Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Aralık 2015 Sayı: 31 Ayl ı k sürel i yay ı n Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 26. Dönem...20 Dünya liderleri G-20 Zirvesi’nde buluştu...36 İlk köylü kadın milletvekili: Satı Çırpan...64 “Buraya noksan gelen tamamlanır”: Mevlâna Müzesi...54 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 31 Parlamento TPB Aralık 2015 Sayı: 31 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Evren Özesen Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Orhan Gülenay Özge Aydın Pınar Ünsal Zeynep Yiğit TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 02.12.2015 ARALIK 2015 İÇİNDEKİLER 20 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE 26. DÖNEM 27. Başkanı 12 TBMM’nin İsmail Kahraman 50 Siyaset hiçbir zaman Işın Çelebi: milletvekilinin esas mesleğinin önüne geçmemelidir LIDERLERI ANTALYA’DA BULUŞTU 36 DÜNYA G-20 2015 ZIRVESI 60 İyi bir siyasetçi olabilmek Mustafa Gazalcı: için önce iyi bir insan olmak ve insanı sevmek gerekir 64 İLK KÖYLÜ KADIN MİLLETVEKİLİ: SATI ÇIRPAN 70 BENNUR KARABURUN: MECLIS’TE ENGELLI VATANDAŞLARIMIZIN GÖZÜ, KULAĞI, SESI OLACAĞIM 74 HALKIN NÜKTEDAN TEMSİLCİSİ: YUSUF ZIYA ORTAÇ 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 10 HABERLER 17 DÜNYADAN 35 ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELIŞININ 96. YILDÖNÜMÜ 78 TARIH SAHNESI 86 ERBAY KÜCET: DERGÂHIN ŞAIRIYLE... 88 KITAP 90 MÜZIK 91 FILM 92 CHP ANKARA MILLETVEKILI MURAT EMIR ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 96 UNUTMAYACAĞIZ 42 PARLAMENTER DEMOKRASIYE IMPARATORLUKTAN JAPONYA 54 “BURAYA NOKSAN GELEN TAMAMLANIR” MEVLÂNA MÜZESİ 82 KOCA SİNAN’IN YOLUNDA BİR BİLGE MİMAR TURGUT CANSEVER BAŞKAN’IN MESAJI HALKIN DEĞERLERIYLE BARIŞMALIYIZ D ünyada vazgeçilmez bir ideal ve özlemi dile getiren demokrasi kavramı, ancak tam anlamıyla hayata geçtiği zaman anlaşılabilir. Bugün hemen bütün ülkelerde yönetim biçiminin demokratik olduğu vurgusu yapılsa da her devletin birbirlerinden farklı ilke, değer ve uygulamalara sahip olduklarını görüyoruz. Tarihî kökeni Antik Yunan’a uzanan demokrasinin bugünkü biçimini almasındaki en büyük rol kuşkusuz Fransız Devrimi’nindir. Kavram, liberal felsefe anlayışından beslenerek, insanlığın keşif ve buluşlarından etkilenerek, hatalarından ders çıkararak günümüze kadar gelmiştir. Herkes tarafından kabul edilir ki, demokrasi ile cumhuriyet birbirini tamamlar. Halkın yönetimde birinci dereceden söz sahibi olmasını öngören cumhuriyet rejimi, sadece siyasi arenaya değil toplumsal hayatın her alanına nüfuz eden demokratik yaklaşımla bütünleşince vatandaşların huzurlu ve müreffeh bir ülkede yaşamasının önünü açar. Bir ülkenin yönetim biçiminin demokrasi olarak adlandırılabilmesi için birtakım ilke ve kurumlara ihtiyaç olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Bunların başında seçimler, siyasi partiler ve hukukun üstünlüğü gelir. Siyasi partilerin günümüzde siyasi rejimlerin en önemli unsurları olduğunu biliyoruz. Siyasi partiler, belli bir kesimin değil tüm toplumun ülküleri ve ortak menfaatlerini gerçekleştirmek üzere ülke yönetimine talip olan gruplardır. 1982 Anayasası siyasi partileri “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” arasında sayarken Siyasi Partiler Kanunu da şu tanımlamayı getirir: “Siyasi partiler, anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile millî iradenin oluşmasını sağlayarak, demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacı güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.” Partilerin, milleti temsil işlevi için kullanılan araçlar olduğunun altını çizerken, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerin de anayasa olduğunu belirtmek isterim. Kişisel hak ve özgürlüklerimiz bu belgede belirlenmektedir. Toplumun bütün kesimlerini kucaklayan demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde ülkemizde demokrasinin Türkiye’nin kendine özgü tarihsel ve toplumsal şartlarında şekillendiğini ve diğer demokratik anlayışlardan farklı bir süreç takip ettiğini hatırlatmak isterim. Türkiye’de demokrasi ne yazık ki uzun yıllar toplum taleplerine göre değil, çeşitli vesayet sistemlerine göre örgütlenmiştir. Yakın tarihe kadar hukukun üstünlüğü ile temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere birçok husus göz ardı edilmiş, sorunların çözümünde toplumsal uzlaşma aranmamıştır. Gündeminde yeni bir anayasa yapmak olan 26. Dönem TBMM’de halkın büyük çoğunluğunu temsile hak kazanmış siyasi partilere düşen görev milletin değerleriyle barışık biçimde siyaset yapmaktır. Bu vesileyle yeni yasama döneminin hayırlara vesile olmasını temenni eder, kıymetli milletvekillerine başarılar dilerim. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili SEÇIMLER, SIYASI PARTILER VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEMOKRATIK BIR YÖNETIM BIÇIMININ OLMAZSA OLMAZLARIDIR. BİRLİK’TEN TPB GENEL BAŞKANI NEVZAT PAKDIL, TBMM BAŞKANI İSMAIL KAHRAMAN’I TEBRIK ETTI TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 27. Başkanı seçilen İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman’ı tebrik etti. Görüşme, 22 Kasım 2015 tarihinde TBMM Başkanlığı seçiminin ardından gerçekleşti. Devir-teslim töreninde görevi TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal’dan devralan İsmail Kahraman’ı tebrik ederek çalışmalarında başarı dileyen Pakdil, 26. Yasama Dönemi’nin ülkemize ve milletimize hayırlı olması temennisinde bulundu. EPIDERMOLIZIS BÜLLOZA HASTALIĞI IÇIN DUYARLILIK ÇAĞRISI TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Hayaller Gerçek Olsa Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Fulden Uras’ı kabul etti. Görüşmede Uras, deride oluşan su kabarcıkları nedeniyle kişinin yaşamını son derece olumsuz etkileyen kalıtsal bir hastalık olan epidermolizis bülloza hakkında bilgi verdi. Derneğin bu hastalıkla ilgili farkındalık yaratmayı ve toplumsal duyarlılık oluşturmayı amaçladığını ifade eden Uras, bu hedef doğrultusunda çeşitli mercilerle görüşmeye devam edeceklerini bildirdi. Nevzat Pakdil ise dernek üyelerine çalışmalarında başarı diledi. Görüşmede TPB Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet de yer aldı. 5 NEVZAT PAKDIL VE YÖNETIM KURULU ÜYELERI BURSA, BALIKESIR VE BILECIK’I ZIYARET ETTI TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Genel Sayman ve 23, 24. Dönem Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Yönetim Kurulu üyeleri 23, 24 ve 25. Dönem Çorum Milletvekili Dr. Cahit Bağcı, 22, 23 ve 24. Dönem Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı Türk Parlamenterler Birliği Bursa Şubesi’ni ziyaret etti. 11 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen ziyarette, Bursa Şube Başkanı ve 22. Dönem Bursa Milletvekili Niyazi Pakyürek, Genel Başkan Nevzat Pakdil ve Yönetim Kurulu üyelerini Bursa Şubesi’nde görmekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Pakyürek, başkent dışında yaşayan milletvekilleri ile eş ve çocuklarının, başta sağlık harcamaları olmak üzere, karşılaştıkları bürokratik sorunları ifade etti. Görüşmede Türk Parlamenterler Birliği Bursa Şubesi üyeleri Yahya Şimşek, Ali Osman Sali, Faruk Ambarcıoğlu, Hayati Korkmaz, Kemal Demirel, İlhan Aşkın, Mehmet Emin Tutan, Sedat Kızılcıklı, Mustafa Kemal Şerbetçioğlu, Mustafa Öztürk, Zafer Hıdıroğlu ve Seracettin Karayağız da yer aldı. Bursa Şubesi’ndeki toplantıya, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin ardından AK Parti Bursa Milletvekili olarak Meclis’teki çalışmalarına başlayan İsmail Aydın ve Zekeriya Birkan da iştirak etti. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, ziyaret sırasında yaptığı konuşmada, “Bugün Bursa’da sizlerle birlikte olmaktan son derece memnunuz. Bir süre milletin vekaletiyle yüce parlamento çatısı altında hizmet veren milletvekillerimizin, bu görevleri sonrasındaki hayatlarında statülerine uygun bir yaşam sürmelerine yönelik çalışma içindeyiz. Bütün partilerin mutabakatıyla hazırlanan iki ayrı kanun teklifinin Genel Kurul’a kadar indirilmesi sağlanmış, ancak söz konusu teklifler konjonktürel bazı nedenlerle yasalaşamamıştır. Milletvekillerimiz ile eş ve çocuklarının başta sağlık giderleri olmak üzere diğer sorunlarının çözümü için parlamentoda grubu bulunan partileri tekrar ziyaret edeceğiz” dedi. Görüşme sırasında söz alan milletvekilleri Nevzat Pakdil’e çabası ve çalışmaları nedeniyle teşekkür etti. Belediye başkanları ile görüşme Türk Parlamenterler Birliği (TPB) heyeti, Bursa ziyareti çerçevesinde Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar ve Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan’la da görüştü. İlçede yürüttükleri faaliyetler ve projeleri hakkında bilgi aldıkları belediye başkanlarına çalışmalarında başarı dileyen Nevzat Pakdil, Kadir Ramazan Coşkun, Ömer Faruk Öz, Dr. Cahit Bağcı ve Mehmet Sarı, Bursa’da Emir 6 BIRLIK’TEN TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI GENEL BAŞKANI NEVZAT PAKDIL, “MILLETVEKILLERIMIZIN BU GÖREVLERI SONRASINDAKI HAYATLARINDA STATÜLERINE UYGUN BIR YAŞAM SÜRMELERINE YÖNELIK ÇALIŞMALARIMIZI SÜRDÜRÜYORUZ” DEDI. Sultan, Hüdavendigar, Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaret ederek dua etti. Türk Parlamenterler Birliği heyeti, ayrıca Karacabey TİGEM’e uğrayarak haraları gezdi ve yetkililerden çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Nevzat Pakdil ve Yönetim Kurulu üyeleri, Bursa’nın ardından Balıkesir ve Bilecik’e gitti. Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’u ziyaret eden heyet, Türkiye’nin en büyük çocuk eğlence merkezi olma özelliğine sahip “Balıkesir Çocuk Köyü”nü gezdi. 15 Kasım 2015 tarihinde görkemli bir törenle ziyaretçilerini ağırlamaya başlayan “Balıkesir Çocuk Köyü” ile ilgili bilgi veren Ahmet Edip Uğur, “Çocuklarımıza keyifli vakit geçirebilecekleri, şehrin stresinden uzakta mutlu saatler yaşayabilecekleri bir eğlence alanını hediye etmekten büyük memnuniyet duyuyoruz. Türkiye’nin en büyük kapalı alanlı ‘Çocuk Köyü’ çocuklarımızın yanı sıra yetişkinlerin de gönüllerince eğlenebileceği bir aktivite alanına sahip bulunuyor. İnşallah bu merkez, Balıkesir’in cazibe merkezi olmasına önemli bir katkı sağlayacak” dedi. “Söğüt’ü anlatan belgeseller yapılmalı” TPB heyeti Havran Belediye Başkanı Emin Ersoy’u da ziyaret etti. Ersoy, milletvekillerini ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti ifade ederek günün anısına Nevzat Pakdil’e Çanakkale Zaferi kahramanlarından Koca Seyit’in heykelciğini takdim etti. Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu üyeleri Bilecik ziyaretlerinde ise Belediye Başkan Vekili Nihat Can’la görüşerek ildeki hizmetler ve yatırımlar hakkında bilgi aldı. Nevzat Pakdil, Bilecik’in tarihimizdeki önemine işaret ederek, “Söğüt’ü anlatan belgeseller yapılarak yeni nesillerimize kendi geçmişimizi öğretmemiz gerekir. Bilecik hem geçmişimiz hem de geleceğimizdir” dedi. Bilecik’te olmaktan memnuniyet duyduklarını ifade eden Pakdil ve Yönetim Kurulu üyeleri, Bilecik Belediyesi’ne çalışmalarında başarı diledi. Ziyarete AK Parti Bilecik Milletvekili Halil Eldemir de iştirak etti. Bilecik Belediye Başkan Vekili Nihat Can, günün anısına Nevzat Pakdil’e üzerinde üç boyutlu Osmanlı Devleti Arması bulunan bir tablo takdim etti. Türk Parlamenterler Birliği heyeti, Bilecik’te Şeyh Edebali ve Ertuğrul Gazi türbelerini ziyaret ederek dua etti. 7 “KUDÜS’ÜN TURIZM POTANSIYELI ÇALIŞTAYI” İSTANBUL’DA YAPILDI İSLAM İşbirliği Teşkilatı’nın bir alt kuruluşu olan İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik, Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) 24-25 Kasım’da İstanbul’da “Kudüs’ün Turizm Potansiyeli Çalıştayı” düzenledi. Çalıştaya Türk Parlamenterler Birliği (TPB) Yönetim Kurulu Üyesi ve 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Dr. Cahit Bağcı ile TPB Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet de katıldı. İki gün boyunca Kudüs’ün çeşitli boyutlarıyla ele alındığı etkinliğe İslam ülkelerinden temsilciler iştirak etti. Çalıştayın açılışında SESRIC Genel Direktörü Musa Kulaklıkaya, Filistin Büyükelçisi Fuat Mustafa, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreter Yardımcısı Hameed A. Opeloyeru, Millî Eğitim eski Bakanı Vehbi Dinçerler, Kudüs Konsolosu Mustafa Sarnıç, Ürdün Turizm Bakanı Nayef El-Fayez ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez birer konuşma yaptı. 8 BIRLIK’TEN “Bütün insanlığın bir merhamet sözleşmesine ihtiyacı var” Konusu Kudüs olan her toplantının hayırlı ve bereketli olduğunu belirten Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Müslümanların kalben ve ruhen Kudüs’e bağlı olduklarını vurgulayarak, “Modern zamanlarda mana ve muhtevası değişen turizm kavramının, Kudüs ziyaretini ifade edemeyecek kadar anlam çerçevesi küçülmüştür. Kudüs ziyareti sıradan bir turistik seyahat değildir. Kudüs ziyareti, iki milyarı bulan Müslüman’ın inanç özgürlüğüyle, ibadet özgürlüğüyle ilgili bir konudur. Kudüs ziyareti, çok daha büyük anlamları olan dinî bir vazifedir” dedi. Bugün bütün insanlığın bir merhamet sözleşmesine ihtiyacı olduğuna işaret eden Görmez, “Merhamet sözleşmesinin imzalanacağı yer Kudüs’tür. Bütün dünya dinlerinin temsilcilerini Kudüs’te toplayalım. Bir merhamet sözleşmesi metni üzerinde çalışalım. Bu merhamet sözleşmesi, birlikte yaşama ahlakı ve hukukunun kriterlerini ortaya koysun. Bu kriterlere de ‘Kudüs Kriterleri’ adını verelim” diye konuştu. Millî Eğitim eski Bakanı Vehbi Dinçerler ise işgal altındaki topraklarda turizmin ve yatırımın geliştirilmesi için uluslararası bir düzenlemeye ihtiyaç olduğunu belirterek, “Kudüs’ün Turizm Potansiyeli Çalıştayı’nın bu ihtiyacı ortaya çıkarması, bütün dünya ülkelerine görüşlerini bildirmesi en faydalı fonksiyonu olacaktır. Belki bu gayretlerden sonra Birleşmiş Milletler teşkilatı veya benzer uluslararası kurumlar harekete geçirilip ciddi sonuçlar alınabilir. Ülkelerimizi, kurumlarımızı bu konuda koordineli bir şekilde öncü olmaya, inisiyatif almaya davet ediyorum” dedi. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 9 HABERLER ATATÜRK VEFATININ 77. YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANILDI KURTULUŞ Savaşı’nın başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, vefatının 77. yıldönümünde saygı ve özlemle anıldı. Anıtkabir’de gerçekleşen devlet törenine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM eski Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yüksek yargı organlarının başkanları, Bakanlar Kurulu üyeleri, kuvvet komutanları, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve siyasi parti temsilcileri iştirak etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki kortejin mozoleye çelenk koyması ve saygı duruşunda bulunulmasının ardından Misak-ı Millî Kulesi’ne geçildi. Erdoğan burada Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Atatürk’ün vefatının 77. yıldönümü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. “Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’i, ebediyete irtihalinin 77. yıldönümünde saygıyla yâd ediyorum” ifadesiyle başlayan mesaj şöyle devam etti: 10 “Tüm dünyanın takdirini kazanmış istisna şahsiyetlerden biri olan Gazi Mustafa Kemal, başkomutan olarak elde ettiği zaferler ve banisi olduğu Cumhuriyetimiz ile saygın bir lider olarak tarihe ismini yazdırmıştır. Gazi Mustafa Kemal’in ‘en büyük eserim’ dediği ve gelecek nesillere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni, ecdadımızdan aldığımız güç ve ilhamla daha ileriye taşımak, daha güçlü, daha müreffeh bir ülke haline getirmek için mücadele ediyoruz. Türkiye, demokraside ve kalkınma mücadelesinde, özellikle son 13 yılda çok önemli mesafe katetmiştir. Bununla birlikte, coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızın her ânında olduğu gibi bugün de, milletimizin birliğine, ülkemizin bütünlüğüne yönelik saldırılarla karşı karşıyayız. Ülke ve millet olarak, varlığımıza yönelik tehditlerin üstesinden gelmek için yürüttüğümüz mücadelede verdiğimiz kayıpların, özellikle de şehitlerimizin acısını yüreğimizde taşıyoruz. Bu saldırılar karşısında, ‘Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ ilkesi etrafında sürdürdüğümüz mücadelenin başarıya ulaşacağından asla şüphemiz yoktur. Gazi Mustafa Kemal, bu milletin en zor “Sonsuza kadar emanetlerinin bekçisi olacağız” Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yayımladığı anma mesajında Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin, bölgemizde ve dünyadaki huzur, barış, istikrar arayışlarına ışık tuttuğunu ifade etti. Kılıçdaroğlu mesajında şu değerlendirmelerde bulundu: “10 Kasım sadece Mustafa Kemal Atatürk’ü anma günü değil, onun eserlerini geliştirerek geleceğe taşıma azmimizi yinelediğimiz bir gündür. Yolumuzu da, kendisinin akıl ve bilimi temel alan düşünce zamanında liderlik ettiği istiklal ve istikbal mücadelemizi başarıya ulaştırmıştı. Biz de bugün, ülkemizde ve bölgemizde yaşanan olaylar karşısında aynı dirayetle hareket ediyoruz, etmeye devam edeceğiz. Milletimizle birlikte, bir olarak, iri olarak, diri olarak, kardeş olarak, hep birlikte Türkiye olarak 2023 hedeflerimiz istikametinde mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız. Bu düşüncelerle, vefatının 77. yıldönümünde, Kurtuluş Savaşımızın başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi bir kez daha rahmetle, minnetle yâd ediyorum.” Başbakan Ahmet Davutoğlu da yayımladığı anma mesajında, “Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 77. yıldönümünde minnetle, şükranla yâd ediyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük ideali, Türkiye’yi birlik ve beraberlik içinde, müreffeh bir ülke olarak muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaktı. Bugün büyük Türkiye yolunda hızla ilerleyen ülkemiz, demokratik hak ve özgürlükler alanında büyük mesafeler katederek dünyanın en saygın ülkeleri arasında yer almıştır. Demokratik iradesi daha çok güçlenen Türkiye şimdi her zamankinden daha fazla emniyet ve güvenle geleceğe yürüyen bir ülke olma yolunda büyük mesafeler almaktadır. Milletimiz, Cumhuriyetimize ve demokrasimize sahip çıkmaya devam edecek, Türkiye Cumhuriyeti bütün engellemelere rağmen tek yürek halinde tarihî yükselişini sürdürecektir” dedi. sistemi aydınlatmakta, karşılaştığı bütün güçlükleri yenmesini bilen direnci bize güç vermektedir. ‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ diyen Atatürk’ün fikir ve ideallerinin ışığında, onurlu bir gelecek, huzurlu bir toplum ve kimsesizlerin kimsesi olan bir Cumhuriyet hedefimizi gerçekleştireceğimize olan inancımız tamdır. Atatürk’ün bizlere bıraktığı en büyük miras olan Türkiye Cumhuriyeti, birlik, beraberlik ve bütünlük içinde özgürlüklerine sahip çıkan vatandaşlarımızın kararlılığıyla sonsuza kadar yaşayacak, çağdaş dünyada hak ettiği yere yükselecektir. Bu inançla, Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla selamlıyor ve sonsuza kadar emanetlerinin bekçisi olacağımıza söz veriyorum.” Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise mesajında “10 Kasım’ı bir matem günü olarak görmek ve anmak yerine aziz Atatürk’ün mücadeleci kişiliğini, millî hasletlerini, manevi yönünü daha iyi tanımak, tanıtmak için eşsiz bir fırsata dönüştürmek gerekmektedir. Aziz Atatürk hiç kimseyi aldatmadan, ülkesi ve milleti için koyduğu hedeflere yılmadan yürüyerek; aleyhinde bulunan çevrelere, yolundan çevirmeye çalışan odaklara aldırmayarak önündeki tüm engelleri birer birer aşmasını bilmiştir. Nitekim Türk milletinin umudu olmuş, Türk vatanına yepyeni bir çığır açmıştır. Bu düşüncelerle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e vefatının 77. yıldönümünde Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, mekanı cennet olsun” ifadelerini kullandı. 11 TBMM’NİN 27. BAŞKANI İSMAİL KAHRAMAN 1 KASIM 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nin ardından başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi 26. Dönem’in ilk iki yasama yılını yönetecek ismi belirlemek için yapılan TBMM Başkanlığı seçimi sonuçlandı. Oylamanın üçüncü turunda aldığı 316 oyla Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman Meclis’in 27. Başkanı oldu. Yemin töreni yapılıp TBMM Başkanlığı seçimi için işleyecek takvimin belirlenmesinin ardından parlamentoda grubu bulunan dört siyasi parti adaylarını açıkladı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman’ı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan’ı, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nu aday gösterdi. TBMM Genel Kurulu 22 Kasım Pazar günü TBMM Başkanı’nı seçmek üzere toplandı. Başkanlık seçimini dört turlu olarak düzenleyen Anayasa’nın ilgili maddesi uyarınca gizli oylama yapıldı. İlk iki turda üye tam sayısının üçte ikisi (367), üçüncü turdaysa üye tam sayısının salt çoğunluğu (276) arandı. İsmail Kahraman’ın üçüncü turda 316 oy almasıyla seçim sonuçlandı. Başkanlık seçimi gündemiyle toplanan Genel Kurul’u en yaşlı üye olması dolayısıyla Geçici Başkan sıfatıyla Deniz Baykal yönetti. Baykal, önce Geçici Bakanlar Kurulu’nun yeni hükümet kuruluncaya kadar görevine devam etmesi ile Bakanlar Kurulu’nun yeniden kurulması için görevlendirmeye ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkerelerini okuttu. Danışma Kurulu’nun, TBMM 12 HABERLER Genel Kurulu’nun 22 Kasım 2015 günü TBMM Başkanı seçilinceye kadar çalışmalarına devam etmesine ilişkin önerisi kabul edildi. Ardından oyların tasnif ve sayımı için komisyon oluşturuldu. Tasnif Komisyonu’nda AK Parti Uşak Milletvekili Mehmet Altay, AK Parti Osmaniye Milletvekili Suat Önal ve AK Parti Niğde Milletvekili Erdoğan Özegen ile CHP İstanbul Milletvekilleri Şafak Pavey ve Selina Doğan yer aldı. Daha sonra TBMM Başkanı seçimine geçildi ve adayların isimleri okundu. Milletvekillerinin kapalı zarfları Başkanlık Divanı’nın önüne yerleştirilen dört kupaya atmasıyla gerçekleştirilen seçimin ilk tur oylamasında 525 milletvekili oy kullandı. Birinci tur sonunda AK Parti adayı İsmail Kahraman 316, CHP adayı Gülsün Bilgehan 127, HDP adayı Dengir Mir Mehmet Fırat ve MHP adayı Yusuf Halaçoğlu 41’er oy aldı. Adaylar ilk turda TBMM Başkanı seçilmek için gerekli olan üye tam sayısının üçte iki çoğunluğuna ulaşamadığı için ikinci tur oylamaya geçildi. 523 milletvekilinin oy kullandığı ikinci turda İsmail Kahraman’a 318, Gülsün Bilgehan’a 126, Dengir Mir Mehmet Fırat’a 40, Yusuf Halaçoğlu’na 39 oy çıktı. Yine 367 oya ulaşılamaması üzerine üçüncü tur oylamaya geçildi. Bu turda 524 milletvekili oy kullandı. İsmail Kahraman 316, Gülsün Bilgehan 125, Dengir Mir Mehmet Fırat 41 ve Yusuf Halaçoğlu 40 oy alırken 2 oy da geçersiz sayıldı. Bu sonuca göre üye tam sayısının salt çoğunluğunun üzerinde oy alan AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman, TBMM Başkanı seçildi. AYŞE GÜLSÜN BILGEHAN DENGIR MIR MEHMET FIRAT YUSUF HALAÇOĞLU çeşitli şirketlerin icra kurulu başkanlıklarında bulunan Kahraman, Çalışma Bakanlığı’nda Bakan Müşaviri olarak görev yaptı. Kahraman 20 ve 21. Dönemlerde İstanbul Milletvekili olarak yer aldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Refah Partisi ve Fazilet Partisi Grup Başkanvekilliği görevlerini üstlendi. Bu süreçte TBMM Anayasa Komisyonu ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeliklerinde bulundu. 54. Hükümet’te Kültür Bakanı olarak görev yapan Kahraman, AK Parti Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığı’nı yürüttü. Başkanlık Divanı oluştu Geçici Başkan Deniz Baykal’ın seçim sonucunu ilan etmesinin ardından kürsüye gelerek bir teşekkür konuşması yapan İsmail Kahraman, TBMM Başkanlığı gibi yüce bir görev tevdi edilerek kendisine gösterilen güvene şükranlarını sundu. Kahraman şunları kaydetti: “Gerçekleştireceğimiz yasama ve denetim faaliyetleri Anayasa’ya, mevzuata ve İçtüzüğe uygun olarak tam bir tarafsızlık içinde yürütülecektir. İnanıyorum ki milletvekillerimiz ve partilerimiz, Meclisimizin etkin ve verimli bir şekilde çalışmasında, saygınlığının korunmasında gereken hassasiyeti gösterecektir. Milletimizin bizden beklentisi de budur. Kuruluşundan bugüne kadar Meclisimizde görev yapmış olanlardan vefat edenleri rahmet ve minnetle anıyor, yaşayanlara hayırlı ömürler niyaz ediyorum. Meclisimizin 26. Dönemi’nin yemin töreni ile başkanlık seçimi çalışmalarını yöneten Geçici Başkanlık Divanı Başkanı Sayın Deniz Baykal ve üyelere teşekkür ediyorum. Milletimize ve devletimize hayırlı neticeler sağlayacak çalışmalar yapmayı bizlere nasip etmesini Allah’tan diliyorum.” Siyasette yılların birikimi İsmail Kahraman 1940 yılında Rize’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarından başlayarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti, Millî Türk Talebe Birliği, Birlik Vakfı, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, Türkiye Millî Kültür Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, İş Dünyası Vakfı, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı gibi sivil inisiyatiflerin üyesi ve yöneticisi olarak görevler üstlendi. İş hayatında Meclis Başkanı seçiminin ardından TBMM Başkanlık Divanı’nda görev yapacak isimler belirlendi. Buna göre AK Parti Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, AK Parti İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve HDP İstanbul Milletvekili Pervin Buldan TBMM Başkanvekili oldu. AK Parti Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı, AK Parti Bolu Milletvekili Fehmi Küpçü, AK Parti Elazığ Milletvekili Ömer Serdar, AK Parti Kütahya Milletvekili İshak Gazel, AK Parti Nevşehir Milletvekili Mustafa Açıkgöz, AK Parti Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlu, CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, CHP İzmir Milletvekili Özcan Purçu, CHP Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülü ve MHP Sakarya Milletvekili Zihni Açba Katip Üyeliğe seçilirken Meclis İdare Amirleri şu isimlerden oluştu: AK Parti Ankara Milletvekili Ahmet Gündoğdu, AK Parti Çorum Milletvekili Salim Uslu, AK Parti Hatay Milletvekili Orhan Karasayar, AK Parti Niğde Milletvekili Erdoğan Özegen, CHP Çorum Milletvekili Tufan Köse, HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz. 13 64. HÜKÜMET GÖREV BAŞINDA CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan yeni hükümeti kurma görevini, 1 Kasım 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nde yüzde 49,50 oy alarak TBMM’de 317 sandalyeyle temsil edilme hakkı kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’na verdi. Davutoğlu’nun hazırladığı Bakanlar Kurulu listesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 64. Hükümeti göreve başladı. 