasavvuF ve NEFİSLERİ TEMİZLEMEK “İnsanın maddî yönünün nasıl yeme içme, gezme, eğlenme, istirahat etme gibi şeylere ihtiyacı varsa, manevî yönünün de birtakım gıdâlara ihtiyacı vardır. Tamamıyla kendini ibadete verip dünyadan el etek çekmek uygun olmadığı gibi tamamıyla dünyaya dalıp âhireti unutmak da büsbütün felâkettir.” Mahir KULABER 60 Aralık 2013 Mânevî yönü ise gözle görülmez. Kur’ân-ı Kerim’de ve hadîs-i şerîflerde isimleri geçen, kalb, ruh, akıl, nefis gibi unsurlar hep mânevî vücudun âzâlarıdır. İnsanın maddî yönünün nasıl yeme içme, gezme, eğlenme, istirahat etme gibi şeylere ihtiyacı varsa, mânevî yönünün de birtakım gıdâlara ihtiyacı vardır. Dolayısıyla insanın ruhunun da tatmîn edilmesi, doyurulması gerekir. İşte insanın mânevî, ruhî yönünün gıdâsı da inançtır, ibadettir; kısacası dinî duygulardır. Bunun da en doğru yolu, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine uymaktır. Yani onun ahlâkıyla ahlâklanmak ve hayatımızı onun hayatına benzetmektir. Günümüzde insanlar, sünnetten uzaklaştıkça bid’at ve hurâfelere girmekte, Hıristiyanlıktaki ruhbanlık veya mistik, ruhçu akımlara benzemekte, hattâ yönelmektedirler. Bilindiği gibi ruhbanlık, büyük bir korku hissiyle bir köşeye çekilip dünya lezzetlerini terk ederek zühd ve nefsin isteklerine karşı çıkmak suretiyle ibadette aşırı gitmektir. Nitekim Hıristiyan din adamları bu duygu ve düşünceyle günün telaş ve sıkıntısından uzak bir atmosfer içinde kendilerini Allah’a verip, evlenmek ve benzeri zevklerden kendilerini mahrum ederek, Cenab-ı Hakk’a ibadet etmek üzere dağ eteklerinde, mağaralarda, sarp yerlerde manastır yaptırarak ruhbanlığı icad etmişlerdir. “Tasavvufun hedefi insandır ve insanı olgunlaştırmak, kemâle erdirmektir. Bu sebeple, tasavvufun insana nasıl baktığını bilmek lâzımdır.” Tasavvuf Ruhbanlık Değildir İsrailoğulları âhiret kavramını bir fantezi olarak kabul edip yüzlerini tamamıyla dünyaya çevirmişlerdi. Onların dünya ile âhiret arasında bozdukları dengeyi yeniden kurabilmeleri için İsa (a.s.) peygamber olarak gönderildi. Ne var ki Hz. İsa’dan sonra Hıristiyan din adamları İsa (a.s.)’ın bu özelliğini, dengeyi sağlamaya değil, ruhbanlığı ihdâsa yönelik olarak yorumladılar ve böylece mabetlere çekilerek uhrevî saâdeti elde etmeyi umdular. Bu onlara Allah’ın bir emri değildi ama buna da sâdık kalmadılar. Oysa gönderilen her peygamber, her iki hayatı düzen ve dengede tutmak için teblîğ ve irşâdda bulunmuş; dünyanın âhireti, âhiretin de dünyayı tamamladığını; birinin hikmetinin ancak diğerinin mevcûdiyetiyle anlaşılabileceğini açıklamıştır.2 Aslında Hz. İsa (a.s.)’dan 200 yıl sonrasına kadar Hıristiyanlarda ruhbanlık diye bir şey yoktu. Ancak başlangıcından beri insanların anladığı şekliyle Hıristiyanlık, bünyesinde ruhbanlık gibi 61 bir sapmanın doğmasına müsait bir takım özellikler taşıyordu. İnzivâya çekilmek, ahlâken mükemmel olmak düşüncesi ile dünyaya sırtını çevirerek yaşamak, hiç evlenmemek, aile hayatı kurmamak şeklindeki ruhbanlığın temel özellikleri ve bu tür eğilimleri, daha Hıristiyanlığın insan unsurunun müdahalelerinin başladığı andan itibaren mevcuttu. Bilhassa, bekâr kalmak, Hıristiyanlıkta bir kutsallık kazanmıştı. Evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak her ne kadar kiliseye hizmet edenler için uygun görülmüşse de, üçüncü asra girerken, bu tür eğilimler bir fitne şeklinde gelişmiş ve ruhbanlık âdetâ salgın bir hastalık gibi, yayılmaya başlamıştır. Hıristiyanlıktaki ruhban anlayışını altı ana grupta toplamak mümkündür: 1. Çeşitli ibadet, murâkabe ve çilelerle insan vücuduna eziyet veren ruhban sınıfı; 2. Pis ve pasaklı olan, temizliği, Allah’a tapma ve O’nu sevmeye aykırı bularak vücut temizliğini ruhun cenâbeti sayan ruhban sınıfı; 3. Bekârlık, cinsel ilişkiden kaçınma, meşru evlilikten uzaklaşma ve bir köşeye çekilmeyi en güzel ahlâkî değer şeklinde yorumlayan ruhban sınıfı; 4. Anne, baba, kardeş ve çocuklar arasındaki sevgi ve saygıya dayanan her türlü ilişkinin yasaklanmasıyla Allah’ın rızâsının kazanılacağına inanan ruhban sınıfı; 5. Her türlü dünya zevkini, insânî ilişkileri, para kazanmayı ve zenginliği günah sayan, ancak bütün bunları kendileri için meşru gören ruhban sınıfı; 6. Başkalarına iffet ve namuslu olmayı telkin ettikleri halde manastırlarda yapılan ibadet, zikir ve ayinlerde her türlü cinsel ilişkiyi mubah gören ruhban sınıfı.3 “İslâm’da Ruhbanlık Yoktur” İslâm’da ise ruhbanlığın hiçbir çeşidi yoktur. