tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat ana bilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANA BİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
FİNANSAL KRİZLER VE KRİZ ÖNCÜ GÖSTERGELERİ:
TÜRKİYE UYGULAMASI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Tolgahan ŞAHİN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. M. Necat COŞKUN
Ankara – 2011
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANA BİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
FİNANSAL KRİZLER VE KRİZ ÖNCÜ GÖSTERGELERİ:
TÜRKİYE UYGULAMASI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Tolgahan ŞAHİN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. M. Necat COŞKUN
Ankara – 2011
ÖNSÖZ
Bu çalışmada finansal krizleri tahmin etmek için yararlanılabilecek
öncü göstergelerin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Söz konusu amaca
ulaşabilmek için 1990 – 2010 yılları arasında Türkiye ekonomisinde meydana
gelen üç finansal kaynaklı ekonomik kriz temel alınarak toplam 9 değişkenin
öncü gösterge olup olamayacakları tartışılmıştır.
Bu tez çalışmasının hazırlanmasında değerli fikirleriyle bana yol
gösteren danışmanım Prof. Dr. Necat Coşkun’a teşekkür ederim.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
i
İÇİNDEKİLER DİZİNİ
ii
KISALTMALAR DİZİNİ
v
TABLOLAR DİZİNİ
vi
GİRİŞ
1
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZLERLE İLGİLİ KAVRAMSAL ARKA PLAN, TEORİK VE
AMPİRİK ÇALIŞMALAR
1.1. KAVRAMSAL ARKA PLAN
4
1.2. FĠNANSAL KRĠZ MODELLERĠ
10
1.2.1. Teorik ÇalıĢmalar
11
1.2.1.1. Birinci Nesil Kriz Modelleri
11
1.2.1.2. Ġkinci Nesil Kriz Modelleri
14
1.2.1.3. Üçüncü Nesil Kriz Modelleri
16
1.2.2. Ampirik ÇalıĢmalar
19
1.2.2.1. Ampirik ÇalıĢmalarda Kullanılan Kriz
Tanımlamaları
21
1.2.2.2. Ampirik ÇalıĢmalarda Kullanılan Öncü
Göstergeler
25
1.2.2.3. Ampirik Modeller
29
1.2.2.3.1. Kalitatif Göstergeler YaklaĢımı
30
1.2.2.3.2. Sinyal YaklaĢımı
32
1.2.2.3.3. Sınırlı Bağımlı DeğiĢken YaklaĢımı
37
1.2.2.3.4. Diğer YaklaĢımlar
42
iii
İKİNCİ BÖLÜM
1990 SONRASINDA TÜRKİYE’DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER
2.1. FĠNANSAL KRĠZLERĠN KARġILAġTIRMALI ANALĠZĠ
44
2.1.1. 1990 Sonrasında YaĢanan Krizlerin Karakteristik
Özellikleri
45
2.1.1.1. Krizlerin Türü
46
2.1.1.2. Ulusal ve Uluslararası Ekonomik Ortam
47
2.1.1.3. Kriz Öncesinde Uygulanan Döviz Kuru Rejimi
51
2.1.2. Kriz Sürecinin Temel Reel ve Finansal Ekonomik
DeğiĢkenlerin DavranıĢlarına Etkisi
52
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZLERİN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
3.1.
FĠNANSAL KRĠZLERĠN ÖNCÜ GÖSTERGELER
AÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
62
3.1.1. Kriz Takvimi
63
3.1.1.1. Kriz Takviminin Belirlenmesinde Spekülatif
Baskı Endeksi
65
3.1.1.2. Kriz Takvimin Belirlenmesinde Reel
Göstergeler
3.1.1. Ampirik Analiz
69
71
SONUÇ
77
KAYNAKÇA
82
iv
ÖZET
91
ABSTRACT
92
v
KISALTMALAR
CA
Cari İşlemler Açığı
DTA
Dış Ticaret Açığı
DİBS
Devlet İç Borçlanma Senedi
İMKB
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
KİB
Kısa Vadeli İç Borç
KDB
Kısa Vadeli Dış Borç
GSMH
Gayri Safi Milli Hasıla
GSYİH
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
REDK
Reel Döviz Kuru
Rez
Merkez Bankası Uluslararası Rezervleri
SE
Sanayi Üretim Endeksi
SPB
Spekülatif Baskı Endeksi
TCMB
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TÜFE
Tüketici Fiyat Endeksi
TÜİK
Türkiye İstatistik Kurumu
YK
Yurtiçi Krediler
vi
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1:
1990 Sonrasında Yaşanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri
Tablo 2:
Kriz Dönemlerine İlişkin Temel Göstergeler
Tablo 3:
Kriz Dönemlerinde GSYİH’ nin Bileşenleri
Tablo 4:
Kriz Yıllarında Reel Ekonomik Göstergeler
Tablo 5:
Kriz Yıllarında Nominal Finansal Göstergeler
Tablo 6:
Kriz Sürecinde Açıklar ve Borç Düzeyi
Tablo 7:
Kriz Takvimi
Tablo 8:
Kriz Kukla Değişkenleri
Tablo 9:
Analizde Kullanılan Değişkenler
Tablo 10:
Analizde Kullanılan Değişkenlerin Durağanlık Testleri
Tablo 11:
Kriz Öncü Göstergeleri (Nihai Model)
Şekil 1:
Spekülatif Baskı Endeksi
Şekil 2:
Nihai Modelin Öngörü Performansı
GİRİŞ
Türkiye ekonomisinin son yirmi yılına bakıldığında, 1994, 2000 – 2001
ve 2008 – 2009 yıllarında, üç büyük finansal krizle sarsıldığı görülmektedir.
Yaşanan
krizler
sebepleri
açısından
değerlendirildiğinde,
Türkiye
ekonomisinin yıllardan beri süregelen yapısal çarpıklıklarına kaynak teşkil
eden yanlış politikaların bedelini ödediği söylenebilir.
Öte
yandan,
Türkiye’nin
küreselleşen
dünyanın
nimetlerinden
faydalandığı ölçüde risklerine de açık hale gelmesi, karşılaşılan krizleri
açıklamada kullanılabilecek bir diğer argüman olarak karşımıza çıkmaktadır.
Söz konusu krizler finansal kaynaklı olmakla birlikte ülke ekonomisine
olan zararları, yalnız finans kesimi üzerinde gerçekleşmemekte reel sektör
üzerinde de ciddi boyutlarda olmaktadır.
Krizlerin ve bu krizlerle mücadelede kullanılan yüksek faiz politikası ve
harcama daraltıcı politikaların, toplam talebi azaltıcı etkileri yaygın iflaslara ve
üretim düşüşüne neden olmakta, işsizliği kronik hale getirmektedir. Oluşan bu
ekonomik
konjonktürde
beklentiler
bozulmaktadır.
Her
an
bir
kriz
çıkabileceğine yönelik endişeler, yatırımların verimli alanlardan çok spekülatif
alanlara kaymasına neden olmaktadır.
2008 yılında Türkiye ekonomisi üzerinde etkisi görülmeye başlanan
Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı küresel krizin de gösterdiği gibi,
ekonomiler sadece içsel sorunlarından veya zafiyetlerinden ötürü krize
girmemektedirler. Yaşanan krizler, ülkelerin sadece kendi hatalarından
kaynaklanmamaktadır ve giderek küçülen dünyada ekonomik krizler artan bir
tehlike arz etmektedir.
2
Krizlerle mücadelede kullanılabilecek politikaların başında bunların
ortaya çıkmasını önlemeye yönelik olanlar gelmektedir. Dolayısıyla krizleri
önceden tahmin etmeye yönelik çalışmalara literatürde özel bir önem
verilmektedir. Söz konusu çalışmalar sayesinde kriz zamanları için bir
gerçekleşme
aralığı
sağlayamasa
bile
elde
edilebilmesi,
kayıpların
krizlerin
azaltılması
için
önüne
geçilmesini
uygun
politikaların
belirlenebilmesi açısından önem arz etmektedir. Sonuç olarak, krizleri tahmin
etmeye yönelik çalışmalar, “kaçınılmaz” krizlerin etkilerini hafifletmede kayda
değer bir role sahiptir.
Bu çalışmanın amacı, finansal krizleri tahmin etmek için kullanılan kriz
öncü göstergelerinden, Türkiye ekonomisi için anlamlı olanların belirlenmesi
ve sonuçlarının değerlendirilmesidir. Bu amaca ulaşabilmek için, finansal
krizler gerçekleşmeden önce veya gerçekleştikten sonra belli başlı ekonomik
değişkenlerin sergiledikleri davranışlar ve Türkiye ekonomisi üzerinde ortaya
koydukları etkiler gözlenmeye çalışılacaktır.
Birinci bölümde, finansal krizlerle ilgili kavramsal arka plan ortaya
konulacak, konuyla ilgili teorik ve ampirik çalışmalardan bahsedilecektir. Bu
bölümde literatürde yer alan çeşitli finansal kriz tanımlamalarına değinilecek
ve bu krizlerin oluşmasına neden olan faktörler irdelenecektir.
İkinci bölümde Türkiye’nin 1994, 2000 – 2001 ve 2008 – 2009
yıllarında yaşadığı krizler karşılaştırmalı olarak analiz edilmeye çalışılacaktır.
Çalışmaya konu edilen dönemin,
1990 ve sonrası olarak belirlenmesinin
nedeni, Türkiye’de sermaye hareketleri üzerindeki sınırlamaların 1989
yılından itibaren kaldırılmış olmasıdır. Bu bölümde, öncelikle söz konusu üç
dönemde meydana gelen krizlerin karakteristik özellikleri değerlendirilecektir.
Daha sonra ise önde gelen reel ve finansal kesim göstergelerinin kriz
dönemlerindeki davranışları incelenecektir.
3
Üçüncü bölümde literatürde genel olarak kabul gören yöntemler takip
edilerek, Türkiye ekonomisinin 1990 sonrasında krize giriş ve çıkış tarihlerinin
belirlenmesi amacıyla, bir kriz takvimi oluşturulacaktır. Bu aynı zamanda
yapılacak ampirik çalışmaya bir giriş teşkil edecektir.
Son olarak finansal kriz literatürüyle ilgili kavramsal arka plan
içerisinde, ampirik çalışmalar aktarılırken değinilen logit modeli Türkiye
ekonomisi için uyarlanacak ve bu modeller çerçevesinde finansal krizleri
tahmin etmek için kullanılabilecek anlamlı öncü göstergeler elde edilmeye
çalışılacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNASAL KRİZLERLE İLGİLİ KAVRAMSAL ARKA PLAN, TEORİK VE
AMPİRİK ÇALIŞMALAR
1.1.KAVRAMSAL ARKA PLAN
Finansal krizler, literatürde, reel sektör krizleriyle beraber ekonomik
kriz türlerinden biri olarak incelenirler. Buradaki temel ayrım mal ve işgücü
piyasalarını içeren ve enflasyon – resesyon – işsizlik olgularına dayanan reel
sektör krizi ile başlıca para-döviz, bankacılık, sistemik finansal krizler ve dış
borç krizleri olarak sınıflandırılabilecek finansal krizler şeklinde yapılabilir.
Adından da anlaşılabileceği gibi bu krizler finansal piyasalar üzerinde etki
gösterirler ancak nihai sonuçları sadece finansal piyasalar üzerinde olmaz,
reel sektörü de etkilerler. Bu durum sözü edilen türlerin iç içe olması ve
birinin diğeri için neden ya da sonuç olabilmesi açısından sınıflandırmayı
zorlaştırmaktadır (Bayraktutan, 2006:14 ).
Genel anlamda finansal kriz tanımlamaları yapılırken Mishkin’den
hareketle “ters seçim” ve “ahlaki tehlike” kavramlarına atıfta bulunulur. Bu
kavramlar üzerinde durulmasının sebebi, fonların en verimli yatırım
seçeneklerine yönelmesinde ortaya koydukları etkidir. Fonların doğru
kaynaklara yönelebilmesi yatırımcıların alternatif yatırım olanakları hakkında
doğru yargılara sahip olmasına bağlıdır (Coşkun, 2001:40).
Dolayısıyla yatırımcılar piyasa koşulları hakkında tam bilgiye sahip
olmalıdırlar. Bu da ancak finansal sistemde dezenformasyona yol açan ters
seçim ve ahlaki tehlikenin olmadığı bir durumda mümkündür (Mishkin,
1991:2).
5
“Ters Seçim” ve “Ahlaki Tehlike” kavramaları tam rekabet piyasasında
geçerli olduğu kabul edilen “tam bilgi” varsayımının gerçek hayatta geçerli
olmadığını ileri süren “asimetrik bilgi” varsayımına dayanırlar.
Asimetrik bilgi, herhangi bir ekonomik faaliyetle ilgili olarak taraflardan
birinin belli bir bilgiye sahipken, diğer tarafın bu bilgiye sahip olmadığı
durumun ifadesidir (Erdoğan, 2008:1).
Ters seçim piyasada işlem gerçekleşmeden önce asimetrik bilgi
olgusunun yarattığı bir sorundur. Örneğin, piyasada borç bulmak isteyen
kişiler fon bulmalarını engelleyeceğini düşündükleri bazı olumsuz özelliklerini
(yüksek risk alabilme, borcu geri ödemede isteksizlik vb.) gizleyebilir veya
daha farklı gösterebilirler. Piyasalarda ekonomik faaliyete konu olan herhangi
bir işlem gerçekleştikten sonra asimetrik bilgiye bağlı olarak ortaya çıkan
sorun ise “ahlaki tehlike” şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumla, belirli bir
ekonomik
ilişki
içerisine
giren
ajanların
birbirlerine,
hiçbir
biçimde
belirlenemeyecek sonuçta da tazmin edilemeyecek şekilde zarar verme
tehlikesi anlatılmak istenmektedir. Bu tehlikenin gerçekleşmesi zarara yol
açan tarafın dikkatsizliğinden veya açıkça kurallara aykırı bir şekilde
davranmasından kaynaklanabilir. Örneğin, borç alan kişi elde ettiği fonları
gereğinden fazla riskli işlerde kullanma eğilimine girebilir (Mishkin, 2001: 3).
Ahlaki tehlike ve ters seçim sonucu finansal kaynaklar kendilerinden
en çok verim alınacak yatırım araçlarına kanalize edilemez ve bir “iktisadi
etkinlik” sorunu ortaya çıkar. Bütün bunların sonucunda ekonomi nispeten
daha yüksek bir üretim düzeyine sahip olduğu dengesinden daha düşük
düzeyde üretimin yapıldığı bir dengeye doğru hızla sürüklenir (Mishkin,
1996:17–18).
Görüldüğü gibi bilginin asimetrik dağılımı gerek ters seçim ve gerekse
ahlaki tehlike problemlerine yol açarak finansal piyasalardaki işleyişi
6
bozabilir. Finansal sistemin işleyişinde doğacak olan aksaklık veya etkinsizlik
ise, reel ekonomik aktivitedeki etkinliği engelleyecektir.
Yukarıda da bahsedildiği gibi sebep-sonuç ilişkileri açısından finansal
ve reel sektör krizleri epey girift bir yapı arz etmektedir. Reel sektör üzerinde
meydana gelen etkileri bir tarafa bırakırsak durumu şu şekilde özetleyebiliriz:
Finansal krizden asıl kastedilen şey, finansal sektörde bir deprem
yaşanması, bu deprem neticesinde bazı finansal kurumların batması,
kalanların da sermayelerin önemli ölçüde erimesidir (Özatay, 2009:17).
Literatürde asimetrik bilgi teorisinden hareketle yapılan finansal kriz
tanımlamalarına ek olarak başka tanımlamalar da yapılmıştır. İktisat
literatüründe bu farklı tanımlamalara yol açan asıl faktör finansal kriz
kavramının anlamındaki muğlâklık ve bu kavramın hangi ekonomik duruma
tekabül ettiği sorunudur.
Örneğin Schwartz (1986) tarafından “hakiki finansal krizler” (real
financial crises) ile “sahte finansal krizler” (pseudo financial crises) arasında
ayırım yapılmaktadır. Sahte finansal krizler, başlangıçta had safhada iyimser
gerçekleşen beklentilerin sonradan kötümser beklentilere dönmesiyle sadece
servet kaybına yol açmaktadır. Schwartz’ a göre bu servet kaybı, ekonomide
bir finansal kriz olduğu anlamına gelmez. Kötümser bekleyişler sonucunda
yaşanan bankacılık panikleri ve para arzında ciddi bir azalmaya neden
olmayacak finansal gelişmeler, varlık fiyatındaki ciddi düşüşler ve reel
sektörde faaliyet gösteren şirketlerin yüksek orandaki iflaslarına rağmen
hakiki finansal krizler olarak değerlendirilmemelidir. Bu noktadan hareketle,
ekonomideki finansal dengesizliklerin tümünün krize neden olacağını
söylemek oldukça zordur. Dengesizliklerin ekonomik krize yol açıp
açmaması, büyük ölçüde bunların giderilmesinde uygulanan politikaların
güvenilirliğine ve ülkenin finansal sisteminin sağlıklı işlemesine bağlıdır. Tüm
bu faktörler, ekonominin krize duyarlılığını belirlemektedir. Dolayısıyla
finansal krizler, ekonomilerin kırılganlık derecesinin artmasına bağlı olarak,
7
ekonomik veya finansal dengesizliklerin bir sonucu olarak ele alınmalıdır
(Işık, Duman, Korkmaz, 2004:47).
Finansal krizler kendi içlerinde aşağıda gösterileceği üzere çeşitli
ayrımlara tabi tutulabilse de nedenleri açısından büyük benzerlikler
gösterirler. Post-Bretton Woods döneminde meydana gelen krizlerin
kökenlerinin incelendiği, 1998 yılında yayımlanan, IMF çalışmasında, bütün
finansal kriz tipleri için temel nedenler tespit edilmiştir. Bu sebepler arasında
ekonomik dengesizliklerin artması, varlık fiyatlarında ve döviz kurlarındaki
yanlış ayarlamalar, finansal sektörün yapısında sıklıkla yaşanan bozulmalar
ve yapısal yapışkanlıklar gösterilebilir. Krizlerin başlamasında tetikleyici
unsur para ya da banka sistemine ani bir güven kaybı olabilir. Bu güven
kaybına neden olan ekonomik ya da finansal zayıflığın altında, varlık
fiyatlarındaki ani düzeltmeler ya da kredi ve yabancı sermaye girişindeki
bozulmalar yatmaktadır. Krizler, varlık fiyatlarındaki keskin düşüşlerle ve
finansal ve finans dışı şirketlerin iflasıyla ortaya çıkabilir (IMF, 1998:75).
Olumsuz makroekonomik gelişmeler, kötü yönetilen ekonomi politikası
ve finansal sistemin liberalizasyonundan kaynaklanan kırılganlıklar da
bankacılık
sektörünü
istikrarsızlaştırarak,
sistemik
finansal
sektör
problemlerine neden olabilmektedirler (Demirgüç – Kunt ve Detragiache,
1998a:41).
Özellikle hükümetin yüksek enflasyona ve rezerv kayıplarına neden
olacak para politikaları izlemesi ülkeleri krizlere duyarlı hale getirmektedir
(Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:16).
Mishkin’ e (2001) göre ise finansal sektör bilançolarında meydana
gelen bozulmalar, faiz oranlarının artması, ekonomik belirsizliğin artması,
finans dışı sektörlerdeki bilanço bozukluklarının varlık fiyatlarını etkilemesi
finansal krizlere neden olabilir (Mishkin, 2001: 3). Ayrıca banka panikleri ve
8
fiyatlar genel düzeyindeki beklenmedik değişmeler de krizlerin oluşma
süreçlerinde etkili olurlar (Mishkin, 1991:8).
Finansal kriz kavramının neyi ifade ettiği tartışmalı bir konu olmasına
karşın finansal kriz türleri itibariyle literatürde bir konsensüs sağlandığı
söylenebilir, genel olarak dört tür finansal kriz olduğu ileri sürülmektedir: Para
- döviz krizi, bankacılık krizi, sistemik finansal kriz ve dış borç krizi (IMF 1998:
74–75).
Para krizleri, döviz kurunda ani bir hareket ve sermaye akımlarındaki
keskin bir değişmeyle birlikte, ekonominin ödemeler dengesi problemine
girerek, spekülatif ataklara maruz kalması durumu olarak tanımlanabilir.
Burada ödemeler dengesi problemleriyle kast edilen ülkenin rezervlerini
kademeli olarak kaybetmesidir (Krugman, 1979:323 – 324).
Para krizleri her zaman olmasa da çoğunlukla ülkede sabit – yarı sabit
döviz kuru rejimlerinin ya da para kurulu politikalarının uygulandığı
durumlarda ortaya çıkmaktadır (Yay, 2001:4).
Bir ülke parasına yönelik spekülatif saldırı, paranın değişim değeri
üzerinde etki ediyor ve paranın değer kaybetmesine neden oluyorsa bu “para
krizi” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bir para krizi için paranın kesinlikle
değer kaybetmesi gerekli değildir. Bu değer kaybını önlemek için hükümetin
veya merkez bankasının piyasalara müdahale etmesi sonucu, döviz
rezervlerinde büyük miktarlarda azalma veya faizlerde aşırı düzeyde
yükselme meydana gelebilir (Işık, Duman, Korkmaz, 2004:47).
Bankacılık krizleri ise genelde finans, özelde bankacılık kesiminin
büyük bir bölümünün sözleşmeye dayalı yükümlülüklerini yerine getiremez
duruma düşmeleri olarak tanımlanabilir. Bu krizler genellikle mevduat
sahiplerinin bankalara hücumu (bank runs), iflaslar, kredi sıkışması (credit
9
crunch) ve banka varlıklarının reel hacminde erime (financial meltdown)
şeklinde gerçekleşir (Türel, 2010:30).
Fiili
veya
potansiyel
banka
başarısızlıkları sadece
bankaların
yükümlülüklerini yerine getirmesinin mümkün olmadığı durumlarda değil
hükümetin bu başarısızlığı önleyecek şekilde müdahale etmeye zorlanması
durumunda da ortaya çıkmaktadır.
Genellikle banka hücumları nedeniyle mevduatların geri çekilmesi
dolayısıyla da bankaların varlık yapısındaki kötüleşme, bankacılık krizinin
başlangıcı olarak görülmektedir. Bankacılık sektörünün yapısal zayıflığı, krizi
ateşleyen temel faktördür (Ural, 2003:12).
Ayrıca bankacılık krizleri, konjonktür devrelerinin ölçüsüz genişleme ve
durgunluk dönemlerine bağlı olarak meydana gelebilmektedir. Bankalar
ekonominin aşırı genişlediği dönemlerde, ters seçim ve ahlaki tehlike gibi
asimetrik bilgi problemlerine daha az önem verebilmektedirler. Özellikle geri
ödeme kapasitesinde (repayment capacity) meydana gelen bozulmalar, reel
faiz oranlarındaki artış ve varlık fiyatlarındaki oynaklıklar ahlaki tehlike ve ters
seçim problemlerini artırmaktadır. Bütün bu nedenlerle bankalar tahmin
edebileceklerinden daha büyük bir kredi riskiyle ve muhtemel bir krizle yüz
yüze kalmaktadırlar (Altıntaş ve Öz, 2007a:4).
