Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde 26. Dönem...20

advertisement
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Aralık 2015 Sayı: 31
Ayl ı k sürel i yay ı n
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 26. Dönem...20
Dünya liderleri G-20 Zirvesi’nde buluştu...36
İlk köylü kadın milletvekili: Satı Çırpan...64
“Buraya noksan gelen tamamlanır”: Mevlâna Müzesi...54
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
31
Parlamento
TPB
Aralık 2015 Sayı: 31
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Evren Özesen
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Orhan Gülenay
Özge Aydın
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 02.12.2015
ARALIK 2015
İÇİNDEKİLER
20
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET
MECLISI’NDE 26. DÖNEM
27. Başkanı
12 TBMM’nin
İsmail Kahraman
50 Siyaset hiçbir zaman
Işın Çelebi:
milletvekilinin esas
mesleğinin önüne
geçmemelidir
LIDERLERI ANTALYA’DA BULUŞTU
36 DÜNYA
G-20 2015 ZIRVESI
60 İyi bir siyasetçi olabilmek
Mustafa Gazalcı:
için önce iyi bir insan
olmak ve insanı
sevmek gerekir
64 İLK KÖYLÜ KADIN MİLLETVEKİLİ: SATI ÇIRPAN
70 BENNUR KARABURUN: MECLIS’TE ENGELLI VATANDAŞLARIMIZIN GÖZÜ, KULAĞI, SESI OLACAĞIM
74 HALKIN NÜKTEDAN TEMSİLCİSİ: YUSUF ZIYA ORTAÇ
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
10 HABERLER
17 DÜNYADAN
35
ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELIŞININ 96. YILDÖNÜMÜ
78
TARIH SAHNESI
86
ERBAY KÜCET: DERGÂHIN ŞAIRIYLE...
88 KITAP
90 MÜZIK
91 FILM
92
CHP ANKARA MILLETVEKILI MURAT EMIR ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
93
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
96 UNUTMAYACAĞIZ
42 PARLAMENTER DEMOKRASIYE
IMPARATORLUKTAN
JAPONYA
54
“BURAYA NOKSAN GELEN
TAMAMLANIR”
MEVLÂNA MÜZESİ
82
KOCA SİNAN’IN YOLUNDA
BİR BİLGE MİMAR
TURGUT CANSEVER
BAŞKAN’IN MESAJI
HALKIN DEĞERLERIYLE BARIŞMALIYIZ
D
ünyada vazgeçilmez bir ideal ve özlemi dile getiren demokrasi kavramı, ancak tam anlamıyla hayata geçtiği zaman anlaşılabilir. Bugün hemen bütün ülkelerde yönetim biçiminin
demokratik olduğu vurgusu yapılsa da her devletin birbirlerinden farklı ilke, değer ve
uygulamalara sahip olduklarını görüyoruz.
Tarihî kökeni Antik Yunan’a uzanan demokrasinin bugünkü biçimini almasındaki en büyük rol
kuşkusuz Fransız Devrimi’nindir. Kavram, liberal felsefe anlayışından beslenerek, insanlığın keşif
ve buluşlarından etkilenerek, hatalarından ders çıkararak günümüze kadar gelmiştir. Herkes
tarafından kabul edilir ki, demokrasi ile cumhuriyet birbirini tamamlar. Halkın yönetimde birinci
dereceden söz sahibi olmasını öngören cumhuriyet rejimi, sadece siyasi arenaya değil toplumsal
hayatın her alanına nüfuz eden demokratik yaklaşımla bütünleşince vatandaşların huzurlu ve
müreffeh bir ülkede yaşamasının önünü açar.
Bir ülkenin yönetim biçiminin demokrasi olarak adlandırılabilmesi için birtakım ilke ve kurumlara ihtiyaç olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Bunların başında seçimler, siyasi partiler ve hukukun üstünlüğü gelir. Siyasi partilerin günümüzde siyasi rejimlerin en önemli unsurları olduğunu
biliyoruz. Siyasi partiler, belli bir kesimin değil tüm toplumun ülküleri ve ortak menfaatlerini
gerçekleştirmek üzere ülke yönetimine talip olan gruplardır. 1982 Anayasası siyasi partileri
“demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” arasında sayarken Siyasi Partiler Kanunu
da şu tanımlamayı getirir: “Siyasi partiler, anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve
mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda
çalışmaları ve açık propagandaları ile millî iradenin oluşmasını sağlayarak, demokratik bir devlet
ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacı güden ve ülke
çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.”
Partilerin, milleti temsil işlevi için kullanılan araçlar olduğunun altını çizerken, bir devletin
temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerin de anayasa olduğunu belirtmek
isterim. Kişisel hak ve özgürlüklerimiz bu belgede belirlenmektedir. Toplumun bütün kesimlerini kucaklayan demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde ülkemizde
demokrasinin Türkiye’nin kendine özgü tarihsel ve toplumsal şartlarında şekillendiğini ve diğer
demokratik anlayışlardan farklı bir süreç takip ettiğini hatırlatmak isterim. Türkiye’de demokrasi
ne yazık ki uzun yıllar toplum taleplerine göre değil, çeşitli vesayet sistemlerine göre örgütlenmiştir. Yakın tarihe kadar hukukun üstünlüğü ile temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere
birçok husus göz ardı edilmiş, sorunların çözümünde toplumsal uzlaşma aranmamıştır.
Gündeminde yeni bir anayasa yapmak olan 26. Dönem TBMM’de halkın büyük çoğunluğunu
temsile hak kazanmış siyasi partilere düşen görev milletin değerleriyle barışık biçimde siyaset
yapmaktır. Bu vesileyle yeni yasama döneminin hayırlara vesile olmasını temenni eder, kıymetli
milletvekillerine başarılar dilerim.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
SEÇIMLER,
SIYASI PARTILER
VE HUKUKUN
ÜSTÜNLÜĞÜ
DEMOKRATIK BIR
YÖNETIM BIÇIMININ
OLMAZSA
OLMAZLARIDIR.
BİRLİK’TEN
TPB GENEL BAŞKANI NEVZAT PAKDIL,
TBMM BAŞKANI İSMAIL KAHRAMAN’I TEBRIK ETTI
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve 22, 23, 24.
Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin 27. Başkanı seçilen İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman’ı tebrik etti. Görüşme, 22 Kasım 2015
tarihinde TBMM Başkanlığı seçiminin ardından gerçekleşti. Devir-teslim
töreninde görevi TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal’dan devralan İsmail
Kahraman’ı tebrik ederek çalışmalarında başarı dileyen Pakdil, 26. Yasama
Dönemi’nin ülkemize ve milletimize hayırlı olması temennisinde bulundu.
EPIDERMOLIZIS BÜLLOZA HASTALIĞI IÇIN DUYARLILIK ÇAĞRISI
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat
Pakdil, Hayaller Gerçek Olsa Sosyal Yardımlaşma
Derneği Başkanı Fulden Uras’ı kabul etti. Görüşmede
Uras, deride oluşan su kabarcıkları nedeniyle kişinin
yaşamını son derece olumsuz etkileyen kalıtsal bir
hastalık olan epidermolizis bülloza hakkında bilgi verdi. Derneğin bu hastalıkla ilgili farkındalık yaratmayı
ve toplumsal duyarlılık oluşturmayı amaçladığını
ifade eden Uras, bu hedef doğrultusunda çeşitli mercilerle görüşmeye devam edeceklerini bildirdi. Nevzat
Pakdil ise dernek üyelerine çalışmalarında başarı
diledi. Görüşmede TPB Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet de yer aldı.
5
NEVZAT PAKDIL VE YÖNETIM KURULU ÜYELERI
BURSA, BALIKESIR VE BILECIK’I ZIYARET ETTI
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
Nevzat Pakdil, Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Genel
Sayman ve 23, 24. Dönem Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Yönetim Kurulu üyeleri 23, 24 ve
25. Dönem Çorum Milletvekili Dr. Cahit Bağcı, 22, 23 ve 24. Dönem Gaziantep Milletvekili Mehmet
Sarı Türk Parlamenterler Birliği Bursa Şubesi’ni ziyaret etti.
11 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen ziyarette, Bursa Şube Başkanı ve 22. Dönem Bursa Milletvekili Niyazi Pakyürek, Genel Başkan Nevzat Pakdil ve Yönetim Kurulu üyelerini Bursa Şubesi’nde
görmekten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Pakyürek, başkent dışında yaşayan milletvekilleri
ile eş ve çocuklarının, başta sağlık harcamaları olmak üzere, karşılaştıkları bürokratik sorunları
ifade etti. Görüşmede Türk Parlamenterler Birliği Bursa Şubesi üyeleri Yahya Şimşek, Ali Osman
Sali, Faruk Ambarcıoğlu, Hayati Korkmaz, Kemal Demirel, İlhan Aşkın, Mehmet Emin Tutan,
Sedat Kızılcıklı, Mustafa Kemal Şerbetçioğlu, Mustafa Öztürk, Zafer Hıdıroğlu ve Seracettin Karayağız da yer aldı. Bursa Şubesi’ndeki toplantıya, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin
ardından AK Parti Bursa Milletvekili
olarak Meclis’teki çalışmalarına başlayan İsmail Aydın ve Zekeriya Birkan
da iştirak etti.
Türk Parlamenterler Birliği Genel
Başkanı Nevzat Pakdil, ziyaret sırasında yaptığı konuşmada, “Bugün
Bursa’da sizlerle birlikte olmaktan son
derece memnunuz. Bir süre milletin
vekaletiyle yüce parlamento çatısı altında hizmet veren milletvekillerimizin, bu görevleri sonrasındaki hayatlarında statülerine uygun bir yaşam
sürmelerine yönelik çalışma içindeyiz.
Bütün partilerin mutabakatıyla hazırlanan iki ayrı kanun teklifinin Genel
Kurul’a kadar indirilmesi sağlanmış,
ancak söz konusu teklifler konjonktürel bazı nedenlerle yasalaşamamıştır.
Milletvekillerimiz ile eş ve çocuklarının
başta sağlık giderleri olmak üzere
diğer sorunlarının çözümü için parlamentoda grubu bulunan partileri
tekrar ziyaret edeceğiz” dedi. Görüşme sırasında söz alan milletvekilleri
Nevzat Pakdil’e çabası ve çalışmaları
nedeniyle teşekkür etti.
Belediye başkanları ile görüşme
Türk Parlamenterler Birliği (TPB)
heyeti, Bursa ziyareti çerçevesinde
Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar ve Karacabey Belediye
Başkanı Ali Özkan’la da görüştü. İlçede yürüttükleri faaliyetler ve projeleri hakkında bilgi aldıkları belediye
başkanlarına çalışmalarında başarı
dileyen Nevzat Pakdil, Kadir Ramazan
Coşkun, Ömer Faruk Öz, Dr. Cahit
Bağcı ve Mehmet Sarı, Bursa’da Emir
6
BIRLIK’TEN
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI GENEL BAŞKANI NEVZAT
PAKDIL, “MILLETVEKILLERIMIZIN BU GÖREVLERI SONRASINDAKI
HAYATLARINDA STATÜLERINE UYGUN BIR YAŞAM SÜRMELERINE
YÖNELIK ÇALIŞMALARIMIZI SÜRDÜRÜYORUZ” DEDI.
Sultan, Hüdavendigar, Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaret ederek dua etti. Türk Parlamenterler
Birliği heyeti, ayrıca Karacabey TİGEM’e uğrayarak haraları gezdi ve yetkililerden çalışmalarla ilgili bilgi aldı.
Nevzat Pakdil ve Yönetim Kurulu üyeleri, Bursa’nın
ardından Balıkesir ve Bilecik’e gitti. Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’u ziyaret eden
heyet, Türkiye’nin en büyük çocuk eğlence merkezi
olma özelliğine sahip “Balıkesir Çocuk Köyü”nü gezdi.
15 Kasım 2015 tarihinde görkemli bir törenle ziyaretçilerini ağırlamaya başlayan “Balıkesir Çocuk Köyü”
ile ilgili bilgi veren Ahmet Edip Uğur, “Çocuklarımıza
keyifli vakit geçirebilecekleri, şehrin stresinden uzakta mutlu saatler yaşayabilecekleri bir eğlence alanını
hediye etmekten büyük memnuniyet duyuyoruz.
Türkiye’nin en büyük kapalı alanlı ‘Çocuk Köyü’ çocuklarımızın yanı sıra yetişkinlerin de gönüllerince
eğlenebileceği bir aktivite alanına sahip bulunuyor. İnşallah bu merkez, Balıkesir’in cazibe merkezi olmasına
önemli bir katkı sağlayacak” dedi.
“Söğüt’ü anlatan belgeseller yapılmalı”
TPB heyeti Havran Belediye Başkanı Emin Ersoy’u
da ziyaret etti. Ersoy, milletvekillerini ağırlamaktan
duyduğu memnuniyeti ifade ederek günün anısına
Nevzat Pakdil’e Çanakkale Zaferi kahramanlarından
Koca Seyit’in heykelciğini takdim etti.
Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu üyeleri Bilecik ziyaretlerinde ise Belediye Başkan Vekili Nihat Can’la görüşerek ildeki hizmetler ve yatırımlar hakkında
bilgi aldı. Nevzat Pakdil, Bilecik’in tarihimizdeki önemine işaret ederek, “Söğüt’ü
anlatan belgeseller yapılarak yeni nesillerimize kendi geçmişimizi öğretmemiz
gerekir. Bilecik hem geçmişimiz hem de geleceğimizdir” dedi. Bilecik’te olmaktan
memnuniyet duyduklarını ifade eden Pakdil ve Yönetim Kurulu üyeleri, Bilecik
Belediyesi’ne çalışmalarında başarı diledi. Ziyarete AK Parti Bilecik Milletvekili Halil
Eldemir de iştirak etti. Bilecik Belediye Başkan Vekili Nihat Can, günün anısına
Nevzat Pakdil’e üzerinde üç boyutlu Osmanlı Devleti Arması bulunan bir tablo
takdim etti. Türk Parlamenterler Birliği heyeti, Bilecik’te Şeyh Edebali ve Ertuğrul
Gazi türbelerini ziyaret ederek dua etti.
7
“KUDÜS’ÜN TURIZM POTANSIYELI
ÇALIŞTAYI” İSTANBUL’DA YAPILDI
İSLAM İşbirliği Teşkilatı’nın bir alt kuruluşu olan İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik, Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi
(SESRIC) 24-25 Kasım’da İstanbul’da “Kudüs’ün Turizm Potansiyeli
Çalıştayı” düzenledi. Çalıştaya Türk Parlamenterler Birliği (TPB)
Yönetim Kurulu Üyesi ve 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Dr.
Cahit Bağcı ile TPB Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay
Kücet de katıldı.
İki gün boyunca Kudüs’ün çeşitli boyutlarıyla ele alındığı etkinliğe İslam ülkelerinden temsilciler iştirak etti. Çalıştayın açılışında
SESRIC Genel Direktörü Musa Kulaklıkaya, Filistin Büyükelçisi Fuat
Mustafa, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreter Yardımcısı Hameed A. Opeloyeru, Millî Eğitim eski Bakanı Vehbi Dinçerler, Kudüs
Konsolosu Mustafa Sarnıç, Ürdün Turizm Bakanı Nayef El-Fayez ve
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez birer konuşma yaptı.
8
BIRLIK’TEN
“Bütün insanlığın bir merhamet sözleşmesine ihtiyacı var”
Konusu Kudüs olan her toplantının hayırlı ve bereketli olduğunu
belirten Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Müslümanların
kalben ve ruhen Kudüs’e bağlı olduklarını vurgulayarak, “Modern
zamanlarda mana ve muhtevası değişen turizm kavramının,
Kudüs ziyaretini ifade edemeyecek kadar anlam çerçevesi küçülmüştür. Kudüs ziyareti sıradan bir turistik seyahat değildir. Kudüs
ziyareti, iki milyarı bulan Müslüman’ın inanç özgürlüğüyle, ibadet
özgürlüğüyle ilgili bir konudur. Kudüs ziyareti, çok daha büyük
anlamları olan dinî bir vazifedir” dedi. Bugün bütün insanlığın bir
merhamet sözleşmesine ihtiyacı olduğuna işaret eden Görmez,
“Merhamet sözleşmesinin imzalanacağı yer Kudüs’tür. Bütün
dünya dinlerinin temsilcilerini Kudüs’te toplayalım. Bir merhamet
sözleşmesi metni üzerinde çalışalım. Bu merhamet sözleşmesi,
birlikte yaşama ahlakı ve hukukunun kriterlerini ortaya koysun. Bu
kriterlere de ‘Kudüs Kriterleri’ adını verelim” diye konuştu.
Millî Eğitim eski Bakanı Vehbi Dinçerler ise işgal altındaki topraklarda turizmin ve yatırımın geliştirilmesi için uluslararası bir
düzenlemeye ihtiyaç olduğunu belirterek, “Kudüs’ün Turizm Potansiyeli Çalıştayı’nın bu ihtiyacı ortaya çıkarması, bütün dünya
ülkelerine görüşlerini bildirmesi en faydalı fonksiyonu olacaktır.
Belki bu gayretlerden sonra Birleşmiş Milletler teşkilatı veya benzer uluslararası kurumlar harekete geçirilip ciddi sonuçlar alınabilir.
Ülkelerimizi, kurumlarımızı bu konuda koordineli bir şekilde öncü
olmaya, inisiyatif almaya davet ediyorum” dedi.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
9
HABERLER
ATATÜRK VEFATININ
77. YILDÖNÜMÜNDE
SAYGIYLA ANILDI
KURTULUŞ Savaşı’nın başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, vefatının 77. yıldönümünde saygı ve özlemle anıldı. Anıtkabir’de gerçekleşen devlet törenine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM
eski Başkanı İsmet Yılmaz, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü
Arslan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
yüksek yargı organlarının başkanları, Bakanlar Kurulu üyeleri, kuvvet komutanları, MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli ve siyasi parti temsilcileri iştirak etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki kortejin mozoleye çelenk koyması ve saygı duruşunda bulunulmasının ardından
Misak-ı Millî Kulesi’ne geçildi. Erdoğan burada Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Atatürk’ün vefatının 77. yıldönümü dolayısıyla bir
mesaj yayımladı. “Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’i, ebediyete irtihalinin 77.
yıldönümünde saygıyla yâd ediyorum” ifadesiyle başlayan mesaj şöyle devam etti:
10
“Tüm dünyanın takdirini kazanmış
istisna şahsiyetlerden biri olan Gazi
Mustafa Kemal, başkomutan olarak
elde ettiği zaferler ve banisi olduğu
Cumhuriyetimiz ile saygın bir lider olarak
tarihe ismini yazdırmıştır. Gazi Mustafa
Kemal’in ‘en büyük eserim’ dediği ve
gelecek nesillere emanet ettiği Türkiye
Cumhuriyeti’ni, ecdadımızdan aldığımız
güç ve ilhamla daha ileriye taşımak,
daha güçlü, daha müreffeh bir ülke
haline getirmek için mücadele ediyoruz. Türkiye, demokraside ve kalkınma
mücadelesinde, özellikle son 13 yılda çok
önemli mesafe katetmiştir. Bununla
birlikte, coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızın her ânında olduğu gibi bugün
de, milletimizin birliğine, ülkemizin bütünlüğüne yönelik saldırılarla karşı karşıyayız. Ülke ve millet olarak, varlığımıza
yönelik tehditlerin üstesinden gelmek
için yürüttüğümüz mücadelede verdiğimiz kayıpların, özellikle de şehitlerimizin
acısını yüreğimizde taşıyoruz. Bu saldırılar karşısında, ‘Tek millet, tek bayrak,
tek vatan, tek devlet’ ilkesi etrafında
sürdürdüğümüz mücadelenin başarıya
ulaşacağından asla şüphemiz yoktur.
Gazi Mustafa Kemal, bu milletin en zor
“Sonsuza kadar emanetlerinin bekçisi olacağız”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yayımladığı anma mesajında Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin, bölgemizde
ve dünyadaki huzur, barış, istikrar arayışlarına ışık tuttuğunu ifade
etti. Kılıçdaroğlu mesajında şu değerlendirmelerde bulundu: “10
Kasım sadece Mustafa Kemal Atatürk’ü anma günü değil, onun
eserlerini geliştirerek geleceğe taşıma azmimizi yinelediğimiz bir
gündür. Yolumuzu da, kendisinin akıl ve bilimi temel alan düşünce
zamanında liderlik ettiği istiklal ve istikbal mücadelemizi başarıya
ulaştırmıştı. Biz de bugün, ülkemizde ve bölgemizde yaşanan olaylar karşısında aynı dirayetle hareket ediyoruz, etmeye devam edeceğiz. Milletimizle birlikte, bir olarak, iri olarak, diri olarak, kardeş
olarak, hep birlikte Türkiye olarak 2023 hedeflerimiz istikametinde
mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız. Bu düşüncelerle, vefatının
77. yıldönümünde, Kurtuluş Savaşımızın başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile tüm
şehitlerimizi ve gazilerimizi bir kez daha rahmetle, minnetle yâd
ediyorum.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu da yayımladığı anma mesajında,
“Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük devlet adamı Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ü vefatının 77. yıldönümünde minnetle, şükranla
yâd ediyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük ideali,
Türkiye’yi birlik ve beraberlik içinde, müreffeh bir ülke olarak muasır
medeniyetler seviyesine çıkarmaktı. Bugün büyük Türkiye yolunda
hızla ilerleyen ülkemiz, demokratik hak ve özgürlükler alanında
büyük mesafeler katederek dünyanın en saygın ülkeleri arasında
yer almıştır. Demokratik iradesi daha çok güçlenen Türkiye şimdi
her zamankinden daha fazla emniyet ve güvenle geleceğe yürüyen bir ülke olma yolunda büyük mesafeler almaktadır. Milletimiz,
Cumhuriyetimize ve demokrasimize sahip çıkmaya devam edecek,
Türkiye Cumhuriyeti bütün engellemelere rağmen tek yürek halinde tarihî yükselişini sürdürecektir” dedi.
sistemi aydınlatmakta, karşılaştığı bütün güçlükleri yenmesini
bilen direnci bize güç vermektedir. ‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ diyen Atatürk’ün fikir ve ideallerinin ışığında,
onurlu bir gelecek, huzurlu bir toplum ve kimsesizlerin kimsesi olan
bir Cumhuriyet hedefimizi gerçekleştireceğimize olan inancımız
tamdır. Atatürk’ün bizlere bıraktığı en büyük miras olan Türkiye
Cumhuriyeti, birlik, beraberlik ve bütünlük içinde özgürlüklerine sahip çıkan vatandaşlarımızın kararlılığıyla sonsuza kadar yaşayacak,
çağdaş dünyada hak ettiği yere yükselecektir. Bu inançla, Mustafa
Kemal Atatürk’ü saygıyla selamlıyor ve sonsuza kadar emanetlerinin bekçisi olacağımıza söz veriyorum.”
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise mesajında “10 Kasım’ı bir matem günü olarak görmek ve anmak yerine
aziz Atatürk’ün mücadeleci kişiliğini, millî hasletlerini, manevi yönünü daha iyi tanımak, tanıtmak için eşsiz bir fırsata dönüştürmek
gerekmektedir. Aziz Atatürk hiç kimseyi aldatmadan, ülkesi ve
milleti için koyduğu hedeflere yılmadan yürüyerek; aleyhinde bulunan çevrelere, yolundan çevirmeye çalışan odaklara aldırmayarak
önündeki tüm engelleri birer birer aşmasını bilmiştir. Nitekim Türk
milletinin umudu olmuş, Türk vatanına yepyeni bir çığır açmıştır.
Bu düşüncelerle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e vefatının 77. yıldönümünde Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, mekanı
cennet olsun” ifadelerini kullandı.
11
TBMM’NİN 27. BAŞKANI
İSMAİL KAHRAMAN
1 KASIM 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nin ardından başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi
26. Dönem’in ilk iki yasama yılını yönetecek ismi belirlemek için yapılan TBMM Başkanlığı
seçimi sonuçlandı. Oylamanın üçüncü turunda aldığı 316 oyla Adalet ve Kalkınma Partisi
İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman Meclis’in 27. Başkanı oldu.
Yemin töreni yapılıp TBMM Başkanlığı seçimi için işleyecek takvimin belirlenmesinin ardından parlamentoda grubu bulunan dört siyasi parti adaylarını açıkladı. Adalet ve Kalkınma
Partisi (AK Parti) İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman’ı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan’ı, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlu’nu aday gösterdi. TBMM Genel Kurulu 22 Kasım Pazar günü TBMM Başkanı’nı
seçmek üzere toplandı. Başkanlık seçimini dört turlu olarak düzenleyen Anayasa’nın ilgili
maddesi uyarınca gizli oylama yapıldı. İlk iki turda üye tam sayısının üçte ikisi (367), üçüncü
turdaysa üye tam sayısının salt çoğunluğu (276) arandı. İsmail Kahraman’ın üçüncü turda
316 oy almasıyla seçim sonuçlandı.
Başkanlık seçimi gündemiyle toplanan Genel Kurul’u en yaşlı üye olması dolayısıyla Geçici
Başkan sıfatıyla Deniz Baykal yönetti. Baykal, önce Geçici Bakanlar Kurulu’nun yeni hükümet
kuruluncaya kadar görevine devam etmesi ile Bakanlar Kurulu’nun yeniden kurulması için
görevlendirmeye ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkerelerini okuttu. Danışma Kurulu’nun, TBMM
12
HABERLER
Genel Kurulu’nun 22 Kasım 2015 günü
TBMM Başkanı seçilinceye kadar çalışmalarına devam etmesine ilişkin önerisi
kabul edildi. Ardından oyların tasnif ve
sayımı için komisyon oluşturuldu. Tasnif
Komisyonu’nda AK Parti Uşak Milletvekili Mehmet Altay, AK Parti Osmaniye
Milletvekili Suat Önal ve AK Parti Niğde
Milletvekili Erdoğan Özegen ile CHP
İstanbul Milletvekilleri Şafak Pavey ve
Selina Doğan yer aldı. Daha sonra TBMM
Başkanı seçimine geçildi ve adayların
isimleri okundu.
Milletvekillerinin kapalı zarfları Başkanlık Divanı’nın önüne yerleştirilen dört
kupaya atmasıyla gerçekleştirilen seçimin ilk tur oylamasında 525 milletvekili
oy kullandı. Birinci tur sonunda AK Parti
adayı İsmail Kahraman 316, CHP adayı
Gülsün Bilgehan 127, HDP adayı Dengir
Mir Mehmet Fırat ve MHP adayı Yusuf
Halaçoğlu 41’er oy aldı.
Adaylar ilk turda TBMM Başkanı seçilmek için gerekli olan üye tam sayısının
üçte iki çoğunluğuna ulaşamadığı için
ikinci tur oylamaya geçildi. 523 milletvekilinin oy kullandığı ikinci turda İsmail
Kahraman’a 318, Gülsün Bilgehan’a 126,
Dengir Mir Mehmet Fırat’a 40, Yusuf
Halaçoğlu’na 39 oy çıktı. Yine 367 oya
ulaşılamaması üzerine üçüncü tur oylamaya geçildi. Bu turda 524 milletvekili
oy kullandı. İsmail Kahraman 316, Gülsün
Bilgehan 125, Dengir Mir Mehmet Fırat 41
ve Yusuf Halaçoğlu 40 oy alırken 2 oy da
geçersiz sayıldı. Bu sonuca göre üye tam
sayısının salt çoğunluğunun üzerinde oy
alan AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail
Kahraman, TBMM Başkanı seçildi.
AYŞE GÜLSÜN BILGEHAN
DENGIR MIR MEHMET FIRAT
YUSUF HALAÇOĞLU
çeşitli şirketlerin icra kurulu başkanlıklarında bulunan Kahraman, Çalışma
Bakanlığı’nda Bakan Müşaviri olarak
görev yaptı. Kahraman 20 ve 21. Dönemlerde İstanbul Milletvekili olarak yer aldığı
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Refah
Partisi ve Fazilet Partisi Grup Başkanvekilliği görevlerini üstlendi. Bu süreçte
TBMM Anayasa Komisyonu ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
üyeliklerinde bulundu. 54. Hükümet’te
Kültür Bakanı olarak görev yapan Kahraman, AK Parti Merkez Disiplin Kurulu
Başkanlığı’nı yürüttü.
Başkanlık Divanı oluştu
Geçici Başkan Deniz Baykal’ın seçim sonucunu ilan etmesinin ardından kürsüye gelerek
bir teşekkür konuşması yapan İsmail Kahraman, TBMM Başkanlığı gibi yüce bir görev
tevdi edilerek kendisine gösterilen güvene şükranlarını sundu. Kahraman şunları kaydetti:
“Gerçekleştireceğimiz yasama ve denetim faaliyetleri Anayasa’ya, mevzuata ve İçtüzüğe
uygun olarak tam bir tarafsızlık içinde yürütülecektir. İnanıyorum ki milletvekillerimiz ve
partilerimiz, Meclisimizin etkin ve verimli bir şekilde çalışmasında, saygınlığının korunmasında gereken hassasiyeti gösterecektir. Milletimizin bizden beklentisi de budur. Kuruluşundan bugüne kadar Meclisimizde görev yapmış olanlardan vefat edenleri rahmet ve
minnetle anıyor, yaşayanlara hayırlı ömürler niyaz ediyorum. Meclisimizin 26. Dönemi’nin
yemin töreni ile başkanlık seçimi çalışmalarını yöneten Geçici Başkanlık Divanı Başkanı Sayın Deniz Baykal ve üyelere teşekkür ediyorum. Milletimize ve devletimize hayırlı neticeler
sağlayacak çalışmalar yapmayı bizlere nasip etmesini Allah’tan diliyorum.”
Siyasette yılların birikimi
İsmail Kahraman 1940 yılında Rize’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden
mezun oldu. Öğrencilik yıllarından başlayarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe
Cemiyeti, Millî Türk Talebe Birliği, Birlik Vakfı, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, Türkiye Millî
Kültür Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, İş Dünyası Vakfı, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı gibi sivil inisiyatiflerin üyesi ve yöneticisi olarak görevler üstlendi. İş hayatında
Meclis Başkanı seçiminin ardından TBMM
Başkanlık Divanı’nda görev yapacak isimler belirlendi. Buna göre AK Parti Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, AK Parti
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi ve HDP İstanbul Milletvekili
Pervin Buldan TBMM Başkanvekili oldu.
AK Parti Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı,
AK Parti Bolu Milletvekili Fehmi Küpçü,
AK Parti Elazığ Milletvekili Ömer Serdar,
AK Parti Kütahya Milletvekili İshak Gazel,
AK Parti Nevşehir Milletvekili Mustafa
Açıkgöz, AK Parti Osmaniye Milletvekili
Mücahit Durmuşoğlu, CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, CHP İzmir
Milletvekili Özcan Purçu, CHP Tekirdağ
Milletvekili Emre Köprülü ve MHP Sakarya Milletvekili Zihni Açba Katip Üyeliğe
seçilirken Meclis İdare Amirleri şu isimlerden oluştu: AK Parti Ankara Milletvekili
Ahmet Gündoğdu, AK Parti Çorum Milletvekili Salim Uslu, AK Parti Hatay Milletvekili Orhan Karasayar, AK Parti Niğde
Milletvekili Erdoğan Özegen, CHP Çorum
Milletvekili Tufan Köse, HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, MHP Adana
Milletvekili Seyfettin Yılmaz.
13
64. HÜKÜMET GÖREV BAŞINDA
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan yeni hükümeti kurma görevini,
1 Kasım 2015 Milletvekili Genel Seçimi’nde yüzde 49,50 oy alarak TBMM’de 317
sandalyeyle temsil edilme hakkı kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)
Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’na verdi. Davutoğlu’nun hazırladığı Bakanlar Kurulu listesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanmasıyla
Türkiye Cumhuriyeti’nin 64. Hükümeti göreve başladı. 64. Hükümet, 30 Kasım
2015 tarihinde Meclis’ten güvenoyu aldı.
Ahmet Davutoğlu’nun üçüncü kez Başbakan olduğu, Lütfi Elvan, Numan Kurtulmuş, Mehmet Şimşek, Yalçın Akdoğan ve Yıldırım Tuğrul Türkeş’in Başbakan
Yardımcısı olarak yer aldığı kabinede diğer bakanlar şöyle sıralanıyor: Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, Avrupa
Birliği Bakanı Volkan Bozkır, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma
Güldemet Sarı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı Akif
Çağatay Kılıç, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Gümrük ve Ticaret
Bakanı Bülent Tüfenkci, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, Maliye Bakanı Naci Ağbal, Millî Eğitim
Bakanı Nabi Avcı, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım.
Berat Albayrak, Bülent Tüfenkçi, Fatma Güldemet Sarı, Mahir Ünal, Mustafa
Elitaş, Naci Ağbal, Sema Ramazanoğlu ve Süleyman Soylu ilk kez bakanlık koltuğuna oturan isimler olurken Akif Çağatay Kılıç, Bekir Bozdağ, Cevdet Yılmaz,
14
HABERLER
Efkan Ala, Fikri Işık, Mehmet Müezzinoğlu,
Mevlüt Çavuşoğlu, Nabi Avcı, Numan Kurtulmuş,
Veysel Eroğlu, Volkan Bozkır ve Yalçın Akdoğan
62. Hükümet’teki yerlerini korudu. 25. Dönem’de
TBMM Başkanı seçilen İsmet Yılmaz da eski
görevi olan Millî Savunma Bakanlığı’na getirildi. Geçici Bakanlar Kurulu’nda ilk kez Başbakan
Yardımcısı olarak yer alan Yıldırım Tuğrul Türkeş
64. Hükümet’in de Başbakan Yardımcıları arasına girdi. Geçici Bakanlar Kurulu’nda Başbakan
Yardımcısı olan Cevdet Yılmaz, eski görevi olan
Kalkınma Bakanlığı’na döndü. 62. Hükümet’in
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Başbakan Yardımcısı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı olduğu
kabinede, 61. Hükümet’in Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım da tekrar
önceki göreviyle yer aldı. Sema Ramazanoğlu,
seçilmiş ilk başörtülü bakan sıfatını kazanırken
Bakanlar Kurulu’nun en genç üyesi 37 yaşındaki
Berat Albayrak oldu.
