T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI FİNANSAL KRİZLER VE KRİZ ÖNCÜ GÖSTERGELERİ: TÜRKİYE UYGULAMASI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Tolgahan ŞAHİN Tez Danışmanı Prof. Dr. M. Necat COŞKUN Ankara – 2011 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANA BİLİM DALI İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI FİNANSAL KRİZLER VE KRİZ ÖNCÜ GÖSTERGELERİ: TÜRKİYE UYGULAMASI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Tolgahan ŞAHİN Tez Danışmanı Prof. Dr. M. Necat COŞKUN Ankara – 2011 ÖNSÖZ Bu çalışmada finansal krizleri tahmin etmek için yararlanılabilecek öncü göstergelerin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Söz konusu amaca ulaşabilmek için 1990 – 2010 yılları arasında Türkiye ekonomisinde meydana gelen üç finansal kaynaklı ekonomik kriz temel alınarak toplam 9 değişkenin öncü gösterge olup olamayacakları tartışılmıştır. Bu tez çalışmasının hazırlanmasında değerli fikirleriyle bana yol gösteren danışmanım Prof. Dr. Necat Coşkun’a teşekkür ederim. ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ i İÇİNDEKİLER DİZİNİ ii KISALTMALAR DİZİNİ v TABLOLAR DİZİNİ vi GİRİŞ 1 BİRİNCİ BÖLÜM FİNANSAL KRİZLERLE İLGİLİ KAVRAMSAL ARKA PLAN, TEORİK VE AMPİRİK ÇALIŞMALAR 1.1. KAVRAMSAL ARKA PLAN 4 1.2. FĠNANSAL KRĠZ MODELLERĠ 10 1.2.1. Teorik ÇalıĢmalar 11 1.2.1.1. Birinci Nesil Kriz Modelleri 11 1.2.1.2. Ġkinci Nesil Kriz Modelleri 14 1.2.1.3. Üçüncü Nesil Kriz Modelleri 16 1.2.2. Ampirik ÇalıĢmalar 19 1.2.2.1. Ampirik ÇalıĢmalarda Kullanılan Kriz Tanımlamaları 21 1.2.2.2. Ampirik ÇalıĢmalarda Kullanılan Öncü Göstergeler 25 1.2.2.3. Ampirik Modeller 29 1.2.2.3.1. Kalitatif Göstergeler YaklaĢımı 30 1.2.2.3.2. Sinyal YaklaĢımı 32 1.2.2.3.3. Sınırlı Bağımlı DeğiĢken YaklaĢımı 37 1.2.2.3.4. Diğer YaklaĢımlar 42 iii İKİNCİ BÖLÜM 1990 SONRASINDA TÜRKİYE’DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER 2.1. FĠNANSAL KRĠZLERĠN KARġILAġTIRMALI ANALĠZĠ 44 2.1.1. 1990 Sonrasında YaĢanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri 45 2.1.1.1. Krizlerin Türü 46 2.1.1.2. Ulusal ve Uluslararası Ekonomik Ortam 47 2.1.1.3. Kriz Öncesinde Uygulanan Döviz Kuru Rejimi 51 2.1.2. Kriz Sürecinin Temel Reel ve Finansal Ekonomik DeğiĢkenlerin DavranıĢlarına Etkisi 52 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM FİNANSAL KRİZLERİN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ 3.1. FĠNANSAL KRĠZLERĠN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ 62 3.1.1. Kriz Takvimi 63 3.1.1.1. Kriz Takviminin Belirlenmesinde Spekülatif Baskı Endeksi 65 3.1.1.2. Kriz Takvimin Belirlenmesinde Reel Göstergeler 3.1.1. Ampirik Analiz 69 71 SONUÇ 77 KAYNAKÇA 82 iv ÖZET 91 ABSTRACT 92 v KISALTMALAR CA Cari İşlemler Açığı DTA Dış Ticaret Açığı DİBS Devlet İç Borçlanma Senedi İMKB İstanbul Menkul Kıymetler Borsası KİB Kısa Vadeli İç Borç KDB Kısa Vadeli Dış Borç GSMH Gayri Safi Milli Hasıla GSYİH Gayri Safi Yurtiçi Hasıla REDK Reel Döviz Kuru Rez Merkez Bankası Uluslararası Rezervleri SE Sanayi Üretim Endeksi SPB Spekülatif Baskı Endeksi TCMB Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TÜFE Tüketici Fiyat Endeksi TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu YK Yurtiçi Krediler vi TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: 1990 Sonrasında Yaşanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri Tablo 2: Kriz Dönemlerine İlişkin Temel Göstergeler Tablo 3: Kriz Dönemlerinde GSYİH’ nin Bileşenleri Tablo 4: Kriz Yıllarında Reel Ekonomik Göstergeler Tablo 5: Kriz Yıllarında Nominal Finansal Göstergeler Tablo 6: Kriz Sürecinde Açıklar ve Borç Düzeyi Tablo 7: Kriz Takvimi Tablo 8: Kriz Kukla Değişkenleri Tablo 9: Analizde Kullanılan Değişkenler Tablo 10: Analizde Kullanılan Değişkenlerin Durağanlık Testleri Tablo 11: Kriz Öncü Göstergeleri (Nihai Model) Şekil 1: Spekülatif Baskı Endeksi Şekil 2: Nihai Modelin Öngörü Performansı GİRİŞ Türkiye ekonomisinin son yirmi yılına bakıldığında, 1994, 2000 – 2001 ve 2008 – 2009 yıllarında, üç büyük finansal krizle sarsıldığı görülmektedir. Yaşanan krizler sebepleri açısından değerlendirildiğinde, Türkiye ekonomisinin yıllardan beri süregelen yapısal çarpıklıklarına kaynak teşkil eden yanlış politikaların bedelini ödediği söylenebilir. Öte yandan, Türkiye’nin küreselleşen dünyanın nimetlerinden faydalandığı ölçüde risklerine de açık hale gelmesi, karşılaşılan krizleri açıklamada kullanılabilecek bir diğer argüman olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu krizler finansal kaynaklı olmakla birlikte ülke ekonomisine olan zararları, yalnız finans kesimi üzerinde gerçekleşmemekte reel sektör üzerinde de ciddi boyutlarda olmaktadır. Krizlerin ve bu krizlerle mücadelede kullanılan yüksek faiz politikası ve harcama daraltıcı politikaların, toplam talebi azaltıcı etkileri yaygın iflaslara ve üretim düşüşüne neden olmakta, işsizliği kronik hale getirmektedir. Oluşan bu ekonomik konjonktürde beklentiler bozulmaktadır. Her an bir kriz çıkabileceğine yönelik endişeler, yatırımların verimli alanlardan çok spekülatif alanlara kaymasına neden olmaktadır. 2008 yılında Türkiye ekonomisi üzerinde etkisi görülmeye başlanan Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı küresel krizin de gösterdiği gibi, ekonomiler sadece içsel sorunlarından veya zafiyetlerinden ötürü krize girmemektedirler. Yaşanan krizler, ülkelerin sadece kendi hatalarından kaynaklanmamaktadır ve giderek küçülen dünyada ekonomik krizler artan bir tehlike arz etmektedir. 2 Krizlerle mücadelede kullanılabilecek politikaların başında bunların ortaya çıkmasını önlemeye yönelik olanlar gelmektedir. Dolayısıyla krizleri önceden tahmin etmeye yönelik çalışmalara literatürde özel bir önem verilmektedir. Söz konusu çalışmalar sayesinde kriz zamanları için bir gerçekleşme aralığı sağlayamasa bile elde edilebilmesi, kayıpların krizlerin azaltılması için önüne geçilmesini uygun politikaların belirlenebilmesi açısından önem arz etmektedir. Sonuç olarak, krizleri tahmin etmeye yönelik çalışmalar, “kaçınılmaz” krizlerin etkilerini hafifletmede kayda değer bir role sahiptir. Bu çalışmanın amacı, finansal krizleri tahmin etmek için kullanılan kriz öncü göstergelerinden, Türkiye ekonomisi için anlamlı olanların belirlenmesi ve sonuçlarının değerlendirilmesidir. Bu amaca ulaşabilmek için, finansal krizler gerçekleşmeden önce veya gerçekleştikten sonra belli başlı ekonomik değişkenlerin sergiledikleri davranışlar ve Türkiye ekonomisi üzerinde ortaya koydukları etkiler gözlenmeye çalışılacaktır. Birinci bölümde, finansal krizlerle ilgili kavramsal arka plan ortaya konulacak, konuyla ilgili teorik ve ampirik çalışmalardan bahsedilecektir. Bu bölümde literatürde yer alan çeşitli finansal kriz tanımlamalarına değinilecek ve bu krizlerin oluşmasına neden olan faktörler irdelenecektir. İkinci bölümde Türkiye’nin 1994, 2000 – 2001 ve 2008 – 2009 yıllarında yaşadığı krizler karşılaştırmalı olarak analiz edilmeye çalışılacaktır. Çalışmaya konu edilen dönemin, 1990 ve sonrası olarak belirlenmesinin nedeni, Türkiye’de sermaye hareketleri üzerindeki sınırlamaların 1989 yılından itibaren kaldırılmış olmasıdır. Bu bölümde, öncelikle söz konusu üç dönemde meydana gelen krizlerin karakteristik özellikleri değerlendirilecektir. Daha sonra ise önde gelen reel ve finansal kesim göstergelerinin kriz dönemlerindeki davranışları incelenecektir. 3 Üçüncü bölümde literatürde genel olarak kabul gören yöntemler takip edilerek, Türkiye ekonomisinin 1990 sonrasında krize giriş ve çıkış tarihlerinin belirlenmesi amacıyla, bir kriz takvimi oluşturulacaktır. Bu aynı zamanda yapılacak ampirik çalışmaya bir giriş teşkil edecektir. Son olarak finansal kriz literatürüyle ilgili kavramsal arka plan içerisinde, ampirik çalışmalar aktarılırken değinilen logit modeli Türkiye ekonomisi için uyarlanacak ve bu modeller çerçevesinde finansal krizleri tahmin etmek için kullanılabilecek anlamlı öncü göstergeler elde edilmeye çalışılacaktır. BİRİNCİ BÖLÜM FİNASAL KRİZLERLE İLGİLİ KAVRAMSAL ARKA PLAN, TEORİK VE AMPİRİK ÇALIŞMALAR 1.1.KAVRAMSAL ARKA PLAN Finansal krizler, literatürde, reel sektör krizleriyle beraber ekonomik kriz türlerinden biri olarak incelenirler. Buradaki temel ayrım mal ve işgücü piyasalarını içeren ve enflasyon – resesyon – işsizlik olgularına dayanan reel sektör krizi ile başlıca para-döviz, bankacılık, sistemik finansal krizler ve dış borç krizleri olarak sınıflandırılabilecek finansal krizler şeklinde yapılabilir. Adından da anlaşılabileceği gibi bu krizler finansal piyasalar üzerinde etki gösterirler ancak nihai sonuçları sadece finansal piyasalar üzerinde olmaz, reel sektörü de etkilerler. Bu durum sözü edilen türlerin iç içe olması ve birinin diğeri için neden ya da sonuç olabilmesi açısından sınıflandırmayı zorlaştırmaktadır (Bayraktutan, 2006:14 ). Genel anlamda finansal kriz tanımlamaları yapılırken Mishkin’den hareketle “ters seçim” ve “ahlaki tehlike” kavramlarına atıfta bulunulur. Bu kavramlar üzerinde durulmasının sebebi, fonların en verimli yatırım seçeneklerine yönelmesinde ortaya koydukları etkidir. Fonların doğru kaynaklara yönelebilmesi yatırımcıların alternatif yatırım olanakları hakkında doğru yargılara sahip olmasına bağlıdır (Coşkun, 2001:40). Dolayısıyla yatırımcılar piyasa koşulları hakkında tam bilgiye sahip olmalıdırlar. Bu da ancak finansal sistemde dezenformasyona yol açan ters seçim ve ahlaki tehlikenin olmadığı bir durumda mümkündür (Mishkin, 1991:2). 5 “Ters Seçim” ve “Ahlaki Tehlike” kavramaları tam rekabet piyasasında geçerli olduğu kabul edilen “tam bilgi” varsayımının gerçek hayatta geçerli olmadığını ileri süren “asimetrik bilgi” varsayımına dayanırlar. Asimetrik bilgi, herhangi bir ekonomik faaliyetle ilgili olarak taraflardan birinin belli bir bilgiye sahipken, diğer tarafın bu bilgiye sahip olmadığı durumun ifadesidir (Erdoğan, 2008:1). Ters seçim piyasada işlem gerçekleşmeden önce asimetrik bilgi olgusunun yarattığı bir sorundur. Örneğin, piyasada borç bulmak isteyen kişiler fon bulmalarını engelleyeceğini düşündükleri bazı olumsuz özelliklerini (yüksek risk alabilme, borcu geri ödemede isteksizlik vb.) gizleyebilir veya daha farklı gösterebilirler. Piyasalarda ekonomik faaliyete konu olan herhangi bir işlem gerçekleştikten sonra asimetrik bilgiye bağlı olarak ortaya çıkan sorun ise “ahlaki tehlike” şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumla, belirli bir ekonomik ilişki içerisine giren ajanların birbirlerine, hiçbir biçimde belirlenemeyecek sonuçta da tazmin edilemeyecek şekilde zarar verme tehlikesi anlatılmak istenmektedir. Bu tehlikenin gerçekleşmesi zarara yol açan tarafın dikkatsizliğinden veya açıkça kurallara aykırı bir şekilde davranmasından kaynaklanabilir. Örneğin, borç alan kişi elde ettiği fonları gereğinden fazla riskli işlerde kullanma eğilimine girebilir (Mishkin, 2001: 3). Ahlaki tehlike ve ters seçim sonucu finansal kaynaklar kendilerinden en çok verim alınacak yatırım araçlarına kanalize edilemez ve bir “iktisadi etkinlik” sorunu ortaya çıkar. Bütün bunların sonucunda ekonomi nispeten daha yüksek bir üretim düzeyine sahip olduğu dengesinden daha düşük düzeyde üretimin yapıldığı bir dengeye doğru hızla sürüklenir (Mishkin, 1996:17–18). Görüldüğü gibi bilginin asimetrik dağılımı gerek ters seçim ve gerekse ahlaki tehlike problemlerine yol açarak finansal piyasalardaki işleyişi 6 bozabilir. Finansal sistemin işleyişinde doğacak olan aksaklık veya etkinsizlik ise, reel ekonomik aktivitedeki etkinliği engelleyecektir. Yukarıda da bahsedildiği gibi sebep-sonuç ilişkileri açısından finansal ve reel sektör krizleri epey girift bir yapı arz etmektedir. Reel sektör üzerinde meydana gelen etkileri bir tarafa bırakırsak durumu şu şekilde özetleyebiliriz: Finansal krizden asıl kastedilen şey, finansal sektörde bir deprem yaşanması, bu deprem neticesinde bazı finansal kurumların batması, kalanların da sermayelerin önemli ölçüde erimesidir (Özatay, 2009:17). Literatürde asimetrik bilgi teorisinden hareketle yapılan finansal kriz tanımlamalarına ek olarak başka tanımlamalar da yapılmıştır. İktisat literatüründe bu farklı tanımlamalara yol açan asıl faktör finansal kriz kavramının anlamındaki muğlâklık ve bu kavramın hangi ekonomik duruma tekabül ettiği sorunudur. Örneğin Schwartz (1986) tarafından “hakiki finansal krizler” (real financial crises) ile “sahte finansal krizler” (pseudo financial crises) arasında ayırım yapılmaktadır. Sahte finansal krizler, başlangıçta had safhada iyimser gerçekleşen beklentilerin sonradan kötümser beklentilere dönmesiyle sadece servet kaybına yol açmaktadır. Schwartz’ a göre bu servet kaybı, ekonomide bir finansal kriz olduğu anlamına gelmez. Kötümser bekleyişler sonucunda yaşanan bankacılık panikleri ve para arzında ciddi bir azalmaya neden olmayacak finansal gelişmeler, varlık fiyatındaki ciddi düşüşler ve reel sektörde faaliyet gösteren şirketlerin yüksek orandaki iflaslarına rağmen hakiki finansal krizler olarak değerlendirilmemelidir. Bu noktadan hareketle, ekonomideki finansal dengesizliklerin tümünün krize neden olacağını söylemek oldukça zordur. Dengesizliklerin ekonomik krize yol açıp açmaması, büyük ölçüde bunların giderilmesinde uygulanan politikaların güvenilirliğine ve ülkenin finansal sisteminin sağlıklı işlemesine bağlıdır. Tüm bu faktörler, ekonominin krize duyarlılığını belirlemektedir. Dolayısıyla finansal krizler, ekonomilerin kırılganlık derecesinin artmasına bağlı olarak, 7 ekonomik veya finansal dengesizliklerin bir sonucu olarak ele alınmalıdır (Işık, Duman, Korkmaz, 2004:47). Finansal krizler kendi içlerinde aşağıda gösterileceği üzere çeşitli ayrımlara tabi tutulabilse de nedenleri açısından büyük benzerlikler gösterirler. Post-Bretton Woods döneminde meydana gelen krizlerin kökenlerinin incelendiği, 1998 yılında yayımlanan, IMF çalışmasında, bütün finansal kriz tipleri için temel nedenler tespit edilmiştir. Bu sebepler arasında ekonomik dengesizliklerin artması, varlık fiyatlarında ve döviz kurlarındaki yanlış ayarlamalar, finansal sektörün yapısında sıklıkla yaşanan bozulmalar ve yapısal yapışkanlıklar gösterilebilir. Krizlerin başlamasında tetikleyici unsur para ya da banka sistemine ani bir güven kaybı olabilir. Bu güven kaybına neden olan ekonomik ya da finansal zayıflığın altında, varlık fiyatlarındaki ani düzeltmeler ya da kredi ve yabancı sermaye girişindeki bozulmalar yatmaktadır. Krizler, varlık fiyatlarındaki keskin düşüşlerle ve finansal ve finans dışı şirketlerin iflasıyla ortaya çıkabilir (IMF, 1998:75). Olumsuz makroekonomik gelişmeler, kötü yönetilen ekonomi politikası ve finansal sistemin liberalizasyonundan kaynaklanan kırılganlıklar da bankacılık sektörünü istikrarsızlaştırarak, sistemik finansal sektör problemlerine neden olabilmektedirler (Demirgüç – Kunt ve Detragiache, 1998a:41). Özellikle hükümetin yüksek enflasyona ve rezerv kayıplarına neden olacak para politikaları izlemesi ülkeleri krizlere duyarlı hale getirmektedir (Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:16). Mishkin’ e (2001) göre ise finansal sektör bilançolarında meydana gelen bozulmalar, faiz oranlarının artması, ekonomik belirsizliğin artması, finans dışı sektörlerdeki bilanço bozukluklarının varlık fiyatlarını etkilemesi finansal krizlere neden olabilir (Mishkin, 2001: 3). Ayrıca banka panikleri ve 8 fiyatlar genel düzeyindeki beklenmedik değişmeler de krizlerin oluşma süreçlerinde etkili olurlar (Mishkin, 1991:8). Finansal kriz kavramının neyi ifade ettiği tartışmalı bir konu olmasına karşın finansal kriz türleri itibariyle literatürde bir konsensüs sağlandığı söylenebilir, genel olarak dört tür finansal kriz olduğu ileri sürülmektedir: Para - döviz krizi, bankacılık krizi, sistemik finansal kriz ve dış borç krizi (IMF 1998: 74–75). Para krizleri, döviz kurunda ani bir hareket ve sermaye akımlarındaki keskin bir değişmeyle birlikte, ekonominin ödemeler dengesi problemine girerek, spekülatif ataklara maruz kalması durumu olarak tanımlanabilir. Burada ödemeler dengesi problemleriyle kast edilen ülkenin rezervlerini kademeli olarak kaybetmesidir (Krugman, 1979:323 – 324). Para krizleri her zaman olmasa da çoğunlukla ülkede sabit – yarı sabit döviz kuru rejimlerinin ya da para kurulu politikalarının uygulandığı durumlarda ortaya çıkmaktadır (Yay, 2001:4). Bir ülke parasına yönelik spekülatif saldırı, paranın değişim değeri üzerinde etki ediyor ve paranın değer kaybetmesine neden oluyorsa bu “para krizi” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bir para krizi için paranın kesinlikle değer kaybetmesi gerekli değildir. Bu değer kaybını önlemek için hükümetin veya merkez bankasının piyasalara müdahale etmesi sonucu, döviz rezervlerinde büyük miktarlarda azalma veya faizlerde aşırı düzeyde yükselme meydana gelebilir (Işık, Duman, Korkmaz, 2004:47). Bankacılık krizleri ise genelde finans, özelde bankacılık kesiminin büyük bir bölümünün sözleşmeye dayalı yükümlülüklerini yerine getiremez duruma düşmeleri olarak tanımlanabilir. Bu krizler genellikle mevduat sahiplerinin bankalara hücumu (bank runs), iflaslar, kredi sıkışması (credit 9 crunch) ve banka varlıklarının reel hacminde erime (financial meltdown) şeklinde gerçekleşir (Türel, 2010:30). Fiili veya potansiyel banka başarısızlıkları sadece bankaların yükümlülüklerini yerine getirmesinin mümkün olmadığı durumlarda değil hükümetin bu başarısızlığı önleyecek şekilde müdahale etmeye zorlanması durumunda da ortaya çıkmaktadır. Genellikle banka hücumları nedeniyle mevduatların geri çekilmesi dolayısıyla da bankaların varlık yapısındaki kötüleşme, bankacılık krizinin başlangıcı olarak görülmektedir. Bankacılık sektörünün yapısal zayıflığı, krizi ateşleyen temel faktördür (Ural, 2003:12). Ayrıca bankacılık krizleri, konjonktür devrelerinin ölçüsüz genişleme ve durgunluk dönemlerine bağlı olarak meydana gelebilmektedir. Bankalar ekonominin aşırı genişlediği dönemlerde, ters seçim ve ahlaki tehlike gibi asimetrik bilgi problemlerine daha az önem verebilmektedirler. Özellikle geri ödeme kapasitesinde (repayment capacity) meydana gelen bozulmalar, reel faiz oranlarındaki artış ve varlık fiyatlarındaki oynaklıklar ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerini artırmaktadır. Bütün bu nedenlerle bankalar tahmin edebileceklerinden daha büyük bir kredi riskiyle ve muhtemel bir krizle yüz yüze kalmaktadırlar (Altıntaş ve Öz, 2007a:4). Sistemik Finansal Kriz, derinliğe sahip finansal piyasalarda sistem tarafından yerine getirilmesi gereken fon transferi, risk paylaşımı, likidite ve bilgi sağlama gibi önemli fonksiyonların, olumsuz bir şok sonucu sekteye uğraması ve finansal piyasaların artık etkin bir şekilde çalışmasının mümkün olmaması durumu olarak tanımlanabilir (Marshall, 1998:13). Sistemik finansal krizler, sadece finansal sektörde değil reel sektör üzerinde de sorun yaratırlar. Bu krizler genellikle banka veya banka dışı finansal piyasalardaki şirketlerin borç problemlerinden kaynaklanır ve varlık 10 fiyatlarında önemli bir gerilemeyle etkisi hissedilmeye başlanır (IMF, 1998:75). Sistemik finansal krizlerin şiddetleri ampirik düzeyde “finansal stres endeksi” sayesinde ölçülebilir. Finansal stres, en genel haliyle, finansal piyasaların ve finansal aracılık faaliyetlerinin sağlıklı biçimde işlemesinin sekteye uğraması olarak tanımlanmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde, finansal stres dönemlerinin, çeşitli ortak yönlerinin olduğu görülür. Bunlar; (i) risk ve belirsizlik algılamalarındaki artış, (ii) varlık fiyatlarında gözlenen ani ve sert hareketler, (iii) likiditede daralma ve (iv) bütün bunların sonucunda finansal aracılık faaliyetlerinin etkin bir şekilde gerçekleştirilememesidir (Elekdağ ve Kanlı, 2010:2). Dış borç krizi ise bir devletin veya bir ülkenin özel sektörde faaliyet gösteren şirketlerinin dış borcunu ödeyememesi durumunda ortaya çıkmaktadır (Yay, 2001:5). 