Саммит Гражданского Общества Тюркского Мира Eskişehir / 11-13 Mayıs / May / мая 2014 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM ZİRVESİ BİLDİRİLER Editörler Prof. Dr. Gonca Durgun Doç. Dr. Ulvi Saran Dr. Yusuf Pustu www.stkzirve.com Саммит Гражданского Общества Тюркского Мира Eskişehir / 11-13 Mayıs / May / мая 2014 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ BİLDİRİLER ISBN: 978-605-86738-1-6 KAV KAMU ARAŞTIRMALARI VAKFI YAYINLARI Baskı ve Cilt Detamat Tanıtım Tasarım Matbaacılık Hizmetleri San ve Tic Ltd Şti Zübeyde Hanım Mah. Samyeli sk. No: 19/B İskitler / Altındağ - Ankara Tel: 0312 3844721 Faks: 0312 3844701 Matbaa Sertifika No: 1718 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SUNUŞ Değerli Gönül Dostlarım; Mayıs 2014’te gerçekleştirilen Türk Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi Eskişehir, 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri arasında müstesna bir yere sahiptir. Bu zirvede Orta Asya’dan Balkanlara, oradan Kuzey Afrika’ya hatta Orta Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyadan STK temsilcileri Eskişehir’imizde buluştular. Bu buluşmada yer alan herkesi, burada verdikleri tebliğlerle kıymetli görüşlerini kardeşleriyle paylaşan arkadaşlarımı ve bu buluşmayı gerçekleştirme başarısını gösteren Kamu Araştırmaları Vakfı (KAV)’nı tebrik ediyorum. Hiç şüphesiz bu kadar geniş bir coğrafyada yaşayan toplum ve toplulukların en duyarlı kesimlerini böyle bir bilişme ortamında buluşturmak sevindirici olduğu kadar bir başarıdır. Bu başarıya ivedilikle eklememiz gereken bir husus bu bilişme ve buluşmaların düzenli olarak büyümesi, derinleşerek süreklilik kazanmasıdır. Burada, yaratılışın temel kanunlarından birini not düşmemiz gerekiyor: Az da olsa sürekli, düzenli ve sürdürülebilir olan neşvünema bulur, meyve verir, hayat bahşeder. Sivil Toplum Zirvesi Kültür Başkenti misyonu için farklı kültürlerin, dillerin, renklerin, ilgi alanları ve mesleklerin, cinsiyetlerin, tecrübelerin, hatta din ve medeniyetlerin buluşması açısından büyük değer taşımaktadır. Bu zirvenin sadece “buluşma” için buluşmak, tanışmak için değil, aynı zamanda farklılıklarımızdan yeni hayatlar, yeni yaşam tarzları üreterek hayatımızı kendi mayamızla zenginleştirmek ve yenilemek bakımından önemli olduğunda hepimiz ittifak ederiz. Bizler yedi renkten binlerce renklerin elde edilebileceğini bilecek olgunluktayız. Esasen içinde doğup büyüdüğümüz Anadolu, bilincini ve dinamiz3 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mini hayatın bu kuralının burada tecelli etmiş olmasına borçlu değil midir? Yüzyıllardır Orta Asya’dan, Balkanlardan, Hindistan’dan, Orta Doğu’dan, Kuzey Afrika’dan, hatta Endülüs’ten taşınan cevherle Anadolu insanına sürekli olarak gençlik aşıları yapıldı. Ahmet Yesevi Hazretlerinden başlayarak Semerkandiler, Hasan Harakaniler, Hindistan’dan beş tarikattan icazet alarak dönen, Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlar’da rahmet ve kardeşlik tohumları eken Mevlana Halidler ve Endülüs’ten Muhyidin-i Arabiler ve onların diğer kardeşleri bu topraklara sürekli olarak yeni tohumlar ektiler ve yeni mayalar çaldılar. Sivil Toplum Zirvesine böyle geniş bir açıdan bakmak gerekiyor. Temennimiz bu buluşmanın sürekli hale gelmesi ve bir Sivil Toplum Diyalogu ve Girişimine doğru tekâmül etmesidir. Bu bakımdan Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşlarına kutlu bir görev düşüyor. Çünkü Türkiye’nin STK’ları diğer iklimlerdeki kardeşlerinden daha ileride, daha çok imkânlara sahiptir bu itibarla da daha fazla sorumluluk altındadırlar. STK’larımız da yaptıkları kıymetli çalışmalarla bu gerçeği bize öğretiyorlar. Ayrıca zirve esnasında medeniyetimizin farklı alt iklimlerinden Türk Sivil Toplum Kuruluşlarına yapılan çağrı ve davetler istikametimizin ne olması hususunda bize yeterli bir ışık tutuyor. Sadece gönlümüzün istediği değil ama aynı zamanda gerekli olan STK’larımızın sadece yardımlaşma alanında değil, aynı zamanda adaletin, ahlakın, bilimlerin ve sanatların gelişmesi için de çalışmalarıdır. Çünkü “yeni bir zaman”ın başlatılması ancak hayatın bütün alanlarıyla gelişmesiyle mümkün olduğu gerçeğini herhalde hepimiz teslim ederiz. Sivil Toplumun Aziz Mensupları; Bu misyonlarıyla STK’larımız birer hizip kesecikleri değil, kendi cevherimizle yenilenme, değişim ve gelişme ajanları olmalıdırlar. Hayatımızın önemli bir kısmının Batılı değerler tarafından istila edilmiş olması sadece Batı baskısından değil, aynı zamanda Müslümanca hayatın bu günün ihtiyaçlarını karşılamayan eski gelenekler haline dönüşmesi ve kendini yenileyememesinden kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan yerimizde sayıp Batı kültürüyle şekillenen zamanın gelip bizi değiştirmesini beklemek sonra da şikâyet etmek yerine kendi mayamızla kendi hayatımızı zenginleştirelim ve yenileyelim. Değişimin, yaratılışta hayatın içine yerleştirilmiş bir kanun olduğunu 4 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER biliyoruz. Bu hakikati kabul ederek, her defasında zaman gelip bizi değiştirmeden kendimizi yenilemek bireysel ve sosyal yaşantımızın asli unsuru haline gelmelidir. Yaklaşık iki yüz yıllık taklit tecrübemizden sonra; başkasının “yeni”si ile değişmenin, her biri bir zaman moda haline getirilmiş isimleriyle “Batılılaşma”nın, “Medenileşme”nin veya “Çağdaşlaşma”nın milletlerimize nasıl acılar çektirdiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu ihtiyacımızdan yola çıkarak STK’larımız yarınlarımızı inşa etmek bakımından birer ümit ocağımız olmalıdırlar. Çünkü STK çatıları altında bir araya gelerek eski alışkanlıklarımızı bırakmak ve kendimizi yenilemek her zaman elimizde olan bir husustur. Bu misyonlarıyla STK’larımız zamanın arkasından sürüklenmek yerine bizi yarınlarımıza götürecek yolları inşa ederek zaman bir tabiat kazandırmalıdırlar. Bu düşünceden hareketle Sivil Toplum idarecilerimizin her biri dar alanlara sıkışmış, belli hizipleri temsil eden, belli şeyleri muhafaza etmek için çalışan ve kamu bürokrasisini taklit eden sıradan birer yönetici değil, her biri birer lider olma sorumluluğunu taşımaktadırlar. Güngör Azim TUNA Eskişehir Valisi Eskişehir, 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı 5 TEŞEKKÜR Kamu Araştırmaları Vakfı tarafından yayına hazırlanan bu kitabın oluşmasına katkılarından dolayı Eskişehir Valiliği Başta olmak üzere Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı’na, Ev sahipliğimizi yapan Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ne, Değerli Yürütme ve Bilim Kurulu Üyelerimize ve Sempozyumda tebliğleriyle katkı yapan yerli-yabancı Kıymetli Misafirlerimize Teşekkürlerimizi Sunarız. Önemli Not: Bu kitap, 11-13 Mayıs 2014 tarihlerinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde yapılan Uluslararası Türk Dünyası Sivil Tolum Zirvesi’nin tebliğ özetlerinden oluşmaktadır. Bütün çabalara rağmen başlıkların ve özetlerin çevirisi esnasında gözden kaçan veya yanlış çevrilen bazı bölümler olduysa, bunlar için konuşmacılardan ve okuyuculardan özür diler, anlayışınız için teşekkür ederiz. TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER İçindekiler TÜM TÜRKİ ÜLKELERDE BİR KÖPRÜ OLARAK TÜRK DÜNYASI ÖRGÜTÜ / Razi NURULLAYEV...................................................................... 11 GENÇLİK VE GENÇLİĞİN MADDİ-MANEVİ GELİŞİMİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BAĞLAMINDA DOĞU TÜRKİSTAN GENÇLİK VE KÜLTÜR DERNEĞİ / Tibet YÜCETÜRK...................................................................................................................................... 15 SENDİKA ÇALIŞMALARINDA GENÇLERİN KATILIMININ ÖNEMİ / Sabina DAZDAREVIĆ............................................................................... 19 KAMU DİPLOMASİSİ ARACI OLARAK ÖĞRENCİ DEĞİŞİM PROGRAMLARI VE TÜRKİYE UYGULAMALARI / Muhammet Musa BUDAK ........ 21 TÜRK VE AKRABA TOPLULUKLAR İÇİN DOST DİASPORALAR PLATFORMU / İlyas DOĞAN - M. Savaş BAYINDIR......................................... 25 AVUSTURYA’DA BOŞNAK VE TÜRK GÖÇMENLERİ ORGANİZASYONU / Damir SARACEVİC - Zijad MANAD.................................................. 27 TÜRKİYE’DE KADIN GÜÇLENDİRME DERNEKLERİ-Ankara Örneği – / Fatma KAVŞUT................................................................................ 31 HİNDİSTAN’DA FEMİNİST AKTİVİZM / Tamsin BRADLEY............................................................................................................................ 41 TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ORGANİZE OLAN KADIN CEMİYETLERİNİN TÜRK KADINININ SİYASİ HAYATA KATILIMINDAKİ ROLÜ / Dilek AKGÜMÜŞ........................................................................................................................................................................................ 43 MODERN MÜSLÜMAN KADININ GÜNLÜK HAYATI / Merjema SALİC.......................................................................................................... 49 TÜRK MEDENİ KANUNU ÇERÇEVESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ HUKUKİ STATÜSÜ / Gökçe CANARSLAN ................................. 51 TÜRKİYE’DE KAMU-STK İLİŞKİLERİNE DAİR MEVZUAT: SORUNLAR- ÖNERİLER / Zeynep BALCIOĞLU........................................................ 57 STÖ KANUNVERİCİLİĞİNE VE MEVCUT SİYASETE BAKIŞ / Aydın KARİMOV................................................................................................. 63 İNSANİ YAŞAM DERNEĞİ / Cemil PASLI ..................................................................................................................................................... 69 İNSANİ YARDIM EĞİTİM VE KÜLTÜR HAYATINDA STK’LAR / Mirza ALİÇKOVİC - Nusreta HUDİVİĆ.............................................................. 73 ETİYOPYA’DAKİ İNANÇ TEMELLİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN ROLÜNÜ ETKİLEYEN YENİ TRENDLER 2009 STK BİLDİRİSİNİN ARDINDAN BİR BAKIŞ / Abdulqadir MOHAMMED................................................................................................ 77 KARADAĞ’DA BİR STK: HORİZONTİ / Besim CURA..................................................................................................................................... 83 GÜVENLİK TANIMLAMASI İÇERİSİNDE DEMOKRASİ ALGISI: ORTA ASYA’DA ÇOĞULCULUK / Ragıp Kutay KARACA..................................... 87 TÜRK DÜNYASINDA STK FAALİYETİ OLARAK “TÜRK DÜNYASI SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ”VE “BALKANLARDA SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ / Recai COŞKUN - Sevda YAŞAR COŞKUN.................................................................................................................................. 95 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VEYA DEMOKRASİNİN TURNUSOL KÂĞIDI / Mahmut BOZAN...................................................................... 97 KAMUOYU OLUŞTURMADA VE STRATEJİ GELİŞTİRMEDE DOĞU TÜRKİSTAN VAKFI’NIN ROLÜ VE ÖNEMİ / Ömer KUL.............................. 103 TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİNİN TÜRK DÜNYASI VİZYONU VE BAŞLICA SİVİL TOPLUM FAALİYETLERİ / Salih YILMAZ.............................. 109 STK’LAR İSLAM MEDENİYET TASAVVURUNA KATKILARI VE TÜRKİSTANLI KADINLAR / Hasan OKTAY.................................................... 115 SUDAN SEVDASI / Mehmet SILAY........................................................................................................................................................... 119 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ARASINDAKİ İŞBİRLİĞİNİ ETKİLEYEN UNSURLAR VE İHH TECRÜBESİ / Ahmet Emin DAĞ.133 ULUSLARARASI YARDIMLARDA S.T.K. ETKİSİ / Özden SÖNMEZ- Hadiye KILIÇ........................................................................................ 137 İNSANİ YARDIMDA DENİZ FENERİ MODELİ / Recep KOÇAK...................................................................................................................... 143 YOK OLMA TEHLİKESİNDE OLAN DİLLERİN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ İÇİN ÇAĞDAŞ TEKNİK YENİLİKLERİN KULLANILMASI / Zuhra AYBAZOVA.................................................................................................................................................................................... 151 GÜRCİSTAN’DA TÜRKÇE YAYIN BASIN FAALİYETLERİNİ GÜÇLENDİRMEK / Hacı HACIYEV......................................................................... 153 TÜRK VE DÜNYA UYGARLIĞI MİRASININ KORUNMASI YOLLARI / Bahtiyar KERİMOV.............................................................................. 155 FONKSİYONEL VE İLETİŞİMSEL DİLBİLGİSİNİN TEORİK YENİLİKLERİNE DAYALI KAZAK VE TÜRK DİLİ GRAMER FORMLARI EĞİTİMİ / Sarsenbay KULMANOV........................................................................................................................................................................... 157 7 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ROMANYA VE AŞAĞI TUNA AVRUPA BÖLGESİNDE GEÇMİŞTEN BUGÜNE TÜRK VARLIKLARINI CANLANDIRMA VE KORUMA MÜCADELESİ / Gülten ABDULA-NAZARE................................................................................................................................. 161 TUNUS KÜLTÜR VE YARATICILIK FORUMU DERNEĞİ / Amna HAFDHALLAH............................................................................................. 173 KEŞİF ORGANİZASYONU “SANDŽAK” SIRBİSTAN VE TÜRKİYE ARASINDA YENİ BİR DOSTLUK VE ARKADAŞLIK KÖPRÜSÜ / Nedžad EMINOVIĆ.................................................................................................................................................................................. 177 TARİHİ ALANLARIN VE ANITLARIN, MEDENİYETİN KORUNMASINDA VE İNSANLAR ARASINDAKİ DİYALOĞU GÜÇLENDİRMEDE SİVİL TOPLUMUN ROLÜ / Fofana Karim HARRISOU.......................................................................................................................................... 179 ÜLGÜN (ULQİN/ULCİNJ) ŞEHRİNİN KISACA TARİHÇESİ VE BEREKET DERNEĞİ’NİN FAALİYETLERİ VE HEDEFLERİ / Ali BARDHİ.................. 183 MESLEKİ EĞİTİMDE AKREDİTASYON SÜREÇLERİ / Abdulkadir YEŞİLKUŞ................................................................................................ 185 DİLCİLİKTE CİNSİYET STEREOTİPLERİ / Tatyana KHAPCHAEVA................................................................................................................. 191 ÇAĞDAŞ CEMİYETTE ANANEVİ TERBİYE METOTLARI / Abdalıyeva Gülzada KOŞOEVNA........................................................................... 195 TÜRK DÜNYASI BİLİM VE TEKNOLOJİ GELİŞMELERİ / İbrahim ERDOĞAN................................................................................................. 197 KHADBAATAR VAKFI / Purevjav PUREVDORJ........................................................................................................................................... 201 BİR SİVİL TOPLUM KURULUŞU OLARAK TÜKETİCİ ÖRGÜTLERİ VE TÜKDER ÖRNEĞİ / Nejdet Y. FİLİZOĞLU - Fecri ŞENGÜR........................ 203 SREBRENİCA ÇİÇEĞİ / Mensur BEKTİC..................................................................................................................................................... 211 KADIN HAKLARININ GELİŞTİRİLMESİNDE VE KADINLARA KARŞI ŞİDDETİ ÖNLEMEDE ÖNEMLİ BİR AKTÖR OLARAK SİVİL TOPLUM / Gonca BAYRAKTAR DURGUN................................................................................................................................................................... 213 BULGARİSTAN KADINLARININ HAYATI VE SORUNLARI / Sabiha MESTAN................................................................................................ 219 KADININ KALKINMASI VE GÜÇLENMESİ BAĞLAMINDA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI / Maide GÖK........................................................ 223 ALTAYLAR’DA KADIN SİVİL TOPLU FAALİYETLERİ / Nadejda TIDIKOVA.................................................................................................... 233 ÇAĞDAŞ TOPLUMUN KÜLTÜREL DEĞERLERİ VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ YAŞATILMASINDAKİ ROLÜ / Liubov ÇİMPOEŞ ............ 235 AZERBAYCAN BASININDA MİLLİ - MANEVİ DEĞERLERİN TEBLİĞİ SORUNU / Cavid ŞAHVERDİYEV.......................................................... 239 KIRGIZİSTANDA SİVİLLEŞME SÜRECİNDE ETNİK FARKLILIĞA DAYALI ÖRGÜTLENMELER / Samagan MYRZAİBRAİMOV........................... 245 KUMUK TÜRKLERİNİN MOSKOVA’DAKİ İLK TESCİLLİ DERNEĞİ / Alavutdin İBRAGİMOV .......................................................................... 251 UYGUR KÜLTÜRÜNÜN KORUNMASI VE DEĞERLER EĞİTİMİ KONUSUNDA STK GÖREVLERİ / Murat ORHUN............................................. 253 TÜRKİYE İLE ZİRVEYE KATILIMCI ÜLKELER ARASINDAKİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINCA SAĞLANAN ÖĞRENCİ VE YABANCI İSTİHDAMINDA SOSYAL GÜVENLİK SORUNLARI VE ÇÖZÜMLERİ / İbrahim AYDINLI................................................................................ 259 KUZEY AFRİKA’DA SENDİKACILIK / Sıham LOUDOUNA............................................................................................................................ 265 ÇOCUKLARIN TERBİYESİ SIRASINDA OLUŞAN SORUNLARIN GİDERİLMESİ İÇİN ARABULUCULUK SİSTEMİNİN KULLANILMASI / Ayapbek KUTTUBAYEV........................................................................................................................................................................... 269 AYRIMCILIKLA MÜCADELEDE SİVİL TOPLUMUN ROLÜ / Selman KARAKUL............................................................................................. 271 DEMOKRATİK, KÜLTÜR VE SİYASAL KATILIMI GELİŞTİRMEDE STK’LAR / Mübariz GÖYÜŞLÜ.................................................................... 277 KIRGIZİSTAN’DA SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE MEDYANIN ORTAK FAALİYETLERİ / Yıldıza JOLDAŞBAYEVA ............................................ 283 YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE MEDYANIN ROLÜ / Yusuf PUSTU............................................................................................................... 287 YÖNETİMDE YOLSUZLUĞUN ÖNLENMESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ VE ÖNEMİ / Recep REHİMLİ................................ 295 DEVLET VESAYETİNDEN VESAYETÇİ DEMOKRASİYE: SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI / Mehmet GÜNEŞ..................................................... 305 BAŞKURT TÜRK KÜLTÜRÜ / Leysiyan İTKULOVA ..................................................................................................................................... 311 KIBRIS’TAKİ MÜZAKERE SÜREÇLERİNDE SİVİL TOPLUMUNUN GÖREVİ NE OLMUŞTU? / Emete GÖZÜGÜZELLİ....................................... 313 KAMU BÜTÇESİNDE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ / Mustafa ALTUNOK....................................................................................................... 321 GENÇLİĞİN GELİŞİMİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ / Emine BAĞLI - Elçin ÖDEMİŞ........................................................... 331 EĞİTİM SİSTEMİNDE KİŞİNİN OLUŞUMU SAYESİNDE SİVİL TOPLUMUN GELİŞTİRMESİ / Kokanova JARKİNAY.......................................... 335 DİNİ SENDİKALAR KIRGIZİSTAN’DA SİVİL TOPLUM KALKINMA FAALİYETLERİNE NASIL DAHİL OLDULAR? / Asel ABDYRAMANOVA........ 339 ÇAĞDAŞ TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİNİN OLUŞUMUNDA AYDINLAR OCAĞI’NIN YERİ / Mustafa ÖZCANBAZ-Mevlüt UYANIK ........................ 341 8 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÖĞRENCİ TOPLULUKLARININ SİVİL TOPLUMDAKİ ROLÜ VE ÖNEMİ / Aygün AKYOL-Alparslan ONBAŞI.................................................... 349 SİYASAL ERK VE DÜŞÜNCE KURULUŞLARI / Cemal DEMİR....................................................................................................................... 359 AHISKA TÜRKLERİ VE VATANA DÖNÜŞ MÜCADELESİ /Burhan ÖZKOŞAR-Adalet KAHVECİOĞLU.............................................................. 361 AMERİKAN SİYASETİNİ YÖNLENDİRMEDE TÜRK AMERİKAN DERNEKLERİNİN ROLÜ / Esra PAKİN ALBAYRAKOĞLU................................. 367 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ BARIŞ İNŞASINA KATKILARI / Cihangir İŞBİLİR........................................................... 373 DOĞU TÜRKİSTAN DAVASI VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI / Erkinbeg UYGURTÜRK.............................................................................. 379 AZERBAYCAN’DA KARABAĞ GÖÇMENLERİ KONUSU / İrada ALİYEVA, Zulfali Kızı.................................................................................... 385 ULUSLAŞMA SÜRECİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ: ÖZBEKİSTAN HALK HAREKETİ ÖRNEĞİ / Ali Emre SUCU..................... 391 AFRİKADA SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE TÜRK SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ AFRİKA’DAKİ ÖRGÜTLERE KATILIMININ ÖNEMİ / Fallou GUEYE.......................................................................................................................................................................................... 397 KIRGIZİSTAN’DA BİR İNANÇ ÖRGÜTLENMESİ OLARAK TENGİRCİLİK / Abdilaziz KALBERDİEV ................................................................. 401 TENGRİ ULUSLARARASI ARAŞTIRMA VAKFI (MFİT) / Lena FYODOROVA ................................................................................................ 409 MODERN TATARİSTAN VE BAŞKURDİSTAN’DA İSLAM VE DEVLET / Leila ALMAZOVA............................................................................... 411 MANAS DESTANININ SEÇENEKLERİ ARASINDA BAZI FARKLAR / Subagojoyeva Çolpon TEMİRBEK KIZI ARABAYEV................................ 415 MANAS TARİHİN MANEVİ MİRASIDIR / Nazgül RISMENDEYEVA............................................................................................................. 417 SİVİL TOPLUMUN GELİŞİMİ İÇİN ELVERİŞLİ ORTAMIN İZLENMESİ PROJESİ TÜRKİYE RAPORU: İZLEME METODOLOJİSİ, STANDARTLAR VE BULGULAR / Sezin DERECİ.................................................................................................................................................................. 419 TÜRKİYE’DE YAŞAYAN NOGAY TÜRKLERİ VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLARAK NOGAY TÜRK DERNEKLERİ / Hakan BENLİ ....................... 425 TARİHİ KÜLTÜREL DEĞERLER VE SİVİL TOPLUMUN GELİŞMESİNDE ÖNEMİ / Uldar İSABEKOVA............................................................... 431 YUMUŞAK GÜÇ OLARAK SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ / Kasım ESEN-Orhan GAFARLI................................................................................ 435 AVRUPA BİRLİĞİ İLERLEME RAPORLARINDA SİVİL TOPLUM TARAFGİRLİĞİ / Hatice ALTUNOK................................................................. 441 TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRASIMIZIN KORUNMASINDA YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ’NÜN ÖNEMİ / Ebubekir CEYLAN.................................. 449 KAZAN TATARİSTAN CUMHURİYETİ SİVİL TOPLUMUN TARİHİ MEDENİ MİRASIN KORUNMASINDA ROLÜ / Gülnara GAYNUDDİNOVA...... 453 ANNA LİNDH AVRUPA-AKDENİZ KÜLTÜRLER ARASI DİYALOG VAKFI’NIN SİVİL TOPLUMA KATKISININ DEĞERLENDİRİLMESİ / Necdet SAĞLAM...................................................................................................................................................................................... 455 TARİHİ - KÜLTÜREL VARLIKLARI KORUMADA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE BU BAĞLAMDA KOSOVA-PRİZREN’İN “DOĞRU YOL”TÜRK KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ / Bülent EMRUŞ................................................................................................................ 463 SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN YASAMA FAALİYETİNE KATKISI VE YETERLİLİĞİ SORUNU / Aydın BAŞBUĞ............................................... 467 DEMOKRATİKLEŞME BAĞLAMINDA SİVİL TOPLUM NORMLARI / Yavuz ÇİLLİLER..................................................................................... 471 GÜRCİSTAN GENÇLERİNE YARDIM VE MAARİFLENDİRME DERNEĞİ / Musa HACIYEV............................................................................... 479 AZERBAYCAN’DA MUHALEFET HAREKETLERİNDE STK’LARIN RÖLÜ / Ali Zakir RZAYEV .......................................................................... 483 KAMU GÖREVLİLERİNİN YÖNETİME ETKİSİ / Remzi KIZILKAYA ............................................................................................................... 485 STK - HÜKÜMET İLİŞKİLERİ: VAKIF VE DERNEKLERE VERGİ MUAFİYETİ TANINMASI HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME / Fatih SARIOĞLU.487 MEVLÂNA YOLUNDA ULUSLARARASI MEVLÂN VAKFI / Nuri ŞİMŞEKLER-Esin ÇELEBİ BAYRU............................................................... 493 ÇOK YÖNLÜ BİR SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLARAK BAL-GÖÇ / İsmail SELİMOĞLU - Kader ÖZLEM............................................................ 499 KÜLTÜRÜMÜZDE İNSANÎ YARDIM / Cevdet ŞANLI .................................................................................................................................. 503 ALTAY CUMHURİYETİ YERLİ HALKLARININ KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI / Sergei KIZAEV .................................................................... 509 KOSOVA (1999) VE MAKEDONYA (2001) SAVAŞLARI ESNASINDA MERHAMET’İN ROLÜ / Adnan AZİZİ................................................... 511 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDA GÖREV ALIYOR OLMANIN GENÇLERİN KİŞİSEL VE SOSYAL SORUMLULUK DÜZEYLERİNE ETKİSİ / Sevgi SULA - Nurbanu ATAŞ.................................................................................................................................................................... 515 ÇAĞIN PEDAGOJİ SORUNLARI DALINDA, MEDENİ EĞİTİMDE AKTÜEL SORUNLAR / Janar BEKTURGANOVA........................................... 519 GENÇLİK VE SİVİL TOPLUM / Ata KAFADAR ............................................................................................................................................. 525 TÜRKİYE’DE SİGARAYLA SAVAŞ / Gözde ÖZDEMİR ................................................................................................................................. 531 9 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER BAĞIMLILIK YAPICI MADDELERLE MÜCADELEDE İYİ UYGULAMA ÖRNEKLERİ: “TÜRKİYE BAĞIMLILIKLARLA MÜCADELE EĞİTİM PROGRAMI” / Savaş YILMAZ-Prof. Dr. Hasan BACANLI........................................................................................................................... 535 ÇEKİRDEK AİLE NE KADAR ÇEKİRDEK? / Rabiye YILMAZ.......................................................................................................................... 541 BİRİNCİ BAKI TÜRKOLOJİ KONGRESİ’NİN GÖRÜNEN VE GÖRÜNMEYEN TARAFLARI / Ali Şamil HÜSEYİNOĞLU........................................ 543 TÜRKÇE MEDYANIN TOPLUMA KATKISI / İbrahim ARSLAN..................................................................................................................... 553 KOSOVA’DA TÜRK TOPLUMUNUN SORUNLARI / Ertan SİMİTÇİ................................................................................................................ 559 DAĞISTAN’DA KUMUKLARIN VE NOGAYLARIN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ / Ruhaniyat MUSAYEVA......................................................... 563 AVRUPA’NIN GENÇ DEVLETİ KOSOVA VE EKONOMİK DURUM / Furkan ERGÜLER .................................................................................... 565 ÜSKÜP KÜLTÜR DERNEĞİ “VİZYON M” / Taceddin SHABANİ.................................................................................................................... 569 KIRIM’DA KIRIM TATAR MAARİFÇİ BİRLİĞİ’NİN FAALİYETİ VE KIRIM TATARLARININ EĞİTİMİN YENİDEN CANLANDIRILMASINDAKİ ROLLERİ / Arzy EMIROVA........................................................................................................................................................................ 573 GENÇLİK VE GENÇLİĞİN MADDİ VE MANEVİ GELİŞİMİNDE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN YERİ VE ÖNEMİ / Mürsel TURBAY................... 577 GÜRCİSTAN’DAKİ GENÇLERİN EĞİTİMİNE DESTEK / Bahtiyar TANRIVERDİYEV......................................................................................... 583 GENÇLİK, SİYASET, KÜLTÜR VE STK FAALİYETLERİ / Nesrin SEMİZ........................................................................................................... 585 HÜKÜMET DIŞI BİR ÖRGÜTLENME OLARAK DİNİ TOPLULUKLAR VE SİVİL TOPLUM DÜŞÜNCESİ / Burhan AYKAÇ-Şenol DURGUN .......... 589 HÜKÜMET DIŞI BİR ORGANİZASYON OLARAK KIRGIZİSTAN MÜFTÜLÜĞÜ VE KARŞILAŞTIĞI SORUNLAR / Timur KOZUKULOV................. 603 KURAN’DAKİ DÜŞÜNME TEKNİKLERİ VE LOBİCİLİK FAALİYETLERİ / Edin TULE......................................................................................... 611 ÇEÇEN CUMHURİYETİ’NDE TÜRK EĞİTİM PROJELERİ EKONOMİK VE SOSYAL-KÜLTÜREL İLİŞKİLERİN GELİŞMESİNİN KADRO POTANSİYELİ / Rinat ABDULLAYEV............................................................................................................................................ 621 GENÇLİKTE AİLE BİLİNCİ OLUŞTURMA : AİLE SOHBETLERİ PROJESİ / Şükrü CAN..................................................................................... 623 TÜRKİYE’DE KADINLIK VE ERKEKLİK BAĞLAMINDA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI / Rahime SÜLEYMANOĞLU-KÜRÜM.......................... 629 KADIN ÇALIŞMALARINDA SORUN ÇÖZÜCÜ OLARAK “SOSYAL DİYALOG ARAÇ’I” / Nuran H. BELET.......................................................... 637 TÜRKİYE’DE KADIN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ TARİHİ VE ÇALIŞMA ALANLARI / Şükran ÜST........................................................ 647 TARİHİ VE KÜLTÜREL VARLIKLARIN KORUNMASI VE BU VARLIKLARDAN YARARLANILMASINDA EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA FAALİYET GÖSTEREN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ NE OLMALIDIR? / İsmail H. DEMİRCİOĞLU-Ebru DEMİRCİOĞLU................ 651 QAPA DAĞCILIK GRUBU / Fatima BABAZEH............................................................................................................................................. 657 KÜLTÜREL VARLIKLARIN YAŞATILMASINDA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ÖNEMİ / Mehmet KARPUZCU.......................................... 659 ÇEVRE SORUNLARI VE DUYARLILIĞI GELİŞTİRMEDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ / Mahire MAHMUT.................................... 665 AKUT - ARAMA KURTARMA DERNEĞİ / Şahika SARIYILDIZ – Volkan AKAN............................................................................................ 671 ALTAY DİLİNİN KORUNUP SAKLANMASI / Mergen KLEŞEV...................................................................................................................... 675 KIRIM’DAKI KIRIMÇAK KÜLTÜR VE EĞİTİM CEMIYETİ’NİN KIRIMÇAKLARIN KÜLTÜREL MİRASININ KORUNMASINA İLİŞKİN FAALİYETLERİ / Aishe EMİROVA.............................................................................................................................................................. 679 SİVİL TOPLUM KURULUŞU: “YENİ HAYAT” İNSANİ VE İÇTİMAİ BİRLİĞİ / Naile İSMAYILOVA ..................................................................... 685 AFGANİSTAN TÜRKMENLERİ VE SORUNLARI / Seracettin MAHDUM - Hüdaverdi YERLİ.......................................................................... 691 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ EĞİTİME KATKISI: IRAK TÜRKMEN ÖRNEĞİ / Mustafa ZİYA.................................................................. 695 SİVİL TOPLUMUN OLUŞMASINDA TEMEL OLAN – YURTTAŞLIK VE VATANSEVER EĞİTİMİN ETNIK PEDAGOJİK YÖNÜ / Ayim YERİMBETOVA................................................................................................................................................................................ 699 KADIN HAKLARI VE ŞİDDET / Gönül İŞLER............................................................................................................................................... 705 AİLE İÇİN “DEĞER”: AİLE OLMA BİLİNCİ / Esma Betül ACAR..................................................................................................................... 709 KUMUK YIRLARINDA KADIN KONUSU / Aynur Gazanfer KIZI................................................................................................................... 715 GÖNÜLLÜ SOSYAL ÇALIŞMALARDA KADIN / Şengül YİĞİT ...................................................................................................................... 719 10 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜM TÜRKİ ÜLKELERDE BİR KÖPRÜ OLARAK TÜRK DÜNYASI ÖRGÜTÜ Razi NURULLAYEV Uluslararası Analiz Merkezi (RIAC) @ razi.nur@rbam.org Günümüzde dünyada 5 bağımsız Türk devleti vardır: Azerbaycan, Kazkistan, Kırgızistan, Türkiye, Türkmenistan ve Özbekistan . Bu ülkeler bugün Türk dünyasını yeni bir kalkınma aşamasına götürmenin sorumluluğunu üstlenmiştir. Bunu uygulamak içinse, geçtiğimiz yıllarda birçok hükümetlerarası faaliyet yürütülmüştür. Bugün, Türk devletlerini farklı düzeydeki tartışmalar için bir araya getiren çeşitli uluslararası organizasyonlar vardır. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (ECO) kalkınmanın artırılması ve ticaret ve yatırım firsatlarının teşvik edilmesi için gereken yolların tartışıldığı bir platformdur. Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, Türk Dili Konuşan Ülkeler arasında kapsamlı bir işbirliği oluşturmayı hedefler. Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TURKPA) parlamenter diplomasi vasıtasıyla ülkeler arasında siyasi diyalog geliştirmeyi amaçlarken, Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları Daimi Konseyi (TURKSOY) de Türk dili, tarihi ve kültürünü destekler. Ancak, atılan bu adımlar dünyadaki Türk insanları arasındaki sosyal bağları ve ihtiyaçları daha yakın bir işbirliğine dönüştürmede yeterli değildir. Atılan adımlar çoğunlukla bağımsız Türk devletlerine ilişkin olmakta ve birçok durumda da diğer tanınmayan ve federal Türk devletlerini entegrasyon sürecinin dışında bırakmaktadır. Bunu anlamak için yeterli politik sebep mevcuttur. Bağımsız Türk devletleri diğer bağımsız Türk olmayan devletlerin iç ilişkilerini karışamaz. Elbette, diğer federal ve tanınmayan Türki cumhuriyetleri ile entegrasyon ve yakın işbirliği için farklı yollar da vardır. Ancak, yine de bazı politik sonuçları olabilir ve diğer dost ülkeler ile ilişkilerin kötüye gitmesine yol açabilir. Tüm bu uluslararası kurumlar hükümetler arasıdır ve bunların sivil toplum kuruluşlarına çok az bağları vardır. Lakin, çoğunlukla da sivil toplum kuruluşları köprüler kurar ve hükümetler de bunları yasal aşamaya taşır. Türk dili konuşulan ülkelerde özellikle de bağımsız olmayan Türki cumhuriyetlerde sivil toplum örgütlerine çok az fon ayrılmaktadır. Bu ülkelerdeki sivil toplum kuruluşları, medya ve kurumlar Batılı bağışçılara başvurmak zorundadır ve çoğu zaman onların istediği gibi şekil alırlar. 11 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kendi kültürlerini, dillerini sürdürmek, gazeteler, dergiler çıkartmak ve insan hakları örgütleri kurmak için Türk fonlarına ihtiyaç duyan onlarca Türk ülkesi ve Cumhuriyet olarak Federal devlet vardır. Bu cumhuriyet ve federal yapılar arasında gördüklerim; Kabardey Balkarya, Altay Cumhuriyeti, Buryatya Cumhuriyeti, Çuvaşya, Tuva Cumhuriyeti, Kafkasya Cumhuriyeti, Yakutistan Cumhuriyeti, Kırım Özerk Cumhuriyeti (şu anda Rusya Federasyonuna bağlı), Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti, Başkırdistan, Tataristan, Rusya Federasyonundaki diğer küçük etnik Türk oluşumlarıdır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti çoğunlukla yer bulmuştur ancak ihtiyacı olan Türki cumhuriyetler arasında değildir. Çin Türkistanı (Xinjiang) veXunhua Salar Otonom Bölgesi Çin’de, Moldova’da Gagavuzya, ve İran (etnik Azeriler-Anadolu Türkleri) ve Eski Osmanlı İmparatorluğu ülkelerindeki ve kolonilerindeki diğer Türki gruplar kültürlerinin, dillerinin ve sanatlarının ayakata kalması için çalışıyorlar. bahsedilen ülkelerdeki Türk grupları ayakta durabilmek için Türk fonlarına ihtiyaç duymaktadır. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye bağımsız ve kurulu Türk devletleri, birçok durumda Türk ulusları ve gruplarına doğrudan fon sağlayamamaktadır, çünkü bu Türk olmayan devletler tarafından dostane olarak algılanmamaktadır. Bu sebeple, asıl konsepti tüm Türki devletleri bir araya getirecek ve Türk dünyasının sorumluluklarını paylaşacak olan Türk Dünyası Örgütünün kurulmasına çok büyük ihtiyaç vardır. Türk Dünyası Örgütü (TWF) Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye merkezi ya Türkiye ya da Azerbaycan’da olan böylesi bir örgütü kurma potansiyeline sahiptir. Örgütün ilk fonu 20 milyon dolar olabilir. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan rahatlıkla ülke başına 4 milyon dolar, Özbekistan ve Kırgızistan da 2’şer milyon dolar verebilirler. Bunlar elbete sadece tahminler, rakamlar düşüncenin ileriki aşamalarında hükümetlere de bağlı olarak daha da artabilir. Özel sektör de Örgüte fonlar ayırabilir dolayısıyla da erişim alanı daha da genişler. Türk Dünyası Örgütü, Türk dünyasının çıkarlarını artırmak amacıyla siyasi, ekonomik, kültürel, bilimsel ve sosyal programlara yardımcı olabilir. Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO), Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TURKPA) ve Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanları Daimi Konseyi (TURKSOY) çerçevesinde alınan kararları destekleyen bir Örgüt olarak görülebilir. TWF ayrıca tüm dünyada, Türk dili, tarihi ve kültürünü de destekleyebilir. Ayrıca, kurucu üye devletler için bir araştırma forumu olarak görülebilir ve onların politika kararlarını koordine etmek, herkesi ilgilendiren konular üzerinde tartışmak ve ihtiyaç 12 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER olduğunda etkili biçimde davranış sergilemek için de çalışabilir. Kendi kültür, dil ve Türk kökenlerini teşvik etmek için fonlara ihtiyaç duyan yüzlerce Sendika, sivil toplum kuruluşu, medya birimi, dergi, web sitesi, kurum ve diğer profesyonel birlikler vardır. Kırım bizim için bir dersti. Türk ülkeleri ya Kırımlı Tatarları destekleyebilir ya da haklarını savunmak için finansal destek sunabilir. İsteyen sorumluluğu paylaşabilir. Ancak, TWF bu tip bir desteği sunabilirdi ve sorumluluk da devletler arasında paylaştırılırdı. Bunu yapabilmek için, Türk Dünyası Sendika Zirvesinin Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye hükümetlerine ve başkanlarına Türk Dünyası Sendika Zirvesi adına bir beyan ve bildiri hazırlaması ve bunu bu ülkelere göndermesi tavsiye edilir. Bir sonuca varmak için bu konu üzerinde sürekli bir lobi faaliyeti yapılması gereklidir. 13 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER GENÇLİK VE GENÇLİĞİN MADDİ-MANEVİ GELİŞİMİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BAĞLAMINDA DOĞU TÜRKİSTAN GENÇLİK VE KÜLTÜR DERNEĞİ Tibet YÜCETÜRK Doğu Türkistan Vakfı @ yuceturk_tibet@mynet.com GİRİŞ 1949 yılını müteakip “vatandan için vatandan ayrılan Doğu Türkistanlı dedelerimizin Türkiye’ye gelmesinin üzerinden neredeyse 75 yıl geçmiş. yeni nesil artık 3. kuşağına yetiştirmeye başlamıştır. artık 3. kuşak kendi içinde birçok problemleri yaşamakta, Doğu Türkistan davasına bir önceki nesle göre daha yüzeysel yanaşmaktadır. Bu yeni durum aynı zamanda gençliğin, şayet sahip çıkılmazsa, maddi olduğu kadar, manevi yönden de birçok sıkıntılara düşeceğini ortaya koymaktadır. Doğu Türkistan Uygur gençlerinin içinde bulunduğu durumu izah etmeye çalışacağımız bildirimizde konuyu değerlendirmeye çalışacağız. Gençlik ve gençliğin maddi-manevi gelişiminde görülen sıkıntıların tespiti demek, bir bakıma toplumsal problemlerin tamamı demektir. Bilindiği üzere her türlü toplumsal problemi çözmeye temel noktadan başlamak gerekir. Bu temel nokta ise, gençlerin toplum içindeki durumunu gözlemlemek ve problemleri tespit etmektir. Bundan sonra ise problemlerin çözüm yollarını yani tedavi sürecini başlatmak gerekir. Sağlıklı bir toplum inşa etmenin yolu gençliğin muhatap olduğu her tür problemin çözülmesi ile mümkündür. Tersinden ifade edecek olursak; bir toplumun gününü veya geleceğini karartmanın en kestirme yolu, gençliği dejenere olmasıdır denilebilir. Sosyolojik araştırmalar toplumsal olayların sebebinin bir başka toplumsal olay olduğunu ortaya koymuştur. Bu sonuçtan hareketle gençliğin problemlerinin sebebinin içinde yaşadığı toplum olduğunu söylemek mümkündür. Peygamber Efendimiz (s.a.s) konuya dikkat çektiği bir hadis-i şerifte bizlere; “Çocuklarınıza güzel davranıp iyilikte ve ikramda bulununuz, onları en güzel şekilde terbiye ediniz” (İbn Mace, “Edeb”, 2/368) tavsiyesinde bulunmaktadır. Burada sorulması gereken soru cemiyet hayatından aksakalların gençlere karşı vazifelerini ne kadar yerine getirdikleri veya getiremedikleri olmalıdır. Bir başka soru ise ailelerin çocuklarına karşı vazifelerini yerine getirip getiremediklerini de beraberinde getirmektedir. Bu sorulara öğretmen ve okulların görevlerini ne kadar layıkıyla yaptıklarını da ilave etmek gerekir. Sorularımıza gençliğin içinde yaşadığı çevrenin, maddi ve manevi yönden yetişmesine uygunluğu yanından, devletin gençliğe sahip çıkmasını da değerlendirmek gerekir. Bu 15 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER türden soruları çoğaltmak ve burada görülen eksiklikleri tedavi etmede takip edilecek yollar belirlenmelidir. I) GENÇLİĞİ TARİFİ Devlet Planlama teşkilatının 1983 yılındaki raporuna göre Gençlik; buluğa erme neticesinde, biyolojik ve psikolojik bakımdan çocukluğun sonu ile, toplum hayatında sorumluluk alma dönemi olan 12-24 arasında kalan yaş gurubu” şeklinde tanımlanmıştır (DPT Raporu, 1983, 13). Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tarifine göre Genç; 15-25 yaşları arasında, öğrenim gören, hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı bir konutu bulunmayan kişidir.” (Yörükoğlu 1986, 3) şeklinde tarif edilmektedir. Modern dünya ölçeğinde gençliği, çocukluk ile erişkinliği bağlayan bir köprü olarak değerlendirmek mümkündür. Gençliğe adım atan birisi için artık çocukluk dönemi geride kalmıştır. Onun çocukluk dönemini geride bırakması toplumda belli bir noktaya ulaşmış olduğunu göstermemektedir. Bu yönü ile değerlendirdiğimizde gençlik çağını bir belirsizlik ve arayış devresi olarak ifade edebiliriz. Gençlik dönemini, hedefin arandığı, meslek ve ailevi rollerin kişilik özelliklerinin kazanıldığı, ferdin daha müstakil hareket etmeye başladığı bir hazırlık dönemi şeklinde değerlendirilebilir. II) GENÇLİĞİN PROBLEMLERİNİN TESPİTİ Bilimsel araştırma neticelerine göre gençlik döneminin psikolojik özellikleri şunlardır: Kişilik bunalımı, isyankârlık, hayatta gaye edinememe, sorumluluk duygusu gelişimi, hayattan tatmin arama ve macera isteği. Gençlik dönemini bir nevi bağımsız hareket etme ve topluma karışma olarak değerlendirmek mümkündür. Bu dönemde genç evden kopar ve edinmiş olduğu çevreye yönelir. Genel itibariyle bütün gençliğin benzer çabalar içinde olması, gencin yetiştiği ortamın farklılıkları, gençlerin uyuşabildikleri gruplar kurmasına sebep olmaktadır. Bu dönemde yeni arkadaşlık ortamları davranışlarını değiştirmeye de neden olabilmektedir. Gençlik döneminde kişi, kim olduğu, neye inanıp değer vereceği, hayattan beklentisi gibi konularda bir kimlik arama eğiliminde olabilir. Bu dönemde kişi, şahsi beklentileri üzerinden, ana-baba ve yakın çevrenin davranış ve beklentilerini değerlendirmeye çalışır. Gençlik döneminde kişilik gelişiminin en belirgin görüntüsü, fikrî, zihnî ve hissî alanlarda olup, bu durum kişinin çevre ile olan ilişkilerinde belirgin bir şekilde kendisini hissettirir. Geçiş dönemi olarak ifade edebileceğimiz bu dönemde genç, hayal, tutku, idealizm ve akran gruplarının etkisinde kalmaktadır. Kendisini topluma ispat etme gayretinde olan kişi diğer taraftan da sıkça özgür olma arayışı içine girmektedir. Düşüncelerinin eleştirilmesi veya yapılmamasının söylenmesine karşı çıkabilir. Kişinin gençlik döneminde karşılaştığı problemlerden birisi de meslek ve eş seçimidir. Hayalperestlik, zengin olma isteği ve özenti yanında idealsizlik, bencillik, ahlâki ve manevi değerlerden uzaklaşma, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar ile müstehcen yayınları takip 16 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER etme beraberinde birçok sıkıntıyı getirmektedir. Günümüz gençliği için bir başka tehlike de terör odaklarının varlığı, ailenin yozlaşması, gelecek kaygısı ve benzeri durumlar gençlerde çevre ile ilişki kuramamayı doğurmaktadır. Hepimizin de yaşayarak takip ettiği üzere ülkemizde son yıllarda hızlı sosyal ve kültürel değişmeler yaşandı. Bu değişim sürecinden etkilenen gençler ruhî bir gerilim ortamında bırakılmışlardır. Gençliğin verdiği tecrübesizlik ile değer yargıları kısa zaman aralıklarıyla değişen genç, diğer taraftan yaşadığı toplumun değerlerinin de değişmesi ile bocalamaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak gen ya idealden yoksun ve maddi zevklerle tatmin olan, kendine ve çevresine yabancılaşan bir tip haline gelmekte, ya da aşırı ideolojik bağnazlığa düşmektedir. (Tatlılıoğlu, 2014) III) GÜNÜMÜZ GENÇLİĞİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Bu konuda kısaca aile, arkadaş grubu, okul, çevre ve kitle iletişim araçlarının günümüz gençliğini etkilediğini söylemek mümkündür. Herkes tarafından kabul edildiği üzere aile, çocuğa ilk bilgilerin verildiği yerdir. Aile yapısının sağlam olduğu yapılarda sağlam nesiller, sağlam nesillerden sağlam milletler, sağlam milletlerden sağlam devletlerin ortaya çıkacağı herkesim tarafından kabul edilmektedir. Avrupa’da gençliğin neredeyse bitmesi sağlam aile yapısının olmamasına bağlanmaktadır. Aileden sevgi göremeyen çocuktan saygı beklemek hayalcilik olur. Dahası dini hassasiyetin olmadığı aile yapılarda yetişen gençlerin kendilerini nasıl ortamlarda bulduğu bilinmektedir. Kişinin gençlik dönelerindeki aşırılıkları, kendilerini geliştirirken çevreyle olan ilişkilerinde sıkıntıya düşmelerinin önüne geçmede en sağlıklı yöntem ailede sevgi ve güven ortamını sağlamakla mümkündür. Bu dönemde aile fertleri arasında kurulacak müspet iletişim ile gerçekleştirilebilir. Aileler çocuklarını doğru ve sağlam bir inanç üzere yetiştirmelidir. Ailenin çocuklarına karşı sorumluluklarını yüce dinimiz en ince ayrıntılarına kadar belirlediği için bu yönde hareket edilmelidir. Gençliği etkileyen diğer bir unsur ise arkadaş grubudur. Genç nesil arkadaşlarıyla birlikte olmayı tercih ederler. Bu durum “Üzüm üzüme baka baka kararır” atasözünde olduğu gibi, arkadaşların birbirlerini etkilemesine sebep olmaktadır. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü de, arkadaş seçiminin önemi vurgulamaktadır. Okul çevresi gençlerin eğitimi yanında onların toplum hayatına girmelerine de katkı sağlamaktadır. Bilimsel araştırmalar gençlerin model aldıkları kişileri, meslek seçimlerinde ol- duğu gibi, okulda seçtiklerini ortaya koymuştur. Okul hayatında ise gençlere maddi ve manevi ilimler beraber verilmelidir. Dinimiz İslâm’ın ilme, eğitim ve öğretime verdiği değer anlaşılmalı ve bu yönde gençlerimizi yönlendirmeliyiz. Denilebilir ki geçliğin kafasında çağının en son bilgileri, kalbinde de imanı bulunmalıdır. Gazali’ye göre terbiye bir ilim işidir. Terbiyenin nihaî gayesi olan iyi insan yetiştirme işi, ilim sayesinde gerçekleşebilir. O, Ey Oğul isimli eserinde şunları söyler: “Ey oğul, oğluna ve kızına küçükken ahlâk öğret. Ancak küçük iken öğretmelisin, büyüdü17 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ğü zaman zor olur. Ailenin ve çocuklarının suçlarını gördüğün zaman bağışla” (Gazalî 1986, 16). Dinimize göre eğitimin gayesi, mükemmel insan yetiştirme ve faziletli toplum oluşturmaktır. Hz. Ali (r.a.); «çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştiriniz» sözleri ile, ileriye dönük eğitimin verilmesini tavsiye etmiştir. Milletimizin dinî, ahlâkî, insanî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, toplumunu seven ve daima yükseltmeye çalışan yurttaşlar yetiştirmek gerekir. Kitle iletişim araçları olarak basın, radyo, televizyon, sinema, bilgisayar ve internet günümüz gençliği üzerinde büyük etkilere sahiptir. Kitap, dergi, gazete gibi araçlar, bilgi aktarmakla kalmaz, aynı zamanda yön de verir. SONUÇ Sonuç olarak diyebiliriz ki, sağlıklı nesil yetiştirilemediği takdirde, sağlıklı bir millet, sağlıklı bir millet olmadığı takdirde sağlıklı bir devlet olamayacaktır. Bu düstur ile hareket eden derneğimiz hem gençlerin toplumla birleşmelerine, büyüklerine saygı ile yaklaşımlarına ve toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmelerine katkılar yapmaktadır. Gençliğin karşılaştığı problemlerin, eve, okulda, arkadaş çevresinde veya toplumun diğer alanlarında, çözümü noktasında birlikten kuvvet doğar prensibi ile, katkı yapan derneğimiz, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız her alanda faaliyet göstermekte, zaman geçtikçe de toplumdan adından sitayişle bahsedilen bir teşkilat haline gelmektedir. Diyebiliriz ki, maddi imkansızlıklarına rağmen Doğu Türkistan gençlik ve Kültür Derneği, bünyesinde bulundurduğu 150 kişilik Doğu Türkistanlı ve Türkiyeli gencimizin sosyal hayatın her alanında iyi insan olabilmelerine katkı sağlamakta, toplum tarafından kendisine verilen desteğin artması ile de daha kapsamlı faaliyetlerine devam edebilmektedir. Haftalık toplantılar yanında, milli ve dini günlerde birlikte yapılan faaliyetler en çok rağbet gören faaliyetlerimiz olmaktadır. Bizim açımızdan diğer bir önemli husus, 3. neslin unutmaya başladığı Doğu Türkistan davasına yaptığımız bu faaliyetlerden sonra gençler arasında yeni bir ivme kazandırılmış olmasını görmek olmuştur. KAYNAKÇA DPT Raporu (1983) İmam Gazâlî (1986), İlahî Saadet Mîzânü’l Amel, Hisar yayınevi, İstanbul. İbn Mace, “Edeb”, 2/368. MEB Komisyon Raporu (1986) TATLILIOĞLU, Durmuş, http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/gunumuz-gencliginin-temel-problemleri-ve-dinimizin-ortaya-koydugu-cozum-yollari/15.4.2014 YÖRÜKOĞLU, Atalay (1986), Gençlik Çağı (Ruh Sağlığı, Eğitimi ve Ruhsal Sorunlar). 18 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SENDİKA ÇALIŞMALARINDA GENÇLERİN KATILIMININ ÖNEMİ Sabina DAZDAREVIĆ Tutin Team Sendikası / Sırbistan @ dazdarevic@gmail.com Bu dokümanın amacı gençlerin farklı kurumlarda, bunlar içinde de sendikalarda katılımının önemini anlamayı artırmak ve ayrıca Sırbistan Tutin’deki gençler hakkında okuyuculara birkaç bilgi vermektir. Tutin Sırbistan’ın Güney Batısında 30.000’den biraz fazla nüfusa sahip küçük bir kasabadır. Yaklaşık 8.000 kişi 15 ve 27 yaşları arasındadır ki bu da toplam nüfusun bir çeyreğinden daha fazladır. Tutin, yaklaşık çalışabilecek kesimin %70’inin işsiz olması ile Sırbistan’ın en fakir belediyelerinden biridir. Bu rakamlar gençlerin karşılaştığı zorluklara ilişkin iyi birer göstergedir. Yine bu doküman vasıtasıyla, bu rakamların genç insanları faaliyetlerine dahil eden çeşitli kurumların varlığının onların bilinçlerini, kendilerine olan güvenlerini ve daha iyi öz yönetim sağlamalarını nasıl artırdığına da görebilmekteyiz. Öncelikle, gençler çok geniş bir fikir ve yaratıcılık kaynağı sunarlar. Bir yandan, gençleri bünyesinde bulunduran kurumlar da, kendileri için plan ve programlar yaparken gençlerin ürettiği iyi fikirlerden büyük oranda fayda sağlamaktadırlar. Öte yandan ise, bu tür durumlarda gençlerin olması onlara kendilerini özgürce ifade etme beceri ve alışkanlığını sağlamakta ayrıca yapılması gereken eylemlerde nasıl açık ve gerçekçi olunacağını da onlara öğretmektedir. Gençler, tüm kurumlar için çok önemli olan eğlence ve gayrete sahip kişilerdir. Gençlerin neden dahil edilmesine ilişkin sebeplerden bir tanesi, toplumun faydalı bir bireyi olarak kendilerini büyütme şansını onlara verme gerekliliğidir. İşsizliğin en yüksek düzeyde olduğu ülkenin fakir kesimlerinde, çok fazla enerjiye sahip gençler, önceki paragrafta da açıkladığım üzere, bir veya daha fazla faaliyette yer almaya meyillidir. Şimdi ise, fakir iş piyasası gençleri aşırı içki, uyuşturucu ve en kötüsü suça teşvik etmektedir. Bu tür eğilimleri azaltmak için sendikalar çok önemli bir ol oynayabilir, çünkü gençlere enerjilerini kanalize edebilecekleri imkanlar sunabilir ve dolayısıyla da topluma faydalı olmalarını sağlayabilir. Bir şeye dahil olma durumu daha küçük yaşlarda da önemlidir, öyle ki bu çocuğa aidiyet duygusunu kazandırır. Bir genç için, kendileri daha iyi tanıyacaklarından ve kim olduklarını, hayatlarını tam olarak ne istediklerini bileceklerinden ve kendileri 19 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hakkında daha kendinden emin hissedeceklerinden dolayı bu durum özellikle önemlidir. Ayrıca hayatlarının sonraki aşamasında büyük bir ol oynayan sosyal becerilerini de geliştireceklerdir. Sendikal çalışmalarda görev alan gençler arasında, lise ve üniversite öğrencileri de bulunmaktadır; bu şekilde dahil olmaları onlara eğitime, uyuşturucuya, boş zaman faaliyetlerine ve benzeri şeylere akademik olmayan açıdan bakmalarını sağlamaktadır. Bu özellikle eğitimden bahsederken oldukça önemlidir. Sırbistan yeni metot ve öğretimleri kabul etmede en sonda gelen ülkelerden bir tanesidir ve gençler için de günümüzün hızla değişen dünyasında en güncel bilgilere sahip olması ayrıca önemlidir. Dolayısıyla, bir sendika onların okul kitapların olmayanları onlara öğretebilir. Tutin belediyesindeki yüksek işsizlik oranından bahsetmiştim. Genel olarak ülkeye baktığımızda da durum çok içi açıcı değildir. Sırbistan nüfusunun yaklaşık %30’u işsiz olarak geçer. Rakamlar 30 yaşın altındaki birçok kişinin henüz iş tecrübesini bile tatmadığını göstermektedir. Bir yandan, yeni iş piyasası giderek daha fazla tecrübeli elemana ihtiyaç duymaktadır. Yani, burada zıt bir durum söz konusu. Öte yandan ise, insanlar kariyerlerini başlatacakları bir iş bulamazken işverenleri tecrübeli çalışanlar aramaktadır. Olaylara bu bakış açısından bakarsak, sendikalar gençlere kariyerlerini başlatma ve kendilerine ileride iş ararken işlerine yarayacak gerçek hayat deneyimlerini kazandırmaktadır. Gençlerin sendikalarda yer alması sadece kendileri için değil ayrıca sendikalar da için de çok iyidir, öyle ki gençler çok geniş fikir kaynaklarına sahiptir, çalışkandır, öğrenmeye meraklıdır ve verimlilikleri de oldukça yüksektir. Tutin küçük bir kasabadır ve yeni hayat tarzları ile küreselleşmeye ayak uydurmak ve değişikliklere karşı gençlerini hazırlıklı tutmak için elindeki tüm imkanları kullanması her şeyden önemlidir. Bu sebeplerden dolayı, gençlerimize geleceğimiz olarak bakmıyoruz onları bizim günümüz hatta şu anımız olarak görüyoruz. 20 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAMU DİPLOMASİSİ ARACI OLARAK ÖĞRENCİ DEĞİŞİM PROGRAMLARI VE TÜRKİYE UYGULAMALARI Muhammet Musa BUDAK Uluslararası Gençlik Formu Derneği (IYFO) @ mmbudak@hotmail.com İNCE GÜÇ İnce güç, çekici bir kimlik taşıyan kültür, siyasi değer ve kurumlar, ahlaki temelli ve meşruiyete dayalı politikalar üzerinde yükselen bir cazibe merkezi oluşturulması ve bu merkezin gücü başkalarının tercihlerini ikna yoluyla belirleyebilme yetisine ulaşması olarak tanımlanmaktadır. İnce güç kullanılarak, istenilen davranış; değerler, kültür, kuruluşlar ve politikalar aracılığı ile elde edilmek istenir. İnce güç insanları zorlamaktan ziyade işbirliği ile hareket etmelerini sağlamaktır. Bu bağlamda ince güç akıl çelme ve cezp etme yeteneğidir. KAMU DİPLOMASİSİ Devlet düzeyindeki geleneksel diplomasiden halk-vatandaş düzeyindeki diplomasiye doğru bir değişim gözlenmektedir. Kamu diplomasisi bir ülkenin sahip olduğu ince güç kaynaklarından beslenmektedir: kültür, siyasi değerler, dış politika, ekonomi, eğitim düzeyi, medya. Kamu diplomasisinin esası olan halktan halka doğrudan iletişim faaliyetlerinde STK, araştırma merkezleri, kamuoyu araştırma şirketleri, basın, kanaat önderleri, üniversiteler gibi devlet dışı sivil araçların kullanılması esastır. Kamu diplomasisi üç önemli boyutu içerir; • Kısa vadeli-günlük iletişim • Stratejik iletişim • Uzun süreli ilişkiler ve kurumsallaşma Kamu Diplomasisi Faaliyetleri: • Öğrenci Değişim Programları • Dil ve Kültür Merkezleri • Ziyaretler • Teknik Kalkınma Yardımları • Bilgilendirme ve Tanıtım Faaliyetleri 21 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • Kardeş Şehir Uygulamaları • STK Destek Programları Öğrenci Değişim Programları Uluslararası öğrenci dolaşımı, ülkeler ve kültürler arasında karşılıklı anlayışı, işbirliğini ve dayanışmayı artırdığından ve küresel barışa katkı sağladığından önemli bir kamu diplomasisi aracı olarak değerlendirilmektedir. Dünyada toplumların gelişimleri incelendiğinde farklı dönemlerde farklı bilim, kültür ve sanat merkezlerinin oluştuğu ve farklı bölgelerden insanların bu merkezlere eğitim almak üzere gittikleri bilinmektedir. Bu çekim merkezlerinin en önemli özelliği güçlerini geliştirdikleri siyasi, ekonomik ve kültürel yapılardan almalardır. 8. yy.’da Endülüs, 9. yy.’da Bağdat, 13. yy. ve 14. yy. ’da Semerkant, Buhara daha sonra Roma ve İstanbul insanları etkileyen çekim merkezleri olmuşlardır. Öğrenci Değişim Programları Uygulamaları: • ABD (Fulbright) • Almanya (DAAD) • İngiltere (Chevening) • Fransa (Eiffel) • Çin (CSC) • Rusya • Japonya (MEXT) Başarılı öğrenci değişim programı uygulamalarında; • *Değer merkezli stratejik bir bakış • *Etki edilmek istenilen coğrafyalara yoğunlaşma • *Etkin tanıtım ve bilgilendirme çalışmaları - STK • *Ülkelerinin geleceklerinde rol oynayabilecek adayların seçilmesi - STK • *Kaliteli akademik eğitimin yanında ülkenin siyasi, tarihi, sosyal ve kültürel birikiminin aktarıldığı sosyal programlar - STK • *Adayların tatmin olmasını sağlayacak maddi ve sosyal imkanların sunulması • *İlişkilerin devamlılığını sağlayacak güçlü mezun ağlarının varlığı - STK dikkat çekmektedir. Türkiye’nin Öğrenci Değişim Programları Uygulamaları: Türkiye’nin ince güç potansiyeli, askeri, teknolojik üstünlükten ziyade, sahip olduğu medeniyet ile tarihi ve kültürel derinlikten kaynaklanmaktadır. Türkiye, problemlerinin çözüm yolunun ancak bu değerlerden beslenerek bulunabileceğini siyasi olarak tecrübe ettikten sonra, yeni hikayesinin merkezine tarihi biriki22 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mini, kültürel derinliğini ve temsil ettiği değerleri alarak ince güç unsurlarını yeniden değerlendirmeye başlamıştır. Farklı ülkelerle yapılan anlaşmalarla ikili ilişkilerin bir parçası olarak uygulanan öğrenci değişim programları, iki dünya savaşı arasında ve sonrasındaki soğuk savaş döneminde çok fazla bir gelişme göstermemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1992-93 akademik yılında başlayan Büyük Öğrenci Projesi (BÖP), Türkiye ile bağımsızlığını kazanan ülkeler arasındaki ilişkileri güçlendirmek amacıyla geliştirilen dış politika stratejilerinden birisi olarak karşımıza çıkmıştır. Büyük Öğrenci Projesi (BÖP) 1992 yılında Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Topluluklarla Türkiye arasındaki ilişkileri daha da geliştirmek amacıyla başlangıçta 5 ülkeyle başlatılan BÖP 57 devlet ve topluluğun dâhil olduğu önemli bir öğrenci değişim programına dönüşmüştür. Programın amacı; Türk Cumhuriyetleri ve Türk Topluluklarının yetişmiş insan gücü ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmak, Türkiye dostu genç bir nesil yetiştirmek ve Türk Dünyası ile kalıcı bir kardeşlik ve dostluk köprüsü kurmak, Türkçeyi ve Türk kültürünü tanıtmak ve Türk Dünyası’nda yer alan ülkeleri, bu ülkelerin kendi aralarındaki ilişkileri geliştirerek bir şemsiye oluşturmak olarak tanımlanmıştır. Hükümet Bursları İkili ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlamak ve siyasi ve ekonomik ilişkilere sosyal ve kültürel boyutlar kazandırmak amacıyla ikili kültür anlaşmaları ve iyi niyet çerçevesinde 150’den fazla ülke, topluluk ve uluslararası kuruluşa burs kontenjanı tahsis edilmiştir. Program kapsamında lisans, lisansüstü, araştırma ve Türk dili kursları için burslar verilmiştir. MEB tarafından yürütülen Hükümet Bursları kapsamında 2001-2011 yıllarında toplam 10.207 öğrenci Hükümet burslarından faydalandırılmıştır. Türkiye Bursları 2011 yılında ‘Yabancı Öğrenci Strateji Belgesi’ hazırlanmış ve 2012’de Türkiye tarafından Hükümet Bursu, Devlet Bursu, Bakanlık Bursu, Türk Diyanet Vakfı Bursu gibi adlarla verilen değişik burslar tek bir çatı altında toplanarak ‘Türkiye Bursları’ adıyla birleştirilmiştir. Değişim Programları ve Gençliğin Gelişimi Milletleri ve toplumları, sahip oldukları milli ve manevi/ahlaki değerlerin ayakta muhafaza ettikleri kadar var olabilirler. Gençliğimizin maddi ve manevi gelişimlerinin sağlıklı olarak gerçekleştirilmesi ancak kendi medeniyet değerlerimize daha fazla sa23 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hip çıkılarak sağlanabilir. Milli ve Manevi Ortak değerlerimizin ortaya çıkarılması ve güçlendirilmesi açısından Öğrenci Değişim Programları önem arz etmektedir. Pek çok ülke öğrenci değişim programı uygulamaları ile kendi politikalarını empoze etmek ve çıkarlarını gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Özellikle bizim coğrafyamızda uygulanan bazı programlarda hedef genellikle farklılıklarımızı ön plana çıkarmaktadır. İnce güç temel olarak maddi unsurlardan daha çok maddi olmayan değerlerinden beslenmektedir. Kamu Diplomasisi faaliyetleri de bu kapsamda ülkelerin bu değerleri üzerinden gerçekleştirilmektedir. Bursluluk Programları kapsamında sunulan maddi imkanlar, programların hedeflerine ulaşması açısından önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Bu programlar kapsamında öğrencilere sunulan mali ve akademik imkanların yanında ortak değerlerimizin daha fazla anlaşılmasına yönelik sosyo-kültürel programlara bursluluk programı kapsamında daha fazla yer verilmelidir. Bu programların STK’lar tarafından uygulanması daha etkin ve başarılı netice alınmasını sağlamaktadır. Sivil Toplum Kuruluşları ile gönüllük esasına göre, maddi bir karşılıktan ziyade manevi bir görev bilinciyle geliştirilecek sosyo-kültürel programlar, istenilen sonucu ulaşılması açısından hayatidir. Gençliğimizin gelişimi için sağlıklı bir ortamı; ancak bizi biz yapan ortak değerlerimizi paylaşarak ve aktararak oluşturabiliriz. 24 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK VE AKRABA TOPLULUKLAR İÇİN DOST DİASPORALAR PLATFORMU İlyas DOĞAN - M. Savaş BAYINDIR Dünya Ahıska Türkleri Birliği @ ilyasdogan@gazi.edu.tr İnsan hakları ihlal olan ülkeler Diaspora faaliyetleri yürütebilecek ülkeler (A.B.D., Kanada, Almanya, Türkiye, Avustralya, İsveç, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, İspanya, Hollanda, Japonya) Serebrenitsa 1992’de başlayan Bosna Savaşı sırasında Sırbistan’ın gerçekleştirdiği çok sayıda soykırım suçu cezasız kalmıştır. Serebrenitsa’da 8372 Müslüman erkeğin Hollanda ordusunun ağır ihmali sonucu soykırıma uğratılarak kasten öldürülmeleri unutulmaya yüz tutmuştur. Ruanda 1994 yılında gerçekleşen soykırımda 800.000 civarında günahsız insan ölmüştür. 25 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Myanmar Myanmar’daki Arakan Müslümanları yakılarak yok edilmektedir. Budist din adamları bu yok etme planına öncülük etmekte, kışkırtıcılık yapmaktadırlar. Myanmar devleti kendi vatandaşı olan bu Müslüman grubun vatandaşlığını iptal etmekte ama uygar dünya bu insanlığa karşı suçu duymazdan gelmektedir. Doğu Türkistan Doğu Türkistan Müslümanları Çin tarafından asimilasyona tabi tutulmaktadır. Kız çocukları Kaşgar’dan Urumçi’den binlerce kilometre uzakta işe yerleştirilmekte, buralarda kendi soyundan olmayanlarla evlenmeye zorlanarak bu insanların kendi kültüründen kişilerle aile kurmalarına fiilen müsaade edilmemektedir. Acaristan Acaristan’da Müslüman halk Gürcistan devletinin ilkokuldan itibaren zorunlu olarak okutulan din dersleri sonucu Hristiyanlaştırılmaktadır. Filistin Filistinlilerin evleri İsrail devletince başlarına yıkılmakta, çocuklar ve kadınlar bile devlet şiddetinden nasibini almaktadır. 26 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AVUSTURYA’DA BOŞNAK VE TÜRK GÖÇMENLERİ ORGANİZASYONU Damir SARACEVİC - Zijad MANAD Modern Girişimler Merkezi / Avusturya @ damirs@zzi.at Hanımefendiler ve beyefendiler, sevgili kardeşler, bu Zirveye davet edilmekten çok memnunum. Adım Damir Saracevic ve Avusturya Modern girişimler Merkezi başkanıyım. Olgulara dayalı olarak, “Avusturya’daki Türk ve Bosnalı göçmenler” sunumum Bosnalılar ve Türkler açısından göç, Avusturya’ya göçlerinin tarihi gelişimi, göçmenlikten gelen insanların şu anki durumları ve günümüz Avusturya toplumundaki çalışmalar, Avusturya’daki göçmenlerin konumu ve kuruluşlar ile ilgilidir. 1960’ların başı itibariyle, 1961’de Almanya ile yapılan “İşçi İhracat Sözleşmesi” ile birlikte gelen misafir çalışanlar ile birlikte Türkiye’den Batı ve Kuzey Avrupa’ya göç önemli oranda arttı, bu sözleşme daha sonra Hollanda, Belçika, Avusturya, Fransa ve İsveç ile de yapıldı. Sözleşmeler bir rotasyona dayalıydı ve işçi yurtdışında bir yıl çalıştıktan sonra geri dönmeliydi. Ancak, işverenlerin işlere alışan işçilerin kalmasını istedi; dolayısıyla rotasyon ilkesi gerçekleşmedi. İşçilere ailelerini yanlarından götürmelerine izin verilmedi ve “Heim” olarak bilinen grup şeklinde evlerde veya yurtlarda konaklatıldılar. 1970’lerin başı ile birlikte, Türk göçünün Batı Avrupa’ya göçünün asıl sebebi aile birleşimiydi. 1973’ten sonra, misafir işçi teşvik politikası sona erdi ve kısıtlayıcı göçmenlik yasaları getirildi, bunlardan ilki 1975 yılındaki Yabancı Çalıştırma Yasasıydı ki bu yasa iş izinleri kota koydu, ardından ise 1992’deki Oturum Yasası çalışma hakkı olmadan oturum izinlerine kota getirdi. 1997’de daha sıkı bir sistem getirildi ve 2006’da da daha fazla limitler uygulandı. Şu anda Avusturya’da 250.000 etnik Türk yaşamaktadır. 2013 nüfus sayımına göre, Avusturya’da yaşayan 183.000 Türk vardı. Uluslararası Azınlık Hakları Grubuna göre, Avusturya’da yaşayan Türklerin çoğu vatandaşlığa geçti ve toplam topluluğun da 200.000 ve 300.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Türkler, toplam nüfusun %3’ü ile en büyük tek göçmen gruptur ve çoğu da Müslümandır. Birçok Avusturyalının ve Avusturya Hükümetinin Ekim 2005’teki AB giriş konuşmalarına karşı çıkmalarının sebebi de serbest geçiş ile Türklerin orantısız biçimde Av27 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER rupa bölgelerine geçeceği ve zaten var olan ailelerinin yanlarına yerleşeceği gerçeğidir. Boşnaklar Avusturya’ya sürekli olarak 130 yıllık bir göçe sahiptir. Avusturya’ya Boşnak göçünün kökleri geçmişte zengindir ancak daha da geriye gitmektedir. Bu göç Avusturya-Macaristan’ın 1878’de Bosna Hersek topraklarını işgali ile başladı. Boşnak göçünün ikinci önemli dönemi, ilk misafir işçilerin Avusturya’ya geldiği 1960lar zamanındaydı ve ağır işlerde genel olarak çalıştırıldılar. 1990ların başında Bosna Hersek’teki karışıklıktan dolayı, en sert Bosnalı göçü Avusturya’ya yapıldı. Birçok yerinden edilmiş insan o zamanlarda “fiilen mülteci” olarak hayatlarını kurtarmak için geldiler. Şimdiye kadar, birçoğu tamamen entegre oldu; çoğu vatandaşlığa geçti ve Avusturya toplumunun bir parçası oldu. Avusturya’daki göç zamanlar sadece “misafir işçi” sisteminde göçmenliğe doğru değişti. Misafir çalışanlar takılmaya başladı ve hayatlarının merkezlerini değiştirdiler. Bugün, Avusturya’daki misafir işçilerin çoğu kalıcı olarak yerleşmiş bulunmakta, çoğu vatandaşlığa geçti ve Avusturya nüfusunun da bir parçası olmuştur. Avusturya’nın yaklaşık 8.299 insanından %15’i (1.2 milyon) dünyadaki farklı ülkelerden gelmedir. 1990’ların başlarında, “misafir işçi” sistemi kota sistemi ile değiştirilerek oturum izinleri kısıtlandı ve Avusturya’ya göç ilk defa azaldı. Bosna Hersek’ten gelen mülteciler normal sığınma prosedürlerine bakılmaksızın Avusturya’ya “fiili mülteci” olarak alındı. O zamanki mülteciler kalma konusunda sıkıntıdaydı ve bu sebeple sınır dışı edilme korkusu yaşadılar. 1990’ların ortalarından itibaren ve hatta 2000’den sonra Hükümet ve Parlamento göçmenlerin aile hayatları üzerinde negatif etkileri olan yasalar çıkardılar. 1998 itibariyle, eşlerin, Avusturya veya AB vatandaşı eşlerin veya çocukların olduğu üçüncü ülke vatandaşları vardı, farklı kotalar yoktu. 1998 üçüncü ülke vatandaşlarından önceki göçmenlerin aile birleşimi için farklı bir kota vardı. Bu bir süre geçerliydi ve sonra Ana Yasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Kısa bir süre sonra yükümlülük kural olarak geçti. 2006’da yapılan yabancılar yasasının değişimi yine AB geçiş vizesi olmayan eş ve çocukları zorladı öyle ki başvurudan sonra giriş yapmak için bir sene beklemeleri gerekiyordu. Küreselleşmenin bir sonucu olarak, Avrupa dışındaki ülkelerden göç artıştadır. 2001’deki son nüfus sayımı da nüfusların %12.5’inin yabancı ülkede doğma olduğunu yani Avusturya’nın ABD’ye yapılan tipik göçten daha fazla bir orana sahip olduğunu gösterir. Bir diğer trend vatandaşlıkların artışıdır. 2003’te, Avusturya İstatistik birimi “vatandaşlığa alma” rekoru kırdı: 40.000 den fazla kişi 50lerden bu yana ilk kez Avusturya vatandaşlığına kanul edildi, net sayı 44 bindir. Demografik açıdan bakıldığında, Avusturya’nın bir göç ülkesi olduğu kesindir. Son 15 yılın göç eğilimleri dikkate alındığında, araştırmacılar genç neslin geleceğinin önceden hiç olmadığı kadar çok etnikli 28 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bir yapıda olacağını söylemektedir. On beş yıldan fazla göçmen tecrübesine ve neredeyse üç nesle uzanan bu olgu ile, Türk ve Boşnak göçü bir diasporaya dönüştü öyle ki akademisyenlerin diaspora olması için gerekli gördüğü en önemli şeye sahipler: • Etnik-ulusal kimliğin paylaşılması algısı • Zorla veya gönüllü olarak, ticaret veya yerleşim için ana vatanından uzaklaşma • Etnik sınırların sürdürülmesi • Ve kısmen de gidilen ülkedeki toplumda bir ayrılma veya uzaklaştırılma hissi • Uluslararası bağların ana vatana karşı korunması veya oraya bir gün dönecek olma arzusu ile anavatan sılası • Tarihi olgunluk, böylece ilk gelen göçmenler ailelerinin veya atalarının diasporik kimliklerini paylaşırlar. Mültecilerin mevcut durumlarının yanı sıra Avusturya’daki Türk ve Bosnalı geçmişi temelinde bu tarihi duruma genel bakış anlatılmış ve göçmen nüfusun Avusturya içine dahil olması değerlendirilmiştir. Bu konu detaylı araştırma ve tüm doküman ve kaynaklara erişim gerektirir. Ancak, şu açıkça söylenebilir ki göçmenliğe ilişkin geliştirme süreçleri halen devam etmektedir ve halen sosyal politik ve kültürel olarak görülmemektedir. Göçmenliğin getirdiği insan potansiyeline ilişkin asıl olanın politika yapıcılar tarafından tam olarak belirlenmediği bir gerçektir. Bu geri alınamaz bir hasar oluşturmaktadır, sadece ilgili bireyler için değil tüm toplum için. Dolayısıyla, tüm vatandaşların eşitliğine ilişkin şartlar oluşturulmalıdır. 29 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRKİYE’DE KADIN GÜÇLENDİRME DERNEKLERİ1 -Ankara Örneği – Fatma KAVŞUT Milli Eğitim Bakanlığı @ fatmakavsut@hotmail.com GİRİŞ Kadınların kamusal alana katılımları kadınların çok daha kadim ve köklü sorunlarının modern dönemlere vuran bir izdüşümü olarak okunmalıdır. Özellikle kadınların uğradıkları haksızlıklar, anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş sürecinde yaşanan olaylar kadınların özgürlük mücadelesi, siyasal yaşama katılma süreçleri kısacası kadına ilişkin pek çok konuda çeşitli yaklaşımlar üretilmiştir. Kadın - erkek farklılığının toplumsal bir eşitsizliğe dönüşmesi ve bu eşitsizliğin giderilmesi için mücadele edilmediği takdirde toplum içinde yerleşik geleneklerin bir parçası haline geldikleri bilincine; kadınlar,(Tekeli,1985:1190) 18. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da sanayide kaydedilen büyük teknolojik gelişmeler, bilimsel ilerlemeler ve Fransız Devrimiyle yapılan özgürlükçü fikirler sonrası ulaşmışlardır (Yaraman,2001:17). Kadınlar; toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşam içerisinde erkekler ile eşit haklara sahip olmadıkları bilincine ulaştıktan sonra, örgütlenerek mücadele vermeye başlamışlar; toplumdaki eşitsizlikleri aşabilmek adına başlayan feminist hareketler kapsamında birçok dernek kurmuş, gösteri, yürüyüş ve kampanyalar gerçekleştirmişlerdir. Bu hak arama mücadelelerinin sonucunda, kadınlar toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamda bir takım haklar elde etmişlerdir. Ancak elde edilen bu hakların kullanımı konusunda sorunlar yaşamışlardır. Günümüz toplumlarında da hala en önemli sorunların başında kadın sorunu gelmektedir. Öte yandan, genel olarak sivil toplum örgütlenmelerinin, özelde kadın örgütlenmesinin giderek yükselen öneminden söz edilmektedir. Buna karşılık özellikle Türkiye’de kadın-erkek eşitliğinin farklı boyutlarıyla araştırma konusu olmasına karşın, en az incelenen konulardan birinin kadın örgütlenmesi üzerinde olduğu söylenebilir. Bu çerçevede bu çalışmanın amacı, Türkiye’deki kadın derneklerinin niteliğine dair bir katkı ortaya koymak için Ankara’daki dernekler arasından seçilen bir örnekleme dayanarak bunların niteliklerini, işleyişlerini ve yeterliliklerini tartışmaktır. Çalışmada temel olarak nitel araştırma yöntemi ve yarı yapılandırılmış mülakat tekniği kullanılmıştır. 1 Bu Bildiri 2013 yılında TODAİE Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanan Türkiye’de Kadın Güçlendirme Dernekleri- Ankara Örneklemi referans alınarak hazırlanmıştır. 31 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Araştırmanın bir başka veri kaynağı ise kadın güçlendirme derneklerine ait tüzük, faaliyet raporları, web sayfalarındaki yayın vb gibi bilgileridir. Çalışmanın konusu; Türkiye’de kadının statüsü, kadınların sivil toplumda görünür olma talepleri için kadın derneklerinin yaptığı çalışmaların ele alınmasıdır. Bu bağlamda, kadınları kamusal alanda görünür kılma amacı ile yola çıkan kadın derneklerinin yaptığı çalışmalar, derneklerin birbirleri ile ilişkileri incelenmiş, kadınların siyasete dair değerlendirmeleri ele alınmış, derneklerin kadın konusuna bakış açıları yaptıkları faaliyetler dernek başkanları ve temsilcilerinin bakış açıları ile irdelenerek analiz edilmeye çalışılmıştır. 1-Türkiye’de Kadın Örgütlenmeleri Kadınların toplumsal ve siyasal yaşamda görünür olma ve erkeklerle eşit haklara sahip olma temeliyle başlayan hareketleri; çağa, koşullara ve ülkelere göre farklılık gösterebilmektedir. Türk kadını için bu hareketin geçmişi, 19. yüzyıl sonuna; Osmanlı dönemine dek götürülebilir. Toplumda yaşanan değişim ve gelişim süreçlerine koşut olarak Türk kadınları da hak ve özgürlük taleplerini gündeme getirmişler, içinde bulundukları konumu sorgulayarak kadınlık bilinci geliştirmek adına çalışmalarda bulunmuşlardır (Çakır,1996:61-83). Tanzimat fermanının ertesinde, Osmanlı toplumsal yaşamında meydana gelen gelenekten farklı bir yapılanma sayesinde, çağdaş toplumun belli başlı özelliklerden biri olan hareketli bir düşünce ortamının temelleri atılmıştır. Basın yayın dünyası bu gelişmeleri en çok etkileyen ve bu gelişmelerden en çok etkilenen alanlardan biri olmuştur. Önceleri kadının annelik, eşlik gibi geleneksel rolleri sorgulanmamış ve hatta bu rollerin daha iyi yapılabilmesi için kadınlara yeni olanaklar açılması istenmişse de, amacı ne olursa olsun tüm bu gelişmeler kadınlık bilincini geliştirmiş ve özellikle 1908 Meşrutiyet’i ertesinde kadın örgütlerinin doğmasına neden olmuştur (Yaraman, 2001:89-90). Bu dönemde kentli, kadın, hayırsever veya yurtsever örgütler kurduğu gibi, kadın hak ve çıkarlarını bizzat savunacak, bu amaçla mücadele verecek örgütler de kurulmuştur (Güzel,1985:874). Sorunlarının ortak olduğunu ve tek başlarına çözemeyeceklerini anlayıp bu derneklerde toplanan kadınlar, okullaşma, basın ve yayının büyük katkısıyla oturttukları düşünsel temeller çerçevesinde sorunlarına çözümler aramışlar ve bu çabalar da kadın hareketine toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamla bütünleşme yolunu açmıştır (Yaraman, 2001:89-90). Cumhuriyetin ilanından sonra Türk kadını yeni kurulan bu yapılanmanın içinde sosyal, ekonomik alanda olduğu kadar siyasal alanda da kendilerine yer almak istedikleri için bir kadın partisi kurma talebinde bulunmuşlardır. Ancak kadınların, bir siyasi parti kurma başvurusu, Ankara hükümeti tarafından kabul edilmemiş; bunun üzerine 1924 yılında, Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuşlardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1950’lere kadar kurulan kadın derneklerini Kılıç, kadın haklarını geliştirmek yerine, daha çok kadınların eksikliklerini gidermekle uğraştığı görüşünden hareketle bu derneklere “Kadınlar İçin Örgütler” demenin daha doğru olacağını ileri sürmektedir(Kılıç,1998: 34832 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 349). 1950’den 1970 ortalarına kadar kurulan kadın derneklerinin çoğu, bugün de sürdürdükleri kazanılmış hakların, özellikle laik devletten İslami bir düzene dönülmesine karşı sağladığı güvencelerin savunulmasına öncelik vermiştir(Tekeli,1993:32). 1970’lerde Marksist kadınlar da bir dizi kadın örgütü kurmuşlardır (Kılıç,1998:351). 1980’lere gelindiğinde, kadın hareketleri boyut değiştirmiş ve ilk kez kendilerine “feminist” diyen örgütlenmeler ortaya çıkmıştır (Kılıç,1998:355). 1990’lı yıllardan günümüz Türkiye’sine kadar, kadınların örgütlenme biçimlerinde çeşitlilik ve kadın sorunlarının çözümüne yönelik yapıcı ve yaratıcı bir tavır görülmüştür. Kadın dernekleri, vakıflar, inisiyatifler alarak; eğitimden, çalışmaya, siyasete varıncaya dek konu ve örgütlenme biçimleri bakımından çeşitlenmiştir. 2.Kadın Örgütlenmesinin Nicel Görünümü Türkiye’de genel olarak, dernek sayısının ve derneklere katılma oranının düşüklüğü bilinen bir olgudur. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre, faal dernek sayısı 97.108’dir. Dernek Üye Sayılarının Türkiye Nüfusuna Oranı Kaynak: İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı, http://www.dernekler.gov.tr/ tr/AnasayfaLinkler/dernekler-grafik-tablo. aspx Toplam, 8.852.907 dernek üyesinin 1.606.739’unu (%18.15) kadınlar oluştururken, çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır. Bu çerçevede, kadın-erkek eşitsizliğin en somut biçimde ortaya çıktığı alanlardan birinin sivil toplum alanı olduğu söylenebilir. Kadınların derneklerde üyelik oranları çalışma yaşamına katılma oranlarının altında kalmaktadır. Ayrıca, toplam erkek nüfusunun % 19.3’ü dernek üyesi iken, toplam kadın nüfusunun yalnızca %4.32’sinin dernek üyesi olduğu görülmektedir. Sonuç olarak, kadınların % 95’ten fazlası dernekler dünyasının dışında kalmaktadır. Kadın derneklerinin sayısına gelince, yine 2013 yılı istatistiklerine göre, kadın derneklerin tüm dernekler arasındaki oranı % 1.13’le sınırlı kalmaktadır. 2013 yılı İçişleri Bakanlığı Dernekler Başkanlığı istatistiklerine göre, Türkiye’deki derneklerin, (İstanbul’da % 20, Ankara’da % 9.59, İzmir’de % 5.52’si olmak üzere) % 35.11’i üç büyük kentte yer alırken; kadın derneklerinin 126’sı (% 11.90) İstanbul’da, 102’si (%9.63) İzmir’de, 91’i (% 8.59) Ankara’da bulunmaktadır. 33 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kadın Derneklerinin Tüm Dernekler İçindeki Payı Kaynak: İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı, http://www.dernekler.gov.tr/tr/AnasayfaLinkler/dernekler-grafik-tablo.aspx Kısaca özetlenecek olursa, kadın derneklerinin, tüm dernekler arasındaki payının ve kadınların dernek üyeleri arasındaki oranının düşüklüğü çarpıcı bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak, üç büyük kentte yoğunlaşma da dikkat çekicidir. 3.Araştırma Bulguları Ankara ili evreninden seçilen dokuz kadın derneğinin başkanları/temsilcileri ile yapılan yarı yapılandırılmış mülakatlar, siyasal partilerin kadına ilişkin politikalarını değerlendirilmesi, hükümetin kadına ilişkin politikalarının değerlendirilmesi, kadın derneklerinin birbirleri ile olan ilişkileri başlıkları altında incelenecektir. 