Reformlara ağırlık verilecek
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın onayladığı Bakanlar
Kurulu listesini basına duyurduktan sonra açıklamalarda bulundu. Başbakan Davutoğlu, “Bu
Bakanlar Kurulu, Türkiye’yi önümüzdeki 4 yıl
içinde yeni bir ufka taşıma misyonu üstlenmiş
bulunmaktadır. Ağır bir sorumluluktur ancak
arkasında yüzde 85’lik katılımla sağlanmış bir
seçim zaferi, önünde de 2023’e yürüyen bir ufuk
vardır. Önümüzdeki 4 yıl içinde milletimize söz
verdiğimiz her konuda gerekli her adımı atacağız”
ifadelerini kullandı. Davutoğlu, önümüzdeki 4 yıl
içinde yapısal reformların gerçekleştirileceğini
ve sivil bir anayasa için çalışmalar yürütüleceğini
söyleyerek 64. Hükümet’in üç misyonu olduğunu
belirtti. Davutoğlu, “Bu hükümetin birinci misyonu milletimizi temsil etmektir, ikinci misyonu
milletimize hizmet etmektir, üçüncü misyonu
Başbakan
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Başbakan Yardımcısı
Ahmet Davutoğlu
Yalçın Akdoğan
Adalet Bakanı
Bekir Bozdağ
Numan Kurtulmuş
Yıldırım Tuğrul Türkeş
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Sema Ramazanoğlu
Mehmet Şimşek
Lütfi Elvan
Avrupa Birliği Bakanı
Volkan Bozkır
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Çevre ve Şehircilik Bakanı
Dışişleri Bakanı
Ekonomi Bakanı
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Gençlik ve Spor Bakanı
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Gümrük ve Ticaret Bakanı
İçişleri Bakanı
Kalkınma Bakanı
Kültür ve Turizm Bakanı
Fikri Işık
Mevlüt Çavuşoğlu
Akif Çağatay Kılıç
Efkan Ala
Süleyman Soylu
Mustafa Elitaş
Faruk Çelik
Cevdet Yılmaz
Fatma Güldemet Sarı
Berat Albayrak
Bülent Tüfenkci
Mahir Ünal
insan haklarına, insan onuruna yakışan demokratik olgunluk anlamında da
dünyaya örnek olan, muasır medeniyetler seviyesini aşmış bir ülke, yeni bir
Türkiye gerçekleştirmektir. Bütün bakanlarımız yoğun bir çalışma temposu
içinde olacaktır” dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu 25 Kasım 2015 günü Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde 64. Hükümet Programı’nı okudu. Program, “Sunuş” ve “Sonuç”
bölümleri dışında şu başlıklardan oluşuyor: “Demokratikleşme ve Yeni Anayasa”, “İnsani Kalkınma ve Nitelikli Toplum”, “İstikrarlı ve Güçlü Ekonomi”,
“Bilim, Teknoloji ve Yenilikçi Üretim”, “Yaşanabilir Şehirler ve Sürdürülebilir
Çevre”, “Vizyoner ve Öncü Ülke”.
Başbakan Davutoğlu Hükümet Programı’nı sunmaya başlamadan önce
şunları kaydetti: “1 Kasım seçimleri, 7 Haziran’da yapılan seçimlerin bir anlamda devamı niteliğinde gerçekleşmiş, 7 Haziran sonrası sürdürülebilir bir hükümet yapısının oluşmaması sonrasında, halkımızın hakemliği ile bugünlere
gelinmiştir. Bu süreçte, AK Parti olarak kendi iç muhasebemizi yapma fırsatı
bulduk. Aynı zamanda bu süreçte, ülkemizde bir yönetim boşluğu oluşmasına
müsaade etmeyerek siyasi sorumluluk içinde hareket ettik. Tüm bu çabaların
halkımızda geniş bir teveccüh gördüğünü memnuniyetle müşahede etmiş
bulunuyoruz. Bu yönüyle, halkımıza şükranlarımızı bir kez daha ifade etmek
istiyoruz.”
Davutoğlu, 64. Hükümet’in tam anlamıyla bir reform hükümeti olacağını
söyledi. Reformlar sonucunda daha özgür, daha rekabetçi ve insan odaklı bir
anlayış içerisinde refahını daha adil paylaşan bir Türkiye’ye kavuşma idealini
sürdüreceklerini kaydeden Davutoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Yeni anayasa ve yargı reformu başta olmak üzere yapılacak çalışmalarda, en geniş
uzlaşma arayışı içinde ülkenin uzun zamandır beklediği adımları atacağız.
Böylece özgürlük alanlarının daha da genişletileceği, herkesin birlik içinde
farklılığını yaşamasının mümkün olacağı, çok daha yenilikçi ve rekabetçi bir
toplumsal düzen de yerleşmiş olacak. Önümüzdeki dönemde sivil, katılımcı,
çoğulcu, özgürlükçü bir demokratik ve sivil anayasanın yapımına öncülük
etmeye kararlıyız. Bu dönemin yüce Meclisini, Türkiye’nin ilk sivil anayasasını
demokratik şartlarda yapmış olan Meclis olarak taçlandırmak istiyoruz. Diğer
siyasi partileri de aynı anlayış içinde katkı vermeye davet ediyoruz.”
Davutoğlu konuşmasında başkanlık sistemine geçişin üzerinde de durarak, “Yeni Türkiye vizyonumuzun ihtiyaç duyduğu etkin ve dinamik yönetim
dolayısıyla başkanlık sisteminin daha uygun bir yönetim modeli olduğuna
inanıyoruz” değerlendirmesinde bulundu.
Kuşatıcı bir yaklaşım
Maliye Bakanı
Millî Eğitim Bakanı
Millî Savunma Bakanı
Orman ve Su İşleri Bakanı
Sağlık Bakanı
Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanı
Naci Ağbal
Veysel Eroğlu
Nabi Avcı
Mehmet Müezzinoğlu
İsmet Yılmaz
Binali Yıldırım
64. Hükümet Programı’nda temel hak ve hürriyetlerle ilgili şu ifadelere yer verildi: “Hükümet olarak, bireysel hak ve özgürlükler ile insan onurunu yüceltmeyi
temel ahlaki referans olarak kabul etmekteyiz. Bu referansla, vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almayı ve bunların kullanımını
kısıtlayan engelleri ortadan kaldırmayı temel bir vazife olarak görüyoruz.”
“Yeni anayasa, çağdaş demokrasi anlayışını yansıtmalı, mümkün olan en
geniş mutabakatla ve demokratik yöntemlerle hazırlanmalı, geniş toplumsal
15
EĞITIM, SAĞLIK, AILE, KADIN, GENÇLIK, KÜLTÜR-SANAT, ÇALIŞMA
HAYATI VE SOSYAL GÜVENLIK KONULARINA GENIŞ YER VERILEN
64. HÜKÜMET PROGRAMI’NDA, SAĞLIKLI VE MUTLU BIR TOPLUM
INŞA ETMEDEN KALKINMANIN MÜMKÜN OLAMAYACAĞI BELIRTILDI.
kesimlerce sahiplenilmelidir. Anayasanın kapsayıcı, kucaklayıcı,
bütünleştirici, çeşitlilikte birliği savunan, çoğulcu ve özgürlükçü
bir karakterde olması gerektiğini düşünmekteyiz” denilen programda demokrasi ve insan hakları vurgusu dikkat çekti. Uluslararası kamuoyunun gündemindeki güvenlik konusu da Hükümet
Programı’nda yerini buldu. Terör ve güvenlik sorunuyla ilgili
“Uluslararası ve bölgesel teröre destek veren çevre ve odaklarla,
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kararlılıkla mücadele
edeceğiz. Coğrafyamızda hangi nedene dayanırsa dayansın ve
kimden gelirse gelsin terörün karşısındaki ilkeli duruşumuzu
sürdüreceğiz. Etnik, dinî veya mezhebî kavramları suistimal eden
tüm terör örgütlerine yönelik mücadelemizi kararlılıkla devam
ettireceğiz” ifadelerine yer verilen programda terörle mücadelede hukukun üstünlüğü ilkesinin temel alınacağına dikkat çekildi.
64. Hükümet Programı’nda eğitim, sağlık, aile, kadın, gençlik,
16
HABERLER
kültür-sanat, çalışma hayatı ve sosyal güvenlik konularına geniş
yer verildi. Ekonomik kalkınmanın insan unsurunu görmezden
gelerek başarılamayacağı, sağlıklı ve mutlu bir toplum inşa etmeden kalkınmanın mümkün olamayacağı belirtildi.
Ekonomi politikaları konusunda “Merkez Bankası’nın fiyat
istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikası araçlarını
doğrudan kendisinin belirlemesi esas olmaya devam edecektir” ifadesinin kullanıldığı programda özelleştirme, kayıt dışı
ekonomiyle mücadele, yatırım ve istihdam kavramlarına geniş
yer ayrıldı. Enerji güvenliği, ticaret, turizm, teknoloji, imar faaliyetleri, kırsal kalkınma, çevrenin korunması, afet yönetimi gibi
başlıklarda kapsamlı bir yol haritası ortaya konuldu. Diplomaside
yapıcı ve öncü bir ülke olma yolunda atılacak adımların yer aldığı
64. Hükümet Programı bölgesel ve uluslararası işbirlikleriyle ilgili
bir vizyon çizdi.
DÜNYADAN
FRANSA’DA
OLAĞANÜSTÜ HAL
FRANSA’DA olağanüstü halin kapsamını genişleten ve uygulamanın 12 günden 3 aya uzatılmasını öngören tasarı kabul edildi.
Fransa Ulusal Meclisi’nde yapılan oylamada 6 “hayır”, 551 “evet”
oyu çıkarken Fransa Senatosu’nda 336 kabule karşılık 12 çekimser
oy kullanıldı.
Geçtiğimiz 13 Kasım’da başkent Paris’te düzenlenen ve 129 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırıları sonrasında Fransa’da
güvenlik önlemleri en üst düzeye çıkarıldı. Cumhurbaşkanı François
Hollande saldırıların ardından yaptığı açıklamada en fazla 12 gün
uygulanmasına izin verilen olağanüstü hale ilişkin kanunun değişmesi gerektiğini vurgulamıştı. Oylama öncesinde Ulusal Meclis
oturumunda konuşan Başbakan Manuel Valls, ülkede terör örgütlerinin kimyasal ya da biyolojik saldırılar düzenleyebileceğini söyledi. Tasarıya destek verilmesini isteyen Valls, terörizmin Fransa’yı
Irak ve Suriye’de olanlardan dolayı değil, doğası gereği vurduğunu
kaydetti. Valls, terörle mücadelede uluslararası kararlılığın önemine değinerek Avrupa ülkelerine havayoluyla seyahat eden tüm
yolcuların bilgilerini birbiriyle paylaşmaları çağrısında bulundu.
Yeni olağanüstü hal yasasına göre güvenlik güçleri makul şüphe
gerekçesiyle hiçbir kanıta gerek duymadan aramalar yapabilecek.
Ancak aramalar, avukat, hakim, milletvekilleri, senatörler ve gazetecilerin iş yerlerini kapsayamayacak. Terör propagandası yapan
internet siteleri ve sosyal medya ağlarının kapatılmasına olanak
sağlayan yasaya göre kamu düzenini tehdit ettiği düşünülen kişiler ev hapsinde tutulabilecek. Ayrıca güvenlik tehdidi yarattığı
şüphesiyle sicil kaydı oluşturulan kişilerin de ev hapsine alınması ve
çevreleriyle iletişiminin kesilmesi de yeni yasayla mümkün kılınıyor.
Kamu düzenini bozacağı öngörülen derneklerin kapatılması da
yasada yer buluyor.
Terör saldırılarının Fransa’ya verdiği ekonomik zararın 2 milyar
avroyu bulduğu belirtildi. Paris’te mağazaların cirolarının yüzde 30
ila 50 arasında düştüğü, otel rezervasyonlarında önemli iptallerin
yaşandığı kaydedildi. Saldırılardan sonra yurttaşların daha az dışarı
çıkmasından dolayı iş yerlerinin gelirinin önemli ölçüde düştüğü belirtiliyor. Ayrıca savunma harcamalarının artması da ülke bütçesine
yeni bir yük getiriyor.
17
MYANMAR’DA İKTİDAR EL DEĞİŞTİRDİ
ARAKAN Müslümanlarına yönelik soykırım girişimiyle dünya gündeminde olan Myanmar’da 25 yıl aradan sonra yapılan ilk serbest seçim olarak kaydedilen seçimler gerçekleştirildi. Yapılan açıklamaya
göre oyların yüzde 80’ini alan Aung San Suu Çii liderliğindeki Ulusal
Demokrasi Birliği parlamentonun iki kanadındaki 664 sandalyenin
348’ini kazandı. Myanmar yasalarına göre parlamentonun dörtte
biri ordu temsilcilerine ayrılıyor. Çii’nin ordu mensuplarıyla uyum
içinde çalışacağı düşünülüyor. Myanmar’da askerlerin desteklediği
Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi 2011’den bu yana iktidardaydı.
Katılımın yüzde 80 civarında olduğu belirtilen seçimlerde yüz
binin üzerindeki Arakan Müslümanı oy kullanamadı. Myanmar
yönetimi, Arakan Müslümanlarına geçici vatandaşlık sağlayan belgeleri Şubat ayında iptal etmişti. Seçim Komisyonu ayrıca milletvekili aday adaylarını Myanmar’da doğup doğmamak bakımından
ön elemeye tâbi tuttu. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights
Watch) Güney Asya Koordinatörü Meenakshi Ganguly konuyla ilgili
açıklamasında “Seçimlerde adaylığı onaylanmış kişilerden 5130’u
Budist, 903’ü Hıristiyan, geriye kalan 28’i ise Müslüman’dı. Seçim
Komisyonu tarafından alınan kararlar kısmen ayrımcı” değerlendirmesinde bulundu.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri İyad Medeni, Myanmar’daki seçimden zaferle çıkan muhalefetteki Aung San Suu
Çii’ye Müslümanlar ve ülkedeki diğer azınlıklar için mektup gönderdi. İİT tarafından yayımlanan açıklamada, genel seçimin ardından
Myanmar’daki demokrasiye geçiş sürecinin desteklendiği belirtildi. Müslümanların bazı keyfi kanunlarla haklarından mahrum
edildiğine değinilen açıklamada, “Myanmar’daki yeni demokratik
atmosferde, ülkedeki Müslümanların meşru haklarının tanınmasını sağlayacak kapsayıcı ve yapıcı bir yöntem izlenmesi gerekir”
ifadelerine yer verildi.
Avrupa Parlamentosu Üyesi Ana Gomes ülkedeki seçimle ilgili
değerlendirmesinde, “Yeni seçilen hükümetin ülkeyi demokratik
yollarla yöneteceğine ve ülkedeki aşırı dincilik ve ırkçılıktan etkilenen
Müslüman azınlıklara dikkat çekerek daha katılımcı bir toplumu teşvik edeceğine inanıyoruz” dedi.
1991 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Aung San Suu Çii,
çocukları İngiltere vatandaşı olduğu için devlet başkanı seçilemeyecek. Çii, Müslüman azınlığı koruyacağını ve Müslümanlara yapılan
uygulamaları takip edeceğini belirtti.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DEN İSRAİL’E İŞGALİ DURDURMA ÇAĞRISI
BIRLEŞMIŞ Milletler (BM) Genel Kurulu’nun
sosyal, insani ve kültürel konularda ihtisaslaşan 3. Komitesinde İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin sona erdirilmesini isteyen
18
DÜNYADAN
ve Filistin halkı ile dayanışma içinde olunduğunu vurgulayan karar tasarısı görüşüldü.
193 üye ülkenin 170’i tasarıya “evet” oyu verirken Amerika Birleşik Devletleri, Kanada,
İsrail, Marshall Adaları, Mikronezya ve Paulu “ret” oyu kullandı. Kamerun, Honduras,
Güney Sudan ve Tonga’nın çekimser kaldığı oylamaya bazı ülkeler katılmadı. Büyük
çoğunlukla kabul edilen karar metninde İsrail’den Filistin topraklarındaki işgale son
vermesi istendi.
Tasarıda Filistin topraklarında 1967’den bu yana süren uygulama işgal olarak tanımlandı. İşgalin acilen sonlandırılmasının önemi vurgulanırken Filistin halkının kendi
geleceğini tayin etme hakkı (self determination) olduğunun altı çizildi. Filistin sorununa kapsamlı ve kalıcı çözüm bulunması gerektiği ifade edilen tasarıda Filistin halkıyla
dayanışma için de BM kurumları ve üyelere çağrı yapıldı. Kararın yasal bağlayıcılığı
bulunmuyor ancak Genel Kurul’da tüm BM üyeleri temsil edildiği için burada alınan
kararlar önemli kabul ediliyor.
HIRVATİSTAN’DA SEÇMEN KOALİSYON DEDİ
HIRVATISTAN’DA 8 Kasım’da gerçekleştirilen genel seçimde Hırvat Demokratik Partisi (HDZ) öncülüğünde kurulan “Vatansever”
ittifakı birinci sırada yer alırken hiçbir parti tek başına iktidar olabilmek için gerekli milletvekili sayısına ulaşamadı. Hırvatistan Merkez
Seçim Kurulu, 151 üyeli parlamentoda “Vatansever” ittifakının 59,
Sosyal Demokrat Parti (SDP) öncülüğündeki “Hırvatistan Büyüyor”
ittifakının 56, “Most” ittifakının 19, İstra Demokrat Meclisi’nin (IDS)
3, Slavonija ve Baranija Hırvat Demokratik Birliği’nin (HDSSB) 2, Mi-
lan Bandic 365 Hareketi’nin 2, Başarılı Hırvatistan Hareketi ve Canlı
Duvar Hareketi’nin 1’er sandalye sahibi olacağını duyurdu. Geri kalan
8 sandalye Hırvatistan yasalarına göre azınlık temsilcilerine ayrılıyor.
HDZ Genel Başkanı Tomislav Karamarko, sandıktan birinci parti
olarak çıktıklarının duyurulmasından sonra yaptığı açıklamada,
“Hırvatistan’da daha kaliteli bir yaşam için bizimle mücadeleye
hazır olanları işbirliğine çağırıyorum” ifadesini kullandı. Seçimin
ardından Hırvatistan’ın yeni hükümetini belirleyecek koalisyon
arayışları başladı. Sonuçlar merkez sağdaki “Vatansever” ittifakı
ile merkez solun “Hırvatistan Büyüyor” ittifakının güvenoyu alacak çoğunluğu sağlaması için “Most” ittifakının desteğini zorunlu
kıldığından bu ittifak koalisyon pazarlıklarında kilit bir role yerleşti.
“Most” ittifakı yetkilileri, her iki tarafla yürütülen görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, “Hırvatistan Büyüyor” ittifakıyla büyük
ölçüde uzlaşmaya vardıklarını bildirdi. Mevcut Ulaştırma Bakanı
SDP’li Sinisa Hajdas Doncic ise “Most” ittifakıyla çok büyük oranda
anlaşmaya varıldığını, iki ittifakın bakış açılarının birbirine oldukça
yakın olduğunu ifade etti.
AVRUPA BİRLİĞİ ZİRVESİ’NDEN VİZE MÜJDESİ ÇIKTI
BRÜKSEL’DE gerçekleştirilen Avrupa Birliği (AB)-Türkiye
Zirvesi’nde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa’ya vizesiz
seyahat etmelerinin önünü açan karara imza atıldı. Buna göre, öngörülen şartların karşılanması durumunda Ekim 2016’dan itibaren
Avrupa’yla vizeler kalkacak. Zirve sonunda kabul edilen metinde,
AB Komisyonu’nun mart ayında vize muafiyeti konusundaki ikinci
raporunu yayımlayacağı ve AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nın Haziran 2016’dan itibaren tamamen uygulanabilir olacağı ifadesine yer
verildi. Sürecin sonunda Türk vatandaşlarının Ekim 2016’da vizesiz
olarak Schengen ülkelerine seyahat edebilmeleri için vize muafiyeti
sürecinin tamamlanması bekleniyor.
Zirve’de Türkiye’nin AB adaylığı yolundaki katılım müzakerelerinde
yer alan fasılların yeniden açılması kararlaştırıldı. Ekonomik ve parasal politika konulu 17’nci fasıl 14 Aralık 2015’te açılacak. Diğer bazı
fasılların açılması için hazırlıklarsa 2016’nın ilk üç ayında tamamlanacak. Görüşmelerde ayrıca Avrupa’nın önemli gündem maddelerinden
sığınmacılar sorunu da ele alındı. AB Komisyonu ve üye ülkelerin
katkılarıyla Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için Türkiye’ye başlangıç
olarak 3 milyar avro destek sağlanmasının karara bağlandığı Zirve’de
uluslararası korumaya ihtiyacı olmayan ve Türkiye üzerinden
Avrupa’ya gitmiş olan göçmenlerin geri kabul edilmesi ve ardından
geldikleri ülkelere gönderilmesi üzerinde anlaşıldı.
Avrupa Birliği eski Bakanı Beril Dedeoğlu Zirve’nin sonuçlarına
ilişkin değerlendirmesinde Geri Kabul Anlaşması’nın Türkiye’den
geldiği kesinleşmiş yasa dışı göçmenlerin Türkiye’ye iadesi anlamına
geldiğini, iade edilen kişilerin Türkiye’ye nereden geldikleri belli ise
ve Türkiye’nin de o ülkelerle geri kabul anlaşması varsa, bu kişilerin
ilgili ülkeye gönderilmesinin de bu anlaşmayla mümkün olacağını
belirtti. Dedeoğlu, AB’nin tavrının müzakere sürecinin yeniden canlandırılması ve karşılıklı güvenin yeniden inşası yönünde olduğunu da
sözlerine ekledi.
19
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE
26. DÖNEM
20
ADALET VE KALKINMA PARTISI’NIN 317, CUMHURIYET HALK
PARTISI’NIN 134, HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI’NIN 59 VE
MILLIYETÇI HAREKET PARTISI’NIN 40 MILLETVEKILI ILE
YER ALDIĞI TBMM 26. DÖNEM, 17 KASIM 2015 TARIHINDE
YAPILAN YEMIN TÖRENIYLE BAŞLADI.
ZEYNEP YIĞIT
21
T
ürkiye’nin 1 Kasım 2015 tarihinde sandık başına gittiği
Milletvekili Genel Seçimi’nin ardından Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde yeni bir döneme adım atıldı. Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin 317, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 134, Halkların Demokratik Partisi’nin 59 ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin 40 milletvekili
ile yer aldığı TBMM 26. Dönem, 17 Kasım 2015 tarihinde yapılan
yemin töreniyle başladı. Yeni yasama döneminin ilk birleşiminde
Genel Kurul’u “en yaşlı üye” sıfatıyla Geçici Başkan Deniz Baykal
yönetti. 22 Kasım 2015 tarihinde ise yine Baykal’ın başkanlığında
26. Dönem 1. Yasama Yılı 2. Birleşimi yapılarak 27. TBMM Başkanı seçildi. Oylamalar sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
aday gösterdiği İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman TBMM
Başkanı oldu.
26. Dönem Parlamentosu’nda görev yapacak 550 milletvekili,
1 Kasım 2015 tarihindeki genel seçimler sonucunda Meclis’e girmeye hak kazandı. 16 siyasi parti ve 21 bağımsız milletvekili adayının
katıldığı seçimlerde, 56 milyon 949 bin 9 kayıtlı seçmenden 48
milyon 537 bin 695’i oy kullandı. Seçime katılma oranı yüzde
85,23 olurken 47 milyon 840 bin 231 oy geçerli, 697 bin 464 oy
ise geçersiz sayıldı. Seçimler sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket
Partisi (MHP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Meclis’te
temsil edilmeye hak kazandı. AK Parti yüzde 49,50, CHP yüzde
25,32, MHP yüzde 11,90, HDP ise yüzde 10,76 oy aldı. Bu sonuçla
TBMM’deki sandalye dağılımı AK Parti 317, CHP 134, HDP 59,
MHP 40 şeklinde oldu.
Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere ve bağımsız
adaylara dağılımı ile bu dağılımın oranları ise şöyle: Millet Partisi
19 bin 714 (%0,04), Vatan Partisi 118 bin 803 (%0,25), Cumhuriyet Halk Partisi 12 milyon 111 bin 812 (%25,32), Hak ve Özgürlükler
Partisi 108 bin 583 (%0,23), Saadet Partisi 325 bin 978 (%0,68),
Demokratik Sol Parti 31 bin 805 (%0,07), Demokrat Parti 69
bin 319 (%0,14), Bağımsız Türkiye Partisi 49 bin 297 (%0,10),
Milliyetçi Hareket Partisi 5 milyon 694 bin 136 (%11,90), Halkın
Kurtuluş Partisi 83 bin 57 (%0,17), Liberal Demokrat Parti 26
bin 816 (%0,06), Halkların Demokratik Partisi 5 milyon 148 bin
85 (%10,76), Büyük Birlik Partisi 253 bin 204 (%0,53), Adalet ve
Kalkınma Partisi 23 milyon 681 bin 926 (%49,50), Komünist Parti
YURT İÇİ, YURT DIŞI VE GÜMRÜK SANDIKLARI DAHİL MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMİ SONUCU
SIYASI PARTI ADI
YURT İÇİ SEÇİM SONUCU
YURT DIŞI SANDIK
SEÇİM SONUCU
GÜMRÜK KAPILARI
SANDIK SEÇİM SONUCU
TÜRKİYE
GENELİ TOPLAM
MILLET PARTISI
19.479
185
50
19.714
%0,04
VATAN PARTISI
114.843
3.321
639
118.803
%0,25
11.900.875
177.151
33.786
12.111.812
%25,32
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ
106.565
1.620
398
108.583
%0,23
SAADET PARTİSİ
319.543
5.621
814
325.978
%0,68
DEMOKRATİK SOL PARTİ
31.523
222
60
31.805
%0,07
DEMOKRAT PARTİ
68.862
377
80
69.319
%0,14
BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ
48.585
589
123
49.297
%0,10
5.602.469
81.076
10.591
5.694.136
%11,90
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
81.207
1.573
277
83.057
%0,17
LİBERAL DEMOKRAT PARTİ
25.163
1.573
80
26.816
%0,06
4.914.203
220.059
13.823
5.148.085
%10,76
247.354
5.013
837
253.204
%0,53
22.959.394
647.028
75.504
23.681.926
%49,50
KOMÜNİST PARTİ
50.488
1.919
120
52.527
%0,11
DOĞRU YOL PARTİSİ
13.676
365
90
14.131
%0,03
BAĞIMSIZLAR
51.038
51.038
%0,11
47.840.231
%100,0
CUMHURIYET HALK PARTISI
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ
BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ
GENEL TOPLAM
22
46.555.267
1.147.692
137.272
ORAN (%)
MILLETVEKILLERI 4 KASIM 2015 TARIHINDEN ITIBAREN KAYIT
YAPTIRMAK ÜZERE MECLIS’E GELDI. İLK KAYIT IŞLEMINI AK PARTI
ÇANKIRI MILLETVEKILI MUHAMMET EMIN AKBAŞOĞLU YAPTIRDI.
52 bin 527 (%0,11), Doğru Yol Partisi 14 bin
131 (%0,03), Bağımsızlar 51 bin 38 (%0,11).
Kadın milletvekillerinin
oranı yüzde 14,73
26. Dönem’de Meclis’te 469 erkek, 81 kadın
milletvekili bulunuyor. Kadın milletvekillerinin oranı yüzde 14,73 olurken, yeni yasama
döneminde AK Parti’den 34, CHP’den 21,
HDP’den 23, MHP’den ise 3 kadın milletvekili görev yapacak. Geçen yasama döneminde
Meclis’te 98 kadın milletvekili yer almış
ve kadınların temsil oranı yüzde 17,82’ye
yükselmişti.
550 milletvekilinin illere göre dağılımına
bakıldığında farklı tablolar dikkat çekiyor.
AK Parti Aksaray, Bayburt, Çankırı, Düzce,
Elazığ, Erzincan, Gümüşhane, Karabük, Karaman, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis,
Kütahya, Nevşehir, Rize ve Yozgat olmak
üzere 17 ilde, HDP ise Hakkari ve Şırnak’ta
tulum çıkardı. AK Parti’nin Hakkari, Şırnak
ve HDP ile CHP’nin birer milletvekilliği kazandığı Tunceli dışındaki 78 ilde milletvekili
bulunuyor.
Cumhuriyet Halk Partisi, 1 Kasım 2015
tarihindeki seçimlerde 46 ilde milletvekili
çıkardı. CHP’nin Adıyaman, Ağrı, Aksaray,
Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Çankırı, Diyarbakır, Düzce, Elazığ, Erzincan, Erzurum,
Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis, Kütahya, Mardin, Muş, Nevşehir, Osmaniye, Rize, Siirt, Şanlıurfa,
Şırnak, Van ve Yozgat olmak üzere 35 ilde milletvekili bulunmuyor.
Hakkari ve Şırnak’ta tüm milletvekilliklerini kazanan HDP, 59 ilde milletvekili çıkaramadı. HDP’li milletvekillerinin yer aldığı 22 il ise şöyle: Adana, Adıyaman, Ağrı, Ankara,
Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Hakkari, Iğdır, İstanbul, İzmir, Kars, Mardin,
Mersin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van.
MHP’nin Adana, Afyonkarahisar, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli,
Erzurum, Gaziantep, Hatay, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Kayseri, Kocaeli,
Konya, Manisa, Mersin, Muğla, Osmaniye, Sakarya ve Samsun olmak üzere 24 il dışındaki
57 ilde milletvekili bulunmuyor. Meclis’teki dört siyasi partinin de milletvekili çıkardığı 6
il ise Adana, Ankara, Gaziantep, İstanbul, İzmir ve Mersin olarak sıralanıyor.
Kayıt işlemleri 4 Kasım’da başladı
Yeni seçilen milletvekilleri 4 Kasım 2015 tarihinden itibaren kayıt yaptırmak üzere
Meclis’e gelmeye başladı. İlk kayıt işlemini AK Parti Çankırı Milletvekili Muhammet
Emin Akbaşoğlu yaptırdı. Meclis personelinin çiçek vererek karşıladığı Akbaşoğlu, rozet
takılmasının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, “1 Kasım seçimlerinin milletimize,
ülkemize ve insanlığa hayırlar getirmesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum. Türkiyemize
23
26. YASAMA DÖNEMI’NIN AÇILIŞI ÖNCESINDE GEÇICI BAŞKAN
DENIZ BAYKAL, GÖREVI İSMET YILMAZ’DAN DEVRALDI. YILMAZ
YENI YASAMA DÖNEMINDE MUTLAKA ANAYASA VE İÇTÜZÜK
DEĞIŞIKLIĞININ YAPILMASI GEREKTIĞINI SÖYLEDI.
ve dünyamıza en hayırlı hizmetleri yapma hususunda milletimizi
mahcup etmeyeceğimizi söylemek istiyorum. Bu aziz millet tarihte olduğu gibi yine insanlığın yüzünü güldürecek büyük işlere
inşallah imza atacak” diye konuştu. Muhammet Emin Akbaşoğlu,
kayıt işleminin tamamlanmasının ardından Meclis çalışanları ve
gazetecilere Çankırı’ya özgü tuz sabunu ve yaren helvası ikram
etti. Kayıt yaptırmak üzere Meclis’e gelen pek çok milletvekili de
seçim bölgelerine özgü çeşitli ürünleri yanlarında getirerek tanıtımlarına katkıda bulundu.
Dört siyasi partiye mensup 550 milletvekilinin mazbatalarını
aldıktan sonra kayıt yaptırmasının ardından TBMM’de yemin
töreni için hazırlıklar yapıldı. 26. Yasama Dönemi’nin açılışı ve yemin töreni öncesinde TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal, görevi
TBMM Başkanı İsmet Yılmaz’dan devraldı. Yılmaz, makamında
düzenlenen devir teslim töreninde yaptığı konuşmada, halkın
7 Haziran’dan daha yüksek oranla 1 Kasım seçimlerine katılarak
demokrasiye sahip çıktığını ve parlamentodan umudunun devam
ettiğini gösterdiğini söyledi. Yeni yasama döneminde mutlaka
Anayasa ve İçtüzük değişikliğinin yapılması, ülkenin her tarafında huzur ve istikrarın sağlanması, refahın artması gerektiğini
ifade eden Yılmaz, milletin uzlaşma istediğini, bu uzlaşmanın da
24
öncelikle Meclis’te gösterilmesinin önemli olduğunu dile getirdi.
Türkiye’nin geleceğinden milletin emin olduğunu kaydeden Yılmaz, “G-20’ye yapılan başkanlık, Türkiye’nin, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda emin adımlarla gittiğinin en somut
göstergesi olmuştur” dedi.
TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal ise Türkiye’nin 5 ay içinde
iki seçim yaşamak durumunda kaldığına işaret ederek her seçimin
yeni bir başlangıç ve umut olduğunu söyledi. Baykal, “5 ay önceki
seçimin ortaya koyduğu çerçeveyi maalesef işletmek, değerlendirmek imkanını bulamadık. Bu ciddi bir sorumluluktur. Bunu
her birimiz önce kendi dünyamızda, sonra da ülke olarak açık bir
şekilde değerlendirmeliyiz” diye konuştu. Baykal, milletin geçen
dönem ortaya koyduğu iradenin işletilememiş olmasının üzüntü
verici olduğunu ifade etti.
Geçici Başkan Deniz Baykal konuşmasında Türkiye’nin çok
önemli bir ilerlemeyi tarih sahnesinde ortaya koymuş bir ülke
olduğunu da vurguladı. Türkiye’nin 1999 yılından beri G-20’nin
bir parçası olduğunu hatırlatan Baykal, “Biz yoksul bir Anadolu
coğrafyasından yola çıkarak bugün dünyanın en büyük ülkeleri
arasında yer tutmayı başarmış bir ülkeyiz. Ne kadar iftihar etsek
yeridir. Bu bizim varacağımız son durak da değildir” değerlendir-
mesinde bulundu. Baykal, Atatürk’ten başlayarak Türkiye’nin bu
noktaya gelmesinde emeği geçen herkese şükran duyduğunu ifade etti. Konuşmaların ardından İsmet Yılmaz, Başkanlık mührünü
Deniz Baykal’a devretti.