1.2. FİNANSAL KRİZ MODELLERİ Finansal krizleri açıklamaya yönelik modeller, krizlerin çıkış nedenlerini, aralarında ortak noktalar bulunmasına rağmen, farklı faktörlere bağlarlar. Bu bölümde, yukarıda da değinilen finansal kriz nedenleri, zaman içinde literatürde gösterdikleri gelişmeler göz önünde bulundurarak açıklanacaktır. Bu modeller, değişen koşullarla birlikte, farklı nedenlerden kaynaklanan finansal krizleri açıklamada yetersiz kaldıkça, bir diğer modelin geliştirilmesiyle ortaya çıkmışlardır. Yeni modeller geliştirilirken eski model/modeller yok sayılmamış, eksiklikleri giderilmeye çalışılmıştır. Bunun doğal sonucu olarak, önceki model için kriz nedeni olarak öne sürülen bir faktör pekâlâ bir diğer model için de sebep teşkil edebilir. 11 1.2.1. Teorik Çalışmalar 1.2.1.1. Birinci Nesil Kriz Modelleri 1970’lerde Latin Amerika ülkelerinde yaşanan krizleri açıklamaya yönelik geliştirilen modellere Birinci Nesil Kriz Modelleri denilmektedir. Bu modellerin ilk örneği Krugman tarafından 1979 yılında geliştirilen Kanonik Kriz Modeli’dir. Krugman, modelini, Salant ve Henderson (1978) tarafından yapılan hükümetin altın fiyatlarına müdahalesinin incelendiği çalışmayı esas alarak geliştirmiştir (Flood, Garber ve Kramer, 1996:224). Bu modele aynı zamanda Spekülatif Atak Modeli de denilmektedir. Flood ve Garber 1984 yılında yaptıkları çalışmayla Krugman’ın modeline katkıda bulunmuşlardır. Bu modellere göre krizler, ekonomideki yapısal dengesizlikler ve sürdürülemez iktisat politikalarından kaynaklanan, öngörülebilir gelişmelerdir. Makroekonomik temellerdeki bozukluklar finansal krizlerin göstergeleri durumundadır (Kaminsky, Lizondo ve Reinhart, 1998: 3) . Bu makroekonomik bozukluklar, yüksek ve artan bütçe açıkları, yüksek para arzı artış oranları, yüksek enflasyon, aşırı değerli döviz kuru, geniş cari açıklar, uluslararası rezervlerde düşüşler ve yükselen ülke içi faiz oranları şeklinde sıralanabilir (Yay, 2001:6). Bu modeller, krizlerin asıl nedeni olarak, parasallaşan ve çok yüksek miktarlara ulaşan bütçe açıklarıyla döviz kuru rejimi arasındaki uyuşmazlığı gösterirler. Yani birinci nesil kriz modellerinde hükümet, sabit döviz kuru rejimini, para politikası aracılığıyla korumaya çalışmakta, bu tutum kalıcı açıklar veren kamu kesiminin finansmanı için senyoraja başvurulmasına 12 imkân bırakmamaktadır. Bu koşullar altında bütçe açıklarının finansmanı için ya döviz rezervlerinin kullanılması ya da borçlanmaya gidilmesi gerekecektir. Rezervler devamlı kullanılamayacağına ve borç yükü de devamlı artırılamayacağına göre, yapısal reformları göze alamayan hükümet eninde sonunda senyoraja başvurmak zorunda kalacaktır (Türel, 2010;31). Yani bu uyumsuz politikalar ancak merkez bankası rezervleri elverdiği ölçüde uygulanabilecektir. Rezervlerin azalması durumunda ise ulusal paraya karşı spekülasyon oluşacak ve uygulanan politika artık sürdürülemez duruma gelecektir. Krugman modelinde, sabit döviz kuru sisteminin uygulandığı bir ülkede hükümetin döviz piyasasına doğrudan müdahalesiyle rezervlerini zaman içinde eriterek kuru korumaya çalışacağını varsaymaktadır (Krugman, 1979:312). Rezervlerdeki azalma sonuçta bir spekülatif atağa neden olacak, nispeten düşük olan rezervleri tükenme noktasına getirecektir. Artık tükenmek üzere olan rezervler sonucunda hükümetin döviz kuruna daha fazla müdahale etme imkânı kalmayacaktır ve finansal piyasalar spekülatif atakların yıkıcı etkilerine maruz kalacaktır (Krugman 1997). Sabit döviz kuru politikasının artık uygulanamaz olduğu, yani döviz rezervlerinin tükendiği noktada, ertelenen kriz artık kaçınılmazdır. Özet olarak Krugman’ın modeli bize şunu gösterir: Sabit döviz kuru sistemi geçerli iken, para stokunun para talebinden daha fazla artması, ülkenin uluslararası rezervlerinin sürekli olarak azalmasına dolayısıyla ülke parasına yönelik spekülatif ataklara ve finansal krize neden olur. (Kaminsky, Lizondo ve Reinhart, 1998: 4). Krugman Modeli (1979) spekülatif atakların ne zaman başlayacağı konusunda tatmin edici bir açıklama getirememiştir. Modelin bu eksikliğini 13 Flood ve Garber 1984 yılında yaptıkları çalışmayla gidermişlerdir. Buna göre, bütçe açığı dışında, özel sektör zafiyetini fark eden ekonomik ajanlar, hükümetin genişletici politikalara başvuracağını ve bunun, sabit kur rejiminde ulusal paranın değer kaybına yol açacağını tahmin ederek spekülatif saldırıda bulunurlar. Merkez bankasının sabit kuru sürdürme amaçlı müdahalesi rezervleri eritir ve ulusal para devalüe edildikten sonra dalgalı kura geçilir (Bayraktutan, 2006:26). Birinci nesil kriz modelleri finansal kriz literatürüne özellikle iki önemli katkı sağlamıştır. Model ilk olarak, çok sayıda finansal krizin, uygulanan döviz kuru politikasıyla diğer ekonomik politikalar arasındaki bağdaşmazlıktan kaynaklandığını ortaya koymuştur. İkinci olarak ise finansal krizlerin tek sebebinin yatırımcıların veya piyasayı yönlendirenlerin hatalı kararları olmadığını göstermiştir (Krugman 1997). Bu modeller, karar alıcıların, ekonomi politikaları uygulamalarında, aşırı derecede mekanik ve tek boyutlu davranacaklarını varsaydıkları için eleştirilmişlerdir. Daha önce bahsedildiği gibi bu modellerde hükümetin bütçe açıklarını otomatik olarak para basarak kapattığı varsayılmaktadır ve merkez bankaları ekonomideki gelişmeleri dikkate almadan son meteliğe kadar rezerv satarak döviz kurunu baskı altında tutmaktadır (Krugman 1997). Şüphesiz ki, bütçe açıklarının sürekli olduğu zamanlarda bile, bütçe açıklarını para basarak kapatmanın ötesinde başka politika seçenekleri de vardır. Bununla beraber, hükümetlerin çeşitli amaçları arasında bir çatışma söz konusudur ve hemen hemen tüm politika seçenekleri arasında bir değiş – tokuş bulunmaktadır. Ayrıca birinci nesil kriz modellerinde sabit döviz kurunun varlığını koruyabilmesi, tamamen ekonomik ajanların davranışlarından bağımsız, dışsal bir faktör olarak varsayılmıştır. Bunun anlamı, iktisadi ajanların gelecek beklentilerinin veya ekonomik faaliyetlerinin hiçbir şekilde mali dengesizlikler veya kredi politikaları üzerinde bir etkisi olmamasıdır (Yay, 2001:6 – 7). 14 1.2.1.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri Sürdürülemez politikaların kriz nedeni olarak gösterildiği modeller, 1990’ların başlarında Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması (ERM) çerçevesinde meydana gelen krizleri açıklamakta yetersiz kalmış, bunun üzerine ikinci nesil kriz modelleri geliştirilmiştir. Bu modellerde hükümetin döviz kurunu savunmak dışında başka amaçları da benimsediği, dolayısıyla belirli ve sistemdeki karar birimlerince de bilinen bir amaç fonksiyonunu maksimize etmeye çalıştığı kabul edilmektedir. Söz konusu optimizasyon modelinin çözümü, ilgili hükümetin ne zaman ve hangi koşullar altında kur rejimini terk edeceğini belirleyecektir. Otorite tercihlerinin fayda ve maliyetlerine ve karar birimlerinin beklentilerine göre sabit döviz kuru rejiminin korunabileceği ya da terk edilebileceği çoklu dengeler de mümkündür (Türel, 2010:32). İkinci nesil kriz modelleri makro ekonomik temellerin önemini yadsımamakla birlikte, finansal krizlerin mutlaka bu temellerdeki zayıflıklardan kaynaklanmasının gerekmediğini ileri sürmektedir (Kibritçioğlu, Köse, Uğur, 1998: 83). Ayrıca bu modeller, gelişmiş ülkelerde meydana gelen krizlere odaklandıkları için, uluslararası likidite sorununu kriz nedenlerinin merkezine koyarlar (Şişman, 2006:18). İkinci nesil modellerde olumsuz koşullara dayalı kötümser beklentilere ve spekülatif atakların kendi kendilerini besleme özelliklerine vurgu yapılmaktadır. Örneğin, devalüasyon beklentilerinin etkisiyle nominal faiz oranlarındaki yükselme kamu borcunu artıracak; bu da beklentileri daha da olumsuz hale getirecek ve spekülasyonu yükseltecektir (Bayraktutan, 2006:26). 15 Yani bu modellerde ulusal paraya karşı herhangi bir spekülatif saldırının başlaması için hükümetin fiilen para basmasına gerek yoktur; ekonomideki karar birimlerinin bir kriz beklentisine sahip olması bunun için yeterlidir. Böyle bir algılamanın varlığı “kendini doğrulayan beklenti” anlamına gelmektedir (Türel, 2010:32). Görüldüğü üzere, ikinci nesil kriz modellerinde, ilkinin tersine, ekonomik birimlerin beklentileri ile fiili politika sonuçları arasındaki etkileşim ön plandadır ve bu etkileşim kendi kendini yaratan krizlere yol açmaktadır. Burada hükümet izleyeceği politikalar açısından aktif rol almaktadır ve bu politikaları piyasalarda oluşacak beklentilere göre şekillendirmektedir (Yay, 2001:7). İkinci nesil modellere göre, merkezi otoritenin, sabit döviz kuru rejimini sürdürmek için bir nedeni aynı zamanda da rejimi terk etmek için bir gerekçesi vardır. Yani hükümet sabit döviz kuru rejimini terk etmek istediği halde bunu yapamamaktadır. Ayrıca bir finansal krizin çıkma olasılığından bahsedebilmek için, bu duruma ek olarak, kamuoyunda sabit döviz kuru rejiminin artık sürdürülemeyecek kadar maliyetli olduğuna dair bir düşüncenin hâsıl olması gerekir. Bu düşünce, piyasada sabit döviz kuru rejiminin terk edileceğine dair bir beklentinin ortaya çıkmasına neden olur (Krugman, 1997). Bütün bunlar sonucunda da spekülatörlerin harekete geçmesi ve krizin meydana gelmesi için uygun ortam yaratılmış olur. Örneğin 1991 Mayısında İsveç, artan döviz talebi karşısında para birimi Krona’yı tek taraflı olarak ECU’ ya (European Currency Unit) sabitlemiş ve 1992’de ekonomisinin durgunluğa girmesiyle önce kuru korumaya çalışmıştır. İsveç Merkez Bankası kuru korumaya çalışırken hem gecelik faizler çok yüksek seviyelere ulaşmış hem de rezervler artık altından kalkılamayacak seviyelere inmiştir. Ancak İsveç, döviz kuru politikasına paralel olarak uyguladığı gevşek para politikasından da, ekonominin durgunluğa girmesi, işsizlik oranlarının önceki yıla göre çok 16 yükselmesi ve bankacılık sektöründeki problemler nedeniyle vazgeçememiştir. Dolayısıyla İsveç, yukarıda da bahsedildiği gibi kuru savunmakla serbest bırakmak arasında kalmış ve olumsuz beklentilerin yön verdiği spekülatif ataklar sonucu, rezervlerin tükenmeye yüz tuttuğu bir seviyede pes etmek zorunda kalmıştır (Obstfeld, 1994:17 – 19). İkinci nesil modeller küresel finans piyasalarının yapısına daha uygundur; ancak analizin temel taşını oluşturan beklentilerdeki değişimin nedenleri konusunda bu modeller yetersiz kalmaktadır (Yay, 2001:7). Krugman ikinci nesil modellerin elde ettiği sonuçların birinci nesilden farklı olmadığını savunmaktadır. Ona göre finansal krizlere yol açan esas faktör uygulanan ekonomi politikaları ile izlenen döviz kuru rejimi arasındaki bağdaşmazlıktır. Bu tutarsızlık sürdüğü sürece finansal piyasalar spekülatörlerin tehdidi altında kalacaktır (Krugman 1997). 1.2.1.3. Üçüncü Nesil Kriz Modelleri 1990’ların ikinci yarısından itibaren küresel karakterli krizler yaygınlaşmaya başlamıştır. 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi, 2000 – 2001 Brezilya ve Arjantin Krizleri, Üçüncü Nesil Kriz Modellerine konu olmuşlardır. Bu krizlere ilişkin literatür incelendiğinde, krizlerin ahlaki tehlike ve ters seçim gibi asimetrik bilgi sorunlarına dayalı yayılma (contagion) ya da vade ve para birimi uyuşmazlığı olgularıyla açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. Üçüncü nesil modellerde, özellikle, bilanço etkileri ve bankacılık sektöründeki sorunlara dikkat çekilmiş ve önceki modellerin aksine para ve bankacılık krizleri birlikte değerlendirilmeye başlanmıştır (Altıntaş ve Öz, 2007b: 23). Örneğin Flood ve Marion (2001) tarafından Asya Krizini açıklamaya yönelik yapılan çalışmada, para ve bankacılık krizlerinin, aynı şey olmamakla 17 beraber, birbirleriyle ilişkili oldukları sonucuna varılmıştır. Ayrıca bu modellerde genel kanının aksine merkez bankası rezervlerinin krizleri önlemede veya ertelemede çok fazla bir öneminin olmadığı (yüksek rezervlerin kriz olasılığını azaltmadığı) gibi önceki modellerden farklı bulgular elde edilmiştir (Flood ve Marrion, 2001:24). Finansal serbestleşmenin ardından iyi düzenlenememiş bir bankacılık sisteminin ve mikro ekonomik bozuklukların ahlaki tehlike ve ters seçim sorunlarına yol açarak krizlere neden olduğu, daha önce değinildiği gibi, Mishkin tarafından 90’lı yılların başından beri ileri sürülmüştür. Finansal sistemin etkinliğini bozan dolayısıyla da ekonomiyi krizlere açık hale getiren faktörlerin başında asimetrik bilgi problemi gelmektedir. Yapılan finansal işlemlerde tarafların aynı bilgi düzeyine sahip olmamaları “ahlaki tehlike” ve “ters seçim” sorunlarına neden olarak finansal sektörü etkinlikten uzaklaştırır. Böylece fonların alternatif yatırım olanakları arasında en verimli olanlarına yönelmesi mümkün olmaz (Mishkin, 2001). Üçüncü nesil modellere göre, asimetrik bilgi problemi, işte bu sebeple, krizi tetikleyen ve finansal sektördeki bilançoların bozulmasına yol açan nedenlerin başındadır. Krugman da “ahlaki tehlike”nin finansal krizler üzerindeki etkilerine dikkat çekmektedir. Krugman’a göre Asya’da yaşanan finansal krizin nedeni merkezi otoritenin dış borcun geri ödenmesinde garantide bulunmasının yarattığı aşırı borçlanma; dolayısıyla ahlaki tehlikedir (Krugman, 2001:7). Bu modellere göre krizler, benzer kırılganlıklara sahip ülkelerin ortak şoklara maruz kalmasıyla ortaya çıkabilir ve bu ülkeler arasında yayılır. Krizin söz konusu ülkeler arasında yayılmasının nedeni, bir ülkede başlayan krizin başka bir ülkenin makroekonomik temellerini ya da ekonomik ajanların beklentilerini etkilemesidir (Bayraktutan, 2006:27). 18 Ortak şokların olmadığı durumlarda da krizlerin ülkeler arasında çeşitli kanallar vasıtasıyla yayılmasından bahsedebiliriz. Bu kanallardan biri, ülkelerin birbirleriyle olan ticari bağlarıdır. Aralarında ticaret ilişkisi olan ülkelerden birinin devalüasyon yapması diğer ülkeleri de devalüasyona zorlayabilir. Buradaki geçiş etkisi sadece ülkeler arasındaki ticaretin genişliğine değil, rakip olmalarına da bağlı olabilir. Ticari bağların dışında, finansal piyasaların karşılıklı bağlılığı; ortak kreditörlerden borçlanma veya kreditörlerin portföylerinin karşılıklı bağımlı olması da yayılma etkisini sağlayan kanallardır (Yay, 2001:9). Ayrıca ülkeler arasındaki makroekonomik benzerlikler de (uygulanan ekonomi politikalarının ya da ülkedeki ekonomik şartların büyük ölçüde benzer olması gibi) krizlerin yayılma olgusunu açıklamada kullanılmaktadır (Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:16). Bu çeşit yayılmaya “ekonomik temellere dayalı yayılma etkisi” (fundemental – based contagion effect) denir. Ancak krizlerin ülkeler arasında yayılmasının tek nedeninin ekonomik şartlar olduğunu söylemek doğru olmaz. Bunlardan bağımsız olarak, piyasadaki psikolojik duruma ya da veri ekonomik gelişmelerin yorumlanmasındaki farklılığa göre de yayılma meydana gelebilir. Buna da “net yayılma etkisi” (pure contagion effect) denir (Şişman, 2006:21). Üçüncü nesil kriz modellerine göre bir ekonomide yabancı parayla borçlanma ne kadar yaygınsa ekonominin finansal krizle yüz yüze gelme olasılığı o kadar fazladır. Ayrıca ister sabit isterse dalgalı döviz kuru rejimi uygulansın, özel sektör bilançolarındaki bozukluklar krizin temel nedenini oluşturur. Açık döviz pozisyonu, vade uyuşmazlığı, sorunlu krediler, yetersiz sermaye ve yüksek kaldıraç oranı gibi bilanço bozukluklarının altında yatan sebeplerden biri kamu açıklarının yerli parayı istikrarsızlaştırması olabilir (Aghion, Bacchetta, Banerjee, 2000:27). Hükümetlerin bütçe açıklarıyla mücadele için izlediği politikalar bu modeller için ikincil önemdedir. 19 Asya Krizi’ni açıklamaya yönelik çalışmalarda, yukarıda da belirtildiği gibi, özel sektör bilançolarındaki bozuklukların kriz üzerindeki etkilerine büyük önem atfedilmektedir. Örneğin Radelet ve Sachs (1998) sorunu bir döviz krizi olmaktan ziyade bir bankacılık krizi olarak görür. Onlara göre sorun, finansal kuruluşların ödünç aldıkları kısa vadeli fonu uzun vadeli kredi olarak vermeleri nedeniyle bir vade uyumsuzluğuyla karşı karşıya kalmalarından kaynaklanmıştır. Aynı zamanda finansal kurumların yükümlülüklerinin yabancı döviz cinsinden sahip oldukları varlıkların ise yerli para cinsinden olması bir diğer kırılganlık sebebi olmuştur. Uluslararası likiditedeki dalgalanmalara bağlı olarak gelişen bir olumsuz dış şok banka paniklerine neden olmuş ve mevduat sahiplerini bankalara hücum ettirmiştir. Sonuçta da parasal göstergeleri en sağlam kuruluşlar bile batma tehlikesiyle karşılaşmış ve finansal kriz patlak vermiştir. Asya Krizi’ni açıklamaya yönelik modellerden bir diğeri Allen ve Gale (1999) tarafından ortaya konulan Parasal Serbestleşme ve Şişme – Patlama Devresi modelidir. Bu modele göre krizlerin asıl nedeni piyasa sisteminin iyi çalışmamasıdır, krizler periyodik olarak gerçekleşir ve kaçınılmazdır (Şişman, 2006:19 - 20). 