64. Hükümet, 30 Kasım 2015 tarihinde Meclis’ten güvenoyu aldı. Ahmet Davutoğlu’nun üçüncü kez Başbakan olduğu, Lütfi Elvan, Numan Kurtulmuş, Mehmet Şimşek, Yalçın Akdoğan ve Yıldırım Tuğrul Türkeş’in Başbakan Yardımcısı olarak yer aldığı kabinede diğer bakanlar şöyle sıralanıyor: Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, Maliye Bakanı Naci Ağbal, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım. Berat Albayrak, Bülent Tüfenkçi, Fatma Güldemet Sarı, Mahir Ünal, Mustafa Elitaş, Naci Ağbal, Sema Ramazanoğlu ve Süleyman Soylu ilk kez bakanlık koltuğuna oturan isimler olurken Akif Çağatay Kılıç, Bekir Bozdağ, Cevdet Yılmaz, 14 HABERLER Efkan Ala, Fikri Işık, Mehmet Müezzinoğlu, Mevlüt Çavuşoğlu, Nabi Avcı, Numan Kurtulmuş, Veysel Eroğlu, Volkan Bozkır ve Yalçın Akdoğan 62. Hükümet’teki yerlerini korudu. 25. Dönem’de TBMM Başkanı seçilen İsmet Yılmaz da eski görevi olan Millî Savunma Bakanlığı’na getirildi. Geçici Bakanlar Kurulu’nda ilk kez Başbakan Yardımcısı olarak yer alan Yıldırım Tuğrul Türkeş 64. Hükümet’in de Başbakan Yardımcıları arasına girdi. Geçici Bakanlar Kurulu’nda Başbakan Yardımcısı olan Cevdet Yılmaz, eski görevi olan Kalkınma Bakanlığı’na döndü. 62. Hükümet’in Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Başbakan Yardımcısı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı olduğu kabinede, 61. Hükümet’in Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım da tekrar önceki göreviyle yer aldı. Sema Ramazanoğlu, seçilmiş ilk başörtülü bakan sıfatını kazanırken Bakanlar Kurulu’nun en genç üyesi 37 yaşındaki Berat Albayrak oldu. Reformlara ağırlık verilecek Başbakan Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın onayladığı Bakanlar Kurulu listesini basına duyurduktan sonra açıklamalarda bulundu. Başbakan Davutoğlu, “Bu Bakanlar Kurulu, Türkiye’yi önümüzdeki 4 yıl içinde yeni bir ufka taşıma misyonu üstlenmiş bulunmaktadır. Ağır bir sorumluluktur ancak arkasında yüzde 85’lik katılımla sağlanmış bir seçim zaferi, önünde de 2023’e yürüyen bir ufuk vardır. Önümüzdeki 4 yıl içinde milletimize söz verdiğimiz her konuda gerekli her adımı atacağız” ifadelerini kullandı. Davutoğlu, önümüzdeki 4 yıl içinde yapısal reformların gerçekleştirileceğini ve sivil bir anayasa için çalışmalar yürütüleceğini söyleyerek 64. Hükümet’in üç misyonu olduğunu belirtti. Davutoğlu, “Bu hükümetin birinci misyonu milletimizi temsil etmektir, ikinci misyonu milletimize hizmet etmektir, üçüncü misyonu Başbakan Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Başbakan Yardımcısı Ahmet Davutoğlu Yalçın Akdoğan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Numan Kurtulmuş Yıldırım Tuğrul Türkeş Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu Mehmet Şimşek Lütfi Elvan Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çevre ve Şehircilik Bakanı Dışişleri Bakanı Ekonomi Bakanı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Gençlik ve Spor Bakanı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Gümrük ve Ticaret Bakanı İçişleri Bakanı Kalkınma Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Fikri Işık Mevlüt Çavuşoğlu Akif Çağatay Kılıç Efkan Ala Süleyman Soylu Mustafa Elitaş Faruk Çelik Cevdet Yılmaz Fatma Güldemet Sarı Berat Albayrak Bülent Tüfenkci Mahir Ünal insan haklarına, insan onuruna yakışan demokratik olgunluk anlamında da dünyaya örnek olan, muasır medeniyetler seviyesini aşmış bir ülke, yeni bir Türkiye gerçekleştirmektir. Bütün bakanlarımız yoğun bir çalışma temposu içinde olacaktır” dedi. Başbakan Ahmet Davutoğlu 25 Kasım 2015 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 64. Hükümet Programı’nı okudu. Program, “Sunuş” ve “Sonuç” bölümleri dışında şu başlıklardan oluşuyor: “Demokratikleşme ve Yeni Anayasa”, “İnsani Kalkınma ve Nitelikli Toplum”, “İstikrarlı ve Güçlü Ekonomi”, “Bilim, Teknoloji ve Yenilikçi Üretim”, “Yaşanabilir Şehirler ve Sürdürülebilir Çevre”, “Vizyoner ve Öncü Ülke”. Başbakan Davutoğlu Hükümet Programı’nı sunmaya başlamadan önce şunları kaydetti: “1 Kasım seçimleri, 7 Haziran’da yapılan seçimlerin bir anlamda devamı niteliğinde gerçekleşmiş, 7 Haziran sonrası sürdürülebilir bir hükümet yapısının oluşmaması sonrasında, halkımızın hakemliği ile bugünlere gelinmiştir. Bu süreçte, AK Parti olarak kendi iç muhasebemizi yapma fırsatı bulduk. Aynı zamanda bu süreçte, ülkemizde bir yönetim boşluğu oluşmasına müsaade etmeyerek siyasi sorumluluk içinde hareket ettik. Tüm bu çabaların halkımızda geniş bir teveccüh gördüğünü memnuniyetle müşahede etmiş bulunuyoruz. Bu yönüyle, halkımıza şükranlarımızı bir kez daha ifade etmek istiyoruz.” Davutoğlu, 64. Hükümet’in tam anlamıyla bir reform hükümeti olacağını söyledi. Reformlar sonucunda daha özgür, daha rekabetçi ve insan odaklı bir anlayış içerisinde refahını daha adil paylaşan bir Türkiye’ye kavuşma idealini sürdüreceklerini kaydeden Davutoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Yeni anayasa ve yargı reformu başta olmak üzere yapılacak çalışmalarda, en geniş uzlaşma arayışı içinde ülkenin uzun zamandır beklediği adımları atacağız. Böylece özgürlük alanlarının daha da genişletileceği, herkesin birlik içinde farklılığını yaşamasının mümkün olacağı, çok daha yenilikçi ve rekabetçi bir toplumsal düzen de yerleşmiş olacak. Önümüzdeki dönemde sivil, katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü bir demokratik ve sivil anayasanın yapımına öncülük etmeye kararlıyız. Bu dönemin yüce Meclisini, Türkiye’nin ilk sivil anayasasını demokratik şartlarda yapmış olan Meclis olarak taçlandırmak istiyoruz. Diğer siyasi partileri de aynı anlayış içinde katkı vermeye davet ediyoruz.” Davutoğlu konuşmasında başkanlık sistemine geçişin üzerinde de durarak, “Yeni Türkiye vizyonumuzun ihtiyaç duyduğu etkin ve dinamik yönetim dolayısıyla başkanlık sisteminin daha uygun bir yönetim modeli olduğuna inanıyoruz” değerlendirmesinde bulundu. Kuşatıcı bir yaklaşım Maliye Bakanı Millî Eğitim Bakanı Millî Savunma Bakanı Orman ve Su İşleri Bakanı Sağlık Bakanı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Naci Ağbal Veysel Eroğlu Nabi Avcı Mehmet Müezzinoğlu İsmet Yılmaz Binali Yıldırım 64. Hükümet Programı’nda temel hak ve hürriyetlerle ilgili şu ifadelere yer verildi: “Hükümet olarak, bireysel hak ve özgürlükler ile insan onurunu yüceltmeyi temel ahlaki referans olarak kabul etmekteyiz. Bu referansla, vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almayı ve bunların kullanımını kısıtlayan engelleri ortadan kaldırmayı temel bir vazife olarak görüyoruz.” “Yeni anayasa, çağdaş demokrasi anlayışını yansıtmalı, mümkün olan en geniş mutabakatla ve demokratik yöntemlerle hazırlanmalı, geniş toplumsal 15 EĞITIM, SAĞLIK, AILE, KADIN, GENÇLIK, KÜLTÜR-SANAT, ÇALIŞMA HAYATI VE SOSYAL GÜVENLIK KONULARINA GENIŞ YER VERILEN 64. HÜKÜMET PROGRAMI’NDA, SAĞLIKLI VE MUTLU BIR TOPLUM INŞA ETMEDEN KALKINMANIN MÜMKÜN OLAMAYACAĞI BELIRTILDI. kesimlerce sahiplenilmelidir. Anayasanın kapsayıcı, kucaklayıcı, bütünleştirici, çeşitlilikte birliği savunan, çoğulcu ve özgürlükçü bir karakterde olması gerektiğini düşünmekteyiz” denilen programda demokrasi ve insan hakları vurgusu dikkat çekti. Uluslararası kamuoyunun gündemindeki güvenlik konusu da Hükümet Programı’nda yerini buldu. Terör ve güvenlik sorunuyla ilgili “Uluslararası ve bölgesel teröre destek veren çevre ve odaklarla, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kararlılıkla mücadele edeceğiz. Coğrafyamızda hangi nedene dayanırsa dayansın ve kimden gelirse gelsin terörün karşısındaki ilkeli duruşumuzu sürdüreceğiz. Etnik, dinî veya mezhebî kavramları suistimal eden tüm terör örgütlerine yönelik mücadelemizi kararlılıkla devam ettireceğiz” ifadelerine yer verilen programda terörle mücadelede hukukun üstünlüğü ilkesinin temel alınacağına dikkat çekildi. 64. Hükümet Programı’nda eğitim, sağlık, aile, kadın, gençlik, 16 HABERLER kültür-sanat, çalışma hayatı ve sosyal güvenlik konularına geniş yer verildi. Ekonomik kalkınmanın insan unsurunu görmezden gelerek başarılamayacağı, sağlıklı ve mutlu bir toplum inşa etmeden kalkınmanın mümkün olamayacağı belirtildi. Ekonomi politikaları konusunda “Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirlemesi esas olmaya devam edecektir” ifadesinin kullanıldığı programda özelleştirme, kayıt dışı ekonomiyle mücadele, yatırım ve istihdam kavramlarına geniş yer ayrıldı. Enerji güvenliği, ticaret, turizm, teknoloji, imar faaliyetleri, kırsal kalkınma, çevrenin korunması, afet yönetimi gibi başlıklarda kapsamlı bir yol haritası ortaya konuldu. Diplomaside yapıcı ve öncü bir ülke olma yolunda atılacak adımların yer aldığı 64. Hükümet Programı bölgesel ve uluslararası işbirlikleriyle ilgili bir vizyon çizdi. DÜNYADAN FRANSA’DA OLAĞANÜSTÜ HAL FRANSA’DA olağanüstü halin kapsamını genişleten ve uygulamanın 12 günden 3 aya uzatılmasını öngören tasarı kabul edildi. Fransa Ulusal Meclisi’nde yapılan oylamada 6 “hayır”, 551 “evet” oyu çıkarken Fransa Senatosu’nda 336 kabule karşılık 12 çekimser oy kullanıldı. Geçtiğimiz 13 Kasım’da başkent Paris’te düzenlenen ve 129 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırıları sonrasında Fransa’da güvenlik önlemleri en üst düzeye çıkarıldı. Cumhurbaşkanı François Hollande saldırıların ardından yaptığı açıklamada en fazla 12 gün uygulanmasına izin verilen olağanüstü hale ilişkin kanunun değişmesi gerektiğini vurgulamıştı. Oylama öncesinde Ulusal Meclis oturumunda konuşan Başbakan Manuel Valls, ülkede terör örgütlerinin kimyasal ya da biyolojik saldırılar düzenleyebileceğini söyledi. Tasarıya destek verilmesini isteyen Valls, terörizmin Fransa’yı Irak ve Suriye’de olanlardan dolayı değil, doğası gereği vurduğunu kaydetti. Valls, terörle mücadelede uluslararası kararlılığın önemine değinerek Avrupa ülkelerine havayoluyla seyahat eden tüm yolcuların bilgilerini birbiriyle paylaşmaları çağrısında bulundu. Yeni olağanüstü hal yasasına göre güvenlik güçleri makul şüphe gerekçesiyle hiçbir kanıta gerek duymadan aramalar yapabilecek. Ancak aramalar, avukat, hakim, milletvekilleri, senatörler ve gazetecilerin iş yerlerini kapsayamayacak. Terör propagandası yapan internet siteleri ve sosyal medya ağlarının kapatılmasına olanak sağlayan yasaya göre kamu düzenini tehdit ettiği düşünülen kişiler ev hapsinde tutulabilecek. Ayrıca güvenlik tehdidi yarattığı şüphesiyle sicil kaydı oluşturulan kişilerin de ev hapsine alınması ve çevreleriyle iletişiminin kesilmesi de yeni yasayla mümkün kılınıyor. Kamu düzenini bozacağı öngörülen derneklerin kapatılması da yasada yer buluyor. Terör saldırılarının Fransa’ya verdiği ekonomik zararın 2 milyar avroyu bulduğu belirtildi. Paris’te mağazaların cirolarının yüzde 30 ila 50 arasında düştüğü, otel rezervasyonlarında önemli iptallerin yaşandığı kaydedildi. Saldırılardan sonra yurttaşların daha az dışarı çıkmasından dolayı iş yerlerinin gelirinin önemli ölçüde düştüğü belirtiliyor. Ayrıca savunma harcamalarının artması da ülke bütçesine yeni bir yük getiriyor. 17 MYANMAR’DA İKTİDAR EL DEĞİŞTİRDİ ARAKAN Müslümanlarına yönelik soykırım girişimiyle dünya gündeminde olan Myanmar’da 25 yıl aradan sonra yapılan ilk serbest seçim olarak kaydedilen seçimler gerçekleştirildi. Yapılan açıklamaya göre oyların yüzde 80’ini alan Aung San Suu Çii liderliğindeki Ulusal Demokrasi Birliği parlamentonun iki kanadındaki 664 sandalyenin 348’ini kazandı. Myanmar yasalarına göre parlamentonun dörtte biri ordu temsilcilerine ayrılıyor. Çii’nin ordu mensuplarıyla uyum içinde çalışacağı düşünülüyor. Myanmar’da askerlerin desteklediği Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi 2011’den bu yana iktidardaydı. Katılımın yüzde 80 civarında olduğu belirtilen seçimlerde yüz binin üzerindeki Arakan Müslümanı oy kullanamadı. Myanmar yönetimi, Arakan Müslümanlarına geçici vatandaşlık sağlayan belgeleri Şubat ayında iptal etmişti. Seçim Komisyonu ayrıca milletvekili aday adaylarını Myanmar’da doğup doğmamak bakımından ön elemeye tâbi tuttu. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Güney Asya Koordinatörü Meenakshi Ganguly konuyla ilgili açıklamasında “Seçimlerde adaylığı onaylanmış kişilerden 5130’u Budist, 903’ü Hıristiyan, geriye kalan 28’i ise Müslüman’dı. Seçim Komisyonu tarafından alınan kararlar kısmen ayrımcı” değerlendirmesinde bulundu. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri İyad Medeni, Myanmar’daki seçimden zaferle çıkan muhalefetteki Aung San Suu Çii’ye Müslümanlar ve ülkedeki diğer azınlıklar için mektup gönderdi. İİT tarafından yayımlanan açıklamada, genel seçimin ardından Myanmar’daki demokrasiye geçiş sürecinin desteklendiği belirtildi. Müslümanların bazı keyfi kanunlarla haklarından mahrum edildiğine değinilen açıklamada, “Myanmar’daki yeni demokratik atmosferde, ülkedeki Müslümanların meşru haklarının tanınmasını sağlayacak kapsayıcı ve yapıcı bir yöntem izlenmesi gerekir” ifadelerine yer verildi. Avrupa Parlamentosu Üyesi Ana Gomes ülkedeki seçimle ilgili değerlendirmesinde, “Yeni seçilen hükümetin ülkeyi demokratik yollarla yöneteceğine ve ülkedeki aşırı dincilik ve ırkçılıktan etkilenen Müslüman azınlıklara dikkat çekerek daha katılımcı bir toplumu teşvik edeceğine inanıyoruz” dedi. 1991 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Aung San Suu Çii, çocukları İngiltere vatandaşı olduğu için devlet başkanı seçilemeyecek. Çii, Müslüman azınlığı koruyacağını ve Müslümanlara yapılan uygulamaları takip edeceğini belirtti. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DEN İSRAİL’E İŞGALİ DURDURMA ÇAĞRISI BIRLEŞMIŞ Milletler (BM) Genel Kurulu’nun sosyal, insani ve kültürel konularda ihtisaslaşan 3. Komitesinde İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin sona erdirilmesini isteyen 18 DÜNYADAN ve Filistin halkı ile dayanışma içinde olunduğunu vurgulayan karar tasarısı görüşüldü. 193 üye ülkenin 170’i tasarıya “evet” oyu verirken Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İsrail, Marshall Adaları, Mikronezya ve Paulu “ret” oyu kullandı. Kamerun, Honduras, Güney Sudan ve Tonga’nın çekimser kaldığı oylamaya bazı ülkeler katılmadı. Büyük çoğunlukla kabul edilen karar metninde İsrail’den Filistin topraklarındaki işgale son vermesi istendi. Tasarıda Filistin topraklarında 1967’den bu yana süren uygulama işgal olarak tanımlandı. İşgalin acilen sonlandırılmasının önemi vurgulanırken Filistin halkının kendi geleceğini tayin etme hakkı (self determination) olduğunun altı çizildi. Filistin sorununa kapsamlı ve kalıcı çözüm bulunması gerektiği ifade edilen tasarıda Filistin halkıyla dayanışma için de BM kurumları ve üyelere çağrı yapıldı. Kararın yasal bağlayıcılığı bulunmuyor ancak Genel Kurul’da tüm BM üyeleri temsil edildiği için burada alınan kararlar önemli kabul ediliyor. HIRVATİSTAN’DA SEÇMEN KOALİSYON DEDİ HIRVATISTAN’DA 8 Kasım’da gerçekleştirilen genel seçimde Hırvat Demokratik Partisi (HDZ) öncülüğünde kurulan “Vatansever” ittifakı birinci sırada yer alırken hiçbir parti tek başına iktidar olabilmek için gerekli milletvekili sayısına ulaşamadı. Hırvatistan Merkez Seçim Kurulu, 151 üyeli parlamentoda “Vatansever” ittifakının 59, Sosyal Demokrat Parti (SDP) öncülüğündeki “Hırvatistan Büyüyor” ittifakının 56, “Most” ittifakının 19, İstra Demokrat Meclisi’nin (IDS) 3, Slavonija ve Baranija Hırvat Demokratik Birliği’nin (HDSSB) 2, Mi- lan Bandic 365 Hareketi’nin 2, Başarılı Hırvatistan Hareketi ve Canlı Duvar Hareketi’nin 1’er sandalye sahibi olacağını duyurdu. Geri kalan 8 sandalye Hırvatistan yasalarına göre azınlık temsilcilerine ayrılıyor. HDZ Genel Başkanı Tomislav Karamarko, sandıktan birinci parti olarak çıktıklarının duyurulmasından sonra yaptığı açıklamada, “Hırvatistan’da daha kaliteli bir yaşam için bizimle mücadeleye hazır olanları işbirliğine çağırıyorum” ifadesini kullandı. Seçimin ardından Hırvatistan’ın yeni hükümetini belirleyecek koalisyon arayışları başladı. Sonuçlar merkez sağdaki “Vatansever” ittifakı ile merkez solun “Hırvatistan Büyüyor” ittifakının güvenoyu alacak çoğunluğu sağlaması için “Most” ittifakının desteğini zorunlu kıldığından bu ittifak koalisyon pazarlıklarında kilit bir role yerleşti. “Most” ittifakı yetkilileri, her iki tarafla yürütülen görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, “Hırvatistan Büyüyor” ittifakıyla büyük ölçüde uzlaşmaya vardıklarını bildirdi. Mevcut Ulaştırma Bakanı SDP’li Sinisa Hajdas Doncic ise “Most” ittifakıyla çok büyük oranda anlaşmaya varıldığını, iki ittifakın bakış açılarının birbirine oldukça yakın olduğunu ifade etti. AVRUPA BİRLİĞİ ZİRVESİ’NDEN VİZE MÜJDESİ ÇIKTI BRÜKSEL’DE gerçekleştirilen Avrupa Birliği (AB)-Türkiye Zirvesi’nde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa’ya vizesiz seyahat etmelerinin önünü açan karara imza atıldı. Buna göre, öngörülen şartların karşılanması durumunda Ekim 2016’dan itibaren Avrupa’yla vizeler kalkacak. Zirve sonunda kabul edilen metinde, AB Komisyonu’nun mart ayında vize muafiyeti konusundaki ikinci raporunu yayımlayacağı ve AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nın Haziran 2016’dan itibaren tamamen uygulanabilir olacağı ifadesine yer verildi. Sürecin sonunda Türk vatandaşlarının Ekim 2016’da vizesiz olarak Schengen ülkelerine seyahat edebilmeleri için vize muafiyeti sürecinin tamamlanması bekleniyor. Zirve’de Türkiye’nin AB adaylığı yolundaki katılım müzakerelerinde yer alan fasılların yeniden açılması kararlaştırıldı. Ekonomik ve parasal politika konulu 17’nci fasıl 14 Aralık 2015’te açılacak. Diğer bazı fasılların açılması için hazırlıklarsa 2016’nın ilk üç ayında tamamlanacak. Görüşmelerde ayrıca Avrupa’nın önemli gündem maddelerinden sığınmacılar sorunu da ele alındı. AB Komisyonu ve üye ülkelerin katkılarıyla Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için Türkiye’ye başlangıç olarak 3 milyar avro destek sağlanmasının karara bağlandığı Zirve’de uluslararası korumaya ihtiyacı olmayan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmiş olan göçmenlerin geri kabul edilmesi ve ardından geldikleri ülkelere gönderilmesi üzerinde anlaşıldı. Avrupa Birliği eski Bakanı Beril Dedeoğlu Zirve’nin sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde Geri Kabul Anlaşması’nın Türkiye’den geldiği kesinleşmiş yasa dışı göçmenlerin Türkiye’ye iadesi anlamına geldiğini, iade edilen kişilerin Türkiye’ye nereden geldikleri belli ise ve Türkiye’nin de o ülkelerle geri kabul anlaşması varsa, bu kişilerin ilgili ülkeye gönderilmesinin de bu anlaşmayla mümkün olacağını belirtti. Dedeoğlu, AB’nin tavrının müzakere sürecinin yeniden canlandırılması ve karşılıklı güvenin yeniden inşası yönünde olduğunu da sözlerine ekledi. 19 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE 26. DÖNEM 20 ADALET VE KALKINMA PARTISI’NIN 317, CUMHURIYET HALK PARTISI’NIN 134, HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI’NIN 59 VE MILLIYETÇI HAREKET PARTISI’NIN 40 MILLETVEKILI ILE YER ALDIĞI TBMM 26. DÖNEM, 17 KASIM 2015 TARIHINDE YAPILAN YEMIN TÖRENIYLE BAŞLADI. ZEYNEP YIĞIT 21 T ürkiye’nin 1 Kasım 2015 tarihinde sandık başına gittiği Milletvekili Genel Seçimi’nin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni bir döneme adım atıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 317, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 134, Halkların Demokratik Partisi’nin 59 ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin 40 milletvekili ile yer aldığı TBMM 26. Dönem, 17 Kasım 2015 tarihinde yapılan yemin töreniyle başladı. Yeni yasama döneminin ilk birleşiminde Genel Kurul’u “en yaşlı üye” sıfatıyla Geçici Başkan Deniz Baykal yönetti. 22 Kasım 2015 tarihinde ise yine Baykal’ın başkanlığında 26. Dönem 1. Yasama Yılı 2. Birleşimi yapılarak 27. TBMM Başkanı seçildi. Oylamalar sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin aday gösterdiği İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman TBMM Başkanı oldu. 26. Dönem Parlamentosu’nda görev yapacak 550 milletvekili, 1 Kasım 2015 tarihindeki genel seçimler sonucunda Meclis’e girmeye hak kazandı. 16 siyasi parti ve 21 bağımsız milletvekili adayının katıldığı seçimlerde, 56 milyon 949 bin 9 kayıtlı seçmenden 48 milyon 537 bin 695’i oy kullandı. Seçime katılma oranı yüzde 85,23 olurken 47 milyon 840 bin 231 oy geçerli, 697 bin 464 oy ise geçersiz sayıldı. Seçimler sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Meclis’te temsil edilmeye hak kazandı. AK Parti yüzde 49,50, CHP yüzde 25,32, MHP yüzde 11,90, HDP ise yüzde 10,76 oy aldı. Bu sonuçla TBMM’deki sandalye dağılımı AK Parti 317, CHP 134, HDP 59, MHP 40 şeklinde oldu. Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere ve bağımsız adaylara dağılımı ile bu dağılımın oranları ise şöyle: Millet Partisi 19 bin 714 (%0,04), Vatan Partisi 118 bin 803 (%0,25), Cumhuriyet Halk Partisi 12 milyon 111 bin 812 (%25,32), Hak ve Özgürlükler Partisi 108 bin 583 (%0,23), Saadet Partisi 325 bin 978 (%0,68), Demokratik Sol Parti 31 bin 805 (%0,07), Demokrat Parti 69 bin 319 (%0,14), Bağımsız Türkiye Partisi 49 bin 297 (%0,10), Milliyetçi Hareket Partisi 5 milyon 694 bin 136 (%11,90), Halkın Kurtuluş Partisi 83 bin 57 (%0,17), Liberal Demokrat Parti 26 bin 816 (%0,06), Halkların Demokratik Partisi 5 milyon 148 bin 85 (%10,76), Büyük Birlik Partisi 253 bin 204 (%0,53), Adalet ve Kalkınma Partisi 23 milyon 681 bin 926 (%49,50), Komünist Parti YURT İÇİ, YURT DIŞI VE GÜMRÜK SANDIKLARI DAHİL MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMİ SONUCU SIYASI PARTI ADI YURT İÇİ SEÇİM SONUCU YURT DIŞI SANDIK SEÇİM SONUCU GÜMRÜK KAPILARI SANDIK SEÇİM SONUCU TÜRKİYE GENELİ TOPLAM MILLET PARTISI 19.479 185 50 19.714 %0,04 VATAN PARTISI 114.843 3.321 639 118.803 %0,25 11.900.875 177.151 33.786 12.111.812 %25,32 HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ 106.565 1.620 398 108.583 %0,23 SAADET PARTİSİ 319.543 5.621 814 325.978 %0,68 DEMOKRATİK SOL PARTİ 31.523 222 60 31.805 %0,07 DEMOKRAT PARTİ 68.862 377 80 69.319 %0,14 BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ 48.585 589 123 49.297 %0,10 5.602.469 81.076 10.591 5.694.136 %11,90 HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ 81.207 1.573 277 83.057 %0,17 LİBERAL DEMOKRAT PARTİ 25.163 1.573 80 26.816 %0,06 4.914.203 220.059 13.823 5.148.085 %10,76 247.354 5.013 837 253.204 %0,53 22.959.394 647.028 75.504 23.681.926 %49,50 KOMÜNİST PARTİ 50.488 1.919 120 52.527 %0,11 DOĞRU YOL PARTİSİ 13.676 365 90 14.131 %0,03 BAĞIMSIZLAR 51.038 51.038 %0,11 47.840.231 %100,0 CUMHURIYET HALK PARTISI MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL TOPLAM 22 46.555.267 1.147.692 137.272 ORAN (%) MILLETVEKILLERI 4 KASIM 2015 TARIHINDEN ITIBAREN KAYIT YAPTIRMAK ÜZERE MECLIS’E GELDI. İLK KAYIT IŞLEMINI AK PARTI ÇANKIRI MILLETVEKILI MUHAMMET EMIN AKBAŞOĞLU YAPTIRDI. 52 bin 527 (%0,11), Doğru Yol Partisi 14 bin 131 (%0,03), Bağımsızlar 51 bin 38 (%0,11). Kadın milletvekillerinin oranı yüzde 14,73 26. Dönem’de Meclis’te 469 erkek, 81 kadın milletvekili bulunuyor. Kadın milletvekillerinin oranı yüzde 14,73 olurken, yeni yasama döneminde AK Parti’den 34, CHP’den 21, HDP’den 23, MHP’den ise 3 kadın milletvekili görev yapacak. Geçen yasama döneminde Meclis’te 98 kadın milletvekili yer almış ve kadınların temsil oranı yüzde 17,82’ye yükselmişti. 550 milletvekilinin illere göre dağılımına bakıldığında farklı tablolar dikkat çekiyor. AK Parti Aksaray, Bayburt, Çankırı, Düzce, Elazığ, Erzincan, Gümüşhane, Karabük, Karaman, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis, Kütahya, Nevşehir, Rize ve Yozgat olmak üzere 17 ilde, HDP ise Hakkari ve Şırnak’ta tulum çıkardı. AK Parti’nin Hakkari, Şırnak ve HDP ile CHP’nin birer milletvekilliği kazandığı Tunceli dışındaki 78 ilde milletvekili bulunuyor. Cumhuriyet Halk Partisi, 1 Kasım 2015 tarihindeki seçimlerde 46 ilde milletvekili çıkardı. CHP’nin Adıyaman, Ağrı, Aksaray, Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Çankırı, Diyarbakır, Düzce, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis, Kütahya, Mardin, Muş, Nevşehir, Osmaniye, Rize, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Van ve Yozgat olmak üzere 35 ilde milletvekili bulunmuyor. Hakkari ve Şırnak’ta tüm milletvekilliklerini kazanan HDP, 59 ilde milletvekili çıkaramadı. HDP’li milletvekillerinin yer aldığı 22 il ise şöyle: Adana, Adıyaman, Ağrı, Ankara, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Hakkari, Iğdır, İstanbul, İzmir, Kars, Mardin, Mersin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van. MHP’nin Adana, Afyonkarahisar, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli, Erzurum, Gaziantep, Hatay, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Kayseri, Kocaeli, Konya, Manisa, Mersin, Muğla, Osmaniye, Sakarya ve Samsun olmak üzere 24 il dışındaki 57 ilde milletvekili bulunmuyor. Meclis’teki dört siyasi partinin de milletvekili çıkardığı 6 il ise Adana, Ankara, Gaziantep, İstanbul, İzmir ve Mersin olarak sıralanıyor. Kayıt işlemleri 4 Kasım’da başladı Yeni seçilen milletvekilleri 4 Kasım 2015 tarihinden itibaren kayıt yaptırmak üzere Meclis’e gelmeye başladı. İlk kayıt işlemini AK Parti Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu yaptırdı. Meclis personelinin çiçek vererek karşıladığı Akbaşoğlu, rozet takılmasının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, “1 Kasım seçimlerinin milletimize, ülkemize ve insanlığa hayırlar getirmesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum. Türkiyemize 23 26. YASAMA DÖNEMI’NIN AÇILIŞI ÖNCESINDE GEÇICI BAŞKAN DENIZ BAYKAL, GÖREVI İSMET YILMAZ’DAN DEVRALDI. YILMAZ YENI YASAMA DÖNEMINDE MUTLAKA ANAYASA VE İÇTÜZÜK DEĞIŞIKLIĞININ YAPILMASI GEREKTIĞINI SÖYLEDI. ve dünyamıza en hayırlı hizmetleri yapma hususunda milletimizi mahcup etmeyeceğimizi söylemek istiyorum. Bu aziz millet tarihte olduğu gibi yine insanlığın yüzünü güldürecek büyük işlere inşallah imza atacak” diye konuştu. Muhammet Emin Akbaşoğlu, kayıt işleminin tamamlanmasının ardından Meclis çalışanları ve gazetecilere Çankırı’ya özgü tuz sabunu ve yaren helvası ikram etti. Kayıt yaptırmak üzere Meclis’e gelen pek çok milletvekili de seçim bölgelerine özgü çeşitli ürünleri yanlarında getirerek tanıtımlarına katkıda bulundu. Dört siyasi partiye mensup 550 milletvekilinin mazbatalarını aldıktan sonra kayıt yaptırmasının ardından TBMM’de yemin töreni için hazırlıklar yapıldı. 