Atatürk Anıtı’nda tören düzenlendi
TBMM’de 26. Dönem’in başlaması dolayısıyla Atatürk Anıtı’nda
tören düzenlendi. TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal, kırmızıbeyaz karanfillerden oluşan ve üzerinde “TBMM Başkanlığı”
yazan çelengi Atatürk Anıtı’na koydu. Saygı duruşunda bulunulan
ve İstiklal Marşı okunan törene Başkanlık Divanı üyeleri, partilerin
grup başkanvekilleri, milletvekilleri ve TBMM çalışanları katıldı.
Atatürk Anıtı’ndaki törenin ardından 26. Dönem 1. Yasama Yılı
açılışı gerçekleştirildi. Genel Kurul, “en yaşlı üye” sıfatıyla TBMM
Geçici Başkanı ve CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal başkanlığında toplandı. Başkanlık Divanı’nda 26. Yasama Dönemi’nin en
genç milletvekillerinden AK Parti Antalya Milletvekili Sena Nur
Çelik ile HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran da yer aldı.
Baykal, 26. Dönem 1. Yasama Yılı’nın ilk birleşimini açtıktan sonra
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın locadaki yerini aldığını
bildirdi. İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Geçici Başkan
Deniz Baykal milletvekillerine hitap etti.
7 Haziran’daki seçimlerden sonra TBMM’de bir hükümet kurulabilmesi için partiler arasında bir uzlaşmayı gerçekleştirme
zorunluluğu bulunduğunu hatırlatan Baykal, “Bugün ise Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde hükümet kurulabilmesi için partiler
arasında uzlaşma artık bir zorunluluk olmaktan çıkmış görünüyor. Bu durum bir büyük yanılgıya yol açmamalıdır. Bugün bir
tek parti hükümetinin kurulabilecek olması ülkede bir büyük
uzlaşma ihtiyacını ortadan kaldırmamış, tam tersine belki daha
da artırmıştır” dedi. Baykal, demokrasinin özünde iktidar ile
25
muhalefetin bir temel uzlaşma ve diyalog içinde çalışmasına dayandığına işaret
ederek, “Diyalog ve uzlaşma da şeffaf olmayı ve hem parlamentoda hem de yargıda hesap verebilmeyi göze alabilecek hükümetlerin varlığını gerektirir. Diyalog ve
uzlaşmanın da şeffaf ve hesap verebilecek hükümetlerin varlığının da güvencesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir” ifadelerini kullandı.
Geçici Başkan Deniz Baykal konuşmasında bölgemizdeki sorunlara da değinerek
şu değerlendirmelerde bulundu: “Tarihsel bir kırılmanın bölgemizde yaşanmakta
olduğu bir dönemde görev yapacağız. Gözlerimizin önünde devletlerin çözülüp
parçalandıklarına, yeni güç merkezlerinin şekillenmekte olduğuna tanık oluyoruz.
Ortadoğu’nun siyasi haritası kanlı bir süreçle yeniden çiziliyor. Şiddet, vahşet ve
terör siyasetin yeni enstrümanları haline dönüşüyor. Mazlum milletimizin büyük
fedakarlıklarla gerçekleştirdiği kutsal istiklal mücadelemizi şeref ile yöneten
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI MILLETVEKILLERI DAĞILIMI
PARTI ADI
ÜYE SAYISI
ADALET VE KALKINMA PARTISI
317
CUMHURIYET HALK PARTISI
134
HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI
59
MILLIYETÇI HAREKET PARTISI
40
TOPLAM
550
26
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin günümüzdeki
üyeleri olarak bu manzarayı derin bir acı ve
hüzünle izliyoruz. Elbette çevremizdeki bu
yangının söndürülmesi için uluslararası bir dayanışma sergilemek zorundayız. 2 milyon 200
bin mülteciye kollarını açmış bir ülke olarak
zaten bu konuda en büyük fedakarlığı yapmış
durumdayız. Artık ilk görevimiz Ortadoğu’daki
yangının Türkiye’ye sıçramasına engel olmaktır.
2003 yılındaki Irak’a yönelik askerî müdahalenin
bugün bu malum vahşet örgütünün ortaya
çıkmasına neden olduğunu o müdahale kararını alanlar ve uygulayanlar kabul ve itiraf etme
durumuna gelmişlerdir. Ne kadar onur vericidir
ki Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Mart 2003’te
askerî müdahale tezkeresini reddederek şerefli
tarihine yakışan bir karar almıştır. Bu kararın
alınmasına öncülük yapanlar, ideolojik bir savaş
karşıtlığının ötesinde, bugünkü Ortadoğu manzarasını, cehennemini 12 yıl önce öngörerek karşı
çıkmışlardır. Bunu yapan Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin önümüze gelmekte olan yeni tehdit-
DENIZ BAYKAL YENI DÖNEMIN AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMADA
DINCI YA DA IRKÇI TERÖR KARŞISINDA EN SAĞLAM GÜVENCENIN
CUMHURIYETIMIZIN TEMEL FELSEFESI OLDUĞUNU VURGULADI.
ler, tehlikeler ve teklifler karşısında gene kendisine yakışanı yapacağına ve Türkiye’nin
ateşe atılmasına izin vermeyeceğine inanıyorum.”
“Hepimiz aynı millî siyasi kimliğin parçasıyız”
Deniz Baykal, dinci ya da ırkçı terör karşısında en sağlam güvencenin Cumhuriyetimizin
temel felsefesi olduğunu vurgulayarak, “Bu felsefe Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihinden gelen ve bugün bizlere emanet edilen en şerefli mirastır. Bu mirasın temelinde
Misak-ı Millî sınırları içerisinde yaşayan herkesi din, inanç, mezhep, ırk ya da etnik kimlik
ayrımı yapmadan eşit vatandaş sayan bir anlayış vardır. O nedenle bizim devletimiz bir ırk,
kan ve kafatası devleti değildir. Bir siyasi bilinç devletidir. İçine doğduğumuz değil, birlikte
inşa ettiğimiz ve içinde olmayı seçtiğimiz bir devlettir. Herkesin ırkı, etnik kimliği, soyu
onun şerefidir. Herkesin dini, mezhebi, inancı onun şerefidir, ama siyasetimiz bir ırk, etnik
CINSIYETE GÖRE DAĞILIM
PARTI ADI
KADIN SAYI
ORAN
ERKEK SAYI ORAN
PARTI TOPLAM
ADALET VE KALKINMA PARTISI
34
% 10,73
283
% 89,27
317
CUMHURIYET HALK PARTISI
21
% 15,67
113
% 84,33
134
HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI
23
% 38,98 36
% 61,02
59
MILLIYETÇI HAREKET PARTISI
3
% 7,5
37
% 92,5
40
GENEL TOPLAM
81
% 14,73
469
% 85,27
550
kimlik, soy sop siyaseti değildir. Siyasetimiz bir din, mezhep, inanç, iman siyaseti
değildir, olmamalıdır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin temelinde yatan bu anlayış
ulusal birliğimizin, barış ve kardeşliğimizin güvencesidir. Çevremizde yaşanan
çatışmalar, din, mezhep ve etnik kimlik
savaşları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
ve Cumhuriyetimizin özünü oluşturan bu
felsefenin ne kadar değerli olduğunu her
gün bize hatırlatmaktadır. Irkımız, etnik
kimliğimiz, soyumuz sopumuz ne olursa
olsun hepimiz aynı millî siyasi kimliğin
parçasıyız. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
işte o millî siyasi kimliktir, o halktır. O
halka da Türk milleti denilmektedir” dedi.
Genel Kurul’daki konuşmasında “Laikliği dinsizlik diye sunup tahrip etmenin,
devlet ya da cemaat eliyle din ve mezhep
dayatmanın nelere yol açmakta olduğunu
görüyoruz. Devleti cemaatleştirmenin
sakıncalarını görenlerin artık devlet ma-
27
rifetiyle mezhep ve din dayatmanın sakıncalarını da göreceklerini
umuyorum” ifadelerine yer veren Baykal, “Anadolu’nun derin tarih,
kültür ve inanç birikiminden, Mevlâna’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den,
Yunus Emre’den yola çıkarak sürdürmekte olduğumuz medeniyet
yolculuğunda bugün karşımıza çıkan tehlikeleri, dinci, mezhepçi,
ırkçı terör kuşatmasını bugüne kadar Cumhuriyetimizin bu temel
felsefesiyle aştık, bundan sonra da onunla aşacağız” dedi.
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Birinci
Meclis’ten başlayarak bu kutsal çatı altında görev yapmış olanları
saygıyla selamladığını, aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet
dilediğini ifade eden Baykal, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Cumhuriyetimizi demokrasimizle çatıştırmayı değil birleştirip
bütünleştirmeyi başarırsak, tarihimizden husumet değil ders
çıkarıp barış ve kardeşlik üretebilirsek, siyasetimizin temeline
hukuku, bağımsız ve tarafsız yargıyı yerleştirebilirsek Türkiyemiz
21. yüzyılın en güçlü, en saygın, en parlak ülkelerinden biri olacaktır.
Bize, insanımıza ve tarihimize yakışan da budur.”
Yemin töreni 9,5 saat sürdü
Genel Kurul’da ilk olarak Geçici Başkan Deniz Baykal milletvekili
yeminini etti. Baykal, Adana ilinden itibaren milletvekillerini
kürsüye çağırmaya başlamadan yürüme engelli AK Parti Bursa
Milletvekili Bennur Karaburun’a öncelik verdi. Karaburun, kendisi
için yerleştirilen rampadan kürsüye çıkarak yeminini etti. Yaklaşık
9,5 saat süren yemin töreni sırasında, HDP Ağrı Milletvekili Leyla
Zana, milletvekili yemin metnindeki “Türk milleti” yerine “Türkiye milleti” ifadesini kullandı. Bunun üzerine Geçici Başkan Deniz
Baykal, “Yemin metni aynen okunmamıştır. Yemin metni aynen
okunmuş sayılamaz” diyerek uyarıda bulundu. Zana ise yemini
tekrar etmeden Genel Kurul Salonu’ndan ayrıldı.
28
Ant içme sırası Ankara milletvekillerine geldiğinde Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk için saygı duruşunda
bulunuldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan saygı duruşunun
ardından Genel Kurul Salonu’ndan ayrıldı. Erdoğan’a Meclis’e geliş
ve gidişinde “ikinci en yaşlı üye” sıfatıyla AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman eşlik etti.
Milletvekilleri Genel Kurul’da şu yemini etti: “Devletin varlığı
ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü,
milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun
üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve
temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum
ve şerefim üzerine ant içerim.”
Siyasi partiler grup başkanvekillerini belirledi
Meclis’te temsil edilen siyasi partiler 26. Dönem’in başlamasının
ardından grup başkanvekillerini belirledi. AK Parti’de grup başkanvekilliğine Amasya Milletvekili Naci Bostancı, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli ve Tokat Milletvekili Coşkun Çakır seçildi.
CHP’de Manisa Milletvekili Özgür Özel, İstanbul Milletvekili Engin
Altay ve Ankara Milletvekili Levent Gök yeniden grup başkanvekili
olurken, HDP’de Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken bu önemli
görevi yürütecek. HDP’nin ikinci grup başkanvekili önümüzdeki
günlerde belirlenecek. MHP’de ise İzmir Milletvekili Oktay Vural
ve Manisa Milletvekili Erkan Akçay grup başkanvekili seçildi.
TBMM 26. DÖNEM MILLETVEKILLERI
ADANA
Behçet Yıldırım HDP
İlknur İnceöz Aydın Uslupehlivan
CHP
İbrahim Halil Fırat AK Parti
Mustafa Serdengeçti AK Parti
Elif Doğan Türkmen
CHP
Salih Fırat AK Parti
Fatma Güldemet Sarı AK Parti
AK Parti
Cemil Çiçek AK Parti
Emrullah İşler AK Parti
Erkan Haberal
MHP
AMASYA
Ertan Aydın AK Parti
AK Parti
Fatih Şahin AK Parti
AFYONKARAHİSAR
Haluk İpek Mehmet Şükrü Erdinç AK Parti
Ali Özkaya AK Parti
Mehmet Naci Bostancı AK Parti
Jülide Sarıeroğlu AK Parti
Meral Danış Beştaş HDP
Burcu Köksal CHP
Mustafa Tuncer Levent Gök
CHP
Mevlüt Karakaya
MHP
Hatice Dudu Özkal AK Parti
Lütfiye Selva Çam AK Parti
Muharrem Varlı MHP
Mehmet Parsak MHP
ANKARA
Murat Alparslan AK Parti
Necdet Ünüvar AK Parti
Veysel Eroğlu AK Parti
Ahmet Gündoğdu AK Parti
Murat Emir CHP
Ömer Çelik AK Parti
Ahmet İyimaya AK Parti
Mustafa Mit
MHP
Seyfettin Yılmaz MHP
AĞRI
Ahmet Haluk Koç
CHP
Necati Yılmaz
CHP
Talip Küçükcan AK Parti
Berdan Öztürk
HDP
Ali Babacan AK Parti
Nevzat Ceylan AK Parti
Tamer Dağlı AK Parti
Cesim Gökçe
AK Parti
Ali Haydar Hakverdi CHP
Nihat Yeşil CHP
Zülfikar İnönü Tümer CHP
Dirayet Taşdemir HDP
Ali İhsan Arslan
AK Parti
Sırrı Süreyya Önder HDP
Leyla Zana HDP
Aydın Ünal
AK Parti
Şefkat Çetin
MHP
Aylin Nazlıaka CHP
Şenal Sarıhan CHP
İbrahim Özdiş
CHP
CHP
ADIYAMAN
Adnan Boynukara AK Parti
AKSARAY
Ayşe Gülsün Bilgehan CHP
Tekin Bingöl
CHP
Ahmet Aydın AK Parti
Cengiz Aydoğdu AK Parti
Bülent Kuşoğlu Vedat Bilgin AK Parti
CHP
29
Kasım Bostan AK Parti
BURSA
Nihat Zeybekci AK Parti
Yıldırım Tuğrul Türkeş AK Parti
Mahmut Poyrazlı AK Parti
Bennur Karaburun AK Parti
Sema Ramazanoğlu AK Parti
Zühal Topcu
Mehmet Tüm CHP
Cemalettin Kani Torun AK Parti
Şahin Tin AK Parti
Namık Havutça CHP
Ceyhun İrgil
CHP
Sema Kırcı AK Parti
Efkan Ala AK Parti
DİYARBAKIR
Emine Yavuz Gözgeç AK Parti
Altan Tan HDP
Erkan Aydın CHP
Çağlar Demirel HDP
Yalçın Akdoğan ANTALYA
AK Parti
MHP
Ahmet Selim Yurdakul MHP
Atay Uslu AK Parti
BARTIN
Çetin Osman Budak CHP
Muhammet Rıza Yalçınkaya CHP
Hakan Çavuşoğlu AK Parti
Ebubekir Bal
AK Parti
Deniz Baykal
CHP
Yılmaz Tunç
AK Parti
Hüseyin Şahin
AK Parti
Feleknas Uca
HDP
Devrim Kök
CHP
AK Parti
İdris Baluken HDP
AK Parti
İsmail Aydın Gökcen Özdoğan Enç BATMAN
MHP
İmam Taşçıer HDP
AK Parti
AK Parti
İsmet Büyükataman Hüseyin Samani Ataullah Hamidi MHP
Mehmet Galip Ensarioğlu AK Parti
AK Parti
HDP
Kadir Koçdemir İbrahim Aydın
Ayşe Acar Başaran CHP
Nimetullah Erdoğmuş HDP
MHP
HDP
Lale Karabıyık Mehmet Günal Mehmet Ali Aslan AK Parti
Nursel Aydoğan HDP
AK Parti
HDP
Mehmet Müezzinoğlu
Mevlüt Çavuşoğlu Saadet Becerekli Muhammet Müfit Aydın AK Parti
Sibel Yiğitalp
HDP
Mustafa Akaydın CHP
BAYBURT
Nurhayat Altaca Kayışoğlu CHP
Ziya Pir HDP
Mustafa Köse
AK Parti
Naci Ağbal AK Parti
Orhan Sarıbal
CHP
Niyazi Nefi Kara CHP
Şahap Kavcıoğlu AK Parti
Osman Mesten AK Parti
DÜZCE
Sena Nur Çelik AK Parti
Zekeriya Birkan AK Parti
Ayşe Keşir AK Parti
Faruk Özlü
AK Parti
Fevai Arslan AK Parti
BİLECİK
ARDAHAN
Halil Eldemir AK Parti
ÇANAKKALE
Orhan Atalay
AK Parti
Yaşar Tüzün CHP
Ayhan Gider AK Parti
Öztürk Yılmaz CHP
Bülent Öz CHP
EDİRNE
ARTVİN
İsrafil Kışla Uğur Bayraktutan BİNGÖL
Bülent Turan AK Parti
Erdin Bircan CHP
Cevdet Yılmaz AK Parti
Muharrem Erkek CHP
Okan Gaytancıoğlu CHP
AK Parti
Enver Fehmioğlu AK Parti
Rafet Sezen AK Parti
Hişyar Özsoy HDP
BİTLİS
ELAZIĞ
Ejder Açıkkapı
AK Parti
Metin Bulut AK Parti
CHP
AYDIN
Abdurrahman Öz AK Parti
Bülent Tezcan CHP
Deniz Depboylu MHP
Hüseyin Yıldız Mahmut Celadet Gaydalı HDP
ÇANKIRI
Hüseyin Filiz AK Parti
Muhammet Emin Akbaşoğlu AK Parti
Mizgin Irgat HDP
Vedat Demiröz AK Parti
CHP
BOLU
Lütfiye İlksen Ceritoğlu Kurt AK Parti
Mehmet Erdem AK Parti
Ali Ercoşkun AK Parti
Salim Uslu Metin Lütfi Baydar CHP
Fehmi Küpçü AK Parti
Tufan Köse Mustafa Savaş
AK Parti
Tanju Özcan
CHP
ÇORUM
Ömer Serdar
AK Parti
Ahmet Sami Ceylan AK Parti
Tahir Öztürk
AK Parti
AK Parti
ERZİNCAN
CHP
Sebahattin Karakelle AK Parti
Serkan Bayram AK Parti
DENİZLİ
BALIKESİR
BURDUR
Cahit Özkan AK Parti
ERZURUM
Ahmet Akın CHP
Bayram Özçelik
AK Parti
Emin Haluk Ayhan MHP
İbrahim Aydemir AK Parti
Ali Aydınlıoğlu AK Parti
Mehmet Göker CHP
Kazım Arslan CHP
Kamil Aydın
MHP
İsmail Ok MHP
Reşat Petek AK Parti
Melike Basmacı CHP
Mustafa Ilıcalı AK Parti
30
Orhan Deligöz
AK Parti
Şamil Tayyar
AK Parti
Hilmi Yarayıcı CHP
Arzu Erdem MHP
Recep Akdağ AK Parti
Ümit Özdağ
MHP
Mehmet Öntürk AK Parti
Atila Kaya MHP
Zehra Taşkesenlioğlu AK Parti
Mehmet Necmettin Ahrazoğlu MHP
Aykut Erdoğdu CHP
Mevlüt Dudu CHP
Ayşe Nur Bahçekapılı AK Parti
GİRESUN
ESKİŞEHİR
Bülent Yener Bektaşoğlu CHP
Orhan Karasayar AK Parti
Aziz Babuşcu
AK Parti
Cemal Okan Yüksel CHP
Cemal Öztürk
AK Parti
Serkan Topal CHP
Azmi Ekinci AK Parti
Emine Nur Günay AK Parti
Nurettin Canikli
AK Parti
Barış Yarkadaş
CHP
Gaye Usluer CHP
Sabri Öztürk
AK Parti
Berat Albayrak AK Parti
Harun Karacan AK Parti
Mehmet Emin Adıyaman HDP
Bihlun Tamaylıgil CHP
Nabi Avcı
AK Parti
GÜMÜŞHANE
Nurettin Aras Burhan Kuzu AK Parti
Utku Çakırözer
CHP
Cihan Pektaş AK Parti
Celal Adan
MHP
Hacı Osman Akgül
AK Parti
IĞDIR
AK Parti
ISPARTA
Celal Doğan HDP
İrfan Bakır CHP
Didem Engin
CHP
GAZİANTEP
Abdulhamit Gül
AK Parti
HAKKARİ
Nuri Okutan MHP
Durmuş Ali Sarıkaya AK Parti
Abdulkadir Yüksel AK Parti
Abdullah Zeydan HDP
Sait Yüce AK Parti
Dursun Çiçek CHP
Abdullah Nejat Koçer
AK Parti
Nihat Akdoğan
HDP
Süreyya Sadi Bilgiç
AK Parti
Edip Semih Yalçın MHP
Ahmet Uzer
AK Parti
Selma Irmak HDP
Akif Ekici CHP
İSTANBUL
Ekrem Erdem
AK Parti
Canan Candemir Çelik AK Parti
HATAY
Abdullah Başcı AK Parti
Engin Altay CHP
Mahmut Toğrul
HDP
Adem Yeşildal
AK Parti
Ahmet Berat Çonkar AK Parti
Erdal Ataş
HDP
Mehmet Erdoğan
AK Parti
Birol Ertem CHP
Ahmet Hamdi Çamlı
AK Parti
Erdoğan Toprak
CHP
Mehmet Gökdağ
CHP
Fevzi Şanverdi
AK Parti
Ali Özcan CHP
Eren Erdem CHP
Mehmet Şimşek AK Parti
Hacı Bayram Türkoğlu AK Parti
Ali Şeker CHP
Erkan Kandemir AK Parti
Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu MHP
31
Erol Kaya AK Parti
İsmet Uçma AK Parti
Pervin Buldan
HDP
Fatma Seniha Nükhet Hotar AK Parti
Fatma Benli AK Parti
İzzet Ulvi Yönter MHP
Ravza Kavakcı Kan AK Parti
Hamza Dağ AK Parti
AK Parti
Fatma Betül Sayan Kaya AK Parti
Kadri Enis Berberoğlu CHP
Selahattin Demirtaş HDP
Hüseyin Kocabıyık Feyzullah Kıyıklık
AK Parti
Mahmut Tanal
CHP
Selina Doğan
CHP
İbrahim Mustafa Turhan AK Parti
Filiz Kerestecioğlu HDP
Markar Eseyan
AK Parti
Serap Yaşar AK Parti
Kamil Okyay Sındır CHP
Gamze Akkuş İlgezdi
CHP
Mehmet Bekaroğlu CHP
Sibel Özdemir CHP
Kemal Kılıçdaroğlu CHP
Garo Paylan
HDP
Mehmet Metiner AK Parti
Süleyman Sencer Ayata CHP
Kerem Ali Sürekli
AK Parti
Gülay Yedekci CHP
Mehmet Muş AK Parti
Şafak Pavey CHP
Mahmut Atilla Kaya AK Parti
Gürsel Tekin CHP
Mehmet Akif Hamzaçebi CHP
Şirin Ünal AK Parti
Murat Bakan CHP
Halis Dalkılıç AK Parti
Mehmet Ali Pulcu
Tülay Kaynarca
AK Parti
Musa Çam
CHP
Harun Karaca AK Parti
Mehmet Doğan Kubat AK Parti
Volkan Bozkır
AK Parti
Mustafa Ali Balbay
CHP
Hasan Sert AK Parti
Mehmet Mehdi Eker
AK Parti
Yakup Akkaya CHP
Müslüm Doğan
HDP
Hasan Turan
AK Parti
Metin Külünk
AK Parti
Yıldız Seferinoğlu
AK Parti
Necip Kalkan AK Parti
Hayati Yazıcı AK Parti
Mihrimah Belma Satır AK Parti
Zeynel Emre
CHP
Oktay Vural
MHP
Haydar Ali Yıldız
AK Parti
Mustafa Ataş
AK Parti
Özcan Purçu CHP
Hulusi Şentürk
AK Parti
Mustafa Şentop
AK Parti
İZMİR
Selin Sayek Böke CHP
Hurşit Yıldırım AK Parti
Mustafa Yeneroğlu AK Parti
Ahmet Kenan Tanrıkulu MHP
Tacettin Bayır CHP
Hüda Kaya HDP
Mustafa Sezgin Tanrıkulu CHP
Ahmet Tuncay Özkan CHP
Zekeriya Temizel CHP
Hüseyin Bürge AK Parti
Mürteza Zengin AK Parti
Ali Yiğit CHP
Zeynep Altıok
CHP
İlhan Cihaner CHP
Nureddin Nebati AK Parti
Atila Sertel CHP
İlhan Kesici
CHP
Oğuz Kaan Salıcı
CHP
Aytun Çıray
CHP
KAHRAMANMARAŞ İsmail Kahraman AK Parti
Onursal Adıgüzel CHP
Binali Yıldırım AK Parti
Celalettin Güvenç AK Parti
İsmail Faruk Aksu MHP
Osman Boyraz
AK Parti
Ertuğrul Kürkcü HDP
Fahrettin Oğuz Tor MHP
32
AK Parti
İmran Kılıç AK Parti
KIRKLARELİ
Mahir Ünal AK Parti
Mehmet İlker Çitil AK Parti
Mehmet Uğur Dilipak AK Parti
Nursel Reyhanlıoğlu AK Parti
Veysi Kaynak
AK Parti
KARABÜK
Burhanettin Uysal
AK Parti
Mehmet Ali Şahin AK Parti
KARAMAN
Recep Konuk AK Parti
Recep Şeker
AK Parti
KARS
Ahmet Arslan AK Parti
Ayhan Bilgen
HDP
Yusuf Selahattin Beyribey AK Parti
KASTAMONU
Hakkı Köylü AK Parti
Metin Çelik AK Parti
Murat Demir
AK Parti
KAYSERİ
Çetin Arık
CHP
Hülya Nergis AK Parti
İsmail Tamer AK Parti
İsmail Emrah Karayel KÜTAHYA
Lütfi Elvan AK Parti
Selahattin Minsolmaz AK Parti
Ahmet Tan AK Parti
Oktay Öztürk MHP
Türabi Kayan
CHP
İshak Gazel AK Parti
Serdal Kuyucuoğlu CHP
Vecdi Gündoğdu CHP
Mustafa Şükrü Nazlı AK Parti
Yılmaz Tezcan AK Parti
Vural Kavuncu AK Parti
MUĞLA
KIRŞEHİR
Mikail Arslan AK Parti
MALATYA
Akın Üstündağ CHP
Salih Çetinkaya AK Parti
Bülent Tüfenkci AK Parti
Hasan Özyer AK Parti
Mustafa Şahin
AK Parti
Mehmet Erdoğan MHP
Nurettin Yaşar
AK Parti
Nihat Öztürk AK Parti
Mustafa Hilmi Dülger AK Parti
Öznur Çalık AK Parti
Nurettin Demir CHP
Reşit Polat
Taha Özhan AK Parti
Ömer Süha Aldan
CHP
Veli Ağbaba
CHP
MUŞ
KİLİS
AK Parti
KOCAELİ
Cemil Yaman AK Parti
MANİSA
Ahmet Yıldırım HDP
Fatma Kaplan Hürriyet CHP
Erkan Akçay
MHP
Burcu Çelik Özkan HDP
Fikri Işık
AK Parti
İsmail Bilen AK Parti
Mehmet Emin Şimşek AK Parti
Haydar Akar CHP
Mazlum Nurlu CHP
İlyas Şeker AK Parti
Murat Baybatur AK Parti
NEVŞEHİR
Mehmet Akif Yılmaz
AK Parti
Özgür Özel CHP
Ebubekir Gizligider AK Parti
Radiye Sezer Katırcıoğlu AK Parti
Recai Berber AK Parti
Murat Göktürk AK Parti
Saffet Sancaklı
MHP
Selçuk Özdağ AK Parti
Mustafa Açıkgöz AK Parti
Sami Çakır AK Parti
Tur Yıldız Biçer
CHP
Tahsin Tarhan CHP
Uğur Aydemir
AK Parti
NİĞDE
Zeki Aygün
AK Parti
Alpaslan Kavaklıoğlu AK Parti
MARDİN
Erdoğan Özegen AK Parti
HDP
Ömer Fethi Gürer
CHP
ORDU
Ergün Taşcı AK Parti
Metin Gündoğdu AK Parti
Numan Kurtulmuş AK Parti
Oktay Çanak
AK Parti
Seyit Torun CHP
OSMANİYE
Devlet Bahçeli MHP
KONYA
Ali Atalan
Abdullah Ağralı AK Parti
Ceyda Bölünmez Çankırı AK Parti
Ahmet Davutoğlu AK Parti
Erol Dora HDP
Ahmet Sorgun
AK Parti
Gülser Yıldırım HDP
AK Parti
Hacı Ahmet Özdemir AK Parti
Mithat Sancar HDP
Mehmet Özhaseki AK Parti
Halil Etyemez AK Parti
Orhan Miroğlu
AK Parti
Mustafa Elitaş AK Parti
Hüsnüye Erdoğan
AK Parti
Sami Dedeoğlu
AK Parti
Leyla Şahin Usta AK Parti
MERSİN
Taner Yıldız AK Parti
Mehmet Babaoğlu AK Parti
Ali Cumhur Taşkın
AK Parti
Yusuf Halaçoğlu
MHP
Muhammet Uğur Kaleli AK Parti
Aytuğ Atıcı CHP
Mustafa Baloğlu AK Parti
Baki Şimşek
MHP
MHP
Dengir Mir Mehmet Fırat HDP
KIRIKKALE
Mustafa Kalaycı Abdullah Öztürk
AK Parti
Mücahit Durmuşoğlu AK Parti
Mustafa Hüsnü Bozkurt CHP
Durmuş Fikri Sağlar
CHP
Ruhi Ersoy MHP
Mehmet Demir AK Parti
Ömer Ünal
AK Parti
Hacı Özkan AK Parti
Suat Önal AK Parti
Ramazan Can
AK Parti
Ziya Altunyaldız AK Parti
Hüseyin Çamak CHP
33
RİZE
SİNOP
TEKİRDAĞ
VAN
Hasan Karal AK Parti
Barış Karadeniz CHP
Ayşe Doğan AK Parti
Adem Geveri HDP
Hikmet Ayar
AK Parti
Nazım Maviş
AK Parti
Candan Yüceer
CHP
Osman Aşkın Bak AK Parti
Emre Köprülü
CHP
Bedia Özgökçe Ertan HDP
Beşir Atalay AK Parti
AK Parti
SİVAS
Faik Öztrak CHP
SAKARYA
Ali Akyıldız
CHP
Metin Akgün AK Parti
Burhan Kayatürk Ali İhsan Yavuz
AK Parti
Hilmi Bilgin AK Parti
Mustafa Yel AK Parti
Figen Yüksekdağ Şenoğlu HDP
Ayhan Sefer Üstün AK Parti
İsmet Yılmaz AK Parti
Lezgin Botan HDP
Nadir Yıldırım
HDP
Tuğba Hezer Öztürk HDP
Engin Özkoç
CHP
Mehmet Habib Soluk
AK Parti
TOKAT
Mustafa İsen AK Parti
Selim Dursun AK Parti
Celil Göçer AK Parti
Recep Uncuoğlu AK Parti
Coşkun Çakır AK Parti
Şaban Dişli AK Parti
ŞANLIURFA
Kadim Durmaz CHP
Zihni Açba MHP
Ahmet Eşref Fakıbaba AK Parti
Yusuf Beyazıt
AK Parti
YALOVA
Zeyid Aslan AK Parti
Fikri Demirel AK Parti
TRABZON
Muharrem İnce CHP
Adnan Günnar AK Parti
Ayşe Sula Köseoğlu
AK Parti
YOZGAT
Haluk Pekşen CHP
Abdulkadir Akgül AK Parti
Muhammet Balta
AK Parti
Bekir Bozdağ AK Parti
Salih Cora AK Parti
Süleyman Soylu AK Parti
Ertuğrul Soysal
AK Parti
Yusuf Başer AK Parti
Dilek Öcalan HDP
SAMSUN
Faruk Çelik
AK Parti
Ahmet Demircan
AK Parti
Halil Özcan
AK Parti
Akif Çağatay Kılıç AK Parti
İbrahim Ayhan
HDP
Çiğdem Karaaslan AK Parti
İbrahim Halil Yıldız
AK Parti
Erhan Usta MHP
Kemalettin Yılmaztekin AK Parti
Fuat Köktaş AK Parti
Mahmut Kaçar AK Parti
Hasan Basri Kurt AK Parti
Mehmet Akyürek AK Parti
Hayati Tekin CHP
Mehmet Ali Cevheri AK Parti
Kemal Zeybek
CHP
Mehmet Kasım Gülpınar AK Parti
TUNCELİ
Orhan Kırcalı AK Parti
Osman Baydemir HDP
Alican Önlü HDP
ZONGULDAK
Gürsel Erol CHP
SİİRT
ŞIRNAK
Faruk Çaturoğlu AK Parti
Besime Konca HDP
Aycan İrmez HDP
UŞAK
Hüseyin Özbakır AK Parti
Kadri Yıldırım
HDP
Faysal Sarıyıldız HDP
Alim Tunç AK Parti
Özcan Ulupınar AK Parti
Yasin Aktay AK Parti
Ferhat Encu HDP
Mehmet Altay AK Parti
Şerafettin Turpcu CHP
Leyla Birlik HDP
Özkan Yalım CHP
Ünal Demirtaş
CHP
34
KAPAK
27 ARALIK 1919
ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELIŞININ
96. YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN.
35
DÜNYA LIDERLERI ANTALYA’DA BULUŞTU
G-20 2015 ZIRVESI
36
KAPAK
DÜNYA NÜFUSUNUN ÜÇTE IKISINI TEMSIL EDEN 19 ÜLKE
VE AVRUPA BIRLIĞI ILE 6 KONUK ÜLKENIN KATILIMIYLA
GERÇEKLEŞEN G-20 ANTALYA ZIRVESI’NDE ULUSLARARASI
MALI KRIZE YÖNELIK ÖNEMLI KONULAR ELE ALINDI.