Sistemik Finansal Kriz, derinliğe sahip finansal piyasalarda sistem
tarafından yerine getirilmesi gereken fon transferi, risk paylaşımı, likidite ve
bilgi sağlama gibi önemli fonksiyonların, olumsuz bir şok sonucu sekteye
uğraması ve finansal piyasaların artık etkin bir şekilde çalışmasının mümkün
olmaması durumu olarak tanımlanabilir (Marshall, 1998:13).
Sistemik finansal krizler, sadece finansal sektörde değil reel sektör
üzerinde de sorun yaratırlar. Bu krizler genellikle banka veya banka dışı
finansal piyasalardaki şirketlerin borç problemlerinden kaynaklanır ve varlık
10
fiyatlarında önemli bir gerilemeyle etkisi hissedilmeye başlanır (IMF,
1998:75).
Sistemik finansal krizlerin şiddetleri ampirik düzeyde “finansal stres
endeksi” sayesinde ölçülebilir. Finansal stres, en genel haliyle, finansal
piyasaların ve finansal aracılık faaliyetlerinin sağlıklı biçimde işlemesinin
sekteye uğraması olarak tanımlanmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde,
finansal stres dönemlerinin, çeşitli ortak yönlerinin olduğu görülür. Bunlar; (i)
risk ve belirsizlik algılamalarındaki artış, (ii) varlık fiyatlarında gözlenen ani ve
sert hareketler, (iii) likiditede daralma ve (iv) bütün bunların sonucunda
finansal aracılık faaliyetlerinin etkin bir şekilde gerçekleştirilememesidir
(Elekdağ ve Kanlı, 2010:2).
Dış borç krizi ise bir devletin veya bir ülkenin özel sektörde faaliyet
gösteren
şirketlerinin
dış
borcunu
ödeyememesi
durumunda
ortaya
çıkmaktadır (Yay, 2001:5).
1.2. FİNANSAL KRİZ MODELLERİ
Finansal
krizleri
açıklamaya
yönelik
modeller,
krizlerin
çıkış
nedenlerini, aralarında ortak noktalar bulunmasına rağmen, farklı faktörlere
bağlarlar. Bu bölümde, yukarıda da değinilen finansal kriz nedenleri, zaman
içinde
literatürde
gösterdikleri
gelişmeler
göz
önünde
bulundurarak
açıklanacaktır. Bu modeller, değişen koşullarla birlikte, farklı nedenlerden
kaynaklanan finansal krizleri açıklamada yetersiz kaldıkça, bir diğer modelin
geliştirilmesiyle
ortaya
çıkmışlardır.
Yeni
modeller
geliştirilirken
eski
model/modeller yok sayılmamış, eksiklikleri giderilmeye çalışılmıştır. Bunun
doğal sonucu olarak, önceki model için kriz nedeni olarak öne sürülen bir
faktör pekâlâ bir diğer model için de sebep teşkil edebilir.
11
1.2.1. Teorik Çalışmalar
1.2.1.1. Birinci Nesil Kriz Modelleri
1970’lerde Latin Amerika ülkelerinde yaşanan krizleri açıklamaya
yönelik geliştirilen modellere Birinci Nesil Kriz Modelleri denilmektedir.
Bu modellerin ilk örneği Krugman tarafından 1979 yılında geliştirilen
Kanonik Kriz Modeli’dir. Krugman, modelini, Salant ve Henderson (1978)
tarafından yapılan hükümetin altın fiyatlarına müdahalesinin incelendiği
çalışmayı esas alarak geliştirmiştir (Flood, Garber ve Kramer, 1996:224). Bu
modele aynı zamanda Spekülatif Atak Modeli de denilmektedir. Flood ve
Garber 1984 yılında yaptıkları çalışmayla Krugman’ın modeline katkıda
bulunmuşlardır.
Bu modellere göre krizler, ekonomideki yapısal dengesizlikler ve
sürdürülemez iktisat politikalarından kaynaklanan, öngörülebilir gelişmelerdir.
Makroekonomik temellerdeki bozukluklar finansal krizlerin göstergeleri
durumundadır (Kaminsky, Lizondo ve Reinhart, 1998: 3) .
Bu makroekonomik bozukluklar, yüksek ve artan bütçe açıkları,
yüksek para arzı artış oranları, yüksek enflasyon, aşırı değerli döviz kuru,
geniş cari açıklar, uluslararası rezervlerde düşüşler ve yükselen ülke içi faiz
oranları şeklinde sıralanabilir (Yay, 2001:6).
Bu modeller, krizlerin asıl nedeni olarak, parasallaşan ve çok yüksek
miktarlara ulaşan bütçe açıklarıyla döviz kuru rejimi arasındaki uyuşmazlığı
gösterirler. Yani birinci nesil kriz modellerinde hükümet, sabit döviz kuru
rejimini, para politikası aracılığıyla korumaya çalışmakta, bu tutum kalıcı
açıklar veren kamu kesiminin finansmanı için senyoraja başvurulmasına
12
imkân bırakmamaktadır. Bu koşullar altında bütçe açıklarının finansmanı için
ya döviz rezervlerinin kullanılması ya da borçlanmaya gidilmesi gerekecektir.
Rezervler
devamlı
kullanılamayacağına
ve
borç
yükü
de
devamlı
artırılamayacağına göre, yapısal reformları göze alamayan hükümet eninde
sonunda senyoraja başvurmak zorunda kalacaktır (Türel, 2010;31).
Yani bu uyumsuz politikalar ancak merkez bankası rezervleri elverdiği
ölçüde uygulanabilecektir. Rezervlerin azalması durumunda ise ulusal paraya
karşı spekülasyon oluşacak ve uygulanan politika artık sürdürülemez duruma
gelecektir.
Krugman modelinde, sabit döviz kuru sisteminin uygulandığı bir ülkede
hükümetin döviz piyasasına doğrudan müdahalesiyle rezervlerini zaman
içinde eriterek kuru korumaya çalışacağını varsaymaktadır (Krugman,
1979:312).
Rezervlerdeki azalma sonuçta bir spekülatif atağa neden olacak,
nispeten düşük olan rezervleri tükenme noktasına getirecektir. Artık
tükenmek üzere olan rezervler sonucunda hükümetin döviz kuruna daha
fazla müdahale etme imkânı kalmayacaktır ve finansal piyasalar spekülatif
atakların yıkıcı etkilerine maruz kalacaktır (Krugman 1997).
Sabit döviz kuru politikasının artık uygulanamaz olduğu, yani döviz
rezervlerinin tükendiği noktada, ertelenen kriz artık kaçınılmazdır. Özet olarak
Krugman’ın modeli bize şunu gösterir: Sabit döviz kuru sistemi geçerli iken,
para stokunun para talebinden daha fazla artması, ülkenin uluslararası
rezervlerinin sürekli olarak azalmasına dolayısıyla ülke parasına yönelik
spekülatif ataklara ve finansal krize neden olur. (Kaminsky, Lizondo ve
Reinhart, 1998: 4).
Krugman Modeli (1979) spekülatif atakların ne zaman başlayacağı
konusunda tatmin edici bir açıklama getirememiştir. Modelin bu eksikliğini
13
Flood ve Garber 1984 yılında yaptıkları çalışmayla gidermişlerdir. Buna göre,
bütçe açığı dışında, özel sektör zafiyetini fark eden ekonomik ajanlar,
hükümetin genişletici politikalara başvuracağını ve bunun, sabit kur rejiminde
ulusal paranın değer kaybına yol açacağını tahmin ederek spekülatif
saldırıda bulunurlar. Merkez bankasının sabit kuru sürdürme amaçlı
müdahalesi rezervleri eritir ve ulusal para devalüe edildikten sonra dalgalı
kura geçilir (Bayraktutan, 2006:26).
Birinci nesil kriz modelleri finansal kriz literatürüne özellikle iki önemli
katkı sağlamıştır. Model ilk olarak, çok sayıda finansal krizin, uygulanan döviz
kuru politikasıyla diğer ekonomik politikalar arasındaki bağdaşmazlıktan
kaynaklandığını ortaya koymuştur. İkinci olarak ise finansal krizlerin tek
sebebinin yatırımcıların veya piyasayı yönlendirenlerin hatalı kararları
olmadığını göstermiştir (Krugman 1997).
Bu modeller, karar alıcıların, ekonomi politikaları uygulamalarında,
aşırı derecede mekanik ve tek boyutlu davranacaklarını varsaydıkları için
eleştirilmişlerdir. Daha önce bahsedildiği gibi bu modellerde hükümetin bütçe
açıklarını otomatik olarak para basarak kapattığı varsayılmaktadır ve merkez
bankaları ekonomideki gelişmeleri dikkate almadan son meteliğe kadar
rezerv satarak döviz kurunu baskı altında tutmaktadır (Krugman 1997).
Şüphesiz ki, bütçe açıklarının sürekli olduğu zamanlarda bile, bütçe açıklarını
para basarak kapatmanın ötesinde başka politika seçenekleri de vardır.
Bununla beraber, hükümetlerin çeşitli amaçları arasında bir çatışma söz
konusudur ve hemen hemen tüm politika seçenekleri arasında bir değiş –
tokuş bulunmaktadır. Ayrıca birinci nesil kriz modellerinde sabit döviz
kurunun
varlığını
koruyabilmesi,
tamamen
ekonomik
ajanların
davranışlarından bağımsız, dışsal bir faktör olarak varsayılmıştır. Bunun
anlamı, iktisadi ajanların gelecek beklentilerinin veya ekonomik faaliyetlerinin
hiçbir şekilde mali dengesizlikler veya kredi politikaları üzerinde bir etkisi
olmamasıdır (Yay, 2001:6 – 7).
14
1.2.1.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri
Sürdürülemez politikaların kriz nedeni olarak gösterildiği modeller,
1990’ların başlarında Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması
(ERM) çerçevesinde meydana gelen krizleri açıklamakta yetersiz kalmış,
bunun üzerine ikinci nesil kriz modelleri geliştirilmiştir. Bu modellerde
hükümetin döviz kurunu savunmak dışında başka amaçları da benimsediği,
dolayısıyla belirli ve sistemdeki karar birimlerince de bilinen bir amaç
fonksiyonunu maksimize etmeye çalıştığı kabul edilmektedir. Söz konusu
optimizasyon modelinin çözümü, ilgili hükümetin ne zaman ve hangi koşullar
altında kur rejimini terk edeceğini belirleyecektir. Otorite tercihlerinin fayda ve
maliyetlerine ve karar birimlerinin beklentilerine göre sabit döviz kuru
rejiminin korunabileceği ya da terk edilebileceği çoklu dengeler de
mümkündür (Türel, 2010:32).
İkinci nesil kriz modelleri makro ekonomik temellerin önemini
yadsımamakla
birlikte,
finansal
krizlerin
mutlaka
bu
temellerdeki
zayıflıklardan kaynaklanmasının gerekmediğini ileri sürmektedir (Kibritçioğlu,
Köse, Uğur, 1998: 83).
Ayrıca bu modeller, gelişmiş ülkelerde meydana gelen krizlere
odaklandıkları için, uluslararası likidite sorununu kriz nedenlerinin merkezine
koyarlar (Şişman, 2006:18).
İkinci nesil modellerde olumsuz koşullara dayalı kötümser beklentilere
ve spekülatif atakların kendi kendilerini besleme özelliklerine vurgu
yapılmaktadır. Örneğin, devalüasyon beklentilerinin etkisiyle nominal faiz
oranlarındaki yükselme kamu borcunu artıracak; bu da beklentileri daha da
olumsuz hale getirecek ve spekülasyonu yükseltecektir (Bayraktutan,
2006:26).
15
Yani bu modellerde ulusal paraya karşı herhangi bir spekülatif
saldırının başlaması için hükümetin fiilen para basmasına gerek yoktur;
ekonomideki karar birimlerinin bir kriz beklentisine sahip olması bunun için
yeterlidir. Böyle bir algılamanın varlığı “kendini doğrulayan beklenti” anlamına
gelmektedir (Türel, 2010:32).
Görüldüğü üzere, ikinci nesil kriz modellerinde, ilkinin tersine,
ekonomik birimlerin beklentileri ile fiili politika sonuçları arasındaki etkileşim
ön plandadır ve bu etkileşim kendi kendini yaratan krizlere yol açmaktadır.
Burada hükümet izleyeceği politikalar açısından aktif rol almaktadır ve bu
politikaları piyasalarda oluşacak beklentilere göre şekillendirmektedir (Yay,
2001:7).
İkinci nesil modellere göre, merkezi otoritenin, sabit döviz kuru rejimini
sürdürmek için bir nedeni aynı zamanda da rejimi terk etmek için bir
gerekçesi vardır. Yani hükümet sabit döviz kuru rejimini terk etmek istediği
halde bunu yapamamaktadır. Ayrıca bir finansal krizin çıkma olasılığından
bahsedebilmek için, bu duruma ek olarak, kamuoyunda sabit döviz kuru
rejiminin artık sürdürülemeyecek kadar maliyetli olduğuna dair bir düşüncenin
hâsıl olması gerekir. Bu düşünce, piyasada sabit döviz kuru rejiminin terk
edileceğine dair bir beklentinin ortaya çıkmasına neden olur (Krugman,
1997).
Bütün bunlar sonucunda da spekülatörlerin harekete geçmesi ve krizin
meydana gelmesi için uygun ortam yaratılmış olur. Örneğin 1991 Mayısında
İsveç, artan döviz talebi karşısında para birimi Krona’yı tek taraflı olarak ECU’
ya (European Currency Unit) sabitlemiş ve 1992’de ekonomisinin durgunluğa
girmesiyle önce kuru korumaya çalışmıştır. İsveç Merkez Bankası kuru
korumaya çalışırken hem gecelik faizler çok yüksek seviyelere ulaşmış hem
de rezervler artık altından kalkılamayacak seviyelere inmiştir. Ancak İsveç,
döviz kuru politikasına paralel olarak uyguladığı gevşek para politikasından
da, ekonominin durgunluğa girmesi, işsizlik oranlarının önceki yıla göre çok
16
yükselmesi
ve
bankacılık
sektöründeki
problemler
nedeniyle
vazgeçememiştir. Dolayısıyla İsveç, yukarıda da bahsedildiği gibi kuru
savunmakla serbest bırakmak arasında kalmış ve olumsuz beklentilerin yön
verdiği spekülatif ataklar sonucu, rezervlerin tükenmeye yüz tuttuğu bir
seviyede pes etmek zorunda kalmıştır (Obstfeld, 1994:17 – 19).
İkinci nesil modeller küresel finans piyasalarının yapısına daha
uygundur; ancak analizin temel taşını oluşturan beklentilerdeki değişimin
nedenleri konusunda bu modeller yetersiz kalmaktadır (Yay, 2001:7).
Krugman ikinci nesil modellerin elde ettiği sonuçların birinci nesilden
farklı olmadığını savunmaktadır. Ona göre finansal krizlere yol açan esas
faktör uygulanan ekonomi politikaları ile izlenen döviz kuru rejimi arasındaki
bağdaşmazlıktır.
Bu
tutarsızlık
sürdüğü
sürece
finansal
piyasalar
spekülatörlerin tehdidi altında kalacaktır (Krugman 1997).
1.2.1.3.
Üçüncü Nesil Kriz Modelleri
1990’ların
ikinci
yarısından
itibaren
küresel
karakterli
krizler
yaygınlaşmaya başlamıştır. 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi, 2000 – 2001
Brezilya ve Arjantin Krizleri, Üçüncü Nesil Kriz Modellerine konu olmuşlardır.
Bu krizlere ilişkin literatür incelendiğinde, krizlerin ahlaki tehlike ve ters
seçim gibi asimetrik bilgi sorunlarına dayalı yayılma (contagion) ya da vade
ve para birimi uyuşmazlığı olgularıyla açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir.
Üçüncü nesil modellerde, özellikle, bilanço etkileri ve bankacılık sektöründeki
sorunlara dikkat çekilmiş ve önceki modellerin aksine para ve bankacılık
krizleri birlikte değerlendirilmeye başlanmıştır (Altıntaş ve Öz, 2007b: 23).
Örneğin Flood ve Marion (2001) tarafından Asya Krizini açıklamaya
yönelik yapılan çalışmada, para ve bankacılık krizlerinin, aynı şey olmamakla
17
beraber, birbirleriyle ilişkili oldukları sonucuna varılmıştır. Ayrıca bu
modellerde genel kanının aksine merkez bankası rezervlerinin krizleri
önlemede veya ertelemede çok fazla bir öneminin olmadığı (yüksek
rezervlerin kriz olasılığını azaltmadığı) gibi önceki modellerden farklı bulgular
elde edilmiştir (Flood ve Marrion, 2001:24).
Finansal serbestleşmenin ardından iyi düzenlenememiş bir bankacılık
sisteminin ve mikro ekonomik bozuklukların ahlaki tehlike ve ters seçim
sorunlarına yol açarak krizlere neden olduğu, daha önce değinildiği gibi,
Mishkin tarafından 90’lı yılların başından beri ileri sürülmüştür.
Finansal sistemin etkinliğini bozan dolayısıyla da ekonomiyi krizlere
açık hale getiren faktörlerin başında asimetrik bilgi problemi gelmektedir.
Yapılan finansal işlemlerde tarafların aynı bilgi düzeyine sahip olmamaları
“ahlaki tehlike” ve “ters seçim” sorunlarına neden olarak finansal sektörü
etkinlikten uzaklaştırır. Böylece fonların alternatif yatırım olanakları arasında
en verimli olanlarına yönelmesi mümkün olmaz (Mishkin, 2001).
Üçüncü nesil modellere göre, asimetrik bilgi problemi, işte bu sebeple,
krizi tetikleyen ve finansal sektördeki bilançoların bozulmasına yol açan
nedenlerin başındadır. Krugman da “ahlaki tehlike”nin finansal krizler
üzerindeki etkilerine dikkat çekmektedir. Krugman’a göre Asya’da yaşanan
finansal krizin nedeni merkezi otoritenin dış borcun geri ödenmesinde
garantide bulunmasının yarattığı aşırı borçlanma; dolayısıyla ahlaki tehlikedir
(Krugman, 2001:7).
Bu modellere göre krizler, benzer kırılganlıklara sahip ülkelerin ortak
şoklara maruz kalmasıyla ortaya çıkabilir ve bu ülkeler arasında yayılır. Krizin
söz konusu ülkeler arasında yayılmasının nedeni, bir ülkede başlayan krizin
başka bir ülkenin makroekonomik temellerini ya da ekonomik ajanların
beklentilerini etkilemesidir (Bayraktutan, 2006:27).
18
Ortak şokların olmadığı durumlarda da krizlerin ülkeler arasında çeşitli
kanallar vasıtasıyla yayılmasından bahsedebiliriz. Bu kanallardan biri,
ülkelerin birbirleriyle olan ticari bağlarıdır. Aralarında ticaret ilişkisi olan
ülkelerden birinin devalüasyon yapması diğer ülkeleri de devalüasyona
zorlayabilir. Buradaki geçiş etkisi sadece ülkeler arasındaki ticaretin
genişliğine değil, rakip olmalarına da bağlı olabilir. Ticari bağların dışında,
finansal piyasaların karşılıklı bağlılığı; ortak kreditörlerden borçlanma veya
kreditörlerin portföylerinin karşılıklı bağımlı olması da yayılma etkisini
sağlayan kanallardır (Yay, 2001:9).
Ayrıca ülkeler arasındaki makroekonomik benzerlikler de (uygulanan
ekonomi politikalarının ya da ülkedeki ekonomik şartların büyük ölçüde
benzer olması gibi) krizlerin yayılma olgusunu açıklamada kullanılmaktadır
(Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:16).
Bu çeşit yayılmaya “ekonomik temellere dayalı yayılma etkisi”
(fundemental – based contagion effect) denir. Ancak krizlerin ülkeler
arasında yayılmasının tek nedeninin ekonomik şartlar olduğunu söylemek
doğru olmaz. Bunlardan bağımsız olarak, piyasadaki psikolojik duruma ya da
veri ekonomik gelişmelerin yorumlanmasındaki farklılığa göre de yayılma
meydana gelebilir. Buna da “net yayılma etkisi” (pure contagion effect) denir
(Şişman, 2006:21).
Üçüncü nesil kriz modellerine göre bir ekonomide yabancı parayla
borçlanma ne kadar yaygınsa ekonominin finansal krizle yüz yüze gelme
olasılığı o kadar fazladır. Ayrıca ister sabit isterse dalgalı döviz kuru rejimi
uygulansın, özel sektör bilançolarındaki bozukluklar krizin temel nedenini
oluşturur. Açık döviz pozisyonu, vade uyuşmazlığı, sorunlu krediler, yetersiz
sermaye ve yüksek kaldıraç oranı gibi bilanço bozukluklarının altında yatan
sebeplerden biri kamu açıklarının yerli parayı istikrarsızlaştırması olabilir
(Aghion, Bacchetta, Banerjee, 2000:27). Hükümetlerin bütçe açıklarıyla
mücadele için izlediği politikalar bu modeller için ikincil önemdedir.
19
Asya Krizi’ni açıklamaya yönelik çalışmalarda, yukarıda da belirtildiği
gibi, özel sektör bilançolarındaki bozuklukların kriz üzerindeki etkilerine büyük
önem atfedilmektedir. Örneğin Radelet ve Sachs (1998) sorunu bir döviz krizi
olmaktan ziyade bir bankacılık krizi olarak görür. Onlara göre sorun, finansal
kuruluşların ödünç aldıkları kısa vadeli fonu uzun vadeli kredi olarak
vermeleri nedeniyle bir vade uyumsuzluğuyla karşı karşıya kalmalarından
kaynaklanmıştır. Aynı
zamanda
finansal kurumların
yükümlülüklerinin
yabancı döviz cinsinden sahip oldukları varlıkların ise yerli para cinsinden
olması bir diğer kırılganlık sebebi olmuştur. Uluslararası likiditedeki
dalgalanmalara bağlı olarak gelişen bir olumsuz dış şok banka paniklerine
neden olmuş ve mevduat sahiplerini bankalara hücum ettirmiştir. Sonuçta da
parasal göstergeleri en sağlam kuruluşlar bile batma tehlikesiyle karşılaşmış
ve finansal kriz patlak vermiştir. Asya Krizi’ni açıklamaya yönelik modellerden
bir diğeri Allen ve Gale (1999) tarafından ortaya konulan Parasal
Serbestleşme ve Şişme – Patlama Devresi modelidir. Bu modele göre
krizlerin asıl nedeni piyasa sisteminin iyi çalışmamasıdır, krizler periyodik
olarak gerçekleşir ve kaçınılmazdır (Şişman, 2006:19 - 20).
1.2.2. Ampirik Çalışmalar
Finansal krizler sonucu oluşan daralma dönemlerinde piyasalar için
ciddi bir maliyet ortaya çıkmaktadır. Bu maliyet ağırlıklı olarak kendisini
yüksek oranlı işsizlik ve hasıla kaybı, kamu tarafından finansal sektörün
yeniden yapılandırılmasına yönlendirilmek zorunda kalınan kaynaklar ve özel
sektörün sermaye kaybı şeklinde gösterir. İşte bu yüksek maliyeti
önleyebilmek ya da hiç olmazsa azaltabilmek için krizlerin önceden tahmini
büyük önem arz etmektedir.