26. Yasama Dönemi’nin açılışı ve yemin töreni öncesinde TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal, görevi TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’dan devraldı. Yılmaz, makamında düzenlenen devir teslim töreninde yaptığı konuşmada, halkın 7 Haziran’dan daha yüksek oranla 1 Kasım seçimlerine katılarak demokrasiye sahip çıktığını ve parlamentodan umudunun devam ettiğini gösterdiğini söyledi. Yeni yasama döneminde mutlaka Anayasa ve İçtüzük değişikliğinin yapılması, ülkenin her tarafında huzur ve istikrarın sağlanması, refahın artması gerektiğini ifade eden Yılmaz, milletin uzlaşma istediğini, bu uzlaşmanın da 24 öncelikle Meclis’te gösterilmesinin önemli olduğunu dile getirdi. Türkiye’nin geleceğinden milletin emin olduğunu kaydeden Yılmaz, “G-20’ye yapılan başkanlık, Türkiye’nin, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda emin adımlarla gittiğinin en somut göstergesi olmuştur” dedi. TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal ise Türkiye’nin 5 ay içinde iki seçim yaşamak durumunda kaldığına işaret ederek her seçimin yeni bir başlangıç ve umut olduğunu söyledi. Baykal, “5 ay önceki seçimin ortaya koyduğu çerçeveyi maalesef işletmek, değerlendirmek imkanını bulamadık. Bu ciddi bir sorumluluktur. Bunu her birimiz önce kendi dünyamızda, sonra da ülke olarak açık bir şekilde değerlendirmeliyiz” diye konuştu. Baykal, milletin geçen dönem ortaya koyduğu iradenin işletilememiş olmasının üzüntü verici olduğunu ifade etti. Geçici Başkan Deniz Baykal konuşmasında Türkiye’nin çok önemli bir ilerlemeyi tarih sahnesinde ortaya koymuş bir ülke olduğunu da vurguladı. Türkiye’nin 1999 yılından beri G-20’nin bir parçası olduğunu hatırlatan Baykal, “Biz yoksul bir Anadolu coğrafyasından yola çıkarak bugün dünyanın en büyük ülkeleri arasında yer tutmayı başarmış bir ülkeyiz. Ne kadar iftihar etsek yeridir. Bu bizim varacağımız son durak da değildir” değerlendir- mesinde bulundu. Baykal, Atatürk’ten başlayarak Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde emeği geçen herkese şükran duyduğunu ifade etti. Konuşmaların ardından İsmet Yılmaz, Başkanlık mührünü Deniz Baykal’a devretti. Atatürk Anıtı’nda tören düzenlendi TBMM’de 26. Dönem’in başlaması dolayısıyla Atatürk Anıtı’nda tören düzenlendi. TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal, kırmızıbeyaz karanfillerden oluşan ve üzerinde “TBMM Başkanlığı” yazan çelengi Atatürk Anıtı’na koydu. Saygı duruşunda bulunulan ve İstiklal Marşı okunan törene Başkanlık Divanı üyeleri, partilerin grup başkanvekilleri, milletvekilleri ve TBMM çalışanları katıldı. Atatürk Anıtı’ndaki törenin ardından 26. Dönem 1. Yasama Yılı açılışı gerçekleştirildi. Genel Kurul, “en yaşlı üye” sıfatıyla TBMM Geçici Başkanı ve CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal başkanlığında toplandı. Başkanlık Divanı’nda 26. Yasama Dönemi’nin en genç milletvekillerinden AK Parti Antalya Milletvekili Sena Nur Çelik ile HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran da yer aldı. Baykal, 26. Dönem 1. Yasama Yılı’nın ilk birleşimini açtıktan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın locadaki yerini aldığını bildirdi. İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Geçici Başkan Deniz Baykal milletvekillerine hitap etti. 7 Haziran’daki seçimlerden sonra TBMM’de bir hükümet kurulabilmesi için partiler arasında bir uzlaşmayı gerçekleştirme zorunluluğu bulunduğunu hatırlatan Baykal, “Bugün ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hükümet kurulabilmesi için partiler arasında uzlaşma artık bir zorunluluk olmaktan çıkmış görünüyor. Bu durum bir büyük yanılgıya yol açmamalıdır. Bugün bir tek parti hükümetinin kurulabilecek olması ülkede bir büyük uzlaşma ihtiyacını ortadan kaldırmamış, tam tersine belki daha da artırmıştır” dedi. Baykal, demokrasinin özünde iktidar ile 25 muhalefetin bir temel uzlaşma ve diyalog içinde çalışmasına dayandığına işaret ederek, “Diyalog ve uzlaşma da şeffaf olmayı ve hem parlamentoda hem de yargıda hesap verebilmeyi göze alabilecek hükümetlerin varlığını gerektirir. Diyalog ve uzlaşmanın da şeffaf ve hesap verebilecek hükümetlerin varlığının da güvencesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir” ifadelerini kullandı. Geçici Başkan Deniz Baykal konuşmasında bölgemizdeki sorunlara da değinerek şu değerlendirmelerde bulundu: “Tarihsel bir kırılmanın bölgemizde yaşanmakta olduğu bir dönemde görev yapacağız. Gözlerimizin önünde devletlerin çözülüp parçalandıklarına, yeni güç merkezlerinin şekillenmekte olduğuna tanık oluyoruz. Ortadoğu’nun siyasi haritası kanlı bir süreçle yeniden çiziliyor. Şiddet, vahşet ve terör siyasetin yeni enstrümanları haline dönüşüyor. Mazlum milletimizin büyük fedakarlıklarla gerçekleştirdiği kutsal istiklal mücadelemizi şeref ile yöneten TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI MILLETVEKILLERI DAĞILIMI PARTI ADI ÜYE SAYISI ADALET VE KALKINMA PARTISI 317 CUMHURIYET HALK PARTISI 134 HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI 59 MILLIYETÇI HAREKET PARTISI 40 TOPLAM 550 26 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin günümüzdeki üyeleri olarak bu manzarayı derin bir acı ve hüzünle izliyoruz. Elbette çevremizdeki bu yangının söndürülmesi için uluslararası bir dayanışma sergilemek zorundayız. 2 milyon 200 bin mülteciye kollarını açmış bir ülke olarak zaten bu konuda en büyük fedakarlığı yapmış durumdayız. Artık ilk görevimiz Ortadoğu’daki yangının Türkiye’ye sıçramasına engel olmaktır. 2003 yılındaki Irak’a yönelik askerî müdahalenin bugün bu malum vahşet örgütünün ortaya çıkmasına neden olduğunu o müdahale kararını alanlar ve uygulayanlar kabul ve itiraf etme durumuna gelmişlerdir. Ne kadar onur vericidir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Mart 2003’te askerî müdahale tezkeresini reddederek şerefli tarihine yakışan bir karar almıştır. Bu kararın alınmasına öncülük yapanlar, ideolojik bir savaş karşıtlığının ötesinde, bugünkü Ortadoğu manzarasını, cehennemini 12 yıl önce öngörerek karşı çıkmışlardır. Bunu yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önümüze gelmekte olan yeni tehdit- DENIZ BAYKAL YENI DÖNEMIN AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMADA DINCI YA DA IRKÇI TERÖR KARŞISINDA EN SAĞLAM GÜVENCENIN CUMHURIYETIMIZIN TEMEL FELSEFESI OLDUĞUNU VURGULADI. ler, tehlikeler ve teklifler karşısında gene kendisine yakışanı yapacağına ve Türkiye’nin ateşe atılmasına izin vermeyeceğine inanıyorum.” “Hepimiz aynı millî siyasi kimliğin parçasıyız” Deniz Baykal, dinci ya da ırkçı terör karşısında en sağlam güvencenin Cumhuriyetimizin temel felsefesi olduğunu vurgulayarak, “Bu felsefe Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihinden gelen ve bugün bizlere emanet edilen en şerefli mirastır. Bu mirasın temelinde Misak-ı Millî sınırları içerisinde yaşayan herkesi din, inanç, mezhep, ırk ya da etnik kimlik ayrımı yapmadan eşit vatandaş sayan bir anlayış vardır. O nedenle bizim devletimiz bir ırk, kan ve kafatası devleti değildir. Bir siyasi bilinç devletidir. İçine doğduğumuz değil, birlikte inşa ettiğimiz ve içinde olmayı seçtiğimiz bir devlettir. Herkesin ırkı, etnik kimliği, soyu onun şerefidir. Herkesin dini, mezhebi, inancı onun şerefidir, ama siyasetimiz bir ırk, etnik CINSIYETE GÖRE DAĞILIM PARTI ADI KADIN SAYI ORAN ERKEK SAYI ORAN PARTI TOPLAM ADALET VE KALKINMA PARTISI 34 % 10,73 283 % 89,27 317 CUMHURIYET HALK PARTISI 21 % 15,67 113 % 84,33 134 HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI 23 % 38,98 36 % 61,02 59 MILLIYETÇI HAREKET PARTISI 3 % 7,5 37 % 92,5 40 GENEL TOPLAM 81 % 14,73 469 % 85,27 550 kimlik, soy sop siyaseti değildir. Siyasetimiz bir din, mezhep, inanç, iman siyaseti değildir, olmamalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temelinde yatan bu anlayış ulusal birliğimizin, barış ve kardeşliğimizin güvencesidir. Çevremizde yaşanan çatışmalar, din, mezhep ve etnik kimlik savaşları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Cumhuriyetimizin özünü oluşturan bu felsefenin ne kadar değerli olduğunu her gün bize hatırlatmaktadır. Irkımız, etnik kimliğimiz, soyumuz sopumuz ne olursa olsun hepimiz aynı millî siyasi kimliğin parçasıyız. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran işte o millî siyasi kimliktir, o halktır. O halka da Türk milleti denilmektedir” dedi. Genel Kurul’daki konuşmasında “Laikliği dinsizlik diye sunup tahrip etmenin, devlet ya da cemaat eliyle din ve mezhep dayatmanın nelere yol açmakta olduğunu görüyoruz. Devleti cemaatleştirmenin sakıncalarını görenlerin artık devlet ma- 27 rifetiyle mezhep ve din dayatmanın sakıncalarını da göreceklerini umuyorum” ifadelerine yer veren Baykal, “Anadolu’nun derin tarih, kültür ve inanç birikiminden, Mevlâna’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Yunus Emre’den yola çıkarak sürdürmekte olduğumuz medeniyet yolculuğunda bugün karşımıza çıkan tehlikeleri, dinci, mezhepçi, ırkçı terör kuşatmasını bugüne kadar Cumhuriyetimizin bu temel felsefesiyle aştık, bundan sonra da onunla aşacağız” dedi. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Birinci Meclis’ten başlayarak bu kutsal çatı altında görev yapmış olanları saygıyla selamladığını, aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet dilediğini ifade eden Baykal, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Cumhuriyetimizi demokrasimizle çatıştırmayı değil birleştirip bütünleştirmeyi başarırsak, tarihimizden husumet değil ders çıkarıp barış ve kardeşlik üretebilirsek, siyasetimizin temeline hukuku, bağımsız ve tarafsız yargıyı yerleştirebilirsek Türkiyemiz 21. yüzyılın en güçlü, en saygın, en parlak ülkelerinden biri olacaktır. Bize, insanımıza ve tarihimize yakışan da budur.” Yemin töreni 9,5 saat sürdü Genel Kurul’da ilk olarak Geçici Başkan Deniz Baykal milletvekili yeminini etti. Baykal, Adana ilinden itibaren milletvekillerini kürsüye çağırmaya başlamadan yürüme engelli AK Parti Bursa Milletvekili Bennur Karaburun’a öncelik verdi. Karaburun, kendisi için yerleştirilen rampadan kürsüye çıkarak yeminini etti. Yaklaşık 9,5 saat süren yemin töreni sırasında, HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana, milletvekili yemin metnindeki “Türk milleti” yerine “Türkiye milleti” ifadesini kullandı. Bunun üzerine Geçici Başkan Deniz Baykal, “Yemin metni aynen okunmamıştır. Yemin metni aynen okunmuş sayılamaz” diyerek uyarıda bulundu. Zana ise yemini tekrar etmeden Genel Kurul Salonu’ndan ayrıldı. 28 Ant içme sırası Ankara milletvekillerine geldiğinde Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk için saygı duruşunda bulunuldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan saygı duruşunun ardından Genel Kurul Salonu’ndan ayrıldı. Erdoğan’a Meclis’e geliş ve gidişinde “ikinci en yaşlı üye” sıfatıyla AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman eşlik etti. Milletvekilleri Genel Kurul’da şu yemini etti: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Siyasi partiler grup başkanvekillerini belirledi Meclis’te temsil edilen siyasi partiler 26. Dönem’in başlamasının ardından grup başkanvekillerini belirledi. AK Parti’de grup başkanvekilliğine Amasya Milletvekili Naci Bostancı, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli ve Tokat Milletvekili Coşkun Çakır seçildi. CHP’de Manisa Milletvekili Özgür Özel, İstanbul Milletvekili Engin Altay ve Ankara Milletvekili Levent Gök yeniden grup başkanvekili olurken, HDP’de Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken bu önemli görevi yürütecek. HDP’nin ikinci grup başkanvekili önümüzdeki günlerde belirlenecek. MHP’de ise İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Manisa Milletvekili Erkan Akçay grup başkanvekili seçildi. TBMM 26. DÖNEM MILLETVEKILLERI ADANA Behçet Yıldırım HDP İlknur İnceöz Aydın Uslupehlivan CHP İbrahim Halil Fırat AK Parti Mustafa Serdengeçti AK Parti Elif Doğan Türkmen CHP Salih Fırat AK Parti Fatma Güldemet Sarı AK Parti AK Parti Cemil Çiçek AK Parti Emrullah İşler AK Parti Erkan Haberal MHP AMASYA Ertan Aydın AK Parti AK Parti Fatih Şahin AK Parti AFYONKARAHİSAR Haluk İpek Mehmet Şükrü Erdinç AK Parti Ali Özkaya AK Parti Mehmet Naci Bostancı AK Parti Jülide Sarıeroğlu AK Parti Meral Danış Beştaş HDP Burcu Köksal CHP Mustafa Tuncer Levent Gök CHP Mevlüt Karakaya MHP Hatice Dudu Özkal AK Parti Lütfiye Selva Çam AK Parti Muharrem Varlı MHP Mehmet Parsak MHP ANKARA Murat Alparslan AK Parti Necdet Ünüvar AK Parti Veysel Eroğlu AK Parti Ahmet Gündoğdu AK Parti Murat Emir CHP Ömer Çelik AK Parti Ahmet İyimaya AK Parti Mustafa Mit MHP Seyfettin Yılmaz MHP AĞRI Ahmet Haluk Koç CHP Necati Yılmaz CHP Talip Küçükcan AK Parti Berdan Öztürk HDP Ali Babacan AK Parti Nevzat Ceylan AK Parti Tamer Dağlı AK Parti Cesim Gökçe AK Parti Ali Haydar Hakverdi CHP Nihat Yeşil CHP Zülfikar İnönü Tümer CHP Dirayet Taşdemir HDP Ali İhsan Arslan AK Parti Sırrı Süreyya Önder HDP Leyla Zana HDP Aydın Ünal AK Parti Şefkat Çetin MHP Aylin Nazlıaka CHP Şenal Sarıhan CHP İbrahim Özdiş CHP CHP ADIYAMAN Adnan Boynukara AK Parti AKSARAY Ayşe Gülsün Bilgehan CHP Tekin Bingöl CHP Ahmet Aydın AK Parti Cengiz Aydoğdu AK Parti Bülent Kuşoğlu Vedat Bilgin AK Parti CHP 29 Kasım Bostan AK Parti BURSA Nihat Zeybekci AK Parti Yıldırım Tuğrul Türkeş AK Parti Mahmut Poyrazlı AK Parti Bennur Karaburun AK Parti Sema Ramazanoğlu AK Parti Zühal Topcu Mehmet Tüm CHP Cemalettin Kani Torun AK Parti Şahin Tin AK Parti Namık Havutça CHP Ceyhun İrgil CHP Sema Kırcı AK Parti Efkan Ala AK Parti DİYARBAKIR Emine Yavuz Gözgeç AK Parti Altan Tan HDP Erkan Aydın CHP Çağlar Demirel HDP Yalçın Akdoğan ANTALYA AK Parti MHP Ahmet Selim Yurdakul MHP Atay Uslu AK Parti BARTIN Çetin Osman Budak CHP Muhammet Rıza Yalçınkaya CHP Hakan Çavuşoğlu AK Parti Ebubekir Bal AK Parti Deniz Baykal CHP Yılmaz Tunç AK Parti Hüseyin Şahin AK Parti Feleknas Uca HDP Devrim Kök CHP AK Parti İdris Baluken HDP AK Parti İsmail Aydın Gökcen Özdoğan Enç BATMAN MHP İmam Taşçıer HDP AK Parti AK Parti İsmet Büyükataman Hüseyin Samani Ataullah Hamidi MHP Mehmet Galip Ensarioğlu AK Parti AK Parti HDP Kadir Koçdemir İbrahim Aydın Ayşe Acar Başaran CHP Nimetullah Erdoğmuş HDP MHP HDP Lale Karabıyık Mehmet Günal Mehmet Ali Aslan AK Parti Nursel Aydoğan HDP AK Parti HDP Mehmet Müezzinoğlu Mevlüt Çavuşoğlu Saadet Becerekli Muhammet Müfit Aydın AK Parti Sibel Yiğitalp HDP Mustafa Akaydın CHP BAYBURT Nurhayat Altaca Kayışoğlu CHP Ziya Pir HDP Mustafa Köse AK Parti Naci Ağbal AK Parti Orhan Sarıbal CHP Niyazi Nefi Kara CHP Şahap Kavcıoğlu AK Parti Osman Mesten AK Parti DÜZCE Sena Nur Çelik AK Parti Zekeriya Birkan AK Parti Ayşe Keşir AK Parti Faruk Özlü AK Parti Fevai Arslan AK Parti BİLECİK ARDAHAN Halil Eldemir AK Parti ÇANAKKALE Orhan Atalay AK Parti Yaşar Tüzün CHP Ayhan Gider AK Parti Öztürk Yılmaz CHP Bülent Öz CHP EDİRNE ARTVİN İsrafil Kışla Uğur Bayraktutan BİNGÖL Bülent Turan AK Parti Erdin Bircan CHP Cevdet Yılmaz AK Parti Muharrem Erkek CHP Okan Gaytancıoğlu CHP AK Parti Enver Fehmioğlu AK Parti Rafet Sezen AK Parti Hişyar Özsoy HDP BİTLİS ELAZIĞ Ejder Açıkkapı AK Parti Metin Bulut AK Parti CHP AYDIN Abdurrahman Öz AK Parti Bülent Tezcan CHP Deniz Depboylu MHP Hüseyin Yıldız Mahmut Celadet Gaydalı HDP ÇANKIRI Hüseyin Filiz AK Parti Muhammet Emin Akbaşoğlu AK Parti Mizgin Irgat HDP Vedat Demiröz AK Parti CHP BOLU Lütfiye İlksen Ceritoğlu Kurt AK Parti Mehmet Erdem AK Parti Ali Ercoşkun AK Parti Salim Uslu Metin Lütfi Baydar CHP Fehmi Küpçü AK Parti Tufan Köse Mustafa Savaş AK Parti Tanju Özcan CHP ÇORUM Ömer Serdar AK Parti Ahmet Sami Ceylan AK Parti Tahir Öztürk AK Parti AK Parti ERZİNCAN CHP Sebahattin Karakelle AK Parti Serkan Bayram AK Parti DENİZLİ BALIKESİR BURDUR Cahit Özkan AK Parti ERZURUM Ahmet Akın CHP Bayram Özçelik AK Parti Emin Haluk Ayhan MHP İbrahim Aydemir AK Parti Ali Aydınlıoğlu AK Parti Mehmet Göker CHP Kazım Arslan CHP Kamil Aydın MHP İsmail Ok MHP Reşat Petek AK Parti Melike Basmacı CHP Mustafa Ilıcalı AK Parti 30 Orhan Deligöz AK Parti Şamil Tayyar AK Parti Hilmi Yarayıcı CHP Arzu Erdem MHP Recep Akdağ AK Parti Ümit Özdağ MHP Mehmet Öntürk AK Parti Atila Kaya MHP Zehra Taşkesenlioğlu AK Parti Mehmet Necmettin Ahrazoğlu MHP Aykut Erdoğdu CHP Mevlüt Dudu CHP Ayşe Nur Bahçekapılı AK Parti GİRESUN ESKİŞEHİR Bülent Yener Bektaşoğlu CHP Orhan Karasayar AK Parti Aziz Babuşcu AK Parti Cemal Okan Yüksel CHP Cemal Öztürk AK Parti Serkan Topal CHP Azmi Ekinci AK Parti Emine Nur Günay AK Parti Nurettin Canikli AK Parti Barış Yarkadaş CHP Gaye Usluer CHP Sabri Öztürk AK Parti Berat Albayrak AK Parti Harun Karacan AK Parti Mehmet Emin Adıyaman HDP Bihlun Tamaylıgil CHP Nabi Avcı AK Parti GÜMÜŞHANE Nurettin Aras Burhan Kuzu AK Parti Utku Çakırözer CHP Cihan Pektaş AK Parti Celal Adan MHP Hacı Osman Akgül AK Parti IĞDIR AK Parti ISPARTA Celal Doğan HDP İrfan Bakır CHP Didem Engin CHP GAZİANTEP Abdulhamit Gül AK Parti HAKKARİ Nuri Okutan MHP Durmuş Ali Sarıkaya AK Parti Abdulkadir Yüksel AK Parti Abdullah Zeydan HDP Sait Yüce AK Parti Dursun Çiçek CHP Abdullah Nejat Koçer AK Parti Nihat Akdoğan HDP Süreyya Sadi Bilgiç AK Parti Edip Semih Yalçın MHP Ahmet Uzer AK Parti Selma Irmak HDP Akif Ekici CHP İSTANBUL Ekrem Erdem AK Parti Canan Candemir Çelik AK Parti HATAY Abdullah Başcı AK Parti Engin Altay CHP Mahmut Toğrul HDP Adem Yeşildal AK Parti Ahmet Berat Çonkar AK Parti Erdal Ataş HDP Mehmet Erdoğan AK Parti Birol Ertem CHP Ahmet Hamdi Çamlı AK Parti Erdoğan Toprak CHP Mehmet Gökdağ CHP Fevzi Şanverdi AK Parti Ali Özcan CHP Eren Erdem CHP Mehmet Şimşek AK Parti Hacı Bayram Türkoğlu AK Parti Ali Şeker CHP Erkan Kandemir AK Parti Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu MHP 31 Erol Kaya AK Parti İsmet Uçma AK Parti Pervin Buldan HDP Fatma Seniha Nükhet Hotar AK Parti Fatma Benli AK Parti İzzet Ulvi Yönter MHP Ravza Kavakcı Kan AK Parti Hamza Dağ AK Parti AK Parti Fatma Betül Sayan Kaya AK Parti Kadri Enis Berberoğlu CHP Selahattin Demirtaş HDP Hüseyin Kocabıyık Feyzullah Kıyıklık AK Parti Mahmut Tanal CHP Selina Doğan CHP İbrahim Mustafa Turhan AK Parti Filiz Kerestecioğlu HDP Markar Eseyan AK Parti Serap Yaşar AK Parti Kamil Okyay Sındır CHP Gamze Akkuş İlgezdi CHP Mehmet Bekaroğlu CHP Sibel Özdemir CHP Kemal Kılıçdaroğlu CHP Garo Paylan HDP Mehmet Metiner AK Parti Süleyman Sencer Ayata CHP Kerem Ali Sürekli AK Parti Gülay Yedekci CHP Mehmet Muş AK Parti Şafak Pavey CHP Mahmut Atilla Kaya AK Parti Gürsel Tekin CHP Mehmet Akif Hamzaçebi CHP Şirin Ünal AK Parti Murat Bakan CHP Halis Dalkılıç AK Parti Mehmet Ali Pulcu Tülay Kaynarca AK Parti Musa Çam CHP Harun Karaca AK Parti Mehmet Doğan Kubat AK Parti Volkan Bozkır AK Parti Mustafa Ali Balbay CHP Hasan Sert AK Parti Mehmet Mehdi Eker AK Parti Yakup Akkaya CHP Müslüm Doğan HDP Hasan Turan AK Parti Metin Külünk AK Parti Yıldız Seferinoğlu AK Parti Necip Kalkan AK Parti Hayati Yazıcı AK Parti Mihrimah Belma Satır AK Parti Zeynel Emre CHP Oktay Vural MHP Haydar Ali Yıldız AK Parti Mustafa Ataş AK Parti Özcan Purçu CHP Hulusi Şentürk AK Parti Mustafa Şentop AK Parti İZMİR Selin Sayek Böke CHP Hurşit Yıldırım AK Parti Mustafa Yeneroğlu AK Parti Ahmet Kenan Tanrıkulu MHP Tacettin Bayır CHP Hüda Kaya HDP Mustafa Sezgin Tanrıkulu CHP Ahmet Tuncay Özkan CHP Zekeriya Temizel CHP Hüseyin Bürge AK Parti Mürteza Zengin AK Parti Ali Yiğit CHP Zeynep Altıok CHP İlhan Cihaner CHP Nureddin Nebati AK Parti Atila Sertel CHP İlhan Kesici CHP Oğuz Kaan Salıcı CHP Aytun Çıray CHP KAHRAMANMARAŞ İsmail Kahraman AK Parti Onursal Adıgüzel CHP Binali Yıldırım AK Parti Celalettin Güvenç AK Parti İsmail Faruk Aksu MHP Osman Boyraz AK Parti Ertuğrul Kürkcü HDP Fahrettin Oğuz Tor MHP 32 AK Parti İmran Kılıç AK Parti KIRKLARELİ Mahir Ünal AK Parti Mehmet İlker Çitil AK Parti Mehmet Uğur Dilipak AK Parti Nursel Reyhanlıoğlu AK Parti Veysi Kaynak AK Parti KARABÜK Burhanettin Uysal AK Parti Mehmet Ali Şahin AK Parti KARAMAN Recep Konuk AK Parti Recep Şeker AK Parti KARS Ahmet Arslan AK Parti Ayhan Bilgen HDP Yusuf Selahattin Beyribey AK Parti KASTAMONU Hakkı Köylü AK Parti Metin Çelik AK Parti Murat Demir AK Parti KAYSERİ Çetin Arık CHP Hülya Nergis AK Parti İsmail Tamer AK Parti İsmail Emrah Karayel KÜTAHYA Lütfi Elvan AK Parti Selahattin Minsolmaz AK Parti Ahmet Tan AK Parti Oktay Öztürk MHP Türabi Kayan CHP İshak Gazel AK Parti Serdal Kuyucuoğlu CHP Vecdi Gündoğdu CHP Mustafa Şükrü Nazlı AK Parti Yılmaz Tezcan AK Parti Vural Kavuncu AK Parti MUĞLA KIRŞEHİR Mikail Arslan AK Parti MALATYA Akın Üstündağ CHP Salih Çetinkaya AK Parti Bülent Tüfenkci AK Parti Hasan Özyer AK Parti Mustafa Şahin AK Parti Mehmet Erdoğan MHP Nurettin Yaşar AK Parti Nihat Öztürk AK Parti Mustafa Hilmi Dülger AK Parti Öznur Çalık AK Parti Nurettin Demir CHP Reşit Polat Taha Özhan AK Parti Ömer Süha Aldan CHP Veli Ağbaba CHP MUŞ KİLİS AK Parti KOCAELİ Cemil Yaman AK Parti MANİSA Ahmet Yıldırım HDP Fatma Kaplan Hürriyet CHP Erkan Akçay MHP Burcu Çelik Özkan HDP Fikri Işık AK Parti İsmail Bilen AK Parti Mehmet Emin Şimşek AK Parti Haydar Akar CHP Mazlum Nurlu CHP İlyas Şeker AK Parti Murat Baybatur AK Parti NEVŞEHİR Mehmet Akif Yılmaz AK Parti Özgür Özel CHP Ebubekir Gizligider AK Parti Radiye Sezer Katırcıoğlu AK Parti Recai Berber AK Parti Murat Göktürk AK Parti Saffet Sancaklı MHP Selçuk Özdağ AK Parti Mustafa Açıkgöz AK Parti Sami Çakır AK Parti Tur Yıldız Biçer CHP Tahsin Tarhan CHP Uğur Aydemir AK Parti NİĞDE Zeki Aygün AK Parti Alpaslan Kavaklıoğlu AK Parti MARDİN Erdoğan Özegen AK Parti HDP Ömer Fethi Gürer CHP ORDU Ergün Taşcı AK Parti Metin Gündoğdu AK Parti Numan Kurtulmuş AK Parti Oktay Çanak AK Parti Seyit Torun CHP OSMANİYE Devlet Bahçeli MHP KONYA Ali Atalan Abdullah Ağralı AK Parti Ceyda Bölünmez Çankırı AK Parti Ahmet Davutoğlu AK Parti Erol Dora HDP Ahmet Sorgun AK Parti Gülser Yıldırım HDP AK Parti Hacı Ahmet Özdemir AK Parti Mithat Sancar HDP Mehmet Özhaseki AK Parti Halil Etyemez AK Parti Orhan Miroğlu AK Parti Mustafa Elitaş AK Parti Hüsnüye Erdoğan AK Parti Sami Dedeoğlu AK Parti Leyla Şahin Usta AK Parti MERSİN Taner Yıldız AK Parti Mehmet Babaoğlu AK Parti Ali Cumhur Taşkın AK Parti Yusuf Halaçoğlu MHP Muhammet Uğur Kaleli AK Parti Aytuğ Atıcı CHP Mustafa Baloğlu AK Parti Baki Şimşek MHP MHP Dengir Mir Mehmet Fırat HDP KIRIKKALE Mustafa Kalaycı Abdullah Öztürk AK Parti Mücahit Durmuşoğlu AK Parti Mustafa Hüsnü Bozkurt CHP Durmuş Fikri Sağlar CHP Ruhi Ersoy MHP Mehmet Demir AK Parti Ömer Ünal AK Parti Hacı Özkan AK Parti Suat Önal AK Parti Ramazan Can AK Parti Ziya Altunyaldız AK Parti Hüseyin Çamak CHP 33 RİZE SİNOP TEKİRDAĞ VAN Hasan Karal AK Parti Barış Karadeniz CHP Ayşe Doğan AK Parti Adem Geveri HDP Hikmet Ayar AK Parti Nazım Maviş AK Parti Candan Yüceer CHP Osman Aşkın Bak AK Parti Emre Köprülü CHP Bedia Özgökçe Ertan HDP Beşir Atalay AK Parti AK Parti SİVAS Faik Öztrak CHP SAKARYA Ali Akyıldız CHP Metin Akgün AK Parti Burhan Kayatürk Ali İhsan Yavuz AK Parti Hilmi Bilgin AK Parti Mustafa Yel AK Parti Figen Yüksekdağ Şenoğlu HDP Ayhan Sefer Üstün AK Parti İsmet Yılmaz AK Parti Lezgin Botan HDP Nadir Yıldırım HDP Tuğba Hezer Öztürk HDP Engin Özkoç CHP Mehmet Habib Soluk AK Parti TOKAT Mustafa İsen AK Parti Selim Dursun AK Parti Celil Göçer AK Parti Recep Uncuoğlu AK Parti Coşkun Çakır AK Parti Şaban Dişli AK Parti ŞANLIURFA Kadim Durmaz CHP Zihni Açba MHP Ahmet Eşref Fakıbaba AK Parti Yusuf Beyazıt AK Parti YALOVA Zeyid Aslan AK Parti Fikri Demirel AK Parti TRABZON Muharrem İnce CHP Adnan Günnar AK Parti Ayşe Sula Köseoğlu AK Parti YOZGAT Haluk Pekşen CHP Abdulkadir Akgül AK Parti Muhammet Balta AK Parti Bekir Bozdağ AK Parti Salih Cora AK Parti Süleyman Soylu AK Parti Ertuğrul Soysal AK Parti Yusuf Başer AK Parti Dilek Öcalan HDP SAMSUN Faruk Çelik AK Parti Ahmet Demircan AK Parti Halil Özcan AK Parti Akif Çağatay Kılıç AK Parti İbrahim Ayhan HDP Çiğdem Karaaslan AK Parti İbrahim Halil Yıldız AK Parti Erhan Usta MHP Kemalettin Yılmaztekin AK Parti Fuat Köktaş AK Parti Mahmut Kaçar AK Parti Hasan Basri Kurt AK Parti Mehmet Akyürek AK Parti Hayati Tekin CHP Mehmet Ali Cevheri AK Parti Kemal Zeybek CHP Mehmet Kasım Gülpınar AK Parti TUNCELİ Orhan Kırcalı AK Parti Osman Baydemir HDP Alican Önlü HDP ZONGULDAK Gürsel Erol CHP SİİRT ŞIRNAK Faruk Çaturoğlu AK Parti Besime Konca HDP Aycan İrmez HDP UŞAK Hüseyin Özbakır AK Parti Kadri Yıldırım HDP Faysal Sarıyıldız HDP Alim Tunç AK Parti Özcan Ulupınar AK Parti Yasin Aktay AK Parti Ferhat Encu HDP Mehmet Altay AK Parti Şerafettin Turpcu CHP Leyla Birlik HDP Özkan Yalım CHP Ünal Demirtaş CHP 34 KAPAK 27 ARALIK 1919 ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELIŞININ 96. YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN. 35 DÜNYA LIDERLERI ANTALYA’DA BULUŞTU G-20 2015 ZIRVESI 36 KAPAK DÜNYA NÜFUSUNUN ÜÇTE IKISINI TEMSIL EDEN 19 ÜLKE VE AVRUPA BIRLIĞI ILE 6 KONUK ÜLKENIN KATILIMIYLA GERÇEKLEŞEN G-20 ANTALYA ZIRVESI’NDE ULUSLARARASI MALI KRIZE YÖNELIK ÖNEMLI KONULAR ELE ALINDI. GEÇMIŞ YILLARDAN FARKLI OLARAK ULUSLARARASI TERÖR VE MÜLTECI KRIZI ZIRVENIN ÖNE ÇIKAN BAŞLIKLARINDANDI. ENVER UYGUN D ünyanın en büyük ekonomisine sahip 31 ülkeden 19’u ile Avrupa Birliği’nin en üst düzeyde katılımıyla düzenlenen G-20 Zirvesi, bu yıl 15-16 Kasım günlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Antalya’da gerçekleştirildi. Zirve toplantılarında ve ikili görüşmelerde en fazla öne çıkan başlıklar uluslararası terör, güvenlik ve mülteci sorunu etkinliğin sonuç bildirgesinin de ağırlık merkezini oluşturdu. Antalya’nın Belek ilçesinde gerçekleştirilen 2015 G-20 Zirvesi’ne, Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernández de Kirchner 22 Kasım’da ülkesinde yapılacak seçimler, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ise 13 Kasım’da Paris’te meydana gelen saldırılar nedeniyle katılmadı. Toplantıya Arjantin adına Dışişleri Bakanı Héctor Timerman, Fransa’yı temsilen Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ile Ekonomi ve Endüstri Bakanı Michel Sapin iştirak etti. Avrupa Birliği’nin, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Clode Juncker tarafından temsil edildiği zirveye katılan diğer liderler şunlar oldu: Almanya Başbakanı Angela Merkel, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, Avustralya Başbakanı Malcolm Turnbull, Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping, Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo, Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Jacob Zuma, Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye, Hindistan Baş- bakanı Narendra Modi, İngiltere Başbakanı David Cameron, İtalya Başbakanı Matteo Renji, Japonya Başbakanı Shinzo Abe, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Meksika Devlet Başkanı Enrique Peña Nieto, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz el-Suud. İspanya’nın Başbakan Mariana Rajoy’la her zaman olduğu gibi “daimi konuk” statüsüyle katıldığı zirveye Türkiye dönem başkanı ve evsahibi sıfatıyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong’u konuk ülke temsilcileri olarak davet etti. G-20 2015’e ASEAN (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) Başkanı olarak Malezya, NEPAD’ı (Afrika için Yeni Ortaklık) temsilen Senegal ve Afrika Birliği Başkanı sıfatıyla Zimbabve çağrıldı. Malezya’yı Başbakan Necip Rezak, Senegal’i Cumhurbaşkanı Macky Sall ve Zimbabve’yi Devlet Başkanı Robert Mugabe temsil etti. Yoğun gündemli toplantılar G-20 2015 kapsamında katılımcı ülkelerin iş dünyası temsilcilerinin bir araya geldiği B-20, sivil toplum kuruluşlarının toplandığı C-20, işgücü ve çalışma hayatının masaya yatırıldığı L-20, üye ülkeler arasındaki diyaloğu geliştirme amacına yönelen T-20, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın sorunlarının tartışıldığı W-20 ve gençlikle ilgili konuların ele alındığı Y-20 “açılım grubu” toplantıları düzen- 37 CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN, G-20 LIDERLER ZIRVESI’NIN “KÜRESEL EKONOMI, BÜYÜME STRATEJILERI, İSTIHDAM VE YATIRIM STRATEJILERI” OTURUMUNUN AÇILIŞINDA DÜNYA LIDERLERINE SESLENDI. lendi. 