1.2.2. Ampirik Çalışmalar Finansal krizler sonucu oluşan daralma dönemlerinde piyasalar için ciddi bir maliyet ortaya çıkmaktadır. Bu maliyet ağırlıklı olarak kendisini yüksek oranlı işsizlik ve hasıla kaybı, kamu tarafından finansal sektörün yeniden yapılandırılmasına yönlendirilmek zorunda kalınan kaynaklar ve özel sektörün sermaye kaybı şeklinde gösterir. İşte bu yüksek maliyeti önleyebilmek ya da hiç olmazsa azaltabilmek için krizlerin önceden tahmini büyük önem arz etmektedir. Kriz mekanizmasını açıklamaya yönelik teorik incelemelerin yanında, kriz zamanının tahminine yönelik ampirik modeller geliştirebilmek için 20 akademik çevreler başta olmak üzere, uluslararası finans kuruluşlarının, merkez bankalarının ve yatırım bankalarının araştırma birimlerinde yoğun mesai harcanmaktadır. Kriz zamanını tahmin etmek için öncü göstergeler belirlemenin temel hedef olduğu bu çalışmalara literatürde “Erken Uyarı Sistemleri” (Early Warning Systems) adı verilmektedir. Finansal krizlerin öncü gösterge modelleriyle tahminine yönelik literatür oldukça geniş olmakla birlikte kendi içinde çeşitli yöntemsel güçlükleri barındırmaktadır. İlk olarak finansal krizlerin nasıl tanımlanacağı, piyasa hareketlerinin hangi çap ve sürekliliğe ulaştığında kriz olarak tanımlanması gerektiği konusunda literatürde bir konsensüs sağlanamamıştır (Türel, 2010:35). İkinci olarak bu krizlerin şiddetlerini ölçmede kullanılacak değişkenlerin neler olacağı, krizin potansiyel öncü göstergeleri olarak nitelenebilecek değişken ve parametrelerin seçimi hakkında da oldukça farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlara bağlı olarak öncü göstergelerde kriz eşik değerinin nasıl belirleneceği, belirlenen bu değerin doğru sinyaller alınabilmesi için ne kadar daraltılması gerektiği ya da meydana gelecek krizlerin kaçırılmaması için ne kadar genişletileceği sorunu da ortada durmaktadır (Kaminsky ve Reinhart, 1999:487). Üçüncü olarak ise farklı ülkelerde, farklı zamanlarda gerçekleşen farklı kriz tipleri bulunması bütün durumlar için geçerli olacak genel geçer ölçütlerin konulmasını engellemektedir. Bu da bir ülkede belli bir zamanda gerçekleşen krizlerden çıkarılacak derslerin başka bir ülkede başka bir zamanda çıkacak krizde faydalı olamamasına sebep olabilecektir. Dördüncüsü ve belki de en önemlisi erken uyarı sistemleri üzerine yapılacak ampirik çalışmalarda araştırmacıların örneklemini seçerken taraflı davranması ve “seçilim önyargısı“ (selection bias) problemine neden olmasıdır. Her ne kadar ekonomik gerçeklere dayansa ve istatistiksel olarak 21 anlamlı olsalar da belirli çıkarlar için seçilecek örnekler tartışmalı hale gelir ve göstergelerden elde edilecek fayda azalır (Frankel ve Sarevelos, 2010:4). Bu yöntemsel güçlüklere rağmen finansal krizleri önceden tahmin etmek üzere yapılan ampirik çalışmalar inceledikleri “çalkantı, kargaşa” dönemlerinin ekonomik gerçekleri ile uyumlu sonuçlar verebilmektedir. Bu anlamda geliştirilen yöntemlerin finansal krizleri açıklamada ve öngörmede yararlı analizler olduklarını söyleyebiliriz. Ancak ekonominin zaman içinde değişen yapısı, her konuda olduğu gibi, finansal krizlere ilişkin kırılganlıklardaki değişimi de içinde barındırmaktadır. Bu durumda önceden yapılmış çalışmaların geçmişte sağladığı başarılı sonuçlardan faydalanmakla birlikte bu çalışmalarda belirlenen göstergelerin yanında ve bunlardan bağımsız olarak, içinde bulunulan dönem için de özgün göstergeler belirlemenin gerekliliğini göz önünde bulundurmak gerekmektedir (Kaya ve Yılmaz, 2007:12). 1.2.2.1. Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Kriz Tanımlamaları Literatürde, krizleri tahmin etmek için öncü gösterge olarak kullanılacak değişkenlerin ve kriz ölçütü olarak kullanılacak değişkenlerin neler olduğu hakkında ortak bir görüş olduğu söylenebilir. Ancak belirlenen ölçütlerle yapılan kriz tanımları oldukça çeşitlilik göstermektedir. Krizleri tanımlamak için hem kesikli (discrete) hem de sürekli (continuous) değişkenler kullanılmaktadır. Kesikli değişkenler genellikle ikili (binary) yapı arz ederler ve krizi belirli bir eşik değer saptayarak tanımlarlar. Sürekli değişkenler için, belirli bir eşik değeri belirleme problemi, kriz şiddeti olarak tanımlayabileceğimiz yoğunluğun süreklilik skalası (contunious scale) ile ölçülmesiyle çözümlenmektedir (Frankel ve Saravelos, 2010:3 – 4). 22 Frankel ve Rose (1996), para krizini nominal döviz kurunun %25 değer kaybetmesi ve değer kaybının bir önceki yıla göre en az %10 daha fazla olması olarak tanımlamışlardır (Frankel ve Rose, 1996:3-4). Eichengreen, Rose ve Wyplosz (1996) ise para krizini döviz kuru, faiz oranı ve uluslararası rezervlerin bileşiminden oluşan “döviz piyasası baskı endeksi” ortalamasının en az 1,5 katı standart sapma mevcutsa gerçekleşmiş kabul etmektedirler (Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:22). Kaminsky vd. (1998) ve Berg vd. (1999) tarafından yapılan çalışmalarda; kriz, döviz kuru ve rezervlerin birer aylık ağırlıklı ortalamasında meydana gelen değişikliğin ülke ortalamasının üç kat üzerinde olması durumu olarak tanımlanırken; Ades, Masih ve Tenengauzer’in (1998) Goldman Sachs için yaptıkları çalışmada bu değişkenlerin üçer aylık ağırlıklı ortalamalarının spesifik olarak belirlenmiş eşik değerleri aşması durumu olarak tanımlamışlardır (Berg, Borensztein ve Pattillo,2004:6). Roy ve Tudela’ya (2000) göre bir finansal krizden bahsedilebilmesi için yerel paranın en az %5 değer kaybetmesi ve kaybın önceki ay ortalamasının iki kat üzerinde olması gerekirken; Garber vd.’ne (2000) göre ise yerel paradaki değer kaybı en az %10 ve faiz oranlarındaki artış ise en az %25 olmalıdır (Berg, Borensztein ve Pattillo.,2004:6). IMF’ye göre ise para krizi, bir ulusal paraya yönelik spekülatif atağın sonucunda o paranın devalüe edilmesine ya da önemli ölçüde piyasalarda değer yitirmesine neden olan ya da hükümetleri, parayı savunmak için önemli ölçüde döviz rezervlerini kullanmak veya faiz oranlarını yükseltmek zorunda bırakan gelişmelerdir (IMF, 1998:74). Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) ise bankacılık krizlerini, izleyen maddelerde sayılan şartların en az birinin gerçekleşmesi durumu olarak tanımlamışlardır: (i) Bankacılık sisteminde toplam varlıklar içinde sorunlu 23 krediler oranının en az %10 olması. (ii) banka kurtarma operasyonlarının maliyetinin gayri safi yurtiçi hâsılanın en az %2’si olması. (iii) hükümet tarafından bankalara el konulması. (iv) bankalardan büyük boyutlarda mevduat kaçışı olması ya da bankaların faaliyetlerini askıya almaları ve kamunun mevduat sigorta sistemini harekete geçirmesi (Demirgüç-Kunt ve Detragiache, 1998b; 90 – 91). Görüleceği üzere finansal krizlerle ilgili yapılan ampirik çalışmalarda krizler tanımlanırken ağırlıklı olarak döviz kuru oranındaki değişmeler ölçüt olarak kabul edilmektedir. Literatürde çift taraflı nominal döviz kuru, reel döviz kuru ve SDR kurundaki değişiklikler kriz tanımlamalarında kullanılan başlıca ölçütlerdir. Genellikle döviz kurunda meydana gelen değişmelerle birlikte uluslararası rezervlerde meydana gelen hareketler de dikkate alınarak “baskı endeksi” oluşturulması suretiyle kriz ölçütleri geliştirilmiştir. Bazı çalışmalarda da faiz oranlarındaki değişiklikler rezervlerdeki ve döviz kurundaki değişmelere ek olarak kıstaslar içinde yer almıştır. Böylelikle merkez bankalarının spekülatif ataklara karşı yaptıkları savunma amaçlı işlemlerde faiz değişkeniyle birlikte endeks içinde yer alabilmiştir (Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996). Daha az sıklıkta da olsa gayri safi milli hasıla ve hisse senedi piyasasında meydana gelen değişmelerin de kapsam içine alındığı çalışmalar bulunmaktadır (Frankel ve Saravelos, 2010:4). Literatürde 2008 – 2009 küresel finansal kriziyle ilgili ampirik çalışmalar henüz tam olgunlaşmamasına rağmen son yapılan ampirik çalışmalarda kullanılan kriz ölçütleriyle ilgili bazı bilgileri de verebiliriz. Obstfeld, Shambaugh ve Taylor (2008; 2009) tarafından yapılan çalışmalarda, ilgili ülkelerin yerel para birimlerinin 2008 yılı içinde Amerikan Doları karşısındaki değer kaybetme oranları kriz ölçütü olarak alınmıştır. Rose ve Spiegel (2009a; 2009b) tarafından yapılan çalışmalarda ise reel 24 gayri safi yurtiçi hasılada, hisse senedi fiyatlarında ve döviz kurunda meydana gelen değişimler kriz ölçütü olarak kullanılmıştır. Sonuç olarak, finansal ve reel açıdan ele alındığında, literatürde kriz ölçütü olarak, geniş ölçüde kabul görmüş belli başlı değişkenler saptanabilir. Bunlar arasında en önemlileri “spekülatif baskı endeksi” (döviz piyasası baskı endeksi) hesaplamasında kullanılan nominal döviz kuru, faiz oranları ve uluslararası rezervlerdeki değişimi gösteren değişkenlerdir (IMF, 1998:76; Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:21). Yurtiçi hisse senedi piyasalarına ilişkin kazanç oranlarıyla ilgili değişkenler, reel gayrisafi yurtiçi hasılada meydana gelen değişim, sanayi üretimindeki değişim ve ilgili ülkenin IMF kaynaklarına başvurup vurmamasını da* kriz ölçütü olarak kullanılan diğer önemli değişkenler arasında sayabiliriz (Frankel ve Saravelos, 2010: 12). Ayrıca para arzı, kredi hacmi, ticari bankaların toplam varlıkları gibi göstergeler de krize giriş ve çıkış eşiklerini belirlemekte kullanılabilen göstergeler arasındadır (Türel, 2010:37). Uluslararası rezervlerde meydana gelen kayıplar, kriz ölçütü bileşenleri arasında sayılmakla beraber, bu değişkenin hesaplara dahil edilmesinin sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını beyan eden görüşlere de rastlamak mümkündür. Söz konusu yaklaşıma göre merkez bankalarının IMF programlarından kredi kullanması durumunda kriz dönemlerinde uluslararası rezervler azalacağına artmaktadır. Bu durumun sonucu olarak pek çok ülkede krizin en fazla derinleştiği dönemlerde rezervlerin hızla arttığı gözlenmektedir. Bu * Bu değişken ikili bir kriz göstergesidir (binary crisis indicator). IMF kaynaklarına başvurulması durumunda “1” değerini, başvurulmaması durumunda ise”0” değerini almaktadır. 25 sakıncanın önüne geçmek için kullanılan kredilerin toplam uluslararası rezervlerden çıkarılabileceği düşünülebilir. Ancak bu durumda da değişken “yanlı” bir kriz ölçütü haline gelecektir. Çünkü kullanılan IMF kaynağının olası yokluğu halinde uluslararası rezervler, kullanılan kaynakların çıkarılmasından sonraki halinden çok daha aşağıda olacaktır (Frankel ve Saravelos, 2010: 13). 1.2.2.2. Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Öncü Göstergeler Ampirik çalışmalarda ön plana çıkan ve en fazla kullanılan açıklayıcı değişkenleri (bağımsız değişkenler) aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz. Rezervler: Literatürde en sık rastlanan ve istatistiksel olarak en anlamlı sonuç veren değişkenlerden biridir. Genellikle çalışmalarda gayri safi yurtiçi hasılanın ve toplam dış borcun bir yüzdesi olarak, aylık ithalata oranı, M2’nin toplam rezervlere oranı (Gürler ve Kaplan, 2005) şeklinde veya kısa vadeli borcun toplam rezervlere oranı olarak karşılaşılmaktadır (Frankel ve Saravelos, 2010:13). Döviz rezervlerindeki bir azalma kurun devalüasyon baskısı altında olduğuna işaret edebilir, merkez bankasının kuru korumak için döviz satması rezervleri azaltır. M2’nin toplam rezervlere oranı ise bankacılık sisteminin yükümlülüklerini ne ölçüde yabancı rezervlerle desteklediğini göstermektedir. Kriz sırasında yerli paranın yabancı paraya ikamesi artacağı için bu oran merkez bankasının döviz taleplerini karşılayıp karşılayamayacağının bir göstergesi olarak kullanılabilir. M2’nin toplam rezervlere oranının finansal krizlerden önce arttığı tespit edilmiştir (Kaminsky vd, 1998; Berg ve Pattillo, 1999). 26 Reel Efektif Döviz Kuru: Reel efektif döviz kurunda meydana gelen bir atış yerel para biriminin güçlendiğini gösterir. Aşırı değerlenmiş reel döviz kuru finansal krizlerin meydana gelme olasılığını yükseltmektedir (Kaminsky vd, 1998; Burkart ve Coudert, 2000). Gayri Safi Yurtiçi Hasıla: Yıllık GSYİH’ deki değişim yanında 5 yıllık ve 10 yıllık ortalama büyüme oranları da literatürde kullanılmaktadır (Frankel ve Saravelos, 2010:13; Erkekoğlu ve Bilgili, 2005). Yurtiçi Krediler: Yurtiçi kredilerdeki aşırı artış bankacılık sisteminin kırılganlığının en önemli göstergelerinden biri sayılmaktadır. Çünkü bankaların verdikleri kredilerin hızlı bir şekilde artması kredi kalitesindeki düşüşten kaynaklanabilir. Sachs, Tornell ve Velasco (1996) yurtiçi kredilerin GSMH’ ye oranını bir kriz göstergesi olarak kullanmışlardır. Bu oranın finansal kriz öncesinde artış göstermesi beklenir (Frankel ve Rose, 1996; Berg ve Pattillo, 1999). Para Arzı: M1, M2 ve M3 büyüme oranları ve M2 para çarpanı kriz öncü göstergesi olarak ampirik çalışmalarda kullanılmaktadır. M1 ve M2 gibi likidite ölçütü olan göstergelerdeki artışlar kura yönelik spekülatif hareketlerin olma ihtimaline işaret etmektedirler (Kaminsky vd, 1998). M2 para ilişkilendirilebilir. çarpanı Para göstergesi çarpanındaki ise büyük finansal artışlar liberalizasyonla mevduat zorunlu karşılıklarının radikal biçimde aşağı çekilmesiyle açıklanmakta ve çarpandaki bu artışın bir kriz sinyali olabileceği savunulmaktadır (Frankel ve Saravelos, 2010:14). İhracat ve İthalat: İhracat, ithalat ve dış ticaret dengesinin ayrı ayrı GSYİH’ ye oranının yüzde olarak ifadesi literatürde gösterge olarak kullanılmaktadır (Gürler ve Kaplan, 2005). 27 Yerli paranın aşırı değerlenmesine bağlı olarak ihracat artışında meydana gelen bir azalma ve ithalatın hızlanması, ilgili ülkenin uluslararası piyasalarda rekabet kaybına uğradığının bir göstergesi olabilir. Aksine dış ticaret dengesindeki bir artış, ülkenin ödemeler bilançosu dengesini yükselterek kriz olasılığını azaltmaktadır (Kaminsky vd, 1998; Kibritçioğlu vd., 1999). Hisse Senedi Fiyatlarında Değişme: Hisse senetleri başta olmak üzere çeşitli varlık fiyatlarında meydana gelen aşırı artışlar finansal krizlerden önce görülebilmektedir. Ancak yapılan bazı araştırmalarda hisse senetleri fiyatlarında meydana gelen beklenmedik azalışların finansal krizler için bir sinyal oluşturduğu bulgusuna da rastlanmıştır (Edison, 2000). Faiz Oranları: Yurtiçi reel faiz oranları, kredi ve mevduat faiz oranları farkı ve uluslararası faiz oranları bu başlık altında toplanabilecek göstergelerdir. Reel faiz oranları liberalizasyon sürecinde artma eğilimi gösterdiğinden finansal liberalizasyonun bir göstergesi olarak kabul edilebilmektedirler. Artan reel faizler likit kaynakların daralmasına sebep olabilir. Kredi ve mevduat faiz oranları arasındaki farkın belirli bir eşik değerin üzerinde artması kredi kalitesinin azalmasına dolayısıyla da riskli kredilerin artmasına sebep olabilir. Uluslararası faiz oranlarında meydana gelecek bir artış ise ülkeden sermaye çıkışını hızlandırabilecek ve finansal bir krize neden olabilecek önemli bir faktördür (Frankel ve Rose, 1996, Gerni vd.,2005). Borç Bileşimi: Kısa vadeli dış borçların ihracata veya toplam dış borca oranları, kamu veya kamu garantili borçların ihracata veya GSMH’ ye oranı kullanılan göstergeler arasındadır (Frankel ve Saravelos, 2010:15). Literatürde daha evvel yapılmış çalışmalarda çoğunlukla kısa vadeli borçların etkilerine odaklanılmış ve genellikle krizlerin oluşmasıyla kısa vadeli 28 borçlar arasında pozitif ilişki kurulmuştur (Frankel ve Rose, 1996; Kaminsky, 1999). Artan kamu kesimi borçlanma gereksiniminin yabancı sermaye girişlerini tersine çevirerek kırılganlığı artırdığı ve kriz olasılığını güçlendirdiği ileri sürülmektedir. Araştırmalarda kamu borçlarıyla kriz arasındaki ilişki aynı yönde bulunurken çok uluslu yardımlarla kriz arasındaki ilişki ters yönlü bulunmuştur (Frankel ve Rose, 1996). Sermaye Hareketleri ve Cari İşlemler Dengesi: Net yabancı doğrudan yatırım giriş/çıkışı ve toplam net akışkanlık yanında portfolyo hareketlerine bu kategoride yer verilir (Frankel ve Saravelos, 2010:16). Burada sayılan değişkenlerin tümü GSYİH’ ye oranı şeklinde çalışmalarda kullanılmaktadır. Net yabancı doğrudan yatırım girişi ne kadar fazlaysa ödemeler dengesinin finansman kaynaklarının o kadar istikrarlı olduğu sonucuna varılır ve krizlerle ters yönlü bir ilişki beklenir. Yüksek oranlı portfolyo hareketleri ise tam aksine istikrarsızlık kaynağı olarak kabul edilir ve kriz riskine işaret eder (Tudela, 2001). Cari işlemler dengesinin GSMH’ ye oranı (Gürler ve Kaplan, 2005), net milli tasarrufun GSMH’ ye oranı ve brüt milli tasarrufun GSYİH’ ye oranı şeklinde de gösterge teşkil edecek değişkenler literatürde kullanılmaktadır. Ülkenin dış borcunun artması ve yüksek oranlı sermaye çıkışları, borcun sürdürülebilirliği sorunlarına bağlı olarak cari işlem sorunlarını derinleştirebilmektedir. Bu yapı devalüasyon beklentisini artırarak finansal sistemde kriz olasılığını güçlendirmektedir (Berg ve Pattillo, 1999). Sanayi Üretimi: Sanayi üretim artışında meydana gelen azalmalar genellikle krizlerden önce ortaya çıkmaktadırlar (Kaminsky vd, 1998; Frankel ve Rose, 1996; Gürler ve Kaplan, 2005). 