Kriz mekanizmasını açıklamaya yönelik teorik incelemelerin yanında,
kriz zamanının tahminine yönelik ampirik modeller geliştirebilmek için
20
akademik çevreler başta olmak üzere, uluslararası finans kuruluşlarının,
merkez bankalarının ve yatırım bankalarının araştırma birimlerinde yoğun
mesai harcanmaktadır. Kriz zamanını tahmin etmek için öncü göstergeler
belirlemenin temel hedef olduğu bu çalışmalara literatürde “Erken Uyarı
Sistemleri” (Early Warning Systems) adı verilmektedir.
Finansal krizlerin öncü gösterge modelleriyle tahminine yönelik
literatür oldukça geniş olmakla birlikte kendi içinde çeşitli yöntemsel
güçlükleri barındırmaktadır. İlk olarak finansal krizlerin nasıl tanımlanacağı,
piyasa hareketlerinin hangi çap ve sürekliliğe ulaştığında kriz olarak
tanımlanması gerektiği konusunda literatürde bir konsensüs sağlanamamıştır
(Türel, 2010:35).
İkinci olarak bu krizlerin şiddetlerini ölçmede kullanılacak değişkenlerin
neler olacağı, krizin potansiyel öncü göstergeleri olarak nitelenebilecek
değişken ve parametrelerin seçimi hakkında da oldukça farklı görüşler
bulunmaktadır. Bunlara bağlı olarak öncü göstergelerde kriz eşik değerinin
nasıl belirleneceği, belirlenen bu değerin doğru sinyaller alınabilmesi için ne
kadar daraltılması gerektiği ya da meydana gelecek krizlerin kaçırılmaması
için ne kadar genişletileceği sorunu da ortada durmaktadır (Kaminsky ve
Reinhart, 1999:487).
Üçüncü olarak ise farklı ülkelerde, farklı zamanlarda gerçekleşen farklı
kriz tipleri bulunması bütün durumlar için geçerli olacak genel geçer ölçütlerin
konulmasını engellemektedir. Bu da bir ülkede belli bir zamanda gerçekleşen
krizlerden çıkarılacak derslerin başka bir ülkede başka bir zamanda çıkacak
krizde faydalı olamamasına sebep olabilecektir.
Dördüncüsü ve belki de en önemlisi erken uyarı sistemleri üzerine
yapılacak ampirik çalışmalarda araştırmacıların örneklemini seçerken taraflı
davranması ve “seçilim önyargısı“ (selection bias) problemine neden
olmasıdır. Her ne kadar ekonomik gerçeklere dayansa ve istatistiksel olarak
21
anlamlı olsalar da belirli çıkarlar için seçilecek örnekler tartışmalı hale gelir ve
göstergelerden elde edilecek fayda azalır (Frankel ve Sarevelos, 2010:4).
Bu yöntemsel güçlüklere rağmen finansal krizleri önceden tahmin
etmek üzere yapılan ampirik çalışmalar inceledikleri “çalkantı, kargaşa”
dönemlerinin ekonomik gerçekleri ile uyumlu sonuçlar verebilmektedir. Bu
anlamda geliştirilen yöntemlerin finansal krizleri açıklamada ve öngörmede
yararlı analizler olduklarını söyleyebiliriz. Ancak ekonominin zaman içinde
değişen
yapısı,
her
konuda
olduğu
gibi,
finansal
krizlere
ilişkin
kırılganlıklardaki değişimi de içinde barındırmaktadır. Bu durumda önceden
yapılmış çalışmaların geçmişte sağladığı başarılı sonuçlardan faydalanmakla
birlikte bu çalışmalarda belirlenen göstergelerin yanında ve bunlardan
bağımsız olarak, içinde bulunulan dönem için de özgün göstergeler
belirlemenin gerekliliğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir (Kaya ve
Yılmaz, 2007:12).
1.2.2.1. Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Kriz Tanımlamaları
Literatürde,
krizleri
tahmin
etmek
için
öncü
gösterge
olarak
kullanılacak değişkenlerin ve kriz ölçütü olarak kullanılacak değişkenlerin
neler olduğu hakkında ortak bir görüş olduğu söylenebilir. Ancak belirlenen
ölçütlerle yapılan kriz tanımları oldukça çeşitlilik göstermektedir.
Krizleri tanımlamak için hem kesikli (discrete) hem de sürekli
(continuous) değişkenler kullanılmaktadır. Kesikli değişkenler genellikle ikili
(binary) yapı arz ederler ve krizi belirli bir eşik değer saptayarak tanımlarlar.
Sürekli değişkenler için, belirli bir eşik değeri belirleme problemi, kriz şiddeti
olarak tanımlayabileceğimiz yoğunluğun süreklilik skalası (contunious scale)
ile ölçülmesiyle çözümlenmektedir (Frankel ve Saravelos, 2010:3 – 4).
22
Frankel ve Rose (1996), para krizini nominal döviz kurunun %25 değer
kaybetmesi ve değer kaybının bir önceki yıla göre en az %10 daha fazla
olması olarak tanımlamışlardır (Frankel ve Rose, 1996:3-4).
Eichengreen, Rose ve Wyplosz (1996) ise para krizini döviz kuru, faiz
oranı ve uluslararası rezervlerin bileşiminden oluşan “döviz piyasası baskı
endeksi” ortalamasının en az 1,5 katı standart sapma mevcutsa gerçekleşmiş
kabul etmektedirler (Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:22).
Kaminsky vd. (1998)
ve Berg vd. (1999) tarafından yapılan
çalışmalarda; kriz, döviz kuru ve rezervlerin birer aylık ağırlıklı ortalamasında
meydana gelen değişikliğin ülke ortalamasının üç kat üzerinde olması
durumu olarak tanımlanırken; Ades, Masih ve Tenengauzer’in (1998)
Goldman Sachs için yaptıkları çalışmada bu değişkenlerin üçer aylık ağırlıklı
ortalamalarının spesifik olarak belirlenmiş eşik değerleri aşması durumu
olarak tanımlamışlardır (Berg, Borensztein ve Pattillo,2004:6).
Roy ve Tudela’ya (2000) göre bir finansal krizden bahsedilebilmesi için
yerel paranın en az %5 değer kaybetmesi ve kaybın önceki ay ortalamasının
iki kat üzerinde olması gerekirken; Garber vd.’ne (2000) göre ise yerel
paradaki değer kaybı en az %10 ve faiz oranlarındaki artış ise en az %25
olmalıdır (Berg, Borensztein ve Pattillo.,2004:6).
IMF’ye göre ise para krizi, bir ulusal paraya yönelik spekülatif atağın
sonucunda o paranın devalüe edilmesine ya da önemli ölçüde piyasalarda
değer yitirmesine neden olan ya da hükümetleri, parayı savunmak için önemli
ölçüde döviz rezervlerini kullanmak veya faiz oranlarını yükseltmek zorunda
bırakan gelişmelerdir (IMF, 1998:74).
Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) ise bankacılık krizlerini, izleyen
maddelerde sayılan şartların en az birinin gerçekleşmesi durumu olarak
tanımlamışlardır: (i) Bankacılık sisteminde toplam varlıklar içinde sorunlu
23
krediler oranının en az %10 olması. (ii) banka kurtarma operasyonlarının
maliyetinin gayri safi yurtiçi hâsılanın en az %2’si olması. (iii) hükümet
tarafından bankalara el konulması. (iv) bankalardan büyük boyutlarda
mevduat kaçışı olması ya da bankaların faaliyetlerini askıya almaları ve
kamunun mevduat sigorta sistemini harekete geçirmesi (Demirgüç-Kunt ve
Detragiache, 1998b; 90 – 91).
Görüleceği üzere finansal krizlerle ilgili yapılan ampirik çalışmalarda
krizler tanımlanırken ağırlıklı olarak döviz kuru oranındaki değişmeler ölçüt
olarak kabul edilmektedir.
Literatürde çift taraflı nominal döviz kuru, reel döviz kuru ve SDR
kurundaki değişiklikler kriz tanımlamalarında kullanılan başlıca ölçütlerdir.
Genellikle döviz kurunda meydana gelen değişmelerle birlikte uluslararası
rezervlerde meydana gelen hareketler de dikkate alınarak “baskı endeksi”
oluşturulması suretiyle kriz ölçütleri geliştirilmiştir. Bazı çalışmalarda da faiz
oranlarındaki değişiklikler rezervlerdeki ve döviz kurundaki değişmelere ek
olarak kıstaslar içinde yer almıştır. Böylelikle merkez bankalarının spekülatif
ataklara karşı yaptıkları savunma amaçlı işlemlerde faiz değişkeniyle birlikte
endeks içinde yer alabilmiştir (Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996).
Daha az sıklıkta da olsa gayri safi milli hasıla ve hisse senedi
piyasasında meydana gelen değişmelerin de kapsam içine alındığı
çalışmalar bulunmaktadır (Frankel ve Saravelos, 2010:4).
Literatürde 2008 – 2009 küresel finansal kriziyle ilgili ampirik
çalışmalar henüz tam olgunlaşmamasına rağmen son yapılan ampirik
çalışmalarda kullanılan kriz ölçütleriyle ilgili bazı bilgileri de verebiliriz.
Obstfeld,
Shambaugh
ve
Taylor
(2008;
2009)
tarafından
yapılan
çalışmalarda, ilgili ülkelerin yerel para birimlerinin 2008 yılı içinde Amerikan
Doları karşısındaki değer kaybetme oranları kriz ölçütü olarak alınmıştır.
Rose ve Spiegel (2009a; 2009b) tarafından yapılan çalışmalarda ise reel
24
gayri safi yurtiçi hasılada, hisse senedi fiyatlarında ve döviz kurunda
meydana gelen değişimler kriz ölçütü olarak kullanılmıştır.
Sonuç olarak, finansal ve reel açıdan ele alındığında, literatürde kriz
ölçütü olarak, geniş ölçüde kabul görmüş belli başlı değişkenler saptanabilir.
Bunlar arasında en önemlileri “spekülatif baskı endeksi” (döviz piyasası baskı
endeksi) hesaplamasında kullanılan nominal döviz kuru, faiz oranları ve
uluslararası rezervlerdeki değişimi gösteren değişkenlerdir (IMF, 1998:76;
Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:21).
Yurtiçi hisse senedi piyasalarına ilişkin kazanç oranlarıyla ilgili
değişkenler, reel gayrisafi yurtiçi hasılada meydana gelen değişim, sanayi
üretimindeki değişim ve ilgili ülkenin IMF kaynaklarına başvurup vurmamasını
da* kriz ölçütü olarak kullanılan diğer önemli değişkenler arasında sayabiliriz
(Frankel ve Saravelos, 2010: 12).
Ayrıca para arzı, kredi hacmi, ticari bankaların toplam varlıkları gibi
göstergeler de krize giriş ve çıkış eşiklerini belirlemekte kullanılabilen
göstergeler arasındadır (Türel, 2010:37).
Uluslararası
rezervlerde
meydana
gelen
kayıplar,
kriz
ölçütü
bileşenleri arasında sayılmakla beraber, bu değişkenin hesaplara dahil
edilmesinin sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını beyan eden görüşlere de
rastlamak mümkündür.
Söz konusu yaklaşıma göre merkez bankalarının IMF programlarından
kredi kullanması durumunda kriz dönemlerinde uluslararası rezervler
azalacağına artmaktadır. Bu durumun sonucu olarak pek çok ülkede krizin en
fazla derinleştiği dönemlerde rezervlerin hızla arttığı gözlenmektedir. Bu
*
Bu değişken ikili bir kriz göstergesidir (binary crisis indicator). IMF kaynaklarına
başvurulması durumunda
“1” değerini, başvurulmaması durumunda ise”0” değerini
almaktadır.
25
sakıncanın önüne geçmek için kullanılan kredilerin toplam uluslararası
rezervlerden çıkarılabileceği düşünülebilir. Ancak bu durumda da değişken
“yanlı” bir kriz ölçütü haline gelecektir. Çünkü kullanılan IMF kaynağının olası
yokluğu halinde uluslararası rezervler, kullanılan kaynakların çıkarılmasından
sonraki halinden çok daha aşağıda olacaktır (Frankel ve Saravelos, 2010:
13).
1.2.2.2.
Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Öncü Göstergeler
Ampirik çalışmalarda ön plana çıkan ve en fazla kullanılan açıklayıcı
değişkenleri (bağımsız değişkenler) aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
Rezervler: Literatürde en sık rastlanan ve istatistiksel olarak en
anlamlı sonuç veren değişkenlerden biridir. Genellikle çalışmalarda gayri safi
yurtiçi hasılanın ve toplam dış borcun bir yüzdesi olarak, aylık ithalata oranı,
M2’nin toplam rezervlere oranı (Gürler ve Kaplan, 2005) şeklinde veya kısa
vadeli borcun toplam rezervlere oranı olarak karşılaşılmaktadır (Frankel ve
Saravelos, 2010:13).
Döviz rezervlerindeki bir azalma kurun devalüasyon baskısı altında
olduğuna işaret edebilir, merkez bankasının kuru korumak için döviz satması
rezervleri azaltır.
M2’nin
toplam
rezervlere
oranı
ise
bankacılık
sisteminin
yükümlülüklerini ne ölçüde yabancı rezervlerle desteklediğini göstermektedir.
Kriz sırasında yerli paranın yabancı paraya ikamesi artacağı için bu oran
merkez bankasının döviz taleplerini karşılayıp karşılayamayacağının bir
göstergesi olarak kullanılabilir. M2’nin toplam rezervlere oranının finansal
krizlerden önce arttığı tespit edilmiştir (Kaminsky vd, 1998; Berg ve Pattillo,
1999).
26
Reel Efektif Döviz Kuru: Reel efektif döviz kurunda meydana gelen bir
atış yerel para biriminin güçlendiğini gösterir. Aşırı değerlenmiş reel döviz
kuru finansal krizlerin meydana gelme olasılığını yükseltmektedir (Kaminsky
vd, 1998; Burkart ve Coudert, 2000).
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla: Yıllık GSYİH’ deki değişim yanında 5 yıllık ve
10 yıllık ortalama büyüme oranları da literatürde kullanılmaktadır (Frankel ve
Saravelos, 2010:13; Erkekoğlu ve Bilgili, 2005).
Yurtiçi Krediler: Yurtiçi kredilerdeki aşırı artış bankacılık sisteminin
kırılganlığının
en
önemli
göstergelerinden
biri
sayılmaktadır.
Çünkü
bankaların verdikleri kredilerin hızlı bir şekilde artması kredi kalitesindeki
düşüşten kaynaklanabilir. Sachs, Tornell ve Velasco (1996) yurtiçi kredilerin
GSMH’ ye oranını bir kriz göstergesi olarak kullanmışlardır. Bu oranın
finansal kriz öncesinde artış göstermesi beklenir (Frankel ve Rose, 1996;
Berg ve Pattillo, 1999).
Para Arzı: M1, M2 ve M3 büyüme oranları ve M2 para çarpanı kriz
öncü göstergesi olarak ampirik çalışmalarda kullanılmaktadır. M1 ve M2 gibi
likidite ölçütü olan göstergelerdeki artışlar kura yönelik spekülatif hareketlerin
olma ihtimaline işaret etmektedirler (Kaminsky vd, 1998).
M2
para
ilişkilendirilebilir.
çarpanı
Para
göstergesi
çarpanındaki
ise
büyük
finansal
artışlar
liberalizasyonla
mevduat
zorunlu
karşılıklarının radikal biçimde aşağı çekilmesiyle açıklanmakta ve çarpandaki
bu artışın bir kriz sinyali olabileceği savunulmaktadır (Frankel ve Saravelos,
2010:14).
İhracat ve İthalat: İhracat, ithalat ve dış ticaret dengesinin ayrı ayrı
GSYİH’ ye oranının yüzde olarak ifadesi literatürde gösterge olarak
kullanılmaktadır (Gürler ve Kaplan, 2005).
27
Yerli paranın aşırı değerlenmesine bağlı olarak ihracat artışında
meydana gelen bir azalma ve ithalatın hızlanması, ilgili ülkenin uluslararası
piyasalarda rekabet kaybına uğradığının bir göstergesi olabilir. Aksine dış
ticaret dengesindeki bir artış, ülkenin ödemeler bilançosu dengesini
yükselterek kriz olasılığını azaltmaktadır (Kaminsky vd, 1998; Kibritçioğlu vd.,
1999).
Hisse Senedi Fiyatlarında Değişme: Hisse senetleri başta olmak üzere
çeşitli varlık fiyatlarında meydana gelen aşırı artışlar finansal krizlerden önce
görülebilmektedir. Ancak yapılan
bazı araştırmalarda hisse senetleri
fiyatlarında meydana gelen beklenmedik azalışların finansal krizler için bir
sinyal oluşturduğu bulgusuna da rastlanmıştır (Edison, 2000).
Faiz Oranları: Yurtiçi reel faiz oranları, kredi ve mevduat faiz oranları
farkı
ve
uluslararası faiz oranları bu
başlık altında
toplanabilecek
göstergelerdir. Reel faiz oranları liberalizasyon sürecinde artma eğilimi
gösterdiğinden
finansal
liberalizasyonun
bir
göstergesi
olarak
kabul
edilebilmektedirler. Artan reel faizler likit kaynakların daralmasına sebep
olabilir. Kredi ve mevduat faiz oranları arasındaki farkın belirli bir eşik değerin
üzerinde artması kredi kalitesinin azalmasına dolayısıyla da riskli kredilerin
artmasına sebep olabilir. Uluslararası faiz oranlarında meydana gelecek bir
artış ise ülkeden sermaye çıkışını hızlandırabilecek ve finansal bir krize
neden olabilecek önemli bir faktördür (Frankel ve Rose, 1996, Gerni
vd.,2005).
Borç Bileşimi: Kısa vadeli dış borçların ihracata veya toplam dış borca
oranları, kamu veya kamu garantili borçların ihracata veya GSMH’ ye oranı
kullanılan göstergeler arasındadır (Frankel ve Saravelos, 2010:15).
Literatürde daha evvel yapılmış çalışmalarda çoğunlukla kısa vadeli
borçların etkilerine odaklanılmış ve genellikle krizlerin oluşmasıyla kısa vadeli
28
borçlar arasında pozitif ilişki kurulmuştur (Frankel ve Rose, 1996; Kaminsky,
1999).
Artan kamu kesimi borçlanma gereksiniminin yabancı sermaye
girişlerini tersine çevirerek kırılganlığı artırdığı ve kriz olasılığını güçlendirdiği
ileri sürülmektedir. Araştırmalarda kamu borçlarıyla kriz arasındaki ilişki aynı
yönde bulunurken çok uluslu yardımlarla kriz arasındaki ilişki ters yönlü
bulunmuştur (Frankel ve Rose, 1996).
Sermaye Hareketleri ve Cari İşlemler Dengesi: Net yabancı doğrudan
yatırım giriş/çıkışı ve toplam net akışkanlık yanında portfolyo hareketlerine bu
kategoride yer verilir (Frankel ve Saravelos, 2010:16). Burada sayılan
değişkenlerin tümü GSYİH’ ye oranı şeklinde çalışmalarda kullanılmaktadır.
Net yabancı doğrudan yatırım girişi ne kadar fazlaysa ödemeler dengesinin
finansman kaynaklarının o kadar istikrarlı olduğu sonucuna varılır ve krizlerle
ters yönlü bir ilişki beklenir. Yüksek oranlı portfolyo hareketleri ise tam aksine
istikrarsızlık kaynağı olarak kabul edilir ve kriz riskine işaret eder (Tudela,
2001).
Cari işlemler dengesinin GSMH’ ye oranı (Gürler ve Kaplan, 2005), net
milli tasarrufun GSMH’ ye oranı ve brüt milli tasarrufun GSYİH’ ye oranı
şeklinde de gösterge teşkil edecek değişkenler literatürde kullanılmaktadır.
Ülkenin dış borcunun artması ve yüksek oranlı sermaye çıkışları,
borcun sürdürülebilirliği sorunlarına bağlı olarak cari işlem sorunlarını
derinleştirebilmektedir. Bu yapı devalüasyon beklentisini artırarak finansal
sistemde kriz olasılığını güçlendirmektedir (Berg ve Pattillo, 1999).
Sanayi Üretimi: Sanayi üretim artışında meydana gelen azalmalar
genellikle krizlerden önce ortaya çıkmaktadırlar (Kaminsky vd, 1998; Frankel
ve Rose, 1996; Gürler ve Kaplan, 2005).
29
1.2.2.3.
Ampirik Modeller
Finansal krizlerin öncü gösterge modelleriyle tahmin edilmesine
yönelik çalışmalar belirli başlıklar altında toplanabilir. Örneğin “Kalitatif
Göstergeler Yaklaşımı” (Qualitative Indicators Approach), “Sinyal Yaklaşımı”
(Signal Extraction Approach) ve “Sınırlı Bağımlı Değişken Yaklaşımı”
(Limited Dependent Variable Approach) literatürde
sıklıkla kullanılan
yöntemlerdir.
Sınırlı bağımlı değişken modelleri arasında doğrusal olasılık modeli;
ikili - çok değişkenli probit modelleri; ikili – çok değişkenli, şartlı (conditional)
ve yuvalanmış (nested) logit modelleri bulunmaktadır (Greene, 2003:663).
“Kriz İndeksi”; “Tehdit Tanıma Modeli”; “CAMEL”; “İkili Yinelemeli
Sınıflandırma Ağacı” (Binary Recursive Classification Tree Approach) ve
“MARS” (Multivariate Adaptive Regression Splines) yaklaşımları literatürde
öncü gösterge modeli olarak kullanılan diğer yaklaşımlardır (GaytanJohnson, 2002 ve Tunay, 2010).
Ancak bu yöntemler arasında en önemlileri dolayısıyla da literatürde
en geniş yer bulanları Kaminsky, Lizondo ve Reinhart (1998) tarafından ilk
olarak geliştirilen “sinyal yaklaşımı” ve Eichengreen vd. (1996) ile Frankel ve
Rose (1996) tarafından geliştirilen “sınırlı bağımlı değişken yaklaşımı”dır (Ari,
2008: 11).
Çalışmalarda farklı yöntemler izlense de, temel olarak bu teknikler,
finansal krizlerin etki alanlarını tanımlamada ve finansal krizlerin olma
olasılıklarını belirlemede kullanılan çeşitli göstergelerin istatistiksel olarak
anlamlı olup olmadıklarını test ederler (Frankel ve Sarevelos, 2010: 5).
30
Bu bölümde literatürde genel kabul gören farklı istatistik yöntemlerle
yapılan çalışmalara değinilecek, çalışmaların birbirlerine göre avantajları ve
dezavantajları değerlendirilecektir.
1.2.2.3.1.
Kalitatif Göstergeler Yaklaşımı
Bu yaklaşım belirlenen farklı kategorilere ait gösterge olarak seçilen
değişkenlerin davranışlarının analiz edilmesi temeline dayanır. Seçilen
değişkenlerin davranışlarında kriz yaşayan ülkelerden oluşan grup veya
gruplarla kriz yaşamayan (kontrol grubu) ülkeler arasında ne tür farklılıklar
olduğu
tespit
edilmeye
çalışılmaktadır.