2015 döneminde B-20 Başkanlığı’nı Rifat Hisarcıklıoğlu, C-20 Başkanlığı’nı Zeynep Bodur Okyay, L-20 Başkanlığı’nı Ergün Atalay, T-20 Başkanlığı’nı Güven Sak, W-20 Başkanlığı’nı Gülden Türktan, Y-20 Başkanlığı’nı Emre Cenker üstlendi. W-20, Türkiye’nin girişimiyle ilk kez 2015 yılında G-20 açılım gruplarına eklendi. G-20’nin resmî açılışı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın B-20 ve L-20 zirvesinde yaptığı konuşmayla gerçekleşti. Erdoğan etkin ekonomi ve istihdam politikalarının uygulanabilmesi için işçi-işveren arasında güçlü bir sosyal diyaloğun tesis edilmesinin şart olduğunun altını çizdiği konuşmasında, “Büyüme sadece rakamlardan ibaret değildir. Büyümenin kalitesi ve niteliği de önemlidir. Toplumdaki tüm kesimlerin refah artışından pay almaları gerekiyor. Biz kapsayıcılığı daha fazla kaliteli istihdam oluş- 38 turulması, eşitsizliklerin giderilmesi olarak görüyoruz. Sizler de B-20 ve L-20 olarak yaptığınız çalışmalarda kapsayıcı büyümeyi benimseyerek G-20’ye katkılarınızı sundunuz. Alınterini kutsal gören, emeğin karşılığının zamanında verilmesini emreden bir medeniyetin mensupları olarak bu konu bizim için çok önemli. Türkiye olarak başarılı sonuçlar elde ettiğimizi ifade etmek isterim. Asgari ücrette ve ortalama ücretlerde ciddi artışlar kaydettik” ifadelerini kullandı. G-20 Liderler Zirvesi’nin “Küresel Ekonomi, Büyüme Stratejileri, İstihdam ve Yatırım Stratejileri” oturumunun açılışında dünya liderlerine seslenen Erdoğan, konuşmasına Paris’te yaşanan terör saldırılarından duyduğu üzüntüyü dile getirerek başladı. Erdoğan’ın “Ankara ve Paris başta olmak üzere tüm terör saldırılarında hayatlarını kaybedenler için sizleri bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum” sözleri üzerine saygı duruşunda bulunuldu. Toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan, G-20’nin asıl ilgi alanı olan ekonominin siyasi, sosyal, kültürel gelişmelerden bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi. Son dönemde yaşananların terör-ekonomi ilişkisini kapsamlı şekilde ele almaya vesile olması gerektiğinin altını çizen Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: “Bizim kültürümüzde ve medeniyetimizde çok önemli yeri olan ‘adalet’ kavramının G-20 çalışmalarındaki karşılığı olduğunu düşündüğüm ‘kapsayıcılığa’ özel önem veriyoruz. İkinci önceliğimizi ‘uygulama’ olarak tespit ettik. Sözlerimizin takipçisi olmak ve verdiğimiz taahhütleri uygulamaya geçirmek mecburiyetindeyiz. Üçüncü önceliğimiz ise ‘yatırımlar’dır. Gelişmiş ve özellikle ERDOĞAN, “2015 ANTALYA ZIRVESI’NIN BELKI DE EN ÖNEMLI SONUÇLARINDAN BIRI G-20 ÜLKELERININ TERÖRIZMLE MÜCADELE KONUSUNDA GÜÇLÜ BIR DURUŞ ORTAYA KOYMUŞ OLMALARIDIR” DEDI. gelişmekte olan ülkelerin hemen tümünde alt yapı ihtiyacı bulunuyor. Bu çerçevede üyelerimiz ülke önceliklerini de göz önüne alarak somut ve ayrıntılı yatırım stratejileri hazırladılar. Dönem başkanlığımızda G-20 bazı önemli ilkleri gerçekleştirdi. Bu yıl ilk defa enerji bakanlarımız bir araya geldi. Küresel bir mesele olan enerjiye erişim konusunda bir eylem planı üzerinde mutabık kaldılar. Bu yıl 2011’den bu yana ilk kez tarım bakanlarımız bir araya geldi. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke için önemli bir sorun olan gıda kayıpları ve israfı konusu ilk kez G-20’nin gündemine girmiş oldu.” Cumhurbaşkanı Erdoğan zirvenin ilk günü akşamında liderlerle “Küresel Sınamalar: Terörizm ve Mülteci Krizi” konulu çalışma yemeğinde bir araya geldi. Basına kapalı gerçekleşen yemekte Erdoğan’ın Türkiye’nin terörün her türlüsüyle mücadele konusundaki kararlılığını vurguladığı öğrenildi. Katılımcı ülke temsilcilerinin İslam ile terör arasında bağlantı kurmanın yanlış olduğu yönündeki sözlerine, Erdoğan’ın bu sorunun aşılması için Müslüman ülkelerin siyasetçilerine büyük görevler düştüğünü söyleyerek karşılık verdiği bildirildi. Yemekte ayrıca Erdoğan’ın Türkiye’de bulunan 2,5 milyon civarındaki Suriyeli mülteciyle ilgili bilgi verdiği de aktarıldı. G-20 Liderler Zirvesi’nin ikinci gününde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında “Dayanıklılığın Artırılması” başlıklı bir çalışma oturumu gerçekleştirildi. Basına kapalı yapılan etkinliğe ABD Başkanı Barack Obama, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve İngiltere Başbakanı David Cameron’ın da aralarında bulunduğu liderler katılırken çalışmanın ana konuları finansal düzenlemeler, uluslararası vergi gündemi, yolsuzlukla mücadele ve IMF reformu oldu. Sonuç bildirgesinde ortaklık vurgusu Zirvenin sonunda katılımcı ülkelerin imzaladığı ortak bir bildiri yayımlandı. Bildirinin basına sunumunu gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, G-20 çalışmaları hakkında kamuoyuna bilgi verdi. “2015 Antalya Zirvesi’nin belki de en önemli sonuçlarından biri, dünya ekonomisinin ve nüfusunun çok büyük bir bölümünü temsil eden G-20 ülkelerinin terörizmle mücadele konusunda güçlü bir duruş ortaya koymuş olmalarıdır” diyen Erdoğan, küresel barış ve istikrar sağlanmadan güçlü bir küresel ekonomiden bahsedilmesinin mümkün olmadığının altını çizerek zirvede finansal konuların yanı sıra terörizm ve mülteci krizinin de ele alındığını söyledi. Erdoğan, Türkiye’nin dönem başkanlığında “kapsayıcılık”, “uygulama” ve “yatırımlar” başlıklarında toplanan görüşmelerde finansal düzenlemeler, uluslararası finansal mimari, uluslararası vergi, istihdam, enerji, kalkınma konularının öne çıktığını ifade etti. G-20 Sonuç Bildirgesi, “Giriş”, “Toparlanmanın Güçlendirilmesi ve Potansiyelin Artırılması”, “Dayanıklılığın Artırılması”, “Sürdürülebilirliğin Desteklenmesi” ve “Sonuç” başlıkları altında 27 maddeden oluştu. Bildirgede, küresel ekonomik büyümedeki 39 mücadele etme kararlılığımız da, Mali Eylem Görev Gücü’nün (MEGG) standartlarının tüm yetki alanlarında süratle uygulanması dahil olmak üzere, devam etmektedir. MEGG ilgili öneri ve enstrümanlarını uygulamaya devam edeceğiz. Terörizmin finansmanını engellemek ve hedef odaklı finansal yaptırımlar ile uygulamalarının güçlendirilmesi amacıyla, hukuki çerçeve dahil, MEGG tarafından önlemler belirlenmesi çağrısında bulunuyoruz” ifadeleri dikkat çekti. Zirvede yayımlanan bildirilerden bir diğeri de “Mülteci Krizi Hakkında G-20 Açılım Grupları Bildirisi” oldu. “İş dünyasını (B-20), sivil toplumu (C-20), işçileri ve sendikaları (L-20), akademiyi (T-20), kadınları (W-20) ve gençleri (Y-20) temsil eden G-20 açılım grupları, mülteci krizi hakkında duydukları derin endişeyle beraber bu konuda daha güçlü bir kolektif eylem ihtiyacı olduğuna inanmaktadır” denilen bildiride, II. Dünya Savaşı’ndan beri dünyanın karşılaştığı en büyük mülteci krizinin tam ortasında toplantılarını gerçekleştiren liderlere bu sorunun çözümü için birlik çağrısı yapıldı. Metinde ayrıca, “Bu konuda G-20 tarafından atılacak adımların insani yardımın ötesine geçmesi, mültecilere ve bulundukları ülkelere orta-uzun vadeli ekonomik desteği kapsaması büyük önem arz etmektedir. Yapısı, jeopolitik ve iktisadi etkisi ve ekonomik koordinasyon odağıyla beraber G-20, böyle bir desteği temin etme açısından en uygun pozisyonda yer almaktadır” ifadeleri kullanıldı. Zirvenin tarihçesi dengesiz görünümden iklim değişikliğine, uluslararası emek hareketliliğinden vergi politikalarına, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü’nün faaliyetlerinden enerji alanında işbirliğine birçok konuya ayrıntılı biçimde yer verildi. G-20 2015’te, zirve tarihinde ilk kez terörle mücadele konusunda bir liderler bildirisi yayımlandı. Bildiride, acil çözüm bekleyen küresel bir mesele olan mülteci ve göç krizinin ele alınması ve liderlerin bu konuda külfet paylaşımı ile uluslararası kuruluşların desteklenmesi gerekliliği üzerinde duruldu. Metinde yer alan “Özellikle bilgi değişimi konusunda geliştirilmiş işbirliği, teröristlerin mal varlığının dondurulması, terörizmin finansmanının suç sayılması ve terörizm ile terörizmin finansmanıyla bağlantılı olarak hedef odaklı finansal yaptırım rejimleri vasıtasıyla terörizmin mali kaynaklarıyla 40 G-20, uluslararası sistemde başlıca gelişmiş ülkeler ile önemi ve ağırlığı artmakta olan yükselen ekonomilerin küresel ekonomik karar alma süreçlerinde daha fazla temsil edilmesi ve uluslararası mali sistemin daha istikrarlı bir yapıya kavuşturulması amacıyla 1999 yılında Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları düzeyinde oluşturulmuş bir platform özelliği taşıyor. 1997’deki Asya ve 1998’deki Rusya krizleri, böyle bir oluşu- TÜRKIYE G-20 DÖNEM BAŞKANLIĞI’NI 1 ARALIK 2015’TE ÇIN HALK CUMHURIYETI’NE DEVRETTI. G-20 ZIRVESI 2016 YILINDA ÇIN’IN HANGZHOU KENTINDE GERÇEKLEŞTIRILECEK. mun meydana gelmesindeki tetikleyici güç kabul ediliyor. G-20’yi, Avrupa’dan Türkiye, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya Federasyonu ve Avrupa Birliği; Amerika’dan ABD, Kanada, Meksika, Arjantin ve Brezilya; Asya-Pasifik bölgesinden Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Endonezya ve Avustralya; Afrika’dan Güney Afrika Cumhuriyeti ve Orta Doğu’dan Suudi Arabistan oluşturuyor. G-20 bu profiliyle dünya ekonomisinin yüzde 90’ını, ticaretinin yüzde 80’ini ve nüfusunun üçte ikisini temsil ediyor. Küresel ekonomik ve mali krizle etkili mücadele amacıyla G-20, 2008 yılından itibaren Devlet Başkanı ve Başbakanlar düzeyinde toplanmaya başladı. Bu kapsamda, 2008’de Washington (ABD), 2 Nisan 2009’da Londra (İngiltere), 24-25 Eylül 2009’da Pittsburgh (ABD), 26-27 Haziran 2010’da Toronto (Kanada), 11-12 Kasım 2010’da Seul (Güney Kore), 2011’de Cannes (Fransa), 2012’de Los Cabos (Meksika), 2013’te Saint Peterburg (Rusya) ve 2014’te Brisbane (Avustralya) şehirlerinde Liderler Zirvesi düzenlendi. Türkiye, başlangıçtan itibaren G-20 çalışmalarına aktif katılım sağlayan ülkelerden biri oldu. 2014 sonunda dönem başkanlığı görevini üstlenen Türkiye’nin evsahipliği yaptığı 2015 zirvesi dünya basınında geniş yer buldu. Organizasyonun kusursuzluğu ve misafirperverlik katılımcılardan övgü topladı. 26 ülke ile 7 uluslararası örgütün katıldığı G-20 2015 Antalya’da, 40 bin görevli ve basın mensupları dahil 13 bin katılımcı ağırlandı. Türkiye G-20 Dönem Başkanlığı’nı 1 Aralık 2015’te Çin Halk Cumhuriyeti’ne devretti. Zirve 2016 yılında Hangzhou’da gerçekleştirilecek. 41 IMPARATORLUKTAN PARLAMENTER DEMOKRASIYE JAPONYA 42 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI DIĞER ASYA ÜLKELERINE NAZARAN DAHA KÜÇÜK YÜZÖLÇÜMÜNE SAHIP OLMASINA VE 1945 YILINDA YAŞADIĞI ACI TECRÜBEYE RAĞMEN PEK ÇOK ALANDA DÜNYA DEVLETLERIYLE REKABET EDEN BIR DEV JAPONYA. İMPARATORLUKTAN PARLAMENTER DEMOKRASIYE UZANAN SIYASI TARIHINDE ÖNEMLI DÖNÜM NOKTALARI BULUNAN ÜLKE, GÜÇLÜ EKONOMISI, GELECEĞE YÖN VEREN BILIMSEL ÇALIŞMALARI VE ÜSTÜN TEKNOLOJISIYLE ADINDAN SÖZ ETTIRIYOR. PINAR ÜNSAL 43 T ürkiye’yle arasında binlerce kilometre olan Japonya, bir o kadar yakın aslında. İki ülke arasındaki iyi ilişkiler gözle görülür biçimde 19. yüzyılda kurulmaya başlamış. Ancak Türkler ve Japonların münasebeti Moğol İmparatorluğu dönemine uzanıyor. Belki daha da öncesi… Zira iki ülkenin konuştuğu diller Türkçe ve Japonca, aynı lisan grubunda, Altay dilleri ailesinde yer alıyor. Japonya, 6852 adadan oluşan bir takımada ülkesi. Hiçbir devletle kara sınırının olmaması, onun yüzyıllarca uluslararası siyasetten kendi isteğiyle uzak kalmasını mümkün kılmış. Türkiye’yle diplomatik ilişkilerin 1800’lü yılları bulması da buna bağlanıyor. Japonya 19. yüzyıl sonları, 20. yüzyıl başlarında dünya ülkeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklara uzak kalamamış ve uluslararası rekabete katılmış; kısa zamanda pek çok yol almış. Yeme-içme kültürü, ahlak anlayışı, sanat ve edebiyatı bir yana teknolojisiyle de tüm dünyayı etkileyen Japonya bugün sanayisiyle dünyanın en güçlü devletlerinden biri. Japonların çalışkanlığının, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra gösterdikleri çabanın, Japonya’nın adeta küllerinden yeniden doğmasında büyük payı var. Köklü bir tarihe sahip ülkeye ilk yerleşenlerin Asya’nın kuzeyinden giden topluluklar olduğu düşünülür. MÖ 300’lü yıllarda adaya Ainuların geldiği, zaman içinde Comon halklarıyla karıştığı 44 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI bilinmektedir. MS 300’lü yıllarda ise Altay kökenli savaşçı gruplar Japonya’nın güneyine yerleşir. 538 yılında ülkeye Kore’den göç edenlerle beraber Budizm inancının gelmesi Japonya tarihinin başlangıcı sayılır. İmparatorun veya yönetimin merkezî şehrinin adıyla anılan pek çok dönem geçiren Japonya’nın siyasi tarihinde şogunluklar önemli bir yer tutar. Ülke yüzlerce yıl ikili devlet yapısıyla yönetilir; başkentte hüküm süren bir imparatorluk ve yönetimin babadan oğula geçtiği, askerî hanedanlar tarafından kurulan şogunluklar. Ülkedeki ilk demokratik hareketlerden söz edebilmek ancak feodalizm veya derebeylik hakimiyetinin mevzubahis olduğu şogunluk döneminin sona ermesi, ilk anayasanın çıkarıldığı Meiji yönetimi yıllarının başlamasıyla mümkün olacaktır. Teknoloji yoksa yaşam yok Japonya’da ilk modernleşme hareketleri Aşikaga Şogunluğu döneminde (1393-1573) başlar. Bu yıllarda toprak sahipleri, ticaretle uğraşanlar ve derebeyleri ülkenin siyaset hayatında söz sahibidir, samuraylar ise neredeyse tamamen dokunulmaz bir gruptur. Böyle bir durumda bahsi geçen modernleşmeden kasıt ülke refahı, demokrasi, insan hakları alanındaki konular değildir elbette. Av- Meiji Anayasası’nın ilanı rupalıların gelmesiyle tanışılan fikirlerdir. Özellikle Portekizlilerin ticari faaliyet amacıyla adaya ayak basması Japonları da keşif güçleri kurarak deniz aşırı yolculuklara yönlendirir. Ancak 1603-1867 yılları arasında egemen olan Tokugawa Şogunluğu döneminde keşif faaliyetleri neredeyse durma noktasına gelir. Ülke yalnızca düşmanlara karşı kendini savunmak için önlemler almaktadır. Merkezî yönetim ve derebeylikler bu şogunluk döneminde yakınlaşmış, ülkede birlik olma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bu dönemin en önemli gelişmelerinden biri de Avrupalı tüccarların ülkeden kovulmasıdır. Hatta Japonların ülke dışına çıkması, yabancılarla yakınlaşması yasaklanır. Öyle ki bu davranışları sergileyenlere ölüm cezası verilir. Japonya 19. yüzyıla kadar dünyaya karşı kapalı bir kutudur. Ada olmasının avantajlarını kullanan ülke hiçbir gemiyi topraklarına yaklaştırmamaktadır. 1846 yılında Amerika Birleşik Devletleri, Japonya’nın dünya ülkelerine uyguladığı bu politikanın delinmesini ve kendisine ayrıcalık tanınmasını ister. Ancak Japonya ülkeye yaklaşan iki Amerikan gemisini batırarak mürettebatını mahkum eder. Yaklaşık on yıl sonra ABD istediğini alacak, Japonya’nın iki limanını ticari faaliyetleri için kullanmaya başlayacaktır. Japonya’nın dünya ülkeleriyle ilişkiler kurmaya başlaması Amerika’ya imtiyaz tanınmasından sonra mümkün olur. Ülke başka devletlerle de ticari anlaşmalar imzalamaya başlar. Fakat bu olaylar Tokugawa Şogunluğu’nun ilk yıllarında yakınlaşan merkezî yönetim ve derebeyliklerin yeniden uzaklaşmasına sebebiyet verir. Şogunluk üzerindeki baskılar artar ve Tokugawa dönemi sona erer. Japonya gibi bir tarım ülkesi karşısında teknolojik üstünlüğü bulunan Batı, koca gemileriyle adaya gelerek, dolaylı da olsa, iki yüz küsur yıllık bir şogunluğun yıkılmasına yol açar. Ülkenin bu durumdan çıkardığı en büyük ders teknolojik üstünlük yoksa yeryüzünde var olunamayacağıdır. Ancak şu da söylenebilir ki Avrupa ve Amerika’nın yayılmacı politikası Japonya’da diğer ülkelerde olduğu şekilde işlemez. Japonya Batı’ya karşı kendi kültüründen taviz vermez, benliğini muhafaza etmeyi bilir. 1868 yılında ülkenin başına geçen İmparator Meiji pek çok reforma imza atarak Japonya’yı Batılı güçlere rakip bir pozisyona getirir. Daha sonraki yönetimlerle, 20. yüzyılda ülke bir teknoloji devi haline gelecektir. İlk yazılı anayasa “sözde” kaldı 15 yaşında ülkenin başına geçen Meiji Tenno’nun önemli ilk icraatı saray soylularını ve yöneticileri toplantıya çağırarak bazı şartlarını kabul ettirmesi olmuştur (Beş Maddeli Yemin). Bu şartlardan biri ulusal politikayla ilgili her şeyin halka ait bir mecliste tartışılarak karara bağlanmasıdır. Bu, taze yönetimin demokratikleşme adına attığı önemli bir adımdır. Bir diğer madde sivil ve askerî kurumların herkese açık hale getirilmesidir. Burada millî bütünlük vurgusu yapılır. Japonya’nın 19. yüzyılda nasıl bir yol izleyeceğini ortaya koyan beş şarttan belki de en önemlisi, devletin güçlendirilmesi için gerekli olan bilginin tüm dünyada aranması gerektiğidir. Bu madde, ülkenin geleceğine yön verecek şeyin akıl ve bilim olduğunu açıkça ortaya koyar. 1868 yılından 1912’ye kadar süren Meiji döneminde gerçekleşen en önemli reform hareketlerinden biri derebeyliklerin sahip olduğu tüm toprakları imparatorluğa devretmesidir. Böylece merkezî otorite güçlenir. Japonya’nın bu dönemde 45 1868’DEN 1912’YE KADAR SÜREN MEIJI DÖNEMINDE GERÇEKLEŞEN EN ÖNEMLI REFORM HAREKETLERINDEN BIRI DEREBEYLIKLERIN SAHIP OLDUĞU TÜM TOPRAKLARI IMPARATORLUĞA DEVRETMESIDIR. BÖYLECE MERKEZÎ OTORITE GÜÇLENIR. İmparator Meiji ve ailesi Samuraylar hukuk, eğitim, askerlik ve toplumsal yaşayış alanlarındaki tüm reformları Batı örnek alınarak gerçekleştirilir. Ülkeye pek çok yabancı bilim adamı getirilir, başarılı kişiler eğitim almak üzere Avrupa’ya gönderilir. Japonya’yı yıllar boyunca ulaşılması güç bir devlet yapan denizler artık gemilerle doludur ve ülkenin kendisine savaş açacak devletlere karşı koyabilmesi için güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Samurayların hakimiyetinde olan askerlik, Meiji yönetimi samurayları köylü ve tüccarlarla eşit kıldığı için, toplumdaki herkesin sorumluluğu 46 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI haline gelmiştir. Bu dönemde 20 yaşındaki tüm erkeklere askerlik zorunlu yapılır. Demokrasi kavramının toplum tarafından iyice anlaşılabilmesi, birey haklarının kanunlarla güvence altına alınmasıyla mümkün olacaktır. Bunun için Adalet Bakanlığı kurulur. Bu dönemde Jiyuto ve Kaishinto adlı partiler de siyaset sahnesine çıkar. Bir meclisin oluşturulması, beraberinde anayasanın hazırlanmasını da gerekli kılar. 1889’da Japon İmparatorluğu Anayasası, yaygın adıyla Meiji Anayasası ilan edilir. Anayasa, imparatorun politik gücü elinde tutacağı şekilde tasarlanmıştır. Babadan oğula geçen imparatorluk sisteminin gerekliliği vurgulanmıştır. Son söz imparatora aittir. Uygun görmediği yasayı veto etme hakkı vardır. Anayasa’da ayrıca temel insan haklarıyla ilgili pek çok madde yer almaktadır; eşitlik, ifade özgürlüğü, dernek kurma… Ancak teoride var olan pratikte uygulanmaz. Japon toplumunun anayasal haklarından faydalanmasına izin verilmez. Ordu ve mahkemeler de imparatora karşı sorumludur. Ülkede bir çeşit anayasal monarşi söz konusudur. Japonya, anayasanın kabul edilmesinden bir yıl sonra seçime giderek meclisini kurar. 50 milyonluk ülkede yaklaşık 500 bin kişiye seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Diet Meclisi; imparator ailesi, imparatorun seçtiği kişiler, soylular, yüksek vergi ödeyenlerden oluşan Soylular Kamarası ile halkın seçtiği Temsilciler Meclisi’nden meydana gelmektedir. Bu adım, sözde, imparatorun baskısını azaltmak ve ülkeye demokrasi getirmek adına atılmıştır. Ancak kanunların kağıt üzerinde kalması gibi Temsilciler Meclisi de halkın dili olamaz, Meclis’te imparator egemen kılınır. Pearl Harbor Baskını’nı gerçekleştiren kamikaze pilotları Pearl Harbor Baskını Nagasaki-1945 Dünya atom bombasıyla tanışıyor Meiji’nin 1912’de sona eren iktidarının ardından imparator olan Taişo, kimilerine göre ülke idaresinde yetersiz bir hükümdardır. Ancak ABD ve İngiltere ile yakınlaşılması, demokrasi alanında önemli adımlar atılması bu dönemde gerçekleşir. Üstelik ülke ekonomik açıdan refaha kavuşur. Taişo’nun iktidarına denk gelen I. Dünya Savaşı, tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da önemli sonuçlar doğurur. Fakat bu sonuçlar ülkenin lehine gerçekleşir. Ekonomide önemli ilerlemeler kaydedilir, öyle ki Japonya borç veren bir ülke haline gelir. Kazanan veya kaybeden tüm ülkeler, I. Dünya Savaşı yıllarında iktisadi bakımdan kötü bir durumdayken Japonya’nın ekonomisinin iyi olması, çoğunlukla Avrupa’da gerçekleşen bu savaş için ülkenin askerî gücünü fazla kullanmamasına, Meiji döneminde ülkede zaten hızlı bir şekilde sürdürülen kalkınma ve sanayileşmenin devam etmesine bağlanır. 1919 yılına gelindiğinde Japonya; ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’yla birlikte “Beş Büyükler”den biridir. Pasifik Okyanusu’ndaki adaları yönetimine almıştır, donanmaları denizlerde özgürce dolaşabilmektedir. 47 Nagasaki-1945 Yıl 1929 olduğunda, Japonya sanayileşmiş bir ülke olmanın dezavantajını yaşar. Avrupa ve Amerika’da sanayisi gelişmiş büyük kentlerde işsizler ordusu yaratan Büyük Buhran, başka bir deyişle 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, Japonya’da da benzer ekonomik sıkıntılara neden olur. Huzursuzluğun baş gösterdiği ülkede asker politikaya karışmaya başlar. Askere göre ekonomik sıkıntılardan kurtulmanın yolu yeni sömürgeler edinmektir. Bu mantıkla Japonya 1931 yılında Mançurya’yı işgal eder. 1933’te bulunduğu bölgede rahat hareket edebilmek amacıyla Milletler Cemiyeti’nden çekilir. Çünkü Cemiyet, “Çin’in Mançurya üzerindeki egemenliğinin tanınması, Japon birliklerinin bu ülkeden çekilmesi” yolunda bir karar almıştır. 1934’te Japonya “Asya Asyalılarındır” düşüncesiyle Çin’den Amerika ile ilişkisini kesmesini ister. 1930’lar aynı zamanda Japonya’nın Amerika’yı düşman ilan ettiği, “Eğer Çin’i kontrol altına almak istiyorsak (…) Birleşik Amerika’yı ezmemiz lazımdır” dediği yıllardır. 1937’de Amerika ve İngiltere’nin Çin’e yaptığı yardımlara rağmen Japonya doğu ve orta Çin’i ele geçirir. 1939 yılında baş gösteren II. Dünya Savaşı Japonya için kötü sonuçlara gebedir. Militarist bir anlayışla yayılmacı politika izleyen, çevresindeki birçok ülkeyi sömürgesi haline getiren Japonya, 1941’de ABD’nin Büyük Okyanus’ta yapacağı herhangi bir askerî müdahaleyi önlemek amacıyla ünlü Pearl Harbor Baskını’nı gerçekleştirir. Japonya’nın askerî müdahaleleri 1942 yılından sonra azalmaya başlar. Yorulan ordusu ve gerileyen ekonomisi nedeniyle ele geçirdiği toprakları birer birer kaybeder. ABD’nin, gücü iyice zayıflayan, ancak hâlâ savaşın içinde olan Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine, direkt sivil halkı hedef alarak, halkın dışarıda en kalabalık olduğu saati bekleyerek attığı nükleer bombalar ve ardından ülkeyi işgaliyle II. Dünya Savaşı Japonya için son bulur. Amerika, “Japonya’yı durdurmanın başka yolu yoktu” bahanesinin arkasına sığınarak etkileri hâlâ görülen, belki yüzyıllar sonra bile görülecek, yalnızca Japonya’nın değil, dünyanın geleceği adına da büyük bir felakete imza atar. 48 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Yıllar sonra gelen demokrasi 3 Kasım 1946 tarihinde Japonya yeni anayasasını kabul eder. Meiji Anayasası’ndan hayli farklı olan bu anayasa Amerika baskısıyla hazırlanmıştır ve savaş durumlarıyla ilgili ayrıntılı bir madde içerir. “Barış Anayasası” olarak da anılan ve savaşın ülkeler arasındaki sorunların çözüm yolu olmadığını ifade eden metinde uluslararası anlaşmazlıklarda güç kullanılamayacağı, ordunun bu amaçla genişletilemeyeceği vurgulanır. Hiroşima-1945 Başbakan Shinzo Abe İmparator Akihito 1946 YILINDA KABUL ETTIĞI ANAYASA HÂL YÜRÜRLÜKTE OLAN JAPONYA’DA TEMSILCILER MECLISI (ŞUGIIN) VE DANIŞMANLAR MECLISI’NDEN (SANGIIN) OLUŞAN ULUSAL DIET ÜYELERI GENEL SEÇIMLERLE BELIRLENIR. 