3.1. Kadın Derneklerinin Diğer Kadın Dernekleri ile İlişkiler Araştırma kapsamında görüşülen kadın derneklerinin dernek başkan/ temsilcilerine diğer kadın dernekleri ile olan ilişkilerinin ne düzeyde oldukları ve kadın derneklerinin işbirliği konusunda neler düşündükleri sorulmuştur. Dernek başkan/ temsilcilerinden soruya ilişkin aşağıdaki cevaplar alınmıştır. ANGİKAD temsilcisi, “Daha güçlü ve daha kalıcı etki yaratabilmek için sürdürülebilir ve toplumsal değişim sağlayabilir etkiler yaratmak için, birlikte doğru projeleri daha güçlü şekilde yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ancak ortak hareket etme konusunda başarısızız. Bu bilince ulaştığımızı düşünmüyorum.” şeklinde düşüncülerini dile getirirken kadın dernekleri arasında işbirliğinin gerçekleşmesi konusunda umutlu değildir. Türk Kadınlar Birliği Başkanı, konu ilişkin olarak kadın örgütlenmesinin çok parçalığına dikkati çekmekte ve bu durum karşısında endişelerini ifade etmektedir. Kadın ve Genç Girişim Merkezi Derneği yöneticisi, “Ben hâlihazırdaki kadın derneklerinin, çoğunun çalışmalarını, gerçek somut sorunlara dayanmadığını, daha çok hayır işlerine yönelik faaliyetler olarak görüyorum.” diyerek kadın derneklerinin çalışmalarının niteliği üzerinde durmaktadır. Cumhuriyet Kadınları Derneği temsilcisi ise, diğer 34 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kadın dernekleriyle olan ilişkilerin sınırlılığına dikkati çekmektedir: “Diğer derneklerle ortak çalışma pek olmuyor; ancak böyle yasa yapılırken, işte bu şiddet yasasıyla ilgili “Şiddete Son Platformu”nda diğer derneklerle birlikte çalışıyoruz.”KA-DER Derneği temsilcisi diğer kadın dernekleriyle olan ilişkiler konusunda; “Türkiye’deki kadın örgütlenmeleriyle işbirliği ve çalışmalarımızın ortak yapılmasında sorunlar yaşadığımız, zorlandığımız oluyor. Bir araya illaki geliyoruz; ama hızlıca bir araya gelmede sıkıntı yaşıyoruz.” derken; “en çarpıcı” değerlendirmeyi Uçan Süpürge temsilcisi yapmaktadır “Bu çok uzun bir konu, vaktim yok ne yazık ki…” Türk Kadınları Kültür Derneği başkanı, soruya ilişkin “Birçok dernek arkasından particilik yapar, partiye mesnet olmak için kurulmuştur. Bir partiyi tutarlar, onun yörüngesinde, o ne derse onu doğru kabul ederler, düşünmezler. Biz bunu tasvip etmiyoruz. Bunun için ortak çalışmalar yapmıyoruz.” cevabını verirken diğer kadın derneklerinin ideolojik olarak particilik hareketi yaptıklarını düşündükleri için işbirliği içinde çalışma konusunda isteksiz olduklarını açıklamıştır. Başkent Kadınlar Platformu Başkanı ise, dil ve ideoloji farklılaşmalarına değinmektedir: “Tüm kadın örgütleri, temel konularda öz olarak aynı fikirde olsak da her zaman her şeyi ortak kelimelerle ifade etmiyoruz ve bu ortak kelimelerle ifade etmemek konusunda birbirimize çok takılıyoruz. Özünde aynı şeyleri düşünsek de, her birimizin bagajları var, bagajlarımızdan kurtulmamız gerekiyor. Birbirimize karşı önyargılarımız var. Aynı çatı altında bir iş için ortak çalışsak da, birbirimizden kuşkulanıyoruz.” Kadın Hareketi Derneği Başkanı da ideolojik farklılıkların ortak çalışmalar konusunda etkili olduğunu; kadın derneklerinin ideolojik olarak hareket ettiğini ve bu nedenle de kendilerine yakın olmayan kadın dernekleri ile ortak çalışma yapmak istemediklerini fakat kendi derneklerinin yaptığı çalışmalara katılmak isterlerse de tepki göstermeyeceklerini belirtmektedir. Görüldüğü gibi, kadın dernekleri temsilcilerinin ortak görüşü, kadın dernekleri arasında işbirliği ve ortak çalışmanın sınırlılığıdır. Öte yandan, kuruluş ve varoluş amacı kadın olan derneklerin birbirleriyle olan ilişkilerinde esas belirleyici faktör, derneklerin benimsedikleri ideolojik çizgi olarak belirginleşmektedir. Özellikle muhafazakâr çizgideki kadın derneklerinin ideolojik farklılaşmaya yaptıkları vurgu dikkati çekmektedir. İdeolojik farklılaşma nedeniyle, kadın derneklerinin ortak çalışma yapmaktan kaçındıklarını ve ortak çalışmalarını devlet ekseninde yaptıklarını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. 3.2. Siyasal Partilerin Kadına İlişkin Politikalarının Değerlendirilmesi Bir ülkede iktidarı, hükmetmeyi ve otoriteyi içeren kurumsallaşmış insan ilişkileri biçimi olarak tanımlayabileceğimiz siyasi sistemin işleyişinin temel unsurlarından birisini oluşturan siyasi partileri bir program etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacını güden, devamlı bir örgüte sahip kuruluşlar olarak tanımlanabilir (Mutlu,2005:3-9). Bu açıdan bakıldığında, siyasi partilerin, iktidarda ya 35 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER da muhalefette olsunlar, politikaların belirlenmesi sürecinde temel kurumlar olduğu açıktır. Bu çerçevede siyasal partilerin toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorununa yaklaşımları ve öngördükleri politikalar önem taşımaktadır. Araştırma çerçevesinde, irdelenen konulardan biri de, siyasal partilerin kadınlara ilişkin politikalarının değerlendirilmesi olmuştur. Bu konudaki değerlendirmeler aşağıda sunulmaktadır: ANGİKAD temsilcisi toplumda kadın erkek ayrımının yapılmasının doğru olmayacağını, siyasal partilerin tüm insanlık adına çalışmalarını yapmaları gerekliliği üzerinde vurgu yapmıştır. Türk Kadınlar Birliği Başkanı, konu siyasal partilerin kadın konusuna yeterince önem vermediklerini, bu konuya eğilmediklerini bunun sebebi olarak da yeterince rant sağlayamayacakları düşüncesiyle hareket ettiklerini ifade ederken; Kadın ve Genç Girişim Merkezi Derneği yöneticisi yaşadığı bir olaydan hareketle siyasal partileri değerlendirilmesinde bulunmuş, kadın konusu ile ilgili siyasal partilerin sadece politika ürettiği ancak bunun gerçekçi olmadığını dile getirmiştir. Cumhuriyet Kadınları Derneği temsilcisi ise, “Halk Partisi katılım oranını %50 yaptı ama uygulaması nasıl olacak? Kadınların meclise girme oranında da yaptı mı? Hep erkekler parti meclisine alınıyor, ama şu son parti meclisini çok iyi takip edemedim.” diyerek konuya Cumhuriyet Halk Partisi’nde kadın temsili bağlamında yaklaşmıştır. KA-DER temsilcisi, “Birçok siyasi partinin politikasının olduğunu söylemek mümkün değil. En anlamlı politikalar Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) politikalarıdır.” derken; Uçan Süpürge temsilcisi, “Kadınlar partilerin vitrin süsü değildir. Cinsiyet eşitliği lütfedilmiş bir ara başlık değil, partilerin olmazsa olmazı olmak zorundadır. Siyaset bu kadar erkek iken, kadınların kendilerini orada temsil edebilmesi pek mümkün değil. Kotayı ayrımcılık olarak algılamak, hak temelli yaklaşımı hiç bilmemek demektir ki; bu bilgisizlik kabul edilemez” diyerek mevcut siyasal partilerin kadına yönelik politikalarını eleştirmiş, cinsiyet eşitliği vurgusunu siyasal partilerin politikalarında yer alması gerekliliğini vurgulamıştır. Öte yandan, Türk Kadınları Kültür Derneği ve Kadın Hareketi Derneği başkanı siyasi partilerin kadınlara ilişkin politikalarını değerlendirmek istemediklerini söylemiştir. Buna karşılık, Başkent Kadınlar Platformu Derneği Başkanı “Siyasi partilerin kadınların, kadına yönelik politikaları fecaat durumda. Sadece günümüz medeniyet seviyesinde kadın politikaları üretmek zorunda oldukları için üretiyormuş gibi görünmeye çalışıyorlarmış gibi yaptıklarını düşünüyorum. Kadınlar ayrı kadın kollarından değil, doğrudan parti içinde yer almalı, aktif politikacılar olarak yer almalı. Bütçesi olmayan hiçbir siyasi örgüt bir faaliyet gerçekleştiremez. Kadın kollarının durumu da budur. Siz orda evcilik oynayın der gibi, sendikalarda da durum böyle.” şeklinde yorumunu yaparken siyasi partilerin kadına ilişkin eleştirilerini çok kesin bir biçimde dile getirmiştir. Görüldüğü gibi, kadın derneklerinin başkan ve temsilcilerinin görüşleri, geniş bir çeşitlilik sergilemektedir. Hiç yorum yapmak istemeyenlerin, politikayı parti içi temsil sorununa indirgeyenlerin yanı sıra, siyasal partilerin kadına ilişkin politikalarını, 36 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER anlamına uygun bağlamda eleştirenler bulunmaktadır. Ancak bu noktada, verilen yanıtların derneklerin ideolojik çizgileriyle çok tutarlı olmadığını da belirtmek gerekmektedir. 3.3. Mevcut Hükümetin Kadına İlişkin Politikalarının Değerlendirilmesi Görüşülen kadın dernek başkan/temsilcilerine mevcut hükümetin (AK Parti Hükümeti) kadına ilişkin politikalarını değerlendirmeleri istenmiş soru ile ilgili dernek başkan/temsilcilerinin değerlendirmeleri şöyle olmuştur: ANGİKAD temsilcisi; “Hükümetin söylediği ve yaptığının süper çeliştiğini düşünüyorum. Kadına şiddeti bitirelim diye bir sürü organizasyon yapıyor. Burada siz karısını dövmüş, içeri girmiş adamı dışarı salıyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir çelişki olabilir mi?” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Türk Kadınlar Birliği Başkanı, hükümetin kadınlara yönelik olarak gerici bir zihniyetle hareket ettiğini, kadını “aile” kavramı içerisine hapsetmeye çalıştığını, belirtmiştir. KA-DER temsilcisi, “Hükümetin kadına yönelik politikası yok. Muhafazakâr aile yapısını savunan bir zihniyetten çok da politika beklentimiz olmuyor maalesef.” derken, Kadın ve Genç Girişim Merkezi Derneği Yöneticisi, bu konuda yorum yapmak istemediklerini belirten ancak “siyasi partilerin de, hükümetin de kadınla ilgili çalışmaları, miting düzenlemekten ibaret” değerlendirmesini yapmıştır. Cumhuriyet Kadınları temsilcisi, “Hükümetin kadına yönelik politikaları çok kötü. Öyle bir politikası yok. Söylenen şeyleri hiç samimi bulmuyorum” diyerek mevcut hükümeti eleştirmiştir. Uçan Süpürge Kadın temsilcisi, “Gayret var ama yeterli değil. Eşitlik yeterince benimsenmiş değil. Bu anlamda dünyanın çok gerisindeyiz” değerlendirmesini yapmıştır. Türk Kadınları Kültür Derneği Başkanı, Hükümetin kadına ilişkin politikaları ile ilgili olarak “Hükümetin bakış açısını da değerlendirmek istemiyoruz” derken; Başkent Kadınlar Platformu Derneği Başkanı, eleştirilerini “Hükümetin kadınlara yönelik politikalarını da –mış gibi olduğunu düşünüyorum.” sözleriyle ifade etmiştir. Kadın Hareketi Derneği Başkanı, “Siyasi iktidar, henüz devlet olarak, kadına yönelik yapılması gereken şeyleri yapmıyor” değerlendirmesini yapmıştır. Görüşülen kadın dernekleri başkan ve temsilcileri, hükümetin kadınlara yönelik politikalarına ilişkin değerlendirmelerinde, mevcut Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin kadınlara yönelik gerici ve muhafazakâr bir politika yürüttüğünü, “kadınlara üç çocuk doğurmaları temrini” ile kadınların eve kapatılmak istendiğini, kadınlara yönelik yürütülen tüm çalışmaların aile kavramı içerisinde değerlendirildiğini ve bunun kadınlara yönelik yapılan bir baskı olarak değerlendirdiklerini ifade etmişlerdir. Görüşülen dernekler adına toplu bir değerlendirme yapılacak olursa, araştırma kapsamındaki tüm derneklerin temsilcilerinin hükümet politikalarının yetersiz olduğu görüşünü paylaştıkları söylenebilir. 37 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SONUÇ Çalışmamızın temel sorunsalı olan kadın - erkek eşitsizliği için kadın güçlendirme derneklerinin çalışmalarına günümüz Türkiye’si açısından baktığımızda; kadınların toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamda erkeklerle eşit haklara sahip olma konusunda çalışmalarını sürdürmekte olduğu söylenebilir. Kuruluş amaçlarını ve varlık nedenlerini “kadın” öznesi üzerine oturtan derneklerin neler yaptıkları, yapılan faaliyetleri hangi düşünsel temel üzerine oturttukları analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda, kadın ve kadın sorunlarının çözümü için çalışan kadın derneklerinin faaliyet raporları, programları ve gerçekleştirdikleri etkinlikleri değerlendirdiğimizde; kadın güçlendirme derneklerinin, genel bir kadın örgütlenmesi hedefinden çok, yerel düzeyde projelerini; eğitim, şiddet, sağlık vb. konularda gerçekleştirdikleri gözlenmiştir. Kadın derneklerinin “kadın” konusuna ilişkin, siyaset yapıcıları ve uygulayıcılarına yönelik (siyasal partiler ve hükümet) değerlendirmelerinde birbirine benzer tutum ve tavır sergiledikleri gözlenmiştir. Dernek yönetici/temsilcileri; siyaset yapıcı ve uygulayıcılarının kadın konusuna “oy” kazanma tavrı ile yaklaştıklarını, kadın sorunlarını sadece seçim öncesi gündemlerine aldıklarını ve parti programlarında kadına ilişkin eşitleyici bir planlarının olmadıkları görüşünde birleşmişlerdir. Ancak, bu konuda Muhafazakâr/ İslamcı feministlerin diğer kadın derneklerinden farklı olarak görüşlerini açıklamaktan kaçındıkları gözlenmiştir. Ortak faaliyetler alanında kadın derneklerinin daha çok genel kampanyalar, protesto yürüyüşleri, kanun - tasarı yapım aşamalarında bir araya geldikleri, bir dernek çatısı altında birleşmekten çok devlet çatısı altında ortak hareket ettikleri görülmüştür. Bu nedenle kadın derneklerinin birbirleriyle ulusal düzeyde ortak hareket edebilecekleri bir iletişim ağına sahip olmadıkları ve ilişkilerinde ise kuruluş ideolojilerine uygun hareket ettikleri gözlenmiştir. Kadın hareketlerinin çıkış noktası olan kadınlık bilincinin oluşturulmasına yönelik çalışmalar nerdeyse yüz yıldır devam etmekte ve kadınlar seslerini duyurmak için birçok yöntem kullanmaktadırlar. Kadınlar yasal anlamda eşitliği sağlamışlarsa da, pratikte erkeklerle eşit hak ve özgürlüklerden yararlanmadıkları açık bir gerçektir. Bu bağlamda, sivil toplumun temsilcisi olan derneklere çok iş düşmektedir. Genel olarak bakıldığında kadın ve kadın sorunlarının dilinin, dininin ve ırkının olmadığı; hangi ideolojik görüşe sahip olunursa olunsun, kadınların eşitsiz bir yaşam sürdürdükleri görülmektedir. Ancak, dernek yapılanmalarına bakıldığında; kadınların kuruluş ideolojilerine göre hareket ettikleri ve ortak amaç odağında birleşme konusunda görüş birliğine sahip olmadıkları tespit edilmiştir. Kadınlar ortak bilinç oluşturmak adına; görüşleri ve inançları ne olursa olsun, tek bir çatı altında birleşip, seslerini duyurmak için birlikte çalışmadıkları sürece; birbirlerinden kopuk, sönük ve küçük gruplar halinde mücadele vermeye devam ettikleri sürece, istediklerini elde etme konusunda başarı sağlayabilmeleri mümkün gözükmemektedir. 38 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAYNAKÇA Çakır, S. (1996) Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul: Metis Yayınları. Dedeoğlu, S. (2009) “Eşitlik mi? Ayrımcılık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı,” Çalışma ve Toplum, Sayı 2, 41-54. Güzel, Ş. (1985) “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Toplumsal Değişim ve Kadın”,. Tanzimat’tan C u m huriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c:3, İstanbul: İletişim Yayınları,856-876. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı.(2013), Derneklere İlişkin Çeşitli Grafik ve Tablolar, http://www.dernekler.gov.tr/tr/AnasayfaLinkler/dernekler-grafik- t a b l o. aspx(12.10.2013) Kılıç, Z. (1998) “Cumhuriyet Türkiye’sinde Kadın Hareketine Genel Bir Bakış,” 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı, 347-360 Mutlu, A. (2005) Kurumsallaşmış Demokrasilerdeki Siyasi Partiler Sistemi İle Ülkemizdeki Siyasi Partiler Sisteminin Karşılaştırmalı Değerlendirmesi ve Özgün Model Arayışları, Ankara: İçişleri Bakanlığı; Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Uzmanlık Tezi. Tekeli, Ş. (1985) “Kadın”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim yayınları, 11901204. Tekeli, Ş. (1993) Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İstanbul: İletişim Yayınları. Yaraman, A. (2001) Resmi Tarihten Kadın Tarihine, Ankara: Bağlam Yayınları. 39 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER HİNDİSTAN’DA FEMİNİST AKTİVİZM Tamsin BRADLEY Portsmouth Üniversitesi, İngiltere @ tamsin.bradley@port.ac.uk Bir bakışta yapı Bazıları şehirli orta sınıf kadınlar bazıları da Gandi’nin öz yeterlilik ve güç vizyonunnda motive olmuş tabandaki kadınlar tarafından yönetilen organizasyon ağından oluşan oldukça iyi organize • Ulusal Geniş Aktivist Örgütleri • Devlet Saha ofisleri ve daha küçük devlet odaklı kurumlar. • Yerel taban örgütleri ve yerel öz yardım grupları. Ulusal düzeyde Tüm Hindistan Demokratik Kadınlar Birliği Kendi İşini Yapan Kadınlar Birliği Devlet düzeyinde http://www.sakhikerala.org/ Devlet ile alakalı sorunlara karşılık verecek Sendikalar mevcuttur. Örn. Kerala GBV Yerel Düzeyde Yerel öz yardım grupları • - düşük maliyetli finansal hizmetlere erişim • - genelde Sendikalar veya (artarak) hükümet kurumları tarafından desteklenir • - kadınlara kendi tasarruflarını sağlamayı ve krediye erişmelerini sağlar • - kadınların köy işleri, yerel seçimlerde aktif oldukları veya sosyal ve toplumsal konularda (şiddet, alkol, okullar, kirli su) söz sahibi olabildikleri topluluklar olabilir. Anahtar Konu – Cinsiyet Temelli Şiddet - 16 Aralık 2012’de Nirbhaya’nın (cesur olan) tecavüze uğraması ulusal ve uluslararası başkaldırıya sebep oldu. • - Birçok insanı sokaklara döktü 41 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • - Tecavüz ve taciz yasalarında ve kadına karşı şiddet yasalarında (Verma Raporu) hızlı değişikliklere sebep oldu Süre gelen değişim? “Benim gibi biri için, otobüs ile seyahat eden genç bir kadın olarak bir şeylerin değiştiğini görmekten gerçekten mutlu oluyorum ve tüm bunları yolda yürürken de tecrübe etmek istiyorum, şu anda bu çok kısıtlı ve ben iktidar konumunda değilim bu yüzden bunu hissedemiyorum ve aşağılanmayı hissediyorum.” “Bence, şunu sıklıkla görebiliriz ki, bir karşıtlık söz konusu, daha fazla kadın sesini çıkarıyor hatta Dali kadınları bile, ancak Dali kadınlarına karşı artan şiddet söz konusu, özellikle de dullara karşı. Dulların sessiz olmaları ve bağırmamaları gerektiğini bilmeleri gerekiyor. Yani burada bir ikilem söz konusu, kadınlar bir taraftan seslerini yükseltirken diğer taraftan bu karşıtlıkla karşı karşıya kalıyorlar ve bazen de güvensiz ortamlarla baş başa kalıyorlar. Şiddet neden mevcut? “Cinsiyet ideolojisinden bahsetmiyoruz, bu doğru ancak bir bakıma doğru çünkü iyi bir yasa ile tecavüzleri durdurabilecek miyiz, ve iyi bir yasa ile tecavüzlerin bitirildiği hiçbir yer dünyada henüz yok, ancak onun etrafındaki söylem ile ve tartışma ile bu konuda farklı boyutlara taşınabilir ve cinsiyet ideolojisinden kurtulunabilir. Ve ayrıca şiddetin bir bölümü bana kalırsa olma, düşünme ve davranma olarak farklı şekillerde vüzut bulmaktadır. HCP – Yetenek Dişi seksüelliğinin kontrolü Ekonomik büyüme – yetenek ödemelerinde artış Evlilik – başlık parası Durum ve gurur Cinsiyete dayalı şiddette artış Ataerkil (Cinsiyet hakkındaki dini fikirler tarafından genel olarak sürdürülür. Sağa Kayış • sağın sürekli etkisi – Hindutva ideolojisi ve BJP partisinin yakındaki seçimi kadın haklarına ilişkin endişe verici olaylardır. • Günah işleyen cinsiyet normları olarak görülen kadınlara karşı saldırılarda artış (örn, barda içki içmek). • İki Adım İleri Bir Adım Geri • Rajni’nin “birşeylerin nasıl geliştiğini görmek zordur” sözüne geri dönüş • Ancak; optimizme ait temeller vardır; açık momentum oluşturuldu, şu anda daha fazla vaka rapor ediliyor ve genç nesiller daha önceden görülmemiş bir şekilde hırslılar. 42 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ORGANİZE OLAN KADIN CEMİYETLERİNİN TÜRK KADINININ SİYASİ HAYATA KATILIMINDAKİ ROLÜ Dilek AKGÜMÜŞ Doktora Öğrencisi, İÜ SBE Tarih Bölümü @ dilekakgumus@gmail.com GİRİŞ Türk kadınının geçirdiği siyasi, sosyal ve kültürel evreleri açıklamadan siyasal haklarını nasıl kazandığını ve bu hakların Türk kadını için ne anlama geldiğini anlamanın pek mümkün olamayacağına inanmaktayız. Bu sebeple çalışmamızda, Türk kadınının siyasal kazanımlara giden yolda geçirdiği tarihsel süreç hakkında özet bilgi verilerek özellikle kadın cemiyetlerinin bu süreçteki rolü üzerinde durulacak ve bugün kadının siyasi temsil oranı üzerinden bir değerlendirme yapılarak bir sonuca ulaşılmaya gayret sarf edilecektir. I). OSMANLI’NIN İLK YILLARINDAN TANZİMAT DÖNEMİNE KADAR TÜRK KADINININ DEVLET İŞLERİNDE MÜDAHİL OLMASI VE SİYASAL HAYAT İÇİNDEKİ ROLÜ Osmanlı İmparatorluğu’nda Yavuz Sultan Selim Han’ın (1512-1520) muhtereme eşi ve Kanunî Sultan Süleyman’ın (1521-1566) annesi Hafsa Hatun’un vefatına kadar haremdeki kadınlar devlet işlerine karışmazken/karışamazken Hafsa-Hatun’un 19 Mart 1534’deki vefatı ile kadınların etkin bir şekilde varlığını göstermeye başladıkları görülmektedir. Kadınların devlet işlerine müdahaleleri Fatih devri ile başladığı bilinmekle birlikte hemen hemen herkesin üzerinde fikir birliğine vardığı devlet işlerinde en etkin oldukları dönem ise; Padişahın haremine bir köle olarak giren ve rakiplerini yenerek kanuni’nin İmparatoriçesi olmayı başarmış olan Hürrem Sultan’dır. Hürrem Sultan’ın başlattığı kadınlar saltanatı sonraları İkinci Selim’in (1566-1574) karısı ve Üçüncü Murad’ın (1574-1595) anası Nûr-Bânû Sultan’la devam etmiş, NûrBânû’yu Üçüncü Mehmed’in (1595-1603) annesi Safiye-Sultan, Birinci Ahmed’in (1603-1617) eşi ve IV. Murad’ın annesi olan Kösem Valide Sultan ilerlemiş yaşına kadar siyasi iktidarı elinde tutma çabası içinde olmuştur. Mâhpeyker Kösem Sultan’ın gelini ve IV. Mehmet’in annesi olan şahsî menfaati için devlet idaresine müdahale etmemiş, “Valide Sultan”lığını hayırlı işlerde kullanmış Hative Turhan Sultan ile diğer hanım sultanların buna benzer yaşam öyküleri neticesinde 43 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bu dönem “Kadınlar Saltanatı” olarak tarihe geçmiştir. “Kadınlar Saltanatı” olarak bilinen bu dönemde en büyük rekabet bu Turhan Valide Sultanla “nine” ve “saltanat nâibesi” Kösem-Sultan arasında geçmiştir. Bu rekabetle Mâhpeyker Kösem Sultan nasıl öz evlâdı Sultan İbrahim’i pek feci bir şekilde boğdurmuşsa, tarih bu sefer şahısları farklı olmak suretiyle tekerrür etmiş bu kere de torunu IV. Mehmed’i zehirleterek Turhan Hatice Sultan’ın “Valide Sultan”lığına son verip Saliha Dilâşûb Sultan’dan doğan dokuz yaşındaki diğer Şehzade Süleyman( II. Süleyman)’ı tahta çıkarmaya teşebbüs etmişse de felaket zamanında haber alındığı için muvaffak olamamıştır. Bu haberin saraydaki yankıları etkili olmuş Turhan Hatice Sultan’ın adamlarından Baş-Lala Uzun Süleyman Ağa’nın tertibiyle Mâhpeyker Kösem Sultan bir perde ipiyle boğdurulmuş, hemen arkasından otuz sekiz Ocak Ağası da idâm edilmişti. Son olarak IV. Mehmed, babasının katlinde parmağı olan yetmiş kişiden hayatta kalanları ortadan kaldırarak harem entrikaları ile dolu bu dönemi geride bırakıp yeni bir dönemi başlatmıştır. II). TANZİMAT VE MEŞRUTİYET YILLARINDA KADIN HAREKETİ VE KADIN CEMİYETLERİNİN SİYASAL HAYATA KATILIMDAKİ ROLLERİ Osmanlı İmparatorluğu’nda kadın hakları konusundaki tartışmalar, Osmanlı’nın Batılılaşmaya çalıştığı Tanzimat Dönemi ile başlar. Tanzimat aydınları, kadının toplum içinde görünür olabilmesi için bazı girişimlerde bulunmak gerektiğini düşünmektedirler. Bunun için önceliğin eğitime verilmesine vurgu yapmışlar ancak kadınlara ve erkeklere eşit eğitim imkanı tanındığında, bilgi sahibi olacaklarını ve topluma hizmet edeceklerini savunmuşlardır (Kaplan,1998: 7-9; Baltacı, 1999: 1963-1979). 10 Kasım 1859 tarihinde Maarif Nezareti’nden Sadaret’e yazılan tezkirede ulusların kalkınmasının eğitimle olacağı belirtilmiş, kız çocukları için rüştiyelerin açılması teklif edilmiştir. 1859 yılında İstanbul’da Cevri Kalfa İnas Rüştiyesi açılmıştır. İstanbul dışındaki illerde ise, ilk kız rüştiyelerine II. Abdülhamit döneminde 1883–1884 öğretim yılına ait kayıtlarda rastlanmaktadır (Kurnaz, 1991: s.6-15). Tanzimat döneminde kızların mesleki eğitimleri içinde okullar açılmıştır. Mesleki eğitim alan ilk bayanlar ebeler olup ilk ebelik eğitimi 1843’te açılan tıbbiye Mektebinde verilmiştir (Unat, 1964: 63). Rüştiye olularının açılmaya başlandığı dönemde kızlara yönelik sanayi mekteplerinin açılması üzerine de bazı tartışmalar yaşandığı görülmüştür. Bunun üzerine 1864’te Mithat Pasa tarafından Rusçuk’ta öksüz kız çocukları için ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir dikim atölyesi niteliğindeki ıslahhane açılmış, 1869 yılında ise yine ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için Yedikule’de dikimhane özelliğinde Kız Sanayi Mektebi açılmıştır. (Akyüz, 1994: 151). Tanzimat’la birlikte açılan bu okullar eğitimin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu arada çıkarılan süreli kadın yayınları da kadınlık bilincinin 44 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER uyandırılmasını önderlik görevini üstlenmiştir. Tanzimat döneminden II. Meşrutiyet dönemine kadar çıkarılan bu gazete ve dergilerde daha ziyade Türk kadınını cesaretlendiren figürler kullanılmış, “iyi anne” “iyi eş”, “iyi Müslüman olma” temaları işlenmek suretiyle, “eşit kadın- erkek anlayışı İslam’ın bozulmamış halinde aranarak asr-ı saadet döneminin örneklerinde bulunmaya çalışılmıştır” (Sürücü, 2008: 34) Tanzimat dönemiyle birlikte gelişme gösteren kadın faaliyetleri ve bunların akabinde kadının zamanla daha da aktif bir statü kazanması, II. Meşrutiyet döneminin getirdiği özgür ortamla biraz daha ivme kazanmıştır. Türk kadını adına sosyal, ekonomik ve kültürel bakımdan gelinen nokta dönemin önde gelen düşünürlerin eserlerinde ve makalelerinde geniş yer bulmuş, farklı akımların temsilcileri kadın hareketlerini bazen destekleyen bazen eleştiren yazılar kaleme almışlardır (Sürücü, 2008: 34). İslamcılığı temsil eden aydınlar, İslam Hukukunun kadına Batı’dakine oranla daha çok hak verdiğini fakat bunun toplumda yerine getirilmediğine dikkat çekiyordu(Kurnaz, 1998: 20-21).. Bu dönemden sonra ortaya çıkan akımlardan Batıcılar, toplumsal hayatın her alanında, en başta da siyasette kadınlarla birlikte olmaktan yana tavır koymuşlardı. Türkçülük akımın savunucuları ise kadını hayatın her alanında görmekten yana olduklarını her sahada ifade etmişlerdi. Türkçülük akımın önde gelen savunucularından Ziya Gökalp kadına siyasi haklar verilmesi konusunda ısrarcı bir tavır sergilemişti. Dahası Türkçülerin, Emine Semiye’nin İttihat ve Terakki partisinin faal üyesi olarak çalışmasına izin vermeleri, kadınların siyasete katılmaları konusunda ne kadar samimi olduklarını göstermesi bakımından kayda değer bir gelişmeydi. Türkçülerin bu uygulamasına rağmen kadınların siyasi hayata girmesinin henüz erken olduğunu savunanların sayısı azımsanamayacak kadar fazlaydı. Diğer taraftan Kadınlar içinde milletvekilliğinin her ne kadar bir ihtiyaç olduğunu savunmaların olmasına rağmen vekillikten önce kadının öyle bir konuma ulaşana kadar her bakımdan donanımlı olması gerektiğini savunan kadın entelektüeller de vardı Kurnaz, 1998: 70-77; Kaplan,1998: 15-18; Baltacı, 1999: 1963-1979). Karşıt görüşlerin gölgesinde şekillenmeye başlayan kadın siyasal hareketi Türk basınında özellikle Kadınlar Dünyası Dergisi’nde genişçe yer bulmaktaydı. Dergi, kadın haklarının en ateşli savunucusu olmuş, kız çocuklarının eğitimi meselesiyle yakından ilgilenmiş her fırsatta gündeme taşımış ve kızların yükseköğretim hakkının kadına tanınması için büyük mücadele vermiştir. Aynı dönemde diğer ülkelerde kadın haklarını, kadınların kazandığı seçme ve seçilme hakkına giden süreci okuyucularıyla paylaşarak Türk kadınını heyecanlandırmaya çalışıyordu (Çakır ,1996: 308-309). Birçok sahada kendine yer edinmeye başlayan kadının daha ziyade 20. Yüzyılın başlarında sosyal hayatta görünür olmasının ardında farklı nedenler vardı. Özellikle bu dönemde yaşanan savaşlar neticesinde erkek nüfusun cephede kaybedilmesi kadın emeğine duyulan ihtiyacı fazlasıyla arttırmıştır. Özellikle erkeklerden boşalan işgücü45 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER nü kapatmak için kadınlar resmi dairelere ve özel sektörlere yerleştirilmiştir. Telefon şirketleri başta olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşlarda da kendisine iş imkanı sağlanmıştır (Yıldırım, 2011: 128-129; Toprak, 2003). Yine savaş dönemlerinde kadınlar cephe gerisinde yaşlıların ve yaralıların bakım ve tedavilerini üstlenmişlerdir. Nitekim kadın teşkilatlanmalarının bu yıllara denk gelmesi bir tesadüf değildir. Bu dönem kadın teşkilatlarının çoğu yardım amacıyla kurulmuş hayır cemiyetleridir. Bu örgütler kendi ürettikleri sargı bezi vb. yaralılar için gerekli malzemeleri, savaş alanlarına gönderilmek üzere Harbiye Nezaretine iletmekte ve para yardımı toplamaktaydılar. Daha çok yardım dernekleri şeklinde başlayan ve faaliyetlerine devam eden bu dernekler açıldıktan kısa bir süre sonra kadın haklarını geliştirmek ve onların eğitimlerini yükseltmek gibi gayeler taşıyan çeşitli dernekçilik faaliyetlerinde de varlıklarını göstermişlerdir (Altındal, 2004: 99; Cebecioğlu, 1998: 425; Güzel, 1985: 859). İktidar tarafından desteklenen kadın dernekleri çoğalmaya başlamış ve bu dönemde kadınların sosyal hayatta daha fazla yer alması için önemli adımlar atılmıştır. Bunlara ek olarak İttihat ve Terakki, partiye bağlı kadın şubesi kurarak, kadınların siyaset ve milli meselelerle ilgilenmelerini teşvik etmiştir. Bu şubeler toplantı ve konferanslar düzenleyerek kadın haklarını açıklamıştır. Tanzimat’la belli bir olgunlaşma seviyesine ulaşan kadın meseleleri ilan edilen meşrutiyet yönetimiyle biraz daha ivme kazanmıştı (Kamuran, 1330: 1; Behiç, 1324: 79). Tanzimat’la kadınlara tanınan fırsatlar Meşrutiyet Dönemi (1908-1918)’ne gelindiğinde daha da genişledi. Bunda dönemin getirdiği söz, yazı ve basın hürriyetinin tesiri olduğu söylenebilirdi. Daha önce elde ettikleri ortaöğretim hakkına ilave olarak 1914’de açılan İnas Darülfünunu (Arslan, 2014: 1-16) ile yükseköğrenim hakkını kazanan kızlar, söz konusu hürriyet ortamında özellikle sosyal hayatta da faaliyette bulunmaya başladılar. SONUÇ Türk kadınının her ne kadar bu yıllarda sosyal hayatta ve çalışma hayatında önemli gelişmeler kaydettiği görülse de Osmanlı toplumunda kadınlara siyasi hakların verilmesinden bahsetmek için henüz vakit erkendi. Kadınların siyasi hak talep ettikleri ülkelerde kadınlar hissedilir derecede hayatın içinde idiler (Kadınlar Dünyası, 1330: s.2) ve bu ülkelerde kadınlar sosyal haklarının çoğunu elde etmişlerdir. Fakat her şeye rağmen siyasi haklar isteyen kadınlar, Avrupa’nın bazı ülkelerinden gelen haberlerden memnuniyet duyuyor. Avrupa’da kadınlar adına yaşanan gelişmelerin Türkiye’yi de olumlu manada etkileyeceğine düşünüyor ve sonunda siyasi haklarına kavuşacaklarına inanıyorlardı. Nitekim Kadınların Tanzimat’tan itibaren sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi sahada kat ettikleri aşama ve Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren pek çok girişimlerle 46 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER siyasal hakların kazanılması için gösterilen gayretler bu inancı desteklemiş ve olumlu sonuçlarını vermiştir. Bu konuda ilk adım 3 Nisan 1930’da kabul edilen Belediye Kanunu ile atılmış, bu kanuna göre kadınlar ilk kez Belediye seçimlerinde oy kullanma ve Belediye Meclislerine seçilme hakkını elde etmişlerdir. 26 Ekim 1933’te ise 1924 tarihli Köy Kanunu’nun 20.ve 25. Maddelerinde yapılan değişiklikle muhtar ve ihtiyar meclisi seçimlerinde oy kullanma ve seçilme hakkını elde eden kadınlar nihayet 5 aralık 1934’te dönemin Başbakanı İsmet İnönü ve 191 arkadaşının; 1924 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 10.ve 11. Maddelerinin değiştirilmesine ilişkin kanun teklifinin kabul edilmesiyle milletvekili -seçme ve seçilme hakkını kazandılar. Kanun’da yapılan değişiklikle kadın, erkek her Türkün seçme yaşı 22, seçilme yaşı 30 olarak belirlendi. Böylece, kadın ile erkek arasındaki eşitsizlikten biri daha ortadan kalkmış oluyordu. KAYNAKÇA AKYÜZ, Yahya (1994), Türk Eğitim Tarihi, İstanbul Ali Arslan, Mustafa Selçuk, Mehmet Nam (2012), Türkiye’nin İlk ve Tek Kız Üniversitesi İnas Darülfunun (1914-1919), İstanbul ALTINDAL, Aytunç (2004), Türkiye’de Kadın, 7. Baskı, İstanbul BALTACI, Cemal, TEKİN Nazlı, ESER H.Bahadır (2001), “Tarihsel Süreç içinde Türkiye’de Kadınların Siyasal Haklarını Elde Etmesi ve Siyasete Katılımı”, Uluslararası Davraz Kongresi: Küresel Diyalog, 24-27 Eylül 2009, Isparta, s.1963-1979 BEHİÇ, Hakkı (1324),“ Ne Haldeyiz ve Neye Muhtacız?” Demet, S.5, ss.79 CEBECİOĞLU, Ethem(1998), “Baciyan-ı Rum”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, ss.425 ÇAKIR, Serpil (1996), Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul GÜZEL, Şehmus (1985), “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Toplumsal Değişim Ve Kadın”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.3, ss.859. “Kadın ve Hakk-ı İntihab”, Kadınlar Dünyası, S.133, 1 Mart 1330, ss.2 KAMURAN, Feriha (1330), “Meşrutiyet Ve Kadınlar”, Kadınlar Âlemi, S.8, ss.1 KAPLAN, Leyla (1998), Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908- 1960), Ankara KURNAZ, Şefika (1991), Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839–1923), Ankara KURNAZ, Şefika (1996), II. Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını, İstanbul UNAT, Faik Resit (1964), Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişimine Tarihi Bir Bakış, Ankara SÜRÜCÜ, Gülsel (2008), Osmanlı Kadın Dergilerinde Kadının Dünyası (1908-1914) (Demet,-Hanımlar Alemi- Kadınlar Alemi, Kadınlar Dünyası-Mehasin), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir TOPRAK, Zafer (2003), İttihat Terakki ve Cihan Harbi, İstanbul YILDIRIM, Kadir (2011), Osmanlı Çalışma Hayatında İşçi Örgütlenmesi ve İşçi Hareketlerinin Gelişimi (1870-1922), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 47 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER MODERN MÜSLÜMAN KADININ GÜNLÜK HAYATI Merjema SALİC Divithana – Modern Müslüman Portalı @ merjemasalic@live.com Bu sunumunda sizlerle, zamanla küçük grubumuz Cemaati oluşturmanın hikayesini, zamanla konuşma özgürlüğü fırsatlarından rahatça sıyrılabileceğimizi sizlerle paylaşmak istiyor ve tüm bu kaynaklardan doğru biçimde faydalanmak istiyorum. Ancak, genel olarak konuşmak gerekirse, Bosna toplumumuzda, bilgileri blog, makale veya web portalları üzerinden günlük olarak paylaşmak çok da yaygın değildir. Dolayısıyla, günlük konulara yoğunlaşan portallar oldukça azdır. Bu olgu Müslüman dünyasında da görülür. Aslında, pro-İslami odaklı web portallarının çoğu mevzuatlar, yükümlülükler ve dini görevler ile alakalıdır. Bu gerçekten yola çıkarak, arkadaşım Fatima Krupalija kendi portalını oluşturma fikriyle karşıma çıktı ve orada da bu internet monotonluğunu kırmak istiyordu. Müslüman kadının hayatındaki farklı ilgi alanlarına bloğuna taşımak istedi. Bundan kısa süre sonra, bu fikri kendisine katılmak isteyen ve bilgi, ilgi ve mesleklerini okuyucular ile paylaşmak isteyen ilgili kızlar ile daha da geliştirdi. Bir mekan ve bir ana fikir bilgilerini, pratik önerilerini, fikirlerini vb. paylaşmak isteyen genç kadınları ve kızları bir araya getirdi. İlk toplantıdan sonra, portalı Divithana olarak adlandırdık, Bosna dilindeki kelimelerden Divit – mürekkep ve geri kalanı da yazma becerimizi geliştirdiğimiz yeri belirtmek için kullandığımız bir kelime anlamındaydı. Portalın kurulmasından sadece birkaç gün sonra, okuyuculardan ve benzer örgütlerden çok büyük destek aldık. Yazılar için zamanla farklı fikirler geliştirdik ve bugün Divithana portalı çok farklı bölümlere sahiptir: Bosna Hersek’ten ve dünyadan haberler, olaylar, dini konular, moda ve sağlık, psikoloji, yaratıcı bölüm, iç tasarım, yemek tarifleri. Özellikle şu bölümlerde tanınmaktayız: İlham veren ve üretici Müslüman. Bu sebeple, örgütümüzün özel göervlerini ve amaçlarını söyleyebilirim. En aktif köşe olan Haberler ile başlayalım. Bu bölümde, İslam dünyasından ve Bosna Hersek’ten gelen çok çeşitli haberleri yayınlıyoruz. Bu alanda, en büyük projelerimizden birini başardık, “Allah’ın Peygamberinin Ayı” isimli kültürel festivale katıldık ki biz buranın medya sponsoruyduk. Bu aktivitede, günlük olarak ay boyunca Sarajevo’daki haberleri ve olayları aktardık. Başarılı projelerimizden ayrıca bazıları: Kuran ve Muhammed sav. Hayatından günlük pozitif alıntıların yapılması. Ayrıca, bu portal aracılığı ile önemli görüşlerimizi paylaşma fırsatına böylece de dörüşlerimizi mevcut 49 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sosyal ortama sunma imkanına sahip olduk. Müslümanlara ilham veren köşenin oluşturulmasının asıl amacı çalışma alanlarında önde gelen aktif ve azimli kadınları bulmak ve onların çalışmalarını teşvik etmektir. Bu kadınlarda, okuyucularımıza kendi yollarını gösterecek ilhamları bulmaya çalıştık. Dahası, bu kadın aktivizminin positif örneklerinin artması ile birlikte Müslüman kadınların hayatları hakkındaki yaygın yanlış bilinenleri de yok etmek istedik. Kategori içerisinde: Üretici Müslüman olarak, kendi işini kuran kadınlara veya okuyucu ile paylaşmaya değer gördüğümüz farklı şeylere ve ilginç hobilere yer vermekteyiz. Asıl amacımız Bosna’daki kadınları hem dinlerinden ayrılmadan hem de yaratıcı olmaları konusunda teşvik etmek ve başarı hikayelerini diğerleri ile paylaşmalarını sağlamaktı. Dolayısıyla amaçlarımız açıktır: farklı kaynaklara ve fırsatlara sahip olduğumuzu göstermek istiyoruz; Müslüman kadının hayatının aslında harika bir yolculuk olduğunu, hayat bavulunda çok farklı deneyimlerinin olduğunu göstermek istiyoruz. Ve bu hikayeler kadınların, annelerin, ev hanımlarının, psikologların, artistlerin, siyasetçilerin, iş kadınlarının, organizatörlerin, aktivistlerin ve ailelerine, kendi sağlıklarına ve sosyal hayatlarına önem veren kadınların hikayeleridir. Bu kadınlar için, onların gerçekten mutlu olduklarını, özgür ve başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Bunlar bizim avladığımız hikayeler ve bunlar sizinle paylaşmak istediğimiz hikayelerdir. Önümüzde, yeni fikirler için projeler var ve bunları da gelecekte yapmak istiyoruz. Genç bir örgüt ve daha işin başında olsak da, işimizi daha üst düzeye ve daha iyi bir yere çıkarmak istiyoruz. Hırslarımızı pozitif, ilham verici ve orijinal hikaye veya makale duymak isteyen okuyuculara aktarmak istiyoruz. Aynı menfaatlere ve amaçlara sahip herkese açığız. Daha da büyümeye devam ediyoruz ve pozitif bilimi yaymak isteyen bizlere katılmak isteyen yeni üyeleri aramıza bekliyor ve de yaptığımız işin hem Bosna Hersek hem de yurt dışında kabul görmesini istiyoruz. 50 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK MEDENİ KANUNU ÇERÇEVESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ HUKUKİ STATÜSÜ Gökçe CANARSLAN Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu @ gokcecanarslan@beykoz.edu.tr GİRİŞ Türk Medeni Hukuku’nda Sivil Toplum Kuruluşları (STK), başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları olan dernekler ve belli bir amaca özgülenmiş bağımsız mal toplulukları olan vakıflar şeklinde örgütlenerek tüzel kişilik kazanmaktadırlar. Tüzel kişilerin ehliyetleri, kuruluşları, malvarlıkları, organları ve sona ermeleri gibi konular 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’da (MK) ve ilgili mevzuatta düzenlenmektedir. STK’larla ilgili 2004 tarih, 5253 sayılı Dernekler Kanunu ve 2008 tarih, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu temel mevzuatı oluşturmaktadır. Bununla birlikte mevzuatta zaman zaman değişiklikler yapılmış, sözgelimi Anayasa’ya aykırılık görülerek 17.4.2008 tarihinde, Anayasa Mahkemesi tarafından vakıflara üyelik olmayacağına dair MK md.101/3 iptal edilmiştir. Ayrıca Vakıflar Kanunu ile ilgili tartışmalar da süregelmekte “mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfların” aynı kanunda birlikte düzenlenmeleri, MK md.101’de yer alan “cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz” hükmüne açıkça aykırı olması ve bunların aynı statüde düzenlenmeleri hakkında yoğunlaşmaktadır. I) SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ TÜZEL KİŞİLİK KAZANMALARI A) GENEL OLARAK Tüzel kişiler, bir amacı gerçekleştirmek üzere örgütlenmiş, hukuk düzenince bağımsız birer varlık olarak tanındığı kişi veya mal topluluklarıdır (Akünal, 1995, 10). Türk Hukuku’nda tüzel kişiler, kamu hukuku kurallarına göre kurulmuş il özel idareleri, belediye gibi kamu tüzel kişileri ile özel hukuk kurallarına göre kurulmuş dernek, vakıf, şirket gibi özel hukuk tüzel kişilerinden oluşmaktadır. Bunların arasındaki ayırım, uygulanacak kanun yönünden önem taşımaktadır (Köprülü, 1967, 7). Sözgelimi kar amacı güden tüzel kişilere, Türk Ticaret Kanunu’nda yer alan şirketlere ilişkin hükümler uygulanacakken (Velidedeoğlu, 1956,16), kamu tüzel kişiliğine sahip bir 51 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mahalli idare türü olan köylere ise Köy Kanunu uygulanacaktır (Günday, 2002, 445). B) STK’LARIN KURULUŞU VE TÜZEL KİŞİLİKLERİ STK’lar hak ehliyetlerini kuruluş anından, diğer ifadeyle tüzel kişi olarak hukukta varoluşlarından itibaren kazanmaktadırlar. Dernek şeklinde örgütlenen STK’larda kuruluş bildiriminin, dernek tüzüğünün ve gerekli belgelerin STK’nın yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülkî amirine verildiği anda tüzel kişilik kazanacaktır. Kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülkî amir tarafından altmış gün içinde incelenecek, incelemenin sonunda iki ayrı durum karşımıza çıkabilecektir. İlk durumda dernek tüzüğünde yasak amaç tespit edilirse veya amacının emredici hükümlere, ahlaka aykırı olduğu anlaşılırsa STK, tüzel kişilik kazanamayacaktır. Cumhuriyet Savcısı tarafından faaliyetlerinin durdurulmasına karar verilmesini isteyebilecektir (Dural, 2009, 269). İkinci durumda ise tüzükte ve kurucuların hukukî durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde STK, tüzel kişilik kazanmış olacak ancak eksikliklerin giderilmesi veya tamamlanması istenerek, otuz gün içinde tamamlanmazsa, en büyük mülkî amir tarafından STK’nın feshi için dava açılmak üzere durum Cumhuriyet Savcılığına bildirilecek veya faaliyetleri durdurulabilecektir. Vakıf şeklinde örgütlenen STK’larda ise, yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil ile tüzel kişiliğin kazanılacağı belirtilmektedir. Vakıf kurma iradesi ya noterde düzenleme şeklinde resmî senetle açıklanacak ve noter tarafından senedin bir örneği yedi gün içinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne gönderecek, aynı zamanda vakfeden tarafından mahkemeye başvurularak vakfın tescili istenecektir. Vakıf kurma iradesi, ölüme bağlı tasarrufla açıklandığında ise vasiyetnameyi açan hâkim tarafından belgenin bir örneği yedi gün içinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne gönderilecek ve mahkemeye başvuru, ilgililerin veya sulh hâkiminin bildirimi üzerine ya da Genel Müdürlükçe re’sen yapılacaktır. Burada tescil, kurucu etkiye sahiptir. Şöyle ki serbest kuruluş sisteminden farklı olarak tüzel kişilik kazanmak için gerekli şartların yerine getirmesi, idari makamlar tarafından incelenecek, gerekli şartlar yerine getirilmişse tüzel kişilik kazanılacaktır (Öğüz, 2007,16). Tesciline karar verilen vakıf, vakfın yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil edildikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce tutulan merkezî sicile de kaydedilecektir. Vakıf şeklinde örgütlenen STK’larda amaç ile bu amaca özgülenen mal ve haklar yeterince belirlenmişse diğer eksiklikler, tüzel kişilik kazanmayı engellemeyecek, bunlar tescil kararı verilmeden önce mahkemece tamamlattırılabileceği gibi, kuruluştan sonra da denetim makamının başvurusuyla, olanak varsa vakfedenin görüşü alınarak vakfın yerleşim yeri mahkemesince tamamlattırılabilecektir. 52 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER II) SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ AMAÇLARI VE ORGANLARI A) AMAÇ Tüzel kişilik soyut bir kavram olduğu için Roma Hukuku’nun eski çağlarında bilinmemekte ancak sonraları esnaf dernekleri (collegia) ve dinsel amaçlarla, bayramların birlikte kutlanması için kurulan solidates’ler olarak görülmeye başlanmıştır (Özsunay, 1982,6). Avrupa’da Fransız İhtilali sonrasında, Fransız Anayasası’nda da dernekleşmenin kişisel özgürlüklerin sonucu olduğu ve diğer bireylerle birleşerek aktivitede bulunma ve kendini geliştirme amacına yöneldiği belirtilmekte(Chauveau, 1969, 1), vakıflar ise mal topluluğu, amaç ve bunların tahsis edilmesi ile oluşmaktadır (Krafft, 1956, 35). Günümüz Türk Hukuk Sistemi’nde dernekler, müstakil ve objektif ortak bir amaç için insanların bir araya gelmeleriyle teşkilatlanmış bir insan topluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır (Egger, 1948, 73). Bununla birlikte mevzuatımızda STK’ların amaçlarının ne olabileceği ayrıca düzenlenmemiş olup, Anayasa ve kanunlarla yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek için kurulamayacakları şeklinde yasak amaçlar belirtilmiştir. Benzer şekilde vakıflarda da belirli ve sürekli olduğu sürece mal ve hakların özgülendiği amacın içeriği sınırlanmamış olup, sadece Cumhuriyetin niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağı düzenlenmiştir. Buna göre STK’ların belirtilen yasak amaçların dışındaki konularda faaliyet yapmalarına hukuki bir engel bulunmamaktadır. Tüzel kişilerin ehliyetlerini, kuruluş belgesinde gösterilen amaçlarla sınırlı olmasına Ultra Vires ilkesi adı verilmektedir. Buna göre STK’ların amaçları dışındaki yaptıkları işlemleri, örneğin hayvanları korumak için kurulmuş bir derneğin, belediye seçimlerine girmesi hüküm ifade etmemektedir. Bazı yazarlar bu ilkeyle fiil ehliyetinin sınırlandığını (Akipek, 2009, 547), bazıları ise bunun somut olaya göre değerlendirilmesi gerektiğinin, sözgelimi tüzel kişinin amacı ile hiç bağdaşmayan işlemlerin, tüzel kişiler için de yasak işlemlerden olduğunu (Hatemi, 1992, 161) ifade etmektedirler. B) ORGANLAR Kişilerin kendi fiilleriyle haklara sahip olabilme ve borç altına girme imkânı olarak ifade edilebilecek fiil ehliyetinin kazanılması (Helvacı, 2010, 45), tüzel kişiler yönünden gerekli organlara sahip olma koşulunun yerine getirilmesine bağlıdır. Tüzel kişiler iradelerini açıklarken, gerçek kişilerden farklı olarak bunu dışarı yansıtacak bir organa ihtiyaç duymaktadırlar. Bu organlar kanunda derneklerde genel kurul, yönetim kurulu ve denetleme kurulu, vakıflarda ise sadece yönetim kurulu şeklinde belirtilmiş olup, gerekli hallerde seçimlik organlara da yer verilebilecektir. Dernek şeklinde örgütlenmiş STK’larda genel kurul, en yetkili karar organı olup, tüm kayıtlı üyelerden oluşacaktır. Dernek ile üye arasında çeşitli hak ve yükümlülükler 53 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER doğuran hukuki ilişki olarak tanımlanabilecek üyelik ilişkisine (Engin, 1995, 23) giren herkes, genel kurula da katılacaktır. Genel kurul, yönetim kurulunun çağrısıyla toplanacak ancak gerekli hâllerde veya üyelerden beşte birinin başvurusu üzerine olağanüstü toplantı yapılabilecektir. Olağan genel kurul toplantılarında kararlar, toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğuyla alınacak ancak tüzük değişikliği ve derneğin feshi kararlarında, toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğuna ihtiyaç olacaktır. Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organı olarak beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere tüzükte belirtilen sayıda üyeden oluşacaktır. Denetleme kurulu, tüzükteki amacın gerçekleştirilmesi için belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterilip gösterilmediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata uygun olarak tutulup tutulmadığını denetleyecek ve sonuçlarını bir rapor halinde yönetim ve genel kurula sunacaktır. Vakıf şeklinde örgütlenmiş STK’larda ise yönetim ve temsil organı, aynı zamanda tek zorunlu organ olan yönetim kuruludur. Tek kişiden de oluşabilecek yönetim kuruluna ilişkin bilgiler vakıf senedinde gösterilecektir. Ancak hırsızlık, dolandırıcılık, zimmet, rüşvet, kaçakçılık gibi veya devletin güvenliğine karşı işlenen suçlardan mahkûm kişiler, yönetici olamayacaklardır. Vakıf ile yönetici arasında icap ve kabul ile kurulan bir sözleşme ilişkisi bulunduğu için (vekâlet veya hizmet sözleşmesi olduğuna dair tartışmalarla birlikte), yöneticilerin sorumluluğu Borçlar Kanunu’na göre kusura dayalı bir sorumluluk şeklindedir (Avcı, 2006,73). III) SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ SONA ERMESİ STK’ların sona ermesi ya kanundaki sebeplerin gerçekleşmesi ile kendiliğinden veya yetkili organ ya da mahkeme kararı ile sona ermektedir. Dernek şeklinde örgütlenmiş STK’lar amacın gerçekleşmesi veya amacın olanaksız hâle gelmesi, sürenin sona ermesi, ilk genel kurul toplantısının öngörülen sürede yapılmamış ve zorunlu organların oluşturulmaması, aciz hale gelme, yönetim kurulunun oluşturulmaması, olağan genel kurul toplantısının iki defa üst üste yapılamaması gibi hallerde kendiliğinden sona erecektir. Ayrıca genel kurul tarafından her zaman fesih kararı verilebileceği gibi, amacın kanuna veya ahlâka aykırı hâle gelmesi halinde, Cumhuriyet Savcısının veya bir ilgilinin istemi üzerine mahkeme tarafından da sona erdirilebilecektir. Vakıf şeklinde örgütlenmiş STK’lar, amacın imkânsız hale gelmesi veya vakıf senedinde gösterilen hallerde kendiliğinden sona ermekte, yasak amaç güttüğü veya yasak faaliyetlerde bulunduğu sonradan anlaşılan ya da amacı sonradan yasaklanan vakfın tüzel kişiliği, denetim makamının ya da Cumhuriyet Savcısının başvurusu üzerine mahkeme kararı ile sona erdirilecektir. Vakıf, vakfedenin mirasçılarının saklı paylarına tecavüz ediyorsa veya alacaklılara olan borçlarını ödemeye yetmiyorsa, mirasçıların ve alacaklıların dava açması ile de sona erebilecektir. Sona eren STK’nın malvarlığının tasfiyesi, kanunda ve kuruluş belgesinde aksine 54 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hüküm bulunmadıkça, terekenin resmî tasfiyesine ilişkin hükümlere göre yapılacaktır. Malvarlığı, aksine hüküm bulunmadıkça ya da yetkili organı başka türlü karar vermedikçe, en yakın amacı güden kamu kurum veya kuruluşuna geçecek ve olanak ölçüsünde daha önce özgülendiği amaç için kullanılacaktır. SONUÇ STK’lar MK’da kişi topluluğu olan dernekler ve mal topluluğu olan vakıflar şeklinde kurulmuştur. Çalışmanın ilk bölümünde, STK’ların hukuk karşısında hak ve fiil ehliyetlerini kazanarak tüzel kişi haline gelmeleri, serbest sistemle kurulan dernekler ile izin sistemiyle kurulan vakıfların tüzel kişilikleri kazanma halleri incelenmiştir. İkinci bölümde, dernek tüzüğü ve vakıf senedinde gösterilecek kuruluş amaçları ile bunlardaki yasak amaçlar veya eksiklikler bulunması halinde sonuçları, STK’nın temsili ve iradesini açıklayan organları konularına değinilmiştir. Üçüncü bölümde STK’nın sona ermesi, infisah, genel kurul veya mahkeme kararı ile vakıflarda bunlara ilaveten alacaklıların ve saklı pay sahiplerinin itirazı ile sonuçları değerlendirilerek çalışma sonlandırılmıştır. KAYNAKÇA AKİPEK Jale, AKINTÜRK Turgut, KARAMAN Derya Ateş, (2009), Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri Kişiler Hukuku, Beta Basım Yayım, İstanbul AKÜNAL Teoman, (1995), Türk Medeni Hukuku’nda Tüzel Kişiler, Beta Basım Yayım, İstanbul AVCI Mehmet Özgür, (2006), Türk Medeni Kanununa Göre Vakıf Yönetim Organı, Beta Basım Yayım, İstanbul CHAUVEAU René, (1969), Constitution et Fonctionnement des Associations&Syndicats, J.Delmas et C., France DURAL Mustafa, ÖĞÜZ Tufan, (2009), Filiz Kitabevi, İstanbul GÜNDAY Metin, (2002), İdare Hukuku, İmaj Yayıncılık, Ankara ENGİN Baki İlkay, (1995), Dernek Üyeliğinin Kazanılması ve Kaybedilmesi, Alfa Basım Yayım, İstanbul EGGER August, (1948), (Çeviren Volf Çernis), İsviçre Medeni Kanunu Şerhi, Yeni Cezaevi Basımevi, Ankara HELVACI Serap, (2010), Gerçek Kişiler, Legal Yayıncılık, İstanbul HATEMİ Hüseyin, (1992), Kişiler Hukuku Dersleri, Filiz Kitabevi, İstanbul KRAFFT Jean-Louise, (1956), Le fonds de Prévoyance et la Théorie Générale des Fondations, Impremerie Pont Fréres, Lausanne KÖPRÜLÜ Bülent (1967), Medeni Hukukta Tüzel Kişiler, Fakülteler Matbaası, İstanbul OĞUZMAN Kemal, SELİÇİ Özer, OKTAY Saibe (2002), Kişiler Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul ÖĞÜZ Tufan, (2007), Türk Hukukunda Vakıf Tüzel Kişiliğinin Hukuki Esasları, Beşir Kitabevi, İstanbul ÖZSUNAY Ergun, (1982), Medeni Hukukumuzda Tüzel Kişiler, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, ATAAY, Aytekin (1956), Türk Cemiyetler Hukuku, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul 55 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRKİYE’DE KAMU-STK İLİŞKİLERİNE DAİR MEVZUAT: SORUNLAR- ÖNERİLER Zeynep BALCIOĞLU TUSEV @ zeynep@tusev.org.tr Giriş Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) bireylerin örgütlenme özgürlüklerini gerçekleştirebilmelerini sağlayan temel araçlardan biri olarak tanımlanabilirler. Günümüzde demokrasinin organik bir parçası olarak değerlendiren STÖ’ler farklı alanlardaki deneyim ve uzmanlıkları ile siyasi karar alma süreçlerine katılarak gerek uluslararası, gerekse ulusal ve yerel seviyede alınan ve toplumu etkileyen kararların meşruiyetini, kalitesini ve sürdürülebilirliğini arttırmaktadırlar. Kamunun STÖ’lerle işbirliği yapmasını ve STÖ’lerin siyasi karar alma süreçlerine katılımını mecbur kılan ve tavsiye eden pek çok uluslararası ve ulusal belge bulunmaktadır. Bu makale uluslararası standartlar çerçevesinde Türkiye’de sivil toplum- kamu işbirliğini düzenleyen mevzuatı incelemeyi, uygulamada yaşanan ve mevzuatın içeriğine dair sorunları tespit etmeyi ve çözüm önerileri getirmeyi hedeflemektedir. STÖ’lerin Siyasi Karar Alma Süreçlerindeki Yeri: Lizbon Anlaşması Günümüzde dünya ülkelerinde uygulanan en yaygın rejim olan anayasal demokrasi “anayasa” aracılığıyla üzerinde toplumsal uzlaşıya varılmış prensipler çerçevesi oluşturarak siyasi erkin sınırlandırıldığı bir yönetim biçimi olarak değerlendirilmektedir. Bu sınırlamanın amacı siyasi erk kim olursa olsun alınacak kararların keyfi olmayan bir sistematikle oluşturulmasını ve her zaman halkın özgürlükleri lehine oluşmasını garantiye almaktır. Yani, düzenli olarak bağımsız ve adil seçimlerin yapılması anayasal demokrasinin önemli bir unsuru olmakla beraber tamamı değildir. Anayasal demokrasi aynı zamanda seçimle gelen milletvekillerinin alacakları kararların yukarıda bahsi geçen şekilde sınırlandırılmasını öngörür. Başka bir deyişle; demokrasi bireylerin hak ve özgürlüklerinin ve her bireyin siyasi topluma eşit seviyede katılabilmesinin garanti altına alınmasını öngörmektedir. Demokrasi tartışmalarına ışık tutabilecek nitelikte en önemli belgelerden biri olan, Avrupa Birliği’nin anayasal temelini düzenleyen ve dolayısıyla üyeliğe aday ülkelerin de uyum sağlamakla yükümlü oldukları Lizbon Anlaşması üç temel ilke üzerine kuruludur. (European Economic and Social Committee, 2011) Bu ilkeler: demokratik eşit57 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER lik, temsili demokrasi ve katılımcı demokrasidir. Bu üç ilkenin birbirleriyle ilişkisinin incelenmesi demokrasi kavramının etraflıca açıklanabilmesi için esastır. Bu bağlamda eşitlik prensibi demokrasinin temelini oluşturan kavram olarak tanımlanabilir. Demokratik eşitliğin öngördüğü üzere, tüm vatandaşlar katılım ve seçim süreçlerinde eşit etki ve katılım hakkına sahiptirler. Temsili demokrasi ise düzenli aralıklarla yapılan adil seçimlerle sistemin usule dair sürekliliğini sağlar. Ancak, demokratik sistemin meşruiyetinin korunması için düzenli aralıklarla yapılan seçimler de, mülkilik prensibi dâhilinde çalışan hukuk sistemi de yeterli değildir. Çünkü demokrasilerde meşruiyet, vatandaşların seçimden seçime bir temsilci seçebilmesinden fazlasını, sürekli ve düzenli olarak görüş ve rıza bildirebilecekleri süreçlerin var olmasını gerektirir. Bu noktada sivil toplum temelli, katılımcı demokrasi modelinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi demokratik sistemin meşruiyetinin sağlamlaştırılması ve vatandaşların sisteme ve dolayısıyla eşitlik ilkesinin işleyişine olan güvenlerinin artması açısından hayati önem taşımaktadır. Özetleyecek olursak eşitlik ilkesi temelinde, temsili demokrasi sisteme usule dayalı koruma sağlarken katılımcı demokrasi de içeriğe dair koruma sağlamaktadır. . Lizbon Anlaşması’nın 10 ve 11. Maddeleri bu iki önemli başlığın ayrılmaz bir bütün olduğuna ve birlikte uygulamaya konmalarının gerekliliğine vurgu yapmaktadır. 11. Maddenin ilk fıkrası “yatay sivil katılım” adı altında doğrudan vatandaş katılımını düzenler ve şöyle der: “Kurumlar, uygun vasıtalarla, Birliğin tüm eylem alanlarında, vatandaşlara ve temsilci kuruluşlara kendi görüşlerini ortaya koyma ve kamuya açık biçimde görüş alışverişinde bulunma imkanı tanırlar.” Aynı maddenin ikinci fıkrası ise “dikey sivil katılım” başlığı altında sivil toplum ve sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerine katılımını düzenlemekte ve şöyle demektedir: “Kurumlar, temsilci kuruluşlarla ve sivil toplumla açık, şeffaf ve düzenli bir diyalog kurarlar.” Bunun yanında insan haklarını korumaya yönelik çeşitli mekanizmalar da STÖ’lerin ve kamu kurumlarının diyaloğunun ve işbirliğinin önemine referans vermektedirler. Bu referanslarda işbirliği alanları bir sınırlama niteliği taşımaması açısından özellikle belirtilmemiştir. Bu bağlamda diyaloğun ve işbirliğinin tüm politika yapma alanlarına yayılması ve güvence altına alınması hedeflenmektedir. (Ayata, Karan; 2014: 92) Türkiye’de STÖ- Kamu Diyaloğunu Düzenleyen Mevzuat Türkiye hukukunda STÖ- Kamu ilişkilerini düzenleyen mevzuat merkezi yönetim ve yerel yönetimlerde uygulanabilir olarak ikiye ayrılmaktadır. Merkezi yönetimden 58 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER başlayacak olursak, konuyla ilgili tek hukuki düzenlemenin bir kanun değil yönetmelik olduğunu belirtmek önemlidir. Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in (2006) 6. Maddesi sivil toplum katılımını şöyle düzenlemektedir: “2. Fıkra: Taslaklar hakkında konuyla ilgili mahallî idareler, üniversiteler, sendikalar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinden de faydalanılır. 3. Fıkra: Kamuoyunu ilgilendiren taslaklar Başbakanlığa iletilmeden önce, teklif sahibi bakanlık tarafından internet, basın veya yayın aracılığıyla kamuoyunun bilgisine sunulabilir. Bu suretle taslak hakkında toplanan görüşler değerlendirildikten sonra teklifte bulunulur.” Mevcut düzenleme doğrudan vatandaş katılımı hakkında bir söz söylememekle birlikte, yukarıda belirtilen katılım süreçlerine dair usulün gereklerinin yerine getirilmesi için de yetersiz kalmaktadır. Bunun yanı sıra, katılım süreci demokrasinin temel unsurlarından biri olarak tanımlanmaktan çok uzakta, tamamen kamu kurum ve kuruluşlarının inisiyatifine bağlı bırakılmıştır. Yönetmelik özellikle mevzuat taslaklarının ilgili bakanlıklar ve kamu kurum ve kuruluşlarına görüşlerin toplanması için gönderilmesini zorunlu kılarken kamu kurumlarınca hazırlanan kanun, yönetmelik, kanun hükmünde kararname vb. hiçbir politika metni taslağının STÖ’lere sunulmasını mecbur kılmamaktadır. STÖ’lerin siyasi karar alma süreçlerine katılımı tamamen kamu kurum ve kuruluşlarının takdir yetkisi dâhilinde değerlendirilmektedir. (Ayata, Karan; 2014: 94) Aynı yönetmeliğin 7. Maddesinin 2. Fıkrası ise şöyle demektedir: “…sivil toplum kuruluşları da taslaklara ilişkin görüşünü otuz gün içinde bildirir. Süresinde görüş vermezse olumlu görüş vermiş sayılır.” (2006) Yönetmelik, bu ifade ile gönüllü veya zorunlu şekilde danışma süreçlerine dâhil olan veya edilen STÖ’lerin 30 gün içerisinde görüş bildirmelerini zorunlu kılmaktadır. Ancak bir sonraki bölümde derinlemesine açıklanacak çeşitli sebeplerden STÖ’lerin 30 gün içerisinde görüş bildirmeleri mümkün olmayabilir. Bunun yanında, yönetmelik görüş bildirmeyen STÖ’leri olumlu görüş vermiş sayarak STÖ’lerin görüş bildirmeme haklarını saklı tutmalarına da engel oluşturmaktadır. Yereldeki katılım mekanizmalarına gelindiğinde bu mekanizmaları düzenleyen kanunların başlıcaları İl Özel İdaresi Kanunu (2005), Büyükşehir Belediyesi Kanunu (2004) ve Belediye Kanunu (2004)’dur. Bu kanunlar STÖ’lerin hem karar alma hem de stratejik plan oluşturulması süreçlerine katılımını düzenlemektedirler. 2004 yılında yürürlüğe giren Belediye Kanunu’nun getirdiği en büyük değişiklik Kent Konseylerinin kurulması olmuştur. Kanunun öngördüğü üzere bu konseylerde “ilgili” STÖ’ler de yer alabileceklerdir. Ancak konseyin aldığı kararlar bağlayıcı değildir; sadece “be59 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER lediye meclisinin ilk toplantısında gündeme alınarak değerlendirilir”. Bunun yanında “ilgili” STÖ ifadesi de STÖ’lerin görev ve faaliyet alanları açısından net olmayan bir ölçüt yaratmaktadır. Ne yazık ki bir STÖ’nün faaliyet alanını tanımlayabilmek her zaman mümkün olmamaktadır. “Örneğin insan hakları alanında faaliyet yürüten bir STÖ’nün faaliyet alanı yerinden yönetim organlarının görev alanına giren her konuya temas edebilecektir.” (Ayata, Karan; 2014: 95) Merkezi yönetimde katılımı düzenleyen mevzuata benzer olarak yukarı da bahsi geçen üç kanunda da STÖ’ler karar alma süreçlerine davet edilmelerine rağmen, kanunların hiçbiri sivil toplum katılımını yasal yollarla mecbur kılmamıştır. Buna ek olarak ilgili yasalarda hangi STÖ’nün hangi karar alma mekanizmasına dâhil olacağına dair da hiçbir standart bulunmamaktadır. Uygulamada Ortaya Çıkan Engeller Türkiye’de sivil toplum- kamu diyaloğunu düzenleyen mevzuat STÖ’leri katılıma davet etmesine rağmen katılımı zorunlu kılmadığı için STÖ’lerin uluslararası standartların gerektirdiği düzeyde eşitlikçi, sürdürülebilir ve herkes tarafından erişilebilir mekanizmalar aracılığıyla siyasi karar alma süreçlerine katılımı ne yazık ki mümkün olmamaktadır. Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı’nın (TÜSEV) ana yürütücülerinden biri olduğu ve 2011 yılından bu yana devam eden “Türkiye’de Sivil Toplumun Geliştirilmesi ve Sivil Toplum Kamu İşbirliğinin Güçlendirilmesi” kapsamında üretilen Sivil Toplum Kuruluşları ile Kamu Sektörü İlişkileri: Sorunlar- Beklentiler (2013) Belgesi Türkiye’de sivil toplum-kamu diyaloğu çerçevesinde yaşanan sorunları dört ana başlık altında incelemektedir. Bu başlıklar: yasal mevzuata dair sorunlar; algı, yaklaşım ve tutumdan kaynaklanan sorunlar; şeffaflık ve hesap verilebilirliğe dair sorunlar ve son olarak kamu kurumları ve STÖ’lerin kapasitelerine dair sorunlar olarak sıralanmıştır. Yine bu belgeye göre sivil toplum- kamu ilişkilerini düzenleyen yasal çerçeve günümüzün ihtiyaç ve gerekliliklerini karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Standart eksiklikleri belirli sivil toplum aktörlerinin özellikle de hak temelli çalışanların karar alma mekanizmalarından dışlanmalarına ve STÖ’lerin kamu ile ilişkilerinin kişisel bağlantılarla sınırlı kalmasına sebep olmaktadır. Örneklenecek olursa kent konseyleri gibi kanun ile kurulan katılım organlarına dahi seçilen STÖ’lerin neye göre seçildiğine dair bir standardın bulunmaması bu tip kurulların “seçici muhataplık” sonucu oluşmasına yol açmaktadır. (TUSEV, 2013: 4) Bunun yanında kamu nezdinde STÖ’lere itibar edilmemekte; bu sebeple de kamunun inisiyatifine bırakılan katılım süreçleri çoğu zaman gerçekleşememektedir. (TUSEV, 2013: 4) Kamu kurum ve kuruluşları sivil toplumun itibar algısını ve yürütme kapasitesini geliştirecek yeterli finansal kaynak ayrımında bulunmamaktadır. Ayrılan mevcut kaynağın ise şeffaf ve hesap verilebilir süreçlerin sonucunda dağıtıldığından 60 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bahsetmek ne yazık ki mümkün değildir. Kaynak yetersizliği pek çok STÖ’nün farklı alanlarsa sorunlar yaşamasına sebebiyet vermektedir. Örneğin pek çok STÖ çalışanlarına personel ücreti ödeyememekte ve faaliyetlerini gönüllülük kisvesi altında yürütmeye mecbur kalmaktadır. Bu durum özellikle kamudan gelen danışma talebi olması halinde sorun yaratmaktadır. STÖ’lerin çoğu 30 gün içinde herhangi bir kanuna kapsamlı görüş verebilecek kapasiteye sahip olmadıklarından görüşlerini zamanında bildirememekte ve Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik (2006) kapsamında olumlu görüş vermiş sayılmaktadırlar. (TÜSEV, 2013: 17) 1 Ekim 2009’da Avrupa Konseyi’nin istişare organı olan Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Konseyi tarafından kabul edilen Sivil Toplumun Karar Verme Sürecine Katılımıyla İlgili İyi Uygulama İlkeleri, katılımın en alt düzeyinden en katılımcı düzeye kadar dört kademe üzerinden değerlendirmektedir. Bu kademeler bilgilendirme, danışma, diyalog ve işbirliği olarak kabul edilmektedir. Türkiye’deki durum bu basamaklara göre değerlendirilecek olursa katılımın süreçlerinin genelde bilgilendirme ve danışma aşamasında kaldığından diyalog ve işbirliği gibi süreklilik ve denklik gerektiren işbirliği formlarının ise neredeyse hiç bulunmadığından bahsetmek mümkün olacaktır. Nitekim, bilgilendirme ve danışma aşamalarında dahi ciddi sorunlarla karşılaşılmakta kamu kurum ve kuruluşları yine kamuya ait bilgileri şeffaf ve erişilebilir bir şekilde paylaşmamakta; bilgi edinme başvurularına zamanında dönüş yapmamakta; danışma süreçlerine dair hangi STÖ’nün hangi aşamalarda dâhil edildiğine ve verilen görüşlerin alınan karar etki edip etmediğine dair şeffaf ve hesap verebilir davranmamaktadırlar. (TUSEV, 2013: 14) SONUÇ Sonuç olarak Türkiye’deki sivil toplum- kamu ilişkilerini düzenleyen mevzuatın uluslararası standartların gerektirdiği koşullara oranla yetersiz kaldığından bahsetmek mümkündür. Türkiye Avrupa Birliği katılım sürecinde bir ülke olmasına rağmen ilgili mevzuat ne yazık ki STÖ’nin siyasi kararlara katılımını düzenleyen ve katılımın anayasal demokrasinin temel bir parçası olarak görülmesini zorunlu kılan Lizbon Anlaşması’nın gerekliliklerini karşılamaktan çok uzaktadır. Bu bağlamda, sivil toplum-kamu ilişkilerini düzenleyen mevzuat yine sivil toplumun katılımıyla yeniden üretilmeli ve üretilen yeni mevzuat uluslararası standartlarla uyumlu olmalıdır. Mevzuatın yeniden üretilmesi sürecinde farklı sivil toplum aktörlerinin tanınmasına özellikle dikkat edilmeli böylece mevzuatın çeşitlilik gösteren ihtiyaçlara cevap verebilirliği garanti altına alınmalıdır. Bu süreçte hem kamu kurum ve kuruluşları hem de STÖ’ler mevzuata hakim olmalı ve doğru uygulandığına dair gerekli denetim ve izlemeyi yapmalıdırlar. 61 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAYNAKÇA 1. AYATA Gökçe ve KARAN Ulaş. (2014), “Sivil Topluma Aktif Katılım: Uluslararası Standartlar, Ulusal Mevzuattaki Engeller Öneriler, TUSEV, http://www.siviltoplum-kamu.org/usrfiles/files/MevzuatRaporu_TR.pdf 2. Belediye Kanunu. (2004), No:5215, Resmi Gazete, http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5215. html 3. Büyükşehir Belediyesi Kanunu. (2004), No:5216, Resmi Gazete, http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5216.html 4. Council of Europe. (2008) “Code of Good Practice on Civil Participation”, INGO, November 2008 5. European Economic and Social Committe. (2011) Participatory Democracy: A Retrospective Overview of the Story Written by EESC, European Union, Brussel. 6. İl Özel İdaresi Kanunu. (2005), No:5302, Resmi Gazete, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2005/03/20050304-1.htm 7. Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik (2005), No:4821, Resmi Gazete, http://www.mevzuat.gov.tr/MUHEsaslari.aspx 8. TUSEV. (2013), “Sivil Toplum Kuruluşları ile Kamu Sektörü İlişkileri: Sorunlar- Beklentiler”, TUSEV, http://www.siviltoplum-kamu.org/usrfiles/files/Ortakliklar_Belgesi.pdf 62 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER STÖ KANUNVERİCİLİĞİNE VE MEVCUT SİYASETE BAKIŞ Aydın KARİMOV Bağımsız Bilimsel-Pratik Hukuk Merkezi @ aydin_k@mail.ru STÖ’lerin idare etme ve karar kabul etme meselesinde rolünün kuvvetlendirilmesi, bu sahada becerilerinin artırılması maksadı ile “ Azerbaycan’da mevcut STÖ kanunlarına ve siyasete bakış” konusunda araştırma yapılmıştır. Araştırma zamanı ülkede mevcut olan STÖ kanunlarının hukuki altyapısı, STÖ’lerin tecrübesi, uluslararası teşkilatların bu sahada elde ettiği hukuki kaznım normlar ve standartlar, böylece de dış ülkelerin tecrübesi etraflı öğrenilmiş, mukayeseli analiz yapılmıştır. Araştırma zamanı analiz – mukayese, teorik iddiaların ve tecrübenin birikimi, kanunların öğrenilmesi, müzakerci vs. metotlardan istifade edilmiştir. Görülmüştür ki, mevcut kanunlar Azerbaycan’da STÖ’lerin faaliyetinin düzenlenmesi için yeteri kadar hukuki kolaylık sağlar. Milli kanunlar esasen, uluslararası normlara ve standartlara yakındır. Azerbaycan Cumhuriyeti cumhurbaşkanının Fermanı ile STÖ’lere Devlet Desteği Konseptinin tasdik edilmesi, STÖ’lere Devlet Desteği Şurasının oluşturulması Azerbaycan STÖ muhitinin müspet istikamette değişmesi için zemin yaratmıştır. STÖ’lere maliye yardımı gösteren İlmin İnkişafına yardım Fondu, Gençler Fondu, KİV’lere Devlet Desteği Fondu vs faaliyet gösterir. Devlet organları ile STÖ’ler arasında işbirliği formaları mevcuttur. Hususi ile son devirlerde merkezi icra organları yanında STÖ’lerin iştiraki ile oluşturulan İçtimai Şuraların, Komisyon ve Grupların, Uzman Şuralarının faaliyeti taktire layıktır. STÖ’ler çeşitli program ve planların hayata geçirilmesine celp edilirler. STÖ’lerde formalaşmış uzman potansiyelinden çeşitli sahalarda uzman, eğitimci, görüşmecilik yapanlar vs gibi istifade edilmesi yaygınlaşmaktadır STÖ’lerin Devlet kaydına geçmesi konusunda bazı gelişmeler mevcuttur. Azerbaycan Milli Meclisinin Komitelerinin işine STÖ temsilcilerinin çağrılarak fikirlerinin sorulması süreci başlamıştır. STÖ’lerle KİV-lerin ilişki ve işbirliği genişlenir. Bununla bele, STÖ’lerin faaliyetinin demokratik cemiyetin prensiplerine uyumlu 63 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hale getirilmesi, vatandaş cemiyetinin formalaşması, vatandaşın katılımının kuvvetlendirilmesi, STÖ’lerin işinin daha verimli teşkili için yürürlükte olan olan kanunların gözden geçirilmesine ve yeni normativ gelişmeleri kapsamasına, kabulüne ihtiyaç vardır. Toplantımızın amacına uygun olarak ve zamanı dikkate alarak onlardan bazılarını dikkatinize sunuyorum. PROBLEM: 1. Normativ hukuki sözleşmelerin mezmunu ile faktiki hukuki vaziyet arasında çelişkiler mevcuttur. Azerbaycan Mülki Kanununde ancak esas maksadı menfaat götürmekden ibaret olmayan ve elde edilen menfaati iştirakçileri arasında bölüştürmeyen qeyri-kommersiya hukuki şahıslar hakkında sohbet gittiği halde, diğer kanunlarda “Qeyri-hükümet teşkilatları QHT/STÖ” anlayışı istifade edilir. “Qeyri-hükümet teşkilatları (içtimai birlikler ve fondlar) hakkında” Azerbaycan Kanununda ise aksine, qeyri-kommersiya hukuki şahsi hatırlanmıyor ve öyle gösterilir ki, Qeyri-hükümet teşkilatları anlayışı daha genelleştirici bir ifadedir ve içtimai birlikler ve fondlar da STÖ’lere dahildir. Halbuki, “Qeyri-kommersiya hukuki şahsi” anlayışı qeyri-hükümet teşkilatı anlayışından, öylece de, içtimai birlik anlayışı STÖ anlayışından daha geniştir. TEKLİF: Mülki Mecelle ve diğer kanunlar arasında muğlak ifadeler değil, açık ve sarih ifadeler kullanılarak yanlış anlaşılmalara suiistimallere mahal verilmesini önlemek gerekir. Bu hukuki ve teşkilatı anlamda çok önemlidir ve pratik ehemmiyeti vardır. Vatandaş cemiyetinin gelişmesi, vatandaş iştirakçiliği, içtimai hayatta insanların özünü teşkili ve içtimai faaliyetlerin iktisadi esaslarının genel geçer kurallara oturtulması meselesi oldukça önemlidir. PROBLEM : 2. Azerbaycan’da qeyri-hükümet teşkilatlarının Devlet kaydına geçmesi ile bağlı problemler mevcuttur. Qeydiyyatdan/kayıttan geçmeyen, qeyri-kommersiya hukuki şahsi statüsü almayan STÖ’lerin faaliyeti kanunsuz hesap edilir. STÖ müracaatlarının kayıt altına alınması meselesi bu güne dek bir şekilde kolaylaşması gerekmektedir. Geçici – bu ve ya diğer maksada ulaşmak için oluşturulan STÖ’lere münasebet bir manalı değil. Halbuki, uluslararası tecrübede böyle teşkilatların faaliyeti geniş taktir olunur. Qeydiyyatdan geçmeyen STÖ’lere çok sayılı sınırlamalar engeller tatbik edilir, onların faaliyetine büyük zorluklar çıkarılmaktadır 64 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TEKLİF: STÖ’lerin kayda geçmesi ile bağlı kanunlara uygun maddeler dahil edilmesine ihtiyaç vardır. PROBLEM: 3. STÖ’lerin Devlet kaydına geçmesi meselesinde engeller yaratılır. Gereksiz ve temelsiz iddialarla büyük engeller çıkarılmaktadır. Bunun bir sebebi memurların STÖ-lerin mahiyetini, demokratik cemiyette yerini bilmemesi ile alakalı olsa da, diğer sebebi ise bu yönde açıklayıcı, kuşatıcı, mükemmel kanunların olmamasıdır. Adliye Bakanlığının STÖ’lerin kaydına geçmesi için çeşitli organlardan destek mektubu getirmeyi talep etmesi hukuki bakımdan kanunsuz olmakla beraber STÖ felsefesine ve içtimai nezaret anlayışına aykırıdır. Bu, STÖ’leri çeşitli icra organlarına bağımlı hale getirmektedir. Adliye Bakanlığının bürokratları qeydiyyat/kayıt için müracaat eden STÖlerin müracaat senetlerine yapılacak işlemler hakkında bilgi verirken her defasında farklı bir engel gösterilmektedir. Kanuna göre bu tür müracaatların bir standardı olmalı ve bu prosedür kişiye kuruma göre değişmemelidir. TEKLİF: Kanunlarda STÖ’leri qeydiyyata almaktan kanunsuz ve esassız imtina etmeye ve ya onların faaliyetine kanunsuz engel yaratmağa göre inzibati sorumluluğun açıklanmasına ihtiyaç vardır. Bakanlığın bürokratları keyfi davranmamalıdır. PROBLEM: 4. STÖ’lerin müracaatta ödemesi gereken harçlarının vatandaşların ödediği harçlardan farklı olması STÖ’lerin hukuki statü almasının önünde büyük bir problemdir.. Bu harçların ayı seviyeye indirilmesi STÖ’lere imkan verecek ki, özlerinin hukuki ve faktiki ünvanlarını kolay elde edebilsinler. MQF’nin araştırmasına göre qeydiyyatdan geçmiş 900-den çok STÖ kuruluş senetlerinde gösterilmiş hukuki ünvanda değil, faktiki ünvanları ise qeydiyyat organlarında yokdur. TEKLİF: Taarif Şurasının kommunal harçların ödenilmesi için vatandaşların ödediği meblağ ile STÖ’lerin ödediği meblağı aynı seviyeye çekmesi mantığa uygun hesap edilmelidir. PROBLEM: 5. Azerbaycan Cumhuriyetinde fondların faaliyetini düzenleyen ayrıca kanun yoktur. Mevcut kanunlara göre fondların kaydına geçmesi uzun süren, bürokratik enellerle karşılaşılan ve pahalı bir süreçtir. Fond tesis edenler Nizamname fonduna 65 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 10000 manat ayırmalı, Adliye Bakanlığına Bakü’de müracaat etmeli, 3 ay beklemelidir. Halbuki, Azerbaycan Cumhuriyetinde kommersiya teşkilatları Vergiler Bakanlığının arazi idarelerinde 3-7 gün müddetinde qeydiyyatdan geçebilir. Onlar için Nizamname fondu semboliktir. TEKLİF: STÖ’lerin, o cümleden de fondların kaydına geçmesinin Azerbaycan Adliye Bakanlığının bölgesel şubelerinde hayata geçirilmesi maksada uygundur. Bir çok demokratik ülkelerde STÖ’lerin kayda geçmesi yerli belediye ve ya mahkeme organlarında hayata geçirilir. Kanunlarda fondların kayda geçmesi için Nizamname fondunun 500 manat miktarına indirilmesi doğru olurdu. PROBLEM: 6. AR Nazirler Kabinesinin 25 Şubat 2009 Tarih ve 201 sayılı kararı ile tasdik edilmiş “Qeyri-hükümet teşkilatının yıllık maliye hesabatının forması, mezmunu ve takdim edilmesi Qaydaları”na göre STÖ’ler maliye yılının sonunda yıllık maliye hesabatlarını Nisan ayının 1’inden geç olmamakla Azerbaycan Maliye Bakanlığına takdim etmelidir. Bunu yapmayan STÖ’ler Azerbaycan İnzibati Hatalar Kanununun 247.1 maddesine göre 1 000 manatdan 2 500 manata dek cezalandırılırlar.. Malumdur ki, Azerbaycan Maliye Bakanlığı Devlet bütçesinden maliyeleşen Devlet kurumları ve diğer teşkilatların maliye faaliyetine nezareti hayata geçirir. Devlet bütçesinden maliyeleşmeyen STÖ’lerin Maliye Bakanlığına hesabat vermesi ve bununla alakalı mesuliyet taşıması mantıksız göründüğü kadar de içtimai fikirde STÖ’lere karşı tazyik mekanizması gibi algılanmaktadır. TEKLİF: Maliye hesabatının geciktirilmesine göre Azerbaycan İnzibati Hatalar Kanununun 247.1’nci maddesinde gösterilen cezanın miktarının 50 manata dek indirilmesi efektif nezaret mekanizmasının oluşturulmasına engel olmaz. Devlet bütçesinden maliyeleşmeyen STÖ’lerin Maliye Bakanlığına hesap vermesi tecrübesi çağdaş STÖ anlayışına az uygun gelir. PROBLEM: 7. “Qrant/bağış hakkında” Azerbaycan Kanununa, “Qrant alınmasına (verilmesine) dair mukavelelerin (kararların) qeydiyyata alınması Kaidelerinin tasdik edilmesi hakkında” Azerbaycan cumhurbaşkanının Fermanına göre qrant alan teşkilatlar mukavele imzalandıktan sonra bir ay arzında uygun organlarda qeydiyyata düşmelidir. Aksi hallerde, Azerbaycan İnzibati Hatalar Kanunu 223.1 maddesi ile 1000 manatdan 2500 ma66 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER nata dek ceza olunurlar. Bele kayda geçmenin yapılması demokratik cemiyette içtimai güvenliğin temin olunması için faydalıdır. Ancak qeydiyyat prosedürü, çok sahifelik mukavelelerin tercümesi, noter tasdiki çoklu problem yaradır. Hususiyle, e-mail vasitesi ile senetleştirilen qrant meblağlarının noter tarafından tasdiki mümkün değil. TEKLİF: Qrant kaydına geçmesinin çağdaş ilmi-tekniki imkanlar, İKT seviyesine uygun şekilde gerçekleştirmek, qrant kaydına geçmesi kaidelerinin bozulmasına göre cezaları 30 manata indirmek maksada uygundur. YEKUN: Hayata geçirilen uğurlu faaliyetleri dikkate almakla yanaşı kaydedilmelidir ki, Azerbaycan’da STÖ’lerin Devlet kurumları ile ilişkilerini güçlendirmek, vatandaş cemiyeti enstitülerinin karar kabul etmede iştirakini kolaylaştırmak, onların Devlet programlarında iştirakini temin etmek, Devletin verdiği sosyal siparişleri yerine getirmeye heveslendirmek için mevcut normativ bazada uygun değişiklikler gerçekleştirilmeli, yürürlükte olan kanunların tatbikini iyileştirmek için içtimai nezaret mekanizmaları güçlendirilmelidir. Türk cumhuriyetleri ve topluluklarında mevcut olan anane ve tecrübenin öğrenilmesi, STK kanunlarının unifikasiyası bu sahada geniş imkanlar açabilir. Milli-manevi değerler, çağdaş Devletçilik anlayışı ve modern idareetme STK’ların rolünün artmasını talep ediyor. Bu anlamda Türk cumhuriyetleri STK’larının ilişki ve işbirliği mekanizmasını oluşturmaya ihtiyaç vardır. 67 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER İNSANİ YAŞAM DERNEĞİ Cemil PASLI İnsani Yaşam Derneği @ cmpasli@gmail.com Yönetişim ve STK ların Rolü ve önemi İyi yönetişim, toplumun kritik ihtiyaçlarının giderilmesi bakımından kamusal kaynakların ve sorunların etkin ve etkili yönetimi anlamına gelmektedir.2 İyi yönetişim ve etkin bir kamu sektör yönetimi sosyal değişimin ve başarılı bir ekonominin temel ayağını oluşturur. Özel sektör ve sivil toplum kuruluşları yönetişimin önemli bir yönünü oluştursa da, aslında bu kavram devletin kurumlarını ifade eder. Bu anlamda, bir ülkenin sorunlarının kapsamlı yönetimi bakımından gerekli siyasal ve yönetsel kuralları anlatır. Uluslararası alanda iyi yönetişimin birbirinin üzerine oturabilecek üç temel unsurunun olduğu söylenebilir. Bunlar katılım, sorumluluk ve hakkaniyet şeklinde belirtilebilir.3 Bu üç temel prensibin yanında bunlarla yakından ilgili olmak üzere bütün iyi yönetişim tariflerinde şeffaflık, yolsuzluklarla mücadele, demokrasi ve desantralizasyon gibi unsurlara da yer verilmektedir.4 “Yönetişim” tabirinin siyasal bilimlerin sınırını aşıp günlük kullanıma geçişte ara dönem yaşadığımızı ifade edebilirim. bir kavram. “Yönetme” kelimesini tek taraflı olmaktan çıkartıp, yönetilenlerin de dahil olduğu karşılıklı bir etkileşime konu ediyor. “İyi yönetişim” (good governance) tabiri, yönetilenlerin de paydaş olarak katıldığı, demokratik süreçlerin katkısıyla ortaya çıkan hızlı, ucuz, verimli ve kaliteli kamu hizmetini ifade ediyor. Yönetmek, artık modası geçmiş bir kelime. Kamu hizmeti verenler artık yönetmiyor, toplumun ihtiyaçlarına, onların önceliği ve tercihlerine göre hizmet üretiyorlar. 2 Progress in Good Governance since the Social Summit, (ECA), http://www.un.org/depts/eca/summit/govkenya.htm, s.1-2 3 Ngaire Woods, “Good Governance in International Organization”, Global Governance, Boulder, Jan-Mar. 1999, Vol.5,Iss.1, s.44 4 Ngaire Woods, “Good Governance in International Organization”, Global Governance, Boulder, Jan-Mar. 1999, Vol.5,Iss.1, s.44 69 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Günümüzde uluslar arası organizasyonlar, yaptıkları işlerde sadece üye devletlere karşı değil, sivil toplum örgütlerine, bireylere ve diğer devlet dışı aktörlere karşı da sorumluluğa davet edilmektedirler. Bu açıdan hükümet dışı organizasyonlar (NGO) çok uluslu organizasyonları sorumlulukları bakımından sürekli uyarmaktadırlar. Çok uluslu organizasyonlar onları kuran üyelerine ve devletlerine karşı sorumludurlar. Oysa NGO’lar devletlerin sadece halkın isteklerini taşıyan birer araç olduklarını ve bundan dolayı kurumların asıl sorumluluklarının halka karşı olması gerektiğini ileri sürmektedirler. Bu açıdan sorumlulukların belirlenmesinde NGO’ların etkinliğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Yönetişimin kamu,yerel yönetimlerde etkin bir şeklide sağlanmasında, yönetimde STK’lara imkan ve fırsat verilmesiyle mümkündür. Toplumun örgütlü temsilcilerinden oluşan STK mensupları Kamu ve Yerel Yönetimlerde aktif rol alarak halkın yönetime bizzat katkı vermesini sağlayacaktır. STK’ların yönetimde paya sahip olması bir taraftan hizmet kalitesini artırırken,diğer taraftan halkın memnuniyet ve motivasyonuna olumlu anlamda ciddi katkılar sunacaktır. Bu konuya somut birkaç örnek vermek gerekiyor. 1. Konya İlimizde ihtiyaç olan Amatem’in yapılması konusunda Konya Platformu Derneği’nin hem kararların alınması sürecinde,hem binanın yapılmasının üstlenilmesi şeklinde, hem de şu an dahi kurumun işleyişi konusunda Konya Platformu Derneği aktif olarak yönetime her aşamada olumlu katkılar sunmaktadır.5 2. ASPB Kurumlarında bakılan çocukların aile yanında bakılmasında en önemli modellerden olan ‘Koruyucu Aile’nin Konya İlinde yaygınlaştırılmasında yine Konya Platformu Derneği’nin çalışmalarının gözle görülür katkıları olmuştur.6 3. 