Bu
teknik
öncü
göstergeler
literatüründe yer alan ilk çalışmalarda baskın şekilde kullanılmıştır. Söz
konusu çalışmalar arasında Kamin (1988), Edwards (1989), Edwards ve
Montiel (1989), Edwards ve Santaella (1993) ve Honohan (1997) sayılabilir
(Frankel ve Saravelos, 2010:5). Honohan (1997) tarafından bankacılık krizleri
için yapılan kalitatif göstergeler çalışması literatürde öne çıkmaktadır (Gaytan
ve Johnson, 2002:4).
Honohan, bankacılık krizlerini, makroekonomik – mikroekonomik
zafiyetten kaynaklanan salgınlar ve hükümet davranışlarından kaynaklanan
ve o ülkeye ait (endemic) sorunlar olmak üzere karakteristik gruplara ayırır
(Demirgüç – Kunt, Detragiache,2005:9).
Bankacılık krizlerinin bu şekilde farklı kaynaklarının olması her kriz
çeşidi için farklı erken uyarı sinyallerinin olmasına neden olur. Aynı şekilde bu
krizlerle mücadelede ortaya konulacak politik tepki de sorunun kaynağına
göre farklılık gösterir (Gaytan ve Johnson, 2002:8).
Honohan’a (1997) göre bankacılık krizleri genellikle rejim değişikliğinin
bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla da bu değişikliklerin sonuçlarını
31
dikkatle gözlemek ve gerekli düzenlemeleri yapmak gerekir (Honohan,
1997:10).
Krizler, konjonktürde meydana gelen kırılmaların temel oluşturduğu
makro ekonomik salgınlardan kaynaklanabilir (Honohan, 1997:2). Ayrıca
genişletici politikalarla birlikte artan likiditenin yol açtığı kredi patlamaları
mikro ekonomik zafiyete neden olabilir. Yine mikro ekonomik zayıflıklar içinde
bankaların mensubu bulundukları kurum içinde kredi vermeleri, aşırı risk
üstlenmeleri ve banka kaynaklarının yağma edilmesi sayılabilir (Honohan,
1997:4).
Son olarak yerel (endemic) riskler ise hükümetin bankacılık sistemine
nüfuz ederek, direkt kredi kullanmasıyla ya da zorunlu karşılık politikalarıyla
sistemi sanki bir maliye politikası aracıymış gibi kullanmasından kaynaklanır
(Honohan, 1997:9).
Honohan (1997) çalışmasında 24 ülkenin 1975 – 1994 yılları
arasındaki verilerini incelemiştir. Bu ülkelerden 6 tanesi kontrol grubunda yer
almaktadır ve söz konusu dönemde finansal sektörlerinde kayda değer bir
probleme rastlanmamıştır. Diğer gruplarda ise makro ekonomik zafiyetten
kaynaklanan krizler, mikro ekonomik sorunlardan kaynaklı krizler, hükümet
müdahalesi kaynaklı krizler olmak üzere ülkelerin yaşadıkları krizlerin
kaynaklarına göre bir sınıflandırma yapılmıştır. Çalışmada kullanılan
göstergeler ise mikro ve makro ekonomik bazlı salgın (epidemic) ve hükümet
(goverment) kaynaklı göstegeler olarak iki gruba ayrılmıştır (Honohan,
1997:35).
Honohan’ ın tabiriyle, oldukça basit bir yöntem kullanılan çalışmada,
her ülke için bir gösterge değeri hesaplanmıştır. Hem 1975 – 1994 yılları için
bir ortalama değer hem de vuku bulmuşsa, krizlerden üç sene öncesinden
başlanarak bir ortalama değer hesaplanmış ve her bir grup için bulunan
32
değerlerin kontrol grubuyla karşılaştırılması yoluna gidilmiştir (Honohan
1997;36).
Honohan çalışmasında rejim değişikliklerinin bankacılık sistemindeki
kırılganlığı artırdığını tespit etmiştir. Finansal baskıya neden olan rejim
değişiklikleri arasında, finansal liberalizasyon, döviz kuru rejiminde değişiklik
yapılması gibi sert makroekonomik değişiklikler, ekonomide meydana gelen
yapısal dönüşümler ve özelleştirme sayılabilir (Gaytan ve Johnson, 2002:9).
Yeni finansal fırsatlar dolayısıyla piyasaya girişlerin artması ve buna
bağlı olarak artan risk dolayısıyla bankalarca verilen kredilerin kalitesinin
düşmesi bu kırılganlığın artmasında baş aktörlerdir.
Kalitatif Göstergeler Yaklaşımı, kolay uygulanabilir bir yöntem
olmasına rağmen göstergelerin kişisel yargılar çerçevesinde değerlendiriliyor
olması ve kriz uyarıları için nesnel ölçütler koyamaması açılarından
eleştirilmiştir (Tunay,2010:14).
1.2.2.3.2. Sinyal Yaklaşımı
Kalitatif göstergeler yaklaşımı ile yakından ilişkili olan aynı zamanda
da sistematik bir istatistiksel süreci içeren “sinyal yaklaşımı”, konjonktür
devrelerinin dönüm noktalarını belirlemek için geliştirilen yöntemin, Kaminsky
ve
Reinhart
tarafından
(1996),
bankacılık
krizlerine
uygulanmasıyla
doğmuştur.
Diebold ve Rudebusch (1989) ile Stock ve Watson’ın (1989) yaptıkları
çalışmaları temel alan Kaminsky ve Reinhart’ ın
(1996) ardından
Bruggemann ve Line (2000) ve Edison (2003) tarafından yapılan çalışmalarla
bu yaklaşım daha da geliştirilmiştir (Demirgüç – Kunt, Detragiache,2005:6).
33
Sinyal yaklaşımının literatürde yaygın olarak kullanılmasına yol açan
Kaminsky ve Reinhart’ ın 1996 yılında yaptıkları çalışma 1970 – 1995 yılları
arasındaki dönemi kapsar. Bu çalışmada yazarlar 5 gelişmiş ve 15
gelişmekte olan ülke olmak üzere toplam 20 ülkede görülen 25 bankacılık ve
71 para krizinin meydana gelmesinde etkisi olduğu düşünülebilecek makro
ekonomik ve finansal göstergelerin hareketlerini incelemişlerdir (Kaminsky ve
Reinhart, 1996:6).
Aralarında Berg ve Pattillo (1999); Bussiere ve Mulder (1999) ve Berg,
Borenztein ve Pattillo’ nun da (2004) bulunduğu çalışmalar finansal krizleri
tahmin etmede bu yöntemin az çok başarılı olduğunu göstermiştir (Frankel ve
Saravelos, 2010:5).
Bu yöntemde “kriz dönemi” ve “sakin dönem” olarak tanımlanan iki
ayrı zaman periyodunda, gösterge olarak seçilen değişkenlerin davranışları
karşılaştırılır. Ekonomik verilerin bir kriz öncesinde sistematik olarak farklı
hareket edip etmediklerinin ölçülmesi, her bir gösterge için kritik seviye (eşik
değer) belirlenmesini gerektirmektedir (Gürler ve Kaplan, 2005:5).
Seçilen göstergelerin belirlenen eşik değeri aşması durumunda bunun
bir kriz sinyali olduğu sonucu çıkarılır (Bell, 2000:116). Eşik değerin
belirlenebilmesi amacıyla veri setinde kullanılan her bir değişkenin aylık
dönem (i) ortalaması (μ) ve standart sapması (σ) birbirleriyle ilişkilendirilir.
Herhangi bir dönemde (i), göstergenin (G) eşik değeri aşması “1” ve
eşik değerin altında kalması “0” ile ifade edilir.
34
Seçilen bir kriz göstergesi, almış olduğu değerin eşik değeri aştığı her
seferde, gelecekte bir kriz olacağına dair bir sinyal gönderir. Bu durumda
olası iki senaryo vardır: (i) belirli bir zaman diliminde kriz gerçekleşecektir; ya
da (ii) bu zaman diliminde kriz gerçekleşmeyecektir (yanlış alarm). Söz
konusu zaman dilimlerinin ne olacağı hakkında konulmuş kesin bir kriter
mevcut değildir (Bell, 2000: 117).
Kaminsky ve Reinhart’ a göre (1999) göstergelerin herhangi birindeki
değişme, eşik değerini aşarsa gelecek 24 ay içinde bir para krizi, 12 ay içinde
ise bir bankacılık krizi beklenebilir. Sinyal ya da kriz penceresi olarak da
adlandırılan ve sinyal alınma tarihiyle krizin başladığı tarih arasındaki zaman
periyodunu ifade eden bu zaman aralıkları yazarlar tarafından a priori olarak
belirlenmiştir.
Farklı tipteki krizler için farklı sinyal pencereleri öngörülmesinin
nedenlerini ise, krizlerin farklı zamanlarda doruk noktalarına ulaşmalarına ve
bankacılık krizlerinin oluşmasına neden olan faktörlerin sistematik bir biçimde
ortaya çıkmayarak politika yapıcıların bunları bir işaret olarak fark
edememelerine bağlamışlardır (Kaminsky ve Reinhart, 1999:487).
Görüldüğü üzere bu yaklaşımda eşik değerin nasıl belirlendiği büyük
önem taşır hale gelmektedir. Çünkü eşik değer, yanlış sinyallerin (kriz yokken
var gösteren sinyallerin) sayısını azaltmak amacıyla çok katı belirlenirse
değişkenlerde meydana gelen ve kriz sinyali olarak kabul edilebilecek bir
değişim gözden kaçırılabilir. Bu duruma literatürde I. tip hata denilmektedir.
Tersi durumda eşik değer çok geniş bir değer olarak belirlenirse gösterge
değerlerinde meydana gelecek en ufak bir değişim kriz sinyali olarak kabul
35
edilecek ve yanlış sinyallerin sayısı artacaktır. Buna da II. Tip hata
denilmektedir (Kaminsky ve Reinhart, 1999:487) .
Etkin kriz sinyallerinde bu hataların mümkün olduğunca az olması
beklenir. Sinyallerin etkinliği, hem tek tek göstergeler düzeyinde bir
göstergenin hem de göstergeler kümesi düzeyinde tüm göstergelerin krizleri
öngörmede ne kadar başarılı oldukları dikkate alınarak ölçülür (Altıntaş ve
Öz, 2007b:30).
İzleyen12/24ayiçindekrizvar
İzleyen12/24ayiçindekrizyok
Sinyal Alındı
A
B
SinyalAlınmadı
C
D
Kaminsky ve Reinhart (1999) sinyal etkinliğini sinyal – gürültü oranı
adını verdikleri bir yöntemle ölçmektedirler. Yukarıdaki matriste de görüleceği
üzere bu yöntemde bir göstergenin doğru sinyal verdiği (A) ve yanlış sinyal
verebilecekken vermediği (D) ayların sayısı yanlış sinyal verdiği (C) ve doğru
sinyal vermesi gerekirken veremediği (B) ayların sayısından ne kadar
fazlaysa o gösterge o kadar etkindir.
Sinyal
–
gürültü
oranı
[B (B  D)] [ A ( A  C)]
şeklinde
hesaplanmaktadır ve her gösterge için kötü sinyallerin iyi sinyallere oranını
göstermektedir. Burada [B B  D] yanlış sinyallerin tüm olası kötü sinyallere
oranını, [ A ( A  C)] ise iyi sinyallerin tüm olası iyi sinyallere oranını temsil
etmektedir (Kaminsky ve Reinhart, 1999:488).
Belirli bir göstergenin sinyal – gürültü oranı küçüldükçe o göstergenin
gelecekte meydana gelecek bir para ya da bankacılık krizini tahmin etmede
36
gösterdiği başarı artar. Yani bir göstergenin sinyal – gürültü oranı ne kadar
küçükse etkinliği o kadar fazladır. (Ahec - Sonje, 1999:287).
Öncü gösterge belirlemeye yönelik çalışmalarda bu yöntemin tercih
edilmesinin önde gelen sebeplerinden biri değişkenlerin krize ilişkin bireysel
etkinliklerinin anlamlı bir şekilde sıralanabilmesine imkân vermesidir. Yani bu
yöntem bir gösterge hakkında niteliksel bir değerlendirme yapılabilmesini
sağlar. Aynı zamanda krizlerin şiddeti ölçeğinde ülkelerin sıralanmasını
mümkün
kılar.
Rassal
öngörülere
oranla
daha
başarılıdır
ve
kriz
olasılıklarının tahmininde önemli yeri olan kompozit endekslerin tahmininde
etkindir. Finansal krizlerin önceden tahmininde önemli bir yeri olan sinyal
yaklaşımı literatürde de sıklıkla kullanılmasına rağmen bazı sorunları da
bünyesinde barındırmaktadır. Özellikle değişkenlerin seçiminin araştırmacılar
tarafından keyfi bir şekilde yapılıyor olması ve seçilen bu değişkenlerin her
birinin krizlerin tahmini için yaptıkları marjinal katkılarının ölçülememesi
eleştirilere konu olmaktadır. Buna bağlı olarak herhangi bir endeks tasarımı,
bu
endekste
yer
alacak
her
bir
değişkenin
münferit
katkıları
ile
ağırlıklandırılmadığı zaman da bir keyfilik söz konusu olacaktır. Değişkenlerin
sinyal – gürültü oranları yoluyla ağırlıklandırılması durumunda bile bu
değişkenlerin krizlere reel katkıları hakkında bir bilgi edinilemez. Ayrıca sinyal
yaklaşımı, meydana gelen krizlerin şiddeti hakkında herhangi bir incelemeye
olanak vermemektedir. Benzer şekilde krizlerin yaşandığı farklı bölgelerin
kendilerine özgü farklılıklarının dikkate alınmasına imkan vermediği için
sinyal yaklaşımı eleştirilmektedir. Ancak bu yaklaşım için yapılan en ciddi
eleştiriler krizlerin tahmin edilme başarısının örneklem içinde bile çok düşük
olduğu ve kriz zamanı konusunda da tatmin edici bir performans
sergileyemediği yönündedir (Tunay, 2010:14).
37
1.2.2.3.3. Sınırlı Bağımlı Değişken Yaklaşımı
Bir krizin meydana gelmesi ya da gelmemesi teknik açıdan
bakıldığında, “ikili kesikli” (binary discrete) bir olay olarak tanımlanabilir. Bu
takdirde krizlerin gerçekleşme olasılıklarının tahmin edilmesinde “sınırlı
bağımlı
değişken
yaklaşımı”
(limited
dependent
variable
approach)
kullanılabilir. Bu yaklaşımda en çok kullanılan modeller logit ve probit
modellerdir.
Logit ve probit modeller birer parametrik tahmin yöntemleridir ve sınırlı
bağımlı değişkenin bir dizi açıklayıcı değişken ile regresyona tabi tutulması
esasına dayanırlar. Yani bu modeller herhangi bir finansal krizin varlığı (1) ve
yokluğu (0) üzerine belirlenmiş kukla değişkenlerin birçok açıklayıcı değişken
ile
aralarındaki
olasılık
ilişkilerini
tahmin
ederek,
hangi
açıklayıcı
değişkenlerin krizleri tahmin etmede daha başarılı olduklarını tespit ederler.
Sınırlı bağımlı değişken yaklaşımının sinyal yaklaşımına göre bir
avantajı, bu yöntemde, her bir değişkenin krizi açıklamaktaki katkısı birlikte
değerlendirilebilmektedir ve istatistikî testler sayesinde genel bir anlam
çıkarılabilmektedir.
Böylece
krizin
meydana
gelmesine
neden
olan
değişkenlerden hangilerinin kriz olasılığını daha fazla artırdığı tespit
edilebilmektedir (Gaytan ve Johnson, 2002:11).
Sınırlı bağımlı değişken yöntemleri ilk kez çok değişkenli logit modeli
kullanılarak Eichengreen, Rose ve Wyplosz (1996) tarafından ve ikili probit
modeli kullanılarak Frankel ve Rose (1996) tarafından finansal krizlere
uygulanmıştır.
Daha sonra Demirgünç – Kunt ve Detragiache (1998); Krueger,
Osakwe ve Page (1998), Esquivel ve Larrain (1998); Hardy ve Pazarbaşıoğlu
(1999); Kamin, Schindler ve Samuel (2001) yöntemin geliştirilmesinde
katkıda bulunmuşlardır.
38
Lau ve Yan (2005) ise yuvalanmış logit model (nested-logit model)
kullanarak sadece para krizinin gerçekleşme durumunu değil (spekülatif atak
var “ yit  1” veya yok “ yit  0 ” ) spekülatif atak ( yit  1) durumunda merkez
bankasının atacağı kuru savunmaya yönelik adımların başarılı olup olmama
durumlarını da (başarılı savunma zit  0 veya başarısız savunma zit  1 )
dikkate alan bir çalışma yapmışlardır (Lau ve Yan; 2005: 295 – 316).
Sınırlı bağımlı değişken yaklaşımında eğer düşük frekanslı verilerle
çalışılırsa tatminkâr sonuçlar elde edilebilmektedir. Sinyal yaklaşımının
aksine her değişkenin krizle olan ilişkisi, bu değişkenlerin modele olan
marjinal katkısının hesaplanması ve münferit değişkenlerin bir kriz göstergesi
olarak test edilmesi bu yöntemde mümkündür. Ayrıca sinyal yaklaşımıyla
birlikte kullanıldığında sınırlı bağımlı değişken yaklaşımı, belirlenen eşik
değerlerin test edilmesine olanak sağlamaktadır (Tunay, 2010: 16).
Bu üstünlüklerine karşın sınırlı bağımlı değişken yaklaşımının bazı
zayıf noktaları da bulunmaktadır. Örneğin bu yaklaşımda kriz dönemi, krizin
meydana geldiği yıl olarak kabul edildiği için analizde yıllık verilerin
kullanılması durumunda yapılan tahminlerin etkinliği düşmektedir. Ayrıca yine
yıllık verilerin kullanılmasından ötürü birçok gösterge değerinde, krizlerle eş
zamanlı olarak, yapay bir biçimde değişme gözlenmektedir ve yurt dışı
kaynaklı değişkenlerin modelin dışında tutulması içsellik sorunlarına neden
olmaktadır (Tunay, 2010: 6).
Logit ve probit modellerin birbirlerinden farkı, tercih olasılıklarını
tanımlamada kullanılan birikimli dağılım fonksiyonu, logit modelde lojistik
dağılıma sahipken, probit modelde normal dağılıma sahiptir (Şen, 2006:9).
Logit model, grup üyeliği gibi bir bağımlı değişkeni çeşitli değişkenler
setinden (kesikli, sürekli, ikili veya karma) tahmin etmek için kullanılan çok
değişkenli bir yöntemdir. Bu yöntemde yukarıda da bahsedildiği gibi
39
değişkenlerin normal dağılıma sahip olmaları gerekmemektedir. Aynı
zamanda değişkenlerin eş varyansa sahip olmaları da zorunlu değildir.
Modelde bağımlı değişken “0” ve “1” değerleri alan bir kukla değişken olarak
tanımlanır (Kaya ve Yılmaz, 2007:10).
Bu şekilde tanımlanan kukla
değişkenler kullanılarak maksimum olabilirlik fonksiyonu yardımıyla bir
finansal krizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tahmin edilmeye çalışılır.
Model her bir ülkenin kriz deneyimi geçirip geçirmediği noktalarından hareket
etmektedir. Buna göre bağımlı değişken, kriz yoksa “0”, varsa “1” değerini
almaktadır. Bir krizin belirli bir zamanda belirli bir ülkede ortaya çıkma
olasılığı, n sayıda açıklayıcı değişkenler vektörünün, X (i, t ) ,bir fonksiyonu
olduğu hipotezine dayandırılmaktadır. Burada i ülkesinde ve t zamanında
meydana gelen veya gelmeyen bir kriz için P(i, t ) kriz kukla değişkenini;  ,
n bilinmeyenli katsayı vektörünü; ve F ( X (i, t )) de tahmin edilen kümülatif
olasılık dağılım fonksiyonunu göstermektedir. Böylece modelin log – olabilirlik
(log – likelihood) fonksiyonu aşağıdaki gibidir.
N
sayıda ülkenin i  {1,2,..., N} belirli bir zaman ( T ) aralığında
t  {1,2,..., T} gözlendiğini düşünelim. Her bir ülke için bağımlı değişken olan
kriz değişkeninin ( Y ) alacağı değerler “0” (kriz yok) ve “1” (kriz var) olmak
üzere:
Y  1 ise Pr(Y  1)  P
Y  0 ise Pr(Y  0)  1  P
Modelin doğrusal olmayan olasılık fonksiyonu (logit – probit):
Pr(Y  1)  F ( X  )
40
Modelin log – olabilirlik fonksiyonu:
T
n
ln L   P(i, t )ln{F[ X (i, t )]}  [1  P(i, t )]ln{1  F[ X (i, t )]}
t 1 i 1
Modelde olasılık dağılımının lojistik formu kullanılmaktadır. Regresyon
sonuçları yorumlanırken tahmin edilen katsayılardaki (açıklanan değişkenler)
bir birim artışın krizin ortaya çıkma olasılığı üzerinde kendisi kadar bir etki
göstermeyeceğine dikkat edilmelidir. Burada tahmin edilen katsayılar,
ln(P(i, t ) / (1  P(i, t ))) ’de
açıklanan
bir
değişkendeki
değişimin
etkisini
yansıtmaktadır. Olasılıktaki artış, orijinal olasılığa ve sonuçta tüm bağımsız
değişkenlerin ilk değerleri ile onların katsayılarına bağlı olmaktadır.
Katsayının işareti değişimin yönünü gösterse de, büyüklüğü
 X (i, t ) ’ de
kümülatif dağılım fonksiyonun eğimine bağlıdır. Yani açıklanan değişkendeki
bir değişim, ülkenin ilk kriz olasılığına bağlı olarak gerçekleşecek olan krizin
olasılığı üzerinde farklı etkilere sahip olacaktır. Logit modelde bir ülkenin ilk
kriz olasılığı aşırı ölçüde yüksekse (veya düşükse), bağımsız değişkenlerdeki
marjinal bir değişme krizin oluşması üzerinde küçük bir etkiye sahip olacaktır.
Ancak aynı marjinal değişme, ülkenin kriz olasılığının orta düzeyde olması
halinde daha büyük etkiye sahip olacağını göstermektedir (Altıntaş ve Öz;
2007a:14).
Probit model de logit model gibi P olasılık değerleri ile açıklayıcı
değişkenler arasında ilişki kurmayı amaçlayan ve olasılık değerinin 0 ile 1
arasında kalmasını sağlayan istatistiki bir modeldir.
X ile gösterilen bağımsız değişkenler aracılığıyla Y kriz bağımlı
değişkeni açıklanmak istenmektedir. Modelin amacı, bağımsız değişkenlerin
41
( X ), finansal bir krizin ( Y , bağımlı değişken) gerçekleşme olasılığı ( P )
üzerindeki etkisini tahmin etmektir. Buna göre probit modelde finansal bir
krizin
gerçekleşme
olasılığı,
değişkenlerin
doğrusal
olmayan
bir
fonksiyonudur.
Pr(Y  1)  F ( X  )
Normal dağılım fonksiyonu kullanılarak probit model tanımlanır.
Pr(Y  1)  F ( X  ) 
1
2

1 2 t 2

e
2
dt
Burada t standartlaştırılmış normal değişkendir (Şen, 2006:9).