1946 Anayasası kanun karşısında eşitlik, ifade ve basın özgür- 1946 yılında kabul ettiği anayasa hâlâ yürürlükte olan lüğü, din ve vicdan özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi kişi hak ve Japonya’da Temsilciler Meclisi (Şugiin) ve Danışmanlar Meclisi’nden hürriyetlerini güvence altına alır. (Sangiin) oluşan Ulusal Diet üyeleri genel seçimlerle belirlenir. 20 Diet Meclisi, bu anayasada imparator yerine halka sorumlu yaşını doldurmuş her Japon vatandaşı seçime katılabilir. 480 üyeli hale getirilmiştir. Meclis’in tamamı halk oyuyla seçilir, Soylular Temsilciler Meclisi dört yıllığına, 242 üyeli Danışmanlar Meclisi altı Kamarası yerini Senato’ya bırakır. Bakanlar Kurulu’nu oluşturma yıllığına seçilir, ancak bu meclisin üyelerinin yarısı her üç yılda bir yetkisi Meclis’tedir. Böylece Bakanlar Kurulu da halka sorumlu hale yenilenir. Ulusal sembol olan imparatorluk ise ailedeki erkek evlada getirilmiştir. “İmparator devletin, halkın bütünlüğünün sembolü- devredilerek devam eder. Japonya imparatoru 1989’dan bu yana dür. Konumunu, egemenliği elinde bulunduran halkın iradesinden Akihito’dur. alır” maddesi Japonya’nın bu anayasayla millet iradesine dayalı Tokugawa Şogunluğu döneminde içe kapanık ama müreffeh bir sistem benimsediğini açıkça ortaya koyar. İmparator sembolik Japonya, Meiji iktidarıyla Batı’yı örnek almış, modernleşmesi hız bir liderdir. kazanmış, genişleme çabaları göstermiş, bu yüzden dış devletlerin 1946 Anayasası’nda yasama, yürütme ve yargı birbirinden kesin hedefi haline gelmiştir. 20. yüzyılın başlarında dünyanın en güçlü sınırlarla ayrılmıştır. Ulusal Diet, devletin en önemli ve tek yasama devletlerinden olan ve yayılmacı bir politika izleyen Japonya, II. organıdır. Bu anayasayla Japonya’da Batılı anlamda demokratik Dünya Savaşı’nda ona yaşatılan acı tecrübeden sonra, dünyadaki bir sistem sağlanabilmiştir. Okuryazarlık oranının yüksek olması, büyük güçlerin de baskısıyla silahsızlanma kararı alır. Bugün askerî kültürlü ve bilinçli Japon halkı sayesinde Japonya bu reformları kısa gücünü yalnızca kendini korumak için geliştiren Japonya, ulusla- zamanda topluma benimsetebilmiştir. rarası arenada güçlü ekonomisi sayesinde söz sahibi bir ülkedir. 49 IŞIN ÇELEBI: SIYASET HIÇBIR ZAMAN MILLETVEKILININ ESAS MESLEĞININ ÖNÜNE GEÇMEMELIDIR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN EKONOMIDEN SORUMLU DEVLET ESKI BAKANI IŞIN ÇELEBI, TURGUT ÖZAL’LI YILLARDA TÜRKIYE’NIN DEVRIM NITELIĞINDE BIR DEĞIŞIM VE DÖNÜŞÜM GEÇIRDIĞINI BELIRTEREK, “O DÖNEMLERDE ÜLKEMIZE HIZMET ETMIŞ OLMAKTAN MUTLULUK DUYUYORUM” DIYOR. SIYASETIN HIÇBIR ZAMAN BIRINCI IŞ OLARAK GÖRÜLMEMESI GEREKTIĞINI VURGULAYAN ÇELEBI, “SIYASETE BAĞIMLI HALE GELINDIĞINDE BIRTAKIM ILKELERDEN UZAKLAŞILABILIYOR” UYARISINDA BULUNUYOR. 50 SÖYLEŞI Söyleşimizin başında siyaset yolculuğunuzun ne zaman ve nasıl başladığını öğrenebilir miyiz? Öğrencilik yıllarımdan itibaren ülke meselelerine her zaman ilgi duydum. Kendimi Türkiye’den sorumlu hissederek çeşitli sorunların çözümü konusunda kafa yordum. Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışırken tanıştığım rahmetli Turgut Özal’ın daveti üzerine siyasete girdim. Sayın Özal, 1987 seçimleri öncesinde milletvekili olmamı teklif ettiğinde “Efendim, ben sosyal demokrat kökenli biriyim. Anavatan Partisi’nde nasıl yapacağım?” diye sordum. Bana verdiği yanıt Sayın Özal’ın vizyonu ve siyasete bakışının güzel bir örneğiydi. “İstersen Mao’nun oğlu ol, beni hiç ilgilendirmez. Bana iş yapacak adam lazım. Ben birlikte çalışacağım insanda iş yapma kabiliyeti olup olmadığına bakarım. Seninle çalışmak istiyorum” dedi. Bunun üzerine Anavatan Partisi’nden milletvekili adayı oldum ve 1987 seçimlerinin ardından İzmir Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım. 1987-2002 yılları arasında milletvekilliği yaptınız. Başarılı bir siyasi hayatınız oldu. Yaklaşık 5 yıl Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendiniz. Türk siyasetinin en önemli isimlerinden merhum Turgut Özal’la yakın bir çalışma dönemi geçirdiğiniz o yıllara dair neler söylemek istersiniz? Rahmetli Turgut Özal hoşgörülü, uzlaşmacı, proje üreten, problem çözen, sevgi dolu bir insandı. Bize hep Hz. Muhammed’in bir hadisini hatırlatır ve “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” derdi. İnsanların sorunlarını çözmemizi, onları iş yapmaya teşvik etmemizi isterdi. “Hayır” demenin dünyanın en kolay işi olduğunu, her zaman “Evet” diyerek yapıcı olmamız gerektiğini ifade ederdi. Biz de bu doğrultuda çalışmaya gayret ettik. Sayın Özal’dan çok şey öğrendim. Onunla birlikte çalışırken iş yapma kabiliyetimin geliştiğini gördüm. Milletvekili ve Devlet Bakanı olarak ülkemize önemli hizmetlerde bulundunuz. Üstlendiğiniz bu görevler sırasındaki çalışmalarınız arasında sizin için ayrı bir yeri bulunanlar hangileridir? Yaklaşık beş yıl Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptım. Aynı zamanda Sayın Özal’ın isteğiyle Para Kredi Kurulu Başkanlığı’nı üstlendim ve Yüksek Planlama Kurulu sekretaryasını yürüttüm. O dönemde bütün yatırım projeleri Yüksek Planlama Kurulu’nda ele alınıyordu. Devlet Planlama Teşkilatı çok önemli bir kurumdu, bugün de o ağırlığını koruduğunu düşünüyorum. Biz yatırım projelerini tek tek gözden geçirir ve rahmetli Özal’ın başkanlığında Yüksek Planlama Kurulu’nda tartışırdık. Para Kredi Kurulu’nda ise günlük problemleri, özellikle dış ekonomik ilişkilerdeki sıkıntıları konuşur ve ihracatta karşılaştığımız sorunları aşmak için tebliğler çıkarırdık. Yani hem makro ölçekte uzun vadeli bir plan içinde Türkiye’nin geleceğine dönük yatırımları düşünür, planlar, hem de çarkın günlük dönüşü sırasında karşılaşılan sorunları çözmeye yönelik kararlar alırdık. Bizim için en önemli konulardan biri zamanında ve hızlı karar vermekti. Sorunları buzdolabında biriktirmezdik. Doğru veya eğri bir karar alır ve onu uygulardık. Biraz önce ifade ettiğim gibi, Türkiye’ye çok değişik bir perspektif kazandıran birçok karar alındı; otoyollar yapıldı, Atatürk Barajı bitirildi… Türkiye’nin uluslararası alanda rekabetini güçlendirecek yüzlerce, binlerce proje üretildi ve uygulamaya konuldu. 1989’da yıkılan Berlin Duvarı’nı biz aslında Türkiye’de 1983’ten sonra yıktık. Zihinlerdeki Türkiye’nin müthiş bir dönüşüm geçirdiği, dışa açıldığı yıllardı. Ülkemize o dönemleri yaşatan kadronun içinde yer almaktan memnunum. O yıllarda birlikte çalıştığım arkadaşlarıma büyük saygı duyuyorum. Ben bugün Edirne’den Ardahan’a kadar tüm Türkiye’yi dolaşıyorum. Farklı bölgelerde yaptığım sohbetlerde, Türkiye’nin rahmetli Özal’ı ve o dönemdeki kadroları özlediğini görüyorum. İnsanlar bizim zamanımızdaki dışa açılma sürecini, reformları çok güzel bir şekilde ve özlemle anıyorlar. O dönemde siyasette çok başarılı işlere imza attık. Bununla birlikte, Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştirmek istedik, ama başarılı olamadık. 51 duvarları da kaldırdık. O dönem aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme ve sivilleşme dönemiydi. Gerçekten hem zor hem güzel yıllardı; ülkemiz her alanda atılımlar gerçekleştiriyor, dünyaya açılıyor, Avrupa Birliği’ne tam üyelik müracaatı yapıyordu. İhracatın 1-1,5 milyar dolar düzeyinde olduğu bir dönemde, yaptığımız çalışmalar sayesinde Türk sanayisi ihracatı yaşamının bir parçası haline getirdi. Bu, çok önemli bir iştir. Bugün birtakım ülkeler Türkiye’nin ekonomik gücünün farkında değil. Türk ekonomisi artık krizlerle çok karşılaşan bir ekonomi olmayacak. Şu anda dünya 2008’de başlayan global ekonomik krizin üçüncü dönemini yaşamasına rağmen Türk ekonomisindeki sistemler iyi çalıştığı için Türkiye bu krizi çok fazla hissetmiyor. 1997 ve 1998’de Uzak Doğu’dan başlayan global krizde eğer IMF kuru dondurmasaydı Türkiye o dönemi de 2001 kriziyle bu kadar şiddetli geçirmezdi. Milletvekili seçildiğinizde Anavatan Partisi tek başına iktidardı. Ancak 1991’den 2002 yılına kadar koalisyon hükümetleri görev yaptı. O dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kişisel kanaatim, kendi içinde tutarlı olduğunda tek başına hükümetler de sonuç alıyor, uzlaşma noktaları net ve açık bir şekilde ortaya konulduğunda koalisyonlar da sonuç alıyor. Türkiye, 1 Kasım 2015 tarihindeki seçimlerde tek başına bir hükümeti uygun gördü. Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında kurulan 64. Hükümet’e başarı diliyorum. Siyaset hayatınızda unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz? 1989 yılında 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı hazırlamıştık. Planların sunumunu o güne kadar hep başbakanlar yapmıştı. Biz de rahmetli Turgut Özal’ın sunumuna yönelik bir hazırlıkta 52 SÖYLEŞI bulunmuştuk. Ancak Sayın Özal, gece yarısı bana “Yarın sen konuşacaksın” dedi. Genel Kurul’da plan üzerine konuşma süresi iki saatti. Ben çok uzun konuşabilen biri değilim. Bir konuda maksimum 20-25 dakika, bilemediniz 30 dakika konuşabiliyorum. Sayın Özal, planın sunumunu yapmamı isteyince itiraz ettim, ama “Hayır, sen konuşacaksın” dedi. Bunun üzerine kürsüye çıktım. Genel Kurul Salonu’nda en önde de rahmetli Süleyman Demirel oturuyordu. 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ilgili her şeyi anlattım, bana göre gayet iyi ve yeterli bir sunumdu, ancak iki saatlik sürenin sadece 27-28 dakikasını kullanmıştım. Benden sonra kürsüye Sayın Demirel çıktı ve “Bunlar çoluk çocuk, bu memleketin meselelerini bilmezler. Baksanıza iki saat konuşma süreleri var, yarım saat bile konuşamıyorlar” dedi. Beni bayağı bir hırpaladı. Bunu yapmasının tek nedeni ise kısa konuşmamdı. Tekrar söz hakkı geldiğinde rahmetli Özal, “Şimdi çık, eleştirilere cevap ver” dedi. Ben kürsüde bu kez 20 dakika konuştum, söyleyeceğim her şey bitti, tam o sırada aklıma “Cibali Karakolu” geldi. O oyunda bir sahne var; büyükbaba, baba ve torun konuşuyorlar. O sahneyi hatırlayınca “Benim bu anlattıklarımı büyükbabam iki saatte ancak anlatıyordu, babam 1,5 saatte anlatıyor, bense yarım saatin altında bir sürede anlatabiliyorum” dedim ve kürsüden indim. Konuşmamdan Sayın Özal memnuniyet duydu. Sonraki yıllarda rahmetli Demirel’le sıkça görüştük. Cumhurbaşkanlığı döneminde bir gün sohbet ederken “Bir daha bana dede falan deme” dedi. “Peki efendim” karşılığını verdim. Sayın Süleyman Demirel, hakikaten çok değerli bir devlet adamıydı. Kendisiyle ilgili ilginç bir anımı daha anlatayım. Biz beş çimento fabrikasını özelleştir- “BANA GÖRE, MILLETVEKILLERININ ESAS MESLEKLERINDE UZMANLAŞMAYA DEVAM ETMELERI LAZIM. SIYASET HIÇBIR ZAMAN MESLEĞIN ÖNÜNE GEÇMEMELI. BIR MILLETVEKILI SIYASET HAYATI BITTIĞINDE DOKTORSA DOKTORLUĞA, AVUKATSA AVUKATLIĞA, EKONOMISTSE EKONOMISTLIĞE DEVAM EDEBILMELI.” miştik. Sayın Demirel de buna karşılık dava açtı ve kazandı. Mahkeme kararına göre ihalenin iptal edilmesi gerekiyordu. O sırada Sayın Demirel’in başbakanlığında bir koalisyon hükümeti kuruldu. Ancak Demirel, “geriye dönüşü mümkün olamayacak bir durum ortaya çıktığı” gerekçesiyle ihaleyi iptal etmedi. Bir gün kendisiyle sohbet ederken “Efendim, dava açtınız, ama ihaleyi iptal etmediniz. Bu nasıl oluyor?” diye sordum. “Birinde politika yapıyorduk, birinde devlet adamlığı” yanıtını verdi. Siyaset yaparken en çok nelere dikkat edilmesi gerekiyor? Bana göre, milletvekillerinin esas mesleklerinde uzmanlaşmaya devam etmeleri lazım. Siyaset hiçbir zaman mesleğin önüne geçmemeli. Bir milletvekili siyaset hayatı bittiğinde doktorsa doktorluğa, avukatsa avukatlığa, ekonomistse ekonomistliğe devam edebilmeli. Bir gün siyasetin bırakılacağı düşünülerek mesleğe dönme kapıları açık tutulmalı. Siyaset asla birinci iş olarak görülmemeli. Çünkü böyle bir durumda siyasete bağımlı hale geliniyor ve insanlar siyasete devam edebilmek için birtakım ilkelerinden uzaklaşabiliyor. Tecrübeli bir siyasetçi olarak size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular, çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Biraz önce ifade ettiğim gibi, dünya şu anda 2008’de başlayan global ekonomik krizin üçüncü dalgasını yaşıyor. Türkiye’de ve gelişmekte olan bütün ülkelerde kaynak çıkışı olma ihtimali çok yüksek. Buna dönük acil bir ekonomik program yapılması lazım. Bir başka önemli konu ise mülteci krizinin dalga dalga yayılıyor olması. Bu durumun yarattığı belirsizlik ve volatilite ekonomide kur riskini beraberinde getiriyor. Ülkemizde Haziran-Kasım ayları arasında 680 kişi hayatını kaybetmiş ve bu süreçte kurlar da yüzde 30’a yakın artmış, yani devalüasyon olmuş Türkiye’de. Bu nedenle belirsizliğin ortadan kaldırılarak ekonomide bir netlik sağlanması, mülteci krizi ve terörün yarattığı sıkıntıların aşılması gerekiyor. 2002 yılından bu yana Meclis’te yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz? Türkiye’nin Dönüşüm Yılları, Ne Olacak Ne Yapmalıyız?, Dışa Açık Büyüme ve Türkiye isimli kitaplarınıza yenileri eklenecek mi? 2002 yılından sonra yeniden siyasete girmeyi hiç düşünmedim. Biz siyaseti rahmetli Turgut Özal’la birlikte yaptık. Onun kadrosundaki isimlerden biri olarak kalmayı daha doğru buluyorum. Siyaset hayatımın her dakikasında çok mutlu oldum, hiçbir pişmanlığım yok. Milletvekili ve bakan olarak çok iş ürettiğimi ve sonuç aldığımı düşünüyorum. Bugün Türkiye’de her gittiğim yerde vatandaşlardan saygı görüyorum, bu da beni çok memnun ediyor. Siyasetten ayrıldıktan sonra şirket yapılanması üzerine bir stratejik danışmanlık şirketi kurdum. Bu arada imtihana girerek Bağımsız Denetçi Belgesi aldım. 2014 yılında iktisat doçenti oldum. Zaman zaman üniversitede “Para Politikası” dersi veriyorum. Son dönemlerde yeni bir kitap üzerine çalışıyorum. Bir yayınevi dünyanın ve Türkiye’nin gelecek on yılını yazmamı önerdi. Bu konu üzerinde epeyce bilgi topladım. Şimdi Çin ve Hindistan’a gidip oradaki insanlarla konuşmayı planlıyorum. Kısacası hayat yoğun bir şekilde devam ediyor. Bu hayatta hem mütevazı olmak, hem iş yapmak, hem de çevreye karşı saygılı olmak gerekiyor. Son olarak, birlikte görev yaptığımız değerli devlet adamı Kâmran İnan’ın vefatından büyük üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. 53 “BURAYA NOKSAN GELEN TAMAMLANIR” MEVLÂNA MÜZESI 54 KÜLTÜR VARLIKLARI DÜNYADAN GELIP GEÇMIŞ EN BÜYÜK MUTASAVVIFLARDAN MEVLÂNA VE ÖĞRETISI KONYA’DAKI MEVLÂNA MÜZESI’NDE HAKKIYLA YÜCELTILIYOR. MEVLÂNA’YA ATFEDILEN KIŞISEL EŞYALAR ILE MEVLEVILERIN GÜNLÜK EŞYALARININ SERGILENDIĞI MÜZE, ORIJINALINE SADIK KALINARAK DÜZENLENMIŞ ODALARI, KENDINI HAK YOLUNA ADAMIŞ SUFILERIN GÜNLÜK HAYATININ IZLERINI TAŞIYAN OBJELERIYLE ZIYARETÇILERE BENZERSIZ BIR MANEVI YOLCULUK VADEDIYOR. ÇAĞLA TAŞKIN Ö yle bir isim ki kelimenin tam anlamıyla dünyaya mâl olmuş, bütün insanlığın ortak değeri haline gelmiş. Öyle bir isim ki düşünceleri binbir çeşit kültürden insanın yüreğine dokunmayı başarmış; yücelttiği, mukaddes gördüğü değerlerin günden güne azaldığı dünyada bir umut ışığı olmuş sözleriyle. Sabır, hoşgörü, alçakgönüllülük timsali Celaleddin Rumî, Afganistan’ın Belh şehrinde başlayıp Konya’da son bulan 66 yıllık hayat macerasında yüzyıllar sonra bile benimsenen, peşinden gidilen bir felsefe inşa etmeyi; üstelik bunu sevgiyle, tevazuyla, kendini hiçbir zaman öğretisinin önüne koymadan yapmayı başarmış. Bu sayede çağlar boyu, adının önüne geçecek şekilde “efendimiz” anlamına gelen Mevlâna sıfatıyla anılmış. Mevlâna’nın türbesinin yer aldığı Konya Mevlâna Müzesi, hem bu düşünce insanının felsefesini anlamak hem de bu felsefe etrafında şekillenen Mevleviliğin kendine has unsurlarını gözlemlemek için ideal bir mekan. Mevlâna Müzesi, eskiden Mevlevi dergahı olarak kullanılan kompleksin, içinde yer alan bütün yapı ve eşyalarla birlikte müzeye dönüştürülmesi kararının alınmasıyla 1927 yılında Konya Mevlevi Dergahı Asar-ı Atika Müzesi adıyla açılır. 1954 yılında yapılan geniş kapsamlı tasnif ve tanzim işlemlerinin ardından adı Mevlâna Müzesi olarak değiştirilen müzenin tarihi çok eskiye, 13. yüzyıla dayanır. Mevlâna’nın kendisi gibi bir âlim olan babası Muhammed Bahaeddin Veled vefat ettiğinde bugün müze sınırları içinde kalan bir yere, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın hayattayken kendisine hediye ettiği söylenen Gül Bahçesi’ne defnedilmiş. Rivayete göre babasının mezarı üzerine bir türbe yaptırmak isteyenleri “gök kubbeden daha iyi bir türbe olamayacağı” gerekçesiyle geri çeviren Mevlâna, vefat ettiğinde yine bu civarda toprağa verilmiş. Oğlu Sultan Veled, babasının mezarı üzerine bir türbe yaptırılması talebiyle karşılaşmış, fakat Mevlâna’nın aksine bu fikre olumlu yaklaşmış. Mevlâna Müzesi’nin en bilinen kısmı olan ve “Yeşil Kubbe” de denilen türbenin inşasına böylece başlanmış. Tebrizli Bedrettin’in elinden 55 SULTAN VELED, MEVLÂNA’NIN VEFATINDAN SONRA BABASININ MEZARININ ÜZERINE BIR TÜRBE YAPILMASI FIKRINE OLUMLU YAKLAŞIR. BÖYLECE MEVLÂNA MÜZESI’NIN EN BILINEN KISMI OLAN VE “YEŞIL KUBBE” DE DENILEN TÜRBENIN INŞASINA BAŞLANIR. çıkan, dört filayağı sütun üzerinde yükselen, bugün Mevlâna ile oğlu Sultan Veled’in türbelerinin yer aldığı yapıya birçok Osmanlı padişahı tarafından değerli armağanlar verilmiş, türbedeki yenileme ve ek inşa faaliyetleri uzun süre devam etmiş. Mevlâna ve oğlunun türbeleri üzerinde yer alan mermer sanduka Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) yaptırılmış. Sandukanın üzerindeki pûşîde, yani altın sırma işlemeli, çiçek motifli, koyu kırmızı atlas kumaştan örtü ise II. Abdülhamid’in (1876-1909) hediyesiymiş. Türbeye adını veren turkuaz renkli, dilimli kubbenin yanı sıra duvarlardaki kırmızı, yeşil, mavi ve altın renkli kalemişi süslemeler; Lala Mustafa Paşa tarafından hediye edilen, on altı kolunun her birinde bir ejderhanın stilize edildiği şamdan; lale ve bitki motifleriyle bezeli “Post Kubbesi” de ilgi çeken kısımlarından. Türbenin en değerli eserleri arasında Mevlâna’nın Divân-ı Kebir 56 KÜLTÜR VARLIKLARI ve Mesnevi yapıtlarının en eski el yazması nüshaları kuşkusuz ayrı bir yerde duruyor. El yazmalarına incelikle işlenmiş hat levhaları ve telkâriyle süslenmiş kandiller eşlik ediyor. Sergilenen bir diğer kıymetli eser, türbeye İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han tarafından hediye edilen Nisan Tası. Adını içinde biriktirilen nisan yağmurlarından alan bu geniş bronz tastaki yağmur sularının şifalı olduğuna inanılır, bu sular yalnızca dergahta içilmez, başkalarına da dağıtılırmış. Mevlâna’nın “Huzur-ı Pir” de denilen türbesi, babası Muhammed Bahaeddin Veled’le birlikte Belh’den Konya’ya geldikleri düşünülen Horasan erenleri veya bugün söylendiği şekliyle Horasan erlerinin mezarlarına da evsahipliği yapıyor. Türbe sınırları içinde ayrıca Mevlâna’nın soyundan gelen ve Mevlevilik’te yüksek makamlara ulaşmış kişilerin mezarları da yer alıyor. TÜRKIYE’NIN EN ÖZEL MÜZELERI ARASINDAKI MEVLÂNA MÜZESI, MATBAH, SEMÂHANE, DERVIŞ HÜCRELERI GIBI BÖLÜMLERIYLE ZIYARETÇILERINE EŞSIZ BIR MANEVI ATMOSFER SUNUYOR. Tennure giymiş ağaçlar / aşk niyaz eder Mevlâna Müzesi’nin Mevlevilik âdetlerine ışık tutan en önemli bölümlerinden Matbah, esasen yemeklerin pişirilip yendiği yer olsa da Mevlâna’nın vefatından sonra oğlunun çabalarıyla gelişen Mevlevilik yolunun en önemli duraklarından biri aslında. Müzenin Matbah bölümünde “nevniyaz” denilen Mevlevi derviş adaylarının üzerinde oturdukları ve çile çektikleri dönemde neredeyse hiç terk etmedikleri “Saka Postu”nu, semâ dönmeyi öğrendikleri talim çivisini bire bir görmek, “can” makamına ulaşmadan önce burada uzun uzadıya vakit geçiren adayların günlük yaşantısına bir bakış atabilmek mümkün. Müzenin Mevleviliğin kendine has uygulamalarının hafızalarda canlanmasına vesile olan bir diğer bölümü de Semâhane. Bu bölüm esasen kendine has bir iç düzeni olan, bünyesindeki her uygulamanın belirli kriterler doğrultusunda yapıldığı bir alan. Semazenlerin “tennure” adı verilen eteklerinin semâ dönülmesi anında birbirine değmeyeceği genişliğe, aynı zamanda semazenlerin ayaklarına giydiği “mest”in kaymayacağı türden bir zemine sahip olan Semâhane, mescit bölümüyle birlikte 16. yüzyılda tamamlanmış. Burada hem semâ müziğini icra eden müzisyenlere ait ney, rebab, kudüm gibi enstrümanlar hem de rahle, şamdan gibi günlük eşyalar sergileniyor. Mevlâna Müzesi’ni son derece özel kılan, geçmişin hâlâ canlı tutulduğunun en iyi gözlemlenebildiği yerlerden biri de derviş hücreleri. Her biri küçük birer kubbeye sahip on yedi hücrenin yapımı III. Murad döneminde (1574-1595) tamamlanmış. Müzeyi adeta çevreleyen derviş hücrelerinde bir zamanlar kullanılan eşyalar aslı bozulmadan muhafaza edilmiş. Bazı hücrelerin birleştirilmesiyle oluşturulan bölümlerde ise ülkemizin çeşitli yörelerine ait halılar ve Bursa kumaşları sergileniyor. Sufilerin “susmuş olanlar” anlamına gelen hamûşan dedikleri mezarlık ise Mevlana Müzesi’nin bir diğer önemli unsuru. Bu mezarlıkta istirahat eden kimselerin mezar taşlarında Mevlevilik’te eriştikleri makama göre değişen sikke tasvirleri yer alıyor. 57 MEVLÂNA ÖLÜMÜN ASLINDA BIR KAVUŞMA OLDUĞUNU “BEN ÖLÜRSEM SAKIN BANA ÖLDÜ DEMEYIN. ASLINDA BEN ÖLÜ IDIM, DIRILDIM, BENI DOST ALDI, GÖTÜRDÜ” SÖZLERIYLE IFADE EDER. Dost ile vuslat... Dergah olarak kullanıldığı dönemde içinde Kuran okunan, bugün ise birbirinden kıymetli hat eserlerinin sergilendiği Tilavet Odası, müzenin tamamına hâkim olan dingin atmosferin en yoğun yaşandığı alanlardan. Bu odanın duvarında yer alan Yesarizade Mustafa İzzet Efendi’ye ait Bu makam açıkların Kabe’si oldu / Buraya noksan gelen tamamlanır beyitinin yazılı olduğu hat levhası Mevlevilerin bir araya geliş nedenini eksiksiz şekilde ortaya koyuyor. Hem geçmişin hâlâ canlı tutulduğu bir mekan oluşu hem de dekoratif ögelerinin farklılığıyla dikkat çeken Meydan-ı Şerif Odası’na girildiğindeyse dergahın makam sahibi kişilerinin burada nasıl 58 KÜLTÜR VARLIKLARI kahve içtiklerini, kendilerine ikram edilen “çörek” adındaki ekmek parçalarıyla nasıl karınlarını doyurduklarını hayal etmek zor değil. Ahşabın en incelikli işlendiği yöntemlerden olan bağdadi tekniği ürünü tavanı, duvarlarındaki Barok tarzı işlemeleri ve Rokoko süslemeleriyle değişik üslupları bir araya getiren oda aynı zamanda kötü havalarda Şeb-i Arûs törenlerinin yapıldığı yermiş. Şeb-i Arûs’tan söz açılmışken Mevlâna Müzesi’ndeki Şeb-i Arûs havuzundan bahsetmemek olmaz. Mevleviliğin en özel günlerinden biri için büyük önem arz eden bu mermer havuza su, yine mermerden bir ejderhanın ağzından dökülüyor. Mevlâna’nın öldüğü günün gecesine Şeb-i Arûs, yani “düğün gecesi” deniliyor. Zira Sufi geleneğinde ölüm Allah’a kavuşmakla eşdeğer kabul edilip ilahi aşkın vuslatı olarak görülüyor. Mevlâna da ölümün aslında bir kavuşma olduğunu “Ben ölürsem sakın bana öldü demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim, beni dost aldı, götürdü” sözleriyle ifade ediyor. Bu yüzdendir ki ölüm sükûnetle karşılanacak bir olay, Rabbine kavuşan kişinin huzuruna eşlik etmek için bir vesile addediliyor. Ölüm günü her yıl ney dinletileri, semâ gösterileriyle hatırlanan Mevlâna, bir zamanlar müzenin bahçesindeki havuzun etrafında yad ediliyormuş. 17 Aralık tarihine denk gelen Şeb-i Arûs için ülkemizin hemen her yerinde bir hafta boyunca çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Etkinlikler son birkaç yıldır “Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri” olarak adlandırılıyor. Türkiye’nin en özel müzeleri arasında yer alan Mevlâna Müzesi’nin eşsiz atmosferi bu büyük ismin şanına yaraşır, ama aynı zamanda onun arzu edeceği sadelikte bir mekan. Müzede yer alan, özenle korunmuş orijinal günlük eşyalar, kıymetli hat levhaları, yüzyıllar öncesinin ahşap ve metal işçiliğini gösteren eserlerin yanı sıra Mevlâna’ya atfedilen entari, cübbe ve hırkalar bu benzersiz mekanın değerine değer katıyor. 59 MUSTAFA GAZALCI: İYI BIR SIYASETÇI OLABILMEK IÇIN ÖNCE IYI BIR INSAN OLMAK VE INSANI SEVMEK GEREKIR RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ 1977-1980 VE 2002-2007 YILLARI ARASINDA DENIZLI MILLETVEKILI OLARAK MECLIS’TE YER ALAN MUSTAFA GAZALCI, BAŞTA EĞITIM OLMAK ÜZERE PEK ÇOK KONUYU ÜLKE GÜNDEMINE TAŞIDI. EĞITIMLE ILGILI ÇALIŞMALARINI BUGÜN DE SÜRDÜREN GAZALCI, “TÜRKIYE GERÇEKTEN ILERI, ÇAĞDAŞ BIR ÜLKE OLACAKSA EĞITIMDE NITELIĞI YÜKSELTMEK DURUMUNDADIR” DIYOR. 60 RÖPORTAJ S iyaset ve eğitim… Bu iki sözcük yan yana kullanıldığında ilk akla gelen isimlerden biridir Mustafa Gazalcı. Öğretmen ve milletvekili kimlikleriyle yaşamı boyunca laik, çağdaş, bilimsel eğitimi savunan Gazalcı ile hayatının dönüm noktalarını, 1977-1980 ve 2002-2007 yılları arasındaki Meclis çalışmalarını ve siyaset yaparken nelere dikkat edilmesi gerektiğini konuştuk. Mustafa Gazalcı’nın hayat yolculuğu 1945 yılında Denizli Güney’de başlıyor. İlkokulda okurken öğretmenlerine öyle hayranlık duyuyor ki “Ah, keşke ben de öğretmen olabilsem” diyor. Bu dileği kabul edilmiş olsa gerek, altı yıllık öğretmen okulunu kazandığında mutluluktan adeta havalara uçuyor. 1963 yılında Isparta Gönen Öğretmen Okulu’nu, 1966’da Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitiriyor. 