GEÇMIŞ YILLARDAN FARKLI OLARAK ULUSLARARASI TERÖR VE
MÜLTECI KRIZI ZIRVENIN ÖNE ÇIKAN BAŞLIKLARINDANDI.
ENVER UYGUN
D
ünyanın en büyük ekonomisine sahip 31 ülkeden 19’u ile
Avrupa Birliği’nin en üst düzeyde katılımıyla düzenlenen
G-20 Zirvesi, bu yıl 15-16 Kasım günlerinde Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında
Antalya’da gerçekleştirildi. Zirve toplantılarında ve ikili görüşmelerde en
fazla öne çıkan başlıklar uluslararası
terör, güvenlik ve mülteci sorunu etkinliğin sonuç bildirgesinin de ağırlık
merkezini oluşturdu.
Antalya’nın Belek ilçesinde gerçekleştirilen 2015 G-20 Zirvesi’ne, Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernández
de Kirchner 22 Kasım’da ülkesinde yapılacak seçimler, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ise 13 Kasım’da
Paris’te meydana gelen saldırılar nedeniyle katılmadı. Toplantıya Arjantin
adına Dışişleri Bakanı Héctor Timerman, Fransa’yı temsilen
Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ile Ekonomi ve Endüstri Bakanı
Michel Sapin iştirak etti. Avrupa Birliği’nin, Avrupa Konseyi
Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Clode
Juncker tarafından temsil edildiği zirveye katılan diğer liderler
şunlar oldu: Almanya Başbakanı Angela Merkel, Amerika Birleşik
Devletleri Başkanı Barack Obama, Avustralya Başbakanı Malcolm
Turnbull, Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping, Endonezya Devlet Başkanı
Joko Widodo, Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Jacob
Zuma, Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye, Hindistan Baş-
bakanı Narendra Modi, İngiltere Başbakanı David Cameron, İtalya
Başbakanı Matteo Renji, Japonya Başbakanı Shinzo Abe, Kanada
Başbakanı Justin Trudeau, Meksika Devlet Başkanı Enrique Peña
Nieto, Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin ve Suudi Arabistan Kralı Salman
bin Abdülaziz el-Suud.
İspanya’nın Başbakan Mariana
Rajoy’la her zaman olduğu gibi “daimi
konuk” statüsüyle katıldığı zirveye
Türkiye dönem başkanı ve evsahibi
sıfatıyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı
İlham Aliyev’i, Singapur Başbakanı Lee
Hsien Loong’u konuk ülke temsilcileri
olarak davet etti. G-20 2015’e ASEAN
(Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) Başkanı olarak Malezya, NEPAD’ı (Afrika
için Yeni Ortaklık) temsilen Senegal
ve Afrika Birliği Başkanı sıfatıyla
Zimbabve çağrıldı. Malezya’yı Başbakan Necip Rezak, Senegal’i
Cumhurbaşkanı Macky Sall ve Zimbabve’yi Devlet Başkanı Robert Mugabe temsil etti.
Yoğun gündemli toplantılar
G-20 2015 kapsamında katılımcı ülkelerin iş dünyası temsilcilerinin
bir araya geldiği B-20, sivil toplum kuruluşlarının toplandığı C-20,
işgücü ve çalışma hayatının masaya yatırıldığı L-20, üye ülkeler
arasındaki diyaloğu geliştirme amacına yönelen T-20, toplumsal
cinsiyet eşitliği ve kadın sorunlarının tartışıldığı W-20 ve gençlikle
ilgili konuların ele alındığı Y-20 “açılım grubu” toplantıları düzen-
37
CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN, G-20 LIDERLER
ZIRVESI’NIN “KÜRESEL EKONOMI, BÜYÜME STRATEJILERI,
İSTIHDAM VE YATIRIM STRATEJILERI” OTURUMUNUN
AÇILIŞINDA DÜNYA LIDERLERINE SESLENDI.
lendi. 2015 döneminde B-20 Başkanlığı’nı Rifat Hisarcıklıoğlu, C-20
Başkanlığı’nı Zeynep Bodur Okyay, L-20 Başkanlığı’nı Ergün Atalay,
T-20 Başkanlığı’nı Güven Sak, W-20 Başkanlığı’nı Gülden Türktan,
Y-20 Başkanlığı’nı Emre Cenker üstlendi. W-20, Türkiye’nin girişimiyle ilk kez 2015 yılında G-20 açılım gruplarına eklendi.
G-20’nin resmî açılışı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
B-20 ve L-20 zirvesinde yaptığı konuşmayla gerçekleşti. Erdoğan
etkin ekonomi ve istihdam politikalarının uygulanabilmesi için
işçi-işveren arasında güçlü bir sosyal diyaloğun tesis edilmesinin
şart olduğunun altını çizdiği konuşmasında, “Büyüme sadece
rakamlardan ibaret değildir. Büyümenin kalitesi ve niteliği de
önemlidir. Toplumdaki tüm kesimlerin refah artışından pay almaları gerekiyor. Biz kapsayıcılığı daha fazla kaliteli istihdam oluş-
38
turulması, eşitsizliklerin giderilmesi olarak görüyoruz. Sizler de
B-20 ve L-20 olarak yaptığınız çalışmalarda kapsayıcı büyümeyi
benimseyerek G-20’ye katkılarınızı sundunuz. Alınterini kutsal
gören, emeğin karşılığının zamanında verilmesini emreden bir
medeniyetin mensupları olarak bu konu bizim için çok önemli.
Türkiye olarak başarılı sonuçlar elde ettiğimizi ifade etmek
isterim. Asgari ücrette ve ortalama ücretlerde ciddi artışlar
kaydettik” ifadelerini kullandı.
G-20 Liderler Zirvesi’nin “Küresel Ekonomi, Büyüme Stratejileri, İstihdam ve Yatırım Stratejileri” oturumunun açılışında
dünya liderlerine seslenen Erdoğan, konuşmasına Paris’te
yaşanan terör saldırılarından duyduğu üzüntüyü dile getirerek
başladı. Erdoğan’ın “Ankara ve Paris başta olmak üzere tüm terör saldırılarında hayatlarını kaybedenler için sizleri bir dakikalık
saygı duruşuna davet ediyorum” sözleri üzerine saygı duruşunda
bulunuldu. Toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan, G-20’nin asıl
ilgi alanı olan ekonominin siyasi, sosyal, kültürel gelişmelerden
bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi. Son dönemde yaşananların terör-ekonomi ilişkisini kapsamlı şekilde ele almaya vesile
olması gerektiğinin altını çizen Erdoğan sözlerine şöyle devam
etti: “Bizim kültürümüzde ve medeniyetimizde çok önemli yeri
olan ‘adalet’ kavramının G-20 çalışmalarındaki karşılığı olduğunu
düşündüğüm ‘kapsayıcılığa’ özel önem veriyoruz. İkinci önceliğimizi ‘uygulama’ olarak tespit ettik. Sözlerimizin takipçisi olmak
ve verdiğimiz taahhütleri uygulamaya geçirmek mecburiyetindeyiz. Üçüncü önceliğimiz ise ‘yatırımlar’dır. Gelişmiş ve özellikle
ERDOĞAN, “2015 ANTALYA ZIRVESI’NIN BELKI DE EN ÖNEMLI
SONUÇLARINDAN BIRI G-20 ÜLKELERININ TERÖRIZMLE
MÜCADELE KONUSUNDA GÜÇLÜ BIR DURUŞ ORTAYA
KOYMUŞ OLMALARIDIR” DEDI.
gelişmekte olan ülkelerin hemen tümünde alt yapı ihtiyacı bulunuyor. Bu çerçevede üyelerimiz ülke önceliklerini de göz önüne
alarak somut ve ayrıntılı yatırım stratejileri hazırladılar. Dönem
başkanlığımızda G-20 bazı önemli ilkleri gerçekleştirdi. Bu yıl ilk
defa enerji bakanlarımız bir araya geldi. Küresel bir mesele olan
enerjiye erişim konusunda bir eylem planı üzerinde mutabık
kaldılar. Bu yıl 2011’den bu yana ilk kez tarım bakanlarımız bir
araya geldi. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke için önemli
bir sorun olan gıda kayıpları ve israfı konusu ilk kez G-20’nin
gündemine girmiş oldu.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan zirvenin ilk günü akşamında liderlerle “Küresel Sınamalar: Terörizm ve Mülteci Krizi” konulu
çalışma yemeğinde bir araya geldi. Basına kapalı gerçekleşen
yemekte Erdoğan’ın Türkiye’nin terörün her türlüsüyle mücadele konusundaki kararlılığını vurguladığı öğrenildi. Katılımcı ülke
temsilcilerinin İslam ile terör arasında bağlantı kurmanın yanlış
olduğu yönündeki sözlerine, Erdoğan’ın bu sorunun aşılması için
Müslüman ülkelerin siyasetçilerine büyük görevler düştüğünü
söyleyerek karşılık verdiği bildirildi. Yemekte ayrıca Erdoğan’ın
Türkiye’de bulunan 2,5 milyon civarındaki Suriyeli mülteciyle ilgili
bilgi verdiği de aktarıldı.
G-20 Liderler Zirvesi’nin ikinci gününde Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında “Dayanıklılığın Artırılması”
başlıklı bir çalışma oturumu gerçekleştirildi. Basına kapalı yapılan etkinliğe ABD Başkanı Barack Obama, Çin Devlet Başkanı Şi
Cinping ve İngiltere Başbakanı David Cameron’ın da aralarında
bulunduğu liderler katılırken çalışmanın ana konuları finansal
düzenlemeler, uluslararası vergi gündemi, yolsuzlukla mücadele
ve IMF reformu oldu.
Sonuç bildirgesinde ortaklık vurgusu
Zirvenin sonunda katılımcı ülkelerin imzaladığı ortak bir bildiri yayımlandı. Bildirinin basına sunumunu gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, G-20 çalışmaları hakkında kamuoyuna bilgi verdi. “2015
Antalya Zirvesi’nin belki de en önemli sonuçlarından biri, dünya
ekonomisinin ve nüfusunun çok büyük bir bölümünü temsil eden
G-20 ülkelerinin terörizmle mücadele konusunda güçlü bir duruş
ortaya koymuş olmalarıdır” diyen Erdoğan, küresel barış ve istikrar sağlanmadan güçlü bir küresel ekonomiden bahsedilmesinin
mümkün olmadığının altını çizerek zirvede finansal konuların yanı
sıra terörizm ve mülteci krizinin de ele alındığını söyledi. Erdoğan,
Türkiye’nin dönem başkanlığında “kapsayıcılık”, “uygulama” ve
“yatırımlar” başlıklarında toplanan görüşmelerde finansal düzenlemeler, uluslararası finansal mimari, uluslararası vergi, istihdam,
enerji, kalkınma konularının öne çıktığını ifade etti.
G-20 Sonuç Bildirgesi, “Giriş”, “Toparlanmanın Güçlendirilmesi
ve Potansiyelin Artırılması”, “Dayanıklılığın Artırılması”, “Sürdürülebilirliğin Desteklenmesi” ve “Sonuç” başlıkları altında 27
maddeden oluştu. Bildirgede, küresel ekonomik büyümedeki
39
mücadele etme kararlılığımız da, Mali Eylem
Görev Gücü’nün (MEGG) standartlarının tüm
yetki alanlarında süratle uygulanması dahil
olmak üzere, devam etmektedir. MEGG ilgili
öneri ve enstrümanlarını uygulamaya devam
edeceğiz. Terörizmin finansmanını engellemek ve hedef odaklı finansal yaptırımlar ile
uygulamalarının güçlendirilmesi amacıyla,
hukuki çerçeve dahil, MEGG tarafından önlemler belirlenmesi çağrısında bulunuyoruz”
ifadeleri dikkat çekti.
Zirvede yayımlanan bildirilerden bir diğeri
de “Mülteci Krizi Hakkında G-20 Açılım Grupları Bildirisi” oldu. “İş dünyasını (B-20), sivil
toplumu (C-20), işçileri ve sendikaları (L-20),
akademiyi (T-20), kadınları (W-20) ve gençleri
(Y-20) temsil eden G-20 açılım grupları, mülteci krizi hakkında duydukları derin endişeyle
beraber bu konuda daha güçlü bir kolektif eylem ihtiyacı olduğuna inanmaktadır” denilen
bildiride, II. Dünya Savaşı’ndan beri dünyanın
karşılaştığı en büyük mülteci krizinin tam ortasında toplantılarını gerçekleştiren liderlere
bu sorunun çözümü için birlik çağrısı yapıldı.
Metinde ayrıca, “Bu konuda G-20 tarafından
atılacak adımların insani yardımın ötesine
geçmesi, mültecilere ve bulundukları ülkelere
orta-uzun vadeli ekonomik desteği kapsaması büyük önem arz etmektedir. Yapısı, jeopolitik ve iktisadi etkisi ve ekonomik koordinasyon odağıyla beraber G-20, böyle bir desteği
temin etme açısından en uygun pozisyonda
yer almaktadır” ifadeleri kullanıldı.
Zirvenin tarihçesi
dengesiz görünümden iklim değişikliğine, uluslararası emek hareketliliğinden vergi
politikalarına, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü’nün faaliyetlerinden enerji alanında
işbirliğine birçok konuya ayrıntılı biçimde yer verildi.
G-20 2015’te, zirve tarihinde ilk kez terörle mücadele konusunda bir liderler bildirisi
yayımlandı. Bildiride, acil çözüm bekleyen küresel bir mesele olan mülteci ve göç krizinin ele alınması ve liderlerin bu konuda külfet paylaşımı ile uluslararası kuruluşların
desteklenmesi gerekliliği üzerinde duruldu. Metinde yer alan “Özellikle bilgi değişimi
konusunda geliştirilmiş işbirliği, teröristlerin mal varlığının dondurulması, terörizmin
finansmanının suç sayılması ve terörizm ile terörizmin finansmanıyla bağlantılı
olarak hedef odaklı finansal yaptırım rejimleri vasıtasıyla terörizmin mali kaynaklarıyla
40
G-20, uluslararası sistemde başlıca gelişmiş
ülkeler ile önemi ve ağırlığı artmakta olan
yükselen ekonomilerin küresel ekonomik
karar alma süreçlerinde daha fazla temsil
edilmesi ve uluslararası mali sistemin daha
istikrarlı bir yapıya kavuşturulması amacıyla 1999 yılında Maliye Bakanları ve Merkez
Bankası Başkanları düzeyinde oluşturulmuş
bir platform özelliği taşıyor. 1997’deki Asya
ve 1998’deki Rusya krizleri, böyle bir oluşu-
TÜRKIYE G-20 DÖNEM BAŞKANLIĞI’NI 1 ARALIK 2015’TE ÇIN HALK
CUMHURIYETI’NE DEVRETTI. G-20 ZIRVESI 2016 YILINDA ÇIN’IN
HANGZHOU KENTINDE GERÇEKLEŞTIRILECEK.
mun meydana gelmesindeki tetikleyici güç kabul ediliyor. G-20’yi,
Avrupa’dan Türkiye, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya Federasyonu ve Avrupa Birliği; Amerika’dan ABD, Kanada, Meksika,
Arjantin ve Brezilya; Asya-Pasifik bölgesinden Çin, Hindistan,
Japonya, Güney Kore, Endonezya ve Avustralya; Afrika’dan Güney
Afrika Cumhuriyeti ve Orta Doğu’dan Suudi Arabistan oluşturuyor.
G-20 bu profiliyle dünya ekonomisinin yüzde 90’ını, ticaretinin
yüzde 80’ini ve nüfusunun üçte ikisini temsil ediyor.
Küresel ekonomik ve mali krizle etkili mücadele amacıyla G-20,
2008 yılından itibaren Devlet Başkanı ve Başbakanlar düzeyinde
toplanmaya başladı. Bu kapsamda, 2008’de Washington (ABD),
2 Nisan 2009’da Londra (İngiltere), 24-25 Eylül 2009’da Pittsburgh (ABD), 26-27 Haziran 2010’da Toronto (Kanada), 11-12
Kasım 2010’da Seul (Güney Kore), 2011’de Cannes (Fransa),
2012’de Los Cabos (Meksika), 2013’te Saint Peterburg (Rusya)
ve 2014’te Brisbane (Avustralya) şehirlerinde Liderler Zirvesi
düzenlendi. Türkiye, başlangıçtan itibaren G-20 çalışmalarına
aktif katılım sağlayan ülkelerden biri oldu. 2014 sonunda dönem
başkanlığı görevini üstlenen Türkiye’nin evsahipliği yaptığı 2015
zirvesi dünya basınında geniş yer buldu. Organizasyonun kusursuzluğu ve misafirperverlik katılımcılardan övgü topladı. 26 ülke
ile 7 uluslararası örgütün katıldığı G-20 2015 Antalya’da, 40 bin
görevli ve basın mensupları dahil 13 bin katılımcı ağırlandı. Türkiye
G-20 Dönem Başkanlığı’nı 1 Aralık 2015’te Çin Halk Cumhuriyeti’ne
devretti. Zirve 2016 yılında Hangzhou’da gerçekleştirilecek.
41
IMPARATORLUKTAN
PARLAMENTER DEMOKRASIYE
JAPONYA
42
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
DIĞER ASYA ÜLKELERINE NAZARAN DAHA KÜÇÜK
YÜZÖLÇÜMÜNE SAHIP OLMASINA VE 1945 YILINDA YAŞADIĞI ACI
TECRÜBEYE RAĞMEN PEK ÇOK ALANDA DÜNYA DEVLETLERIYLE
REKABET EDEN BIR DEV JAPONYA. İMPARATORLUKTAN
PARLAMENTER DEMOKRASIYE UZANAN SIYASI TARIHINDE
ÖNEMLI DÖNÜM NOKTALARI BULUNAN ÜLKE, GÜÇLÜ EKONOMISI,
GELECEĞE YÖN VEREN BILIMSEL ÇALIŞMALARI VE ÜSTÜN
TEKNOLOJISIYLE ADINDAN SÖZ ETTIRIYOR.
PINAR ÜNSAL
43
T
ürkiye’yle arasında binlerce kilometre olan Japonya, bir o kadar
yakın aslında. İki ülke arasındaki iyi ilişkiler gözle görülür biçimde 19. yüzyılda kurulmaya başlamış. Ancak Türkler ve Japonların
münasebeti Moğol İmparatorluğu dönemine uzanıyor. Belki daha
da öncesi… Zira iki ülkenin konuştuğu diller Türkçe ve Japonca, aynı
lisan grubunda, Altay dilleri ailesinde yer alıyor.
Japonya, 6852 adadan oluşan bir takımada ülkesi. Hiçbir
devletle kara sınırının olmaması, onun yüzyıllarca uluslararası
siyasetten kendi isteğiyle uzak kalmasını mümkün kılmış.
Türkiye’yle diplomatik ilişkilerin 1800’lü yılları bulması da buna
bağlanıyor. Japonya 19. yüzyıl sonları, 20. yüzyıl başlarında dünya
ülkeleri arasında yaşanan anlaşmazlıklara uzak kalamamış ve
uluslararası rekabete katılmış; kısa zamanda pek çok yol almış.
Yeme-içme kültürü, ahlak anlayışı, sanat ve edebiyatı bir yana
teknolojisiyle de tüm dünyayı etkileyen Japonya bugün sanayisiyle dünyanın en güçlü devletlerinden biri. Japonların çalışkanlığının, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra gösterdikleri çabanın,
Japonya’nın adeta küllerinden yeniden doğmasında büyük payı var.
Köklü bir tarihe sahip ülkeye ilk yerleşenlerin Asya’nın kuzeyinden giden topluluklar olduğu düşünülür. MÖ 300’lü yıllarda
adaya Ainuların geldiği, zaman içinde Comon halklarıyla karıştığı
44
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
bilinmektedir. MS 300’lü yıllarda ise Altay kökenli savaşçı gruplar
Japonya’nın güneyine yerleşir. 538 yılında ülkeye Kore’den göç
edenlerle beraber Budizm inancının gelmesi Japonya tarihinin
başlangıcı sayılır.
İmparatorun veya yönetimin merkezî şehrinin adıyla anılan
pek çok dönem geçiren Japonya’nın siyasi tarihinde şogunluklar
önemli bir yer tutar. Ülke yüzlerce yıl ikili devlet yapısıyla yönetilir;
başkentte hüküm süren bir imparatorluk ve yönetimin babadan
oğula geçtiği, askerî hanedanlar tarafından kurulan şogunluklar.
Ülkedeki ilk demokratik hareketlerden söz edebilmek ancak feodalizm veya derebeylik hakimiyetinin mevzubahis olduğu şogunluk
döneminin sona ermesi, ilk anayasanın çıkarıldığı Meiji yönetimi
yıllarının başlamasıyla mümkün olacaktır.
Teknoloji yoksa yaşam yok
Japonya’da ilk modernleşme hareketleri Aşikaga Şogunluğu döneminde (1393-1573) başlar. Bu yıllarda toprak sahipleri, ticaretle
uğraşanlar ve derebeyleri ülkenin siyaset hayatında söz sahibidir,
samuraylar ise neredeyse tamamen dokunulmaz bir gruptur.
Böyle bir durumda bahsi geçen modernleşmeden kasıt ülke refahı,
demokrasi, insan hakları alanındaki konular değildir elbette. Av-
Meiji Anayasası’nın ilanı
rupalıların gelmesiyle tanışılan fikirlerdir. Özellikle
Portekizlilerin ticari faaliyet amacıyla adaya ayak
basması Japonları da keşif güçleri kurarak deniz
aşırı yolculuklara yönlendirir.
Ancak 1603-1867 yılları arasında egemen olan
Tokugawa Şogunluğu döneminde keşif faaliyetleri
neredeyse durma noktasına gelir. Ülke yalnızca
düşmanlara karşı kendini savunmak için önlemler
almaktadır. Merkezî yönetim ve derebeylikler bu
şogunluk döneminde yakınlaşmış, ülkede birlik
olma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bu dönemin en önemli gelişmelerinden biri de Avrupalı
tüccarların ülkeden kovulmasıdır. Hatta Japonların
ülke dışına çıkması, yabancılarla yakınlaşması
yasaklanır. Öyle ki bu davranışları sergileyenlere
ölüm cezası verilir.
Japonya 19. yüzyıla kadar dünyaya karşı kapalı
bir kutudur. Ada olmasının avantajlarını kullanan
ülke hiçbir gemiyi topraklarına yaklaştırmamaktadır. 1846 yılında Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya’nın dünya ülkelerine uyguladığı bu politikanın delinmesini ve
kendisine ayrıcalık tanınmasını ister. Ancak Japonya ülkeye yaklaşan iki Amerikan
gemisini batırarak mürettebatını mahkum eder. Yaklaşık on yıl sonra ABD istediğini alacak, Japonya’nın iki limanını ticari faaliyetleri için kullanmaya başlayacaktır.
Japonya’nın dünya ülkeleriyle ilişkiler kurmaya başlaması Amerika’ya imtiyaz
tanınmasından sonra mümkün olur. Ülke başka devletlerle de ticari anlaşmalar
imzalamaya başlar. Fakat bu olaylar Tokugawa Şogunluğu’nun ilk yıllarında yakınlaşan merkezî yönetim ve derebeyliklerin yeniden uzaklaşmasına sebebiyet
verir. Şogunluk üzerindeki baskılar artar ve Tokugawa dönemi sona erer.
Japonya gibi bir tarım ülkesi karşısında teknolojik üstünlüğü bulunan Batı, koca
gemileriyle adaya gelerek, dolaylı da olsa, iki yüz küsur yıllık bir şogunluğun yıkılmasına yol açar. Ülkenin bu durumdan çıkardığı en büyük ders teknolojik üstünlük
yoksa yeryüzünde var olunamayacağıdır. Ancak şu da söylenebilir ki Avrupa ve
Amerika’nın yayılmacı politikası Japonya’da diğer ülkelerde olduğu şekilde işlemez. Japonya Batı’ya karşı kendi kültüründen taviz vermez, benliğini muhafaza
etmeyi bilir. 1868 yılında ülkenin başına geçen İmparator Meiji pek çok reforma
imza atarak Japonya’yı Batılı güçlere rakip bir pozisyona getirir. Daha sonraki
yönetimlerle, 20. yüzyılda ülke bir teknoloji devi haline gelecektir.
İlk yazılı anayasa “sözde” kaldı
15 yaşında ülkenin başına geçen Meiji Tenno’nun önemli ilk icraatı saray soylularını
ve yöneticileri toplantıya çağırarak bazı şartlarını kabul ettirmesi olmuştur (Beş
Maddeli Yemin). Bu şartlardan biri ulusal politikayla ilgili her şeyin halka ait bir
mecliste tartışılarak karara bağlanmasıdır. Bu, taze yönetimin demokratikleşme
adına attığı önemli bir adımdır. Bir diğer madde sivil ve askerî kurumların herkese
açık hale getirilmesidir. Burada millî bütünlük vurgusu yapılır. Japonya’nın 19.
yüzyılda nasıl bir yol izleyeceğini ortaya koyan beş şarttan belki de en önemlisi,
devletin güçlendirilmesi için gerekli olan bilginin tüm dünyada aranması gerektiğidir. Bu madde, ülkenin geleceğine yön verecek şeyin akıl ve bilim olduğunu
açıkça ortaya koyar.
1868 yılından 1912’ye kadar süren Meiji döneminde gerçekleşen en önemli
reform hareketlerinden biri derebeyliklerin sahip olduğu tüm toprakları imparatorluğa devretmesidir. Böylece merkezî otorite güçlenir. Japonya’nın bu dönemde
45
1868’DEN 1912’YE KADAR SÜREN MEIJI DÖNEMINDE GERÇEKLEŞEN
EN ÖNEMLI REFORM HAREKETLERINDEN BIRI DEREBEYLIKLERIN
SAHIP OLDUĞU TÜM TOPRAKLARI IMPARATORLUĞA
DEVRETMESIDIR. BÖYLECE MERKEZÎ OTORITE GÜÇLENIR.
İmparator Meiji ve ailesi
Samuraylar
hukuk, eğitim, askerlik ve toplumsal yaşayış alanlarındaki tüm reformları Batı örnek
alınarak gerçekleştirilir. Ülkeye pek çok yabancı bilim adamı getirilir, başarılı kişiler
eğitim almak üzere Avrupa’ya gönderilir.
Japonya’yı yıllar boyunca ulaşılması güç bir devlet yapan denizler artık gemilerle
doludur ve ülkenin kendisine savaş açacak devletlere karşı koyabilmesi için güçlü
bir orduya ihtiyacı vardır. Samurayların hakimiyetinde olan askerlik, Meiji yönetimi
samurayları köylü ve tüccarlarla eşit kıldığı için, toplumdaki herkesin sorumluluğu
46
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
haline gelmiştir. Bu dönemde 20 yaşındaki tüm
erkeklere askerlik zorunlu yapılır.
Demokrasi kavramının toplum tarafından
iyice anlaşılabilmesi, birey haklarının kanunlarla
güvence altına alınmasıyla mümkün olacaktır.
Bunun için Adalet Bakanlığı kurulur. Bu dönemde Jiyuto ve Kaishinto adlı partiler de siyaset
sahnesine çıkar. Bir meclisin oluşturulması, beraberinde anayasanın hazırlanmasını da gerekli
kılar. 1889’da Japon İmparatorluğu Anayasası,
yaygın adıyla Meiji Anayasası ilan edilir.
Anayasa, imparatorun politik gücü elinde
tutacağı şekilde tasarlanmıştır. Babadan oğula
geçen imparatorluk sisteminin gerekliliği vurgulanmıştır. Son söz imparatora aittir. Uygun
görmediği yasayı veto etme hakkı vardır.
Anayasa’da ayrıca temel insan haklarıyla ilgili
pek çok madde yer almaktadır; eşitlik, ifade
özgürlüğü, dernek kurma… Ancak teoride var
olan pratikte uygulanmaz. Japon toplumunun
anayasal haklarından faydalanmasına izin
verilmez. Ordu ve mahkemeler de imparatora
karşı sorumludur. Ülkede bir çeşit anayasal
monarşi söz konusudur.
Japonya, anayasanın kabul edilmesinden
bir yıl sonra seçime giderek meclisini kurar. 50
milyonluk ülkede yaklaşık 500 bin kişiye seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Diet Meclisi;
imparator ailesi, imparatorun seçtiği kişiler,
soylular, yüksek vergi ödeyenlerden oluşan
Soylular Kamarası ile halkın seçtiği Temsilciler
Meclisi’nden meydana gelmektedir. Bu adım,
sözde, imparatorun baskısını azaltmak ve ülkeye demokrasi getirmek adına atılmıştır. Ancak
kanunların kağıt üzerinde kalması gibi Temsilciler Meclisi de halkın dili olamaz, Meclis’te
imparator egemen kılınır.
Pearl Harbor Baskını’nı gerçekleştiren kamikaze pilotları
Pearl Harbor Baskını
Nagasaki-1945
Dünya atom bombasıyla tanışıyor
Meiji’nin 1912’de sona eren iktidarının ardından imparator olan Taişo, kimilerine göre ülke idaresinde yetersiz bir hükümdardır. Ancak
ABD ve İngiltere ile yakınlaşılması, demokrasi alanında önemli
adımlar atılması bu dönemde gerçekleşir. Üstelik ülke ekonomik
açıdan refaha kavuşur. Taişo’nun iktidarına denk gelen I. Dünya
Savaşı, tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da önemli sonuçlar
doğurur. Fakat bu sonuçlar ülkenin lehine gerçekleşir. Ekonomide
önemli ilerlemeler kaydedilir, öyle ki Japonya borç veren bir ülke
haline gelir.
Kazanan veya kaybeden tüm ülkeler, I. Dünya Savaşı yıllarında
iktisadi bakımdan kötü bir durumdayken Japonya’nın ekonomisinin
iyi olması, çoğunlukla Avrupa’da gerçekleşen bu savaş için ülkenin
askerî gücünü fazla kullanmamasına, Meiji döneminde ülkede zaten hızlı bir şekilde sürdürülen kalkınma ve sanayileşmenin devam
etmesine bağlanır.
1919 yılına gelindiğinde Japonya; ABD, İngiltere, Fransa ve
İtalya’yla birlikte “Beş Büyükler”den biridir. Pasifik Okyanusu’ndaki
adaları yönetimine almıştır, donanmaları denizlerde özgürce dolaşabilmektedir.
47
Nagasaki-1945
Yıl 1929 olduğunda, Japonya sanayileşmiş bir ülke olmanın dezavantajını yaşar.
Avrupa ve Amerika’da sanayisi gelişmiş büyük kentlerde işsizler ordusu yaratan
Büyük Buhran, başka bir deyişle 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, Japonya’da da
benzer ekonomik sıkıntılara neden olur. Huzursuzluğun baş gösterdiği ülkede asker politikaya karışmaya başlar. Askere göre ekonomik sıkıntılardan kurtulmanın
yolu yeni sömürgeler edinmektir. Bu mantıkla Japonya 1931 yılında Mançurya’yı
işgal eder. 1933’te bulunduğu bölgede rahat hareket edebilmek amacıyla Milletler
Cemiyeti’nden çekilir. Çünkü Cemiyet, “Çin’in Mançurya üzerindeki egemenliğinin
tanınması, Japon birliklerinin bu ülkeden çekilmesi” yolunda bir karar almıştır.
1934’te Japonya “Asya Asyalılarındır” düşüncesiyle Çin’den Amerika ile ilişkisini
kesmesini ister. 1930’lar aynı zamanda Japonya’nın Amerika’yı düşman ilan ettiği,
“Eğer Çin’i kontrol altına almak istiyorsak (…) Birleşik Amerika’yı ezmemiz lazımdır”
dediği yıllardır. 1937’de Amerika ve İngiltere’nin Çin’e yaptığı yardımlara rağmen
Japonya doğu ve orta Çin’i ele geçirir.
1939 yılında baş gösteren II. Dünya Savaşı Japonya için kötü sonuçlara gebedir.
Militarist bir anlayışla yayılmacı politika izleyen, çevresindeki birçok ülkeyi sömürgesi haline getiren Japonya, 1941’de ABD’nin Büyük Okyanus’ta yapacağı herhangi
bir askerî müdahaleyi önlemek amacıyla ünlü Pearl Harbor Baskını’nı gerçekleştirir.
Japonya’nın askerî müdahaleleri 1942 yılından sonra azalmaya başlar. Yorulan
ordusu ve gerileyen ekonomisi nedeniyle ele geçirdiği toprakları birer birer kaybeder. ABD’nin, gücü iyice zayıflayan, ancak hâlâ savaşın içinde olan Japonya’nın
Hiroşima ve Nagasaki kentlerine, direkt sivil halkı hedef alarak, halkın dışarıda
en kalabalık olduğu saati bekleyerek attığı nükleer bombalar ve ardından ülkeyi
işgaliyle II. Dünya Savaşı Japonya için son bulur. Amerika, “Japonya’yı durdurmanın başka yolu yoktu” bahanesinin arkasına sığınarak etkileri hâlâ görülen, belki
yüzyıllar sonra bile görülecek, yalnızca Japonya’nın değil, dünyanın geleceği adına
da büyük bir felakete imza atar.
48
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Yıllar sonra gelen demokrasi
3 Kasım 1946 tarihinde Japonya yeni anayasasını
kabul eder. Meiji Anayasası’ndan hayli farklı olan
bu anayasa Amerika baskısıyla hazırlanmıştır ve
savaş durumlarıyla ilgili ayrıntılı bir madde içerir.
“Barış Anayasası” olarak da anılan ve savaşın ülkeler arasındaki sorunların çözüm yolu olmadığını
ifade eden metinde uluslararası anlaşmazlıklarda
güç kullanılamayacağı, ordunun bu amaçla genişletilemeyeceği vurgulanır.