Bu modelleri doğrusal olasılık modellerinden ayıran bir özellik,
bağımsız değişkenlerin bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin doğrusal
olmamasıdır. Bu özellik logit ve probit modellerin finansal krizlerin tahmininde
kullanılmasını daha cazip hale getirmektedir (Şen, 2006:10). Ancak
literatürde
logit
modelin
genellikle
probit
modele
tercih
edildiği
gözlenmektedir. Araştırmacıların logit model kullanma nedeni, bağımlı
değişkenin iki ayrı sonuç arasında kayda değer bir dağılım göstermediği
durumlarda logit modelin daha üstün performans sergilemesidir.
42
1.2.2.3.4. Diğer Yaklaşımlar
Literatürde yukarıda yer verilen çalışmalar dışında finansal krizleri
öngörmek için başka yöntemler de geliştirilmiştir. Vlaar (2000) tarafından
geliştirilen “Kriz Endeksi Yaklaşımı” (Index of Crises), Kolar vd. (2000)
tarafından geliştirilen ve parametrik olmayan istatistiksel bir teknik olan
“Tehdit Tanıma Modeli” (Treat Recognition Model) bunlardan bazılarıdır
(Tunay, 2010:15).
Ayrıca,
gelişmiş
ülkelerin
denetleme
ve
düzenleme
otoriteleri
tarafından kullanılan erken uyarı ve tahmin yöntemleri de bulunmaktadır.
Bunlar genellikle münferit banka başarısızlıklarıyla ilgilenen yöntemlerdir. Asıl
amaçları sıkıntıdaki bankaları tespit edip, gerekli önlemleri alarak bunların
bankacılık sektöründe neden olacakları riski azaltmaktır.
Örneğin CAMEL yöntemi bankacılık sistemindeki kırılgan bankaları
belirlemek için kullanılan mikro temelli bir yaklaşımdır ve ABD düzenleyici
otoriteleri
tarafından
bankacılık
problemlerini
belirlemek
için
kullanılabilmektedir (Demirgüç – Kunt, Detragiache, 2005:9).
CAMEL yöntemi; sermaye yeterliliği (capital adequacy / C), aktif
kalitesi (asset qulaity / A) yönetim yeterliliği (management adequacy / M),
kazanç durumu (earnings / E) ve likidite (liquidity / L) kavramlarının bir
bileşimidir ve bunların ilk harflerinden oluşur (Tunay, 2010:15).
Bu yöntemle bankaların finansal güçleri ve kırılganlıkları hususlarında
öncü göstergeler elde edilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntem Asya Krizini
tecrübe etmiş ülkelerde, banka büyüklüklerinin ve bankaların bağlantılı
şirketlerle olan ilişkilerinin banka başarısızlıkları üzerine etkilerini açıklamakta
kullanılmıştır (Demirgüç – Kunt, Detragiache,2005:9).
Son zamanlarda literatürde yer alan bir diğer çalışma Duttagupta ve
Cashin (2008) tarafından geliştirilen “ikili sınıflandırma ağacı“ (binary
43
classification tree) yaklaşımıdır. Parametrik olmayan istatistiksel bir yöntem
kullanılan bu yaklaşım, ikili sonuçların (finansal bir krizin olması ya da
olmaması gibi) tahmin edilmesine yardımcı olabilecek değişkenler arasındaki
kayda değer etkileşimleri ortaya koymayı amaçlamaktadır (Tunay, 2010:16).
Krizleri tahmin etmeye yönelik ampirik çalışmalar arasında oldukça
küçük
bir
grubu
da
davranışsal
modelleri
temel
alan
çalışmalar
oluşturmaktadır. Bu çalışmalar genellikle bir ülkede gerçekleşen krizlere
odaklanmışlar ve teorik olarak birinci nesil kriz modellerini temel almışlardır.
Flood ve Marion (1994) Latin Amerika ülkelerini ele alan bir çalışmayla birden
fazla ülke için bu yöntemi kullanarak geliştirmiştir. Daha sonra yapılan bazı
çalışmalarda teorik altyapıya ikinci nesil kriz modelleri dahil edilmiş ve olası
çoklu dengeleri içerecek şekilde çalışmalar yapılmıştır (Collins, 2003:3).
Finansal krizlerin tahmin edilmesinde öncü gösterge belirlemek için
kullanılabilecek yöntemler arasında son olarak
“Çok Değişkenli Uyumlu
Regresyon Uzanımları” (Multivariate Adaptive Regression Splines / MARS)
yöntemini gösterebiliriz. Parametrik ve parametrik olmayan yaklaşımların
özelliklerini bünyesinde barındıran bu yöntem, bir bağımlı değişken ile tahmin
ediciler seti arasındaki olası ilişkiyi “düzleştirme uzanımları” (smoothing
splines) kullanarak belirlemektedir (Tunay 2010; 27).
İKİNCİ BÖLÜM
1990 SONRASINDA TÜRKİYE’DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER
2.1. FİNANSAL KRİZLERİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Bu bölümde Türkiye‟nin 1994, 2001 ve 2008 – 2009 yıllarında
yaşadığı
krizler
karşılaştırmalı
olarak
analiz
edilmeye
çalışılacaktır.
Çalışmanın konusu finansal krizler olduğu için, finansal kesimin ve ödemeler
dengesi sermaye hesabının serbestleşmesinden sonraki dönem incelemeye
konu edilecektir.
Bu sebeple 1978 – 1980 Ekonomik Krizi çalışmanın kapsamı dışında
bırakılmıştır. Ayrıca 1998 yılında Rusya merkezli yaşanan finansal kriz de,
Türkiye ekonomisi üzerinde, 1999 Ağustos ve Eylül aylarında yaşanan
depremlerin yarattığı şokla da birleşerek, önemli ölçüde hasara yol açmış
olduğu halde kapsam dışında bırakılmıştır. Bu durumun gerekçesi ise
yaşanan bu türden olumsuzlukların arızi hareketler olarak değerlendirilmesi
ve ekonominin orta vadede kaçınılmaz olarak gerçekleşmesi beklenen krizleri
içerisinde kabul edilmemesidir.
Bu bölümde öncelikle söz konusu üç dönemde meydana gelen
krizlerin karakteristik özellikleri değerlendirilecektir. Daha sonra ise önde
gelen reel ve finansal kesim göstergelerinin kriz dönemlerindeki davranışları
incelenecektir.
45
2.1.1. 1990 Sonrasında Yaşanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri
Türkiye
hareketlerinin
ekonomisinde
serbest
1990‟lı
yıllarda,
bırakılmasının
1989
ardından,
yılında
makro
sermaye
ekonomik
politikalardaki uyumsuzluklar ve siyasi istikrarsızlıkların eşlik ettiği, iç ve dış
kaynaklı sorunlarla karşılaşılmıştır.
1991 yılında Körfez Savaşı, 1994 yılında 5 Nisan Ekonomik Krizi,
1997 yılında Asya Krizi, 1998 yılında Rusya Krizi ve 1999 yılındaki Marmara
Depremleri bu sorunların ortaya çıktığı önde gelen dönemlerdir. Bütün bu
dönemler boyunca, karşılaşılan ekonomik sorunların başında, kronikleşen
yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek işsizlik sorunları gelmektedir.
Karşılaşılan sorunları çözmek amacıyla 2000 yılı başında IMF
desteğiyle uygulanmaya başlanan kura dayalı “Enflasyonla Mücadele
Programı” başarısız olmuş ve ekonomi 2001 yılı Şubat ayında ağır bir
finansal krizle karşı karşıya gelmiştir. Şubat 2001 krizinin ardından,
uygulamaya başlanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla” yapısal
reformlar ve yasal düzenlemelere öncelik verilmiştir. Bu program, özellikle
uluslararası likidite bolluğunun da katkısıyla, başarılı bir şekilde uygulanmış
ve ekonomi yüksek bir büyüme dönemi yaşarken, kamu açıkları azalmış,
enflasyon ve faiz oranları hızla gerilemiştir. Ancak yüksek büyüme hızına
karşın ekonomi istihdam yaratmakta yetersiz kalmıştır (Yükseler, 2009:4).
Söz konusu dönemde ekonomide büyüme performansıyla istihdam
yaratma kapasitesi arasındaki bağ kopmuştur. Burada ekonominin “istihdam
yaratmayan
büyüme”
durumundan
ekonomik
büyüme
temposunun
yavaşlayıp, işsizliğin hızla arttığı “azalan büyüme – artan işsizlik” durumuna
geçiş yaptığını ileri süren görüşlere de rastlamak mümkündür (BSB,
2009:99).
46
2001 sonrası dönemde, ekonomide yaşanan iç ve dış kaynaklı
dalgalanmalar, genelde kısa süreli, reel büyüklükler üzerinde etkileri sınırlı ve
çoğunlukla döviz kuru kaynaklı olmuştur. ABD‟de başlayan ve konut
kredilerinden kaynaklanan kriz, 2008 yılı Eylül ayından itibaren küresel bir
finansal krize dönüşmüş ve Türkiye de içlerinde olmak üzere hemen hemen
bütün ülkeleri etkisi altına almıştır (Yükseler, 2009: 5). Küresel kriz, 2008 yılı
sonlarına
doğru
etkisini
artırmaya
başlamasından
itibaren,
Türkiye
ekonomisinin istihdam yaratma sorununu daha da vahim hale getiren bir
etken olmuştur (BSB, 2009:100).
2.1.1.1. Krizlerin Türü
Söz konusu krizler incelendiğinde ilk ikisinin (1994 ve 2001 Krizleri)
ikiz kriz tanımına uyduğu söylenebilir. İkiz kriz; herhangi bir para krizinden
belirli bir süre önce veya sonra bir bankacılık kriziyle karşılaşılması
durumudur.
Her iki finansal krizde de ödemeler dengesi – döviz kuru sorunları ve
banka başarısızlıkları ardı ardına gelmiştir.
Buradaki “belirli süre”nin ne
olduğu üzerinde literatürde bir uzlaşma yoktur. Araştırmacılar, ülkelerin kendi
koşullarını göz önünde bulundurarak süreyi belirleme eğilimindedirler.
Kaminsky ve Reinhart bu süreyi 48 ay olarak kabul etmişlerdir (Kaminsky ve
Reinhart, 1999:480).
Ancak Türel‟e göre, Türkiye koşullarında bu süre gerçekçi değildir, bir
para krizinin başlangıcından en çok iki yıl önce veya sonra bir bankacılık
kriziyle karşılaşılması durumunda bu krizin bir ikiz kriz olduğundan
bahsedilebilir (Türel, 2010:30).
47
2008 – 2009 finansal krizinin ise Türkiye için, bu çalışmanın yapıldığı
2011‟in ilk çeyreğine kadar herhangi bir bankacılık başarısızlığı söz konusu
olmadığı göz önüne alındığında, şimdilik bir para krizi olduğunu söylenebilir.
2.1.1.2. Ulusal ve Uluslararası Ekonomik Ortam
İç (ulusal) ve dış (uluslararası) ekonomik konjonktür ve bu konjonktür
evrelerindeki sermaye akımlarının hacim, bileşim ve oynaklığı, yerel krizin
evrimini ve şiddetini etkileyen faktörler olarak ön plana çıkmaktadır (Türel,
2010:36).
1990‟lı yılların ilk yarısı, dünya genelinde piyasa ekonomisine yönelik
uygulamaların ağırlık kazandığı ve bu yönde reform politikalarının kararlı bir
şekilde uygulandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde, dünya ekonomisi,
1990 – 1992 arasında resesyona girdikten sonra 1993 yılından itibaren
toparlanmaya başlamıştır. Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak Türkiye
ekonomisi de 1994 krizi öncesinde yüksek oranlı büyüme performansı
sergilemiştir (Özatay, 2009:71).
Tablo 2‟de görüleceği gibi GSYİH 1993 yılında yüzde 8,1 büyüme
gösterirken 1994 yılında krizle beraber yüzde 6,1 küçülmüştür. 1990‟lı
yıllarda uluslararası faiz oranlarındaki düşüşle birlikte Türkiye‟ye yabancı
sermaye girişi artmıştır. Bu durum ulusal paranın aşırı değerlenmesine ve
uluslararası finans piyasalarından borçlanmanın cazip hale gelmesine neden
olmuştur. Bu şekilde toplanan fonlar yüksek getirili kamu menkul kıymetlerine
yatırılarak ya da kredi şeklinde piyasaya sürülerek önemli kazançlar
sağlanmıştır.
Finansal piyasalardan elde edilen bu yüksek kazanç yeni oyuncuların
ilgisini artırmış ve 90‟lı yılların sonunda 80 kadar banka piyasada faaliyet
göstermeye başlamıştır. Bu bankaların önemli bir bölümü küçük ölçekli ve
48
yetersiz
sermayeyle
kurulmuştur.
Ayrıca
bankalarının
kurucularının
iştiraklerini veya üretimlerini finanse etme amacı gütmeleri piyasalarda ahlaki
tehlikeye neden olmuştur.
Bütün bunlara ek olarak, bankaların tam mevduat güvencesine
sırtlarını dayayıp, gerçekçi olmayan yüksek faizler vererek, sermayelerinin
çok üzerinde mevduat toplamaları ve bu mevduatlarla yüksek getirili devlet iç
borçlanma senetleri almaları ahlaki tehlikenin boyutlarının artmasına sebep
olmuştur. Bu dönemde döviz kurlarında yaşanan hızlı değer artışları
nedeniyle, kamu menkul kıymetlerinin getirisi düşük kalmış ve bankaların
likidite sorunları yaşamasına neden olmuştur. Bütün bunlar finansal sektörün
yapısının zayıflamasına neden olmuş ve özellikle bankacılık sektörünün
üstlendiği riskler ekonominin krize sürüklenmesinde başat rol oynamıştır
(Ural ve Balaylar, 2007:49).
1995 – 1999 döneminde, 1994 krizine yol açan ekonomik ve siyasi
etmenlerde iyileşme yaşanmamış, dengesizlikler geçici olarak bastırılmaya
çalışılmıştır.
1997 Asya ve 1998 Rusya krizleri sonrasında küçülen dünya
ekonomisi tekrar canlanmaya başlamış ve sanayileşmiş ülkeler 2000 yılı ilk
yarısında son yılların en yüksek büyüme hızlarına ulaşmışlardır. Ancak 2000
yılı son çeyreğinde ABD‟de başlayan ekonomik durgunluk 2001 yılında tüm
ülkeleri olumsuz etkilemiştir (Yükseler, 2009:7).
49
Tablo 1. 1990 Sonrasında Yaşanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri:
1994
Krizin Türü
İkiz
Ulusal ve Uluslarası Ekonomik Konjonktür
Yükseliş
Kriz Öncesinde Uygulanan Döviz Kuru Rejimi
Yönetilen Dalgalanma
Krizin Yarattığı Hasıla Kaybı (GSYİH'nın yüzdesi)
6,7
Kaynak: Türel, 2010:57
Tablo 2. Kriz Dönemlerine İlişkin Temel Göstergeler (%)
1994
1993 1994 1995 2000
1. GSMH/GSYİH Büyüme Hızı*
8,1
-6,1
8,0
5,4
2. GSMH/GSYİH Deflatörü*
67,4 107,3 87,2 49,2
3. TÜFE
°Yıl Sonu
71,1 125,5 76,0 39,0
°Yıllık Ortalama
66,1 106,3 89,1 54,9
4. İşsizlik Oranı
8,9
8,6
7,6
6,5
5. Cari İş. Den./GSMH - GSYİH
-3,5
2,0
-1,4 -3,7
6. İhracatın İthalatı Krş. Or.
52,1 77,8 60,6 51,0
8. KKBG/GSYİH
°Toplam
7,7
4,6
3,7
8,9
Kaynak: TÜİK, TCMB
* 1993-1994-1995 Baz yılı: 1987; 2000 ve sonrası Baz yılı: 1998
2001
İkiz
İniş
Sürünen Çapa
5,9
2001
2008-09
2001 2002 2008 2009
-5,7
6,2 0,7
-4,7
52,9 37,4 12,0 5,1
68,5
54,4
8,4
1,7
75,7
29,7
45,0
10,3
-0,6
69,9
12,1 10,0
10,06
10,44
11,0
-5,7
65,4
6,53
6,25
14,0
-2,3
72,5
1,6
6,4
2008-9
Para
İniş
Serbest Dalgalanan
7,9
50
Türkiye‟ de kamu kesimi özellikle 1994 krizinden sonra dış borçlanma
olanağını kaybetmiş ve giderek artan ölçüde iç borçlanmaya yönelmiştir. İç
borçlanma talebindeki artış reel faiz oranlarını yükseltmiş ve kamu kesimi iç
borçlanma maliyetlerini artırmıştır. Bu gelişmeler, ülkedeki bankacılık
sistemini, reel ekonomiye kaynak aktarmak yerine, devlet iç borçlanma
senetlerinin yüksek getirisi nedeniyle, kamu açıklarını finanse etmeye
yöneltmiştir. Bankalar, yurtdışından ve doğal olarak döviz cinsinden
borçlanıp, bu kaynakları yurtiçinde ulusal para cinsinden iç borçlanma
senetlerine yatırmışlar ve para uyumsuzluğuna neden olmuşlardır. Bu durum
aynı zamanda bankaların açık pozisyonlarını ve kur risklerini de artırmıştır.
Ayrıca bankacılık sisteminin taşıdığı sermaye yetersizliği yanında kısa vadeli
borçlanma ile uzun vadeli kredi sağlamasından dolayı neden olduğu vade
uyumsuzluğu piyasadaki riski artırmıştır (Ural ve Balaylar, 2007:50).
2000‟li yıllarda, küreselleşmenin gittikçe derinleşmesi ve uluslararası
sermaye hareketlerinde gözlenen artış sonucunda, finansal piyasalarda hızlı
bir gelişme meydana gelmiştir. Başta türev araçlar olmak üzere yeni finansal
araçların yaygınlaşması ve sanayileşmiş ülkelerde faiz oranlarının düşük
seviyelerde kalması, uluslararası likidite bolluğuna neden olmuş ve dünya
ekonomisinde 2002 yılında başlayan canlanmanın daha da güçlenmesini
sağlamıştır.
2007 yılının Ağustos ayında ABD emlak piyasasındaki “sub – prime
mortgage” kredilerindeki sorunların fark edilmesiyle beraber canlanma sona
ermiş ve 2008 yılı Eylül ayında başta ABD‟de olmak üzere büyük mali
kuruluşların iflas etmesi sonucu küresel düzeyde bir finansal kriz patlak
vermiştir (Yükseler, 2009:4).
51
Türkiye‟nin 1950 – 1980 dönemindeki para krizleri, genel bir eğilim
olarak, orta dönemli konjonktür döngüsünün iniş evrelerinde gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla 2001 ve 2008 – 9 Krizleri, bu örüntü ile uyumludur. Ancak 1994
Krizi orta dönemli döngünün yükseliş evresine rastlamıştır (Türel, 2010:36).
2.1.1.3. Kriz Öncesinde Uygulanan Döviz Kuru Rejimi
Türkiye 2008 -2009 krizine kadar, tüm krizleri, sabit ya da öngörülebilir
döviz kuru rejimleri altında yaşamıştır.
1923 – 1980 yılları arasında uygulanan geleneksel “sabit döviz kuru
rejimi” (fixed exchange rate regime) yerini kısa bir süre için “sürünen bant”
(crawling band) uygulamasına bırakmıştır (Kaya, 2009:78).
1981 – 1999 yılları arasında ise “yönetilen dalgalanma” (managed
float) döviz kuru rejimi uygulanmış, 1999 yılında Enflasyonla Mücadele
Programı çerçevesinde “sürünen çapa” (crawling peg) döviz kuru rejimine
geçilmiştir (Kasman ve Ayhan, 2006:39).
2001 Şubat krizinin ardından, “Enflasyonla Mücadele Programı”
kapsamında uygulanan ve Türk Lirasının değerini, artış oranı önceden ilan
edilmiş olan bir kur sepetinin alacağı değere bağlayan sürünen çapa sistemi
terk edilmiş ve “serbest dalgalanan” (free float) döviz kuru rejimine geçilmiştir
(Arat, 2003: 47).
2008 – 2009 krizi de 2001‟den bu yana uygulanan dalgalı kur rejimi
altında gerçekleşmiştir. Bu durum, serbest dalgalanan kur rejiminin krize
karşı bir güvence oluşturacağı savının artık desteklenemeyeceğine ilişkin
görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Türel, 2010:36).
52
2.1.2. Kriz Sürecinin Temel Reel ve Finansal Ekonomik Değişkenlerin
Davranışlarına Etkisi
Türkiye ekonomisinin kriz dönemlerinin ortak özelliği, büyüme hızında
düşme ve enflasyonda yükselmenin birlikte görülmesidir. Ancak küresel
finansal krizin etkili olduğu 2009 yılında diğer kriz dönemlerinin aksine
enflasyonda düşüş gözlenmiştir.
2008 – 2009 kriz döneminde iç talebin yanı sıra dış talebin de büyük
ölçüde daralması, uluslararası temel mal fiyatlarındaki hızlı gerileme ve
otomotiv sektörü başta olmak üzere bazı ürünler üzerindeki dolaylı vergilerin
indirilmesinin bu farklılaşma üzerinde etkili olduğu söylenebilir (Yükseler,
2009:10).
Tablo 2‟de görülebileceği gibi 1994 GSMH ve 2001 GSYİH sırasıyla,
yüzde 6,1 ve 5,7 oranında azalmıştır. Küresel krizin ilk etkilerinin görüldüğü
2008 yılının son çeyreğinde yüzde 6,2 oranında gerileyen GSYİH, 2009‟un ilk
üç çeyreğinde sırasıyla yüzde 14,6, yüzde 7,6 ve yüzde 2,7 gerilemiş,
ardından son çeyrekte yüzde 6 büyüme göstermiştir. Türkiye ekonomisi 2009
yılını GSYİH bazında yüzde 4,7 küçülerek kapatmıştır (TÜİK, 2011).
1990 sonrası yaşanan krizlerin öncesinde, kriz esnasında ve krizin
sonrasında GSMH ve GSYİH‟ deki değişmeleri analiz ettiğimizde krizlerin
yoğunlaştığı dönem öncesinde hâsılanın kayda değer ölçüde arttığı
(1993:%8,4; 2000:%5,4; 2007:%4,7) kriz sürecinde ciddi şekilde azaldıktan
sonra, kriz sonrasında tekrar toparlanarak arttığı görülür (TÜİK,2011).
Tablo 3‟de görülebileceği gibi, GSYİH harcama bileşenleri içerisinde
hâsıla artışının asıl kaynağı özel tüketim harcamalarıdır. İhracatın büyüme
düzeyinde meydana getirdiği etki, 2001 öncesinde ihmal edilebilecek bir
53
boyutta iken diğer kriz dönemleri öncesinde negatiftir. Öte yandan her üç kriz
dönemi öncesinde kamu nihai tüketim harcamalarının GSYİH artışına katkısı
olumlu fakat ikincil önemdedir.
Kriz dönemlerinde gayri safi sabit sermaye oluşumunun ciddi şekilde
yara aldığı yine Tablo 3‟de görülebilir. Krizin yoğunlaştığı dönemlerde reel
ekonomideki daralmanın temel bileşenleri, özel tüketim ve özel sabit yatırım
harcamalarındaki çarpıcı gerilemedir.