1966-1977 yılları arasında çeşitli okullarda öğretmenlik ve yöneticilik yapan Gazalcı, daha çağdaş bir eğitim ve öğrencilerin daha iyi yetişmesi için gecesini gündüzüne katarak çalışıyor. Bu sırada öğretmen örgütlerinde aktif faaliyetlerde bulunuyor. Biz de Varız isimli gazeteyi çıkarma, toplantı ve yürüyüşler düzenleme, yurt çapında genel boykot yapma derken “görülen lüzum üzerine” görev yeri sürekli değiştirilmeye başlıyor. Eğitime gönül vermesi ve mücadeleci bir ruha sahip olması nedeniyle yılmadan yoluna devam ettiğini belirten Gazalcı, o dönemlerde Tavas Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Denizli Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) Şube Başkanlığı görevlerini üstleniyor. 1977 yılına gelindiğinde Mustafa Gazalcı’nın hayatında siyaset sayfası açılıyor. Gazalcı o günleri şöyle anlatıyor: “Bir eğitimci olarak yürüttüğüm çalışmalar ve görev yerimin değiştirilmesi nedeniyle verdiğim hukuksal mücadele devam ederken kimi öğretmen arkadaşlar, partililer siyasete girmemi ve yaklaşan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) milletvekili aday adayı olmamı önerdi. İlk başta ‘Hiç böyle bir şey düşünmedim’ deyip geçiştirdim bu öneriyi. Ancak arkadaşlarım, aile çevrem, partililer ısrarlı olunca ben de siyasete girmeyi düşünmeye başladım. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nde halka hizmet etme ve Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamda CHP saflarında demokrasi savaşımı verme isteğiyle milletvekili aday adayı oldum. Ön seçimin ardından 1977’de Denizli Milletvekili olarak Meclis’e geldim.” “12 Eylül döneminde tarifsiz acılar yaşandı” Mustafa Gazalcı henüz 32 yaşındayken milletvekili seçiliyor. Hem Meclis’in en genç isimlerinden biri hem de Denizli’nin Güney ilçesinden seçilmiş ilk milletvekili olan Gazalcı, “1977’deki seçimler öncesinde ‘Halk iktidarını kuracağız’, ‘Bozuk düzeni değiştireceğiz’ diye halka söz vermiştik. Coşkulu ve çalışma isteğiyle doluyduk. Düşünce özgürlüğünü eksiksiz gerçekleştirmek için gerekli yasal düzenlemeleri hemen yapmayı istiyorduk. Ancak seçimlerde CHP’nin milletvekili sayısı 214’te kalınca ve tek başına iktidar olma imkanı bulunamayınca her şey istediğimiz gibi gerçekleşmedi. Buna rağmen Meclis’te ve seçim bölgelerimizde önemli faaliyetlerde bulunduk. Ben Başkanlık Divanı üyesi olarak da görev yaptım. O zamanlar milletvekillerinin bağımsız odaları yoktu. Gelen ziyaretçiler Meclis’in bir köşesinde karşılanıyordu. Divan yazmanlarının ikisine bir oda veriliyordu. Biz Yılmaz Balta’yla aynı odayı paylaşıyorduk” diyor. 1980 öncesinin Türkiyesinde milletvekilliği yapan Gazalcı, 12 Eylül darbesinin ardından apar topar evden alınıp Askerî Dil ve İstihbarat Okulu’na götürüldüğünü ve burada bir ay gözetim altında tutulduğunu ifade ediyor. Mustafa Gazalcı, milletvekilliğinin sona erdiği, öğretmenlik yapmasına da izin verilmediği bu dönemde ticaretle uğraştığını belirterek şunları söylüyor: “12 Eylül döneminde toplumun büyük bir kesimi tarifsiz acılar yaşadı. Özellikle de gençler, sendika temsilcileri, aydınlar… Birçok insan ya işsiz kaldı ya da mesleği dışında başka işlere savruldu. O dönemde ailemi geçindirebilmek için ne yapabileceğimi düşünürken dokumacı kooperatifi yöneticileri kendi 61 “BIR SIYASETÇI İLKELI, TUTARLI VE SÖZÜNE GÜVENILIR OLMALIDIR. HALKLA, DERT SAHIBIYLE, SEÇIM BÖLGESIYLE ILIŞKIYI KESMEMELI VE SÜREKLI KENDINI YENILEMELIDIR. KIŞISEL DEĞIL, TOPLUMSAL AMAÇLI SIYASET YAPMALI, HOŞGÖRÜLÜ VE SABIRLI OLMALIDIR.” dayanamayınca tercihe gitmeye karar verdim ve çalışmalara başladım. Kapı kapı, pazar pazar dolaşıyor, sıkabildiğim kadar çok el sıkıyordum. Nerede kalabalık görsem oraya gidiyordum. Önce partiye oy vermelerini istiyor, sonra da tercihin nasıl kullanılacağını anlatıyordum. SHP’den benimle birlikte iki milletvekili daha tercihe gitmişti. Seçim sonucunda Denizli’de Doğru Yol Partisi (DYP) 3, Anavatan Partisi (ANAP) 2, SHP ise 1 milletvekili çıkardı. Sonuçlar böyle olunca o dönemde Meclis’te yer alamadım” diyen Gazalcı, 2002 yılında ise CHP Denizli Milletvekili seçildiğini anımsatıyor. “Cumhuriyetimizi kuranlar eğitime ve öğretmenliğe öncelik vermişlerdir” 22 yıl aradan sonra ikinci kez milletvekilliği görevini üstlenen Mustafa Gazalcı, Meclis’te olmadığı yıllarda siyasetin yanı sıra eğitim ürünlerini satmamı önerdiler. Denizli’ye gidip arabanın arkasına dokuma ürünleri, havlu, çarşaf koydum. Bunları eve getirip tanıdıklara, yakınlarımıza satmaya başladım. Daha sonra Ankara Kızılay’da ‘Yeni Denizli Pazarı’ adıyla bir dükkan açtım. Her partiden parlamenterler ziyaretime geldiler. İşler tam tutuyordu ki bu sefer Barış Davası’ndan bir yıla yakın tutuklu kaldım. İşler tamamen durdu. Sıkıntılı bir dönemdi, ama hayat devam etti.” Mustafa Gazalcı, 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), 1985’te ise Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) çatısı altında siyasete devam ediyor. SHP’de Genel Sekreter Yardımcısı olarak parti yönetiminde yer alan Gazalcı, tercih sisteminin Türkiye’de ilk kez uygulandığı 1991 genel seçimlerinde milletvekili adayı oluyor. “1991’de ön seçim sonucu listeye giren adaylar isterlerse tercihe gidebiliyordu. Ön seçimde dördüncü sırada yer almıştım. Partinin o günkü durumuna göre bu sıradan seçilmem güçtü. Bu nedenle özellikle yakınlarım ve kampanyada beni destekleyenler tercihe gitmemi istediler. Önce ‘olmaz’ diye direndim. Çünkü güç bir işti, ön seçimin ardından yeni bir yarış demekti. Yalnızca üye ve delegeler değil, partiye oy verecek tüm seçmenler tercihe katılacağı için çalışma alanı çok genişti. Israrlara 62 RÖPORTAJ alanındaki çalışmalarını da sürdürüyor. 1990-2002 yılları arasında Eğitimciler Derneği Genel Başkanlığı yapan Gazalcı, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin yer aldığı TBMM 22. Dönem’de eğitim başta olmak üzere pek çok konuyu ülke gündemine taşıyor. Tecrübeli siyasetçi, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesi de olduğu bu dönemde, basın açıklamalarından soru önergelerine, Genel Kurul’daki konuşmalarından katıldığı televizyon programlarına kadar çeşitli çalışmalarıyla en çok haberi yapılan on milletvekili arasında yer alıyor. O günleri anlatırken “Mutlaka önceden hazırlık yaparak açıklamalarda bulunuyordum. Ele alınacak o kadar çok konu vardı ki 24 saat yetmiyordu” diyen Gazalcı, eğitimin yanı sıra memleketinde geçim kaynağı olan tütün konusunu da pek çok kez gündeme taşıdığını ve üreticilerin sorunlarını dile getirdiğini kaydediyor. Gazalcı’nın, Türkçenin yabancı sözcüklere karşı korunması ve dilimizin kirlenmesinin önlenmesi amacıyla 2007 yılında kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nda üyeliği de bulunuyor. Mustafa Gazalcı ile sohbetimiz sırasında eğitimin önemine ilişkin değerlendirmelerini soruyoruz. “Eğitim kişi, ülke, hatta insanlık için bir kurtuluş yoludur” diyen Gazalcı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar eğitime ve öğretmenliğe öncelik vermişlerdir. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler yetiştirmeyi ilke edinmişlerdir. 3 Mart 1924’te Öğretim Birliği Yasası’yla Osmanlı’dan beri süregelen ikili eğitim yapısına son verilmiş, bilimsel bir eğitim anlayışı ülkede egemen kılınmıştır. Eğitim seferberliği yapılmış, yurdun 21 yöresinde laik, bilimsel, üretici, demokratik ve katılımcı eğitimin en güzel örneklerini veren Köy Enstitüleri kurulmuştur. Köy Enstitüleri sayesinde eğitimde fırsat ve olanak eşitliği yaratılmış, köy çocukları sanatla tanıştırılmış, her biri enstrüman çalmayı öğrenmiş, dünya klasiklerini okumuştur. İsviçre Eğitim Ansiklopedisi’ne Türkiye’den konan tek eğitim maddesi olan Köy Enstitüleri ne yazık ki daha çiçek açacakken kapatılmıştır. Köy Enstitüsü modeli ve eğitim ilkelerinden bugün de yararlanabileceğimizi düşünüyorum. Bu konuda verdiğim bir kanun teklifi de var. Meclis’teyken Köy Enstitüleri konusunda Genel Kurul’da çok sayıda konuşma yaptım. Hatta hiç unutmuyorum, bir gün kürsüye çıktığımda adımı birden hatırlayamayan AKP’li bir milletvekili ‘Köy Enstitüsü, Köy Enstitüsü’ diye seslenmişti.” Mustafa Gazalcı, Atatürk’ün en güzel sözlerinden birinin “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” olduğunu belirterek, “Eğitimde akıl ve bilim öne çıkmalıdır. Yaşamım boyunca laik, çağdaş, bilimsel eğitimi savundum. Ülkemde bütün eğitim aşamalarında bu ilkelerin uygulanmasını dilerim. Türkiye gerçekten ileri, çağdaş bir ülke olacaksa eğitimde niteliği yükseltmek durumundadır” diyor. 1988’de “Eğitim Onur Ödülü” ve 2008’de “Başöğretmenlik Onur Ödülü”ne değer görülen Gazalcı, bir öğretmen olarak en büyük ödülünün ise yetiştirdiği öğrenciler olduğunu ifade ediyor. “Yeni kitaplar üzerinde çalışıyorum” Mustafa Gazalcı 2007’den bu yana Meclis’te yer almıyor. Siyaset dışındaki uğraşlarını sorduğumuz Gazalcı, bugüne kadar ağırlıklı olarak eğitim konusunda 17 kitabının yayımlandığını anımsatarak, “20 yıldır Köy Enstitüsü mezunlarına uyguladığım bir anket var. O anketten yola çıkarak yazdığım kitap bir ay içinde çıkmış olacak. Ayrıca Siyasetçinin Günlüğünden isimli bir kitabı da yayına hazırlıyorum” diye konuşuyor. Gazalcı ile sohbetimizin sonunda kendisine “İyi bir siyasetçi nasıl olmalı?” diye soruyoruz. “Bunun bir reçetesi yok. Sanıyorum iyi bir siyasetçi olabilmek için önce iyi bir insan olmak, insanı sevmek gerekir” diyen Gazalcı, bir siyasetçinin sahip olması gereken nitelikleri ise şöyle sıralıyor: “İlkeli, tutarlı, sözüne güvenilir olmak; kişisel değil, toplumsal amaçlı siyaset yapmak; hoşgörülü, sabırlı, yerine göre tavırlı olmak; Meclis çalışmaları ile seçim bölgesi çalışmalarını dengeli götürmek; her şeyde olduğu gibi siyasette de neyi, nerede, ne zaman söyleyeceğini bilmek; konuşurken, yazarken, eylemde bulunurken iyi araştırmak, incelemek, ona göre davranmak; halkla, dert sahibiyle, seçim bölgesiyle ilişkiyi kesmemek; sürekli kendini yenilemek, ülke ve dünya siyasetini izlemek; zaman zaman ortak hareket etmeyi bilmek, uzlaşıcı olmak; çevreyi, sanatı sevmek; ucuz, günübirlik siyaset yerine gerçekçi, nitelikli, kamunun yararını gözeten bir siyaset yapmak; yeniliğe her zaman açık olmak, iletişimi, teknolojiyi iyi kullanmak; zamanı gelince çekilmesini bilmek; düzenli yaşamak; akıl, bilim yolunda çalışmak.” 63 İLK KÖYLÜ KADIN MİLLETVEKİLİ SATI ÇIRPAN 64 80 YIL ÖNCE MECLIS KÜRSÜSÜNE ÇIKAN ILK KADIN MILLETVEKILLERI, CUMHURIYET TARIHINE ADLARINI ALTIN HARFLERLE YAZDIRDILAR. ÖNCÜ VE ÖRNEK BU TÜRK KADINLARINDAN BIRI DE SATI ÇIRPAN’DI. TÜRKIYE’NIN ILK KÖYLÜ KADIN MILLETVEKILI ÇIRPAN’IN ETKILEYICI HAYAT HIKAYESI GEÇMIŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOK ŞEY ANLATIYOR. SONGÜL BAŞ “N e var korkacak?”... Hiç kimsenin cesaret edemediği adımları atarken, hakları için mücadele ederken, elini taşın altına koymaktan çekinmezken böyle diyordu Satı Çırpan. Korkuya yer yoktu hayatında. O sadece cesur değil, çalışkan, zeki ve becerikliydi de. Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılık göstermiş bir ailenin ferdi olarak yüreği memleket sevdasıyla doluydu. Bu nitelikleriyle Atatürk’ün dikkatini çekmiş, 1935’te Türkiye’nin ilk köylü kadın milletvekili olarak Meclis kürsüsüne çıkmıştı. 80 yıl önce kendisi gibi öncü ve örnek kadın milletvekilleriyle birlikte Cumhuriyet tarihine adını altın harflerle yazdıran Satı Çırpan’ın anısı, müzeye dönüştürülen evi ve anıt mezarının bulunduğu Ankara’nın Kazan ilçesinde yaşatılıyor. Satı Çırpan’ın, namıdiğer Satı Kadın’ın hayat yolculuğu 1890 yılında başlıyor. O zamanlar Ankara’nın Halkavun nahiyesine bağlı Kazan köyünde dünyaya gelen Satı Kadın, babası Kara Mehmet, annesi Emine Hanım ve biri kız biri erkek iki kardeşiyle birlikte yaşıyor. Genç kızlık çağına geldiğinde Yassıören köyüne gelin gidiyor. Bir erkek evladı olduktan sonra eşi vefat edince Kazan’a babasının yanına dönüyor. Bir süre sonra da ikinci evliliğini yaparak Tekke köyünde yaşamaya başlıyor. Kurtuluş Savaşı gazisi eşi ve beş çocuk annesi olan Satı Kadın’ın hayatı babası Kara Mehmet’in rahatsızlanmasıyla birlikte farklı bir seyir izliyor. Kara Mehmet kendini iyi hissetmediği bir gün Satı Kadın’ı çağırtıyor, eline bir bıçak veriyor ve “Kızım, ben elden ayaktan düştüm. Bunca tarlaya, araziye sen sahip çıkacaksın” diyor. O sırada Kara Mehmet’in yaşlanması ve rahatsızlanmasını fırsat bilip bazı tarlalarına el koymak isteyen köy ağaları bulunuyor. Satı Kadın bunu öğrenir öğrenmez tarlalara bakmaya gidiyor. Toprakların sürüldüğünü görünce elindeki bıçakla öküzlerin koşumlarını çözüp yakındaki dereye atıyor. Bunu yaparken karşısına aldığı kişilerin köy ağası olmasına hiç aldırmıyor, “Ne var korkacak?” deyip hakkını arıyor. Kararlı duruşu sayesinde tarlalarına el konulamazken hiçbir köy ağası da ona hesap sormaya cesaret edemiyor. O günden sonra Satı Kadın, Kazan köyünde “Satı Ağa” olarak anılmaya başlıyor. “Ondan insana fenalık mı gelir?” Satı Çırpan’ın hayatındaki dönüm noktalarından biri, 26 Ekim 1933 tarihinde 2349 sayılı kanunla Türk kadınına köy ihtiyar heyetleri ile muhtarlığa seçme ve seçilme hakkı verilmesi oluyor. Satı Kadın muh- 65 tarlığa adaylığını koyup seçimi kazanıyor. Kazan muhtarı olarak köyünün sorunlarıyla yakından ilgileniyor. Öyle ki gerektiğinde silahını kuşanıp köyünü koruyor, gerektiğinde atına binip Halkavun’a giderek resmî makamlara vatandaşın sorunlarını iletiyor ve çözüm bulunması için çaba harcıyor. Bu arada Satı Kadın’ın evi hiç boş kalmıyor; erzakı biten, hastası olan, derde düşen onun kapısını çalıyor. Satı Kadın’ın muhtarlıktaki icraatlarından biri de köydeki evleri beyaza boyatmak oluyor. Böylece Kazan, beyaz evleriyle dikkat çeken bir köy haline geliyor. Satı Kadın’ı ilk köylü kadın milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşıyacak olay da muhtarlığı sırasında yaşanıyor. 1934 yılının bir yaz günü Atatürk ve beraberindekileri taşıyan otomobil Kızılcahamam’a doğru yol alırken Kazan köyü yakınlarında duruyor. 66 Vatandaşlar mutluluk ve heyecan içinde misafirlerini karşılıyor. O sırada Satı Kadın kalabalığın arasından sıyrılarak Atatürk’e bir bardak ayran uzatıyor. Üstelik “Ya kızarsa” diyenlere aldırış etmeyerek, “Ondan insana fenalık mı gelir?” diyerek. Ayranı içen Atatürk, karşısındaki köylü kadına birkaç soru soruyor. Sait Arif Terzioğlu’nun Yazılmayan Yönleriyle Atatürk adlı eserinde ifade edildiğine göre, bu sorulardan biri “Ne zaman doğdun?” oluyor. Satı Kadın, Atatürk’ün Samsun’a çıkarak kurtuluş mücadelesini başlattığı 19 Mayıs 1919 tarihine atıfta bulunarak “1919’da” diyor. “Peki, kadınların da erkekler gibi çalışıp çeşitli mevkilere yükselmesi konusunda ne düşünüyorsun?” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Şüphesiz doğrudur. Ve kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkûresi altında bunu başarmak azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini her alanda taşıyacağız Paşam.” Atatürk Kazan köyünden ayrılırken yaverine Satı Kadın’ın adını ve adresini not ettiriyor. Aradan aylar geçtikten sonra bir gün Halkavun’dan Kazan köyüne gelenler muhtar Satı Kadın’ı soruyorlar. Satı Kadın muhtarın kendisi olduğunu söyleyince “Vali Nevzat (Tandoğan) Bey seni istiyor, Ankara’ya gideceğiz” diyorlar. “Eh, gidelim bakalım” deyip yola koyuluyor Satı Kadın. O Ankara’ya doğru giderken köylülerin içine de bir korku düşüyor. Satı Kadın’ın eşi “Ah Satı, bunca erler, ağalar dururken sana mı kalmıştı Ata’ya ayran vermek? Kim bilir ne oldu da götürdüler” diye hem söyleniyor hem de endişeleniyor. Köylüler merak içinde beklerken Ankara’ya doğru giden otomobil Fethiye köyü yakınlarında çamura saplanıyor. Bu sırada çoban köpekleri etrafı sardığı için kimse arabadan in- 1934 YILININ BIR YAZ GÜNÜ ATATÜRK VE BERABERINDEKILERI TAŞIYAN OTOMOBIL KIZILCAHAMAM’A DOĞRU YOL ALIRKEN KAZAN KÖYÜ YAKINLARINDA DURUYOR. SATI KADIN’IN ILK KÖYLÜ KADIN MILLETVEKILI OLARAK MECLIS KÜRSÜSÜNE ÇIKMASINI SAĞLAYAN OLAY DA O GÜN YAŞANIYOR. meye cesaret edemiyor. Satı Kadın “Ne var korkacak?” deyip arabadan iniyor ve elindeki değnekle köpekleri kovalıyor. Böylece araba çamurdan kurtarılıyor ve yola devam ediliyor. Gece geç saatte Ankara’ya ulaştıklarında Satı Kadın Samanpazarı’ndaki akrabalarının yanında kalıyor. Ertesi sabah Vali, eşiyle birlikte Satı Kadın’ı alıp evlerine götürüyor. Orada hazır bulunan terziler Satı Kadın’a elbise dikiyor. Yeni giysilerini giydikten sonra Vali ile birlikte Atatürk’ün huzuruna çıkmak için Köşk’e giden Satı Kadın, Ata’yla bir süre sohbet etme imkanı buluyor. Atatürk’ün okuma-yazma bilip bilmediği sorusuna, “Okur-yazar değilim, ama kafam çalışır” yanıtını veriyor. Satı Kadın, Atatürk’le görüştükten sonra kendisini almaya gelen eşiyle birlikte Kazan’a dönüyor. Ardından da okuma-yazma öğrenmek için her gün Halkavun’a gidip geliyor. O günlere ait bir anıyı Satı Kadın’a milletvekili yeminini ezberleten Hasan Erol şöyle anlatıyor: “Bucak Müdürü Tevfik Bey, Satı Ağa’yı getirdi ve ona Meclis andını ezberletmemi, imza atmayı öğretmemi istedi. O zamanlar 9-10 yaşlarındaydım. Satı Ağa geldiğinde ben yemini okurdum, o da tekrar ederdi. Böyle çalışa çalışa yemini ezberledi. Bir de karınca kararınca imza attırdım, onu da öğrendi. Meclis’te yemini en güzel okuyanlardan biri Satı Ağa’ydı.” “Reislik dedikleri meğer mebusluk imiş” Satı Kadın 8 Şubat 1935 tarihinde yapılan seçimlerde 1273 oyla milletvekili oluyor. 1 Mart 1935’te yemin ederek görevine başlıyor. Milletvekili seçilmesine vesile olan olayı ise o yıllarda şöyle anlatıyor: “Bir gün gelip de saylav olacağım aklımdan bile geçmezdi. Pederim köyde muhtardı. Sonra yerine ben muhtar oldum. Gücüm yettiği kadar çiftçilik yaparak geçiniyordum. Silahım, tabancam ve bıçağım vardı. Asker zamanında köyün inzibatına ben bakardım. Kadınların içinde ilk defa ben resmen muhtar oldum. Bir yıl kadar evvel Atatürk Kızılcahamam’a doğru geçiyor diye haber aldım. Hemen köyü temizlettim, evleri badana ettirdim, atı çektirdim. Bir şalvar, bir cepken, bir poşu, bir değnek alınca bizim köyün yarım saat ötesinde Halkavun nahiyesine vardım. Ahali toplandık, Ata’nın gelmesine durakladık. Atatürk geldikten sonra elini öptüm. Ata’nın eli bana kuzu eli gibi tatlı geldi (...) Köylüler ayran yapmışlar, ama vermeye cesaret edememişler. Ben koştum, hazırlanmış bardağı alıp Atama verdim. Ayranı içtikten sonra Atam bir bana baktı, bir de döndü Müdür Bey’e (Bucak 67 Müdürü) baktı. Müdür Bey benim için Ata’ya ‘Kazan köyünün muhtarıdır’ dedi. Atam bana sordu: ‘Muhtar mısın?’. ‘Muhtarım Atam’ dedim. ‘Hoşnut musun?’ diye sordu. ‘Hoşnudum Atam’ dedim. ‘Adın ne?’ diye sordu. ‘Bana Kara Mehmet kızı Satı derler Atam’ dedim. Bunun üzerine otomobili yürüttüler. Aradan birkaç ay geçti, bir gece yarısı köye bekçi geldi, ‘Seni nahiyeden bölük kumandanı istiyor’ dedi. Ayağıma mestlerimi çektim, elime bir değnek aldım. Bir yanıma bekçiyi, bir yanıma da köyden komşuyu aldım, yola çıktık. Nahiyeye vardık. Bölük kumandanı bana ‘Biz seni köy muhtarlarının başına reis yapacağız’ dedi. ‘İyi ya olurum, hükümetin emrinde kellem feda olsun’ dedim. Oradan atlara bindik köyümüze döndük. Birkaç gün geçtikten sonra köylüler ellerinde gazete ile geldiler. Beni milletvekili adayı göstermişler. Yirmi gün sonra da iki jandarma gelip beni aldı. Atıma bindim, heybeye ekmeğimi koydum. Eşi dostu Allah’a ısmarlayıp Ankara Hacı Bayram önünde indik. Üç gün sonra beni İsmet Paşa Enstitüsü’ne götürdüler. Bluzlar, eldivenler, çoraplar, potinler verdiler. Meclis’e varıp yemin ettikten sonra mebusluğa başladım. Reislik dedikleri meğer mebusluk imiş.” Satı Kadın, Ziraat Encümeni’nde görev aldığı Meclis’te bir yandan yasama faaliyetlerinde bulunurken bir yandan da hemen her gün kendisini ziyaret eden köylülerini ağırlıyor. Hasta olanları hastaneye götürüyor, türlü dertlerine derman olmaya çalışıyor. 1938 yılında yaşanan bir olay Satı Kadın’ın köylülere verdiği önemi açıkça ortaya koyuyor. Ankara Halkevi’ndeki müsamereye giden Satı Kadın, kalabalık bir köylü grubunun kapıda beklediğini görüyor. “Neden içeri girmiyorsunuz?” diye sorduğunda “İçeri almıyorlar” yanıtı veriliyor. Bunu duyunca kapıda bilet kontrolü yapanların yanına gidiyor ve “Neden bu insanları içeri almıyorsunuz?” diye soruyor. Kapıdaki görevli, “Efendim bugün milletvekilleri…” diye söze başlayınca Satı Kadın “Bunlar milletin vekilleri değil, asılları” diyerek köylülere yol gösteriyor. Satı Çırpan milletvekili seçilince önce Ulucanlar’da, sonra da Hamamönü ve Samanpazarı’nda tuttuğu köy evlerinde oturuyor. Bir gazeteye verdiği röportajda bunun nedenini “Mahsus gidip bir apartman tutmadım ki köylülerim ‘Bizim Satı Ankara’ya varınca bizi unuttu, burnu büyüdü’ demesin diye” sözleriyle açıklıyor. TBMM V. Dönem’de (1935-1939) milletvekilliği yapan Satı Çırpan’ın ismi Meclis kayıtlarında ve bazı kaynaklarda Hatı Çırpan olarak da yer alıyor. Bu ismi Satı Kadın’a Atatürk’ün verdiği belirtiliyor. Anısı Kazan’da yaşatılıyor Satı Çırpan, milletvekilliği sona erince Kazan’a dönüyor. Eskiden olduğu gibi yine geleni gideni eksik olmuyor, ihtiyaç sahiplerine 68 8 ŞUBAT 1935’TE YAPILAN SEÇIMLERDE 17 KADIN MILLETVEKILI MECLIS’E GIRMEYE HAK KAZANIYOR. BIR YIL SONRAKI ARA SEÇIMLERIN ARDINDAN KADIN MILLETVEKILI SAYISI 18’E YÜKSELIYOR. Nakiye Elgün Türkan Örs Baştuğ Ayşe Şekibe İnsel Meliha Ulaş Hatice Özgener Huriye Öniz Baha Satı (Hatı) Çırpan Hatice Sabiha Görkey Mihri Pektaş Ferruh Güpgüp yardım eli uzatıyor. 19 Mart 1956 tarihinde ise 66 yaşında hayata veda ediyor. İlk köylü kadın milletvekili Satı Çırpan’ın hayatının çeşitli dönemlerine ait izler bugün Ankara’nın Kazan ilçesinde görülebiliyor. Kazan Belediyesi, Cumhuriyet tarihinin bu sembol ismiyle ilgili önemli faaliyetler gerçekleştiriyor. Satı Kadın’ın Kazan’daki evini müzeye dönüştürerek ziyarete açan belediye, tarihî eşyalar, kıyafetler, aksesuarlar ve fotoğraflar aracılığıyla geçmişten geleceğe köprü kuruyor. Satı Kadın’ın hayat hikayesini anlatırken yararlandığımız Türk Kadını ve Satıkadın adlı kitap ise Kazan Belediyesi’nin dikkat çekici yayınları arasında yer alıyor. Tarihî belge ve fotoğraflar, çeşitli anekdotlar, Satı Kadın’ın ailesi ve yakınlarıyla yapılmış röportajlar içeren kitap, titiz bir çalışmanın ürünü olarak Satı Kadın’la ilgili önemli bir kaynak oluşturuyor. Kazan Belediyesi, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesinin yıldönümü başta olmak üzere çeşitli tarihlerde müzede ve Satı Kadın’ın ilçedeki anıt mezarı başında anma törenleri de düzenleyerek Satı Çırpan’ın anısını yaşatıyor. İlk kadın vekillerimiz Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını veren 2598 sayılı kanun 5 Aralık 1934 tarihinde kabul ediliyor. 8 Şubat 1935’te yapılan seçimlerde 17 kadın milletvekili Meclis’e girmeye hak kazanarak 1 Mart 1935’te çalışmalarına başlıyor. Bir yıl sonra yapılan ara seçimlerle birlikte Meclis’teki kadın milletvekili sayısı 18’e yükseliyor. Türk kadınını siyaset sahnesinde temsil eden ilk kadın milletvekillerimiz ve seçim bölgeleri şöyle sıralanıyor: Satı (Hatı) Fakihe Öymen Fatma Memik Mebrure Gönenç Benal Nevzat İstar Arıman Sabiha Gökçül Erbay Fatma Esma Nayman BahireBedişMorovaAydilek Ayşe Seniha Hızal Çırpan (Ankara), Mebrure Gönenç (Afyonkarahisar), Türkan Örs Baştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir), Ayşe Şekibe İnsel (Bursa), Hatice Özgener (Çankırı), Huriye Öniz Baha (Diyarbakır), Fatma Memik (Edirne), Nakiye Elgün (Erzurum), Fakihe Öymen (İstanbul), Benal Nevzat İstar Arıman (İzmir), Ferruh Güpgüp (Kayseri), Bahire Bediş Morova Aydilek (Konya), Mihri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Fatma Esma Nayman (Seyhan), Hatice Sabiha Görkey (Sivas), Ayşe Seniha Hızal (Trabzon). *Satı Çırpan’ın hayatıyla ilgili bilgi ve fotoğraf katkısı için Kazan Belediye Başkanlığı’na teşekkür ederiz. 69 BENNUR KARABURUN: MECLIS’TE ENGELLI VATANDAŞLARIMIZIN GÖZÜ, KULAĞI, SESI OLACAĞIM SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK AK PARTI BURSA MILLETVEKILI BENNUR KARABURUN, 19 YILDIR OMURILIK FELÇLISI OLARAK HAYATA DEVAM EDIYOR. EN ZOR ZAMANLARDA BILE UMUTSUZLUĞA KAPILMADIĞINI VE YAŞAMA SEVINCINI YITIRMEDIĞINI BELIRTEN KARABURUN, “ENGELLI VATANDAŞLARIMIZIN HAYATINI KOLAYLAŞTIRMAK VE SORUNLARINA ÇÖZÜM ÜRETMEK ÜZERE YENI YASAMA DÖNEMINDE YAPILACAK ÇALIŞMALARA KATKIDA BULUNMAKTAN BÜYÜK MUTLULUK DUYACAĞIM” DIYOR. 70 SÖYLEŞI Söyleşimizin başında milletvekilliği öncesindeki hayatınıza dair bilgi edinebilir miyiz? 2 Nisan 1973 tarihinde Bursa’da doğdum. 7 yaşımdan 23 yaşıma kadar sutopu ve yüzme sporlarıyla ilgilendim. Bursa rekorlarım ve Türkiye derecelerim var. Millî takım kampında bulundum, sutopunda üç yıl üst üste gol kraliçesi oldum. Uludağ Üniversitesi Tekstil Bölümü’nü dereceyle bitirdikten sonra çeşitli firmalarda imalat müdürlüğü yaptım. 30 Mayıs 1996 tarihinde, son çalıştığım firmanın aracıyla işten eve dönerken trafik kazası geçirdim. Köprüden aşağı uçtuğum bu kaza sırasında boynum kırıldı ve beş buçuk ay yoğun bakımda solunum cihazlarına bağlı olarak yaşam mücadelesi verdim. 19 yıldır omurilik felçlisi olarak hayata devam ediyorum. Bu süreçte Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdim. Şimdi de Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümü son sınıf öğrencisiyim. 