3194 sayılı kanunla kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının icra kurulu olan Mütevelli Heyetinde kanunun 7. Maddesinin 2. Fırkasının amir hükmü gereği 2 seçimle gelen sivil üye bulunmak zorundadır.Uygulamada, yönetişimde 2 sivil üyenin katılımının katkısı görülmüş büyükşehirlerde 3. bir kişi belirlenebileceği hükme bağlanmıştır.7 4. Merkezi Konya İlimizde olan ADEF (Aile Dernekleri Federasyonu) ülkemizin en önemli önceliklerinden olan Aile Eğitimleri konusunda Türkiye genelinde 18 eğitimciyle yüzlerce eğitim yapmakta, bu eğitimlere Kamu Görevlileri de destek vermektedir.8 5. Konya’da Kimsev (Kimsesizleri Koruma Vakfı), Konya Büyükşehir Belediyesi ve Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından ortak bir protokolle 2007 yılından bu güne işletilen Kimsev Yetiştirme Yurdu dezavantajlı gruplara verilen en güzel hizmet 5 6 7 8 70 http://www.konyaplatformu.org/default.aspx http://www.konyaplatformu.org/default.aspx http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.3294&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch= http://www.adef.com.tr/2014-etkinlik.php TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER örneklerinden.Dezavatajlı gruplara verilen tüm hizmetlerde mutlaka işe gönlünü koyacak bir STK bulunmalı.9 6. Konya ilinde Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi, Aydınlar Ocağı v.b. gibi tüm STK ların Konya Büyükşehir Belediyesi ile yapılan tüm kültürel etkinlikleri belli prensiplerle ortak yapma kararı neticesi ortay muazzam bir kültür çeşitliliği çıkıyor.Faaliyetler birlikte planlanıp ortak bir bültenle duyuruluyor. 7. İstanbul’da Koruma altındaki çocuklarımızın kaldığı 22 adet Çocuk Evinin Mutlu Yuva Mutlu Aile Derneğince işletilmesi Kamu-STK birlikteliğinin en güzel örneklerindendir.10 8. Hollanda Amsterdam merkezli 1520 yılında kurulmuş Spirit Foundation 0-18 yaş arası dezavantajlı çocuklar ile ilgili 180 farklı paket programla çalışmalar yapan bir STK. Devlet belirli anlaşmalar çerçevesinde çocukları önce Çocuk Polisi vasıtasıyla alıyor ve Spirit v.b. vakıflara yönlendiriyor ve yapılan iş karşılığı ücret ödüyor.11 Bir toprağın, bir coğrafyanın fethedilmesinde, kazanılmasında, orada hâkimiyet kurulmasında kısaca gerçekten “vatan” haline getirilmesinde askeri güçten daha önemlisi gönüllerin fethedilmesi gerekliliğini insanlık tarihi bize defalarca göstermiştir. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında da en büyük pay askeri fetihlerden ziyade “gönüllü hareketler” tarafından yapılmış olan “gönül fetihleri” ne aittir. İslam’ın Anadolu’daki yayılışında - Aşık Paşazade’nin yaptığı dörtlü tasnif “şablon” olarak tarihçiler tarafından kullanılmıştır- dört grup etkili olmuştur. Bunlar: • Gaziyanı Rum, Baciyanı Rum, Ahiyanı Rum, Abdalanı Rumdur.12 Bu dört grup 900’lü yıllardan itibaren Anadolu’ya gelmiş ve birbiriyle kardeşlik, dayanışma duyguları içinde faaliyet göstermişlerdir. Gaziler, Bacılar, Ahiler ve Abdallar Peygamberimizin Hz Ali’ye söylediği hadisi ideal olarak almışlar ve hiçbir zaman hadisin manasını unutmamışlardır. Resulullah Hayber’in fethiyle görevlendirdiği Hz Ali’ye şöyle demişti: “Vallahi senin vesilenle bir kişinin imana, hidayete ermesi, üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır.” Çoğu Türkmen olan bu gaziler Anadolu›daki İslami faaliyetleri «örgütlü davet» şeklinde yürütüyorlar ve bu dört grup birbirleriyle yardımlaşıyor, birbirlerinin eksiğini tamamlıyorlardı. Bunlar sosyal yardımlaşma müesseseleri kuruyor, toplumda yardıma ihtiyacı olan çocuk, yaşlı, borçlu, garip, misafir herkese merhamet kanalları oluşturuyor ve «kimsesiz ve muhtaç» herkese sahip çıkıyorlardı. Anadolu Gazileri yıllar süren davet ve gayri nizamı gazalar sonucu ülfet peyda ettiği Anadolu’nun Rum halkıyla yaşamaya alışmışlardı. Zaten Gazilerin mücadele 9 http://www.belge.com.tr/arc/belgeci/mustafa.php?sayfa=yazi&yno=151 10 https://www.mutluyuva.org/anasayfa 11 http://www.spirit.nl/ 12 Doğuştan Günümüze İslam Tarihi 71 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ettiği asilzadeler, toprak ağaları, tekfurlar ve Bizans yönetimi Anadolu halkını yıllardır sömürerek canlarından bezdirmişlerdi. İşte yıllarca zulümlerden bıkmış ve şefkat ve merhameti unutmuş olan halk bu gönüllü teşekküllerde aradıklarını buluyorlardı. Hiçbir menfaat beklemeden sadece Allah rızası için yapılan bu hizmetler insanların gönlünü fethetmişti. Gaziyan, Ahiyan, Baciyan ve Abdalan hareketi bugünkü tabiriyle birer “gönüllü kuruluş” hüviyetinde idi. Kendisini İslam’a adayan fertlerin disiplinli, inanç, duygu, düşünce ve eylem birliğini bünyelerinde gerçekleştirdikleri cemaat hareketleriydi. Temelini istibdat ve maddi güce dayalı saltanatın değil, sevgiye, inanca dayalı kardeşliğin oluşturduğu bu cemaatlerde faziletlerin tümünü içine alan “fütüvvet” ilkesinin ayrıcalıklı bir yeri vardı. Cömertlik, mertlik, cesaret, kahramanlık, tevazu, hilm, şefkat, hoşgörü, ülfet, muhabbet, meveddet ve fedakârlık gibi tüm faziletleri bünyesinde toplayan “fütüvvet” in tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Tüm İslam topraklarında bir hasbi faziletliler ordusu olarak yaşayan fütüvvet teşkilatlarının Anadolu’daki uzantısı Ahilik olmuştur. Genellikle esnaf, tüccar, zanaatkârlar arasında yaygın bir meslek kuruluşları gibi de çalışan Ahiyanı Rum Gazilerin ekonomik kolu olarak faaliyet gösteriyorlardı. Baciyanı Rum Gazilerin hanımları olup onlarda İslami faaliyetlerini kadınlar arasında sürdürüyorlardı. Gazi, Ahi ve dervişler üçlü bir saç ayağı oluşturmuşlar ve Anadolu fethinin gerçek kahramanları olarak tarihe geçmişlerdir. Öneriler: Bu uygulama misallerini çoğaltmak mümkün.Halkın örgütlü şekli olan STK ların Kamu ve Yerel Yönetimlerin yönetim kademelerinde mutlaka etkin bir şekilde yer almasının yanında , tüm hizmetler için verilen örneklerde olduğu gibi ortak protokollerle hareket edilmeli özellikle insana temas eden hizmetlerin bir ucundan bir STK nın tutması sağlanmalıdır. Yukarıda örneklerini verdiğimiz Kamu-Yerel Yönetim STK ortak çalışmalarının alt yapısı mevzuatla güçlendirilmeli ve teşvik edilmelidir. Belediyelerin kent meclislerini toplanmaları sağlanmalıdır. Kamu ve Yerel Yönetim mümkün olan en kısa zamanda STK ların yapabileceği hizmet alanlarını onlara kaynaklarıyla birlikte terk etmeli kendisi danışmanlık ve denetim yapmalıdır. Göçmen kuşların hizmeti için dahi vakıflar kurmuş bir geleneğin takipçileri olarak her hayırlı işte bir eli kamu ve Yerel Yönetim tutarken diğer eli mutlaka ama mutlaka STK nın tutması konusunda gereken tüm adımlar atılmalıdır. Halka dayanan ve gücünü halktan alan en güzel yönetim sistemi budur. 72 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER İNSANİ YARDIM EĞİTİM VE KÜLTÜR HAYATINDA STK’LAR Mirza ALİÇKOVİC - Nusreta HUDİVİĆ Svetionik, Sırbistan @ svetionik@hotmail.rs İnsani yardım çalışması veya gönüllü çalışma, başkasının iyiliği için çalışan ve bunun karşılığında para almayan bir kişinin yaptığı iştir. En sık rastlanan insani yardım şekli bireysel, insani yardım topluluğun veya insani yardımı yapan bir grubunun bir parçası olarak sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine katılımıdır. İnsani yardım çalışmalarına katılma nedenleri genellikle ahlaki değerleri ile ilgilidir. İnsanlar genel olarak, başkasına yardım etmek için ve bu şekilde kendi toplumunu daha iyi bir toplum haline getirebilmek için bu çalışmalara iştirak ederler. Bu dünyayı ancak; gönüllü çalışmayı özlemiş, hedeflerinin özünde atalarından kalma mirasına sahip çıkma duygusu yatan , o mirası koruma altına alarak ve onun hakiki değerlerini kamuya uygun bir biçimde tanıtan genç insanlarımız değiştirebilir. Korunması lazım olan ve temel teşkil eden, ki o bir milletin kültürü ve toplumsal eğitimidir, halkımızın kültürü bizi sürekli bir şekilde, okul ve toplumsal değerleri içerikli yeniliklere ve ihtiyacımız olan diğer şeylere açık olmamızı, kendi kendimizi eğitmemizi öğretiyor. Bugünkü gençlerinin problemi kendilerinin pasif kalmalarıdır, ki derneklerin çalışmaları gençlere ait fikirlerini kamuda görünür hale getirmek, genç insanların pozitif enerjisini bir araya getirmesiyle, her birine bir röl vermesiyle, çalışmalarını sürdürdükleri ortamlarında kendilerinin faydalı ve sayılmış olduklarını hissettirmek, kültürün koruması için istekle çalışmak, aralarında sosyal mağduru olan ailelerin, özürlü çocukların bulunduğunu, daha çok yeşilliğe, daha çök kültür içerikli olaylara ihtiyacımızın olduğunu hatırlatmak yönünde olmalıdır.... Sivil toplum kuruluşlarındaki insani yardımı çalışmalara, eğitim ve kültürel faaliyetlere etkimiz nasıl olur, bu konuda kendi görüşlerimiz nedir diye, size derneğimizi tanıtarak en iyi şekilde göstereceğim. Svetionik örgütü, 2006 yılında gençlerin yaşam koşullarını iyileştirmek,eğitimli ve yetenekli gençlerin hayata dair başarı göstermeleri için girişimciliklerinin arttırılması, ihtiyaçlarını karşılamak için kuruldu. Amaçlarından biri ihtiyacı olan insanlara yardımcı olmaktır. Faaliyetlerini bölgedeki kültürel ve sosyal etkinlikler kapsamında göstermeyi hedeflemektedir. 73 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER EĞİTİM: Genç üyelerimize düzenli bilgileri paylaşmak ve aktarmak için: Bedava İngilizce kursları, Arap yazısı- harfleri, matematik dersleri oyunculuk ve yaratıcı atölye çalışmaları gerçekleştirmekteyiz, o ilçelerde yaşayan talebeler büyük bir istekle ve tamamen gönüllü olarak çocuklara eğitim veriyorlar. Olgun üyelerimiz için: Matematik kabul sınavlarına hazırlık progamları, Sırpça kurslar, İngilizce kurslar, Türkçe, Almanca ve Arapça dili, yazısı ile Tecvid dersleri verilmektedir. Derslen her yaştan insanlar için farklı bir şekilde sunulmaktadır. Amacımız ücretsiz kurslara, insanlık ve karşılıklı yardımlaşma ile diğer programlarımızın amacına uygun bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaktır. HAYIR/YARDIM Svetionik Sivil Toplum Kuruluşu her ay temel ihtiyaç malzemeleriyle savunmasız ailelere bir dizi paket dağıltılması ve kuban paylaşımı yapmaktadır. Yardıma muhtaç ailelere, aynı zamanda diğer ilçelerden gelen üniversite öğrencilere açık alanda verilen iftar yemeklerin organizasyonu artık bir geleneğimiz olmuştur. Üniversite öğrencileri ve yetim çocukları için verilen bursların sayısını mümkün olduğu kadar artırmaya çalışıyoruz. Filistin ve Somali halkına yardım toplama kampanyalara katılarak Sancak’ ın her tarafından yardım topladık ve türk derneklerin vasıtasıyla gönderdik. Süriye’ den gelen ve Sancak’ ın ilçelerinde yerleştirilen mültecilere yönelik düzenlenen yardım toplama kampanyasına iştirak ettik. KÜLTÜR Kültürel etkinlikler yönünde organizasyonumuzun bölgede bazı önemli noktalara dikkat çekme isteği vardır. ‘ Kalbimde Peygamber ‘ kültürel programı büyük bir ilgi gördü. Son 3 yıldır , bu etkinliğin bir parçası olarak bazı hassas ailelere, vatandaşlarımızın tedavisi için yardım toplanması ayrıca özel ihtiyaçları olan gelişimsel engelli kişiler için hazırlanmış bir bakım ev inşa edilmesi kararlaştırılmıştır. Gençlerin yaratıcılığını desteklemek amacıyla: En iyi şarkı sözleri, en iyi şiir, en iyi görüntü dallarında mütevazi ödüllerle çalışmaya teşvik etmek için çeşitli konularda yarışmalar düzenlenmektedir. Svetionik oyunculuk dersleri ile çocukların kendi becerilerini kattıkları kültürel etkinliklerde temsiller verilmiştir. ÇEVRENİN KORUNMASI Novi Pazar sadece teşvik ettirmeye sürükleyen genç fikirlerle dolu bir şehirdir . Dikkatli gençlerimiz kentimizin daha yeşil bir alana sahip olma ihtiyacı olduğu fikrini saptayarak, Vatandaşlarımıza ‘ BİTKİ YAŞAMI’ adlı proje ile başlayan fide bağışlanması, ağaç dikimleri gibi kampanyalara katılım sağlamaları hususunda çağrıda 74 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bulundular. Bu eyleym başarıyla çevremizin korunması ve iyileştirilmesi öneminin farkındalığını arttırdı. DOSTLUK “Svetionik Kitap Kulübü” eğlence ve dostluk için hem de kültürel etkinliker için bir yer olarak kurduk. Gençlerimizin yeni insanlar, farklı kültür ve gelenkelerle karşılaşmak ve tanıması için ufuklarını genişletmek ve bilgi ve görgülerine bir şey katma açısından yurt içinde ve yurt dışına doğa gezileri ve turlar düzenlemekteyiz. YAYIN Svetionik yayınlanan kitap: Fatih ve Fetih, Doğan lider Recep Tayyip Erdoğan ve Učajluci . Projelerimiz bölgenin insanı yada insanları tarafından finanse edilmektedir . Bu sene için planlarımız: 1. Yetim ve sosyal yardıma muhtaç olan ailelere ait dairelerin tadilat ve onarım çalışmaları. 2. Yetim ve üniversite öğrencilere yönelik iftarların organizasyonu, aynı zamanda en çok mağdur olan ailelere yardım paketlerin dağıtımı. 3. Bizim verdiğimiz diplomaların Türkiye’ de geçerli sayılmak amacıyla, Türkçe öğretimi için akreditasyon belgesine sahip olan enstitülerden biri ile işbirliği sözleşmesinin akdedilmesi. 4. Bazı türk dernekleri ile işbirliği içerisinde düzenli gezileri ve ziyaretleri örganize ederek, bu bölgelerde yaşayan gençlerimizin Türkiye’ deki tarihli yerlerini görme imkanı sağlamak. 5. Çeşitli seminerler, açık oturumlar, tanıtım videosu ve düzenlenecek olan pratik şehir temizlemesi ve çöp toplama eylemleriyle, çevre temizliği ve ekolojinin önemi konusundaki toplumsal bilinci artırmak. 6. En iyi şiir, hikaye, fotoğraf v.b. yarışmaları düzenlemek. 7. Kültür olayların, edebiyat gecelerin, açık masa, konferansların, şiir gecelerin organizasyonları. Yürütmüş olduğumuz faaliyetlerden dolayı islami kimliği ile bilinen bir dernek olduğumuz için, Sırbistan Cumhuriyeti’ nin ve Avrupa Birliği finansman fonlarının kapıları bizim için neredeyse tamamen kapalıdır. Bu yüzden, bu tip ve benzer buluşmaların hepimiz için son derece önemli olduğunu düşünüyoruz, çünkü benzer fikir ve amaçlara sahip dernekler ve bireyler arasında bağlantı kurma, gelecekteki işbirliği tasarlama ve dayanışma firsatı vermektedirler. Görmüş olduğunuz gibi, gençlerden oluşan kuruluşumuz, bir toplumun temelini 75 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER teşkil edecek, muhafaza edilmesi gereken bir insani yardım ve eğitim çalışma anlayışı için bu şekilde mücadele ediyor. Bizim hocamız Dünyaların Efendisidir, salallahu aleyhi ve selem, yol bilgisayarımız Kur’ an dır, ve bu nedenle gelecekteki her çalışmamızı daha da geliştirmek isteriz, insani yardım, eğitim ve kültür faaliyetlerimizle ilgili önümüze çıkacak her sorunu gençliğimizin ve hakikatın yolunda kalmak için kararlı tavırlarımızın sayesinde çözmeye çalışacağız. Daha çok kaliteli insani yardım ve eğitim çalışmaları için verilen mücadelesinin temeli bir topluma ait kültürünün muhafazasıyla yapılır, çünkü atalarımızın mirası bugünkü toplumumuzda bizi yardımseverliği için nasıl bilinçli, aynı zamanda eğitim için nasıl açık ve hazır olmamız gerektiğini öğretiyor, atalarımızın hocası olan Dünyaların Efendisi, salallahu aleyhi ve selem, bizim de hocamızdır, bu toplumun iyiliği adına yapılan çalışma yolundaki yol bilgisayarımız Kur’ an olması gerek, onun için toplumumuzun yaşadığı bu en karanlık fırtınalarda ve krizlerde birbirimize deniz feneri misali ışık tutalım diyorum. 76 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ETİYOPYA’DAKİ İNANÇ TEMELLİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN ROLÜNÜ ETKİLEYEN YENİ TRENDLER 2009 STK BİLDİRİSİNİN ARDINDAN BİR BAKIŞ Abdulqadir MOHAMMED Yıldırım Beyazıt Universitesi Doktora Öğrencisi @ abdulqadir_adem@yahoo.com Mohammed ALI Gazi Üniversitesi, Siyasal ve Sosyal Bilgiler Fakültesi Doktora Öğrencisi @ mamcket@gmail.com ARKA PLAN Diğer birçok Afrika ülkesi gibi, modern sivil toplum kuruluşları Etiyopya’ya, 1930’lar ve devamındaki kuraklık ve doğal afetler zamanlarında inanca dayalı örgütler olarak ülkeye girdi. O günlerde, yerel ve uluslararası kuruluşlar felaketlerden etkilenen insanlara insani yardım götürmek için aktif rol aldı. Ondan bu yana, STKların genel gelişimi rejimleri ve onların STKlara karşı olan politikalarını engellemek üzerine kurulu olmuştur. Son on yılda, Eityopya’daki STK sektörü büyüklük, çeşitlilik, hizmetler ve organizasyonel kapasite anlamında gözle görülür bir büyüme yaşamıştır. 2009’da Yardım Kuruluşları ve Topluluklar Bildirisi’nın yayınlanmasından sonra STK sektöründe yeni bir paradigma değişimi baş göstermiştir. Bildiri, STKların sicil, çalışma ve finansmanına ilişkin farklı değişiklikler getirmiştir. 2009 yasasından sonra getirilen birçok değişiklikten biri inanca dayalı örgütlerin yönetişimindeki değişimdir. Bildiriden sonra, inanca dayalı örgütlerin yönetim ve kontrolü, normal yardım kurum ve kuruluşlarından ziyade daha politik ve güvenlik odaklı bir kurum olan Federal İşler Bakanlığına bırakılmıştır. Hükümetin bu yasayı çıkarmasında hangi potansiyel faktörler etkin olmuştur. Yasa tarafından hangi Sendikalar ve hangi tür faaliyetler oldukça zarar görmüştür, sebebi nedir? Bu çalışma, 2009 bildirisi odağında inanca dayalı örgütlere özel burgu yaparak bunlara ve diğer ilgili konulara bazı açıklamalar getirmeyi amaçlar. Özellikle bildirinin olduğu ilgili dokümanlar, 2009’dan önce ve sonra Etiyopya’da STKlara ilişkin yapılan ana çalışmalar ve yazarların kişisel deneyim ve gözlemleri bu yazının ana bilgi kaynaklarıdır. 77 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Etiyopya’daki STKlar: Tarihi arka plan STKların Etiyopya’daki performansları birbiri ardına gelen hükümetlerin politika, felsefe ve yaklaşımları ile oldukça bozulmuştur. Etiyopya’daki sicil toplumun gelişimi geniş manada üçe ayrılabilir, İmparatorluk dönem, askeri cunta dönemi ve Etiyopya Devrimci Demokratik Cephe’nin yönetimi altındaki dönemdir (EPRDF). 40 yıldan fazla hüküm süren Eylül 1974’te biten İmparator Haileselase dönemi boyunca, STKlar hem sayı hem de faaliyet çeşitliliği olarak oldukça az sayıdaydı. STKların bu sınırlı sayısı bir şekilde kraliyetin yönetim araçlarından olan kiliseye bağlıydı. Bu STKların ve yardım kuruluşlarının asıl amacı kilise dahil emperyal rejim ve onun kurumlarının halk üzerindeki etkisini kolaylaştırmaktı. Onların anti-demokratik ve gelişime karşı oldukları söylenebilir. Aynı trend 1974’te iktidara gelen askeri Dergu rejimi sırasında da devam etti. Sosyalist politik ideolojisine dayalı olarak askeri cunta tüm sivil ve sosyal örgütleri kaldırdı ve yerlerine sivil hükümet yanlısı STKlar kurdu. Emperyal rejimde olduğu gibi, hükümet destekli STK ve Sendikaların görevi sosyalist devrimci rejimin ideoloji ve felsefesini yaymaktı. Durge rejimi esnasında STKlar demokratikleşme veya kalkınmaya ilişkin hiç bir faaliyet göstermemiştir. STKlara ilişkin önemli bir gelişme 1991’de iktidara gelen zorunlu rejim sırasında meydana gelmiştir. İlk başta, hem kalkınma hem de inanca dayalı olarak STKlara daha iyi bir ortam sunuldu ki bu da STKların hem çap hem de sayı olarak büyümesine yol açtı. Ancak, muhalefetin iktidarın peşinden yüksek bir oy oranı aldığı 2005 yerel seçimlerinden sonra STKlara karşı yaklaşım değişmeye başladı. 2009’da Etiyopya’da kabul edilen Yardım Kurum ve Kuruluşları Bildirisi/CSP/ Sendika ve STKların çalışmasını kontrol etmek sınırlandırmak için atılan adımlardan biriydi. Etiyopya’da STKların kalkınma ve demokratikleşmede rolü Standart kalkınma teorileri ulusal kalkınmanın, hükümet, özel sektör ve STKlar dahil diğer devlet dışı aktörlerin aktif katılımını gerektiren uzun ve kapsamlı bir süreç olduğunu söyler. Sendikalar sınırlı kurumsal kapasiteye sahip ve çok kısıtlı yasal çerçevede çalışıyor olsalar da, Etiyopya ve Afrika’daki diğer yerlerde kalkınma demokratikleşme sürecinde önemli birer rol almışlardır. Bu bölümde, Etiyopya’nın kalkınma ve demokratikleşme aktivitelerinde Sendikaların rollerine ışık tutacağız. Yardım Kurum ve Kuruluşları’na (ChSA) göre, 6 Mayıs 2012 itibariyle Kuruma kayıtşı toplam 1770 Sendika bulunmakta olup bunların 105’i Etiyopyalı, 1368’i Etiyopya Merkezli ve 300’ü de Yabancı Kurumlardır. Yerel Sendikalar Etiyopyalı ve Etiyopya merkezli olarak ayrılır. Etiyopya merkezliler kalkınma faaliyetleri ve hizmet ulaştırma ile ilgilenen Etiyopya örgütleridir. Fonlarını dışardan almak için hiçbir kısıtlamaları yok; bütçelerinin tamamını yabancı bağışçılardan alabilirler. Etiyopya toplumları savunma ve inanca dayalı faaliyetlerde bulunanlardandır. Ancak, bu tür kurumlar dışarıdan fon almak için 78 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER oldukça sınırlı şartlara sahiptir; bir yılda bütçelerinin sadece %10’unu yabancılardan alabilirler. Her iki tip kurum da, bu amaçla yapılmış çalışma kılavuzlarının çok sıkı uygulanmasını gerektiren gelir elde etme faaliyetleri ile gelir üretebilirler. Etiyopya’daki Sendika sektörü birçok sektör ve alanın dahil olduğu geniş ve çeşitlidir. Ancak, yaygın bir tema bu faaliyetlerden çıkartılabilir, fakirliği azaltma. Etiyopya’daki STKlar, kapasite artırma, gelişim teşviği, yeni uygun teknolojilerin alınması, toplumun mobilizasyonu ve organizasyonu, sosyal katılımın artırımı, bilinçliliği artırma ve insanları güçlendirme, Kamu Özel Sektör Ortaklığını destekleme, kalkınmaya ilişkin genelgeler oluşturma ve katılımcı politika çerçeve ve süreçlerinin büyütülmesi gibi geniş çaplı kalkınma amaçlarına sahiptir. Yardım Kurum ve Kuruluşları Çalışma Grubu teknik ekibi tarafından yapılan bir çalışmaya göre, Etiyopya’daki Sendikalar, tarım ve kırsal kalkınma, sağlık, eğitim iyi yönetişim/demokratikleşmenin güçlenmesi, kurumsal kapasite geliştirme ve diğer karşılıklı kurumsal meseleler dahil ancak bunlarla sınırlı kalmayan çeşitli kalkınma faaliyetleri ve sektörler üzerinde çalışmaktadır. Sendika sektörünün şu anda Etiyopya’da dahil olduu geniş alan ve sektörlere rağmen, sektörün ulusun büyümesine ve ulusal gelire katkısına ilişkin net bir istatistik mevcut değildir. Dolayısıyla bu STK sektörünün ve sorumlu devlet dairelerinin bu katkıyı net biçimde gösteren bir sistem inşa etmeleri gerekliliğini göstermektedir. Neden yeni bir Mevzuat? Perdenin arkası Hükümet, yerel ve uluslararası örgütler yeni bir bildiri çıkarmak için çelişkili biçimde karşıt gerekçeler sunmaktadır. Hükümet açısından, bildiri elli yıldan fazladır mevcut olan STK mevzuatının daha çalışılabilir bir ortam sunulması için yenilenmesini amaçlamaktadır. Ancak, birçoğu ve özellikle STK toplulukları için, bunlar gerçeklikten uzak ön yazılardır ve hükümetin ülkedeki STK faaliyetlerini kontrol etmesi için bir perde görevi görmektedir. Hükümeti 2009 bildirisini yayınlamak zorunda bırakan potansiyel faktörlere ilişkin farklı açıklamalar arasından, üç muhtemel faktör üzerinde kısaca duracağız. Politik/İdeolojik Sebepler Etiyopya Halkçı Devrimci Demokratik Cephe’nin (EPRDF) 1991’de iktidara gelmesinden bu yana, devrimci demokrasi Etiyopya hükümetinin çekirdek doktrinidir. Devrimci demokrasinin ortaya çıkışı kökünü Marksist Leninist felsefeye dayandırır. EPRDF’nin önde gelen liderlerinden çoğu Marksizm Leninizm felsefesinin birer takipçisidir. İktidara gelmelerinden bu yana, uluslararası, özellikle batılı bağışçılara biraz iyi görünmek için bazı makyajlara rağmen, partinin politik doktrininde herhangi bir değişiklik yapmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, kökü derinlerde olan Marksist politik bir ideoloji ile, hükümetin STK ve diğer devlet dışı aktörlere karşı düşmancıl bir tavır takınması çok da tuhaf değildir. 79 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 2005 seçimi ve sonrası Yasanın sebepleri ve etkileri üzerinde yapılan bazı araştırmalar 2009 STK yasasının yapılma sebeplerinden birinin hükümetin özellikle insan hakları, demokratikleşme ve diğer politik olarak hassas konularda çalışan örgütleri susturmak olduğunu göstermektedir. 2011 yılında Kendra Dupuy tarafından yapılan bir çalışmada, Bildirinin kökeninin 2005 seçimleri ve sonrasından kaynaklandığı sonucu çıkmaktadır. Yasa ayrıca, yabancı fonları kullanan kuruluşların kısıtlanması ile demokratik alanı sınırlandırmak için son 5 yılda hükümet tarafından geçirilen birkaç yasadan biridir. (Dupuy, 2011). Dupuy ayrıca şöyle der: “Mevcut hükümet sivil topluma uzun süredir şüpheli yaklaşsa da, 2005 seçimleri Bildirinin yayınlaması için bir eşik oldu ve Sendikalar arasında oto sansürü artırdı. Yasanın yazılmasına ilişkin bu sebepler, daha önce bu yazıda belirtildiği gibi mevcut akademik ve ikincil edebiyat tarafından da desteklenmektedir. Özellikle Müslüman kurumlara karşı taraflı Politika yönelimleri Bu gerekçe, inanca dayalı örgütlere odaklanan bizim konumuz ile en ilgili olanıdır. 2009 CSO bildirisinden sonra, sektördeki değişimlerden biri de inanca dayalı kuruluşların Federal İşler Bakanlığı bünyesine dahil edilmiş olmasıydı. Yasadan önce tüm STKlar, hem inanca dayalı hem de kalkınmaya yönelik, aynı dairede yer alırdı. Yeni düzenleme inanca dayalı kuruluşların sicil, çalışma ve finansmanına ilişkin farklı bürokratik şişe ağızları getirdi. yeni yönetim düzenlemesinin tüm inanca dayalı kuruluşlar için getirildiği söylense de, pratikte Müslüman Sendikalar en fazla kovuşturmaya baskıya maruz kaldı ve bu da Müslüman Sendikalar hem sayı hem de faaliyet olarak azalmalarına yol açtı. Bu birçok Müslüman Sendika tarafından bilinen bir görüştür ve biz de temeldeki sebebin bu olduğunu biliyoruz. Bu görüş daha sonra birbirini takip eden eylemler ile daha da güçlendi ve birçok Müslüman kuruluşun kapanmasına ve bazı kuruluşların banka hesaplarının dondurulmasına yol açtı. Bu kuruluşlar arasında, Müslüman toplumun sosyal, ekonomik ve dini hayatlarında değişiklik oluşturmak isteyen aktif ve çalışan kuruluşlar vardır. İnanca dayalı kuruluşların özellikle de Müslüman Sendikalarının alanlarının daraltılması, hükümet ve Müslüman toplum arasında sert bir restleşmeye sebep olan 2012’nin ortasında başlayan Etiyopyalı Müslümanların dini işlerine karışmaya başlaması ile daha da ileriye taşındı. Süre gelen krizin sebeplerinden biri hükümetin ülkedeki en eski Müslüman Sendikalardan birini kontrol etmek istemesi ve okul ve kolej gibi iştiraklerine karışmak istemeseydi. Farklı daire bilgileri, kılavuzlar, kamu ilanları, vb’den anlaşıldığı kadarıyla, inanca dayalı kuruluşların hükümetin hoş görmediği ‘potansiyel tehditler’ olarak algılandığı kesindir. Onların federal işler bakanlığına sokul80 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ması ve güvenlik açısından baskıya alınması hükümetin inanca dayalı örgütlere karşı olan tavrı ve yaklaşımını göstermektedir. Bunlar 2009 STK yasasının geçmesine yol açan sebeplerden bazılarıydı. Hükümetin eylemleri, zamanlaması ve temeldeki sebepler bu gerekçeleri desteklemektedir. SONUÇ Bu yazı, Etiyopya’daki sivil toplum kuruluşlarının özellikle de inanca dayalı örgütlerin rolünü etkileyen trendleri göstermeyi hedefler. Etiyopya’daki STK’ların özellikle de insani yardım kuruluşlarının geçmişlerine bakıldığında, bunların çoğunun farklı dini ve inanca dayalı özellikle Hristiyan ve Müslüman kurumlardan ortaya çıktığını görmek mümkündür. Bu insan kuruluşlar refah, rehabilitasyon ve kalkınma faaliyetlerinde önemli roller oynamıştır. İnsanların yaptığı ve doğal kıyımlardan sonra bu rehabilitasyon rolü oldukça önemlidir. Müslüman ve Hristiyan kuruluşlar arasında resmi bir ayrım olmasa da, bürokrasinin Müslüman kuruluşlara karşı oldukça taraflı olduğu kesindir. Yeni kuruluşların kayıtlarında, rapor zamanlarında ve lisansların yenilenmesinde çok sıkı kovuşturma yürütülmektedir. İnanca dayalı özellikle de Müslüman örgütler, yerel ve uluslararası fark etmeksizin, çok sıkı şartlara ve bürokratik engellere takılmakta ve projelerini ve günlük faaliyetlerini gerçekleştirmede zorluklar yaşamaktadır. 81 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KARADAĞ’DA BİR STK: HORİZONTİ Besim CURA HORİZONTİ Derneği @ besim.cura@yahoo.com HORİZONTİ DERNEĞİNİN TANITIMI VE İLLERE GÖRE FAALİYETLERİ: Karadağ multi etnik, kültürel ve dinsel bir yapıya sahip bir ülkedir. Bu yüzden bizim STK “HORIZONTI” nin kuruluş amacı da bu yapıya uygun ve faydalı olmak maksadıyla faaliyetler yapmaktır.Horizonti’nin geniş anlamı “Milletler ve kültürler arası iletişim merkezi’’dir.Daha aşağıda göreceğiniz gibi bizim STK çeşitli projeler yapmaktadır.Bahsetmemiz gereken şudur ki en çok gençlerle ilgileniyoruz.İlk önce müslüman olanlarla kültürümüzü,dinimizi,örf ve adetlerimizi doğru düzgün öğrettikten sonra diğer müslüman olmayanlara da kendimizi tanıtmaya çalışıyoruz.Hepsi bunlar bizim STK mızın gönüllü olarak çalışan üyelerimiz tarafından gerçekleşmektedir.Bu yüzden konumuz olduğu gibi bizim STK Horizonti ve dünyadaki bunun gibi bütün STK’ların milletler ve kültürler arası hoşgürü ve saygının artırılmasına yönelik büyük ve çok önemli bir rölü vardır. HORİZONTİ MERKEZ BİNASI Horizonti derneginin hali hazırda başta Podgoriça’da olmak üzere Karadağ´ın muhtelif şehirlerinde irtibat ofisleri mevcuttur.27,Nisan 2014 kadar Podgorica´daki merkezimiz Karadağ İslam Mesihati bünyesinde Küçük bir birimden oluşmaktaydı. Binamızın küçük ve kullanışsız olması sebebi ile yeni ve bir çok hayri faaliyete ev sahipliği yapabilecek bir merkez inşa etme kararı verilmistir. Podgorica – Tuzi ilçesinde satın alınan arsa ile merkezimizin inşaatina başlanmıştır.Kuveyt beytuz-zekat desteğiyle hızlı bir şekilde merkezimizin inşaatı tamamlandı ve 27 Nisan 2014 açılış töreni düzenlendi . Merkezimiz idare birimi ve bir katı Kız medresesi olarak tasarlanmıstır ve eylül ayında 2014 okullar yeni güz döneminde kız medresesi öğrencileri bu binada derslerini devam edecektir ,diğer faaliyetlerimiz ise bu binanın açılışından beri devam etmektedir. 1. PODGORİCA VE ÇEVRESİ Karadağın başkentidir. Müslümaların oranı yaklaşık %30 civarındadır. Faaliyetlerimiz: a) Konferanslar, seminerler, hanımlara yönelik irsat hizmetleri. 83 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER b) Sosyal etkinlikler, geçlere ailelere ve çocuklara yonelik kurslar ve kamplar. c) İftar etkinlikleri. d) Yeni açılan merkez binamızda kütüphanedeki genelde gençlere ve isteyen herkese okutmalar ve sohbetler. 2. ULÇİN VE ÇEVRESİ Ulcin şehri Karadağ´ın güneyinde adriyatik sahilinde tamamına yakını müslümanlardan oluşan bir şehirdir. Ulcinde bir irtibat ofisimiz mevcuttur. Faaliyetlerimiz: a) Konferanslar, seminerler, hanımlara yonelik irsat hizmetleri. b) Sosyal etkinlikler, geclere ailelere ve cocuklara yonelik kurslar kamplar. c) İftar etkinlikleri. d) Yeni açılan kütüphanedeki genelde gençlere ve isteyen herkese okutmalar ve sohbetler. 3. ROJAYA VE ÇEVRESİ ROJAYA şehri Karadağ´ın kuzeyinde tamamına yakını müslümanlardan oluşan bir şehirdir. Bu şehirde de bir irtibat ofisimiz mevcuttur. Faaliyelerimiz: a) Konferanslar, seminerler, hanimlara yonelik irsat hizmetleri. b) Sosyal etkinlikler, geclere ailelere ve cocuklara yonelik kurslar kamplar c) İftar etkinlikleri d) Yeni açılan bu şehirdeki ofisimiz yanında kütüphanedeki genelde gençlere ve isteyen herkese okutmalar ve sohbetler. 4. Biyelo polye (AKOVA) Biyelo Polye şehri Karadağ´ın kuzeyinde nüfusun yarısına yakını müslümanlardan oluşan bir şehirdir. Faaliyelerimiz: a) Konferanslar, seminerler, hanimlara yonelik irsat hizmetleri. b) Sosyal etkinlikler, geclere ailelere ve cocuklara yonelik kurslar kamplar c) İftar etkinlikleri. d) Yeni açılan kütüphanedeki genelde gençlere ve isteyen herkese okutmalar ve sohbetler. 84 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 5. BAR Ve Çevresi. Bar şehri Karadağ´ın güneyinde bir şehirdir. Müslümanların oranı %30 civarındadır. Bu bölgde bir merkezimiz mevcuttur. Faaliyelerimiz: a) Konferanslar, seminerler, hanimlara yonelik irsat hizmetleri. b) Sosyal etkinlikler, geclere ailelere ve cocuklara yonelik kurslar kamplar c) İftar etkinlikleri. 6. PLAV ve GUSİNYE Bölgesi: Plav - Gusinye şehirleri Karadağ´ın kuzeyinde nüfusun büyük kısımı müslümanlardan oluşan bir şehirdir. a) Konferanslar, seminerler, hanimlara yonelik irsat hizmetleri. b) Sosyal etkinlikler, geclere ailelere ve cocuklara yonelik kurslar kamplar c) İftar etkinlikleri. DİĞER FAALİYETLERİMİZ 1. Balkan ülkelerinde hizmet eden diğer sivil toplum örgütleri ile sürekli irtibat halindeyiz. 2012 yılında Karadağ´da balkan sivil toplum örgütleri ile bir haftalık birinci istişare kampı yapılmıştır. 2013 yılında bugünkü merkez binası inşaatı yüzünden böyle bir organizasyon düzenlenemedi. 2014 eylül ayında Karadağ´da balkan sivil toplum örgütleri ile bir haftalık ikinci istişare kampı yapılacaktır ve böylece her yıll ister yerli ister yabancı sivil toplum örgütlerle böyle organizasyonlar devam edecektir. 2. Yetim kalmış çocuklara ve muhtaç ailelere imkanlar ölçüsünde yardım kampanyaları düzenlenmektedir. 3. Müslüman ülkelerle iletişim ve ortak çalışma gayreklerimiz vardır. 4. Uluslararası sivil toplum örgütlerine akriditeyiz. (Türkiye-Birleşik Arap Emirlikleri-Kuveyt-Suudi Arabistan). Sonuç Bu günlerde Eskişehir’de KAV tarafından düzenlelne uluslararası STK’lar zirvesi aralarında tanışma ve daha ötesi olan işbirliğini sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır.Umarız ki bunun gibi organizasyonlar sadece konferans ve rutin konuşmalar şeklinde kalmayacak, gelecekte STK aralarında iş birliği yapıp,birbirlerinden yeni tecrübeler kazanarak Dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanlara faydalı faaliyetlerde bulunacaklardır. Bu zirvenin sonu son olmamalıdır bir başlangiç olmalıdır. Zirveyi düzenleyen KAV’a ve gösterdikleri çalışmaları ve çabalarından dolayı bütün diğer elemanlarına kalbimizden teşekkürediyoruz. 85 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER GÜVENLİK TANIMLAMASI İÇERİSİNDE DEMOKRASİ ALGISI: ORTA ASYA’DA ÇOĞULCULUK Ragıp Kutay KARACA İstanbul Gelişim Üniversitesi, İİSBF @ rkkaraca@gelisim.edu.tr GİRİŞ Orta Asya ülkelerinin uluslararası alanda etkin olan Batının küresel normlarını kabul etmemesi literatürde sıkça vurgulanan bir konudur. Bu vurgu “klişeleşmiş bir analiz” haline gelmiştir. Klişeleşen bu analizde sorgulanması gereken konu kuruluş aşamasını yeni geçmiş bu ülkelerin Batı benzeri bir demokrasiye acil ihtiyaçlarının olup, olmadığı ya da mevcut konjonktürde bu tip bir demokrasiyle yönetilip, yönetilemeyecekleri olmuştur. Diğer bir sorgu konusu ise Orta Asya ülkelerinin kendi norm ve değerlerini yaratarak, yarattıkları bu normları demokrasiyle buluşturup, buluşturamayacaklarıdır. Ayrıca bölgede yer alan Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin Batı normlarını kabul etmeyen kendilerine ait bir demokrasi yaklaşımına sahip olmaları elbette ki yakın çevrelerindeki Orta Asya ülkeleri için örnek teşkil etmektedir. Bu devletler, devlet yönetimi konusunda bildikleri tek örnek olan komünist yönetim anlayışını uygulamak istememişler ancak tek adam yönetimlerinden de kaçamamışlardır. Bağımsızlık sonrası devlet teşkilinde öncü olan kişilerin genelinin Sovyet bürokrasisinden gelmesi komünist olmasa da Sovyet tarzına yakın bir yönetim anlayışını ortaya çıkarmıştır. İzlenen baskıcı politikalar gelecekte güvenliğin ve istikrarın bozulmasının nedeni haline gelebilecektir. Nitekim dinamik bir genç nüfus varlığı, kaynakların yalnızca liderlerin yanındaki gruplara dağıtılması, işsizlik, her çoğulcu girişimin güvenlik gerekçesiyle önünün kesilmesi, kişisel ve basın özgürlüklerinin kısıtlılığı baharların bu ülkelere de gelebileceğinin göstergeleridir. Çalışma, Orta Asya ülkelerinin “güvenlik” algısı ve bu algı içerisinden daha çoğulcu bir yapının ortaya çıkarılıp, çıkarılamayacağını ortaya koymaya çalışacaktır. 87 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ORTA ASYA’DA GÜVENLİK-ÇOĞULCULUK İLİŞKİSİ Orta Asya’da Güvenlik Algısı Ülkenin yeni yönetimleri uluslararası sistemle bütünleşmelerini sağlayacak politikalar geliştirmek için tek başına işleyebilecek bir ekonomiye, devleti yönetebilecek kurumlara sahip değillerdi. Bu devletler politikalarını belirlerken ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda birbirine bağımlı Sovyet sisteminin zorluklarıyla karşılaşmışlardır. Sovyetlerin 1924 yılından sonra uyguladığı “milletler politikası”, Orta Asya halklarının millet olma sürecini baltalamıştır. (Efegil, 2006, s. 105) Devletler bağımsızlıklarının ilk yıllarında dış politikadaki temel amaçlarını; ekonomik gelişimlerini hızlandırarak bağımsızlıklarını pekiştirmek, ekonomik gelişimlerini hızlandırabilmek ve Rus etkisinden olabildiğince uzaklaşmak için Rusya’yı küresel güçler ile dengelemek ancak bunu yaparken başka bir ağabeyi de ülkeye davet etmemek olarak belirlemişlerdir. Dolayısıyla devlet inşasının en önemli iki çimentosu toprak ve ulusal bütünlüğü korumak güvenliğin temeli olarak karşımıza çıkmıştır. Bu bağlamda Orta Asya Türk Cumhuriyetleri için güvenlik olgusu; bağımsızlık olgusuna zarar verecek ya da mevcut rejimlerin değişmesine neden olacak dış müdahale; rejimlerin ya da yönetimlerin değişmesine neden olabilecek iç karışıklıklar; ülkenin parçalanmasına neden olabilecek ayrılıkçı hareketler şeklinde açıklanabilir. Bu amaçlar doğrultusunda dış politika oluşturmaya çalışırken en önemli engel iç politik çekişmeler ve güç mücadeleleri olmuştur. Devletler, politik üstünlüğü ele geçirmek isteyen elitlerin mücadelelerine sahne olmuş, bu mücadele Tacikistan’da iç savaşa dönüşürken; Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan yöneticileri bu çatışmanın kendi bölgelerine sıçraması ihtimalinden endişe duymuşlardır. (Babak, Vaisman ve Wasserman, 2004, s. 7) Güvenlik-Çoğulculuk İlişkisi Liderlerin demokratik reform, insan haklarına saygı, yolsuzlukla mücadele, ekonomiyi işler bir yapıya kavuşturarak serbest piyasa ekonomisine geçiş ve demokratik, laik bir sistem kurma vaatleri gerçekleşmemiştir. Nitekim 20 yılı aşkın bir süredir Özbekistan’ın başında yer alan İslam Kerimov, iktidarının ilk dönemlerinde, 1995 yılında yazdığı kitapta, Özbekistan için temel amacı “Açık dış politika ve sosyal tabanlı piyasa ekonomisine sahip kuvvetli bir demokratik, laik, hukuk devleti yaratmaktır” şeklinde açıklamaktadır. (Kerimov, 1995, s. 9) Bunun söylemlerin aksine devlet yönetimi otoriter, anayasaya dayalı ancak tek adam ya da bir grup tarafından yönetilen bir siyasi rejime dönüşmüştür. Liderler, devlet mekanizmasını kendilerinin merkezinde yer aldığı ve tüm kontrole sahip olduğu bir sistem olarak görmüş ve bu sisteme destek veren küçük bir azınlığa ekonomik 88 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kaynakları dağıtan ve bu yolla tüm mekanizmayı kontrol altında tutan bir şekle dönüştürmüşlerdir. Demokratik, adil bir sivil toplum yaratma amacı ile özgür basın, özgür muhalefet, özgür seçim, demokrasi gibi kavramlar yalnızca sloganlarda kalmıştır. Liderler, siyasi rakiplerini ortadan kaldırırken, laik sistem adına baskıcı bir yönetim sergilemekten çekinmemişlerdir. (Efegil, 2006, s. 108-109) Orta Asya ülkelerinin güvenlikleri açısından önceliklerini iç işlerine “müdahale edilmemesine” ve devlet “egemenliği”ine saygı gösterilmesine vermiş olmaları; amaç olarak ortaya konulan serbest piyasa ekonomisinden ve Batı tarzı bir demokrasiden uzak durmalarına neden olmuştur. Devletler, bu olguları kendi bütünlüklerine bir tehdit olarak görmüşlerdir. Özellikle eski Sovyet coğrafyasında gerçekleşen “Renkli Devrimler” bu algıyı güçlendirmiş, çoğulculuk unsurları olarak görülen bağımsız hükümet dışı organizasyonlar, bağımsız basın kalıntıları, Batı örgütlerinin bürolarının varlığı birer endişe kaynağına dönüşmüştür. (Silitski, 2010, s. 342) Nitekim Freedom House tarafından yayınlanan medya özgürlüğü indeksinde devletler özgür değil kategorisinde ve 197 devlet içerisinde en son sıralarda yer almışlardır. Şekil 1; Dünyada Basın Özgürlüğü Freedom House, Freedom of The Press 2014, s. 15 Tablo 1; Medya Özgürlüğü Sıralaması Ülkeler Kırgızistan Kazakistan Özbekistan Türkmenistan Rusya Federasyonu Çin Halk Cumhuriyeti Medya Özgürlüğü Sıralaması (197 Ülke İçerisinde) 147 187 195 195 176 183 Freedom House, Freedom of The Press 2014, s. 19-22 89 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kurumsallaşmamış devlet yapıları nedeni ile dış politikada yeni bir aktör olarak siyasi sahneye çıkmanın sıkıntılarını yaşayan yönetimler, iç güvenlik algısını dikkate almak zorunda kalmış; hem devlet egemenliklerini hem de mevcut güçlerini sağlamlaştırmak için adımlar atmışlardır. Rejimler giderek katılaşan bir otoriter yapıya dönüşmüş, karar sürecine etken olabilecek bir elit grubu kalmayacak şekilde muhalif görüş ve hareketler ortadan kaldırılmıştır. Tablo 2 incelendiğinde görülecektir ki Orta Asya Türk Cumhuriyetleri içerisinde sadece Kırgızistan, demokratikleşme adımları atma konusunda gelişme gösterebilmiş ve melez rejim statüsünde görülmüştür. Tablo 2; Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Demokrasi İndeksinde Konumları EIU Demokrasi Endeksi 2012 Kategori Kaynakları Dünya Sırası * Seçim Süreci Toplam ve ÇoğulcuDerece ** luk ** Yönetim İşlevselliği ** Siyasi Katılım ** Siyasi Kültür ** Sivil Özgürlükler ** 5.00 4.38 5.29 Melez (Hibrid) Rejimler Kırgızistan 106 4.69 Rusya 122 3.74 3.92 2.86 5.00 2.50 4.41 Çin 142 3.00 0.00 4.64 3.89 5.00 1.47 Kazakistan 143 2.95 0.50 2.14 3.33 4.38 4.41 Özbekistan 161 1.72 0.08 0.79 2.78 4.38 0.59 Türkmenistan 161 1.72 0.00 0.79 2.22 5.00 0.59 6.58 2.21 Otoriter Rejimler Democracy index 2012, Democracy at a standstill, The Economist Intelligence Unit Report, s. 3-8. * 167 bağımsız devlet ve iki bölge arasındaki sıralamadır. ** Bu kategoride değerlendirmeler 10 üzerinden yapılmıştır. Bu devletlerin, “güvenlik” tanımlamasının merkezine yerleştirdiği “terörizm, aşırıcılık ve ayrılıkçılık” ile mücadele kavramlarının iç tehditlere odaklı olması da üye devletlerin öncelikli olarak rejimlerine yönelik tehditleri bertaraf etmeyi amaçladıklarını göstermektedir. Bir başka ifadeyle liderler, güvenlik algısını öne sürerek, kendi yönetimlerini korumak ve meşrulaştırmak adına, Batı tarzı demokrasinin ülkeleri için uygun olmadığını ispatlamaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda Batı tarzı demokrasilerde mevcut olan çoğulculuk kendini ulusal güvenliğe feda etmek zorunda bırakılmıştır. Devletler içerisinde güvenliğin dar anlamı ile liderlerin statülerinin ve mevcut düzenin devam ettirilmesi olarak algılanması, (Maksutov, 2006) ayrıca bölge ülkelerine iç işleriyle ilgili konuların bahane edilerek müdahale edilmemesi gerekliliği, üye devletlerin hem yönetim hem de yönetime yakın elitlerin ortak fikir birliğine vardığı bir konudur. Bu algı çoğulculuğun liderler etrafındaki gruplar (klan, kabileler) ile sınırlı 90 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kalmasının da bir nedenidir. Liderlere destek veren gruplar devlet yönetiminin tüm alanlarındaki etkinliklerini, ekonomik alanlara taşımışlar ve muazzam servetler edinmişlerdir. Bu gruplar elde ettikleri bu gücü kaybetmemek adına liderlere verdikleri desteği sürekli artırırken, liderlerin yetkilerinin artırılması için her türlü girişimi desteklediler. Sonuçta yetkisiz parlamentolar, fazlasıyla yetkili başkanlar ortaya çıktı. Liderler ise iç politikadaki bu yapıyı ve yapının ortaya çıkardığı anti-demokratik yönetimlerine yönelik dış tenkitlerin karşısına “güvenlik” algısı çıkardılar. Bu ülkeler için bölgesel örnekler iki dev Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Ayrıca bu ülkelerin üye oldukları bölgesel örgütler (Kolektif Güvenlik Antlaşması ve Şangay İş Birliği Örgütü) bu iki büyük gücün liderliğindedir. Tablo 3’de görüldüğü gibi son 6 yılda Rusya ve Çin için demokrasi kavramı gerilere gitmektedir. 167 ülke içerisindeki değerlendirmede en gerilerde yer alan ülkeler için Rusya tek adam rejimi, Çin ise Komünist Partinin egemen olduğu sistemin getirdiği lider örneğini teşkil etmektedir. Örneklerdeki yönetim şekli ülkelerin liderlerini, çevrelerini ve kurdukları rejimleri koruyan bir yapıdadır. Tablo 3; Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Yıllara Göre Demokrasi İndeksindeki Konumları Ülkeler Yıllar 2006 2008 2010 2012 Kırgızistan 111 114 106 106 Kazakistan 120 127 132 143 Özbekistan 160 164 164 161 Türkmenistan 162 165 165 161 Rusya Federasyonu 102 107 107 122 Çin Halk Cumhuriyeti 138 136 136 142 Tablo; The Economist Intelligence Unit “Democracy index” raporlarından derlenmiştir. Liderler ve çevrelerinde var olan veya yarattıkları elitlerin politikalarının dışında yıllarca Sovyet rejimi altında yaşamış halklarda ulus olma bilinci ve demokrasi algısının zayıflığı da diğer bir çoğulculuk sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında bu halklar özgürlüklerini bir mücadelenin sonucunda kazanmamışlardır. Bu durum yönetimi halkın geneline yaymayı liderlerin hedefinden çıkarmayı kolaylaştırmaktadır. Halklar tek lider olgusuna alışmıştır. Bu alışkanlık aynı zamanda belirsizliklerin de habercisidir. Keza bu durum yönetim veraseti sorununu ortaya çıkarmaktadır. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ve Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov 70 yaşının üzerindedirler ve 20 yılı aşkın bir süre liderlik yapmaktadırlar. Bu 91 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER liderlerin arkasından elitler arasındaki mücadeleleri ve kamusal huzursuzlukları önleyebilecek varislerin olmaması hem ülke yönetimlerinin geleceği yönünde kararsızlığı artırmakta hem de daha demokratik yönetim isteklerini ötelemektedir. SONUÇ Sovyetler Birliğinin dağılması sonrası bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki yeni yönetimler belli bir zümrenin değil halkın geneline yayılan bir yönetim kurma amacıyla yola çıkmışlardır. Söz konusu yönetimler demokratik reform, insan haklarına saygı, yolsuzlukla mücadele, özgür basın, serbest piyasa ekonomisine geçiş ve demokratik, laik bir sistem kurma vaatlerini iktidarlarının ilk dönemlerinde temel amaç olarak sunmuşlardır. Orta Asya’nın keskin dönemeçlere sahip jeopolitik yapısı, yönetimlere karşı yapılan her türlü girişimin iç ve dış güvenlik algısı içerisinde değerlendirilmesine neden olmuştur. Bu değerlendirme yönetimleri ve liderleri temel amaç için sundukları tüm demokratik, çoğulcu yönetim yaklaşımından uzaklaştırmış ve fazlasıyla baskıcı hale getirmiştir. Bu izlenen baskıcı politikalar gelecekte güvenliğin ve istikrarın bozulmasının nedeni haline gelebilecektir. Bugün Orta Asya’da Arap ülkelerinde görülen halk hareketlerinin çıkmamasının en temel nedenleri Kişi Başı düşen Gayri Safi Milli Hasılaların Arap halklarına göre çok daha fazla artış gösteriyor olması ve işsizlik oranlarının düşüklüğüdür. Bu ülkeler ülkelerindeki enerji kaynaklarından elde ettikleri gelirin bir kısmını kamu çalışanlarının maaşlarında artışa giderek harcamakta ve böylece kendilerine yönelik bir başkaldırının önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Ancak bu politika bile orta gelir seviyesinde artış yapamamaktadır. Bu durumun genç nüfusun yoğunluğu ile birleşmesi halinde merkezi otoriteye karşı bir başkaldırı beklenmelidir. Nitekim enerji kaynakları yönünden fakir durumdaki Kırgızistan üç kere halk hareketine maruz kalmış bu hareketler Kırgızistan’da daha çoğulcu bir yapının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Mevcut liderler sonrasının belirsizliği de mevcut sistemlerin devamını sağalmaktadır. Keza liderlerin etrafındaki kitle (klan, kabile) nemalandıkları düzenin bozulmasını istememektedir. Dolayısıyla mevcut liderlerden sonra iktidara gelecek yönetimler de ya bu grupların ya da bu gruplara üstünlük sağlayan diğer grupların desteğiyle kazanacaklardır. Yani çoğulcu yönetim tarzı yine oluşmayacaktır. Bunların yanında iktidarlarının ilk yıllarında Atatürk’e atıf yaparak çağdaş dünya ile bütünleşmede Türkiye’yi örnek aldığını beyan eden liderlerin özellikle 11 Eylül 2001 sonrası fazlasıyla Rusya ve Çin’e yaklaşmaları yönetim anlayışlarını netleştirmektedir. Ancak başta örnek aldıkları ülke emperyalistlere karşı savaşarak kurtuluşunu sağlamış ve otoriter bir rejimden çağdaş bir devlet kurmayı başarmıştır. Rusya ve Çin’deki çoğul92 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER culuk bugün için bile tartışılamayacak durumdadır. Bu ülkelerin güvenlik sorunlarını Rusya ve Çin’in sorunlarıyla örtüştürmeleri bu iki gücün yönetim anlayışını kendileri için doğru kılmaktadır. Dolayısıyla güvenlik algılarında değişim olmadan demokratik adımların atılabileceğini ve Batı tarzı bir demokrasiye geçilebileceğini beklemek rasyonel olmayacaktır. Yukarıda bahsettiğim nedenler bölge devletlerinin kısa sürede çoğulcu bir anlayışla demokratikleşeceklerini beklemek yanlış olacaktır. Türkiye’nin bu ülkelerle ırksal, dinsel, tarihsel, kültürel bağlarını kullanarak, bu ülke yönetimlerini daha çoğulcu ve demokratik bir yönetim sergilemeleri konusunda cesaretlendirmesi yararlı olabilecektir. Keza Batıya bu konuda güven duymayan yönetimler Türkiye’nin girişimlerini olumlu karşılayabileceklerdir. KAYNAKÇA BABAK Vladimir, VAİSMAN Demian ve WASSERMAN Arhey (2004), Political Organization in Central Asia and Azerbaijan, Frank Cass Publishers, Londra. EFEGİL Ertan (2006), “Orta Asya’da Otoriter/Anayasal-Patronaj Rejimler ve Bush Yönetiminin Orta Asya Devletleri ile İlişkileri”, Orta Asya ve Kafkasya, (Ed.) Yelda Demirağ ve Cem Karadeli, Palme Yayıncılık, Ankara, ss. 105-126. KARIMOV Islam (1995), Uzbekistan Along the Road of Deepening Economic Reform, Uzbekiston, Taşkent. MAKSUTOV Ruslan (2006), “The Shanghai Cooperation Organization: A Central Asian Perspective”, Stockholm International Peace Research Institute, http://archives.sipri.org/ contents/worldsec/Ruslan.SCO.pdf, (04.03.2014). SILITSKI Vitali, “Survival of the Fittest: Domestic and International Dimensions of the Authoritarian Reaction in the Former Soviet Union Following the Colored Revolutions”, Communist and Post-Communist Studies, 2010, Vol.43, pp. 339-350. FREEDOM HOUSE, Freedom of The Press 2014 THE ECONOMIST INTELLIGENCE UNIT, Democracy index 2006, THE ECONOMIST INTELLIGENCE UNIT, Democracy index 2008, THE ECONOMIST INTELLIGENCE UNIT, Democracy index 2010, Democracy in retreat. THE ECONOMIST INTELLIGENCE UNIT, Democracy index 2012, Democracy at a standstill. 93 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK DÜNYASINDA STK FAALİYETİ OLARAK “TÜRK DÜNYASI SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ” VE “BALKANLARDA SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ Recai COŞKUN - Sevda YAŞAR COŞKUN TDAV - Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı @ coskun@sakarya.edu.tr KONGREDEN DAHA FAZLASI…ARDINA DÜŞMEK… Atalar izinin uzak ve yakın geçmiş zamanlarının hikayelerine karışmak… Ahmet Cevat, Çolpan, Mağgan, Numan Çelebi Cihan, Galiyev olmak… Yücel hareketine karışmak, Balkan muhaciri olmak, Sarı Saltuk’tan Yeseviye yol kurmak, Yıldırım-Timur; Yavuz-İsmail diye adlanmaktır… İki Cengiz’e; Aytmatov ile Dağcı’ya yoldaş olmak… İki kongre hikayesi I-Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimnler Kongresi… Iı- Uluslararası Balkanlarda Sosyal Bilimler Kongresi… Dilimiz Türkçe, kongremiz beynelmilel! İKİ STK: 1- TDAV- Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı 2- TUR-DAY- Turan Eğitim Dayanışma Derneği KONGRELERİN ANLAMI VE GEREKLİLİĞİ Farkedilmek… derin duygular uyandırmaktır… Farketmek… ve tarihe dokunmak! Türkiye’nin sınırlarının nereden başlayıp nerede bitmediğini anlamaktır… Nice yılları “oyunda oynaşta” geçirmiş olduğumuzu görmektir… Turancıların tasavurlarının haklılığına; tahayyüllerinin yüceliğine şahit olmaktır… Türkiye algısına katkı yapmaktır: gidenler…. Ve gitmeyenler… Türk akademisyenlerin akademik düzeyleri hakkında önyargıları kırmaktır (Azerbaycan ve Kırgızistan’da denklik sorunları ve aşılma girişimleri) Akademik dostluklar, kardeşlik köprüleri kurmaktır… 95 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER YARIM KALAN KÖR TOPAL GİRİŞİMLERE KATKI 10 Bin talebe projesi ve hüsran’dan dahi umut… YÖS projesi… Mevlana değişim programı… ilk öneri bizden… “Evliya Çelebi”, yıl 2006 Eksik olan ne? Geri dönenleri takip sistemi… Elde ne var? Ebedi kardeşlikler… Afganistan’da, azerbaycan’da, balkanlar’da önümüzdeki bize el verecek akademisyenler… Türk dünyası üniversitesi- bir üniversite, her yere yerleşke… Ortak kitaplar? TÜRK DÜNYASI DEMİŞKEN… Turan, Türk dünyası, “Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı”, “Türk Konseyi”… Turan şehitlerine cümle rahmet! Türk Dünyasını Türkiye için bir ülküye ve bir jeo-politik gerçekliğe dönüştüren 1910’larda küllerinden doğan, 1918 ve 1923’te iki devlet kuran, 1930’larda aşağılanan, 1940’larda tabutluklara konan, 1950’lerde yasaklanan, 1960’larda sürgün edilen, 1970’lerde kurşunlanan, 1980’lerde idam edilen ve 1990’larda haklı çıkanlara minnet… 96 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VEYA DEMOKRASİNİN TURNUSOL KÂĞIDI Mahmut BOZAN Bartın Üniversitesi @ mbozan@bartin.edu.tr. GİRİŞ Sivil toplum kuruluşu (STK) olarak adlandırılan hükümet dışı organizasyonlar iki önemli değeri sembolize etmektedir. Bunlardan birincisi, halkın örgütlenme hürriyetidir. Eğer bir ülkede sivil toplum rahatça gelişip kendine yer bulabiliyorsa, o ülkede temel hak ve hürriyetlerin kullanılması teminat altında demektir. İkincisi, iktidara talip olmamakla birlikte halkın taleplerini iktidar ve iktidar talibi olan siyasi partilere aktarmada temsilcilik üstlenen kuruluşların varlığı, demokratik rejimin gelişmişlik düzeyini ortaya koyar. Yani temsili demokrasi o ülkede irtifa kazanmış ve katılımcı bir yapıya kavuşmuş demektir. Ancak hükümetlerin kontrol altında tuttuğu, kurdurduğu veya gizli-açık kurguladığı yapılar da yine o ülkede dikte eden rejimlerin varlığını, hürriyetlerin baskı altında tutulduğunu, farklı fikirlere tahammül edilemediğini ve demokrasinin temsili seviyesinin bile o ülkede bulunmadığını gösteren somut deliller olarak kabul edilebilir. Bu açılardan ülkeler bir değerlendirmeye tabi tutulacak olursa, STK’ların varlığı, konumu, yapı ve işleyişleri o ülkelerin demokratik yapılarını ortaya koymada bir turnusol kâğıdı vazifesi görebilir. Bu çalışmanın amacı iktidara talip olmayan, fakat iktidarları yalnız da bırakmayan, toplumun mafsalları mesabesindeki STK’ların siyasi sistemle olan ilişkilerini ve demokratik yapı içindeki önemini ortaya koymaktır. I) SİVİL TOPLUM VEYA HÜKÜMET DIŞI KURULUŞLAR Günümüz politika sahnesinin başoyuncuları siyasal partiler olmakla birlikte, sahne yalnızca başoyunculardan oluşmamaktadır. Sivil toplum örgütleri ve demokratik kitle kuruluşları gibi adlarla tanımlanan toplumsal guruplar giderek daha etkili bir biçimde siyasal hayatı yönlendirmekte, siyasi partileri ve iktidarları daha yoğun bir biçimde etkilemektedirler (Kapani, 1983: 151; Öztekin, 1993: 89). Örgütlü toplum temsili demokrasinin katılımcı bir yapıya dönüşmesinde en temel unsurdur. Örgütlü toplumun siyasi partilerden sonra en önemli aktörleri, 97 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hükümetlerden bağımsız olarak yapılanan STK’lardır. Siyasete ve yönetime katılımda formel ve enformel yollar kullanılabilir. Siyasi partiler katılımın formel şeklini, baskı guruplarıyla katılım ise enformel şeklini oluşturmaktadır (Göksu ve Bilgiç, 2003: 52). STK’lar hakkında değişik açılardan tanım ve tarifler yapılabilir. Dahl sivil toplumu, “farklılıkların temsili bağlamında, modern demokratik devletin ayırıcı özelliği” olarak görürken (1993: 23), Sarıbay, “Üyeleri resmi faaliyetler dışında uğraş veren kendiliğinden ve iradi olarak örgütlenmiş topluluklar” olarak tanımlamaktadır (2001: 120). STK’ları toplumsal dengenin kurulmasına yaptığı katkı açısından önemli gören Yücekök’e göre, vatandaş ile devlet arasındaki alan siyasi partiler, menfaat ve baskı guruplarının ilişki ağı ile şekillenmektedir (1987: 169). STK’lar, kamu kurumlarının dışında ve onların uzantısı olmayan, onlarla herhangi bir organik bağı bulunmayan ve kamu kurumlarının vesayeti altında olmayan ve halk tarafından kurulan organizasyonlardır. Devlet ile bireyler arasındaki ilişkilerde birbirlerinden bağımsız olarak faaliyet gösteren çok sayıdaki dernek, vakıf, sendika, gurup, cemaat ve medya gibi kurumlardan oluşan ve STK olarak adlandırılan vatandaş gurupları, halkın, devlet ve hükümet politikalarını etkilemesini mümkün hale getirir ve devlet kuruluşlarının topluma egemen olmasını önlemeye çalışır (Atar, 1997: 90). STK’lar seçimlere katılmazlar, hükümette görev almazlar, sorumlulukları yoktur; bir parti gibi programları da bulunmaz, adeta sorumsuz hükümet gibidirler (Daver, 1993: 250). STK’ların temel işlevleri konusundaki yaklaşımlar genelde birkaç noktada toplanmakla beraber değişik şekillerde ifade edilmektedir. STK’lar siyasi sistemi etkilemek için siyasal iktidar-bürokrasi ve parlamentoya inandırmak, ilgili birimleri istenilen yönde zorlamak ve karar mercilerini ödüllendirmek veya kazanmak yönünde faaliyetlerde bulunurlar. (Turan, 1976: 138). Hükümet ile halk arasındaki gri alanı dolduran STK’ların devlet organlarını etkileme amacı kadar, hükümetlerin de STK’ları paraleline alma eğilimi bulunmaktadır. Siyasi partilerin hükümet dışı kuruluşları yönlendirme, kendine çekme ve yönetimlerini ele geçirme gayretleri partiye bağlı baskı guruplarını doğurduğu gibi, baskı guruplarına bağlı partileri de netice verebilir (Kışlalı, 1976: 255). Ancak küreselleşme ile birlikte sivil toplumun “hükümet dışı” kalması yetmemektedir. Çünkü küresel ölçekteki etki ve güç odaklarının sivil topluma hulul etmemesi, STK’ların bu güç odaklarının da dışında kalması gerekmektedir. Küresel düzeydeki ilişkiler temel hak ve hürriyetler açısından katkı sağlayacağı gibi, bazı güç merkezlerinin etki alanına girmek veya kullanılmak gibi tehlikeleri de içinde barındırmaktadır (Keyman, 2006: 16). II) SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ Sivil toplum kavramı liberal düşünce açısından katılımcı demokrasiye geçişi ifade ederken, toplumsal yapının alt yapı ile üst yapının bir halitası olduğunu ileri süren Marksist 98 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER teoride ise -tüm alan devlet tarafından kuşatıldığından- kendine yer bulamamaktadır. STK’lar her siyasal sistemde aynı hoşgörü ile karşılanmaz. Sosyalist sistemler baskı guruplarına rekabetçi toplumdaki rolünü vermez, tersine iktidarın verdiği emirleri tabana taşıyan araçlar olarak bir değer atfeder (Yücekök, 1987: 75). Demokratik toplumlarda kolayca örgütlenen ve faaliyet gösteren baskı gurupları otoriter ve totaliter yapılarda o yapının aracı olma ötesinde bir rol oynayamaz veya hiç örgütlenemeyebilirler. Otoriter rejimlerin veya vesayetçi yapıların perde gerisinden yönettiği veya kontrolü altında tuttuğu, kurduğu veya kurdurduğu sivil toplum formatı kullanan “hükümet içi organizasyonlar” demokrasiler için gerçek bir tehlike oluşturmaktadırlar. Bu “pirincin denginde ve rengindeki” taşlar demokratik sistemlerin çarklarını tahrip edebilmektedir. Siyasal kültür baskı guruplarını doğal karşılamaya yatkınsa, baskı guruplarının başarı şansı yüksektir. Siyasal sistemde kurumların zayıflığı, baskı guruplarının etkinliğini arttırabilir. Veya siyasal parti sistemi ve partilerin yapısının baskı gruplarını güçlendirici veya zayıflatıcı etkileri olabilir. Bu sebeple sivil toplum devletin toplumsal, siyasi ve iktisadi hayatın en ince titreşim noktasına kadar hakim olduğu sosyalist ülkelerde değil, devletin temel faaliyet alanlarıyla sınırlı olduğu ve liberal kültürle yaygın biçimde tanışmış olan demokratik toplumlarda gelişebilmektedir (Çaha, 1999; 128). Temsili demokraside iktidar ile halk arasındaki boşluk toplum kesimlerinin taleplerinin dikkate alınmaması gibi ciddi bir boşluk ortaya çıkarır. Toplumun tüm kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği bir ortamda ise toplumsal dengeler yerini bulur. Siyasi sistem demokratikleşmede ileri gittikçe, STK’ların sayı, tür ve çeşitleri artar ve bu artışa paralel olarak da toplumsal taleplerin siyasi iktidarlara yansıtılarak karşılanması ve çıkarların belirli bir noktada uzlaşarak dengelenmesi daha kolay olur. III) TÜRKİYEDE SİVİL TOPLUM PROFİLİ Katılımcı demokrasilerde toplum kolayca örgütlenebilirken, göstermelik demokrasiler ile otoriter rengi ağır basan temsili demokrasilerde toplumun örgütlenmesi ya sınırlandırılmıştır veya etkisizleştirilmiştir veyahut da fırsat buldukça biçilmiştir. Türkiye’de sivil toplumun gelişim seyri demokrasinin gelişimi ile paralellik arz eder. Osmanlı Devleti’nin 1876’da parlamentoyu açması, temsiliyet araçları, siyasi partiler ile birlikte gelişen ve 20. Yüzyılın başlarında çeşitlilik bakımından günümüzü aratmayan fikir ve teşebbüsler, cumhuriyetin ilanından itibaren tek sesliliğe zorlanmış ve kapatılmışlardır. Kemalist elitler, Türkiye’yi modernleştirme girişimlerinde, topluma ne bireysel hak ve özgürlükler açısından yaklaşmış, ne de toplumun bireycilik, çoğulculuk, katılımcılık ve farklılık taleplerini göz önünde bulundurmuşlardır. Sivil toplum açısından bu döneme baktığımızda, sivil toplum fikrinin aşırı derecede zayıf olduğunu görürüz. Bu dönemde, ne toplumsal grupların siyasete katılımlarını artıracak bir sivil toplum gelişi99 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER minden bahsetmek mümkündü, ne de devletten bağımsız ve sivil hak ve özgürlüklerin korunmasını talep edebilecek bir sivil toplum vardı. (Keyman, 2006: 24-26). Oysa sivil toplum hareketinin Osmanlı Devletinde çok güçlü bir vakıf ve lonca ayağı bulunmakta idi. Sivil toplumun önemli bir kolunu teşkil eden vakıflarda cumhuriyetle birlikte gerileme yaşanmıştır. Türkiye’de halen 5.216 vakıf bulunmaktadır (www.vgm. gov.tr). Oysa Medeni Kanunu’nun kabulünden (1926) önceki sayının 35.000’in üzerinde olabileceği belirtilmektedir (Öztürk, 1982). Bu miras korunamamış, kaynak ve artı değer üreten bu vakıflar temsil ettikleri tüm değerler ve yaptıkları hizmetlerle birlikte kaybolmaya yüz tutmuş, yerini büyük oranda vergi muafiyetinden istifade etmek isteyen kuruluşlara terk etmiştir. Türkiye’de dernekler de vakıflara benzer bir kaderi paylaşmıştır. Otoriter rejim dönemlerinde küçülme, hürriyet ve demokrasinin güçlendiği dönemlerde ise büyüme yaşanmıştır. Türkiye’de şu an 100.692 dernek bulunmaktadır (http:// derbis.dernekler.gov.tr). Bu sayı gelişmiş ülkelerle mukayese edildiğinde yetersizdir. Tablo 1’de bazı ülkelerdeki STK sayıları gösterilmiştir. Bu ülkeler içinde Türkiye STK başına düşen kişi sayısı bakımından 717 kişi ile sadece Komünist Çin’i geçebilmiştir. Siyasi rejimi otoriter olan Rusya bile Türkiye’den sayıca öndedir. Tablo 1: Bazı Ülkelerdeki Sivil Toplum Kuruluşu Sayıları Ülkeler Çin ABD Rusya Federasyonu Almanya Türkiye Fransa Kanada İsveç Nüfus 1.359.250.000 312.638.863 143.000.000 80.327.900 76. 000.000 60. 000.000 33.476.688 9.517.000 STK Sayısı 446.000 1.580.436 277.000 580.298 105 908 850 000 165.000 190.000 STK Başına Düşen Kişi Sayısı 3047 198 516 138 717 70 203 47 Kaynak: Dernekler Dairesi Başkanlığı ve diğer ülke verileri derlenerek hazırlanmıştır. SONUÇ Siyasi sistemler gün geçtikte halkın taleplerine göre şekillenmekte, otoriter rejimler yerini demokrasilere bırakmaktadır. Ancak demokrasinin eski sürümü olan temsili tarzı taleplere cevap verememektedir. Katılımcı demokrasi ise yöneten ile yönetilen arasındaki gri alanı sivil toplumun renkleri ile doldurmaktadır. Toplum kesimlerinin taleplerini denge noktasına getiren STK’lar demokrasinin yeni sürümü olan katılımcılığın açık göstergeleridir. Türkiye’de mevcut durum katılımcı demokrasi için iyi bir tablo ortaya koymamakla birlikte, sistem demokratikleştikçe sivil toplumun yapılanmasına yönelik engeller kaldırılacak, gücü ve etki alanı genişleyecek, gelişmiş demokrasilerdeki düzeyine ulaşacaktır. 100 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAYNAKÇA ATAR, Yavuz (1997). “Çağdaş Demokrasinin Siyasal Boyutu: Türkiye’de Demokratikleşme ve Antidemokratikleşme Göstergeleri”, Ankara, Yeni Türkiye, Sayı,17, s.90. GÖKSU, Turkut ve BİLGİÇ, Veysel K. (2003) “Baskı Gurupları ve Karar Mekanizmalarına Etkileri,” Amme İdaresi Dergisi, Cilt, 36, Sayı; 2. S.51-66. ÇAHA, Ömer (1999). “Liberal ve Sosyalist Ülkelerde Sivil Toplum”, Liberal Düşünce, Cilt: 4, Sayı: 16, Güz s. 104-128. DAHL, Robert A. (1993), Demokrasi ve Eleştirileri. (Çev. Levent Köker), Türk Siyasi İlimler. Derneği ve Türk Demokrasi Vakfı Yay., Ankara. s. 23. DAVER, Bülent (1993). Siyaset Bilimine Giriş, Ankara, Siyasal Kitabevi, 5. Baskı. KAPANİ, Münci (1983). Politika Bilimine Giriş, Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, No: 468. KEYMAN, E. Fuat (2006). Türkiye’de Sivil Toplumun Serüveni: İmkânsızlıklar İçinde Bir Vaha, Ankara, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi. KIŞLALI, A. Taner (1987). Siyaset Bilimi, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi. ÖZTEKİN, Ali (1993). Siyaset Bilimine Giriş, Malatya, Yeni Malatya Matbaası. ÖZTÜRK, Nazif (1982). “Sosyal Siyaset Açısından Osmanlı Dönemi Vakıfları” http://www.sosyalsiyaset.net/documents/osmanli_vakiflari.htm. erişim: 20.04.2014. SARIBAY, A.Yaşar (2001). Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, İstanbul, Alfa Basım. TURAN, İlter (1976). Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, İstanbul, Der Yayınları, 2. Baskı. YÜCEKÖK, Ahmet N. (1983). Türkiye’de Parlamentonun Evrimi, Ankara, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları. YÜCEKÖK, Ahmet N. (1987), Siyasetin Toplumsal Tabanı, Ankara, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 565. s.169-175. Dernekler Dairesi Başkanlığı (2013). Uluslararası Sivil Toplum Araştırması, İçişleri Bakanlığı Genel Yayın Numarası: 742. Ankara, s.138. Denekler Dairesi Başkanlığı, http://derbis.dernekler.gov.tr/SSL/istatistik, erişim: 20.04.2014. Vakıflar Genel Müdürlüğü, http://www.vgm.gov.tr/db/dosyalar/ erişim: 20.04.2014. 101 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAMUOYU OLUŞTURMADA VE STRATEJİ GELİŞTİRMEDE DOĞU TÜRKİSTAN VAKFI’NIN ROLÜ VE ÖNEMİ Ömer KUL İstanbul Üniversitesi Türkiyat Arş. Enst. @ kulomer@hotmail.com GİRİŞ “Kamuoyu oluşturmada ve Strateji Geliştirmede Doğu Türkistan Vakfı’nın Rolü ve Önemi” isimli bildirimizde kamuoyunun oluşturulma veya strateji belirleme şekillerinden değil, bunları oluşturmanın faydalarından bahsedeceğiz. Günümüzde artık sivil toplum kuruluşlarının siyasi iradeler üzerinde etkileri hemen her kesim tarafından kabul edilmektedir. Bu bağlamda bugüne kadar kamuoyu oluşturma ve strateji geliştirme doğrultusunda sistemli bir çalışma yapılmamış olan Doğu Türkistan ile alakalı teşkilatlarda kamuoyu oluşturmanın ve strateji belirlemenin amaca giden yoldaki katkılarını ortaya koymaya çalışacağız. Konuyu Doğu Türkistan Vakfı merkezli ele alıp, genel değerlendirmelerde bulunacağız. Öncelikle bir konuda kamuoyundan bahsedebilmek için temel şart, halkın o konu hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamaktır. Bireyler kanaatlerini ya kendi dolaysız gözlemleriyle veya çeşitli araçlardan yararlanarak dolaylı gözlemler yoluyla edinir. Kanaat oluşumunda ikinci yolun daha etkili olduğu genel kabul görmektedir. Bu konuda en etkin rolü ise kitle iletişim araçları oynamaktadır (Noelle-Neumann, 1998, 275, Avşar, 2009, 2). Bu nedenle uluslararası ilişkilerde kamuoyu oluşturma sürecini daha iyi anlayabilmek için kitle iletişim araçlarından istifade edilmesi kaçınılmazdır. Basından hem kamuoyu yaratıcı bir araç ve yaratılmış olan değeri yansıtıcı bir odak merkezi hem de dış politika olaylarına ayna tutan birincil kaynak olarak yararlanılmalıdır. Ayrıca kanaat oluşumunda etkili olan başlıca toplumsal, psikolojik ve çevresel etkenler üzerinde de durulmalıdır. Özellikle dış politika konusunda önemli birer kamuoyu yaratıcı odak olarak aydınlar, diaspora ve siyasal elitler üzerinde durulmalı, etkileri araştırılmalıdır. Bu grupların kamuoyu yaratmadaki etkileri irdelenmelidir. I) KAMUOYU OLUŞTURMA VE STRATEJİ GELİŞTİRME Günümüzde siyasal iktidarlar ve ulusal önderler, kendi halklarının kanaat ve tutumlarına karşı daha fazla duyarlılık göstermekte, onların baskılarına daha açık duruma gelmiş bulunmaktadırlar. Dolayısıyla kamuoyunun kendi dinamikleri içinde 103 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER oluşumu kadar, onun, uygulanan veya uygulanması düşünülen politikalar yönünde oluşturulması da önem kazanmakta ve bir “kamuoyu yaratmak” olgusu ortaya çıkmaktadır. Kamuoyu, iletişim teknolojisindeki gelişmelerin etkisiyle, siyasal iktidarların karar alma sürecinde rol oynayan bir etken, siyaset biliminin üzerinde durduğu önemli konulardan biri olmuştur. Aynı zamanda uygulanan politikalar konusunda yönetilenlerin düşünce ve kanaatlerini ölçmede en etkin araçlardan biri olma niteliği kazanmış, iç politikada olduğu gibi uluslararası politikada da hesaba katılması gereken bir güce kavuşmuştur (Girgin, 2002, 85). Kamuoyunun neyi anlattığı, nasıl oluştuğu veya nasıl yaratıldığı, siyasal kararları nasıl ve ne ölçüde etkilediği, ülkelerin dış politikalarında oynadığı rol, uluslararası ilişkilere etkisi gibi konuları burada teferruatlı bir şekilde ele almayacağız. Özelinde Doğu Türkistan meselesinde kamuoyu oluşturmanın ve strateji geliştirmenin ehemmiyetini anlatacağız. Doğu Türkistan meselesi uzun yıllardır tüm acımasızlığıyla varlığını devam ettirmektedir. Globalleşen dünyada artık mesafeler kısalmış, bilgi akışı hızlanmış durumdadır. Dünyanın herhangi bir noktasında olup biten herhangi bir olay saniyeler içerisinde öğrenilebilmekte ve gerek görüldüğü takdirde müdahale için adımlar atılabilmektedir. Türkiye-Çin arasındaki ilişkiler, uluslararası ilişkiler bağlamında ender görülen bir özelliğe sahiptir. Bu ilişki siyasal iktidarların tutumlarından göreceli de olsa bağımsız, kendine özgü dinamikleri olan bir ilişkidir. Her iki ülkenin iç politikalarını da yakından ilgilendiren bir boyuta sahiptir. İlişkinin böyle bir nitelik kazanmasını sağlayan temel etken ise her iki ülke kamuoylarının tutumlarıdır. Nitekim Doğu Türkistan gibi Çin’in problemli bölgelerinden olan İç Moğolistan sorunu Türkiye’de çok az bilinmektedir. Tibet meselesi ise İç Moğolistan sorununa nispetle daha fazla kamuoyunda yer almaktadır. Bu iki hususun kamuoyunda fazlaca yer almamasının sebebi olarak dini ve ırki bir bağın bulunmaması yanında bu yönde bir kamuoyu oluşturulmamış olması yatmaktadır. Türkiye kamuoyu, Çin’in en önemli problemli bölgesini Doğu Türkistan olarak bilmekte ve buna göre hareket etmektedir. Türk-Çin ilişkilerinde Doğu Türkistan sorununa bakış esas olarak, Doğu Türkistan’ın haklılığı bir ilke olarak ele alınmaktadır. Ayrıca Çin’deki siyasi iradenin bölgenin istikrarına zarar veren bir politika yürüttüğü ifade edilmektedir. Yine Doğu Türkistan’la ilişkiler ele alınırken çoğu zaman Türkiye eleştirilmekte ve ilişkilerde gerekli duyarlılığı göstermediği düşünülmektedir. Aynı zamanda ülke içinde farklı görüşlere sahip kesimler de bulunmaktadır. Ancak bu kesimlerin Türkiye kamuoyunda dışlanmak korkusuyla görüşlerini ifade etmekte zorlandıkları da bilinmektedir. Temel kamuoyu oluşturma odaklarından biri olan Türkiye basınının, Doğu Türkistan’da yaşanan olaylara bakışı her ne kadar faklı fikri yapılara sahip olsa da “kardeşlik 104 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER perspektifi” merkezlidir. Doğu Türkistan meselesi gündeme geldiğinde milliyetçi ve mukaddesatçı kesim siyasi iradeleri daima eleştiri yağmuruna tutmakta ve konuya gerekli hassasiyetin gösterilmediği kanaatini savunmaktadır. “Irk” temelli bakışın altında “Türkçü-Turancı” düşünceler yatarken, insan ve din merkezli bakışın altında “din anlayışı” bulunmaktadır. Burada asıl etkili olan ise “bütün Müslümanlar kardeştir” prensibidir. Örneğin, Filistin meselesinde oluşan kamuoyu bu pencereden değerlendirilmelidir. Son dönemlerde Filistin’de yaşanan en küçük bir olayda, kısa süre zarfında binlerle ifade edilebilecek topluluğun nümayiş edebildiği gözlemlenmektedir. Yine “One Minute” çıkışı dini bağlamda söylenmiş ve kamuoyu burada iktidar partisi lehine kullanılmıştır. Kamuoyu oluşturulurken STK’ların kullanılması yanında idarecilerin kamuoyunu yönlendirmesi de değerlendirilmelidir. II) VAKFIN KAMUOYU OLUŞTURMA VE STRATEJİ GELİŞTİRMENİN DOĞU TÜRKİSTAN DAVASINA KATKILARI Türkiye ile Çin arasında son dönemlerde gelişen siyasi ve ekonomik ilişkiler beraberinde bazı eleştirileri de ortaya çıkarmıştır. Türkiye’den Çin’e yapılan resmî ziyaretler ve akabinde verilen demeçler sosyal medyada eleştiri konusu yapılmaya devam etmektedir. İlişkilerin geliştirilmesini isteyen kesimlerin beyanatları ise “vatan hainliği”ne varacak derecede tepkiye sebep olmuştur. Türkiye kendi ulusal çıkarlarına uygun olduğunu düşündüğü bir dış politika kararını uygulamaya karar verdiğinde bile, bu karar Doğu Türkistan’ın çıkarlarına aykırı görülmesi durumunda kamuoyunun ciddi tepkisi ile karşılanmaktadır. Bilhassa milliyetçi-mukaddesatçı kesim ile bazı siyasi parti ve STK’lar buna karşı set oluşturmaktadırlar. İktidarlar bu engeli aşabilmek için büyük çaba göstermekte, çoğunlukla da uygulanması düşünülen yeni politikadan ödün vermek zorunda kalmaktadır. Gerçek olan sözde de olsa, siyasi iktidar Doğu Türkistan lehine kamuoyunu sakinleştirmeye yönelik adımlar atmakta veya sözler sarf etmektedir. 1998 yılında Türkiye’de 30 numaralı gizli genelgeye kamuoyunun tepkisi ve 2003 yılında bu genelgenin kaldırılması kamuoyu oluşturmanın önemi ile izah edilebilir. Yine 5 Temmuz 2009 tarihinde başlayan ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Urumçi olaylarından sonra Sayın Başbakan’ın “bu bir nevi soykırımdır” demeci buna en bariz örneklerden biridir. Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere Türk kamuoyu siyasi idareyi etkilemiş ve netice elde eden somut bir sonuç alınmıştır. Ulusal alanda yapılan çalışmalarla birlikte konunun dünya kamuoyu tarafından iyi bilinmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Hemen her kesim tarafından kabul gören Doğu Türkistan’ın problemleri: anayasal hakların kullandırılmaması, nüfus planlaması, göç, işçi yerleştirme, Çin içlerine işçi götürülmesi, eğitim ve nükleer denemelerdir. Bu başlıklar altında oluşturulacak her kamuoyu Çin Hükümeti’ni dünya kamuoyu önünde sıkıntıya sokacak bir hal alabilir. Bu bağlamda projeler hazırlanıp, stratejik yol harita105 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ları çıkarılmalıdır. Öncelikle amaca giden yolda göz ardı edilmemesi gereken mevzulardan biri de Çin’de liberal düşüncenin yaygınlaştırılması olmalıdır. Çin’de sosyal bir hukuk devletinin ve liberal anlayışın yerleşmesi için kamuoyu oluşturmak önemli bir yer tutmaktadır. Bu durum beraberinde Çin’de özgürlüklerden yana bir kamuoyunun oluşturulmasını sağlayabilir. Demokratik hak, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve adalet dünya sahnesinde insanların vazgeçemeyecekleri birer değer formunu almıştır. Çin Hükümetlerinin bu değerleri hiçe sayan uygulamalarını içeren siyasal sistemi üzerinde durulmalı ve bu sistem üzerinden politika üretilmesi önemli bir noktadır. Bu ise başta Türkiye kamuoyunda olmak üzere Dünya kamuoyunda da Çin yönetimine karşı bir kamuoyu oluşturmasını sağlayacaktır. Son yıllarda Türkiye’nin Çin açısından stratejik önemi ise kamuoyu oluşturma noktasında üzerinde durulması gereken diğer bir konu olmuştur. Tarihi İpek yolunun hızlı tren hatlarıyla döşenmesi projesi buna örnek verilebilir. Burada Türkiye’nin strateji belirleyememesi de düşünülmeli ve devlet organlarına strateji çalışmaları yapılmasında destek olunmalıdır. Türkiye, Türk ve İslam dünyasında Doğu Türkistan lehine oluşturulacak bir kamuoyu Çin’in dış ticaretinde önemli bir yere sahip Türk-İslam coğrafyasını göz ardı edememesini beraberinde getirecektir. Çin’in dış ticaretinin azalması, kotaların konulması içte huzursuzluğu arttıracak, kaos ortamı problemli bölgelerin bu işten kârlı çıkmasını beraberinde getirecektir. Tabi ki o güne hazırlıklı olacak ekipler yetiştirilmiş olmalıdır. Doğu Türkistan meselesini bilen ve konu hakkında araştırmalar yapan kişilerin yetiştirilmesi büyük önem arz etmektedir. İsa Yusuf Alptekin’in de ifade ettiği gibi “Kutuplarda dahi bir kişi sizden Doğu Türkistan davasını anlatmanızı isterse bütün imkanlarınızı seferber ederek bu isteği yerine getiriniz” prensibi gereğince çalışmalarda bulunulmalıdır. Mesela Vakfımız tarafından oluşturulan bir ekip ile son bir yıl içerisinde pek çok konferans verilmiş veya panel gerçekleştirilmiştir. Diyebilirim ki hemen her hafta farklı bir kurum, kuruluş veya bir sivil toplum teşkilatında toplantılar tertip etmekteyiz. Çeşitli bölgelerde verilen konferanslar sayesinde her geçen gün Türk halkının konuya ilgisinin arttığına şahit olduk. Davayı anlatmak sadece konferanslar aracılığıyla yeterli görülmemektedir. Çağımız bilgi iletişim araçları ve sosyal paylaşım sitelerinin dünyayı birbirine bağlayan yapısıyla yeni bir kamuoyu aracını ortaya çıkarmıştır. Örneğin Facebook/Tweeter/YouTube gibi siteler aracılığıyla paylaşılan yazı, makale veya videolar kaynağını sizin oluşturmanıza rağmen kısa sürede binlerce insana ulaşmaktadır. Özelde yakın çevreyle ilgili bulunan paylaşımlar, yakın çevrenin arkadaşlarına ve onların da arkadaşlarına ulaşabilmektedir. Hatta paylaşımlar ülke genelinden dünya bazına yükselmektedir. Bunun en somut örneğini Fransa, Almanya veya Azerbaycan’a konferanslar vermek üzere davet edilmemizden anlamaktayız. 106 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SONUÇ İslam dünyasında kamuoyu oluşturmanın Doğu Türkistan meselesinin gündemde tutulması adına yapılması gerekenleri anlatmaya çalıştık. Denilebilir ki İslam dünyasında kamuoyu oluşturmanın Doğu Türkistan meselesinde sayısız faydaları yanında en önemli etkisi uluslararası alanda Çin hükümetlerini zor durumda bırakacak olmasıdır. Kamuoyu oluşturulurken merkezine Türkiye’nin konulacağı bir yapı seçilmeli, Türkiye üzerinden hem Türk dünyası hem de Arap dünyası harekete geçirilmelidir. Türkiye merkezli kısıtlı ve sistemsiz bir şekilde yapılan kamuoyu çalışmalarının ne kadar etkili olduğu ortadadır. Sistemli, stratejik ve sonuç almaya yönelik kamuoyu oluşturma çalışmaları netice alıcı sonuçlar ortaya koyacaktır. En kısa zamanda bilimsel desteklerle Türkiye başta olmak üzere Türk-İslam dünyasında istifade edilebilecek birimler kurulmalı veya mevcut Sivil Toplum Kuruluşları harekete geçirilmelidir. KAYNAKÇA GİRGİN, Atilla (2002), Uluslararası İletişim, Haber Ajansları ve A.A., İstanbul. NOELLE-NEUMANN, Elisabeth (1998), Kamuoyu: Suskunluk Sarmalının Keşfi, Çev. Murat Özkök, Ankara AVŞAR, Abdülhamid (2009), “Uluslararası İlişkilerde Kamuoyu Yaratma Süreçleri: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Örneği”, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 107 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİNİN TÜRK DÜNYASI VİZYONU VE BAŞLICA SİVİL TOPLUM FAALİYETLERİ Salih YILMAZ Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi @ salihyilmaz76@yahoo.com GİRİŞ Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye’de en fazla üyeye sahip etkili bir yazar kuruluşudur. TYB, siyaset üstü tavrı, demokratik yapısı ve modern teşkilatlanması ile üyelerinin dışında ülkemizdeki tüm yazar, fikir adamı ve sanatçıların kendilerini ifade edebildikleri bir mesleki kurumdur. 7 Ağustos 1978’de farklı kesimlerden 14 yazar tarafından “Yazarlar Birliği” adıyla kurulmuştur. 1985’te Bakanlar Kurulu kararıyla “Türkiye” adını kullanma hakkını elde etmiş, 1991’de “Kamu Yararına Çalışan Kuruluş” statüsünü kazanmıştır. TYB günümüzde 12 şubesi (Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Kayseri, Trabzon, Erzurum, Gaziantep, Sakarya) 8 temsilciliği ve yaklaşık 2300 yazar üyesi olan bir fikir ve kültür kuruluşudur. TYB’NİN TÜRK DÜNYASI VİZYONU TYB, 1978 yılında kurulduğundan itibaren Türk Dünyasına yakın ilgi göstermeye çalışmıştır. Sovyetler Birliğinin varlığını devam ettirdiği dönemlerde Türk Dünyasından yazarları ağırlamıştır. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasından sonra başta Türkçe Şiir Şölenleri olmak üzere diğer faaliyetlerle Türk Dünyasından yazar ve şairleri buluşturmaya, kaynaştırmaya ve birlikte eserler vermeye teşvik etmiştir. “Vefatının10. Yılında Necip Fazıl Kısakürek” konulu toplantı ile merhum Necip Fazıl’ın yurt dışında anılması ve tanıtılması için gayret göstermiştir. Bu maksatla 1993 Martında Türkistan’da yapılan Türk Ülkeleri Yazarlar Birliği Toplantısında konu gündeme getirilmiş ve büyük şair ve yazarların bütün Türk Dünyasında anılması karar altına alınmıştır. 1993 Eylülünde Kazakistan’ın o dönemki başkenti Almatı’da yapılan 2. Uluslararası Şiir Şöleni’nde bir gün Necip Fazıl’a ayrılmıştır. Büyük ödüllerden birisi de Necip Fazıl adına verilmiştir. TYB’nin girişimleri sonucunda Kazakistan ve Özbekistan’da Necip Fazıl konulu toplantılar düzenlenmiştir. Bu toplantılar sayesinde de Necip Fazıl’ın çok sayıdaki şiiri Kazakça ve Özbekçe başta olmak üzere diğer Türk lehçelerinde neşredilmiştir. 24-26 Ekim 1994 tarihleri arasında TYB tarafından 500. Yılında Fuzuli Uluslararası Sempozyumu düzenlenmiştir. Bu sempozyuma Türkme109 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER nistan, Özbekistan, Azerbaycan, Karakalpakistan, Avusturya, Türkiye, Irak ülkelerden şairler katılmıştır. Yine TYB tarafından “15 Yıl Sonra Şehriyâr’a Selam Anma Günü” toplantısı 30 Eylül 2003’te Ankara’da; Mayıs 1993’te TYB’nin 15. yılı etkinlikleri kapsamında Kazak yazar-şair Magcan Cumabayulı (1893-1993)’nı anma toplantıları; 17 Aralık 2005 tarihinde “Otuz Yıl Sonra Nurettin Topçu (1909-1975) Bilgi Şöleni” düzenlenmiştir. TYB’nin Türk Dünyasına yönelik belli başlı faaliyetleri şöyledir: Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni TYB’nin uluslararası faaliyetleri içinde “Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni” önemli yer tutmaktadır. Şimdiye kadar farklı ülke ve bölgelerde 10 defa şiir şöleni düzenlenmiştir. İlki 1992 yılında Bursa ve Konya’da, 2. Şiir Şöleni 1993’te Kazakistan’ın başkenti Almatı’da, 3.Şiir Şöleni 1994’te Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta, 4. Şiir Şöleni 1996’da Girne’de, 5. Şiir Şöleni 2003’te Strazburg’ta, 6. Şiir Şöleni 2005’te Kırım Akmescit (Simferepol)’te, 7. Şiir Şöleni 2008’de Üsküp’te, 8. Şiir Şöleni 2009’da Bakü’de, 9. Şiir Şöleni 2011’de Kosova Prizren’de ve 10. Şiir Şöleni 2013’te Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te gerçekleştirilmiştir. Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni’ne katılan şairlerin eserleri, Türk Dünyası Şiir Güldestesi adı altında neşredilmiştir. Yabancı Kültür ve Edebiyatların Türkiye’de Öğretimi ve Türk Kültürü Sempozyumu 7 Mayıs 1994 tarihinde Ankara’da TYB tarafından gerçekleştirilen sempozyumda Türkçenin, Türk kültürünün ve edebiyatının yabancı kültürler ile olan münasebetleri incelenmiştir. Sempozyum bildirileri kitap halinde basılmıştır. Türkoloji Söyleşileri TYB tarafından Doç. Dr. Salih YILMAZ koordinatörlüğünde yürütülen Türkoloji Söyleşileri 2013 yılında başlamıştır. Her ay Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Topluluklarından misafir bir araştırmacının sunum yaptığı programda, tarih, kültür, sanat, müzik, ekonomi, mitoloji, edebiyat, dil, vd. alanlar konu edilmiştir. Şu ana kadar 12 program yapılan etkinlik bildirilerinin kitaplaştırılma çalışmaları devam etmektedir. Tarihi Roman ve Romanda Tarih Sempozyumu TYB, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve TBMM Milli Saraylar Başkanlığınca müştereken 7-9 Kasım 2013 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı, Sanat Galerisinde düzenlenen sempozyumda Türk Dünyasından başta olmak üzere 32 bildiri sunulmuştur. Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır. TYB Büyükelçileri Ağırlıyor TYB Ülkeler ve Elçiler Programı doğrultusunda Kazakistan, Kosova, Özbekistan, Tacikistan Büyükelçisi misafir edilmiştir. 110 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Türk Dünyası Şehircilik Kurultayı (15-18 Ekim 2012) Trabzon’da düzenlenen “Türk Dünyası Mimarlar, Mühendisler ve Şehir Plancıları Kurultayında TYB üyelerinden Ahmet Fidan “İpek Yolu’ndaki Şehirlerin Etkileşimleri”, Mehmet Doğan “Türk Dünyasında Ortak Edebi Şahsiyetler” konularına değinmişlerdir. TYB’NİN DÜZENLEDİDĞİ KONGRE, SEMPOZYUM VE DİĞER YAYINLAR TYB faaliyetlerini programlarken başta Türk Dünyası olmak üzere Türklerin yaşadığı ve tarihi süreçte münasebette bulunduğu coğrafyaların bütününü dikkate almaktadır. TYB’nin Türklerin tüm tarihi ve kültürel coğrafyası içerisinde yapmış olduğu belli başlı faaliyetler ise şöyledir: On Yıl Sonra Necip Fazıl Kısakürek (İstanbul, 22-28 Mayıs 1993) (Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır.) Uluslararası Mevlana Günleri, (23-27 Mart 2007, Halep/Suriye) ve Gelibolu’da Mevlana Günleri, (Gelibolu, 2-5 Mayıs 2007) (Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır.) 50 Yıl Sonra Yahya Kemal Beyatlı Bilgi Şöleni (Üsküp, 30 Ekim-02 Kasım 2008) (Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır.) Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi TYB’nin ilkini 5-7 Kasım 2010 tarihinde Ankara’da, ikincisi Türkiye’nin tarihî şehirleri içinde kendine mahsus bir yeri olan Mevlana şehri Konya’da 2-4 Ekim 2011’de yapılmıştır. Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır. Ahlak Şurası TYB Nurettin Topçu’nun doğumunun 100. yılı münasebetiyle düzenlediği 1. Türkiye Ahlak Şurası 16 Ocak 2010 tarihinde İstanbul’da; 2. Ahlak Şurası ise 22-24 Kasım’da Konya’da yapılmıştır. Türkiye Yazarlar Birliği Kültür Kervanı TYB’nin 30. kuruluş yılı dolayısıyla 21 Mayıs- 6 Haziran 1998 tarihleri arasında Edirne’den Ardahan’a Kültür Kervanı; TYB’nin kuruluşunun 35. Yılı münasebetiyle de 6-16 Mayıs tarihleri arasında Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı düzenlenmiştir. Kültür Kervanı sunumları TYB tarafından kitaplaştırılmıştır. TYB’nin 35 yıllık Geleneği: İstiklal Marşını Yazıldığı Yerde Okumak TYB kurulduğu yıldan başlamak üzere İstiklal Marşı ve Mehmet Akif ’i Anma Günü Kutlama Kurulu tarafından tespit edilen program gereğince her yıl TYB, Taceddin Dergâhında anma ve kutlama programı düzenlemektedir. 111 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Hatırat Kitapları TYB, ülkemizde yetişen ve TYB ile ülkemizin irfanına hizmeti geçmiş değerleri anmayı ve onlara vefa göstermeyi bir kadirşinaslık görevi addederek anı kitabı çıkarmıştır. Bu kitaplar: Mehmet Akif İnan Kitabı, Erdem Bayazıt Kitabı, Rıfkı Kaymaz Kitabı, Üç Karanfil: Hasan Ali Kasır-Hüseyin Alacatlı-Nazir Akalın. Ahmet Hamdi Tanpınar Günleri (28-29 Ocak 2012), Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır. Anayasanın Dili Sempozyumu (24 Nisan 2012), Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır. Balkan Savaşlarının 100. Yılında Büyük Göç ve Muhaceret Edebiyatı Sempozyumu (Saraybosna, 14-15 Aralık 2012), Sempozyum bildirileri kitaplaştırılmıştır. İstanbul’da Edebiyat Mevsimi İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı desteği ile başlayan ve günümüzde de İstanbul Büyükşehir Belediyesi desteği ile devam eden programda İstanbul’un kültür zenginliği başta olmak üzere sergiler, paneller, açık oturumlar, okur-yazar buluşmaları, şiir akşamları, konserler, sinema ve tiyatro gösterileri düzenlenmektedir. Kızlarağası Mehmed Efendi Medresesinde düzenlenen programlarda ayrıca Türk Tasavvuf Kültürüne Hizmet Ödülü verilmeye başlanmıştır. TYB’NİN DİĞER FAALİYETLERİ TYB, 1978 yılında kurulduğu tarihten itibaren gelişen süreçte tarihi, edebi ve kültürel dünyamızı zenginleştirme gayesiyle süreklilik gösteren faaliyetlerde bulunmuştur. Süreklilik özelliği gösteren bu faaliyetler ve uygulamalar ise şöyledir: Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı Türkiye’nin en muhtevalı kültür ve sanat yıllıklarından birisi olan ve ilki 1984’te yayımlanan Türkiye Kültür ve Sanat yıllığı, bugün 27 cilde ulaşmıştır. Bu haliyle Türkiye Kültür ve Sanat yıllığı, Türkiye’nin yayını devam eden tek yıllığı olma özelliğine sahiptir. Yılın Yazar ve Sanatçıları Değerlendirmesi TYB tarafından 1980’den beri her yıl edebiyatın bütün dalları başta olmak üzere verilen ödüllerle düşünce ve kültür hayatımızın takdir edilmesi gereken değerlerinin kamuoyu tarafından bilinmesine öncülük edilmektedir. TYB ödülleri bugüne kadar 700’e yakın esere verilmiştir. Yazarlığa Hazırlama Seminerleri (Yazar Okulu) TYB’nin, Türkiye’yi ve dünyayı doğru okuyup doğru yazmak için başlattığı Yazar 112 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Okulu, 2000 yılından itibaren her yıl ikişer dönem halinde uygulanmaktadır. Temel Metin Okumaları TYB, dilimizin ve kültürümüzün temel metinlerinin okunması için 1998’de sürekli faaliyetler başlatmıştır. Safahat Okumaları, Çile Okumaları, Beş Şehir Okumaları, Mesnevi Okumaları, Divan-ı Hikmet Okumaları, Nurettin Topçu Okumaları, Felsefe Okumaları, Yakın Tarih Okumaları, Edebiyat Sohbetleri yapılmaktadır. Türkiye Kültür ve Sanat Bülteni TYB hem kendi faaliyetlerini hem de ülkemizin kültür hareketlerini yansıtmak üzere 1 Şubat 1991’den itibaren yılda üç defa kültür ve sanat bülteni yayınlamaktadır. Yazar Kartı TYB üyelerine, hem uluslar arası bir kimlik vermek hem de bazı kolaylıklardan yararlanmalarını sağlamak amacıyla 1999 yılından itibaren “Yazar Kartı” verilmektedir. TYB Vakfı TYB’nin kardeş kuruluşu TYB Vakfı, 15 Şubat 1991’de kurulmuştur. Vakıf, birliğin faaliyetlerini desteklemekte, daha çok eğitim ve yayına yönelik çalışmalar yapmaktadır. Vakıf bünyesinde İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Âkif ’le ilgili faaliyetleri düzenli hale getirmek için Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi kurulmuştur. Merkez, Mehmet Âkif Bilgi Şöleni adı altında 2006-2013 yılları arasında altı adet bilgi şöleni düzenlenmiştir. Bu bilgi şöleninde sunulan bildiriler kitaplaştırılmıştır. TYB, İstiklal Marşının kabulünün 90. Yılında Ankara’da Mehmet Akif Eserleri Kütüphanesini kurmuştur. 2012 yılında Mehmet Akif Ersoy Araştırmalar Merkezi, İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un abidevi eseri Safahat’ı www.mehmetakifarastirmalari.com sitesinde tam metin olarak hizmete sunmuştur. TYB’nin teklifi ile TBMM’nin 4/5/2007 kabul tarihi 5649 kanun numarasıyla 12 Mart İstiklal Marşı günü olmuştur. Ayrıca İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 70. yılı dolayısıyla PTT iki adet pul çıkarmıştır. Yazar Yayınları TYB Vakfı çatısı altında Yazar Yayınları adıyla bir yayınevi kurulmuştur. TYB Akademi Dergisi TYB’nin 35 yıldan fazla zamandır sürdürdüğü faaliyet çeşitliliği içinde 2011 yılından itibaren akademik ve hakemli, bir dergi olan TYB Akademi Dergisi yayın hayatına başlamıştır. TYB tarafından dört ayda bir yayınlanan derginin 10. sayısı yayımlanmıştır. 113 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SONUÇ TYB hem bir meslek kuruluşu hem de sivil toplum örgütü olarak kurulduğu tarihten itibaren başta Türk Dünyasına yönelik faaliyetler olmak üzere tarihi ve kültürel varlıkların korunmasına yönelik faaliyetler ile eğitim, siyaset, sağlık, kişisel gelişim, gençliğin gelişimi, çevre, kültürel şuralar vd. alanlarda faaliyetler yapmış ve yapmaktadır. 1978 yılında bir fikir ve kültür kuruluşu olarak kurulan TYB, Türkiye’nin bugünkü kültürel ve edebî birikimine eserleriyle hayat vermiş birçok yazar ve şair bu kurumun çatısı altında birleşmiştir. Bu kuruluşta, yazarlığı sivil bir anlayış ve inisiyatifle meslek edinmiş kimselerden müteşekkil bir yapılanma mevcut olmakla birlikte farklılığı zenginlik olarak gören bir anlayış da egemendir. 114 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER STK’LAR İSLAM MEDENİYET TASAVVURUNA KATKILARI VE TÜRKİSTANLI KADINLAR Hasan OKTAY KAFKASSAM, Kafkas Stratejik Araştırmalar Merkezi @ info@kafkassam.net Sivil Toplum Örgütleri, STK’lar yapısal işlevleri bakımından genelde batı medeniyetinin özelde ise Hıristiyanlığın İslam coğrafyasında yayılabilmesi amacıyla kurulan misyoner örgütlerinin modernize edilmiş hali olarak kabul edilmektedir. 1 Yöntem olarak kullandıkları eylem ve söylemler bütünlüğü taktik ve stratejilerinin ana gayesi batı medeniyeti ve Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerini yayma üzerinedir. Böyle olunca STK’ların kuruluş gayesi iyi bilinmezse doğacak sorunlar ve sorumluluklar düşman silahıyla aynileşme şeklinde tezahür edebilir. Onun için STK kuram ve mantığını iyi analiz edip, yalnızca yöntem stratejilerini uygulanabilir bir kültür süzgecinden geçirilip hayata kazandırılabilirler. İslam coğrafyasında milli oluşum şeklinde tezahür edebilecek sivil anlamda toplum kuruluşlarına oldukça fazla ihtiyaç vardır. Genelde otoriter eğilim gösteren ve devletçiliğin hakim olduğu İslam coğrafyasında STK formatında çalışabilen kuruluşların milli olmaları sonderece önemlidir. Türkistan İslam medeniyetinin beşiğidir. 2 İslam dini Arabistan’da doğmuş, siyasal çalkantılara iktidar kavgalarıyla her geçen gün yayıldığı coğrafya genişlerken daha ferah bir coğrafya Türkistan’da İslam Medeniyeti dönüşmeye gelişmeye başlamış ve Türkistan’ın devamı olarak İran üzerinden Anadolu’ya gelerek doruk noktasına ulaşmıştır. İslam medeniyet tasavvuru Arap ve Türk üslubu diye iki farklı ana damarı bünyesinde barındıran dünyaya şekil verme iddiasındadır. Bu iddiayı temellendirdiği ana coğrafya Avrasya coğrafyasıdır. Araplarla Afrika›ya açılan medeniyet tasavvuru Türklerle Avrasya ve Avrupa›ya kadar gidebilmiştir. İslam Medeniyet tasavvurunun cihana yayılma stratejisi devletleşmeyi, devletleşme de peşinden medeniyetin hemen hemen bütün sahalarında başyapıtların zirveye çıkmasını sağladı. Devletin siyasal varlığı halkına rahat bir yaşam sunarken bu yaşamın entelektüel birikime, el sanatları ve fikir eserlerinin emsalleriyle kıyaslanamayacak seviyelere çıkmasını sağlamıştır. İslam medeniyeti siyasal hakimiyetin, Müslüman1 Ngo’Iar: Küreselleşmenin Misyonerleri; http://trdocs.org/docs/index-19181.html 2 Zeki Velidi Togan; Bugünkü Türkili Türkistan ve yakın tarihi, İstanbul 1981. 115 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ların hür ve bağımsız yaşadığı topraklarda gelişimini tamamladığını göstermektedir. Bağımsızlığını yitiren Müslüman halkın artık medeniyetin inkişafını devam ettirebilmesi ihtimali her geçen gün azalmaktadır. İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden olan Türkistan Rus işgaline maruz kaldıktan sonra bu topraklarda varlıklarını sürdüren milyonlarca Müslüman müthiş bir baskı ve zulüm altında günlük hayatlarını devam ettirmek zorunda kalmıştır. Bu baskılar ve ahaliyi ayakta tutacak aydın zümrelerin bir bir öldürülmesi, topraklarından sürülmesi medeniyet kodlarının açıktan saldırıya uğramasıyla kriz başlamıştır. Ruslar öncelikle sömürmek sonra da bölgeyi Ruslaştırmak için her fırsatı değerlendirerek Türkistan coğrafyasına hakim olmuşlardır.3 Anadolu coğrafyasında oluşan medeni inkişafın beşiği olarak bilinen Türkistan bu şekilde bir baskı cenderesine alınınca Anadolu-Türkistan bağları geçici bir irtibatsızlık sürecine girerek karşılıklı etkileşim adeta durmuştur. Ruslar bu bağlantıyı 1801’de Tiflis’e girerek başlattıkları Kafkasya harekatı 1828’de imzalanan Türkmençay anlaşmasıyla kesmişler ve böylece İstanbul ile Türkistan’ının karasal irtibatını kopartmıştır.4 İslam Medeniyet tasavvurunun başkenti İstanbul ile o medeniyete beşiklik yapmış Türkistan’ın irtibatının kesilmesi ile birlikte Ruslar Türkistan’ı işgale başlamışlardır.5 Türkistan coğrafyasını İslam dünyasının çok önemli bir parçası olarak ele alındığında Rus işgalinin nasıl bir tahribat yaptığı daha iyi anlaşılır. Önemli bir kültür ve medeniyet merkezinin işgal altında olması o medeniyetin tasavvur ve gelecek planlamasını yapmasında büyük bir engel ortaya çıkarır. Kaldı ki Ruslar bölgeyi işgal etikten sonra bölgede dönüşüm değişim ve bölge dinamiklerini yok etmeye yönelik müthiş bir hamle yapmışlardır. Bu hamleler neticesi Rusların emellerine hizmet edecek bir altyapı planlamasıyla Türkistan coğrafyasındaki halkı medeniyet bağlarıyla olan irtibatını keserek kendi kültürel dairesine devşirmek istemiştir. Bu baskı ve yıldırma hamleleri Türkistan coğrafyasında yaşayan ve İslam medeniyetinin önemli bir unsuru olan halkı içine kapatmış, direnebilmek için kapanan halk medeniyetinin kültürel kodlarını sessizce devam ettirerek o kodların yaşamasını o kodlarla yaşayarak ortaya koymuştur. İşte bu noktada baskı ve yıldırma harekatıyla Türkistan coğrafyasında hayat süren halkın erkekleri ölüm cezaları, sürgün işkence baskı ve zulümle yıldırılırken medeniyetin kodlarını Türkistanlı kadınlar nesilden nesile sözlü olarak aktarmışlar, medeniyeti yaşanır kılmışlardır. Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un babası Törökul Aytmatov’un başından geçenler ve babasının öldürülmesinden sonra annesinin verdiği hayat mücadelesi bir medeniyet ateşinin nesilden nesile nasıl aktarıldığına iyi bir örnektir. 6 1938 yılında tek suçları vatanı sevmek ve sıradan insanlar olarak mede3 4 5 6 Baymirza Hayit, Basmacılar, Ankara 1997 Hasan Oktay, Revan Hanlığı, yayınlanmamış doktora tezi, Malatya 1997 Edward Allworth, Central asia, 130 years of Russian Dominance: A Hıstorıcal Owervıew, Durham 1994. Roza Aytmatova, Tarihin ak sayfaları, Cengiz Aytmatovun babasının katledilişinin hazin öyküsü, Erzurum 2011. 116 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER niyetlerini devam ettirmek isteyen 137 aydın hiç bir gerekçe gösterilmeden alelacele kurulan mahkemede 10’ar yıl ceza almalarına rağmen gizlice bir fabrikanın kuyusu kenarında infaz edilerek o kuyuya gömülen cesetler zannedildi ki hiç bir zaman bulunmayacak ve baskı zulüm abad olacak. Oysa bir bekçi bu olayı görür ve bu olayın etkisiyle yıllarca susar ölüm döşeğinde son arzusu olarak kızına bu olayı anlatır kızı Babüra ise artık bu sırrın fazla saklanmasının bir anlamı olmadığına karar vererek olayı her yerde anlatarak olayın resmi makamlara intikal etmesini sağlar. Böylece harekete geçen Kırgız makamlar adı geçen fabrikanın kuyusunda kazı çalışmaları yaparak cesetlere ulaşılır ve bir karanlık tarih aydınlatılır. Türkistanlı kadınların Sovyet döneminde ortak çilesi erkeklerinin baskı ve zulüm altında kendilerini ifade edememeleri evlerinin geçimini sağlayamayacak derecede takibata uğramalarından dolayı bütün işleri tek başlarına yapmak zorunda kalmalarıdır. Bu durum aslında Sovyetlerin İslam dini ve medeniyetini yok etmek için uyguladığı bir metottur. Medeniyetin kültürel kodlarını değiştirerek o toprakları sömüreceğine inanan Sovyet yetkililer uzun yıllar süreceğini hesap ettikleri rejimlerinin yıkılmasının da önünü açmış oldular. Türkistan kadını evinin geçimini sağlarken ilk etapta Sovyet rejiminin etki alanından çıkmaya çalışarak ve kendi geleneksel değerlerini aileye aktararak bu değerlerin nesilden nesile geçmesini sağladı. evde geleneksel örf adetleri Sovyet baskısına rağmen sürdürülmesinin Türkistan coğrafyasının bağımsızlığının temelini atmış oldu. Ailede birey eğitiminin zor şartlarda devam ettirilmesi medeniyetin tüm baskılara rağmen devamını, en azından şartlar oluştuğunda yeniden varolabilmesinin sağlıklı zemini hazırlanmış oluyordu. Azerbaycan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da Türkmenistan’da ve Çin işgali altındaki Uygur bölgesinde İslam medeniyetinin işgal ve baskıcı tutumlara rağmen ailede birey eğitiminin bir neticesi olarak yeniden canlanmasını sağlamıştır. Türkistan coğrafyası Rus işgalinden çıkıp bağımsız devletler kurulunca herkesin merak ettiği bir soru ilk akla gelenler arasındaydı. Baskıcı ve medeniyetin kodlarını değiştirici Sovyet rejiminin yetiştirdiği insan modeli üzerinde bağımsız bir medeniyet tasavvuru gelişebilir miydi. Bu soruya cevap vermek için beklemek gerektiğini söyleyenler baskıcı rejimlerde geleneğin örf ve adetlerin zamanla dumura uğrayacağı, yok olacağı beklentisinden hareket ederek yeni bir insan modelinin ortaya çıkması ve artık kurulan bu devletlerin İslam medeniyet tasavvuru dairesinde olamayacağı beklentisi içerisine girmişlerdi. Müslüman Türkistanlı kadının tüm baskı ve medeniyet kodlarıyla oynayan baskıcı rejimlere rağmen medeniyet tasavvurunun her hangi bir öğesini devam ettirmenin bile ayakta kalmak için önemli bir hareket olduğunun farkında olmadan çocuklarına aktardığı bilgi, tecrübe ve geleneksel davranış biçimleri bağımsızlığın ana unsuru olmuştur. Hatta bağımsızlık sonrası Türkistan devletlerinde beklenenin dışında Sovyet rejiminden normal hayata geçişin bu derece rahat bir süreç izlemesi Türkistanlı kadınların bir başarısı olarak görülmelidir. İlk İslam bilgilerinin bölgeye gelmesiyle başlayan bilginin imana, imanın medeni117 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yete dönüşme süreci Türkistan’da başarıyla tamamlanmış, ve bu süreç devletleşmeye büyük imparatorluklara dönüşmüştü. 7 Düşüncenin medeniyete dönüşmesinde Türkistan İslam medeniyeti açısından son derece verimli topraklardır. Bu topraklarda yaşayan Türkler yüzyıllara yayılan bir medeniyet tasavvurunu hayata geçirirken son 200 yıllık Rus istilası bir kesintiye uğratmış, fakat Türkistanlı kadınların çileli gayretleriyle medeniyet tasavvuru nesilden nesile aktarılarak yaşanır kılınmış ve bağımsızlık sonrası da bu tasavvur yeniden dirilmiştir. Bağımsızlığını ilan eden Türkistan cumhuriyetlerinin gelecekte sağlam temellere oturabilmesi için bu çilekeş kadınların verdiği mücadeleyi yeni bir modele dönüştürerek yeni bir rol-model stratejisiyle İslam Medeniyet tasavvurunda hak ettikleri yeri alacaklardır. İşte sivil milli islami STK’ların anadinamiğini oluşturacak kültürel zemin çileli mücadeleyle ortaya konan bu kazanımların üzerine inşa edilmelidir. STK’lar milli kimlik ve kültürün sağlıklı yaşanabilmesine etki ve katkı sağlamalıdır. 7 Barthold, Moğol İstilasına kadar Türkistan, İstanbul 1980. 118 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SUDAN SEVDASI Mehmet SILAY Yardımeli Derneği @ silaymehmet@hotmail.com Ülkenin asıl adı “Biled-us Sudan” yani “Siyahların ülkesi” dir. Osmanlıya unutulmaz hizmetleriyle Zenci Musa ve Dr. Turabileri yetiştiren kültür iklimi. Çöller, Yüksek platolar, geniş ve verimli ovaların ufuk çizgisine kadar uzandığı, kıtanın en geniş memleketiydi. Daha düne kadar 2.5 milyon kilometre yüzölçümüyle Afrika’nın en büyük ülkesiydi. Ancak 9 Temmuz 2011 tarihinde sömürgeci Haçlılarla Siyonistler Sudanın ayrılmaz bir parçasını “Güney Sudan” adıyla ondan kopardılar. Şimdi Kara Kıtanın en geniş ülkesi olma rekoru Cezair’de. Sudanın güneyi ekvatora yaklaşırken, kuzeyi Büyük Sahra ile kuşatılmıştır. Hıristiyanların azınlık olarak yaşadığı Sudanda halkın kahir ekseriyeti Müslümandır. Kıtayı boydan boya sulayan Nil nehri, Mısır gibi Sudanın’da hayat damarıdır. Güneyde göller bölgesinden- Viktorya gölünden doğan beyaz ve mavi nil nehirleri orta Sudan daki başkent Hartumda birleşirler. Kurban bayramında Yardım Elinin 3 yıl önce açtığı yetimhanedeki yavrularımızla birlikte olmak ve bayramı birlikte yaşamak istedik. Ulusal yayında takip ediyoruz. Bayram öncesi Altmışıncı Cadde yani Şa’r Sittinde büyük bir hükumeti protesto mitingi yapıldı. Güney Sudan ülkeden kopartılınca petrol fiyatı iki misline çıkmış. Çoğu fakir fukaradan oluşan kalabalık, provakatörlerin desteğiyle, ellerinde taş ve sopalarla yürüyüşe geçtiler. Miting kontrolden çıktı. Polis taş yağmuruna tutuldu. Bütün yol kenarlarında reklam panoları ve trafik işıkları kırıldı. Çevre tahribine engel olan güvenlik kuvvetleriyle çatışmaya girdiler. Karambolde 35 kişi hayatını kaybetti. O zaman Türk Dışişleri mecbur olmayanların Sudan’a gitmemesini duyuruyordu. Yakın çevremiz de “can güvenliği olmayan Sudan’a gitmeyin!” diyorlardı. Kararlıydık, umudumuzu hiç yitirmedik. Oysa gösteriler lokal bir olaydı. Gösteriler, Taksimdeki Gezi parkı olaylarının Sudan versiyonuydu. Devlet ağırlığını koydu, olaylar bitti. Bizler de Sudan’a doğru ibadet bilinci içinde yola çıkıyorduk. Uçağa atlıyoruz ve İstanbuldan Hartuma kavuşmamız sadece dört saat sürüyor. Sakin bir gecenin ardından Afrika güneşinin parladığı ilk sabah, çocuklarımızla birlikte kahvaltı salonundaydık. Onları bahçede, sınıflarda ve mescitte yakından tanımaya başladık. Meğer onlar bizi daha çok merak ederlermiş. 119 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER EL MEDRESETUL İSTANBUL Müdürümüz Mersinli Hasan Hafızoğlu görevlilere sesleniyor. “Yalla Tecmeunnes!” -Haydi milleti toplayın! 12 Ekim 2013. Kahvaltıdan sonra Yetimler Külliyesinin Sudanlı Zenci Musa kütüphanesinde toplanıyoruz. Hasan bey bize dönüyor o mülayim ve şefkatli sesiyle: “Arkadaşlar hoş geldiniz, yüreklerinizle geldiniz. Siz Sudan’a Bayramlarınızı Kurban etmeye geldiniz! “ Tanışma toplantımızda hasan beyin konuşması hep böyle bizim için tüm etkileyiciliğiyle sürüyordu. Avluda bağırarak koşuşturan çocuklar bizim ilgi odağımızdı. Bu yavruların hepsi de yetimdi. Kapının alınlığında yalnız erkek çocukların eğitim gördüğü bu Mektebul Eytam’ın adı “El Medresetul İstanbul” idi. Burası bir parasız özel okuldu. Sudan makamlarının da hayranlıkla takip ettikleri, izledikleri bu koca Külliyenin kuruluşu ilk kurban bağışıyla başlamış. yapıldıktan sonra bu mekanı bir kere görenler buradan ilgi ve irtibatlarını kesememişler. İnşaatı sadece 18 ayda bitirilen külliyenin iç donanımı tamamlanmış. Akabe vakfının gönüllüleri, Sudanın bakım ve eğitime muhtaç yetim yavrularını uzak-yakın her köy ve mezradan toplamaya başlamışlar. Yerli Nobyanların gözünde bu hayra her el atan, katkıda bulunan saygın birer kahraman kesildiler. Bu hayrın önderlerinden Avukat Cemil Hocayı yerliler şükranla ve duayla anıyorlar. Çocukların hepsi de baba ve anaları iç savaşta işgalci emperyalist programla katledilen Sudanın sahipsiz yetimleriydi. Ancak bir kısmının anneleri yaşıyordu. Yıllarca Kara Kıtanın en zengin ülkesi olan Sudan’a “Afrika’nın Gıda Sepeti” denirdi. Tüm komşu ülkeleri doyurduğu gibi ihracat da yapardı. Zengin petrol yatakları, altın ve uranyumun tespitiyle sömürgeci Avrupalılar daha zahmetsiz talan etmek için Sudanı parçalayarak yağmalamaya karar verdiler. Üç yil önce Güneyden bir parça kopardılar. Yetmedi Darfuru da önce terörize ederek Sudandan koparmak istiyorlar. Yetimhanemizde çok sayıda darfurdan, arkalarında akbabaların beklediği çocuklar var. Medresetul İstanbul bir özel okuldur. Yalnız sahipsiz yetimeri yetiştiren, koruyan ücretsiz bir ilim yuvası. Yegane desteğini de Anadolu Müslümanlarından alıyor. Bazen layüs’el konuşanlar oluyor “Yahu Türkiyede yetim yok mu da dışarıda yetimhane kurma zahmeti niye?” Var, memleketimizde de yetim evlatlarımız var. Hamdolsun onlar Çocuk Esirgeme kurumlarından Sevgi Evlerine kadar Devletin koruması altındalar. Bir Müslüman aydın tüm dünya Müslümanlarından sorumludur. Mü’min mü’minin velisidir. Bizi ayakta tutan bu bilinç. Hele yurtdışından Türkiyeye bakıldığında büyük ve güçlü bir devlet olduğumuz görülüyor. Hamdolsun, en fakirimizin bile seviyeli bir hayat standardı var. Komşumu120 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER za verebileceğimiz bir dilim ekmeğimiz, bir bardak çayımız, yürekleri ısıtan bir tebessümümüz var. Avrupa Birliği ve Amerika’nın Sudanı terörist ilan etmesinin ardından gıda ve ekonomik ambargo uygulaması bu Afrika’nın en zengin ülkesini dünyadan tecrit etti. Afrikanın bu en zengin ülkesi bir “YOK” ‘lar ülkesine döndü. Medresetul İstanbul 6-7 yaşından itibaren aldığı yetimlere Sudan Milli eğitimine bağlı okullardan daha yüksek düzeyde eğitim veriyor. Ülke çapında işsizlik ve eğitimsizlik yaygın. Türkiye’den üç kişi. Toplam 40 kişilik bir yönetici, öğretmen ve her kademede 37 Sudanlı yardımcı personel Külliyede hizmet veriyor. Sekiz Mürebbiye-koruyucu anne olarak gece gündüz çocuklarla birlikteler. Ayrıca bir psikolojik danışman çalışıyor. Ayda aldıkları maaş 100 dolar. Cümle kapısında kontrolü sağlayan dört bekçimiz var. İdealist bir eğitimci olan Trabzonlu Kemal Bey gibi Arapça bilen ve aidiyet bilinci olan öğretmenlere Sudanda ihtiyaç var. Bir ay için Sudana gelen Kemal bey dört aydır çalışmaya aşkla devam ediyor. Yalnız bizim yetimler Kemal Bey sayesinde Türkçeyi Karadeniz şivesiyle öğreniyorlar. Benden söylemesi.(!) YETİMHANEDEN GÖZLEMLER Her gün sabaha doğru iki defa ezan okunuyor. Birincisi Teheccüd Ezanı. İkincisi saat 5.30 ‘a doğru sabah namazına davet eden ezan. İmamın arkasında iki uzun saf oluyoruz. Secdeye kapanan çocuk uyuyakalınca yanındaki bir yaş büyük arkadaşı kolundan çekerek onu ikinci rik’ate kaldırıyor. Kendi çocukluğumu ve memlekette torunlarımı hatırlıyorum. Kıyamadığım için onu derin uykusundan uyarıp namaza kaldırmakta ikilem içinde kalışımı hatırlıyorum. Onlar da bazen yetimhanedeki yavrular gibi secdece uyuyuverirlerdi. Sudan’da beslenmede geleneksel gıda kuru bakliyattır. Yani Nohut, Mercimek, Bakla gibi. Biz Türkiye’den gelenler bu alışkanlığa zorunlu olarak bir çeşitlilik getirdik. Tek tip beslenenler tek tip düşünürler. Çeşitli beslenenler farklı düşünürler veya farklı düşünmeye başlarlar. Çoğu kırsaldan ve çölün derinliklerinden gelen çocuklar ayakkabı giymek istemiyorlar. Tembih ve takip ederek terlik ve ayakkabılar dağıtılıyor. Elleriyle, parmaklarını kullanarak avuçlarında yuvarlayarak yemek yiyen çocuklara kaşık kullanarak yemek öğretiliyor. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamayı öğretiyorlar. Akşam yemeğinden sonra dişler fırçalanıyor. Sabah kahvaltıdan sonra avluda toplanan çocuklar önce Sudan milli marşını okuyorlar. Sonra Sosyal Gelişim Dersi oyunlarla, nüktelerle neş’e içinde başlıyor. Hartumda hava sıcaklığı 45 derece. Saat 11-13 arası öğlen uykusuna, kayluleye geçiliyor. Bu vakitten sonra onları abdestlerini almış olarak mescitte görüyoruz. 121 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Yöneticiler bu bayramın çok bereketli yaşanacağını söylüyorlar. Köy ve mezralarda yaşayan ailelere beyaz süt keçisi dağıtılıyor. Şartlı bağışla Sudana gelen bir yol arkadaşımız iki adet Bir-ül May- Su kuyusu açtırıyor. Hem de kendi adını vermiyor. Esma-ül Hüsnadan ikisini tercih ediyor: Ya Latif ve Ya Şafi’. Terk edilen köy yeniden aynı alanda toplanmaya başlıyor. Çeşmenin açılışını duayla yapıyor ve etrafında fotoğraflar çektiriyoruz. Kardeşimizin hayrını Allah kabul etsin. Programa göre bu bayramda ülkenin değişik bölgelerinde toplam 2750 hisse kurban kesiyoruz. Yerli davetçi arkadaşlarımızdan beşini işgalcilerin eliyle çıkarılan terörün kol gezdiği Güney Sudan ve Darfur’a görevli olarak gönderiyoruz. Yıllardır aynı yol tutuluyor. Amerikanın ajanlarıyla kışkırttığı iç savaş tarzındaki sun’i terör çıkartılan şehirlere ayda maaş olarak 100 dolar ödenen Nobyan kökenli siyahî arkadaşlarımız gidiyorlar. Başkent Hartumda ve en fakir semt olan Ümmü Derman-Omdurman’da yetmiş kardeş ailemiz var. Bu yıl Türkiye’den bayramlarını yetimlere adayan toplam 34 kişi gelmişiz. Psikolojik danışmanımız; “6 ile 11 yaş arasındaki, gün boyu birlikte olduğumuz yavrulara-yetimlere tensel temasınız olsun yani dokunun, başlarını okşayın, buna ihtiyaçları var, diyor. Birlikte oynayın ve onlara küçük bir hediyeniz olsun” diyor. Bizlerden gördükleri sevgiyle mutlu olur, rehabilite olurlar. Hartum’da grip gibi başlayıp baş ağrısı, kusma, hafif ateşle devam eden Malarya-sıtma yaygın. Yarım saat süren bir testle teşhisi mümkün ve tedavisi de kolay. Külliyemizin çevresine çit olarak dikilen ağaçlarla, seralarda damlama metoduyla sulama yapılıyor. Sivrisinek çoğalması diye vahşi sulamada biriken sular direne ediliyor. Çocukların futbol maçı yaptığı sahanın çimle döşenmesine başlanıyor. Külliyemizin Genel Müdürü Mersinli Hasan Hafızoğlu, Tekirdağlı aşçımız Ertan bey, eski Milli görüşçülerden ve profesyonel eğitimci Türkçe öğretmeni Kemal bey kendilerini yetimlere adamışlar. Yetimhanemizde iki tane Yusuf adlı Nobyan çalışıyor. Biri uzun boylu Tavil Yusuf diğeri ise sünnet-i seniyyeye göre bıraktığı sakalı dolayısıyla Zulhilye Yusuf, yani sakallı Yusuf. Sohbetleriyle bizleri şad ediyorlar. HARTUM-FİL HORTUMU Güneyden gelen Mavi ve Beyaz Nil’in buluştuğu yerde sırf aluvyondan, verimli Nil çamurundan oluşan bir ada meydana gelmiş. Üzerinde bir sıra ev yapılmış. Üzerinde sulu tarım yapılıyor. Şehirde sadece ana arterler asfalt döşeli. Ülke elitlerinin ikametgâhlarının bulunduğu çarşı ve sokaklar yine bakımlı yollarla kesişiyor. Hindistan’dan getirilen devasa bir demir köprü mavi Nil üzerinde iki yakayı birbirine bağlıyor. 122 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Hartum ufkunu değiştiren fantastik binalar uzaklardan seçiliyor. “İşte bu Kaddafinin oteli” diyorlar. Benzerliği dolayısıyla “yumurta otel” diyorlar. Burc-el Fatih için de “Bu da Kaddafi’nin kızının yaptırdığı otel” diyorlar. Gurubumuzla birlikte Hartuma gelmişken mavi Nil üzerinde gemiyle kısa bir nehir turu yapalım istiyoruz. Ücretlerimizi ödüyoruz. Sudan para birimi CUNEYH. Bizim bir Türk Lirası 3.5 cüneyh tutuyor. Türk lirası Sudanda konvertibl paralar arasında değer görüyor. Dik merdivenlerden Güverteye çıkabilene önce mecburen bir can simidi giydiriyorlar. Bizim kalabalığı gören diğer guruplar “batarız” korkusuyla kıyıda oturup çay içmeyi tercih ediyorlar. Güverteye dengeli biçimde dağılıyoruz ve batma tehlikesiyle uyarılıyoruz. Su yüzünde yeşil dallar, ot yumakları ve kütükler Mısıra doğru hızla akıp gidiyor. Nil sefasını tehlikeli-korkulu ama nefis bir gezi olarak hafızamızda muhafaza edeceğiz. Çarşıda ve camide bir tek şişmana rastlayamazsınız. Hepsi de babayiğit, fidan gibi, güzel ve güleç yüzlü insanlar. Erkekler cuma günleri ibadete temiz beyaz cellabiyelerle gidiyorlar. Nobyanlar da müminlerin bayramı-cuma günleri camiye Beyaz Asye’lerle gidiyorlar. Hele Sudan hanımları rengârenk kıyafetlerle bayram şenliklerine ayrı zarafet katıyorlar. Medresetul İstanbul bu sene ikinci eğitim yılını idrak ediyor. Bugün mevcudumuz 130 öğrenci fakat her sene yeni bir sınıf açılıyor. Çocuklar ilk gelişlerinde yalnız kendi kabilelerinin dilini-şivesini konuşabiliyor. Ortak dil Arapçayı okulumuzda bir yılda öğreniyor ve bülbül gibi konuşmaya başlıyor. Çoğu çat-pat Türkçe de konuşuyor. Yalnız çocuklarda yaşama kültürü yok. Hijyen yok. Köylerinde veya ormanda hayata yalınayak başlamışlar. Ayakkabı ve terlikleri verilmiş ama giymeye niyetleri yok. Namaz öncesi abdest almak hariç ellerini yıkamıyorlar. Yatakhanede ranzalar üzerinde hoplayıp zıplayarak ortalığı dağıtıyorlar. Eğitimde esas Kur’an dersleridir. Çocuklar kolay okuyor, kolay öğreniyor ve kolay ezberliyorlar. Kur’andaki evrensel örnekler-Kur’an kıssaları haftada iki saat ders olarak işleniyor. Çocuklar arasında çok sayıda hafızlığını tamamlamış olanlar var. Fakat Ku’an-ı Kerim sadece yüzünden okunmak için değil, amele dönüşmesi yani hayata hâkim olması için anlamının bilinmesini şart koşar. Sudanda Türkiye’den daha fazla Kur’an okunur ezberlenir fakat manası bilinmez. Okurken bu ayet yeni nazil oldu ve doğrudan bana hitap ediyor diye anlamak ve yaşamak durumundayız. Okulumuz Medresetul İstanbulda ilköğretim 8 yıl, lise ise 4 yıl olarak programlanmış. Okulumuz inşallah Akademi’ye dönüşecek. Bu ilim merkezinden yetişen gençler 123 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER inşallah ilerde Sudanı yönetecekler. Hayali bile insana heyecan veriyor. Yetimler arasında Hartum ve yakın çevresinden gelenler arasında ayda-iki ayda bir defa dahi olsa ziyarete gelen anneleriyle görüşme imkânı bulabiliyorlar. Bizim için anne ile çocuğun sarmaş dolaş muhabbetleri görülmeye değer manzaralardandı. Okulda yılboyu eğer varsa, anne ve kardeşlerini hiç göremeyen 1500 kilometre uzaklardaki Darfur’dan gelen çocuklar vardı. Mürebbiyeler, yatakhanede her gün uykusunda “Anne!” diye ağlayan çocukların sesine uyanıyorlardı. Arapça, Türkçe ve İngilizce öğrenirken, geldiklerinde paylaşmayı bilmeyen çocuklar kısa zamanda ikramı ve veren el olmayı öğreniyorlar. İNŞALLAH-BUKRA-MA’LEŞ Sudanlıları günlük hayatlarına hâkim üç alışkanlıkları var. Buna Sudanda İBM diyorlar. İBM Sudanlının olaylar karşısında aldığı tavrı belirliyor. İ-İnşallah. B-Bukra yani Yarın. M-Ma’leş- önemli değil. Yardımlaşmayı bilmiyorlar, böyle bir alışkanlıkları yok. Mesela kadrolu olarak çalıştığı kurumda temizlik yapan, koşuşturan, kurban kesenlere ayrıca yevmiyeleri verildiği halde onlar bir de bahşiş bekliyorlar. Eğitimsizlik ve cehalet diz boyu. Yasalara göre her yabancı vakıf yeni bir Sudan vakfıyla mutlaka işbirliği yapmak zorunda. 22 dönüm arazi üzerine inşa edilen vakfımız İstanbul’un Sudan şubesi oluyor. SUDAN OSMANLI VİLAYETİ Sudan’ın bugünkü sınırları Osmanlının Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1821yılında belirlenmişti. İngiliz işgalinde uzun süre direnen Sudan nihayet 1956’da bağımsızlığını ilan etmişti. Darbeler döneminden sonra Ömer Beşir’le birlikte Devlet sisteminde İslam hukuku öne çıkarılınca Amerika yandaşlarıyla birlikte Sudan’ı terörist ilan etmişti. Toplum genel de cahil ve eğitimsizdi. Ömer Beşir’e göre asıl eğitimle beraber halk yeniden inşa edilebilirdi. Okur- yazar oranı % 75 den Ömer Beşir’in gayretiyle % 45’e yükseldi. Sudan’da sadece 5 üniversite varken, yenileri açıldı. Üniversite sayısı 15 oldu. Her üniversiteye bağlı 10 fakülte üniversal eğitime başladı. Başta tıp ve teknik olmak üzere Sudan üniversitelerinden 210 bin öğrenci mezun oldu. ABD, Sudan’a gıda ambargosu koydu. Azla yetinen halk ektiğini biçer, yinede Amerika’ya muhtaç olmayız dediler. Arkasından ABD, Sudan’a ekonomik ambargoyu dayattı. Ömer Beşir gümrük ve vergi muafiyeti getirerek yabancı sermayeye kapılarını açtı. 124 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Sudan büyük bir tarımsal güce sahip. Ömer Beşir döneminde verimli arazilerin yüzölçümü ikiye katladı. Tarım araçları modernize edildi. Sudan’da altın ve petrol rezervlerinin çok fazla olduğu tespit edilince ABD, AB ve İsrail’in ülkeye ilgisi arttı. Okulumuzdaki 6-11 Yaş arası yavruların hepsi de babasızdı. Babaları ABD’nin programladığı iç savaşta ölmüşlerdi ekserisi. Türkiye’den getirdiğimiz bütün kırtasiye malzemelerini, kıyafetleri ve gıda maddelerini nakdi ve ayni ne varsa takdim ettik. Avluda zaman zaman çocukları toplayıp, birer-birer dağıttığımız sakız çikolata, oyuncakları telaşsız ve sadece bir tane alıyor, yanlışlıkla bir ikincisini uzatmışsak, kesinlikle almıyor ve geri veriyorlardı. Şimdiden gözü gönlü bol yetimlerin iyi eğitilebilecekleri kesindi. Bir akşam bahçede Kur-an halkaları oluştu. 11 yaş çocukları aralarında tamamı hafızdı. 6-11 arası çocuklar ise son iki cüz ve bütün namaz surelerini ezberlemiş olduklarını gördük. 12 Ekim 2013 günü Hartum da hava sıcaklığı 47 derece idi. Ankara Vali Muavini Turan Atlamaz beyefendiyle birlikte kaldığımız odada, aynı hem serinletici klima hem vantilatör çalıştığı halde gün boyu ter içindeydik. Sudan’ın %25’i çöl %25’i ise çayır ve otlaklarla kaplı. Geriye Kalan kısım ise ehili tarım alanlar ve ormanlarla örtülüdür. İki nehrin birleştiği bir alüvyon uzantısı üzerinde kurulup genişleyen Hartum şehri geniş bir alana yayılır. Hartum fil hortumu demektir. Ülke petrol, uranyum ve altın zenginidir. Fakat Avrupalıların emperyal -yayılmacı müdahaleleriyle ülkenin sahibi olan Sudanlı Nobyanlar, büyük bir hazinenin fakir bekçileri konumundadırlar. Özellikle Nil Boyunca pamuk ve pirinç tarımı yapılır. Geniş otlaklarda, deve, sığır keçi ve koyun yetiştirilir. Madencilik daha çok Darfur bölgesinde yapılır. Sudan’ın ihracat malları arasında, 1960’dan beri çıkarılan petrol, pamuk ve canlı hayvandır.İthalat malları ise Gıda, ilaç buğday ve tekstil ürünleridir. İhracatın % 82’si Çine yapılır. Hatta ithalatın da % 27’si yine Çin’den sudan’a yapılır. SUDAN DARBELER TARİHİ 1956 Yılında İngilizlerden sözde bağımsızlığını kazanan Sudan iki sene sonra bir askeri darbeyle tanıştı.1969’da yaptığı darbeyle yönetime el koyan General Cafer Numeyri, kendisine karşı yapılan 1872 ve 1976 darbelerine rağmen yönetimde kalmayı başardı. Fakat kendisi yurtdışındayken 1981’ de yapılan darbeyle Numeyri de devrildi.1969’da darbeyle ülkenin başına geçen General Ömer El Beşiri hala devlet başkanı olarak görevini sürdürmektedir. Petrol zengini olduğu için, emperyalist müdahalesinin hedefi olan sudan halkı, eğitimsiz, yoksul ve fakir bırakılmıştır. 125 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kuzey Sudan da Emperyalizme karşı bilinçli Müslümanlar yaşıyordu. İlgililer Kuzeyde dikiş tutturamadılar. Güney Sudana ve özellikle bugün başkent olan Juba’ya çöreklendiler. Güney Sudan dağlık- ormanlık bir bölgeydi. Madenlerden uranyum, altın zenginiydi. Ayrıca bizim Kerkük gibi petrol denizi üzerinde yüzüyordu. İngilizler ve onları takip eden Amerikan sömürge valileri, her kabileye övünecekleri ayrı ayrı kimlikler verdiler. Çoğu Animistolan ve ormanda avcılık ve toplayıcılıkla geçinen kabilelerin ellerine silah verdiler. Büyük Sudanın bağımsızlığını ilan ettiği 1956’dan itibaren güneydeki kabileler Hartum başkenti Sudan’a yani kendi devletlerine karşı gerilla savaşını başlattılar. Teşvik ederek destekledikleri gerillalara Avrupa’dan geçen N60’lar Kızılhaç, Amerika ve İsrail sürekli yardım etti. Temmuz 2011 de zorla kurdukları Güney Sudan devlet içinde ‘’B’’ planı icabı iç çatışmaları başlattılar. 55 yıldan beri süren Sudan iç savaşında 2 milyon insan öldü. 20 bin insan sakat kaldı ve 4 milyon insan da çoğu kuzeye, güvenli bölgelere Hartum ve Port Sudana yerleştiler. Güney Sudan için 2005’de zoraki özerklik. Bağımsızlığın yolunu açtı.Tüm dünya varlığını çalıp- çırpıp sömürüp egemen olmak isteyen Avrupalılar asıl suçlular ve katillerdir. Fakat güçlüdürler çünkü ölüm kusan silahları var. Ömer El Besimi Sudan’ın en liyakatli devlet başkanlarından biridir. Beşiri Sudan’ın bölünmesine karşı olduğu ve ABD- İsrail Planına rağmen zamanlama olarak bölünmeyi geciktirdiği için Amerika İsrail ve Avrupa Birliği tarafından, soykırım yapmak suçlamalarıyla istenmeyen adam Persona Nongrata ilan edildi.Çemberi Daralttılar. Sudan ve Ömer Beşiri yalnız ve desteksiz bırakıldı. Hatta Ömer Beşiri hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Bosna celladı Miloseviç katili gibi Lahey de insan hakları mahkemesine çıkarılmakla tehdit edildi. Devlet Başkanı Beşiri yıllarca yurtdışına çıkamadı, dünya kamu oyunda mutlak yalnızlığa itildi. Başta Türkiye olmak üzere hakkaniyet sahibi hiçbir Müslüman ülke sadra şifa bir yardımda bulunamadı. Çaresiz kalan Ömer Beşiri, J. Busık ‘ın 2001’de ilan edilen yeni haçlı seferine karşı tek başına direnemedi ve Amerika’nın isteklerine tehditlerine ve yaptırımlarına teslim olmak zorunda kaldı. 9 Temmuz 2011 günü Haçlılar Sudan’ı ikiye böldüler. Güney sudan bağımsız devlet olarak ilk tanıyanda mecburen Ömer Beşir oldu. 55 yıllık misyoner faaliyetlerine rağmen güneydeki Aministler’in ancak %25 i hıristiyan oldular. Ömer Beşiri’nin verdiği güvenceye rağmen kuzeydeki Hıristiyan’lar nüfus potansiyellerini arttırarak, güçlendirmek için 1 milyon Hıristiyan Nabyan Güney Sudan’a cazip vaadlerle göç ettirdiler. Bugün güney Sudan’daki 10 milyon nüfusun % 75 ‘i Arapça konuşuyor ve Sudan halkı % 25 Hıristiyan.. Fakat garaibul-acaib Resmi dil İngilizce, din Hıristiyanlık. Güneyin yerlileri aralarında kabileler halinde yaşayan dört milyon Müslüman halk Kızılhaç ve ABD’den gelen N60’ların asimilasyonuna amade.. 126 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER YED-İL AVN-YARDIMELİ “Milleti Toplayın” uyarısıyla tüm öğrencilerle birlikte çimenlerin döşeli olduğu alanlarda toplandık. (Karne Dağıtma) töreni Türkiye’den gelen her misafir bir yavruya onu öperek başını okşayarak karnesini verdi. Camide sabah namazından sonra çocuklarla daha çok ilgilenme imkânımız oluyordu. Yüzümüze elimize dokunuyorlar, beyaz adama dokunmak nasıl bir şey! Niçin bizim rengimiz siyah da onlar beyaz? 6 yaş çocuklarından zayıf ve hafif oluşlarıyla, sırtımıza almamız, kolay oluyordu. Adapazarlı yoldaşım Ahmet bey, yahu birini attım havaya, Gerisi girdi sıraya … diyor. Çocukları hamaya ata –tuta kollarım hamladı. YETİMHANEMİZ VE İDUN SAİDUN Yetimhanenin mescidinde bayramlaşılıyor, Bayramınız kutlu olsun yahut “İdul Adha mübarek” veya “İdkum mübarek” Türkiye’den bize emanet edilen kurbanları isimleri okuyarak kesmeye başlandı. Önce yetimhaneye ayrılan kurbanlar kesiliyor. Hatırlanacaktır, daha çok 2003 Darfur olaylarıyla Sudan dünyanın gündemine girdi. Fakat kimse fazla ilgilenmedi. Her İslam ülkesi kendi başına sarılan belalarla meşguldü. Unutulmaz bir tabloydu. Anasının kaçarken, bırakıp gittiği bir çocuk, arkasında onun hareketsiz düşeceği anı kollayan yırtıcı bir kuş. Akbabanın önünde ölmesini beklediği 2-3 yaşlarında bitkin bir çocuk. Darfur eyalet valisi temsil ettiğimiz “YED-İL AVN” Yardımeli İnsani Yardım Vakfına geniş bir alan gösterdi. Fakat ciddi güvenlik sorunu vardı. Amerika için Güney Sudan’ı Kuzeyden koparmak yetmezdi. Darfur’u da ayrı-bağımsız bir devlet olarak koparmak şarttı. Terör programı, kabilelere dağıtılan, silahlarla devam etmeliydi. Biz yetimhanemizi Darfur’a değil de HARTUM’a yapmak zorunda kalıyorduk. Yetimhanemizin kuruluşu ilk kurban bağışıyla başlamış. 2010 yılında yapımı programlanan bina, yanı Dershaneler- Yemekhane , yatakhane, mescid ve çevre düzenlemesiyle birlikte 18 ayda inşaat tamamlanıyor. Önceden belirlenen- söz verilen yetimler yağmur gibi dökülmeye başlıyorlar. Bu yıl elhamdulillah ikinci ders yılımız. İlerde bir akademiye dönüşecek olan yetimler külliyesinde çocukların daha sağlıklı şartlarda eğitilmeleri için çevre düzenlenmesiyle ilgili inşaat çalışmaları sürüyor. Yetimhanenin bütün ihtiyaçlarının karşılandığı kaynak ve imkanlar Türkiye’den geliyor. Yani bizler getiriyoruz. 127 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Şu anda 130 kapasiteli yatakhanemiz var. 1. 2. 3 sınıflarımız de eğitim görüyorlar. Bu çocuklar 0-6 ile 0-7 yaşları arasında yetimhaneye kabul edildiler. Toplam 12 yıl eğitim görecekler. Şimdiden – lise- gimnazyum programa alınmış. İnşaat yeri belirlenmiş. Müfredatımız Sudan milli eğitiminin rutin programı olacak. Sosyal bilgilere ek olarak. Kuran ve Türkçe öğretilecek. Çocuklar için 8 koruyucu anne merhametli mülayim, sevecen ve güler yüzlü mürebbiyeler görevlendirilmiş. Ancak çocuklarda yaş yükseldikçe yatakhanede mekan sayısı azalıyor, yer sıkıntısı başlıyor. Bunun için 3 kat inşaatının kabası tamamlanmış. Kelam Kesir-Amel Mafi Sudan yerel eğitiminde genel bir alışkanlık var; tekrar ve ezber. Şafii ve Malikiler var. Hambelilerin Kuran ı farklı yorumları var. Sudan da vahhabiler ve selefiler var. Ve sudan da ihvan-ı müslimin var. Bizim cerrahiler ve Mevleviler gibi dansla zikir yapan Tarikatlar var. Bid’at diz boyu. Kelam Kesir, Amel Kelil. Yani laf çok iş yok. Yerli vakıflar var. Ensar-u suni vakfı ve ene Sudani (Ben Sudanlıyım ) vakfı. Türkiye’den 8 ayrı vakıf, insani yardım kuruluşu ve cemaat okullarla Sudan eğitimine destek veriyorlar. Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin talebeleri Kuran Kursları açmış. Aziz Mahmut Hudayi vakfı Abdullah Büyük hocayla çalışıyor. Kimse yok mu ile cemaat okulu elit kesimin çocuklarına paralı eğitim veriyor. Hira dergisini çıkaran hira kültür merkezi kurulmuş. Türkçe- Arapça dil kursları açılmış. Üç yıldır hizmet veren Yardımeli nin açtığı Medresetül Istanbul ise Sudan standartlarının üzerinde eğitim veriyor. Türkiye’den gelenler Her türlü karışıklıklara rağmen bugün Hartum’a bağlı Afrika devlet üniversitesinde kız-erkek 200 Türkiye’den gelmiş öğrenci eğitim görüyor. İlk yıl önce Arapça öğreniyor sonra da ilahiyat ı tercih ediyorlar. Mavi Nil üzerine yapılan abidevi köprüden geçiyoruz. Hartum 7 milyon nüfuslu Sudan’ın başkenti. Şehrin 3.5 milyon nüfuslu bir merkez ilçesi var. Omdurman, açılımı “ümmü derman”. Geniş bir alana yayılmış. Tek kat evlerden oluşan evlerin sokakları toz içerisinde. Omdurman semtinin üzerinden yüksek gerilim hattı geçiyor. Ama semte su yok elektrik yok. Yoksul ve fakir bir semt. Amerika büyük elçiliği şehir dışında. Etrafı boş bir alanla çevrili kale gibi bir yapı. Bizim külliyeye giderken bu Afrika’daki fitne ocağının yanından geçiyoruz. BM İran , Suriye, Kuzey Kore ve hele bölünüp güney Sudan gibi bir uydu devlet kuruluncaya kadar Sudan da terör listesinde yer alıyor. Özel İngiliz ve Fransız okulları sömürülerinin sürekliliği için yerli truva atları yetiştiriyorlar. 128 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Türkiye’den gelen müteşebbisler çimento fabrikası, tuğla fabrikaları, lokantalar, okullar ve alışveriş merkezleri kurmuşlar. Tüm kurumların kapısının üstünte mutlaka ayyıldızlı bayrak asılı. Biz SOBE halkı fakirlerine bayramın birinci günü kurbanlarımızı kesip hisselerini dağıtıyor ve iki kuyu açıyoruz. Bir-ul Ma . Kuyulara esma-ul hünsadan Ya Şafi, Ya Latif adları veriliyor. Yine Hartum un bir semti olan BAGIR da İhsan ASLAN a ait bir fabrika var. ASLAN ÇİMANTO. Hem sudan a hizmet hem de kazançlı bir yatırım. Sudan devlet başkanı Ömer BEŞİR Amerika tarafından yıllarca istenmeyen adamPersona non grata ilan ediliyor. Sudan yıllarca terör listesine alınıyor. Devlet başkanı Ömer BEŞİR ülkesinin dışına çıkamıyor. Yıllarca süren yaptırımlar ve tehditler karşısında Ömer BEŞİR çaresiz kalıyor Sudan bölünüyor. Amerikanın zorba baskısıyla Güney Sudan ı ilk tanıyan mecburen Ömer BEŞİR oluyor. Şehrin merkezinde bulunan Şea’r Sittin yani 60. Caddede Sudan da Büyükelçiliğimize kayıtlı 4500 türk yaşıyor. Şea’r Sittin Türklerin ençok ve en kalabalık olduğu cadde. Sudan da en çok Hataylı ve Konyalı var. Sudanda milli gelirde bölüşüm adil değil. Türkiye dahil hiçbir İslam devleti Sudan’a sadra şifa bir yardımda bulunamıyor. Şehrin ortasında büyük bir ilaç fabrikasını kimyasal madde imal ediyor bahanesiyle Amerika havadan bombalıyor. Serum ve pediyatrik antibiyotik de üreten fabrikanın bombalandığı ay Sudan da ilaç bekleyen 700 çocuk vefat ediyor. Beytul Arus Bayram şenlikleri hiç görmediğimiz kadar coşkulu. Bayramlarını kutlamaya gittiğimiz kuzey sudanda en kalabalık olarak Mahas kabilesi yaşıyor. Bir Nobyan evine misafir oluyoruz. “ işte diyorlar Menzil Nubi- Nobyan evi evin çatısı kamış örülü. Duvarlar çamur ile sığır mayısı yani yumuşak tezek karışımı sıvanmış. Bu evler dışarıdaki yakıcı 45 derece sıcağa rağmen odayı serin tutuyor. Kışın sıcak yazın serin.Sanki Beytu Arus yani düğün evi. Sevakin Köyünde bizim Topkapı sarayının giriş kapısı yapılmış Topkapının minyatürü. Avluda beytul arus – düğün evine gelin çadırı. Çocuklar bize dans gösterisi yapmaya başlıyor. Batı Sudan tarzındaki bu oyunlara el Bunn dansı diyorlar. Çocuklardan kahve ile ilgili şarkılar dinliyoruz. Mısırı yönetenler binlerce yıl nobyanlar olmuş. Sudan genelinde 250 adet büyüklü küçüklü pramit var. Her piramit bir mezar taşı. Mısırda 4 adet. Arefeden önce omdurman (ümmü derman) pazarından sürü halinde ve toplu olarak uygun fiyata büyük baş hayvanı alımı yapıyoruz. Besi şirketleriyle pazarlık yapıyor. Ve telefon temasını kesmiyoruz. Hartum’un 300 km dışındaki besi çiftliklerindeki kurbanlık hayvan alımı için görüşmelerle siparişlerimizi veriyoruz. 129 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kurban bayramının ilk 3 günü sudan’ın 24 değişik noktasında toplam 254 baş hayvanı kesiyor, dışımızdaki yetimhanelere ve muhtaçlara dağıtıyoruz. Ayrılarak bağımsız ayrı bir devlet olduğunu ilan eden Güney Sudan sınırındaki 4 ayrı mülteci kampına 15 adet büyükbaş kurban kesip dağıtıyoruz. Darfur ve Cezire eyaletlerinde kesiyor ve her hayvanı 40 aileye paylaştırınca 10 aileye kurban eti ulaşmış oluyor. Kesime giderken sürüden kaçan bir danayı 20 km kadar arabayla kovaladıktan sonra ormanda yakalıyoruz. Yol üzerindeki Darul Selam köyünde şubesi bulunan şehitler derneği mensuplarına kesip dağıtıyor. Güneyde ormanlar içinde bir yetimler köyü kurma aşamasındayız. Bizim külliyemizden her gün Hartum’un başka bir yetimhanesine günde bir kere pilav ve makarna olarak pişmiş yemek yardımı yapılıyor. MEYVE SEPETİNDEN YOKLAR ÜLKESİNE Sudan da zengin petrol rezervi ve altın madenleri tespit edildikten sonra Amerika tarafından Sudan’ın birliğine karşı planlı terör başlatıldı. Daha önce Sudan zengin ve asude bir barış ülkesiydi. Tüm Afrika’yı besleyen bir meyve sepetiydi. Kolay sömürebilmek için ülke iç savaşla zıorla bölündü. Yetmedi, güney Sudandan sonrada büyük bir parça olarakta Darfu koparılmaya çalışılıyor hem de kanlı bir şekilde. Şimdi sudan fakirleşmiş. Yoksulluk yaygın gıda kıt. Kurban etini güneş de kurutuyor ve yıl boyu kesip –rendeleyip çorba yaparak yiyorlar. Yarım asırlık terörden sonra şimdi o bereketli Sudan bir YOK’lar Ülksesidir. Su yok, Ekmek yok, Okul ve eğitim yok, Açlık var, Yoksulluk var, Cehalet var, Tembellik var, Yaygın eğitimsizlik var. İngiliz ve Fransız okullarında eğitim görenler, emperyalist emellere hizmet edecek şekilde yetiştiriyorlar. Ayrıca şehrin elit kesiminin çocuklarını büyük paralarla okutan özel okullar yine Amerika’ya hizmet eden beyineler yetiştiriyor. Bizim yetimler külliyesinin bir çığır açarak medresetül İstanbul’da Sudan standart130 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER larının üstünde eğitim veriliyor. Ondurman – Ümmü derman mahallede gezerken evleri ziyaret ediyoruz. Bir ailede ana baba dört çocuk bir leğen var o kadar. Bütün varlıkları bir yemek tabağından ibaret. O zaman “Efendim ben üçyüz-beşyüz lira vermişim-göndermişim” demeye hakkımız yok. Yok, öyle ucuz kahramanlık önce memleketimizden sonrada tüm dünya mazlumlarından sorumluyuz. Darfur ve Güney Sudan Aç bir kola kahrolsun Amerika. Bu vecize saygıdeğer dost A. Dilipak’a aittir. Ama cuk oturuyor. Sudan’da iç harp ve işgalin doğurduğu işsizlik ve yoksulluk içinde dünyaya gelen nesiller ülkeyi terk etmeye başladılar. Türkiye’ye iltica etmek veya Türkiye üzerinden başka bir ülkeye geçmek için Ankara’ya gelen en az 100 aile Altındağ ve Sitelerin metruk mahallelerinde yaşıyorlar. Sudanlıların günlük konuşma dillerinde Osmanlılardan kalan Türkçe kelimeler yaşıyor. Abla, Tiyze, Bingbaşı, Karakon, Savuş, Kedise - Kedi, Şevirme-Döner Kebap, simit ve zokak. Çarşıda Hataylı bir hemşerimin açtığı Reis Pizza Nobyanları lahmacuna alıştırmış. Antalyalı bir hayırsever iş adamı tarafından Hartum halkına hizmet eden Özel Antalya hastanesi açılmış. Pena PVC profil kapı – pencere şirketi. Köşede berber kristal ve harcı alem bir lokanta Aspava açılmış. Amerika, İsrail ve AB ülkeleri yani tüm dünyayı sömüren esas vahşiler Afrika’nın ortasında iki türlü savaş başlatmışlar. Birincisi NGO – Sivil Toplum Kuruluşları ile misyoner ve ajanlar, çoğu avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan animist kabilelere silah ve para veriyor komşu kabilelerin üzerine gönderiyorlar. Bir keresinde arazi yüzünden iki kabile arasında çıkan kavgada 50 kişi ölüyor. Batının geniş düzlüklerinde Fur kabilesinin yaşadığı topraklara Darfur yani Furların evi diyoruz. Fakat Darfur da Furlardan başka 16 kabile daha yaşıyor. Amerika bu farklılıkları silah olarak kötüye kullanıyor. Kabileler arasında rekabet, düşmanlık ve karşılıklı silahlanma savaşı başlatıyor. İkincisi de Darfur ve güney sudan da yaşayan kabilelerin Hartum başkentli devlet kuvvetleri ile savaşması en çok Amerika ve İsrail i memnun ediyor. Bana kara diyen dilber. Yetimlerle iyice kaynaşıyoruz. Artık birçoğunu gitmeye yakın isimleriyle tanımaya başlıyoruz. Onların öğrendiği Türkçeye pratik yaparak destek oluyoruz. Ankara vali muavini Turan Bey çocuklardan üçünü evlat edinmek istiyor. İkisini de biz Ankara’ya getirip nüfusumuza kaydetmek istiyoruz. Niyetimiz dualarla arşa yükseliyor. Ayrılık vakti yaklaşıyor. Vedalaşırken sanki öz torunlarım, öz yavrularımdan ayrılıyorum. 131 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Karşılıklı hepimizin gözleri doluyor. İkinci sınıftaki Darfur’lu Abdurrahman daha önce Karaca Oğlan’dan ezberlediği ve bize birkaç kere söylediği türküyü tekrar söylüyor: Bana kara diyen dilber, Kaşların kara değil mi? Ağalar beyler içerler, Kahvede kara değil mi? 132 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ARASINDAKİ İŞBİRLİĞİNİ ETKİLEYEN UNSURLAR VE İHH TECRÜBESİ Ahmet Emin DAĞ İHH İnsani Yardım Vakfı @ ahmetemindag@ihh.org.tr 19. yüzyılda köklü tarihsel kırılmalara sahne olan Türk dünyası, Avrupalı sömürgeci güçlerin ilerleyişi karşısında oldukça sıkıntılı bir geri çekilme süreci yaşamıştı. Büyük bölümü yabancı işgaline giren Osmanlı ve Türk dünyası “böl-parçala-yönet” politikaları ile I. Dünya Savaşı’ndan sonra baskıcı Avrupalı güçler ile Sovyetlerin işgaline maruz kaldı. İşgale tepkilerin yükselişte olduğu bir dönemde direniş hareketleri lokal bazı başarılar kazanmış olsa da, nihai kaderi değiştirecek bir zafer kazanamadı. Türkiye’nin en batısından Kazakistan’ın en doğusuna kadar uzanan milyonlarca kilometre karelik alanda yaşayan Türk dünyasında 1990 yılından itibaren başlayan yeni dönem her alanda köklü dönüşümleri getirmişti. Bu dönem eskisine göre çok daha önü açık ve umut verici bir sürece işaret ettiğinden, her düzeydeki işbirliği imkanları hızla artmış ve bu arada sivil toplum kuruluşları arasında da büyük bir yakınlaşma gözlenmiştir. Yeni dönemin umut verici olması her şeyin istenildiği gibi gittiği anlamına gelmiyor kuşkusuz. İmkanlarla dolu yeni dönem kendi olumsuzluklarını da beraberinde getirmiştir. Bu açıdan bakılınca, Türk dünyasındaki sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini etkileyen sayısız faktörden bahsetmek mümkün. Her alanda uzmanlaşmanın ve profesyonel çalışmanın kaçınılmaz olduğu günümüz dünyasında, geniş bir coğrafi alana ve çok sayıda devlete ayrılmış bulunan Türk dünyasının içinde bulunduğu çok çeşitli, siyasi, ekonomik ve sosyal şartlar, kendi aralarında ekonomik ve sosyal işbirliğine gidilmesi konusunda hem olumlu hem de olumsuz yönde etki yapmaktadır. Batıdaki sivil toplum örgütlenmelerine göre sınırlı tecrübe ve profesyonelleşme sağlamış olan Türk dünyasındaki sivil toplum, bu gelişmenin farklı sıkıntılarını atlatmaya çalışmaktadır. Tarihsel mirasımız olan sivil toplum çalışmaları geçmiş yüzyıllarda kendini değişik vakıf çalışmaları ve mesleki örgütlenmeler ile göstermişse de, günümüz dünyasının karmaşık örgütlenme modelleri, geleneğin yeniden güncellenmesini zorunlu kılmıştır. Bu yönüyle vakıf ve derneklerin, tıpkı tarihsel süreçte oynadığı hayati rolü yeniden kazandıracak bir misyona kavuşmaları önemlidir. 133 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Sivil Toplum Kuruluşları arasındaki işbirliğini etkileyen unsurlar ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Ancak genel unsurları tespit etmek üzere Türk dünyasında STK’lar arasındaki ilişkileri olumlu ve olumsuz etkileyen faktörleri siyasi, coğrafi, kültürel olarak belirleyebiliriz. Siyasi faktörler Farklı devletlere bölünmüş bulunan Türk dünyası, bir o kadar çeşit yönetim biçimine de ev sahipliği yapmaktadır. Yönetim modellerinin farklı olması, uygulanan dış politika ve siyaset şekillerini de farklılaştırmakta, sonuçta çok yönlü çıkar çatışmaları yada çıkar birlikteliklerini beraberinde getirmektedir. Siyasal alanda yaşanan her yakınlaşma yada çatışma hali sivil toplum düzeyinde STK’lar arasındaki ilişkilerde kendini hemen ortaya koymaktadır. Her yakınlaşma sivil toplumun önünü açarken, her gerilim STK’lara güveni hemen düşürebilmektedir. Öte yanda yasal prosedürler, farklı ülkelerdeki STK’ların çalışmalarını ve birbirleriyle ilişkilerini etkileyen en önemli unsuru oluşturmaktadır. Her ülkedeki yasal mevzuatın farklı olması, farklı sivil toplum kuruluşlarını bu ülkelerdeki değişken şartlara uygun esnek tavır almaya zorlamaktadır. Bu her zaman istenilen kolaylıkta olmayabilmektedir. Türkiye’deki görece daha olumlu sivil mevzuata alışkın olarak çalışan birçok kurumun Türk dünyasındaki farklı ülkelerin koşullarına uyumda zorlanmaları birçok hizmetin istenilen düzeyde ve kalitede olmasını güçleştirmektedir. Mevzuat konusunda kimi ülkelerin STK ve sivil toplum çalışmalarına ilişkin atması gereken adımlar düşünüldüğünde ortak yada en azından birbirine yakın bir mevzuatın olmasının zorluğu daha iyi anlaşılır. Avrupa Birliği örneği bu konuda iyi bir esin kaynağı olabilir. Birlik içinde oturmuş bir sivil toplum mevzuatı ve geleneği oluşmuştur. Bu her aşamada sivil toplumun faaliyetlerini olumlu yönde etkilemektedir. Güncel kimi siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmelerin bölgesel ve küresel yansımaları bir yanda ülkeler ve halklar arasındaki ilişkileri inişli çıkışlı hale getirirken, öte yanda sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını da etkiler. Örneğin X ülkesinde yaşanan bir toplumsal olay, bu olaya yöneticilerin bakışına bağlı olarak sivil toplum kuruluşlarına bakışını da doğrudan şekillendirmektedir. Bu ülkede çalışan örneğin Türkiyeli bir sivil toplum kuruluşu ister istemez gelişmelerin gidişatından etkilenmektedir. Coğrafi faktörler Milyonlarca kilometre karelik bir alanda bulunan Türk dünyasında bu genişliğe bağlı olarak yaygın bir çeşitlilik bulunmakta ve bu ülkelerden her birinin, çıkar ve beklentileri farklı olmaktadır. Coğrafya bir yanıyla iletişim imkanlarını etkilerken, öte yanda sınır sorunlarını da içermektedir. Bu unsurlar ciddi sorunların potansiyel aktörleri olarak zaman zaman ülkeler arasındaki ilişkileri ve bunların gidişatına bağlı olarak sivil toplum yakınlaşmasını etkilemektedir. 134 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Coğrafyanın yatay genişliğine bağlı olarak, bu sınırların içine giren unsurların bir araya getirilmesi de daha etkili çabalar gerektirmektedir. Doğaldır ki, uzak olan ülkelerle istenilen işbirliği her zaman mümkün olamadığı gibi, bu ülkelerde faaliyet gösteren STK’ların diyalog fırsatlarını da etkilemektedir. Ancak bu coğrafi faktör farklı bir yönüyle küreselleşen dünyada iletişim imkanlarını arttığı bir süreçte her ne kadar etkisi yitirmiş görünse de, uzak mesafeler sivil toplum mobilizasyonunu etkileyen bir unsur olmayı sürdürecektir. Kültürel faktör Kültürel faktörlerin kuşkusuz en önemli katkısı, tüm Türk halklarının ortak bir kültür içinden geliyor olmalarının oynadığı olumlu roldür. Hem kendi tarihlerinden hem de İslam kültüründen geçerek gelmiş olmalarının sağladığı gelenek, bugün Türk dünyasındaki sivil toplum kuruluşlarının yakınlaşmasına büyük katkı sunmaktadır. Bu ortak payda, yukarıda saydığımız coğrafi engellere rağmen siyasi ve sivil düzeyde bu halkları ister istemez işbirliğine zorlamaktadır. Söz konusu ülkelerden her hangi birinde meydana gelen bir savaş, tabi afet ya da olağanüstü diğer hallerde halkların hiçbir dayatma olmadan yardım mekanizmalarını harekete geçirerek, aynı inancı paylaştığı kişilerin yardımına koşması, yönetimlerini buna zorlaması aradaki bu aidiyetin gücünden başka bir şeyle açıklanamaz. Öte yandan aynı kültür havzasına ait olmak STK’ların birbirini anlamasına yardım etmektedir. Türk dünyasının kültürel düzeyi ve yabancı kültürlerle karışmışlık oranı bu ilişkilerde katalizör rolü oynayacaktır. Bu noktada ülkeler farklılık gösterse de ortak bir paydaya ulaşmak da nispeten kolaydır. Türk dünyası dediğimiz devasa bölgedeki eğitim ve kültür seviyesi kimi ülkelerde oldukça üretken bir yapı arz ederken, kiminde temel eğitim bile sorun olabilmektedir. Kültürel faktör, toplumların dünya görüşleri ve uluslararası ilişkilere bakışlarını da etkileyeceğinden, her ülkedeki farklı STK’ların birlikte çalışma olgusuna bakışını da biçimlendirecektir. Bu kültürel etkileşim en azından eğitim ve kültür alanındaki yakınlaşmalarda etkileri olmaktadır. Eğitim ve kültür düzeyinin artması, halklar ve sivil kurumlar arasındaki ilişkilerin düzeyini de arttırmaktadır. Ortak projeler, aynı kültürel atmosferi soluyan STK’lar arasında çok daha kolay geliştirilir. 20 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında bugün STK’lar arası işbirliği çok daha ileri boyutlara gelmiştir. Bu yönüyle sivil toplum tecrübesi ve sivil toplum kültürü Türk dünyasındaki en önemli gündem maddelerinden biridir. 1990’dan bu yana yaşanan açılım ortamı teknik tecrübeyi ve yetişmiş insan sayısını artırmıştır. İHH ve Türk Dünyası 1995 yılında kurulan İHH İnsani Yardım Vakfı, Sovyet sonrası Türki cumhuriyetlerde ve bu ülkeler dışındaki akraba topluluklar içinde yoğun bir insani yardım faali135 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yeti yürütmektedir. Yukarıda sıraladığımız faktörlerin olumlu yada olumsuz etkilerini hissederek geliştirilen bu ilişki bugün meyvelerini vermektedir. Bu ülkelerin farklılıklarına uygun olarak her birinde değişen projelere öncülük eden İHH, bu çalışmalarını eğitim yardımları, yetimlere destek, gıda yardımları ve sosyal yardımlar olarak yoğunlaştırmıştır. 2005 ile 2013 yılları arasında Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Moğolistan, Tacikistan, Doğu Türkistan ve Tataristan’da yürütülen insani yardım projelerinin tutarı 1 milyon doları geçmiştir. Bu projelerde ağırlıklı olarak ihtiyaç içindeki ailelere acil yardımlar, yetim kefaleti, gıda ve barınma yardımları öne çıkmıştır. Ramazan ve Kurban gibi dini vesilelerle bu bölgelerde binlerce aileye yardımlar ulaştırılmıştır. Eğitim yardımları gerek bu ülkelerdeki ihtiyaç sahibi öğrencilere gerekse ülkemize gelen akraba topluluk mensubu yüzlerce öğrenciye fırsat sunmuştur. Öğrenci bursları, yurt inşaat ve tadilatları, öğrencilere yönelik oryantasyon kursları ve diğer eğitim yardımları geleceğe dönük köprülerin inşasında sağlam temel olmuştur. Farklı bir alan olmakla birlikte, hukuki olarak sıkıntıya düşmüş olan kişilere de her türlü yasal ve danışmanlık hizmetleri verilmektedir. Özellikle değişik ülkelerde ve özellikle ülkemizde sığınmacı olarak bulunan çok sayıda kişiye statü süreçlerini takip etmede ücretsiz hukuki yardımlar yapılmaktadır. 136 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ULUSLARARASI YARDIMLARDA S.T.K. ETKİSİ Özden SÖNMEZ Hadiye KILIÇ İLKDER @ ilkder111@yahoo.com İnsanlık tarihi boyunca çatışmalar, soykırımlar ve yaşam hakkına yönelik ihlaller yaşana gelmiştir. Dünyada, değerler araçsallaştırılarak, ülkelerin yer altı yer üstü kaynaklarının sömürülmesi, etnik temizlik boyutuna varan savaşlar, işgaller, doğal afetler sonucu milyonlarca insan mülteci konumuna düşmüş ya da yoksullukla, açlıkla karşı karşıya kalmışlardır. İnsanlık adına; din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet farkı gözetmeksizin tüm mazlumlarla iletişim kurmak, yaşam şartlarını iyileştirmek, yaşadıkları travmayı azaltabilmek ümidiyle hem maddi hem de manevi yönden yardımlar yapılması, bu yardımların da uluslararası olarak teşvik edilmesi gerekir. Burada da dezavantajlı gruplar olarak gördüğümüz kadınlar ve çocuklar özellikle de yetim çocuklar önceliğimiz olmalıdır. Endonezya Aceh’de tsunami, Pakistan Keşmir’de deprem, Afrika’nın en az gelişmiş ülkelerindeki açlık ve kuraklık sonrası oralarda sadece yardım kuruluşları yoktu. Kadın ticareti, organ mafyası, çocuk istismarcıları neredeyse STK’lardan önce gelmişlerdi. Devlet kurumlarının ise yardım organizasyonlarında yaşanan bürokrasi sebebiyle hep hantal hareket ettikleri, koordinasyonda ve planlamada eksiklikleri olduğu da gözlemlenmiştir. Sivil Toplum Kuruluşları bu konularda daha mobilize hareket ederek çözümler üretebiliyorlar. Bu kuruluşlarda gönüllülük esas olduğundan yapılan işler hem özveriyle hem de gönülden yapılmaktadır. Organizasyonların şeffaf olması ve kolaylıkla ulaşılabilir olması nedeniyle kampanyalar ve duyurularla toplumdan destek bulması da kolay olmaktadır. Bunlar ve daha pek çok sebeple Sivil Toplum Örgütlerinin önü açılmalı, bürokratik engellerle karşılaşmadan çalışmalarını yürütebilmelidirler. Günümüz Dünyasında Teknoloji ve iletişim kanallarının gelişmesiyle, kısa zamanda her yere ulaşılabilir hale gelindi. Komşu tanımı değişti. “Komşusu aç sabahlarken tok yatanlar bizden değildir” diyor (Hz. Muhammed). Şimdi en ücra yerlerde yaşanan olaylar bile anında evlerimizde duyuluyor. Duyduk ve gördük dediğimiz andan itibaren de yaşanan olumsuzlukları gidermenin, acıları dindirmenin bir görev olduğu bilinciyle hareket edilmelidir. Bunları yaparken gerek devlet kurumlarıyla, gerekse yerel yönetimlerle ve diğer Sivil Toplum Kuruluşlarıyla da işbirliği yapılmalıdır. 137 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER I. Sivil Toplumun Tarihi Gelişimine Kısa Bir Bakış Osmanlıyı dört grubun kurduğu, bunlardan üçünün de bugünkü “Sivil Toplum”un temelini oluşturduğu bilinmektedir. Bunlar; • Gaziyan-ı Rûm (askerler), • Âhiyân-ı Rûm (inanç temelli sivil bir örgütlenmedir); • Bacıyân-ı Rûm (tamamen sivil bir kadın kuruluşudur); • Abdalan-ı Rûm (Horasan Erenleri de denilen yine tamamen sivil bir örgütlenmedir). Bunlara ilave olarak, Her esnaf grubunun, günümüzdeki “esnaf odaları”na benzeyen bir örgütlenmesi vardır: Bu örgütlenme biçimine “lonca” denir. Müslüman ve Müslüman olmayan (ki, sonradan birleştiler) esnafın ustaları muayyen zamanlarda lonca merkezinde toplanıp temsil ettikleri esnafın sorunlarını tartışırlardı. Hatta akla gelebilecek her konuda vakıf kurulmuştu. 36 bin civarında vakıf Osmanlı toplumsal yapısının en önemli dayanaklarından biriydi. Büyük çoğunluğu hiçbir resmi sıfatı olmayanlar tarafından kurulmuş halk vakıflarıydı ve bugünkü dernekler gibi çalışırlardı. (BAHADIROĞLU, Yavuz (2013), Akit Gazetesi) Erken Cumhuriyet döneminde bazı Sivil Toplum çalışmaları yapılmakla birlikte bu çalışmalar devletin destek ve isteği doğrultusunda olmaktaydı. Örn/ Türk Kadınlar Birliği, Halkevleri, Türk Eğitim Derneği gibi yapılanmalar Cumhuriyetin getirdiği yeniliklerin halka aktarımı için araçsal bir görev taşımaktaydı. (ERASLAN, s.68) 1980 darbesinden sonra, S.T.K’lara olan kuşkucu ve baskıcı bakış açısı ve mevzuat Sivil Toplum çalışmalarının sekteye uğramasına yol açtı. Öyle ki, S.T.K’lar potansiyel suçlu olarak görüldü.”Örgüt” kelimesinin bile tabu haline geldiği bir toplumun halkının S.T.K hareketi içinde yer alması beklenemezdi. Örgüt gibi tabu olan kelimelerden biri de “Eylem”di. Oysa eylem, hareket etmek, üretmek demek. Ve yine her türlü S.T.K hareketinin topluma zarar verebileceği ve şiddet içereceği korkusu belleklere işlendi. Oysa bir toplumda, siz ne kadar S.T.K hareketinin gelişmesine izin verirseniz, o toplum o kadar barışçıl olur.(Özemsi,2014) 1990’lı yıllar, dernekler, meslek örgütlerinin siyasi faaliyeti, siyasi partilerin kadın ve gençlik kollarının örgütlenmeleri önündeki yasakların anayasa değişiklikleriyle kaldırılmasıyla STK’lara daha fazla önem verilmeye başlandı. 1999 depremi Türkiye’nin en sanayileşmiş bölgesi olan Marmara’da büyük bir yıkıma sebep olmuş ve devlet istatistiklerine göre 20.000 insan hayatını kaybetmiştir. Depremin ardından Milletçe önemli sorunların üstesinden gelme konusunda ne 138 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kadar zayıf olunduğu fark edilmiştir. Sorumlu ve yetkililerin krizlere acil müdahale edememesi bir ortak bilincin oluşmasını sağlamıştır. Marmara depreminin ardından yaşananlar toplumsal sorunların çözümünde yeni bir bakış açısının gerekli olduğunu göstermiştir. Devletin etkin bir şekilde bölgeye yardım edememesi ve kurumları içinde bir örgütlenme yapısı kuramaması sonucunda halkın gayretleriyle kurulan STK’lar bu işlevleri yerine getirmeye çalışsa da tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Ancak depremden bir yıl sonra Türkiye’deki siyasi söylemde insan haklarının korunması, sivil özgürlüklerin genişletilmesine yönelik değişiklikler görülmeye başlanmıştır. II. Uluslararası Yardımlaşmada STK Tarihsel gelişimine kısaca baktığımız STK’larının Uluslarası çalışmalarını 1989 yani 90 ların başlarında temellerini attığımız İLKDER örneğinden de özetleyecek olursak; STKların örgütlü olma ve birlikte sistemli hareket etme düşüncesinin geliştiği 90 lı yılların başında toplumun sorunlarıyla uğraşan, fikir üreten, çare arayan kadınlar olarak bir araya geldik. “ Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayır işlerine koşun; Nerede olsanız Allah sizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeyi yapabilir”( Bakara 148) Ve “ İnsanların en hayırlısı; insanlara faydalı olandır.”( hadis’i şerif) düsturundan yola çıkarak toplumun derdini kendi derdimizmiş gibi, çareler üretmek için el ele verdik. Güç ve gönül birliği ile hiçbir Sivil Toplum tecrübesi olmayan, her şeye sıfırdan başlayan İLKDER’li kadınlar; hem kadın olmaları hem de dindar olmaları dolayısıyla zaten dezavantajlıydılar. Buna rağmen, kadınların kültürel ve sosyal açıdan geliştirilmesi, kendine güvenen bireyler olmaları çok önemliydi. Bunun için örgütlü bir yapıya ihtiyaç vardı. Dernek kurulduktan sonra işlerimizin çok kolaylaşacağını daha az bürokrasiyle daha çok iş yapacağımızı sanıyorduk. Aksine Sivil Toplumun önünü açması gereken sistem, daha fazla engel çıkarıyordu. Bizler bir yandan yaptığımız çalışmalar ve yardımlar için kaynak ararken bir yandan da bitmek bilmeyen denetimler ve önyargılı insanlarla muhatap oluyorduk. Bunlar bizi yıldırmadı. Gecekondu ziyaretlerimiz, belediyenin bile uğramadığı evleri tespit edip ulaştırdığımız yardımlar, Kadınlar ve gençlere yönelik kültürel programlar, kermesler, geziler, seminerler, kurslar ve daha pek çok çalışma azimle kararlılıkla gerçekleşti. Bu azim ve kararlılık neticesinde uluslararası faaliyetlere başladık. İnsani sorumluluğumuz da bunu gerektiriyordu. Afganistan, Balkanlar, Bosna, Azerbaycan, Çeçenistan, Gazze ile başlayan uluslararası yardım çalışmalarımız Endonezya Açeh’de yaşanan tsunami ve Pakistan Keşmir depreminden sonra bizim yapacak daha çok işimiz olduğu kanaatine karar verdik. Gidip gördüğümüz, desteğimize muhtaç olan bu yerlerde, hele yetim çocuk sayılarının da çokluğu bize yeni bir hizmet alanı açtı, üye ve gönüllülerimizle birlikte Koruyucu aile olmamız ve elinden tuttuğumuz yetimlerimizin sayılarını çoğalmak bizim çalışma azmimizi de arttırdı. Uluslararası yapılan konferanslarda Dünya gündemine en az gelişmiş ülkeler diye bir kavram oturdu. 139 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Afrika’da kuraklık ve savaşlar sonucu top yekun açlığın yokluğun yoksulluğun içine sürüklenen kadın ve çocuğa da sahip çıkmaya ve bir nebze de olsa, acılarını paylaşarak yanlarında olmaya çalıştık. Kadın derneği olmanın dezavantajını vurgularken avantajını da söylemek gerekiyor. Sınırlı çalışmalarımız neticesinde gördük ki; Kadın hassasiyeti, Kadın merhameti, Kadın duyarlılığı, kısaca anne şefkati dünyanın bütün yaralarını sarıp sarmalamaya yeter de artar bile. Şimdi Aceh’de, Pakistan’da, Gazze’de yetimhanelerimiz ve buralarda hayatlarını devam ettiren yetimlerimiz var. Su kuyularımız, Limon ve zeytin ağaçlarımız birçok ülkede kadınların çalışma hayatına katılabileceği projelerimiz oldu. Buralarda kadınlar kendilerinin ve çocuklarının geçimlerini bizim yaptığımız –desteklerle- projelerle sağlayabiliyorlar. Böylece sürdürülebilirliği önceleyerek ve faydalanıcıların dışarıdan gelecek desteğe bağımlı kalmadan hayata tutunmalarını kolaylaştırmış olduk. YARDIMLAŞMADA ETİK DAVRANIŞLAR İnsan hayır işleriyle uğraşırken, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Yaşı ilerlediği halde o hala kendini çok dinç ve genç hisseder. Bugün STK’ları Yetim ve yoksulların Hayallerinin gerçeğe dönüştürüldüğü mekânlar ve merkezler haline gelmişlerdir. Yaptıkları iyilik, her şeyden önce iç dünyalarındaki huzur olarak kendilerine döner. “Sadakalar ömrü uzatır” İşte bu gerekçelerle, hem kendimiz hayra devam etmeliyiz, hem de başkalarını hayırda bulunmaları için teşvik etmeliyiz. Aslında her insan iyilik yapmak için fırsatları kollamalı… İyilik, belli bir gün, zaman ve mekânda yapılabileceği gibi hiç ummadığımız, hiç hazır olmadığımız bir anda da iyilik yapma fırsatı yakalayabiliriz. Bugün bizler de bu güzel hayır çalışmalarını devam ettirebiliriz. Muhtaç insanların dertlerine derman, borçlarına kefil, hastalıklarına şifa, eğitimlerine destek, hayallerini gerçekleştirmede bir umut kapısı veya “alan el ile veren el arasında bir köprü” olabiliriz. Yüce Allah (c.c.) yetimin işini bizzat üzerine almıştır. Kur‘an-ı Kerim‘de yetimle ilgili birçok ayet vardır. Sadece Duha ve Maun Surelerini örnek alacak olursak, yetimle ilgilenmenin ne kadar yüce bir iş, ne kadar yüce bir ibadet olduğunu kavrarız. Hz. Muhammed “Kim üç yetimi korumasına alıp, onların bakımını yaparsa, sanki ömür boyu gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçirmiş ve Allah yolunda cihat etmiş gibi olur” buyuruyor. Yine Hz. Muhammed işaret ve orta parmaklarını birbirine birleştirerek “Yetimi görüp gözetenle ben cennette şöyleyiz” buyuruyor. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bugünkü yoksulluğun, işsizliğin, ahlaksızlığın yayılmasında ya da önlenememe140 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sindeki en büyük etken vurdumduymazlık, nemelazımcılık, adamsendecilik ve ihmalkârlıktır. Bütün bunlar ahlaki çürümenin israfın sonucudur. Ahlaki çürüme ve israf tüm kötülüklere kapı aralayan bir hastalıktır. Bugün öyle olaylar yaşıyoruz ki; sözün tükendiği, boğazlara bir şeylerin düğümlendiği bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan açlıktan ölenler, diğer yandan da tokluktan çatlayanlar… “Ey Resulüm biz seni en güzel ahlak üzere gönderdik.” (Kalem Suresi 4.) diyor Allah-u Teâlâ(c.c.). Ve “Ben en güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor Peygamber Efendimiz. O‘nu anlamak, onun gibi yaşamak, onun gibi fedakârlıkta bulunmak çağımızın bütün dertlerine deva, hastalıklarına şifa, hayatımıza huzur, bereket, mutluluk ve sükûnet getirecektir Kısaca; felaketler uzakları yakın etti. Birbirimizi daha iyi anlamamızı sağladı. Başkasının dertleri ile dertlenmeyi öğretti. İnfak bilincinin canlı tutulmasına yardımcı oldu. İnsanlara ölümün de, felaketin de çok yakın olduğunu hatırlattı. Karşılıksız vermeyi, sevmeyi, fedakarlık yapmayı, empati kurmayı öğretti diyebiliriz. İnanıyoruz ki merhametle uzanacak olan bir el bir yarayı, merhametle uzanacak olan binlerce el ise binlerce yarayı saracak, binlerce derde derman olacak, binlerce sorunu çözecek. Felaket hiçbir zaman istenmez. Fakat geldiğinde de insan yanında dostlarını görmek ister. Dost ise, acı günde belli olur. Hepimizin birer acı gün dostu olması dua ve dileklerimle. Vesselam. KAYNAKÇA ERASLAN,Levent. Ozan İLTER Aile ve Sosyal Politikalar Yayınlanmış Uzmanlık Tezi, S.68 Kur’a-ı Kerim ÖZESMİ, Dr Uygar (2014) Röportaj 141 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER İNSANİ YARDIMDA DENİZ FENERİ MODELİ Recep KOÇAK Deniz Feneri Derneği @ recep.kocak@denizfeneri.org.tr DENİZ FENERİ’NİN DOĞUŞ HİKÂYESİ 1996 Ramazan ayında yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik amacıyla yayına başlayan Şehir ve Ramazan programı, Kanal 7 izleyicisinin yüksek teveccühü ve yoğun ilgisine mazhar oldu. Program, alanında bir ilkti. Programda, Türkiye’nin dayanışma kültürünün gelişmesine katkı sağlamak amacıyla seçilen ailelerin hikâyeleri yayınlanıyor ve yardımlaşma örneklerinden kesitler sunuluyordu. Şehir ve Ramazan programında, kıyıda kalmış hayatlara ulaşılıyor ve dezavantajlı durumdaki ailelerin hayata tutunmasına ciddi katkı sağlanıyordu. Durumu değiştirilen aileler için izleyiciler arasından çıkan hayırseverler doğrudan harcama yapıyor, program ekibi ise ihtiyaç sahipleri ile varlıklı vatandaşları buluşturma görevi üstleniyordu. Şehir ve Ramazan’da, hediye paketi götürülen ve sıkıntıları azaltılmaya çalışılan ailelerden hikâyesi ilgi çekici ve dikkate değer bulunanlar ekrana getiriliyordu. Ailenin çekim yapılmasına izni yoksa ısrar edilmiyordu. Yayınlanan her aile hikâyesi yeni desteğe muhtaç ailelerin ve yeni bağışçıların ortaya çıkmasına katkı sağlıyordu. Şehir ve Ramazan programı her akşam iftar saatinde ekrana geldi ve Ramazan ayının bitmesiyle sona erdi. İzleyicinin yoğun ilgi gösterdiği ve desteklediği programın ülkemizdeki yardımlaşma ve dayanışmanın yaygınlaşıp güçlenmesine vesile olduğu görüldüğünden, Ramazan sonrasında programın başka bir isimle devam etmesine karar verildi. 1997 yılından itibaren haftalık olarak yayına başlayan Deniz Feneri programında Şehir ve Ramazan’da benimsenen format devam ettirildi. Sunucular ise Şehir ve Ramazan’da olduğu gibi Uğur Arslan ve İbrahim Uğurlu (Ramazan Ağabey) idi. Deniz Feneri programının süresi Şehir ve Ramazan’dan daha uzundu. Bu ise, daha fazla aile hikâyesi ve daha fazla yardım görüntüsü demekti. Deniz Feneri ismi hikâyeci Mustafa Kutlu’nun önerisiydi. Kutlu neden bu ismi teklif ettiniz sorusunu cevaplarken şunları söylüyordu; “Deniz Feneri mana itibariyle yolda kalmışlara, yolculara veya herkese yol gösteren, ışık tutan, gidilecek noktayı tayin eden, bir nevi darda kalmışların yardımına koşma gibi 143 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bir sembolik manası olan, -ayrıca ben sinema ile de uğraşırım- görsel olarak da Deniz Feneri bana göre çok hoş bir şey. Karanlıkta o projektörün dolaşması görsellik bakımından da çok hoş bir şey. Öte yandan Deniz Feneri evrensel bir simge. Dünyanın her yerinde bu simge aynı çağrışımları yapar. Deniz Feneri, gecenin bir vakti, hangi uyruktan olursa olsun, büyük ya da küçük deniz taşıtlarına ışık tutar, yol gösterir. Asıl yolumuzun netice itibariyle kendi düşünce ve inançlarımız doğrultusunda bütün Türkiye için hiçbir ayrım yapmaksızın, mazlumdan, yoksuldan, zarurete düşmüşten yana olan bir yayın sürdürmemiz gerektiğini, ‘sessiz kalabalıkların sesi’ olmamız gerektiğini düşünmüş ve önermiştim.” Deniz Feneri, yıl boyunca ihtiyaç sahibi aileleri desteklerken yoksulluğun tüketilmesi yolunda önemli iki adımı da atmıştır. Bunlardan birisi “yoksulluk” konusunun ilim adamları tarafından tartışılması ve akademik camianın birikimlerinin yoksulluğun tüketilmesine hizmet etmesi için 2003, 2005 ve 2008 yıllarında “yoksulluk sempozyumları” düzenlemiştir. Sempozyumda sunulan tebliğler, kitaplaştırılmak suretiyle üniversitelere, kütüphanelere ve yoksulluk konusunda çalışma yapan araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. DEYAM (Deniz Feneri Yoksulluk Araştırmaları Merkezi) Ayrıca yine yoksulluk konusunda yapılacak çalışmaları organize etmek veya bu alanda yapılan araştırmaları desteklemek üzere Deniz Feneri Yoksulluk Araştırmaları Merkezi (DEYAM) kuruldu. Yapılan üç sempozyumdan birisi Türkiye’de o tarihe kadar yapılmış en geniş katılımlı yoksulluk sempozyumuydu. (2003) Üçüncü yoksulluk sempozyumu ise uluslararası nitelikte ve 20’den fazla ülkeden 100’ü aşkın tebliğin sunulduğu bir organizasyondu. (2008) DEYAM’ın çalışmaları ve vizyonu, ülkemizin yoksulluk sorununun çözümü yönünde büyük önem taşımaktadır. SOSYAL DÖNÜŞÜM PROJELERİ YA DA “BALIK TUTMAYI ÖĞRETMEK” Deniz Feneri’nin yoksulluğun tüketilmesi yönündeki çabaları içerisinde en kayda değer projeler, meslek edindirme, iş sahibi yapma ya da daha yaygın söyleyişle “balık tutmayı öğretme” sadedinde yaptığı çalışmalardır. Bu çalışmalar, Sosyal Dönüşüm ve Meslek Edindirme Projeleri başlıkları altında ele alınmaktadır. Bu projelerde önemsenen konu ve asıl hedef; bir işin yapılabilirliğini, bir projenin uygulanabilirliğini ve desteklenmesi halinde ummadığımız insanların kendi ayakları üstünde durabildiğini göstermektir. Şimdi bu projelerden bazılarına kısaca göz atalım; KARNAVAS BEZİ ÜRETİMİ Erzurum’da yok olmaya yüz tutmuş bir el sanatı, Karnavas Bezi Üretimi. 144 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Deniz Feneri Doğu Anadolu Temsilciliği, ihtiyaç sahibi ev hanımlarının bir araya gelerek oluşturduğu, maddi imkânsızlıklar nedeniyle üretim yapamayan atölyeye ham madde temin ederek Karnavas Bezi üretiminin devamını sağlıyor. Projeyle, geleneksel olarak 250 yıldır dokunmakta olan Karnavas bezine yeni fonksiyonlar kazandırıldı. 