1994 krizinde %16 gerileyen gayri safi sabit sermaye, 2001 krizinde
%30 gerileme göstermiştir. Küresel kriz sürecinde ise 2008 yılında nisbi
olarak diğer kriz dönemlerine göre daha olumlu bir performans sergilemesine
karşın (-%6,2), 2009 yılında %19,1 seviyesinde düşme gözlenmiştir.
1994
ve
2001
Krizleri
öncesinde
kamu
finansman
açığının
daraltılmasına verilen önem ve öncelik dolayısıyla, kamu tüketim ve sabit
yatırım harcamalarının büyümeye katkısı negatif olmuş, 2008 – 2009
Krizinde bu değişkenlerde gözlenen artışlar diğer harcamalardaki düşüşü
telafi edemeyecek ölçülerde kalmıştır.
Kriz dönemlerinde ihracatın büyümeye etkisi 2001 ve 2002 yıllarında
pozitif olmuştur. Bu etki, 1994 ve 2009 yıllarında ihmal edilebilir seviyelerde
iken diğer dönemlerde negatif seviyelerde seyretmektedir (Tablo 3).
1994 ve 2001 krizleri için kriz öncesi yıllarda ihracatın ithalatı
karşılama oranında ciddi düşüşler gerçekleştiği görülmektedir (Tablo 2). 1992
yılında %64,3 olan bu oran 1993 yılında %52,1‟e gerilemiştir. 2000 yılında ise
bir önceki yılda %65,4 iken %51 olarak kaydedilmiştir.
54
Tablo 3: Kriz Dönemlerinde GSYİH' nin Harcama Bileşenlerindeki Değişim
1993*
1994*
1995* 2000** 2001** 2002**
GSYİH Bileş.(milyonTL)
.Özel Nihai Tüketim
66.544 62.962 66.011 49.444 46.182 48.372
.Kamu Nihai Tüketim
7.344
6.937
7.410
7.910
7.826
8.238
.G.Safi Sabit Ser. Oluşumu
29.247 24.576 26.822 15.794 11.060 12.684
.Stok Değişmeleri**
1.486
-2.925
1.771
376
-392
1.043
.İhracat
17.483 20.137 21.745 15.518 16.128 17.239
.İthalat (eksi)
25.715 20.089 26.033 16.607 12.496 15.104
.Toplam
96.390 91.599 97.728 72.436 68.309 72.519
GSYİHBileş.(gelişmehızı%)
.Özel Nihai Tüketim
8,6
-5,4
4,8
7,1
-6,6
4,7
.Kamu Nihai Tüketim
8,6
-5,5
6,8
5,7
-1,1
5,8
. G.Safi Sabit Ser. Oluşumu
26,4
-16,0
9,1
17,5
-30,0
14,7
.İhracat
7,7
15,2
8
16,0
3,9
6,9
.İthalat (eksi)
35,8
-21,9
29,6
21,8
-24,8
20,9
.Toplam
8,4
-5,0
6,7
5,4
-5,7
6,2
GSYİH Bileşenleri %
.Özel Nihai Tüketim
69,0
68,7
67,5
68,3
67,6
66,7
.Kamu Nihai Tüketim
7,6
7,6
7,6
10,9
11,5
11,4
G.Safi Sabit Ser. Oluşumu
30,3
26,8
27,4
21,8
16,2
17,5
.Stok Değişmeleri**
1,7
-3,2
1,8
0,5
-0,6
1,4
.İhracat
18,1
22,0
22,3
21,4
23,6
23,8
.İthalat (eksi)
26,7
21,9
26,6
22,9
18,3
20,8
.Toplam
100
100
100
100
100
100
2007**
2008**
2009**
70.421
10.127
25.480
217
25.275
29.913
101.254
70.198
10.304
23.912
-1.961
25.968
28.678
101.921
68.625
11.111
19.345
795
24.604
24.581
97.143
5,5
6,5
3,1
7,3
10,7
4,7
-0,3
1,7
-6,2
2,7
-4,1
0,7
-2,2
7,8
-19,1
-5,3
-14,3
-4,7
69,5
10,0
25,2
-0,1
25,0
29,5
100
68,9
10,1
23,5
0,2
25,5
28,1
100
70,2
9,7
22,6
1,0
23,8
27,3
100
*1987 fiyatlarıyla; **1998 fiyatlarıyla; ***Stok değişmeleri kalıntı yöntemiyle hesaplanmış olup istatistiki hatayı da içermektedir
Kaynak: TÜİK
55
Ancak 2008 – 2009 krizi öncesinde, bu değişkende, önceki kriz
dönemlerinde gözlenen sert düşüşler gözlenmemektedir. İhracatın ithalatı
karşılama oranı 2002 yılından itibaren %70 seviyesinden kademeli olarak
düşmeye başlamış 2006 yılında en düşük seviyesine (%61,3) ulaştıktan
sonra tekrar yükselişe geçmiştir. 2009 yılında bu oran %72,5 olarak
gerçekleşmiştir (TÜİK, 2011).
Tablo 2‟de görüleceği gibi kriz yıllarında, Türk Lirasında yaşanan
değer kayıplarına paralel olarak net ihracatta kaydedilen iyileşmeler, ihracatın
ithalatı karşılama oranını yükseltmektedir. Ancak bu olumlu görünüm kısa
sürmekte ve kriz sonrası yıllarda bu oranda ciddi kayıplar meydana
gelmektedir.
Gerek döviz kurundaki sıçrama gerek vergi artışları ve kamu fiyat
ayarlamalarının etkisiyle, yıllık ortalama TÜFE 1994 kriz döneminde 1993
yılına göre 40 puandan fazla artarak, %106,3 olarak gerçekleşmiştir. 2001 yılı
sonu TÜFE ile 2000 yılsonu TÜFE arasında ciddi bir fark bulunmasına
rağmen iki yılın ortalama değerleri birbirinden anlamlı ölçüde farklı değildir.
2009 yılında ise hem yılsonu hem de ortalama TÜFE değerleri 2008 yılına
göre belirgin ölçüde düşüş göstermiştir (Tablo 2).
1994 ve 2001 krizlerini izleyen aylarda ekonomideki genişlemenin itici
gücü sabit yatırım harcamaları olmuş, ihracatın katkısı yeniden negatif
değerler almıştır. Kamu harcamalarındaki değişmenin etkisi ise marjinal
ölçülerde kalmıştır (Türel, 2010:39).
Krizlerin sanayi üretimi, imalat sanayi üretimi ve imalat sanayi kapasite
kullanım oranları üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkilere baktığımızda
ise (Tablo 4), 1994, 2001 ve 2008 – 2009 krizleri arasında en yüksek
daralmanın son krizde kaydedildiği görülmektedir. Küresel kriz döneminde,
sanayi üretim endeksi 114,2‟den 102,9‟a; imalat sanayi üretimi endeksi
112,7‟den 99,9‟a gerilemiştir. Bu kriz döneminde iç talebin yanı sıra dış
56
talepteki hızlı daralma, ihracatın gerilemesine neden olmuş ve imalat
sanayinde üretim düşüşü hızlanmıştır.
Kriz dönemlerinde imalat sanayi kapasite kullanım oranlarında da ciddi
düşüşler gözlenmektedir. 1994 Ocağında %83,6 olan imalat sanayi kapasite
kullanım oranı 1994 Haziranında %65,4 „e gerilemiştir. Aynı endeks 2001
Ekim ayında %81,3 iken 2001 Nisanında %68,5 olarak gerçekleşmiştir.
Küresel kriz döneminde ise %82,4‟den (Mayıs 2008) %63,8‟e (Ocak 2009)
düşmüştür (Tablo 4).
1994 ve 2001 kriz dönemlerinde, ekonominin rekabet gücündeki artış
ve uluslararası konjonktürün daha elverişli olmasının da etkisiyle, dış ticaret
dengesinde kayda değer iyileşmeler gözlenmiştir. 2008 – 9 küresel kriz
döneminde de dış ticaret dengesinde iyileşme gözlenmesine karşın
uluslararası pazarda yaşanan talep daralması nedeniyle iyileşme sınırlı
düzeyde kalmıştır.
1994 ve 2001 krizlerinin ilk dönemlerinde, işsizlik oranlarında sınırlı
yükseliş olduğu görülmektedir. Nisan 1993 ve Nisan 1994 dönemleri
karşılaştırıldığında, genel işsizlik oranında 0,1 puan, tarım dışı işsizlik
oranında ise 0,8 puan yükselme olmuştur. 2001 kriz dönemi başlangıcında,
işsizlik oranında 0,2 puanlık sınırlı bir yükseliş gözlenmesine karşın, 2001 yılı
dördüncü çeyrekte işsizlik oranı %10,4 olmuş ve yılı %8,4 ile kapatmıştır.
2002 yılında %10‟un üzerine çıkan işsizlik oranı bir daha bu düzeyin altına
indirilememiştir. Küresel kriz dönemine bakıldığında ise, gerek genel işsizlik
gerek
tarım
dışı
kıyaslanamayacak
işsizlik
ölçüde
oranlarında,
yükselme
önceki
olduğu
kriz
dönemleri
görülmektedir.
Bu
ile
kriz
döneminde genel işsizlik oranı 4,8 puan, tarım dışı işsizlik oranı ise 5,5 puan
artmıştır. 2008 yılı Aralık ayında % 14 olarak gerçekleşen genel işsizlik oranı
2009 Şubatında %16,1 seviyesine çıkmış ve bu tarihten itibaren kademeli
olarak düşmeye başlamış ve yılı %14 düzeyinde kapatmıştır. 2010 yılında
genel işsizlik oranı %11,9‟ a gerilemiştir (TÜİK, 2011).
57
Tablo 4: Kriz Yıllarında Reel Ekonomik Göstergeler
1994 Krizi
Kriz
Birim
Öncesi
Kriz
Sanayi Üretim Endeksi
1997=100*
78,9
74,0
İmalat San. Üretim End. 1997=100*
79,7
73,1
83,6
65,4
İmal. San. Kap.Kul.Or.**
%
(1994/1)
(1994/6)
İhracat
Milyon $
15 345
18.105
İthalat
Milyon $
29.428
23.270
Dış Ticaret Dengesi
Milyon $
- 14.083
- 5.164
* 2008-09 için 2005=100
** Rakamların ait oldukları dönem parantez içine yer almaktadır.
Kaynak: TÜİK
2001 Krizi
Kriz
Öncesi
Kriz
103,4
94,4
102,1
92,4
81,3
68,5
(2000/10) (2001/4)
27.774
31.334
54.502
41.399
- 26.727
- 10.064
2008-09 Krizi
Kriz
Öncesi
Kriz
114,2
102,9
112,7
99,9
82,4
63,8
(2008/5)
(2009/1)
132.027
102.142
201.963
140.928
- 69.936
- 38.785
58
Tablo 5‟de görüleceği üzere 1994 ve 2001 kriz dönemlerinde, başta
döviz kuru ve faizler olmak üzere, nominal finansal göstergeler olağanüstü
artışlar göstermiştir. 1994 yılında Amerikan Doları, TL karşısında bir önceki
yıl ortalamasına göre % 169 değer kazanmıştır. Bu oran 2001 yılında ise
%96‟dır. Küresel kriz (2008 – 9) döneminde döviz kurundaki değişim önceki
kriz dönemleri kadar sert olmamıştır.
Devlet iç borçlanma senedi faiz oranları ise 1994 yılında 75,6 puan,
2001 yılında 138,4 puan artış gösterirken küresel kriz döneminde sadece 0,1
puan artmıştır.
Tablo 4 ve 5 incelendiğinde görüleceği üzere 2008 – 2009 döneminde,
reel ekonomik göstergelerin aksine, nominal finansal göstergeler krize daha
ölçülü tepki vermiştir.
Amerikan Doları, 2008 Eylül başında 1,20 TL seviyesinden Ekim
sonunda 1,70 seviyesine yükselmiş daha sonra ise uzun süre 1,50 – 1,70
bandında dalgalanmıştır. 2009 yılı sonunda dolar kuru 1,50 olarak
gerçekleşmiştir. Amerikan Doları karşısında Türk Lirasının değer kaybı, kriz
dönemi boyunca, ortalama %25‟dir. Bu kriz döneminde, bankacılık sisteminin
güçlü yapısı ve talepteki şok daralmanın yanı sıra, Merkez Bankasının döviz
ve TL likiditesine yönelik aldığı önlemler ve kısa vadeli politika faizlerini
indirmesi, DİBS faizleri ve döviz kurlarındaki oynaklığın kontrol altına
alınmasını sağlamıştır.
59
Tablo 5: Kriz Yıllarında Nominal Finansal Göstergeler
1994
2001
2008-9
Birim
Öncesi Kriz Öncesi Kriz Öncesi Kriz
Döviz Kuru °Dolar
$
0,02
0,04
0,67
1,44
1,17
1,50
İhr. Fiyat End.*
2003=100 103,0 105,7
92,8
90,4
167,5 139,7
İth. Fiyat End.*
2003=100
93,4
94,9
90,1
89,8
177,5 141,9
İMKB End. (1986=1)**
1986=1
105
217 14.476 10.138 48.239 37.532
DİBS Bileşik FaizOr.
%
87,4
163,0
37,9
100,7
17,6
17,7
*1993 yılı eski seri (1994=100)
**Yıllık ortalama
Kaynak: TCMB, TÜİK
Tablo 6. Kriz Sürecinde Açıklar ve Borç Düzeyi
1993* 1994*
°Cari İş. Den./GSMH
-3,6
1,99
°Kamu Sektörü Açığı / GSYİH %
6,7
3,9
°Kamu İç Borcu / GSYİH %
17,9
20,6
°Dış Borç / GSYİH %
37,5
48,3
°Kam. DışBorç / Top. Dış Borç %
56,1
60,7
* Eski seriye göre
Kaynak: TÜİK, Hazine
2000
-4,9
7,4
21,9
44,7
42.2
2001
2,3
13
50,9
57,7
41,4
2007
-5,9
2,9
30,3
38,5
29,4
2008
-5,6
3,3
28,9
37,3
28,2
2009
-2,3
7,5
34,6
43,4
31,1
60
Daha önce yaşanan kriz dönemlerinin aksine Küresel Kriz döneminde,
enflasyonda düşüş yaşanmıştır. Yıllık ortalama TÜFE, 2008 yılında, yüzde
10,44 iken 2009 yılı sonunda ortalama yüzde 6,25‟e gerilemiştir. Bu
dönemde, uluslararası temel mal fiyatlarındaki gerileme, yüksek işsizlik
nedeniyle hane halkı harcanabilir gelirindeki düşüş, dış talepteki daralma ve
geçici vergi indirimleri enflasyondaki düşüşe katkıda bulunmuştur. Küresel
kriz döneminde, döviz kurları ve enflasyondaki bu eğilim farklılığının bir diğer
nedeni de, bu dönemde dalgalı kur rejimi ve enflasyon hedeflemesi
sisteminin uygulanmakta olmasıdır. Önceki kriz dönemlerinde, döviz kuru
politikasının öncelikli olarak ekonominin rekabet gücünü artırmak amacıyla
kullanılması ve bu politikanın enflasyon üzerindeki etkisinin göz ardı edilmesi
nedeniyle, döviz kuru ve enflasyonda hızlı yükselişler gözlenmiştir (Yükseler
2009:49).
İncelemeye konu olan tüm kriz dönemlerinden önce cari işlemler
dengesinin de içinde bulunduğu bazı temel ekonomik göstergelerde ciddi
sorunlar bulunmaktadır.
Kriz öncesi dönemlerde Cari Açık / GSYİH oranları, tarihsel
ortalamalarının epey üzerine çıkmış; Kamu Borcu / GSYİH oranları aşırı
yüksek düzeylere varmamış olsa da Kamu Açığı / GSYİH oranları
sürdürülemeyecek ölçülerde yükselmiş; yüksek enflasyon kronik hale
gelmiştir.
1994 ve 2001 krizlerinde cari işlemler dengesi kısa sürede olumlu bir
görünüme bürünmüştür. Bu yıllarda cari işlemler dengesi sırasıyla 2,6 ve 3,4
milyar dolar fazla vermiştir (TÜİK, 2011).
Tablo 6‟da da görüleceği gibi 1994 ve 2001 yıllarında cari işlemler
dengesinin GSMH‟ ye oranı 1,99 ve 2,3 olarak gerçekleşmiştir. Kamu sektörü
61
açığının GSYİH‟ ye oranı ve kamu dış borçlarının toplam dış borçlara oranı
küresel kriz öncesinde diğer kriz öncesi dönemlere göre daha olumlu bir
görünüm sergilemektedirler. Örneğin 1993 ve 2000 yıllarında kamu sektörü
açığının GSYİH‟ ye oranı % 7 civarlarındayken 2007 yılında %2,9 olarak
gerçekleşmiştir. Dış borç göstergeleri de benzer şekilde 2007 yılında 1993 ve
2000 yıllarına göre daha olumlu bir görüntü arz etmektedir.
Cari Açık /
GSYİH oranının rekor düzeylere ulaşması ve açıkların, önemli ölçüde, borç
yaratan akımlarla finanse edilmesi, krizleri tetikleyen önemli faktörler
arasında gösterilmektedir (Türel, 2010:37).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FĠNANSAL KRĠZLERĠN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ: TÜRKĠYE ÖRNEĞĠ
3.1. FĠNANSAL KRĠZLERĠN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Bu bölümde, finansal kriz erken uyarı sistemleri literatüründe genel
kabul görmüş sınırlı bağımlı değişken modellerinden logit model kullanılarak
krizlerin öngörülüp öngörülemeyeceği tartışılacaktır.
Buradaki asıl amaç finansal kriz dönemlerini, daha kriz meydana
gelmeden tespit etmemizi sağlayabilecek değişkenlerin mevcut olup
olmadığının belirlenmesidir. Bunun için ilgili literatürde izlenen yöntemler
takip edilerek, öncelikle kriz tanımının yapılması ve kriz döneminin
belirlenmesi gerekmektedir. Ardından da çalışmada kullanılacak bağımsız
değişkenler saptanmalıdır.
Kriz tanımlama ölçütü olarak, ileride ayrıntılı şekilde üzerinde
durulacağı gibi Eichengreen, Rose ve Wyplosz (1996) tarafından geliştirilen
“spekülatif baskı endeksi“ (döviz piyasası baskı endeksi) kullanılacaktır.
Dolayısıyla spekülatif baskı endeksi yardımıyla belirlenen kriz takvimi (Tablo
7), yapılan ampirik çalışmanın esasını teşkil edecektir. Burada belirlenen kriz
dönemine “1” ve kriz olmayan dönmelere
değişken tanımlanacaktır.
“0” verilmek suretiyle bağımlı
63
Yapılan ampirik sınama sonucunda “öncü gösterge” olmaya aday
bağımsız değişkenler ise ilgili bölümde (Bölüm 1.2.2.2.) yer alan değişkenler
arasından seçilecektir.
Bu değişkenlerle ilgili verileri temsil eden zaman serileri üçer aylık
dönemler halinde TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sisteminden elde edilmiştir.
3.1.1. KRĠZ TAKVĠMĠ
Önceki bölümlerde kriz ölçütü olarak kullanılan çeşitli değişkenlerden
bahsetmiştik. Literatürde yapılan ampirik çalışmalara bakıldığında, krizlerin
başlangıç ve bitiş tarihleri belirlenirken, bu değişkenlerin iki ana yaklaşım
çerçevesinde kullanıldığı görülmektedir.
Bu yaklaşımlardan ilki cari açık, net sermaye girişleri, resmi
rezervlerde değişme, reel kur, faiz oranları, para arzı, kredi hacmi, ticari
bankaların toplam varlıkları gibi kilit değişkenlerden birinin veya birkaçının
seçilerek (bir bileşik endeks oluşturularak), bu gösterge veya göstergelerin
krize giriş/çıkış eşiklerinin belirlenmesidir.
İkincisi ise krizin nihai toplumsal bedelinin, çıktı veya istihdam kaybı
olacağı gerçeğinden hareketle, kriz takviminin bu tür reel göstergeler
üzerinden tespit edilmesidir (Türel, 2010:37).
64
Bilindiği gibi herhangi bir ekonomi için kriz öncü göstergeleri
belirlenebilmesi
ancak
krizin
tanımlanabilmesi
ve
nicel
bir
yapıya
kavuşturulabilmesiyle mümkündür (Kaya ve Yılmaz, 2007:6).
Bu bağlamda ampirik çalışmalarda genellikle para krizleri veya
bankacılık
krizleri
için
finansal
değişkenler
üzerinden
tanımlamalar
yapılmakta ve bu şekilde nicelleştirme yoluna gidilmektedir (Örnek olarak
bkz. Frankel ve Rose, 1996; Eichengreen, Rose ve Wyplosz 1996;
Demirgüç-Kunt ve Detragiache, 1998; Kaminsky ve Reinhart, 1999; IMF,
1998).
Aşağıda Türkiye‟nin 1990 sonrasında yaşadığı krizlerin başlangıç ve
bitiş tarihleri bu iki yöntem çerçevesinde ayrı ayrı hesaplanacak ve kriz
tanımlamasında finansal ve reel göstergeler beraber ele alınacaktır. Ancak
bu kısımda elde edilecek bulgulardan sadece spekülatif baskı endeksi
Türkiye ekonomisi için belirlenmeye çalışılacak kriz öncü göstergeleri için
ölçüt oluşturacaktır.
Kriz takviminin belirlenmesinde, finansal ve reel göstergeler birlikte ele
alınırken, bir nokta gözden kaçırılmamalıdır. Finansal baskı endeksi
kullanılarak bir kriz takvimi belirlenmesi durumunda, kriz, eşik değer ne kadar
küçük belirlenirse belirlensin, reel göstergeler üzerinden tanımlanan takvime
göre çok daha kısa bir zaman dilimini kapsayacaktır.
Bu durumun en başta gelen sebebi, sektörler arasındaki yapısal
farklılıklardır. Makroekonomik göstergelerde meydan gelen bozulmalar
beklentileri olumsuz etkilemeye başladığı andan itibaren finansal sektör hızla
tepki vermeye başlar ve ekonomik birimler finansal sektörün doğası gereği
çok çabuk pozisyonlarını değiştirebilirler. Ancak reel sektörde, karar alıcılar
herhangi bir olumsuz durum karşısında finans sektörüne göre çok daha geç
65
harekete
geçebilmektedirler.
Ayrıca
alınan
kararların
uygulamaya
geçirilmesinde ve beklenen etkilerin oluşmasında da gecikmeler meydana
gelmektedir. Bu durumun doğal sonucu olarak, aşağıda görüleceği üzere,
finansal göstergelerde bir kaç aylık bir zaman diliminde toparlanma
gerçekleşebilirken, reel göstergelerde bu toparlanmanın sağlanabilmesi için
çok daha fazla zamana ihtiyaç duyulmaktadır.
3.1.1.1. Kriz Takviminin Belirlenmesinde Spekülatif Baskı Endeksi
Spekülatif baskı endeksleri*, kriz dönemlerini belirlemek üzere
kullanılan araçların başında gelmektedir. Haftalık, aylık veya çeyrek dönemlik
olarak hesaplanan endeks değeri, belirli bir eşik değeri aştığında o
ekonomide krizin varlığından söz edilebilir. Eşik değer için genellikle
endeksin standart sapması kullanılmaktadır (Ural ve Balaylar, 2007:52).