Hiroşima-1945
Başbakan Shinzo Abe
İmparator Akihito
1946 YILINDA KABUL ETTIĞI ANAYASA HÂLÂ YÜRÜRLÜKTE
OLAN JAPONYA’DA TEMSILCILER MECLISI (ŞUGIIN) VE
DANIŞMANLAR MECLISI’NDEN (SANGIIN) OLUŞAN
ULUSAL DIET ÜYELERI GENEL SEÇIMLERLE BELIRLENIR.
1946 Anayasası kanun karşısında eşitlik, ifade ve basın özgür-
1946 yılında kabul ettiği anayasa hâlâ yürürlükte olan
lüğü, din ve vicdan özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi kişi hak ve
Japonya’da Temsilciler Meclisi (Şugiin) ve Danışmanlar Meclisi’nden
hürriyetlerini güvence altına alır.
(Sangiin) oluşan Ulusal Diet üyeleri genel seçimlerle belirlenir. 20
Diet Meclisi, bu anayasada imparator yerine halka sorumlu
yaşını doldurmuş her Japon vatandaşı seçime katılabilir. 480 üyeli
hale getirilmiştir. Meclis’in tamamı halk oyuyla seçilir, Soylular
Temsilciler Meclisi dört yıllığına, 242 üyeli Danışmanlar Meclisi altı
Kamarası yerini Senato’ya bırakır. Bakanlar Kurulu’nu oluşturma
yıllığına seçilir, ancak bu meclisin üyelerinin yarısı her üç yılda bir
yetkisi Meclis’tedir. Böylece Bakanlar Kurulu da halka sorumlu hale
yenilenir. Ulusal sembol olan imparatorluk ise ailedeki erkek evlada
getirilmiştir. “İmparator devletin, halkın bütünlüğünün sembolü-
devredilerek devam eder. Japonya imparatoru 1989’dan bu yana
dür. Konumunu, egemenliği elinde bulunduran halkın iradesinden
Akihito’dur.
alır” maddesi Japonya’nın bu anayasayla millet iradesine dayalı
Tokugawa Şogunluğu döneminde içe kapanık ama müreffeh
bir sistem benimsediğini açıkça ortaya koyar. İmparator sembolik
Japonya, Meiji iktidarıyla Batı’yı örnek almış, modernleşmesi hız
bir liderdir.
kazanmış, genişleme çabaları göstermiş, bu yüzden dış devletlerin
1946 Anayasası’nda yasama, yürütme ve yargı birbirinden kesin
hedefi haline gelmiştir. 20. yüzyılın başlarında dünyanın en güçlü
sınırlarla ayrılmıştır. Ulusal Diet, devletin en önemli ve tek yasama
devletlerinden olan ve yayılmacı bir politika izleyen Japonya, II.
organıdır. Bu anayasayla Japonya’da Batılı anlamda demokratik
Dünya Savaşı’nda ona yaşatılan acı tecrübeden sonra, dünyadaki
bir sistem sağlanabilmiştir. Okuryazarlık oranının yüksek olması,
büyük güçlerin de baskısıyla silahsızlanma kararı alır. Bugün askerî
kültürlü ve bilinçli Japon halkı sayesinde Japonya bu reformları kısa
gücünü yalnızca kendini korumak için geliştiren Japonya, ulusla-
zamanda topluma benimsetebilmiştir.
rarası arenada güçlü ekonomisi sayesinde söz sahibi bir ülkedir.
49
IŞIN ÇELEBI:
SIYASET HIÇBIR ZAMAN
MILLETVEKILININ ESAS MESLEĞININ
ÖNÜNE GEÇMEMELIDIR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
EKONOMIDEN SORUMLU DEVLET ESKI BAKANI IŞIN ÇELEBI, TURGUT
ÖZAL’LI YILLARDA TÜRKIYE’NIN DEVRIM NITELIĞINDE BIR DEĞIŞIM VE
DÖNÜŞÜM GEÇIRDIĞINI BELIRTEREK, “O DÖNEMLERDE ÜLKEMIZE
HIZMET ETMIŞ OLMAKTAN MUTLULUK DUYUYORUM” DIYOR. SIYASETIN
HIÇBIR ZAMAN BIRINCI IŞ OLARAK GÖRÜLMEMESI GEREKTIĞINI
VURGULAYAN ÇELEBI, “SIYASETE BAĞIMLI HALE GELINDIĞINDE
BIRTAKIM ILKELERDEN UZAKLAŞILABILIYOR” UYARISINDA BULUNUYOR.
50
SÖYLEŞI
Söyleşimizin başında siyaset yolculuğunuzun ne zaman ve nasıl başladığını öğrenebilir
miyiz?
Öğrencilik yıllarımdan itibaren ülke meselelerine her zaman ilgi duydum. Kendimi
Türkiye’den sorumlu hissederek çeşitli sorunların çözümü konusunda kafa yordum. Devlet
Planlama Teşkilatı’nda çalışırken tanıştığım
rahmetli Turgut Özal’ın daveti üzerine siyasete
girdim. Sayın Özal, 1987 seçimleri öncesinde
milletvekili olmamı teklif ettiğinde “Efendim,
ben sosyal demokrat kökenli biriyim. Anavatan Partisi’nde nasıl yapacağım?” diye sordum.
Bana verdiği yanıt Sayın Özal’ın vizyonu ve siyasete bakışının güzel bir örneğiydi. “İstersen
Mao’nun oğlu ol, beni hiç ilgilendirmez. Bana iş
yapacak adam lazım. Ben birlikte çalışacağım
insanda iş yapma kabiliyeti olup olmadığına
bakarım. Seninle çalışmak istiyorum” dedi.
Bunun üzerine Anavatan Partisi’nden milletvekili adayı oldum ve 1987 seçimlerinin ardından
İzmir Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım.
1987-2002 yılları arasında milletvekilliği
yaptınız. Başarılı bir siyasi hayatınız oldu.
Yaklaşık 5 yıl Ekonomiden Sorumlu Devlet
Bakanlığı görevini üstlendiniz. Türk siyasetinin en önemli isimlerinden merhum Turgut
Özal’la yakın bir çalışma dönemi geçirdiğiniz
o yıllara dair neler söylemek istersiniz?
Rahmetli Turgut Özal hoşgörülü, uzlaşmacı, proje üreten, problem çözen, sevgi
dolu bir insandı. Bize hep Hz. Muhammed’in bir hadisini hatırlatır ve “Kolaylaştırın,
zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” derdi. İnsanların sorunlarını çözmemizi, onları iş yapmaya teşvik etmemizi isterdi. “Hayır” demenin dünyanın en kolay
işi olduğunu, her zaman “Evet” diyerek yapıcı olmamız gerektiğini ifade ederdi. Biz
de bu doğrultuda çalışmaya gayret ettik. Sayın Özal’dan çok şey öğrendim. Onunla
birlikte çalışırken iş yapma kabiliyetimin geliştiğini gördüm.
Milletvekili ve Devlet Bakanı olarak ülkemize önemli hizmetlerde bulundunuz.
Üstlendiğiniz bu görevler sırasındaki çalışmalarınız arasında sizin için ayrı bir
yeri bulunanlar hangileridir?
Yaklaşık beş yıl Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptım. Aynı
zamanda Sayın Özal’ın isteğiyle Para Kredi Kurulu Başkanlığı’nı üstlendim ve
Yüksek Planlama Kurulu sekretaryasını yürüttüm. O dönemde bütün yatırım
projeleri Yüksek Planlama Kurulu’nda ele alınıyordu. Devlet Planlama Teşkilatı çok
önemli bir kurumdu, bugün de o ağırlığını koruduğunu düşünüyorum. Biz yatırım
projelerini tek tek gözden geçirir ve rahmetli Özal’ın başkanlığında Yüksek Planlama Kurulu’nda tartışırdık. Para Kredi Kurulu’nda ise günlük problemleri, özellikle
dış ekonomik ilişkilerdeki sıkıntıları konuşur ve ihracatta karşılaştığımız sorunları
aşmak için tebliğler çıkarırdık. Yani hem makro ölçekte uzun vadeli bir plan içinde
Türkiye’nin geleceğine dönük yatırımları düşünür, planlar, hem de çarkın günlük
dönüşü sırasında karşılaşılan sorunları çözmeye yönelik kararlar alırdık. Bizim için
en önemli konulardan biri zamanında ve hızlı karar vermekti. Sorunları buzdolabında biriktirmezdik. Doğru veya eğri bir karar alır ve onu uygulardık. Biraz önce ifade
ettiğim gibi, Türkiye’ye çok değişik bir perspektif kazandıran birçok karar alındı;
otoyollar yapıldı, Atatürk Barajı bitirildi… Türkiye’nin uluslararası alanda rekabetini
güçlendirecek yüzlerce, binlerce proje üretildi ve uygulamaya konuldu. 1989’da
yıkılan Berlin Duvarı’nı biz aslında Türkiye’de 1983’ten sonra yıktık. Zihinlerdeki
Türkiye’nin müthiş bir dönüşüm geçirdiği, dışa
açıldığı yıllardı. Ülkemize o dönemleri yaşatan
kadronun içinde yer almaktan memnunum. O
yıllarda birlikte çalıştığım arkadaşlarıma büyük saygı duyuyorum. Ben bugün Edirne’den
Ardahan’a kadar tüm Türkiye’yi dolaşıyorum. Farklı bölgelerde yaptığım sohbetlerde,
Türkiye’nin rahmetli Özal’ı ve o dönemdeki
kadroları özlediğini görüyorum. İnsanlar bizim
zamanımızdaki dışa açılma sürecini, reformları
çok güzel bir şekilde ve özlemle anıyorlar. O
dönemde siyasette çok başarılı işlere imza
attık. Bununla birlikte, Seçim Kanunu ve Siyasi
Partiler Kanunu’nu değiştirmek istedik, ama
başarılı olamadık.
51
duvarları da kaldırdık. O dönem aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme ve sivilleşme
dönemiydi. Gerçekten hem zor hem güzel yıllardı; ülkemiz her alanda atılımlar gerçekleştiriyor, dünyaya açılıyor, Avrupa Birliği’ne tam üyelik müracaatı yapıyordu. İhracatın 1-1,5
milyar dolar düzeyinde olduğu bir dönemde, yaptığımız çalışmalar sayesinde Türk sanayisi
ihracatı yaşamının bir parçası haline getirdi. Bu, çok önemli bir iştir. Bugün birtakım ülkeler
Türkiye’nin ekonomik gücünün farkında değil. Türk ekonomisi artık krizlerle çok karşılaşan
bir ekonomi olmayacak. Şu anda dünya 2008’de başlayan global ekonomik krizin üçüncü
dönemini yaşamasına rağmen Türk ekonomisindeki sistemler iyi çalıştığı için Türkiye bu
krizi çok fazla hissetmiyor. 1997 ve 1998’de Uzak Doğu’dan başlayan global krizde eğer
IMF kuru dondurmasaydı Türkiye o dönemi de 2001 kriziyle bu kadar şiddetli geçirmezdi.
Milletvekili seçildiğinizde Anavatan Partisi tek başına iktidardı. Ancak 1991’den
2002 yılına kadar koalisyon hükümetleri görev yaptı. O dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kişisel kanaatim, kendi içinde tutarlı olduğunda tek başına hükümetler de sonuç alıyor,
uzlaşma noktaları net ve açık bir şekilde ortaya konulduğunda koalisyonlar da sonuç alıyor. Türkiye, 1 Kasım 2015 tarihindeki seçimlerde tek başına bir hükümeti uygun gördü.
Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında kurulan 64. Hükümet’e başarı diliyorum.
Siyaset hayatınızda unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz?
1989 yılında 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı hazırlamıştık. Planların sunumunu o güne kadar
hep başbakanlar yapmıştı. Biz de rahmetli Turgut Özal’ın sunumuna yönelik bir hazırlıkta
52
SÖYLEŞI
bulunmuştuk. Ancak Sayın Özal, gece
yarısı bana “Yarın sen konuşacaksın”
dedi. Genel Kurul’da plan üzerine konuşma süresi iki saatti. Ben çok uzun
konuşabilen biri değilim. Bir konuda
maksimum 20-25 dakika, bilemediniz
30 dakika konuşabiliyorum. Sayın Özal,
planın sunumunu yapmamı isteyince
itiraz ettim, ama “Hayır, sen konuşacaksın” dedi. Bunun üzerine kürsüye çıktım.
Genel Kurul Salonu’nda en önde de rahmetli Süleyman Demirel oturuyordu. 6.
Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ilgili her şeyi
anlattım, bana göre gayet iyi ve yeterli
bir sunumdu, ancak iki saatlik sürenin
sadece 27-28 dakikasını kullanmıştım.
Benden sonra kürsüye Sayın Demirel
çıktı ve “Bunlar çoluk çocuk, bu memleketin meselelerini bilmezler. Baksanıza
iki saat konuşma süreleri var, yarım saat
bile konuşamıyorlar” dedi. Beni bayağı
bir hırpaladı. Bunu yapmasının tek nedeni ise kısa konuşmamdı. Tekrar söz
hakkı geldiğinde rahmetli Özal, “Şimdi
çık, eleştirilere cevap ver” dedi. Ben
kürsüde bu kez 20 dakika konuştum,
söyleyeceğim her şey bitti, tam o sırada
aklıma “Cibali Karakolu” geldi. O oyunda
bir sahne var; büyükbaba, baba ve torun
konuşuyorlar. O sahneyi hatırlayınca
“Benim bu anlattıklarımı büyükbabam
iki saatte ancak anlatıyordu, babam 1,5
saatte anlatıyor, bense yarım saatin
altında bir sürede anlatabiliyorum” dedim ve kürsüden indim. Konuşmamdan
Sayın Özal memnuniyet duydu. Sonraki
yıllarda rahmetli Demirel’le sıkça görüştük. Cumhurbaşkanlığı döneminde
bir gün sohbet ederken “Bir daha bana
dede falan deme” dedi. “Peki efendim”
karşılığını verdim.
Sayın Süleyman Demirel, hakikaten
çok değerli bir devlet adamıydı. Kendisiyle ilgili ilginç bir anımı daha anlatayım.
Biz beş çimento fabrikasını özelleştir-
“BANA GÖRE, MILLETVEKILLERININ ESAS MESLEKLERINDE
UZMANLAŞMAYA DEVAM ETMELERI LAZIM. SIYASET HIÇBIR ZAMAN
MESLEĞIN ÖNÜNE GEÇMEMELI. BIR MILLETVEKILI SIYASET HAYATI
BITTIĞINDE DOKTORSA DOKTORLUĞA, AVUKATSA AVUKATLIĞA,
EKONOMISTSE EKONOMISTLIĞE DEVAM EDEBILMELI.”
miştik. Sayın Demirel de buna karşılık dava açtı ve kazandı. Mahkeme kararına göre
ihalenin iptal edilmesi gerekiyordu. O sırada Sayın Demirel’in başbakanlığında bir
koalisyon hükümeti kuruldu. Ancak Demirel, “geriye dönüşü mümkün olamayacak
bir durum ortaya çıktığı” gerekçesiyle ihaleyi iptal etmedi. Bir gün kendisiyle sohbet
ederken “Efendim, dava açtınız, ama ihaleyi iptal etmediniz. Bu nasıl oluyor?” diye
sordum. “Birinde politika yapıyorduk, birinde devlet adamlığı” yanıtını verdi.
Siyaset yaparken en çok nelere dikkat edilmesi gerekiyor?
Bana göre, milletvekillerinin esas mesleklerinde uzmanlaşmaya devam etmeleri lazım. Siyaset hiçbir zaman mesleğin önüne geçmemeli. Bir milletvekili siyaset hayatı
bittiğinde doktorsa doktorluğa, avukatsa avukatlığa, ekonomistse ekonomistliğe
devam edebilmeli. Bir gün siyasetin bırakılacağı düşünülerek mesleğe dönme kapıları
açık tutulmalı. Siyaset asla birinci iş olarak görülmemeli. Çünkü böyle bir durumda
siyasete bağımlı hale geliniyor ve insanlar siyasete devam edebilmek için birtakım
ilkelerinden uzaklaşabiliyor.
Tecrübeli bir siyasetçi olarak size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli
konular, çözüm bekleyen sorunlar nelerdir?
Biraz önce ifade ettiğim gibi, dünya şu anda 2008’de başlayan global ekonomik krizin üçüncü dalgasını yaşıyor. Türkiye’de ve gelişmekte olan bütün ülkelerde kaynak
çıkışı olma ihtimali çok yüksek. Buna dönük acil bir ekonomik program yapılması
lazım. Bir başka önemli konu ise mülteci krizinin dalga dalga yayılıyor olması. Bu
durumun yarattığı belirsizlik ve volatilite ekonomide kur riskini beraberinde getiriyor.
Ülkemizde Haziran-Kasım ayları arasında 680 kişi hayatını kaybetmiş ve bu süreçte
kurlar da yüzde 30’a yakın artmış, yani devalüasyon olmuş Türkiye’de. Bu nedenle
belirsizliğin ortadan kaldırılarak ekonomide bir netlik sağlanması, mülteci krizi ve
terörün yarattığı sıkıntıların aşılması gerekiyor.
2002 yılından bu yana Meclis’te yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı
öğrenebilir miyiz? Türkiye’nin Dönüşüm Yılları, Ne Olacak Ne Yapmalıyız?, Dışa
Açık Büyüme ve Türkiye isimli kitaplarınıza yenileri eklenecek mi?
2002 yılından sonra yeniden siyasete girmeyi hiç düşünmedim. Biz siyaseti rahmetli
Turgut Özal’la birlikte yaptık. Onun kadrosundaki isimlerden biri olarak kalmayı
daha doğru buluyorum. Siyaset hayatımın her dakikasında çok mutlu oldum, hiçbir
pişmanlığım yok. Milletvekili ve bakan olarak çok iş ürettiğimi ve sonuç aldığımı düşünüyorum. Bugün Türkiye’de her gittiğim yerde vatandaşlardan saygı görüyorum,
bu da beni çok memnun ediyor. Siyasetten
ayrıldıktan sonra şirket yapılanması üzerine
bir stratejik danışmanlık şirketi kurdum. Bu
arada imtihana girerek Bağımsız Denetçi
Belgesi aldım. 2014 yılında iktisat doçenti
oldum. Zaman zaman üniversitede “Para
Politikası” dersi veriyorum. Son dönemlerde
yeni bir kitap üzerine çalışıyorum. Bir yayınevi dünyanın ve Türkiye’nin gelecek on yılını
yazmamı önerdi. Bu konu üzerinde epeyce
bilgi topladım. Şimdi Çin ve Hindistan’a gidip
oradaki insanlarla konuşmayı planlıyorum.
Kısacası hayat yoğun bir şekilde devam
ediyor. Bu hayatta hem mütevazı olmak,
hem iş yapmak, hem de çevreye karşı saygılı
olmak gerekiyor. Son olarak, birlikte görev
yaptığımız değerli devlet adamı Kâmran
İnan’ın vefatından büyük üzüntü duyduğumu
ifade etmek istiyorum. Kendisine Allah’tan
rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
53
“BURAYA NOKSAN GELEN TAMAMLANIR”
MEVLÂNA MÜZESI
54
KÜLTÜR VARLIKLARI
DÜNYADAN GELIP GEÇMIŞ EN BÜYÜK MUTASAVVIFLARDAN
MEVLÂNA VE ÖĞRETISI KONYA’DAKI MEVLÂNA MÜZESI’NDE
HAKKIYLA YÜCELTILIYOR. MEVLÂNA’YA ATFEDILEN KIŞISEL
EŞYALAR ILE MEVLEVILERIN GÜNLÜK EŞYALARININ
SERGILENDIĞI MÜZE, ORIJINALINE SADIK KALINARAK
DÜZENLENMIŞ ODALARI, KENDINI HAK YOLUNA ADAMIŞ
SUFILERIN GÜNLÜK HAYATININ IZLERINI TAŞIYAN OBJELERIYLE
ZIYARETÇILERE BENZERSIZ BIR MANEVI YOLCULUK VADEDIYOR.
ÇAĞLA TAŞKIN
Ö
yle bir isim ki kelimenin tam anlamıyla dünyaya mâl olmuş,
bütün insanlığın ortak değeri haline gelmiş. Öyle bir isim ki
düşünceleri binbir çeşit kültürden insanın yüreğine dokunmayı
başarmış; yücelttiği, mukaddes gördüğü değerlerin günden güne
azaldığı dünyada bir umut ışığı olmuş sözleriyle. Sabır, hoşgörü,
alçakgönüllülük timsali Celaleddin Rumî, Afganistan’ın Belh şehrinde başlayıp Konya’da son bulan 66 yıllık hayat macerasında
yüzyıllar sonra bile benimsenen, peşinden gidilen bir felsefe inşa
etmeyi; üstelik bunu sevgiyle, tevazuyla, kendini hiçbir zaman
öğretisinin önüne koymadan yapmayı başarmış. Bu sayede
çağlar boyu, adının önüne geçecek şekilde “efendimiz” anlamına
gelen Mevlâna sıfatıyla
anılmış. Mevlâna’nın türbesinin yer aldığı Konya
Mevlâna Müzesi, hem
bu düşünce insanının
felsefesini anlamak hem
de bu felsefe etrafında
şekillenen Mevleviliğin
kendine has unsurlarını
gözlemlemek için ideal
bir mekan.
Mevlâna Müzesi, eskiden Mevlevi dergahı
olarak kullanılan kompleksin, içinde yer alan
bütün yapı ve eşyalarla birlikte müzeye dönüştürülmesi kararının
alınmasıyla 1927 yılında Konya Mevlevi Dergahı Asar-ı Atika
Müzesi adıyla açılır. 1954 yılında yapılan geniş kapsamlı tasnif ve
tanzim işlemlerinin ardından adı Mevlâna Müzesi olarak değiştirilen müzenin tarihi çok eskiye, 13. yüzyıla dayanır.
Mevlâna’nın kendisi gibi bir âlim olan babası Muhammed Bahaeddin Veled vefat ettiğinde bugün müze sınırları içinde kalan bir
yere, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın hayattayken kendisine hediye ettiği söylenen Gül Bahçesi’ne defnedilmiş. Rivayete
göre babasının mezarı üzerine bir türbe yaptırmak isteyenleri
“gök kubbeden daha iyi bir türbe olamayacağı” gerekçesiyle
geri çeviren Mevlâna,
vefat ettiğinde yine bu
civarda toprağa verilmiş.
Oğlu Sultan Veled, babasının mezarı üzerine
bir türbe yaptırılması
talebiyle karşılaşmış,
fakat Mevlâna’nın aksine
bu fikre olumlu yaklaşmış. Mevlâna Müzesi’nin
en bilinen kısmı olan ve
“Yeşil Kubbe” de denilen türbenin inşasına
böylece başlanmış. Tebrizli Bedrettin’in elinden
55
SULTAN VELED, MEVLÂNA’NIN VEFATINDAN SONRA BABASININ
MEZARININ ÜZERINE BIR TÜRBE YAPILMASI FIKRINE OLUMLU
YAKLAŞIR. BÖYLECE MEVLÂNA MÜZESI’NIN EN BILINEN KISMI OLAN
VE “YEŞIL KUBBE” DE DENILEN TÜRBENIN INŞASINA BAŞLANIR.
çıkan, dört filayağı sütun üzerinde yükselen, bugün Mevlâna ile
oğlu Sultan Veled’in türbelerinin yer aldığı yapıya birçok Osmanlı
padişahı tarafından değerli armağanlar verilmiş, türbedeki yenileme ve ek inşa faaliyetleri uzun süre devam etmiş. Mevlâna
ve oğlunun türbeleri üzerinde yer alan mermer sanduka Kanuni
Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) yaptırılmış. Sandukanın
üzerindeki pûşîde, yani altın sırma işlemeli, çiçek motifli, koyu
kırmızı atlas kumaştan örtü ise II. Abdülhamid’in (1876-1909)
hediyesiymiş. Türbeye adını veren turkuaz renkli, dilimli kubbenin
yanı sıra duvarlardaki kırmızı, yeşil, mavi ve altın renkli kalemişi
süslemeler; Lala Mustafa Paşa tarafından hediye edilen, on altı
kolunun her birinde bir ejderhanın stilize edildiği şamdan; lale ve
bitki motifleriyle bezeli “Post Kubbesi” de ilgi çeken kısımlarından. Türbenin en değerli eserleri arasında Mevlâna’nın Divân-ı Kebir
56
KÜLTÜR VARLIKLARI
ve Mesnevi yapıtlarının en eski el yazması nüshaları kuşkusuz ayrı
bir yerde duruyor. El yazmalarına incelikle işlenmiş hat levhaları
ve telkâriyle süslenmiş kandiller eşlik ediyor. Sergilenen bir diğer
kıymetli eser, türbeye İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han
tarafından hediye edilen Nisan Tası. Adını içinde biriktirilen nisan
yağmurlarından alan bu geniş bronz tastaki yağmur sularının şifalı
olduğuna inanılır, bu sular yalnızca dergahta içilmez, başkalarına da
dağıtılırmış. Mevlâna’nın “Huzur-ı Pir” de denilen türbesi, babası
Muhammed Bahaeddin Veled’le birlikte Belh’den Konya’ya geldikleri düşünülen Horasan erenleri veya bugün söylendiği şekliyle
Horasan erlerinin mezarlarına da evsahipliği yapıyor. Türbe sınırları
içinde ayrıca Mevlâna’nın soyundan gelen ve Mevlevilik’te yüksek
makamlara ulaşmış kişilerin mezarları da yer alıyor.
TÜRKIYE’NIN EN ÖZEL MÜZELERI ARASINDAKI MEVLÂNA MÜZESI,
MATBAH, SEMÂHANE, DERVIŞ HÜCRELERI GIBI BÖLÜMLERIYLE
ZIYARETÇILERINE EŞSIZ BIR MANEVI ATMOSFER SUNUYOR.
Tennure giymiş ağaçlar / aşk niyaz eder
Mevlâna Müzesi’nin Mevlevilik âdetlerine
ışık tutan en önemli bölümlerinden Matbah, esasen yemeklerin pişirilip yendiği
yer olsa da Mevlâna’nın vefatından sonra
oğlunun çabalarıyla gelişen Mevlevilik
yolunun en önemli duraklarından biri
aslında. Müzenin Matbah bölümünde
“nevniyaz” denilen Mevlevi derviş
adaylarının üzerinde oturdukları ve
çile çektikleri dönemde neredeyse hiç
terk etmedikleri “Saka Postu”nu, semâ
dönmeyi öğrendikleri talim çivisini bire
bir görmek, “can” makamına ulaşmadan önce burada uzun uzadıya vakit
geçiren adayların günlük yaşantısına
bir bakış atabilmek mümkün. Müzenin
Mevleviliğin kendine has uygulamalarının hafızalarda canlanmasına vesile
olan bir diğer bölümü de Semâhane. Bu
bölüm esasen kendine has bir iç düzeni
olan, bünyesindeki her uygulamanın
belirli kriterler doğrultusunda yapıldığı
bir alan. Semazenlerin “tennure” adı
verilen eteklerinin semâ dönülmesi
anında birbirine değmeyeceği genişliğe,
aynı zamanda semazenlerin ayaklarına
giydiği “mest”in kaymayacağı türden
bir zemine sahip olan Semâhane, mescit
bölümüyle birlikte 16. yüzyılda tamamlanmış. Burada hem semâ müziğini
icra eden müzisyenlere ait ney, rebab,
kudüm gibi enstrümanlar hem de rahle,
şamdan gibi günlük eşyalar sergileniyor.
Mevlâna Müzesi’ni son derece özel
kılan, geçmişin hâlâ canlı tutulduğunun
en iyi gözlemlenebildiği yerlerden biri
de derviş hücreleri. Her biri küçük birer
kubbeye sahip on yedi hücrenin yapımı
III. Murad döneminde (1574-1595) tamamlanmış. Müzeyi adeta çevreleyen derviş hücrelerinde bir zamanlar kullanılan eşyalar aslı bozulmadan muhafaza edilmiş. Bazı hücrelerin
birleştirilmesiyle oluşturulan bölümlerde ise ülkemizin çeşitli yörelerine ait halılar ve Bursa
kumaşları sergileniyor. Sufilerin “susmuş olanlar” anlamına gelen hamûşan dedikleri mezarlık
ise Mevlana Müzesi’nin bir diğer önemli unsuru. Bu mezarlıkta istirahat eden kimselerin
mezar taşlarında Mevlevilik’te eriştikleri makama göre değişen sikke tasvirleri yer alıyor.
57
MEVLÂNA ÖLÜMÜN ASLINDA BIR KAVUŞMA OLDUĞUNU “BEN
ÖLÜRSEM SAKIN BANA ÖLDÜ DEMEYIN. ASLINDA BEN ÖLÜ IDIM,
DIRILDIM, BENI DOST ALDI, GÖTÜRDÜ” SÖZLERIYLE IFADE EDER.
Dost ile vuslat...
Dergah olarak kullanıldığı dönemde içinde
Kuran okunan, bugün ise birbirinden kıymetli
hat eserlerinin sergilendiği Tilavet Odası, müzenin tamamına hâkim olan dingin atmosferin
en yoğun yaşandığı alanlardan. Bu odanın
duvarında yer alan Yesarizade Mustafa İzzet
Efendi’ye ait Bu makam açıkların Kabe’si oldu /
Buraya noksan gelen tamamlanır beyitinin yazılı
olduğu hat levhası Mevlevilerin bir araya geliş
nedenini eksiksiz şekilde ortaya koyuyor. Hem
geçmişin hâlâ canlı tutulduğu bir mekan oluşu
hem de dekoratif ögelerinin farklılığıyla dikkat
çeken Meydan-ı Şerif Odası’na girildiğindeyse
dergahın makam sahibi kişilerinin burada nasıl
58
KÜLTÜR VARLIKLARI
kahve içtiklerini, kendilerine ikram edilen “çörek” adındaki ekmek
parçalarıyla nasıl karınlarını doyurduklarını hayal etmek zor değil.
Ahşabın en incelikli işlendiği yöntemlerden olan bağdadi tekniği
ürünü tavanı, duvarlarındaki Barok tarzı işlemeleri ve Rokoko süslemeleriyle değişik üslupları bir araya getiren oda aynı zamanda
kötü havalarda Şeb-i Arûs törenlerinin yapıldığı yermiş.
Şeb-i Arûs’tan söz açılmışken Mevlâna Müzesi’ndeki Şeb-i
Arûs havuzundan bahsetmemek olmaz. Mevleviliğin en özel
günlerinden biri için büyük önem arz eden bu mermer havuza su,
yine mermerden bir ejderhanın ağzından dökülüyor. Mevlâna’nın
öldüğü günün gecesine Şeb-i Arûs, yani “düğün gecesi” deniliyor.
Zira Sufi geleneğinde ölüm Allah’a kavuşmakla eşdeğer kabul edilip ilahi aşkın vuslatı olarak görülüyor. Mevlâna da ölümün aslında
bir kavuşma olduğunu “Ben ölürsem sakın bana öldü demeyin.
Aslında ben ölü idim, dirildim, beni dost aldı, götürdü” sözleriyle
ifade ediyor. Bu yüzdendir ki ölüm sükûnetle karşılanacak bir
olay, Rabbine kavuşan kişinin huzuruna eşlik etmek için bir vesile
addediliyor. Ölüm günü her yıl ney dinletileri, semâ gösterileriyle
hatırlanan Mevlâna, bir zamanlar müzenin bahçesindeki havuzun
etrafında yad ediliyormuş. 17 Aralık tarihine denk gelen Şeb-i Arûs
için ülkemizin hemen her yerinde bir hafta boyunca çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Etkinlikler son birkaç yıldır “Vuslat Yıldönümü
Uluslararası Anma Törenleri” olarak adlandırılıyor.
Türkiye’nin en özel müzeleri arasında yer alan Mevlâna
Müzesi’nin eşsiz atmosferi bu büyük ismin şanına yaraşır, ama
aynı zamanda onun arzu edeceği sadelikte bir mekan. Müzede
yer alan, özenle korunmuş orijinal günlük eşyalar, kıymetli hat
levhaları, yüzyıllar öncesinin ahşap ve metal işçiliğini gösteren
eserlerin yanı sıra Mevlâna’ya atfedilen entari, cübbe ve hırkalar
bu benzersiz mekanın değerine değer katıyor.
59
MUSTAFA GAZALCI:
İYI BIR SIYASETÇI OLABILMEK IÇIN
ÖNCE IYI BIR INSAN OLMAK VE INSANI
SEVMEK GEREKIR
RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
1977-1980 VE 2002-2007 YILLARI ARASINDA DENIZLI MILLETVEKILI
OLARAK MECLIS’TE YER ALAN MUSTAFA GAZALCI, BAŞTA EĞITIM
OLMAK ÜZERE PEK ÇOK KONUYU ÜLKE GÜNDEMINE TAŞIDI.
EĞITIMLE ILGILI ÇALIŞMALARINI BUGÜN DE SÜRDÜREN GAZALCI,
“TÜRKIYE GERÇEKTEN ILERI, ÇAĞDAŞ BIR ÜLKE OLACAKSA
EĞITIMDE NITELIĞI YÜKSELTMEK DURUMUNDADIR” DIYOR.
60
RÖPORTAJ
S
iyaset ve eğitim… Bu iki sözcük yan
yana kullanıldığında ilk akla gelen
isimlerden biridir Mustafa Gazalcı. Öğretmen ve milletvekili kimlikleriyle yaşamı boyunca laik, çağdaş, bilimsel eğitimi
savunan Gazalcı ile hayatının dönüm
noktalarını, 1977-1980 ve 2002-2007
yılları arasındaki Meclis çalışmalarını ve
siyaset yaparken nelere dikkat edilmesi
gerektiğini konuştuk.
Mustafa Gazalcı’nın hayat yolculuğu
1945 yılında Denizli Güney’de başlıyor. İlkokulda okurken öğretmenlerine
öyle hayranlık duyuyor ki “Ah, keşke
ben de öğretmen olabilsem” diyor.
Bu dileği kabul edilmiş olsa gerek, altı
yıllık öğretmen okulunu kazandığında
mutluluktan adeta havalara uçuyor.