2008 yılında Deniz Feneri Derneği Doğu Anadolu Temsilciliği’nin yaptığı 650 kg. iplik yardımıyla yöresel desenler dokunabiliyor. Olur Kaymakamlığı başkanlığında, Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü 2006 yılının Aralık ayında başlattığı Karnavas Bezi Projesi, büyük bir özveri ve başarıyla devam ediyor. OĞULDURUK YAYLA BAĞI PROJESİ Bu proje, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Deniz Feneri Derneği arasında imzalanan işbirliği protokolündeki yükümlülükler çerçevesinde yürütülmektedir. Manisa’nın, Gördes İlçesi Oğulduruk köyünde halk hayvancılık, meyvecilik, tütün ve hububat tarımından geçimini sağlamaya çalışmakta. İlçenin köylerinde ailelerin geçimlerini temin edememesi nedeniyle dışarıya göçler yaşanmış ve zaman zaman da yaşanmakta. Deniz Feneri, 2009 yılında bölgedeki kaynakları ve köylülerin sahip olduğu imkânları göz önünde bulundurarak yoksul köylülerimizi yüksek sistem yayla bağcılığı projesine yönlendirerek sofralık siyah üzüm yetiştiriciliğine teşvik etti. SAANEN KEÇİ YETİŞTİRİCİLİĞİ Deniz Feneri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile ortaklaşa hayata geçirdiği Sosyal Dönüşüm Projelerinde, arıcılık, keçi ve koyun yetiştiriciliği, meyvecilik, sebzecilik vb alanlarda meslek edindirme çalışmalarını yürütmektedir. Bu projeyle yoksul ailelerin geçimlerini kendilerinin sağlaması için malzeme, eğitim, denetleme ve teknik altyapı hususlarında imkânlar verilmektedir. Sosyal Dönüşüm Projeleri çerçevesinde Deniz Feneri, Çanakkale’nin Yenice İlçesi’ne bağlı Armutçuk Köyü’nde 2007 yılından itibaren 10 aileye bakmaları için 900 m2 alan üzerinde bir barınak tesis ederek 200 keçi dağıtımını gerçekleştirdi. Proje kapsamında, 2008 yılı içerisinde İzmir’in Kiraz İlçesi’ne bağlı Solaklar Köyü’nde de 6 aileye 19 adet saanen keçisi ve bir adet teke dağıtımı yapıldı. Devlet ve sivil gücün birlikteliğinin güzel bir yansıması olan bu proje, hayatta kalma mücadelesi veren köylülerin yeniden eski verimli ve mutlu günlerine dönmelerine bir imkân sağlamaktadır. ARICILIK Deniz Feneri, Sosyal Dönüşüm Projeleri çerçevesinde, Ege Bölgesi’nde ihtiyaç sahi145 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bi 48 aileye 1770 adet arı kovanı dağıtımını gerçekleştirdi. Bu ailelerin kendi geçimlerini sağlayana kadar geçen süre zarfında ise Deniz Feneri tarafından gıda, nakit, giyim yardımları devam ettirildi. MEYVE FİDANI Sosyal Dönüşüm Projeleri çerçevesinde Deniz Feneri, ihtiyaç sahibi 109 aile için 20 bin 410 fidan dikimini (bodur kiraz, angelo erik, armut, bögürtlen, üzüm bağı ve kestane) gerçekleştirdi. CEZAEVLERİNDE MESLEK EDİNDİRME KURSLARI İyi hali görülmüş ve mahkûmiyetinin bitmesine altı ay kalmış mahkûmlara çeşitli alanlarda kurslar tertip edildi. Proje kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği halinde, Halk Eğitim Merkezleri’nden gelen öğretmenlerin yürüttüğü kursların sonunda başarılı kursiyerlere sertifika verildi. Bu proje ile ilgili bir törenin haberi şöyleydi: “Afyonkarahisar E Tipi Kapalı Cezaevi’nde düzenlenen sertifika töreninde mahkûmlar, hazırladıkları tiyatro gösterisi ve türkü şöleniyle izleyenlere keyifli dakikalar yaşattı. Tutuklu ve hükümlülerin topluma entegre olabilmeleri ve rehabilite edilmeleri amacıyla, Afyonkarahisar Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü, E Tipi Kapalı Cezaevi ve Deniz Feneri Derneği işbirliğiyle düzenlenen sertifikalı meslek edindirme kursları sona erdi. 3 ay süren kurslarla doğalgaz tesisatçılığı, bayan kuaförlüğü, mermercilik, kilim dokumacılığı, trikotaj gibi alanlarda uygulamalı eğitim alan kursiyerler eğitimlerini başarıyla tamamladı. Bunun ardından Afyonkarahisar E Tipi Kapalı Cezaevi’nde sertifika töreni düzenlendi. Törene konuşan Cezaevi Müdürü Mahmut Çaça, kurslarla ilgili bilgi verdi. Konuşmaların ardından, mahkûmlar söyledikleri türkülerle izleyenleri coşturdu. Erkek mahkûmların hazırladığı tiyatro ve bayan mahkûmların sunduğu folklor gösterisinin ardından, kursları başarıyla bitiren mahkûmlara sertifikaları verildi. Tören, mahkûmların hazırladığı el emeği ürünlerin bulunduğu serginin gezilmesiyle sona erdi. Tiyatro oyuncusu mahkûmlar, arkadaşlarına moral olması için böyle bir oyun sergilediklerini söyledi. Törene, Vali Haluk İmga, Belediye Başkanı Abdullah Kaptan, İl Jandarma Komutanı Kıdemli Albay Memduh Akoğlu, Cumhuriyet Başsavcısı Abdülkadir Şahin, İl Emniyet Müdürü Natık Canca, çok sayıda davetli ve mahkûm aileleri katıldı.” Doğalgaz İç Tesisatçılığı ve Kaynakçılık Eğitimi: Diyarbakır – Batman Diyarbakır ve Batman‘da 2009 yılından itibaren doğalgaz dağıtımlarına başlanması ile doğacak kalifiye ara eleman ihtiyacını göz önünde bulundurarak ihtiyaç sahiplerine istihdam imkânı oluşturmak için Derneğimiz “Doğalgaz İç Tesisatçılığı ve Kaynakçılık Eğitimi” başlattı. Başarılı katılımcıların MEB ve UGETAM onaylı sertifika ile ödüllendirileceği eğitimle 5 yılsonunda 17-30 yaşları arasında ortalama 1500 kişinin istihdama kazandırılması hedeflendi. 146 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Batmanlı Kadınlar İş Sahibi Oluyor Batman yardımları kapsamında, Batman’ın Merkez ilçesinde bulunan 75. Yıl Toplum Merkezi’ne 60 dikiş makinesi verildi. Açılış, Batman Valisi Recep Kızılcık’ın ve Deniz Feneri yetkililerin katılımıyla yapıldı. Açılışta kursiyerlere içinde kumaş, makas, ütü, muhtelif dikiş malzemeleri bulunan paketler hediye edildi. 75. Yıl Toplum Merkezi’nde bulunan atölyelerden birine Deniz Feneri’nin adı verildi. ENGELLİLER UMUT ATÖLYESİ Diyarbakır’da Bedensel Engelliler Derneği bünyesinde faaliyet gösteren ve sipariş alamadıkları için kapanmak üzere olan tekstil ile ayakkabı atölyeleri, Deniz Feneri Derneği’nin destekleriyle ayakta kaldı. Bedensel Engelliler Derneği Diyarbakır Şubesi’nin açtığı, Diyarbakır Valiliği’nin desteğiyle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın binasında faaliyete başlayan atölyelerde, bedensel engelli ve işsiz vatandaşlar istihdam edildi. Ancak atölye bir süre sonra kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Deniz Feneri, atölyeye ilk etapta 67 bin metrekare kumaş bağışı yaptı, atölyeye ücret karşılığı elbise dikim siparişi verdi, dikilen ürünleri de ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Atölyede üretilen 60 bin parça elbise ile 20 bin çift ayakkabı karşılığında Bedensel Engelliler Derneği’ne 240 bin TL ödendi. Atölyelerde 64 engelli istihdam edildi. ENGELLİLERİN UMUDU OLDU Deniz Feneri Derneği yoksulluk alanında yaptığı çalışmalar ile çok sayıda ailenin yüzündeki gülümseme oldu. Dernek, faaliyete başladığı günlerden bu yana ülkemizde ve dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan engelli kimselere destek oldu. Her zaman onların yanında olarak “engelsiz bir hayat” sürdürebilmeleri için çalışmalarda bulundu. Derneğin şu ana kadar engelliler ile ilgili yaptığı çalışmalardan bazıları şöyledir; 2002 yılında Yozgat’ta 50 kişiye tekerlekli sandalye verildi. 2007 yılında Beyaz Ay Derneği’nin Sivas Şubesi ile ortak bir proje geliştirilerek ve görme engelliler tarafından kullanılabilecek çorap örme makineleri temin edilmiş ve onlarca görme engelli meslek sahibi olmuştur. Bu atölyede “Gören Eller” markasıyla çorap üretilmektedir. 2008 yılında “Engelliler Eğleniyor” şenliğine katılan öğrencilere; 700 kişilik kumanya, 110 öğrenci için t-shirt ve şapka, 156 öğrenci için de çeşitli oyuncaklar, balonlar ve sürpriz animasyonlarla destek olundu. 2008 engellimize 2008 adet tekerlekli sandalye verdi. “Kütahya İşitme Engelliler Sınıfı” yapıldı. Özel işitme sınıfı, son sistem teknolojik donanıma sahip. Okuldaki teknik donanım şöyle; 1 adet öğretmen telsiz verici - 10 adet öğrenci için telsiz alıcı - 2 adet öğrencilerin soru sorması ve aynı zamanda diğer öğrencilerin duyması için ara verici - 10 adet indüksiyon kablosu - Cihazları akü şarj aletleri - 16 adet işitme cihazı. Deniz Feneri engelliler için yaptığı çalışmalarını Türkiye 147 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ile sınırlı tutmadı. Savaşta yıkılan Lübnan Haroof Spastik Engelliler Okulu’nu tekrar yaptırdı. ACİL SERVİS GİBİ Deniz Feneri dönemlik, mevsimlik yardımlar yapan, yılın belli aylarında ortaya çıkıp, diğer zamanlarda kaybolan bir yardım kuruluşu değil. Deniz Feneri bir hastanenin acil servisi gibi 7 gün 24 saat, 365 gün esasıyla çalışıyor. Doktorlar ve hastaneler için, “Allah muhtaç etmesin, yokluğunu da vermesin” şeklinde dua edilir. Deniz Feneri de hemen herkesin muhtaç olup kapısını çalma ihtimali bulunan bir iyilik merkezi. BARKOD SİSTEMİ Deniz Feneri, kurulduğu günden beri tüm faaliyetlerini kayıt altına almış, bağışların kimlerden geldiğinin ve yardımların kimlere gittiğinin istenilen her zaman öğrenilebildiği sağlam bir sistemle yönetilmektedir. Yardımlar şeffaf ve izlenebilir bir anlayışla organize edilmektedir. Ayni yardımlarda uygulanan barkod sistemi sayesinde bir çift ayakkabının hangi bağışçıdan geldiği bilindiği gibi, hangi ildeki hangi ailenin hangi ferdi tarafından kullanıldığı da takip edilebilmektedir. ISO 9001 KALİTE BELGESİ “Yeryüzündeki son muhtaç kişiye ulaşıncaya kadar çalışacağız” vizyonunu benimsemiş olan Deniz Feneri, yardım alanında bir iyilik markasıdır. İnsani yardım kuruluşları içerisinde ISO 9001 kalite belgesini ilk alan yardım kuruluşu Deniz Feneri’dir. Uzun bir süre ülkemizde bu kalite belgesine sahip tek kuruluş olmayı da sürdürmüştür. SİS.NET ( Sosyal İnceleme Sistemi) Türkiye’nin dört bir yanındaki gönüllülerimizin kendilerine ait kullanıcı adı ve şifrelerle, ortak bir ağ üzerinden sosyal inceleme işlemi yapmalarını ve Deniz Feneri veri tabanına göndermelerini içeren projedir. Proje ile yardım talep eden ailelerin incelenme ve yardımın ulaşma süreci kısalmaktadır. YOP (Yardım Organizasyon Programı) Özel yazılım bir bilgisayar programıdır. Deniz Feneri’ne yapılan yardım talebi başvuruları, bağışçı ve gönüllülerin adres, iletişim, yardım vb. bilgilerinin bulunduğu şube ve temsilciliklerinde de kullanılan çok yönlü yardım organizasyon programıdır. LOJİSTİK MERKEZLERİ Ayni yardımlar Türkiye’nin altı ilinde bulunan lojistik merkezlerinde yılın 365 günü hizmet üretilmekte, bağışçılardan gelen ayni yardımlar, teknolojinin tüm imkânları kullanılmak suretiyle muhafaza edilmekte, sonra da ihtiyaç sahibi olduğu belirlenen ailelere ulaştırılmaktadır. 148 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER GİYİM MAĞAZALAR Derneğin Lojistik Merkezlerinin olduğu yerlerde sabit giyim mağazaları da bulunmakta, bu mağazalara randevu usulüyle davet edilen aileler yeni kıyafetlerle sevindirilmektedir. Bu mağazalarda ailelerin seçim ve tercih yapmalarına fırsat verilmektedir. Sabit mağazalar dışında, belirlenen illerde “gezici giyim mağazası” adıyla giyim mağazaları açılıp, o ildeki aileler 10-15 günlük bir sürede bu mağazalarda giydirilmektedir. SONUÇ Deniz Feneri Derneği, kayıtlarında bulunan 593.000 ailenin (yaklaşık 2.500.000 kişi) yüzde 70’ten fazlasına yardım ulaştırdı. Bu ailelerden bazılarına dernek kurulduğundan beri yardım yapılıyor. Çünkü ihtiyaçlılık durumu devam ediyor. On binlerce aile ise derneğin nakit, gıda, giyim, ev eşyası gibi yardımlarından uzun yıllar yararlandılar. Sosyal incelemeleri yapılan ve gerçek ihtiyaç sahibi oldukları belirlendikten sonra yardım ve destek gören ailelerin durumlarında iyileşme olması halinde yeni yardım kararları alınmıyor. Posta ile Türkiye’nin her köşesinden başvuru belgesi gönderip derneğin kayıtlarına giren aileler, ihtiyaç sahibi olmaları halinde kolayca yardım alabilmekte. Deniz Feneri, ailelerin yardımlarla geçinmeyi alışkanlık ya da “meslek” haline getirmesine fırsat vermekten kaçınmaktadır. Bazı yardımlar umut ışığı, bazıları “can suyu”, bazıları ise oksijen tüpü gibi anlamlar taşımaktadır. Yapılan yardımlar zor durumdaki vatandaşlarımızın hayata tutunmalarına ve kendi ayakları üstünde durma iradelerinin güçlenmesine ciddi bir katkı sağlamaktadır. Kendi ayakları üstünde durabilir hale gelen aileler artık hem devlete hem de çevresine yük olmaktan çıkmaktadır. Sosyal kalkınma ve sosyal barış için aileler güçlendirilmeli, sivil toplum kuruluşlarımızın kendi aralarında ve kamu kuruluşları ile daha fazla işbirliği yapması teşvik edilmeli. İşbirliği örnekleri çoğaltılmalıdır. NOTLAR: 1) Deniz Feneri Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 1, Mart 2003 2) 28 Haziran 2007, http://www.haberler.com/mahkumlardan-tiyatro-ve-turku-soleni-haberi 149 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER YOK OLMA TEHLİKESİNDE OLAN DİLLERİN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ İÇİN ÇAĞDAŞ TEKNİK YENİLİKLERİN KULLANILMASI Zuhra AYBAZOVA www.elbrusoid.org @ zuhra_aybaz@bk.ru 1. Karaçay-Balkar gençlerinin kalkınmasına destek Fonu olan Elbrusoid ticari örgüt değildir. Kuruluşumuzun amacı doğrultusunda faaliyetler, seminer toplantılar yapmaktadır. - milli örf-adetlerin korunması, -kültürel- aydınlanma faaliyetleri - Karaçay-Balkar dilinin geliştirilmesi - sağlıklı hayat tarzının geliştirilmesi için çalışmalar. 2. Fonun amacı faaliyetlerin tüm Karaçay-Balkar halkına ulaştırmak. Ama esas faaliyet ağırlığı gençliğinin üzerine odaklanmaktadır. Okullarını üst sınıflarına ve üniversite öğrencilerine, aynı zamanda çalışan gençlikle uğraşılmaktadır. Genç nesil her bir halkın geleceği olarak kabul edilmektedir. Buna göre de Fon gençlerle çalışmaya daha çok önem vermektedir. Ama Fon bununla beraber okula kadarki yaşlarda olan çocuklara yönelik projeleri de hayata geçirmektedir. Bu yaş grubundan olanlar oldukça hassas olduklarından ve bilgileri daha çabuk kabullendiklerinden onlarla çalışmanın özel programlar hayata geçirilmesi şart. Anaokulu çalışmalarımızın hedefleri arasında he rgeçen gün daha da çok yer almaktadır. 3. Rusya çok milletli bir ülkedir. Bu ülkede 100 den fazla dil konuşulmaktadır. Bu yüzden bu ülkede tüm halkların ortak bir dille iletişime ihtiyaçları vardır ki, bu dil de Rus dilidir. Bununla birlikte, diğer diller de kanunla korunmaktadır ve bazı bölgelerde yerel dillere devlet dili statüsü verilmiştir. Bu dillerden biri de Karaçay-Balkar dilidir. Kanun görü Karaçay-Balkar Dili Rusça ile birlikte devletin tüm faaliyet alanlarında kullanılma Hukukuna sahiptir. Ama pratikte böyle değildir. UNESKO’nun yayınladığı açıklamaya göre, Rus ve Tatar dillerinden başka Rusya Federasyonundaki tüm diller yok olma tehlikesi ile yüz-yüze kalmaktadır. Karaçay-Balkar dili de bu durumdan istisna değildir. Rus dilini mükemmel bilmek, elbette, iyidir, ama yerel dillerin yok olmaktan kurtarmak gerekir. Yerel dillerin acınaklı bir şekilde yok olması sürecini engellemek gerekiyor. Bir dilin kaybolması çeşitli sebeplere dayanır. - Halkın çoğunluğundan kaç kişi ana dilini bilmektedir. - Ana dilini bilme hangi düzeydedir, edebi yaklaşımlar nasıldır -ana dilinde eğitim veren okullar var mıdır. - Çocuk bahçelerinde, okullarda, Üniversitelerde yerel dil eğitim sürecine kaç gün ve kaç saat olarak dahil edilmiştir vb. Bizim Fon elbrusoid.org sitesi üzerinden bir anket yaparak bu oranları aşağı yukarı 151 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ortaya çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Anket sonuçlarına göre, nüfusun yüzde 75’i ana dilini okulda öğrenmiş, yüzde 55’i bu eğitimin yeterli olmadığını düşünüyor, sadece yüzde 28 edebi Karaçay-Balkar diline sahiptir. Nüfusun yüzde 55’i evde ana dilinde, yüzde 7’si Rusça, yüzde 38’i karışık dilde konuşuyor. Ankete katılanların % 41’i Karaçay-Balkarca, yüzde 14’ü Rusça düşünüyor. Bu rakamları yanılma payını göz önünde bulundurarak tüm millete şamil kılmak mümkündür. Özellikle, gençlik ana dilini daha az kullanmaktadır. 4. Yukarıda belirtilen şartlara göre de Fon yerli dilin yaygınlaştırılması, kullanılması için cazip hale getirilmesi ana hattı ile genç neslin kalkınmasına destek için ciddi programlar üzerinde çalışmaktadır. Bu amaçlar için Fon çeşitli projeleri hayata geçirmektedir. - Karaçay-Balkar bedii edebiyatının Rus ve Karaçay-Balkar dillerinde basılması. elbrusoid.org elektronik dergisinin yayını. Bu sitede Karaçay-Balkar tarihi, kültürü, edebiyatına ait yazılar ve eserler yayınlanmaktadır. Kitaplar ve dergiler okullarda, Üniversitelerde ve kütüphanelerde bedava dağıtılmaktadır ve onlar öğrenciler tarafından ders materyali olarak kullanılmaktadır. - Popüler filmlerin ve çocuk dizilerinin Karaçay-Balkar diline çevrilerek dilin daha iyi yayılması sağlanıyor. Bu, sözlü edebiyatın, rahat konuşmanın geliştirilmesi için oldukça faydalı bir yöntemdir. Karaçay-Balkar halkının tarihi, edebiyatı ile ilgili belgesellerin hazırlanması ve yayımlanması. Bu filmler özellikle Rusça hazırlanarak Karaçay-Balkar kültürünü daha geniş bir kitleye iletmek amacı gütmektedir. - Karaçay-Balkar yazarlarının kitaplarının video kasetlerinin hazırlanması. - Milli tiyatro ve temsillerin organizasyonu. -Karaçay-Balkar elektronik kütüphanelerinin oluşturulması. -Milli şarkıların yazılması. Bu proje iki bölümden oluşuyor. Bir bölümü folklor şarkılarının, türkülerin kasetlerinin çıkarılması, diğeri ise çağdaş Karaçay-Balkar şarkıcılarının ve kompozitörlerinin eserlerinin yazılmasıdır. - milli dans merkezlerinin ücretsiz organize edilmesidir. Mesela, her ay Fon merkezinde,, Alantoy,, adlı dans festivali yapılıyor. - Karaçay-Balkar ve Rus dillerinde veya çok dilli online sözlüklerin oluşturulması. -telefonlar, planşetler, bilgisayarlar için Karaçay-Balkar dilinde ilavelerin yazılması ve yayılması. Bu zamana kadar bir kaç bu düzenlemeler yapılmıştır. -Fondun Uzmanları Karaçay-Balkar dilinde bilgisayar oyunlarının da geniş bir yelpazede hazırlayarak kullanılma vermişler. 5. 21. yüzyıl yüksek teknolojiler ve kültürlerin total anlaşması Asrı olarak tarihe geçmektedir. Ama aynı zamanda gençlerin yeni eğilimleri hassasiyetini de doğurmaktadır. Buna göre de bu ya da diğer halkların milli kültür özelliklerinin kaybolması faktörü ile uğraşan devlet organlarının ve sivil toplum örgütlerinin üzerine büyük görevler düşmektedir. Bu yüzden, Elbrusoid Fonu da kendi üzerine düşen görevleri yerine getirmek için çağdaş teknolojilerin imkanlarını kullanmak ve bu faaliyetini bu çağdaş taleplere uygunlaştırmaktadır. 152 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER GÜRCİSTAN’DA TÜRKÇE YAYIN BASIN FAALİYETLERİNİ GÜÇLENDİRMEK Hacı HACIYEV UĞUR Derneği, Gürcistan @ hacibakir@mail.ru Saygıdeğer, Türk dünyasının büyükleri, güzide STK temsilcileri, hocalarım ve basın mensupları hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben Gürcistan’dan aranıza katıldım. Bildiğiniz gibi Gürcistan’da 500 binin üzerinde Türk var ve bende onlardan biriyim. Gürcistan’da yaşayan Türkler Gürcistan’ın siyasi ve sosyal hayatında yakından iştirak eder ve Gürcü camiasına enteğre oluyorlar. Türkler bu devlette sayıca ikinci yeri kapsamaktadırlar. Gürcistan’da bulunan Türk gençlerinin bu günkü durumu nasıldır? En büyük problemlerden biri gençlerin işle temin olunmaması ve iş yerlerinin az olmasıdır. Bu nedenle gençlerimiz çalışmak maksadıyla yabancı ülkelere Rusya’ya, Türkiye ve Avrupa’nın farklı farklı ülkelerine gidiyorlar. Türk gençleri resmi idarelerde çok az temsil olunuyorlar. Bunu neticesi olarak gençlerimizde geleceğe olan inanç azalıyor ve okuma isteyi zayıflıyor, yüksek öğretim almak isteği yok oluyor. Son 10 yılda Gürcistan’da eğitim alanında ciddi şekilde değişiklikler oldu, ders yılı 12 yıla çıkartıldı ders notlarında 10’luk puan sistemine çevrildi. Gürcistan’da yaşayan Türk okullarının umumi sayısı 120’dir. bunun 80’ni lise, 33’ü orta okul, 7’si ise ilkokuldur. Umumi öğrencilerin sayısı resmi rakamlara göre 26019, öğretmenlerin sayısı 3619’dur. Gürcistan’da resmi dil Gürcüce olduğu için resmi işlemler, üniversiteler de hiç şüphesiz Gürcüce olmaktadır. Bunun içinde gençlerimizin Gürcüce eğitimi şart olmuştur.. Borçalı bölgesinde yaşayan Türkleri ister Sovyetler döneminde isterse de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra her zaman ikinci planda kalmış ve bir işci gibi çalıştırılmıştır. Eğitimsiz olmalarından dolayı ülkemizde başveren siyasi, kültürüel, ekonomik ve ilmi gelişmelerden haberdar olamıyorlar. Netice olarak Gürcistan’da yaşayan Türkler diğer halklardan geride kalıyor, kendi kültürünü ve medeniyetini yeterince koruyamıyorlar. Gürcistan’daki Türklerin eğitim alanındakı en büyuk problemlerden birde genc 153 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kadronun olmamasıdır. Bu nedenlede okullarımızda çalışan öğretmenlerin çoğusuda yaşlı kadro olmaktadır ki onlarda bu günün taleplerine uyamuyorlar, eski sistemle ders yapıyorlar. Sovyetler döneminin dağılması ile okullarda eyitimin zayıflaması, öğretmenliğe değer verilmemesi gençlerimizi bu mesleğe olan ilgisini yok etmiştir. Bu gün gençlerimizin öğretmenliğe heveslendirecek proğramlar uyqulamamız gerekiyor. Çünkü cemiyetimizin sağlam olması için yüksek eğitimli gençlere ihtiyaç vardır. Bundan dolayı eğitim faaliyetleri oldukça önemlidir. Bu açıdan da Gürcistan’ın Kvemo -Kartli bölgesinde yaşayan Türklerin çoğunluk teşkil ettiği Borçalı, Qarayazı ve Sakareco bölgelerinde eğitim ve kültür merkezleri kurarak bu alanda çaba serf ediyoruz. Malesef bu çaba ile birşey elde edilmiyor. Her yıl 50-60 öğrenci yetiştirmek mümkün oluyor. Bu da 500 bin sayısı için çok az bir gösterici değil midir? Eğer destek olursa bu tür projeleri Gürcistan’ın Türkler yaşayan ve ulaşamadığımız bölgelerinde de yapmak istiyoruz. Projelerimizin kapsama alanına meslek eğitim liseleri, yabancı dil kursları, kültür sanat okulları, çocuk kreşleri de dahildir. Bunların yanı sıra öğrencilerimizi yabancı ülkelere götürerek orada hem kurs hemde pratik görmelerini düşünüyoruz. Bu tür projeler hem gençlerin eyitime olan ilgilerini atıracak ve işe alınma şansını yükseltecektir. Özellikle üniversite okumak için Borçalı bölgesinden Tiflis’e gelen Türk öğrenciler birçok sorun ile karşılaşıyorlar. Onların başında barınma sorunu vardır. Tiflis’te muhtelif yerlerde grup halinde kalan Türk gençler zamanla değişmeye başlıyorlar. Milli ve manevi değerlerimizi korumak için gençlerimize maddi ve manevi alanda destek olmamız gerekiyor. Bu alanda sivil toplum kuruluşlarına da büyük iş düşüyor. Bizde bir dernek olarak Tiflis’e gelen öğrencilere yönelik yurt açma faaliyetleri yapmaktayız. Bu tür faaliyetlere ihtiyaç vardır. Bunun yanısıra çocuklarımıza dini eğitim de vermeliyiz. Din, bizim milli kimliğimizi devam ettirmede oldukça önemlidir. Dini ve milli kimliğini kazanan gençlerimizi Gürcistan üniversitelerinde okutarak orada Gürcüce öğrenmelerini sağlamamız gerekiyor. Zira Gürcüce öğrenen üniversite mezunlarını hem resmi makamalara bürokratik kadroya alıyorlar ve hem de kendi hak ve hukukumuzu korumağa çalışıyorlar . Bunu da özellikle vurgulamak istiyorum ki Gürcistan üniversitelerinde 1600 öyrencimiz eğitim almaktadır ki, bunların bazıları cumhurbaşkanlığı bursuyla okuyorlar. Bizim ana gayemiz Müslüman Türk geçlerinin dini ve milli kimliklerini korumaları Türkiye ile Azerbaycan arsında geçiş noktası olan Gürcistan”da yaşayan 500 bin Müslüman Türk’ü ayakta tutmaktır. 154 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK VE DÜNYA UYGARLIĞI MİRASININ KORUNMASI YOLLARI Bahtiyar KERİMOV Turan Uluslararası Akademisi @ ortaturk@gmail.com Her bir milletin temel tarihi ve kültürel değerlerinden biri onun dilidir. Dili kaybetmekle, millet kendi etnik ve ulusal kimliğini kaybeder. Şimdiki Globalleşme zamanında, ortalama, iki haftadan bir dünyada mevcut olan bir dili kaybolmaktadır. Tüm diller bu tehlikenin altındadır. Çok sayılı ve kendi devletini kurabilmiş milletler bu tehlikeden çok daha uzaktırlar, daha uzun yaşama şansları vardır. Ama bu dillerin de çoğu şimdi dünya dilleri denilen Rus, İngiliz, İspanyolca, Fransızca, Çince, Arap dilleri tarafından sıkıştırılmakta ve sahneden çıkarılmaktadırlar. Bir çok Türk dilleri de kaybolma arefesindedirler veya kayboluyorlar. Kaybolmak üzere olan Türk dillerinin taşıyıcıları olan Türkdilli halkların yaşadığı araziler Türk dünyasının % 70’i Asimilasyon İşlemleri durdurulmazsa, bu arazilerde Türkçe konuşacak hiç bir halk kalmayacak. Çeşitli devletlerin şovenist ve aşırı milliyetçi politikaları yüzünden Türk uygarlığı kendi arazisinin % 70’ini, bu dili konuşanların ise önemli oranını kaybetmek tehlikesi karşısındadır. Türk devletleri ve bu ülkelerin sivil toplum örgütleri bu ülkelerde ve bu risk arazilerinde yaşayan kardeş Türk toplulukların yardım etmeli, dilin ve etnik kimliklerin korunmasına gayret göstermelidirler. Devlete ait olmayan ve sivil alanda faaliyet göstermekte olan, başkanlığını yaptığım Orta Türkçe Enstitüsü ortak Türk dilinin oluşturulması ve bu yolla kaybolmak Türk dillerinin ve uluslarının kurtuluşuna çalışıyor. Bu yol, kaybolmak olan dillerin devletler dahilinde, bölgelerde ve global ölçekte sorununun adaletli, sivil, demokratik halli yoldur. Eskişehir’de, Türk Dünyası sivil toplum örgütlerinin Konferansın takdim edilen bu bildiride Türk devletlerinin ve sivil toplum örgütlerinin birlikteliyi ile Türk ve dünya uygarlığı mirasının korunmasının esas istikametleri tarif edilmektedir. Milletin birlik teorisi, ortak dillerin etnosozm, etnolingopanizm kavramı ve yazının vahit global sistemi bu sorunun insani hallinin esas teorik-metodoloji yolunu içerir. Milletin birlik teorisi milletin arazi, dil, kültür, sosyal-psikoloji umumiliğinde ifade edilen karakterinin atributlar üzere değil, aksidensiler üzere göstergeleri. Milletin birlik teorisine göre, milletin nitelikleri onun uluslararası ilişkilerde yeri, sübjektifliyi ve faaliyetleri demektir. Millet (lokal uygarlık) dünya uygarlığı sisteminin dahilinde tarihi sosyal hareketler yerini alır. Bu anlamda millet insani, entelektüel, evrensel mahiyetdir. Bu ise sırasıyla her bir millete imkan veriyor ki, başka milletlerle kompromiss 155 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER aramada başarılar Kazansın, aynı zamanda Batı-Doğu konvergensiyası bağlamında. İnsanlığın birliği ve onun çok obrazlılığını korumak için geneoloji bakımdan yakın olan çeşitli dillerin her biri kendi ortak dilini yaratmalıdır. Bundan sonraki etapta ise tek dünya dilinin oluşturulması hakkında konuşmak mümkündür. Bu gayda ile paralel olarak bir dünya dilinin oluşturulması milletler ve devletlerarası iletişim, işbirliği, her kese anlaşıklı olan dünya bilgi bankasının oluşturulması da mümkündür. Vahit dünya dilinin oluşturulması Neosferada birim İnsanlık sisteminde Batı’nın ve Doğunun dil ve kültürel konvergensiyası yoluna çıkmak demektir. Böylece, lingvistik problemler üzere mümkün sayılır: 1) Türk dillerinin usul ve kaidelerinin ortalaşdırılması yolu ile tüm Türk halklarının kullan ve anlayabileceği bileceği ortak Türkçe’nin yaratılması. 2) Akraba diller için ortalama kaidelerinin geliştirilmesi. 3) Tüm dillerin kaidelerinin ortalaması yolu ile vahit dünya dilinin oluşturulması. 4) Anlanan diller,, anlayışının kabul edilmesi. Akraba dillerin başka devletlerin arazisinde “anlaşılır dil” statüsünün resmen tanınması. 5) Türk dillerinin hepsi için geçerli olan vahit alfabenin oluşturulması. 6) Türk dilleri terimlerinin birim sisteminin oluşturulması. 7) Dillerarası toleranslık kavramının desteklenmesi. 8) Kültürel farklılık ve milli dillerin korunması kavramının oluşturulması. 9) Her yıl, Şubatın 21’inde Türk dünyasında,, Anadil günü,, ilan etmek ve bunu UNESKO’da tanıttırmak. 156 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER FONKSİYONEL VE İLETİŞİMSEL DİLBİLGİSİNİN TEORİK YENİLİKLERİNE DAYALI KAZAK VE TÜRK DİLİ GRAMER FORMLARI EĞİTİMİ Sarsenbay KULMANOV Kazakistan A.Baytursınov Dilbilim Enstitüsü @ k.k.sarsen@mail.ru Dünya çağındaki tüm ulusların dillerinin yapısının benzerlikleri ve faklılıkları yapısal dilbilimde karşılaştırmalı yöntem aracığıyla inceleniyordu. Dilbilimin gelişiminin modern seviyesinde bunun gibi farklılıklar ve benzerlikler ulusun (anadili konuşanların, дүниетанымынан, тілдік танымынан ) dünyayı algıladığı açıdan incelenmektedir. Bu açıdan W.Humbolt’un ‘’Farklı diller, aynı şeyin farklı belirtmeleri değil, farklı bakışlarıdır” sözü, her ulusal dilin özelliklerinin bu dili konuşanların, yaratanların dünyaya (bilişsel) ‘’bakışlarına’’ dayandıkları anlamına getirmektedir (1, 349). Yukarıdaki dilbilimin özellikleri her dilin fon kelime hazinesi ile birlikte incelenmektedir. Bizim görünüşümüze göre, bunları işlevsel ve gramatik yapıların iletişimsel kullanımı ile ilgili olarak incelemek gerekmektedir. Genellikle yapısal gramerlerde morfolojik birimlerin paradigmalarını incelemekle veyahut işlevlerini istatistiksel analiz etmekle yetinmektedir. İletişimsel durumları ve bilişsel özellikleri her zaman dikkate alınmayıp dışlanmaktadır. Bu nedenle, yabancı dili öğrenen öğrencinin zihninde bu dili konuşanların dilsel dünya bakışı canlandıramaz (2). Bu boşluğu doldurmak amacıyla modern pedagojik ve metodolojik kuramlarda sistematik ve hümanizm, işlevsellik, öğrencinin bilişsel yeterlilik oluşumuna odaklı olan birey merkezli paradigma gelişmeye başlamaktadır. Bilim adamları, yabancı dili öğretme metodu ve gramer açısından yabancı dili konuşmayı öğretmede bazı tutarsızlıkları belirlemişlerdi: - Öğrencilerin gramer birimlerini bilinçli olarak kullanmaları ve öğrencileri dile hazırlama beklentilerinin sistemi; - Gereken seviyeye lengüistik analizin stratejisini gelişmeye yönelik olan yöntemlerin uyumsuzluğu. eğitim sürecindeki yabancı dilin gramerini öğrenmenin bilişsel süreçlerinin rolü ile ilgili bilimsel verileri uygulanmamaktadır. - Bir yandan dinamik ve fonksiyonel açıdan dilsel birimlerin niteliği, diğer yandan her zamanki gibi; eğitimsel-metodolojik gramer kılavuzlarındaki gramatikal kategorilerin tek yönlü yaklaşımı; - Anadil ile ilgili materyalleri öğrenme ve grameri öğretme sürecinde karşılaştır157 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER malı analizin yetersizliği (3). Bu anlamda modern dilbilimin dil sistemi, dil birimlerinin işlevini (uygulamasını) ‘’donuk’’ statik bir fenomen olarak incelemeyen fonksiyonel- iletişimsel istikameti, bunu (dil sistemini) canlı ve dinamik bir fenomen olarak insanların zihniyeti ve ulusal mentalitesi (vizyonu) ile çok yakın olması açıdan incelemektedir. Kazak dilinde kipler (bildirme, istek, emir, şart) kategorileri, fonksiyonel- semantik modalitelerin dilsel ifadelerinin araçlarından biridir. Ulam kategoriler şu şekilde bölünür: olasılık modalitesi, gereklilik modalitesi, yükümlülük modalitesi, belirlilik modalitesi, edirgenlik modalitesidir (4, 5).Türk dilinde modalite kategorileri (yüklemlil ulamı) şunların vasıtasıyla ifade edilir: 1.Bildirme kipi - bildermenin göstergesidir (indikatif); 2.Emir kipi - emirleri ifade eder (imperatif); 3.İstek Kipi - arzu edilen şeyi ifade eder (dezideratif) 4.Şart kipi - şartları ifade eder (optatif), 5.Gereklilik kipi şeylerin yapılması gerektiğini ifade eder (debitif); 6.Gerçekleştirmeyen olanak Kipi - g (konjunktif), 7.Fiilik kiplik (modalite) ulamları - modalitesinin fiilsel kategorisi, 8.Şart kipliği ulamı - şart kategorisi 9.Tanık olmama kipliği ulamı - tanık olmama kipliğinin kategorisi; 10.Pekiştirme kipliği ulamı - pekiştirme kipliğinin kategorisi; 11.Katmerli kiplik Şekilleri - Karmaşık modalitenin türleri (6). Kazak ve Türk dillerinin gramer kategorilerinden dolayı yeni bilimsel teorik başarılarının temeline dayanarak öğretilmelidir. Örneğin, dilsel modalite kategorilerinden hareket ederek kiplerin kategorilerinin formlarının fonksiyonları anlatılmalıdır. Kipleri öğretir ve öğrenirken metnin potansiyel ve kiplerin herhangi bir kategorisinin kullanımı ile ilgili olan bazı detaylarını gözde bulundurmak gerekir. Örneğin, Kazak dilinde bildirme kipi, bütün dillerde olduğu gibi, gerçek modalitesi ile farklılaşıyor: Kz.: Жолаушылардың жүрістері тым суыт, сірә сырттан қанық болу керек, қалың ауылға соқпастан осы үйлерге қарай тіке тартып келді (Ә.Әбішев) – Yolcular kendilerine güvenerek yürüdüler, önceden bildirilmeleri gerek, avlun içerisine girmeden bu evlere doğru yürüdüler; Қу тақтайдың үстіне патшаның ордасындай қып зәулім сарай сап тастапты (Ә.Кекілбаев); – Bu tahtalardan kağanın ordu çadırı kadar kocaman bir saray yaptılar. Tur:. Ama Bir sokak boyunca gittik Bir köpekle. Bir kez geldi, kokladı, dikenlerim burnuna battı (Bilge KARASU, Çöçmüş Kediler Bahçesi).Bu kipin formları, gerçek modalitelerinin formlarından dışında aşağıdaki modalite anlamlarını ifade edebilir. Kz: a) emir: Сен бізден ешқайда кетпейсің, осы колхозда қаласың (Б.Сқақов) ‘кетпе’, ‘қал’ - Sen bizden hiçbir yere gitmeyeceksin, bu kolhozda kalırsın.(kolhoz- Soviyet Birliği zamanında köylerdeki çiftlikler) Tr:. “Yedinci pansuman.Operatör: “- Bacağın kurtuldu. Fakat yere basmayacaksın!dedi (Peyami SAFA Dokuzuncu Hariciye Koğuşu.) - basma (Baspa). ә) istek: Сол көк ерін мені мысқыл қылмақ (B. Maylin) ‘мысқыл қылғысы келеді’ - Bu mavi dudaklı olan adam beni alay etmek istiyor; b) gereklilik: Тағы бір қызығы – ағылшынның 158 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER атақты Гайд-паркінде шаршап келіп орындыққа отырсаң, сонша рет төлейсің (Ә.Нұршайықов) ‘төлеуің керек’ - Bir özelliği daha var: Meşhur olan İngiliz Hyde-parkında yorgunluktan banka oturursan, bu kadar da ödersin, Tr: - Yemelisin, yemelisin, ben seni burada şişmanlatacağım (Peyami SAFA Dokuzuncu Hariciye Koğuşu.) - yemen gerekir. Bildirme kipini öğretirken öğrencilere gerçek modalitesi sadece kip ile gösterilmiyor, dilin diğer özellikleri ile gösterilebilir diye anlatmamız gerekir: a.), gerçekten, kesinlikle, kesin, bilindiği gibi vs. kelimeler ile (Kazakça:. рас, хақ, дәл, анық, ақиқат, кәміл, сөзсіз, мәлім; тур. gerçek, doğru, reel, hakiki, sözsüz, asıl, hakikat). Örneğin: kz. Өз жасымды өзім білемін ғой. Тойламасаңдар тойламай-ақ қойыңдар, қарағым. Әйтеуір жетпіске жеткенім хақ (A.Şamkenov) - Ben yaşımı biliyorumdur.İstemiyorsanız kutlamayabilirsiniz. Tr: -. Azizim doktor!Verdikleri karar doğrudur. Yetmişe kadar söylediklerim doğrudur; eskiden emir kipi olarak kullanılmayan emir kipinin şekli: Хан-Кермен әскері түп көтеріле аттансын (→ аттанды) (М.Мағауин) : Kermen kağanın ordusu ayağa nasıl kalktı. Bu örneğe dayanarak emir kipi sadece I,II,III şahıs eklerine göre şekilleri ile değil, metindeki kontekste göre şöyle gösterilebilir: a) bildirme, istek ve şart fiilleri ile: –Әйтекесі, енді қызыл галстугіңді бермен жіберсең (А.Şamkenov) ‘қызыл галстугіңді бер’ - Ayteke, kırmızı kravatını buraya göndersen; - Өмірім, мынау кілт, дәрігерлер ертең шығарамыз деп жатыр, үйге бар да, бір киер киімімнің бәрін көтеріп келгейсің (Д.Досжанов) – ‘көтеріп кел’ – Hayatım, işte anahtar burada. Doktorlar yarın taburcu olacağımı diyorlar. eve gitsen ve tüm güzel giyimlerimi getirsen; b) kiple hiç ilintisi olmayan nominatif cümleler ile: Қымыз!Қымыз кешікпесін! Бар үйдің де сабалары сарқылып қалды (М.Әуезов) – Kumıs! Kumısı geciktirmeyin! Bütün evlerdeki tüm burdükler kurudu (burdük- kımus,süt ve diğer sıvıları muhafaza etmek için deriden yapılmış bir bavul); b) yüklemi düşmüş cümleler ile: Белгісіз Аяған жатқан камераның алдына келіп, есікті ашты. –Қуатов, тергеушіге! (B. Muhay) - Ayağanın bulunduğu ama bilinmeyen bir koğuşa yaklaşarak kapısını açtı. - Kuatov, savcıya!; Сестра! Сестра! Тезірек, бермен қарай!Берменқарай! (A.Şamkenov) - Kardeşim!Kardeşim! Çabuk buraya! Buraya! Duruma göre dilde kullanılan şart fonksiyonunun yanı sıra şart kipinin ekleri diğer modalite anlamlarıyla ifade edilebilir. Örneğin, motivasyon, emir: - Кемпір, басты көп қатырмай тайсаң деймін (А.Şamkenov) – ‘басты көп қатырмай кет’ - Kocakarı, kafamı yapma, düşünüyorum. Git.; istek: Ай, ызаңа аспанға ұшып кетсем. Ұша бергенде, тұмсығыңа аяғым тақ ете түссе (Б.Нұржекеев) - Ah, inadına uçup giderdim!Ve uçmaya başlarken ayağım burnunuza yanlışlıkla çarpardı!. ғай, -гей, -қай, -кей (-gay,-gey,-kay, -key) şart eklerinin başka modalitelerini ifade edebileceğini açıklamamız gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, motivasyon anla159 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mı: - Өмір бойы өзіңді күтіп жүргендеймін, кел де алып кеткейсің, Өмірім (D. Dosjanov) – ‘алып кет’– Sanki omrümün boyunca seni beklerdim, gel ve al, Hayatım!;Қа-те-н!Sarah bieңdі zhebey sauғaysyң (Ғ.Mүsіrepov) ‘Sau’ - Қa-N-! Сары биеңді жебей сауғайсың (Ғ.Мүсірепов) ‘сау’ - Ka-te-n! Sarı kısrağı çabuk sağ. Aynı şekilde, “şekilden içeriğe” ve “içerikten şekle” araştırmalarına dayanarak kiplerin şekillerinin gramer kullanımının potansiyeli ve işlevini açıklamamız gerekir. Bu metot diğer gramer kategorilerini açıklarken de faydalı olur. Bunun gibi iletişim durumlarda ve ulusal vizyon ile ilgili kiplerin şekillerini uygulama eğitimi (açıklaması) uygulaması: a) İletişimsel durumlarda kipin (şart, emir, istek) gramer kategorisini ayırt etme yeteneği; b) Morfolojik ve sözdizimsel kısıtlamaları gözde bulundurma kipinin gramer kategorisini ifade eden şekilleri seçme şansını tanımaktadır Bu sonuçlara varmak için 2 bloktan oluşan alıştırmalar uygulanmaktadır. 1. bloğun alıştırmaları kiplerini öğrenmeye yöneliktir. Ayrıca şu iki sorunu çözmek içindir: - Gramatikal kategori olan kiplerin işlevi ve şekilleri ile ilgili genel anlayış oluşturmak (hatalar varsa onları düzeltmek); - Modalitenin ifade araçları ile ilgili kavrama sistemini oluş kavramı yöntemi ifade araçlarının kavramları sisteminin oluşumu. Alıştırmaların 2. bloğu kiplerin öğelerinin terkibi ile ilgili anlayışı derinleştirmek ve su sorunları çözmek içindir: - Kiplerin şekillerini seçme konusunda etki gösteren pragmatik ve ekstra lengüistik faktörleri inceleme; - Modalite kategorilerinin araçları ve kiplerin kullanımının özellikleri arasındaki etkileşimi belirleme; Fonksiyonel-paradigmatik yaklaşım, Kazak ve Türk dillerindeki gramatikal birimleri kıyaslama sırasında herhangi bir gramatikal fenomenlerin tek yönlü değil, her taraftan incelenmeleri, kontekstte oluşan farklı iletişimsel işlevlerin ortaya çıkarılması ve gramatikal araçların kullanılma potansiyelini sağlar. Kazak ve Türk dillerini karşılaştırmalı öğrenme sürecinde genel dilbilimin teorik yenilik sonuçlarının uygulaması barış ve uyum konsolidasyonu, ortak ve ulusal görünüşü olan iki halkın sivil ilkeleri, Türk dünyasını pekiştirmeyi sağlar. 160 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ROMANYA VE AŞAĞI TUNA AVRUPA BÖLGESİNDE GEÇMİŞTEN BUGÜNE TÜRK VARLIKLARINI CANLANDIRMA VE KORUMA MÜCADELESİ Gülten ABDULA-NAZARE Aşağı Tuna- Araştırma, Geliştirme, Eğitim ve Türk Kültür Merkezi - Romanya @ gultenabdula@yahoo.ro Somut Olmayan Kültürel Mirasın korunması düşüncesi UNESKO’nun 1972 Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin hazırlık çalışmaları sırasında uluslararası bir araca dönmüştür. Bolivya, 1973 yılında Yazar Hakları Evrensel Sözleşmesş’ne’’folklorun korunması’’ ile ilgili bir protokol eklenmesini önermiştir. 2002 yılında İstanbul’da gerçekleşen Kültür Bakanları Üçüncü Yuvarlak Masa Toplantısı, iki sözleşmenin ruhunu ve özünü yansıtmaktadır. Bir yıl sonra Somut Olmayan Mirasın Korunması Sözleşmesi, üö yıl sonra ise kültürel İfadelerin Çeşitliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi UNESCO’da kabul edilmiştir. Somut kültürel miras olduğu kadar somut olmayan kültürel mirasın da büyük önem taşıdığı gerçektir. Romanya’da çok yaygın olmasa da insanlar zaman zaman eski ağırlık birimlerini kullanmakta, en azından ne olduğuna dair bilgi sahibi olmaktadırlar, bunun nedeni kendi ülkelerine ait geleneksel değerlerin yaşatılmasıdır. Aynı husus dilde, dansta, alışkanlıklarda da kendini göstermektedir. Bu hususta özellikle Köstence bölgesi ön plana çıkmaktadır. Kendine ait dilini, her aileye ait özel kamalarını, kilt denilen eteklerini, enstrümanlarını gelecek nesillere tanıtmak için bu değerlerin özenle korunması gerektiğinin farkında olan insan sayısı hiç de az değildir Tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin kültür varlıkları, bilim, güzel sanatlar, el sanatları, gelenekler, adetler,inançlar ‚ müzik,halk edebiyatı, din , sosyal yaşama, kaya mezarlıkları, yazılı, resimli ve kabartmalı kayalar, resimli mağaralar,kale, , kervansaraylar, han, hamam ve medreseler, kuyular; çeşmeler,tarihi kalıntılar ,evler,mezarlıklar ve sayre kültürel değer taşıyan yer üstünde veya yer altında çeşitli kültür varlıkları önümüze çıkıyor. Geleneksel bilgiler, folklorik eserler, ritueller, seremoniler, fiziki kültürel değerler ve fiziki olmayan değerler nesillerden nesillere aktarılmış ve bugüne kadar bizlere yetişmiş. Maalesef bu değerlerin bazıları yok edilmesine mağruz kalmış, bazıları yanlış ellere düşmüş, bazıları ise bu günün küreselleşme dönemini yaşarken çeşitli toplumların kültürleriyle karışım yok edilmesine şahit olmaktayız. Geç kalmadan bir an önce bu varlıklarımızı koruması altına alması gerekiyor. Işte bizim kurumun amaçlarında 161 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER biri bu kendi özel ve Dünya miraslarımızı korumak ve gelecek nesillere aktarmak. 1966 tarihli Uluslararası Kültürel İş Birliği Deklarasyonuna göre ; 1-Her kültür kendisine saygı gösterilmesi ve koruma altına alınması zorunlu olan değer ve itibara sahiptir. 2-Her insanın kendi kültürünü geliştirme hak ve ödevi bulunmaktadır. 3-Tüm kültürler, bütün insanlığın yaygın kültür mirasının bir parçası olup, toplumlar zengintür ve çeşitlilik altında karşılıklılık esasını da gözeterek bir diğer kültürü geliştirmek için gerekli tüm gücünü kullanmak hak ve ödevine sahip bulunmaktadır.” Bunları göz önüne alıp Romanya Demokrat Türk Birliği ve Aşağı Tuna- Araştırma Geliştirme, eğitim ve Türk Kültür Merkezi olarak Aşağı Tuna Avrupa bölgesi hatta Romanya çapında bulunan somut olan ve olmayan Türk kültür varlıklarını canlandırma ve koruma mücadelesi içindeyiz. Szlere, bugün ve bu güzel ortam içinde çalışmalarımızdan ve sizlerle saygılı dinleyicilerimiz bölgemizde somut olan olmayan varlıklarımızdan söz ederek bazı düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak isteriz. Romanya Orta Avrupa’’nın güney doğusunda, Balkan Yarımadası’’nın kuzeyinde bulunan bir ülke. Ülke kuzeyde ve kuzeydoğuda Ukrayna, kuzeydoğuda Moldova, kuzeybatıdaMacaristan, güneybatıda Sırbistan, güneydeBulgaristan ile komşudur. Ayrıca ülkenin doğudaKaradeniz’e kıyısı vardır. Avrupa Birliği üyesi olan ülke birlik ülkeleri içinde 7. büyük yüz ölçümü ve 9. büyük nüfusa sahiptir Ülkenin başkenti ve en büyük kenti konumundaki Bükreş, 2,2 milyon nüfusu ile Avrupa Birliği’nin en büyük 6. kentidir. • Romanya, Avrupa Birliği, Frankofon, Latin Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, gibi uluslararası kuruluşlara üyedir. • Romanya topraklarında kurulan ilk devlet Trakların kurduğu Daçya Krallığıdır. Bu devlet101- 107 yılları arasında Roma İmparatorluğu Traian’ın orduları tarafından işgal edilerek Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline gelir. Roma İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra bu topraklar Gotlar, Iskıtler,Avarlar, Hunlar, Kumanlar ve Slavlar istilasına uğar. Römen kültürüne en çok etkisi Kuman Türklerin etkisi olmuştur. Aşağı Tuna- Araştırma, Geliştirme, Eğitim ve Türk Kültür Merkezi hayata nasıl geçti? 1997 yılın başlarında Romanya, Moldavya ve Ukrayna ülkelerin bölge resmi otoritelerinin doğmuş olan proje 24-25 Şubat 1998 yılında Romanya, Aşağı Tuna bölgesindeki bulunan sınır Galati vilayetinin başkenti olan Galati de “Aşağı Tuna Avrupa Bölgesi’’ projesi imzalanmıştır. İmzayı atan o zamanın Romanya, Moldavya ve Ukrayna cumhurbaşkanları tarafından atılmış bulunmaktadır. • Galati şehri Aşağı Tuna Avrupa Bölgesi nin Kültür merkezi seçilmiştir.. 162 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • Aşağı Tuna Bölgesi aşağıdaki sınır bölgelerinden oluşmaktadır. • Romanya: (Tulcea, Braila ve Galati) • Moldova (Cahul ve Cantemir ilçeler) • Ukrayna (Odesa) İncelediğimizde bu bölgede 3 Türk boyu (Gagauz Türkleri, Kırım Türkleri ve Osmanlı Türklerin) yaşamakta olduğunu görünce Aşağı Tuna-Araştırma, Geliştirme, Eğitim ve Türk Kültür Merkezi kurmaya 1997’de karar verdik. Galati eski ismiyle Türk tarihinde tanılan KALAS vilayeti ve Türk Kültürün ve Tarihin bazı önemli izlerini taşıyan bir şehir. Aşağı Tuna Avrupa bölgesinin Kültür Merkezi seçilmiştir. Aşağı Tuna- Araştırma, Geliştirme, Eğitim ve Türk Kültür Merkezi bir sivil kuruluşudur. Bir kurum için realist, güvenli, çekici bir gelecek viziyonu olması gerekir.. Aşağı Tuna- Araştırma, Geliştirme, Eğitim ve Türk Kültür Merkezi adını taşıyan kurumumuz ulusal birliği sağlamak, uluslararası ilişkileri geliştirmek, bu sahalardaki araştırmalarda Romanya ve uluslararası kurumları ile ortak çalışmalar ve bilgi alışverişi yapmak. Romanya ve Aşağı Tuna Avrupa bölgesinde geçmiş ve yaşamış olan Türk kavimleri, başta ve daha sonra gelmiş ve yerleşmiş olan, bu bölgede,Türk boyların dil, edebiyat, sanat, gelenek ve adet, müzik yanısıra yaşam tarzılarıyla beraber, Türk kültürünü oluşturan konularnı araştırmak , incelemek ve elde edilen sonuçları bölgede yaşayan Türk boyları ile diğer milletlerle paylaşmak. Ayriyetten Türk Dünyasının zengin mirasını incelemek tanıtmak, paylaşmak. ve koruma altına almak, Türk Dünyasının problemlerini kamuoyuna iletmek, Romanya ve Türkiye arasındaki tarih boyu ilişkilerini gündeme getirerek nasıl bir toplum olduğumuzu ispatlamak misiyonumuzdur. Hedeflerimiz çoktur fakat en önemlisi bizi bize tanıtmak, güvenmek ve değerlerimizi gururla yaşatmak ve ileri sürdürmek en önemli görevlerimizden biridir.. Diğer taraftan Romen olsun, Fransız olsun vs. Türklere ve Türk Islam dinine karşı olan yanlış gözlemerilerini doğrultmak. Türk şiir akşamları (Gagauz, Evladı Fatıhanlar, Kırım Türkleri, Azeri Türkleri),Romanyada ilk Yunus Emre- uluslararası sempozyumu. ( 2002), Romanya çapında ilk Çocuk Bayramı ve Gençlik Bayramını T.C. Büyükelçilik ve Köstence Başkonsolosluk ile kutladık, tarih ve kültürele konular altında sempozyumlar ve seminerler düzenliyoruz, her yıl bir haftalık Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle ‘Türk Kültür Günleri’ başlığı altında Romen okullarında Türk kültürünü, mutfanı ve sanatını tanıtmak, kitap ve yazarlarımızı tanıtmak, şiir akşamı, konferans, sergi ve son olarak Sevelim Sevilelim ismi altında ortaklaşa bir sahne gösterişi ile bir hafta süren etkinliğimiz sona eriyor.. Bunlar sadece uzun bir listenin bir kaç örneğidir.. 163 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Romanya ve Aşağı Tuna bölgesinde somut olan ve olmayan ile arkeoloji Türk Kültür izleri A. Somut olmayan kültür varlıkları Kültürel mirasın kapsamı geniştir ve somut kültürel miras ve somut olmayan kültürel miras olarak iki ayrı kategoride ele alınmaktadırÜlkeden ülkeye değişen, o ülkeye ait özellikleri yansıtan sanat, halk dansları, edebiyat, mimari, heykeltıraşlık, dil, gelenekler, inanışlar, giyim tarzı gibi unsurlar bir ülkenin değerlerini oluşturmaktadır. • Somut olmayan kültürel miras ise elle tutulamayan, gözle görülemeyen ancak bir toplumu var eden değerlerdir, bunlar; gelenekler, dil, inanışlar, müzik, şarkılar, danslar, gösteriler, tekerlemeler, hikayeler ve şiirler gibi unsurlardır.. Hızla gelişen teknoloji ve küreselleşen dünya ile birlikte sosyal yaşamdaki değişim bir çok somut olmayan kültürel miras unsurunun yok olmasına neden olmaktadır Bu yönden,somut olmayan kültürel mirasın korunması da toplumlar için önemli olmakla birlikte, bunların korunması somut kültürel miras eserlerine göre daha zordur. Kayıt altına alınmayan somut olmayan kültürel miras eserleri onları bilen kişilerin ölümüyle unutulmaya yüz tutmuştur. Önemli olan somut olmayan kültürel mirasın korunmasının, saygı duyulmasının temini, yerel, ulusal, uluslararası düzeyde konuya dikkat çekilmesinin, somut olmayan kültürel mirasın korunması için çalışmaların ve yardımlaşmaların sürdürülmesidir. Somut olmayan kültürel mirasın korunmasından bahsederken, korumanın tanımlamasını, belge haline getirilmesini, araştırılmasını, muhafazasını, geliştirilmesini ve nakletmeyi kapsadığının, bunun da resmi veya gayri resmi eğitimle sağlanabileceğinin unutulmaması gerekmektedir. Bu kapsamda şaheser niteliğindeki eserlerin ilanı, yaşayan insan zenginliklerinin tanımlanması, tekerlemelerin, tehlike altındaki dillerin ve dünyanın geleneksel müziklerinin ve danslarının korunması için programlar geliştirilmesi esasıyla hareket edilmektedir. Tabii burada en önemli şey somut olmayan kültürel miras unsurlarının kayıt altına alınmasıdır. Mesela Aşağı Tuna Bölgesine ait olan Isakça kasabasında düğün türküleri ve manilerinden bir örnek: Pazartesi günü kına yakılırdı. Geline kına yakılırken, şu türkü söylenilirdi: “Artık gelin oluyorsun Başı telli duvaklı kızArtık gelin oluyorsun On parmağı kınalı kız Artık gelin oluyorsun Elma gibi yanaklı kız Artık gelin oluyorsun Kiraz gibi dudaklı kız!” Perşembe günü traş günü. Damat, traş edildikten sonra delikanlı arkadaşları tarafından damatlık elbiselerle giyidirilirdi. Damat, türkülerin eşliğinde giydirilirdi. Buna 164 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bir örnek: “Taşa koydum beşliği, Elimden geçiyor bir gül gibi gençliği, Şişeden rakı damlar da karın üstüne, Hopla da gel yavrum topla da gel.” Bu çerçevede somut kültürel miras eserlerinin müze ve galerilerde korunması sağlanırken, somut olmayan kültürel mirasın korunması amacıyla kayıt altına alınmaları daha sonraları gerçekleşmiştir. (Cobadın Köy Müzesi) Sözlü anlatımlar, sözlü gelenekler, gösteri sanatları, toplumsal uygulamalar, ritüel ve festivaller, halk bilgisi, evren ve doğa ile ilgili uygulamalar, el sanatları geleneği gibi kültürel ürünleri ve üretim süreçlerini ifade eden kavramdır ve bu değerler nesillerden nesillere aktarılmış ve bugüne kadar bizlere yetişmiş kültürel mirasların korunmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını bizlere düşen en önemli görevlerimizden biridir. Bunları göz önüne alarak derneğimiz ve Galati Romanya Demokrat Birliği’nin şubesi olarak bütün çabalarımızla canlandırmaya, yaşatmaya ve diğer nesillere aktarmaya tüm emeyimizile ortaya koyuyoruz. Eski Türk motiflerini yeniden canladırma amacıyla Abdula Ancelıca cam üzerine süsleme sanatına kendisini vermiştir. Çok büyük ilgi Römen öğrencilerle Türk mutfağının tanıtımı olmuştu. Yunus Emre ‚nin çalışmaları bu konuda çok başarılıdır. Evet maddi sıkıntılarımız da var, ama buna rağmen başarıyoruz. - Bazı gerçeklediklerimizin projelerin fotografları - Türk mutfanı tanıtması için bölgesel yemek günleri; - Eski el sanatlarını araştırmak ve tanıtmak; - Halk oyunlarını canlandırmak; - Nevruz ve Hıdrellez günlerini yeniden yaşatmak; - Eski Türküleri, adetlerinini araştırmak, incelemek ve kitap haline getirmek - Yeni bir hedefımız, önceki zaman Romanya Arastırma Folklor Enstıtusu’nün teyipe almış olan eski türküleri notaya koyulması için mücadele ediyoruz. - Eski Türk motifleri cam üzerine süsleme hale getirerek sergiliyoruz; - Türk Dünyasi’nın mitolojisini tanıtmak için panel düzenlemekteyiz v.s. Cam süslemelerinde eski el sanatın Türk motiflerini Abdula Ancelika başarıyla kullanılmaktadır. COBADIN MÜZESİ (İlginç tarafı tavan süslemesi Orta Asya’nın yurtlarını hatırlatır. Galati şehrinde yaşayan Abdula Ancelika hanım efendimiz eski Türk motiflerini cam süslemelerinde yeniden canlandırmaya başlamıştır. Romanya’ya gelince Aşağı Tuna bölgesine ağırlıkvererek bazı Romanya’nın diğer bölgelerindeki yeni arkeolojik kazılardan çıkan Türk kavimlerin veya Osmanlı dönemine ait eserleden izinizle bahsedeceğim 165 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AŞAĞI TUNA BÖLGESİNDE CAMİLER Dobruca yaklaşık 500 yıl Osmanlı idaresi altında kalmıştır. Osmanlı hakim olduğu bütün topraklarda tarih boyunca adının anılmasını sağlayan muhteşem eserler meyadana getirmiştir. Ancak Osmanlı’dan sonra Osmanlı mimari eserleri özellikle tahrip edilmiş, yakılıp yıkılmıştır. Bunun için bugün Dobruca’da Osmanlı’dan pek az eser günümüze kadar ulaşabilmiş.. Eğer bunlar günümüze ulaşabilseydi buralarda birçok cami, han, hamam, medrese, türbe, çeşme ve köprüleri görebilecek ve hayret edecektik Zaman zaman Dobruca haritasında Galati ve İbrail şehirleride yer alıyor. Ayakta duran Camiler Köstence bölgesi Kral (1910), Hünkar (1868), Anadolkö (1898) Kumluk (Mescit) (1921) Koycu (1957) Mecidiye (1857), Mangalya (1520), Tekirgöl (1936), Aziziye (1878). Büyük Tatlıcak (1932), Küçük Tatlıcak (1891), Hacılar (1903), Kanara (1884), Tuzla (1893), Boğazköy (1756), Amzaça (1850), Osmanfakı (1922), Köstel (1870), Karaağaç (1880), Dokuzsupu Camii (1865), Bayramdede (1870), Karamurat (1880), Musurat (1870, Kara Ömer (1867), Ala Kapı (1877), Azaplar (1880), Toprakhisar (1910), Asança (1880), Omurça (1911), Hendek Karakuyusu (1858), Küçük Bülbül (1880), Büyük Bülbül (1880), Pervel (1856), Başpınar (1860), Dobromir (1858), Osmança (1884), Akbaş (1865), Malçova (1914), Kaşıkçı (1850), Kalaycı (1854), Defçe (1874), Ence – Mahale (1924), Taşpınar (1910), Palaz (1859), Laz – Mahale (1860), Gelincik (1873), Taşaul (1871), Danaköy(1922), Mahmudkuyusu, (1866), Kaçamak (1862), Muratan (1860), Çukurköy (1871), Karatay (1858), Acemler (1873), Aşçılar (1872), Horozlar (1873), Şirin (1859), Engez (1866), Hırsova (1812) Aşağı Tuna bölgesinde Camiler Tulça (1840) , Babadağ (Ali Paşa Camii) (1516) Çukurova (1922 Maçin (1860 İsakça (1861) - Murgöl (1849), Karaibil (1861), Mahmudiye (1832) TÜRBELER Sarı Saltuk TürbesiGazi Ali Paşa Türbesi İshak Baba TürbesiKoyun Baba Türbesi Gazi Bali Bey Türbesi, Miskin Baba Türbesi. ÇEŞMELER Başpınar Çeşmesi- Gazi Ali Paşa Camii Çeşmesi, İsakça Kapaklı Çeşme, Mahmut Köyü Çeşmesi Galatı Hamidiye Cami 1894 yılında, Osmanlı tebalı İzmirli Yunan Tüccarı Teodor Malkoç, II.Sultan Abdul Hamid’e bir camii,bina, ve çeşmenin inşa edilmesi için Galati str. Ghecet, limana 166 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yakın arsalarından birisini bağışlıyor. Bağış hayırseverin adı vlusundaki mermer çeşmenin taşına yazılmış görünür. Ünlü yazarımız Ekrem Hakkı Ayverdi Rümeli’yi gezerken Galati’ye yetişiyor ve Galati caminin 1894 yılında yani Rus- Osmanlı savaşından sonra , bu bölgelerde bir caaminin inşaa edilmesi çok şaşırtmıştı zamanında. Demek ki Romanya ve Türkiye arasında diplomatik, kültürel ve ticari ilişkiler kopmamıştı. II. Sultan Abdül Hamid kendi namına aynı senelerde İsmail (bugün Ukrainada) ve Galati’de ik,i caami inşaa etmiş. Mimari bakımından çok özelldiler. Galati camisi Romanya’da hiç görünmeyen bir farklılığı vardı. Türkiye’nin camilerine benzer fakat minaresizdi. Temeli betonarme, duvarları tuğladan ve dış duvarları kırmızı tuğlailen kaplıydı. Halılar Buhara’dan getirilmiş. Çürümemesi için altında Mısırdan getirilmiş pinçten örülmüş hasırları vardı. Kubbeden 4.5 tonluk kristal bir avize asılıydı. Kubbesi mavi boyalı ve sarı yıldızlar süslerdi. Baktıyan gökyüzünü görecektin sanki. Duvarlar beş tonlu ve kenarları yeşil mavili üzerinde çiçek motifleri. Minberi ince ve zarif işlenmiş ahşaptandı. Mihrabın iki tarafında şamdanların yeri. Rahle kiraz ağıcından yapılmıştı. Avluda abdest için bir şadırvanın içinde Marsiliya dan getirilmiş mermerden bir çeşme. Çeşmenin döşemeli tarafı aynı mermer den. Duvarlar parmaklı ahşaptan ve çepeçevre oturma yeri. Avluda abdest için çeşme, ritüel yıkama, mermer Marsilya ile döşeli idi. Çaminin avlusunda iki katlı bir bina vardı. Kuran Kursu için, imam, misafir, biro odaları vardı. 1994 yılında tam 100 sene sonra Romanya müftüsü Mehmet Yakub’un imzasıyla camii yıktırılıyor. Şimdi ise sadece ‘’Arada Bul’’ kelimesiyle kaldık. Braıla, Kiliseye çevrilmiş cami 1808 yılına kadar cami müslümanlara aittir. Türkler çekilince, rus askeri temsilcisi, Mihail Pavloviçi Romanov Buzau piskoposluğuna yazı gönderip cami ortodoks kiliseye dönüştürülümesini istiyor. Böylece İbrail kasabasının Türklerden kurtulmuş bir simgesi olacaktır diyor Mihail.. 8 Mart 1831 tarihinde cami kilise olarak ibadete açılıyor. İsmi de Arhanghel Mihail ismini taşıyacaktır. Maçin Maçin Mestan Ağa Cami ( 1860 yılında Hacı Berbet Ahmet tarafından inşa edil 167 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER miştir.) Tamâmı ahşap çatkılı ve kaplamalı bir câmi, zaman yolculuğunda muvaffak olarak, günümüze gelmeyi başarmıştır, Isakça Kitabe, güzel bir talik ile yazılmış 10 beyittir. Bu kitabede “Mahmud Yazıcı’yı hayır ile andıkça, anan kişiyi Allah muvaffak eylesin İsakça’ya bu camiyi yaptı. Kaza halkının hepsinin duasını aldı ve bütün halk sevindi. Dünyada böyle eser bırakan kişinin namı devam eder, bu hizmetin bütün insanlara sunulması teşekkür ve dua gerektirir. Bu hayırlı işe hem para hem güç olarak verildikçe, halkın itibarını kazanır ve her gün kişinin servetini arttırır. Raşit isimli kişi bu ulu camiyi Mahmud Yazıcı hayratı için yaptı, süsledi ve tarihini koydu. 1280 (hicri), 1863-64 (miladi).” sözleri yazılıdır. Caminin içinde, sağ tarafta, küçük bir kütüphane vardır. Giriş kapısının tam karşısında imamın namaz kıldığı mihrab ve minber bulunmaktadır. Duvarlarda, Allah’ın, Peygamber’in ve ilk dört halifenin isimlerinin yazıldığı levhalar ve Kuran’dan kısa ayetler mevcuttur. Ayrıca, giriş kapısının sağında ve solunda iki mahfil vardır BABADAĞ- Gazı Ali Paşa Cami 168 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Şehitlikler İki ülkenin, Romanya ve Türkiye, ortak tarihin izlerini Romanya topraklarında hemen hemen her köşesinde görmek mümkündür. Eski Osmanlı döneminde düşen şehitlerimiz veya Birinci dünyaSavaşi kahramanlarımızındüşmüş olan yerlerinde şehitlik mezarlarını görmek mümkündür. Birinci Dünya Savaşında düşmüş olan şehitlerimizi Slobozia, Bükreş ve Braila da yatmaktadırlar. Bükreş te 3182,Braila da 360, Slobozya da 1462 bulunmaktadır. Bu mezarlıklar Türk devletinin tarafından bakım bulunmaktadır. Arkeolocik kazılar Tartaria 1961 yılında, arkeolog Nicholas Vlassa Romanya’nın güney tarafında Tartarya ismini taşıyan civarında çanak çölmek kalıntıları olduğu bir sit olduğunu bilen arkeolog kazılara başlar Kazılardan çıkan 3 kil tabletler, 26 taş ve kil figüleri, deniz kabuklarından bir bilezik,yetişkin bir erkeyin kemikleri bilimsel dünyayı sarsıtmıştı. Bir zaferin kazancıydı. Uzmanların dikatini çeken tam üç tabletlerin üzerindeki yazılı metinler ve çizilmiş resimler M.Ö. 3300 senelik veya 7000 yıllık olduğunu söylemektedirler. Bazı uzmanlar Sümer alfabesi kullanılmış olduğunu ispatlamaya çalışıyor, bazıları ise kazılardan ortaya çıkan esrler o zamanın ünlü bir kişiye veya bir şamana ait olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Aslında 35-40 yaşları arasında bir erkek adamına ait olduğunu düşünürken siteden çıkan kemikler bir kadına ait olduğunu ortaya çıkar iskeletin etrafındaki ibadet nesnelere bakılırsa arkeoglar bir kadın şamanı olduğunu söylerler. Bence daha doğru bir şamana ve belki de eski bir Türk kavimin izlerini bizlere kadar işaretlemeye günün işiğına çıkıyor. Timişoara Osmanlı döneminde Lipova Kalesi oldukça müstahkem bir durumdaydı. Çok iyi tahkim edilmiş olup surlar bir taraftan Mureş suyunu takip eder, 1500-2000 kadar evi, birtakım dükkânlar ve bir kervansarayı kuşatır, sonra yine Mureş’e dönerdi. Nehrin üstünde bir köprü vardı. Buradaki kapıya Köprü Kapısı denirdi. Bunun dışında karaya bakan surlarda dört kapı daha vardı (Tımışvar Kapısı, Azeb Kapısı, Sukapı ve Battalkapı). İç kale toplarla donatılmış olan dört büyük ve çok sağlam tabyalara sahipti. 1691’de Avusturyalılar dış kaleyi, 1695’te Osmanlılar iç kaleyi tamamen yıktılar. Böylece eski Osmanlı kalesinden hiçbir şey kalmamıştır. Kervansaray da 1688’de Avusturyalılar’ın hücumu esnasında yanmıştır. Şehrin kanalızasyon çalışmaları yapılırken ortaya Kanuni Suleyman dönemine at bir caminin minare duvarı, dükan- hamam, evler müslüman mezarlığı, kaldarım, sokak ve kale etrafındaki sularla dolmuş olan bir hendek ortaya çıkmıştır. Benim bir 169 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER önerim var. Bu arkeolojik izleri Türkiye ve Romanya arasında bir ortak proje ciyerek üzerine bir cam örtüsü yapılması çok üygun olacaktır. İki ülkenin Kültüğr mirası ziyaretçilere yerinde gömek daha uygun olacağını düşünüyorum.- Sonuç Romanya Kültür ve Ulusal Miras Bakanlığı’nın tarafından yürütülen program takip ederek Türk, tatar türk ve gagauz turk esrlerini canlandırma ve koruma mücadelesini vermek hedeflerimizden biri olması gerekir Görüldüğü gibi Romanya’nın çeşitlilik ve kültürel kimliklerini koruma arasında Türk kültür varlık miraslarımızı teşvik ederek maddi ve manevi yolarla onları korumak en önemli vazifelerimizden biri olması gerekiyor. Römen resmi makamları ile diyalog kurarak tespit edilen tarih ve kültür eserlerini çanlandırmak ve dünya ya tanıtmak. Belki şu ana kadar haraketlerimiz bu yönden biraz zayıf olduyisa bu andan itibaren daha güçlü ve daha hızlı bir haraket olmasını görmekteyim. Mesela Galati deki Türk Kapısı, İsakça daki cami ve sayre eserelerin tamiri, onarımı için iki ülkenin işbirliyile ayakta durmasını sağlayabiliriz Galati de yeni bir camiye ihtiyacımız olduğunu da söyleyebilirim. Kültür ve Eğitim sektörü için gençlerimizi biraz daha bir motivasyon içinde yetiştirmemiz gerekiyor. Bu konuda gerek kendi toplumumuzun arasında gerek yerel, yani Romanya ve Uluslararası yaşam ve kültürel eserlerimizi tanıtmak ve böylece ne kadar zengin kültür mirasa sahip olduğumuzu ispatlamak zorundayız, öünkü bizi hala tanımıyorlar veya tanıtmasını da istemezler ve de zor kabul ediyorlar. İşte bize düşen görev. Yeni projeler yürütmek, tespit edilen el sanat ürünleri, yaşam tarzın eserleri koleksyon ve müze haline getirmesi. Bükreş , Muzeul Satuluı (Açık hava Köylü Müzesi alanında bir Türk evin inşa edilmesi) yeni bir projemizden biridir. Böylece. Kültürel Miras Müzesi ile geçmişten günümüze yaşatılan değerlerin, gelenek ve göreneklerin, nesilden nesile aktarılan sözlü kültür unsurlarının gelecek nesillerin hafızasında yer etmesi ve unutulmaması amaçlanıyor Arkeoloji sitelerin, tarihi yerlerin ziyeret ederek kültürel mirasının yerli ve yabancı turistlere tanıtılması hem de turizm potansiyelinin canlandırılması hedeflerimizden biridir. Ebru sanatı, masal anlatan, gelin odasında bebeğine ninni söyleyen anne, hikâye anlatan hikâyeci, çocuk oyunu, müzede sergilenen kültürel miras örnekleri projelerimizin arasında yer alıyor. Somut olan kültürel miraslarımızı koruma altına alınması, tamir veya restorasyon çalışmalarına giririmesi içn devlet makamlarınla mücadele ediyoruz. Bazı zaman zorluklarla karşı kaşıdayız. Karşımıza çıkan tek kelime‚ “Para yok’’ Buna rağmen Turizm şeklinde varlıklarımızı tanıtmak, üst düzeyde gelen misafirlerimizi oralara götürerek belki kurtarılmamış eserlerimizi muhafaza edebiriz. 170 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kültür Bakanlığı, yetkili sivil kuruşları aracıyla ulusal kültürel mirasını koruma için bilinçli projeler çizerek çaba gösterilecektir. Biz Türk kökeni toplumu olarak sürekli programlar, sergiler, çeşitli etkinlikler aracılığıyla yürtiçi ve yurtdışındaRomanya’nın ve bize ait olan somut olan ve olmayan kültürel miraslarımızı tanıtmasında daha güçlü bir çalışmamız gerekecektir. Aksi halde, sahip olduğumuz birçok değerli miraslarımız elimizden kaybolup gidecektir Power Point üzerinden bazı örnek vererek mücadelerimizi sizlere aktararak ve beklentilerimizi sizlere paylaşarak belki yok olacak esrlerimizi kurtarmaya bir ortak yol bulacamız ümit ederek, saygılar sunar, sağ olun var olun ! 171 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TUNUS KÜLTÜR VE YARATICILIK FORUMU DERNEĞİ Amna HAFDHALLAH Tunus Kütür Ve Yaratıcılık Forumu Derneği @ associationforum52@gmail.com Tunus resmi gazetesinde 18 Şubat 2014 tarihinde yayımlanan yazıyla Evrensel Arap kültür ve yaratıcılığını ve enformasyonu yükseltmeyi amaçlamasının yanısıra hayır işleriyle de ilgilenen bağımsız bir dernektir. Kültür faaliyetleri yanında, kapsamlı kültür sağlamlaştırması ve evrensel medeniyete tanıtımı amacıyla dünya dernekleri arasında haber alışverişi ve ziyaretler gerçekleştirir. Derneğimiz içerisinde yer alan seçkin gazetecilik ve haber bilimleri enstitüsü mezunları, çeşitli alanlarda mühendisler, işletmeci ve akademisyenlerden oluşur. Bunlar, kültürünü köklerinden alarak yeni bir kimlik oluşumuna ve yüksek bir medeniyet inşasına katkıda bulunan kültür ve yaratıcılık özen ve sevgisi içerisinde olan genç bir topluluktur. En büyük ortak aşkları ise vatan ve Tunus sevgisidir. Bu genç topluluk özellikle devrimden sonra yeni Tunus’un inşasına çalışmaktadır. Kökleri ve yenilikler arasında topladığı tüm medeniyet kazanımlarını tesis etmeye çalışmaktadır. Bu gençler, içerisinde dün, bugün ve yarının Tunus mirasını içinde barındıran geleceğin Tunus’unun kültürünü inşa etme çabası içerisindedirler. Derneğin Hedefleri -Üniversite mezunlarının ve serbest meslek sahiplerinin yaratıcı ve kültürel çalışmalara entegrasyonu -Yaratıcı enerjilerini geliştirmek, kurumsal ve örgütsel çalışma hayatına entegrasyonlarını sağlamak - Arap ve evrensel kültür ve yaratıcılık olgularını organize etmek -Sivil toplum ile ortaklığı güçlendirmek ve ülkenin içi ve dışında rolünü etkinleştirmek - Sosyal hayatımızda yaratıcı ve kültürel değerleri kökleştirmek - Çeşitli alanlarda yaratıcı yetenekler arasında bir bağ yaratmak. - Kültürel programlar hazırlayıp sunma ve eğitim atölyeleri çalışmaları yapmak - Kültürel alanlarda yaratıcılık çalışmalarına hizmet eden ve güçlendiren sanatsal ve yaratıcılık kurumlarıyla ortak çalışmalar gerçekleştirmek 173 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER - Yetenekli kişilere yardım konusunda bağışları etkinleştirme, özellikle fakir aileler, ihtiyaç sahipleri ve yetimlere destek olmak Derneğin Başarıları Birinci Faaliyet 17 Nisan 2014 tarihinde Kültür ve Yaratıcılık Forumu Derneğigörsel-işitsel dökümantasyon derneği ile “Tunus ülke mirası” Tunus Milli Kütüphanesinin açık eğitim gününde “18 Kasım 2013 Maliye yasasını red ve tartışma ile kurumlar arasında finanse etme sloganıyla bir organizasyon düzenledi. Bu derneksel girişim Tunus kültürünü güçlendirmeyi amaçlamış olup; Birinci olarak; Bir kısıtlama olmaksızın dernek faliyetlerine özgürce devam etmeyi sağlayıncaya kadar kararnameyi yeniden revize ederek tekrar incelemek. İkinci olarak kanuni metinlerin hazırlanmasında sivil toplum örgütlerinin katılımını sağlamak Üçüncü olarak dernek dergileri oluşturmak Dördüncüsü de dernekler için yüksek konseyler oluşturmaktır. İkinci faaliyet Kültür ve yaratıcılık forumu derneği Tunus’da ilk defa olarak bir şenlik hazırlığı içerisinde olup Tunus’un güneyinde yer alan Tuzer şehrinde “Her resmin arkasında bir hikaye vardır..toplumun aynası akdeniz sinemasının görüntüsü” sloganıyla uluslar arası kısa film şenliği düzenleyecektir. Bu organizasyon kültür ayında bir tören çerçevesinde gerçekleşecek olup Tunus turizmine ve gençlerin sinema çalışmalarına destek olacaktır. Festival 2014 Eylül ayında “Her resmin arkasında bir hikaye vardır..toplumun aynası akdeniz sinemasının görüntüsü” sloganıyla düzenlenecektir. Bu festival Akdeniz uygarlığının bileşenleri ile insani iletişim ve yakınlaşmayı güçlendirmeyi gerçekleştirmek hedeflemektedir. Üçüncü faaliyet Kültür ve yaratıcılık forumu derneği ortak katılımıyla “Akdeniz hatırası” sloganıyla Tunus görsel-işitsel dökümantasyon derneğiyle 6-10 Mayıs 2014 tarihinde uluslar arası kültür filimleri şenliği düzenlenmiş olup belgesel mahiyette ki filimlerle özellikle de Tunus içerikli yapımlarla tanışmayı ulusal, bölgesel ve küresel belleğin korunması ve paylaşılmasını amaçlamaktadır. Dördüncü faaliyet Kültür ve yaratıcılık forumu derneğinin ortak katılımıyla 11-13 Mayıs tarihinde 174 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Türkiye Eskişehir’de dünyanın çeşitli ülkelerinden yaklaşık 400 kişinin iştirak ettiği Arap ülkelerinden de Tunus, Fas, Cezair ve Yemen, Katar’ın yanısıra Afrika ve Asya ülkelerinin de katıldığı sivil toplum örgütleri zirvesi gerçekleştirilmiştir. Bu konferans Türkiyenin işbirliği ve iletişim köprülerini kurmak için düzenlediği uluslar arası bir konferans olmuştur. Katılımcıların zengin içeriği ve yapıcı metotlarıyla bu konferans bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Kültür ve yaratıcılık forumu derneğinin katılım gerçekleştirdiği bu kongrede Tunusu dernek adına Prof. Dr. Amna Hafdhallah temsil etmiş ve sivil toplum kuruluşların desteklenmesinde medyanın aktif rolü vurgulanmıştır. Bir gazeteci ve dernek başkanı olarak kurulan bu ilişkinin karşılıklı etkileşim ilişkisi olduğunu, sivil toplum örgütünün yayılmasında medya iletişim araçlarına ve kurumlarına ihtiyaç olduğunu, sivil topluma inandığını ve medeniyet kültürümüzün gelişimine katkı sağladığını görmüştür. Konu: Sivil toplumun desteklenmesinde medyanın rolü Bir gazeteci ve Kültür ve Yaratıcılık Forumu Derneği başkanı olarak Türkiyenin işbirliği ve ortaklığını bulmayı umuyoruz. Ben çeşitli yönleriyle medyanın en önemli araç olduğunu ve hayatımızda önemli bir rol oynadığını, medya ile sivil toplum kurumu arasındaki ilişkinin tamamlayıcı bir ilişki olduğunu teyit edebilirim. Sivil toplum kuruluşu faaliyetlerinde, hedeflerini gerçekleştirmede ve mesajını ulaştırmada medya araçlarına ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle ikisi arasındaki diyalektik ilişki sivil toplum kurumu ve medya araçlarıyla etkileşim gerçekleştirmektedir. Bunun sonucunda sivil toplum örgütü daha güçlü, daha aktif ve tüm alanlarda etrafında daha çok katılımcı yaratmakta, medya iletişim araçları faaliyetleri ve gösterileri kapsayan daha geniş alanlar açmakta bunun sonucunda da toplumda öncü rol oynamaktadır. Sivil toplum kültürünü yaymak medya kuruluşlarına ve iletişim araçlarına ihtiyaç duyduğundan sivil kültürün gelişmesinde ve güvenin artmasına katkıda bulunmakta, yayılmasına ve güçlenmesine çalışmakta, şiddet, aşırılık kültürüne ve bireysel, fiziksel dışlamaya, ötekileştirmeye karşı koymayı sağlamaktadır. Bu sebeple sivil toplum örgütünün bir müttefiki olarak medyanın önemi ortaya çıkmaktadır. Sivil toplum örgütü bilinci, kültürü, değerleri ve davranışa ve günlük çalışma hayatına, inanılan toplum ruhuna ve toplumsal çıkarlara evrilen prensipleri temsil ettiğinden önemi daha açık ortaya çıkmaktadır. Tunus Kültür ve Yaratıcılık Forumu Derneği olarak Türkiyedeki bu uluslararsı konferansta olmaktan büyük mutluluk duymaktayız. Esas olarak bu fırsat sayesinde işbirliği ve sivil ortaklık yollarının bulunmasını evrensel keşif kültürünü gerçekleştirmek için de aşağıdaki önerileri sunuyoruz; İlk olarak sivil toplum örgütlerindeki gazeteciler ve aktivistler için eğitim atölyeleri 175 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER çalışmaları gerçekleştirerek bununla kapsayıcı kültürde yüksek mekanizma yollarını oluşturmak. İkinci olarak da karşılıklı ziyaretler ve Türkçede Araplar için yapılandırılmış ders eğitimi ve bunun tersi oluşturulmalıdır. Atölyeler çerçevesinde Türkiye Tunus dernekleri işbirliği ve ortaklığıyla bunların gerçekleştirilmesi doğru olacaktır. 176 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KEŞİF ORGANİZASYONU “SANDŽAK” SIRBİSTAN VE TÜRKİYE ARASINDA YENİ BİR DOSTLUK VE ARKADAŞLIK KÖPRÜSÜ Nedžad EMINOVIĆ Keşif Organizasyonu @ enedzad@yahoo.com Keşif Organizasyonu “Sandzak”, keşif hareketinin başladığı 90’lı yıllarıda savaşın patlak vermesine yol açan eski Yugoslavya’daki uzun bir krizden sonra 20 Ekim 2012’de kurulan bir sendikadır. 20 yıl sonra, bir grup meraklının, uyuşturucu bağımlılığı, fuhuş, ve modern çağın diğer birçok kötülüğü gibi tüm negatif etmenleri akıllarında bulundurarak bu örgütü tekrar kurmaya karar verdi ve Sandzaki Novi Pazar gençliğine yeni ve daha iyi bir şey sunmaya karar verdiler. Keşif Örgütünün Misyonu, Keşif Hareketine dayalı değer sistemi üzerinden gençlerin eğitimine katkı sağlamak ve onlara, bireylerin toplumda yapıcı bir rol oynayabilecekleri daha iyi bir dünya yaratmaları için yardımcı olmaktır. Örgütün amaçları, eğitim vasıtasıyla gençleri sağlık hakkında eğitmek, doğada bulunarak deneyimlerin değişimi, farklı milletler ve kültürler ve gelenekler hakkında bilgi sahibi olarak yeni beceriler geliştirmelerini sağlamak ve onları büyüdüklerinde karşılaşacakları zorluklar ile bağımsız biçimde uğraşabilecek bireyler olarak yetiştirmelerini sağlamaktır. Örgütün kaydından sonraki ilk faaliyetimizi, Türkiye İzcilik Federasyonu’nu ve başkanı Sayın Hassan D. Subaşı’nı ziyaret etmekti. Sıcak bir karşılama ve ortak aktiviteler için kapılar sonuna kadar açık olduğundan dolayı şanslıydık, bu karşılama bizim için açık denizdeki bir rüzgar gibiydi ve böylece Novi Pazar ve Sandzak’taki daha fazla aktivite ve artan üyeliklerle daha da güçlendi. İzci Örgütümüz “Sandzak”ı, Sendikalar, kar amacı gütmeyen kuruluşlar yasası uyarınca Sırbistan Cumhuriyeti’nin ilgili merciilerine kaydettirdik. Ciddi bir örgüt olarak, Sırbistan’daki izci örgütlerinin bir şemsiyesi olan Sırbistan İzci Örgütünün bir üyesi olduk. Bu Örgüt, toplantılarda ve çocukların, gençlerin yetişkinlerin gayri-resmi eğitimlerinde İzci Hareketinin amaçlarını gerçekleştirmek için kurulmuştur. Önceki dönemde Sırbistan İzci Örgütü ile olan işbirliğimiz üst düzeydeydi. Bu işbirliği, Sırbistan İzcilik Örgütü tarafından Türkiye İzcilik Federasyonuna gönderilen ve Örgütümüzün başkanı Nedzad Eminoviç tarafından 25 Şubat 2014’te Antalya’da yapılan seminer sırasında Türkiye İzcilik Federasyonu Başkanı Sayın Hasan D. Subaşı’na verilen bir niyet 177 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mektubunun sonucudur. Bu mektup, ortak projeler ve Avrupa fonlarına başvurunun yanı sıra, iki kurum arasında daha yakın bir işbirliğini ifade etmektedir. İzcilik Örgütümüz “Sandzak”, kısıtlı finansal kaynaklara rağmen, aşağıda sadece birkaçından bahsedeceğim geçtiğimiz yıl bir dizi faaliyet gerçekleştirmeyi başarmıştır: - - - - - Çanakkale Kampı 2013, Ümraniye kampı 2013, Bosna Hersek İzcilik Grubu Tesanj Crni Vrh ile eşleşme, 2013, Kış Okulu, Wet Dağı, Novi Pazar, Sandzak, Sırbistan, Çanakkale Kampı 2014, Yukarıda belirtilen eylemlere ek olarak, birçok kurumun ziyareti ve aynı zamanda teşviki, eğitimsel ve insani değişik faaliyetler de yapılmıştır. Türkiye ile işbirliği bizler için çok önemlidir; bunlardan birkaçını söylemek istiyorum. Öncelikle, Türkiye kökenleri Sandzak ve Bosna Hersek olan yaklaşık 3.5 milyon yerli Boşnağa sahiptir. Dileğimiz, çocuklarımızın Türkiye’deki akranları ile daha yakın ilişkiler ve dostluklar kurmalarını sağlamaktır. Umudumuz, çocuklarımızın Türkiye Devleti, Türk ekonomisi ve kültürü hakkında bilgi edinmelerini sağlamaktır, çünkü ortak geçmişim ve AB’deki muhtemel ortak geleceğimiz bunu yapmamıza bizi zorlamaktadır, Aynı adetlere sahibiz, Ortak bir dine sahibiz, Türkiye dünyadaki en güçlü ekonomilerden biridir ve çocuklarımızın bilgi edinmelerini ve ileride bunları uygulayarak Sandzak’ın kalkınmasına yardımcı olmalarını istiyoruz. Türkiye’ye yapılan ziyaretler Türkiye’de emsaller ile görüşme anlamına gelmekte ve çocuklar için de Türk dili ve kültürüne karşı ilgilerini artırma ve Türkiye’de eğitimlerine devam etme fırsatı anlamına gelmektedir. Örgütüm çok kısa bir sürede Novi Pazar ve Sandyak’ta çok başarılı bir izcilik örgütü oldu ve şu anda sürekli gelişen 120 aktif üye sayısına sahiptir. Ve finansal kaynak sorunlarından dolayı da yeni üye sayısını sınırlandırmak durumunda kaldık. Bir aktiviteden diğerine sponsorlardan fon alıyoruz ve ayrıca çocukları aktivitelere katılan aileler de bir miktar ödeme yapıyorlar. Ailelerin de bu izcilik örgütünün değerlerini anlaması bizim için ayrıca memnun edici bir durum. İşimizi etkileyen sorunlar elbette örgütümüzü kapatmamız için bir sebep teşkil edemez. Sorunlara çözüm olarak gelecekte işbirliği, sponsorluklar ve yeni projelerin uygulanmasını görüyoruz. Tanrının yardımı ile, İzcilik Örgütümüz ‘Sandjak” bu imkanları kullanacak ve Türkiye ve Sırbistan arasında bir dostluk ve işbirliği köprüsü kurma fırsatını sağlayacaktır. 178 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TARİHİ ALANLARIN VE ANITLARIN, MEDENİYETİN KORUNMASINDA VE İNSANLAR ARASINDAKİ DİYALOĞU GÜÇLENDİRMEDE SİVİL TOPLUMUN ROLÜ Fofana Karim HARRISOU @ harrissou@gmail.com GİRİŞ Hanımefendiler ve beyefendiler, Eskişehir’de “Türk Dünyası Sivil Toplum Zirvesi’nin” düzenlenmesinde ve benim burada olmam da emeği geçen tüm tüzel ve gerçek kişilere en içtim saygılarımı sunmak isterim. a- İlk olarak, yasalar ile sivil topluma yelkenlerini açmasını, daha iyi organize olmasını, siyasal ve yönetimsel otoriteye karşı özerklik kazanmasını ve böylece mevcut düzenin daha verimli açıklamasını kolaylaştırmasını sağladığı için Türkiye Devletine ve hükümetine teşekkür etmek istiyorum. b İkinci olarak, anıtlar ve tarihi alanlar, medeniyetler, sanat eserlerinin korunması ve insanlar arasındaki diyaloğun güçlendirilmesi gibi yeni zorluklara karşı Sendikaların uygun bir tepki mekanizması olabileceğini iyi anlamış olan Türk Dünyası Sivil Toplum Zirvesi’nin organizatörlerine de teşekkür ediyorum. c - Son olarak, yapmam gerekenler var ve kardeşim ve burada sizin aranızda olan arkadaşım Dr. Muhammed al- Adil’e teşekkür etmezsem çok üzülürüm. d- Beni böylesine uluslararası çapta üst düzey bir toplantıya davet ederek, insanlık tarihinin bilinmesi, dünyadaki varlığımız, kültürümüz ve medeniyetimiz, kimliklerimiz hakkında önemli bir konuda sunum yapmama imkan verdiğiniz ve buna beni layık gördüğünüz için ayrıca herkese teşekkür ederim. GİRİŞ 1. Anıtlar ve tarihi alanlar UNESCO’nun kabul ettiği kimliksel değerler ve diğer uluslararası örgütlerin de “Doğal ve Kültürel Miras” olarak adlandırdığı bir grup değerdir. Bunlar, sadece bir topluluk için değil insan değerlerinin birbirine bağlı olduğunun bilincinde olan tüm insanlık için değerli varlıklardır. 2 Aşağıdaki tanımları yapınız. : a - “Rol” ne demektir Farklı fonksiyonlar nelerdir”. 179 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER b - “Sivil toplum” bir dizi bağımsız güç örgütüdür. Bir öneri, dahil olma gücüdür ve politika kararlarını değiştirme etkisine sahiptir. c- “Anıtları” ve tarihi alanları belirtin: Bunlar insan eşyaları, eserleridir veya tüm disiplinlerin yapısı, mimarisi, arkeolojisi, etnografisi, antropolojisi, estetiği, sanatı, koleksiyonları, türleridir ve geçmişteki insanların harikulade evrensel değerleridir. d- “Medeniyet” ve insanlar arasındaki “diyalog” nedir. 3. Üç ana konu üzerinde yoğunlaşan bir iletişim planı hazırlayın: a- Doğal ve kültürel mirasın korunmasında siyasi ve idari otoritenin sınırları ve başarısızlığı. b- Sivil toplum grubu, kültürel ve doğal varlıkların teşviki ve korunması için baskı yapar ve bu konuda aktif bir rol alır. c- Sivil toplum, kültürel miras ve insanlar arasında turizm aracılığıyla diyalog temelinde dinamik etkileşimler DOĞAL VE KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASINDA SİYASİ VE İDARİ OTORİTENİN SINIRLARI VE BAŞARISIZLIĞI 1. Doğal ve kültürel miras her zaman korunmalıdır. İnsanlar için ekstra öneme sahip mülklerin teşviki ve korunmasında gerekli tüm önlemler alınmalıdır. İlk olarak uluslararası anlaşmalar, sözleşmeler ve sonra da araçlar insanlık mirasının korunmasına yönelik hükümler içermelidir. Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran 1998 Temmuz Roma Anlaşması, kültürel mirasın korunmasında ilgili protokolleri ihlal edenlere baskı ve yaptırım amaçlı oluşturulmuştur. 2. Doğal miras ve ulusal kültürün korunması için devletin sorumlulukları vardır. Maalesef ki, savaş zamanlarında bu konuda başarısız olunmaktadır (karşılıklı zarar, yağmalama, kültürel yıkım). Ve barış esnasında, mirası tehdit eden tehlikeler vardır (yetersiz bütçe, erozyon, kirlenme, aşırı turizm). 3. Örnekler sınırsız sayıdadır: Lübnan Ulusal Müzesi 1975 ve 1991 yılları arasında çok büyük hasar görmüş, Afganistan’da ilk ve Temmuz 2006’daki 2. savaşta dünya Bamiyan Budalarının harap edilmesi ile şoke olmuştu. 1992-1993 Balkan Savaşları esnasında Dubrovnik tarihi merkezi bombalandı. 2000 ve 2004’te İsrail ordusu Nablus’u 18 gün boyunca bombaladı ve dini ve tarihi alanları yok etti. Irak’ta, Amerikan ordusu kültürel kurumların aşısı yağmalanmasını ve yok edilmesini önlemedi (Ulusal Irak Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Bağdat’ta Ulusal Kütüphane ve Arşivler, Nimrud ve Nineveh Hatra gibi arkeolojik sitler). 2013’te Mali’de, İslamcılar ve AQIM Mujao, Timbuktu, Gao ve Kidal’deki kütüphaneleri, arşivleri ve anıtları yok etti. 4. Bu yapma, aşırı yıkım, doğal çevrenin kaybolması, işleme, ticaret ve yasa dışı ihracat dikkate alındığında, hükümetlerin mirasların teşviki ve korunması konusunda kararlarına etki edilmesi gerekliliği bir gerçektir. Sivil kuruluşların katkısı faydalı olacaktır. 180 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIĞIN KORUNMASI VE TEŞVİKİ İÇİN SİVİL TOPLUM GRUPLARI VE AKTÖRLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 1. Sivil toplumun örgütlenmesi bir öneri, dahil olma ve etki gücüdür. Görevi, doğal ve kültürel mirasın korunmasında ulusal kurumların çabalarını desteklemektir. Toplumda, güç ve ihtiyata karşı bir rol oynamaktadır. Gerçek ve canlı ise, doğal ve kültürel varlıkların korunması ve geliştirilmesi için bir garantidir. 2. Görevleri çok fazladır. a- Uluslararası kültürel anlaşmalara sahip çıkılmasında ulusal katılımı desteklemek ve artırmak. b- Profesyoneller arasında dayanışma oluşturmak. c- Genel çıkarlara hitap eden özel veya devlet projelerine gerçek veya tüzel kişilerin katılımını teşvik etmek. d- İnsanların kültürel mirasının bu kişilerin kimliği olduğu konusunda evrensel bir geçerlilik kazandırmak. e- Doğal ve kültürel varlıkların öneminin evrensel olarak kabul edilmesi için bilgi ve eğitim programlarının geliştirilmesini teşvik etmek. f- Tüm doğal ve kültürel varlıkların garanti altına alınmasını ve ayrıca yasal olarak onların korunmasını da sağlamak. g- Kültürel varlığı kötüleştirmek ve yok etmek isteyenlerin cezasın kalmaması için devletin müdahil olmasını sağlamak. h- Kolay olmayan ancak gelecek için vaatte bulunan finansal destek aramak. i- Silahlı çatışma veya doğal afetlerde kültürel varlığın korunması için ulusal sistemlerin güçlendirilmesinde hükümetlere destek olmak. j- Doğal ve kültürel varlıkların tanımlanması ve envantere kaydından Devlete yardımcı olmak. k- Bilimsel standartlar ve Unesco’nun tavsiyelerine göre kazılar yapmaya davet etmek. SİVİL TOPLUM, KÜLTÜREL MİRAS VE İNSANLAR ARASINDA TURİZM ARACILIĞIYLA DİYALOG TEMELİNDE DİNAMİK ETKİLEŞİMLER 1. Sivil toplum çoğu zaman halkın anlamadığı farklı bir işleve de sahiptir. Bu ulusal ve uluslararası turizmdir. Bu faaliyet birçok ülke ve bölge için önemli ekonomik bir husustur. Düzgün olarak ele alındığında ekonomik kalkınmada önemli bir faktör olabilir. 