29 1.2.2.3. Ampirik Modeller Finansal krizlerin öncü gösterge modelleriyle tahmin edilmesine yönelik çalışmalar belirli başlıklar altında toplanabilir. Örneğin “Kalitatif Göstergeler Yaklaşımı” (Qualitative Indicators Approach), “Sinyal Yaklaşımı” (Signal Extraction Approach) ve “Sınırlı Bağımlı Değişken Yaklaşımı” (Limited Dependent Variable Approach) literatürde sıklıkla kullanılan yöntemlerdir. Sınırlı bağımlı değişken modelleri arasında doğrusal olasılık modeli; ikili - çok değişkenli probit modelleri; ikili – çok değişkenli, şartlı (conditional) ve yuvalanmış (nested) logit modelleri bulunmaktadır (Greene, 2003:663). “Kriz İndeksi”; “Tehdit Tanıma Modeli”; “CAMEL”; “İkili Yinelemeli Sınıflandırma Ağacı” (Binary Recursive Classification Tree Approach) ve “MARS” (Multivariate Adaptive Regression Splines) yaklaşımları literatürde öncü gösterge modeli olarak kullanılan diğer yaklaşımlardır (GaytanJohnson, 2002 ve Tunay, 2010). Ancak bu yöntemler arasında en önemlileri dolayısıyla da literatürde en geniş yer bulanları Kaminsky, Lizondo ve Reinhart (1998) tarafından ilk olarak geliştirilen “sinyal yaklaşımı” ve Eichengreen vd. (1996) ile Frankel ve Rose (1996) tarafından geliştirilen “sınırlı bağımlı değişken yaklaşımı”dır (Ari, 2008: 11). Çalışmalarda farklı yöntemler izlense de, temel olarak bu teknikler, finansal krizlerin etki alanlarını tanımlamada ve finansal krizlerin olma olasılıklarını belirlemede kullanılan çeşitli göstergelerin istatistiksel olarak anlamlı olup olmadıklarını test ederler (Frankel ve Sarevelos, 2010: 5). 30 Bu bölümde literatürde genel kabul gören farklı istatistik yöntemlerle yapılan çalışmalara değinilecek, çalışmaların birbirlerine göre avantajları ve dezavantajları değerlendirilecektir. 1.2.2.3.1. Kalitatif Göstergeler Yaklaşımı Bu yaklaşım belirlenen farklı kategorilere ait gösterge olarak seçilen değişkenlerin davranışlarının analiz edilmesi temeline dayanır. Seçilen değişkenlerin davranışlarında kriz yaşayan ülkelerden oluşan grup veya gruplarla kriz yaşamayan (kontrol grubu) ülkeler arasında ne tür farklılıklar olduğu tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bu teknik öncü göstergeler literatüründe yer alan ilk çalışmalarda baskın şekilde kullanılmıştır. Söz konusu çalışmalar arasında Kamin (1988), Edwards (1989), Edwards ve Montiel (1989), Edwards ve Santaella (1993) ve Honohan (1997) sayılabilir (Frankel ve Saravelos, 2010:5). Honohan (1997) tarafından bankacılık krizleri için yapılan kalitatif göstergeler çalışması literatürde öne çıkmaktadır (Gaytan ve Johnson, 2002:4). Honohan, bankacılık krizlerini, makroekonomik – mikroekonomik zafiyetten kaynaklanan salgınlar ve hükümet davranışlarından kaynaklanan ve o ülkeye ait (endemic) sorunlar olmak üzere karakteristik gruplara ayırır (Demirgüç – Kunt, Detragiache,2005:9). Bankacılık krizlerinin bu şekilde farklı kaynaklarının olması her kriz çeşidi için farklı erken uyarı sinyallerinin olmasına neden olur. Aynı şekilde bu krizlerle mücadelede ortaya konulacak politik tepki de sorunun kaynağına göre farklılık gösterir (Gaytan ve Johnson, 2002:8). Honohan’a (1997) göre bankacılık krizleri genellikle rejim değişikliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla da bu değişikliklerin sonuçlarını 31 dikkatle gözlemek ve gerekli düzenlemeleri yapmak gerekir (Honohan, 1997:10). Krizler, konjonktürde meydana gelen kırılmaların temel oluşturduğu makro ekonomik salgınlardan kaynaklanabilir (Honohan, 1997:2). Ayrıca genişletici politikalarla birlikte artan likiditenin yol açtığı kredi patlamaları mikro ekonomik zafiyete neden olabilir. Yine mikro ekonomik zayıflıklar içinde bankaların mensubu bulundukları kurum içinde kredi vermeleri, aşırı risk üstlenmeleri ve banka kaynaklarının yağma edilmesi sayılabilir (Honohan, 1997:4). Son olarak yerel (endemic) riskler ise hükümetin bankacılık sistemine nüfuz ederek, direkt kredi kullanmasıyla ya da zorunlu karşılık politikalarıyla sistemi sanki bir maliye politikası aracıymış gibi kullanmasından kaynaklanır (Honohan, 1997:9). Honohan (1997) çalışmasında 24 ülkenin 1975 – 1994 yılları arasındaki verilerini incelemiştir. Bu ülkelerden 6 tanesi kontrol grubunda yer almaktadır ve söz konusu dönemde finansal sektörlerinde kayda değer bir probleme rastlanmamıştır. Diğer gruplarda ise makro ekonomik zafiyetten kaynaklanan krizler, mikro ekonomik sorunlardan kaynaklı krizler, hükümet müdahalesi kaynaklı krizler olmak üzere ülkelerin yaşadıkları krizlerin kaynaklarına göre bir sınıflandırma yapılmıştır. Çalışmada kullanılan göstergeler ise mikro ve makro ekonomik bazlı salgın (epidemic) ve hükümet (goverment) kaynaklı göstegeler olarak iki gruba ayrılmıştır (Honohan, 1997:35). Honohan’ ın tabiriyle, oldukça basit bir yöntem kullanılan çalışmada, her ülke için bir gösterge değeri hesaplanmıştır. Hem 1975 – 1994 yılları için bir ortalama değer hem de vuku bulmuşsa, krizlerden üç sene öncesinden başlanarak bir ortalama değer hesaplanmış ve her bir grup için bulunan 32 değerlerin kontrol grubuyla karşılaştırılması yoluna gidilmiştir (Honohan 1997;36). Honohan çalışmasında rejim değişikliklerinin bankacılık sistemindeki kırılganlığı artırdığını tespit etmiştir. Finansal baskıya neden olan rejim değişiklikleri arasında, finansal liberalizasyon, döviz kuru rejiminde değişiklik yapılması gibi sert makroekonomik değişiklikler, ekonomide meydana gelen yapısal dönüşümler ve özelleştirme sayılabilir (Gaytan ve Johnson, 2002:9). Yeni finansal fırsatlar dolayısıyla piyasaya girişlerin artması ve buna bağlı olarak artan risk dolayısıyla bankalarca verilen kredilerin kalitesinin düşmesi bu kırılganlığın artmasında baş aktörlerdir. Kalitatif Göstergeler Yaklaşımı, kolay uygulanabilir bir yöntem olmasına rağmen göstergelerin kişisel yargılar çerçevesinde değerlendiriliyor olması ve kriz uyarıları için nesnel ölçütler koyamaması açılarından eleştirilmiştir (Tunay,2010:14). 1.2.2.3.2. Sinyal Yaklaşımı Kalitatif göstergeler yaklaşımı ile yakından ilişkili olan aynı zamanda da sistematik bir istatistiksel süreci içeren “sinyal yaklaşımı”, konjonktür devrelerinin dönüm noktalarını belirlemek için geliştirilen yöntemin, Kaminsky ve Reinhart tarafından (1996), bankacılık krizlerine uygulanmasıyla doğmuştur. Diebold ve Rudebusch (1989) ile Stock ve Watson’ın (1989) yaptıkları çalışmaları temel alan Kaminsky ve Reinhart’ ın (1996) ardından Bruggemann ve Line (2000) ve Edison (2003) tarafından yapılan çalışmalarla bu yaklaşım daha da geliştirilmiştir (Demirgüç – Kunt, Detragiache,2005:6). 33 Sinyal yaklaşımının literatürde yaygın olarak kullanılmasına yol açan Kaminsky ve Reinhart’ ın 1996 yılında yaptıkları çalışma 1970 – 1995 yılları arasındaki dönemi kapsar. Bu çalışmada yazarlar 5 gelişmiş ve 15 gelişmekte olan ülke olmak üzere toplam 20 ülkede görülen 25 bankacılık ve 71 para krizinin meydana gelmesinde etkisi olduğu düşünülebilecek makro ekonomik ve finansal göstergelerin hareketlerini incelemişlerdir (Kaminsky ve Reinhart, 1996:6). Aralarında Berg ve Pattillo (1999); Bussiere ve Mulder (1999) ve Berg, Borenztein ve Pattillo’ nun da (2004) bulunduğu çalışmalar finansal krizleri tahmin etmede bu yöntemin az çok başarılı olduğunu göstermiştir (Frankel ve Saravelos, 2010:5). Bu yöntemde “kriz dönemi” ve “sakin dönem” olarak tanımlanan iki ayrı zaman periyodunda, gösterge olarak seçilen değişkenlerin davranışları karşılaştırılır. Ekonomik verilerin bir kriz öncesinde sistematik olarak farklı hareket edip etmediklerinin ölçülmesi, her bir gösterge için kritik seviye (eşik değer) belirlenmesini gerektirmektedir (Gürler ve Kaplan, 2005:5). Seçilen göstergelerin belirlenen eşik değeri aşması durumunda bunun bir kriz sinyali olduğu sonucu çıkarılır (Bell, 2000:116). Eşik değerin belirlenebilmesi amacıyla veri setinde kullanılan her bir değişkenin aylık dönem (i) ortalaması (μ) ve standart sapması (σ) birbirleriyle ilişkilendirilir. Herhangi bir dönemde (i), göstergenin (G) eşik değeri aşması “1” ve eşik değerin altında kalması “0” ile ifade edilir. 34 Seçilen bir kriz göstergesi, almış olduğu değerin eşik değeri aştığı her seferde, gelecekte bir kriz olacağına dair bir sinyal gönderir. Bu durumda olası iki senaryo vardır: (i) belirli bir zaman diliminde kriz gerçekleşecektir; ya da (ii) bu zaman diliminde kriz gerçekleşmeyecektir (yanlış alarm). Söz konusu zaman dilimlerinin ne olacağı hakkında konulmuş kesin bir kriter mevcut değildir (Bell, 2000: 117). Kaminsky ve Reinhart’ a göre (1999) göstergelerin herhangi birindeki değişme, eşik değerini aşarsa gelecek 24 ay içinde bir para krizi, 12 ay içinde ise bir bankacılık krizi beklenebilir. Sinyal ya da kriz penceresi olarak da adlandırılan ve sinyal alınma tarihiyle krizin başladığı tarih arasındaki zaman periyodunu ifade eden bu zaman aralıkları yazarlar tarafından a priori olarak belirlenmiştir. Farklı tipteki krizler için farklı sinyal pencereleri öngörülmesinin nedenlerini ise, krizlerin farklı zamanlarda doruk noktalarına ulaşmalarına ve bankacılık krizlerinin oluşmasına neden olan faktörlerin sistematik bir biçimde ortaya çıkmayarak politika yapıcıların bunları bir işaret olarak fark edememelerine bağlamışlardır (Kaminsky ve Reinhart, 1999:487). Görüldüğü üzere bu yaklaşımda eşik değerin nasıl belirlendiği büyük önem taşır hale gelmektedir. Çünkü eşik değer, yanlış sinyallerin (kriz yokken var gösteren sinyallerin) sayısını azaltmak amacıyla çok katı belirlenirse değişkenlerde meydana gelen ve kriz sinyali olarak kabul edilebilecek bir değişim gözden kaçırılabilir. Bu duruma literatürde I. tip hata denilmektedir. Tersi durumda eşik değer çok geniş bir değer olarak belirlenirse gösterge değerlerinde meydana gelecek en ufak bir değişim kriz sinyali olarak kabul 35 edilecek ve yanlış sinyallerin sayısı artacaktır. Buna da II. Tip hata denilmektedir (Kaminsky ve Reinhart, 1999:487) . Etkin kriz sinyallerinde bu hataların mümkün olduğunca az olması beklenir. Sinyallerin etkinliği, hem tek tek göstergeler düzeyinde bir göstergenin hem de göstergeler kümesi düzeyinde tüm göstergelerin krizleri öngörmede ne kadar başarılı oldukları dikkate alınarak ölçülür (Altıntaş ve Öz, 2007b:30). İzleyen12/24ayiçindekrizvar İzleyen12/24ayiçindekrizyok Sinyal Alındı A B SinyalAlınmadı C D Kaminsky ve Reinhart (1999) sinyal etkinliğini sinyal – gürültü oranı adını verdikleri bir yöntemle ölçmektedirler. Yukarıdaki matriste de görüleceği üzere bu yöntemde bir göstergenin doğru sinyal verdiği (A) ve yanlış sinyal verebilecekken vermediği (D) ayların sayısı yanlış sinyal verdiği (C) ve doğru sinyal vermesi gerekirken veremediği (B) ayların sayısından ne kadar fazlaysa o gösterge o kadar etkindir. Sinyal – gürültü oranı [B (B D)] [ A ( A C)] şeklinde hesaplanmaktadır ve her gösterge için kötü sinyallerin iyi sinyallere oranını göstermektedir. Burada [B B D] yanlış sinyallerin tüm olası kötü sinyallere oranını, [ A ( A C)] ise iyi sinyallerin tüm olası iyi sinyallere oranını temsil etmektedir (Kaminsky ve Reinhart, 1999:488). Belirli bir göstergenin sinyal – gürültü oranı küçüldükçe o göstergenin gelecekte meydana gelecek bir para ya da bankacılık krizini tahmin etmede 36 gösterdiği başarı artar. Yani bir göstergenin sinyal – gürültü oranı ne kadar küçükse etkinliği o kadar fazladır. (Ahec - Sonje, 1999:287). Öncü gösterge belirlemeye yönelik çalışmalarda bu yöntemin tercih edilmesinin önde gelen sebeplerinden biri değişkenlerin krize ilişkin bireysel etkinliklerinin anlamlı bir şekilde sıralanabilmesine imkân vermesidir. Yani bu yöntem bir gösterge hakkında niteliksel bir değerlendirme yapılabilmesini sağlar. Aynı zamanda krizlerin şiddeti ölçeğinde ülkelerin sıralanmasını mümkün kılar. Rassal öngörülere oranla daha başarılıdır ve kriz olasılıklarının tahmininde önemli yeri olan kompozit endekslerin tahmininde etkindir. Finansal krizlerin önceden tahmininde önemli bir yeri olan sinyal yaklaşımı literatürde de sıklıkla kullanılmasına rağmen bazı sorunları da bünyesinde barındırmaktadır. Özellikle değişkenlerin seçiminin araştırmacılar tarafından keyfi bir şekilde yapılıyor olması ve seçilen bu değişkenlerin her birinin krizlerin tahmini için yaptıkları marjinal katkılarının ölçülememesi eleştirilere konu olmaktadır. Buna bağlı olarak herhangi bir endeks tasarımı, bu endekste yer alacak her bir değişkenin münferit katkıları ile ağırlıklandırılmadığı zaman da bir keyfilik söz konusu olacaktır. Değişkenlerin sinyal – gürültü oranları yoluyla ağırlıklandırılması durumunda bile bu değişkenlerin krizlere reel katkıları hakkında bir bilgi edinilemez. Ayrıca sinyal yaklaşımı, meydana gelen krizlerin şiddeti hakkında herhangi bir incelemeye olanak vermemektedir. Benzer şekilde krizlerin yaşandığı farklı bölgelerin kendilerine özgü farklılıklarının dikkate alınmasına imkan vermediği için sinyal yaklaşımı eleştirilmektedir. Ancak bu yaklaşım için yapılan en ciddi eleştiriler krizlerin tahmin edilme başarısının örneklem içinde bile çok düşük olduğu ve kriz zamanı konusunda da tatmin edici bir performans sergileyemediği yönündedir (Tunay, 2010:14). 37 1.2.2.3.3. Sınırlı Bağımlı Değişken Yaklaşımı Bir krizin meydana gelmesi ya da gelmemesi teknik açıdan bakıldığında, “ikili kesikli” (binary discrete) bir olay olarak tanımlanabilir. Bu takdirde krizlerin gerçekleşme olasılıklarının tahmin edilmesinde “sınırlı bağımlı değişken yaklaşımı” (limited dependent variable approach) kullanılabilir. Bu yaklaşımda en çok kullanılan modeller logit ve probit modellerdir. Logit ve probit modeller birer parametrik tahmin yöntemleridir ve sınırlı bağımlı değişkenin bir dizi açıklayıcı değişken ile regresyona tabi tutulması esasına dayanırlar. Yani bu modeller herhangi bir finansal krizin varlığı (1) ve yokluğu (0) üzerine belirlenmiş kukla değişkenlerin birçok açıklayıcı değişken ile aralarındaki olasılık ilişkilerini tahmin ederek, hangi açıklayıcı değişkenlerin krizleri tahmin etmede daha başarılı olduklarını tespit ederler. Sınırlı bağımlı değişken yaklaşımının sinyal yaklaşımına göre bir avantajı, bu yöntemde, her bir değişkenin krizi açıklamaktaki katkısı birlikte değerlendirilebilmektedir ve istatistikî testler sayesinde genel bir anlam çıkarılabilmektedir. Böylece krizin meydana gelmesine neden olan değişkenlerden hangilerinin kriz olasılığını daha fazla artırdığı tespit edilebilmektedir (Gaytan ve Johnson, 2002:11). Sınırlı bağımlı değişken yöntemleri ilk kez çok değişkenli logit modeli kullanılarak Eichengreen, Rose ve Wyplosz (1996) tarafından ve ikili probit modeli kullanılarak Frankel ve Rose (1996) tarafından finansal krizlere uygulanmıştır. Daha sonra Demirgünç – Kunt ve Detragiache (1998); Krueger, Osakwe ve Page (1998), Esquivel ve Larrain (1998); Hardy ve Pazarbaşıoğlu (1999); Kamin, Schindler ve Samuel (2001) yöntemin geliştirilmesinde katkıda bulunmuşlardır. 38 Lau ve Yan (2005) ise yuvalanmış logit model (nested-logit model) kullanarak sadece para krizinin gerçekleşme durumunu değil (spekülatif atak var “ yit 1” veya yok “ yit 0 ” ) spekülatif atak ( yit 1) durumunda merkez bankasının atacağı kuru savunmaya yönelik adımların başarılı olup olmama durumlarını da (başarılı savunma zit 0 veya başarısız savunma zit 1 ) dikkate alan bir çalışma yapmışlardır (Lau ve Yan; 2005: 295 – 316). Sınırlı bağımlı değişken yaklaşımında eğer düşük frekanslı verilerle çalışılırsa tatminkâr sonuçlar elde edilebilmektedir. Sinyal yaklaşımının aksine her değişkenin krizle olan ilişkisi, bu değişkenlerin modele olan marjinal katkısının hesaplanması ve münferit değişkenlerin bir kriz göstergesi olarak test edilmesi bu yöntemde mümkündür. Ayrıca sinyal yaklaşımıyla birlikte kullanıldığında sınırlı bağımlı değişken yaklaşımı, belirlenen eşik değerlerin test edilmesine olanak sağlamaktadır (Tunay, 2010: 16). Bu üstünlüklerine karşın sınırlı bağımlı değişken yaklaşımının bazı zayıf noktaları da bulunmaktadır. Örneğin bu yaklaşımda kriz dönemi, krizin meydana geldiği yıl olarak kabul edildiği için analizde yıllık verilerin kullanılması durumunda yapılan tahminlerin etkinliği düşmektedir. Ayrıca yine yıllık verilerin kullanılmasından ötürü birçok gösterge değerinde, krizlerle eş zamanlı olarak, yapay bir biçimde değişme gözlenmektedir ve yurt dışı kaynaklı değişkenlerin modelin dışında tutulması içsellik sorunlarına neden olmaktadır (Tunay, 2010: 6). Logit ve probit modellerin birbirlerinden farkı, tercih olasılıklarını tanımlamada kullanılan birikimli dağılım fonksiyonu, logit modelde lojistik dağılıma sahipken, probit modelde normal dağılıma sahiptir (Şen, 2006:9). Logit model, grup üyeliği gibi bir bağımlı değişkeni çeşitli değişkenler setinden (kesikli, sürekli, ikili veya karma) tahmin etmek için kullanılan çok değişkenli bir yöntemdir. Bu yöntemde yukarıda da bahsedildiği gibi 39 değişkenlerin normal dağılıma sahip olmaları gerekmemektedir. Aynı zamanda değişkenlerin eş varyansa sahip olmaları da zorunlu değildir. Modelde bağımlı değişken “0” ve “1” değerleri alan bir kukla değişken olarak tanımlanır (Kaya ve Yılmaz, 2007:10). Bu şekilde tanımlanan kukla değişkenler kullanılarak maksimum olabilirlik fonksiyonu yardımıyla bir finansal krizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tahmin edilmeye çalışılır. Model her bir ülkenin kriz deneyimi geçirip geçirmediği noktalarından hareket etmektedir. Buna göre bağımlı değişken, kriz yoksa “0”, varsa “1” değerini almaktadır. Bir krizin belirli bir zamanda belirli bir ülkede ortaya çıkma olasılığı, n sayıda açıklayıcı değişkenler vektörünün, X (i, t ) ,bir fonksiyonu olduğu hipotezine dayandırılmaktadır. Burada i ülkesinde ve t zamanında meydana gelen veya gelmeyen bir kriz için P(i, t ) kriz kukla değişkenini; , n bilinmeyenli katsayı vektörünü; ve F ( X (i, t )) de tahmin edilen kümülatif olasılık dağılım fonksiyonunu göstermektedir. Böylece modelin log – olabilirlik (log – likelihood) fonksiyonu aşağıdaki gibidir. N sayıda ülkenin i {1,2,..., N} belirli bir zaman ( T ) aralığında t {1,2,..., T} gözlendiğini düşünelim. Her bir ülke için bağımlı değişken olan kriz değişkeninin ( Y ) alacağı değerler “0” (kriz yok) ve “1” (kriz var) olmak üzere: Y 1 ise Pr(Y 1) P Y 0 ise Pr(Y 0) 1 P Modelin doğrusal olmayan olasılık fonksiyonu (logit – probit): Pr(Y 1) F ( X ) 40 Modelin log – olabilirlik fonksiyonu: T n ln L P(i, t )ln{F[ X (i, t )]} [1 P(i, t )]ln{1 F[ X (i, t )]} t 1 i 1 Modelde olasılık dağılımının lojistik formu kullanılmaktadır. Regresyon sonuçları yorumlanırken tahmin edilen katsayılardaki (açıklanan değişkenler) bir birim artışın krizin ortaya çıkma olasılığı üzerinde kendisi kadar bir etki göstermeyeceğine dikkat edilmelidir. Burada tahmin edilen katsayılar, ln(P(i, t ) / (1 P(i, t ))) ’de açıklanan bir değişkendeki değişimin etkisini yansıtmaktadır. Olasılıktaki artış, orijinal olasılığa ve sonuçta tüm bağımsız değişkenlerin ilk değerleri ile onların katsayılarına bağlı olmaktadır. Katsayının işareti değişimin yönünü gösterse de, büyüklüğü X (i, t ) ’ de kümülatif dağılım fonksiyonun eğimine bağlıdır. Yani açıklanan değişkendeki bir değişim, ülkenin ilk kriz olasılığına bağlı olarak gerçekleşecek olan krizin olasılığı üzerinde farklı etkilere sahip olacaktır. Logit modelde bir ülkenin ilk kriz olasılığı aşırı ölçüde yüksekse (veya düşükse), bağımsız değişkenlerdeki marjinal bir değişme krizin oluşması üzerinde küçük bir etkiye sahip olacaktır. Ancak aynı marjinal değişme, ülkenin kriz olasılığının orta düzeyde olması halinde daha büyük etkiye sahip olacağını göstermektedir (Altıntaş ve Öz; 2007a:14). Probit model de logit model gibi P olasılık değerleri ile açıklayıcı değişkenler arasında ilişki kurmayı amaçlayan ve olasılık değerinin 0 ile 1 arasında kalmasını sağlayan istatistiki bir modeldir. X ile gösterilen bağımsız değişkenler aracılığıyla Y kriz bağımlı değişkeni açıklanmak istenmektedir. Modelin amacı, bağımsız değişkenlerin 41 ( X ), finansal bir krizin ( Y , bağımlı değişken) gerçekleşme olasılığı ( P ) üzerindeki etkisini tahmin etmektir. Buna göre probit modelde finansal bir krizin gerçekleşme olasılığı, değişkenlerin doğrusal olmayan bir fonksiyonudur. Pr(Y 1) F ( X ) Normal dağılım fonksiyonu kullanılarak probit model tanımlanır. Pr(Y 1) F ( X ) 1 2 1 2 t 2 e 2 dt Burada t standartlaştırılmış normal değişkendir (Şen, 2006:9). Bu modelleri doğrusal olasılık modellerinden ayıran bir özellik, bağımsız değişkenlerin bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin doğrusal olmamasıdır. Bu özellik logit ve probit modellerin finansal krizlerin tahmininde kullanılmasını daha cazip hale getirmektedir (Şen, 2006:10). Ancak literatürde logit modelin genellikle probit modele tercih edildiği gözlenmektedir. Araştırmacıların logit model kullanma nedeni, bağımlı değişkenin iki ayrı sonuç arasında kayda değer bir dağılım göstermediği durumlarda logit modelin daha üstün performans sergilemesidir. 