Tarihsel süreçte ilk olarak bu yöntem, yerel para biriminin değer
kaybetmesi esasına dayandırılmış ve değişken olarak sadece döviz
kurundaki değişim esas alınmıştır. Bu yöntemde ortaya konulan ölçüt,
hükümetin elindeki politika araçlarıyla, yerel para birimini spekülatif ataklara
karşı başarılı bir şekilde savunduğu durumlarda, kullanışsız hale gelmektedir.
Bu olumsuzluğu aşmak için alternatif olarak, sadece döviz kurunu esas
almak yerine, uluslararası rezerv değişimlerini ve faiz oranını da kapsayan
endeksler geliştirilmiştir. (IMF, 1998:76; Eichengreen, Rose ve Wyplosz,
1996:21).
Benzer şekilde Kaminsky ve Reinhart tarafından geliştirilen “para
piyasası dalgalanma endeksi” ise rezervlerdeki ve döviz kurundaki değişimi
*
“Döviz Piyasası Baskı Endeksi” veya “Finansal Baskı Endeksi” de denilmektedir.
66
hesaba katarken faiz oranlarında meydana gelen değişimi dışarıda
bırakmıştır (Kaminsky ve Reinhart, 1999:498).
Buna göre, Eichengreen vd. (1996) takip edilerek faiz (i), döviz kuru
(e) ve uluslararası rezervlerde (r) meydana gelen değişme esas alınmak
üzere spekülatif baskı endeksi aşağıdaki gibidir (Eichengreen, Rose,
Wyplosz, 1996:21).
i
e
r
 i
 e
 r
i
e
r
SPB 


i
e
r
Faiz oranı ve döviz kurundaki değişmeler pozitif, rezervlerdeki
değişmeler ise negatif ağırlığa sahiptir. Böylece, döviz kuru ile faiz oranının
artması
yanında
rezervlerin
düşmesi
spekülatif
baskı
endeksini
yükseltmektedir (Ural ve Balaylar, 2007:53).
Endeksin hesaplanması, her üç değişkene farklı ağırlık verilerek
yapılabilir. Ancak literatürde genellikle serilerin standartlaştırılması suretiyle
ağırlıksız olarak hesaplanması tercih edilmektedir (Uygur, 2001:8).
Standartlaştırma her bir gözlemden, serinin ortalaması (  ) çıkarılıp
standart sapmasına (  ) bölünmek suretiyle gerçekleştirilmektedir. Söz
konusu endeksin hangi durumlarda ve dönemlerde bir finansal krize işaret
ettiği, belirlenecek eşik değere göre tespit edilir. Eşik değer aşağıdaki şekilde
formüle edilmektedir (Eichengreen, Rose, Wyplosz, 1996:21).
67
Burada kullanılan k simgesi, “Ampirik Modeller” bölümünde de
üzerinde durulan I. ve II. tip hatayı optimize etmek üzere, finansal kriz tahmin
literatüründe eşik değer oluşturmak amacıyla yaygın olarak kullanılan
sezgiye dayalı sabit bir değerdir*.
Bu eşitliklerde ortalama (μ) varsayım gereği sıfıra eşittir. Bu durumda
eşik değer spekülatif baskı endeksinin standart sapmasının k katı olarak
belirlenmektedir. Endeksin bu değerden büyük olduğu dönemler finansal bir
krize delalet etmekte ve bağımlı kukla değişken 1 (D=1) değerini almakta;
aksi durumda değişken 0 (D=0) değerini almaktadır (Kaya ve Yılmaz,
2007:7).
Şekil 1.‟de Türkiye ekonomisi için hesaplanmış spekülatif baskı
endeksi yer almaktadır. Endeks oluşturulurken, döviz kuru değişkeni olarak
ABD doları, faiz değişkeni olarak mevduat faiz oranı ve rezerv değişkeni
olarak da merkez bankası brüt döviz rezervlerinin aylık verileri kullanılmıştır.
Endeks
incelendiğinde,
eşik
değer
olarak
endeksin
standart
sapmasının 1,25, 1,5 ve 2 katının grafik üzerinde gösterildiği görülecektir.
Çalışmaya konu edilen üç kriz dönemi dışında herhangi bir endeks
hareketinin kriz kapsamına alınmaması için endeks standart sapmasının 2
katı eşik değer olarak belirlenmiştir.
*
Türkiye için yapılmış ampirik çalışmalarda bu sabite farklı değerler verildiği görülmektedir.
Örneğin Uygur (2001), Ural ve Balaylar (2007), Kaya ve Yılmaz (2006;2007), Orhan (2006),
Değirmen – Şengönül – Tuncer (2006) ve Kibritçioğlu – Köse – Uğur (1999) 1.5 değerini
kabul ederken, Gerni – Emsen – Değer (2005) 2.5, Altıntaş ve Öz (2007) 1.43, Değirmen –
Şengönül – Tuncer (2006) 1.25 değerlerini kullanmışlardır.
68
ġekil 1. Spekülatif Baskı Endeksi
69
Belirlenen eşik değer itibariyle Türkiye ekonomisinin her bir krize giriş
ve çıkış dönemleri Tablo 7‟de verilmiştir. Spekülatif baskı endeksine göre,
söz konusu değişkenler, 1994 yılı Şubat - Nisan ayları arasında, 2000 yılı
Eylül – 2001 yılı Mart ayları arasında ve 2008 Ekim ayında krize işaret
etmektedir.
3.1.1.2. Kriz Takviminin Belirlenmesinde Reel Göstergeler
Krizin nihai toplumsal bedeli aslen çıktı ve istihdam kayıpları şeklinde
olacağı için, krizlerin başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesinde, bu tür
reel göstergeler kullanılabilir.
Söz konusu kayıplara yönelik nicel bir ölçüt oluşturmak için genellikle
aylık imalat sanayi üretim endeksi (bir önceki yılın aynı ayına göre)
kullanılmaktadır. Bu endeksin negatif değerler almaya başladığı ay krize giriş,
kalıcı olarak pozitif değerler almaya başladığı ay ise krizden çıkış tarihi olarak
kabul edilir. Burada endeksteki değişme oranı bir önceki yılın aynı ayına
kıyasla hesaplandığından, mevsimsellik etkisi mümkün olduğunca ortadan
kalkmaktadır (Türel, 2010:37).
Krize giriş ve çıkış tarihleri arasındaki süre, kriz dönemi olarak kabul
edilmektedir. Her bir krizin başlangıç ve bitiş referans dönemleri Tablo 7‟de
verilmiştir.
1993 yılında imalat sanayi üretim endeksindeki yıllık ortalama artış
yüzde 6,8 olarak gerçekleşmiştir. Krizin etkisiyle imalat sanayi üretim
endeksindeki yıllık artış Şubat ayından itibaren negatif değerler almaya
başlamış ve üretim gerilemesi 1995 yılı Nisan ayına kadar devam etmiştir.
70
Yıllık bazda üretim gerilemesi 14 ay sürmüş ve en yüksek üretim düşüşü
yüzde 20,9 ile Temmuz ayında gerçekleşmiştir. İmalat sanayi üretim endeksi
1994 yılı genelinde yüzde 9,3 oranında gerilemiş, 1995 yılında ise Nisan
ayında başlayan toparlanma devam etmiş ve yılsonu itibariyle imalat sanayi
üretim endeksi yüzde 8,5 oranında büyüme göstermiştir. Görüldüğü gibi 1994
Krizi Şubat ayında başlamış ve 1995 yılı Nisan ayına kadar 14 ay sürmüştür.
2001 krizi öncesinde imalat sanayi üretim endeksi 2000 yılını, Aralık
ayında %5,1 düşüşe rağmen, artışla kapatmıştır. Bu artış 2001 Ocak ayında
da devam etmiş, Şubat ayı itibariyle endeks gerilemeye başlamıştır. Üretim
gerilemesi 13 ay devam etmiş ve 2002 Mart ayında düşüş sona ermiştir.
Böylece, imalat sanayi üretim endeksi 2001 yılında yüzde 9,7 oranında
gerilemiştir. 2001 krizi 13 ay sürmüştür.
2007 yılında yüzde 6,6 oranında artış gösteren imalat sanayi üretimi,
2008 yılı ilk yarısında da yüzde 5,1 oranında büyümüştür. 2008 yılında,
küresel finansal krizin derinleştiği ve yaygınlaştığı Ekim ayından önce aylık
imalat sanayi üretim endeksi gerilemeye başlamıştır. 2008 Ağustos ayında,
%7,5‟le başlayan üretim düşüşü 2009 yılı Ekim ayına kadar kesintisiz devam
etmiş, Ekim ayında yüzde 6,2 artış göstermesine karşın Kasım ayında tekrar
negatif değer almıştır (%-3,8). 2009 Aralık ayında endeks yüzde 26,3 artış
göstermiş ve bu tarihten itibaren bir daha negatif değer almamıştır (TÜİK,
2011).
Küresel kriz 2008 yılı Ağustos ayından, imalat sanayi üretim
endeksinin kalıcı olarak artmaya başladığı 2009 Aralık ayına kadar 16 ay
sürmüştür. 2010 yılında Temmuz ayı dışında (%9,2) hiç %10‟un altına
düşmeyen imalat sanayi üretim endeksi, 2010 Aralık ayında bir önceki yılın
aynı ayına göre %18,5 artış göstermiştir.
71
Tablo 7. Kriz Takvimi
1. Kriz Takvimi
°Spek. Bsk. End. Göre (Başlangıç / Bitim)
Şubat94/Nisan94
2000Eylül/2001Mart
2008 Ekim
°Reel Göst. Göre (Başlangıç / Bitim)
Şubat 94/Mart 95
Şubat 01/Şubat 02
Ağus. 08/Aralık 09
°Spek. Bsk. End. Göre
3
7
1
°Reel Göst. Göre
14
13
16
2. Kriz Süresi (ay)
3.1.1. AMPĠRĠK ANALĠZ
Ampirik
analizde
kullanılan
yöntem
sınırlı
bağımlı
değişken
yaklaşımlarından logit modeldir. Logit modelin analizde kullanılmasının
sebebi, birinci bölümde aktarıldığı gibi, genelde sınırlı bağımlı değişken
yaklaşımının özelde ise logit modelinin diğer yaklaşım ve modellere göre
kullanılan veriye daha uygun olması ve daha anlamlı sonuçlar vermesidir.
Çalışmada Türkiye ekonomisine ilişkin 1992:Q1 – 2010:Q4 dönemine
ait veri seti kullanılmıştır. Kullanılan veriler çeyrek dönemlik oldukları için,
kukla değişken atanırken spekülatif baskı endeksiyle aylık olarak belirlenen
kriz değişkenleri çeyreklik olarak ifade edilmiştir. Buna göre “kriz var” (D=1)
kukla değişkeni atanan dönemler Tablo 8‟de gösterilmiştir. Spekülatif baskı
endeksine göre kriz olmayan dönemler için kukla değişken “0” olarak
atanmıştır.
Tablo 8. Kriz (D=1) Kukla DeğiĢkenleri
Dönem
Endeks Değeri*
EĢik Değer
1994 Q1
2.528781
1.416.077
1994 Q2
4.380213
1.416.077
2000 Q3
1.515571
1.416.077
2000 Q4
1.956715
1.416.077
2001 Q1
3.630409
1.416.077
2008 Q4
1.542713
1.416.077
*Çeyreklik dönem içerisindeki en yüksek değer.
D
1
1
1
1
1
1
72
Regresyonda kullanılan bağımsız değişkenler (finansal krizler için
öncü olup olmadığı test edilen değişkeler), bu değişkenlerin nasıl
tanımlandığı ve bağımlı değişkenle aralarındaki ilişkilerin ekonomik olarak
beklenen işaretleri Tablo 9‟da verilmiştir. Beklenen işaretin pozitif olması
“öncü gösterge” ile finansal kriz çıkma olasılığı arasında doğru yönlü, negatif
işaret ise ters yönlü ilişkinin bulunduğunu göstermektedir.
Analizde kullanılan modeller Tablo 9‟daki sıralamaya göre R programı
ile oluşturulmuştur.
Bilindiği gibi durağan olmayan zaman serileriyle çalışılması halinde
„sahte regresyon problemi‟ ortaya çıkabilir (Granger ve Newbold, 1974:111 –
120). Bu nedenle zaman serileri ile yapılan regresyon analizlerinde
değişkenler arasındaki ilişkinin varlığını araştırmadan önce analizlerde
kullanılan değişkenlerin durağan olup olmadıklarının incelenmesi gerekir. Bu
çalışmada serilerin durağanlık özelliklerinin test edilmesinde en sık kullanılan
yöntemlerden biri olan Genişletilmiş Dickey ve Fuller (ADF)
testi
kullanılmıştır. (Tablo 10). Ho hipotezi seride birim kök olduğunu (I(1))
belirtmektedir; Ho hipotezinin reddedilmesi ise seride birim kök olmadığı (I(0))
yani
serinin
durağan
olduğunu
göstermektedir.
Kullanılan
verilerin
logaritmaları alındıktan sonra bir önceki döneme göre farkları alınmış ve bu
verilere ADF testi uygulanmıştır. Tabloda sunulan test sonuçları serilerin
durağan olduğunu ifade etmektedir.
73
Tablo 9: Analizde Kullanılan DeğiĢkenler
Gösterge
Tanımlama
ĠĢaret
1.Uluslararası Rezervler
t ve t-1 yılları arasında rezervlerde
° Rez
meydana gelen değişimin logaritması
(-)
2. Döviz Kuru
° REDK
3. Yurtiçi Krediler
°YK
4. GSYĠH
° GDP
t ve t-1 yılları arasında reel döviz
kurunda meydana gelen değişimin
logaritması
(-)
t ve t-1 yılları arasında yurtiçi
kredilerde meydana gelen değişimin
logaritması
(+)
t ve t-1 yılları arasında GSYİH‟ de
meydana gelen değişimin logaritması
(-)
t ve t-1 yılları arasında dış ticaret
açığında meydana gelen değişimin
logaritması
(+)
5. DıĢ Ticaret Açığı
° DTA
6. Borç Kompozisyonu
° KİB
° KDB
7. Hisse Sn. Fiyat End.
° İMKB
t ve t-1 yılları arasında kısa vadeli iç
borçlarda meydana gelen değişimin
logaritması
t ve t-1 yılları arasında kısa vadeli dış
borçlarda meydana gelen değişimin
logaritması
t ve t-1 yılları arasında hisse senedi
fiyat endeksinde meydana gelen
değişimin logaritması
(+)
(+)
(-/+)
9. Ödemeler Dengesi
° CA
t ve t-1 yılları arasında cari işlemler
hesabında meydana gelen değişim
(+)
74
Tablo 10. Analizde Kullanılan DeğiĢkenlerin Durağanlık Testleri
DeğiĢken
Rez
REDK
YK
GDP
DTA
KĠB
KDB
ĠMKB
CA
ADF Testi
DF Ġstatistiği
-6,2712
-4,9896
-3,8715
-6,0849
-5,0969
-3,6888
-3,7569
-4,9317
-4,9121
p - değeri
0,01
0,01
0,0205
0,01
0,01
0,0321
0,0262
0,01
0,01
Modele eklenen değişkenlerin anlamlı bir katkı yapıp yapmadıkları ise
Wald test istatistiği ile ölçülmüştür. Wald testi regresyon analizindeki
açıklayıcı değişkenlerin sıfırdan farklı olup olmadıklarını ve istatistiksel olarak
anlamlılıklarını test etmek için kullanılan bir analizdir.
Modellerin uygunluklarının değerlendirilmesi ise Akaike bilgi kriteri
(AIC) kullanılarak yapılmıştır. R programında yapılan bu analizde açıklayıcı
değişkenlerin modelde yer alıp almayacağı AIC‟ ye göre belirlenmiştir. Analiz
sonuçlarını gösteren tablolarda model için elde edilen son AIC değeri
verilmiştir.
Çalışmada kullanılan bir diğer uygunluk testi ise R2 analizidir. Logit ve
probit modellerde McFadden R2 istatistiği modeldeki bağımsız değişkenlerin
en basit model olan kesişim modeli ile karşılaştırıldığında modele yaptığı
katkıyı göstermektedir. Kesişim modelinin log olabilirliği toplam kareler
toplamının, bağımsız değişkenlerin yer aldığı modelin log olabilirliği ise artık
kareler toplamının yerine kullanılır ve bu iki log olabilirliğin oranı bağımsız
değişkenleri içeren modelin kesişim modelini ne ölçüde geliştirdiğini gösterir.
Olabilirlik 0 ile 1 arasında değişirken log olabilirlik 0‟a eşit ya da 0‟dan
küçüktür. Eğer model çok düşük bir olabilirliğe sahip ise bu model için
hesaplanan log olabilirliğin değeri daha uygun bir modelin log olabilirliğinden
daha yüksek olacaktır. Dolayısıyla çok küçük log olabilirlik oranları bağımsız
75
değişkenleri içeren modelin kesişim modeline göre daha uygun olduğunu
gösterir (Gujarati, 2004:605 – 606; Greene,2003:683).
Regresyon analizi sonuçları, “Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Öncü
Göstergeler” bölümünde (Bölüm 1.2.2.2.) aktarılan teorik çerçeve esas
alınarak yorumlanmıştır.
İlk model Tablo 9‟ da yer alan tüm değişkenlerle oluşturulmuş ve “R”
programı kullanılarak AIC değerlerine göre en
uygun nihai model
bulunmuştur. Buna göre Tablo 11‟de verilen nihai model elde edilmiştir.
Yt = (-3,3189) + (-34,55) REDK + (2,4538) DTA + (-18,898) İMKB
Tablo 11. Kriz Öncü Göstergeleri (Nihai Model)
Wald Test
Katsayı
SabitTerim
REDK
DTA
ĠMKB
AIC
-3,3189
-34,55
2,4538
-18,898
29,127
Standart
*
Hata
Z
istatistiği
0,8806***
-3,769
16,2438**
-2,127
1,521
-1,613
9,145**
-2,066
McFadden R² =0,4851312
p-değeri
0,000164
0,033422
0,106689
0038781
χ2
p-değeri
8,6432***
4,2693**
2,7676**
0,004463
0,01792
0,04846
Bu modele göre kriz bağımlı değişkeni ile uluslararası rezervler, yurtiçi
krediler, GSYİH, kısa vadeli iç ve dış borç ve cari işlemler hesabı bağımsız
değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki mevcut değildir.
Dolayısıyla bu çalışma çerçevesinde söz konusu bağımsız değişkenlerin
finansal kriz öncü göstergesi olarak değerlendirilebileceğine dair herhangi bir
bulgu elde edilememiştir.
Reel efektif döviz kuru ve hisse senetleri fiyat endeksi bağımız
değişkenleri ile kriz bağımlı değişkeni arasında ise istatistiksel olarak anlamlı
bir ilişki mevcuttur. Her iki değişkende de meydana gelen azalmalar kriz
olasılığını artırmaktadır.
*
„***‟ 0.01 „**‟0.05 „*‟0.1
76
Dış ticaret açığı değişkeni ile kriz bağımlı değişkeni arasında da
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Ancak bu değişkenin dahil
edildiği modelin AIC değeri dahil edilmediği modele kıyasla daha düşüktür.
Dolayısıyla dış ticaret açığı değişkenin yer aldığı regresyon modeli yer
almadığı modele göre daha uygun bir modeldir.
Şekil
2‟de
gösterilen
nihai
modelin
finansal
krizleri
öngörü
performansı, model için hesaplanan öngörü olasılıklarıyla spekülatif baskı
endeksinin karşılaştırılması suretiyle elde edilmiştir. Şekilde kriz zamanları
spekülatif baskı endeksinin eşik değerleri aştığı dönemler esas alınarak
gösterilmiştir (Kukla değişkenin “1” olarak atandığı dönemler). Öngörü olasılık
değerleri ise tanım gereği 0 ila 1 arasında değerler almaktadır. Buna göre
nihai model her üç kriz dönemini de doğru olarak tespit etmiştir.
ġekil 2. Nihai Modelin Öngörü Performansı
SONUÇ
Bu çalışmada öncelikle finansal krizlerle ilgili kavramsal çerçeve
belirlenmiş, literatürde kullanılan çeşitli kriz tanımlamalarına yer verilmiştir.
Özellikle asimetrik bilgi problemi ve buna bağlı olarak ahlaki tehlike ve ters
seçim olgularının finansal krizlerin meydana gelmelerinde ortaya koydukları
etkiler üzerinde durulmuştur. Ardından finansal krizlerle ilgili teorik ve ampirik
çalışmalar incelenmiştir.
Teorik çalışmalarla ilgili bölümde krizlerin çıkış nedenlerini farklı
faktörlere bağlayan görüşlere yer verilmiş ve bu görüşlerin zaman içinde
gösterdikleri gelişme sergilenmeye çalışılmıştır.
Ampirik çalışmalarla ilgili bölümde ise öncelikle finansal krizlerin nasıl
nicelleştirilebileceği üzerinde durulmuş, piyasa hareketlerinin hangi çap ve
sürekliliğe ulaştığında kriz olarak tanımlanabileceğine ilişkin literatürde yer
alan görüşlere yer verilmiştir. Gerçekleşen finansal krizler için hangi
değişkenlerin öncü gösterge olarak yaygın bir şekilde kullanıldığı ve bu
değişkenlerde meydana gelen hareketlerin kriz olasılığı üzerinde nasıl bir etki
ortaya koydukları tartışılmaya çalışılmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde Türkiye ekonomisinde 1990 sonrasında
yaşanan üç finansal kaynaklı kriz birlikte ele alınmış, bu krizlerin başlıca
karakteristik özellikleri saptanmış ve temel reel – finansal değişkenler
üzerindeki etkileri üzerinde durulmuştur. Bu bölümde söz konusu üç finansal
krizden ilk ikisinin bankacılık ve para krizlerinin beraber yaşandığı durum
olarak ifade edilebilecek “ikiz kriz” tanımına uyduğu, son yaşanan küresel
krizin ise bir “para krizi” olduğu saptaması yapılmıştır.
Ardından kriz dönemlerinde Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu
ulusal ve uluslararası ekonomik konjonktürün nasıl bir durum arz ettiği ve söz
78
konusu konjonktürde oluşan sermaye akımlarının hacim, bileşim ve
oynaklarının kriz süreci üzerindeki nasıl etkilerde bulundukları üzerinde
durulmuştur.
Ülke ekonomisinde uygulanan döviz kuru rejimi ile finansal krizlerin
ilişkisi incelenmiş, serbest dalgalanan döviz kuru rejiminin genel kanı
doğrultusunda finansal krizlere karşı bir güvence teşkil edip edemeyeceği
tartışılmıştır.
Çalışmada kriz sürecinin başlıca reel ve finansal sektör değişkenleri
üzerinde ortaya koyduğu etkiler de tartışma konusu edilmiştir.
Üçüncü bölümde ilk olarak finansal ve reel sektörler itibariyle krizlerin
Türkiye ekonomisi üzerinde ne zaman etkili olmaya başladıkları ve etkilerini
ne zaman yitirdikleri araştırılmıştır.