23 yaşında geçirdiğiniz trafik kazasının ardından tedavi süreciniz nasıl gelişti? Kaza sırasında başımı şiddetli bir şekilde cama çarptığım için boynum kırılmış ve omuriliğim zarar görmüş. Çevredeki vatandaşlar, benzin deposunun alev almasından endişe ederek beni bir an önce dışarı çıkarmak için müdahalede bulunmuşlar. Kaza anında kırılmış olan boynumun hareket ettirilmesi omuriliğimin daha fazla zarar görmesine neden olmuş. Herhangi bir kaza sonrasında iyi niyetle yapılan müdahaleler bazen ciddi hasarlara neden olabiliyor. Bu nedenle, eğer ilkyardım konusunda yeterli bilgiye sahip değilsek kazazedelere müdahale etmeden sağlık ekiplerini beklememiz gerekiyor. Kazanın ardından beş buçuk ay yoğun bakımda hayatta kalma mücadelesi verdim. Tabii çok zor bir süreçti; dayanılmaz ağrılar, acılar… Ailemin büyük desteğiyle ve umudumu hiç yitirmeyerek tedaviye devam ettim. Türkiye’de ilk kök hücre ameliyatını olan kişilerden biriyim. İlki 2006’da, ikincisi 2014’te ve üçüncüsü bu yıl içinde olmak üzere üç defa kök hücre ameliyatı geçirdim. Bu operasyonların çok faydasını gördüm. Kök hücre ameliyatları sosyal güvence kapsamında değil. Bu konuyla ilgili çözümler üretmek üzere kapsamlı bir çalışma yapılması gerekiyor. Kök hücre ameliyatı geçirmiş bir kişi ve milletvekili olarak ben de bu konu üzerinde çalışmalarda bulunmayı planlıyorum. katini çekti. Verdiği sosyal mesajla tüm Türkiye’de ses getiren fotoğraf, “İyilik Bul” kampanyasının başlamasına da vesile oldu. TBMM 25. Dönem’de başlayan milletvekilliği hayatınız 26. Dönem’de de AK Parti Bursa Milletvekili olarak devam ediyor. Siyasete girmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Sayın Cumhurbaşkanımız 6 Şubat 2015 tarihinde Bursa’ya geldi. O dönemde üçüncü kök hücre ameliyatımı olmaya karar vermiştim. Bu konuyla ilgili bazı hususları kendilerine iletebilmek arzusuyla Bursa Valiliği’nin önüne gittim. Cumhurbaşkanımız, Sağlık Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu ile birlikte geldiklerinde kendileriyle konuşma imkanı buldum. İki kez kök hücre ameliyatı olduğumu, ilkinden sonra sırt kaslarımda bir iyileşme fark ettiğimi, ikincisinin ardından tekrar yüzmeye başladığımı söyledim. Üçüncü kez kök hücre ameliyatı olmak istediğimi ifade ettim. Yaşama sevincimi ve azmimi gören Cumhurbaşkanımız, beni Sağlık Bakanımıza emanet etti. Büyük mutluluk içinde kendilerine teşekkür ettim ve “Ben de milletvekili olup Türkiye sizi milletvekilliğinizden önce Bursa’da yağmurlu bir günde çekilmiş fotoğrafınızla tanıdı. 2013 yılına ait o fotoğrafın öyküsünü anlatabilir misiniz? O gün, arızalanan tekerlekli sandalyemi tamire götürüyordum. Yanımda bir aile dostumuz vardı. Yolda giderken yağmur başlayınca bir bayan “Ben gideceğim yere geldim. Siz ıslanmayın” diyerek şemsiyesini bize verdi. Aile dostumuz şemsiyeyi tekerlekli sandalyemin üzerinde tutarak ıslanmamı engellemeye çalıştı. Biz bu şekilde Bursa sokaklarında ilerlerken haberimiz olmadan fotoğrafımız çekilmiş. Bu fotoğraf gazetede yayımlanınca büyük yankı uyandırdı, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da dik- 71 “MECLIS’TEKI ÇALIŞMALARIMDA ÖNCELIKLE ELE ALACAĞIM KONULARDAN BIRI KÖK HÜCRE TEDAVISI OLACAK. KÖK HÜCRE AMELIYATININ ÖNEMINI IYI BILEN BIRI OLARAK BU KONUYU GÜNDEME GETIRECEĞIM.” geçirilmesidir. Henüz tüm sorunları çözülememiş olmakla birlikte, engelli vatandaşlarımız geçmişle mukayese edilemeyecek ölçüde toplum hayatının içinde yer alabilmekte ve çeşitli haklardan yararlanabilmektedir. Bir milletvekili olarak, engelli vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmak ve sorunlarına çözüm üretmek üzere yeni yasama döneminde yapılacak çalışmalara katkıda bulunmaktan büyük mutluluk duyacağım. Biraz önce ifade ettiğim gibi, öncelikle ele alacağım konulardan biri kök hücre tedavisi olacak. Geçirdiğim trafik kazasından sonra benim için “Oturamaz bile” denilirken 2006 yılından bu yana kök hücre ameliyatları sayesinde çok ilerleme kaydettim. Kök hücre tedavisinin önemini iyi bilen biri olarak Meclis’teki çalışmalarımda bu konuyu gündeme getireceğim. Her yıl 3 Aralık’ta “Dünya Engelliler Günü” etkinlikleri düzenleniyor. Bu özel gün dolayısıyla ne gibi bir mesaj vermek istersiniz? sizler gibi ülkeme ve milletimize hizmet etmek istiyorum” dedim. Cumhurbaşkanımız bu konuda beni yüreklendirdi. Daha sonra özgeçmişimin yer aldığı bir dosya hazırlayarak AK Parti Bursa İl Başkanlığı’na teslim ettim ve sonrasında milletvekili adayı oldum. 7 Haziran ve 1 Kasım’daki seçimlerin ardından da AK Parti Bursa Milletvekili olarak Meclis’e geldim. Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’sini engelli vatandaşlarımız oluşturuyor. Bir milletvekili olarak tüm vatandaşlarımızın yanı sıra özellikle engelli nüfusun sesi olacağınızı söyleyebilir miyiz? Elbette. Ülkemizde 9 milyon engelli vatandaşımız bulunuyor. Onların gözü, kulağı, sesi olmak, sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak üzere Meclis’te yer alıyorum. AK Parti hükümetleri döneminde engelli vatandaşlarımıza yönelik çok önemli çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri, 2005 yılında Özürlüler Yasası adı altında çıkarılan kanundur. En önemli noktalardan biri ise engelli vatandaşları toplumun dışına iten, eve hapseden anlayışın reddedilerek engelliler için pozitif ayrımcılık ilkesinin hayata 72 SÖYLEŞI Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla 1992’den bu yana her yıl 3 Aralık’ta “Dünya Engelliler Günü” kutlanıyor. Engelli bireylere yönelik farkındalık yaratmayı amaçlayan bu özel günde çeşitli etkinlikler düzenlenerek ve konuyla ilgili açıklamalar yapılarak engellilerin toplum içindeki yeri ve önemi ile farklı alanlarda karşılaştıkları sorunlar ifade ediliyor, çözüm önerileri dile getiriliyor. 3 Aralık günü, engelli bireylerle ilgili toplumsal duyarlılığın ortaya konulması ve yapılan çalışmaların gözden geçirilmesi için bir vesile oluyor. Ancak bu önemli konunun tek bir gün değil, 365 gün gündemde tutulması, üzerinde konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Bu vesileyle “3 Aralık Dünya Engelliler Günü”nü kutluyorum. 73 HALKIN NÜKTEDAN TEMSILCISI YUSUF ZIYA ORTAÇ 74 ANIDAN ROMANA, ŞIIRDEN GEZI YAZISINA KADAR EDEBIYATIN HEMEN HER TÜRÜNDE ESER VEREN YUSUF ZIYA ORTAÇ, TÜRK MIZAHININ YAPITAŞLARINDAN AKBABA DERGISIYLE SIYASETE ELEŞTIREL VE NÜKTELI BIR PENCEREDEN BAKMIŞTIR. SIYASETLE ETKILEŞIMI YALNIZCA DERGIYLE SINIRLI KALMAYAN ORTAÇ, 1946’DAN ITIBAREN BEŞ YIL BOYUNCA MILLETVEKILI OLARAK GÖREV YAPMIŞTIR. İREM COŞKUNSEVEN “K öyün mezarlığından geçersen bir gün eğer / Birkaç dakika durup bak yosunlu taşlara / Görürsen etrafını otlar bürümüş bir yer / Ta yanına yaklaşıp benim adımı ara / Sonra bırak göğsüne taktığın beyaz gülü / Bari kabrinde gülsün bu bahtı siyah ölü” diyordu Yusuf Ziya Ortaç “Son Arzu” yapıtında. İlk şiirlerini aruz vezniyle kaleme almış olsa da sanatın toplum için yapıldığını, dolayısıyla eserlerin halkın konuştuğu dilde, şiirlerin de hece ölçüsüyle yazılması gerektiğini savunan Hecenin Beş Şairi’nden biriydi. Belki şiirleri okuyucuyu derin düşüncelere sevk etmiyordu; fakat dizelerindeki musiki ve ahenk, eğitilmemiş kulakları bile etkileyecek düzeydeydi. Üstelik yalnızca şiirle sınırlı kalmayacak, birçok edebi türün altına imza atacak ve Türk dergicilik tarihinin en önemli ögelerinden olan mizah dergisi Akbaba’yı literatüre kazandıracaktı. Yusuf Ziya Ortaç 1895 yılında İstanbul’da, mühendis Süleyman Sami Bey ile Huriye Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya gelir. Hatıratını kaleme aldığı Bizim Yokuş adlı eserinde erken yaşta vefat eden babasının ne kadar sevgi dolu olduğunu, yalnızca rakamlarla değil edebiyatla da ilgilendiğini, kendisinin iyi bir eğitim alması için elinden geleni yaptığını anlatır. İlkokulu İstavroz Abdullah Ağa Mektebi’nde tamamladıktan sonra bir yıl boyunca özel hocalardan Türkçe, Farsça ve Arapça dersleri alır. Fransızca öğrenmek için Alliance Israélite okuluna dört yıl devam ettikten sonra Hasan Âli Yücel ve Peyami Safa ile tanışacağı Vefa İdadisi’ne gider. Babasının mühendis olması dolayısıyla önceleri sayısal bilimlerle ilgilenen Ortaç, edebiyatın gönlünü fethetmesini şöyle anlatır: “Fenden edebiyata kayışım bir inatlaşma yüzünden olmuştur. Sınıf arkadaşım Salâhattin’den birinciliği almak için... Ben ondan edebiyat birinciliğini almıştım, ama edebiyat da beni bir daha geri vermemesiye almıştı.” Babasının ölümüyle lisenin son yılında eğitimine bir süre ara veren Yusuf Ziya Ortaç, aynı dönemlerde İçtihad dergisine aruz ölçüsüyle şiirler yazmaya başlar. Burada şiir ve edebiyat üzerine uzun tartışmalar yaptığı Rıza Tevfik’le tanışır. Ortaç’ın sanat anlayışını şekillendiren Ziya Gökalp ile tanışması da Rıza Tevfik sayesinde olur. Lise eğitiminin son yılını Hadîka-i Meşveret İdadisi’nde tamamlayan ve burada Faruk Nafiz Çamlıbel ile yolları kesişen Ortaç, 75 YUSUF ZIYA ORTAÇ ILK DERGISI ŞAIR’I ÇIKARIRKEN SERVET-I FÜNUN, ALEMDAR, AYINE VE AYDEDE DERGILERINE YAZMAYA DEVAM EDER. 1922 YILINDA ORHAN SEYFI ORHON’LA YENI BIR DERGI YAYIMLAMAK IÇIN BIR KADRO OLUŞTURUR. artık aruzu bırakacak ve hece ölçüsüyle dergilerine yazmaya devam eder. 1922 yılında kafa ve iş arkadaşı olarak nitelendir- şiirler yazmaya başlayacaktır. diği, kendisi de Hecenin Beş Şairi’nden biri olan Orhan Seyfi Orhon’la birlikte yeni bir Yusuf Ziya Ortaç şöhretini Türk Yurdu dergi yayımlamak için bir kadro oluştururlar. Halil Nihat, Osman Cemal, Selâmi İzzet, dergisine yazdığı yazılarla kazanmaya baş- Abdülbâki Fevzi, Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç’tan meydana gelen bu kadroya lar. Aynı zamanda İnci ve Servet-i Fünun’a karikatürleri çizmek üzere Münif Fehim ve Ramiz Hakkı da dahil edilir. “Çelebi”, “Tırpan” şiirler gönderen genç şair, hayatını vakfede- ve “Horoz” gibi çeşitli önerilerin ardından derginin adının “Akbaba” olmasına karar verilir. ceği dalı 1918 yılında bulur. Ömer Seyfettin, Kuşların en uzun ömürlüsü akbaba olduğundan, derginin adında bir temenni saklıdır. Ortaç’ı Diken isimli siyasi mizah dergisini Nitekim Akbaba, Ortaç’ın ölümünden sonra da oğlu tarafından yayımlanan uzun ömürlü İstanbul’da yayımlayan Sedat Simavi’ye bir dergi olacaktır. önerir ve böylece Ortaç mizahla tanışmış 1924 yılında Güzide Hanım’la evlenen Yusuf Ziya Ortaç, eşinin kız kardeşiyle dün- olur. Diken’e yazmaya başladıktan sonra yaevine giren iş arkadaşı ve meslektaşı Orhan Seyfi Orhon’la böylece bacanak olur. 1918 yılının Aralık ayında ilk dergisi Şair’le Ancak bacanağı kısa bir süre sonra Akbaba’yı tamamıyla Ortaç’a devreder. Ortaç bu yayıncılık hayatına atılır. dergiye Arif Ünlü, Çimdik, İzci, Kamber, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Yakuboğlu Işık müstearlarıyla yazılar kaleme alır. Derginin başyazısını yazanlar imzalarını “Akbaba” olarak Gülünçlüklere dair keskin bir göz: Akbaba attığından Ortaç aynı zamanda derginin “Akbabalarından” biri olma özelliği taşır. Yusuf Ziya Ortaç ilk dergisi Şair’i çıkarırken sonra kapatılan Aydede’nin devamı olarak nitelendirilen Akbaba, Yusuf Ziya Ortaç’ın Servet-i Fünun, Alemdar, Ayine ve Aydede 1967 yılındaki ölümünden sonra oğlu Engin Ortaç tarafından 10 yıl boyunca yayım- 76 Refik Halid Karay’ın mütareke yıllarında yayımladığı ve Millî Mücadele kazanıldıktan 1946 YILINDA ORDU MILLETVEKILI SEÇILEN YUSUF ZIYA ORTAÇ, 8 VE 9. DÖNEMLERDE GÖREV YAPAR. ORDU HALKININ SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNÜN YANI SIRA ÜLKENIN REFAHI IÇIN VERDIĞI UĞRAŞLAR MECLIS TUTANAKLARINA YANSIR. lanmaya devam eder. Yayın hayatı boyunca Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Aziz Nesin, Muzaffer İzgü gibi birçok değerli ismi konuk eden dergi, zaman zaman kapatılsa da Türk dergiciliğinin en uzun ömürlü ve en önemli dergilerinden biri haline gelir. Öyle ki Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Recep Peker’in beğenisini kazanan Akbaba, 1933 yılında devletin teşvikiyle yayımlanmaya başlar. 1935’te İstanbul Sular İdaresi’nde idare meclisi üyeliğine seçilen Yusuf Ziya Ortaç, burada 11 yıl görev yapar. Farklı dönemlerde zaman zaman Mercan İdadisi, Galatasaray Lisesi ve Fransız Kız Lisesi’nde öğretmenlik de yaptığı bilinen Ortaç, anı, gezi, şiir, oyun ve roman dahil olmak üzere birçok edebi türde eser verir. Bunlardan en bilinenleri Bir Rüzgâr Esti (şiir), Binnaz (oyun), Bizim Yokuş (anı-biyografi), Göç (roman), Üç Katlı Ev (roman), Halk Edebiyatı Antolojisi, Portreler (portre-anı) ve Kürkçü Dükkanı’dır (uzun hikaye). Meclis’te beş yıl 1946 yılında Ordu Milletvekili seçilen Yusuf Ziya Ortaç, VIII ve IX. Dönem boyunca TBMM’de görev yapar. 1951 yılında istifa edene kadar temsilcisi olduğu Ordu halkının haklarını Meclis’te gözetir. Görev süresi çok uzun olmamasına rağmen Ordu’nun eğitim ve sağlık hizmetleriyle alakalı sorunlarına eğilir. İlim irfan iştiyakıyla yanıp tutuşan Ordu halkının liseye kavuşması için Meclis’te demeçler verir. Kentteki hastaneye yeni kanatlar eklenmesi ve devletin ödenek ayırması için çalışmalar yapar. Ordu halkının sorunlarının çözümü dışında ülkenin refahı için verdiği uğraşlar Meclis tutanaklarına yansır. Liselerin 11 yıldan 12 yıla çıkarılması konusu Meclis’te görüşülürken, eğitim sisteminin yenilenmesine ihtiyaç duyulduğuna ve bu yeniliğin biçimden ziyade çağa uygun ders müfredatı belirlenmesi yoluyla olması gerektiğine dikkat çeker. Kendi alanı edebiyatın liselerde nasıl öğretilmesi gerektiği konusunda şunları söyler: “Harflerimiz değişti, dilimiz değişti. Ama edebiyat tedrisatı değişmedi. (...) O zaman fizik kitabında atom iki kelime ile tarif ediliyordu. (...) İki kelime ile ifade edilen atom bin sahifelik bir kitap olmuş. İki kelime bin sahifelik kitap ve on bin kişiyi bir anda öldüren bir bomba olurken sekt-i melihin manası ne diye sorulur mu?” “Türk tarihinin, Türk kültürünün köklerini uzak yılların derinliği arasında araştıran imanlı bir milliyetçi” olarak tanımladığı Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını geniş kitlelere yaymayı; günlük yaşamın, siyasetin, hayatın gülünç yanlarına ayna tutarak halka yeni bir perspektif sunmayı ve halkın konuştuğu güzel Türkçeyi sanat eserlerine yansıtmayı kendine görev edinen Yusuf Ziya Ortaç, 1967 yılında geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata veda eder. Geride, bir süre oğlu tarafından çıkarılan ve toplamda yaklaşık iki bin sayı yayımlanan Akbaba’nın yanı sıra edebiyatın hemen her dalında birçok eser bırakır. 77 7 Aralık 1941 - Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetleri, ABD’nin Büyük Okyanus’ta yapacağı herhangi bir askerî müdahaleyi önlemek amacıyla Hawaii’deki Pearl Harbor üslerini bombaladı. Tarihe “Pearl Harbor Baskını” olarak geçen olayda binlerce Amerikan askeri öldü. 1 Aralık 1913 - Belkıs Şevket Hanım, Osmanlı ordusuna bir uçak hediye edecek bağış parasını toplamak üzere bastırdığı kartları İstanbul üzerinde uçarak dağıttı. 1913 yılında kurulan Kadınların Haklarını Savunma Derneği’nin üyesi olan Belkıs Şevket Hanım’ın bu davranışı Osmanlı kadınının gücünü gösterme amacı da taşıyordu. ARALIK 1 5 7 12 Aralık 1940 Bulgaristan’daki Yahudilerin Nazi Almanyasının baskısından kaçmak için Filistin’e doğru yola çıktığı Salvador isimli gemi Silivri önlerinde battı. 40 kişi kapasiteli gemideki 352 yolcudan 230’u hayatını kaybetti. 10 12 5 Aralık 1934 Türkiye’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı. Kadınlara 1930 yılında belediye seçimlerinde, 1933’te köy muhtarı seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verilmişti. 10 Aralık 2003 - Shirin Ebadi, Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen ilk Müslüman kadın oldu. Bu ödül Ebadi’ye demokrasi ve insan hakları alanındaki çalışmaları dolayısıyla verildi. 10 Aralık 1948 - Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan maddeler içeren İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etti. 78 23 Aralık 1930 - İzmir’in Menemen ilçesinde Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biri yaşandı. Mustafa Fehmi Kubilay adındaki bir yedek subay ve ona yardım etmek isteyen iki bekçinin öldürülmesiyle başlayan hadise “Menemen Olayı” olarak anılıyor. 16 Aralık 1925 - 27 Aralık 1919 - Musul, Milletler Cemiyeti kararıyla Irak’a bırakıldı. Türk hükümetinin tarihsel, hukuksal ve siyasal haklılığı olmadığını düşündüğü bu karara itirazları kabul edilmedi. 15 Kurtuluş mücadelesinin, tüm cephelere yakınlığı nedeniyle ülkenin merkezinden yürütülmesi kararı alan Mustafa Kemal Atatürk ve Temsil Heyeti, Ankara’ya geldi. 16 23 27 27 Aralık 1945 - Dünya Savaşları’nın ardından ülkelerin bozulan ekonomilerini yoluna koyma, küresel para işbirliği yapma, finansal istikrarı sağlama, uluslararası ticareti kolaylaştırma gibi amaçlarla IMF (Uluslararası Para Fonu) kuruldu. 15 Aralık 1954 - Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e sunduğu Kıbrıs’ın kendisine bağlanması önerisi, BM Genel Kurulu tarafından reddedildi. Kararın ardından Rumların adadaki terör faaliyetleri arttı. 79 10 ARALIK 1948 TÜM INSANLAR ÖZGÜR VE EŞIT DOĞAR PINAR ÜNSAL J oluyor. Yöneticisini seçme ayrıcalığı herkese tanınmıyor mesela. ean-Jacques Rousseau, “Özgürlüğünden vazgeçen kimse inDemokrasinin temelinin atıldığı yerler olarak bilinen Yunan şehir sanlıktan, hak ve görevlerinden vazgeçmiş demektir” diyor. 18. devletlerinde bile belli bir kesime oy kullanma ve siyasi faaliyetyüzyılın başlarında söylenmiş, kitleleri galeyana getirecek kadar lere katılma hakkı tanınırken kölelerin yalnızca evlenmesine izin etkili bu söz ile Fransız Devrimi arasında bağlantı kuranlar yanılveriliyor. mıyor. Zira Cenevreli filozofun 1789’da patlak veren devrimi, tüm MÖ 300’lü yıllarda Kıbrıslı Zenon’un kurduğu Stoa Okulu, insana dünyaya dalga dalga yayılan özgürleşme hareketini düşünceleriyle dair bazı temel ilkeleri kabul ederek insan hakları anlayışının dolaylı olarak etkilediği biliniyor. Ölümünden çok sonra bile. en eski temsilcisi oluyor. İnsanın temel amacının mutHoratius’un (MÖ 65-8) “Ancak kendi kendini yöneluluk olduğunu söyleyen ve bilgelik, adalet, yiğitlik, ten insanlar hürdür” ve Milton’ın (1608-1674) “Bana ölçülülük, dürüstlük erdemlerini benimseyen hürriyetlerin en büyükleri olan düşünce, inanç, Stoacılar, tüm insanların eşit, özgür ve kardeşçe vicdan hürriyetlerini verin” sözleri demokrasi ve yaşayabileceğini savunuyor. özgürlükle ilgili iki güzel örnek. Görüldüğü gibi Binyıllardır peşinden koşulan “hak” kavramı, binlerce yıl önce de günümüzde de eşitlik, özzaman içinde engellerle karşılaşmasaydı belki gürlük, adalet ve demokrasi hep dile getiriliyor, de bundan çok daha önce şimdiki konumuna bu kavramların hayata geçirilmesi arzulanıyor. gelecekti. Dünya insan haklarını hayata geçirBugün insan hakları dendiğinde onunla ayrılmaz mede o kadar geri kalıyor ki, bir insanlık ayıbı olan Jean-Jacques Rousseau bir bütün oluşturduğu gözlenen söz konusu kavkölelik bile 19. yüzyılın sonlarında kaldırılıyor, kadınların ramlara bir de “barış” eklenmeli. Çünkü insan haklarının pek çok açıdan erkeklerle eşit haklara sahip olması ise 20. olduğu yerde barışı da sağlamak zor değil. yüzyılın başlarını buluyor. İnsan hakları, herkesin doğuştan sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri ifade ediyor. Dil, din, ırk, cinsiyet, yaş ayrımı gözetDaha adil bir dünya için meksizin bütün insanlara tanınmış bu haklar, ülkelerin gelişmişlik İnsan hakları kavramının kağıda dökülmesi ve ona hukuksal bir düzeyini de belirliyor. Bir ülkede insan haklarına ne kadar saygı boyut kazandırılması, 1215 yılında İngiltere kralının yetkilerini duyuluyorsa o ülkenin o kadar uygar olduğu görülüyor. kısıtlayarak halka birtakım hak ve özgürlükler tanıyan “Magna İnsana haklar tanınmasının tarihsel geçmişi İlk Çağ’a kadar Carta” ile mümkün oluyor. Belgede yer alan “Özgür hiç kimse uzanıyor. Ancak o yıllarda kişinin birey olarak değil, toplumun çokendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde ğalmasına, düşmanlarla mücadele etmesine, doymasına yardımcı muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı bir varlık gibi düşünülmesi nedeniyle kişilere verilen haklar sınırlı 80 yankı buluyor o yıllarda. Bu bildirgeyle tarihteki en kanlı olaylardan olan II. Dünya Savaşı’nın ardından bireylere verilen hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması konusunda pek çok ülke birleşiyor. Bildirgenin imzalandığı 10 Aralık, her yıl Dünya Magna Carta’nın imzalanışı İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor. 1966 yılında imzalanan ve 1976’da yürürlüğe giren BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi bildirgeye hukuki bağlayıcılık kazandırıyor. İnsan haklarına saygı Avrupa Konseyi’ne üyeliğin temellerinden birini oluşturuyor. Konseye üye ülkelerin üzerinde anlaştıkları bir metin olan ve 3 Kasım 1953’te yürürlüğe giren “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” (European Convention on Human Rights) yaşam, evlenme, adil yargılanma hakları; düşünce, toplantı yapma, dernek Magna Carta ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” maddesi günümüz hukuk sisteminin temellerini de oluşturuyor. Ülkelerin kendi içinde vatandaşlarına uyguladıkları politikaların uluslararası bir boyuta taşınması bazı sözleşme ve bildirilerle sağlanıyor. Berlin Duvarı yıkılmadan önce insan haklarıyla ilgili hazırlanan uluslararası metinler, 1989 sonrasında sayıları artan bildiri ve sözleşmelere de örnek oluyor. İnsan haklarını korumak amacıyla yayımlanan en önemli metinlerden biri “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”dir (La Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen). Fransız Devrimi sırasında yayımlanan ve ilk maddesi “İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar” olan bildirge, Ulusal Meclis tarafından 1791 Fransa Anayasası’na önsöz olarak ekleniyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan ve 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” (The Universal Declaration of Human Rights), “tüm insanlığın Magna Carta’sı” olarak kurma, din özgürlükleri; kölelik, ayrımcılık, hakları kötüye kullanma, işkence yasaklarıyla ilgili ayrıntılı maddeler içeriyor. Birleşmiş Milletler çatısı altında oluşturulmuş Irkçılığa Dayalı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (21 Aralık 1965), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (18 Aralık 1979), Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (20 Kasım 1989), Engelli Kişilerin Haklarına Dair Uluslararası Sözleşme (13 Aralık 2006) gibi ayrıntılı metinlerle insan hakları güvence altına alınıyor. İnsanların insanlar için hayata geçirdiği bu sözleşme ve bildirilerle hiç şüphesiz daha adil, mutlu, özgür ve barış dolu bir dünya amaçlanıyor. 81 KOCA SİNAN’IN YOLUNDA BİR BİLGE MİMAR TURGUT CANSEVER 82 DÜNYANIN EN SAYGIN ÖDÜLLERINDEN AĞA HAN MIMARLIK ÖDÜLÜ’NÜ ÜÇ KEZ ALMAYI BAŞARMIŞ TEK ISIM OLAN TURGUT CANSEVER, MIMARI ESERLERINDE SERGILEDIĞI ÜSLUP VE KITAPLARINDA TAKINDIĞI TAVIRDAN DOLAYI “BILGE MIMAR” OLARAK ANILIR. CANSEVER, MIMARI GELIŞMIŞLIĞIN EN ÖNEMLI KALKINMA GÖSTERGELERINDEN BIRI OLDUĞU DÜŞÜNCESINDEN HAREKETLE, OSMANLI ŞEHIRCILIĞININ IZINDE YENI VE ÖZGÜN BIR SANAT EVRENI KURAR. ENVER UYGUN M edeniyet, Arapçada şehir anlamına gelen “medine” sözcüğünden türemiş, temel anlamı şehirlilik olan bir kavramdır. Fransızcadan doğan ve birçok Batı diline aynı şekilde geçen “civilisation” da aynı şekilde şehirli bir kültüre vurgu yapar. Şehirli olmak, doğrudan doğruya yerleşik hayata geçmek, toprağa bağlı üretimi benimsemek ve kalabalık grupların bir arada yaşayabilmesini sağlamak üzere çeşitli kurumların oluşmasına, kuralların koyulmasına zemin hazırlamak demektir. Göçebe yaşamın alışkanlıklarının terk edilmesi ve yerleşiklik öncesi döneme oranla daha belirleyici ilkelere göre hareket edilmesinin yanında şehirliliğin öne çıkan üçüncü unsuru mimaridir. Hatta denilebilir ki, mimari medeniyetin belirleyicisidir. Bilim, sanat ve felsefe alanına giren hemen tüm yapıntılar şehirli olmaksızın da ortaya konulabilir. İnsanlığın doğadaki diğer varlıklardan farklı olarak geliştirdiği bu üç alanın ortaklaşa iş gördüğü mimari ise hem şehri var eder hem de şehirliliği şart koşar. Mimarinin gelişimi insanların yerleşik hayata geçmesiyle başlar. Başlangıçta barınma ihtiyacına cevap vermek üzere inşa edilen yapıların yanına zamanla sosyal donatılar eklenir. En eski mimari eserlere bakıldığında dinî kimlikli olanların sayıca fazla olduğu görülür. Bu veri, mimarinin somut olarak bu dünyaya ait olsa da aslen dünya ötesi, manevi bir iklime açıldığının ilk işaretidir. Çağlar boyunca tapınaklar, camiler, kiliseler, havralar öne çıkan mimari yapılar olacak; ulusal ve bölgesel kültür ögeleri sivil mimaride de en verimli temsil alanını bulacaktır. Doğal şartlarla yakından ilişkili olması nedeniyle insanın evrendeki yerini sorgulamaya ve dünya görüşünü yansıtmaya elverişli bir konumda bulunan mimari, çeşitli dönemlerde egemen güçlerin ideolojilerini yaymak ve benimsetmek için kullanacağı bir araca da dönüşür. Bunun yakın geçmişteki önemli örneği Nazi mimarisidir. Devletin gücünü ve ihtişamını vurgulayan yüksek tavanlı görkemli yapılar aynı zamanda bireyin devlet karşısındaki küçüklüğünü dile getirir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren etkili olan, 21. yüzyılın düşünce dünyasını şekillendiren postmodernizm de ilk kez mimaride ortaya çıkmıştır. Birliğin ve bütünlüğün esas alındığı, tek tek yapılara önem verilirken şehrin doğal ve insan unsuru yapılarının da gözetildiği, yaşama alanlarının uyum içinde bir araya getirildiği mimari anlayışına sırt çeviren postmodern mimarlığın etkisi kısa sürede felsefede hissedilir. Batı düşüncesindeki geniş kapsamlı bütüncül sistemler parçaları ve ayrıksılığı savunan görüşlerin saldırısına uğrar. Sonuç olarak geçtiğimiz yarım yüzyılı belirleyen bir küresel dünya görüşü ortaya çıkar. “Ne olsa uyar” ilkesi etrafında şekillenen bu yaklaşımın ürünleri siyasetten bilime, sanattan teknolojiye hayatın her alanına yansır. Mimari cephesinden bakıldığında bir şehir plancılığından söz etmenin zorlaşması, münferit ve çoğu kez hem işlevden hem estetikten yoksun binaların birbiri ardınca yükselmesi bu sürecin sonucudur. Tıpkı Nazi mimarisinde olduğu gibi postmodern mimaride de bireyi şekillendirmek isteyen bir anlayış göze çarpar. Toplum ve topluluk hayatının çarpıklığını dile getiren, her kişinin bireyliğinden çok bencilliğin öne çıkmasını arzulayan, ortak yaşamı geri plana iten bir dildir bu. Postmodern mimari eğilimin Amerika Birleşik Devletleri’nde, petrol zengini kimi Asya ülkelerinde yerleştiğini görmek şaşırtıcı olmasa da köklü mimari geleneklere sahip Avrupa ve 83 Türkiye’de de etkili olduğunu fark etmek ilginçtir. Türkiye’nin Tanzimat’tan itibaren yürüdüğü medeniyet yolunda, çağdaş olanla geleneksel ögeleri harmanlamayı bilen öncülerin eserlerinin kalıcı olduğu görülür. Moda akımlara kapılıp belli bir dönemde geçerli olan görüşlerse çoğu zaman kalıcı hasara yol açar. Bu sakıncalı durumun farkında olan, yalnızca ortaya koyduğu eserlerle değil, görüşlerini