42 1.2.2.3.4. Diğer Yaklaşımlar Literatürde yukarıda yer verilen çalışmalar dışında finansal krizleri öngörmek için başka yöntemler de geliştirilmiştir. Vlaar (2000) tarafından geliştirilen “Kriz Endeksi Yaklaşımı” (Index of Crises), Kolar vd. (2000) tarafından geliştirilen ve parametrik olmayan istatistiksel bir teknik olan “Tehdit Tanıma Modeli” (Treat Recognition Model) bunlardan bazılarıdır (Tunay, 2010:15). Ayrıca, gelişmiş ülkelerin denetleme ve düzenleme otoriteleri tarafından kullanılan erken uyarı ve tahmin yöntemleri de bulunmaktadır. Bunlar genellikle münferit banka başarısızlıklarıyla ilgilenen yöntemlerdir. Asıl amaçları sıkıntıdaki bankaları tespit edip, gerekli önlemleri alarak bunların bankacılık sektöründe neden olacakları riski azaltmaktır. Örneğin CAMEL yöntemi bankacılık sistemindeki kırılgan bankaları belirlemek için kullanılan mikro temelli bir yaklaşımdır ve ABD düzenleyici otoriteleri tarafından bankacılık problemlerini belirlemek için kullanılabilmektedir (Demirgüç – Kunt, Detragiache, 2005:9). CAMEL yöntemi; sermaye yeterliliği (capital adequacy / C), aktif kalitesi (asset qulaity / A) yönetim yeterliliği (management adequacy / M), kazanç durumu (earnings / E) ve likidite (liquidity / L) kavramlarının bir bileşimidir ve bunların ilk harflerinden oluşur (Tunay, 2010:15). Bu yöntemle bankaların finansal güçleri ve kırılganlıkları hususlarında öncü göstergeler elde edilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntem Asya Krizini tecrübe etmiş ülkelerde, banka büyüklüklerinin ve bankaların bağlantılı şirketlerle olan ilişkilerinin banka başarısızlıkları üzerine etkilerini açıklamakta kullanılmıştır (Demirgüç – Kunt, Detragiache,2005:9). Son zamanlarda literatürde yer alan bir diğer çalışma Duttagupta ve Cashin (2008) tarafından geliştirilen “ikili sınıflandırma ağacı“ (binary 43 classification tree) yaklaşımıdır. Parametrik olmayan istatistiksel bir yöntem kullanılan bu yaklaşım, ikili sonuçların (finansal bir krizin olması ya da olmaması gibi) tahmin edilmesine yardımcı olabilecek değişkenler arasındaki kayda değer etkileşimleri ortaya koymayı amaçlamaktadır (Tunay, 2010:16). Krizleri tahmin etmeye yönelik ampirik çalışmalar arasında oldukça küçük bir grubu da davranışsal modelleri temel alan çalışmalar oluşturmaktadır. Bu çalışmalar genellikle bir ülkede gerçekleşen krizlere odaklanmışlar ve teorik olarak birinci nesil kriz modellerini temel almışlardır. Flood ve Marion (1994) Latin Amerika ülkelerini ele alan bir çalışmayla birden fazla ülke için bu yöntemi kullanarak geliştirmiştir. Daha sonra yapılan bazı çalışmalarda teorik altyapıya ikinci nesil kriz modelleri dahil edilmiş ve olası çoklu dengeleri içerecek şekilde çalışmalar yapılmıştır (Collins, 2003:3). Finansal krizlerin tahmin edilmesinde öncü gösterge belirlemek için kullanılabilecek yöntemler arasında son olarak “Çok Değişkenli Uyumlu Regresyon Uzanımları” (Multivariate Adaptive Regression Splines / MARS) yöntemini gösterebiliriz. Parametrik ve parametrik olmayan yaklaşımların özelliklerini bünyesinde barındıran bu yöntem, bir bağımlı değişken ile tahmin ediciler seti arasındaki olası ilişkiyi “düzleştirme uzanımları” (smoothing splines) kullanarak belirlemektedir (Tunay 2010; 27). İKİNCİ BÖLÜM 1990 SONRASINDA TÜRKİYE’DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER 2.1. FİNANSAL KRİZLERİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Bu bölümde Türkiye‟nin 1994, 2001 ve 2008 – 2009 yıllarında yaşadığı krizler karşılaştırmalı olarak analiz edilmeye çalışılacaktır. Çalışmanın konusu finansal krizler olduğu için, finansal kesimin ve ödemeler dengesi sermaye hesabının serbestleşmesinden sonraki dönem incelemeye konu edilecektir. Bu sebeple 1978 – 1980 Ekonomik Krizi çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır. Ayrıca 1998 yılında Rusya merkezli yaşanan finansal kriz de, Türkiye ekonomisi üzerinde, 1999 Ağustos ve Eylül aylarında yaşanan depremlerin yarattığı şokla da birleşerek, önemli ölçüde hasara yol açmış olduğu halde kapsam dışında bırakılmıştır. Bu durumun gerekçesi ise yaşanan bu türden olumsuzlukların arızi hareketler olarak değerlendirilmesi ve ekonominin orta vadede kaçınılmaz olarak gerçekleşmesi beklenen krizleri içerisinde kabul edilmemesidir. Bu bölümde öncelikle söz konusu üç dönemde meydana gelen krizlerin karakteristik özellikleri değerlendirilecektir. Daha sonra ise önde gelen reel ve finansal kesim göstergelerinin kriz dönemlerindeki davranışları incelenecektir. 45 2.1.1. 1990 Sonrasında Yaşanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri Türkiye hareketlerinin ekonomisinde serbest 1990‟lı yıllarda, bırakılmasının 1989 ardından, yılında makro sermaye ekonomik politikalardaki uyumsuzluklar ve siyasi istikrarsızlıkların eşlik ettiği, iç ve dış kaynaklı sorunlarla karşılaşılmıştır. 1991 yılında Körfez Savaşı, 1994 yılında 5 Nisan Ekonomik Krizi, 1997 yılında Asya Krizi, 1998 yılında Rusya Krizi ve 1999 yılındaki Marmara Depremleri bu sorunların ortaya çıktığı önde gelen dönemlerdir. Bütün bu dönemler boyunca, karşılaşılan ekonomik sorunların başında, kronikleşen yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek işsizlik sorunları gelmektedir. Karşılaşılan sorunları çözmek amacıyla 2000 yılı başında IMF desteğiyle uygulanmaya başlanan kura dayalı “Enflasyonla Mücadele Programı” başarısız olmuş ve ekonomi 2001 yılı Şubat ayında ağır bir finansal krizle karşı karşıya gelmiştir. Şubat 2001 krizinin ardından, uygulamaya başlanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla” yapısal reformlar ve yasal düzenlemelere öncelik verilmiştir. Bu program, özellikle uluslararası likidite bolluğunun da katkısıyla, başarılı bir şekilde uygulanmış ve ekonomi yüksek bir büyüme dönemi yaşarken, kamu açıkları azalmış, enflasyon ve faiz oranları hızla gerilemiştir. Ancak yüksek büyüme hızına karşın ekonomi istihdam yaratmakta yetersiz kalmıştır (Yükseler, 2009:4). Söz konusu dönemde ekonomide büyüme performansıyla istihdam yaratma kapasitesi arasındaki bağ kopmuştur. Burada ekonominin “istihdam yaratmayan büyüme” durumundan ekonomik büyüme temposunun yavaşlayıp, işsizliğin hızla arttığı “azalan büyüme – artan işsizlik” durumuna geçiş yaptığını ileri süren görüşlere de rastlamak mümkündür (BSB, 2009:99). 46 2001 sonrası dönemde, ekonomide yaşanan iç ve dış kaynaklı dalgalanmalar, genelde kısa süreli, reel büyüklükler üzerinde etkileri sınırlı ve çoğunlukla döviz kuru kaynaklı olmuştur. ABD‟de başlayan ve konut kredilerinden kaynaklanan kriz, 2008 yılı Eylül ayından itibaren küresel bir finansal krize dönüşmüş ve Türkiye de içlerinde olmak üzere hemen hemen bütün ülkeleri etkisi altına almıştır (Yükseler, 2009: 5). Küresel kriz, 2008 yılı sonlarına doğru etkisini artırmaya başlamasından itibaren, Türkiye ekonomisinin istihdam yaratma sorununu daha da vahim hale getiren bir etken olmuştur (BSB, 2009:100). 2.1.1.1. Krizlerin Türü Söz konusu krizler incelendiğinde ilk ikisinin (1994 ve 2001 Krizleri) ikiz kriz tanımına uyduğu söylenebilir. İkiz kriz; herhangi bir para krizinden belirli bir süre önce veya sonra bir bankacılık kriziyle karşılaşılması durumudur. Her iki finansal krizde de ödemeler dengesi – döviz kuru sorunları ve banka başarısızlıkları ardı ardına gelmiştir. Buradaki “belirli süre”nin ne olduğu üzerinde literatürde bir uzlaşma yoktur. Araştırmacılar, ülkelerin kendi koşullarını göz önünde bulundurarak süreyi belirleme eğilimindedirler. Kaminsky ve Reinhart bu süreyi 48 ay olarak kabul etmişlerdir (Kaminsky ve Reinhart, 1999:480). Ancak Türel‟e göre, Türkiye koşullarında bu süre gerçekçi değildir, bir para krizinin başlangıcından en çok iki yıl önce veya sonra bir bankacılık kriziyle karşılaşılması durumunda bu krizin bir ikiz kriz olduğundan bahsedilebilir (Türel, 2010:30). 47 2008 – 2009 finansal krizinin ise Türkiye için, bu çalışmanın yapıldığı 2011‟in ilk çeyreğine kadar herhangi bir bankacılık başarısızlığı söz konusu olmadığı göz önüne alındığında, şimdilik bir para krizi olduğunu söylenebilir. 2.1.1.2. Ulusal ve Uluslararası Ekonomik Ortam İç (ulusal) ve dış (uluslararası) ekonomik konjonktür ve bu konjonktür evrelerindeki sermaye akımlarının hacim, bileşim ve oynaklığı, yerel krizin evrimini ve şiddetini etkileyen faktörler olarak ön plana çıkmaktadır (Türel, 2010:36). 1990‟lı yılların ilk yarısı, dünya genelinde piyasa ekonomisine yönelik uygulamaların ağırlık kazandığı ve bu yönde reform politikalarının kararlı bir şekilde uygulandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde, dünya ekonomisi, 1990 – 1992 arasında resesyona girdikten sonra 1993 yılından itibaren toparlanmaya başlamıştır. Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak Türkiye ekonomisi de 1994 krizi öncesinde yüksek oranlı büyüme performansı sergilemiştir (Özatay, 2009:71). Tablo 2‟de görüleceği gibi GSYİH 1993 yılında yüzde 8,1 büyüme gösterirken 1994 yılında krizle beraber yüzde 6,1 küçülmüştür. 1990‟lı yıllarda uluslararası faiz oranlarındaki düşüşle birlikte Türkiye‟ye yabancı sermaye girişi artmıştır. Bu durum ulusal paranın aşırı değerlenmesine ve uluslararası finans piyasalarından borçlanmanın cazip hale gelmesine neden olmuştur. Bu şekilde toplanan fonlar yüksek getirili kamu menkul kıymetlerine yatırılarak ya da kredi şeklinde piyasaya sürülerek önemli kazançlar sağlanmıştır. Finansal piyasalardan elde edilen bu yüksek kazanç yeni oyuncuların ilgisini artırmış ve 90‟lı yılların sonunda 80 kadar banka piyasada faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu bankaların önemli bir bölümü küçük ölçekli ve 48 yetersiz sermayeyle kurulmuştur. Ayrıca bankalarının kurucularının iştiraklerini veya üretimlerini finanse etme amacı gütmeleri piyasalarda ahlaki tehlikeye neden olmuştur. Bütün bunlara ek olarak, bankaların tam mevduat güvencesine sırtlarını dayayıp, gerçekçi olmayan yüksek faizler vererek, sermayelerinin çok üzerinde mevduat toplamaları ve bu mevduatlarla yüksek getirili devlet iç borçlanma senetleri almaları ahlaki tehlikenin boyutlarının artmasına sebep olmuştur. Bu dönemde döviz kurlarında yaşanan hızlı değer artışları nedeniyle, kamu menkul kıymetlerinin getirisi düşük kalmış ve bankaların likidite sorunları yaşamasına neden olmuştur. Bütün bunlar finansal sektörün yapısının zayıflamasına neden olmuş ve özellikle bankacılık sektörünün üstlendiği riskler ekonominin krize sürüklenmesinde başat rol oynamıştır (Ural ve Balaylar, 2007:49). 1995 – 1999 döneminde, 1994 krizine yol açan ekonomik ve siyasi etmenlerde iyileşme yaşanmamış, dengesizlikler geçici olarak bastırılmaya çalışılmıştır. 1997 Asya ve 1998 Rusya krizleri sonrasında küçülen dünya ekonomisi tekrar canlanmaya başlamış ve sanayileşmiş ülkeler 2000 yılı ilk yarısında son yılların en yüksek büyüme hızlarına ulaşmışlardır. Ancak 2000 yılı son çeyreğinde ABD‟de başlayan ekonomik durgunluk 2001 yılında tüm ülkeleri olumsuz etkilemiştir (Yükseler, 2009:7). 49 Tablo 1. 1990 Sonrasında Yaşanan Krizlerin Karakteristik Özellikleri: 1994 Krizin Türü İkiz Ulusal ve Uluslarası Ekonomik Konjonktür Yükseliş Kriz Öncesinde Uygulanan Döviz Kuru Rejimi Yönetilen Dalgalanma Krizin Yarattığı Hasıla Kaybı (GSYİH'nın yüzdesi) 6,7 Kaynak: Türel, 2010:57 Tablo 2. Kriz Dönemlerine İlişkin Temel Göstergeler (%) 1994 1993 1994 1995 2000 1. GSMH/GSYİH Büyüme Hızı* 8,1 -6,1 8,0 5,4 2. GSMH/GSYİH Deflatörü* 67,4 107,3 87,2 49,2 3. TÜFE °Yıl Sonu 71,1 125,5 76,0 39,0 °Yıllık Ortalama 66,1 106,3 89,1 54,9 4. İşsizlik Oranı 8,9 8,6 7,6 6,5 5. Cari İş. Den./GSMH - GSYİH -3,5 2,0 -1,4 -3,7 6. İhracatın İthalatı Krş. Or. 52,1 77,8 60,6 51,0 8. KKBG/GSYİH °Toplam 7,7 4,6 3,7 8,9 Kaynak: TÜİK, TCMB * 1993-1994-1995 Baz yılı: 1987; 2000 ve sonrası Baz yılı: 1998 2001 İkiz İniş Sürünen Çapa 5,9 2001 2008-09 2001 2002 2008 2009 -5,7 6,2 0,7 -4,7 52,9 37,4 12,0 5,1 68,5 54,4 8,4 1,7 75,7 29,7 45,0 10,3 -0,6 69,9 12,1 10,0 10,06 10,44 11,0 -5,7 65,4 6,53 6,25 14,0 -2,3 72,5 1,6 6,4 2008-9 Para İniş Serbest Dalgalanan 7,9 50 Türkiye‟ de kamu kesimi özellikle 1994 krizinden sonra dış borçlanma olanağını kaybetmiş ve giderek artan ölçüde iç borçlanmaya yönelmiştir. İç borçlanma talebindeki artış reel faiz oranlarını yükseltmiş ve kamu kesimi iç borçlanma maliyetlerini artırmıştır. Bu gelişmeler, ülkedeki bankacılık sistemini, reel ekonomiye kaynak aktarmak yerine, devlet iç borçlanma senetlerinin yüksek getirisi nedeniyle, kamu açıklarını finanse etmeye yöneltmiştir. Bankalar, yurtdışından ve doğal olarak döviz cinsinden borçlanıp, bu kaynakları yurtiçinde ulusal para cinsinden iç borçlanma senetlerine yatırmışlar ve para uyumsuzluğuna neden olmuşlardır. Bu durum aynı zamanda bankaların açık pozisyonlarını ve kur risklerini de artırmıştır. Ayrıca bankacılık sisteminin taşıdığı sermaye yetersizliği yanında kısa vadeli borçlanma ile uzun vadeli kredi sağlamasından dolayı neden olduğu vade uyumsuzluğu piyasadaki riski artırmıştır (Ural ve Balaylar, 2007:50). 2000‟li yıllarda, küreselleşmenin gittikçe derinleşmesi ve uluslararası sermaye hareketlerinde gözlenen artış sonucunda, finansal piyasalarda hızlı bir gelişme meydana gelmiştir. Başta türev araçlar olmak üzere yeni finansal araçların yaygınlaşması ve sanayileşmiş ülkelerde faiz oranlarının düşük seviyelerde kalması, uluslararası likidite bolluğuna neden olmuş ve dünya ekonomisinde 2002 yılında başlayan canlanmanın daha da güçlenmesini sağlamıştır. 2007 yılının Ağustos ayında ABD emlak piyasasındaki “sub – prime mortgage” kredilerindeki sorunların fark edilmesiyle beraber canlanma sona ermiş ve 2008 yılı Eylül ayında başta ABD‟de olmak üzere büyük mali kuruluşların iflas etmesi sonucu küresel düzeyde bir finansal kriz patlak vermiştir (Yükseler, 2009:4). 51 Türkiye‟nin 1950 – 1980 dönemindeki para krizleri, genel bir eğilim olarak, orta dönemli konjonktür döngüsünün iniş evrelerinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 2001 ve 2008 – 9 Krizleri, bu örüntü ile uyumludur. Ancak 1994 Krizi orta dönemli döngünün yükseliş evresine rastlamıştır (Türel, 2010:36). 2.1.1.3. Kriz Öncesinde Uygulanan Döviz Kuru Rejimi Türkiye 2008 -2009 krizine kadar, tüm krizleri, sabit ya da öngörülebilir döviz kuru rejimleri altında yaşamıştır. 1923 – 1980 yılları arasında uygulanan geleneksel “sabit döviz kuru rejimi” (fixed exchange rate regime) yerini kısa bir süre için “sürünen bant” (crawling band) uygulamasına bırakmıştır (Kaya, 2009:78). 1981 – 1999 yılları arasında ise “yönetilen dalgalanma” (managed float) döviz kuru rejimi uygulanmış, 1999 yılında Enflasyonla Mücadele Programı çerçevesinde “sürünen çapa” (crawling peg) döviz kuru rejimine geçilmiştir (Kasman ve Ayhan, 2006:39). 2001 Şubat krizinin ardından, “Enflasyonla Mücadele Programı” kapsamında uygulanan ve Türk Lirasının değerini, artış oranı önceden ilan edilmiş olan bir kur sepetinin alacağı değere bağlayan sürünen çapa sistemi terk edilmiş ve “serbest dalgalanan” (free float) döviz kuru rejimine geçilmiştir (Arat, 2003: 47). 2008 – 2009 krizi de 2001‟den bu yana uygulanan dalgalı kur rejimi altında gerçekleşmiştir. Bu durum, serbest dalgalanan kur rejiminin krize karşı bir güvence oluşturacağı savının artık desteklenemeyeceğine ilişkin görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Türel, 2010:36). 52 2.1.2. Kriz Sürecinin Temel Reel ve Finansal Ekonomik Değişkenlerin Davranışlarına Etkisi Türkiye ekonomisinin kriz dönemlerinin ortak özelliği, büyüme hızında düşme ve enflasyonda yükselmenin birlikte görülmesidir. Ancak küresel finansal krizin etkili olduğu 2009 yılında diğer kriz dönemlerinin aksine enflasyonda düşüş gözlenmiştir. 2008 – 2009 kriz döneminde iç talebin yanı sıra dış talebin de büyük ölçüde daralması, uluslararası temel mal fiyatlarındaki hızlı gerileme ve otomotiv sektörü başta olmak üzere bazı ürünler üzerindeki dolaylı vergilerin indirilmesinin bu farklılaşma üzerinde etkili olduğu söylenebilir (Yükseler, 2009:10). Tablo 2‟de görülebileceği gibi 1994 GSMH ve 2001 GSYİH sırasıyla, yüzde 6,1 ve 5,7 oranında azalmıştır. Küresel krizin ilk etkilerinin görüldüğü 2008 yılının son çeyreğinde yüzde 6,2 oranında gerileyen GSYİH, 2009‟un ilk üç çeyreğinde sırasıyla yüzde 14,6, yüzde 7,6 ve yüzde 2,7 gerilemiş, ardından son çeyrekte yüzde 6 büyüme göstermiştir. Türkiye ekonomisi 2009 yılını GSYİH bazında yüzde 4,7 küçülerek kapatmıştır (TÜİK, 2011). 