Bu amaçla literatürde yer alan iki yaklaşım ayrı ayrı kullanılarak, reel
ve finansal göstergeler itibariyle kriz takvimleri oluşturulmuştur (Tablo 7).
Finansal değişkenler (faiz, döviz kuru ve merkez bankası uluslararası
rezervleri) kullanılarak oluşturulan
“spekülatif
baskı endeksi”ne
göre
hazırlanan takvime göre 1994 krizi Şubat 1994’ de, 2000 -2001 krizi Eylül
2000’ de, 2008 – 2009 krizi ise Ekim 2008’ de etkisini göstermeye
başlamıştır.
Reel değişkenler (aylık imalat sanayi üretim endeksi) üzerinden
hazırlanan takvime göre söz konusu krizlerin başlangıç zamanları sırasıyla,
Şubat 1994, Şubat 2001 ve Ağustos 2008 olarak belirlenmiştir.
Bu iki yaklaşım arasında krizlerin başlangıç dönemleri açısından çok
bariz farklılıklar gözlenmemesine karşın kriz süreleri açısından ciddi farklar
bulunmaktadır. Spekülatif baskı endeksine göre 1994, 2000 – 2001 ve 2008
79
– 2009 krizleri sırasıyla 3, 7 ve 1 ay sürmüş gibi görünmesine rağmen reel
göstergelere söz konusu krizler sırasıyla 14, 13 ve 16 ay devam etmiştir.
İlgili bölümde (Bölüm 2.1.3.) tartışıldığı üzere kriz sürelerinin her iki
yaklaşıma göre bu derece farklı belirlenmesinin sebebi öncelikle finansal ve
reel sektörler arasındaki yapısal farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Her iki
sektör arasındaki karar alma, karaları uygulama ve sonuçları elde etme
süreçleri arasındaki farklılıklar ilgili değişkenlerin aldıkları değerler üzerinde
etkili olabilmektedir.
Üçüncü bölümde daha sonra 1990 – 2010 yılları arasında Türkiye
ekonomisinde meydana gelen üç finansal kaynaklı ekonomik kriz temel
alınarak toplam 9 değişkenin öncü gösterge teşkil edip edemeyecekleri,
çeyrek dönemlik veriler kullanılarak araştırılmıştır.
Bunun için finansal krizlere ilişkin erken uyarı sistemleri literatüründe
de sıklıkla başvurulan iki araç, spekülatif baskı endeksi ve sınırlı bağımlı
değişken modellerinden logit model kullanılmıştır. Spekülatif baskı endeksi
yaşanan krizlerin nicel hale getirilmesi, dolayısıyla da kriz bağımlı
değişkeninin belirlenmesi amacıyla kullanılmıştır. Logit model ise tespit edilen
bağımsız değişkenlerle nicel hale getirilen kriz bağımlı değişkeni arasındaki
ilişkileri saptama işlevini görmüştür.
Çalışmada uluslararası rezervler, döviz kuru, yurtiçi krediler, GSYİH,
dış ticaret açığı, borç kompozisyonu, hisse senetleri fiyat endeksi ve
ödemeler dengesi ile ilgili değişkenlerin (Tablo 9) kriz öncü göstergeleri olup
olamayacağı araştırılmıştır.
Regresyon analizi sonuçları, “Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Öncü
Göstergeler” bölümünde (Bölüm 1.2.2.2.) aktarılan teorik çerçeve esas
alınarak yorumlanmıştır.
80
Modele ilk olarak Tablo 9’ da yer alan tüm değişkenler dahil edilmiş ve
“step by step” fonksiyonu kullanılarak AIC değerlerine göre en anlamlı sonuç
veren değişkenler bulunmuştur. Buna göre Tablo 11’de verilen nihai model
elde edilmiştir.
Yapılan logit regresyon analizi sonucunda aşağıdaki sonuçlara
varılmıştır.
Nihai modele göre (Tablo 10) kriz bağımlı değişkeni ile uluslararası
rezervler, yurtiçi krediler, GSYİH, kısa vadeli iç ve dış borç ve cari işlemler
hesabı bağımsız değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
mevcut değildir. Dolayısıyla bu çalışma çerçevesinde söz konusu bağımsız
değişkenlerin finansal kriz öncü göstergesi olarak değerlendirilebileceğine
dair herhangi bir bulgu elde edilememiştir.
Reel efektif döviz kuru ve hisse senetleri fiyat endeksi bağımız
değişkenleri ile kriz bağımlı değişkeni arasında ise istatistiksel olarak anlamlı
bir ilişki mevcuttur. Her iki değişkende de meydana gelen azalmalar kriz
olasılığını artırmaktadır.
Bilindiği gibi reel döviz kurunda meydana gelen bir atış yerel para
biriminin güçlendiğini göstermektedir. Aşırı değerlenmiş reel döviz kuru
finansal krizlerin meydana gelme olasılığını yükseltmektedir. Finansal kriz
dönemlerinde ise nominal döviz kurlarında yaşanan yüksek oranlı artışlara
paralel olarak reel döviz kurunda değer kaybı görülmektedir.
Hisse senetleri fiyat endeksinde de reel döviz kuruna paralel şekilde
kriz dönemlerinden önce aşırı artışlar görülebilmektedir. Kriz dönemlerinde
ise tam tersine endekste yüksek oranlı düşüşler meydana gelmektedir.
Dış ticaret açığına ilişkin regresyon analizi sonuçları incelendiğinde,
bağımlı değişkenle aralarında negatif yönlü bir ilişkinin mevcut olduğu
81
gözlenmektedir. Ancak bu ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Bu
değişkenin dahil edildiği modelin AIC değeri dahil edilmediği modele kıyasla
daha düşüktür. Dolayısıyla dış ticaret açığı değişkenin yer aldığı regresyon
modeli yer almadığı modele göre daha uygun bir modeldir.
Nihai modelin öngörü performansına bakıldığında ise (Şekil 2) her üç
finansal krizin geçekleşme zamanlarının doğru şekilde tahmin edilebildiği
görülmektedir.
Görüleceği üzere çalışma sonucunda elde edilen bulguların bazıları
literatürde yapılan önceki çalışmalara uyum gösterirken bazıları da farklılık
arz etmektedir. Elde edilen sonuçlardaki bu farklılık incelenen dönemden,
bağımsız değişkenlerin belirlenme yönteminden veya seçilen veri setinden,
kukla bağımlı değişken atanırken kullanılan kriz nicelleştirme yönteminden
(spekülatif baskı endeksi), uygulanan regresyon analizinden veya Türkiye
ekonomisinin yapısal özelliklerinden kaynaklanabilmektedir.
Sonuç olarak yapılan bu çalışma çerçevesinde Türkiye ekonomisi için
elde edilen bulgulara göre bir finansal kriz gerçekleşmeden önce gerekli
önlemlerin alınabileceği makul bir zamanda sinyal verebilecek dolayısıyla da
gerçek anlamda finansal kriz öncü göstergesi olduğu söylenebilecek iki
değişken bulunmaktadır. Bunlar reel efektif döviz kuru ve hisse senetleri fiyat
endeksine ilişkin değişkenlerdir.
KAYNAKÇA
AGHION, Philippe, BACHETTA, Philippe, BANERJEE, Abhijit; “Currency
Crises and Monetary Policy in an Economy with Credit Constraints”,
Swiss National Bank Working Papers, no. 00.07, 2000.
AHEC-SONJE, Amina; “Leading Indicators of Currency and Banking Crises:
Croatia and the World”, Economic Trends and Economic Policy,
no.75, 1999.
ALTINTAġ, Halil, ÖZ, Bülent; “GeliĢmekte Olan Ülkelerdeki Bankacılık
Krizlerinin Çok DeğiĢkenli Logit Yöntemiyle Öngörülmesi”, Ankara
Üniversitesi S.B.F. Dergisi, cilt 62, sayı 4, 2007(a).
ALTINTAġ, Halil, ÖZ, Bülent; “Para Krizlerinin Sinyal YaklaĢımı ile
Öngörülebilirliği: Türkiye Uygulaması” Anadolu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, cilt 7, sayı 2, 2007(b), s.19 – 44.
ARAT, KürĢad; “Türkiye’de Optimum Döviz Kuru Rejimi Seçimi ve Döviz
Kurlarından Fiyatlara GeçiĢ Etkisinin Ġncelenmesi”, TCMB, Temmuz
2003.
ARI, Ali; “An Early Warning Signals Approach for Currency crises: The
Turkish Case”, MPRA Paper, no.25858, October 2010.
BAĞIMSIZ SOSYAL BĠLĠMCĠLER; Türkiye’de ve Dünyada Ekonomik
Bunalım, 2008 – 2009, Ġstanbul, Yordam Kitap, 2009.
84
BERG, Andrew, PATTILLO, Catherine; “Are Currency Crises Predictable? A
Test”, IMF Staff Papers, vol. 46, no.2, June 1999.
BERG,
Andrew,
BORENSZTEĠN,
Eduardo,
PATTILLO,
Catherine;
“Assessing Early Warning Systems: How Have They Worked in
Practice?”, IMF Working Paper, WP/04/52, March 2004.
BAYRAKTUTAN, Yusuf; “Küresel finansal Krizler ve IMF”, Ekonomik Kriz
Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Ed. Halil SEYĠDOĞLU, Rıfat YILDIZ,
Ġstanbul, Arıkan Basım, 2006.
BELL, J.; “Leading Indicator Models of Banking Crises – A Critical Review”,
Financial Stability Review, December 2000.
BURKART, Olivier, COUDERT, Virginie; “ Leading Indicators of Currency
Crises in Emerging Economies, Banque De France, Ner74, May
2000.
COLLĠNS, Susan M.; “Probabilities, Probits and the Timing of Currency
Crises”, Georgetown University, March 2003.
COġKUN, M. Necat; “GeliĢmekte Olan Ekonomilerde Bankacılık Krizleri”,
Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 3, sayı 2, 2001, s. 39 – 50.
DEĞĠRMEN, Süleyman, ġENGÖNÜL, Ahmet, TUNCER, Ġsmail; “Kriz Erken
Uyarı Sinyalleri Olarak Reel Ekonomi Göstergeleri”, Ekonomik Kriz
Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Ed. Halil SEYĠDOĞLU, Rıfat YILDIZ,
Ġstanbul, Arıkan Basım, 2006.
85
DEMĠRGÜÇ
–
KUNT,
Aslı
ve
DETRAGIACHE,
Enrica;
“Financial
Liberalization and Financial Fragility” Policy Research Working
Paper Series 1917, The World Bank, 1998a.
DEMĠRGÜÇ – KUNT, Aslı ve DETRAGIACHE, Enrica; “The Determinants of
Banking Crises in Developing and Developed Countries” IMF Staff
Papers, vol. 45, no.1, March 1998b.
DEMĠRGÜÇ – KUNT, Aslı ve DETRAGIACHE, Enrica; “Cross – Country
Empirical Studies of systemic Bank Distress: A Survey”, IMF Working
Paper, WP/05/96, May 2005.
EDISON, Hali J.; “Do Indicators of Financial Crises Work? An Evaluation of
an Early Warning System” International Finance Discussion
Papers, n.675, July 2000.
EICHENGREEN, Barry, ROSE, Andrew K., WYPLOSZ Charles; “Contagious
Currency Crises”, NBER Working Paper Series, no.5681, July 1996.
ELEKDAĞ, Selim, KANLI Ġ. Burak; “Finansal Stres ve Ġktisadi Faaliyet”,
Ekonomi Notları, TCMB, sayı 6, 2010.
ERKEKOĞLU, Hatice, BĠLGĠLĠ Emine; “Parasal Krizlerin Tahmin Edilmesi:
Teori ve Uygulama”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, sayı 24,
Ocak – Haziran 2005, s. 15 – 36.
ERDOĞAN, Meltem; “Bankacılık Sektöründe Asimetrik Bilgi: Sorunlar ve
Çözüm Önerileri”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
sayı 20, Nisan 2008, s. 1 – 20.
86
FLOOD, Robert P., GARBER, Peter M., KRAMER, Charles; “Collapsing
Exchange Rate Regimes: Another Linear Example”, Journal of
International Economics 41, 1996, s. 223 – 234.
FLOOD, Robert P., MARION, Nancy; “A Model of the Joint Distribution of
Banking and Exchange – Rate Crises” IMF Working Paper,
WP/01/213, December 2001.
FRANKEL, Jeffrey A, ROSE, Andrew K.; “Currency Crashes in Emerging
Markets: Empirical Indicators”, NBER Working Paper Series,
no.5437, January 1996.
FRANKEL, Jeffrey A., SARAVELOS, George; “ Are Leading Indicators of
Financial Crises Useful for Assessing Country Vulnerability? Evidence
from the 2008 – 09 Global Crisis”, NBER Working Paper Series,
no.16047, June 2010.
GAYTAN, Alejendro, JOHNSON, Christian A.; “A Review of the Literature on
Early Warning Systems for Banking Crises”, Central Bank of Chile
Working Papers, no.183, 2002
GERNĠ, Cevat, EMSEN, Selçuk, DEĞER, M. Kemal; “Erken Uyarı Sistemleri
Yoluyla
Türkiye’deki
Ekonomik
Krizlerin
Analizi”,
İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, sayı
2, 2005, s. 11 – 29.
GÜRLER, Alper, KAPLAN, Duygu; “Türkiye Ġçin Erken Uyarı Endeksi
Önerileri”, VII. Ulusal Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu,
Ġstanbul Üniversitesi, Mayıs 2005, s. 1 – 18.
GRANGER, C.W.J., NEWBOLD,P.; “Spurious Regressions in Econometrics”,
Journal of Econometrics 2, 1974, s.111 – 120.
87
GREENE, William H.; Econometric Analysis, New Jersey, Prentice Hall,
Fifth Edition, 2003.
GUJARATI, Damodar; Basic Econometrics, The McGraw-Hill Companies,
Fourth Edition, 2004.
HONOHAN, Patrick; “Banking System Failures in Developing and Transition
Countries: Diagnosis and Prediction”, BIS Working Papers, no. 39,
January 1997.
IMF; “Financial Crises: Characteristics and Indicators of Vulnerability”, World
Economic Outlook 1998.
IġIK Selim, DUMAN Koray, KORKMAZ Adil; “Türkiye Ekonomisinde Finansal
Krizler: Bir Faktör Analizi Uygulaması”, Dokuz Eylül Üniversitesi
İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 19, sayı 1, 2004, s. 45 – 69.
KAMINSKY, Graciela, REINHART Carmen, M.; “The Twin Crises: The
Causes of Banking and Balance – of – Payments Problems”,
International Finance Discussion Papers, no.544, March 1996.
KAMINSKY, Graciela, LIZONDO, Saul, REINHART, Carmen, M.; “Leading
Indicators of Currency Crises”, IMF Staff Papers, vol. 45, no.1, March
1998.
KAMINSKY, Graciela, REINHART Carmen, M.; “The Twin Crises: The
Causes of Banking and Balance – of – Payments Problems”, The
American Economic Review, vol. 89, no.3, June 1999, s. 473 – 500.
88
KASMAN, Saadet, AYHAN, Duygu; “Macroeconomic Volatility under
Alternative Exchange Rate Regimes in Turkey”, Central Bank Review
2, 2006, s. 37 – 58.
KAYA, Vedat, YILMAZ, Ömer; “ Para Krizleri Öngörüsünde Logit Model ve
Sinyal YaklaĢımının Değeri: Türkiye Tecrübesi”, Türkiye Ekonomi
Kurumu Tartışma Metni, ġubat 2007.
KAYA, Emre; “Döviz Kuru Rejimlerinin Euro’ya GeçiĢteki Rolü”, TCMB, Mart
2009.
KĠBRĠTÇĠOĞLU, Bengi, KÖSE, Bülent, UĞUR, Gamze; “A Leading Indicators
Approach to the Predictability of Currency Crises: The Case of
Turkey”, Hazine Dergisi, s.12, 1998, s. 79 – 105.
KRUGMAN, Paul; “A Model of Balance of Payment Crises”, Journal of
Money, Credit and Banking, vol.11, no:3, Ohio State University
Press ,Aug. 1979.
KRUGMAN,Paul;“CurrencyCrises”,http://web.mit.edu/krugman/www/crise
s.html, 1997.
KRUGMAN, Paul; “Crises: The Next Generation?”, Razin Conference, Tel
Aviv University, March 2001.
LAU, Lawrence j., YAN Isabel K.; “Predicting Currency Crises with a Nested
LogitModel”,http://www.hkimr.org/cms/upload/seminar_app/sem_p
aper_0_29_yan_paper_final.pdf
MARSHALL, David; “Understanding the Asian Crisis: Systemic Risk as
Coordination Failure”, Economic Perspectives Federal Reserve
Bank of Chicago, 1998.
89
MISHKIN, Frederic S.; “Anatomy of a Financial Crisis”, NBER Working
Paper Series, no:3934, December 1991.
MISHKIN, Frederic S.; “Understanding Financial Crises: A Developing
Country Perspective”, NBER Working Paper Series, no:5600, May
1996.
MISHKIN, Frederic S.; “Financial Policies and the Prevention of Financial
Crises in Emerging Market Contries”, NBER Working Paper Series,
no. 8087, January 2001.
OBSTFELD, Maurice; “The Logic of Currency Crises”, ”, NBER Working
Paper Series, no. 4640, February 1994.
OBSTFELD, Maurice, SHAMBAUGH, Jay C., TAYLOR Alan M.; “Financial
Instability, Reserves, and Central Bank Swap Lines in the Panic of
2008”, NBER Working Paper Series, no. 14826, March 2009.
OBSTFELD, Maurice, SHAMBAUGH, Jay C., TAYLOR Alan M.; “Financial
Stability, The Trilemma, and International Reserves”, NBER Working
Paper Series, no. 14217, August 2008.
ORHAN, Sevinç; “Kasım ve ġubat Krizlerinin Öncü DeğiĢkenler Yoluyla
Sinyal Analizi”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Ed.
Halil SEYĠDOĞLU, Rıfat YILDIZ, Ġstanbul, Arıkan Basım, 2006.
ÖZATAY, Fatih; Finansal Krizler ve Türkiye, Ġstanbul, Doğan Egmont A.ġ.,
1. Baskı, 2009.
90
ROSE, Andrew K., SPIEGEL, Mark M.; “Cross – Country Causes and
Consequences of the 2008 Crisis: Early Warning”, NBER Working
Paper Series, no. 15357, September 2009a.
ROSE, Andrew K., SPIEGEL, Mark M.; “Cross – Country Causes and
Consequences of the 2008 Crisis: International Linkages and
American Exposure”, Federal Reserve Bank of San Francisco,
Working Paper Series 2009 – 18, September 2009b.
ġEN, Ali; “Asimetrik Bilgi ve Finansal Kriz ĠliĢkisi”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 14, Nisan 2006
ġĠġMAN, Mehmet; “Parasal Kriz Teorileri ve GeliĢmekte Olan Ülkeler”,
Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 21, sayı1, 2006.
TUDELA, M. Mercedes; “Explaining Currency Crises: A Duration Model
Approach”, London School of Economics and Political Science,
London, May 2000.
TUNAY, K. Batu; “Bankacılık Krizleri ve Erken Uyarı Sistemleri: Türk
Bankacılık Sektörü Ġçin Bir Model Önerisi”, BDDK Bankacılık ve
Finansal Piyasalar Dergisi, cilt 4, sayı 1, 2010.
TÜREL, Oktar; “Türkiye’de 1994, 2001 ve 2008 – 9 Ekonomik Krizlerinin
KarĢılaĢtırmalı Analizi”, Gazi Üniversitesi Ekonomik Yaklaşım
Dergisi, cilt 21, sayı 75, 2010, s. 27 - 75.
URAL, Mert; “Finansal Krizler ve Türkiye”, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi, cilt 18, sayı1, 2003, s. 11 – 28.
91
URAL, Mert, BALAYLAR, Nilgün Acar; “Bankacılık Sektöründe Yüksek Risk
Alımı ve Baskı Ġndeksleri”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, cilt
44 sayı 509, 2007, s. 47 – 57.
UYGUR, Ercan; “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 ġubat Krizleri”,
Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001.
YAY, Gülsün Gürkan; “1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi”,
Yeni Türkiye, Ekonomik Kriz Özel Sayısı II., Eylül – Ekim, 2001,
s.1234.
YÜKSELER, Zafer; “Türkiye’de Kriz Dönemlerinde Ekonomik GeliĢmeler ve
Ödemeler Dengesi Uyumu”, TCMB, Temmuz 2009.
91
ÖZET
ŞAHİN, Tolgahan. Finansal Krizler ve Kriz Öncü Göstergeleri: Türkiye
Uygulaması, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana
Bilim Dalı İktisat Teorisi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011.
Bu çalışmanın amacı, finansal krizleri tahmin etmek için; kriz öncü
göstergelerinden, Türkiye ekonomisi için anlamlı olanların belirlenmesi ve
sonuçlarının değerlendirilmesidir. Bu amaca ulaşabilmek için, finansal krizler
gerçekleşmeden önce veya gerçekleştikten sonra belli başlı ekonomik
değişkenlerin sergiledikleri davranışlar ve Türkiye ekonomisi üzerinde ortaya
koydukları etkiler gözlenmiştir. 1990 – 2010 yılları arasında Türkiye
ekonomisinde meydana gelen üç finansal kaynaklı ekonomik kriz temel
alınarak toplam 9 değişkenin öncü gösterge teşkil edip edemeyecekleri,
çeyrek dönemlik veriler kullanılarak araştırılmıştır. Bunun için finansal krizlere
ilişkin erken uyarı sistemleri literatüründe de sıklıkla başvurulan iki araç,
spekülatif baskı endeksi ve sınırlı bağımlı değişken modellerinden logit model
kullanılmıştır. Spekülatif
baskı endeksi yaşanan krizlerin nicel hale
getirilmesi, dolayısıyla da kriz bağımlı değişkeni belirleme işlevini görürken,
logit model ise tespit edilen bağımsız değişkenlerle nicel hale getirilen kriz
bağımlı değişkeni arasındaki ilişkileri saptama işlevini görmüştür.
Anahtar Sözcükler:
1.
Finansal Kriz
2.
Öncü Göstergeler
3.
Kriz Tahmini
4.
Logit Model
5.
Türkiye
92
ABSTRACT
ŞAHİN, Tolgahan. Financial Crises and the Leading Indicators: An
Application of Turkey, Gazi University Social Sciences Institute
Department of Economics M. Sc. Thesis in Economic Theory Program.
Ankara – 2011.
The objective of this study is to determine and analyse the leading
indicators of the financial crises
to predict the crises in Turkey. To achieve
this goal the effects of the main economic series on Turkish economy have
been examined before and after these crises occurred. 9 quarterly series
have been analysed under 8 different categories to determine whether they
are leading indicators of 3 financial crises experienced between 1990 and
2010 in Turkey. Considering the related literature the speculative pressure
index and the logit model have been used to assess the leading indicators.
While speculative pressure index has been used to quantify the experienced
crises which means that it enables us to determine the leading indicators; the
logit model has been used to assess the relationship between the dependent
pressure index and the chosen independent variables.
Key words:
1. Financial crisis
2. Leading indicators
3. Crisis prediction
4. Logit model
5. Turkey.
Download