2. Ulusal ve kültürel mirasın ortaya çıkarılmasında, sivil toplum kültürlerarası diyaloğu destekler ve insanlar arasında dayanışma sağlar. 181 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SONUÇ En geniş manada, kültürel ve doğal miras tüm insanlığa aittir. Her birimiz bu evrensel değerleri anlamak, geliştirmek ve muhafaza etmekle mükellefiz. 182 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÜLGÜN (ULQİN/ULCİNJ) ŞEHRİNİN KISACA TARİHÇESİ VE BEREKET DERNEĞİ’NİN FAALİYETLERİ VE HEDEFLERİ Ali BARDHİ Bereket Derneği - Karadağ @ bardhoshi1981@hotmail.com Sayın oturum başkanımız, dünyanın çeşitli ülkelerden gelen değerli STK temsilcileri, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bugün böyle güzel bir ülkede milletler arasında hoşgörü ve saygının artılımasında bizim gibi sivil toplumun rölü çok büyüktür. Ben Karadağ’ın Ülgün(Ulqin/Ülgün) şehrinden geliyorum. “Berek Derneği” adına burada bulunmaktayım. Evvela Karadağ’ın Ülgün şehrini ve çevresini ve oradaki halkımızın tarihini ve hayatını kısaca açıkladıktan sonar derneğimizin yapmış olduğu faaliyetlerini açıklamaya çalışacağım. Ülgün şehrinin sahilde olup Karadağ devletinin güneydoğusunda ve bugünkü Arnavutluk’un sınırında bulunmaktadır. Şehrimizin % 85’u müslüman arnavutlar ve az bir miktarda katolik arnavutlar, gerisi ise müslüman boşnaklar, ortodoks karadağlı ve sırplar, vs. milletlerden oluşmaktadır. Tarih kaynaklara gore şehirimizin kalesi V (m.ö.) asırda arnavutların atalarından yani iliryalılar döneminde kurulmuştur. Ülgün birkaç imparatorluktan geçti, Roma, Bizans, yerli ve yabancı feodaller, Venedik gibi ve sonunda Osmanlı Devleti ile müşerref kılınmıştır. Osmanlı Devleti’nin Ülgün’ü feth etmesiyle halkımızın İslam dinini Kabul etmiştir. Ancak 1878-1880’da Berlin Kongresi’nin kararıyla memleketimizin haksız bir şekilde Osmanlı Devleti’nden koparılarak karadağ’a teslim ettirilmiştir. Fakat şehir savaşsız ve antlaşmasıyla teslim edildiği için Karadağ’da ve diğer gayrımüslim devletlerinden örnek oluşturarak diğer müslümanlara da yeni haklar kazandırmaya sağladı. Çünkü ondan once gayrımüslim devletlerine düşen müslüman memleketleri ve şehirleri, ya hırıstiyanlaşması gerekirdi ya da kendi memleketini bırakmasını gerekirdi. Fakat Ülgün’ün savaşla değil, antlaşmasıyla teslim ettirildiğinden dolayı Karadağ’da ilk defa müslümanların hakları kazandırılmıştır. Böylece Ülgün’de Müftülük devam ederek Şeyhü’l-İslam tarafından tayin edilme hakkını kazanmıştır. Mahkem-i Şeriyye kadı tarafından, medreseler Osmanlı ders müfredatına gore işletilecekler, ülgünlü müslümanların osmanlı bayrağını kullanılabilecek, müslümanların belli bir müddet 183 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER zarfında Karadağ askerliğine gitmeyecekler, kısaca özetlersek Ülgün şehrinin hakları kazandırılmıştır. Fakat daha sonar Karadağ’ın kendi bağımsızlığını kaybetmesiyle 1918-1919’da ve komunizmin gelmesiyle eski haklar kaybedilmiştir. 2006’da karadağ’ın Sırbistan’dan ayırlmasıyla müslümanların eski haklararını yeniden kazandırmaya başladı. Ancak 90’lı yıllardan sonar Yugoslavia savaşları nedeniyle ve ekonomik krizinden dolayı ülkenin ve şehrimizin ekonomik hayatı zayıflandı. Şehrimizin gelir kaynağı türizem, tarım ve hayvancılıktır. Birkaç aile 90’li yıllardan sonra dünya ekonomik krizi ndeniyle halıkımıza da dokunduğu için Ülgün Müftülüğü bünyesinde 2009 yılının Haziran ayında “Bereket” adıyla kuruluşumuz tarafından kurulmuştur. Derneğimizin ilahiyatçı hocalararımız ve gönüllü sivillerden oluşmaktadır. Amacı ise Ülgün şehrinde Ana Malit (Dağ Kenarı) ve Kranya kasabasındaki bulunan fakir ve yetim çocıklarına maddi ve manevi yardımlarından bulunmaktadır. Bereket derneğimizin yukarıda zikredilen yerlerde faaldir ve kuruluşundan itibaren her iki ayda elbise ve erzak malzemeleri dağıtmaktadır. Zikredilen yerlerde bu tür yardımları yapan dernekler olmadığı için derneğimizin bu faliyetlere üstlenmiştir. Bereket, kendi kaynağını memleketimizdeki bulunan hayırseven insanlar ve zenginler tarafından sağlamaktadır. Gelir kaynağını sağlar sağlamaz ayırım yapmaksızın fakirlere para ve erzak dağıtımını yapmaktadır. Yetim çocuklarına da aynı miktarda da yardım yapılmaktadır. Daha sonra derneğimizin başka bir faaliyeti de öğrencilere burs sağlamak ve değişik ülkelerde okuyan vatandaşlarımız her ayda 100’er avro vermektedir. Müftülük bünyesinde bulunan derneğimizin de aynı zamanda kurban keser ve 2012 yılında İHH’nın yardımıyla kurbanlar kesilip fakirlere dağıtılmıştır. Derneğimiz Ramazan ayında de iftarlar düzenler, gençlere yönelik değişik akitiviteler, dersler, vs. Derneğimizn hedefi şehrimizde ve yakın çevresinde milletler ve kültürler arası ilişkileri canlandırmaya çalışmaktadır. Evvela müslümanlar lanlar arasında ve olmayan gençlerle çeşitli aktiviteler onalra islam dini, kültürü, örf ve adetlerimizi dürüst bir şekilde anlatmaya çalışıyoruz. Ileride ise derneğimizin kendi faaliyetlerini genişletmeyi planlıyor. Missal olarak dil kursları (türkçe, arapça), konferanslar, özellikle islam medeniyeti ve Osmanlı mirası ile ilgili konferanslar düzenlemeyi düşünüyoruz. Fakat tüm bunları gerçekleştirebilmek için kaynak gerekir. Aynı zamanda Türkiye’de bulunan vakıf ve derneklerin işbirliğimi ve yardımlarını bekliyoruz. 184 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER MESLEKİ EĞİTİMDE AKREDİTASYON SÜREÇLERİ Abdulkadir YEŞİLKUŞ Pozitif Yaklaşım İş Hayatını Geliştirme Derneği @ ayesilkus@gmail.com 1. GİRİŞ Yıllardır tartışılan konuların başında, mesleki-teknik eğitimin içinde bulunduğu sıkıntılar gelmektedir. Problemin temelinde; her düzeyde nitelikli insan gücü yetiştirilememesi olduğu söylenebilir. Son yıllarda, AB projeleri kapsamında mesleki-teknik eğitimin problemleri daha sık gündeme gelmiş, çeşitli faktörler ve çözüm önerileri, birçok toplantıda tartışılmıştır. Uluslararası kriterlere uygunluk ve AB’ye uyum çalışmaları kapsamında yapılan çalıştayların sonucu olarak, mesleki-teknik eğitim sisteminde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu görülmüştür. Ülkemizin ihtiyaçları ve dünyadaki gelişmeler, mesleki yeterliliklerin belgelendirildiği bir kalite güvence sistemine ulaşmamızı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda; uluslararası nitelikli meslek standartları, eğitim kurumlarımızın eşdeğerliği, işgücü niteliklerinin ölçülebilir olması gibi konular öne çıkmıştır. 2006 yılında tamamlanan Avrupa Birliği’nin desteklediği, Milli Eğitim Bakanlığının yürüttüğü Mesleki-Teknik Eğitimi Güçlendirme Projesi (MEGEP), özellikle endüstriyel teknik orta öğretim programlarının geliştirilmesi hususunda ümit vermiştir. Bu projenin amacı, mesleki-teknik orta öğretimde yeterliliklere bağlı modüler eğitim-öğretim programlarını geliştirmekti. 9. sınıfı ortak olmak üzere genel lise eğitimi ile beraber 4 yıl olarak yapılandırılan programların uygulanmasına başlanmıştır. Ancak, okullarımızın belirli bir eğitim-öğretim sonunda vermiş olduğu diplomaların mesleği icra etme noktasında yeterli olmadığı da bilinmektedir. Bu nedenle; mesleki bilgi-beceri ve niteliklerin, belirlenmiş standart ölçütler çerçevesinde ölçülebilir hale getirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla kurulan Mesleki Yeterlilikler Kurumu, henüz personel değerlendirme ve sertifikalandırma mekanizmalarını oluşturmamıştır. Uygulama aşamasında gerekli düzenlemeler yapılarak, bu kurumun kendisinin veya yetkilendirilecek merkezlerin böyle bir işlevi üstlenip belgelendirme sürecini başlatması ümit edilmektedir. Meslek standartlarına göre ulusal düzeyde sertifikalandırma işi, nitelikli eğitim ve kaliteli işgücünün garantisidir. Genel bir yaklaşım olarak, bir meslek erbabına standartlara dayalı sertifika verme süreci üç temel esasa oturtulmaktadır: 185 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER a. Belirlenen seviyeye uygun olan yeterliliklerin ve standardın belirlenmesi b. Yeterliliklere uygun eğitim c. Ölçme-değerlendirme ve belgelendirme 2. Mesleki Yeterliliklerin Belirlenmesi ISCED 97 ve EQF (Avrupa Nitelikler Çerçevesi) kapsamında, 1. seviyeden 8. seviyeye kadar çeşitli meslek gruplarının eğitim ve yeterlilik seviyeleri belirlenmiştir. Buna göre ülkemizde ilk 2 seviyedeki meslek sertifikasyonu Mesleki Eğitim Merkezleri tarafından yapılmaktadır. 3. Seviyeden 8. seviyeye kadar olan diploma/tez yoluyla mezuniyet belgelendirmeleri ise mesleki-teknik orta öğretim, ilgili fakülteler ve lisansüstü aşamada enstitülerce sağlanmaktadır. İster okul temelli, ister iş temelli eğitim olsun, AB ülkelerinde ve Amerika’da her meslek için meslek standartları ve yeterlilikleri tanımlıdır. Bu anlamda meslek çeşitliliği de iş çevrelerinin ve endüstrinin taleplerine göre artış göstermektedir. Piyasada öne çıkan yeni meslek dallarının tespiti ve yeterliliklerinin belirlenmesi süreci uygun bir yöntemle (DACUM gibi) gerçekleştirilebilir. 3. Eğitim-Öğretim Süreci Dünyada benimsenen mesleki-teknik eğitim, öğrenci merkezli, teori ile pratik eğitimin birlikte yürütüldüğü bir yapıya oturtulmuştur. Gerek yeterliliklerin belirlenmesinde, gerekse eğitim programlarının geliştirilmesinde paydaşların katılımı önem taşımaktadır. İstenen işgücü piyasasını oluşturmak, yeni meslek dallarını ve niteliklerini belirlemek için Okul, iş çevresi ve meslek kuruluşlarının çok sıkı işbirliği mevcuttur. Oysa ülkemizde, ilköğretimdeki yönlendirme-rehberlik yetersizliğinden başlamak üzere sektörün ve mesleklerin tanıtılması konusunda da ciddi eksiklikler vardır. Yapılan bir araştırma, meslek lisesi öğrencilerinin yaklaşık %60’nın okudukları okuldan mutlu olmadıklarını göstermiştir. Ülkemizde mesleki-teknik orta öğretim, ağırlıklı olarak okul temelli olarak yürütülmektedir. Endüstri ve iş hayatı ile ilişki kurulmaya çalışılsa da bunda yeterince başarılı olunamamıştır. Sanayi kuruluşlarının, Endüstri Meslek Liselerinin gelişen teknolojiye uygun olarak donatılmasında katkıları yok denecek kadar azdır. İşletmelerden uygulama amacıyla yeterince faydalanılamamaktadır. Firmaların okul-sanayi işbirliği programlarına %60 oranında katılmadığı tespit edilmiştir. Mesleki eğitim sisteminin cazibesini yitirmesinde, sistemdeki eksiklik ve yanlışlıklar kadar, bu kopukluğun da etkisi olduğu açıktır. İşverenler, mesleki eğitim sisteminin, ihtiyaçları olan nitelikli personeli yetiştirecek şekilde geliştirilmesi yönünde sivil toplum katkısı oluşturmuş değildirler (İTO,2006). Böyle olumsuz bir sonuca gelinmesinde, ilköğretimde başlaması gereken rehberlik 186 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ve yönlendirmenin yetersizliğinden üniversiteye girişteki engellere kadar birçok problem sıralanabilir. 4. Değerlendirme-Belgelendirme Mevcut eğitim sonunda alınan diplomalar yukarıda bahsedilen yeterlilikleri karşılamaktan uzaktır. Mesleki-teknik orta öğretim kurumlarının, öğrencileri mesleğe hazırlayamadığı bilinmektedir. Nitekim öğrencilerin %52’si, mesleği ile ilgili bir işte çalışmaya hazır olmadıklarını belirtmişlerdir. İşyerlerinin eleman ihtiyaçlarını meslek lisesi, meslek yüksek okulu ve çıraklık okulu gibi mesleki eğitim kurumlarından gelenlerden karşıladıklarını ifade edenlerin oranı %27,1’dir. Bu sonuç, diplomalı mesleki eğitim mezunlarının niteliklerindeki vahim düşüşü göstermektedir. Mesleki bilgi ve becerilerin belirlenen nitelik ve Standardlara göre ölçülebilmesi ve değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu değerlendirme, eğitimi veren kurum dışında oluşturulmuş yetkili ve akredite bir kuruluş tarafından gerçekleştirilmelidir. Gelişmiş Avrupa ülkelerinde de görüldüğü gibi, belgelendirmenin bir önceki adımı sayılan Ulusal Kalite Güvence Sistemi oluşturmak mümkündür. Böyle bir kalite güvence çerçevesi içinde hem eğitim kurumlarının eğitim kalitesinin bütün unsurları (öğretmen, eğitim malzemesi, fiziki alt yapı, sınav şekli, mezunların işe yerleşme oranı v.b), hem de belgelendirmenin temel kriterleri belirlenebilir. İç ve dış denetim mekanizmaları kurarak, kalite güvencesinin bütün gerekleri ele alınıp puanlama yöntemi ile kurum başarı durumu ortaya konulabilir. Sektör temsilcilerinin katılımları, talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda yapılacak analizler, yeterliliklerin geliştirilmesi için çok önemlidir. Gerekli alt yapısı tamamlanmış olan kalite güvence ve belgelendirme (meslek sertifikası) sistemi işletildiği zaman, endüstri ve iş çevreleri sertifikalı teknik elemanları istihdam etmeyi tercih edeceklerdir. Vasıflı insan gücünün tercih edildiği bir ortamda ise kalite artacak, nitelikli işgücü piyasası oluşacak ve bunun sonucu olarak da KOBİ’lerde girişimcicilik-üretkenlik yükselecektir. 5. Akreditasyon Akreditasyon uygunluk değerlendirme kuruluşlarınca gerçekleştirilen çalışmaların ve dolayısıyla bu çalışmalar sonucunda düzenledikleri uygunluk teyit belgelerinin (deney ve muayene raporları, kalibrasyon sertifikaları, yönetim sistemi belgeleri, ürün belgeleri, personel belgeleri vb) güvenilirliğini ve geçerliliğini desteklemek amacıyla oluşturulmuş bir kalite altyapısıdır. Uygunluk değerlendirme kuruluşlarının akreditasyonu, ilgili uygunluk değerlendirme kuruluşları için yeterlilik kriterlerini belirleyen uluslar arası standardlar, ilgili 187 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sektöre özel gereklilikler ve bölgesel veya uluslar arası akreditasyon kuruluşları tarafından belirlenmiş rehber dokümanlarda belirlenmiş, dünya genelinde kabul görmekte olan, gereklilikler esas alınarak gerçekleştirilmektedir. 6. Akreditasyonun Amaçları • Kişilerin/kurumların meslek yaşamına girişlerinde mesleğin gerektirdiği temel standartları belirlemek • En yüksek standartların garanti edilmesi gerektiğinde bir “mükemmeliyet etiketi” sağlamak ve karşılaştırma yapmayı ve üst düzey işbirliğini kolaylaştırmak. • Sınır ötesi iş gücü talebinin giderek yaygınlaştığı bir çağda farklı ülkelerde oluşan işgücü taleplerinin karşılanması ve değişimini mesleki yeterlilikler sistemine göre karşılamak; bir başka deyişle iş gücünün serbest dolaşım kriterlerini belirlemek 7. Akreditasyonun Özellikleri • Yapılması gönüllü(isteğe bağlı) bir işlemdir, dışarıdan kamusal otoritelerden bu sürece dahil olunması yönünde bir baskı yada zorlama söz konusu değildir. • Kamusal otoritelerce belirlenen düzenlemelerin aksine hükümet-dışı kontrol mekanizmasının geçerli olduğu bir kendi kendini düzenleme sürecidir. • Akredite edilmiş olan kurum ve programların, önceden tespit edilmiş mükemmeliyet standartlarını karşılayacağını veya bu beklentileri aşacağını garanti eder. 8. Mesleki Yeterlilik Sistemi Mesleki Yeterlilik Sistemi; ulusal meslek standartlarının oluşturulduğu, mesleki ve teknik eğitim ve öğretim programlarının bu standartlara göre hazırlandığı, işgücünün mesleki yeterliliğinin bağımsız kurumlarca yapılan sınavlar sonucunda belgelendirildiği, alınan belgelerin ulusal ve uluslar arası düzeyde geçerliliğinin sağlandığı, yaşam boyu öğrenmenin desteklendiği, formel eğitim almadan mesleği öğrenen kişilere becerilerini belgelendirme şansının verildiği ve iş dünyası temsilcilerinin sürece ilişkin tüm kararlara aktif olarak katıldığı adil, şeffaf ve güvenilir bir sistemdir. 9. Ulusal Mesleki Yeterlilikler Sistemi • MYK, Ulusal Mesleki Yeterlilikler Sisteminden sorumludur. • Ulusal Mesleki Yeterlilikler Sistemi, Ulusal Yeterlilikler Çerçevesinin (UYÇ) bir parçasıdır. • Ulusal Yeterlilikler Çerçevesi hayat boyu öğrenme için Avrupa Yeterlilikler Çerçevesinin 8 referans seviyesi ile uyumlandırılmıştır. • Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi, Avrupa Parlamentosu tarafından 24 Ekim 2007 tarihinde kabul edilmiştir. • Türkiye, Uluslararası Yeterlilik Çerçevesi gelişiminin uluslararası deneyimine büyük katkıda bulunmaktadır. 188 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 10. ECVET Nedir? Mesleki Eğitimde Avrupa Kredi Transfer Sistemi (ECVET) projesi, kişilerin öğrenme çıktılarının transfer edilmesini, biriktirilmesini ve tanınmasını kolaylaştırmak üzere tasarlanmıştır. Bu sistem, 12 Kasım 2002 tarihli Eğitim Konseyi İlke Kararı ve 30 Kasım 2002 tarihli Kopenhag Deklarasyonu ile uyumlu olarak Avrupa Komisyonu’nun himayesinde geliştirilmiştir. 2002 yılında alınan bu kararlar, 32 ülkenin mesleki ve teknik eğitimden sorumlu bakanları, Avrupalı sosyal ortaklar ve Avrupa Komisyonu tarafından kabul edilen 14 Aralık 2004 tarihli Maastricht Bildirgesi ile yenilenerek güçlendirilmiştir. 11. ECVET’in teknik özellikleri? • Birimlere kredilerin tahsis edilmesi işlemi, • Özellikle yaygın ve resmi olmayan öğrenmez çıktılarının değerlendirilmesi süreci, • Ortak ve standart bir yaklaşım geliştirilebilmesi için yetkili makamların özellikleri, çalışma prensipleri, organizasyonel yapısı detaylı şekilde ortaya konmalı 12. ECVET sisteminin sağlayacağı en önemli yarar ne olacaktır? • Yaygın ve resmi olmayan öğrenmenin belgelendirilmesi ve tanınması • Hareketlilik faaliyetlerinin sayı ve kalitesinin artması • İstihdam edilebilirliğin artırılması • Hayat boyu öğrenmeyi destekleyen bir araç SONUÇ 1. Meslek standartlarının oluşturulması (Mess, İtkip, Gazbir, İntes) 2. Mesleki eğitimde modüler sisteme geçiş 3. Ölçme değerlendirme belgelendirme merkezlerinin kurulması 4. Kişilerin Mesleki yeterliliklerinin tanınması (Akreditasyonlarının yapılmasıPlastik boru kaynakçılığı 3. seviye) 5. Kurumların akreditasyonu • Eğitim kurumlarının akreditasyonu • Belgelendirme kurumlarının akreditasyonu ÖNERİLER 1. Kamudaki eğitim kurumlarının akreditasyonu (Öğretmen yeterliliklerinin sorgulanması) 2. Özel Akredite eğitim kurumlarının kurulması. 189 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAYNAKÇA Prof. Dr. Duran ALTIPARMAK, Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi “Mesleki Ve Endüstriyel Teknik Orta Öğretim Ve Mesleki Sertifikasyon Yaklaşımı http://www.turkak.org.tr/TURKAKSITE/AkreditasyonAkreditasyonNedir.aspx, http://www.myk.gov.tr/index.php/tr/ulusal-meslek-standartlar-ana, 190 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER DİLCİLİKTE CİNSİYET STEREOTİPLERİ Tatyana KHAPCHAEVA VPO Karaçay-Çerkes özel kuruluşlar @ tatyana_khap@mail.ru Çağdaş linguistiğin esas dallarından biri gender araştırmalarıdır. İlmin yüzünün insana taraf çevrilmesi bir çok ilmi yönlerin birikmesine ve aynı zamanda yeni sentez olunmuş bilim disiplinlerinin (psikolinguistik, gender linguistikası, etnolinguistika, uygulamalı linguistika vb.) oluşmasına yardımcı olur. İntegral bilimlerin meydana gelmesi insan faaliyetinin verbal-elamet sonuçlarında, yani metinlerde kayda alınan bilim dalı olan dilciliğin kendi objektini derk ederek bilimin diğer dalları ile diyaloga girmesinin sonucudur. Geçen yüzyılın 60-70. yıllarında bilimin anlayış sistemine gender kategorisi dahil edildi. İ.N. Novikovanın “Yeni minilliğin kapılarında yüksek okullarda eğitimin humanistleştirilmesinin gender aspektleri” adlı eserinden (Novikova, 1999) Rusya Federasyonu’nda gender probleminin ortaya konuluşu belli olur. Y. Goroşko “Dilcilikte gender problemi” adlı araştırmasında diyor ki, bu gün bu mesele ısrarla ilerleyerek Rusya dilciliğinde tamamıyla yeni bir sahanın, -linguistik genderolojiyanın esasını ortaya koymuştur. Bu güne kadar bilimde gender probleminin mahiyetine tek bir bakış açısı oluşamamıştır. Bu teriminin çeşitli izahları veriliyor. Biz o uzmanlarının bakışlarını destekliyoruz ki, onlar bu terimini erkeklerin ve kadınların spesifik sosyal davranışlarını, öylece de onların kendi aralarında karşılıklı ilişkilerini belirleyen kültürel karakteristiklerinin toplamı gibi izah ediyorlar. Toplumun gelişimini durdurmak imkansızdır. Bu gelişme aynı zamanda medeniyetin ölçüsü ve göstergesi olan dilimizi de geliştirir. Dil- kültürün önemli bir hissesi ve onun aletidir, bizim ruhumuzun, medeni simamızın gerçekliğidir. Dil, aynı zamanda milli mantalitenin spesifik çizgilerini en çıplak şekilde ifade ediyor. Dilin ve kültürün karşılıklı münasebetleri oldukça mürekkep ve çok sahalıdır. Son zamanlar orta ve yüksek okullarda nutuk medeniyeti hakkında daha çok konuşmaya başlamışlar. Bu tesadüfi değil. Son on yıllarda bizim toplum hissolunmadan kitap okuyan bir toplumdan sansürsüz hadyanları konuşan bir toplum durumuna düşmüştür. Bu, çıplak gözle müşahede olunabilir. Rusya Federasyonu çok milletli bir ülkedir. Kuzey Kafkasya politik zıddiyetlerin bol olduğu bir yer olmakla mürekkep etnik terkibi ile kendi spesifik inkişafını tayin eder. Böyle bir değim var ki, toplumun inkişafı orada kadına karşı duyulan saygı ve verilen değer, o toplumda kadının oynadığı rol 191 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ile ölçülür. Dünyanın gender haritası toplumun dünya hakkındaki bakışlarının ifadesi kültür kodudur. Kafkasya’da gender stereotipleri neden ibarettir Kafkas özel bir mantalitedir. Burada kadının ve erkeğin cemiyetteki yeri, onların rolleri ve fonksiyonları dahili kurallarla sabitleşir. Eğer geçen yüzyılın 70-80. yıllarında Karaçay-Çerkes cumhuriyetinde bilim adamları 16 yaşından aşağı seyirciler için bakılması yasak olan filmlerin sinemalara taşınmasının aleyhinde olarak tartışmalar açıyorlardı, ama şimdiki durumun nasıl olduğunu biz hepimiz aşikar göre biliyoruz. İnsanın tüm faaliyet sahalarında olduğu gibi gender sisteminin de geliştirilmesi ve desteklenmesinde şuurun rolü büyüktür. Gender belki bir zaman parçası dahilinde toplum ve onun kültürü ile şartlandırılır. Bu, şahsiyetin belli çizgilerini formalaştıran sosyal beklentilerin ve normların, değerlerin ve yanaşımların toplamıdır. Ayrı-ayrı fertlerin şuurunda sosyal ve kültürel stereotiplerce desteklenen ve yayılan normlar oluşur ki, toplumun kendisi bu normların bozulmasını cezalandırır. Mesela, kendisini erkek gibi gösteren kadınların “erkek” aksine kendisini kadın gibi gösteren erkeklerin ise “kısteke” adlandırılması bu sıradandır. Araştırmacılar bildirirler ki, bu tür negatif değerlendirme stres ve psikolojik saplantılar/bozukluklar oluşturabilir. Kadınların ve erkeklerin konuşmalarını analiz ederken mutlaka dikkate alınmalıdır ki, konuşma kültürü bir çok faktörlere dayalıdır. Esas olarak da aşağıdakileri itiraf etmek gerektir- kadın konuşmasında hiperbolize edilmiş ekspressiflik, ünlemlerden tez-tez kullanılması ( Ay! Ay! Gibi), emosiyonal leksik vahitlerin tez-tez kullanılması, küçültme suffikslerinden bolca yararlanma gibi elementler vardır. Gender stereotiplerinden bahsederken unutmak olmaz ki, onlar geçicidir ve toplumun gelişmesi ile paralel olarak onlar da transformasyon olunur. Sovyet hakimiyeti kadınlarla erkekleri eşitlemek istedi. Mesela, seçimler zamanı kadınların kendi isteklerini erkeklerce ifade etme özgürlüğüne bir göz atalım. Bu kadınların hukuklarının tanınması idi. Amma bir çok Müslüman ülkelerde bu hakların tanınması uğrunda hala mücadele veriyorlar. Gender araştırmaları linguistikanın bir çok sahalarında gerçekleşir. Meselen, leksik vahidlerin kullanılmasının gender özellikleri, gender frazeolojiyası hakkında ilmi işler vardır. Milli-kültürel bakış açısından Karaçay-Balkar dilinde gender frazeolojiyasının analizi bazı özellikleri ortaya çıkarıyor. 1. Erkekleri karakterize eden frazeolojik sözler. 2. Kadınları karakterize eden frazeolojik sözler, değimler (saçı uzun, aklı kısa). 3. Erkekleri ve kadınları karakterize eden frazeolojik değimler (Bu frazeolojik değimler şahısları değil, hareketleri karakterize eder), ama bu değimler daha çok bu ve ya başka cinsten olanların karakterini üstünlüklü olarak ifade eder. Bunlara ilave olarak diyebiliriz ki, olumsuz ifade tarzını ifade eden birimlerin sayısı daha çoktur. Kara192 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER çay-Balkar kültüründe “kadın” konseptine ait olan baza metaforlara bakalım. Kadının özgür davranışı negatif değerlendirilir, kadın aklına ve yaratıcılığına ihtiyaç duyulmaz. Bunun yanında, pozitifler de vardır. Sadakatli eş, güzel anne, seven bir bacı, (güzellik, kaygıkeşlik, duyarlılık, zariflik...) gibi. Çeşitli dillerdeki gender oryantasyalı leksikonun dünyanın dil haritasındaki rolü kaydedilmektedir. Gender hiyerarşisi ve davranışın şartlandırılmış gender modelleri doğadan kaynaklanmaz, toplumun, sosyal kontrol kuralları ve örf-adetlerin (Adet) diktesi ile oluşur. İnsanın doğal cinsini ve onun sosyal ,,sonuçlarını,, dikkate alan gender faktörü şahsiyetin esas karakteristik özelliklerini oluşturur ve insanın bütün hayatı boyunca muayyen derecede onun kendini tanımasına tesir eder, böylece de konuşan subjektin toplumun başka üyeleri tarafından tanınmasını şartlandırır. Bunun sonucu olarak da erkek ve kadın nutku/konuşma tarzı diye bir şey oluşmuştur. Mesela, bazı araştırmacılar emosyonal leksikanın kullanılmasının differensasiyalı alametlerini kaydetmektedirler. Böylelikle, gender terimini sosyal, kültürel, psikoloji açıdan kadının erkekle mukayesesini, başka sözlerle desek, toplumun kimi kadın, kimi ise erkek olarak tanıması için zaruri olan çizgileri, stereotipleri, rolleri ifade eder. Bu problem üzere araştırmacılar kadın ve erkek konuşmalarını tendensiyalı olarak netleştirir ve bunların arasında geçilmez sınırların olmadığına dikkati çekerler. Araştırmacılar, aynı zamanda erkeklerin ve kadınların nutkunda/konuşma tarzında onların psiko katlarının özellikleri, Profesyonal, kişilik karakteri, sosyal hayattaki rolleri ile ilgili olan ve cinsi farklarla ilgili olmayan çok numunelerin olduğunu da kaydetmektedirler. Kütlevi şuurun stereotipler kadınların ve erkeklerin politik, ekonomik, kültürel faaliyet sahalarında hukuk beraberliğinin, gender beraberliğinin kurulmasında başlıca engeldir. Bu stereotipler bizim hayatımızı oldukça kötü etkilemektedir. Sosyal stereotip sosyal objekt ve ya sosyal tezahürat hakkında sistematik, standart obraz ve ya tasavvur olarak, bir kayda üzere emosional katılaştırılmış ve muhkem dayanıklığa sahip olmakla, insanın bu ve ya diğer olaya önceki tecrübeler ve sosyal şartlar esasında değer vermesi anlamına gelir. Stereotip önceden kabullenmiş bakışların, sahte tasavvurların sinonimidir. Gender stereotipleri- cemiyette erkeklerin ve kadınların fonksiyonlarının, onların sosyal görevlerinin dahili, taşlaşmış değerlendirilme usulüdür. Stereotipler- keyfiyetçe yeni, demokratik devletin oluşturulması için zaruri olan, sosyumda prensibi olarak yeni münasebetlerin kurulması yolunda en başlıca engellerdir. Stereotipler politik, ekonomik, ve kültürel hayatla erkeklerin ve kadınlarının misyonunun yenilikçi bakışların gelişmesi yolunda da esas engellerdir. Kadınlar nüfusun yarısından çok olsalar da onlar önemli kararların kabul edilmesi konusunda pek etkili değiller. Gender evde erkeğin ve kızın yetiştirilmesinden başlayarak gelişiminin adımlarını atar. Bazen öyle 193 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER insanlarla karşılaşıyoruz ki, onların genderini, şahsi göstericilerini belirlemek zor oluyor, kommunikatif problemler ortaya çıkar. İnsanların karşılıklı ilişkilerinde rollerin karakterine uygun olan beklemelerle düzenleniyor- uğurlu kommunikasiya için insandan belli bir tipe uygun olan hareket bekleniyor. İnsan hakkında bilgilerin işlenmesi meselesinde gender identifikasiyası mühim rol oynuyor. İnsanlar her zaman başkasının gözlerinin rengine, hangi elbiseni giydiğine, adının ne olduğuna önem vermeyebilirler, ama bütün hallerde hatırlıyorlar ki, sözü geçen insan kadın mı, erkek mi idi. Böylelikle, gender bizi ihata eden insanlar hakkında bilgilendirme işleminde en önemli sosyal kategori oluyor. Çağdaş cemiyetlerde değişikliklerin etkisi altında kadın ve erkeklerin konuşmalarında yeni temayüller meydana gelmektedir. Kadın konuşmaları önceleri yalnız erkeklerin kullanabileceği kobud kelimeleri alıyor, daha az nazik olmağa başlıyor. Unutmamalıyız ki, dil onun taşıyıcılarının belli talep ve isteklerinin aynası olarak devamlı değişen dinamik bir sistemdir. Dilin durumunu hem ekstralinguistik, hem de topluma has olan faktörler etkilemektedir. Özellikle, dış etkilere, özellikle de Amerikan hayat ve düşünce tarzına merak dünyada entegrasyon meselesini daha da hızlandırmaktadır. İfade edilmeye çalışılan analizden göründüğü gibi gender alametlerinin nötrleştirilmesi şahsiyetin normal gelişmesine, gender identifikasiyasının ve kendini indentifikasiyasının formalaşmasına tehlike yaratan, şahsiyetin dahilinde ve ya onun toplumla ilişkilerinde çelişkiler doğurabilir, böylece de şahsiyetler arası iletişimi mürekkebleştirebiler. Çağdaş eğitim dil ve konuşma (nitk) kompetensiyasını dikkate alabilen gayretlerle karakterize olunur. Öğretmenlerin, bilim adamlarının önünde gelecek uzmanların hazırlanmasının forma ve metotlarının daha çağdaş taleplere cevap verebilecek şekilde geliştirilmesi görevi durmaktadır. Dünyada kadın ve erkek portrelerinin özelliklerinin daha iyi bilinmesi, öğrenilmesi bu anlamda çağdaş toplumun bir çok problemlerinin halledilmesine yardımcı olabilir. Gender konkret bir tarih dahilinde toplumla ve kültürle şartlanır. Çağdaş dünyada kadının git-gide politikaya, ekonomiye, hukuk ve medeniyete daha çok girişmesi tendensiyası gender stereotiplerine daha çok dikkat etmesini vacip kılmaktadır. BİBLİOGRAFYA GOROŞKO E.İ. “Dilçilikde tender problematikası” (M.2002) Novikova İ. N. “Yeni minilliyin hududlarında yüksek okullarda eğitimin humanistleştirilmesinin gender aspektleri” (Perm, 1999) Tatyana_Khap filoloji bilimler doktoru, U. D. Aliyev adına Karaçay-Çerkes Devlet Üniversitesi, Filoloji Enstitüsü, Rus dili kafedrası 194 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÇAĞDAŞ CEMİYETTE ANANEVİ TERBİYE METOTLARI Abdalıyeva Gülzada KOŞOEVNA Alem Açkıçı Tesisi Kırgızistan, Bişkek @ abdal2000@yandex.ru Çocuk henüz büyümediyse kalem tutacak kadar büyük Yusuf Balasagunlu Nesillerin asırlardan süzülerek gelen zengin pratik- asıl kültürün göstergeleridir. Halk deyiminde olduğu gibi “geçmişin biliği- geleceğe yol açar”. Atalardan, babalardan gelerek devam etmeli olan manevi değerlerin, geleneklerin bu günkü nesillerin yetişmesinde önemli rol oynayabileceği faktörünü her zaman yeterince değerlendiremiyoruz maalesef. Ta çocukluk çağlarından başlayarak yeni bir neslin yetişmesinde Kırgız halkının şarkılarının, destanlarının, kültürel mirasın tüm potansiyelinin gücünden faydalanmak, bize göre, oldukça önemlidir. Bu değerler kullanılmadıkça onlar unutulup gider. Çağdaş günümüzde genç nesil milli köklerinden kopmaktadır, kendi diline örf-adetlerine bigane kalmakta, biz bunu kalp ağrısı ile denk görmekteyiz. Buna göre de yeni nesle milli ruhun aşılanması, onlarda milli kimliğin gurur kaynağına dönüşmesi için önlemler alınmalıdır. Ta eski zamanlardan böyle bir değim vardır. “İhtiyarların sohbetini keseye topla”. Bu ihtiyar insanların hayatta gördüğü, yaşadığı hikmetlere sayı ve onlardan örnek alma anlamındadır. T.N.Volkovun dediği gibi “Halk pedagojisi büyük pedojidir ve tüm büyük pedagojiler halka mahsustur”. Manevi pedagoji değerlerle zenginleşmiş insan aldığı bilgileri tatbik etmeli ve yaymalıdır. Bu tecrübenin ilk merhalesi ise insanların okula kadarki yaşlardan itibaren terbiye edilmesine başlamakdır. Kırgız halkıda eski zamanlardan konuşma sanatına, söz sanatına büyük önem vermekdedir. Bizim halkımızın asırlar boyunca ağızdan ağıza taşıdığı zengin kültürel mirasın büyük bir kısmı da okula kadarki zamanda insanın yetiştirilmesi için şart olan şifahi edebiyattır. Kırgızlarda ta eski zamanlardan bebeği yatağa yatırmak bile özel bir gelenek halini almışdır. Çocuk yatağa ninnilerle, şarkılarla koyulmuştur. Beşik şarkıları, uykudan önceki rivayetler büyük bir edebiyat külliyatı halindedir. Beşik şarkıları sevgi, kaygı, annenin çocuğa verebileceği enerjinin ta kendisidir. Bu şarkıların verdiyi manevi gıda çocuğun tüm sonraki hayatını etkilemek gücünde olabilir. Çocuğun doğması halleri işin karakterik olan bir çok adetler ve gelenekler vardır. Doğan çocuğu ilk olarak her hangi bir kadın ellerine ala bilmezdi. Yalnız çocuğun annesinin izin verdiyi kadın onu ilk olarak ellerine alabilirlerdi. Bu kadının çocuk yetiştirmekde tecrübesi olmalı, ılımlı ve hoş huylu birisi olmalı idi. Çocuğa ilk banyo yapılacağı zaman suya azcık tuz ilave ederdiler. İnanca göre, bu, çocuğun sağlam olmasını sağlardı. Çocuğu ilk defe yıkandığı zaman önce suyu ağza alıp oradan çocuğun üzerine akıtmak gerek idi. 195 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Çocuk yıkandıktan sonra atık suyu yurdun/evin/çadırın arka tarafına dökmek gerekiyor. Sonra çocuğun ağzına az bir miktar yağ konur ve yalnız bundan sonra anne ona süt vermeye başlardı. Bundan sonra bebeğe ilk gömleği giyindirirler ve buna “köpek gömleği” (it köynek) derlerdi. Bu gömlek çocukları mutlu büyüyen anne ve ya babaların elbisesinden alınan parçalardan dikilirdi. Bu gömleği önce bir köpeğe giydirirler, daha sonra bebeğe giydirirdiler ki, bu da çocuğun yaşamasını dilemek anlamına gelirdi. Kırgızlarda çocuklara ad vermekte özel bir isteklerle bağlıydı. Köyün bir ihtiyar adamını davet edip çocuğa ad vermesini isterdiler, o da kendi isteğine göre bir ad seçerdi. Bazen çocuğu doğduğu günün adını verirdiler. Bebeğin doğum haberini aileye yakın olan birisi yurda haber verirdi. Adamlar bu haberi getirene hediye verirdiler. Haberi getirene verilen hediyeye “süğünçü” derlerdi. Bebeğin doğduğu günden kırk gün geçtiğinde “kırkı” ve ya “kırk gün” töreni yapardılar. Bu 40 gün boyu bebeğin yaman ruhlardan korunması vacib sayılardı. Doğduğundan 3 gün bazena “beşik toy” adlanan güne kadar yurtda ışıklar yakar, bebeğin beşiğinin yanına bıçak koyardılar. 40 günün tamamında köylüler davet edilir, bebeğin ailesi imkanlarına uygun olan bir hayvan keser ve ziyafet yapardı. Aynı günde bebeğin saçları kesilirdi ve buna “kırkın” derler. 40. gün bebek için özel elbiseler-çapan, topu (kafa giyimi), gömlek (köynek) dikilirdi. Bu gün bebeğe giydirilen gömlek “kırk köynek” olarak adlanır. Bebek doğarken onun göbeğini kesen kadın göbeğin yerini 40 kaşık su ile yıkardı. Göbek kesilen gün 40 adet yağlı ekmek (may tokoç) pişirilir ve çocuklara paylardılar. Kırgızlarda çocuğun beşiğe koyulduğu merasim için ocağa “Umay anne” (Umay ene) dualarının okunması korunmakdadır. Yaşlı bir kadın, çoğu zaman bebeğin babasının annesi bebeğin beşiğini kolları üzerine alıp yurdun ocağının çevresinde sağdan sola olmakla 3 kere çevrilir. Ocağa yağ parçası atarak “Bay bol” (zengin ol) “kuday tilegenin bersin” (Tanrı dileklerini versin), “köp yaşa” (çok yaşa) demeli idi. Sonra Umay anneye hitaben “Umay enesi uktat” (Umay annesi buna uyku ver) “Beşik enesi bek karma” (beşik annesi sıkı tut) ve ya “Umay ene” Batma- Zuura, balamdı sakta” (Umay anne, bebeğimi koru) gibi dualar ederdiler. Okula kadarki dönemde ise çocuğun yetişmesi için oyunların önemi vardır. Halk oyunları çocuk terbiyesinin önemli bir kısmıdır. Bu oyunlar çocuğun bu yaşına kadarki ritim ve müzik doyguları ile uyum saklar, ayrı, çocuklarda karakterin formalaşmasına yardım Tarih boyu ve tarihden önceki dönemlerden başlayarak Kırgız halkı bu adet ve geleneklerle öz çocuklarını yetiştirmiş, onların Kırgız toplumuna kaynayıp-karışmasını saklamış ve milletin simasını bu yollarla muhafaza etmişler. Çocuklara verilen dikkat ve kaygı gitmez, sarf edilen emek mutlaka etkisini gösterir. Ta eski zamanlardan Kırgızlar çocuğun, özellikle erkek çocukların yalnız fiziki gücüne değil, aynı zamanda ruhunun ve müzik zevkinin de gelişmesine ciddi önem vermişler ve çocukları bu prensiplerle terbiye etmişler. Bu gelenek çağdaş terbiye ve pedagojinin metotları ile ters değil, aksine, daha da zenginleştirir. Bu gelenekleri devam etmek de her bir Kırgız ailesinin, genç anne ve babaların kutsal borcudur. 196 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK DÜNYASI BİLİM VE TEKNOLOJİ GELİŞMELERİ İbrahim ERDOĞAN Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği - Türk Dünyası Bilim Olimpiyatı @ ierdogan2003@gmail.com 2011 Uluslararası karşılaştırma programı (ICP) sonuçlarına ilişkin yayınlanan rapora göre 2011 yılında Türkiye satın alma pariterlerine göre belirlenen, dünya gayri safi yurt içi hasılasında (GSYH) yüzde 1,5’lik pay elde etti. Avrupa Birliği, (AB) Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin, dünyanın, toplam GSYH oranının yarısından fazlasını oluşturuyor. Dünya’da 13. Güç Türkiye Ekonomisidir. Dünya Ekonomisinde toplam gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) oranın yüzde 1,5’ini Türkiye elinde tutuyor. Uluslararası karşılaştırma programı (ICP) raporuna göre Türkiye kişi başı düşen GSYH oranında, Rusya’nın ardından 13. Sırada Yer aldı. Tablo-1 de görüldüğü üzere, Türk Dünyası ülkelerinde bu oranlar çok düşüktür. 2010 yılı uluslararası para fonu tarafından açıklanan rakamlar, GDP (Milyon $) Tablo-1: GSYH Oranları TÜRKİYE 815.000 KAZAKİSTAN 132.229 AZERBAYCAN 52.166 ÖZBEKİSTAN 37.724 ARNAVUTLUK 11.578 MAKEDONYA 9.580 KOSOVA 5.728 KIRGIZİSTAN 4.420 Türk Dünyası, ekonomik gücünün artırılması için, Bilim ve Teknolojide gelişmemize ve ilerlememize bağlıdır. 20. yy Bilim ve Teknolojinin gelişmesinde, altın çağını yakalamış insan hayatında vazgeçilmez bir rahatlık sağlamıştır. Günümüzde bilim, olanca hızıyla ilerlemekle birlikte, insan hayatının olmazsa olmazları arasına girmeyi başarmıştır. Bilimin sonucu olarak, ortaya çıkan teknoloji hayatımızı her alanda kolaylaştırmayı başarmıştır. Bilim ve Teknoloji arasında, sıkı 197 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bir ilişki bulunmakta ve birbirlerini tamamlamaktadır. Bilimsel çalışmalar uygulamaya elverişli bilgi üreterek teknolojik gelişmeye yol açarken, teknolojik gelişmelerde bilimsel araştırmaların daha uygun şartlarda yapılmasını sağlayarak, bilimsel gelişmeyi hızlandırmaktadır. Bilim ve teknolojinin ortaya çıktığı tarihten itibaren insanlar, içinde yaşadıkları dünya ile yetinmemişlerdir. Uzayı merak etmişler, uzayın sırlarını çözmek amacıyla gizemli bir yolculuk sistemli bir çalışma içine girmişlerdir. 20. yy daki en büyük gelişme, hiç kuşkusuz bilgisayar teknolojisinde yaşanmıştır. İnternet ağının kurulması sonucunda, bilgisayar ve internet, evlerimize, işyerlerimize hatta günlük hayatımıza girmeyi başarmıştır. İnsanlık tarihine ışık tutan, Türk Bilim adamlarımızdan kısaca bahsetmek istiyorum. Örneğin: ALİ KUŞCU: Türk-İslam dünyasının büyük Astronomi, Matematik ve Kelam alimi olan Ali KUŞCU, 15.yy başlarında Semerkant’ta doğdu. 1474’de İstanbul’da vefat etti. CABİR BİN HAYYAN: “Hakim ol Kimyaya, Hakim ol Dünyaya’’ diyen HAYYAN modern Kimyanın, kurucusu, meşhur Türk bilginidir. CEZERİ: dir. Otomatik aletleri ilk defa yapan Müslüman Türk alimidir. Artuklu Türkleri’nden- GİYASEDDİN CEMŞİD KAŞİ: 15. yy yaşamış Ondalık Kesirleri ilk defa kullanan, büyük bir Türk Matematik ve Astronomi alimi dir. HAREZMİ: 9.yy da, Cebir alanında ilk defa eser yazan, Müslüman Türk ve Matematik, Coğrafya, Astronomi alimidir. HAZARFEN AHMET ÇELEBİ: Hazarfen Ahmet ÇELEBİ, (Doğum 1609 – 1640) kendi geliştirdiği, takma kanatlarla, uçmayı başaran ilk insandır. 17.yy da Osmanlı Devletinde yaşamış bir Türk Bilginidir. İBN-İ SİNA: Türk – İslam aleminde yetişen meşhur Felsefeci ve Tıp alimidir. 980 (H. 370) Senesinde Buhara yakınlarında Afşan’da doğdu. İbn-i Sina, Tıp, Matematik, Mantık, Felsefe, 198 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Astronomi, Fizik ve Kimya ilimlerinde söz sahibiydi. Bir çok keşifler yaptı. Yüz yetmişe yakın eseri vardır. ULUĞ BEY: Dünyaca ünlü Türk Matematikçi ve Astronomi bilgini olan hükümdardır. 22 Mart 1395 de Semerkant’ta doğdu. Hayatını Türk İslam Dünyası Kültür ve medeniyetinin gelişmesi ve yükselmesine vakfeden Uluğ bey, dünya tarihinde önemli yeri olan bir Fen alimiydi. İsmini burada zikredemediğimiz, binlerce Türk Bilim adamlarımız mevcuttur. Türk Dünyasında tarihimizde olduğu gibi, insanlık tarihine ışık tutacak Türk Bilim adamlarımızı, yetiştirmek için, Eskişehir Türk Dünyası Başkenti (2013) Ajansının destekleri ile “Türk Dünyası Bilim Olimpiyatları’’ proje yarışması düzenledik. Türk Dünyası Bilim Olimpiyatlarına, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Bosna Hersek, Altay, Moldova, Tataristan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Batı Trakya Türkleri olmak üzere, 15 ülkenin genç mucitleri, katılacaklardır. ‘’ Tasarım ve Buluş ‘’ dallarında ki projelerini Eskişehir de 4-5-6 Haziran da sergileyeceklerdir. Yarışmada ilk 100’e giren ve ödül kazanacak projelere, ait tanıtım filmi, TRT AVAZ Televizyonunda, ‘’ Küçük Eller Büyük İşler’’ TGRT Haber ve TGRT Belgeselde ise ‘’Küçük Mucitler’’ adıyla 13 hafta yayınlanacaktır. Türk Dünyası Bilim Olimpiyatları, “www.tdbo.org’’ sayfasında Türkçe, İngilizce, Rusça, Arnavutça olarak, dört dilde yayınlanmış olup, yaklaşık 75 gün de 100.000 kişi web sayfamızı ziyaret etmişlerdir. Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği olarak, Türk Dünyasında, önceki yüzyıllarda olduğu gibi, 21.ci yüzyılda da insanlık tarihine ışık tutacak, Türk Bilim Adamlarının yetişmesini sağlamak için ilköğretim 4-5-6-7-8 sınıf öğrencilerine yönelik olarak, düzenlemiş olduğumuz “Türk Dünyası Bilim Olimpiyatları’’nın her yıl düzenlenmesi, gerektiğine inanıyor, söz konusu çalışmaların Türk Dünyasına İlimde, Fende, Teknolojide büyük gelişmelerin kıvılcımı, olacağına ümit ediyorum. 199 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KHADBAATAR VAKFI Purevjav PUREVDORJ KHADBAATAR Vakfı @ p.purevjav11@yahoo.com Vakfı 14. Güreş Şampiyonu Khadbaatar Dagvatseren’in ardından 2008’de kurduk. Spor ve sağlığı teşvik ederek insanlara yardımı amaçlıyoruz. Desteklediklerimiz • Yardıma muhtaç aileler • Hayallerini gerçekleştirmek isteyen çocuklar • Doğayı koruma • Yurtdışındaki Moğollar için kültürel aktiviteler • Sporlar, özellikle güreş 2008’den bu yana her yıl Moğolistan’ın 21 şehrinde de güreş turnuvası düzenledik. Toplamda 2688 güreşçi katıldı. Yardıma muhtaç aileler 2009 yılında, kalacak yere ihtiyacı olan 5 çocuklu bir kadına bir ger (Moğolistanda portatif kalacak yer). Hayallerini gerçekleştirmek isteyen çocuklar 2010’dan bu yana, bebek Hastanesindeki hastaların yanı sıra Ulaanbatar’daki öksüz çocuklara Yeni Yıl hediyeleri verdik. Doğayı koruma 2008’den bu yana doğayı korumak için 21 ilde 120.000 ağaç diktik. Yurtdışındaki Moğollar için kültürel faaliyetler 2011, 2012 ve 2013’te Kore’de okuyan ve çalışan Moğollar için kültürel faaliyetler düzenledik. Kore’de 15000 Moğol’un katıldığı Naadam festivali düzenledik. 201 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER BİR SİVİL TOPLUM KURULUŞU OLARAK TÜKETİCİ ÖRGÜTLERİ VE TÜKDER ÖRNEĞİ Nejdet Y. FİLİZOĞLU - Fecri ŞENGÜR TÜKDER - Tüketicileri Koruma Derneği @ nejdetfilizoglu@gmail.com 1. Sivil Toplum Kavramı Günümüzde siyasi yöneticilerin ve onların maiyeti durumunda bulunan kamu görevlilerinin, tüketicilerin ve tüketici örgütlerinin yaptıkları sivil toplum baskısı olmaksızın piyasa gözetim ve denetim mekanizmalarını işletmekte isteksiz davrandıkları, yapılan denetimlerin bir yasak savmadan öte anlam taşımadığı kamuoyunca bilinen bir olgudur. Şirketlerin ekonomik gücünün, lobi faaliyetleri ile siyasi bir güce tahvil olabildiği, toplumun geri kalanının ise yönetimleri etkileyebilecekleri az sayıdaki olanaklarının, güvenlik bahaneleri ile ellerinden alındığı görülmektedir. Demokratikleşmede ağır aksak adımlarla ilerleyen Türkiye’de durum farklı değildir. Sivil Toplum Kuruluşlarının temel fonksiyonu, siyasi yöneticilere ve dolayısıyla devlete, yasalarla belirlenmiş toplumun her alandaki yaşam standartlarında yaşamasını sağlayacak görevlerini hatırlatmak, bu görevleri yerine getirmede isteksiz davranma halinin önüne geçmek ve yaşam standartlarının geliştirilmesi konusunda kamuoyu baskısı oluşturmaktır. Sivil Toplum Kuruluşlarının, devletten beklentileri ise, görevlilerin kişisel inisiyatiflerine bağlı kalmayan ve siyasal iktidar değişikliklerinden etkilenmeyen kurumsallaşmış bir kamu hizmetinin sunulmasıdır. 2. Tüketici Hareketi ve Tüketici Örgütleri 2.1. Dünyada Tüketici Hareketleri ve Tüketici Örgütleri Tüketici hareketinin kitlesel üretimin başladığı, 1930’lu yıllarda ilk olarak Amerika’da ortaya çıktığı, 1936 yılında işçi hareketinin içinden çıkan ve onun sosyal ve ekonomik çıkarları konusunda hareket eden Tüketiciler Birliği’nin kurulması ile gelişmeye başladığı söylenebilir. 1950’lerde bu birliğin çıkardığı Consumer Reports (Tüketici Raporları) Dergisi etkili olmuş ve 1950’lerden itibaren sesini daha çok duyuran bir tüketici hareketi oluşmuştur. Amerika’da özellikle gıda ve hizmetlerin denetlenmesi konusundaki tüketici hareketi çalışmaları Avrupa’da ses getirmiş ve 1950’lerle birlikte Avrupa’da da bir tüketici hareketi gelişmeye başlamıştır. 1953’te Hollanda’da , Almanya’da, 1956’da İngiltere’de, 1957’de Belçika’da, 1961 yılında Fransa’da ve 1948 yılında da 203 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Japonya’da Japon Ev Kadınları Birliği Federasyonu - Shufuren kurulmuştur. 1971’de İsveç’te dünyadaki ilk Tüketici Ombudsmanı ve Tüketici Mahkemeleri 1973’te devlet destekli ve Ombudsman ile birlikte çalışan Konsumentverket hayata geçmiştir. 1960’ta Batı Avrupa ve Amerika Tüketici Birliklerinin ortak girişimi ile ilk Uluslararası Tüketici Denetimi Konferansı toplanmış ve bu konferans daha sonra Uluslararası Tüketiciler Birliği’ne dönüşmüştür. Birlik http://www.consumersinternational.org/ adlı sitesi ile Tüketicilerin Evrensel Sesi olmuştur. Tüketici hareketleri günümüzde, boykotlar, dürüst ticaret, etik -yeşil tüketim ve küreseleşme karşıtlığı gibi yeni alanlara doğru evrilmektedir. 2.2. Türkiye’de Tüketici Örgütleri ve Tüketicileri Koruma Derneği Tüketici Örgütleri 1990 ‘lı yıllardan itibaren Türkiye Sivil Toplum Örgütleri arasına girmeye başlamıştır. 1995 yılında Yasanın yürürlüğe girmesi ile dernek sayısı artmaya başlamıştır. İç İşleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı’ndan 2012 yılında alınan kayıtlar çerçevesinde, ülkemizde tüketicinin korunması alanında faaliyet gösterdiği bilinen halen 73 tüketici derneği, 2 tüketici dernekleri üst kuruluşu ve 3 tüketici vakfı mevcuttur. 1 Tüketicileri Koruma Derneği (TÜKDER) 1992 yılında, Türkiye’de henüz bir Tüketiciyi Koruma Yasasının bulunmadığı bir dönemde Bursa’da kurulmuştur. Kurulan ilk tüketici derneklerinden biridir. Bugün onbini aşkın üyesi ve bir genel merkez, 10 şubesi ve İstanbul, Ankara temsilcilikleri ile faaliyet göstermektedir. TÜKDER, Türkiye’nin ikinci büyük tüketici derneğidir. 22 yıllık deneyimi nedeniyle Gümrük ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde kurulu bulunan Tüketici Konseyinin doğal üyesidir. Derneğimizin amacı “Tüketicilerin haklarını korumak ve geliştirmek, Tüketici bilincini yerleştirmek, Tüketicinin kendi kendini koruyabilecek aşamaya gelmesi için gerekli girişimlerde bulunmak, yasal haklarının korunabileceği ortamı hazırlamak ve sürdürebilmesini sağlamaktır.”2 3. TÜKDER’in Çalışma Şekli 3.1. Bireysel Başvurular Tüketiciler ve üyelerimiz tarafından Derneğimize yapılan başvurular, doğrudan, telefon ve internet kanalıyla olmaktadır. Bu başvurulardan Tüketici sorunu olduğu tespit edilenler, dava değeri açısından incelenmektedir. Dava değerine göre, tüketicinin ikametgahının bulunduğu Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerine tüketici mahkemelerine yönlendirilmektedir. Sonraki aşama, adli başvurudan önce, yapılması gereken bir işlem olup, olmadığı yönündeki incelemedir. Bu inceleme sonucunda, ilgili üretici, satıcı, sağlayıcı firma ile görüşme yapılarak çözümlenebilecek sorunlarda, firma nezdinde Derneğimiz tarafın204 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER dan telefonla ya da yazı yazılmak suretiyle iletişim kurulmaktadır. Cayma hakkının kullanılmasının gerekli olduğu ya da ayıplı mal veya hizmet durumunda, tüketicinin haklarından birinin kullanılması konusunda ihtarnameler hazırlamaktadır. Bu hizmet, tüketicinin etkin bir hak arama mekanizmasının kurulmasını sağlamıştır. Ayrıca, dava dilekçesi örnekleri hazırlanmaktadır. Uzman desteği için de yönlendirme yapılmaktadır. 3.2. Tüketici Politikalarının Belirlenmesi Dönem içinde Derneğimize yapılan başvurular, medya, TSHH ve mahkeme kararlarının, Bakanlık bültenlerinin incelenmesi sonucunda tespit edilen genel tüketici sorunları konusunda genel tüketici sorunları tespit edilmektedir. Bu tespitin ardından genel tüketici sorunları tespit edilmekte, bu sorunlara ilişkin olarak, tüketicinin eğitimler ve medya vb. yoluyla bilgilendirilmesi, sorunun çözümü için Dernek tarafından dava açılması veya sorunun bir mevzuat değişimini ya da kamu uygulamasının değiştirilmesini gerektirdiği durumlarda, yıllık Tüketici Konseyi toplantılarında gündeme getirilmesi yolları izlenmektedir. 4. TÜKDER’in Diğer Faaliyetleri Tüketici haklarının korunması ve geliştirilmesi ile devlete bu hakların korunması konusundaki görevlerinin hatırlatılması ve tüketiciyi korumaya yönelik kurumların kurulması, kurulan kurumların kamu görevlilerinin kişisel inisiyatiflerinden kurtarılarak, siyasi iktidarlardan bağımsız çalışacak şekilde kurumsallaştırılması derneğimizin faaliyet alanlarını oluşturmaktadır. Bu kapsamda yürüttüğümüz faaliyetler şöyle sıralanabilir. 4.1. Tüketicinin sağlık ve güvenliğinin korunması Derneğimiz, gerek kendisine yapılan başvurular ile, gerekse de ulusal ve yerel medyayı, Bakanlık Bültenlerini takip ederek ve bizzat yaptığı denetimlerle öğrendiği, tüketicinin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden, gıda, sınai, sağlık, konut vb. gibi ürünlerin varlığından haberdar olmaktadır. Bu ürünlerin varlığından haberdar olunduğunda, ürünlerin denetlenmesi amacıyla, bu konu ile 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanması Yasası kapsamında görevlendirilmiş kamu kurumları3 nezdinde girişimlerde bulunulmakta, ürünün tespiti, laboratuar incelemesinin yapılması ve toplumun sağlık ve güvenliği için risk teşkil eden ürünlerin toplatılması, ilgili satıcıların uyarılması için girişimlerde bulunulmaktadır. Derneğimiz bu kurumların çalışmalarını da izlemekte, gerektiğinde bire bir görüşmelerle, Bakanlık nezdinde başvurular veya demokratik eylemler ve basın açıklamaları ile işleyişlerinin geliştirilmesi ve kamunun tüketicinin korunması yükümlülükleri doğrultusunda yönlendirilmesi temin edilmektedir. Üye205 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER lerimiz ve tüketiciler, anılan ürünlerin kullanılmaması konusunda sanal medya kanalı4 ile uyarılmaktadır. 4.2. Tüketicinin aydınlatılması ve bilgilendirilmesi Derneğimiz, yoğunlukla, tüketici haklarına ve başvuru mekanizmalarına ilişkin eğitim çalışmaları yapmaktadır. Anılan çalışmalar, okullarda, sendikalarda, şirketlerde ve devlet kurumlarında yürütülmektedir. Bursa’da altı okulda, Özdilek, Pırlant şirketlerinde, Türkiye İstatistik Kurumu Bursa Bölge Müdürlüğünde, Karacabey, Erdek’te esnaf, hakem heyeti koordinatörleri, dernek üyelerine eğitimler verilmiştir. Dernek, çok sayıda TV programına katılmıştır. Bursa Line TV ile yürütülen uzun süreli program Bakanlık tarafından 2014 yılı tüketici ödülüne TRT ile birlikte layık görülmüştür. 4.3. Örgütlenme : Örgütlenme çalışmalarında, en büyük engel olarak karşımıza devlet çıkmaktadır. Türkiye’de devletin kendini (sivil topluma karşı) koruma içgüdüsü ile, derneğin alacağı her türlü karar için (örneğin yurtdışı derneklere üye olma, yurtdışında temsilcilik açma, işlevini yitirmiş bir şubenin kapatılması vb.) genel kurul kararı gerekmektedir. Genel kurul, önemli bir maliyeti gerektiren ve sıklıkla yapılamayacak bir organizasyondur. Bu nedenle, süreçler uzamaktadır. Güçlüklere rağmen derneğimiz, yurt genelinde örgütlenme çalışmalarını sürdürmektedir. Bu kapsamda son iki yıllık süre içerisinde, Erdek’te, Bilecik Söğüt’te dernek kurulmuş; İstanbul ve Ankara’da temsilcilikler açılmış ve Bandırma, Çanakkale ve Artvin’de kuruluş için girişim başlatılmıştır. Almanya’da temsilcilik açılması ve Uluslararası Tüketiciler Birliğine üye olunması için çalışmalar devam etmektedir. 5. Başarıları Derneğin en büyük başarısı, sekizbinin üzerinde tüketiciyi örgütleyebilmiş olmasıdır. 2010 yılından itibaren verdiği eğitimler, medyada katıldığı programlar ve derneğe yapılan başvuruları sonuçlandırmada gösterdiği başarılar, derneğin merkez şubelerinin bulunduğu yerlerde tüketici başvurularının sayısını önceki yıllarla kıyaslanamayacak boyutta katlayarak artmasına yol açmıştır. Bu gelişme Bursa’da üç ilave Tüketici Mahkemesi’nin kurulmasına ve 8 yargıç görevlendirilmesine vesile olmuştur. 6. Sorunları 6.1. Kaynak Sorunu Karşılaştığımız güçlükler arasında mali kaynak sorunu önemli bir yer oluşturmaktadır. Dernek genel merkezinin aylık harcaması 2000 TL.sını bulmaktadır. Dernek, tüketicilerin bağışları ile faaliyetini sürdürmektedir. Buna rağmen, bir sivil toplum örgütü olarak kalabilmek ve bağımsız hareket edebilme ve gerektiğinde kamu kurum 206 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ve kuruluşlarının tüketici haklarına ilişkin yanlış uygulamalarına karşı söz hakkımızı elde tutabilme adına resmi yardımları kabul etmeme ilkemiz doğrultusunda hareket etmekteyiz. Mali kaynak konusunda resmi mercilerden herhangi bir talebimiz olmamıştır. Ancak, zaman zaman kamu kurumlarınca yapılan denetimlerle, derneğimiz üzerinde dolaylı bir baskı oluşturulması gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu konuda, özellikle, derneğimize tüketici başvuruları esnasında yapılan bağışların ticari niteliği bulunduğu iddia edilerek, derneğin sunduğu hizmetin devam edebilmesi için gerekli hayat damarı tıkanmaya çalışılmaktadır. Bunu ifade etmemizin nedeni derneğimizin denetlenmemesini istemek değildir. Ama, mali kaynak sorunlarımıza bir de, çalışmalarımızın yönünü etkileme anlamında dolaylı zorluklar eklenmesi faaliyetlerimizi zaman zaman güçleştirmektedir. 6.2. Dernekler Kanunu ve Siyasi Eylem Yasağı : Derneğimizin herhangi bir siyasi parti ile organik ya da başka türlü bir ilişkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Türkiye’de devlete bir eleştiri niteliği taşıyan, ona yükümlülüklerini hatırlatan demokratik girişimler, illegal siyasi bir eylem gibi algılanmakta ve devletin bekasını riske sokabileceği kaygısı ile engellenmekte ya da bu girişimlerde bulunan kişilerin yargıç önüne çıkartılması tehdidi Demokles’in kılıcı gibi sallandırılarak, kendilerini frenlemeleri sağlanmaktadır. Bu konuda en temel sorun Dernekler Kanunun 30. maddesidir. Bu madde muğlak, başka yasalara atıfta bulunan ve kapsamı belli olmayan bir çerçeve çizmek suretiyle, savcılıkların devletin korunması konusundaki reflekslerini kolaylıkla harekete geçirebilmelerini sağlamaktadır. 6.3. Tüketici Haklarına Aykırı Yönetmelik ve Genelgeler : Son on yıl içerisinde, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK), Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK), Bankacılık devlet Düzenleme Kurumu (BDDK) gibi kurumlar aracılığıyla çıkarılan örneğin kayıp-kaçak bedellerinin tüketicilerden tahsili gibi, Kanundan yetki almayan, Anayasal mülkiyet hakkını ihlal eden düzenlemeler, tüketici mahkemelerinden, İdare mahkemelerine ve Danıştay’a yönlendirilmekte, anılan mahkemelerde, yargılama giderlerinin yüksekliği, tüketicileri cüzi miktarlardaki tüketici sorunları konusunda başvuruda bulunmada isteksizliğe itmektedir. Yasanın tüketici derneklerine tanıdığı genel tüketici sorunlarına ilişkin davalarda yargılama gideri alınmaması istisnası anılan mahkemeler için geçerli bulunmadığından dernekler de bu tip davaları açamamakta ve şirketlerin bu genelgelerin arkasına kolaylıkla sığınabilmesine yol açmaktadır. Bu konuda derneklere Tüketici Mahkemeleri konusunda tanınan yargılama gideri istisnalarının, İdare Mahkemeleri ve Danıştay için tanınması için 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nda değişikliğe ihtiyaç bulunmaktadır. 6.4. Ürün Denetimi ve Gözetimi Laboratuarları : Tüketici mücadelesinin gelişmesi yukarıda tarih bahsinde açıkladığımız gibi, ürün207 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ler üzerinde yapılan testlerin yayınlanması ile başlamış bir mücadeledir. Ürün denetimi, tüketici mücadelesinin en temel unsurudur. Bu kapsamda, çeşitli Bakanlıklar bünyesinde kurumlar oluşturulmuştur5. Tüketici derneklerine bu laboratuarlara, ücretsiz başvuru hakları tanınması, tüketici haklarının korunması konusunda önemli bir mesafe alınmasını sağlayacaktır. Ayrıca, yerel yönetimlerce yapılan denetimlerde ayıplı malın toplatılması gibi cezaların uygulanmasında tereddütler yaşanmaktadır. 6.5. Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinin Kadrosu : Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinin raportör üyelerinin kadrolu olmayışı, uzmanlaşmalarını önlemektedir. Yeni yasa ile birlikte kadrolu hale geçmelerine karşın, 900 kadrodan 400 eksik personel alımı olacaktır. 7. Gelişmesi Derneğimiz 22 yıllık deneyimi ile, Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinin karmaşık tüketici sorunlarında danıştıkları bir uzmanlık merkezi haline gelmiştir kaymakamlıklardaki Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinin yanı sıra, İl Hal Heyeti ve Pazar Yerleri Heyetinin toplantılarına da bir tüketici temsilcisi ile katılmaktadır. Dernek olarak tespit ettiğimiz genel tüketici sorunları kapsamında, topluluk davaları açılmıştır. Bu davalar arasında elektrik şirketinin özelleştirilmesinden önceki kamu borçlarının yapılandırılması, elektrik borcundan dolayı elektriğin kesilmesinin durdurulması, belirli bir metreküpten sonra su bedelinin artırılması uygulamasının durdurulması, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı’nın yasağa aykırı bir kurul kararının yürütmesinin durdurulması gibi davalar bulunmaktadır. Ayrıca, ayrımcılık içeren bir şampuan reklamının yayınlanmasının durdurulması için yapılan başvurumuz reklam konseyi tarafından kabul edilmiştir. 8. Faaliyetlerini İcra Edebilmesi ve Etkin Olması Derneğimize (sadece Genel Merkez) yılda ortalama 20.000 civarında doğrudan tüketici başvurusu yapılmaktadır. Yine yılda ortalama 1500 civarında mail ile ve günde ortalama 50 civarında telefon başvurusu olmaktadır. Mail ve telefon ile yapılan başvurular arasında Türkiye’deki yaşlı ve güçsüz akrabalarının sorunlarını iletmek amacıyla yurtdışından aramalar dahi olmaktadır.İçinde bulunduğumuz dönemde yapılan başvuruların, % 70’ini banka kredilerinde alınan dosya ücretleri, % 10’unu ayıplı mal, % 10’unu GSM şirketlerinin ayıplı hizmetleri, % 5’ini mesafeli satışlar, % 4’üni devre tatil sorunları oluşturmaktadır. % 1 civarında ise, tüketiciler ile ilgili olmayan başvurular gelmektedir. Sorunlar bahsinde açıkladığımız hususların çözümlenmesi halinde çok daha etkin bir çalışma yürütmemiz mümkün olabilecektir. 9. Türkiye’deki Dönüşüme Katkıları 208 Halen yoğunlukla tüketicilerin başvuru mekanizmalarına yönlendirilmesi TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER konusundaki danışmanlık hizmetlerimiz ve verdiğimiz eğitimlerle, bir tüketici bilincinin oluşması konusunda önemli katkılar sunduk. Ancak, Tüketici derneklerinin, toplumsal dönüşüme yapabilecekleri en büyük katkı, tüketim alışkanlıklarının değişimi konusunda yapacakları tüketici bilincinin geliştirilmesi çalışmaları olacaktır. Devletin bu tip çalışmaları desteklemesi, en azından “siyasi çalışmalar yapılıyor” saiki ile engellememesi gerekmektedir. Bu kapsamda yerel yönetimlerin reklam tabelalarını zaman zaman derneğin kullanımına ücretsiz olarak açması, Bakanlığın kamu spotları hazırlamamız ve medayda yayınlanması konusunda proje destekleri yapması ile derneğimizin tüketici bilincinin gelişmesi konusunda daha etkili olmasını sağlayacaktır, kanısındayız. İsveç ve Almanya örneklerinde olduğu gibi tüm piyasa gözetim ve denetim mekanizmalarının toplandığı bir Tüketici Bakanlığı kurulması ve tüketici derneklerine Bakanlıkların (Tüketici Bakanlığı’nın) ürün gözetim denetim birimlerinde, Tüketici Sorunları Hakem Heyetlerinde olduğu gibi tüketici temsilcisi bulundurma hakkının verilmesi tüketicinin korunmasında önemli adımlar olacaktır. Bu koşulların oluşturulması Tüketici derneklerinin ülkedeki dönüşüme katkılarını artıracaktır. Sonnotlar 1 http://www.tuketici.gov.tr/index.snet?wapp=tuketici_orgutleri_tr&open=7 2 http://tukder.com/tr/ANA_SAYFA.aspx 3 Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü Alo175; Bilim ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Ürünleri Piyasa Gözetimi ve Denetimi Genel Müdürlüğü; Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl ve İlçe Resmi Kontrol Görevlileri Alo 178; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yapı Denetim Daire Başkanlığı Alo 182; Sağlık Bakanlığı Tüketici Güvenliği Laboratuarları Daire Başkanlığı; bu kurumların yerel kuruluşları ile belediyeler. 4 www.tukder.com, #TUKDER 5 Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü Alo175 Blim ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Ürünleri Piyasa Gözetim ve Denetimi Genel Müdürlüğü Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl ve İlçe Resmi Kontrol Görevlileri Alo 178 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yapı Denetim Daire Başkanlığı Alo 182 Sağlık Bakanlığı Tüketici Güvenliği Laboratuarları Daire Başkanlığı 209 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SREBRENİCA ÇİÇEĞİ Mensur BEKTİC Bosna Hersek Zanaatkarlar Odası @ bektic.mensur@yahoo.com Çok uzun zamandır, ruhumun derinliklerinde bir duyguyu taşıyorum, Birleşmiş Milletlerin Güvenli Bölgesi Srebrenitsa’da yapılan soykırımın kurbanlarının anılmasına ufacık da olsa bir katkımın olmasını istiyorum, öyle ki bu hiç kimseye hiç bir yerde olmaması gereken bir vakadır. Srebrenitsa’da 2 Haziran 2010’da tesadüfen ya da bir yükümlülük olarak benim doğum günümde yaptığım sergimden sonra bu duygunun yoğunluğu daha da arttı. Srebrenitsa Kültür Merkezindeki müzenin müdürü ile yaptığım bir konuşmada, kasabanın bazı tarihi olaylarını öğrendim. Önemli olarak gördüğüm bir şey gümüş madeni Srebrenitsa’da çıkarılmaktaydı ve Roma İmparatorluğu paraları bu madenden yapılmaktaydı. Filigran, çoğunlukta gümüşte yapılan bir metal işleme şeklidir. Bu bağlantı ve benim büyük dedemin erkek kardeşinin buradaki gümüş üzerinde çalışmak için Srebrenitsa’ya gittiğini öğrenmem bu konuda bir şeyler yapma kararımı ve isteğimde ısrarcı olmamı daha da ileri götürdü. Güzel çiçeklerle dolu çayırlar bana bir gümüş çiçeği Srebrenitsa Çiçeği yaratma ilhamını verdi. Srebrenitsa Çiçeği burada çıkarılan bir metal olan gümüşten yapılır. Bugün de çıkarılmakta ancak daha az miktarlardadır. Çiçekler, gözleri andıran ve BM güvenli bölgesi Srebrenitsa’da yapılan soykırımın anma ay ve günü olan 11 Temmuzu simgeleyen yedi kıvrımlı on bir yapraktan oluşur. Gözler, geçmişten bir şeyler öğrenmek ve soykırımı kınamak ve yaptırmamak için bir uyarı manası taşıyan masum kurbanların gözlerini temsil eder. Gümüşün doğal rengi beyazdır, masumiyetin rengidir beyaz, çünkü Srebrenitsa masumdur. Çiçeğin ortasında, çiçeklerin daha iyi bir gelecek için bekledikleri çayırları simgeleyen yeşil bir cam vardır. Çiçek oldukça semboliktir. Sevgi ve duygular maddeleştirilemez ancak çiçek ile açıklanabilir. Bu duygular bu sembol aracılığıyla çiçeği yapandan çiçeğin sahibine aktarılır. Her çiçek kendi sertifika, numara ve tarihine sahiptir. Seri 8.372 adet ile sirkülasyon içindedir, çünkü bu sayı soykırımda katledilen insanların sayısıdır. Çiçeğin ortasında, yarı yuvarlak el yapımı yeşil bir cam vardır. Srebrenitsa çiçeği çiçek için özel olarak tasarlanmış el yapımı bir ahşap kutu içerisinde paketlenecektir. 211 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Her çiçek, kutusu ve küçük cam taşı ile birlikte filigran tekniğinde el yapımıdır ve eşsizdir. Herşey Bosna Hersek’te yapılmaktadır. Vakıf kurulduktan sonra, çiçek satışından gelen gelirin bir kısmı eğitim, işsizlik sürdürülebilir geri dönüş vb.gibi Srebrenitsa’daki projeleri finanse edecektir. Vakıf aracılığıyla, bağımsız olarak kutular, sertifikalar, kataloglar ve çiçekleri üretmeleri için Srebrenitsalı gençleri eğitecek ve iş sahibi yapmaya çalışacağız. Bu şekilde, hem kendilerine bir şeyler kazanacaklar hem de gelenek ve kültürü ayakta tutacaklardır. Çiçekler yaparak, çiçeği almak isteyenler ile duygularını paylaşmaktadırlar. 212 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KADIN HAKLARININ GELİŞTİRİLMESİNDE VE KADINLARA KARŞI ŞİDDETİ ÖNLEMEDE ÖNEMLİ BİR AKTÖR OLARAK SİVİL TOPLUM Gonca BAYRAKTAR DURGUN Gazi Üniversitesi, Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Fakültesi @ gbdurgun@gmail.com GİRİŞ Sivil toplumdaki konu odaklı örgütler özellikle kadınlara karşı şiddetle mücadeledeki genel stratejilerin önemli bir parçasıdır. Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi açıları ile çocuk evliliği çocuklar ve kadınlara karşı her çeşit eşitsizlikle mücadele bağlamında toplumun tüm sektörleri için karmaşık bir sorundur. Bu çalışma, konuyu kamuoyunun gözü önüne getirme, Türkiye’deki durumu, çeşitli potansiyelleri ve diğer aktörlerle çalışmadaki farklı zorlukları dikkate almada sivil toplum örgütlerinin öncü rolünü vurgular. Çocuk evliliği, çocuk ve kadın haklarını çiğneyen ve bu sebeple toplumun ve devletin her kesiminde güçlü bir katılım ile küresel, bölgesel ve yerel düzeyde çok iyi tanımlanmış amaçlar gerektiren bir konudur. Bu dünya çapındaki sorun ile mücadelede sivil toplum Türkiye’de öncü bir ol aldığından dolayı, bu çalışma, sivil toplumun resmi politika oluşturma ve uygulamaya katılımı ve katılım şekillerini ele almakta ve hak ihlalleri ile mücadelenin kamu desteği açısından daha fazla öncelik verilmesi gereken bir konu olduğunu belirtir (yönetim, hukuk, finansal, vb.). Konuya ilişkin bazı uluslararası ve ulusal finans sağlama kanun yapıcıları karar alma ve politika yapma sürecine sivil toplumu da dahil etmeye hali hazırda zorlamıştır. Çeşitli politika alanlarında atıfta bulunarak, bu çalışma, sivil toplumun resmi karar alma ve politika uygulama süreçlerine dahil olmadaki yeterliliklerini ve zorluklarını dikkate alarak sivil toplumun rolünün geliştirilmesindeki bazı ayak bağlarına vurgu yapar. I. KADINA KARŞI ŞİDDET VE ŞİDDETE KARŞI SAVAŞMAK İÇİN GÜNDEM BELİRLEMEDE SİVİL TOPLUMUN ROLÜ Çocuk ve kadınlara karşı şiddet ile mücadele son yıllarda daha fazla dikkat çekmiştir. İnsan hakları savunması ile ilgili bazı konu odaklı örgütler Türkiye’de çocuk evliliğinin önlenmesi için bu konuyu ön plana çıkardı. Kadına karşı her türlü şiddetin önlenmesine ilişkin duyarlılığın artırılması ve 1980lerden bu yana eşit vatandaşlık verilmesinin teşviki ile, ulusal ve küresel ağlara, ulusal proje geliştirme ve halkın bilincini 213 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER artırmaya müdahil olan kadın örgütleri ulusal politika oluşturma ve uygulamada sorumluluk almaları için kamu sektörünün işini kolaylaştırmıştır. Kadın ve çocuk örgütlerinin taban mücadelesi hakların savunulması için sivil toplumda güçlü bir mücadele başlatmış ve ulusal kurumsal kalkınma ve politika uygulamada lobicilik ve müdahil olmaya yol açmıştır. İki entegre olgu süreç boyunca elden ele dolaşmıştır. Sivil toplum, deneyim ile öğrenmiş ve kamu karar almasını etkileme ve bir denetçi rolü üstlenme bakımında yeterliliklerini ve yeteneklerini geliştirmiştir. Kamu sektörünün yavaş ve karmaşık yapısına nazaran sivil toplumun esnek yapısı sivil topluma üst düzeyde hızlı tepki verme ve ilgili konularda benimseme yeterlilikleri kazandırmıştır. Yerel veya ulusal düzeyde araştırmaya dahil olma sivil toplumu politika yapanlar için alternatif bir bilgi kaynağı haline getirmiştir. Bir başka değişle, sivil toplum, hem sürdürülebilir politika oluşturmayı zorlama ve denetlemede hem de kadın ve çocuklara karşı şiddetle mücadele için uygulama aşamasında pivot aktör olmuştur. Sivil toplum, yasal çerçevelerin ve kurumsal reformların evrensel standartlara göre geliştirilmesinde öncü rol oynar. Sivil toplumun bu güçlü bağlılığı, 1985 Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve TBMM’nin 1995 Çocuk Hakları Sözleşmesinde de kendine yer bulmalıdır. CEDAW ulusal hükümetler için bazı sorumluluk ve yükümlülükler getirdiği için, sivil toplum, aktif vatandaşlık araçlarını daha da genişleterek, kamu sektörü üzerinde denetleyici bir role bürünmüştür. Kadın hakları hakkında kamunun bilinçlenmesini artırmak için sivil toplum tarafından düzenlenen çeşitli kampanyalar, gösteriler, toplantılar, programlar, araştırmalar ulusal ve yerel yönetimlerin politika geliştirmeleri ile sonuçlanmıştır. Uluslararası düzeyde AB programları ve fonlarının yanı sıra, BM bağlamında 2008’de başlatılan BM Güven Fonu, BM Kadın ve UNITE bu konumda dikkate alınmalıdır. Kamu sektörü, sivil toplum aktivizminin yanı sıra kendi başına uluslararası gündeme tepki vermek, katılmak istemiştir. BM teşvikleri, AB politikaları, ulusal veya uluslararası fon sağlama kurumları ulusal hükümetlerin bağlılıklarına dikkate çekmekte ve belirli politika alanlarında kadın örgütlerinin dahil olmasını istemektedir. Bu uluslararası birbiri ile bağlı yaklaşım ulusal hükümetler için bir politika transfer alanı sağlar ve böylece gündem oluşturma, politika belirleme ve hizmetin ulaştırılmasında sivil toplum için faydalı bir çerçeveyi destekler. Aşağıdakiler sivil toplum ve kamu sektörü içinde değerlendirilebilir. Merkezi hükümet içinde 1990’da Kadın Genel Müdürlüğünün kurulması; ilki bir sivil toplum girişimi olan Mor Çatı olan aile içi şiddet kurbanları kadınlara ülke çapında kalacak yer sağlayan kadın sığınma evlerinin oluşturulması için hükümetin yasal yükümlülüğü ve ulusal hükümet tarafından 1990lardan bu yana yapılan yardım masaları ve 2005’ten bu yane yerel yönetimlere buna göre davranmaya zorlayan yasalar; Aile ve Sosyal Politi214 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kalar Bakanlığının kurulması ile önem kazanan ihtiyaca yönelik kamu hizmeti stratejisi; Kadın - Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun kurulması; ve Ulusal İstatistik Bürosu içinde sosyal yapı ve kadınlar üzerine bir şubenin oluşturulması. Ayrıca, sivil toplumun kadına karşı şiddeti önlemedeki güçlü bağlılığına ilişkin belirtilmesi gereken daha fazla şey vardır bunlardan bazıları; İstanbul Anlaşması; Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Ulusal Aksiyon Planı (2007-10 ve 2012-2015); Cinsiyet Eşitlii Aksiyon Planı (2008-13); Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası (2012); Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı şemsiyesi altında Şiddetle Mücadele ve Takip Merkezlerinin kurulması (2013) Mevcut yapının bozukluklarına rağmen yasal ve kurumsal çerçeve geliştiren sivil toplum hakların savunulması ve kamu politika oluşturma sürecinde yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde özel ve kamu sektörü ile iş birliğine giderek özel çalışma alanlarını genişletmiştir. Yine de, kadına karşı şiddet, çocuk evlilikleri, özellikle kız gelinler konuları gibi çok çeşitli konular ulusal bir gündemin belirlenmesi ve küresel ağlar ve zorluklar bağlamında bu çalışmanın geri kalanında incelenecektir. II. ÇOCUK EVLİLİKLERİ VE KADIN HAKLARI İHLALLERİ Çocuk evliliği, her ne kadar küresel ortaklık bir nevi önlemiş olsa da tarihi, küresel bir olgudur. Çocuk evliliği, 18 yaş altı herhangi bir kişiyi içeren evliliklere (resmi veya değil) verilen addır. Ancak, Türkiye dahil birçok ülkede yasal evlenme yaş sınırı aile rızası veya mahkeme kararı ile 16 yaşına kadar düşebilmektedir. Yine de, dünya çapındaki istatistikler 15 yaşın altında binlerce ve binlerce kızın evlendiğini göstermektedir. Çocuk evliliği hem kız hem de erkeklerin haklarının ihlali olarak incelenmelidir. Ancak, konu kadın veya çocuk örgütleri tarafından özellikle kız gelinler için tartışmaya açılmıştır çünkü özellikle gelişmemiş ülkelerde milyonlarca kız ekonomik, sosyal, dini veya kültürel sebeplerden dolayı her sene evliliğe zorlanmaktadır. Son yıllarda, çocuk evliliği ve küresek bilinçlenme üzerinde daha fazla bilinç oluşturulmuştur. Bu tür araştırmalarda dikkati çeken veya bilinci artıran özellikle insan hakları savunucuları gibi konu odaklı örgütlerdir, bunlar çocuk evliliğine karşı dünya çapında lobi faaliyeti yapma, yerel ihtiyaçlara ve farklılıklara gire çalışılabilir projeler geliştirme ve ulusal hükümetleri bu konularda adım atmaya zorlamada aktif rol almışlardır. Çocuk evliliği ile mücadeleye ilişkin bu faaliyetlerin yeni sosyal hareketler oluşturduğu ve bu hareketlerin de bireysel yaşam kalitesini artırma ve eşit demokratik vatandaşlık için araçlar sağladığı bu çalışmanın bir iddiasıdır. Bu hareketlere bir örnek olarak küresel ortaklı “Gelin Değil Kızlar” hareketi 60’tan fazla ülkeden 350’den fazla sivil toplum örgütünü içerir. Türkiye üç sivil toplum kuruluşu ile temsil edilir (Uçan Süpürge, Uluslararası Çocuk Merkezi ve KAOS GL). Ortaklığın amacı hakların savunulmasında yer alma, hükümetleri yasa çıkarmaya zorlama ve çocukların haklarını korumak için yerel, siyasal ve sosyal çerçeveleri iyileştirmeye 215 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mecbur bırakmaktır.(http://www.girlsnotbrides.org). Bu ortaklık ile birlikte, Türkiye’de ilk kez, Uçan Süpürge kadın örgütü tarafından bir saha araştırması yapılmış ve sonuç raporu çeşitli faaliyetler, toplantılar, katılımlar ile Türkiye’deki çocuk evliliğine karşı bir girişim başlatılması için kamuoyu ile paylaşılmış (http://www.ucansupurge. org) ve kamu yetkililerini farklı işbirlikleri yapmak için çeşitli politikalar üretmeye zorlamıştır (örn. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı). Aynı zamanda, Sabancı Vakfının finansal desteği ve Uçan Süpürgenin çağrısı ile kadın veya çocuk hakları üzerine Türkiye’nin 11 şehrinden 50’den fazla sivil toplum örgütü ve üniversite departmanının bir araya gelmesi ile 11 Ekim 2012 BM Kızlar Gününde ulusal bir ortaklık (Çocuk Gelinlere Hayır Ulusal Platformu) kurulmuştur. Platformun amaçladığı yasal çerçevelerdeki eksiklikleri göstermek, konuya ilişkin öneriler getirmek ve çocuk evliliklerin önlenmesi için lobi faaliyeti ile politika yapıcıları etkilemektir. Ankara’da yapılan ilk toplantı o günden bu yana çeşitli aktivite ve toplantılar ile sürdürüldü, Platform ulusal düzeyde küresel ortaklığa katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Bir aşamaya kadar yerel yönetimler sivil toplum ile birlikte çocuk evliliklerine karşı bilinçlenmede rol almışlardır. Kısacası, gündem oluşturma bakımında sivil toplumun rolü, onun bilinci ve kapasitesi ve bu konulardaki mücadelesi gelecekteki uygulamalar ve politika uygulama ve eriştirme süreçleri bakımında kamu organları tarafından dikkate alınmalıdır. III. ÜZERİNDE ÇALIŞILACAK KONU Yukarıda da belirtildiği üzere, çocuk evlilikleri iyi çalışabilmek için ulusal ve uluslararası düzeylerde çeşitli aktörlere ihtiyaç duyan çok yönlü bir konudur. Kadın ve çocuklara karşı şiddete önlemek için birçok uluslararası çerçeve, kurum ve fon vardır. Birleşmiş Milletlerin kurumsal yaklaşımları ve politikalarının yanı sıra, Avrupa Birliği ve MATRA gibi bazı ülke bazlı fonlar kadınlara karşı şiddetle mücadelede politikalar oluşturma ve hizmetler sunmada sivil toplum ile birlikte çalışmaları için ulusal politika yapıcıları zorlamaktadır. Ayrıca, AB Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı gibi ulusal düzeyde bazı kamu organları tarafından verilen ulusal fonlar sivil toplum içerisinde kapasite artırımının sağlanması için kamu sektörünün sivil toplum örgütleri ile işbirliğine gitmesini gerektirir.1 Ancak, sivil toplumun politika oluşturma ve uygulama sürecine katılımında dikkate alınacak bazı hususlar vardır2 Öncelikle, bürokratik kurallar ve prosedürlerin kısıtlayıcı yapısı sivil toplumun politika oluşturma ve uygulamaya doğrudan dahil olmasını kısıtlamaktadır.3 Sivil toplum genellikle nihai karar alma sürecinden çıkarılır ve özel sektörün de kamu sektörüne müdahalesi oldukça sınırlıdır. İster danışma kaynağı olarak kullanılsın ister ulusal veya uluslararası mevzuatlardan dolayı dahil edilsin sivil 216 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER toplumu politika oluşturmada eşit bir ortak olarak görmemektir. Bir dereceye kadar, özel sektör ve sivil toplum arasındaki proje bazlı ortaklık sürdürülebilir, iyi tanımlanmış, iyi oluşturulmuş uzun vadeli bir politika oluşturma ve uygulamayı negatif etkileyebilir. Bürokratik kural ve prosedürlerin önleyici doğası nihai kararlarda sınırlı etki olmasına yol açar. Özel sektör ve sivil toplum arasındaki hiyerarşik yapı ilişkisinde, sivil toplumun politika yapıcıları veya uygulayıcıları ikna etmek için çok fazla enerji harcadığı görülür. Örneğin, son bir kaç yıldır sivil toplum sadece çocuk evlilikleri üzerine yoğunlaşacak bir yapı için lobicilik yapmıştır. Ancak, kamu sektörü durum üzerinde ikna olmuş olsa da, konunun aciliyetine bakılmaksızın ilerleme çok yavaştır. İkinci olarak, şüphe, isteksizlik ve uzak durma tavırları nihai başarıyı kötü etkiler. Merkezi hükümet veya yerel yönetimler ile özel sektör veya sivil toplum arasındaki şüphe ( genelde ideolojik, politik, kültürel), aynı alanda çalışan sivil toplum/konu bazlı örgütler arasında kontrolü sağlamak için eğilimler veya işbirliğine karşı isteksizlik sürdürülebilir, iyi çalışan uzun vadeli bir ilişkiyi zor hale getirmektedir. Üçüncü olarak, yetersiz finansal kaynaklar veya kaynakların yetersiz kullanımı dikkat gerektirir. Kadınlara karşı şiddeti önlemek için uluslararası ve ulusal arenada önemli bir fon artışı olsa da4, bu fonların etkili ve verimli ulusal koordinasyon olmadan dağıtımı orta ve uzun vadeli çıktılar denetlenmeden sadece günü kurtarmak için kullanılmaktadır. Fon kullanıcılarının bir kısmında düşük seviyedeki kurumsallaşma da etkisiz kaynak yönetiminde etkilidir. Dördüncü olarak, çocuk evliliklerinde ulusal veri toplama ve analiz şimdilik hayati bir ihtiyaçtır. Ne kamu sektörü ne de sivil toplum Çocuk gelinlerin sayısı ve çocuk gelinlerin yapısına ilişkin tam bir sayı verememekte ve tüm şehirleri kapsamayan sadece Uçan Süpürgenin raporuna 5 ve yerel bazlı çalışmalara göre sınırlı bir tahmin yapılabilmektedir. Beşinci olarak, birçok faktörden etkilenen bölgesel, ulusal veya uluslararası, küresel ağlaşma geliştirmek için birçok konu odaklı örgütün kapasite eksikliği yerel çabaların yerel kalmasına yol açmakta ve sınırlı sayıdaki gönüllüye sahip çoğu sivil toplum örgütünü daha geniş işbirliği ve yaptırım gücü yüksek faaliyetlere girmekten alıkoymaktadır. Sonuncusu ama en önemlisi de sivil toplum faaliyetlerine düşük sayıda gönüllü desteği, üyelik yapısında az sayıdaki kişi, sivil toplum içerisinde toplumun farklı sektörlerinde temsildeki dengesizlikler ve çocuk evlilikleri/çocuk gelinlere karşı mücadelede ülke çapında eşit olmayan bir dağılım. SONUÇ Sivil toplum aktivizminin çocuk evliliklerinde kamu politika yapıcılarını özel politika araçları ve davranışları geliştirmeye zorladığı söylenebilir. Genel kamu yönetim 217 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sistemi haricinde konu odaklı ağ oluşturma için bir ihtiyaç söz konusudur. Aksi takdirde, konunun bürokratik prosedürler ve zaman ve kaynak kaybı içinde kaybolmaya yüz tutması muhtemeldir. Eğitim, sağlık, iç işleri ve diyanet gibi diğer bakanlıklar ile birlikte kamu sektörünü koordine etmedeki çekirdek kamu aktörü olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı sivil toplum aktivizmi sayesinde çocuk gelinler için özel bir şube oluşturma aşamasındadır. Politika oluşturmada sivil toplum aktivizmini görmek için özel tasarlanmış çok katmanlı ağ oluşturma sürdürülebilir bir bağlılık oluşturmak için gerekli görünmektedir ve çocuk gelinler sorununu çok farklı ele almak ve önlemek için yerel, bölgesel ve ulusal düzeylerde ulusal bazda bir yaklaşımın belirlenmesi gereklidir. DİPNOTLAR 1 Örneğin bakınız, Avrupa Birliği Bakanlığı veya Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı web sayfalarında yayınlanan örnek raporlar. 2 Yasal çerçeve, yasal reformlar, sivil toplum kurumlarının kurumsal kapasiteleri, finansal kaynaklar, fon sağlayan kurumlar bakımından Türkiye’deki sivil toplum faaliyetlerine genel bir bakış için bakınız, Türkiye’de Sivil Toplum: Bir Dönüm Noktası (2011), TÜSEV Yayınları, İstanbul; Sivil Toplum İzleme Raporu 2012 (2013), TÜSEV Yayınları, İstanbul; Sivil Toplum Kuruluşları: İhtiyaçlar ve Sınırlılıklar (2005), Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Haritalama Çalışması 3 Sivil toplum, kamu sektörü ilişkileri için bkz, IPA Ülkelerinde Sivil Toplum Kuruluşlarına Teknik Destek (2011), TVASCO Türkiye İhtiyaç Analizi Raporu, İstanbul. 4 Bkz; Türkiye’de Sivil Toplumun Gelişiminde AB Desteğinin Kılavuzu İlkesi, 2011-2015. 5 Bkz www.ucansupurge.org/english KAYNAKÇA Guiding Principle for EC Support of the Development of Civil Society in Turkey, 2011-2015. IPA Ülkelerinde Sivil Toplum Kuruluşlarına Teknik Destek (2011), TVASCO Türkiye İhtiyaç Analizi Raporu, İstanbul. Sivil Toplum Kuruluşları: İhtiyaçlar ve Sınırlılıklar (2005), Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Haritalama Çalışması, Yaşama Dair Vakfı. Sivil Toplum İzleme Raporu 2012 (2013), TÜSEV Yayınları, İstanbul. Türkiye’de Sivil Toplum: Bir Dönüm Noktası (2011), TÜSEV Yayınları, İstanbul. 