1990 sonrası yaşanan krizlerin öncesinde, kriz esnasında ve krizin sonrasında GSMH ve GSYİH‟ deki değişmeleri analiz ettiğimizde krizlerin yoğunlaştığı dönem öncesinde hâsılanın kayda değer ölçüde arttığı (1993:%8,4; 2000:%5,4; 2007:%4,7) kriz sürecinde ciddi şekilde azaldıktan sonra, kriz sonrasında tekrar toparlanarak arttığı görülür (TÜİK,2011). Tablo 3‟de görülebileceği gibi, GSYİH harcama bileşenleri içerisinde hâsıla artışının asıl kaynağı özel tüketim harcamalarıdır. İhracatın büyüme düzeyinde meydana getirdiği etki, 2001 öncesinde ihmal edilebilecek bir 53 boyutta iken diğer kriz dönemleri öncesinde negatiftir. Öte yandan her üç kriz dönemi öncesinde kamu nihai tüketim harcamalarının GSYİH artışına katkısı olumlu fakat ikincil önemdedir. Kriz dönemlerinde gayri safi sabit sermaye oluşumunun ciddi şekilde yara aldığı yine Tablo 3‟de görülebilir. Krizin yoğunlaştığı dönemlerde reel ekonomideki daralmanın temel bileşenleri, özel tüketim ve özel sabit yatırım harcamalarındaki çarpıcı gerilemedir. 1994 krizinde %16 gerileyen gayri safi sabit sermaye, 2001 krizinde %30 gerileme göstermiştir. Küresel kriz sürecinde ise 2008 yılında nisbi olarak diğer kriz dönemlerine göre daha olumlu bir performans sergilemesine karşın (-%6,2), 2009 yılında %19,1 seviyesinde düşme gözlenmiştir. 1994 ve 2001 Krizleri öncesinde kamu finansman açığının daraltılmasına verilen önem ve öncelik dolayısıyla, kamu tüketim ve sabit yatırım harcamalarının büyümeye katkısı negatif olmuş, 2008 – 2009 Krizinde bu değişkenlerde gözlenen artışlar diğer harcamalardaki düşüşü telafi edemeyecek ölçülerde kalmıştır. Kriz dönemlerinde ihracatın büyümeye etkisi 2001 ve 2002 yıllarında pozitif olmuştur. Bu etki, 1994 ve 2009 yıllarında ihmal edilebilir seviyelerde iken diğer dönemlerde negatif seviyelerde seyretmektedir (Tablo 3). 1994 ve 2001 krizleri için kriz öncesi yıllarda ihracatın ithalatı karşılama oranında ciddi düşüşler gerçekleştiği görülmektedir (Tablo 2). 1992 yılında %64,3 olan bu oran 1993 yılında %52,1‟e gerilemiştir. 2000 yılında ise bir önceki yılda %65,4 iken %51 olarak kaydedilmiştir. 54 Tablo 3: Kriz Dönemlerinde GSYİH' nin Harcama Bileşenlerindeki Değişim 1993* 1994* 1995* 2000** 2001** 2002** GSYİH Bileş.(milyonTL) .Özel Nihai Tüketim 66.544 62.962 66.011 49.444 46.182 48.372 .Kamu Nihai Tüketim 7.344 6.937 7.410 7.910 7.826 8.238 .G.Safi Sabit Ser. Oluşumu 29.247 24.576 26.822 15.794 11.060 12.684 .Stok Değişmeleri** 1.486 -2.925 1.771 376 -392 1.043 .İhracat 17.483 20.137 21.745 15.518 16.128 17.239 .İthalat (eksi) 25.715 20.089 26.033 16.607 12.496 15.104 .Toplam 96.390 91.599 97.728 72.436 68.309 72.519 GSYİHBileş.(gelişmehızı%) .Özel Nihai Tüketim 8,6 -5,4 4,8 7,1 -6,6 4,7 .Kamu Nihai Tüketim 8,6 -5,5 6,8 5,7 -1,1 5,8 . G.Safi Sabit Ser. Oluşumu 26,4 -16,0 9,1 17,5 -30,0 14,7 .İhracat 7,7 15,2 8 16,0 3,9 6,9 .İthalat (eksi) 35,8 -21,9 29,6 21,8 -24,8 20,9 .Toplam 8,4 -5,0 6,7 5,4 -5,7 6,2 GSYİH Bileşenleri % .Özel Nihai Tüketim 69,0 68,7 67,5 68,3 67,6 66,7 .Kamu Nihai Tüketim 7,6 7,6 7,6 10,9 11,5 11,4 G.Safi Sabit Ser. Oluşumu 30,3 26,8 27,4 21,8 16,2 17,5 .Stok Değişmeleri** 1,7 -3,2 1,8 0,5 -0,6 1,4 .İhracat 18,1 22,0 22,3 21,4 23,6 23,8 .İthalat (eksi) 26,7 21,9 26,6 22,9 18,3 20,8 .Toplam 100 100 100 100 100 100 2007** 2008** 2009** 70.421 10.127 25.480 217 25.275 29.913 101.254 70.198 10.304 23.912 -1.961 25.968 28.678 101.921 68.625 11.111 19.345 795 24.604 24.581 97.143 5,5 6,5 3,1 7,3 10,7 4,7 -0,3 1,7 -6,2 2,7 -4,1 0,7 -2,2 7,8 -19,1 -5,3 -14,3 -4,7 69,5 10,0 25,2 -0,1 25,0 29,5 100 68,9 10,1 23,5 0,2 25,5 28,1 100 70,2 9,7 22,6 1,0 23,8 27,3 100 *1987 fiyatlarıyla; **1998 fiyatlarıyla; ***Stok değişmeleri kalıntı yöntemiyle hesaplanmış olup istatistiki hatayı da içermektedir Kaynak: TÜİK 55 Ancak 2008 – 2009 krizi öncesinde, bu değişkende, önceki kriz dönemlerinde gözlenen sert düşüşler gözlenmemektedir. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2002 yılından itibaren %70 seviyesinden kademeli olarak düşmeye başlamış 2006 yılında en düşük seviyesine (%61,3) ulaştıktan sonra tekrar yükselişe geçmiştir. 2009 yılında bu oran %72,5 olarak gerçekleşmiştir (TÜİK, 2011). Tablo 2‟de görüleceği gibi kriz yıllarında, Türk Lirasında yaşanan değer kayıplarına paralel olarak net ihracatta kaydedilen iyileşmeler, ihracatın ithalatı karşılama oranını yükseltmektedir. Ancak bu olumlu görünüm kısa sürmekte ve kriz sonrası yıllarda bu oranda ciddi kayıplar meydana gelmektedir. Gerek döviz kurundaki sıçrama gerek vergi artışları ve kamu fiyat ayarlamalarının etkisiyle, yıllık ortalama TÜFE 1994 kriz döneminde 1993 yılına göre 40 puandan fazla artarak, %106,3 olarak gerçekleşmiştir. 2001 yılı sonu TÜFE ile 2000 yılsonu TÜFE arasında ciddi bir fark bulunmasına rağmen iki yılın ortalama değerleri birbirinden anlamlı ölçüde farklı değildir. 2009 yılında ise hem yılsonu hem de ortalama TÜFE değerleri 2008 yılına göre belirgin ölçüde düşüş göstermiştir (Tablo 2). 1994 ve 2001 krizlerini izleyen aylarda ekonomideki genişlemenin itici gücü sabit yatırım harcamaları olmuş, ihracatın katkısı yeniden negatif değerler almıştır. Kamu harcamalarındaki değişmenin etkisi ise marjinal ölçülerde kalmıştır (Türel, 2010:39). Krizlerin sanayi üretimi, imalat sanayi üretimi ve imalat sanayi kapasite kullanım oranları üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkilere baktığımızda ise (Tablo 4), 1994, 2001 ve 2008 – 2009 krizleri arasında en yüksek daralmanın son krizde kaydedildiği görülmektedir. Küresel kriz döneminde, sanayi üretim endeksi 114,2‟den 102,9‟a; imalat sanayi üretimi endeksi 112,7‟den 99,9‟a gerilemiştir. Bu kriz döneminde iç talebin yanı sıra dış 56 talepteki hızlı daralma, ihracatın gerilemesine neden olmuş ve imalat sanayinde üretim düşüşü hızlanmıştır. Kriz dönemlerinde imalat sanayi kapasite kullanım oranlarında da ciddi düşüşler gözlenmektedir. 1994 Ocağında %83,6 olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı 1994 Haziranında %65,4 „e gerilemiştir. Aynı endeks 2001 Ekim ayında %81,3 iken 2001 Nisanında %68,5 olarak gerçekleşmiştir. Küresel kriz döneminde ise %82,4‟den (Mayıs 2008) %63,8‟e (Ocak 2009) düşmüştür (Tablo 4). 1994 ve 2001 kriz dönemlerinde, ekonominin rekabet gücündeki artış ve uluslararası konjonktürün daha elverişli olmasının da etkisiyle, dış ticaret dengesinde kayda değer iyileşmeler gözlenmiştir. 2008 – 9 küresel kriz döneminde de dış ticaret dengesinde iyileşme gözlenmesine karşın uluslararası pazarda yaşanan talep daralması nedeniyle iyileşme sınırlı düzeyde kalmıştır. 1994 ve 2001 krizlerinin ilk dönemlerinde, işsizlik oranlarında sınırlı yükseliş olduğu görülmektedir. Nisan 1993 ve Nisan 1994 dönemleri karşılaştırıldığında, genel işsizlik oranında 0,1 puan, tarım dışı işsizlik oranında ise 0,8 puan yükselme olmuştur. 2001 kriz dönemi başlangıcında, işsizlik oranında 0,2 puanlık sınırlı bir yükseliş gözlenmesine karşın, 2001 yılı dördüncü çeyrekte işsizlik oranı %10,4 olmuş ve yılı %8,4 ile kapatmıştır. 2002 yılında %10‟un üzerine çıkan işsizlik oranı bir daha bu düzeyin altına indirilememiştir. Küresel kriz dönemine bakıldığında ise, gerek genel işsizlik gerek tarım dışı kıyaslanamayacak işsizlik ölçüde oranlarında, yükselme önceki olduğu kriz dönemleri görülmektedir. Bu ile kriz döneminde genel işsizlik oranı 4,8 puan, tarım dışı işsizlik oranı ise 5,5 puan artmıştır. 2008 yılı Aralık ayında % 14 olarak gerçekleşen genel işsizlik oranı 2009 Şubatında %16,1 seviyesine çıkmış ve bu tarihten itibaren kademeli olarak düşmeye başlamış ve yılı %14 düzeyinde kapatmıştır. 2010 yılında genel işsizlik oranı %11,9‟ a gerilemiştir (TÜİK, 2011). 57 Tablo 4: Kriz Yıllarında Reel Ekonomik Göstergeler 1994 Krizi Kriz Birim Öncesi Kriz Sanayi Üretim Endeksi 1997=100* 78,9 74,0 İmalat San. Üretim End. 1997=100* 79,7 73,1 83,6 65,4 İmal. San. Kap.Kul.Or.** % (1994/1) (1994/6) İhracat Milyon $ 15 345 18.105 İthalat Milyon $ 29.428 23.270 Dış Ticaret Dengesi Milyon $ - 14.083 - 5.164 * 2008-09 için 2005=100 ** Rakamların ait oldukları dönem parantez içine yer almaktadır. Kaynak: TÜİK 2001 Krizi Kriz Öncesi Kriz 103,4 94,4 102,1 92,4 81,3 68,5 (2000/10) (2001/4) 27.774 31.334 54.502 41.399 - 26.727 - 10.064 2008-09 Krizi Kriz Öncesi Kriz 114,2 102,9 112,7 99,9 82,4 63,8 (2008/5) (2009/1) 132.027 102.142 201.963 140.928 - 69.936 - 38.785 58 Tablo 5‟de görüleceği üzere 1994 ve 2001 kriz dönemlerinde, başta döviz kuru ve faizler olmak üzere, nominal finansal göstergeler olağanüstü artışlar göstermiştir. 1994 yılında Amerikan Doları, TL karşısında bir önceki yıl ortalamasına göre % 169 değer kazanmıştır. Bu oran 2001 yılında ise %96‟dır. Küresel kriz (2008 – 9) döneminde döviz kurundaki değişim önceki kriz dönemleri kadar sert olmamıştır. Devlet iç borçlanma senedi faiz oranları ise 1994 yılında 75,6 puan, 2001 yılında 138,4 puan artış gösterirken küresel kriz döneminde sadece 0,1 puan artmıştır. Tablo 4 ve 5 incelendiğinde görüleceği üzere 2008 – 2009 döneminde, reel ekonomik göstergelerin aksine, nominal finansal göstergeler krize daha ölçülü tepki vermiştir. Amerikan Doları, 2008 Eylül başında 1,20 TL seviyesinden Ekim sonunda 1,70 seviyesine yükselmiş daha sonra ise uzun süre 1,50 – 1,70 bandında dalgalanmıştır. 2009 yılı sonunda dolar kuru 1,50 olarak gerçekleşmiştir. Amerikan Doları karşısında Türk Lirasının değer kaybı, kriz dönemi boyunca, ortalama %25‟dir. Bu kriz döneminde, bankacılık sisteminin güçlü yapısı ve talepteki şok daralmanın yanı sıra, Merkez Bankasının döviz ve TL likiditesine yönelik aldığı önlemler ve kısa vadeli politika faizlerini indirmesi, DİBS faizleri ve döviz kurlarındaki oynaklığın kontrol altına alınmasını sağlamıştır. 59 Tablo 5: Kriz Yıllarında Nominal Finansal Göstergeler 1994 2001 2008-9 Birim Öncesi Kriz Öncesi Kriz Öncesi Kriz Döviz Kuru °Dolar $ 0,02 0,04 0,67 1,44 1,17 1,50 İhr. Fiyat End.* 2003=100 103,0 105,7 92,8 90,4 167,5 139,7 İth. Fiyat End.* 2003=100 93,4 94,9 90,1 89,8 177,5 141,9 İMKB End. (1986=1)** 1986=1 105 217 14.476 10.138 48.239 37.532 DİBS Bileşik FaizOr. % 87,4 163,0 37,9 100,7 17,6 17,7 *1993 yılı eski seri (1994=100) **Yıllık ortalama Kaynak: TCMB, TÜİK Tablo 6. Kriz Sürecinde Açıklar ve Borç Düzeyi 1993* 1994* °Cari İş. Den./GSMH -3,6 1,99 °Kamu Sektörü Açığı / GSYİH % 6,7 3,9 °Kamu İç Borcu / GSYİH % 17,9 20,6 °Dış Borç / GSYİH % 37,5 48,3 °Kam. DışBorç / Top. Dış Borç % 56,1 60,7 * Eski seriye göre Kaynak: TÜİK, Hazine 2000 -4,9 7,4 21,9 44,7 42.2 2001 2,3 13 50,9 57,7 41,4 2007 -5,9 2,9 30,3 38,5 29,4 2008 -5,6 3,3 28,9 37,3 28,2 2009 -2,3 7,5 34,6 43,4 31,1 60 Daha önce yaşanan kriz dönemlerinin aksine Küresel Kriz döneminde, enflasyonda düşüş yaşanmıştır. Yıllık ortalama TÜFE, 2008 yılında, yüzde 10,44 iken 2009 yılı sonunda ortalama yüzde 6,25‟e gerilemiştir. Bu dönemde, uluslararası temel mal fiyatlarındaki gerileme, yüksek işsizlik nedeniyle hane halkı harcanabilir gelirindeki düşüş, dış talepteki daralma ve geçici vergi indirimleri enflasyondaki düşüşe katkıda bulunmuştur. Küresel kriz döneminde, döviz kurları ve enflasyondaki bu eğilim farklılığının bir diğer nedeni de, bu dönemde dalgalı kur rejimi ve enflasyon hedeflemesi sisteminin uygulanmakta olmasıdır. Önceki kriz dönemlerinde, döviz kuru politikasının öncelikli olarak ekonominin rekabet gücünü artırmak amacıyla kullanılması ve bu politikanın enflasyon üzerindeki etkisinin göz ardı edilmesi nedeniyle, döviz kuru ve enflasyonda hızlı yükselişler gözlenmiştir (Yükseler 2009:49). İncelemeye konu olan tüm kriz dönemlerinden önce cari işlemler dengesinin de içinde bulunduğu bazı temel ekonomik göstergelerde ciddi sorunlar bulunmaktadır. Kriz öncesi dönemlerde Cari Açık / GSYİH oranları, tarihsel ortalamalarının epey üzerine çıkmış; Kamu Borcu / GSYİH oranları aşırı yüksek düzeylere varmamış olsa da Kamu Açığı / GSYİH oranları sürdürülemeyecek ölçülerde yükselmiş; yüksek enflasyon kronik hale gelmiştir. 1994 ve 2001 krizlerinde cari işlemler dengesi kısa sürede olumlu bir görünüme bürünmüştür. Bu yıllarda cari işlemler dengesi sırasıyla 2,6 ve 3,4 milyar dolar fazla vermiştir (TÜİK, 2011). Tablo 6‟da da görüleceği gibi 1994 ve 2001 yıllarında cari işlemler dengesinin GSMH‟ ye oranı 1,99 ve 2,3 olarak gerçekleşmiştir. Kamu sektörü 61 açığının GSYİH‟ ye oranı ve kamu dış borçlarının toplam dış borçlara oranı küresel kriz öncesinde diğer kriz öncesi dönemlere göre daha olumlu bir görünüm sergilemektedirler. Örneğin 1993 ve 2000 yıllarında kamu sektörü açığının GSYİH‟ ye oranı % 7 civarlarındayken 2007 yılında %2,9 olarak gerçekleşmiştir. Dış borç göstergeleri de benzer şekilde 2007 yılında 1993 ve 2000 yıllarına göre daha olumlu bir görüntü arz etmektedir. Cari Açık / GSYİH oranının rekor düzeylere ulaşması ve açıkların, önemli ölçüde, borç yaratan akımlarla finanse edilmesi, krizleri tetikleyen önemli faktörler arasında gösterilmektedir (Türel, 2010:37). ÜÇÜNCÜ BÖLÜM FĠNANSAL KRĠZLERĠN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ: TÜRKĠYE ÖRNEĞĠ 3.1. FĠNANSAL KRĠZLERĠN ÖNCÜ GÖSTERGELER AÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Bu bölümde, finansal kriz erken uyarı sistemleri literatüründe genel kabul görmüş sınırlı bağımlı değişken modellerinden logit model kullanılarak krizlerin öngörülüp öngörülemeyeceği tartışılacaktır. Buradaki asıl amaç finansal kriz dönemlerini, daha kriz meydana gelmeden tespit etmemizi sağlayabilecek değişkenlerin mevcut olup olmadığının belirlenmesidir. Bunun için ilgili literatürde izlenen yöntemler takip edilerek, öncelikle kriz tanımının yapılması ve kriz döneminin belirlenmesi gerekmektedir. Ardından da çalışmada kullanılacak bağımsız değişkenler saptanmalıdır. Kriz tanımlama ölçütü olarak, ileride ayrıntılı şekilde üzerinde durulacağı gibi Eichengreen, Rose ve Wyplosz (1996) tarafından geliştirilen “spekülatif baskı endeksi“ (döviz piyasası baskı endeksi) kullanılacaktır. Dolayısıyla spekülatif baskı endeksi yardımıyla belirlenen kriz takvimi (Tablo 7), yapılan ampirik çalışmanın esasını teşkil edecektir. Burada belirlenen kriz dönemine “1” ve kriz olmayan dönmelere değişken tanımlanacaktır. “0” verilmek suretiyle bağımlı 63 Yapılan ampirik sınama sonucunda “öncü gösterge” olmaya aday bağımsız değişkenler ise ilgili bölümde (Bölüm 1.2.2.2.) yer alan değişkenler arasından seçilecektir. Bu değişkenlerle ilgili verileri temsil eden zaman serileri üçer aylık dönemler halinde TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sisteminden elde edilmiştir. 3.1.1. KRĠZ TAKVĠMĠ Önceki bölümlerde kriz ölçütü olarak kullanılan çeşitli değişkenlerden bahsetmiştik. Literatürde yapılan ampirik çalışmalara bakıldığında, krizlerin başlangıç ve bitiş tarihleri belirlenirken, bu değişkenlerin iki ana yaklaşım çerçevesinde kullanıldığı görülmektedir. Bu yaklaşımlardan ilki cari açık, net sermaye girişleri, resmi rezervlerde değişme, reel kur, faiz oranları, para arzı, kredi hacmi, ticari bankaların toplam varlıkları gibi kilit değişkenlerden birinin veya birkaçının seçilerek (bir bileşik endeks oluşturularak), bu gösterge veya göstergelerin krize giriş/çıkış eşiklerinin belirlenmesidir. İkincisi ise krizin nihai toplumsal bedelinin, çıktı veya istihdam kaybı olacağı gerçeğinden hareketle, kriz takviminin bu tür reel göstergeler üzerinden tespit edilmesidir (Türel, 2010:37). 64 Bilindiği gibi herhangi bir ekonomi için kriz öncü göstergeleri belirlenebilmesi ancak krizin tanımlanabilmesi ve nicel bir yapıya kavuşturulabilmesiyle mümkündür (Kaya ve Yılmaz, 2007:6). Bu bağlamda ampirik çalışmalarda genellikle para krizleri veya bankacılık krizleri için finansal değişkenler üzerinden tanımlamalar yapılmakta ve bu şekilde nicelleştirme yoluna gidilmektedir (Örnek olarak bkz. Frankel ve Rose, 1996; Eichengreen, Rose ve Wyplosz 1996; Demirgüç-Kunt ve Detragiache, 1998; Kaminsky ve Reinhart, 1999; IMF, 1998). Aşağıda Türkiye‟nin 1990 sonrasında yaşadığı krizlerin başlangıç ve bitiş tarihleri bu iki yöntem çerçevesinde ayrı ayrı hesaplanacak ve kriz tanımlamasında finansal ve reel göstergeler beraber ele alınacaktır. Ancak bu kısımda elde edilecek bulgulardan sadece spekülatif baskı endeksi Türkiye ekonomisi için belirlenmeye çalışılacak kriz öncü göstergeleri için ölçüt oluşturacaktır. Kriz takviminin belirlenmesinde, finansal ve reel göstergeler birlikte ele alınırken, bir nokta gözden kaçırılmamalıdır. Finansal baskı endeksi kullanılarak bir kriz takvimi belirlenmesi durumunda, kriz, eşik değer ne kadar küçük belirlenirse belirlensin, reel göstergeler üzerinden tanımlanan takvime göre çok daha kısa bir zaman dilimini kapsayacaktır. Bu durumun en başta gelen sebebi, sektörler arasındaki yapısal farklılıklardır. Makroekonomik göstergelerde meydan gelen bozulmalar beklentileri olumsuz etkilemeye başladığı andan itibaren finansal sektör hızla tepki vermeye başlar ve ekonomik birimler finansal sektörün doğası gereği çok çabuk pozisyonlarını değiştirebilirler. Ancak reel sektörde, karar alıcılar herhangi bir olumsuz durum karşısında finans sektörüne göre çok daha geç 65 harekete geçebilmektedirler. Ayrıca alınan kararların uygulamaya geçirilmesinde ve beklenen etkilerin oluşmasında da gecikmeler meydana gelmektedir. Bu durumun doğal sonucu olarak, aşağıda görüleceği üzere, finansal göstergelerde bir kaç aylık bir zaman diliminde toparlanma gerçekleşebilirken, reel göstergelerde bu toparlanmanın sağlanabilmesi için çok daha fazla zamana ihtiyaç duyulmaktadır. 