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) “İslâm’da ruhbanlık yoktur.”4 “Her peygamberin bir ruhbanlığı vardır. Bu ümmetin ruhbanlığı da Yüce Allah yolunda cihâddır (uğraşma, didinme, mücâdeledir.)”5 buyurmuştur. Tamamıyla kendini ibadete verip dünyadan el etek çekmek uygun olmadığı gibi tamamıyla dünyaya dalıp âhireti unutmak da büsbütün felâkettir. Nitekim bu hususta Abdullah ibn Amr şu hadisi naklediyor: “Allah’ın Rasûlü buyurdu: ‘Ey Abdullah, senin geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tuttu- “İslâm, her türlü aşırılığı yasaklamıştır. Dinde aşırılık, dini amacından saptırır. Zira dinin amacı, insanı her türlü hurâfeden kurtarıp özgür bir şekilde insanı sadece Allah’ın tertemiz kulu olmasını sağlamaktır.” Mahir KULABER 62 Aralık 2013 ğunu haber almadım mı sanki?’ ‘Evet, öyle yapıyorum’, dedim. ‘Eğer böyle yaparsan gözün kanlanır, zayıflarsın. Senin üzerinde nefsinin de karının da hakkı vardır. Namaz kıl ama uyu da. Oruç tut fakat iftar da et’ buyurdu.”6 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerini ve hayatını incelediğimizde ruhbanlığa kesinlikle izin vermediğini görmekteyiz. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.), ihtiyar birinin iki oğluna tutunarak yürüdüğünü görünce, oradakilere, “Bu hal nedir?” diye sormuş, onlar da ‘Yürümeyi nezretti (adadı)” deyince, Peygamberimiz: ‘Bu adamın kendisine azap etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur.’7 diyerek ona binitine binmesini emretmiştir. Sahâbîlerden üç genç aralarında sözleşirler ve onlardan biri; gündüzleri hep oruçla geçireceğini, diğeri; geceleri hep ibadet edeceğini, üçüncüsü de kadınlardan uzak duracağını söyler. Durumu öğrenen Allah Rasûlü şöyle buyurmuşlardır: “Sizin şöyle şöyle söylediğinizi duyuyorum. Bakın, yemin ederim ki ben, Allah’a hepinizden çok saygılıyım. Bununla birlikte oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de. Namaz da kılarım uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden yüz çevirmiş olur.”8 Bu hadislerde de görüldüğü gibi İslâm, her türlü aşırılığı yasaklamıştır. Dinde aşırılık, dini amacından saptırır. Zira dinin amacı, insanı her türlü hurâfeden kurtarıp özgür bir şekilde insanı sadece Allah’ın tertemiz kulu olmasını sağlamaktır. Tasavvuf, dışı süslemekle olmaz, asıl tasavvuf ruhu süsleme yöntemidir. Allah’ın Elçisi (s.a.v.), “Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helâk oldular.”9 buyurmuştur. Şeyh Sa’dî, Gülistan’ında ne kadar güzel söylemiştir: Çalış, sâlih amel yap da ne istersen giy. Başına tâc koy, omzuna bayrak. Zâhidlik, yamalı hırka giymekle olmaz; Temiz zâhid ol da ipek giy! Daha önce de ifade ettiğimiz gibi tasavvuf, ebedî saâdete nâil olmak için nefsi tezkiye, ahlâkı tasfiye, zâhir ve bâtını tamir hallerinden bahse- Mahir KULABER den bir ilimdir. Tasavvufu kâl/sözden ziyade bir hâl/yaşayış ilmi olarak da ifade edebiliriz. Bazı tasavvuf erbâbının riyâzet ve uzlete çekilmeleri, tasavvuf ehlinin ruhbanlıkla karıştırılmasına sebep olmuştur. Oysa bazı şahsî istisnâlar hâriç, hak tarîkatların hiçbirinde dâimî uzlet, riyâzet ve evlenmeme gibi uygulamalar yoktur. Mânevî gelişim için bazı tarîkatlarda tavsiye edilen uzlet ise belirli bir süre içindir. Tasavvufun zuhûrundan maksat, ahlâkı güzelleştirmek, nefsi terbiye etmek, yani nefsi dine râm, dini nefis için vicdan kılmak, nefsi dinin hükmü altına sokmak, sâlih ameller ve güzel ahlâk ile süslenmektir. Dipnot *Prof. Dr. 1 İmam Malik; Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk, 8, II/904. 2 Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, XII, 6038-6039. 3 Mevdûdî, Tevhîd Mücadelesi, (çev. A. Asrar), İstanbul 1983, I, 525. 4 Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, VI, 226. 5 Ahmed b.Hanbel, age., III, 266. 6 Buhârî, Savm, 55-57; Ebû Dâvûd, Savm, 53. 7 Buhârî, Sayd, 27, Nezr, 9, 10; İbn Mâce, Keffâret, 20. 8 Buhârî, Nikâh, 1. 9 Ahmed b. Hanbel, age., IV, 127, V, 318, 330; Dârimî, Siyer, 45. 63