1963 yılında Isparta Gönen Öğretmen
Okulu’nu, 1966’da Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü
bitiriyor. 1966-1977 yılları arasında çeşitli okullarda öğretmenlik ve yöneticilik
yapan Gazalcı, daha çağdaş bir eğitim
ve öğrencilerin daha iyi yetişmesi için
gecesini gündüzüne katarak çalışıyor.
Bu sırada öğretmen örgütlerinde aktif
faaliyetlerde bulunuyor. Biz de Varız
isimli gazeteyi çıkarma, toplantı ve yürüyüşler düzenleme, yurt çapında genel
boykot yapma derken “görülen lüzum
üzerine” görev yeri sürekli değiştirilmeye başlıyor. Eğitime gönül vermesi ve
mücadeleci bir ruha sahip olması nedeniyle yılmadan yoluna devam ettiğini
belirten Gazalcı, o dönemlerde Tavas
Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)
ile Denizli Tüm Öğretmenler Birleşme
ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) Şube
Başkanlığı görevlerini üstleniyor. 1977
yılına gelindiğinde Mustafa Gazalcı’nın
hayatında siyaset sayfası açılıyor. Gazalcı o günleri şöyle anlatıyor: “Bir eğitimci olarak yürüttüğüm çalışmalar ve
görev yerimin değiştirilmesi nedeniyle
verdiğim hukuksal mücadele devam ederken kimi öğretmen arkadaşlar, partililer siyasete
girmemi ve yaklaşan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) milletvekili aday adayı
olmamı önerdi. İlk başta ‘Hiç böyle bir şey düşünmedim’ deyip geçiştirdim bu öneriyi. Ancak
arkadaşlarım, aile çevrem, partililer ısrarlı olunca ben de siyasete girmeyi düşünmeye başladım. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nde halka hizmet etme ve Türkiye’nin
içinde bulunduğu ortamda CHP saflarında demokrasi savaşımı verme isteğiyle milletvekili
aday adayı oldum. Ön seçimin ardından 1977’de Denizli Milletvekili olarak Meclis’e geldim.”
“12 Eylül döneminde tarifsiz acılar yaşandı”
Mustafa Gazalcı henüz 32 yaşındayken milletvekili seçiliyor. Hem Meclis’in en genç
isimlerinden biri hem de Denizli’nin Güney ilçesinden seçilmiş ilk milletvekili olan Gazalcı,
“1977’deki seçimler öncesinde ‘Halk iktidarını kuracağız’, ‘Bozuk düzeni değiştireceğiz’
diye halka söz vermiştik. Coşkulu ve çalışma isteğiyle doluyduk. Düşünce özgürlüğünü
eksiksiz gerçekleştirmek için gerekli yasal düzenlemeleri hemen yapmayı istiyorduk. Ancak seçimlerde CHP’nin milletvekili sayısı 214’te kalınca ve tek başına iktidar olma imkanı
bulunamayınca her şey istediğimiz gibi gerçekleşmedi. Buna rağmen Meclis’te ve seçim
bölgelerimizde önemli faaliyetlerde bulunduk. Ben Başkanlık Divanı üyesi olarak da görev
yaptım. O zamanlar milletvekillerinin bağımsız odaları yoktu. Gelen ziyaretçiler Meclis’in
bir köşesinde karşılanıyordu. Divan yazmanlarının ikisine bir oda veriliyordu. Biz Yılmaz
Balta’yla aynı odayı paylaşıyorduk” diyor. 1980 öncesinin Türkiyesinde milletvekilliği yapan Gazalcı, 12 Eylül darbesinin ardından apar topar evden alınıp Askerî Dil ve İstihbarat
Okulu’na götürüldüğünü ve burada bir ay gözetim altında tutulduğunu ifade ediyor. Mustafa Gazalcı, milletvekilliğinin sona erdiği, öğretmenlik yapmasına da izin verilmediği bu
dönemde ticaretle uğraştığını belirterek şunları söylüyor: “12 Eylül döneminde toplumun
büyük bir kesimi tarifsiz acılar yaşadı. Özellikle de gençler, sendika temsilcileri, aydınlar…
Birçok insan ya işsiz kaldı ya da mesleği dışında başka işlere savruldu. O dönemde ailemi
geçindirebilmek için ne yapabileceğimi düşünürken dokumacı kooperatifi yöneticileri kendi
61
“BIR SIYASETÇI İLKELI, TUTARLI VE SÖZÜNE GÜVENILIR OLMALIDIR.
HALKLA, DERT SAHIBIYLE, SEÇIM BÖLGESIYLE ILIŞKIYI KESMEMELI
VE SÜREKLI KENDINI YENILEMELIDIR. KIŞISEL DEĞIL, TOPLUMSAL
AMAÇLI SIYASET YAPMALI, HOŞGÖRÜLÜ VE SABIRLI OLMALIDIR.”
dayanamayınca tercihe gitmeye karar verdim
ve çalışmalara başladım. Kapı kapı, pazar pazar
dolaşıyor, sıkabildiğim kadar çok el sıkıyordum.
Nerede kalabalık görsem oraya gidiyordum.
Önce partiye oy vermelerini istiyor, sonra da tercihin nasıl kullanılacağını anlatıyordum. SHP’den
benimle birlikte iki milletvekili daha tercihe
gitmişti. Seçim sonucunda Denizli’de Doğru Yol
Partisi (DYP) 3, Anavatan Partisi (ANAP) 2, SHP
ise 1 milletvekili çıkardı. Sonuçlar böyle olunca o
dönemde Meclis’te yer alamadım” diyen Gazalcı,
2002 yılında ise CHP Denizli Milletvekili seçildiğini anımsatıyor.
“Cumhuriyetimizi kuranlar eğitime ve
öğretmenliğe öncelik vermişlerdir”
22 yıl aradan sonra ikinci kez milletvekilliği
görevini üstlenen Mustafa Gazalcı, Meclis’te
olmadığı yıllarda siyasetin yanı sıra eğitim
ürünlerini satmamı önerdiler. Denizli’ye gidip arabanın arkasına dokuma ürünleri,
havlu, çarşaf koydum. Bunları eve getirip tanıdıklara, yakınlarımıza satmaya başladım. Daha sonra Ankara Kızılay’da ‘Yeni Denizli Pazarı’ adıyla bir dükkan açtım.
Her partiden parlamenterler ziyaretime geldiler. İşler tam tutuyordu ki bu sefer
Barış Davası’ndan bir yıla yakın tutuklu kaldım. İşler tamamen durdu. Sıkıntılı bir
dönemdi, ama hayat devam etti.”
Mustafa Gazalcı, 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), 1985’te ise Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) çatısı altında siyasete devam ediyor. SHP’de Genel
Sekreter Yardımcısı olarak parti yönetiminde yer alan Gazalcı, tercih sisteminin
Türkiye’de ilk kez uygulandığı 1991 genel seçimlerinde milletvekili adayı oluyor.
“1991’de ön seçim sonucu listeye giren adaylar isterlerse tercihe gidebiliyordu. Ön
seçimde dördüncü sırada yer almıştım. Partinin o günkü durumuna göre bu sıradan
seçilmem güçtü. Bu nedenle özellikle yakınlarım ve kampanyada beni destekleyenler tercihe gitmemi istediler. Önce ‘olmaz’ diye direndim. Çünkü güç bir işti, ön
seçimin ardından yeni bir yarış demekti. Yalnızca üye ve delegeler değil, partiye oy
verecek tüm seçmenler tercihe katılacağı için çalışma alanı çok genişti. Israrlara
62
RÖPORTAJ
alanındaki çalışmalarını da sürdürüyor. 1990-2002
yılları arasında Eğitimciler Derneği Genel Başkanlığı
yapan Gazalcı, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin yer aldığı TBMM 22. Dönem’de
eğitim başta olmak üzere pek çok konuyu ülke
gündemine taşıyor. Tecrübeli siyasetçi, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesi de
olduğu bu dönemde, basın açıklamalarından soru
önergelerine, Genel Kurul’daki konuşmalarından
katıldığı televizyon programlarına kadar çeşitli
çalışmalarıyla en çok haberi yapılan on milletvekili
arasında yer alıyor. O günleri anlatırken “Mutlaka
önceden hazırlık yaparak açıklamalarda bulunuyordum. Ele alınacak o kadar çok konu vardı ki 24
saat yetmiyordu” diyen Gazalcı, eğitimin yanı sıra
memleketinde geçim kaynağı olan tütün konusunu
da pek çok kez gündeme taşıdığını ve üreticilerin
sorunlarını dile getirdiğini kaydediyor. Gazalcı’nın,
Türkçenin yabancı sözcüklere karşı korunması ve
dilimizin kirlenmesinin önlenmesi amacıyla 2007
yılında kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nda
üyeliği de bulunuyor.
Mustafa Gazalcı ile sohbetimiz sırasında eğitimin önemine ilişkin değerlendirmelerini soruyoruz.
“Eğitim kişi, ülke, hatta insanlık için bir kurtuluş
yoludur” diyen Gazalcı, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuranlar eğitime ve öğretmenliğe
öncelik vermişlerdir. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler yetiştirmeyi ilke
edinmişlerdir. 3 Mart 1924’te Öğretim Birliği Yasası’yla Osmanlı’dan beri süregelen ikili eğitim yapısına son verilmiş, bilimsel bir eğitim anlayışı ülkede
egemen kılınmıştır. Eğitim seferberliği yapılmış, yurdun 21 yöresinde laik,
bilimsel, üretici, demokratik ve katılımcı eğitimin en güzel örneklerini veren
Köy Enstitüleri kurulmuştur. Köy Enstitüleri sayesinde eğitimde fırsat ve olanak eşitliği yaratılmış, köy çocukları sanatla tanıştırılmış, her biri enstrüman
çalmayı öğrenmiş, dünya klasiklerini okumuştur. İsviçre Eğitim Ansiklopedisi’ne
Türkiye’den konan tek eğitim maddesi olan Köy Enstitüleri ne yazık ki daha
çiçek açacakken kapatılmıştır. Köy Enstitüsü modeli ve eğitim ilkelerinden
bugün de yararlanabileceğimizi düşünüyorum. Bu konuda verdiğim bir kanun
teklifi de var. Meclis’teyken Köy Enstitüleri konusunda Genel Kurul’da çok sayıda
konuşma yaptım. Hatta hiç unutmuyorum, bir gün kürsüye çıktığımda adımı
birden hatırlayamayan AKP’li bir milletvekili ‘Köy Enstitüsü, Köy Enstitüsü’
diye seslenmişti.”
Mustafa Gazalcı, Atatürk’ün en güzel sözlerinden birinin “Hayatta en hakiki
mürşit ilimdir” olduğunu belirterek, “Eğitimde akıl ve bilim öne çıkmalıdır. Yaşamım boyunca laik, çağdaş, bilimsel eğitimi savundum. Ülkemde bütün eğitim
aşamalarında bu ilkelerin uygulanmasını dilerim. Türkiye gerçekten ileri, çağdaş
bir ülke olacaksa eğitimde niteliği yükseltmek durumundadır” diyor. 1988’de
“Eğitim Onur Ödülü” ve 2008’de “Başöğretmenlik Onur Ödülü”ne değer görülen Gazalcı, bir öğretmen olarak en büyük ödülünün ise yetiştirdiği öğrenciler
olduğunu ifade ediyor.
“Yeni kitaplar üzerinde çalışıyorum”
Mustafa Gazalcı 2007’den bu yana Meclis’te yer almıyor. Siyaset dışındaki uğraşlarını sorduğumuz Gazalcı, bugüne kadar ağırlıklı olarak eğitim konusunda
17 kitabının yayımlandığını anımsatarak, “20 yıldır Köy Enstitüsü mezunlarına
uyguladığım bir anket var. O anketten yola çıkarak yazdığım kitap bir ay içinde
çıkmış olacak. Ayrıca Siyasetçinin Günlüğünden isimli bir kitabı da yayına hazırlıyorum” diye konuşuyor. Gazalcı ile sohbetimizin sonunda kendisine “İyi bir
siyasetçi nasıl olmalı?” diye soruyoruz. “Bunun bir reçetesi yok. Sanıyorum iyi
bir siyasetçi olabilmek için önce iyi bir insan olmak, insanı sevmek gerekir” diyen
Gazalcı, bir siyasetçinin sahip olması gereken nitelikleri ise şöyle sıralıyor: “İlkeli,
tutarlı, sözüne güvenilir olmak; kişisel değil, toplumsal amaçlı siyaset yapmak;
hoşgörülü, sabırlı, yerine göre tavırlı olmak; Meclis çalışmaları ile seçim bölgesi
çalışmalarını dengeli götürmek; her şeyde olduğu gibi siyasette de neyi, nerede,
ne zaman söyleyeceğini bilmek; konuşurken, yazarken, eylemde bulunurken
iyi araştırmak, incelemek, ona göre davranmak; halkla, dert sahibiyle, seçim
bölgesiyle ilişkiyi kesmemek; sürekli kendini yenilemek, ülke ve dünya siyasetini
izlemek; zaman zaman ortak hareket etmeyi bilmek, uzlaşıcı olmak; çevreyi,
sanatı sevmek; ucuz, günübirlik siyaset yerine gerçekçi, nitelikli, kamunun
yararını gözeten bir siyaset yapmak; yeniliğe her zaman açık olmak, iletişimi,
teknolojiyi iyi kullanmak; zamanı gelince çekilmesini bilmek; düzenli yaşamak;
akıl, bilim yolunda çalışmak.”
63
İLK KÖYLÜ KADIN MİLLETVEKİLİ
SATI ÇIRPAN
64
80 YIL ÖNCE MECLIS KÜRSÜSÜNE ÇIKAN ILK KADIN
MILLETVEKILLERI, CUMHURIYET TARIHINE ADLARINI ALTIN
HARFLERLE YAZDIRDILAR. ÖNCÜ VE ÖRNEK BU TÜRK
KADINLARINDAN BIRI DE SATI ÇIRPAN’DI. TÜRKIYE’NIN ILK KÖYLÜ
KADIN MILLETVEKILI ÇIRPAN’IN ETKILEYICI HAYAT HIKAYESI
GEÇMIŞTEN GÜNÜMÜZE ÇOK ŞEY ANLATIYOR.
SONGÜL BAŞ
“N
e var korkacak?”... Hiç kimsenin cesaret edemediği adımları
atarken, hakları için mücadele ederken, elini taşın altına
koymaktan çekinmezken böyle diyordu Satı Çırpan. Korkuya yer
yoktu hayatında. O sadece cesur değil, çalışkan, zeki ve becerikliydi de. Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılık göstermiş bir ailenin
ferdi olarak yüreği memleket sevdasıyla doluydu. Bu nitelikleriyle
Atatürk’ün dikkatini çekmiş, 1935’te Türkiye’nin ilk köylü kadın
milletvekili olarak Meclis kürsüsüne çıkmıştı. 80 yıl önce kendisi
gibi öncü ve örnek kadın milletvekilleriyle birlikte Cumhuriyet
tarihine adını altın harflerle yazdıran Satı Çırpan’ın anısı, müzeye
dönüştürülen evi ve anıt mezarının bulunduğu Ankara’nın Kazan ilçesinde
yaşatılıyor.
Satı Çırpan’ın, namıdiğer Satı
Kadın’ın hayat yolculuğu 1890
yılında başlıyor. O zamanlar
Ankara’nın Halkavun nahiyesine
bağlı Kazan köyünde dünyaya
gelen Satı Kadın, babası Kara
Mehmet, annesi Emine Hanım
ve biri kız biri erkek iki kardeşiyle
birlikte yaşıyor. Genç kızlık çağına
geldiğinde Yassıören köyüne gelin
gidiyor. Bir erkek evladı olduktan
sonra eşi vefat edince Kazan’a
babasının yanına dönüyor. Bir süre
sonra da ikinci evliliğini yaparak
Tekke köyünde yaşamaya başlıyor.
Kurtuluş Savaşı gazisi eşi ve beş çocuk annesi olan Satı
Kadın’ın hayatı babası Kara Mehmet’in rahatsızlanmasıyla
birlikte farklı bir seyir izliyor. Kara Mehmet kendini iyi hissetmediği bir gün Satı Kadın’ı çağırtıyor, eline bir bıçak veriyor ve
“Kızım, ben elden ayaktan düştüm. Bunca tarlaya, araziye sen
sahip çıkacaksın” diyor. O sırada Kara Mehmet’in yaşlanması
ve rahatsızlanmasını fırsat bilip bazı tarlalarına el koymak isteyen köy ağaları bulunuyor. Satı Kadın bunu öğrenir öğrenmez
tarlalara bakmaya gidiyor. Toprakların sürüldüğünü görünce
elindeki bıçakla öküzlerin koşumlarını
çözüp yakındaki dereye atıyor. Bunu
yaparken karşısına aldığı kişilerin
köy ağası olmasına hiç aldırmıyor,
“Ne var korkacak?” deyip hakkını
arıyor. Kararlı duruşu sayesinde
tarlalarına el konulamazken hiçbir
köy ağası da ona hesap sormaya
cesaret edemiyor. O günden sonra
Satı Kadın, Kazan köyünde “Satı
Ağa” olarak anılmaya başlıyor.
“Ondan insana fenalık mı gelir?”
Satı Çırpan’ın hayatındaki dönüm
noktalarından biri, 26 Ekim 1933
tarihinde 2349 sayılı kanunla Türk
kadınına köy ihtiyar heyetleri ile
muhtarlığa seçme ve seçilme hakkı
verilmesi oluyor. Satı Kadın muh-
65
tarlığa adaylığını koyup seçimi kazanıyor. Kazan muhtarı olarak köyünün sorunlarıyla
yakından ilgileniyor. Öyle ki gerektiğinde silahını kuşanıp köyünü koruyor, gerektiğinde
atına binip Halkavun’a giderek resmî makamlara vatandaşın sorunlarını iletiyor ve çözüm
bulunması için çaba harcıyor. Bu arada Satı Kadın’ın evi hiç boş kalmıyor; erzakı biten,
hastası olan, derde düşen onun kapısını çalıyor. Satı Kadın’ın muhtarlıktaki icraatlarından
biri de köydeki evleri beyaza boyatmak oluyor. Böylece Kazan, beyaz evleriyle dikkat
çeken bir köy haline geliyor.
Satı Kadın’ı ilk köylü kadın milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşıyacak
olay da muhtarlığı sırasında yaşanıyor. 1934 yılının bir yaz günü Atatürk ve beraberindekileri taşıyan otomobil Kızılcahamam’a doğru yol alırken Kazan köyü yakınlarında duruyor.
66
Vatandaşlar mutluluk ve heyecan içinde
misafirlerini karşılıyor. O sırada Satı
Kadın kalabalığın arasından sıyrılarak
Atatürk’e bir bardak ayran uzatıyor.
Üstelik “Ya kızarsa” diyenlere aldırış
etmeyerek, “Ondan insana fenalık mı
gelir?” diyerek. Ayranı içen Atatürk,
karşısındaki köylü kadına birkaç soru
soruyor. Sait Arif Terzioğlu’nun Yazılmayan Yönleriyle Atatürk adlı eserinde
ifade edildiğine göre, bu sorulardan biri
“Ne zaman doğdun?” oluyor. Satı Kadın,
Atatürk’ün Samsun’a çıkarak kurtuluş
mücadelesini başlattığı 19 Mayıs 1919
tarihine atıfta bulunarak “1919’da”
diyor. “Peki, kadınların da erkekler gibi
çalışıp çeşitli mevkilere yükselmesi konusunda ne düşünüyorsun?” sorusuna
ise şu yanıtı veriyor: “Şüphesiz doğrudur. Ve kadınlarımız Cumhuriyet’in
mefkûresi altında bunu başarmak
azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe
yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini
her alanda taşıyacağız Paşam.”
Atatürk Kazan köyünden ayrılırken yaverine Satı Kadın’ın adını ve
adresini not ettiriyor. Aradan aylar
geçtikten sonra bir gün Halkavun’dan
Kazan köyüne gelenler muhtar Satı
Kadın’ı soruyorlar. Satı Kadın muhtarın kendisi olduğunu söyleyince “Vali
Nevzat (Tandoğan) Bey seni istiyor,
Ankara’ya gideceğiz” diyorlar. “Eh,
gidelim bakalım” deyip yola koyuluyor
Satı Kadın. O Ankara’ya doğru giderken
köylülerin içine de bir korku düşüyor.
Satı Kadın’ın eşi “Ah Satı, bunca erler,
ağalar dururken sana mı kalmıştı Ata’ya
ayran vermek? Kim bilir ne oldu da
götürdüler” diye hem söyleniyor hem
de endişeleniyor. Köylüler merak içinde
beklerken Ankara’ya doğru giden otomobil Fethiye köyü yakınlarında çamura
saplanıyor. Bu sırada çoban köpekleri
etrafı sardığı için kimse arabadan in-
1934 YILININ BIR YAZ GÜNÜ ATATÜRK VE BERABERINDEKILERI
TAŞIYAN OTOMOBIL KIZILCAHAMAM’A DOĞRU YOL ALIRKEN
KAZAN KÖYÜ YAKINLARINDA DURUYOR. SATI KADIN’IN ILK
KÖYLÜ KADIN MILLETVEKILI OLARAK MECLIS KÜRSÜSÜNE
ÇIKMASINI SAĞLAYAN OLAY DA O GÜN YAŞANIYOR.
meye cesaret edemiyor. Satı Kadın
“Ne var korkacak?” deyip arabadan
iniyor ve elindeki değnekle köpekleri
kovalıyor. Böylece araba çamurdan
kurtarılıyor ve yola devam ediliyor.
Gece geç saatte Ankara’ya ulaştıklarında Satı Kadın Samanpazarı’ndaki
akrabalarının yanında kalıyor. Ertesi
sabah Vali, eşiyle birlikte Satı Kadın’ı
alıp evlerine götürüyor. Orada hazır
bulunan terziler Satı Kadın’a elbise
dikiyor. Yeni giysilerini giydikten sonra
Vali ile birlikte Atatürk’ün huzuruna
çıkmak için Köşk’e giden Satı Kadın,
Ata’yla bir süre sohbet etme imkanı
buluyor. Atatürk’ün okuma-yazma
bilip bilmediği sorusuna, “Okur-yazar
değilim, ama kafam çalışır” yanıtını
veriyor. Satı Kadın, Atatürk’le görüştükten sonra kendisini almaya gelen
eşiyle birlikte Kazan’a dönüyor. Ardından da okuma-yazma öğrenmek
için her gün Halkavun’a gidip geliyor.
O günlere ait bir anıyı Satı Kadın’a
milletvekili yeminini ezberleten Hasan
Erol şöyle anlatıyor: “Bucak Müdürü Tevfik Bey, Satı Ağa’yı getirdi ve ona Meclis andını
ezberletmemi, imza atmayı öğretmemi istedi. O zamanlar 9-10 yaşlarındaydım. Satı Ağa
geldiğinde ben yemini okurdum, o da tekrar ederdi. Böyle çalışa çalışa yemini ezberledi. Bir
de karınca kararınca imza attırdım, onu da öğrendi. Meclis’te yemini en güzel okuyanlardan
biri Satı Ağa’ydı.”
“Reislik dedikleri meğer mebusluk imiş”
Satı Kadın 8 Şubat 1935 tarihinde yapılan seçimlerde 1273 oyla milletvekili oluyor. 1 Mart
1935’te yemin ederek görevine başlıyor. Milletvekili seçilmesine vesile olan olayı ise o yıllarda şöyle anlatıyor: “Bir gün gelip de saylav olacağım aklımdan bile geçmezdi. Pederim
köyde muhtardı. Sonra yerine ben muhtar oldum. Gücüm yettiği kadar çiftçilik yaparak
geçiniyordum. Silahım, tabancam ve bıçağım vardı. Asker zamanında köyün inzibatına ben
bakardım. Kadınların içinde ilk defa ben resmen muhtar oldum. Bir yıl kadar evvel Atatürk
Kızılcahamam’a doğru geçiyor diye haber aldım. Hemen köyü temizlettim, evleri badana
ettirdim, atı çektirdim. Bir şalvar, bir cepken, bir poşu, bir değnek alınca bizim köyün yarım
saat ötesinde Halkavun nahiyesine vardım. Ahali toplandık, Ata’nın gelmesine durakladık.
Atatürk geldikten sonra elini öptüm. Ata’nın eli bana kuzu eli gibi tatlı geldi (...) Köylüler
ayran yapmışlar, ama vermeye cesaret edememişler. Ben koştum, hazırlanmış bardağı alıp
Atama verdim. Ayranı içtikten sonra Atam bir bana baktı, bir de döndü Müdür Bey’e (Bucak
67
Müdürü) baktı. Müdür Bey benim için Ata’ya ‘Kazan köyünün
muhtarıdır’ dedi. Atam bana sordu: ‘Muhtar mısın?’. ‘Muhtarım
Atam’ dedim. ‘Hoşnut musun?’ diye sordu. ‘Hoşnudum Atam’
dedim. ‘Adın ne?’ diye sordu. ‘Bana Kara Mehmet kızı Satı derler
Atam’ dedim. Bunun üzerine otomobili yürüttüler. Aradan birkaç
ay geçti, bir gece yarısı köye bekçi geldi, ‘Seni nahiyeden bölük
kumandanı istiyor’ dedi. Ayağıma mestlerimi çektim, elime bir
değnek aldım. Bir yanıma bekçiyi, bir yanıma da köyden komşuyu
aldım, yola çıktık. Nahiyeye vardık. Bölük kumandanı bana ‘Biz
seni köy muhtarlarının başına reis yapacağız’ dedi. ‘İyi ya olurum,
hükümetin emrinde kellem feda olsun’ dedim. Oradan atlara
bindik köyümüze döndük. Birkaç gün geçtikten sonra köylüler
ellerinde gazete ile geldiler. Beni milletvekili adayı göstermişler.
Yirmi gün sonra da iki jandarma gelip beni aldı. Atıma bindim,
heybeye ekmeğimi koydum. Eşi dostu Allah’a ısmarlayıp Ankara Hacı Bayram önünde indik. Üç gün sonra beni İsmet Paşa
Enstitüsü’ne götürdüler. Bluzlar, eldivenler, çoraplar, potinler
verdiler. Meclis’e varıp yemin ettikten sonra mebusluğa başladım.
Reislik dedikleri meğer mebusluk imiş.”
Satı Kadın, Ziraat Encümeni’nde görev aldığı Meclis’te bir yandan yasama faaliyetlerinde bulunurken bir yandan da hemen her
gün kendisini ziyaret eden köylülerini ağırlıyor. Hasta olanları hastaneye götürüyor, türlü dertlerine derman olmaya çalışıyor. 1938
yılında yaşanan bir olay Satı Kadın’ın köylülere verdiği önemi açıkça ortaya koyuyor. Ankara Halkevi’ndeki müsamereye giden Satı
Kadın, kalabalık bir köylü grubunun kapıda beklediğini görüyor.
“Neden içeri girmiyorsunuz?” diye sorduğunda “İçeri almıyorlar”
yanıtı veriliyor. Bunu duyunca kapıda bilet kontrolü yapanların
yanına gidiyor ve “Neden bu insanları içeri almıyorsunuz?” diye
soruyor. Kapıdaki görevli, “Efendim bugün milletvekilleri…” diye
söze başlayınca Satı Kadın “Bunlar milletin vekilleri değil, asılları”
diyerek köylülere yol gösteriyor.
Satı Çırpan milletvekili seçilince önce Ulucanlar’da, sonra da
Hamamönü ve Samanpazarı’nda tuttuğu köy evlerinde oturuyor.
Bir gazeteye verdiği röportajda bunun nedenini “Mahsus gidip bir
apartman tutmadım ki köylülerim ‘Bizim Satı Ankara’ya varınca
bizi unuttu, burnu büyüdü’ demesin diye” sözleriyle açıklıyor.
TBMM V. Dönem’de (1935-1939) milletvekilliği yapan Satı
Çırpan’ın ismi Meclis kayıtlarında ve bazı kaynaklarda Hatı Çırpan olarak da yer alıyor. Bu ismi Satı Kadın’a Atatürk’ün verdiği
belirtiliyor.
Anısı Kazan’da yaşatılıyor
Satı Çırpan, milletvekilliği sona erince Kazan’a dönüyor. Eskiden
olduğu gibi yine geleni gideni eksik olmuyor, ihtiyaç sahiplerine
68
8 ŞUBAT 1935’TE YAPILAN SEÇIMLERDE 17 KADIN MILLETVEKILI
MECLIS’E GIRMEYE HAK KAZANIYOR. BIR YIL SONRAKI ARA
SEÇIMLERIN ARDINDAN KADIN MILLETVEKILI SAYISI 18’E YÜKSELIYOR.
Nakiye Elgün
Türkan Örs Baştuğ
Ayşe Şekibe İnsel
Meliha Ulaş
Hatice Özgener
Huriye Öniz Baha
Satı (Hatı) Çırpan
Hatice Sabiha Görkey
Mihri Pektaş
Ferruh Güpgüp
yardım eli uzatıyor. 19 Mart 1956 tarihinde ise 66 yaşında hayata
veda ediyor.
İlk köylü kadın milletvekili Satı Çırpan’ın hayatının çeşitli
dönemlerine ait izler bugün Ankara’nın Kazan ilçesinde görülebiliyor. Kazan Belediyesi, Cumhuriyet tarihinin bu sembol ismiyle
ilgili önemli faaliyetler gerçekleştiriyor. Satı Kadın’ın Kazan’daki
evini müzeye dönüştürerek ziyarete açan belediye, tarihî eşyalar, kıyafetler, aksesuarlar ve fotoğraflar aracılığıyla geçmişten
geleceğe köprü kuruyor. Satı Kadın’ın hayat hikayesini anlatırken
yararlandığımız Türk Kadını ve Satıkadın adlı kitap ise Kazan
Belediyesi’nin dikkat çekici yayınları arasında yer alıyor. Tarihî
belge ve fotoğraflar, çeşitli anekdotlar, Satı Kadın’ın ailesi ve
yakınlarıyla yapılmış röportajlar içeren kitap, titiz bir çalışmanın
ürünü olarak Satı Kadın’la ilgili önemli bir kaynak oluşturuyor.
Kazan Belediyesi, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilmesinin yıldönümü başta olmak üzere çeşitli tarihlerde müzede
ve Satı Kadın’ın ilçedeki anıt mezarı başında anma törenleri de
düzenleyerek Satı Çırpan’ın anısını yaşatıyor.
İlk kadın vekillerimiz
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını veren 2598 sayılı kanun
5 Aralık 1934 tarihinde kabul ediliyor. 8 Şubat 1935’te yapılan
seçimlerde 17 kadın milletvekili Meclis’e girmeye hak kazanarak
1 Mart 1935’te çalışmalarına başlıyor. Bir yıl sonra yapılan ara
seçimlerle birlikte Meclis’teki kadın milletvekili sayısı 18’e yükseliyor. Türk kadınını siyaset sahnesinde temsil eden ilk kadın
milletvekillerimiz ve seçim bölgeleri şöyle sıralanıyor: Satı (Hatı)
Fakihe Öymen
Fatma Memik
Mebrure Gönenç
Benal Nevzat İstar Arıman Sabiha Gökçül Erbay
Fatma Esma Nayman BahireBedişMorovaAydilek Ayşe Seniha Hızal
Çırpan (Ankara), Mebrure Gönenç (Afyonkarahisar), Türkan Örs
Baştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir), Ayşe Şekibe
İnsel (Bursa), Hatice Özgener (Çankırı), Huriye Öniz Baha (Diyarbakır), Fatma Memik (Edirne), Nakiye Elgün (Erzurum), Fakihe
Öymen (İstanbul), Benal Nevzat İstar Arıman (İzmir), Ferruh Güpgüp (Kayseri), Bahire Bediş Morova Aydilek (Konya), Mihri Pektaş
(Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Fatma Esma Nayman (Seyhan),
Hatice Sabiha Görkey (Sivas), Ayşe Seniha Hızal (Trabzon).
*Satı Çırpan’ın hayatıyla ilgili bilgi ve fotoğraf katkısı için Kazan Belediye Başkanlığı’na teşekkür ederiz.
69
BENNUR KARABURUN:
MECLIS’TE ENGELLI VATANDAŞLARIMIZIN
GÖZÜ, KULAĞI, SESI OLACAĞIM
SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK
AK PARTI BURSA MILLETVEKILI BENNUR KARABURUN,
19 YILDIR OMURILIK FELÇLISI OLARAK HAYATA DEVAM EDIYOR.
EN ZOR ZAMANLARDA BILE UMUTSUZLUĞA KAPILMADIĞINI
VE YAŞAMA SEVINCINI YITIRMEDIĞINI BELIRTEN KARABURUN,
“ENGELLI VATANDAŞLARIMIZIN HAYATINI KOLAYLAŞTIRMAK
VE SORUNLARINA ÇÖZÜM ÜRETMEK ÜZERE YENI YASAMA
DÖNEMINDE YAPILACAK ÇALIŞMALARA KATKIDA BULUNMAKTAN
BÜYÜK MUTLULUK DUYACAĞIM” DIYOR.
70
SÖYLEŞI
Söyleşimizin başında milletvekilliği öncesindeki hayatınıza dair bilgi edinebilir miyiz?
2 Nisan 1973 tarihinde Bursa’da doğdum. 7 yaşımdan 23 yaşıma kadar sutopu ve yüzme sporlarıyla ilgilendim. Bursa rekorlarım ve Türkiye derecelerim
var. Millî takım kampında bulundum, sutopunda üç yıl üst üste gol kraliçesi
oldum. Uludağ Üniversitesi Tekstil Bölümü’nü dereceyle bitirdikten sonra
çeşitli firmalarda imalat müdürlüğü yaptım. 30 Mayıs 1996 tarihinde, son
çalıştığım firmanın aracıyla işten eve dönerken trafik kazası geçirdim.
Köprüden aşağı uçtuğum bu kaza sırasında boynum kırıldı ve beş buçuk ay
yoğun bakımda solunum cihazlarına bağlı olarak yaşam mücadelesi verdim.