3.1.1.1. Kriz Takviminin Belirlenmesinde Spekülatif Baskı Endeksi Spekülatif baskı endeksleri*, kriz dönemlerini belirlemek üzere kullanılan araçların başında gelmektedir. Haftalık, aylık veya çeyrek dönemlik olarak hesaplanan endeks değeri, belirli bir eşik değeri aştığında o ekonomide krizin varlığından söz edilebilir. Eşik değer için genellikle endeksin standart sapması kullanılmaktadır (Ural ve Balaylar, 2007:52). Tarihsel süreçte ilk olarak bu yöntem, yerel para biriminin değer kaybetmesi esasına dayandırılmış ve değişken olarak sadece döviz kurundaki değişim esas alınmıştır. Bu yöntemde ortaya konulan ölçüt, hükümetin elindeki politika araçlarıyla, yerel para birimini spekülatif ataklara karşı başarılı bir şekilde savunduğu durumlarda, kullanışsız hale gelmektedir. Bu olumsuzluğu aşmak için alternatif olarak, sadece döviz kurunu esas almak yerine, uluslararası rezerv değişimlerini ve faiz oranını da kapsayan endeksler geliştirilmiştir. (IMF, 1998:76; Eichengreen, Rose ve Wyplosz, 1996:21). Benzer şekilde Kaminsky ve Reinhart tarafından geliştirilen “para piyasası dalgalanma endeksi” ise rezervlerdeki ve döviz kurundaki değişimi * “Döviz Piyasası Baskı Endeksi” veya “Finansal Baskı Endeksi” de denilmektedir. 66 hesaba katarken faiz oranlarında meydana gelen değişimi dışarıda bırakmıştır (Kaminsky ve Reinhart, 1999:498). Buna göre, Eichengreen vd. (1996) takip edilerek faiz (i), döviz kuru (e) ve uluslararası rezervlerde (r) meydana gelen değişme esas alınmak üzere spekülatif baskı endeksi aşağıdaki gibidir (Eichengreen, Rose, Wyplosz, 1996:21). i e r i e r i e r SPB i e r Faiz oranı ve döviz kurundaki değişmeler pozitif, rezervlerdeki değişmeler ise negatif ağırlığa sahiptir. Böylece, döviz kuru ile faiz oranının artması yanında rezervlerin düşmesi spekülatif baskı endeksini yükseltmektedir (Ural ve Balaylar, 2007:53). Endeksin hesaplanması, her üç değişkene farklı ağırlık verilerek yapılabilir. Ancak literatürde genellikle serilerin standartlaştırılması suretiyle ağırlıksız olarak hesaplanması tercih edilmektedir (Uygur, 2001:8). Standartlaştırma her bir gözlemden, serinin ortalaması ( ) çıkarılıp standart sapmasına ( ) bölünmek suretiyle gerçekleştirilmektedir. Söz konusu endeksin hangi durumlarda ve dönemlerde bir finansal krize işaret ettiği, belirlenecek eşik değere göre tespit edilir. Eşik değer aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir (Eichengreen, Rose, Wyplosz, 1996:21). 67 Burada kullanılan k simgesi, “Ampirik Modeller” bölümünde de üzerinde durulan I. ve II. tip hatayı optimize etmek üzere, finansal kriz tahmin literatüründe eşik değer oluşturmak amacıyla yaygın olarak kullanılan sezgiye dayalı sabit bir değerdir*. Bu eşitliklerde ortalama (μ) varsayım gereği sıfıra eşittir. Bu durumda eşik değer spekülatif baskı endeksinin standart sapmasının k katı olarak belirlenmektedir. Endeksin bu değerden büyük olduğu dönemler finansal bir krize delalet etmekte ve bağımlı kukla değişken 1 (D=1) değerini almakta; aksi durumda değişken 0 (D=0) değerini almaktadır (Kaya ve Yılmaz, 2007:7). Şekil 1.‟de Türkiye ekonomisi için hesaplanmış spekülatif baskı endeksi yer almaktadır. Endeks oluşturulurken, döviz kuru değişkeni olarak ABD doları, faiz değişkeni olarak mevduat faiz oranı ve rezerv değişkeni olarak da merkez bankası brüt döviz rezervlerinin aylık verileri kullanılmıştır. Endeks incelendiğinde, eşik değer olarak endeksin standart sapmasının 1,25, 1,5 ve 2 katının grafik üzerinde gösterildiği görülecektir. Çalışmaya konu edilen üç kriz dönemi dışında herhangi bir endeks hareketinin kriz kapsamına alınmaması için endeks standart sapmasının 2 katı eşik değer olarak belirlenmiştir. * Türkiye için yapılmış ampirik çalışmalarda bu sabite farklı değerler verildiği görülmektedir. Örneğin Uygur (2001), Ural ve Balaylar (2007), Kaya ve Yılmaz (2006;2007), Orhan (2006), Değirmen – Şengönül – Tuncer (2006) ve Kibritçioğlu – Köse – Uğur (1999) 1.5 değerini kabul ederken, Gerni – Emsen – Değer (2005) 2.5, Altıntaş ve Öz (2007) 1.43, Değirmen – Şengönül – Tuncer (2006) 1.25 değerlerini kullanmışlardır. 68 ġekil 1. Spekülatif Baskı Endeksi 69 Belirlenen eşik değer itibariyle Türkiye ekonomisinin her bir krize giriş ve çıkış dönemleri Tablo 7‟de verilmiştir. Spekülatif baskı endeksine göre, söz konusu değişkenler, 1994 yılı Şubat - Nisan ayları arasında, 2000 yılı Eylül – 2001 yılı Mart ayları arasında ve 2008 Ekim ayında krize işaret etmektedir. 3.1.1.2. Kriz Takviminin Belirlenmesinde Reel Göstergeler Krizin nihai toplumsal bedeli aslen çıktı ve istihdam kayıpları şeklinde olacağı için, krizlerin başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesinde, bu tür reel göstergeler kullanılabilir. Söz konusu kayıplara yönelik nicel bir ölçüt oluşturmak için genellikle aylık imalat sanayi üretim endeksi (bir önceki yılın aynı ayına göre) kullanılmaktadır. Bu endeksin negatif değerler almaya başladığı ay krize giriş, kalıcı olarak pozitif değerler almaya başladığı ay ise krizden çıkış tarihi olarak kabul edilir. Burada endeksteki değişme oranı bir önceki yılın aynı ayına kıyasla hesaplandığından, mevsimsellik etkisi mümkün olduğunca ortadan kalkmaktadır (Türel, 2010:37). Krize giriş ve çıkış tarihleri arasındaki süre, kriz dönemi olarak kabul edilmektedir. Her bir krizin başlangıç ve bitiş referans dönemleri Tablo 7‟de verilmiştir. 1993 yılında imalat sanayi üretim endeksindeki yıllık ortalama artış yüzde 6,8 olarak gerçekleşmiştir. Krizin etkisiyle imalat sanayi üretim endeksindeki yıllık artış Şubat ayından itibaren negatif değerler almaya başlamış ve üretim gerilemesi 1995 yılı Nisan ayına kadar devam etmiştir. 70 Yıllık bazda üretim gerilemesi 14 ay sürmüş ve en yüksek üretim düşüşü yüzde 20,9 ile Temmuz ayında gerçekleşmiştir. İmalat sanayi üretim endeksi 1994 yılı genelinde yüzde 9,3 oranında gerilemiş, 1995 yılında ise Nisan ayında başlayan toparlanma devam etmiş ve yılsonu itibariyle imalat sanayi üretim endeksi yüzde 8,5 oranında büyüme göstermiştir. Görüldüğü gibi 1994 Krizi Şubat ayında başlamış ve 1995 yılı Nisan ayına kadar 14 ay sürmüştür. 2001 krizi öncesinde imalat sanayi üretim endeksi 2000 yılını, Aralık ayında %5,1 düşüşe rağmen, artışla kapatmıştır. Bu artış 2001 Ocak ayında da devam etmiş, Şubat ayı itibariyle endeks gerilemeye başlamıştır. Üretim gerilemesi 13 ay devam etmiş ve 2002 Mart ayında düşüş sona ermiştir. Böylece, imalat sanayi üretim endeksi 2001 yılında yüzde 9,7 oranında gerilemiştir. 2001 krizi 13 ay sürmüştür. 2007 yılında yüzde 6,6 oranında artış gösteren imalat sanayi üretimi, 2008 yılı ilk yarısında da yüzde 5,1 oranında büyümüştür. 2008 yılında, küresel finansal krizin derinleştiği ve yaygınlaştığı Ekim ayından önce aylık imalat sanayi üretim endeksi gerilemeye başlamıştır. 2008 Ağustos ayında, %7,5‟le başlayan üretim düşüşü 2009 yılı Ekim ayına kadar kesintisiz devam etmiş, Ekim ayında yüzde 6,2 artış göstermesine karşın Kasım ayında tekrar negatif değer almıştır (%-3,8). 2009 Aralık ayında endeks yüzde 26,3 artış göstermiş ve bu tarihten itibaren bir daha negatif değer almamıştır (TÜİK, 2011). Küresel kriz 2008 yılı Ağustos ayından, imalat sanayi üretim endeksinin kalıcı olarak artmaya başladığı 2009 Aralık ayına kadar 16 ay sürmüştür. 2010 yılında Temmuz ayı dışında (%9,2) hiç %10‟un altına düşmeyen imalat sanayi üretim endeksi, 2010 Aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %18,5 artış göstermiştir. 71 Tablo 7. Kriz Takvimi 1. Kriz Takvimi °Spek. Bsk. End. Göre (Başlangıç / Bitim) Şubat94/Nisan94 2000Eylül/2001Mart 2008 Ekim °Reel Göst. Göre (Başlangıç / Bitim) Şubat 94/Mart 95 Şubat 01/Şubat 02 Ağus. 08/Aralık 09 °Spek. Bsk. End. Göre 3 7 1 °Reel Göst. Göre 14 13 16 2. Kriz Süresi (ay) 3.1.1. AMPĠRĠK ANALĠZ Ampirik analizde kullanılan yöntem sınırlı bağımlı değişken yaklaşımlarından logit modeldir. Logit modelin analizde kullanılmasının sebebi, birinci bölümde aktarıldığı gibi, genelde sınırlı bağımlı değişken yaklaşımının özelde ise logit modelinin diğer yaklaşım ve modellere göre kullanılan veriye daha uygun olması ve daha anlamlı sonuçlar vermesidir. Çalışmada Türkiye ekonomisine ilişkin 1992:Q1 – 2010:Q4 dönemine ait veri seti kullanılmıştır. Kullanılan veriler çeyrek dönemlik oldukları için, kukla değişken atanırken spekülatif baskı endeksiyle aylık olarak belirlenen kriz değişkenleri çeyreklik olarak ifade edilmiştir. Buna göre “kriz var” (D=1) kukla değişkeni atanan dönemler Tablo 8‟de gösterilmiştir. Spekülatif baskı endeksine göre kriz olmayan dönemler için kukla değişken “0” olarak atanmıştır. Tablo 8. Kriz (D=1) Kukla DeğiĢkenleri Dönem Endeks Değeri* EĢik Değer 1994 Q1 2.528781 1.416.077 1994 Q2 4.380213 1.416.077 2000 Q3 1.515571 1.416.077 2000 Q4 1.956715 1.416.077 2001 Q1 3.630409 1.416.077 2008 Q4 1.542713 1.416.077 *Çeyreklik dönem içerisindeki en yüksek değer. D 1 1 1 1 1 1 72 Regresyonda kullanılan bağımsız değişkenler (finansal krizler için öncü olup olmadığı test edilen değişkeler), bu değişkenlerin nasıl tanımlandığı ve bağımlı değişkenle aralarındaki ilişkilerin ekonomik olarak beklenen işaretleri Tablo 9‟da verilmiştir. Beklenen işaretin pozitif olması “öncü gösterge” ile finansal kriz çıkma olasılığı arasında doğru yönlü, negatif işaret ise ters yönlü ilişkinin bulunduğunu göstermektedir. Analizde kullanılan modeller Tablo 9‟daki sıralamaya göre R programı ile oluşturulmuştur. Bilindiği gibi durağan olmayan zaman serileriyle çalışılması halinde „sahte regresyon problemi‟ ortaya çıkabilir (Granger ve Newbold, 1974:111 – 120). Bu nedenle zaman serileri ile yapılan regresyon analizlerinde değişkenler arasındaki ilişkinin varlığını araştırmadan önce analizlerde kullanılan değişkenlerin durağan olup olmadıklarının incelenmesi gerekir. Bu çalışmada serilerin durağanlık özelliklerinin test edilmesinde en sık kullanılan yöntemlerden biri olan Genişletilmiş Dickey ve Fuller (ADF) testi kullanılmıştır. (Tablo 10). Ho hipotezi seride birim kök olduğunu (I(1)) belirtmektedir; Ho hipotezinin reddedilmesi ise seride birim kök olmadığı (I(0)) yani serinin durağan olduğunu göstermektedir. Kullanılan verilerin logaritmaları alındıktan sonra bir önceki döneme göre farkları alınmış ve bu verilere ADF testi uygulanmıştır. Tabloda sunulan test sonuçları serilerin durağan olduğunu ifade etmektedir. 73 Tablo 9: Analizde Kullanılan DeğiĢkenler Gösterge Tanımlama ĠĢaret 1.Uluslararası Rezervler t ve t-1 yılları arasında rezervlerde ° Rez meydana gelen değişimin logaritması (-) 2. Döviz Kuru ° REDK 3. Yurtiçi Krediler °YK 4. GSYĠH ° GDP t ve t-1 yılları arasında reel döviz kurunda meydana gelen değişimin logaritması (-) t ve t-1 yılları arasında yurtiçi kredilerde meydana gelen değişimin logaritması (+) t ve t-1 yılları arasında GSYİH‟ de meydana gelen değişimin logaritması (-) t ve t-1 yılları arasında dış ticaret açığında meydana gelen değişimin logaritması (+) 5. DıĢ Ticaret Açığı ° DTA 6. Borç Kompozisyonu ° KİB ° KDB 7. Hisse Sn. Fiyat End. ° İMKB t ve t-1 yılları arasında kısa vadeli iç borçlarda meydana gelen değişimin logaritması t ve t-1 yılları arasında kısa vadeli dış borçlarda meydana gelen değişimin logaritması t ve t-1 yılları arasında hisse senedi fiyat endeksinde meydana gelen değişimin logaritması (+) (+) (-/+) 9. Ödemeler Dengesi ° CA t ve t-1 yılları arasında cari işlemler hesabında meydana gelen değişim (+) 74 Tablo 10. Analizde Kullanılan DeğiĢkenlerin Durağanlık Testleri DeğiĢken Rez REDK YK GDP DTA KĠB KDB ĠMKB CA ADF Testi DF Ġstatistiği -6,2712 -4,9896 -3,8715 -6,0849 -5,0969 -3,6888 -3,7569 -4,9317 -4,9121 p - değeri 0,01 0,01 0,0205 0,01 0,01 0,0321 0,0262 0,01 0,01 Modele eklenen değişkenlerin anlamlı bir katkı yapıp yapmadıkları ise Wald test istatistiği ile ölçülmüştür. Wald testi regresyon analizindeki açıklayıcı değişkenlerin sıfırdan farklı olup olmadıklarını ve istatistiksel olarak anlamlılıklarını test etmek için kullanılan bir analizdir. Modellerin uygunluklarının değerlendirilmesi ise Akaike bilgi kriteri (AIC) kullanılarak yapılmıştır. R programında yapılan bu analizde açıklayıcı değişkenlerin modelde yer alıp almayacağı AIC‟ ye göre belirlenmiştir. Analiz sonuçlarını gösteren tablolarda model için elde edilen son AIC değeri verilmiştir. Çalışmada kullanılan bir diğer uygunluk testi ise R2 analizidir. Logit ve probit modellerde McFadden R2 istatistiği modeldeki bağımsız değişkenlerin en basit model olan kesişim modeli ile karşılaştırıldığında modele yaptığı katkıyı göstermektedir. Kesişim modelinin log olabilirliği toplam kareler toplamının, bağımsız değişkenlerin yer aldığı modelin log olabilirliği ise artık kareler toplamının yerine kullanılır ve bu iki log olabilirliğin oranı bağımsız değişkenleri içeren modelin kesişim modelini ne ölçüde geliştirdiğini gösterir. Olabilirlik 0 ile 1 arasında değişirken log olabilirlik 0‟a eşit ya da 0‟dan küçüktür. Eğer model çok düşük bir olabilirliğe sahip ise bu model için hesaplanan log olabilirliğin değeri daha uygun bir modelin log olabilirliğinden daha yüksek olacaktır. Dolayısıyla çok küçük log olabilirlik oranları bağımsız 75 değişkenleri içeren modelin kesişim modeline göre daha uygun olduğunu gösterir (Gujarati, 2004:605 – 606; Greene,2003:683). Regresyon analizi sonuçları, “Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Öncü Göstergeler” bölümünde (Bölüm 1.2.2.2.) aktarılan teorik çerçeve esas alınarak yorumlanmıştır. İlk model Tablo 9‟ da yer alan tüm değişkenlerle oluşturulmuş ve “R” programı kullanılarak AIC değerlerine göre en uygun nihai model bulunmuştur. Buna göre Tablo 11‟de verilen nihai model elde edilmiştir. Yt = (-3,3189) + (-34,55) REDK + (2,4538) DTA + (-18,898) İMKB Tablo 11. Kriz Öncü Göstergeleri (Nihai Model) Wald Test Katsayı SabitTerim REDK DTA ĠMKB AIC -3,3189 -34,55 2,4538 -18,898 29,127 Standart * Hata Z istatistiği 0,8806*** -3,769 16,2438** -2,127 1,521 -1,613 9,145** -2,066 McFadden R² =0,4851312 p-değeri 0,000164 0,033422 0,106689 0038781 χ2 p-değeri 8,6432*** 4,2693** 2,7676** 0,004463 0,01792 0,04846 Bu modele göre kriz bağımlı değişkeni ile uluslararası rezervler, yurtiçi krediler, GSYİH, kısa vadeli iç ve dış borç ve cari işlemler hesabı bağımsız değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki mevcut değildir. Dolayısıyla bu çalışma çerçevesinde söz konusu bağımsız değişkenlerin finansal kriz öncü göstergesi olarak değerlendirilebileceğine dair herhangi bir bulgu elde edilememiştir. Reel efektif döviz kuru ve hisse senetleri fiyat endeksi bağımız değişkenleri ile kriz bağımlı değişkeni arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki mevcuttur. Her iki değişkende de meydana gelen azalmalar kriz olasılığını artırmaktadır. * „***‟ 0.01 „**‟0.05 „*‟0.1 76 Dış ticaret açığı değişkeni ile kriz bağımlı değişkeni arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Ancak bu değişkenin dahil edildiği modelin AIC değeri dahil edilmediği modele kıyasla daha düşüktür. Dolayısıyla dış ticaret açığı değişkenin yer aldığı regresyon modeli yer almadığı modele göre daha uygun bir modeldir. Şekil 2‟de gösterilen nihai modelin finansal krizleri öngörü performansı, model için hesaplanan öngörü olasılıklarıyla spekülatif baskı endeksinin karşılaştırılması suretiyle elde edilmiştir. Şekilde kriz zamanları spekülatif baskı endeksinin eşik değerleri aştığı dönemler esas alınarak gösterilmiştir (Kukla değişkenin “1” olarak atandığı dönemler). Öngörü olasılık değerleri ise tanım gereği 0 ila 1 arasında değerler almaktadır. Buna göre nihai model her üç kriz dönemini de doğru olarak tespit etmiştir. ġekil 2. Nihai Modelin Öngörü Performansı SONUÇ Bu çalışmada öncelikle finansal krizlerle ilgili kavramsal çerçeve belirlenmiş, literatürde kullanılan çeşitli kriz tanımlamalarına yer verilmiştir. Özellikle asimetrik bilgi problemi ve buna bağlı olarak ahlaki tehlike ve ters seçim olgularının finansal krizlerin meydana gelmelerinde ortaya koydukları etkiler üzerinde durulmuştur. Ardından finansal krizlerle ilgili teorik ve ampirik çalışmalar incelenmiştir. Teorik çalışmalarla ilgili bölümde krizlerin çıkış nedenlerini farklı faktörlere bağlayan görüşlere yer verilmiş ve bu görüşlerin zaman içinde gösterdikleri gelişme sergilenmeye çalışılmıştır. Ampirik çalışmalarla ilgili bölümde ise öncelikle finansal krizlerin nasıl nicelleştirilebileceği üzerinde durulmuş, piyasa hareketlerinin hangi çap ve sürekliliğe ulaştığında kriz olarak tanımlanabileceğine ilişkin literatürde yer alan görüşlere yer verilmiştir. Gerçekleşen finansal krizler için hangi değişkenlerin öncü gösterge olarak yaygın bir şekilde kullanıldığı ve bu değişkenlerde meydana gelen hareketlerin kriz olasılığı üzerinde nasıl bir etki ortaya koydukları tartışılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde Türkiye ekonomisinde 1990 sonrasında yaşanan üç finansal kaynaklı kriz birlikte ele alınmış, bu krizlerin başlıca karakteristik özellikleri saptanmış ve temel reel – finansal değişkenler üzerindeki etkileri üzerinde durulmuştur. Bu bölümde söz konusu üç finansal krizden ilk ikisinin bankacılık ve para krizlerinin beraber yaşandığı durum olarak ifade edilebilecek “ikiz kriz” tanımına uyduğu, son yaşanan küresel krizin ise bir “para krizi” olduğu saptaması yapılmıştır. Ardından kriz dönemlerinde Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu ulusal ve uluslararası ekonomik konjonktürün nasıl bir durum arz ettiği ve söz 78 konusu konjonktürde oluşan sermaye akımlarının hacim, bileşim ve oynaklarının kriz süreci üzerindeki nasıl etkilerde bulundukları üzerinde durulmuştur. Ülke ekonomisinde uygulanan döviz kuru rejimi ile finansal krizlerin ilişkisi incelenmiş, serbest dalgalanan döviz kuru rejiminin genel kanı doğrultusunda finansal krizlere karşı bir güvence teşkil edip edemeyeceği tartışılmıştır. Çalışmada kriz sürecinin başlıca reel ve finansal sektör değişkenleri üzerinde ortaya koyduğu etkiler de tartışma konusu edilmiştir. Üçüncü bölümde ilk olarak finansal ve reel sektörler itibariyle krizlerin Türkiye ekonomisi üzerinde ne zaman etkili olmaya başladıkları ve etkilerini ne zaman yitirdikleri araştırılmıştır. Bu amaçla literatürde yer alan iki yaklaşım ayrı ayrı kullanılarak, reel ve finansal göstergeler itibariyle kriz takvimleri oluşturulmuştur (Tablo 7). Finansal değişkenler (faiz, döviz kuru ve merkez bankası uluslararası rezervleri) kullanılarak oluşturulan “spekülatif baskı endeksi”ne göre hazırlanan takvime göre 1994 krizi Şubat 1994’ de, 2000 -2001 krizi Eylül 2000’ de, 2008 – 2009 krizi ise Ekim 2008’ de etkisini göstermeye başlamıştır. Reel değişkenler (aylık imalat sanayi üretim endeksi) üzerinden hazırlanan takvime göre söz konusu krizlerin başlangıç zamanları sırasıyla, Şubat 1994, Şubat 2001 ve Ağustos 2008 olarak belirlenmiştir. Bu iki yaklaşım arasında krizlerin başlangıç dönemleri açısından çok bariz farklılıklar gözlenmemesine karşın kriz süreleri açısından ciddi farklar bulunmaktadır. Spekülatif baskı endeksine göre 1994, 2000 – 2001 ve 2008 79 – 2009 krizleri sırasıyla 3, 7 ve 1 ay sürmüş gibi görünmesine rağmen reel göstergelere söz konusu krizler sırasıyla 14, 13 ve 16 ay devam etmiştir. İlgili bölümde (Bölüm 2.1.3.) tartışıldığı üzere kriz sürelerinin her iki yaklaşıma göre bu derece farklı belirlenmesinin sebebi öncelikle finansal ve reel sektörler arasındaki yapısal farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Her iki sektör arasındaki karar alma, karaları uygulama ve sonuçları elde etme süreçleri arasındaki farklılıklar ilgili değişkenlerin aldıkları değerler üzerinde etkili olabilmektedir. Üçüncü bölümde daha sonra 1990 – 2010 yılları arasında Türkiye ekonomisinde meydana gelen üç finansal kaynaklı ekonomik kriz temel alınarak toplam 9 değişkenin öncü gösterge teşkil edip edemeyecekleri, çeyrek dönemlik veriler kullanılarak araştırılmıştır. Bunun için finansal krizlere ilişkin erken uyarı sistemleri literatüründe de sıklıkla başvurulan iki araç, spekülatif baskı endeksi ve sınırlı bağımlı değişken modellerinden logit model kullanılmıştır. Spekülatif baskı endeksi yaşanan krizlerin nicel hale getirilmesi, dolayısıyla da kriz bağımlı değişkeninin belirlenmesi amacıyla kullanılmıştır. Logit model ise tespit edilen bağımsız değişkenlerle nicel hale getirilen kriz bağımlı değişkeni arasındaki ilişkileri saptama işlevini görmüştür. Çalışmada uluslararası rezervler, döviz kuru, yurtiçi krediler, GSYİH, dış ticaret açığı, borç kompozisyonu, hisse senetleri fiyat endeksi ve ödemeler dengesi ile ilgili değişkenlerin (Tablo 9) kriz öncü göstergeleri olup olamayacağı araştırılmıştır. Regresyon analizi sonuçları, “Ampirik Çalışmalarda Kullanılan Öncü Göstergeler” bölümünde (Bölüm 1.2.2.2.) aktarılan teorik çerçeve esas alınarak yorumlanmıştır. 