218 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER BULGARİSTAN KADINLARININ HAYATI VE SORUNLARI Sabiha MESTAN BUKET Kadın Derneği, Bulgaristan @ sabiha@abv.bg Bulgaristan’daki hemşerilerim ve kendi adıma Sizleri selamlamaktan büyük bir sevinç ve onur duyuyor, Kurultay’ın hazırlanmasında emeği geçen herkese şükranlarımı arz ediyorum. Sunulacak olan bildiri ve konuşmalardan, kadın erkek eşitliği ve herkesin insan haklarından eşit olarak yararlanması ilkesi, yirminci yüzyılın birinci yarısından sonra, dünyanın birçok ülkesinde Uluslararası çapta varılan antlaşma. Bildirge ve sözleşmelerle koruma altına alındığını öğrenmek olanağında olabiliriz. Ulusal anayasa ve yasaların da aynı yönde kurallar içerdiğine tanık olmamıza rağmen, kimi ülkelerde, kadınların bu haklardan gerçekten faydalandıklarını söyleyemeyiz. Yeni bir değişime, yeni bir siyaset anlayışına ve yeni bir enerjiye gereksinim var. Hepimize düşen görevler var. Geçmişten ders alarak, geçmişe takılmadan geleceği düzenlemeliyiz.Yapılması gereken bir şey varsa, o da, dünya çapındaki kadınların kimliklerinin ve kişiliklerinin bilincine varmaları ve hareketin öncelikli hedefleri arasında yer almasıdır. Bulgaristan’daki kadınların başlıca sorunları nelerdir? Bulgaristan Cumhuriyeti’ndeki Anayasa bütün vatandaşların cinsiyeti, ırkı, dini ne olursa olsun, ayrımcılık olmadan eşit olduğunu tanzim etmektedir. İş kanunu uzun zamandır işçilerin eşit haklara sahip olduklarını belirtmektedir. Ayrımcılık yasağı ilkesi işçi hakları ve yükümlülükleri ile ilgili, doğrudan ve dolaylı ayrımcılık da dahil olmak üzere, İş Kanununda da icra edilmektedir. Kadın-erkek eşitliği ilkesine dayanarak, aile içindeki eşitlik, Medeni kanunda daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Devlet Sosyal Güvenlik ile ilgili eşit hak ve yükümlülükler, Sosyal Güvenlik kanunun 3.maddesinde temel eşitlik ilkesinde belirtilmiştir. Üç özelkanun: 1. Ayrımcılıktan korunma kanunu, 2. Aile içi şiddetten korunma kanunu ve 3. İnsan trafiği ile mücadele kanununun kabulü ile önemli ilerleme kayıt ediliyor. Demografik bakış açısından Bulgaristan’daki kadınlar %51,6 dır. Bulgaristan’da cinsiyet eşitsizliği sıradan vatandaşlar için “gizli” kalmaya devam etmektedir. Kadının istihdam oranı erkeklerinkinden belirli bir 219 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER şekilde daha düşüktür - %57,6 dir, erkeklerin %66. Son yıllarda kadınlar: hukuk, mühendislik işleri, enerji, metalurji ve kimya gibi genelde “erkek” mesleği olarak kabul edilen, iş sektörlerine atılırlar. Ancak bunun tersi olmuyor, erkekler: tıbbi kadro, öğretmenlik, idari pozisyonlar gibi genelde “kadın” mesleği olarak kabul edilen iş sektörlerinde bulunmazlar. Onlara göre bu meslekler düşük ücretli oldukları için prestijli değildir. Öğretmenler %84, anaokullarındaki mürebbiyeler %99,7 dir. İki cinsiyet arasındaki maaş farkı, azalmakta da olsa görünmektedir. Eşit veya eşdeğer iş için özellikle iş piyasasında yatay ve dikey segregasyon nedeniyle kadınlara ödenen maaş, erkeklerinkinden %16 daha azdır. Genelde kadınlar, ağırlıklı olarak düşük ücretli sektörlerde çalışmaktadır. İşverenler arasındaki kadınlar %27 dir, serbest meslektekiler %35, ücretsiz aile işçilerinin de %66’sı kadındır. İnvestor.bg’ nin bir anketi sonucunda ülkedeki en likid 50 kamu şirketinin yönetim kurullarında kadınlar 100 üzerinden sadece 14,77 yer almaktadır. Bunların sadece dördünde bayanlar içra müdürü olarak yer almaktadır. Bulgaristan’da kadınlar daha sık işsizlik kurbanı oluyorlar ve erkeklere bakış özel ve profesyonel yaşamını birleştirebilmek için daha fazla çabasarfetmelerigerekiyor. Kadınların erkeklerle eşit eğitimi olmasına rağmen, mesleğine göre iş bulma şansı, mesleğinde ve kariyerinde ilerlemesi olasılığı daha küçüktür, siyasette ve ekonomide karar alma hakkına daha az sahiptir. Düşük ödenen maaşlar sonucunda daha düşük emeklilik maaşı aldıklarından, kadınlar yaşamının sonuna kadar yoksulluk içindedirler. Bulgaristan’da kadın iş, özel ve aile yaşamını zor birleştirmektedir. İş piyasasına aktif katılımı ve her iki cinsiyetin yerli görevleri ile ilgili, çocuk yetiştirmekte ve eğitiminde, yaşlı veya hasta aile üyelerinin bakımında, mevcut önyargılar kadınlara daha da yüklenmeye sebep oldu. Bunun sonucunda kadınlar profesyonel yükselmek için, okumak için ve etkin kamu süreçleri yönetiminin her düzeyine katılım için zor vakit buluyorlar. Bulgaristan’da kadın evinde ve iş yerinde şiddete maruz kalmaktadır. Kabul edilen yasaya rağmen, küçük kasabalarda ve köylerde aile içi şiddet, insan haklarının ihlali olarak değil de, aile içinde sorun olarak kabul ediliyor. Genç kızların problemleri kamu gündeminde yer almamaktadır. Kadınların ulusal ve yerel düzeyde, siyaset ve ülke yönetimine katılımı gerekli minimumdan çok uzak. Avrupa Parlamentosunda 1 Eylül 2013-te 766 milletvekilinden 273 kadın ve oran olarak %35.6. Bulgaristan Ulusal Parlamentoda 2013 seçimlerinde kadın milletvekilleri %23 ir , Belediye başkanları %11 kadınıdır, Belediye meclis üyeleri de %22-dir. 220 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bizim, tarihsel açıdan büyüklüğümüz, kimsenin onayını gerektirmeyecek kadar açıktır. Çünkü söylediğimiz ve yaptığımız her şey tarihtir. Bütün insanların geçmişten cesaret almaya, onu öğrenmeye ve hızla tecrübe kazanmaya gereği vardır. dır. 2011 yılında yapılan sayıma göre Bulgaristan’ın % 8.8 Türk ve % 12,2 müslüman- Bulgaristan’ın Kırcali il merkezinde ikamet etmekteyim. Bulunduğumuz bölge Rodop dağalarıdır. BUKET Kadın Derneği Başkanı olarak, kadınların sosyal ve kültürel hayatında aktif rol alabilmesi için çaba göstermekteyim. Derneğimizin 300 üyesi ve yüzlerce de gönüllüsü vardır. Çalışmalarımız Türk kimlik unsurlarını korumak ve kadınlarımıza yönelik çalışmalardan ibarettir. Biz Bulgaristan Türk Kadını bu topraklarda yaşamanın bedelini ağır ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Ninelerimizin Buzgunnuk dediği 1912 – 13 savaşlarında en ağır bedelini Türk kadını ödedi. Hala yaşlılarımız anlatır – zorunlı göçler, genç kızlara ve gelinlere tecavüzler, kaçırmalar, anneler bebeklerini yol kenarına bırakmaları v.s. İlerleyen dönemlerde ise Kadınımız hep ezilmiş, en ağır işlerde çalışmış. 1984 – 1989 yıllarında Türk kadınına yine büyük görev düştü – çocuklarına anadili Türkçe, Türk oğlu Türk olduğunu ve Türk kimlik unsurlarını korumak ve aşılamak. Bulgaristan’ın demokratik döneminde yine maruz kalan Türk kadını oldu – göçler, işsizlik ve ağır hayat şartları. Şu an Avrupa’ya yönelik ekonomi göç hızla devam ediyor. Bunun ağır bedelini yine Türk kadını ödemekte. Çoğu bir eş, bir evlat, bir baba hasretiye hayat sürdürüyor. Burada kalan kadın ise 150 – 200 EURO için bir ay çalışıyor. Yurtiçi ve yurtdışı ekonomi göç sebebiyle aile sorunları, çocukların hayatlarında etkileri çok büyük. Aileler parçalanıyor, çocukların nine dedeye bırakılması psikolojik ve kişisel problemler yaratıyor. Yine de kadınımız bu zorluklara göğüs gerip hayatını devam etmeye çalışıyor, çünkü bizler Rodop kadınıyız. Rodop kadını bir başkadır. Başlı başına bir dünyadır. Bir sevgidir, bir şiirdir, bir türküdür. Çile çekmiş, acıların, ızdırapların en zorlularına göğüs germiş, yavrularına kalkan olmuş bir anadır. Rodop kadını meyve veren ağaçtır. Sabah yıldızıdır o. Karanlıkları aydınlığa çevirmeyi bilen bir kadındır Rodop kadını. Kadın toplumun temel yapısıdır. Kadının eğitimine ve hayata aktif bir şekilde atılmasına ne kadar önem verirseniz, toplum o kadar değişir ve gelişir. 221 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KADININ KALKINMASI VE GÜÇLENMESİ BAĞLAMINDA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Maide GÖK ANKA Kadın Araştırmaları Merkezi @ maide023@yahoo.com GİRİŞ Dünya genelinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin birçok alanda sağlanamaması, kadına ilişkin önyargılar ve kalıplar ve ataerkil yapının kadın üzerindeki egemen yapısı günümüzde çoğu toplumun temel sorunları arasında yer almaktadır. Ekonomik ve toplumsal kalkınma/ gelişme için kadının önündeki engellerin kaldırılması gerektiğine ve kadınların dâhil etmeden kalkınmanın tam olarak gerçekleştirilemeyeceğine inanan bilim insanları bu sorunların çözümünde sivil toplum kuruluşlarının önemine dikkatleri çekmektedirler (Akşit, 1998; Dibie ve Dibie, 2012; Robertson, 2007; Steffy, 2008; Kar ve Taban, 2005). Özellikle kadınların eğitim, sağlık, siyaset ve istihdam gibi birçok alanda fırsat eşitliği yakalayamaması kadının toplumdaki statüsünün farkında olması gerektiği düşüncesini ortaya çıkarmış ve bu düşünce gerek ulusal, gerekse de uluslararası alanda faaliyet gösteren birçok sivil toplum kuruluşunun temel hedeflerini toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadının güçlendirilmesi ve kalkınması bağlamında oluşturmalarına neden olmuştur. Örneğin, Uluslararası düzeyde faaliyet gösteren Birleşmiş Milletler kalkınmanın merkezine kadının güçlenmesini almış (Oxaal ve Baden, 1997), Dünya Sağlık Örgütü kadının toplumdaki statüsünü belirleyen en önemli şeyin toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri olduğundan yola çıkarak gelişmekte olan ülkelerde araştırmalar yapmış (2010) ve Copenhang Deklerasyonu Sosyal Kalkınma Dünya Zirvesi (1995) kadınların kalkınmaya dâhil edilmeleri gerektiğini, kadının kendi kapasitesinin farkına varmasını ve güçlendirilmesini kalkınma için çok önemli bulmuştur. Ayrıca çalışma alanlarını ve hedef kitlelerini özellikle “kadın ve insani ihtiyaçları” merkezinde oluşturan sivil toplum kuruluşlarının programlar yürüttükleri, projeler tasarladıkları ve öne sürdükleri sosyal politikalar aracılığıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini azaltmaya çalıştıkları ve kadının sürdürülebilir kalkınmaya katılımlarını aracılık ettikleri görülmektedir (Razvia ve Rothb, (2010); Dibie ve Dibie (2012); Nikkhah vd. (2011); Shandra vd. (2008)). Bu çalışmada iki yönlü bir bakış açısı esas alınmıştır. Bu bakış açısına göre sivil 223 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER toplum kuruluşları kadınların sadece hizmet aldıkları bir alan değil, aynı zamanda topluma hizmet götürdükleri ve bu nedenle de farklı bir kimlik ve temsil gücüne kavuştukları bir alan olabilmektedir. 1. KADININ KALKINMASI ÜZERİNE FEMİNİST YAKLAŞIMLAR Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri feminist literatürde toplumsal kalkınma ve toplumsal cinsiyet üzerine üç yaklaşımın ortaya çıkmasına neden olmuştur (Connelly, 2000). Bu yaklaşımlardan “Kalkınmada Kadın”, kadının toplumdaki ikincil konumunu değiştirmeye ve statüsünü yükseltmeye odaklanmıştır. Temel amacı, kamusal alanda kadın erkek eşitliğini sağlamaktır. “Kalkınma ve Kadın” yaklaşımı ise ataerkil yapıların değişmesi gerektiğini savunmaktadır ve böylelikle erkek egemenliğinin son bulmasını isteyen yaklaşımıdır. En çok kullanılan yaklaşım ise “Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma” dır. Bu yaklaşım, kadınları erkeklerin dünyasına (kamusal alan) dâhil etmek için uğraşması yönüyle “Kalkınmada Kadın” yaklaşımını eleştirmektedir. “Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma”, kadının dezavantajlı durumunu yükselten yapıları çalışma alanı olarak seçmektedir. Bu yaklaşımların ortaya çıkış süreçleri incelendiğinde, 1970’li yılların kadınların toplumsal alandaki konumlarının daha çok kadın erkek eşitliği bağlamında tartışıldığı bir dönem olduğu görülmektedir. 1980’li yılların ortalarından sonra, kadının toplumsal konumunda değişim meydana getirecek şeyin kadınların güçlenmesi olduğu tezi ortaya çıkar. Bu dönemde kadının güçlenmesi, kadınların hayatın her alanında güçlerini kullanabildiği ve hayatları üzerinde kontrolü sağlayabildiği anlamına gelmektedir. Kalkınma ve kadın bağlamında güçlenme ise, “kadınların alternatiflerini çoğaltmak ve bu alternatifleri kullanabilme yetilerini geliştirmek” anlamında kullanılmaktadır (akt. Kümbetoğlu, 2002:168). İkinci Dünya Savaşı sonrası üçüncü dünya ülkelerinde uygulanan projelerin kadınların ihtiyaçlarını dikkate almadığını dile getiren Boserup (1970), yürütülen projelerin kadınların fırsatlarını azalttığını ve refah seviyesini düşürdüğünü savunmuştur. Bu gelişmelerin yaşandığı dönemde liberal feminizm, toplumun sadece biyolojik farklılıklara dayalı iki gruptan oluştuğunu ve kadınlar ve erkeklerin zihinsel olarak eşit olduklarını ve eşit olmayan muamelenin son bulması gerektiğini savunmaktadır. Liberal feminizm, kamusal hayatın tüm alanlarında kadınların eşit fırsatlara kavuşması için mücadele etmiştir. Bir süre sonra lobicilik çalışmalarıyla kadınlar modernleşme teorisi kapsamındaki gelişme projelerinde liberal feminizmin bu söylemlerine dayanarak, hak talep etmeye başlar. Bu da kalkınmada kadın yaklaşımının ortaya çıkmasına neden olur (Connelly, 2000: 57). Sosyalist feministler ise 1970’lerden sonra ortaya çıkarak, kadınların yaşadıkları eşitsizliklerin nedenini ataerkil yapıların bir sonucu olarak görürler. Radikal femi224 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER nizmin bazı fikirlerini dikkate alan, sosyalist feminizm, 1980’lerde “Kalkınmada Toplumsal Cinsiyet” yaklaşımının etkisiyle “Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma” yaklaşımını ortaya atmıştır. Bu yaklaşıma göre ataerkil dinamikler kadına hem ev içinde, hem de toplumda etki etmektedir. Kadınlara etki eden ataerkil güç ve ekonomik pozisyon, normlar ve değerler tarafından tanınmakta ve sürdürülmektedir (Connelly, 2000, s. 62). Kadının kurtuluşuna odaklanan “Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma”, kadının açık bir biçimde kendi gelişiminin aracısı konumunda olması gerektiğini vurgulamıştır. Kısaca, kadının alıcı konumdan çıkıp, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen bir rolü üstlenmesini isteyen bu yaklaşım hem kalkınma sürecini hem de toplumsal cinsiyet ilişkilerini değiştirmektedir (Conelly, 2000: 63; Burn, 2005). Buna bağlı olarak, güçlenme yaklaşımı toplumsal cinsiyet ve kalkınma tartışmalarından yükselmiş ve yeni yüzyılda kalkınma programlarının odağı haline gelmiştir (Rowlands, 1997). 2. KADININ GÜÇLENMESİ VE KALKINMASI Güçlenme ya da kalkınma kavramını sivil toplum kuruluşlarına çalışma alanlarına bağlı olarak tanımlamaya çalıştığımızda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin azaltılmasının kadının güçlenmesinin ve kalkınmasının karşısına konumlandığı görülebilmektedir. Zimmerman ve Rappaport (1998)’a göre güçlenme bireylerin bilinçlenme, farkındalık kazanma ve yetenekler aracılığıyla sosyal, politik, ekonomik ve psikolojik kontrol kazanması anlamına gelmektedir ve güçlenmenin en önemli göstergeleri; bilgi, beceri ve yeteneklerin gelişimi, karar verme yetkisine sahip olma, kendine saygı ve güven kazanma ve katılımdır. Bu göstergeleri farklı düzeylerde detaylandıran Rowlands (1997) güçlenmenin üç aşamada gerçekleştiğini ifade etmektedir. Bunlardan ilki olan kişisel güçlenmede, kendine güven, kapasite artırma ve içselleştirilen sıkıntıların etkilerini ortadan kaldırma biçiminde güçlenme gözlemlenmektedir. Bireysel ve psikolojik güçlenme kişinin kendi hayatı üzerinde karar verme ve kontrol etme yetkisine sahip olması anlamına da gelmektedir. İkinci olarak yakın ilişkilerde güçlenme, birinin ilişkilerine ve kararlarına etki etme ve tartışabilme gücüne kavuşma olarak tanımlanmaktadır. Son olarak da kolektif güçlenme kişinin birliktelikler oluşturma sonucunda büyük bir etki yaratmayı başarabilmesi sürecinde ortaya çıkar. Kadının neden güçlenemediği ve kalkınamadığı sorusuna farklı ülkelerde yapılan araştırmaların bulguları cevap niteliği taşımaktadır (Gittel vd, 1999 (ABD), Robertson, 2007 (Avustralya); Nikkhah vd, 2011(İran), Shandra vd. (2008), (Uluslararası), Ristic, 2005 (Bosna), Gök, 2014 (Türkiye), Dibie ve Dibie, 2012 (Afrika)). Bu araştırmaların bulgularına göre kadının güçlenememesinin ve kalkınamamasının başlıca nedenleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: 225 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • Kadının özel alana hapsedilmesi, • Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri, • Toplumsal inançlar, değerler ve normlar, • Kadının ekonomik bağımsızlığının olmaması, • Cinsiyetçi ayrımcılık, • Siyasette ve ekonomide kadınların katılımlarının düşüklüğü, • Prestijli ve statüsü yüksek işlerde erkeklerin çalışması, • Kadının hak mücadelesine girmemesi ve taleplerini duyuramaması, • Yasal düzenlemelerin ve yasaların kadın haklarını yeterince koruyamaması • Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi alanlarda sunulan hizmetlerde fırsat eşitliğinin yokluğu. Fonjong, kadının eşitliği yakalayabilmesini ve güçlenmesini ancak kadının bir grup olarak maruz kaldıkları ayrımcılığın farkında olmasına bağlı olduğunu ifade etmektedir (2001). Bu ifadeden hareketle grup birlikteliğini teşvik eden sivil toplum kuruluşlarının toplumsal sorunların duyurulması ve bu sorunlara karşı duyarlılık ve farkındalık kazandırma gibi işlevleri onların kadının güçlenmesindeki ve kalkınmasındaki yerini göstermesi açısından önem taşımaktadır (Gök, 2014). 3. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ FARKLI BOYUTLARDAN KADININ KALKINMASINA VE GÜÇLENMESİNE KATKILARI Sivil toplum kuruluşlarına katılım kadınların haklarını ve taleplerini duyurabilmelerine ve karar alma süreçlerine dahil olabilmelerine katkı sağlamaktadır (Gitell, vd.,1999; Ristic, 2005). Özellikle karar alma süreçlerine etki etmeye çalışan kuruluşların yeni yasal düzenlemeler ve sosyal politikalar aracılığıyla az gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda kadınların sorunlarına çözüm bulmaya çalıştıkları gözlemlenmektedir. Kadının güçlenmesi için sivil toplum kuruluşlarının öne sürdükleri ve uygulamaya konulması için uğraştıkları sosyal politikalara aşağıda yer verilmektedir (Dibie ve Dibie, 2012:110). Sivil toplum kuruluşlarının kadının kalkınması ve güçlenmesi için dünya genelinde gündeme getirdikleri bu sosyal politikalar kadının farklı alanlardaki ihtiyaçlarını ve beklentilerini merkeze almaktadır. Ayrıca kuruluşlar programları ve faaliyetleri ile kadının kalkınmasına ve güçlenmesine farklı boyutlardan katkı sağlamaktadır. 3.1. SOSYAL BOYUT Birçok kadın kuruluşunun proje hazırlayarak ve programlar tertip ederek kadınları kalkındırmayı arzuladığını ifade eden Gardnier (1981), kâr amacı gütmeyen sektörün, yenilenmenin önemli bir kaynağı olduğunu belirtmektedir. Kadınlar sosyal boyutta eğitim, sağlık, hukuk ve sosyal hizmetler gibi birçok hizmete erişim şansı bulabilmektedir. 226 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Tablo-1. Kadınların Güçlendirilmesi İçin Politikalar Politika Değişkeni Açıklama Eşit İş Fırsatları Bir kenara itilmiş kızlar ve orta yaştaki kadınların faydalanmaları için eşit fırsatların sunulması ve diğer etnik temelli sorunlarına çözüm arayışları. Cinsiyet Ayrımcılığı İşe alma ve ödüllendirme sürecinde cinsiyet ayrımcılığını durdurmak için harekete geçmek. Çocuk Bakım Yardımı Özel ve kamu kurumları çevrelerinde çocuklar için günlük bakım olanakları sağlamak için teşvik etmek. Kadınların Politikaya Katılımı Kadınları politikaya katılmaya ve siyasi partilerde kilit pozisyonlarda yer almaya teşvik edecek çevrenin oluşturulması. a) Kızlar ve orta yaş kadınlar en azından liseyi bitirmeleri için teşvik edilmeli b) Kadınlar, bilim insanı, mühendis, pilot, bilgisayar uzmanı ve doktor olmaları için teşvik edilmeli. Eşlerini istismar eden erkeklere karşı kanuni soruşturma yapılması için hareKadınların İstismarına Karşı Kanun kete geçmek. Özellikle, konumlarını kıdemsiz bayan çalışanların gözünü korkutmak ya da İşyerinde Ulusal Cinsel Taciz Politikası cinsel ilişkide bulunmayı talep etmek için kullanan ve bunu işin devamı veya ödüllendirme için yapan kıdemli erkek yöneticiler hakkında soruşturma yapmak. Kadın İşbirliği Topluluklarının ve Sivil Kadınların ekonomik güçlerini, işbirliği toplulukları ve ülkedeki sivil toplum Toplum Kuruluşlarının Desteğini Alma kuruluşları aracılığıyla sağlamlaştırmak. Kadınlarla İlgili Geleneksel, Sosyal, Kül- Hem kırsal alanda hem de şehirde yaşayan topluluklara toplumun kadınlar ve türel ve Dini Kalıplaşmış Yargıları Değiş- kızlar hakkındaki bazı geçerliliğini yitirmiş değerleri değiştirmeleri gerektiği konusunda eğitmek için sivil toplum kampanyası sunmak. tirmek için Genel Eğitim Kampanyası Kadınların Eğitiminde Çeşitlilik Kaynak: (Dibie ve Dibie, 2012:110). Hizmet Alanı ve Kitlesi Kadın Olan Sivil Toplum Kuruluşlarının Amaçları ve Faaliyet Alanları HUKUK SAĞLIK Bireysel özgürlükleri destekleme ve hukukta kadın haklarını araştırma ve yeni yasal düzenlemelere ortaklık etme Hastalıklara karşı önlem alma hastalıkları tedavi ettirme (giderleri karşılama) Kadın haklarını savunma ve yeni hak taleplerini dile getirme (basın ve yayın organlarından yararlanma, konferans ve toplantılar düzenleme) Yasal düzenlemelerle eşitlik sağlama ve kadın sorunlarını gerekli mercilere duyurma EĞİTİM Eğitim düzeyini yükseltme Kişisel Gelişim (Bilgisayar, İngilizce gibi kurslarla) Aile planlaması Aile içi İletişim Anne-çocuk sağlığı Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Kadın Hastalıkları Sağlık taramaları yapma, hastalıklara ön tanı koyma ve bilgilendirme Beslenme Kilo kontrolü İlk yardım ve hijyen Mesleki Eğitim Danışmalık ve yönlendirme faaliyetleri Kadınlara farkındalık eğitimi verme ve haklarından haberdar etme. KÜLTÜR Kültür günleri ve geziler ile kadınların farklı illerdeki kadınlarla kaynaşmalarını sağlama. Rol modeller sunma. Toplumsal değerleri (dayanışma gibi) yaşatma Sergi, konser, müze ziyareti gibi kültürel aktiviteler ile kadınların sanatsal yeteneklerini ortaya çıkarma ve kültür seviyesini yükseltme Sanatsal faaliyetleri destekleme ve sanatseverleri bir araya getirme Uluslararası alanda kadınların işbirliği yapabilecekleri ve yeni kültürleri tanıyabilecekleri ortamlar hazırlama (projeler aracılığıyla) 227 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 3.2. EKONOMİK BOYUT Sivil toplum kuruluşlarının birçoğu hem üyelerine hem de halka hizmet götüren ve kişisel düzeyde bilgi ve beceri kazandırmaya yönelik programı olan kuruluşlardır. Özellikle faaliyetleri ve programlarıyla kadınların mesleki, teknik ve siyasi yeteneklerini geliştiren sivil toplum kuruluşları, kadınların siyasi ve ekonomik hayata katılımlarını, tutunmalarını ve bunun sonucunda kalkınmalarını amaçlamaktadır. Kadınların birçoğu bu kuruluşlara katıldıktan sonra aldıkları eğitimle ve katıldıkları konferans, seminer ve panel gibi programlarla hem günlük hayatta gerekli olan, hem de iş dünyasında işe yarar birçok bilgi ve beceriyi elde etmektedirler (Steffy, 2008). Aşağıda sivil toplum kuruluşlarının ekonomik boyutta kadının kalkınmasına ve güçlenmesine katkı sağlamak için yaptıkları faaliyetlerden bazıları sıralanmaktadır (Gök, 2014:145): • Yeni iş alanları oluşturmak • İşgücüne katılımı artırmak ve çalışma hayatında karşılaştıkları sorunları çözmek • Mesleki beceri ve yetenek kazandırmak • Girişimciliği artırma • Okuma-yazma düzeyini artırmak • Yoksulluğun azaltılması için çalışmalarda bulunmak • Kırsal bölgelerde yaşayan kadınlara yönelik projeler yürütmek. 3.3. Siyasi Katılım ve Temsil boyutu Sivil toplum kuruluşları aracılığıyla kadınların başkalarıyla temasa girme yoluyla kendilerini nasıl geliştirdiklerinin ve kendilerinin farkına vardıklarının yanı sıra, diğer kadınları siyasi ve sosyal alanda nasıl temsil ettiği ve kadınların sorunlarını ve taleplerini nasıl dile getirdikleri feminist literatürde çokça rastlanılan konular arasında yer almaktadır. Tablo-2. Çok Boyutlu Temsil Modeli Boyutu Temsilin Düzeyi 228 Kişisel Birey (üye) Kolektif (kuruluş düzeyinde) (mikro) (meso) Kişisel temsil de kadın kendine güvenen, özsaygısı gelişmiş ve bağımsız bir kimliğe sahip olarak algılanır. Özgüven, saygı ve bağımsız kimlik inşası, kaynaklara erişimi kolaylaştırır ve kadınları kendi yaşamlarında güçlendirecek yeteneklerin ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Kişisel temsil sivil toplum kuruluşlarında kolektif kaynakların inşa edilmesini sağlar. Kolektif (toplum- sosyal grup olarak kadınlar) (makro) Kişisel kazanımlar ve temsil toplumdaki kadın algısı üzerinde olumlu etki yaratır ve kadının toplumda sosyal bir grup olarak güçlendirilmesinde önemli bir yere sahiptir. Temsilin TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Sosyal Siyasi Sosyal temsil de kadın kendi yaşamında ve diğerlerinin yaşamında farklılık yaratan bir sosyal değişim ajanı gibi görülür. Kadınlar sivil toplum kuruluşlarında kolektif bir güç oluşturarak, toplumda farklılık yaratırlar. Kadınlar kolektif olarak kadınların sosyal temsilini etkilerler. Toplumdaki kadın algısı üzerinde etkili olurlar. Siyasi temsil kişisel düzeyde gelişir. Kadınlar kuruluşta kolektif olarak yönetim biçimi ile yakın ilişki kurar ve yönetim biçimine etki eder. Kolektif politik temsil kadınların sosyal bir grup olarak algılanmasını sağlar. Ortak bir kimlik oluşturur. Kaynak: (Robertson, 2007: 65) Sivil toplum kuruluşları kadının bireysel, sosyal ve siyasi olmak üzere üç farklı düzeyde temsil edilmesine katkı sağlamaktadırlar. Bireysel boyutta geçekleşen temsilde, insanların kendi hayatlarında ve diğerlerinin hayatında yeni yollardan hareket edebilecekleri değişimler gözlemlenir. Bu değişimler kişilerin kapaitelerini geliştirmek, ayrı bir kimlik oluşturmak ve farklı biçimlerde hareket edebilmeleri için gerekli yetenekler inşa etmesini kapsar. Sosyal boyutta gerçekleşen temsilde birey, toplumla bütünleşir ve toplum için faydayı herşeyin üstünde tutabilir. Siyasi boyutta gerçekleşen temsilde ise esas olan politikaya etki etme ve siyasetin içinde yer almadır. Temsilin bu türleri farklı seviyelerde birbirleri ile etkileşim halindedir ve belirli noktalarda kesişmektedir (Robertson,2007: 63-65). SONUÇ Bu çalışma kadının güçlenmesinde ve kalkınmasında sivil toplum kuruluşlarının rolünü ortaya koymaktadır. Kadınların sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, siyaset ve ekonomi gibi farklı alanlarda fırsatlara erişimlerini artırarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya çalışan sivil toplum kuruluşlarının kadının kalkınmasında ve güçlenmesinde önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Ataerkil düzenin ortaya çıkardığı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin beslediği kadının ikincil konumunun değiştirilmesi ve durumunun iyileştirilmesi çok zaman alan ve birçok kurum ve kuruluşun aynı amaç doğrultusunda emek harcamalarını ve işbirliği içinde çalışmalarını gerektiren büyük bir toplumsal sorundur. Bu sorunun farkında olan, kadının kalkınması ve güçlenmesi için gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde faaliyet gösteren, aşağıdan yukarıya yaklaşımı benimseyen, esnek ve katılımcı yapıya sahip olan sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları dikkati çekmektedir. Özellikle kadın ağırlıklı birçok sivil toplum kuruluşu toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için kurulmakta, faaliyet göstermekte, sosyal politikalar üretmekte, projeler tasarlamakta ve uygulamaktadır. Zira toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kendi kaderine bırakmak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamaması anlamına gelir ki, bu da kadının kalkınmasını ve güçlenmesini iyice güçleştirir. 229 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAYNAKÇA Akın, A. ve Demirel, S. (2003). Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve Sağlığa Etkileri. C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 25 (4), Özel Eki, 73-83. Akşit, B. (1998). Toplumsal kalkınma/gelişme ve nüfus: Türkiye’de yapılan araştırma ve yayınlar ile ilgili eleştirel bir tarama. http://akademik.maltepe.edu.tr/~bahattinaksit/Bahattin%20Aksit%20Yayinlar%20(Publications)%20-%20Sunuslar%20(Presentations)%20-TOPLUM~1.PDF(25 Temmuz 2013). Boserup, E. (1970). Woman’s Role in Economic Development. New York: St. Martin’s Press. Burn, S. M. (2005). Women Across Cultures: A Global Perspective. NY, McGraw-Hill. Connelly, P. M. (2000). Feminism and development: Theoretical perspectives, in Theoretical Perspectives on Gender and Development, ed. Jane L. Parpart, M. Patricia Connelly and V. Eudine Barriteau, 51-159. Ottawa, Canada: International Development Research Centre. Çaha, Ö. (1994). Feminizm ve Sivil Toplum. Birikim, 59: 79-88. Dibie, J. ve Dibie, R. (2012). Non-Governmental Organizations (NGOs) and empowerment of women in Africa. African and Asian Studies, 11: 95-122). Dökmen, Z. Y. (2004). Toplumsal Cinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Esser, H. (2008). The two meanings of social capital. Dario Castiglione, Jan W. van Deth, and Guglielmo Wolleb, eds. The Handbook of Social Capital. (pp. 22-49) içinde. New York: Oxford University Press. Fonjong, L. (2001). Fostering women’s participation in development through non-governmental efforts in Cameroon. The Geographical Journal, 167(3): 223-234. Gasper, D. ve Van Staveren, I. (2003). Development as freedom- and what else? Feminist Economics, 9(2-3): 137-162. Gittell, M., Ortega-Bustamente, I.S., Tracy. (1999). Women Creating Social Capital and Social Change: A Study of Women-Led Community Development Organizations. Silver Springs, MD: McAuley Institute. Gök, M. (2014). Toplumsal Kalkınmanın ve Sosyal Sermayenin Bilinmeyen Aktörleri: Kadın Odaklı STK’lar. Hacettepe Üniversitesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Göle, N. (1998). Modern Mahrem (Medeniyet Örtünme), Metis Yayınları, İstanbul. Hooghe, M. (2007). Voluntary associations and socialization. Dario Castiglione, Jan W. van Deth, and Guglielmo Wolleb, eds. The Handbook of Social Capital. (pp. 568-593) içinde. New York: Oxford University Press. Kar, M. ve Taban, S. (2005). İktisadi Kalkınmada Sosyal, Kültürel ve Siyasal Faktörlerin Rolü. Bursa: Ekin Kitapevi. Kümbetoğlu, B. (2002). Kadınlara İlşkin Projeler (editörler: Bora Aksu ve Asena Günal). 90’larda Türkiye’de Feminizm içinde (159-181). İstanbul: İletişim Yayınları. Macionis, J. (2007). Sociology, 11th Edition. Singapore: Pearson Education. Messer-Davidow, E. (1995). Acting Otherwise in J. Gardiner (ed) Provoking Agents: Gender and Agency in Theory and Practice. Urbana and Chicago: University of Illinois Press. Nikkhah, H. Redzuan, M. ve , Abu-Samah, A. (2011). The effect of Non-Governmental Organizations (NGO)’s approaches on women’s empowerment in Shiraz, Iran. JHumEcol, 34(3): 179-187. Okin, S. (1989). Justice, Gender and the Family. New York: Basic Books. Oxaal, Z. ve Baden, S. (1997). Gender and empowerment: definitions, approaches and implications for policy. Bridge Report No. 40. Sussex: Institute of Development Studies. 230 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Palaz, S. (2005), İktisadi kalkınmada sosyal, kültürel ve siyasal faktörlerin rolü, Kar M. ve Taban S. (der), Toplumsal Cinsiyet ve Kalkınma: Kalkınmada Kadının Yeri içinde, Ankara: Ekin Kitapevi. Phillips, A. (2002). Does feminism need a conception of civil society? In Alternative Conceptions of Civil Society, ed. S. Chambers and W. Kymlicka. Princeton, NJ: Princeton University Press. Razvia, M. ve Rothb, G. (2010). Non-governmental organizations and the socio-economic development of low-income women in India. Human Resource Development International, Vol. 13, No. 1: 65–81 Ristic, S. (2005). Empowering Bosnian Women: Role of Social Capital in Women’s NGOs. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Canada: Carleton University. Robertson, C. (2007). Social Capital, Women’s Agency and the VIEW Clubs of Australia. Yayımlanmamış Doktora Tezi. South Wales: University of New South Wales. Rowlands, J. (1997). Questioning Empowerment: Working with Women in Honduras. Oxford, Oxfam Publications. Ryfman, P. (2006). Sivil Toplum Kuruluşları. İstanbul: İletişim Yayınları. Shandra, J.M., Carrie, Shandra, L. ve London, B. (2008). Women, non-governmental organizations, and deforestation: a cross-national study. Popul Environ, 30:48–72. Siim, B. (2004). Introduction: The politics of inclusion and empowerment: Gender, class and citizenship. Andersen, J. ve Siim, B. (Eds.), The Politics of Conclusion and Empowerment. Gender, Class and Citizenship (pp. 1-18) içinde, Palgrave/Macmillan: Palgrave Macmillan. Slattery, M. (2011). Sosyolojide Temel Fikirler. İstanbul: Sentez Yayınları. Steffy, T. (2008). Women Creating Social Capital and Social Change: A follow-up Study of Women-led Community Development Organizations. Yayımlanmamış Doktora Tezi, New York: The City University of New York. Verba, S., Schlozman, K.L. ve Brady, H.E. (1995). Voice and Equality: Civic Voluntarism in American Politics, Cambridge, MA: Harward University Press. Wainwright, H. (1984). Eylemde Birliğe Doğru, (Çev. Emel Çetin Özgül), İstanbul: İletişim Yayınları. Zimmermann, M.A. ve Rappoport, J. (1988). Citizen participation, perceived control and psychological empowerment. American Journal of Community Psychology, 16: 725-750. 231 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ALTAYLAR’DA KADIN SİVİL TOPLU FAALİYETLERİ Nadejda TIDIKOVA SS Surazakov Bilim Araştırma Enstitüsü @ ntydykova@mail.ru Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu’nun tüm bölgelerinde çok sayıda sivil toplum örgütü oluşmaya başladı. Altay Cumhuriyetinde ise şimdiye kadar 428 çeşitli amaçlara göre sivil toplum örgütü kurulmuştur. Bunlardan 236 tanesi sivil toplum birlikleri, 7’si partilerin yerel Şubeleri, 166sı sivil toplum örgütleri, 25’i sendikalar, 26’sı Vakıflar, 148i diğer ticari olmayan örgütlerdir. Bunların arasında daha çok etkili olanlardan 49’u dini Örgütler, 73ü ulusal kültür örgütleri ki, bunların da arasında 35’i azınlık sayılan halkların oluşturdukları Örgütlerdir. Sivil toplumun önemli kuruluşlarından olan kadın birlikleri de Altay Cumhuriyetinin sivil hayatında önemli rol almaktadır. Tecrübe gösteriyor ki, kadınların kurdukları sivil toplum örgütler daha sorumlu ve daha aktif hale gelmektedir. Altay Cumhuriyetinde daha çok tanınan ve çalışmaları ile kendilerini fark ettiren kadın teşkilatı, Altaydın Epşileri,, (Altayın Kadınları) örgütü ve “Mama” adlı fon. “Altaydın Epşileri” 3 Şubat 2009 yılında resmi faaliyet izni almıştır. Bu örgütün esas hedefleri sağlıklı aile, çocukların iyice yetiştirilmesinde Annelere yardım etmek, aynı zamanda kadınların sosyal ve politik hayata katılımlarının desteklenmesi. Bu çalışmaların başında parlamento seçimlerine (El Kurultay) katılan kadınlara destek verilmesi olguları da vardır. Bu çalışmaların neticesi olarak parlamentoda ‘Altaydın Epşileri’nin destek verdiği kadın milletvekilleri vardır. “Altaydın Epşileri” toplum için en gündemde ve acil olan problemlerin çözülmesi yönünde ciddi işleri görmektedir. Altay toplumu için bu tür sosyal sorunların varlığı az değil. Sosyal sorunların başında yetimlik, ayyaşlık, intiharlar, çevre kirlenmesi, çocuk ölümleri gibi sorunlar oldukça ciddidir. Bilindiği gibi Rusya’da anne-babası olmayan yetim çocukların oranı nerdeyse %15i geçmektedir. Altaylar’da ise bu rakam %10civarında olup bu rakamlara çeşitli sebeplerden dolayı anne babasının terk ettiği çocuklar da dahildir. Bu sosyal yetimliğin esas sebeplerinden biri ise ayyaşlıktır tabii ki. Bu yüzden “Altaydın Epşileri” devamlı olarak,, babalık sorumluluğu- sağlıklı ailenin temelidir,, sloganı ile konferanslar vermektedir. İlk zamanlar ciddi şüpheler vardı ki, insanlar bu tür konferanslara katılır mı, orada bu sorunları konuşurlar mı? Ama tecrübe gösterdi ki, şüpheler asılsız imiş. Toplum bu sorunun tartışılmasına hazır olduğu anlaşılmıştır. Mesela, bu konferansların birinde zaman darlığından konuşmacılara konuşma için 5 dakika verilmiş, fakat konuşmasını 233 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER istek üzere 30 dakikaya çıkaranlar bile oldu. Bir çok babalar kendi problemlerini dile getirmekten, onların çözümü için yardım istemekten utanmadılar, aksine bu problemlerinin sosyal yönüne dikkat çekmeye başladılar. Bu tür konferanslar beklenen amaç insanların kendi problemlerini anlaması ile birlikte olarak, yerel idarecilik organlarının da söz konusu sorunların çözülmesine yardımcı olmaktır. Altaydın Epşileri,, Rusya’da ilk defa bira yasağı için çağırıda bulundu. Bu çağırı bira da diğer alkollü içkilerle beraber yasaklayan bir yasanın çıkarılmasını talep ediyordu. Bu mücadelelerin neticesinde Rusya Devlet Duması bu kanunu artık kabul etmiştir. Bizim örgüt kadınların alkolik tedavisini de faaliyetleri arasına almış. İlk olarak 117 kadın tedavi altına alındı, ama maalesef onlardan yalnızca 19’u sağlıklı hayata döne bildi. Diğerleri psikolojik duvarı aşarak alkol bağımlısı oldukları için tedavileri mümkün olamadı. Ülkede ailelerin alkole bulaşmaması için müthiş paralar ayrılmaktadır, ama o paralar adresine ulaşmıyor. “Altaydın Epşileri”nin önemli çalışmalarını yapanların başında gelen Svetlana Poletayeve söylüyor” Diyorlar ki, alkol ticaretinden bütçeye büyük paralar gelmektedir. Ama kim hesapladı- biz bu paralar çok kazanıyoruz, ya alkolizmin ülkeye getirdiği felaketlerden daha çok kaybediyoruz. Anne-babalar alkol yüzünden hapishanelere atılıyor, çocuklar ise dışarıda perişan olmaktadırlar. Bütçeden aileler için ayrılan paralar ise alkolik anne-babaların Sahipsiz çocuklarına veriliyor, sanki. Ama daha iyi olmaz mı, devlet o çocukları kendisi alsın, ayrılan parayı ise iki veya daha çok çocuğu olan, onları sağlıklı bir biçimde yetiştirmeye İddialı olan, ama buna imkanı olmayan ailelere verilsin. Bu teklifin devamı olarak da “Altaydın Epşileri” özel bir proje ile çocuklarını iyi yetiştirmek isteyen ailelere yardımda bulunmaktadırlar. Moskova’da Rusya kadınlarının kurultayı sırasında Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanına “Altaydın Epşileri”nin delegelerinin de imzaladığı bir metin verildi. Bu metinde yazıyordu ki, Rus aileler içinden çıkılmaz bir kriz yaşamaktadırlar ve devlet yardımı olmaksızın, bu krizi aşmak mümkün olmayacak. Buna göre de orada bazı teklifler ileri sürülmüştü. Mesela, enformasyon mekanının genişletilmesi, televizyon kanallarında eğlence programlarının yerine daha çok Aydınlanma programları yayınlamak, ailenin manevi sağlığına yönelik devlet projeleri hazırlamak gibi. Rusya Kadınlar Birliğinin başlattığı “Temiz ev, temiz ülke, temiz Planet” kampanyasına Altay kadınları da katıldı. Biz çevreyi temizledik, hatta deterjan tozlar alarak Kayalara turistlerin yazdığı gereksiz yazıları bile temizledik. Daha başka bir kampanya “Kadın Aile Yaratıcılık” festivali vardı ve biz bu kampanyayı 8 Mart kadınlar günü ile ilgili başlattık ve başarıyla geçirdik. Bu festivalin organizasyon işlerine Altay Hükümeti, Altay’ın Kültür Bakanlığı, Emek ve Sosyal Kalkınma Bakanlığı bile katıldı. Altaylar’da Kültür Bakanlığının kabul ettiği iyi bir proje de vardır. Bu proje sivil toplum örgütlerinin 2013-2015 yılları arasında faaliyetlerine destek projesi adlanıyor ve bu örgütlerin çalışmalarına her türlü destek verilmektedir. 234 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÇAĞDAŞ TOPLUMUN KÜLTÜREL DEĞERLERİ VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ YAŞATILMASINDAKİ ROLÜ Liubov ÇİMPOEŞ “KAYNAK” Gagauz Kültür ve Bilim Destek ve Kalkınma Vakfı, Moldova İlimler Akademisi, Gagauzoloji Bölümü @ lchimpoesh@mail.ru Son on yıllar içerisinde Moldova ‘da çok sayıda devlet ve hükümet ile bağlantılı olmayan sivil kurum kurulmuştur. Söz konusu kurum ve kuruluşların faaliyet alanları, var olma süreci ve toplum tarafından tanınmışlığı son derece farklıdır. Gagauz aydınları da süreçten uzak kalmadılar, izinler ve imkanlar çerçevelerinde zamanın gerektirdiği yönde ve faaliyet odaklarında çok sayıda toplum kuruluşu oluşturuldu. Açılan Kuruluşlar arasında Gagauz kültürü ile bilim gelişimine destek veren “Kaynak” fonu kuruldu. İşbu Arka Plan ana görevi bilim ve kültür kuruluşlarında, eğitim ve kültür bilim adamlarına, Gagauzların tarih, kültür ve halk geleneklerin araştırmacıların yardım sağlamaktır. Gagauz halkın tarih ile kültürü Türk dünyasının ayrılmaz parçasıdır. Bu sebeple sivil kuruluş olan “Kaynak”, Türkiye ve sınırları içerisinde Türk halkların yaşadığı Rusya, Ukrayna, Bulgaristan’da ve diğer ülkeleri ile iş birliğinde bulunarak faaliyetlerini gerçekleştirmeyi hedefliyor. “KAYNAK” fonu, kültür ve bilim bölgesinde kadın, gençlik ve Gagauz sivil kurumlarına, genç bilim adamlarına, emeklilere destekte ve maddi yardımda bulunmaktadır. Faaliyette bulunduğumuz seneler içerisinde’’ Kaynak’’ Fonu hem devlet kurumları, hem de sivil ve ticari kurumlarla işbirliği yapmaktadır. Çalışmalarımızın ana hedeflerini belirledik. «KAYNAK» plan çalışmalarının sonucunda Gagauz halkın bilim ve kültür gelişimi çerçevesinde ve bunun yanı sıra sosyal alanında aktif faaliyetlerimizde çok başarılı sonuçlar elde ettik. Son 10 yılda Moldova’da çok sayıda sivil toplum örgütleri oluşturulmuş ve devlet ten resmi izin alınmıştır. Bu örgütlerin aktiflik seviyesi ve faaliyet alanları farklıdır. Sivil toplum örgütü oluşturma imkanlarını elde eden Gagauz halkı da bu örgütlenme sürecinden başarı ile faydalanarak “Gagauz halkı”, “Kardeşlik”, “Birlik”, “Arkalık”, “Moldova Gaguzları Derneği” gibi örgütler kurabilmiştir. Geçen yüzyılın 90’lı yıllarının ortalarında Gagauz Özerkliyi ilan edildikten sonra Gagauz halkının bilim ve kültür alanında desteye ciddi bir ihtiyacının olduğu ortaya çıktı. Bu ihtiyacı bir grup Gagauz sanat ve kültür adamını bir araya getirdi ve 2000 yılında “Kaynak” Vakfının kurulduğunu ilan ettiler. O zamanlar sivil toplum inisiyatiflerine devlet desteği neredeyse yok gibi idi. Bu yüzden de oluşturulan yeni Fonun tüm masrafları 235 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER başta görev icabı geziler olmak üzere, ilmi çalışmalar, basım yayın işleri, keşif, staj organizasyonları ve başka önlemler için ücretleri bir grup akademisyenlerin kendi şahsi bütçeleriyle karşılanmaktadır. Bu Fonun oluşturulmasının esas kişileri olan Çimpoeş, PA Çebotar, E. Bankova, D. Nikoğlu olarak yeni bir Vakıfın oluşturulması gibi kolay olmayan bir işin altına girmişlerdir. Fonun esas amacı Moldova Bilim Akademisi Gagauzoloji Bölümünde basına hazır olan ilmi eserlerin, öylece de Özerklik için ciddi ihtiyacı duyulan bilimsel, bedii, sorgu edebiyatının basınını başlatmak sayılmakda idi. Oldukça kısa sürede 20 den çok proje işlendi ve gerçekleştirildi. 12 kitap (bu sırada 3 büyük 3 dilli sözlük de vardı) basına hazırlık aşamasına getirildi ve basıldı. Bunlardan 10’u doğrudan akademik aleme ait kitaplar vardı. 1. Budjaka: Svetloẏ pamy ol ti Q.A. Qaẏdarji.Sost.: P.A. Çebotarь, E.K. Kolцa, L.S. Çimpoeş. Kişinev, 2000. 112 s. 2. Gagauz Halk türküleri’’. Hazırlık.: L.Çimpoeş, toplayan M. Durbaylo, P.Stoyanov. Chişinău, 2001, 172s. 3. Gagauz halk türküleri’’. Kaset, 28 türkü. Hazırlık.: L.Çimpoeş, P.Çebotar. Chişinău, 2001. 4. İyon Dron, Gagauz Geografía terminnerinin laflıı.Chişinău, 2001,244 s. 5. Gagauzca-Rusça-Romence Sözlük. Hazırlayanlar: P.Çebotar, İyon Dron, IVANNA Bankova, L.Çimpoeş, 12 000 laf, Chişinău, 2002. 740s 6. lubov Çimpoeş «Duygu başçesi». Şiirler. Chişinău, 2002. 75s. 7. Saveliy Ekonomov. Zavallı Üretici. Anlatmalar.Kişinöv, 2003, 146s. 8. Sofya Koca. Var neya yaşamadan. Kişinöv, 2004, 128s. 9. Kara Çoban.Seçme oluşturmalar. Hazırlık. Petri Çebotar. Ankara 2004.411s. 10. Nikoqlo D. E. Sistema pitaniy ol qaqauzov v XIX - naçale XX v. Chişinğu, 2004. 212s. 11. XIV. KIBATEK Edebiyat sempozyumu. Gagauz Kültürü. 6-10 Ekim 2007. Moldova. Yayına hazırlayanlar Metın Turan, Luba Çımpoeş, Emilia Bankova.Chışınău, Kaynak, 2007. 388 s. 12. KIBATEK şiir buluşması. 6-10 Ekim 2007 Moldova. Yayına hazırlayan Metin Turan, Luba Çimpoeş. Chisinau, 2007. 160 s. «Kaynak» fonu ilk baştan Moldova Bilim Akademisi ile, Moldova Eğitim ve Bilim Bakanlığı ile, öylece de Moldovadaki çeşitli ülkelerin-Türkiye’nin. Rusyanın, Bulgaristan’ın, Ukrayna vb Büyükelçilikleri ile ortak projeler üzerinde çalışmaktaydı. Bu işbirliği sonucu olarak, 2002-2007 yılları arasında Moldova’da Gagauz kültürü ile ilgili 2 Uluslararası sempozyum organize edildi. Gagauz kültürü üzere 6. Uluslararası sempozyum 2002 de organize edildi ve buraya 12 ülkeden delegeler katıldı. 2007 de ise “Türk dünyasında Gagauz kültürü” (KİTABEK) 236 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER adlı 14. Uluslararası sempozyumda 17 ülkeden delegeler oldu. “Kaynak” Fonu Gagauz kadın ve gençler örgütlerine de destek göstermektedir, ihtiyaç sahibi gençlere manevi ve maddi yardımlar yapmaktadır. Bu amaçla Stok gençler örgütleri ile birlikte seminerler, olimpiyatlar, yaradıcılık konkursları, bilimsel keşif, bilimsel araştırmaların basınını teşkil etmektedir. Ara-sıra imkanlar dahilinde daha büyük hayırseverlik gösterileri yapılmaktadır. Bunlar Türkiye’nin Moldova’daki büyükelçiliğinin yanında bulunan TİKA ile birlikte zengin ailelerden olan yukarı sınıf öğrencilerine maddi destek kampanyaları şeklinde olmuştur. Bu tür gösteriler Komrat, Çadır-Lunkda, Vulkaneşt bölgelerinde organize edilmiştir. “Kaynak” Moldova’nın devlet yapıları ile birlikte bir çok projeleri de işlemiştir. Bunlar-Moldova Eğitim ve Bilim Bakanlığı, Yüksek Okulların Gaydiyyatı üzere hükümet komisyonu, Moldova Cumhuriyeti etnik azlıkları koruma Devlet Komitesi vb ile beraber işlenen çeşitli program ve projeler. “Kaynak” Vakfı eylemcileri: yazarlar, şairler, bilim adamları, kültür ve eğitim uzmanları Gagauzyada Gagauz dilinin gelişmesine ciddi katkılar veren Komrat Üniversitesi’ne destek amacı ile devamlı olarak yardımcı olmaktalar. Moldavya Bilim akademisi ile işbirliği her zaman devam etmektedir. Bugün Moldova Bilim Akademisinde Gagauz Etnoloji Bölümü kendi alanında-Gagauzoloji ve Türkoloji alanında bağımsız olarak temel araştırmalar yapma hakkı ile tanınan tek sektör. Bu sektörün kalkınma programını önümüze koyduğuz görevlerin icra edilmesi bakımından değerlendirmekteyiz. “Kaynak” Vakfı olarak her zamanki faaliyetlerimizi icra edebilmek için devamlı çalışmakdayız ve ciddi başarılarımızın olduğunu, bundan sonra da başarılara imza atacağımızı düşünüyoruz. Moldova 2002 - yılda “Yerel diller ve yerel azlıklar Şartı” nı imzaladıktan sonra ülkedeki etnik gruplarla işlemek için sayılı halkların temsilcilerinden oluşan özel bir komisyon yaratıldı. Bu komisyona etnik-kültürel örgütlerin temsilcileri, çeşitli alanlara ait bilim adamları dahil edildiler. Tabii ki, “Kaynak” eylemcileri de bu grup vardırlar ve bu komisyon dahilinde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Avrupa ailesinin tam hukuki üyesi olmaya can atan Moldova’da sivil, demokratik toplumun oluşturulması önde gelen vazifelerdendir. Bu yüzden sivil toplum örgütlerinin devletle birlikte halletmeli olduğu büyük işler vardır ve “Kaynak” bu tür önemli projelerin merkezinde kendi yerini tutmaya devam ediyor. “Kaynak” Moldova’daki gergin politik, ekonomik durumdan bakmayarak kendi çalışmalarını başarıyla devam ettirmekte ve uğrularının sayısını artırmak iddiasındadır. 237 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AZERBAYCAN BASININDA MİLLİ - MANEVİ DEĞERLERİN TEBLİĞİ SORUNU Cavid ŞAHVERDİYEV Azerbaycan Demokratik Reformların Gelişimi Merkezi @ avrasiya.net@mail.ru Yaşadığımız XXI yüzyıl keskin çelişkileri ile zengin olan karışım, «kültürel dünya» yı kendisinde tecessüm ettirmektedir. Görünüşte süslü görünen bu dünya , kendi acımasız yasaları ile çıkarlar ve iddialar üzerinde qurulmaqla sıra manevi değerlerin deqradasiyasına da sahne olmaktadır. Manevi - kültürel mirasa ilgisiz tutum yazık doğuracak bir durumdur ve bu ihmal halkı kendi tarihi hafızasını kaybetmeye sürükleyebilir. Ne yazık ki, bu deqradasiyasının katalizatoru günlük hayatımızı bir anlık olsun bile zaten tasavvur etmediğimiz medya - basın, televizyon, radyo ve internettir. İnsanın kendi değerlerini kaybederek, gözünü şartlara ve ambisiyalarına çevirmesinde, kendi iç âlemini çirklendirmesinde medyanın rolü büyüktür . Kitle iletişim araçlarının nasıl büyük bir güce sahip olması konusunda sohbet açmak yersiz olurdu. Yayın bu gün bütünüyle ayrı bir dünyadır ve bu dünya kendi sosyo- psikolojik etkisi özü ile vazgeçilmez derecede büyük etki gücüne sahiptir. Bugün kitle iletişim araçları günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Çünkü zaten hayatımızın hangi yönde akım edeceğini düşünmek imkansızdır. Bu, günümüzün gerçeği. Fakat gelin bir anlık düşünelim: sadece günlük iş rejimimiz, hatta şüurlarımıza ve doğrudan kimlik gibi kalkınmamızı doğrudan etkilemek gücüne sahip medya doğruluk, vatanseverlik, demokrasi ve insan haklarına saygı duymak yerine, şiddeti, milli diskriminasiyanı, toplumun birçok kesimlerini kabartıyor ve bir çeşit bu eybecerliklerin tebliğatçısına dönüşüyor. O zaman ister toplumun, gerekse ayrı ayrı bireylerin olumlu yönde gelişmesinden konuşmaya değer mi? Sayısız basınımızdan, televizyon kanalları, nihayetsiz internet ağları, çeşitli bilişim teknolojileri maalesef, kendi başına bırakılmıştır. Ücretsiz sözün yarattığı imkanlarından, makamından sağlıksız kullanılması, toplumumuza, Maneviyatımız yabancı tezahürlerle tuğyan etmesi gençlerin manevi dünyasının şekillendiği mekana, ailelere, okul yaşındaki uşağların düşünce tarzına doğal afet gibi sokulması kabul edilemez olsa da, ne yazık ki, bugünkü hayatımızın gerçekliğidir . Esasen sivil profesyonellik, gazeteci etikasına amel etmeyen, yayın kelimesinin etki 239 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER gücünü , kendini değerlendirmeyi yapamayan, ayrı iddialı kişilerin yersiz ve gereksiz ısmarlamanıza rağmen yayınlanan yazılar insanları Hak’tan birbirine düşman ediyor, aynı zamanda onların çevresinde olan çocuklarını ve yakınlarını sarsıyor, büyük küçüklük, aile başkanı nüfuzuna olumsuz etkiler göstermektedir. Sayısız gazetelerin şahsında sunulan böyle yazılar genellikle halkımızın zengin etik davranışları, manevi - ahlaki değerleri ile, özellikle gazetecinin meslek sorumluluğu ile bir araya sığmıyor, gazete sayfalarında kimliği hakaret eden, insan onurunu aşağılayan, onu ailesi ve arkadaşları karşısında başı aşağı yazılar fazladır . Bu yazıların kaynağı esasen kahve sohbetlerine dayansa da, onu kitlesel basın sayfalarına çıkarmak hiçbir ahlakımız yakışmıyor, genelde halkımızın milli - manevi değerleri ile bağdaşmayan konumdur, gereksiz yaklaşımlar . Söz kumandan, insanı, kalabalığı kontrol ediyor . Kelimenin büyük kudreti , kılıçtan keskin keseri olsa da, hem de ince, merhem, zarif göltek letafeti var, güzellikler ve şevk yaratıyor. Kumandanlar de cenge çağıran emirlerini tam anlamıyla kudreti söylerler. Hoş niyetle söylenmiş, merhemane, ince söz insanları xeyirxahlığa, hümanizme, Vatan , anne-baba sevgisine, hak - adalete tapmaya, insana özgü olan güzelliklere çağırır . Sözün kadrini ve kaderini değerlendiren atalarımız kendi bilge ipuçları ile insanlara yol gösterir , kan barıştırır , gençleri hayatta nasıl yaşamaya ruhlandırardılar. Fakat söz özgürlüğünden kullanan bazı basın organları halkımızın iman - inanç gösterdiği mukaddes mekanlara, büyük şaxsiyyetlerimize yönelik olumsuz anlam taşıyan yazılardan etmemelidirler. Her bir gazeteci hem de işte bu halkın evladıdır, basınımızdan da Azerbaycançılığımıza hizmet etmelidir. Halkımızın kutsal nimetleri gibi aziz tuttuğu manevi - ahlaki değerler her noktada göz bebeği gibi korunmalıdır. Bazı yabancı ülkelerde basılan pornografik dergilerin getirilmesi, yayılması, aynı zamanda ülkemizde yayınlanan çok sayıda dergi, sarı piyarlar, çeşitli gazete ve dergiler elbette, Azerbaycan ailesine dahil olur, okunur ve büyüklü küçüklü bakılıyor. Bazı televizyonlardaki eybecerlikler, yetenek ve kişiliksiz gösteri iş bazı temsilcilerini, onların sözde belirgin olan amellerini tebliğ eden, boş sohbet başka bir şeye benzemeyen programlar, pornografik Momentler yansıyan reklamlar, sinema animasyon, insan duyarlılıklara leke getiren hususlar, şiddet filmlerin gösterisi aslında eter doldurmak amacı olsa da, elbette, gençlerimizin ahlaki değerlerinin aşılanmasına Hesaplanan araçlardır. Azerbaycan halkının yüzü beledirmi ki , her ülkede yaşanan sıradan bir gerçeği daha da kabartıp, çirkin şekilde geniş izleyici kitlesine car çekiyorlar? Sayın gazeteciler, dünyaca ünlü, güzel halkımızı ve kimliklerini ve bariz örnek olan ahlaki değerlerini dünyaya böyle mi tanıdarlar? Modern jurnalistkanın dinamik gelişimi ve bilgi mekanının küreselleşme dünyanın herhangi noktasına etkisini gösterdi. Basın, televizyon ve radyo, multimedya ve internet ağları millionlarla insanın evine girmektedir. Bilgi akımı sosyal süreçlerin 240 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kontrol edilmesinde önemli rıçaqlardan birine dönüşmüştür. Ve bütün bunlarla birlikte not edilmelidir ki, güçlüler bilgilerin toplanması, saklanması, işlenmesi, yayılması ve üretim süreçlerinde de kendi kural ve kanunlarını dikte ediyorlar. Bugün ülke mediasındakı durumu gözden geçirirken hiç de iç açıcı manzara ile karşılaşmıyoruz. Medyada giden malzemede halkımızın ahlak normları beklenmeli, bayağı karakter taşımamalıdır. Biz öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, gençlerimizin manevi - ahlaki zeminde yazılmış makalelere büyük ihtiyacı var. Bugün kitle iletişim araçları gençlerimizin milli değerler zemininde terbiye edilmesinde güçlü araçtır. Özellikle, genç, genç kızlarımızın ağır, karmaşık zaman diliminde düzgün terbiye edilmesinde medya büyük etkiye sahiptir. Fakat maalesef, öyle basın örnekleri var ki, ucuz hissi aşkına, çoğu zaman ise milli mentalitetimize uygun olmayan yazılarla görür, gençliğin maneviyatına apaçık büyük darbeler vuruyor. Pazar ekonomisi döneminde bedelsiz dava alanı olan medyanın başlıca amacı gençliğin manevi olgunluğu uğruna hizmet etmek olmalıdır. Etkili, çekici, lojistik , gerçeğe dayalı ibretli yazılarla basın bugünün sorunlarından söz açmalı, toplumu ilgilendiren olaylar hakkında tarafsız, doğru ve tarafsız bilgi ötürücüsüne dönüştürülmelidir. Çünkü yaratıcılık için en zengin kaynak hayattır, yaşayıp yaratan insanların faaliyetidir. Sohbetlerinde, giyim - geçimlerinde, halkının milli - manevi değerlerine, tarihine, gelenek ve göreneklerine ihmal kalan gençlerin kaderi, toplumda «Avropalaşmaq» adı ile kendine yer bulmaya başlayan manevi bozulmuş medyada heyecan tebili çala bilmiyor. Karşılığında ise, hissi doğuran, gıybet karakterli basit haberler, milli psikolojimizi kesinlikle yolcunun, yüz yılda bir kez tesadüfen meydana bayağı nesneler, sanat yıldızlarının özel hayatında yaşanan anlamsız, toplum için hiçbir önemi olmayan olaylar, Abir resimler, kollajlar medyada herhangi kadardır. Bazı basın organları tarihi anenelerimizden uzak düşüyor, kendi kökümüze balta vuruyor, hiciv yerine küfür, eleştiri yerine hakaret yazıyorlar. Büyük ve ciddi ormanlardan biri de ülkede sektant grupların , misyonerlerin , kendisini asıl Müslüman gibi kaleme veren sıradışı tarikatların suretle artmasıdır. Tüm bunlar gençlere büyük etkiler, onları milli - etnik kökten ayırıp, yabancı bakış açısının, yabancı maneviyatın ve dinin kuluna çevirir. Bu tür faaliyet sadece gazetecilik pratiğine değil, milli - manevi değerlerimize, ahlak ve etik kurallara da aykırıdır. Halkımızın bariz kahramanlık tarihi, cömert nesilleri var. Zaman zaman Vatan tehlikede iken kahraman oğullar silaha sarılıp el - obanı, kutsal topraklarımızı korumak uğruna canlarını bile feda etmişlerdir. Vatanseverlik halkımızın kan hafızası. Zaman öterse de , bu büyük, beşeri duygular milletimizin, halkımızın hayatında hep başlıca kriter olmuş, bir karakter gibi oluşmuş, nesillerin faaliyetinin üstünde durmuştur. Birinci Karabağ savaşı büyük süpergüçlerin revaç verdiği, desteklediği, pratik ve somut yardım gösterdiği düşmanlarımızın ata topraklarımızı işgal etmesi binlerce vatan oğullarını ayağa kaldır241 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER dı. Güçlü devletlerin katılımıyla yapılan işgal savaşı halkımızın kahramanlık tarihinde yüzlerin, minlerin şecaat, gayretli nümuneleri hafızalara kazınmış edildi. Bugün de Vatan oğulları Karabağ’ın kurtarılması için orduda hevesle, büyük gurur hissile hizmet ediyor, yapılan ordu yapılanmasında kendi töhvelerini verirler. Fakat manevi ceheddin aşılanmalara yol vermiş bazı ailelerde çocuklarını yabancı ülkelerde okumak, hem de hastalıklar adı ile orduda hizmetten dağıtmak çalışırlar. Zaman, tarih, Azerbaycan halkının vatanseverlik gelenekleri bazı bile insanlara ders olmalıdır. Ülkemizde bazı radikal güçler kendilerinin ideolojik amaçlarını zoran - tabip hayata geçirmeye, zararlı dini adetleri körü körüne, aşırı derecede icra etmeye çalışsalar da kendisinin milli - manevi ve dini değerlerine her zaman büyük önem veren halkımız kendine özgü inançları, inanç - itikat gösterdikleri tapınakları göz bebeği gibi korumaya, nesil - nesil sürdürüyor. Fakat radikalizme, aşırı dini inançlarındaki ayak açmasına yol vermek ne zamanın talebine uygundur, ne de tarihi geleneklerimize. Aile başkanları, aydınlar genç neslin terbiyesinde bu önemli xüsusatlara hep ciddi dikkat etmeli, çocuklarımızı dünyevi ilimlerin fatihi olarak nurlu, aydınlık, zeki, aydın kimlikler olarak görmek arzusunda olmalıyız . İnsanların sivil toplumunda ilişkilerini düzenleyen temel araçlardan biri ahlaki - manevi kültürdür. Onu da belirtelim ki, her insan kendi hayatının yazarı. O, tüm dünya hayatı boyunca kendini ıslah etmeye, kendi iç âlemini saflaşdırmağa ve manevi olgunluğa ulaşmaya çalışmalısınız. Kısacası, halkın önde gelen bölümü, etnik topluluğun yarattığı ahlak manevi kültürü geliştirerek onu yaşatıyor. Milli - manevi değerler insan hayatına girerek kişisel mensup olduğu halkın ideallerine kavuşturur. Milli manevi değerleri halk, toplum yaratıyor, kişilik ise onu benimseyerek oluşur. Milli manevi değerleri benimseyen insan onu özününküleşdiriyor . Ahlaki - manevi kültür ve onun bünyesine dahil olan gelenekleri , mentaliteti sıkıştırmak ve milli bilinci kosmopolitleşdirmekle küreselleşme milletin özünüqoruma instiktlerini zayıflatabilir. Buna göre küreselleşme ortamında milli manevi değerlerimizi tehlikeden uzaklaştırmak için milli - felsefi görüşe atıfta bulunmak, ulusal ideoloji ve ulusal sosyal özünüqoruma bilinci oluşturmak, milli ve evrensel değerlerin modern içeriği düzleminde vahdetine ulaşmak önemlidir. Azerbaycan’ın Avrupa’ya bütünleşmesi, onun modern Batı uygarlığının değerlerini kabul etmesi hiç de Azerbaycan’ın kendi milli ve dini varlığından vazgeçmesi demek değildir. Ahlaki - manevi kültür pratik maneviyatı gerekmektedir. Manevi kültür toplumun, herhangi bir sosyal grubun kazandığı manevi gelişme ölçüsüdür. Bu ölçü benimsenmiş ve insan etkinliğinde realize edilen manevi kaynaklar karakterizedir. Maneviyat gibi manevi kültür de manevi bilinci, ahlaki ilişkileri ve manevi faaliyetleri kapsar. Yasal devlette ahlaki - manevi kültür meseleleri vâcib’ten önemli konulardır “Ahlaki, manevi durumu yeterli düzeyde olmayan devlet hukuk devleti olamaz. Doğu kül242 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER türünün de bilimsel, idraki çekirdeğinde bu ilkeler duruyor. Nüfusun manevi seviyesi yüksek değilse kanunların mahiyeti , onları takip olunmanın kültür olduğu fark edilmez. Cemaat ancak engelleme prensibi ile yaşayınca vahşileşme, mütileşme, şexsiyyetsizleşme oluşur. Kısacası nüfusun kalitesi düşer. Maalesef, şimdi bizde bu alanda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Halkın yüzyıllardır oluşan ahlaki - manevi değerleri ciddi aşınmaya maruz kalmıştır. Fikir verin, örneğin aile zemininde katledildi olayları ne kadar arttı ! Öyle başka alanlarda da... Bu televizyonlar, sosyal ortam, rüşvet hallerinin yayılması vb. durumlar neden oluyor. Bu nedenle bu büyük potensialımızın oluşmakta olan sivil toplumuna transferinde sorunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle her bir milli, bağımsız devletin en önemli görevlerinden biri de ahlaki - manevi konulara ilginin artırılmasıdır. Azerbaycan devleti de bu gibi konularda medya e yardım ediyor. Öyle ki, 2002 yılında Milli Televizyon ve Radyo Konseyi, 2003 yılında Basın Konseyi, 2007 yılında Azerbaycan Cumhurbaşkanı yanında STK’lara Devlet Desteği Konseyi ve 2009 yılında ise Azerbaycan Cumhurbaşkanı yanında medya e Destek Fonu kuruldu. Bu kurumlar yazılı ve elektronik medyada diğer alanlarla birlikte milli - manevi değerlerimizin korunması ile ilgili kamuoyu arasında bilinçlenme çalışmasının yapılmasında kendilerine büyük destek oluyor. STK’lara Devlet Desteği Konseyi milli - manevi değerlerimizin korunması ve geliştirilmesi için her yıl 30’dan fazla STK ye mali desteği gösteriyor . Bu maliyetin miktarı ise milyon manatlarla ölçülür. Medya e Destek Fonu ise yılda 2 kez 30-40 yerel medyaya mali desteği gösteriyor. Bir çok basın organı daha çok manevi değerlerimizin korunması, halkın gelenek anenlerinin yaşatılması konusunu tercih ediyorlar. Milli Televizyon ve Radyo Konseyi ise yerel televizyonlarda halkın ahlakına aykırı programların çalıştırmak önleyebilecek pratik önlemler görmektedir . Ama ne yazık ki, devlet tarafından belirlenen programlara uygun mali desteği almayan bağımsız ve muhalefet medyanın aklına milli - manevi değerlerin korunması meselesi yada düşmüyor. İnternet portalı ve tv - lerde genellikle bu konulara yer ayrılmıyor. Bu da Azerbaycan medyasının sorunlarından biridir. Devlet tarafından hibe ayrılıyorsa bu konuda gazete sayfalarında aktuallaşır, ayrılmıyorsa unutuluyor. Halkın gelenek geleneğinin korunması, milli - manevi değerlerimizin geliştirilmesi sadece Azerbaycan yönetiminin öncelik meselesi olmamalıdır. Her bir medya organı bu konuyu gündemde tutmak . Bu sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Türk dünyasının sorunudur . Halkımızın manevi dünyasını zenginleştiren, tarihimizi ve kültürümüzü yücelten, beraberliğimizi sağlayan milli - manevi değerleri korumak hepimizin kutsal görevidir. Bugün milli manevi değerlerimize de tecavüz etmek teşebbüsleri ve durumları olduğu için, bu önemli meselenin daima dikkatte bulundurulması gerekliliği ortaya çıktı . Tarihi gurur duyduğumuz kriterlerin, başarılarımızın üstünden kolayca çizgi çizmek, 243 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER onu hakaret isteğinin bazen baş kaldırması bizi çok qayğılandırır. Öncelikle her bir aydın yüzyıllardır cilalı, zamanın olmayanlara - keşli denemelerinden çıkmış, elenmiş, saflaşmış, bugünümüzün hayati talebinin dönüşmüş, halkımızın kendine ait milli mentalitenti kriterlerine çevrilmiş manevi değerler halkımızın yüksek ahlaki özelliklerinin tecessümüdür, tuz - ekmek kadar hepimize azizdir . 244 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KIRGIZİSTANDA SİVİLLEŞME SÜRECİNDE ETNİK FARKLILIĞA DAYALI ÖRGÜTLENMELER Samagan MYRZAİBRAİMOV Oş Devlet Üniversitesi @ s.myrzaibraimov@gmail.com Bağımsızlık sonrası Orta Asyadaki en demokratik ülke sayılan Kırgızistanda sivilleşme süreci hızla gelişmiştir. Bunun sonucu olarak uluslararası sivil toplum örgütleri, dışarıdan destek alan yerel sivil toplum örgütleri aktif faaliyet içine girmişlerdir. Devlet yönetimi de bu tür faaliyetlere hukuki ve siiyasi açıdan destek vermiştir. Bu tür örgütlenmeler işerisinde etnik farklılığa dayanan sivil kuruluşlarını da sayabiliriz. Yüz elliden fazla etnik grubu barındıran Kırgızistanda bir çok etnik gruplar örgütlenerek kırgız toplumunda önemli bir yer tutmuştur. Bu örgütlenmeleri sadece insan hakları açısından değerlendirmemek gerekir. Bu tür örgütlenmeler devlet yönetimi tarafından da desteklenerek ülkedeki barış, kardeşlik ve sosyal hakların talebi ve gerçekleşmesine sağladığı katkıların ötesinde, yönetimin siyasi çıkarları için de uygun bir etki alanı haline gelmiştir. 1993 senesinde oluşturulan Kırgızistan halkları meclisi birliği etnik farklılığa dayalı sivil toplum örgütlerini bir çatı altında birleştirmiştir. Bu birlik de devlet yönetiminin siyasetini destekler nitelikte faaliyetlerde bulunurken, son dönemlerde daha bağımsız çalıştığına dair verilere rastlamaktayız. Devlet yönetimini doğrudan desteklemese de devlet politikasını desteklediği günümüzde de görülmektedir. Bu birlik genelde kültürel faaliyetlere ağırlık vermektedir. Fakat özellikle seçim dönemlerinde bu tür örgütlenmelerin bellir grupları desteklediği görülmektedir. Kuruluş ve faaliyet nedenleri ne olursa olsun bu tür örgütlenmeler Kırgızistan’daki demokratikleşme sürecinde olumlu etki edeceği aşikardır (Амердинова М.М. Самосознание и современность. Бишкек – 2002, c.86.). Sovyetler Bilrliğinin dağılmasından sonra etnik azınlıkların oluşturduğu ilk sivil toplum örgütlenmeler Kırgız Cumhuriyetinde gerçekleşmiştir. 22 Ocak 1994 Cumhurbaşjanı Askar Akaev’in inisyativiyle Kırgızistan Halkları Assamblesi (Kırgızistan Elderi Assambleyası) oluşturulmuştur. Assamble Kırgızistan halkını oluşturan etnik grupların etnik çıkarlarını ifade etme ve bütün halkların birlik, kardeilık ve dostluğunu sağlamlaştırmak amacını taşımıştır. Assamblenin oluşturulması sovyet sonrası bağımsızlığını kazanan devletler için yeni bir uygulama olmuştur. Kırgızistandan sonra bu uygulamayı Kazakistan, daha sonra Rusya takip etmiştir (Садвокасова А.К. Глобальная 245 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER конференция: «Управление персоналом государственной службы: состояние и перспективы», http://www.group-global.org/ru/lecture/view/4197, 24.09.2013). Assambleye (bölge açısından) ulusal statüye sahip etnik gruba dayalı 28 örgüt üyedir. Bu örgütlerin her biri kendine özgü ilgi alanı olan ve aynı zamanda (ve temelde) barışın yerleştirilmesini, korunmasını ve halkların birgiliğinin güçlendirilmesini, kültürel çeşitililiğin hoş görü temelinde geliştirlmesini amaç edinmektedirler. Bunun yanında ‘Çok çocuklu aile’ vakfı da assambleye bağlı bir kurumdur. Şu an itibariyle ülkenin güney bölgesindeki Oş ve Celal Abadda birer şübesi bulunmakta, kuzey tarafta ise Tokmak şehrinde 15 etnik-kültürel oluşumla faliyette olan ‘Dostluk evi’ bulunmaktadır (http://www.assembly.kg). Günümüzde Kırgızistan Halkları Assamblesine üye olan sivil toplum örgütler: 1. Azerbaycan-lıların ‘Azeri’ sivil toplum kuruluşu (STK) (kuruluş yılı - 1992) 17. Almanların ‘Kırgızisatn Almanları Halk Meclisi’ (1992) 2. Emenilerin ‘Nairi’ STK (1996) 18. Polonyalıların ‘Odrodzenie’ kültürel-Eğitim Birliği (1998) 3. Beyazrusların ‘Svitanak’ STK (1993) 19. Rusların ‘Garmonia’ kültür merkezi (2006) 4. Bulgarlarların ‘V’zrajdane’ (2008) 20. Taciklerin ‘Rudaki’ (2006) 5. Gürcülerin ‘İveria’ (1997) 21. Türklerin ‘Kırgızistan Türkleri Birliği’ (1998) 6. Yunanların ‘Filia’ (1995) 22. Tatar-Başkırların ‘Tugan El’ kültür merkezi (1989) 7. Dunganların ‘Kırgızistan Dunganları’ (1994) 23. Uygurların ‘İttipak’ (1989) 8. Dağıstanlıların ‘Sadaka’ (1994) 24. Ukraynalıların ‘Bereginya’ (1993) 9. Yahudilerin ‘Menora’ (1989) 25. Özbeklerin milli kütür merkezi 10. İnguşların ‘Vaynah’ (1995) 26. Çeçenlerin ‘Bart’ kültür merkezi (2001) 11. Kazakların ‘Kırgızistan Kazakları Birliği’ (1994) 27. Çeklerin ‘Nazdar’ (2003) 12. Kabardin Balkarların ‘Mingi Tau’ (2001) 28. Çingenelerin ‘Romano Drom’ 13. Kürtlerin ‘Midia’ (1993) 29. ‘Çok Çocuklu Aile’ vakfı 14. Kırgızların ‘Tügölbay Ata’ (1991) 30. Oş Şubesi (1996) 15. Korelilerin’Kırgızistan Koreliler Birliği’ (1989) 31. Celal Abad şubes (1996) 16. Karaçayların ‘Ata curt’ (1993) 32. Tokmok dostlukevi (2012) (http://www.assembly.kg Oş Şubesindeki kuruluşlar: Oş İl Özbek kültür merkezi Etnik Rus ‘Sodrujestvo’ Birliği ‘Otan’ Kazak kültür merkezi Türk Kültür merkezi ‘Amanisa’ Uygur kültür merkezi ‘İlkaim’ Tatar-Bashkır milli kültür merkezi Oş il Alman komitesi ‘Çinson’ Koreliler Birliği ‘Türk Ata’ Birliği ‘Lölü’ Vakfı Assamble gençlik kolu ‘Yagbun’ Kürtler Birliği Özbeklerin Nookat, Özgön, Aravan, Karasuu (2) milli kültür merkezleri 246 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Celalabad Şubesindeki kuruluşlar: ‘Slovyan Diasporası’ Birliği Uygurlar Birliği ‘Türkata’ Birliği ‘Yangi Asr’ Özbekler Birliği Tacikler Birliği ‘Hoffung’ Bölgesel alman milli kültür merkezi ‘İdel’ Tatar- Başkır birliği ‘Astürk’ Türkler birliği Tokmak Dostlukevine üye kuruluşlar: Koreliler Birliği Assamblenin tarihçesi Özbek milli kültür merkezi Ermeni milli kültür merkezi Kazak milli kültür merkezi Uygur milli kültür merkezi Bereginya Ukraynalılar Birliği şubesi ‘Kırgız Dili’ topluluğu Dungan milli kültür merkezi Kalmak milli kültür merkezi Kuzey Kafkasyalılar milli kültür merkezi Tatar-Başkır milli kültür merkezi Tokmak Almanlar komitesi Çingene milli kültür merkezi Kazalklılar milli kültür merkezi 7 Aralık 1993’te on bir sivil toplum kuruluşu yöneticileri etnik gruplar arası ilişkilerin masaya yatırılması ve bu tür ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik çözümler üretmek amacıyla Kırgızistan halkları Kurultayını düzenleme talebiyle Cumhurbaşkanı Askar Akaev’e dilekçe yazarlar. Cumhurbaşkan bu teklifi kabul eder ve Kırgızistan Halkları Kurultayını düzenleme komitesi oluşturur ve kurultay günü olarak da 21 ocak 1994 tarihini belirler. Bu kurultayda ‘Birlik, barış ve hoşgörü Deklorasyonu’ ilan edilir. Kırgızistan Halkları Assamblesi tüzüğü kabul edilir. Meclis, yönetim kurulu oluşturulur ve meclis başkanı seçilir (Пути к этническому миру в Кыргызстане / Под ред. А.Алишевой. – Бишкек: 2012). 1997’de Cumhurbaşkanının buyruğuyla Assamble meclisine Kırgız Cumhuriyeti Cumurbaşkanlığına bağlı etnik ilişkiler ve etnik politikayla ilgili danışmanlık kurulu statüsü verilir. 18 Haziran 2011’de gerçekleşen Kırgızistan Halklarının Assamlesinin VII Kurultayında assamblenin yeni tüzüğü kabul edilir. Yeni tüzük Assamblenin faaliyetlerinin öncelikli kriteri olarak uluslararası İnsan hakları anlaşması, uluslararası vatandaşlık ve siyasi haklar paktı daha sonra Kırgız Cumhuriyeti anayasası temel alınacağı belirtilmiştir. Önceden meclis ve meclis başkanı assamble yönetimindeyken sonraki tüzüğe göre Yönetim kurulu ve yçnetim kurulu bbaşkanına yönetim hakkı tanınmıştır. Yönetim kurulu beş komisyondan oluşmaktadır. Bunlar: a. Kültür, eğitim, gençlik ve spor komisyonu; b. Uluslararası ilişkiler ve yatırım meseleleri komisyonu; c. Halkla lişkiler komisyonu; d. Bölgelerle ilişkiler komisyonu; e. Hukuki işlerle ilgili komisyon (Амердинова М.М. Самосознание и современность. Бишкек - 2002). 247 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Assemblenin temel görevleri ve yetkileri • Toplumun vatandaşlık kimliğinin geliştirilmesi ve vatandaşlık görevlerin ortaklaşa yerine getirilmesi esasına dayalı olarak birlik ve ülkenin kültürel çeşitliliğini geliştirerek demokratik gelişmeyi sağlamak • Etnik grupların çıkarlarını Kırgız halkıyla birlikte oluşturulacak şekilde desteklemek • Etnik dil, kültür ve genel kültürle bağdaşmayı geliştirmek ve bu konuda yardımcı olmak • Bolgesel, ilçe ve il bazında etnik grupların kendi aralarında ve diğer etnik gruplarıyla iletişim olanaklarını sağlamak • Etnik gruplar arasındaki anlaşmazlıkların ve esktremizmin önlenmesi için girişimlerde bulunmak • Etnik grupların haklarını korumak ve gerek devlet ve gerekse özel kurum ve kuruluşlarda çalışmasına şartlar oluşturmak Assamble meclisinin üyeliğine assambleye üye grup temsilcilerinin yanında statüye dayalı olarak Kültür ve enformasyon bakanı, eğitim ve bilim bakanı, gençlikten sorumlu devlet bakanı, Cumhurbaşkanlığa bağlı Yönetim akademisi rektörü, Cumhurbaşkanlığına bağlı devlet dilini geliştirmekten sorumlu milli komisyon başkanı ve elaman yerleştirme komitesi başkanı otomatikman meclis üyesi sayılırlar. KAYNAKÇA AMERDINOVA MM Kimlik ve modernlik. Bişkek - 2002. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (kabul edilmiş ve 10 Genel Kurul Aralık 1948 kararıyla 217 A (III) tarafından ilan) etnik ilişkiler alanında. Eğitim ve açıklayıcı not ulusal azınlıkların hakları konusunda Lahey Tavsiyeleri. Ekim-1996 Kırgız Cumhuriyeti Medeni Kanunu. Ulusal veya Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi; 15 Ekim 1999 arasında “ticari olmayan örgütler hakkında” Kırgız Cumhuriyeti Kanunu. Çocuk Hakları Sözleşmesi ve diğer temel insan hakları belgelerinde ve temel insan hakları araçlara Sözleşmesi, daha önce BM tarafından kabul edilmiştir. Soykırım ve ceza Suçun Önlenmesi Sözleşmesi; Ulusal azınlıklara mensup Kişilerin Hakları Sözleşmesi BDT; Kırgız Cumhuriyeti Anayasası 23 Haziran 2010 tarihli; Açıklayıcı notlar ile sosyo-politik hayatında Ulusal Azınlıkların Etkin Katılımı, üzerinde Lund Tavsiyeleri. 1999 Irk Ayrımcılığının Tüm Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme; Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi; Omuraliev NA Birleşmiş Milletler antlaşmalara çerçevesinde Kırgız Cumhuriyeti yükümlülüklerini yerine Ulusal // periyodik raporlar - Beşinci, Irk Ayrımcılığının Tüm Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin Kırgız Cumhuriyeti altıncı ve yedinci periyodik raporlar (2011 Mayıs sonunda Eylül 2007 dönemi kapsamaktadır) İnsan Hakları. Bişkek: 248 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Dışişleri Bakanlığı - BM OHCHR 2011. Dil ve açıklayıcı not alanında ulusal azınlıkların hakları konusunda Oslo Tavsiyeleri. Şubat-1998 Kırgızistan / Ed etnik barış için yollar. A.ALISHEVOY. - Bişkek: 2012. Çoklu Etnik Toplumlarda Polislik Öneriler. Şubat-2006 Yayın medyada azınlık dillerinin kullanımı ile ilgili öneriler. Ekim-2003 Sadvokasova AK Küresel Konferans: “Personel Yönetimi: Durum ve Beklentiler», http://www. group-global.org/ru/lecture/view/4197, 2013/09/24 18 Meclis Şartı Haziran 2011. http://www.assembly.kg/ 249 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KUMUK TÜRKLERİNİN MOSKOVA’DAKİ İLK TESCİLLİ DERNEĞİ Alavutdin İBRAGİMOV ÖZDEN - Kumuk Derneği @ air_13@inbox.ru Kumuklar, Rusya Federasyonu ve Türk dünyası arasında kültürel bir köprüdür.Kumuklar, Rus Kültürü ile bağını kurmuş, hem Türk dünyasının vazgeçilmezi hemde Kafkas kültür birliğinin ve Avrasya bozkır kültürünün parçasıdır. Bu bağ ülkelerimiz arasında bir kültürel köprü olup her devlete bir avantaj sağlamalıdır. Kumukların Moskovadaki ‘‘Özden’’ adlı derneği de bunun gibi projelerin hayata geçirebilecek ana yapı olabilir ve olmalı. Kumukların bu rölü oynaması gelenekseldir (adettendir) çünkü Djelaletdin Korkmasov Osmanlı devletinde ilk rusça gazete çıkartmış (İstanbul haberleri) ve Osmanlı sosyalist partisinin kurucularından, hatta Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisinin bizzaat tanıdığını ve güvendiği, üstelikle 16 mart 1921 Rusya ve Türkiye Moskova antlaşmasını da Djelaletdin Korkmasovun da imzası olduğunu belirtmemiz yeterlidir. Sovyetler birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinde (Azerbaycan, Kazakistan, Turkmenistan, Kırgızistan v.b.) bunun gibi projelere ortaklık etmesi, projenin büyümesine ve çok yönlü hal almasına vesile olur. Eğer bir sefer daha niye Kumuklar diye soracaksanız cevabını beni size şimdi güzel bir şekilde izah ederim. Çünkü Kumukça, Türk dilleri arasında ortak dil olduğunu iddia edebiliriz (en medial) hem kıpçak hem oğuz dilbilgisini ve gramer özelliklerini taşımaktadır. Bu yüzden Kumuklar hem kazahlarla ve hem Türkiye Türkleri ile sıkıntı çekmeden anlaşabilir, fakat Kazaklarla ve Türklerin birbirlerini anlamaları için biraz kulak alışkınlığına ihtiyacı vardır. Bu projeyi hayata geçirmek için Kumuk organizasyonu ‘‘Özden’’ bir dizi adımlar atmış durumda. Özellikle bu proje üzerine Moskova’da uluslararası konferans düzenlemek ilk planlarımızdandır. Bizin bu konu üzerine federal yetkililer ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti konsoloslukları ile görüşmelerimiz devam etmektedir. Bu konferansın organizasyon kısmına ortaklık etmek isteyen daha cevaplarını alamadığımız diğer Türk devletlerin de katılmasını bekliyoruz. Ayrıca bu projeye türk devletlerdeki derneklerin, kamu kuruluşların katılmasını mantıklı buluyoruz. Bu proje bizin kurumumuz için önemli bir rol teşkil ediyor. Çünkü kurumumuz ‘‘Özden’’ bu projeden sonra federal düzeyde seslenebilecek pozisyon 251 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER almakla birlikte Kumuk Halkı öznellik sahibi olabilir. Böylelikle Kumuk halkı kendi problemlerini federal hükümete sunarak çözebilir hale gelir. Buna ek olarak, konferans Rusya ve Türk dünyası arasında farklı projelerin ‘‘Özden’’ çatısı altında doğmasına vesile olabilir. Bununla da kalmayıp bu projenin her yıl tekrarlanmasını ve kültürel akademik ilişkilerden ziyade iş adamlarını da bir araya toplayıp ortak çıkarlar alabilecek bir Platform yaratabilriz. Bu amacımızı hayata geçirmek için ‘‘Özden’’ çatısı altında bizler profesyonel birliklerinden avukatları, muhasebecileri, dilbilimcileri, gazetecileri ve bu konuda ortaklaşa bileceğimiz herkesin toplanmasının çalışmalarını yapmaktayız. “Özden’’ Kurumu genç özden üyelerini ingilizce, İstanbul Türkçesi, Kumukça dil kurslarında hazırlıyor, öğrencilerimizin stajları için büyük şirketlerle anlaşmalar yapıyor, PR-menejerler hazırlıyor. Son olarak: Bunlarla da kalmayıp ‘‘Özden’’ kurumun üyeleri ticari yapıya sahip olacak firmanın açılmasının çalışmalarını yapmaktadır. 252 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER UYGUR KÜLTÜRÜNÜN KORUNMASI VE DEĞERLER EĞİTİMİ KONUSUNDA STK GÖREVLERİ Murat ORHUN Satuk Buğrahan Vakfı @ murat.orhun@bilgi.edu.tr Giriş İlerleyen iletişim ve ulaşım araçların gelişmesi ile, günümüzde pek çok milletler kendi kültürlerini, değerlerini korumak ve sürdürebilmek için çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Bu mücadele, sadece gelişmemiş, işgaliyet yada muhtariyet altında yaşayan milletler tarafından değil, ayni anda bağımsız ve gelişmiş milletler tarafından da çeşitli yöntemler ile yürütülüyor. Burada yaşanan temel farklar ise, bağımsız ve gelişmiş milletler ilerleyen ve gelişmiş teknolojine paralele olarak kendi kültürlerinden hiç farkına bile olmadan uzaklaşıyor yada kopuyorlar. En belirgin örnekler ise, kendi dillerinde görülüyor. Örneğin, modern çağımızın en gelişmiş ülkesi olan, Japonya ve ana dili İngilizce olmayan ülkelerin dillerine giren İngilizce sözcükler. Özellik ile teknoloji, sağlık ve araştırma alanında bu durum çok belirgin oluyor. Burada temel nedenler ise, pek çok araştırmaların ve bilimsel saygın dergilerin İngilizce yapılmasındandır. Kültürel ve gündelik yaşamlar açısından bakıldığında, 1900 yıllardan önce, günümüzde gelişmiş ülkeler olarak kabul edilen bati ülkelerde, aileler içinde sıkı bağlantı varken, günümüzde ise daha çok kopuk yaşamalar yaşanıyorlar ve bu tarız yaşamaya özeniyorlar ve başka milletlerinde özendiriyorlar. Örneğin, çocukların belli bir yaştan ailesi ile beraber kalması yada yakın ilişkilerde olmasında çok garip bir durum olarak bakılması. Bundan dolayı, çocuklar erkek kız olmasına bakılmadan belli bir yaştan sonra ailesinden ayrı yaşamaya başlaması yada zorlanması, baba ile eş, çocuklar arasında borç alma, lokantalarda yemek yedikten sonra ödeme yaparken, herkesin hesaplarını kendileri ödemleri, bankalarda bir birinden ayrı hesapların olması gibi. Bundan dolayı, ilerleyen günlerde anne babalar yaşlanırken, çok yalınız kalması huzur evlerine gönderilmesi gibi olayların yaşanmasına neden oluyor. Evlilik konusunda, hangi din mensubu olursa olsun, nikah olmadan berber yaşamak ve çocuk sahibi olmak, sonradan eğer isterlerse evlenmek, yoksa, eskiden olduğu gibi yaşamaya devam etmek ve bundan dolayı yaşanan sosyal problemler. Aile yapısının bozulası, bundan dolayı o 253 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER toplumlarda, farklı kesimlerde çeşitli sosyal problemler ortaya çıkıyor. Farklı bir toplumun işgalı yada yönetimi altında bulunanlar için, kendi kültür ve değerlerini korumak oldukça zordur. Ciddi bir direniş ve tedbir almayan toplumlar, zamanın geçişi ile kendi yok oluyorlar. Bu sürece eğer yönetmen toplumların baskıcı yada zorlayıcı faktörleri dahil edildiğinde, böyle farklıklarını ortadan kalkma süreci daha hızlı oluyor. Geçmiş tarihlere bakıldığında, böyle yapay süreçlerden örnekler vermek mümkündür. Yönetmen toplumlar, kendinden farklı olan toplulukları ortadan kaldırmak, yada kendine karşı koyamayacak duruma bırakmak için, kimi zaman soykırım yapmışlardır. Örneğin Avrupa topluluklarının Kızıl derileri katletmesi. Yakın zamanda Avrupa göbeğinde, Bosna’da yaşanan soykırımı. Yine bazı toplumlar, silah gücü ile soy kırım yapmaktansa, yapay yollar ile nüfus azaltmaya gitmiştir. Örneğin, Kırım tatarlarının kendi topraklarından sürgün edilmesi ve yerlerini Rus etnik guruplarının yerleştirilmesi. Sürgün edilen Kırım Tatarlarının, sürgün edildiği yerlerde çeşit sebeplerden dolayı sayıları azalmıştır. Gittiği sürgün edildiği yerlere uyum sağlamak zorunda kalmıştır ve kendi kültürleri ciddi bir oranda zarar görmüştür. Günümüzde çağdaş insan haklarında söz edildiği bir dünyada, kendi topraklarına bile sahip çıkamayacak kadar azınlığa düşürülmüştür. Kırım’da son günde yapılan sözde referandumda, Kırımlılar neredeyse yok sayılmıştır, daha feci olan durum ise, Kırım efsane lideri sayın Kırımoğlu, Kırıma girişine bile izin verilmemiştir. İster geçmişte olsun, isten insan hakları ve özgürlükten söz edilen çağdaş bir süreçte olsun, farklı topluluklar arasında bu çeşit mücadeleler devam etmiştir. Genel olarak, bakıldığında bu çeşit mücadeleyi yürütebilmek için, ilgili toplulukları bilgilendirilmesi, dolaysıyla kamuoyu oluşturulması ve yöneticiler ile etkin mücadele edilmesi gerekiyor. Bu çeşit mücadele ancak sivil toplum kuruluşlar ile gerçekleşe bilmektedir. Günümüzde yapısıyla, çeşitli ülkelerde yaşanan ve yürürlükte olan recimlerden dolayı, sivil toplum kuruluşlarının oluşturulmasına izin verilmektedir yada sivil toplum kuruluşları olsa bile, misyon ve vizyonlarına göre çalışmalarına çeşitli engeller oluşturmaktadır. Bu makalenin ilik bölümünde, kültür ve değerlerin önemleri örnekler ile anlatılırken, ikinci bölümde, geçmiştin şimdiye kadar Türkistan bölgesinde yaşayan milletlerin, söz konusu Uygurların yaşadığı sıkıntıları ve varlığını sürdüre bilemesi için kurulan STK’lar ve verdiği mücadeleler anlatılmıştır. Üçüncü bölümde ise Türkiye’de kurulan en genç STK olan Satuk Buğrahan İlim ve Medeniyet Vakfı (SİM)’nın Kültür ve Değerler için yaptığı çalışmalar özet ile anlatılmıştır. Sonuç kısmında insaniyet tarihine önemli katkılara bulunan Uygurların, günümüzde ve gelecekte kendi mevcudiyetini koruyabilmesi kaşı kaldığı tehlikeliler ve tehlikelere karşı STK’ların olmazsa olmaz nitelikte olduğu önemleri bir daha vurgulanmıştır. 