19 yıldır omurilik felçlisi olarak hayata devam ediyorum. Bu süreçte Eskişehir
Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdim. Şimdi de Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümü son sınıf öğrencisiyim.
23 yaşında geçirdiğiniz trafik kazasının ardından tedavi süreciniz nasıl
gelişti?
Kaza sırasında başımı şiddetli bir şekilde cama çarptığım için boynum kırılmış ve omuriliğim zarar görmüş. Çevredeki vatandaşlar, benzin deposunun
alev almasından endişe ederek beni bir an önce dışarı çıkarmak için müdahalede bulunmuşlar. Kaza anında kırılmış olan boynumun hareket ettirilmesi
omuriliğimin daha fazla zarar görmesine neden olmuş. Herhangi bir kaza
sonrasında iyi niyetle yapılan müdahaleler bazen ciddi hasarlara neden olabiliyor. Bu nedenle, eğer ilkyardım konusunda yeterli bilgiye sahip değilsek
kazazedelere müdahale etmeden sağlık ekiplerini beklememiz gerekiyor.
Kazanın ardından beş buçuk ay yoğun bakımda hayatta kalma mücadelesi
verdim. Tabii çok zor bir süreçti; dayanılmaz ağrılar, acılar… Ailemin büyük
desteğiyle ve umudumu hiç yitirmeyerek tedaviye devam ettim. Türkiye’de
ilk kök hücre ameliyatını olan kişilerden biriyim. İlki 2006’da, ikincisi
2014’te ve üçüncüsü bu yıl içinde olmak üzere üç defa kök hücre ameliyatı
geçirdim. Bu operasyonların çok faydasını gördüm. Kök hücre ameliyatları
sosyal güvence kapsamında değil. Bu konuyla ilgili çözümler üretmek üzere
kapsamlı bir çalışma yapılması gerekiyor. Kök hücre ameliyatı geçirmiş bir
kişi ve milletvekili olarak ben de bu konu üzerinde çalışmalarda bulunmayı
planlıyorum.
katini çekti. Verdiği sosyal mesajla tüm Türkiye’de
ses getiren fotoğraf, “İyilik Bul” kampanyasının başlamasına da vesile oldu.
TBMM 25. Dönem’de başlayan milletvekilliği hayatınız 26. Dönem’de de AK Parti Bursa Milletvekili
olarak devam ediyor. Siyasete girmeye ne zaman ve
nasıl karar verdiniz?
Sayın Cumhurbaşkanımız 6 Şubat 2015 tarihinde
Bursa’ya geldi. O dönemde üçüncü kök hücre ameliyatımı olmaya karar vermiştim. Bu konuyla ilgili bazı
hususları kendilerine iletebilmek arzusuyla Bursa
Valiliği’nin önüne gittim. Cumhurbaşkanımız, Sağlık
Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu ile birlikte geldiklerinde kendileriyle konuşma imkanı buldum. İki kez kök
hücre ameliyatı olduğumu, ilkinden sonra sırt kaslarımda bir iyileşme fark ettiğimi, ikincisinin ardından
tekrar yüzmeye başladığımı söyledim. Üçüncü kez kök
hücre ameliyatı olmak istediğimi ifade ettim. Yaşama
sevincimi ve azmimi gören Cumhurbaşkanımız, beni
Sağlık Bakanımıza emanet etti. Büyük mutluluk içinde
kendilerine teşekkür ettim ve “Ben de milletvekili olup
Türkiye sizi milletvekilliğinizden önce Bursa’da yağmurlu bir günde çekilmiş fotoğrafınızla tanıdı. 2013 yılına ait o fotoğrafın öyküsünü anlatabilir
misiniz?
O gün, arızalanan tekerlekli sandalyemi tamire götürüyordum. Yanımda
bir aile dostumuz vardı. Yolda giderken yağmur başlayınca bir bayan “Ben
gideceğim yere geldim. Siz ıslanmayın” diyerek şemsiyesini bize verdi. Aile
dostumuz şemsiyeyi tekerlekli sandalyemin üzerinde tutarak ıslanmamı
engellemeye çalıştı. Biz bu şekilde Bursa sokaklarında ilerlerken haberimiz
olmadan fotoğrafımız çekilmiş. Bu fotoğraf gazetede yayımlanınca büyük
yankı uyandırdı, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da dik-
71
“MECLIS’TEKI ÇALIŞMALARIMDA ÖNCELIKLE ELE ALACAĞIM
KONULARDAN BIRI KÖK HÜCRE TEDAVISI OLACAK.
KÖK HÜCRE AMELIYATININ ÖNEMINI IYI BILEN BIRI OLARAK
BU KONUYU GÜNDEME GETIRECEĞIM.”
geçirilmesidir. Henüz tüm sorunları çözülememiş olmakla birlikte, engelli vatandaşlarımız
geçmişle mukayese edilemeyecek ölçüde toplum hayatının içinde yer alabilmekte ve çeşitli
haklardan yararlanabilmektedir. Bir milletvekili
olarak, engelli vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmak ve sorunlarına çözüm üretmek üzere
yeni yasama döneminde yapılacak çalışmalara
katkıda bulunmaktan büyük mutluluk duyacağım. Biraz önce ifade ettiğim gibi, öncelikle ele
alacağım konulardan biri kök hücre tedavisi olacak. Geçirdiğim trafik kazasından sonra benim
için “Oturamaz bile” denilirken 2006 yılından bu
yana kök hücre ameliyatları sayesinde çok ilerleme kaydettim. Kök hücre tedavisinin önemini
iyi bilen biri olarak Meclis’teki çalışmalarımda
bu konuyu gündeme getireceğim.
Her yıl 3 Aralık’ta “Dünya Engelliler Günü”
etkinlikleri düzenleniyor. Bu özel gün dolayısıyla ne gibi bir mesaj vermek istersiniz?
sizler gibi ülkeme ve milletimize hizmet etmek istiyorum” dedim. Cumhurbaşkanımız
bu konuda beni yüreklendirdi. Daha sonra özgeçmişimin yer aldığı bir dosya hazırlayarak AK Parti Bursa İl Başkanlığı’na teslim ettim ve sonrasında milletvekili adayı
oldum. 7 Haziran ve 1 Kasım’daki seçimlerin ardından da AK Parti Bursa Milletvekili
olarak Meclis’e geldim.
Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’sini engelli vatandaşlarımız oluşturuyor. Bir
milletvekili olarak tüm vatandaşlarımızın yanı sıra özellikle engelli nüfusun sesi
olacağınızı söyleyebilir miyiz?
Elbette. Ülkemizde 9 milyon engelli vatandaşımız bulunuyor. Onların gözü, kulağı,
sesi olmak, sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak üzere Meclis’te yer alıyorum.
AK Parti hükümetleri döneminde engelli vatandaşlarımıza yönelik çok önemli çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri, 2005 yılında Özürlüler Yasası adı altında çıkarılan
kanundur. En önemli noktalardan biri ise engelli vatandaşları toplumun dışına iten,
eve hapseden anlayışın reddedilerek engelliler için pozitif ayrımcılık ilkesinin hayata
72
SÖYLEŞI
Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler tarafından alınan kararla 1992’den bu yana her yıl 3 Aralık’ta
“Dünya Engelliler Günü” kutlanıyor. Engelli
bireylere yönelik farkındalık yaratmayı amaçlayan bu özel günde çeşitli etkinlikler düzenlenerek ve konuyla ilgili açıklamalar yapılarak
engellilerin toplum içindeki yeri ve önemi ile
farklı alanlarda karşılaştıkları sorunlar ifade
ediliyor, çözüm önerileri dile getiriliyor. 3 Aralık
günü, engelli bireylerle ilgili toplumsal duyarlılığın ortaya konulması ve yapılan çalışmaların
gözden geçirilmesi için bir vesile oluyor. Ancak
bu önemli konunun tek bir gün değil, 365 gün
gündemde tutulması, üzerinde konuşulması
ve tartışılması gerekiyor. Bu vesileyle “3 Aralık
Dünya Engelliler Günü”nü kutluyorum.
73
HALKIN NÜKTEDAN TEMSILCISI
YUSUF ZIYA
ORTAÇ
74
ANIDAN ROMANA, ŞIIRDEN GEZI YAZISINA KADAR EDEBIYATIN
HEMEN HER TÜRÜNDE ESER VEREN YUSUF ZIYA ORTAÇ, TÜRK
MIZAHININ YAPITAŞLARINDAN AKBABA DERGISIYLE SIYASETE
ELEŞTIREL VE NÜKTELI BIR PENCEREDEN BAKMIŞTIR.
SIYASETLE ETKILEŞIMI YALNIZCA DERGIYLE SINIRLI KALMAYAN
ORTAÇ, 1946’DAN ITIBAREN BEŞ YIL BOYUNCA
MILLETVEKILI OLARAK GÖREV YAPMIŞTIR.
İREM COŞKUNSEVEN
“K
öyün mezarlığından geçersen bir gün eğer / Birkaç dakika
durup bak yosunlu taşlara / Görürsen etrafını otlar bürümüş bir yer / Ta yanına yaklaşıp benim
adımı ara / Sonra bırak göğsüne taktığın beyaz gülü / Bari kabrinde gülsün
bu bahtı siyah ölü” diyordu Yusuf Ziya
Ortaç “Son Arzu” yapıtında. İlk şiirlerini
aruz vezniyle kaleme almış olsa da sanatın toplum için yapıldığını, dolayısıyla
eserlerin halkın konuştuğu dilde, şiirlerin
de hece ölçüsüyle yazılması gerektiğini
savunan Hecenin Beş Şairi’nden biriydi.
Belki şiirleri okuyucuyu derin düşüncelere sevk etmiyordu; fakat dizelerindeki
musiki ve ahenk, eğitilmemiş kulakları
bile etkileyecek düzeydeydi. Üstelik
yalnızca şiirle sınırlı kalmayacak, birçok
edebi türün altına imza atacak ve Türk
dergicilik tarihinin en önemli ögelerinden
olan mizah dergisi Akbaba’yı literatüre
kazandıracaktı.
Yusuf Ziya Ortaç 1895 yılında İstanbul’da, mühendis Süleyman Sami
Bey ile Huriye Hanım’ın çocuğu olarak
dünyaya gelir. Hatıratını kaleme aldığı Bizim Yokuş adlı eserinde
erken yaşta vefat eden babasının ne kadar sevgi dolu olduğunu,
yalnızca rakamlarla değil edebiyatla da ilgilendiğini, kendisinin
iyi bir eğitim alması için elinden geleni yaptığını anlatır. İlkokulu
İstavroz Abdullah Ağa Mektebi’nde tamamladıktan sonra bir
yıl boyunca özel hocalardan Türkçe,
Farsça ve Arapça dersleri alır. Fransızca
öğrenmek için Alliance Israélite okuluna
dört yıl devam ettikten sonra Hasan
Âli Yücel ve Peyami Safa ile tanışacağı Vefa İdadisi’ne gider. Babasının
mühendis olması dolayısıyla önceleri
sayısal bilimlerle ilgilenen Ortaç, edebiyatın gönlünü fethetmesini şöyle
anlatır: “Fenden edebiyata kayışım bir
inatlaşma yüzünden olmuştur. Sınıf
arkadaşım Salâhattin’den birinciliği
almak için... Ben ondan edebiyat birinciliğini almıştım, ama edebiyat da beni
bir daha geri vermemesiye almıştı.”
Babasının ölümüyle lisenin son yılında eğitimine bir süre ara veren Yusuf
Ziya Ortaç, aynı dönemlerde İçtihad
dergisine aruz ölçüsüyle şiirler yazmaya
başlar. Burada şiir ve edebiyat üzerine
uzun tartışmalar yaptığı Rıza Tevfik’le
tanışır. Ortaç’ın sanat anlayışını şekillendiren Ziya Gökalp ile tanışması da Rıza Tevfik sayesinde olur.
Lise eğitiminin son yılını Hadîka-i Meşveret İdadisi’nde tamamlayan ve burada Faruk Nafiz Çamlıbel ile yolları kesişen Ortaç,
75
YUSUF ZIYA ORTAÇ ILK DERGISI ŞAIR’I ÇIKARIRKEN SERVET-I
FÜNUN, ALEMDAR, AYINE VE AYDEDE DERGILERINE YAZMAYA
DEVAM EDER. 1922 YILINDA ORHAN SEYFI ORHON’LA YENI BIR
DERGI YAYIMLAMAK IÇIN BIR KADRO OLUŞTURUR.
artık aruzu bırakacak ve hece ölçüsüyle
dergilerine yazmaya devam eder. 1922 yılında kafa ve iş arkadaşı olarak nitelendir-
şiirler yazmaya başlayacaktır.
diği, kendisi de Hecenin Beş Şairi’nden biri olan Orhan Seyfi Orhon’la birlikte yeni bir
Yusuf Ziya Ortaç şöhretini Türk Yurdu
dergi yayımlamak için bir kadro oluştururlar. Halil Nihat, Osman Cemal, Selâmi İzzet,
dergisine yazdığı yazılarla kazanmaya baş-
Abdülbâki Fevzi, Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç’tan meydana gelen bu kadroya
lar. Aynı zamanda İnci ve Servet-i Fünun’a
karikatürleri çizmek üzere Münif Fehim ve Ramiz Hakkı da dahil edilir. “Çelebi”, “Tırpan”
şiirler gönderen genç şair, hayatını vakfede-
ve “Horoz” gibi çeşitli önerilerin ardından derginin adının “Akbaba” olmasına karar verilir.
ceği dalı 1918 yılında bulur. Ömer Seyfettin,
Kuşların en uzun ömürlüsü akbaba olduğundan, derginin adında bir temenni saklıdır.
Ortaç’ı Diken isimli siyasi mizah dergisini
Nitekim Akbaba, Ortaç’ın ölümünden sonra da oğlu tarafından yayımlanan uzun ömürlü
İstanbul’da yayımlayan Sedat Simavi’ye
bir dergi olacaktır.
önerir ve böylece Ortaç mizahla tanışmış
1924 yılında Güzide Hanım’la evlenen Yusuf Ziya Ortaç, eşinin kız kardeşiyle dün-
olur. Diken’e yazmaya başladıktan sonra
yaevine giren iş arkadaşı ve meslektaşı Orhan Seyfi Orhon’la böylece bacanak olur.
1918 yılının Aralık ayında ilk dergisi Şair’le
Ancak bacanağı kısa bir süre sonra Akbaba’yı tamamıyla Ortaç’a devreder. Ortaç bu
yayıncılık hayatına atılır.
dergiye Arif Ünlü, Çimdik, İzci, Kamber, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Yakuboğlu Işık müstearlarıyla yazılar kaleme alır. Derginin başyazısını yazanlar imzalarını “Akbaba” olarak
Gülünçlüklere dair keskin
bir göz: Akbaba
attığından Ortaç aynı zamanda derginin “Akbabalarından” biri olma özelliği taşır.
Yusuf Ziya Ortaç ilk dergisi Şair’i çıkarırken
sonra kapatılan Aydede’nin devamı olarak nitelendirilen Akbaba, Yusuf Ziya Ortaç’ın
Servet-i Fünun, Alemdar, Ayine ve Aydede
1967 yılındaki ölümünden sonra oğlu Engin Ortaç tarafından 10 yıl boyunca yayım-
76
Refik Halid Karay’ın mütareke yıllarında yayımladığı ve Millî Mücadele kazanıldıktan
1946 YILINDA ORDU MILLETVEKILI SEÇILEN YUSUF ZIYA ORTAÇ,
8 VE 9. DÖNEMLERDE GÖREV YAPAR. ORDU HALKININ
SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNÜN YANI SIRA ÜLKENIN REFAHI IÇIN
VERDIĞI UĞRAŞLAR MECLIS TUTANAKLARINA YANSIR.
lanmaya devam eder. Yayın hayatı
boyunca Reşat Nuri Güntekin, Faruk
Nafiz Çamlıbel, Aziz Nesin, Muzaffer
İzgü gibi birçok değerli ismi konuk
eden dergi, zaman zaman kapatılsa
da Türk dergiciliğinin en uzun ömürlü
ve en önemli dergilerinden biri haline
gelir. Öyle ki Mustafa Kemal Atatürk,
İsmet İnönü ve Recep Peker’in beğenisini kazanan Akbaba, 1933 yılında devletin teşvikiyle yayımlanmaya başlar.
1935’te İstanbul Sular İdaresi’nde
idare meclisi üyeliğine seçilen Yusuf
Ziya Ortaç, burada 11 yıl görev yapar.
Farklı dönemlerde zaman zaman
Mercan İdadisi, Galatasaray Lisesi ve
Fransız Kız Lisesi’nde öğretmenlik
de yaptığı bilinen Ortaç, anı, gezi, şiir,
oyun ve roman dahil olmak üzere birçok edebi türde eser verir. Bunlardan
en bilinenleri Bir Rüzgâr Esti (şiir),
Binnaz (oyun), Bizim Yokuş (anı-biyografi), Göç (roman), Üç Katlı Ev (roman),
Halk Edebiyatı Antolojisi, Portreler
(portre-anı) ve Kürkçü Dükkanı’dır
(uzun hikaye).
Meclis’te beş yıl
1946 yılında Ordu Milletvekili seçilen
Yusuf Ziya Ortaç, VIII ve IX. Dönem
boyunca TBMM’de görev yapar. 1951
yılında istifa edene kadar temsilcisi olduğu Ordu halkının haklarını Meclis’te
gözetir. Görev süresi çok uzun olmamasına rağmen Ordu’nun eğitim ve
sağlık hizmetleriyle alakalı sorunlarına eğilir. İlim irfan iştiyakıyla yanıp
tutuşan Ordu halkının liseye kavuşması için Meclis’te demeçler verir. Kentteki hastaneye
yeni kanatlar eklenmesi ve devletin ödenek ayırması için çalışmalar yapar. Ordu halkının
sorunlarının çözümü dışında ülkenin refahı için verdiği uğraşlar Meclis tutanaklarına yansır.
Liselerin 11 yıldan 12 yıla çıkarılması konusu Meclis’te görüşülürken, eğitim sisteminin yenilenmesine ihtiyaç duyulduğuna ve bu yeniliğin biçimden ziyade çağa uygun ders müfredatı
belirlenmesi yoluyla olması gerektiğine dikkat çeker. Kendi alanı edebiyatın liselerde nasıl
öğretilmesi gerektiği konusunda şunları söyler: “Harflerimiz değişti, dilimiz değişti. Ama
edebiyat tedrisatı değişmedi. (...) O zaman fizik kitabında atom iki kelime ile tarif ediliyordu.
(...) İki kelime ile ifade edilen atom bin sahifelik bir kitap olmuş. İki kelime bin sahifelik kitap
ve on bin kişiyi bir anda öldüren bir bomba olurken sekt-i melihin manası ne diye sorulur mu?”
“Türk tarihinin, Türk kültürünün köklerini uzak yılların derinliği arasında araştıran imanlı bir
milliyetçi” olarak tanımladığı Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını geniş kitlelere
yaymayı; günlük yaşamın, siyasetin, hayatın gülünç yanlarına ayna tutarak halka yeni bir
perspektif sunmayı ve halkın konuştuğu güzel Türkçeyi sanat eserlerine yansıtmayı kendine görev edinen Yusuf Ziya Ortaç, 1967 yılında geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata veda
eder. Geride, bir süre oğlu tarafından çıkarılan ve toplamda yaklaşık iki bin sayı yayımlanan
Akbaba’nın yanı sıra edebiyatın hemen her dalında birçok eser bırakır.
77
7 Aralık 1941 -
Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetleri, ABD’nin Büyük Okyanus’ta
yapacağı herhangi bir askerî
müdahaleyi önlemek amacıyla
Hawaii’deki Pearl Harbor üslerini
bombaladı. Tarihe “Pearl Harbor
Baskını” olarak geçen olayda binlerce Amerikan askeri öldü.
1 Aralık 1913 -
Belkıs Şevket Hanım, Osmanlı ordusuna bir uçak hediye
edecek bağış parasını toplamak
üzere bastırdığı kartları İstanbul
üzerinde uçarak dağıttı. 1913 yılında kurulan Kadınların Haklarını
Savunma Derneği’nin üyesi olan
Belkıs Şevket Hanım’ın bu davranışı Osmanlı kadınının gücünü
gösterme amacı da taşıyordu.
ARALIK
1
5
7
12 Aralık 1940
Bulgaristan’daki Yahudilerin
Nazi Almanyasının baskısından
kaçmak için Filistin’e doğru yola
çıktığı Salvador isimli gemi Silivri
önlerinde battı. 40 kişi kapasiteli
gemideki 352 yolcudan 230’u
hayatını kaybetti.
10
12
5 Aralık 1934
Türkiye’de Anayasa ve Seçim
Kanunu’nda yapılan değişiklikle kadınlara milletvekili seçme
ve seçilme hakkı tanındı.
Kadınlara 1930 yılında belediye seçimlerinde, 1933’te köy
muhtarı seçimlerinde seçme
ve seçilme hakkı verilmişti.
10 Aralık 2003 -
Shirin Ebadi, Nobel Barış Ödülü’ne
layık görülen ilk Müslüman kadın
oldu. Bu ödül Ebadi’ye demokrasi ve
insan hakları alanındaki çalışmaları
dolayısıyla verildi.
10 Aralık 1948 -
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komisyonu tarafından hazırlanan,
bireylerin hak ve özgürlüklerini
güvence altına alan maddeler içeren
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni
kabul etti.
78
23 Aralık 1930 -
İzmir’in Menemen ilçesinde Cumhuriyet tarihinin en
önemli olaylarından biri yaşandı. Mustafa Fehmi Kubilay
adındaki bir yedek subay ve
ona yardım etmek isteyen
iki bekçinin öldürülmesiyle
başlayan hadise “Menemen
Olayı” olarak anılıyor.
16 Aralık 1925 -
27 Aralık 1919 -
Musul, Milletler Cemiyeti kararıyla
Irak’a bırakıldı. Türk hükümetinin
tarihsel, hukuksal ve siyasal haklılığı
olmadığını düşündüğü bu karara
itirazları kabul edilmedi.
15
Kurtuluş mücadelesinin, tüm cephelere yakınlığı nedeniyle ülkenin
merkezinden yürütülmesi kararı alan
Mustafa Kemal Atatürk ve Temsil
Heyeti, Ankara’ya geldi.
16
23
27
27 Aralık 1945 -
Dünya Savaşları’nın ardından ülkelerin bozulan
ekonomilerini yoluna koyma, küresel para işbirliği
yapma, finansal istikrarı sağlama, uluslararası
ticareti kolaylaştırma gibi amaçlarla IMF
(Uluslararası Para Fonu) kuruldu.
15 Aralık 1954 -
Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e sunduğu
Kıbrıs’ın kendisine bağlanması önerisi, BM
Genel Kurulu tarafından reddedildi. Kararın
ardından Rumların adadaki terör faaliyetleri arttı.
79
10 ARALIK 1948
TÜM INSANLAR
ÖZGÜR VE EŞIT
DOĞAR
PINAR ÜNSAL
J
oluyor. Yöneticisini seçme ayrıcalığı herkese tanınmıyor mesela.
ean-Jacques Rousseau, “Özgürlüğünden vazgeçen kimse inDemokrasinin temelinin atıldığı yerler olarak bilinen Yunan şehir
sanlıktan, hak ve görevlerinden vazgeçmiş demektir” diyor. 18.
devletlerinde bile belli bir kesime oy kullanma ve siyasi faaliyetyüzyılın başlarında söylenmiş, kitleleri galeyana getirecek kadar
lere katılma hakkı tanınırken kölelerin yalnızca evlenmesine izin
etkili bu söz ile Fransız Devrimi arasında bağlantı kuranlar yanılveriliyor.
mıyor. Zira Cenevreli filozofun 1789’da patlak veren devrimi, tüm
MÖ 300’lü yıllarda Kıbrıslı Zenon’un kurduğu Stoa Okulu, insana
dünyaya dalga dalga yayılan özgürleşme hareketini düşünceleriyle
dair bazı temel ilkeleri kabul ederek insan hakları anlayışının
dolaylı olarak etkilediği biliniyor. Ölümünden çok sonra bile.
en eski temsilcisi oluyor. İnsanın temel amacının mutHoratius’un (MÖ 65-8) “Ancak kendi kendini yöneluluk olduğunu söyleyen ve bilgelik, adalet, yiğitlik,
ten insanlar hürdür” ve Milton’ın (1608-1674) “Bana
ölçülülük, dürüstlük erdemlerini benimseyen
hürriyetlerin en büyükleri olan düşünce, inanç,
Stoacılar, tüm insanların eşit, özgür ve kardeşçe
vicdan hürriyetlerini verin” sözleri demokrasi ve
yaşayabileceğini savunuyor.
özgürlükle ilgili iki güzel örnek. Görüldüğü gibi
Binyıllardır peşinden koşulan “hak” kavramı,
binlerce yıl önce de günümüzde de eşitlik, özzaman içinde engellerle karşılaşmasaydı belki
gürlük, adalet ve demokrasi hep dile getiriliyor,
de bundan çok daha önce şimdiki konumuna
bu kavramların hayata geçirilmesi arzulanıyor.
gelecekti. Dünya insan haklarını hayata geçirBugün insan hakları dendiğinde onunla ayrılmaz
mede o kadar geri kalıyor ki, bir insanlık ayıbı olan
Jean-Jacques Rousseau
bir bütün oluşturduğu gözlenen söz konusu kavkölelik bile 19. yüzyılın sonlarında kaldırılıyor, kadınların
ramlara bir de “barış” eklenmeli. Çünkü insan haklarının
pek çok açıdan erkeklerle eşit haklara sahip olması ise 20.
olduğu yerde barışı da sağlamak zor değil.
yüzyılın başlarını buluyor.
İnsan hakları, herkesin doğuştan sahip olduğu temel hak ve
hürriyetleri ifade ediyor. Dil, din, ırk, cinsiyet, yaş ayrımı gözetDaha adil bir dünya için
meksizin bütün insanlara tanınmış bu haklar, ülkelerin gelişmişlik
İnsan hakları kavramının kağıda dökülmesi ve ona hukuksal bir
düzeyini de belirliyor. Bir ülkede insan haklarına ne kadar saygı
boyut kazandırılması, 1215 yılında İngiltere kralının yetkilerini
duyuluyorsa o ülkenin o kadar uygar olduğu görülüyor.
kısıtlayarak halka birtakım hak ve özgürlükler tanıyan “Magna
İnsana haklar tanınmasının tarihsel geçmişi İlk Çağ’a kadar
Carta” ile mümkün oluyor. Belgede yer alan “Özgür hiç kimse
uzanıyor. Ancak o yıllarda kişinin birey olarak değil, toplumun çokendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde
ğalmasına, düşmanlarla mücadele etmesine, doymasına yardımcı
muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı
bir varlık gibi düşünülmesi nedeniyle kişilere verilen haklar sınırlı
80
yankı buluyor o yıllarda. Bu bildirgeyle
tarihteki en kanlı olaylardan olan II. Dünya
Savaşı’nın ardından bireylere verilen hak
ve özgürlüklerin güvence altına alınması
konusunda pek çok ülke birleşiyor. Bildirgenin imzalandığı 10 Aralık, her yıl Dünya
Magna Carta’nın imzalanışı
İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor. 1966
yılında imzalanan ve 1976’da yürürlüğe
giren BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi bildirgeye hukuki bağlayıcılık kazandırıyor.
İnsan haklarına saygı Avrupa Konseyi’ne
üyeliğin temellerinden birini oluşturuyor.
Konseye üye ülkelerin üzerinde anlaştıkları
bir metin olan ve 3 Kasım 1953’te yürürlüğe giren “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” (European Convention on Human
Rights) yaşam, evlenme, adil yargılanma
hakları; düşünce, toplantı yapma, dernek
Magna Carta
ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” maddesi günümüz hukuk sisteminin temellerini de oluşturuyor.
Ülkelerin kendi içinde vatandaşlarına uyguladıkları politikaların uluslararası bir boyuta
taşınması bazı sözleşme ve bildirilerle sağlanıyor. Berlin Duvarı yıkılmadan önce insan
haklarıyla ilgili hazırlanan uluslararası metinler, 1989 sonrasında sayıları artan bildiri ve
sözleşmelere de örnek oluyor.
İnsan haklarını korumak amacıyla yayımlanan en önemli metinlerden biri “İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirgesi”dir (La Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen). Fransız
Devrimi sırasında yayımlanan ve ilk maddesi “İnsanlar, haklar bakımından özgür ve eşit
doğar ve yaşarlar” olan bildirge, Ulusal Meclis tarafından 1791 Fransa Anayasası’na önsöz
olarak ekleniyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan ve 10 Aralık 1948
tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” (The Universal Declaration of Human Rights), “tüm insanlığın Magna Carta’sı” olarak
kurma, din özgürlükleri; kölelik, ayrımcılık,
hakları kötüye kullanma, işkence yasaklarıyla ilgili ayrıntılı maddeler içeriyor.
Birleşmiş Milletler çatısı altında oluşturulmuş Irkçılığa Dayalı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (21 Aralık
1965), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (18
Aralık 1979), Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (20 Kasım 1989), Engelli Kişilerin Haklarına Dair Uluslararası Sözleşme (13 Aralık
2006) gibi ayrıntılı metinlerle insan hakları
güvence altına alınıyor. İnsanların insanlar
için hayata geçirdiği bu sözleşme ve bildirilerle hiç şüphesiz daha adil, mutlu, özgür
ve barış dolu bir dünya amaçlanıyor.
81
KOCA SİNAN’IN YOLUNDA
BİR BİLGE MİMAR
TURGUT
CANSEVER
82
DÜNYANIN EN SAYGIN ÖDÜLLERINDEN AĞA HAN MIMARLIK
ÖDÜLÜ’NÜ ÜÇ KEZ ALMAYI BAŞARMIŞ TEK ISIM OLAN TURGUT
CANSEVER, MIMARI ESERLERINDE SERGILEDIĞI ÜSLUP VE
KITAPLARINDA TAKINDIĞI TAVIRDAN DOLAYI “BILGE MIMAR”
OLARAK ANILIR. CANSEVER, MIMARI GELIŞMIŞLIĞIN EN ÖNEMLI
KALKINMA GÖSTERGELERINDEN BIRI OLDUĞU DÜŞÜNCESINDEN
HAREKETLE, OSMANLI ŞEHIRCILIĞININ IZINDE YENI
VE ÖZGÜN BIR SANAT EVRENI KURAR.
ENVER UYGUN
M
edeniyet, Arapçada şehir anlamına gelen “medine” sözcüğünden türemiş, temel anlamı şehirlilik olan bir kavramdır.
Fransızcadan doğan ve birçok Batı diline aynı şekilde geçen “civilisation” da aynı şekilde şehirli bir kültüre vurgu yapar. Şehirli
olmak, doğrudan doğruya yerleşik hayata geçmek, toprağa bağlı
üretimi benimsemek ve kalabalık grupların bir arada yaşayabilmesini sağlamak üzere çeşitli kurumların oluşmasına, kuralların
koyulmasına zemin hazırlamak demektir. Göçebe yaşamın alışkanlıklarının terk edilmesi ve yerleşiklik öncesi döneme oranla
daha belirleyici ilkelere göre hareket edilmesinin yanında şehirliliğin öne çıkan üçüncü unsuru mimaridir. Hatta denilebilir ki, mimari
medeniyetin belirleyicisidir. Bilim, sanat ve felsefe alanına giren
hemen tüm yapıntılar şehirli olmaksızın da ortaya konulabilir.
İnsanlığın doğadaki diğer varlıklardan farklı olarak geliştirdiği bu
üç alanın ortaklaşa iş gördüğü mimari ise hem şehri var eder hem
de şehirliliği şart koşar.
Mimarinin gelişimi insanların yerleşik hayata geçmesiyle başlar.
Başlangıçta barınma ihtiyacına cevap vermek üzere inşa edilen
yapıların yanına zamanla sosyal donatılar eklenir. En eski mimari
eserlere bakıldığında dinî kimlikli olanların sayıca fazla olduğu
görülür. Bu veri, mimarinin somut olarak bu dünyaya ait olsa da
aslen dünya ötesi, manevi bir iklime açıldığının ilk işaretidir. Çağlar
boyunca tapınaklar, camiler, kiliseler, havralar öne çıkan mimari
yapılar olacak; ulusal ve bölgesel kültür ögeleri sivil mimaride
de en verimli temsil alanını bulacaktır. Doğal şartlarla yakından
ilişkili olması nedeniyle insanın evrendeki yerini sorgulamaya
ve dünya görüşünü yansıtmaya elverişli bir konumda bulunan
mimari, çeşitli dönemlerde egemen güçlerin ideolojilerini yaymak
ve benimsetmek için kullanacağı bir araca da dönüşür. Bunun
yakın geçmişteki önemli örneği Nazi mimarisidir. Devletin gücünü ve ihtişamını vurgulayan yüksek tavanlı görkemli yapılar aynı
zamanda bireyin devlet karşısındaki küçüklüğünü dile getirir. 20.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren etkili olan, 21. yüzyılın düşünce
dünyasını şekillendiren postmodernizm de ilk kez mimaride ortaya çıkmıştır. Birliğin ve bütünlüğün esas alındığı, tek tek yapılara
önem verilirken şehrin doğal ve insan unsuru yapılarının da gözetildiği, yaşama alanlarının uyum içinde bir araya getirildiği mimari
anlayışına sırt çeviren postmodern mimarlığın etkisi kısa sürede
felsefede hissedilir. Batı düşüncesindeki geniş kapsamlı bütüncül
sistemler parçaları ve ayrıksılığı savunan görüşlerin saldırısına
uğrar. Sonuç olarak geçtiğimiz yarım yüzyılı belirleyen bir küresel
dünya görüşü ortaya çıkar. “Ne olsa uyar” ilkesi etrafında şekillenen bu yaklaşımın ürünleri siyasetten bilime, sanattan teknolojiye
hayatın her alanına yansır. Mimari cephesinden bakıldığında bir
şehir plancılığından söz etmenin zorlaşması, münferit ve çoğu kez
hem işlevden hem estetikten yoksun binaların birbiri ardınca yükselmesi bu sürecin sonucudur. Tıpkı Nazi mimarisinde olduğu gibi
postmodern mimaride de bireyi şekillendirmek isteyen bir anlayış
göze çarpar. Toplum ve topluluk hayatının çarpıklığını dile getiren,
her kişinin bireyliğinden çok bencilliğin öne çıkmasını arzulayan,
ortak yaşamı geri plana iten bir dildir bu.