80 Modele ilk olarak Tablo 9’ da yer alan tüm değişkenler dahil edilmiş ve “step by step” fonksiyonu kullanılarak AIC değerlerine göre en anlamlı sonuç veren değişkenler bulunmuştur. Buna göre Tablo 11’de verilen nihai model elde edilmiştir. Yapılan logit regresyon analizi sonucunda aşağıdaki sonuçlara varılmıştır. Nihai modele göre (Tablo 10) kriz bağımlı değişkeni ile uluslararası rezervler, yurtiçi krediler, GSYİH, kısa vadeli iç ve dış borç ve cari işlemler hesabı bağımsız değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki mevcut değildir. Dolayısıyla bu çalışma çerçevesinde söz konusu bağımsız değişkenlerin finansal kriz öncü göstergesi olarak değerlendirilebileceğine dair herhangi bir bulgu elde edilememiştir. Reel efektif döviz kuru ve hisse senetleri fiyat endeksi bağımız değişkenleri ile kriz bağımlı değişkeni arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki mevcuttur. Her iki değişkende de meydana gelen azalmalar kriz olasılığını artırmaktadır. Bilindiği gibi reel döviz kurunda meydana gelen bir atış yerel para biriminin güçlendiğini göstermektedir. Aşırı değerlenmiş reel döviz kuru finansal krizlerin meydana gelme olasılığını yükseltmektedir. Finansal kriz dönemlerinde ise nominal döviz kurlarında yaşanan yüksek oranlı artışlara paralel olarak reel döviz kurunda değer kaybı görülmektedir. Hisse senetleri fiyat endeksinde de reel döviz kuruna paralel şekilde kriz dönemlerinden önce aşırı artışlar görülebilmektedir. Kriz dönemlerinde ise tam tersine endekste yüksek oranlı düşüşler meydana gelmektedir. Dış ticaret açığına ilişkin regresyon analizi sonuçları incelendiğinde, bağımlı değişkenle aralarında negatif yönlü bir ilişkinin mevcut olduğu 81 gözlenmektedir. Ancak bu ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir. Bu değişkenin dahil edildiği modelin AIC değeri dahil edilmediği modele kıyasla daha düşüktür. Dolayısıyla dış ticaret açığı değişkenin yer aldığı regresyon modeli yer almadığı modele göre daha uygun bir modeldir. Nihai modelin öngörü performansına bakıldığında ise (Şekil 2) her üç finansal krizin geçekleşme zamanlarının doğru şekilde tahmin edilebildiği görülmektedir. Görüleceği üzere çalışma sonucunda elde edilen bulguların bazıları literatürde yapılan önceki çalışmalara uyum gösterirken bazıları da farklılık arz etmektedir. Elde edilen sonuçlardaki bu farklılık incelenen dönemden, bağımsız değişkenlerin belirlenme yönteminden veya seçilen veri setinden, kukla bağımlı değişken atanırken kullanılan kriz nicelleştirme yönteminden (spekülatif baskı endeksi), uygulanan regresyon analizinden veya Türkiye ekonomisinin yapısal özelliklerinden kaynaklanabilmektedir. Sonuç olarak yapılan bu çalışma çerçevesinde Türkiye ekonomisi için elde edilen bulgulara göre bir finansal kriz gerçekleşmeden önce gerekli önlemlerin alınabileceği makul bir zamanda sinyal verebilecek dolayısıyla da gerçek anlamda finansal kriz öncü göstergesi olduğu söylenebilecek iki değişken bulunmaktadır. Bunlar reel efektif döviz kuru ve hisse senetleri fiyat endeksine ilişkin değişkenlerdir. KAYNAKÇA AGHION, Philippe, BACHETTA, Philippe, BANERJEE, Abhijit; “Currency Crises and Monetary Policy in an Economy with Credit Constraints”, Swiss National Bank Working Papers, no. 00.07, 2000. AHEC-SONJE, Amina; “Leading Indicators of Currency and Banking Crises: Croatia and the World”, Economic Trends and Economic Policy, no.75, 1999. ALTINTAġ, Halil, ÖZ, Bülent; “GeliĢmekte Olan Ülkelerdeki Bankacılık Krizlerinin Çok DeğiĢkenli Logit Yöntemiyle Öngörülmesi”, Ankara Üniversitesi S.B.F. Dergisi, cilt 62, sayı 4, 2007(a). ALTINTAġ, Halil, ÖZ, Bülent; “Para Krizlerinin Sinyal YaklaĢımı ile Öngörülebilirliği: Türkiye Uygulaması” Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt 7, sayı 2, 2007(b), s.19 – 44. ARAT, KürĢad; “Türkiye’de Optimum Döviz Kuru Rejimi Seçimi ve Döviz Kurlarından Fiyatlara GeçiĢ Etkisinin Ġncelenmesi”, TCMB, Temmuz 2003. ARI, Ali; “An Early Warning Signals Approach for Currency crises: The Turkish Case”, MPRA Paper, no.25858, October 2010. BAĞIMSIZ SOSYAL BĠLĠMCĠLER; Türkiye’de ve Dünyada Ekonomik Bunalım, 2008 – 2009, Ġstanbul, Yordam Kitap, 2009. 84 BERG, Andrew, PATTILLO, Catherine; “Are Currency Crises Predictable? A Test”, IMF Staff Papers, vol. 46, no.2, June 1999. BERG, Andrew, BORENSZTEĠN, Eduardo, PATTILLO, Catherine; “Assessing Early Warning Systems: How Have They Worked in Practice?”, IMF Working Paper, WP/04/52, March 2004. BAYRAKTUTAN, Yusuf; “Küresel finansal Krizler ve IMF”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Ed. Halil SEYĠDOĞLU, Rıfat YILDIZ, Ġstanbul, Arıkan Basım, 2006. BELL, J.; “Leading Indicator Models of Banking Crises – A Critical Review”, Financial Stability Review, December 2000. BURKART, Olivier, COUDERT, Virginie; “ Leading Indicators of Currency Crises in Emerging Economies, Banque De France, Ner74, May 2000. COLLĠNS, Susan M.; “Probabilities, Probits and the Timing of Currency Crises”, Georgetown University, March 2003. COġKUN, M. Necat; “GeliĢmekte Olan Ekonomilerde Bankacılık Krizleri”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 3, sayı 2, 2001, s. 39 – 50. DEĞĠRMEN, Süleyman, ġENGÖNÜL, Ahmet, TUNCER, Ġsmail; “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Reel Ekonomi Göstergeleri”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Ed. Halil SEYĠDOĞLU, Rıfat YILDIZ, Ġstanbul, Arıkan Basım, 2006. 85 DEMĠRGÜÇ – KUNT, Aslı ve DETRAGIACHE, Enrica; “Financial Liberalization and Financial Fragility” Policy Research Working Paper Series 1917, The World Bank, 1998a. DEMĠRGÜÇ – KUNT, Aslı ve DETRAGIACHE, Enrica; “The Determinants of Banking Crises in Developing and Developed Countries” IMF Staff Papers, vol. 45, no.1, March 1998b. DEMĠRGÜÇ – KUNT, Aslı ve DETRAGIACHE, Enrica; “Cross – Country Empirical Studies of systemic Bank Distress: A Survey”, IMF Working Paper, WP/05/96, May 2005. EDISON, Hali J.; “Do Indicators of Financial Crises Work? An Evaluation of an Early Warning System” International Finance Discussion Papers, n.675, July 2000. EICHENGREEN, Barry, ROSE, Andrew K., WYPLOSZ Charles; “Contagious Currency Crises”, NBER Working Paper Series, no.5681, July 1996. ELEKDAĞ, Selim, KANLI Ġ. Burak; “Finansal Stres ve Ġktisadi Faaliyet”, Ekonomi Notları, TCMB, sayı 6, 2010. ERKEKOĞLU, Hatice, BĠLGĠLĠ Emine; “Parasal Krizlerin Tahmin Edilmesi: Teori ve Uygulama”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, sayı 24, Ocak – Haziran 2005, s. 15 – 36. ERDOĞAN, Meltem; “Bankacılık Sektöründe Asimetrik Bilgi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 20, Nisan 2008, s. 1 – 20. 86 FLOOD, Robert P., GARBER, Peter M., KRAMER, Charles; “Collapsing Exchange Rate Regimes: Another Linear Example”, Journal of International Economics 41, 1996, s. 223 – 234. FLOOD, Robert P., MARION, Nancy; “A Model of the Joint Distribution of Banking and Exchange – Rate Crises” IMF Working Paper, WP/01/213, December 2001. FRANKEL, Jeffrey A, ROSE, Andrew K.; “Currency Crashes in Emerging Markets: Empirical Indicators”, NBER Working Paper Series, no.5437, January 1996. FRANKEL, Jeffrey A., SARAVELOS, George; “ Are Leading Indicators of Financial Crises Useful for Assessing Country Vulnerability? Evidence from the 2008 – 09 Global Crisis”, NBER Working Paper Series, no.16047, June 2010. GAYTAN, Alejendro, JOHNSON, Christian A.; “A Review of the Literature on Early Warning Systems for Banking Crises”, Central Bank of Chile Working Papers, no.183, 2002 GERNĠ, Cevat, EMSEN, Selçuk, DEĞER, M. Kemal; “Erken Uyarı Sistemleri Yoluyla Türkiye’deki Ekonomik Krizlerin Analizi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, sayı 2, 2005, s. 11 – 29. GÜRLER, Alper, KAPLAN, Duygu; “Türkiye Ġçin Erken Uyarı Endeksi Önerileri”, VII. Ulusal Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, Ġstanbul Üniversitesi, Mayıs 2005, s. 1 – 18. GRANGER, C.W.J., NEWBOLD,P.; “Spurious Regressions in Econometrics”, Journal of Econometrics 2, 1974, s.111 – 120. 87 GREENE, William H.; Econometric Analysis, New Jersey, Prentice Hall, Fifth Edition, 2003. GUJARATI, Damodar; Basic Econometrics, The McGraw-Hill Companies, Fourth Edition, 2004. HONOHAN, Patrick; “Banking System Failures in Developing and Transition Countries: Diagnosis and Prediction”, BIS Working Papers, no. 39, January 1997. IMF; “Financial Crises: Characteristics and Indicators of Vulnerability”, World Economic Outlook 1998. IġIK Selim, DUMAN Koray, KORKMAZ Adil; “Türkiye Ekonomisinde Finansal Krizler: Bir Faktör Analizi Uygulaması”, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 19, sayı 1, 2004, s. 45 – 69. KAMINSKY, Graciela, REINHART Carmen, M.; “The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance – of – Payments Problems”, International Finance Discussion Papers, no.544, March 1996. KAMINSKY, Graciela, LIZONDO, Saul, REINHART, Carmen, M.; “Leading Indicators of Currency Crises”, IMF Staff Papers, vol. 45, no.1, March 1998. KAMINSKY, Graciela, REINHART Carmen, M.; “The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance – of – Payments Problems”, The American Economic Review, vol. 89, no.3, June 1999, s. 473 – 500. 88 KASMAN, Saadet, AYHAN, Duygu; “Macroeconomic Volatility under Alternative Exchange Rate Regimes in Turkey”, Central Bank Review 2, 2006, s. 37 – 58. KAYA, Vedat, YILMAZ, Ömer; “ Para Krizleri Öngörüsünde Logit Model ve Sinyal YaklaĢımının Değeri: Türkiye Tecrübesi”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, ġubat 2007. KAYA, Emre; “Döviz Kuru Rejimlerinin Euro’ya GeçiĢteki Rolü”, TCMB, Mart 2009. KĠBRĠTÇĠOĞLU, Bengi, KÖSE, Bülent, UĞUR, Gamze; “A Leading Indicators Approach to the Predictability of Currency Crises: The Case of Turkey”, Hazine Dergisi, s.12, 1998, s. 79 – 105. KRUGMAN, Paul; “A Model of Balance of Payment Crises”, Journal of Money, Credit and Banking, vol.11, no:3, Ohio State University Press ,Aug. 1979. KRUGMAN,Paul;“CurrencyCrises”,http://web.mit.edu/krugman/www/crise s.html, 1997. KRUGMAN, Paul; “Crises: The Next Generation?”, Razin Conference, Tel Aviv University, March 2001. LAU, Lawrence j., YAN Isabel K.; “Predicting Currency Crises with a Nested LogitModel”,http://www.hkimr.org/cms/upload/seminar_app/sem_p aper_0_29_yan_paper_final.pdf MARSHALL, David; “Understanding the Asian Crisis: Systemic Risk as Coordination Failure”, Economic Perspectives Federal Reserve Bank of Chicago, 1998. 89 MISHKIN, Frederic S.; “Anatomy of a Financial Crisis”, NBER Working Paper Series, no:3934, December 1991. MISHKIN, Frederic S.; “Understanding Financial Crises: A Developing Country Perspective”, NBER Working Paper Series, no:5600, May 1996. MISHKIN, Frederic S.; “Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emerging Market Contries”, NBER Working Paper Series, no. 8087, January 2001. OBSTFELD, Maurice; “The Logic of Currency Crises”, ”, NBER Working Paper Series, no. 4640, February 1994. OBSTFELD, Maurice, SHAMBAUGH, Jay C., TAYLOR Alan M.; “Financial Instability, Reserves, and Central Bank Swap Lines in the Panic of 2008”, NBER Working Paper Series, no. 14826, March 2009. OBSTFELD, Maurice, SHAMBAUGH, Jay C., TAYLOR Alan M.; “Financial Stability, The Trilemma, and International Reserves”, NBER Working Paper Series, no. 14217, August 2008. ORHAN, Sevinç; “Kasım ve ġubat Krizlerinin Öncü DeğiĢkenler Yoluyla Sinyal Analizi”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Ed. Halil SEYĠDOĞLU, Rıfat YILDIZ, Ġstanbul, Arıkan Basım, 2006. ÖZATAY, Fatih; Finansal Krizler ve Türkiye, Ġstanbul, Doğan Egmont A.ġ., 1. Baskı, 2009. 90 ROSE, Andrew K., SPIEGEL, Mark M.; “Cross – Country Causes and Consequences of the 2008 Crisis: Early Warning”, NBER Working Paper Series, no. 15357, September 2009a. ROSE, Andrew K., SPIEGEL, Mark M.; “Cross – Country Causes and Consequences of the 2008 Crisis: International Linkages and American Exposure”, Federal Reserve Bank of San Francisco, Working Paper Series 2009 – 18, September 2009b. ġEN, Ali; “Asimetrik Bilgi ve Finansal Kriz ĠliĢkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 14, Nisan 2006 ġĠġMAN, Mehmet; “Parasal Kriz Teorileri ve GeliĢmekte Olan Ülkeler”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 21, sayı1, 2006. TUDELA, M. Mercedes; “Explaining Currency Crises: A Duration Model Approach”, London School of Economics and Political Science, London, May 2000. TUNAY, K. Batu; “Bankacılık Krizleri ve Erken Uyarı Sistemleri: Türk Bankacılık Sektörü Ġçin Bir Model Önerisi”, BDDK Bankacılık ve Finansal Piyasalar Dergisi, cilt 4, sayı 1, 2010. TÜREL, Oktar; “Türkiye’de 1994, 2001 ve 2008 – 9 Ekonomik Krizlerinin KarĢılaĢtırmalı Analizi”, Gazi Üniversitesi Ekonomik Yaklaşım Dergisi, cilt 21, sayı 75, 2010, s. 27 - 75. URAL, Mert; “Finansal Krizler ve Türkiye”, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 18, sayı1, 2003, s. 11 – 28. 91 URAL, Mert, BALAYLAR, Nilgün Acar; “Bankacılık Sektöründe Yüksek Risk Alımı ve Baskı Ġndeksleri”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, cilt 44 sayı 509, 2007, s. 47 – 57. UYGUR, Ercan; “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 ġubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001. YAY, Gülsün Gürkan; “1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi”, Yeni Türkiye, Ekonomik Kriz Özel Sayısı II., Eylül – Ekim, 2001, s.1234. YÜKSELER, Zafer; “Türkiye’de Kriz Dönemlerinde Ekonomik GeliĢmeler ve Ödemeler Dengesi Uyumu”, TCMB, Temmuz 2009. 91 ÖZET ŞAHİN, Tolgahan. Finansal Krizler ve Kriz Öncü Göstergeleri: Türkiye Uygulaması, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim Dalı İktisat Teorisi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011. Bu çalışmanın amacı, finansal krizleri tahmin etmek için; kriz öncü göstergelerinden, Türkiye ekonomisi için anlamlı olanların belirlenmesi ve sonuçlarının değerlendirilmesidir. Bu amaca ulaşabilmek için, finansal krizler gerçekleşmeden önce veya gerçekleştikten sonra belli başlı ekonomik değişkenlerin sergiledikleri davranışlar ve Türkiye ekonomisi üzerinde ortaya koydukları etkiler gözlenmiştir. 1990 – 2010 yılları arasında Türkiye ekonomisinde meydana gelen üç finansal kaynaklı ekonomik kriz temel alınarak toplam 9 değişkenin öncü gösterge teşkil edip edemeyecekleri, çeyrek dönemlik veriler kullanılarak araştırılmıştır. Bunun için finansal krizlere ilişkin erken uyarı sistemleri literatüründe de sıklıkla başvurulan iki araç, spekülatif baskı endeksi ve sınırlı bağımlı değişken modellerinden logit model kullanılmıştır. Spekülatif baskı endeksi yaşanan krizlerin nicel hale getirilmesi, dolayısıyla da kriz bağımlı değişkeni belirleme işlevini görürken, logit model ise tespit edilen bağımsız değişkenlerle nicel hale getirilen kriz bağımlı değişkeni arasındaki ilişkileri saptama işlevini görmüştür. Anahtar Sözcükler: 1. Finansal Kriz 2. Öncü Göstergeler 3. Kriz Tahmini 4. Logit Model 5. Türkiye 92 ABSTRACT ŞAHİN, Tolgahan. Financial Crises and the Leading Indicators: An Application of Turkey, Gazi University Social Sciences Institute Department of Economics M. Sc. Thesis in Economic Theory Program. Ankara – 2011. The objective of this study is to determine and analyse the leading indicators of the financial crises to predict the crises in Turkey. To achieve this goal the effects of the main economic series on Turkish economy have been examined before and after these crises occurred. 9 quarterly series have been analysed under 8 different categories to determine whether they are leading indicators of 3 financial crises experienced between 1990 and 2010 in Turkey. Considering the related literature the speculative pressure index and the logit model have been used to assess the leading indicators. While speculative pressure index has been used to quantify the experienced crises which means that it enables us to determine the leading indicators; the logit model has been used to assess the relationship between the dependent pressure index and the chosen independent variables. Key words: 1. Financial crisis 2. Leading indicators 3. Crisis prediction 4. Logit model 5. Turkey.