çeşitli kanallardan açıklayarak ve yönetim kademelerinde önemli görevler üstlenerek de sorunlara çözüm arayan kişilerden biri mimar Turgut Cansever’dir. Yahya Kemal’in Türk-İslam medeniyetinin rafineleştiği alan olarak kaydettiği mimari, Cansever için de aynı konumdadır. “Yapmak istediğim şeylerden bir tanesi, maddi varlık tabakasının; yani bütün inşaat malzemesi, teknoloji vesairenin gereklerini dikkatle yerine getirerek, ancak bütün bu malzemeyi fikir dünyamızın, inanç dünyamızın transandantal çerçevesi içerisine yerleştirerek sosyal, iktisadi ve biyolojik varlık alanı gerçeklerini de saygıyla inceleyip onların gereklerini tam yerine getirerek; güneş, gölge gibi biyolojik varlık alanının ihtiyaçlarını da karşılayarak, psişik dünyamızın gerektirdiği sükunet ve huzuru sağlayarak, yavaş hareket çerçevesi içinde, bağımsız tektonikleri üzerlerine ilave alabilecek mass kolektivitelerini (kütle birlikleri) tezyinî (süslemeci) bir niteliğe ulaştırmaktır. Bu da üslubun niteliğidir” cümlelerinin sahibi Turgut Cansever’i anlamak için ona çok geniş bir açıdan bakmak, bunu yaparken bazı kavramların etrafında gezinmek gerekir. Büyük deha Mimar Sinan’ın yolunu benimseyen Cansever, Türk kültürünün, Türk şehirciliğinin neden özgün bir bütünlük olduğunu, 84 günümüzde unutulmaya yüz tutmuş bu özelliklerin ekonomik ve sosyal kalkınmada ülkemizi nasıl geri bıraktığını farklı cepheleriyle ortaya koyar. Sonsuz mekanın peşinde Turgut Cansever 1921 yılında Alanya’da dünyaya gelir. Ankara ve Bursa’da sürdürdüğü ilköğreniminden sonra Galatasaray Lisesi’nden mezun olur. Bu okulda, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin yakından tanıyacağı müzisyen İlhan Usmanbaş, ressam Avni Arbaş ve ressam-mimar Cihat Burak’la aynı sıraları paylaşır. Liseden sonra ressam olma isteğiyle İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarına girer. Akademi’de mimarlığa yönelen Cansever, daha sonra Türkiye’de sanat tarihi alanında yazılan ilk doktora tezine imza atar. O yıllarda, hatta 1970’lerin sonuna kadar mimarlık eğitiminin güzel sanatlar kapsamında ele alınması da önemli bir ayrıntıdır. Turgut Cansever’in 1949 yılında İstanbul Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezi Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları adını taşır. Tezin 2009 yılında kitaplaştırılırken aldığı isim Cansever’in mimari görüşünü açıklıkla ortaya koyacaktır: Sonsuz Mekanın Peşinde. Sonsuz mekan fikri, mimarın dünya görüşünü gösterdiği kadar gelenekten nasıl beslendiğini de ortaya koyar. Cansever, “Varlığın bütün alanlarını kapsayan ve hayatın getirdiği sorunlarla sürekli girift ilişkiler içinde olan mimari, maddi, biyososyal, psikolojik ve ruhi-akli varlık düzeylerinde geliştirilir” diyerek sanatın, bilimin, felsefenin, politikanın üstünde duran ve bunların CANSEVER YEREL UNSURLARIN MIMARI ESERDEKI ÖNEMINI KAVRAMIŞ, ESERIN ŞEHIRLE ILIŞKISINI BU ÖGELER ÜZERINDEN KURARKEN BÜYÜK RESIMDE MEDENIYETE EKLEMLENECEK ÖZGÜN DOKUNUŞLARLA MESLEĞINI ICRA ETMIŞTIR. hepsini belirleyen geniş bir alanı tarif eder. İnsanın varoluşuyla doğrudan ilgili gördüğü mimarinin, toplumsal hayattaki rolünün altını çizer. Cansever yerel unsurların mimari eserdeki önemini kavramış, eserin şehirle ilişkisini bu ögeler üzerinden kurarken büyük resimde medeniyete eklemlenecek özgün dokunuşlarla mesleğini icra etmiştir. Akademik literatürde bölgeselcilik adıyla anılan yaklaşımın Turgut Cansever’de başarıyla uygulandığı görülür. Cansever’e göre yerel kültür, iklim ve coğrafya verileri ile bir bölgeye özgü yapı malzemeleri, teknikleri gibi özellikleri ön planda tutan bu görüşle inşa edilen eserlerin toplumla bütünleşmesi, o toplumun değerlerinden beslenmesi ve yeni değerler üretmesi doğal bir sürecin sonucudur. Bu yönüyle, eserlerinde kullandığı yüksek mühendislik teknolojisi ve ulaştığı estetik seviyenin yanında şehrin bütününü gözeten Mimar Sinan’ın izinden gider. Mimar Sinan adlı kitabında, büyük mimarın şahsında cisimleştirdiği İslam mimarisi hakkında şu saptamada bulunur: “Yapıyı kullanan herkes, kendi yerini tayin ediyor. Bu tam mutlak bir demokratik yapıdır, mimarideki demokrasidir. Yapı emretmiyor, kesin olarak tarafsız bulunuyor.” Cansever, geçmişte bu topraklardan doğmuş demokratik mimarinin taklit ürünler ve çağın modalarıyla bozulması üzerine kafa yoran bir düşünce insanıdır aynı zamanda. İslam’da Şehir ve Mimari, Osmanlı Şehri, İstanbul’u Anlamak ve Kubbeyi Yere Koymamak kitaplarında mimari-medeniyet ilişkisini enine boyuna tartışır. Konunun tarihte nasıl ele alındığını, günümüzde görmekte zorlanılanların ne olduğunu cesaretle ortaya koyar. Turgut Cansever’in “Bilge mimar” olarak anılmasının altında yatan da bu felsefi derinliğidir. Turgut Cansever, Akademi yıllarında çeşitli ulusal yarışmalarda elde ettiği ödüllerle başladığı meslek hayatının ilk çalışmasını 1949 yılında Sadullah Paşa Yalısı’nı restore ederek gerçekleştirir. Daha sonra aralarında mimara Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü getiren Türk Tarih Kurumu binası (Ankara), Ertegün Evi restorasyonu (Bodrum) ve Demir Tatil Köyü (Bodrum) gibi işlerin de yer aldığı çok sayıda projeye imza atar. Tarihî yapı restorasyonları, özel konut çizimleri ve kamu binalarının inşasının yanı sıra İstanbul’daki Beyazıt Meydanı’nın yayalaştırma ve düzenlemesi ile Çırağan Sarayı’nın yeniden işlevlendirilmesi de Cansever’e aittir. Tekil yapılar, küme yapıları ve kamusal alan tasarımlarında kendi mimarlık görüşünü doğal şartlara, tarihe ve kültüre yaslanarak ortaya koyan Cansever, eserlerinde güzel sanatlardan felsefeye, pozitif bilimlerden tarihe uzanan çok geniş bir yelpazenin etkilerine açık tutar kendini. Ama her zaman zihninin arka planında duran temel çıkış noktaları vardır. Bunların başlıcaları; İslam estetiğinin ana dayanaklarından olan, Allah’ın mükemmel şekilde yarattığı dünyanın çirkinleştirilmemesi düşüncesi, sadeliğin dışına çıkmadan doğayı süsleme anlayışı ve İslamiyet’in bir şehir dini olmasıdır. Cansever buralardan hareketle klasik dönem Osmanlı mimarisindeki çoksesliliği eserlerine taşır. Tabiatta milyonlarca canlı türünün kendi alanları içinde yaşaması gibi mimari eserlerde de hem yapıda kullanılan malzemelerin birbirleri arasındaki uyuma hem de ortaya çıkan bütünlüğün şehir ve doğayla uyumuna önem verir. Ardında bıraktığı onlarca eserde Türkiye’nin sorunlarına mimari penceresinden birçok çözüm önerisi sunan Turgut Cansever 22 Şubat 2009’da hayata veda eder. Cansever’in, yalnızca ilk 10 yılını görebildiği 21. yüzyıla dair öngörüleri arasında, dünyadaki mimarlık eğilimlerini kökten dönüştürecek ve eski görkemli günleri de aşacak şekilde başarı sağlayacak potansiyelin yalnızca Türkiye’de bulunduğu tezi de yer alır. 85 DERGÂHIN ŞAİRİYLE… 27 ARALIK GÜNÜ VEFATININ 79. YILDÖNÜMÜNDE RAHMETLE YÂD EDECEĞIMIZ MEHMET ÂKIF, MILLÎ MÜCADELE YILLARINDA İSTIKLAL MARŞIMIZI KALEME ALMIŞ IYI BIR EDEBIYATÇI VE TEVAZUNUN HÂKIM OLDUĞU HAYATIYLA ÖRNEK BIR ŞAHSIYETTIR. ERBAY KÜCET M illî şairimiz Mehmet Âkif toplumsal meselelere karşı her zaman duyarlı olmuş, yaşadığı devirdeki siyasi ve sosyal hayatı eserlerinde başarıyla işlemiştir. 27 Aralık günü vefatının 79. yıldönümünde rahmetle yâd edeceğimiz Âkif, Millî Mücadele yıllarında İstiklal Marşımızı kaleme almış iyi bir edebiyatçı ve tevazunun hâkim olduğu hayatıyla örnek bir şahsiyettir. Takvimlerimiz 27 Aralık 1982’yi gösteriyordu. Bir gün önce yağan kar, buz keserek caddeleri dondurmuştu. Soğuk neredeyse iliklere işliyordu. Gazeteye göz atarken “Mehmet Âkif anılıyor” başlıklı haber dikkatimi çekti. İstiklal Marşı şairimizin İstanbul’da defnedildiğini, mezarının da orada olduğunu bildiğim için şaşırmıştım. Okul yıllarındayken haftada iki defa okuduğumuz, ancak şuuruna bir türlü eremediğimiz marşımızın şairinin bir toplantıyla anılmasını ilk defa duyuyordum. Haberi okuyunca içimin tuhaf duygularla doluverdiğini fark ettim. Meğer bu anma programını düzenleyenler, Âkif’in dikkat çektiği Asım’ın neslinden gelen Türkiye Yazarlar Birliği üyesi dostlarımızmış. Mehmet Âkif’in Millî Mücadele yıllarında Ankara’da bulunduğu sırada ikamet ettiği Taceddin Dergâhı’nda yapılacak toplantıya birkaç dostla birlikte katıldım. Taceddin Sultan Camii’nin mütemmim cüzü Taceddin Dergâhı’nı da bu vesileyle öğrenmiş oldum. 1988 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yapılan onarımla bugünkü görünümünü kazanan dergâhta, Burdur Milletvekili Mehmet Âkif dostlarıyla Millî Mücadele meselelerini görüşmüş, musikişinas insanlarla meşk etmiş, İstiklal Marşı’nı da bu mekanda yazmaya başlamıştır. Hatta bazı geceler, gelen ilhamı kaçırmamak için dörtlükleri dergâhın duvarlarına kazıdığı da anlatılmaktadır. Bütün dünyaya küskündüm dün akşam pek bunalmıştım / Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım mısralarıyla başlayan “Bülbül” şiirini de bu evde yazdığını unutmayalım. Dr. Mecit Bumin, Türk Edebiyatı dergisinin 1982 yılında yayımlanan özel sayısında, zulmü alkışlamayan, zalimi sevmeyen, mazlumun 86 dostu Mehmet Âkif’in son günlerini İstanbul Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın bir odasında geçirdiğini, o dönemde kendisini ziyarete gidemediği için büyük üzüntü duyduğunu anlatmaktadır. Merhumun vefatını bir rastlantı neticesinde duyduğunu belirten Bumin, Âkif’in cenaze töreninde sadece bir grup talebe ile dostlarının yer aldığını ifade eder. 1982 yılında Mehmet Âkif’in vefatının 46. yıldönümünde Türkiye Yazarlar Birliği’nin düzenlediği anma töreninde, tıpkı merhumu Edirnekapı’daki kabrine defnedenler gibi, gönüllüler bir araya gelmişti. Taceddin Sultan Camii müezzininin Kur’an-ı Kerim tilavetinin ardından okuduğumuz Fatiha’nın Mehmet Âkif’in ruhaniyetine vasıl olması için Cenab-ı Allah’tan arz ve istirhamda bulunduktan sonra Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Genel Başkanı ve Mehmet Âkif denildiğinde akla gelen birkaç isimden biri olan D. Mehmet Doğan, anlam yüklü olduğu kadar heyecan uyandıran bir konuşma yaptı. Doğan, “Mehmet Âkif içinden çıktığı toplumun dertlerini ve meselelerini bir fikir adamı gibi şiirlerinde ele alan, şiirle düşünen, aynı zamanda da inandıklarını yaşayan ve sonuna kadar savunan örnek bir aydınımızdır. Mehmet Âkif gibi topluma mâl olmuş büyük bir şahsiyeti bütün yönleriyle ele almak, tanıtmak zorundayız. Âkif’i şu ya da bu yöne çekmek veya daraltıp sınırlayarak ele almak ona en büyük saygısızlık olur” derken, Türkiye Yazarlar Birliği’nin sonraki yıllarda peş peşe düzenleyeceği “Mehmet Âkif Bilgi Şölenleri”ni işaret etmişti. Konuşmalardan sonra iki katlı küçük, mütevazı binayı gezme imkanımız oldu. O gün merhum Âkif’in tesbihi ve cep saati sergilenmişti. Dergâhın bahçesinde “Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı!” mısrası eşliğinde Âkif’le birlikte dolaşıyorduk. Mehmet Âkif, her millî ve toplumsal meseleyi açık ve etkili bir şekilde ortaya koymuştur Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz / İnler ‘Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz! mısralarıyla seslenen, milletin ıstıraplarını terennüm etmiş olan Mehmet Âkif, dikkat çekmek istediği her memleket yarasını, göstermek istediği her millî ve toplumsal meseleyi eserleriyle açık ve etkili bir şekilde ortaya koymuş, sorunlarla mücadele etmekten de geri durmamıştır. Son yıllarda Mehmet Âkif hakkındaki çalışmaların akademik çevrelerce ele alınmasının yanı sıra özellikle Türkiye Yazarlar Birliği’nin bu konuda önemli adımlar attığını yakinen bilenlerdenim. Yıllar önceki anma etkinliklerinden başlayarak her 27 Aralık’ta davet yapılmadan Taceddin Dergâhı’na gelenlerin azim ve kararlılığıyla 2007 yılında “İstiklal Marşı’nın Kabul Edildiği Günü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Günü Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiştir. Mehmet Âkif’i yakından tanımak, onunla tanışmak veya tanışıklığınızı pekiştirmek isterseniz 27 Aralık 2015 tarihinde saat 10:00’da Taceddin Dergâhı’nda buluşalım. 87 BİR USTA BİR DÜNYA: ÖZDEMİR ASAF “TÜM DÜNYAYI KUCAKLAMAK İSTEDİM; KOLLARIM YETİŞMEDİ” YAPI KREDİ YAYINLARI İSTANBUL, 2015 144 S. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, ölümünün 34. yılında usta şair Özdemir Asaf’ı 2-23 Ekim günleri arasında İstanbul’da gerçekleşen “Bir Usta Bir Dünya: Özdemir Asaf” başlıklı sergiyle andı. Fotoğraflar, kişisel belgeler, karalama defterleriyle sanatçının hayatına ve kişiliğine ışık tutan “Tüm dünyayı kucaklamak istedim; kollarım yetişmedi” alt başlıklı serginin kataloğu aynı adla yayımlandı. Önsözünü değerli tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy’un yazdığı eser, Ölüm gibi bir şey oldu / Ama kimse ölmedi ile Anladı, bütün olmuşlarla olanların / Ve bütün olacakların / O kelimelerin içinde / Kendisine varmadan eskidiğini gibi dizelerle hepimizin hayatına bir şekilde dokunmuş olan Özdemir Asaf’ın yaşamına ve iç dünyasına bir yolculuk niteliğinde. ANTİMADDE FRANK CLOSE BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ İSTANBUL, 2015 171 S. Oxford Üniversitesi’nde parçacık fiziği dersleri veren Frank Close Antimadde adlı eserinde bilim tarihinin en ilginç konularından birini ele alıyor. Maddenin ters ikizi olarak bilinen antimadde veya karşıt madde kavramı, ilk olarak 20. yüzyılda Paul Dirac isimli bir fizikçinin matematiksel denkleminin sonucunda ortaya atıldı. Eser antimadde nedir, nasıl keşfedilmiştir, kaynağı nerededir, nasıl üretilir, hangi amaçlara hizmet eder, ne gibi imkanlar sunar ve ne tür tehditler oluşturur gibi sorulara yanıt veriyor. Fizik ve gerçekliğin en ilgi çekici konularından olan antimaddenin serüveni Zeynep Alpar’ın çevirisiyle okuyucuya aktarılıyor. BOĞULMAMAK İÇİN GEORGE ORWELL CAN YAYINLARI İSTANBUL, 2015 256 S. İngiliz Edebiyatı’nın en çok referans gösterilen kitapları arasında yer alan 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin yazarı George Orwell’in ilk defa 1939’da yayımlanan Boğulmamak İçin adlı eseri, Suat Ertüzün’ün çevirisiyle okuyucuya ulaşıyor. Hayatı ev taksitleri, faturalar ve rutine boğulmuş, 45 yaşında evli ve çocuklu bir sigorta pazarlamacısı olan George Bowling, Avrupa’nın kapısına dayanan savaştan ve modern zamanlardan kaçarak çocukluğunu geçirdiği sakin köyüne sığınmak ister. Acaba köyünde her şey bıraktığı gibi midir? Orta sınıfa mensup orta yaşlı kişilerin ilişkilerini konu edinen eserde olaylar ironik bir dille birinci kişi ağzından anlatılıyor. 88 VAROLMA ANLARI VIRGINIA WOOLF KIRMIZI KEDİ İSTANBUL, 2015 252 S. Savaştan çıkmış bir Avrupa’da yetişen yazarlar, 20. yüzyılda kendilerini ifade etmenin yeni yollarını aramaya başlar. Böylece bilinç akışı adı verilen bir yöntemi kullanan ve karakterin iç dünyasıyla kurduğu monologlardan meydana gelen yeni bir edebi akım doğar. Kendine Ait Bir Oda ve Mrs. Dalloway’in yazarı Virginia Woolf, modernizm olarak adlandırılan bu akımın en önemli temsilcilerinden biridir. Yazarın hayattayken yayımlatmadığı, dosyalarında saklı kalan otobiyografik yazılarından meydana gelen ve kadın-erkek eşitliği, kadının toplum içindeki rolü gibi meselelere odaklanan Varolma Anları, Woolf’un ölümünden sonra basılan en önemli kitabı olma özelliği taşıyor. HAYKIRIŞ ORHAN KILERCIOĞLU ÇATI KITAPLARI İSTANBUL, 2014 432 S. “Yunan emperyalizmine darbe indiren kahraman mücahitlerimize” ithaf edilen eser, yakın geçmişte Kıbrıs’ta yaşananları ve Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıları tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. 49. Hükümet’te Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Orhan Kilercioğlu’nun kaleme aldığı eser, belgelere dayanan objektif anlatımının yanı sıra edebi üslubuyla da dikkat çekiyor. Kilercioğlu, asker ve siyasetçi kimlikleriyle Kıbrıs konusuna projeksiyon tutarak yakın tarihimizde yaşananların perde arkasını gözler önüne seriyor. KELIMELERIN SEYIR DEFTERI D. MEHMET DOĞAN YAZAR YAYINLARI ANKARA, 2015 200 S. Kelimelerin zaman içinde geçirdiği değişimi ele alan eser, sözlük dendiğinde ilk akla gelen isimlerden D. Mehmet Doğan’ın imzasını taşıyor. Kelimelerin dilin engin denizinde sürekli hareket halinde olduğuna işaret eden ve “Bazıları bir zaman bir limana demirlese de, bir gün hiç beklenmedik bir şekilde sefere çıkabilir. Unutulmuş sanılan bir kelime birden hayat bulur” denilen eserde, kelimelerin zaman içindeki seyri üzerinden bir kültür tarihi yazmanın mümkün olduğu ifade ediliyor. 89 ŞAHADOĞRU TÜLAY ÖRTEN YILDIZ Z KALAN Çorum yöresine ait bozlaklara sazıyla hayat veren rahmetli ozan Âşık Şekip Şahadoğru’nun torunu olan TRT sanatçısı Tülay Örten Yıldız, ilk albümüne dedesinin soyadını veriyor. Dokuzu dedesine, üçü amcası Orhan Şahadoğru’ya ait olmak üzere toplam on iki eserden meydana gelen albümde sanatçı, dört bozlağı kendi sazıyla çalıyor. Geri kalan kırık havaların tamamı Erdal Erzincan imzası taşıyor. Yöresel ezgilerin özgün altyapılarla harmanlandığı albüm, önemli kültür değerlerimiz bozlakları dinleyiciyle tekrar buluşturuyor. FOREVER MAN ERIC CLAPTON REPRISE RECORDS Dünyanın en iyi gitaristi, söz yazarı ve şarkıcılarından biri kabul edilen Eric Clapton, 33 şarkıdan oluşan derleme albümüyle yeniden sevenleriyle buluşuyor. Hem solo çalışmaları hem de üyesi olduğu grup performanslarıyla rock ve bluesun efsanelerinden biri haline gelen sanatçının “Forever Man” adını verdiği albüm, 1991 yılında kaybettiği dört yaşındaki oğlu için yazdığı ve kendisine 6 Grammy Ödülü getiren şarkısı “Tears in Heaven”ın yanı sıra Leyla ile Mecnun’un hikayesinden ilham alarak yazdığı “Layla” gibi unutulmaz eserleri de içeriyor. ESSENTIAL RECOLLECTION JEAN-MICHEL JARRE SONY MUSIC Elektronik müziğin öncüsü kabul edilen Fransız prodüktör Jean-Michel Jarre, Sony Music imzasıyla yeniden yayımlanan “Essential Recollection” adlı albümle bir kez daha dinleyicinin karşısına çıkıyor. Albümleri tüm dünyada 80 milyonun üzerinde satan, günümüz DJ’lerinin rol modeli Jean-Michel Jarre, şarkılarında elektronik, synthpop ve New Age tarzlarını harmanlıyor. Albüm, “Oxygene”, “Last Rendez-Vous” ve “Magnetic Fields” gibi birer efsane haline gelmiş 14 parçadan oluşuyor. 90 ERTUĞRUL 1890 YÖNETMEN: MITSUTOSHI TANAKA SENARYO: ERIKO KOMATSU OYUNCULAR: MASAAKI UCHINO, KENAN ECE, SHIORI KUTSUNA, ALİCAN YÜCESOY, YUI NATSUKAWA YAPIM: TÜRKİYE-JAPONYA, 2015 TÜR: DRAM, TARİH II. Abdülhamid’in iade-i ziyaret amacıyla Japonya’ya gönderdiği Ertuğrul fırkateyni 1890 yılında Yokohama Limanı’na varır. Görkemli bir şekilde karşılanan mürettebat Japonya’da 3 ay kaldıktan sonra 15 Eylül 1890’da yurda dönmek üzere limandan ayrılır. Ancak Ertuğrul fırkateyni Kuşimoto açıklarında tayfuna yakalanarak batar. 587 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu kazanın ardından Japon halkı, sağ kalanlara yardım etmek için seferber olur. Öte yandan, 1985’te İranIrak savaşı sırasında Tahran’da mahsur kalan Japon vatandaşları, dönemin başbakanı Turgut Özal’ın girişimleri sonucunda Türk uçaklarıyla ülkelerine ulaştırılır. İki ayrı öyküyü çarpıcı bir şekilde beyazperdeye taşıyan “Ertuğrul 1890”, Türkiye ve Japonya’nın ilişkilerini kuvvetlendiren tarihî gerçeklere dayanıyor. Türk-Japon ortak yapımı filmin yönetmen koltuğunda Mitsutoshi Tanaka oturuyor. MACBETH YÖNETMEN: JUSTIN KURZEL SENARYO: JACOB KOSKOFF, MICHAEL LESSLIE, TODD LOUISO OYUNCULAR: MICHAEL FASSBENDER, MARION COTILLARD, ELIZABETH DEBICKI, SEAN HARRIS YAPIM: İNGİLTERE-FRANSA-ABD, 2015 TÜR: DRAM, SAVAŞ William Shakespeare’in iktidar hırsının insan ruhunu ve bedenini nasıl yiyip bitirdiğini konu alan trajedisi Macbeth bu kez tiyatro sahnesinde değil, beyazperdede izleyiciyle buluşuyor. İskoçya Kralı’nın hizmetindeki soylu bir general olan Macbeth (Michael Fassbender), günün birinde üç cadıdan gelecekte İskoçya’nın kralı olacağına dair bir kehanet duyar. Kehaneti karısına anlattığında güç hırsıyla yanıp tutuşan Lady Macbeth (Marion Cotillard), kocasını kralı öldürmeye ve onun yerini almaya ikna eder. Kralı kalesinde ağırladığı gün öldüren Macbeth’in duyduğu kehanet gerçek olur. Ancak suçluluk duygusuyla giderek paranoyaklaşan Macbeth, tahtını korumak ve düşmanlarından kurtulmak için daha çok kan dökmek zorunda kalacak; hırs, delilik ve cinayet dolu bir dünyaya sürüklenecektir. 91 Murat Emir @muratemirchp 25-26. Dönem CHP Ankara Milletvekili & TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi / Hacettepe Tıp Fakültesi & Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi / Doktor&Hukukçu Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Sosyal medyayı yaklaşık 4 aydır aktif bir şekilde kullanmaya çalışıyorum. Gün içinde fırsat bulduğumda göz gezdiriyorum. Paylaşımları takip ediyorum. Facebook, Twitter ve Instagram hesaplarım var. Her birinde ayrı ayrı paylaşımlar yapıyor ve her yoruma tek tek cevap vermeye özen gösteriyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Bence siyasetçiler sosyal paylaşım sitelerini mutlaka aktif olarak kullanmalılar. Çünkü sosyal medya, özellikle gençler olmak üzere herkese hitap etmektedir. Vatandaşlarımız da sosyal medya organlarını sıklıkla kullanıyorlar. AKP iktidarı sonrası basın özgürlüğünün tartışıldığı ülkemizde, özellikle muhalefet milletvekillerine yandaş basın tarafından kısıtlama koymaya çalışıldığı düşünüldüğünde sosyal medyanın önemi bir kez daha artmaktadır. Siyasiler yaptıkları çalışmaları sosyal medyada binlerce hatta yüzbinlerce kişiye ulaştırabilmektedir. Sosyal medya, siyasetçilere seslerini duyurmaları açısından kolaylık sağlamaktadır. Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz? Kesinlikle çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Ancak haber kirliliğinin önüne geçebilmek için güvenilir siteleri takip etmekte yarar var. Öncelikle sosyal medyada gündemi takip etmek çok daha pratiktir. Ayrıca basın organlarının, az önce de bahsettiğim gibi, yanlı haber yapması nedeniyle istediğimiz haberlere sağlıklı bir şekilde ulaşma olanağımız çok azaldı. Gündemi yakalamak için, 92 birkaç basın kuruluşuyla birlikte, sosyal medyanın da ciddi şekilde takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Sosyal medya ortamında, çocukluk arkadaşlarım ve önceki dönemlerde tanıştığım fakat daha sonra hayat koşturmacası yüzünden görüşemediğim kişiler bana ulaştılar. Onlarla eskileri anma olanağı bulduk. Ayrıca çalışmalarımı yayımladığımda hiç aklıma gelmeyen eleştiriler ve beğenilerle karşılaşıyorum. Bu yüzden sosyal medyayı çok önemsiyorum. SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ FELEKNAS UCA @Feleknasuca SIBEL YIĞITALP @sibelyigitalp “Barışa giden yol yoktur, barışın kendisi bir yoldur.” Mahatma Gandhi Dünya; kötüIük yapanIar değiI, seyirci kaIıp hiçbir şey yapmayanIar yüzünden tehIikeIi bir yerdir. AHMET İYİMAYA @ahmet_iyimaya R. SEZER KATIRCIOĞLU @sezerkatirciogl VOLKAN BOZKIR @volkan_bozkir Bahçemdeki kayın üzümü henüz olgunlaştı. Ekşimsi tadı ve ruhu okşayan rengiyle diğer meyvelere fark atıyor. İzmit Endüstri Meslek Lisesi’nden rahmetli babacığımın hediye edilen karakalem portresi. Duygulanmamak elde değil... 64. Hükümet’te AB Bakanı ve Başmüzakereci görevini devraldım. Bu onurlu görevde Allah yar ve yardımcımız olsun. SEZGIN TANRIKULU @MSTanrikulu KAZIM ARSLAN @kazimarslan20 Köy Enstitülü öğretmen olan babamın ve tüm emekçi öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. Meclis çalışmalarımızın arasında, Ankara’da Çanakkale Kent Konseyimizin Kırkyama Grubu’nun sergi açılışına katıldık. NECDET ÜNÜVAR @necdetunuvar Sevgi tomurcuğu torunlarımla... 93 AHMET UZER @ahmet_uzer27 DR. KADIR KOÇDEMIR @KadirKocdemir Günaydın. İki şey mühimdir, birincisi okyanus gibi bol haysiyet, ikincisi Elif gibi dimdik şahsiyet! (Hz. Mevlâna) “Bazıları, başarılarını uymadıkları tavsiye ve telkinlere borçludur.” (B. Russell) BURCU ÇELIK ÖZKAN @tbcelik NURHAYAT ALTACA @nurhayataltaca FAIK ÖZTRAK @faikoztrak Kadın grubu olarak Meclis’te ilk kadın grup toplantımızı gerçekleştirdik. Yenişehir ilçe örgütümüzle Genel Başkanımızı ziyaret ettik. Cehaletle savaşan irfan ordusunun neferi değerli öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü kutlu olsun... MUHARREM VARLI @muharremvarli01 NURI OKUTAN @NuriOkutanMHP PERVIN BULDAN @PervinBuldan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve minnetle anıyoruz. Uruguay eski Devlet Başkanı Mujica ve eşiyle sohbet imkanımız oldu. Mazbatalarımızı aldık, ülkemiz ve bizim için hayırlar getirir inşallah. 94 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 95 UNUTMAYACAĞIZ Kâmran İnan 41. Hükümet’te Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görev yapan, 17, 18, 19 ve 20. Dönem Bitlis, 21. Dönem Van Milletvekili Kâmran İnan 1929 Bitlis doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Cenevre Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden hukuk doktorasını alan İnan, NATO, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu Karma Komisyonu’nda çeşitli görevler üstlendi. İnan’ın cenazesi 24 Kasım 2015 tarihinde Bitlis’in Hizan ilçesinin Gayda Köyü Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Kazım Türkmen 22. Dönem Ordu Milletvekili Kazım Türkmen 1942 Ordu doğumludur. Ankara Mühendislik ve Mimarlık Yüksekokulu’nu bitirdikten sonra Yol Su Elektrik Genel Müdürlüğü Giresun İl Müdürü olarak hizmet veren Türkmen, üç dönem boyunca Ordu Belediye Başkanlığı görevini üstlendi. Türkmen’in cenazesi 22 Kasım 2015 tarihinde Ordu Ulu Camii’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Cavit Şadi Pehlivanoğlu 12, 13 ve 19. Dönem Ordu Milletvekili Cavit Şadi Pehlivanoğlu 1927 Rize doğumludur. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Genel Sekreterliği, TBMM Danışma Kurulu üyeliği, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyeliği, Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı ve Devlet Planlama Müsteşarlığı Müşavirliği görevlerinde bulunan Pehlivanoğlu için 22 Kasım 2015 günü TBMM’de tören düzenlendi. Pehlivanoğlu’nun cenazesi 23 Kasım 2015 günü Fındıklı Merkez Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. KASIM AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.