Postmodern mimari eğilimin Amerika Birleşik Devletleri’nde,
petrol zengini kimi Asya ülkelerinde yerleştiğini görmek şaşırtıcı olmasa da köklü mimari geleneklere sahip Avrupa ve
83
Türkiye’de de etkili olduğunu fark etmek ilginçtir. Türkiye’nin
Tanzimat’tan itibaren yürüdüğü medeniyet yolunda, çağdaş olanla
geleneksel ögeleri harmanlamayı bilen öncülerin eserlerinin kalıcı
olduğu görülür. Moda akımlara kapılıp belli bir dönemde geçerli
olan görüşlerse çoğu zaman kalıcı hasara yol açar. Bu sakıncalı
durumun farkında olan, yalnızca ortaya koyduğu eserlerle değil,
görüşlerini çeşitli kanallardan açıklayarak ve yönetim kademelerinde önemli görevler üstlenerek de sorunlara çözüm arayan
kişilerden biri mimar Turgut Cansever’dir.
Yahya Kemal’in Türk-İslam medeniyetinin rafineleştiği alan
olarak kaydettiği mimari, Cansever için de aynı konumdadır. “Yapmak istediğim şeylerden bir tanesi, maddi varlık tabakasının; yani
bütün inşaat malzemesi, teknoloji vesairenin gereklerini dikkatle
yerine getirerek, ancak bütün bu malzemeyi fikir dünyamızın,
inanç dünyamızın transandantal çerçevesi içerisine yerleştirerek
sosyal, iktisadi ve biyolojik varlık alanı gerçeklerini de saygıyla
inceleyip onların gereklerini tam yerine getirerek; güneş, gölge
gibi biyolojik varlık alanının ihtiyaçlarını da karşılayarak, psişik
dünyamızın gerektirdiği sükunet ve huzuru sağlayarak, yavaş
hareket çerçevesi içinde, bağımsız tektonikleri üzerlerine ilave
alabilecek mass kolektivitelerini (kütle birlikleri) tezyinî (süslemeci)
bir niteliğe ulaştırmaktır. Bu da üslubun niteliğidir” cümlelerinin
sahibi Turgut Cansever’i anlamak için ona çok geniş bir açıdan bakmak, bunu yaparken bazı kavramların etrafında gezinmek gerekir.
Büyük deha Mimar Sinan’ın yolunu benimseyen Cansever, Türk
kültürünün, Türk şehirciliğinin neden özgün bir bütünlük olduğunu,
84
günümüzde unutulmaya yüz tutmuş bu özelliklerin ekonomik ve
sosyal kalkınmada ülkemizi nasıl geri bıraktığını farklı cepheleriyle
ortaya koyar.
Sonsuz mekanın peşinde
Turgut Cansever 1921 yılında Alanya’da dünyaya gelir. Ankara
ve Bursa’da sürdürdüğü ilköğreniminden sonra Galatasaray
Lisesi’nden mezun olur. Bu okulda, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin
yakından tanıyacağı müzisyen İlhan Usmanbaş, ressam Avni
Arbaş ve ressam-mimar Cihat Burak’la aynı sıraları paylaşır.
Liseden sonra ressam olma isteğiyle İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarına girer. Akademi’de mimarlığa yönelen
Cansever, daha sonra Türkiye’de sanat tarihi alanında yazılan ilk
doktora tezine imza atar. O yıllarda, hatta 1970’lerin sonuna kadar
mimarlık eğitiminin güzel sanatlar kapsamında ele alınması da
önemli bir ayrıntıdır.
Turgut Cansever’in 1949 yılında İstanbul Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezi Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun
Başlıkları adını taşır. Tezin 2009 yılında kitaplaştırılırken aldığı isim
Cansever’in mimari görüşünü açıklıkla ortaya koyacaktır: Sonsuz
Mekanın Peşinde. Sonsuz mekan fikri, mimarın dünya görüşünü
gösterdiği kadar gelenekten nasıl beslendiğini de ortaya koyar.
Cansever, “Varlığın bütün alanlarını kapsayan ve hayatın getirdiği
sorunlarla sürekli girift ilişkiler içinde olan mimari, maddi, biyososyal, psikolojik ve ruhi-akli varlık düzeylerinde geliştirilir” diyerek
sanatın, bilimin, felsefenin, politikanın üstünde duran ve bunların
CANSEVER YEREL UNSURLARIN MIMARI ESERDEKI ÖNEMINI
KAVRAMIŞ, ESERIN ŞEHIRLE ILIŞKISINI BU ÖGELER ÜZERINDEN
KURARKEN BÜYÜK RESIMDE MEDENIYETE EKLEMLENECEK
ÖZGÜN DOKUNUŞLARLA MESLEĞINI ICRA ETMIŞTIR.
hepsini belirleyen geniş bir alanı tarif eder. İnsanın varoluşuyla doğrudan ilgili gördüğü mimarinin, toplumsal hayattaki rolünün altını çizer. Cansever yerel unsurların mimari eserdeki
önemini kavramış, eserin şehirle ilişkisini bu ögeler üzerinden kurarken büyük resimde
medeniyete eklemlenecek özgün dokunuşlarla mesleğini icra etmiştir.
Akademik literatürde bölgeselcilik adıyla anılan yaklaşımın Turgut Cansever’de başarıyla
uygulandığı görülür. Cansever’e göre yerel kültür, iklim ve coğrafya verileri ile bir bölgeye
özgü yapı malzemeleri, teknikleri gibi özellikleri ön planda tutan bu görüşle inşa edilen
eserlerin toplumla bütünleşmesi, o toplumun değerlerinden beslenmesi ve yeni değerler
üretmesi doğal bir sürecin sonucudur. Bu yönüyle, eserlerinde kullandığı yüksek mühendislik
teknolojisi ve ulaştığı estetik seviyenin yanında şehrin bütününü gözeten Mimar Sinan’ın
izinden gider. Mimar Sinan adlı kitabında, büyük mimarın şahsında cisimleştirdiği İslam
mimarisi hakkında şu saptamada bulunur: “Yapıyı kullanan herkes, kendi yerini tayin ediyor.
Bu tam mutlak bir demokratik yapıdır, mimarideki demokrasidir. Yapı emretmiyor, kesin
olarak tarafsız bulunuyor.”
Cansever, geçmişte bu topraklardan doğmuş demokratik mimarinin taklit ürünler ve çağın modalarıyla bozulması üzerine kafa yoran bir düşünce insanıdır aynı zamanda. İslam’da
Şehir ve Mimari, Osmanlı Şehri, İstanbul’u Anlamak ve Kubbeyi Yere Koymamak kitaplarında
mimari-medeniyet ilişkisini enine boyuna tartışır. Konunun tarihte nasıl ele alındığını, günümüzde görmekte zorlanılanların ne olduğunu cesaretle ortaya koyar. Turgut Cansever’in
“Bilge mimar” olarak anılmasının altında yatan da bu felsefi derinliğidir.
Turgut Cansever, Akademi yıllarında çeşitli ulusal yarışmalarda elde ettiği ödüllerle başladığı meslek hayatının ilk çalışmasını 1949 yılında Sadullah Paşa Yalısı’nı restore ederek
gerçekleştirir. Daha sonra aralarında mimara Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü getiren Türk
Tarih Kurumu binası (Ankara), Ertegün Evi restorasyonu (Bodrum) ve Demir Tatil Köyü
(Bodrum) gibi işlerin de yer aldığı çok sayıda projeye imza atar. Tarihî yapı restorasyonları,
özel konut çizimleri ve kamu binalarının
inşasının yanı sıra İstanbul’daki Beyazıt
Meydanı’nın yayalaştırma ve düzenlemesi ile Çırağan Sarayı’nın yeniden işlevlendirilmesi de Cansever’e aittir. Tekil yapılar,
küme yapıları ve kamusal alan tasarımlarında kendi mimarlık görüşünü doğal
şartlara, tarihe ve kültüre yaslanarak
ortaya koyan Cansever, eserlerinde güzel
sanatlardan felsefeye, pozitif bilimlerden
tarihe uzanan çok geniş bir yelpazenin
etkilerine açık tutar kendini. Ama her
zaman zihninin arka planında duran temel
çıkış noktaları vardır. Bunların başlıcaları;
İslam estetiğinin ana dayanaklarından
olan, Allah’ın mükemmel şekilde yarattığı
dünyanın çirkinleştirilmemesi düşüncesi,
sadeliğin dışına çıkmadan doğayı süsleme
anlayışı ve İslamiyet’in bir şehir dini olmasıdır. Cansever buralardan hareketle klasik
dönem Osmanlı mimarisindeki çoksesliliği
eserlerine taşır. Tabiatta milyonlarca canlı
türünün kendi alanları içinde yaşaması
gibi mimari eserlerde de hem yapıda kullanılan malzemelerin birbirleri arasındaki
uyuma hem de ortaya çıkan bütünlüğün
şehir ve doğayla uyumuna önem verir.
Ardında bıraktığı onlarca eserde
Türkiye’nin sorunlarına mimari penceresinden birçok çözüm önerisi sunan Turgut
Cansever 22 Şubat 2009’da hayata veda
eder. Cansever’in, yalnızca ilk 10 yılını
görebildiği 21. yüzyıla dair öngörüleri arasında, dünyadaki mimarlık eğilimlerini
kökten dönüştürecek ve eski görkemli
günleri de aşacak şekilde başarı sağlayacak potansiyelin yalnızca Türkiye’de
bulunduğu tezi de yer alır.
85
DERGÂHIN ŞAİRİYLE…
27 ARALIK GÜNÜ VEFATININ 79. YILDÖNÜMÜNDE RAHMETLE YÂD
EDECEĞIMIZ MEHMET ÂKIF, MILLÎ MÜCADELE YILLARINDA İSTIKLAL
MARŞIMIZI KALEME ALMIŞ IYI BIR EDEBIYATÇI VE TEVAZUNUN
HÂKIM OLDUĞU HAYATIYLA ÖRNEK BIR ŞAHSIYETTIR.
ERBAY KÜCET
M
illî şairimiz Mehmet Âkif toplumsal meselelere karşı her zaman duyarlı olmuş, yaşadığı devirdeki siyasi ve sosyal hayatı
eserlerinde başarıyla işlemiştir. 27 Aralık günü vefatının 79. yıldönümünde rahmetle yâd edeceğimiz Âkif, Millî Mücadele yıllarında
İstiklal Marşımızı kaleme almış iyi bir edebiyatçı ve tevazunun hâkim
olduğu hayatıyla örnek bir şahsiyettir.
Takvimlerimiz 27 Aralık 1982’yi gösteriyordu. Bir gün önce yağan
kar, buz keserek caddeleri dondurmuştu. Soğuk neredeyse iliklere
işliyordu. Gazeteye göz atarken “Mehmet Âkif anılıyor” başlıklı
haber dikkatimi çekti. İstiklal Marşı şairimizin İstanbul’da defnedildiğini, mezarının da orada olduğunu bildiğim için şaşırmıştım.
Okul yıllarındayken haftada iki defa okuduğumuz, ancak şuuruna
bir türlü eremediğimiz marşımızın şairinin bir toplantıyla anılmasını ilk defa duyuyordum. Haberi okuyunca içimin tuhaf duygularla
doluverdiğini fark ettim. Meğer bu anma programını düzenleyenler,
Âkif’in dikkat çektiği Asım’ın neslinden gelen Türkiye Yazarlar Birliği üyesi dostlarımızmış. Mehmet Âkif’in Millî Mücadele yıllarında
Ankara’da bulunduğu sırada ikamet ettiği Taceddin Dergâhı’nda
yapılacak toplantıya birkaç dostla birlikte katıldım. Taceddin Sultan Camii’nin mütemmim cüzü Taceddin Dergâhı’nı da bu vesileyle
öğrenmiş oldum. 1988 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yapılan
onarımla bugünkü görünümünü kazanan dergâhta, Burdur Milletvekili Mehmet Âkif dostlarıyla Millî Mücadele meselelerini görüşmüş,
musikişinas insanlarla meşk etmiş, İstiklal Marşı’nı da bu mekanda
yazmaya başlamıştır. Hatta bazı geceler, gelen ilhamı kaçırmamak
için dörtlükleri dergâhın duvarlarına kazıdığı da anlatılmaktadır.
Bütün dünyaya küskündüm dün akşam pek bunalmıştım / Nihayet
bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım mısralarıyla başlayan
“Bülbül” şiirini de bu evde yazdığını unutmayalım.
Dr. Mecit Bumin, Türk Edebiyatı dergisinin 1982 yılında yayımlanan
özel sayısında, zulmü alkışlamayan, zalimi sevmeyen, mazlumun
86
dostu Mehmet Âkif’in son günlerini İstanbul Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın bir odasında geçirdiğini, o dönemde kendisini ziyarete gidemediği için büyük üzüntü duyduğunu
anlatmaktadır. Merhumun vefatını bir rastlantı neticesinde duyduğunu belirten Bumin,
Âkif’in cenaze töreninde sadece bir grup talebe ile dostlarının yer aldığını ifade eder. 1982
yılında Mehmet Âkif’in vefatının 46. yıldönümünde Türkiye Yazarlar Birliği’nin düzenlediği
anma töreninde, tıpkı merhumu Edirnekapı’daki kabrine defnedenler gibi, gönüllüler bir
araya gelmişti. Taceddin Sultan Camii müezzininin Kur’an-ı Kerim tilavetinin ardından
okuduğumuz Fatiha’nın Mehmet Âkif’in ruhaniyetine vasıl olması için Cenab-ı Allah’tan
arz ve istirhamda bulunduktan sonra Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Genel Başkanı ve
Mehmet Âkif denildiğinde akla gelen birkaç isimden biri olan D. Mehmet Doğan, anlam
yüklü olduğu kadar heyecan uyandıran bir konuşma yaptı. Doğan, “Mehmet Âkif içinden
çıktığı toplumun dertlerini ve meselelerini bir fikir adamı gibi şiirlerinde ele alan, şiirle
düşünen, aynı zamanda da inandıklarını yaşayan ve sonuna kadar savunan örnek bir
aydınımızdır. Mehmet Âkif gibi topluma mâl olmuş büyük bir şahsiyeti bütün yönleriyle
ele almak, tanıtmak zorundayız. Âkif’i şu ya da bu yöne çekmek veya daraltıp sınırlayarak
ele almak ona en büyük saygısızlık olur” derken, Türkiye Yazarlar Birliği’nin sonraki yıllarda
peş peşe düzenleyeceği “Mehmet Âkif Bilgi Şölenleri”ni işaret etmişti. Konuşmalardan
sonra iki katlı küçük, mütevazı binayı gezme imkanımız oldu. O gün merhum Âkif’in
tesbihi ve cep saati sergilenmişti. Dergâhın bahçesinde “Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek
geçme, tanı!” mısrası eşliğinde Âkif’le birlikte dolaşıyorduk.
Mehmet Âkif, her millî ve toplumsal meseleyi açık
ve etkili bir şekilde ortaya koymuştur
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz / İnler ‘Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz! mısralarıyla seslenen, milletin ıstıraplarını terennüm etmiş olan Mehmet Âkif, dikkat çekmek
istediği her memleket yarasını, göstermek istediği her millî ve toplumsal meseleyi
eserleriyle açık ve etkili bir şekilde ortaya koymuş, sorunlarla mücadele etmekten de
geri durmamıştır.
Son yıllarda Mehmet Âkif hakkındaki çalışmaların akademik çevrelerce ele alınmasının
yanı sıra özellikle Türkiye Yazarlar Birliği’nin
bu konuda önemli adımlar attığını yakinen
bilenlerdenim. Yıllar önceki anma etkinliklerinden başlayarak her 27 Aralık’ta davet
yapılmadan Taceddin Dergâhı’na gelenlerin
azim ve kararlılığıyla 2007 yılında “İstiklal
Marşı’nın Kabul Edildiği Günü ve Mehmet
Âkif Ersoy’u Anma Günü Hakkında Kanun”
yürürlüğe girmiştir.
Mehmet Âkif’i yakından tanımak, onunla
tanışmak veya tanışıklığınızı pekiştirmek
isterseniz 27 Aralık 2015 tarihinde saat
10:00’da Taceddin Dergâhı’nda buluşalım.
87
BİR USTA BİR DÜNYA: ÖZDEMİR ASAF
“TÜM DÜNYAYI KUCAKLAMAK İSTEDİM; KOLLARIM YETİŞMEDİ”
YAPI KREDİ YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
144 S.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, ölümünün 34. yılında usta şair Özdemir Asaf’ı 2-23 Ekim günleri arasında
İstanbul’da gerçekleşen “Bir Usta Bir Dünya: Özdemir Asaf” başlıklı sergiyle andı. Fotoğraflar, kişisel belgeler,
karalama defterleriyle sanatçının hayatına ve kişiliğine ışık tutan “Tüm dünyayı kucaklamak istedim; kollarım yetişmedi” alt başlıklı serginin kataloğu aynı adla yayımlandı. Önsözünü değerli tiyatro sanatçısı Ferhan
Şensoy’un yazdığı eser, Ölüm gibi bir şey oldu / Ama kimse ölmedi ile Anladı, bütün olmuşlarla olanların / Ve
bütün olacakların / O kelimelerin içinde / Kendisine varmadan eskidiğini gibi dizelerle hepimizin hayatına bir
şekilde dokunmuş olan Özdemir Asaf’ın yaşamına ve iç dünyasına bir yolculuk niteliğinde.
ANTİMADDE
FRANK CLOSE
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ
İSTANBUL, 2015
171 S.
Oxford Üniversitesi’nde parçacık fiziği dersleri veren Frank Close Antimadde adlı eserinde bilim tarihinin
en ilginç konularından birini ele alıyor. Maddenin ters ikizi olarak bilinen antimadde veya karşıt madde
kavramı, ilk olarak 20. yüzyılda Paul Dirac isimli bir fizikçinin matematiksel denkleminin sonucunda ortaya
atıldı. Eser antimadde nedir, nasıl keşfedilmiştir, kaynağı nerededir, nasıl üretilir, hangi amaçlara hizmet
eder, ne gibi imkanlar sunar ve ne tür tehditler oluşturur gibi sorulara yanıt veriyor. Fizik ve gerçekliğin
en ilgi çekici konularından olan antimaddenin serüveni Zeynep Alpar’ın çevirisiyle okuyucuya aktarılıyor.
BOĞULMAMAK İÇİN
GEORGE ORWELL
CAN YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
256 S.
İngiliz Edebiyatı’nın en çok referans gösterilen kitapları arasında yer alan 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin yazarı
George Orwell’in ilk defa 1939’da yayımlanan Boğulmamak İçin adlı eseri, Suat Ertüzün’ün çevirisiyle okuyucuya ulaşıyor. Hayatı ev taksitleri, faturalar ve rutine boğulmuş, 45 yaşında evli ve çocuklu bir sigorta
pazarlamacısı olan George Bowling, Avrupa’nın kapısına dayanan savaştan ve modern zamanlardan kaçarak
çocukluğunu geçirdiği sakin köyüne sığınmak ister. Acaba köyünde her şey bıraktığı gibi midir? Orta sınıfa
mensup orta yaşlı kişilerin ilişkilerini konu edinen eserde olaylar ironik bir dille birinci kişi ağzından anlatılıyor.
88
VAROLMA ANLARI
VIRGINIA WOOLF
KIRMIZI KEDİ
İSTANBUL, 2015
252 S.
Savaştan çıkmış bir Avrupa’da yetişen yazarlar, 20. yüzyılda kendilerini ifade etmenin yeni yollarını aramaya
başlar. Böylece bilinç akışı adı verilen bir yöntemi kullanan ve karakterin iç dünyasıyla kurduğu monologlardan meydana gelen yeni bir edebi akım doğar. Kendine Ait Bir Oda ve Mrs. Dalloway’in yazarı Virginia
Woolf, modernizm olarak adlandırılan bu akımın en önemli temsilcilerinden biridir. Yazarın hayattayken
yayımlatmadığı, dosyalarında saklı kalan otobiyografik yazılarından meydana gelen ve kadın-erkek eşitliği,
kadının toplum içindeki rolü gibi meselelere odaklanan Varolma Anları, Woolf’un ölümünden sonra basılan
en önemli kitabı olma özelliği taşıyor.
HAYKIRIŞ
ORHAN KILERCIOĞLU
ÇATI KITAPLARI
İSTANBUL, 2014
432 S.
“Yunan emperyalizmine darbe indiren kahraman mücahitlerimize” ithaf edilen eser, yakın geçmişte
Kıbrıs’ta yaşananları ve Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıları tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. 49. Hükümet’te
Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Orhan Kilercioğlu’nun kaleme aldığı eser, belgelere dayanan objektif anlatımının yanı sıra edebi üslubuyla da dikkat çekiyor. Kilercioğlu, asker ve siyasetçi kimlikleriyle Kıbrıs konusuna projeksiyon tutarak yakın tarihimizde yaşananların perde arkasını
gözler önüne seriyor.
KELIMELERIN SEYIR DEFTERI
D. MEHMET DOĞAN
YAZAR YAYINLARI
ANKARA, 2015
200 S.
Kelimelerin zaman içinde geçirdiği değişimi ele alan eser, sözlük dendiğinde ilk akla gelen isimlerden
D. Mehmet Doğan’ın imzasını taşıyor. Kelimelerin dilin engin denizinde sürekli hareket halinde olduğuna işaret eden ve “Bazıları bir zaman bir limana demirlese de, bir gün hiç beklenmedik bir şekilde
sefere çıkabilir. Unutulmuş sanılan bir kelime birden hayat bulur” denilen eserde, kelimelerin zaman
içindeki seyri üzerinden bir kültür tarihi yazmanın mümkün olduğu ifade ediliyor.
89
ŞAHADOĞRU
TÜLAY ÖRTEN YILDIZ
Z KALAN
Çorum yöresine ait bozlaklara sazıyla hayat veren rahmetli ozan Âşık Şekip Şahadoğru’nun
torunu olan TRT sanatçısı Tülay Örten Yıldız, ilk albümüne dedesinin soyadını veriyor. Dokuzu
dedesine, üçü amcası Orhan Şahadoğru’ya ait olmak üzere toplam on iki eserden meydana gelen albümde sanatçı, dört bozlağı kendi sazıyla çalıyor. Geri kalan kırık havaların tamamı Erdal
Erzincan imzası taşıyor. Yöresel ezgilerin özgün altyapılarla harmanlandığı albüm, önemli kültür
değerlerimiz bozlakları dinleyiciyle tekrar buluşturuyor.
FOREVER MAN
ERIC CLAPTON
REPRISE RECORDS
Dünyanın en iyi gitaristi, söz yazarı ve şarkıcılarından biri kabul edilen Eric Clapton, 33 şarkıdan
oluşan derleme albümüyle yeniden sevenleriyle buluşuyor. Hem solo çalışmaları hem de üyesi
olduğu grup performanslarıyla rock ve bluesun efsanelerinden biri haline gelen sanatçının “Forever Man” adını verdiği albüm, 1991 yılında kaybettiği dört yaşındaki oğlu için yazdığı ve kendisine
6 Grammy Ödülü getiren şarkısı “Tears in Heaven”ın yanı sıra Leyla ile Mecnun’un hikayesinden
ilham alarak yazdığı “Layla” gibi unutulmaz eserleri de içeriyor.
ESSENTIAL RECOLLECTION
JEAN-MICHEL JARRE
SONY MUSIC
Elektronik müziğin öncüsü kabul edilen Fransız prodüktör Jean-Michel Jarre, Sony Music imzasıyla yeniden yayımlanan “Essential Recollection” adlı albümle bir kez daha dinleyicinin karşısına çıkıyor. Albümleri tüm dünyada 80 milyonun üzerinde satan, günümüz DJ’lerinin rol modeli
Jean-Michel Jarre, şarkılarında elektronik, synthpop ve New Age tarzlarını harmanlıyor. Albüm,
“Oxygene”, “Last Rendez-Vous” ve “Magnetic Fields” gibi birer efsane haline gelmiş 14 parçadan oluşuyor.
90
ERTUĞRUL 1890
YÖNETMEN: MITSUTOSHI TANAKA
SENARYO: ERIKO KOMATSU
OYUNCULAR: MASAAKI UCHINO, KENAN ECE, SHIORI KUTSUNA,
ALİCAN YÜCESOY, YUI NATSUKAWA
YAPIM: TÜRKİYE-JAPONYA, 2015
TÜR: DRAM, TARİH
II. Abdülhamid’in iade-i ziyaret amacıyla Japonya’ya gönderdiği Ertuğrul fırkateyni 1890 yılında Yokohama Limanı’na varır. Görkemli bir şekilde karşılanan mürettebat Japonya’da 3 ay kaldıktan sonra 15 Eylül 1890’da yurda dönmek üzere limandan ayrılır. Ancak Ertuğrul fırkateyni
Kuşimoto açıklarında tayfuna yakalanarak batar. 587 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu kazanın
ardından Japon halkı, sağ kalanlara yardım etmek için seferber olur. Öte yandan, 1985’te İranIrak savaşı sırasında Tahran’da mahsur kalan Japon vatandaşları, dönemin başbakanı Turgut
Özal’ın girişimleri sonucunda Türk uçaklarıyla ülkelerine ulaştırılır.
İki ayrı öyküyü çarpıcı bir şekilde beyazperdeye taşıyan “Ertuğrul 1890”, Türkiye ve Japonya’nın
ilişkilerini kuvvetlendiren tarihî gerçeklere dayanıyor. Türk-Japon ortak yapımı filmin yönetmen
koltuğunda Mitsutoshi Tanaka oturuyor.
MACBETH
YÖNETMEN: JUSTIN KURZEL
SENARYO: JACOB KOSKOFF, MICHAEL LESSLIE, TODD LOUISO
OYUNCULAR: MICHAEL FASSBENDER, MARION COTILLARD, ELIZABETH DEBICKI, SEAN HARRIS
YAPIM: İNGİLTERE-FRANSA-ABD, 2015
TÜR: DRAM, SAVAŞ
William Shakespeare’in iktidar hırsının insan ruhunu ve bedenini nasıl yiyip bitirdiğini konu
alan trajedisi Macbeth bu kez tiyatro sahnesinde değil, beyazperdede izleyiciyle buluşuyor.
İskoçya Kralı’nın hizmetindeki soylu bir general olan Macbeth (Michael Fassbender), günün
birinde üç cadıdan gelecekte İskoçya’nın kralı olacağına dair bir kehanet duyar. Kehaneti karısına anlattığında güç hırsıyla yanıp tutuşan Lady Macbeth (Marion Cotillard), kocasını kralı
öldürmeye ve onun yerini almaya ikna eder. Kralı kalesinde ağırladığı gün öldüren Macbeth’in
duyduğu kehanet gerçek olur. Ancak suçluluk duygusuyla giderek paranoyaklaşan Macbeth,
tahtını korumak ve düşmanlarından kurtulmak için daha çok kan dökmek zorunda kalacak;
hırs, delilik ve cinayet dolu bir dünyaya sürüklenecektir.
91
Murat Emir
@muratemirchp
25-26. Dönem CHP Ankara Milletvekili & TBMM Anayasa
Komisyonu Üyesi / Hacettepe Tıp Fakültesi & Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi / Doktor&Hukukçu
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve
gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Sosyal medyayı yaklaşık 4 aydır aktif bir şekilde kullanmaya
çalışıyorum. Gün içinde fırsat bulduğumda göz gezdiriyorum.
Paylaşımları takip ediyorum. Facebook, Twitter ve Instagram
hesaplarım var. Her birinde ayrı ayrı paylaşımlar yapıyor ve her
yoruma tek tek cevap vermeye özen gösteriyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir
şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Bence siyasetçiler sosyal paylaşım sitelerini mutlaka aktif olarak
kullanmalılar. Çünkü sosyal medya, özellikle gençler olmak üzere
herkese hitap etmektedir. Vatandaşlarımız da sosyal medya organlarını sıklıkla kullanıyorlar. AKP iktidarı sonrası basın özgürlüğünün tartışıldığı ülkemizde, özellikle muhalefet milletvekillerine
yandaş basın tarafından kısıtlama koymaya çalışıldığı düşünüldüğünde sosyal medyanın önemi bir kez daha artmaktadır. Siyasiler
yaptıkları çalışmaları sosyal medyada binlerce hatta yüzbinlerce
kişiye ulaştırabilmektedir. Sosyal medya, siyasetçilere seslerini
duyurmaları açısından kolaylık sağlamaktadır.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı
olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Ancak haber kirliliğinin önüne geçebilmek için güvenilir siteleri takip etmekte yarar
var. Öncelikle sosyal medyada gündemi takip etmek çok daha
pratiktir. Ayrıca basın organlarının, az önce de bahsettiğim gibi,
yanlı haber yapması nedeniyle istediğimiz haberlere sağlıklı bir
şekilde ulaşma olanağımız çok azaldı. Gündemi yakalamak için,
92
birkaç basın kuruluşuyla birlikte, sosyal medyanın da ciddi şekilde
takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Sosyal medya ortamında, çocukluk arkadaşlarım ve önceki dönemlerde tanıştığım fakat daha sonra hayat koşturmacası yüzünden görüşemediğim kişiler bana ulaştılar. Onlarla eskileri anma
olanağı bulduk. Ayrıca çalışmalarımı yayımladığımda hiç aklıma
gelmeyen eleştiriler ve beğenilerle karşılaşıyorum. Bu yüzden
sosyal medyayı çok önemsiyorum.
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
FELEKNAS UCA @Feleknasuca
SIBEL YIĞITALP @sibelyigitalp
“Barışa giden yol yoktur, barışın kendisi
bir yoldur.” Mahatma Gandhi
Dünya; kötüIük yapanIar değiI, seyirci
kaIıp hiçbir şey yapmayanIar yüzünden
tehIikeIi bir yerdir.
AHMET İYİMAYA @ahmet_iyimaya
R. SEZER KATIRCIOĞLU @sezerkatirciogl
VOLKAN BOZKIR @volkan_bozkir
Bahçemdeki kayın üzümü henüz olgunlaştı. Ekşimsi tadı ve ruhu okşayan rengiyle
diğer meyvelere fark atıyor.
İzmit Endüstri Meslek Lisesi’nden rahmetli
babacığımın hediye edilen karakalem portresi. Duygulanmamak elde değil...
64. Hükümet’te AB Bakanı ve Başmüzakereci görevini devraldım. Bu onurlu
görevde Allah yar ve yardımcımız olsun.
SEZGIN TANRIKULU @MSTanrikulu
KAZIM ARSLAN @kazimarslan20
Köy Enstitülü öğretmen olan babamın
ve tüm emekçi öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.
Meclis çalışmalarımızın arasında, Ankara’da
Çanakkale Kent Konseyimizin Kırkyama
Grubu’nun sergi açılışına katıldık.
NECDET ÜNÜVAR @necdetunuvar
Sevgi tomurcuğu torunlarımla...
93
AHMET UZER @ahmet_uzer27
DR. KADIR KOÇDEMIR @KadirKocdemir
Günaydın. İki şey mühimdir, birincisi okyanus gibi bol haysiyet, ikincisi Elif gibi
dimdik şahsiyet! (Hz. Mevlâna)
“Bazıları, başarılarını uymadıkları tavsiye ve
telkinlere borçludur.” (B. Russell)
BURCU ÇELIK ÖZKAN @tbcelik
NURHAYAT ALTACA @nurhayataltaca
FAIK ÖZTRAK @faikoztrak
Kadın grubu olarak Meclis’te ilk kadın grup
toplantımızı gerçekleştirdik.
Yenişehir ilçe örgütümüzle Genel Başkanımızı ziyaret ettik.
Cehaletle savaşan irfan ordusunun neferi
değerli öğretmenlerimizin Öğretmenler
Günü kutlu olsun...
MUHARREM VARLI @muharremvarli01
NURI OKUTAN @NuriOkutanMHP
PERVIN BULDAN @PervinBuldan
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve minnetle anıyoruz.
Uruguay eski Devlet Başkanı Mujica ve eşiyle sohbet imkanımız oldu.
Mazbatalarımızı aldık, ülkemiz ve bizim için
hayırlar getirir inşallah.
94
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
95
UNUTMAYACAĞIZ
Kâmran İnan
41. Hükümet’te Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görev yapan, 17, 18, 19 ve 20. Dönem Bitlis, 21. Dönem Van Milletvekili Kâmran İnan 1929 Bitlis doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Cenevre Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden hukuk doktorasını alan İnan, NATO, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu Karma Komisyonu’nda çeşitli görevler üstlendi. İnan’ın cenazesi 24 Kasım 2015 tarihinde Bitlis’in Hizan ilçesinin Gayda Köyü
Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Kazım Türkmen
22. Dönem Ordu Milletvekili Kazım Türkmen 1942 Ordu doğumludur. Ankara Mühendislik ve Mimarlık Yüksekokulu’nu bitirdikten sonra Yol Su Elektrik Genel Müdürlüğü Giresun İl Müdürü olarak hizmet veren Türkmen, üç dönem boyunca Ordu Belediye Başkanlığı görevini üstlendi. Türkmen’in cenazesi 22 Kasım 2015 tarihinde Ordu Ulu Camii’de ikindi namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Cavit Şadi Pehlivanoğlu
12, 13 ve 19. Dönem Ordu Milletvekili Cavit Şadi Pehlivanoğlu 1927 Rize doğumludur. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten
sonra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Genel Sekreterliği, TBMM Danışma Kurulu üyeliği, Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu üyeliği, Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı ve Devlet Planlama Müsteşarlığı Müşavirliği görevlerinde bulunan
Pehlivanoğlu için 22 Kasım 2015 günü TBMM’de tören düzenlendi. Pehlivanoğlu’nun cenazesi 23 Kasım 2015 günü Fındıklı
Merkez Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
KASIM AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
Download