254 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Geçmişten Günümüze Uygur Kültürleri, Değerleri ve Kurulan STK’lar Uygurlar insaniyet tarihine, tarih, kültür ve bilimsel çalışma gibi pek alanlarda katkıda bulunmuştur. Örneğin Uygur alfabeleri bunun çok iyi bir örneği olabiliyor. Uygurlar geçmişte kullanan alfabeleri önce kendileri için kullandıysa, daha sonra diğer topluluklar içinde kullanmıştır. Örneğin büyük Moğol imparatorluğu resmi yazışmalarında Uygur alfabesi kullanılmıştır ve günümüzde kullanıla Moğol alfabesi eksi Uygur Göktürk alfabesine dayanmaktadır. (resim ekle ve kaynak). Türkistan coğrafyası Rus istilasına uğrayınca, Türkistan’da yaşayan başka Türk milletleri gibi Uygurlarda ciddi bir şekilde, kültürel, değerler yönünden yok edilme tehlikesi yaşamıştır. Öncelik ile kültürleri ile et ile tırnak gibi bir arada bulunan dinleri yasaklanmıştır, sonradan dilleri yasaklanmıştır. Türkistan coğrafyasında kurulan Türk cumhuriyetlerinde bulanan Türk milletleri kendi dillerini unutmuş ve sadece Rus dilini resmi olarak kullanışlardır. Bu cumhuriyetler bağımsız olduktan sonra, yıllarca kendi ana dillerini kullanamamıştır. Çünkü kendi dillerini öğretecek akademisyenler sıkıntısı yaşanmıştır. Akademisyen bulunsa da, öğrenciler bulunamamıştır yada ilgi çok az olmuştur. Rus dile ciddi bir şekilde dominant korumu korumuştur. Ancak ilerleyen yıllarda kendi dillerine konuşan kişiler sayısı çoğalmıştır ve gün geçtikçe çoğalmaktadır. Örneğin son zamanlarda Türk Dünyası kurultaylarında, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe ve Tatarca bildiri sunan hocaları görülmektedir. Peki bu süreçte Uygurların durumu nasıl bir durumdadır? Türkistan coğrafyasında kurulan Türk cumhuriyetlerinde yaşayan Uygurlar dernekleşme yoluna gitmiştir ve kendi dil, kültürünü yaşatmak için çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmalara devletler ciddi bir şekilde destek vermektedir. Örneğin, Kazakistan cumhuriyetinde bulunan Uygur milli okulları, Uygur Avazı gazeteleri Kazak devleti tarafında desteklenmektedir. Ayırca Uygur kültürünü sürüdüre bilmesi için Uygur Kültür Merkezi, Uygur Tiyatrosu bunun bunun canlı örnekleridir. Kırgızistan’da bulunan Ittipak Uygur cemiyeti ve bu cemiyet tarından yürütülen çalışmalar, örneğin sosyal çalışmalar, gazeteler bölgede yaşayan Uygurlar için çok verimli hizmetler yapmaktadır. Ancak Uygurların çoğunluk ile yaşadığı, Doğu Türkistan’da ise, bölgede bulunan tek partili Komünist reciminden dolayı, hiç bir sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Bu neden ile, Doğu Türkistan (anavatan) da Uygurların hak ve hukuklarını dile getirmek ve savunmak için Yurt dışında Sivil toplum kuruluşları kurulmuştur. Bu kuruluşlar içinde, Merhum İsa Yusuf Alıp Tekin tarafından kurulan Doğu Türkistan Vakfı en köklü kuruluş olarak tarihte altın herif ile yerin almıştır. Ana Vatanda yaşayan sıkıntılardan dolayı, Türkiye’ye ve çeşitli ülkelerde giden Uygurların sayısının arıtması ile, dünya çapında Uygur Sivil Toplum Kuruluşlarının sayısı artmıştır. Türkiye’de, Doğu Türkistan Gençler Derneği, D.T Mağrip ve Dayanışma derneği, D.Türkistan kültür 255 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER derneği, Uygur Akademisi, Kutadğubilig Derneği, D.T. Sevgi ve Dayanışma Derneği ve en son olarak, Türkiyeli Türk kökenli gönüllüler ve Uygurlar tarafından, tüm Türkistan coğrafyasına hizmet vermek amacıyla kurulan Satuk Buğrahan İlim ve Medeniyet (SİM) vakfı kuruluşmuştur. Türkiye dışında da bir çok ülkede dernekler ve vakfılar kurulmuştur Örneğin, Almanya, İsveç, Hollanda, Finlanda, Norveç, Avustralya, Kanada, Pakistan ve Amerika gibi pek çok ülkede STK’lar kurulmuştur ve kendi misyon ve vizyon kapsamlarında çalışmalar yürütmektedir. Avustralya’da açılan Uygur dili okulu, diğer Uygur STK’lar için örnek olabilecek bir çalışmadır başta ana vatanda yaşayan Uygurlar olmak üzere diğer ülkelerde yaşayan Uygurlar tarafından sevinçler ile karşılanmıştır. Türkiye’deki Doğu Türkistan Maarip ve Dayanışma tarafından, İstanbul’da Uygurlar yoğun olarak yerleşen bölgelerde, ana okul öğrencileri için yürütülen Uygur dili ve eğitimleri, yaz kursları, Uygur çocuklarının kendi dillerini öğrenmesi, kendi kültürleri ile bilinçlenmesi yönünde çok önem arz etmektedir. Satuk Buğrahan İlim ve Medeniyet (SİM) vakfı çalışmaları Doğu Türkistan ve Uygurların varlığı, özgürlüğü için, dünyanın çeşitli bölgelerinde kurulan ve faaliyet yürüten vakıf dernekler kendi çalışmalarına devam ederken, özellik ile kültür ve değerler eğitimi kapsımında çalışmalar yapmak üzere Satuk Buğrahan İlim ve Medeniyet (SİM) vakfı kurulmuştur. Çalışması özellik ile ilim ve medeniyet çalışmalarına odaklanmaktadır. Bundan dolayı tüm Türkistan coğrafyasından gelen öğrencilere olduğu kadar yardımda bulunmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda, kurulduğu günden günümüze kadar, vakıf merkezinde, öğrencilerin çeşitli üniversitelerde devam ettiği TÖMER eğitimine takviye yapmak amacıyla, başta Türkçe olmak üzere, YÖS, ALES, İngilizce, Arapça, Uygurca, Türkçe Diksiyon gibi çeşitli kurslar düzenlemektedir. Bu eğitim kursuları Halk Eğitim Merkezi ile yapılan işbirliği kapsamında gerçekleştirilmiştir. Son zamanlar yapılan öğrenciler dilekçelerini göz önünde bulundurarak kızlar için de özel hizmet merkezi açmıştır. Her hafta düzenli olarak kızlar ve erkek öğrencilere manevi değerler hakkında seminerler verilmektedir. Öğrencilerin sosyal etkinliklerini geliştirmek için, başta Fatih Belediyesi olmak üzere, Zeytinburnu ve İstanbul Büyük şehir belediyesi desteği ile piknik ve geziler düzenlenmiştir ve düzenlenmesi planlanmıştır. Vakıf yönetimi, dünyanın herhangi bölgesinde olursa olsun, Türkiye’de yada yurt dışında herhangi bir ülkede okumak isterlerse, gönüllü olarak, kendi bünyesinde yardımda bulunmaya çalışmaktadır. Örneğin, okullara yerleşme, yurtlara yerleşme, burs müracaatları, öğrencilerin sosyal problemlerini giderme gibi. SİM vakfı sadece yeni gelen öğrenciler ile ilgi çalışma yapmakla sınırlı kalmadan, eğitimlerine devam eden eski öğrenciler ile sürekli görüşmeler yaparak, daha yüksek eğitim alması için bilgilendirme, mezuniyet sonrası iş bulma ve çalışma konusunda yardımcı bulma görevlerini üstlenmiştir. Türkiye’de eğitimlerine devam eden Lisans üstü öğrencileri ile bir araya gelerek kendi alanlarında seminer ve mesleki araştırma256 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ları yapmaktadır. SİM vakfı çalışmaları sadece yurt dışından Türkiye’ye okumak için gelen öğrenciler ile sınırla kalmadan, yıllar önce Türkiye’ye gelmiş hemşirelerimizin çocuklarını bir araya getirerek, onlara yönelik Uygur dili ve Uygur kültürü eğitimleri vermektedir. Böylece, yurt dışından gelen ve Türkiye’ye daha önce yerleşmiş öğrencilerin kendi aralarında bir araya gelerek tanışma ortamları sağlanmıştır ve bu çalışmalar daha geniş boyutu sürüdürülmesi hedeflenmektedir. Türkiye’ye okumak için gelen, öğrenciler için en temel sorun olan barınma sorununu çözmek için, erken öğrenciler için 4 katlı ve 35 öğrenci kapasiteli bir yurt binası tahsis ederken, kız öğrenciler için de öğrenci evleri açılmıştır. Bu yurt ve evlerde sadece Uygur öğrenciler hizmet vermeden, Türkistan bölgesinden gelen öğrenciler ve yerli Türk öğrencilere de hizmet verilmektedir ve böylece Türkistan gençlerini kendi aralarında kaynaşması yıllarca eklenen nifak tohumlarının temizlenmesi, isimlerinin farklı olsa da, aynı kök ve aynı inanç taşıyan kardeşler olduğu öğretilmesi hedeflenmektedir. Türkiye’nin farklı bölgesinde bulunan öğrenci sorunlarını çözülmesi ve yardımda bulunabilmek için, Türkiye çapında, öğrenciler ve eğitim ile ilgili çalışmalar yapan STK’lar ile yakından iş birliği yapmaktadır ve bu çalışmaları, Uygur Öğrenci İşleri Komitesi desteği ile gerçekleştirmektedir. SİM vakfı’nın bu karşılıksız yardımı ve çalışmaları, öğrencileri motive ederken kendi okullarını başarılı bir şekilde tamamlamaları için de güven vermektedir. SİM vakfının sade ve sadece İlim ve Medeniyet odaklı çalışması, samimiyeti ve icraatları ile tüm halkımızın takdirini ve güvenin kazanmıştır. Bundan dolayı Avrupa, Amerika ve Kanada ikamet eden hemşirelerimiz, çocuklarını kısa süreli olsa da Türkiye’ye göndererek eğitime vermek istiyorlar. SİM vakfı ilerleyen günlerde, Türkistan coğrafyasından kendi alanlarından yetişmiş bilimi insanlarını Türkiye’ye davet ederek, Türkiyeli ve diğer coğrafyadan Türkiye gelen öğrenciler için seminer ve kısa süreli atoliye çalışmaları yapmayı planlamaktadır. Bu yapılacak çalışmaların başında, Türkistan coğrafyasında yetişmiş değerlerimizi tanıtmak, genç nesilleri bu coğrafyada yaratılan medeniyet ve kültürler ile bilinçlendirmek üzere Uluslararası sempozyumum düzenlenmesi ve bu çeşit çalışmalarının sürekliliğini sağlanması, yöre ile ilgili dil, tarih ve kültürel çalışmalar, Türkistan coğrafyasına gelen öğrencilerin kendi aralarında kaynaşması ve beraber etkinlik ve çalışmalar sürdürebilmesi için ortam ve desteklerin verilmesi yer alıyor. Sonuç Sonuç olarak, bir millet kendi varlığını sürdüre bilmesi için, en belirgin özelliği ve başka toplumlardan farklı yapan şey, dili ve kültürüdür. Ancak son zamanlar Çin’de Uygulanan çift dilli eğitim, orta okul öğrencilerin zorunlu bir şekilde Çin bölgelerine götürülmesi, Uygur milleti için ciddi endişeler yaratmaktadır. Uygur Özerk bölgesi olmasına rağmen, Uygur dili resmi kurumlar tarafından kullanılması kaldırılmıştır ve artık Uygur dili ile hiç bir işlemler gerçekleşmemektedir. Uygur dili kullanmaya 257 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER direnenlere, ayrılıkçı yada ırkçı gözüyle bakılmaktadır ve çalıştığı kurumlardan bir şekilde dışlanmaktadır tasfiye edilmektedir. Tüm bölgede, millete, Çin dili bilmezse, iş verilmeyecek baskısı ve izlemi verilmektedir. Uygur özerk bölgesi olmasına rağmen, çocuklar, küçük yaşındayken bile evlerden alınarak Çin okullarına gönderilmesi zorlanan ve çocukların Çince öğrenmesi için yanlış dilden etkilenmemesi için, evlerde bile Uygurca konuşması yasaklanan bir toplum için, STK’lar için yapacak daha çok görevler bulunmaktadır. 258 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRKİYE İLE ZİRVEYE KATILIMCI ÜLKELER ARASINDAKİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINCA SAĞLANAN ÖĞRENCİ VE YABANCI İSTİHDAMINDA SOSYAL GÜVENLİK SORUNLARI VE ÇÖZÜMLERİ İbrahim AYDINLI Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi @ iaydinli@gazi.edu.tr 1990’lı yıllarda bağımsızlığını kazanmış olan başta Türki cumhuriyetler olmak üzere katılımcı ülkelerinde içinde olduğu Rusya, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Irak, Kosova, Bosna gibi değişik ülkelerde Türk şirketleri özellikle büyük müteahhitlik işlerini üstlenmişlerdir. Ülkemizde bulunan önemli vakıf ve dernek tüzel kişiliği altında yapılanan sivil toplum kuruluşları ise bu ülkelere insani yardım başta olmak üzere eğitim alanında birçok hizmet götürmeye başlamıştır. Bunun sonucunda birçok Türk vatandaşı kalifiyeli işçi sınıfında yurt dışındaki Türk şirketlerinin şantiyelerinde ve sivil toplum kuruluşlarının yardım ve eğitim gibi hizmet sektöründe çalışmaya başlamışlardır. Aynı şekilde katılımcı ülkelerden de ülkemizde çalışan kişiler ve öğrenci olarak eğitimlerini devam ettiren yabancı öğrencilerin olduğu bilinmektedir. Her iki taraf ülkelerin karşılıklı istihdam ve eğitim ilişkileri içinde yer alan çalışan ve öğrenci statüsünde olanların çalışma ve sosyal güvenlik ilişkilerinin nasıl sağlandığı önemli bir konu olarak önümüze çıkmaktadır. I. Türk Sosyal Güvenlik Hukukunda Yabancılar ve Yabancı Öğrenciler Yabancıların Sosyal Güvenlik Hakları 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSSK) Kanunu’nun Türk vatandaşı olmayan ancak Türkiye’de yaşayan ve çalışan yabancı kişilerle ilgili sosyal güvence getirip getirmediği incelenecek olursa; Sigortalı sayılanlar başlıklı kanunun 4. maddesinde konuya ilişkin düzenleme getirildiği görülmektedir. Buna göre “Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından;, Birinci fıkranın (a) bendi gereği Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar ve sigortalı sayılanlara ilişkin hükümler; Mütekabiliyet esasına dayalı olarak uluslararası sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülke uyruğunda olanlar hariç olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerden hizmet akdi ile çalışanlar, hakkında da uygulanır.” şeklinde 259 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER düzenleme önem arzetmektedir. (5510 (Değişik: 17/4/2008-5754 m.4/2-c md.) Yukarıdaki düzenlemeden anlaşıldığı kadarıyla çalışma izni alarak Türkiye’de iş sözleşmesi ile bir işveren yanında iş sözleşmesi ile çalışan yabancı kişinin durumu ikiye ayrılmaktadır: Şayet söz konusu yabancı kişinin tabiiyetinde olduğu ülke ile Türkiye arasında sosyal güvenlik sözleşmesi var ise bu kişinin sosyal güvenlik hak ve yükümlülükleri iki ülke arasındaki sosyal güvenlik sözleşmesine göre belirlenmektedir. Hemen belirtelim ki sosyal güvenlik sözleşmesinde hüküm bulunmayan hallerde Türkiye de çalışan bir yabancı işçi için 5510 sayılı kanun hükümleri geçerli olmaktadır1. Ancak söz konusu yabancı kişinin tabiiyetinde yani vatandaşlığındaki ülke ile Türkiye arasında sosyal güvenlik sözleşmesi yok ise (ki kanun metni bu ilişkiyi kapsamaktadır.) böyle bir durumda yabancı kişinin sosyal güvenliği için hem kısa hem uzun vadeli sigorta kolları (işsizlik sigortası hariç) açısından 5510 sayılı kanunun hükmü geçerli olmaktadır. Kısacası Türk sosyal güvenlik sistemi işçi olarak çalışan Türk vatandaşı ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan bir ülkenin tabiiyetinde olan yabancı arasında sosyal güvenlik yükümlülükleri ve hakları açısından yani her ikisine de 5510 sayılı kanun hükümleri geçerli olmaktadır. Hemen ekleyelim ki 2527 sayılı Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Meslek Ve Sanatlarını Serbestçe Yapabilmelerine, Kamu, Özel Kuruluş Veya İşyerlerinde Çalıştırılabilmelerine İlişkin Kanuna göre Türk soylu yabancılar Türkiye’de çalışma hakkına sahip oldukları için hizmet sözleşmesi ile çalıştıklarında normal Türk vatandaşları gibi 4/a’lı olarak sigortalı sayılmaktadırlar2.(m.5) (örneğin Bulgaristan göçmenleri gibi) Yabancılar için isteğe bağlı sigorta ile genel sağlık sigortasından yararlanmaları için 5510m.52/2’de aranan “Yabancı ülke vatandaşlarından Türkiye’de yerleşik olma hali bir yılı doldurmadıkça genel sağlık sigortası primi alınmaz ve bu kişiler genel sağlık sigortalısı sayılmaz.” şartı ile 60. maddenin 1 fıkrasının d bendindeki “Mütekabiliyet esası da dikkate alınmak şartıyla, oturma izni almış yabancı ülke vatandaşlarından yabancı bir ülkedeki mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan kişiler,” olma şartı aranmaktadır. Türkiye’de bağımsız çalışan yabancılar ise vatandaşı olduğu ülkede ikamet ediyor ve oranın sosyal güvenlik sistemine dahil ise 5510 sayılı kanuna göre sigortalı sayılmaz. Ancak aynı şartlarda çalışan bağımsız çalışan yabancı kendi ülkesinde sigortalı olduğunu belgeleyemez ise o zaman 5510 sayılı kanun kapsamında sigortalı olmaktadır3. Bunun yanında Türkiye’de kendi adına ve hesabına çalışanlardan yurt dışında ikamet eden ve ikamet ettiği ülkedeki sosyal güvenlik mevzuatından yararlanan kişiler ise 1 GÜZEL, Ali/ OKUR, Ali Rıza/ CANİKLİOĞLU, Nurşen; Sosyal Güvenlik Hukuku, 13. Bası 2010, s.107. 2 GÜZEL/OKUR/CANİKLİOĞLU, s.108 3 BULUT, Mustafa; Son Düzenlemeler Işığında Türkiye’de Bağımlı ve Bağımsız Çalışan Yabancıların Sosyal Güvenlikleri”, Sicil İş Hukuku Dergisi, Eylül, 2011, s.208vd. 260 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 5510 sayılı Kanunun 6.maddesinin 1 fıkrasının e bendi gereği sigortalı sayılmamıştır. (5510 m.60/3) Sosyal Güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerde iş üstlenen Türk firmalarında çalışan Türk işçilerinin sosyal güvenlik hakları 506 sayılı kanun döneminde sadede uzun vadeli sigorta kolları açısından topluluk sigortası ile sağlanmakta idi. (5510geçm.6/8)4 Bu ise özellikle iş kazası hallerinde ciddi proplemler çıkarmakta idi. Bundan dolayı sorunu çözme anlamında 5510 sayılı kanunun 5. Maddesine 2008 yılında 5754 sayılı kanunla getirilen ek düzenleme olan g bendinde aynen “(Ek: 17/4/20085754/3 md.) Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçileri 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılır ve bunlar hakkında kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası hükümleri uygulanır. Bu sigortalıların uzun vadeli sigorta kollarına tabi olmak istemeleri halinde, 50 nci maddenin ikinci fıkrasındaki Türkiye’de yasal olarak ikamet etme şartı ile aynı fıkranın (a) bendinde belirtilen şartlar aranmaksızın haklarında 4/a’lı olarak5 isteğe bağlı sigorta hükümleri uygulanır. Bu kapsamda, isteğe bağlı sigorta hükümlerinden yararlananlardan ayrıca genel sağlık sigortası primi alınmaz.” şeklinde düzenleme yapılarak yurt dışında iş kazası geçiren Türk işçilerinin Türk sosyal güvenlik siteminin iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından böylece sorun olmadan yararlanması sağlanmıştır6. Genel sağlık sigortası bakımından yabancıların 60. maddenin 1. fıkrasının d bendinde “Mütekabiliyet esası da dikkate alınmak şartıyla, oturma izni almış yabancı ülke vatandaşlarından yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan kişiler,” olma şartıyla genel sağlık sigortalı sayılacağı belirlenmiştir. Yabancı Öğrencilerin Sosyal Güvenlik Hakları 2547 sayılı kanununun 45/f maddesine dayanılarak YÖK’ün hazırladığı “Yüksek Öğretim Kurumu Yurtdışından Öğrenci Kabulüne İlişkin Esasları” içinde yabancı öğrencilerin sosyal güvenliklerinin nasıl sağlanacağına ilişkin bir düzenleme mevcut değildir. Bunun yanında 5978 sayılı Yurtdışı Türkler Ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun’da bu kanunun kapsamına giren yabancı öğrencilerin sosyal güvenliğine ilişkin olarak “Ulusal ve uluslararası şartlara göre, burs verile4 (Ek fıkra: 17/4/2008-5754/69 md.) Sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerde iş üstlenen işverenlerce çalıştırılmak üzere bu ülkelere götürülen Türk işçilerinden, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce sadece malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi topluluk sigortasına devam edenler ile isteğe bağlı sigortalı olarak söz konusu ülkelere götürülmüş olan sigortalıların, bu Kanunun 5 inci maddesinin (g) bendi kapsamında sigortalılıkları bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren üç ay içerisinde işverenlerince sağlanır ve buna ilişkin yükümlülükler yerine getirilir.(5510 geç. m.6/8) 5 Söz konusu işçilerin uzun vadeli sigorta kollarından isteğe bağlı olarak yararlanmaları ilk olarak 2008’de 4/b’li olarak düzenlenmiş ancak 6111 sayılı kanunla 4/a’lı sayılmaları sağlanmıştır. 6 GÜZEL/OKUR/CANİKLİOĞLU, s.136,137. 261 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER cek öğrenci sayısını, burs miktarını, barınma, iaşe ve diğer ödemeler ile ülkemizdeki genel uygulamalar dikkate alınarak tedavi giderlerine ilişkin esasları belirlemek.”(5978 sayılı kanun m.19/1-c-8) şeklinde düzenleme getirilerek diğer kanunlara ve uygulamalara atıf yapıldığı görülmektedir. Ayrıca aynı kanunun 28. maddesinin 5. fıkrasında “(Değişik: 24/10/2011-KHK661/98 md.) Yurtdışından öğrenim görmek amacıyla ülkemize gelen öğrencilere, Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kurulu tarafından belirlenen esaslar doğrultusunda verilecek burs, barınma, iaşe, tedavi, sigorta, harç, eğitim yardımı, giyim yardımı ve diğer giderler için Uluslararası Öğrenciler Değerlendirme Kurulu tarafından belirlenecek kurum veya kuruluşların bütçelerine Maliye Bakanlığı tarafından ödenek konulur.”şeklinde getirilen düzenleme ile önemli bir sosyal güvence sağlandığı görülmektedir. 5510 sayılı kanunda 2011 yılında yapılan değişiklikle yabancı öğrencilerin genel sağlık sigortalılıkların ne şekilde bildirileceği kanunla belirlenmiştir. Buna göre: “Bu Kanunun 60 ıncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca genel sağlık sigortalısı sayılan yabancı uyruklu öğrencilerden yükseköğrenimleri, anılan fıkraların yürürlüğe girdiği tarihten önce başlamış olanların genel sağlık sigortalılıkları söz konusu fıkraların yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar ve yabancı uyruklu öğrenciler ilgili üniversitelerce, bu tarihten itibaren bir ay içerisinde genel sağlık sigortası giriş bildirgesiyle Kuruma bildirilir.” (Geçici Madde 32 – (Ek: 13/2/2011-6111/52 Md.)” Yabancı öğrencilerle ilgili bir başka önemli değişiklik ise 29 Mayıs 2013 tarihli ve 28661 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6486 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 60. maddesinin 7. fıkrasında değişiklik yapılmış ve Kanuna geçici 50. madde eklenmiştir. Yeni düzenlemeyle talep etmeleri halinde ülkemizde farklı düzeylerde öğrenim gören tüm uluslararası öğrencilerin burslu burssuz ayrımı yapılmaksızın genel sağlık sigortalısı olabilmelerine imkan sağlanmıştır. Bu çerçevede ülkemizdeki öğrenimlerine yeni başlayacak uluslararası öğrenciler ilk kayıt tarihinden itibaren 3 (üç) ay içinde talepte bulunmaları halinde, 5510 sayılı kanunun 82. maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının üçte birinin 30 günlük tutarı üzerinden (01.07.2013 ila 31.12.2013 tarihleri arasında aylık 40,86 TL) genel sağlık sigortası primi ödemek suretiyle genel sağlık sigortalısı olabileceklerdir. Bu maddenin yayım tarihinde ilk kaydını yaptırmış olup halihazırda Türkiye’de eğitim görmekte olan yabancı uyruklu öğrencilerden, 29.05.2013 tarihinden itibaren 6 (altı) ay içinde (5510 geç.m.50) Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuru yapanların genel sağlık sigortalısı olmalarına imkan sağlanmıştır. Öğrenci olan yabancılar için isteğe bağlı sigorta için 5510m.52/2’de aranan “Yabancı ülke vatandaşlarından Türkiye’de yerleşik olma hali bir yılı doldurmadıkça 262 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER genel sağlık sigortası primi alınmaz ve bu kişiler genel sağlık sigortalısı sayılmaz.” şartı ile 60. Maddenin 1 fıkrasının d bendindeki “Mütekabiliyet esası da dikkate alınmak şartıyla, oturma izni almış yabancı ülke vatandaşlarından yabancı bir ülkedeki mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan kişiler,” şartı aranmamaktadır. Bir başka anlatımla öğrenci olmayan yabancı ülke vatandaşlarının genel sağlık sigortasından isteğe bağlı olarak yararlanabilmeleri için Türkiye’de yerleşik olma hali bir yılı doldurmaları gerekmektedir. Normal genel sağlık sigortası kapsamında olabilmeleri için ise “Mütekabiliyet esası da dikkate alınmak şartıyla, oturma izni almış yabancı ülke vatandaşlarından yabancı bir ülkedeki mevzuatı kapsamında sigortalı olmayan kişiler” den olması gerekmektedir. IV- Sonuç Tebliğimizde ikili sosyal güvenlik anlaşması olmayan yabancı ülkelerden ülkemize gelen ve çalışan yabancıların ve öğrenim için gelen yabancı öğrencilerin sosyal güvenlik haklarının 5510 sayılı kanunda olabildiğince sosyal güvenceye alındığı görülmektedir. İkili sosyal güvenlik sözleşmesi olan ülkeler içinse konunun sözleşme hükümleri ile düzenlendiği görülmektedir. Tüm bu hukuki düzenlemelerin en önemli etkisi ülkeler arasında hizmet dolaşımının sağlam temeller üzerine oturmasına imkân sağlamasıdır. Karşılıklı eğitim ve kültürel ilişkilerinde gelişmesinde belki de en önemli etken bu konuda faaliyet gösterecek kişilere gittiği ülkede sağlanacak olan sosyal güvenlik imkânlarıdır. Bir başka ifadeyle; hem çalışma ilişkileri hem de eğitim ve öğretim ilişkileri bir defalık olmayıp belli bir süreci gerektirdiği için ilgili söz konusu süreçte ortaya çıkabilecek sosyal güvenlik risklerinin karşılanması söz konusu ilişkilerin gelişiminde en önemli etkeni oluşturmaktadır. 263 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KUZEY AFRİKA’DA SENDİKACILIK Sıham LOUDOUNA Fas Meslek Odaları Birliği Sendikası @ sufp14@hotmail.com Bu çalışmayı gerçekleştirmeme ve burada sunmama olanak sağlayan alemlerin Rabbine hamdolsun. Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberine, ailesine ve ashabına salatu selam olsun. Çağımız pek çok karmaşıklığı içerdiği gibi pek çok fırsat ve olanakta sunmaktadır. Karşılıklı iletişime, etkileme ve etkilenmeye açık bir dünyada yaşıyoruz. Bilimsel bir konferans düzenleme işi kolay bir iş değildir. Aksine itinalı düşünme, araştırma, planlama, iletişim ve diyalog gibi ardı sıra gelen çabaları gerektiren bir durumdur. Bu yüzden konferansımızı düzenlemek için gecesini gündüzüne katan din kardeşlerimize ve misafirperver Türk halkına şükranlarımızı sunuyoruz. Meslek Odaları Birliği Sendikası ve Siyasi Denge Hakkında Siyasi ve ekonomik olarak uluslararası ve bölgesel seviyede hızlı dönüşümler, sosyal statülerde, işçi konumunda, grupların yetersiz çalışmaları ve yeniden siyasi hareketlenmede ana faile dönüşmesi hakkında yankılar ortaya çıkardı. Bölgesel siyasi bağlam, istikrarsızlık olarak nitelendi. Şöyle ki, birkaç demokratik ülke, ardı ardına gelen sarsıntılarla tanınmıştı ve siyasi istikrarları zarar görmüş oldu. Bu durum, hukuki, siyasi ve sosyal kazanımlar amacıyla saldırı otoritesi olan siyasi güçlerin uzak tutulması mantığına dönülmesine sebep olmuştur. Böylece, olumlu göstergelerin bulunması için, Fas’ın reform ve yönelimleri doğrultusunda yol alması gerekmektedir. Fas’ın olumlu kazanımları için çabalayan bazı yönelimlerine geri döndüğünü gösteren girişimleri ortaya çıktı. Bu, kanaat etmenin, yetinmenin kökleşmesini isteyen yönelimlerdir ki Fas baharı sadece açılıp kapanan bir yaydır. Kimi Arap ülkelerindeki bazı karışıklıklar, reforma direnen kimi güçler, demokratik bahar silkinmelerini yaşayan diğer rejimler ve bu hareketlenmeden zarar görenleri aldatmıştır. Halk farklı yollar deneyerek statülerine, siyasi ve yasal kazançlarına yeniden sahip olma çabası harcamıştır. Demokrasi baharı rüzgarı 2011 yılında da ülkemize doğru esti. 265 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Ne yazık ki, kimileri 2011 yılında kaybettiği statüyü geri almaya çalışan yönetim mantığına ülkede geri dönülme çabası ve reform ilerleyişine direniş kapsamında sendika çalışmasına saldırmaya ve toplumsallığı sömürmeye çalıştı. Kimileri sosyo-politik bloğu hakkında konuşmakta ve siyasi konumların sendika olarak yol alınmasının kullanılması ve bölgemizdeki darbe bağlamlarının düşürülmesi hakkında konuşmaktadır. Geçici aşamanın başarısı için şartların sağlanması alanında çalışma üzerine Tunus genel birliğinin uyguladığı öncü rolün aksine bu durum olmuştur. Tunus’u ayaklanma öncesi tehlikeli konumundan ve karışıklık aşamasından çıkmaya iten tarihi sorumluluk bilincine geri dönmüştür. Bugün açıkça diyoruz ki, meslek odaları birliği sendikası stratejik bir seçim yapmıştır. Bu, milli sorumluluk ve tarihsel bilincine hassasiyetle yaklaşmasıyla reform yoluna gitmesidir. Halkın kararına veya özgürlüğüne karşı olacak veya tarih hareketine karşı olacak bir tutum takınmamıştır. Tutumu, hürriyet, demokrasi, kalkınma ve gelişme mücadelesi üzerinedir. Kuzey Afrika bölgesi, Tunus, Mısır ve Libya hükümetlerinin düşmesiyle en zor dönemini yaşamaktadır. Sendika özgürlük alanları, çalışma çalıştırma, konularında temel hukuk ilkelerine saygı alanlarında uzun yıllar geri kalacaktır. Bu üç ülkedeki rejimlerin tanık olduğu değişikliklerle halkın yabancı kaldığı birçok kavram, terim ve yönelimler ortaya çıktı. Her hangi bir devrim olmadan Cezayir’de sendika özgürlüğüne davet ve temel kavramlardan biri olan insanın yaratılışına saygı konusu ortaya çıkmıştır. Uluslar arası çalışma örgütü başlarda birçok engelle karşılaştı ancak şimdi bu engelleri aşarak asıl konumuna ulaşmıştır. Fas’ta sendika çalışmaları krizi belirtileri Fas’taki sendika sektörünün yaşamakta olduğu felaket durumu özel ve objektif sebeplere dayanmaktadır. Bunlara değinirsek: - İç demokrasinin olmaması - Partinin sendika üzerindeki zulümü - Sendikalaşma oranının azlığı - Çalışma ufkunu kaybetme - Otokrasi Gidişatı düzeltmek için girişim önerileri ve çalışma üzerine yeni ufuklar açmak için sendika çalışma krizi belirtilerine değinmeye çalışacağım. İç Demokrasinin Yokluğu Fas’taki sendika çalışması krizi belirtileri, çoğu sendika teşkilatının içerisinde özgürlüğün olmayışı, tek bir fikrin hakim olması, söz konusu ilkelere ve demokrasiye saygının olmayışıdır. 266 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bu ülke içindeki olumsuz durumlar sendika performansını etkilemekte ve toplumsal rolünü azaltmakta ayrıca sendikaları para kazanılmak ve işçilerden oluşan büyük sektörlerin lehine kişisel çıkarların gerçekleştirilmesi amacı güden kurumlara dönüştürmektedir. Bu durum sendikacıları hoşnut olmamasını ve sendika çalışmalarından bıkmaları konusunda etkilemektedir. Bu yüzden toplu geri çekilmeler başlamaktadır. Ayrıca bu durum genç çalışanları da marjinalleştirme de ve bu sendika piramidi üzerinde tarihte yer alan liderlerin ölümsüzleştirilmesini etkilemektedir. Partinin Sendika Üzerindeki Zulümü Fas’taki sendika çalışmaları tarihi, kısaca Fas’taki sendikaların kurulması ile başladı. Her zaman çalışma gereklerinden çok parti istekleri karşılanıyordu. Bu durum parti görevlendirmesindeki sendika çalışması işçilerin kaygıları ve çalışmaların uzaklaştırdı. Fas’ta işçiler genel birliği bağımsızlık partisinin bölünmesi neticesinde çıktı. Daha sonra çalışma demokratik konfederasyonunun kuruluşu ekmek sendikası adını aldı. Ardından sendika siyasetten ayrıldı. Parti sendikaları sayısı 20’yi geçerek çoğalmaya başladı. Bu bağlantı şüphesiz sendikaların konumlarını etkileyecektir. Hükümet solcu partilerden oluşursa, ateşkes eğilimli sendikalar bulacağız. Sendika, sadece seçim programını gerçekleştiren partinin idari eki haline dönüşmektedir. Sendikalaşmanın Zayıflığı Sendika katılımının zayıflığı işçi sendikasının yaşamakta olduğu kriz neticesinde ortaya çıktığı düşünülmektedir. Şöyle ki, Fas’ta sendikalaşma oranı, %10’u geçmemektedir. Bu zayıflık, katılım hacmine bakıldığında açıkça ortaya çıkmaktadır. Sendikacı yetkililer, eğitim gibi canlı sektörlerdeki üye kartı satışlarından şikayet etmektedirler. Sendikaların zayıflığı, sendikaya bağlı olmayan bir oluşumundan kaynaklandığı ve özel sektörü tercih eden işçilerin yarısı kadarını oluşturduğu için ortaya çıkmıştır. Çalışma Ufkunu Kaybetme Çoğu sendika en yüksek fiyatla satış yapmaya çalışmıştır. Bu durum ise, toplum sorunlarına tam ve kapsamlı bir bakıştan yoksun olmasına sebep olmaktadır. Sendika temsilcileri, devlet ve çalışanlar arasında üçlü bir uyum olmayacaktır. Otokrasi Sendika çalışması uzun zamandan beri küçülme, abluka ve hükümet organlarının yasaklanmasına maruz kalmaktadır. Sendikalı mücadeleciler üzerinde çeşitli baskılar uygulanmaktadır. Ayrıca sendikalılar, siyasi, ekonomik, sosyal ve sendika haklarını kökleştirmek için ağır grevler yaptılar. 267 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bu Aşamanın Gerekleri Bu krizden kurtulmak için çıkar çekişmesi, tarihteki anlaşmazlıkların birikmesi, ideoloji ayrılığı, grup çatışmaları, sendika çalışması görevlendirmelerinde haddi aşma gibi sebeplerle bölünmeye, parçalanmaya, dağılmaya karşı durmak gerekir. Bu yüzden karar alma işi cesaret gerektirir. Geçmişin uygulamalarından kurtulmak ve belirteceğim üç temel alanda yeni aşamalar kurulması lazımdır: Parti Verasetini Kaldırmak Parti veraseti kalkarsa sendika çalışması normale dönmesi mümkün olacaktır. Çünkü bu durum işçilerin çıkarı hizmetinin etkinliği ve gerçek programlarının olmayışı gibi sendikanın bağımsızlığını ve özgürlüğünü kaybettirecektir. Ortak Çalışma Ferdi ve ortak çalışma, çabaların birleştirilmesi, sendikaya güvenin kazandırılma için ve tüm tehditlere karşı güçlü bir toplum hareketinin inşası stratejik bir tercihtir. Bunların başında ülkede çıkan ayaklanmalarda mücadele, yolsuzluklara karşı durma, sendika özgürlüğünü prensip haline getirme gelir. Ortak çalışma, herkesin katılacağı toplumsal bir mesele hakkında tutumları düzeltmek, orta yolu bulmak için derin bir tartışma açmayı gerektirmektedir. Bu durum her hangi bir toplumsal patlama veya soruna karşı emniyet supası görevi üstlenmektedir. Gerçek bir ortaklığı, toplum arasındaki iletişimi sağlamak için bildiride yer aldığı gibi tek çözüm olan sendikaya davet ediyorum. “Sendika sektörü kurulduğundan bu yana tüm toplumun tüm önde gelenlerini sendikaya davet etmeye çalışıldı. Küresel yükselmede etkin ve güçlü bir toplum hareketi inşasının en uygun çözümü olduğunu gördük. Milli ekonominin güçlenmesinde kötü faktörlerin ortadan kalkmasını sağlayacaktır.” Özgürlük Sosyal adaletin siyasi demokrasi ve bir anayasa olmadan gerçekleştirileceği sanılıyor ama bu hedefler milli bir diyalog olmadan, herkesin görüşünü belirttiği, diğerlerinin de saygıyla dinlediği bir katılım olmadan gerçekleşmeyecek. Bu konferansta bizim münakaşa etmeye ihtiyacımız yok sadece bazı noktalara ışık tutmamız ve mümkün olduğunca bazı kapalı konulara değinmek gerekmektedir. Bu kavramı uluslararası düzeyde başarıya yaklaşma amacıyla anlamaya ve gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Biz yetkililer, mümkün olduğunca sürekli teşvik etmek ve cesaretlendirmek zorundayız. Son olarak bu konferansın hazırlanmasında, organizasyon işlerinde ve katılımcılara şükranlarımı sunuyorum. Geleceğin inşası uzak bir yarın değildir. Bu konferansa katılarak verdiğimiz bu meydan okuyuşumuz büyük bir iştir. Ancak katılanların şerefi en önemlisidir. 268 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÇOCUKLARIN TERBİYESİ SIRASINDA OLUŞAN SORUNLARIN GİDERİLMESİ İÇİN ARABULUCULUK SİSTEMİNİN KULLANILMASI Ayapbek KUTTUBAYEV Dağlık Altay Üniversitesi, Hukuk Fakültesi @ aix2007@ya.ru Çocukların yetiştirilmesi aile anlaşılmazlıklarının esas aşamalarından biridir. Eğer anne-baba ayrılmışsa veya ayrılma kararı vermişlerse, bu zaman çocuğun nerede yaşayacağı daha ciddi bir sorun oluyor ve çoğu zaman insanlar bu sorunların ortadan kaldırılmasını mahkemeye havale ediyorlar. Hukuk, bu tür sorunların ortadan kaldırılması için çocukların isteği ve ilgisini esas kabul etmektedir. Ama tecrübe gösteriyor ki, çoğu durumlarda da anne-baba çocuğun ilgisin ive çıkarlarını dikkate almadan sorunu kendi isteklerine, hangi tarafın daha güçlü olacağı mantığı ile halletmeyi tercih etmektedirler. Genellikle böyle durumlarda sorun büyüyor ve özel bir aracının hizmeti olmadan çözümsüz hale geliyor. Yukarıda anlatılanlardan hareketle şöyle bir sonuca varıyoruz ki, aile sorunları sırasında alternatif bir aracılık enstitüsünün olmasına kesin olarak ihtiyacı vardır. Arabuluculuk enstitüsü bu ihtiyaca cevap verebilecek bir kurumdur, vasıtadır. Arabuluculuk sivil toplumun yeni, modern mekanizması ve diğer toplumsal kuruluşlar gibi o da hümanizm ve adalet ilkeleri temelinde tatbik edildiği, insan hak ve özgürlükleri prensibini dikkate aldığınız zaman pozitif sonuçlar veriyor. Arabuluculuk tarafsız, nötr, somut çatışma hiç bir ön yargısı olmayan, taraflara ortak değer noktaları bulunması için yardımcı olan bir aracın katkısı demektir. Arabuluculuk tam bir gizlilik esasına göre yapılan bir hizmettir. Rusya Federasyonu Aile kanununun 65-66. maddelerine göre aile münakaşaları sırasında taraflar mahkemeye gider. Ama mahkeme bir karar merciidir, Kim haklı ve kim haksız diye bir karar veren kurumdur. Doğal olarak bir tarafın öbür taraf üzerinde üstünlük kazanma çabasıdır mahkeme aynı zamanda. Bu yönünü dikkate alsak, meditasyonun avantajını görebiliyoruz. Çünkü Arabuluculuk taraflara avantaj getiren bir yarışma değil, aksine onların her ikisi için uyum sağlamayı tavsiye eden ve her ikisini birazcık geriye durmaya sevkeden bir mekanizmadır. Mahkeme karar kabul ederken, her bir durumda taraflardan birinin hakkını tanıyor, ötekinin iddialarını ise reddediyor. Aynı zamanda, ister Rusya’nın, isterse de uluslararası hukuk normlarının da itiraf ettiği gibi, bu süreç sırasında çocukların hakkı daha az nazara alınıyor. En büyük çocuk hakkı ise doğal 269 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER olarak anne ve babası ile birlikte olmak. Çocuğun fiziksel, psikoloji, manevi teminatlar ortamında yaşama hakları da buraya dahildir. Arabuluculuk mahkemenin aksine olarak, tarafları galip veya MAĞLUB ilan etmiyor, onları bir araya getirerek, özellikle de çocuk faktörünü nazara alarak onların kendilerinin ortak karar almasına yardımcı oluyor. Bu metaforun kendi profesyonel özellikleriyle çok alakalıdır, elbette. Buna göre de, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun 2 Ocak 1998 yılında R (98) 1 sayılı kararında medya ve Arabulucu hakkında bazı tavsiye kararlar alınmıştır. 1. Aile üyeleri arasında iletişiminin iyileştirilmesi. 2. Taraflar arasında çatışmaları azaltmak. 3. tartışmanın sevgi ortamında çözülmesi yollarını aramak. 4. Anne-baba ve çocuk arasında devamlı ilişkileri temin etmek, bu zaman hem devletin, hem de ailenin masraflarını en aza indirmek. Münakaşanın halli için zamana karşı yarışarak olayı çözmek için gayret etmek. Gerçekten de, Arabuluculuk tarafların hiç birine zarar vermeden problemi halletmenin, karşılıklı saygının ve anlaşmanın korunarak çözmenin en güzel yoludur. Bu zaman zaman masrafına da dikkat etmek gerekir. Çünkü Çatışma bir çok durumlarda zaman geçtikçe soğumaz, aksine onları halletme yollarını bitirir. Buna göre de sorunu halletme aşamalarındaki temasların ve görüşmelerin anne-babanın üzerine koyulmasından başka hem de çalışmak gerektirir ki, üzerinden uzun zaman geçmesin. Avrupa Konseyinin tavsiyesinde aracıların aile problemlerinin halledilmesi mekanizması olarak toplumda daha çok tebliğ edilmesi ve aracılık yöntemlerinin iyileştirilmesi, geliştirilmesi de öneriliyor. Rusya Federasyonu’nda da arabulucuların sivil toplum mekanizması olarak geliştirilmesi için bazı işler görülmektedir. 27 Haziran 2010 yılında “Münakaşaların halli sırasında alternatif yöntemler kullanma” hakkında Federal kanun kabul edilmiştir. Bu kanunda bir çok yabancı ülkelerde kabul edilmiş normlar dikkate alınmıştır. Rusya’da aile aracılığı ayrıca bir kanunla düzenlenmiyor ve genel Arabuluculuk hakkındaki kanun içerisinde kayıtlıdır. Altay’da ise Dağlık Altay Üniversitesinde Aile içi problemleri düzenleme merkezi kurulmuş. Bunu için finansal kaynak ta ayrılmıştır. Bu kaynak “Aile ve çocukların muhafazası” Fonu’ndan ödenilmektedir. Bu Merkez aile dahilindeki problemlerin ortadan kaldırılması için vatandaşlara ücretsiz yardımlar yapmaktadır. Ama şunu da söylemek gerekir ki, bu hizmet Rusya’da hala daha yaygınlaşmamış geniş kitlelere ulaşamamıştır. Buna göre de, düşünüyoruz ki, arabuluculuğun kanunlar ile güçlendirilmesi ve bunun için de yeni, özel bir kanun çıkarılmalıdır. 270 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AYRIMCILIKLA MÜCADELEDE SİVİL TOPLUMUN ROLÜ Selman KARAKUL Doğuş Üniversitesi, Hukuk Fakültesi @ skarakul@dogus.edu.tr GİRİŞ Ayrımcılığa karşı korunan hukuksal yararlar, büyük ölçüde toplumdaki dezavantajlı kesimleri ilgilendirmektedir. Dezavantajlı toplumsal gruplar, hâkim gruplara karşı çıkarlarını koruyabilmek amacıyla, insan hakları mücadelesinin ilk zamanlarından beri örgütlü mücadele etmek zorunda kalmıştır. Devlet örgütlenmesinin dışında gelişen sivil toplum örgütleri (STÖ’ler), zamanla siyasal iktidarlar tarafından muhatap alınmak zorunda kalınmış ve dezavantajlı grupların haklarının tanınması ve bu gruplara yönelik insan hakları ihlallerinin önlenmesi konusunda önemli işlevler üstlenmiştir. Modern devletin oluşum sürecinde, öncelikle dinsel azınlıklar ile çeşitli meslek ve ticaret mensuplarının bir araya gelerek örgütlendikleri görülmüştür. Fransız Devrimi’nin ardından ulusçuluk akımının yaygınlaşmasıyla, 19. yüzyıl boyunca ulusal grupların ve etnik azınlıkların örgütlendikleri, -demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesine olmasa da- yeni ve güçlü ulus devletlerin kurulmasına önemli katkı sağladıkları bilinmektedir (Anheier ve Toepler, 2010, s. 358-360). 19. yüzyıl başlarında, Birleşik Krallık’ta önce köle ticaretinin, daha sonra da köleliğin yasaklanmasının ardından, köle ticareti ve kölelik karşıtı gruplar ulus-aşırı ölçekte örgütlenerek, köleliğin küresel olarak kaldırılmasıyla sonuçlanacak mücadeleyi ve bu sayede temel hak ve özgürlüklerin bölgesel ve uluslararası alana taşınması sürecini başlatmıştır (Hilton vd., 2012, s, 1213). 19. yüzyılın sonlarına doğru güçlenen kadın hakları örgütleri, ancak 20 yüzyılda açıkça ortaya çıkabilen eşcinsel hakları örgütleri ve engelli haklarını savunan örgütler toplumda ayrımcılığa uğrayan dezavantajlı grupların haklarının tanınmasında büyük öneme sahip olmuşlardır. STÖ’lerin ayrımcılıkla mücadele konusundaki katkıları, birbiriyle bağlantılı olan, ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuksal yönleriyle incelenebilir. Bu çalışmada STÖ’lerin ayrımcılıkla mücadelelerinin hukuksal ve siyasal yönlerine değinilmektedir. Birinci bölümde, genel olarak ayrımcılık yasağına ilişkin hukuksal düzenlemeler, ikinci bölümde STÖ’lerin ayrımcılığa karşı başvurduğu idari ve yargısal yollar, üçüncü ve son bölümde ise ayrımcı uygulamaların tespitinde sivil toplum örgütlerinin artan önemi üzerinde durulmaktadır. 271 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER I. AYRIMCILIK YASAĞINA İLİŞKİN TEMEL HUKUKSAL DÜZENLEMELER Ayrımcılık yasağı ve eşitlik kavramlarının genel kabul gören tanımları mevcut değildir. Ayrımcılığın iki farklı ve yaygın türünü ortadan kaldırmayı amaçlayan, Birleşmiş Milletler, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (ICERD) ve Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin (CEDAW) 1. maddelerinde yer verilen benzer tanıma göre, ayrımcılık, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerin tanımlanmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan herhangi bir ayrım, mahrumiyet, kısıtlama (veya üstün tutma) anlamına gelmektedir (Vandenhole, 2005, s. 33). Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, hukuksal yönden eşitsizlik ve ayrımcılık, ancak diğer hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak gündeme gelmekte ve benzer durumdaki kişi ya da gruplarla mukayeseli olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrımcılık yasağı ile eşitlik ilkesi arasında yakın ilişki bulunduğunu, ayrımcılık teşkil eden eylem ve işlemlerin aynı zamanda özel ve nitelikli biçimde eşitlik ilkesini de ihlal ettiğini belirtmek gerekir. Anayasa ve siyasal belgelerde öncelikle doğal hak kuramının etkisiyle biçimsel eşitlik ilkesine yer verilmiş, maddi ve sosyal eşitlik ilkesi ise daha sonra gündeme gelmeye başlamıştır (Öden, 2003, s. 65-86). “(A)nayasal eşitlik ilkesinin yükümlüsü olan devletin, biçimsel düzenlemelerin yanı sıra, farklı hak öznelerinin ve kişi kesimlerinin karşı karşıya bulunduğu somut ve olgusal eşitsizliklerin gerektirdiği -başta ekonomik ve sosyal olmak üzere- her türden uygun önlemleri alması gerekir” (Gülmez, 2011, s. 81). İnsan haklarının monizmi, hak ve özgürlüklerin korunması konusunda bütüncül bir yaklaşımı gerektirse de, ayrımcı uygulamaların karmaşıklığı ve bazen bu uygulamaları tespit etmenin güçlüğü, ayrımcılığa maruz kalan dezavantajlı kesimlerin uzmanlaşmış, örgütlü bir mücadele yürütmelerini kaçınılmaz hale getirmektedir. Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlikle ilgili hukuksal düzenlemelerin hazırlanmasında, önleyici mekanizmaların oluşumu ve işleyişinde, idari ve yargısal süreçlerin işletilmesinde ve son olarak ihlal sonuçlarının giderilmesinde, her aşamada sivil toplum katılımına gereksinim bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Ek Protokollerde güvenceye alınan temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olmakla birlikte, ayrımcılığın bölgesel ölçekte korunmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları önemli rol oynamıştır. Ayrımcılık yasağı, AİHS’nin 14. maddesinde düzenlenmekte ve “Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma(nın), cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin” sağlanması öngörülmektedir. AİHS’ye Ek 12 No’lu Protokol ise ayrımcılık yasağı konusunda Sözleşme’nin güvence sistemini bir adım ileriye taşıyarak, genel ayrımcılık ya272 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sağını düzenlemektedir. Ancak, Ek 12 No’lu Protokol, taraf devletlerden yeterince ilgi görmemiş olup, bugüne kadar 47 Avrupa Konseyi (AK) üyesi devletten 18’i tarafından onay işlemleri tamamlandığı için, yalnızca bu ülkeler yönünden uygulanma imkanı bulunmaktadır. AİHM’nin ayrımcılık yasağı konusundaki içtihat çizgisi incelendiğinde, önceleri geleneksel değerlere bağlı ve dezavantajlı grupların maruz kaldığı farklı uygulamalar konusunda üye devletlerin takdir marjını geniş yorumlayan, sınırlı bir yaklaşım benimsediği ve ayrımcılık yasağı ihlallerini tespitte çekimser davrandığı görülmektedir. AİHM’nin, son yıllardaki kararlarında ise toplumsal ilişkilerde yaşanan gelişmeleri göz önüne alan, dezavantajlı grupların maruz kaldığı dolaylı ve sofistike ayrımcılık ihlallerini de AİHS’nin 14. maddesine aykırı bulan, daha özgürlükçü bir denetim anlayışı geliştirmeye başladığı görülmektedir (Smith ve O’Connell, 2011, s. 194). Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun ilk düzenleme ve uygulamalarında ayrımcılık sorunu yalnızca istihdam ve sosyal güvenlik boyutlarıyla sınırlı olarak ele alınmış ve ayrımcılığın cinsiyet temelinde yasaklanmasıyla yetinilmiştir. Avrupa’da ayrımcılık sorununa karşı sadece iktisadi alanla sınırlı ve cinsiyet temelinde geliştirilen klasik yaklaşımın yeterli olamayacağının genel kabul görmesinde ve Avrupa Birliği (AB) Hukukunda ayrımcılık yasağının hem kapsam, hem korunan hukuksal menfaatler bakımından geliştirilmesinde, 1980’li ve 1990’lı yıllardaki aktif STÖ faaliyetlerinin önemli katkıları olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim ayrımcılığın önlenmesine yönelik AB Direktifleri hazırlanırken, STÖ’lerin ayrımcılıkla mücadele konusundaki rolleri göz ardı edilmemiş ve STÖ’ler ayrımcılığa karşı mücadelede yargısal ve idari sürece dâhil edilmiştir. II. SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN AYRIMCILIĞA KARŞI BAŞVURDUĞU İDARİ VE YARGISAL YOLLAR STÖ’lerin temsil ettiği dezavantajlı grupların maruz kaldığı ayrımcı uygulamalara karşı iç hukukta başvurulabilecek idari ve hukuksal yollar, STÖ’lerin başvuru yapma ehliyetlerine göre farklılık göstermektedir. STÖ’lerin ayrımcılık şikayetlerini mağdur şahıslar adına doğrudan insan haklarını koruma mekanizmaları önüne taşımalarına izin verilmesi (actio popularis yolu) dava ehliyeti (locus standi) yönünden istisnai nitelik taşımaktadır. STÖ’lerin genelde insan hakları ihlallerine karşı ulusal koruma mekanizmalarına doğrudan başvurabilme ehliyeti sınırlıdır. Bunun nedeni, ulusal makamlar önünde şikayetçi ya da davacı olabilmek için, genelde ihlalden doğrudan zarar görmüş olma, yani mağdur olma koşulunun aranmasıdır. Ulusal, bölgesel ve uluslararası insan haklarını koruma mekanizmalarına başvuru için aranan mağdur olma koşulu nedeniyle, STÖ’ler genel olarak aşağıdaki yöntemlerle mağdur şahıslara yardım edebilmektedir (Karakul, 2010, s. 114 vd.): - Doğrudan ya da görevlendirecekleri temsilci aracılığıyla, mağdur şahısların koruma mekanizmaları önünde temsili, 273 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER - Görülmekte olan başvuru ya da davalara katılım veya amicus curiae (mahkemenin dostu ya da bir nevi uzman bilirkişi) görüşü sunma, - İhlalin sona erdirilmesi veya sonuçlarının giderilmesi amacıyla idari makamlar nezdinde yapılan girişimler. AB’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın (ABİA) 19. maddesinde (eski 13. madde), Konsey’in, Avrupa Parlamentosu’nun muvafakatini aldıktan sonra, özel yasama usulü doğrultusunda, oybirliğiyle, cinsiyet, ırk ve etnik köken, din ve inanç, engellilik, yaş veya cinsel yönelime dayalı ayrımcılıkla mücadele amacıyla gerekli tedbirleri alabileceği düzenlenmiştir. AB Hukukunda ayrımcılığın önlenmesi ve eşitliğin sağlanması amacıyla kabul edilen direktiflerde (Craig ve De Búrca, 2011, s. 867-895), STÖ’lerin ayrımcılıkla mücadele konusundaki rolleri göz ardı edilmemiş ve STÖ’ler ayrımcılıkla mücadelede idari ve yargısal sürece dâhil edilmiştir. Ayrımcılığa karşı AB direktiflerinde, STÖ katılımına yönelik getirilen ortak düzenleme şöyledir: “Üye devletler, bu Direktif hükümlerine uyulmasının sağlanmasında, ulusal hukukun öngördüğü ölçütler çerçevesinde, meşru bir çıkarı bulunan derneklerin, örgütlerin veya diğer tüzel kişilerin şikâyetçi adına ya da şikâyetçiye destek olmak amacıyla, onun onayıyla, bu Direktifteki yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle ilgili herhangi bir adli ve/veya idari sürece dâhil olabilmesini temin ederler.” Türkiye’de AB müktesebatına uyum sürecinde hazırlanan ancak henüz Meclis’e sunulmayan “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Tasarısı Taslağı”nın hazırlık sürecinde, ayrıca taslakla oluşturulması amaçlanan “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu”nun oluşumunda ve çalışmalarında ayrımcılık alanında faaliyet gösteren dernek, vakıf, sendika ve meslek örgütlerinin katılımına yer verildiği görülmektedir. Ancak, STÖ’lerin ve Kurulun ayrımcılık yasağına aykırı uygulamalar hakkında idari ve yargısal sürece doğrudan dahil olabilmelerine olanak tanınmamış olması, STÖ’lerin ayrımcılıkla mücadeleye daha güçlü katkıda bulunmalarına olanak vermeyecektir. III. AYRIMCI UYGULAMALARIN TESPİTİNDE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN ARTAN ÖNEMİ Her geçen gün gelişen ve farklılaşan ekonomik ve toplumsal koşullar, yeni işyeri uygulamaları ve karmaşık kimlik sorunları, geleneksel mukayese yöntemleriyle ayrımcı uygulamaların tespitini güçleştirmektedir (Goldberg, 2011, s. 731-743). Bu noktada, değerlendirme ölçütleri konusunda daha esnek davranabilen ve dezavantajlı grupların güncel sorunlarını en iyi bilebilecek konumda olan STÖ’lerin tespitleri idari ve yargısal organlar için yol gösterici nitelik taşımaktadır. Ulusal ve uluslararası yargı organları ve idari denetim mekanizmaları geleneksel olarak doğrudan ayrımcılık vakalarını incelemekte, dolaylı ayrımcılık vakalarını kabul etmek konusunda yetersiz kalmaktadır (Givens ve Case, 2014, s. 114-115). Dolaylı ve 274 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sofistike ayrımcılık uygulamalarının yol açtığı olumsuzlukları ortaya koymak ve ayrımcılığın farklı türleri konusunda toplumda bilinç oluşturulmasında STÖ’lere önemli görevler düşmektedir. Diğer insan hakları sorunlarının yanı sıra, ayrımcılıkla mücadelede, gerek ulusal, gerek bölgesel, gerekse uluslararası kurumlar, meşruiyet arayışlarında sivil toplum örgütlerinin daha yoğun katılımına gereksinim duymaktadır. Özellikle karar organlarının çoğunluğu seçimle işbaşına gelmemesine rağmen, üye devletler nezdinde Kurucu Antlaşmalardan kaynaklanan yoğun yetkiler kullanabilen AB bakımından, STÖ katılımının artırılması meşruiyet açığının giderilmesine olumlu yönde katkı sağlayacaktır (Ruzza, 2011, s. 219-223). SONUÇ STÖ’ler, hukuksal düzenlemelerde ayrımcılık nedenleri olarak sayılan cinsiyet, yaş, etnik köken, din ve inanç, felsefi düşünce, engellilik ve cinsel yönelim gibi özellikleri nedeniyle ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama gibi haksız muamelelere maruz kalan kişi ve grupların haklarının korunması amacıyla çeşitli faaliyetler yürütmektedir. Bu faaliyetler arasında en etkili olanı, idari ve yargısal organlar nezdinde yürütülen faaliyetlerdir. Toplumdaki dezavantajlı grupların maruz kaldığı ayrımcı uygulamaların tespitinde devletten bağımsız bilgi kaynağı olmaları, örtülü ve karmaşık ayrımcılık uygulamalarını ortaya çıkarabilmeleri ve sivil yurttaş katılımına dayandıkları için ulusal, bölgesel ve uluslararası kurumların meşruiyet arayışlarına katkıda bulunmaları nedeniyle, STÖ’ler ayrımcılıkla mücadele ve eşitliğin sağlanmasında kilit öneme sahiptir. KAYNAKÇA ANHEIER, Helmut K. ve TOEPLER, Stefan (2010), International Encyclopedia of Civil Society, Springer, Arlington CRAIG, Paul ve Gráinne DE BÚRCA (2011), EU Law: Text, Cases, and Materials, Oxford University Press, New York GIVENS, Terri E. ve CASE, Rhonda Evans (2014), Legislating Equality: The Politics of Antidiscrimination Policy in Europe, Oxford University Press, New York GOLDBERG, Suzanne B. (2011), “Discrimination by Comparison”, The Yale Law Journal, Volume 120, Number 4, pp. 728-812 GÜLMEZ, Mesut (2011), “Anayasal Eşitlik İlkesi ve Ayrımcılık Yasağı: Eleştirel ve Aykırı Düşünceler”, Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu III Bildiriler, (Ed.) Mesut Gülmez, Petrol-İş Yayını, İstanbul, ss. 51-84 HİLTON, Matthew, NICK, Crowson, MOUHOT, Jean-François, MCKAY, James (2012), A Historical Guide to NGOs in Britain: Charities, Civil Society and the Voluntary Sector since 1945, Palgrave Macmillan, Basingstoke KARAKUL, Selman (2010), “Sivil Toplum Örgütlerinin İnsan Hakları Mağdurlarına Sağladığı Hukuksal Yardımlar”, VII Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi Bildiriler Kitabı, (Ed.) Ali Akdemir vd., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayını, Çanakkale, ss. 109-121 ÖDEN, Merih (2003), Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Yetkin Yayınları, Ankara 275 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER RUZZA, Carlo (2011), “The International Protection Regime for Minorities, the Aftermath of the 2008 Financial Crisis and the EU: New Challenges for Non-State Actors”, InternationalJournaoln Minority and Group Rights, Volume 18, pp. 219-234 SMITH, Anne ve O’CONNELL, Rory (2011), “Transition, Equality and Non-discrimination”, Transitional Jurisprudence and the ECHR: Justice, Politics and Rights, (Ed.) Antoine Buyse veMichael Hamilton, Cambridge University Press, New York, pp. 185-207 VANDENHOLE, Wouter (2005), Non-Discrimination and Equality in the View of the UN Human Rights Treaty Bodies, Intersentia, Antwerpen 276 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER DEMOKRATİK, KÜLTÜR VE SİYASAL KATILIMI GELİŞTİRMEDE STK’LAR Mübariz GÖYÜŞLÜ Müasır İnkişaf İçtimai Birliği - Azerbaycan @ mubariz2011@hotmail.com “Müasır İnkişaf” İctimai Birligi hakkında “Muasır İnkişaf ” Cemiyeti 10 yıldır Baküde faaliyet gösteren, aynı zamanda Gürcistan, Türkiye, Rusya, Fransa gibi ülkelerde de temsilcilikleri bulunan, “Türk Eli” adlı dergiyi çıkartan, uluturk.info, millikimlik.az, dialoq.info adlı siteleri, turk-islam-ngo@ yahoogroups.com başlıklı 9 bin kadar emaili birleştiren internet grubu, facebookda, YouTube-da sayfaları olan, Bakü’de faaliyet gösteren internet TV-de analitik programlar hazırlayan bir STK-dır. İlk faaliyet gösterdigi bir yıl içinde ictimai birligimiz “Türk-İslam Dünyası” adı altında faaliyet gösterdi, daha sonra “Müasır İnkişaf ” İctimai Birligi adını aldı. Bu teşkilat ideolojik olmakla birlikte; faliyet prensiplerinde, maksat ve vazifelerinde Türk Birligini, vatanseverligi, milli-manevi değerleri, İslamı tebliğ etmek vardır. 2005 yılında Türk Devletlerinin iktisadi birlik modeli, 2006 yılında Türk Devletlerinin Parlamenter Birliginin oluşmasının gerekliliğini, Türk Birliginin kurulmasının yolları, İslam dininin geniş şekilde tebliğ olunması, Azerbaycan’daki orta okullarda din kültürü dersinin müfredata girmesi, Milli İdeoloji, ABD-İran çekişmesi, Dağlık Karabağ problemi, medya, tarih vs. gibi en farklı ve önemli sayılan mevzularla ilgili Azerbaycanda toplantılar yapılmış, teklifler hazırlanmış ve ilgili kurumlara ulaştrılmıştır. Kafkaslardaki arazi münakaşaları, Ortak Türk Alfabesi, Ortak Türk Edebi Dili konularında Baküde bir kaç uluslararası konferans teşkil edilmiştir. Bundan başka “Türk Kafkas İslam Ordusu ve ermeniler”, “Misyoner”, “Milli-Manevi Değerlerimiz”, “Azerbaycan Milli Kimliği” adlı kitaplar yayınlanmıştır; gencler için vatanseverlik, tarih dersleri, milli ideoloji konularında araştırmalar hazırladık. Bu kitaplardan “Azerbaycan Milli Kimliği” adlı kitap uluslararası teşkilat ve 40 tan fazla İslam ülkesini kendi çatısı altında birleştiren İslam Konferansı Gençler Formunun iştirakı, Azerbaycan Cümhuriyeti Dini Kurumlarla İş üzere Devlet Komitesinin destegi ile gerçekleştirilen “Milli-Manevi Değerler ve Milli Kimlik” projesi çerçevesinde hazırlanmıştır. 2006 yılından itibaren Bakü’de Dünya Türklerinin Dayanışma Günü ile ilgili tebligat geçirilmiştir. Neticede 2010 yılında İstanbulda Türk Devlet Başkanlarının toplantısında Nahçıvan Beyannamesinin tarihi, yani 3 ekim tarihi Türk Devletlerinin Daya277 nışma Günü kabul edilmiştir. Bu faliyetimiz 2011 yılında Ankarada Türk Ocaklarının düzenlediği, Türkiyenin resmi şahıslarının da katıldıgı toplantıda “Türk Dünyasına Hizmet” ödülü ile mükafatlandırılmıştır. Teşkilat Azerbaycan’da ilk defa 2008 yılında Bakü’de Türk Büyükelçiliginin ve TİKA’nın destegi ile “Türk yenilmez, Çanakkale geçilmez” başlıklı makale yarışması düzenlemiş, dereceye giren gazetecilerin Türkiyenin Çanakkale şehrine gezisini gerçekleştirmiştir. 2010 yılının eylül ayında Ortak Türk Alfabesi ve Ortak Türk Edebi Dili mevzusunda Türk Devlet Başkanlarına toplu imzalarla Türk Dünyasının farklı yerlerinde faaliyet gösteren STK temsilcilerinden, gazete ve dergi editörlerinden, millet vekillerinden, siyasi parti başkanlarından destek imzaları toplanmıştır. Neticede Azerbaycan cumhurbaşkanı İlham Aliyev 2013 yılında bu mesele ile ilgili devlet programında hususi olarak bu konuyu tastiklemiştir. Diger türk devletlerinde de bu mesele ile ilgili işler yapıldı ve arzu edilir ki, bu mesele en kısa zamanda amacına ulaşsın. Teşkilat 2011 yılında Ali bey Hüseynzade adına Türk-İslam Dünyasına Hizmet Mükafatı tahsis etmiş ve bu sahada hizmetleri olan şahsları her yıl mükafatlandırmıştır. Son olarak denilebilir ki, teşkilatın bünyesinde ögrencilerin faaliyetini ilgilendiren, araştımacıların müzakerelerini teşkil eden başka kurumlar oluşturulmuştur. Demokrasinin gelişmesinde STK’ların rolü Demokrasi tarih boyunca insanoğlunun elde ettiyi en verimli idarecilik yöntemidir. İlerici değerler bütünü olarak, aynı zamanda sürekli gelişimde, hareketli olan fikir ve görüşler sistemidir. Bu öncesi belli, lakin sonu görünmeyen bir süreç, gelişim yoludur.Kar amacı gütmeyen, gönüllü olarak çalışmayı esas olarak gören STK-ların faliyeti bildigimiz gibi dünya çapında çok geniş bir şekilde yayılmıştır. Hem devlet kurumlarının ele alamadığı işleri gönüllü bir şekilde hayata geçiren, hem de devlet kurumlarının faliyetinde sosyal kontrolu sağlayan STK-lar demokrasinin gelişminde çok mühim bir role sahiptir. Bizim başkaları ile birleşmemiz neticesinde meydana gelen teşkilatlara sivil toplum kuruluşları adı verilir. Bu tür birleşmeler zaman zaman aile, okul, klüp, ticari teşkilatlar şeklinde olmuştur. Asıl amaç sosyal fayda elde etmeye yöneliktir. Artık dünyada STK olmayan ülke kalmamıştır. Dünya ülkelerinin esas birligi olan BMT nin de kendi yasalarında bu mevzuya hususi önem verilir. BMT nin Yasasında STK larla ilgili yasa yer alır. Yasasının 10.Bendinin 71. Maddesinde açıklanan hüküm şöyledir: “İktisadi ve Sosyal Konsey onun yetkileri çerçevesinde olan konularla ilgilenen sivil toplum kuruluşları ile istişare yapılması için gerekli tedbirleri görebilir”. BM den söz açılmışken, modern sivil toplum kuruluşlarına özgü özellikler ve temel ilkeler BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi belgelerinde bu şekilde açıklanmıştır: özel kişiler tarafından kurulması; hükümete bağlı olmaması; kar amacı güdmemesi; toplumsal çıkarları esas alması; gönüllülük; meşruiyet. Bu fikir ve ideoloji bizlere Batı’dan geldiğine göre diyebiliriz ki, bu sektör orada, Türk Dünyasından daha iyi gelişmektedir.Bazı durum- TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER larda Batı bu meseleyi bizim gibi ülkeler için siyasi baskı aracı olarak da kullanıyor olsa da herşeye rağmen STK’ların varlığı çok önemlidir ve onun gelişimi için Türk devletleri ve toplulukları geniş çalışmalar hayata geçirmelidir. STK’ları siyasi baskı aracı olarak kullanmasında Batı ülkelerini suçlamaktansa, demokrasinin önemli bir özelliği olan sosyal kurumların etkinliğini uyandırmak, daha da genişletmek, yerel donör kurumların faaliyetine destek olmak gerekir. “Britanika” Ansiklopedisinde de gösterildiği gibi hayır kurumları, ve ya başka bir isimle sivil toplum kuruluşları iki şekilde maliyeleşir: yerel donörlerden yardım alan hayır kurumları ve yabancı şirket ve bireyler tarafından himaye edilen hayır kurumları. Bu nedenle o kurumlara ödenek ayrılmalı, aynı zamanda onların aracılığıyla güçlü, demokratik toplum kurmaya çalışılmalıdır ki, böyle sorunlar oluşmasın. Tesadüfi değil ki, “iyi toplum” deyince birçok durumda “sivil toplumu gelişmiş ülkeler” akla geliyor. STK’lar hükümet kurumlarının yanında değil vatandaşın yanında yer almalıdırlar. Fakat bu felsefe hiçbir zaman devlete karşı yer almak gibi yorumlanmamalıdır. Demokrasi işte bu şekilde gelişebilir. Dolayısıyla, sivil toplum kimliğin, demokratik hakların savunucusu rolünde hareket ederek, onun özgürlüğünün sağlanmasına çalışmakta; aynı zamanda vatandaşa devlet karşısındaki hak ve görevlerine sorumlulukla yaklaşma terbiyesini aşılamaktadır . Bu amaca ulaşmak için sivil toplumun temel araçları sivil toplum kuruluşları, ve ya kısacası, STK’lardır . STK’lar çeşitli ilişkiler sistemine sahip oldukları için sivil toplumun gelişmesine büyük katkılar sağlamak olanağına sahiptirler. Kültürel değerlerin tebliğ edilmesinde STK’ların rolü Dikkate almak gerekir ki, modern dünyadaki küresel entegrasyon sürecinde öncü yer tutmak isteyen devlet kendisinin ekonomik, siyasi gücü ile birlikte, hem de tarihi mirası, kültürü ile tanıtmalı, onları yüksek düzeyde anlatmayı bilmelidir. Çünkü her devletin ve toplumun şekillenmesinde, gelişmesinde ülkede varolan kültürel, milli-manevi değerler sistemi önem arz etmektedir. Bu değerleri korumakla toplum kendi tarihine sahip çıkmış olur, milli kimliğini muhafaza edebilir, milli bilincini zedelenmekten kurtarabilir. Kültürel ve milli-manevi değerler sisteminin muhafaza edilmesi ve geliştirilmesi sivil toplumun önde gelen enstitülerinden olan STK’ların görevlerinden biri olmalıdır. Bugün Türk Dünyasında bu yönde faaliyet gösteren her bir STK’nın üzerine kendi ülkesinin kültürel mirasının, tarihinin tebliği ve gençlerimiz tarafından benimsenmesi gibi sorumlu bir yükümlülük düşüyor. Bizler dikkate almalıyız ki, şimdi dünyada kendi kültürünü, kültürel değerlerini daha değerli şekilde tebliğ edebilen, onu korumayı başaran devletler ve milletler yaşam hakkı kazanıyorlar. Bizler zengin Türk kültürel mirasını el ele verip ciddi çalışmalarla dünyaya anlatmalıyız. Elbette bu yönde şimdiye kadar çok sayıda çalışmalar hayata geçirilmiştir. Bizler de bundan sonra daha da gayretle çalışmalıyız. Dünyada artık kana ve ırka bağlı siyaset sekteye uğradı. Şu anda kültürlerin karşılaşması, çarpışması ve uzlaşması süreci işliyor. Çağdaş 279 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER dünyadaki küresel entegrasyon sürecinde her ülke için kültürel zenginliğin korunması ve gelişmesini sağlayan önemli şart güçlü milli fikirin varoluşudur. Biz bu çalışmaları gerçekleştirirken gençlere özel dikkat ayırmalı ve onların bu konularda aktif birer organizatör ve katılımcı olmasını sağlamaya çalışmalıyız. Siyasi meseleler ve STK’lar STK’nın felsefesi onun aktif siyasetle meşgul olmasını, siyasi partilerin yan kuruluşları olarak hareket etmesini, onların tebligatçısı rolünde davranış sergilemesini yasaklamaktadır. Fakat bu demek değildir ki, STK’lar siyasetten uzak durmalıdır. Seçimler sırasında siyasi aktifliği artırmak için propaganda yapan, seçimlerin nabzını tutan, vatandaşları aktif vatandaşlık konumu göstermeye çağıran, bozulmuş sivil haklarının korunmasına çalışan vb. bu gibi faaliyetlerle uğraşan STK’ların varlığını dikkate alarak diyebiliriz ki, siyasi sorunların oluşmasında ve gelişmesinde STK’ların büyük rolü vardır. Türk Devletlerinde STK’ların siyasi konularla ilgili çalışmalarında bir takım sorunlar var. Bazı durumlarda STK’ların bilerek veya bilmeyerek siyasi partilerin, Batı’da faaliyet gösteren donörlerin siyasi tansiyon aleti olması onların çalışmalarına gölge düşürüyor, hükümetin itirazına neden oluyor. Bazı durumlarda ise STK’ların iktidar partilerinin destekçisi gibi hareket etmeleri onların objektifliğine gölge düşürür. Kanaatimizce bu konuların birdenbire düzelmesi mümkün değildir. Ama bunun çözümünü yavaşlatmak da yanlıştır. Her bir devlet ve millet bu sorunların çözümü için ciddi çabalar göstermelidir. Ben, Türkiye’deki STK’ların faaliyetlerinin bu konuda hem Azerbaycan’a, hem de diğer Türk devletlerindeki STK’lara örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Fakat bazı durumlarda Türkiye’de de öyle sorunlar ortaya çıkıyor ki, onun varlığı toplumun gelişimine zarar veriyor. Her toplum bilmelidir ki, modern dünyada STK’lar olmadan gelişme imkansızdır. Bu nedenle STK’lara karşı cephe alması yerine onun gelişimine destek olarak STK’lar aracılığıyla toplumdaki sosyo-politik istikrarı, uyumu sağlamak, daha da geliştirmek mümkündür . Azerbaycan’da STK’ların durumu 1999 yılında Azerbaycan’da Milli STK Forumu adı verilen ve şu an 600’den fazla örgütü kendi çatısı altında birleştiren bir örgüt kuruldu. 2000 yılında STK’lar hakkında kanun, 2007 yılında Konsept kabul edildi ve sonuçta Azerbaycan Cumhuriyetinde “Cumhurbaşkanı yanında STK’lara Devlet Desteği Konseyi” oluşturuldu. Bu da sosyal sektörün gelişmesini hayli olumlu etkiledi. Örneğin temsil ettiğim kurum milli odaklı STK olduğu için uluslararası fonlardan hibe almıyordu. İlk projelerimiz STK Konseyi yardımı ile yapıldı. Ayrıca Azerbaycan’da STK’ların etkinliğini destekleyen Gençlik Fonu, bilim adamlarının ve STK’ların etkinliğini denetleyen Bilim Vakfı, gazetelere destek veren medya Fonu da faaliyet göstererek yerel donörler olarak hareket ediyor. Ayrıca bakanlıklar da STK’larla birlikte projeler hayata geçirmektedir. Azerbaycan 280 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER STK Konseyi artık başka ülkelerde faaliyet gösteren STK’ların da projelerini finanse eden donör ülke olarak hareket etmektedir. Öyle ki, 2014’te 12 yabancı ülkeden projeler desteklenmiştir. Fakat bütün bunlarla birlikte sorunlar da bitmedi ve hala varlığını sürdürüyor. Şunu ifade etmeliyim ki, Azerbaycan’da 3000 kadar STK mevcut olsa da onlardan sadece 700’nün aktif etkinliğini gözlemlemek mümkündür. Gerçekleştirilen projeler ise birçok durumda resmi niteliktedir. Bu nedenle bu yönde yapılacak hayli çalışmalar vardır. Öneriler Şu anda Türk devletleri arasında resmi ilişkiler yaygınlaşmaktadır. Türk Konseyinin, Türk Parlamentosunun, Türk Elders Konseyinin, Türk Devletleri basın Platformu’nun varlığı bunu ispatlıyor. Peki biz bu ilişkileri genişletmek ve sosyal düzlemde hayata geçirmek için neden faaliyet göstermeyelim? Türk Dünyası STK’lar forumunun geçirilmesi için 2008 yılında Azerbaycan’da belli çalışmalar gerçekleştirmiş, hatta proje düzenlemiş, çeşitli kurumsal çalışmalar gerçekleştirmişti. Sadece mali yetersizlik sorununa göre bunu gerçekleştirmek mümkün olmadı. Biz kurum olarak bunları göz önünde bulundurarak 2 Ekim 2012 tarihinde Bakü’de Türk Dünyası STK’lar Birliği’nin oluşturulması konusunda yerel kuruluşların katılımı ile toplantı düzenledik. Etkinliğin sonunda ilgi çekiçi önerileri sistemleştirerek Başvuru hazırladık. Bu önerilerin bazıları şunladır: Merkezi heyeti İstanbul’da bulunan ve kendi bünyelerinde dört Türk devletini birleştiren Türk Konseyi’nde - Türk Keneşinde Türk Dünyası STK’larının Birliği’nin kurulmasına destek olması için Başvuru gönderelim. Türk Konseyinin yardımı, doğrudan katılımıyla önde gelen kuruluşların temsilcilerinden oluşan Çalışma Grubu yaratılsın ve Türk Dünyası STK’larının Birliği’nin oluşturulması için gereken adımlar atılsın. Oluşturulan böyle bir kurumun Türk Konseyinde temsilcisi olsun ki, orada kabul edilen kararlara etki etmek imkanı elde edilsin, aynı zamanda bu kararların yerine getirilmesinde toplumsal kurumlar da aktif şekilde etki gösterebilsin. En sonda belirtelim ki, Türk Dünyası STK’ları hakkında ayrıca bir kitap yayınlanırsa, kitap bu kurumlara gönderilirse ilişkilerin kurulması ve yoğunlaştırılması istikametinde önemli bir adım atılmış olunur. 281 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KIRGIZİSTAN’DA SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE MEDYANIN ORTAK FAALİYETLERİ Yıldıza JOLDAŞBAYEVA ELTR - Kamu Televizyon ve Radyo Şirketi @ sweetochka89@mail.ru Sivil toplum örgütleri (STÖ) yeni demokratik Kırgızistan’ın tarihinde büyük rol oynamaktadırlar. İster pozitif, isterse de negatif yönde vatandaşların düşünceleri farklıdır. Bir taraftan tüm bağımsızlık yılları boyunca devlet vatandaşların sosyal-ekonomik sorunlarının giderilmesinde oldukça pasif olmuştur, özellikle de bölgelerde. Başka taraftan ise iyi finans resurslarına, güçlü kadroya sahip olan sivil toplum örgütleri politik alanda aktif yerleri tutmuşlar. Medya ve STÖ’nün ortak faaliyetlerini araştırırken bu sektörlerden her birinin özelliklerini dikkate almak gerekir. Medya Kırgızistan’da bir şebeke olarak formalaşma devrini yaşıyor. Bir çok gazeteler ise hatta basın özgürlüğünün verilmesinden dolayı eyforik durumdalar. Değerlerin ayaklanması, bühtanlar ve sahte habercilik hallerine de tez-tez rast geliniyor. Gazeteci etiğinin kasten ve ya bilmeyerekten bozulması olayları baş veriyor. Bu günkü Kırgız basını, özellikle de Kırgız dilli basın asıl mahiyetinden uzaklaşmış gibi görünüyor. Sanki basının görevi ahaliye yalan haberler götürmekten, ve ya insanların işine yarayan haberleri yaymaktan ibaretmiş gibi gözükmededir. Bir çok basın kuruluşları ayrı-ayrı politik zatların çıkarlarına hizmet için çalışmaktadır bile. Ama ülkede ciddi basın kuruluşları da vardır ve onlar bağımsız bir mevkii tutmaktadırlar. Bunların çoğu Rus dilli basındır. Kısaca söylersek, Kırgız basınının önünde kemiyetten kaliteye geçiş gibi bir aşama dayanıyor. Komşu ülkelerle mukayese etsek, Kırgızistan’da STÖ çok yüksek entelleküel ve metodoloji potensiala sahipdir. STÖ liderleri karizma ve konuşma kabiliyetleri ile farklanan insanlardır. Bu da onların şahsiyetine hem medyanın, hem de hakimiyetin dikkatini çekmekdedir. Bu güne olan resmi bilgiye göre Kırgızistan’da 10400 STÖ kayıt altına alınmıştır ki, bunların da 50%-i başkenttedir. Ama bunlardan yalnız 35% - i devamlı olarak faaliyetteler. Bir çok STÖ belli projeler için yaratılıyor, proje bitince de kapatılıyor. STÖ sektöründe okul ve üniversite öğrencileri arasından her yıl, ortalama olarak 36 bin kişi volöntör olarak katılıyor. Devamlı olarak bu sektörde çalışanların sayı ise 15 bindir. Sivil Toplum Örgütleri kendi çalışanlarının tecrübelerinin artırılmasına özellikle dikkat veriyorlar. Bir çokları yurtdışında staj yapıyor. Yerli seviyede de onlar daimi 283 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER treninglerle avukatlık, hukuki tecrübe, devlet idareleri ile iş metotlarının artırılması ile uğraşıyor, hatta kendi opponentlerine psikoloji yanaşma tecrübelerine de alıştırılıyorlar. (kaynak:http://student.zoomru.ru/avia/rol-npo-v-kyrgyzstane/82614.671754. s1.html) STÖ sektöründen farklı olarak ülkedeki gazetecilik fakülteleri devletin ayırdığı sınırlı finansla geçinmek zorundalar. Onların öğrenme imkanları sıradan eğitim programı sisteminin dışına çıkabilmiyor. STÖ her hangi problemle esaslı olarak uğraşıyor, bu ve ya başka problem hakkında köklü bilgiye sahiptir. Bu açıdan, tabii ki, STÖ medya için kaynak rolünü oynamaktadır. İdeal yanaşsak, sivil toplum örgütleri devlet ve vatandaşlar arasında köprü rolünü oynamalıdırlar. Ama aynı zamanda, her bir sivil toplum örgütü hem de özel teşebbüstürler. Objektif ve dürüst medya onların faaliyetini kontrol altına alıp topluma aşikar etmelidir. Ama Kırgızistan’da bu pratik hala yokdur. STÖ için üstünlük verilen alanlar- ekonomi, eğitim, tıp, hukuki yardımdır. Esas finans kaynakları bunlardır- Freedom Hause Kırgızistan bürosu. Fond Soros- Kırgızistan. Birleşik Milletlerin Gelişme programları daimi temsilciliği. Birleşik Milletlerin ahali yerleşim Fondu. UNİSEF çocuk Fondunun temsilciliği. Birleşik Milletler Baş Komiserliğinin Mültecilerin İşi üzere İdaresinin temsilciliği. ABD Barış Fondu. Migrasiya üzere Uluslaraarası Örgütün misyonu. AGİK-in Bişkek’deki Merkezi. Uluslararası Bilim=teknik Merkezi. Büyük Britaniya Uluslar arası gelişme bakanlığının temsilciliği. UNESKO işleri üzere Kırgız Milli Komisyonu. Ağa Han gelişme şebekesinin temsilciliği. Merkezi Asya bölgesel Ekoloji Merkezinin filialı. Kızıl Haç Uluslararası Komitesinin temsilciliği. Devletlerarası bankanın Kırgızistan temsilciliyi. Güney Kırgızistan’da Birleşik Milletlerin Mülteciler üzere Koordinasyon Bürosu. Ümumdünya sağlık Teşkilatının Koordinasyon ve ilişkiler üzere Bürosu. Kızıl Haç ve Kızılay örgütlerinin Uluslararası Federasyonunun temsilciliyi. Asya İnkişaf Bankasının daimi temsilciliyi. “SOS- Kırgızistan Çocuk kentleri”. Uluslararası seçim sistemleri Fondu. TİKA programlarının Bişkek ofisi. USAİD temsilciliyi. Uluslararası Valyuta Fondunun temsilciliyi. Dünya Bankasının temsilciliyi. ABD cumhuriyetçiler Enstitüsü. ABD Demokrasi Enstitüsü. İsviçre İşbirliyi Enstitüsü. Uluslararası Almanya İşbirliği Enstitüsü. Bir çok devletlerin Kırgızistan’daki elçilikleri tarafından da finanslama oluyor. (kaynak: http:// www.paRuskg.info/2012/09/19/68763) STÖ=lerin daha çok gelişmesi Kırgızistan eski devlet başkanı Askar Akayev’in zamanına denk geliyor. O, Kırgızistan’ı Orta Asya’nın ,,demokrasi adası,, olarak ilan etmişti. Cumhurbaşkanı Askar Akayevin eşi Meryem Akayevanın kendisi de sivil toplum örgütlerine bakanlık yapmakda idi. Bunlardan ,,Meerim,, adlı Uluslararası Vakıf ve “SOS-Çocuk köyü” faaliyette idi. Sonradan ,”Meerim” Vakıfına karşı suç iddiaları nedeni ile Vakıf kapandı, onun mülkiyetinde olanların devlet verilmesi ile ilgili karar çıkarıldı. Bazı sivil toplum örgütleri politika ile uğraşmaktadırlar. Onlar bu ve ya başka 284 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER politik proseslerle ilgili direk movke bildirmeseler de bu alanda faal görmekdedirler. Örneğin, “Vatandaşlar yolsuzluğa karşı” “Uluslararası tolerantlık” “Kılım Şamı” “Sivil Topluma Destek Merkezleri Birliği” “Merkezi Asya’nın insan hakları savunmacılarının Şebekesi” “Solomonun Şuası” “Adalet” ve başkaları gibi. Bir çok alanlarda STÖ ve medyanın faaliyetleri kesişmektedir. Mesela, sosyal sorunlarla ilgili. STÖ bu alanda, mesela, içme suyunun kıtlığı, yol inşaatı, gençler arasında suç eğilimlerinin öğrenilmesi, vatandaşların hukuki anlamda hak ve sorumluluklarının öğrenilmesine katkı sağlamak, engelli şahıslarla ilgili tesislerde yolsuzluk olaylarının araştırılması, uzak köylerin okul ve sağlık ocaklarının projelendirilmesi gibi faaliyetler gösteriyorlar. Bu sorunlar aynı zamanda medyanın da dikkat merkezinde olan meselelerdir. (kaynak: http://www.centrasia.ru/newsA.php?st=1391440800) Kırgızistan’ın bu günkü hayatında STÖ den olan kadrolar çoktur. Örneğin, Millet vekilleri Asya Sasıkbayeva, Natalya Nikitenko ve başkaları gibi. 285 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE MEDYANIN ROLÜ Yusuf PUSTU Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi @ ypustu@yahoo.com GİRİŞ Günümüze kadar yolsuzlukla mücadelede ağırlıklı olarak “devlet-baskın” bir yaklaşım ve uygulama esas olmuştur. Yolsuzluğun, rüşvetin ve kayırmanın gerçekleştiği bürokrasi, aynı zamanda bunlarla mücadele etmek için görevlendirilmiştir. Yolsuzlukla mücadelede bürokrasi–dışı toplumsal aktörler ve kurumlar pasif kalmış, devrede olmamış, bunların katkısı ve desteği istenilmemiş ya da aranmamıştır. (Berkman,2010:83). Diğer taraftan ülkemizde yakın zamanlara kadar devlet kurumunun başatlığı ve de sivil örgütlenmenin cılızlığı ve güçsüzlüğü nedeniyle “devlet egemen yapılanma” esas olmuş, kişiler, gruplar, sivil kuruluşlar, medya, iş dünyası ve hatta ticaret ve meslek odaları özerklikten uzak olmuş, devlete ve bürokrasiye bağımlı kalmışlardır (Berkman,2010:85). Günümüzde devlet anlayışında yaşanan değişimlere bağlı olarak kamu yönetimi ve bürokrasi artık devleti gözetmek kadar, paydaşları da gözetmek ve işlemleri hakkında bilgi ve hesap vererek saydam bir yapı olmak durumundadır. Bu bağlamda yolsuzlukla mücadelede devlet merkezli yaklaşıma ek olarak, devlet ve bürokrasi dışı sivil ve gönüllü kuruluşlar ve paydaşlar gibi toplumsal aktörlerin ve kurumların devreye sokulması ve katkılarının alınması söz konusudur. Diğer bir deyişle, yolsuzlukla mücadelede farklı bir strateji geliştirilmeli ve azami ölçüde toplumu ve paydaşları (ilgili tarafları) etkili kılacak yeni katılım mekanizmaları ve süreçleri oluşturulmalıdır (Berkman,2010:87-88). Bu mekanizmalar içerisinde en önemli unsur medyanın yolsuzlukla mücadeledeki etkinliğidir. Yolsuzluklara karşı kamuoyu oluşturma, yolsuzlukları ortaya çıkarma, sorumluların cezalandırılmasına destek olma ve kamusal faaliyetlere açıklık sağlama gibi alanlarda medyanın katkısı söz konusu olmaktadır. Medya bireylerin bilgi, kanaat, tutum, duygu ve davranışları üzerinde büyük oranda bir etkileme gücüne sahiptir. Yalnızca bireyler değil, onların yanı sıra toplumsal gruplar, organizasyonlar, kurumlar, kısacası bütün toplum ve kültür medyanın gücünün etkileme alanının sınırları içindedir. Dolayısıyla yolsuzlukla mücadelede medyanın önemli bir yeri vardır. Ancak yolsuzlukla mücadelede günümüzde en önemli sorunlardan biri medyanın yozlaşmasıdır. Yozlaşmış bir medya hem yolsuzlukların 287 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kaynağı hem de yolsuzluklarla mücadele bakımından önemli eksikliklerden biridir. YOLSUZLUKLA MÜCADELE VE MEDYA Yolsuzluğun yerleştiği kamu kurumlarının ve kamu görevlilerinin teshir edilmesi, yolsuzluk nedenlerinin ortaya konulması, yolsuzluk eylemlerinin belirlenmesi, çözüm önerilerinin tespit edilmesi, medya gücüyle yolsuzluğa karşı çeşitli yaptırımlar uygulamaya konması, medyanın yolsuzluğa karşı doğrudan mücadele süreç veya faaliyetleri olarak tanımlanabilir( Tataroğlu, 2006: 306). Yolsuzluğa karşı kamuoyu oluşturulması yolsuzluğun önlenmesinde ve yolsuzlukla mücadelede en etkili yöntemlerden biridir. Yolsuzluğa karşı kamuoyu, toplumsal kınama ve baskı ortamı oluşmuş ise, toplum ve birey bazında yolsuzluğa bulaşma oranı önemli oranda azalacaktır. Bireyler yolsuzluğa bulaşmaktan çekinecekleri gibi yolsuzluğa bulaşanları da kınayacaktır. Yasal düzenlemelerin toplumsal kurallar ve davranış kalıpları ile desteklenmesi yolsuzluğa karşı mücadelede en önemli adımlardan biri olacaktır. Bu kapsamda siyasetçiler olumlu davranış modelleri oluşturarak bireysel planda ya da toplu olarak etik davranışı destekleyebilirler. Etik davranışın arzulanırlığını ve gerçekleşebilirliğini göstererek kamuoyunun güvenirliğini arttırabilirler. Dolayısıyla yolsuzluklar ve yolsuzluğa karşı kamuoyunda toplumsal bir kınama ve baskı ortamı oluşturulabilirse, kamu görevlilerinin yolsuzluk yapma eğilimleri azalacak, yolsuzluk yapanlar çeşitli biçimlerde uyarılacak ya da kınanacaktır. Yolsuzlukla mücadele de kamuoyu katılımının sağlanması amacıyla, kamuoyu bilinçlendirilmelidir. Yolsuzluklara karşı yürütülecek kampanyalar ile kamuoyu bilinçlendirilebilir. Bu amaçla basın ve kitle iletişim araçlarından yararlanılabilir (TEPAV, 2006:122). Yolsuzlukla mücadelede medyanın temel işlevi kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve yolsuzluk olaylarının ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu noktada nesnellik ve tarafsızlık kilit önemdedir. Medyanın tarafsız ve nesnel olabilmesi için çıkar çevreleri ile ilişkisinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle çıkar grupları ile medya ilişkisinin yasalarla düzenlenmesi ve uygulamanın etkin bir şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle medya kuruluşlarının sahiplerinin başka ticari alanlarda faaliyet göstermesi ya da faaliyet gösterenlerle çıkar birlikteliği kurması önlenmelidir. Medya yolsuzluk ile mücadelede doğrudan ve dolaylı rol oynayan bir araç işlevi görür. Yolsuzluk ve yolsuzlukla mücadeleyi güçleştiren bir unsur, ülkelerin ve toplumların bu konudaki kötü şöhreti ve sabıkasıdır. Bu durum yolsuzlukla mücadele azmini ve başarı ya ulaşma imkânını sınırlamaktadır. Yolsuzluk bir topluma bulaştıktan sonra, o toplumda kalıcı hale gelmesi kolaylaşmaktadır. Bu nedenle yolsuzluğa mücadelede sürekli ve ısrarla uygulanan politikalar ile çözüme ulaşmak mümkündür (Çelen, 2007:245). Bu amaçla kamuoyunun desteğinin sağlanması oldukça önemlidir. Kamuoyu desteği sağlanmadan yolsuzluğa etkili mücadele etmek zordur. Kamuoyu deste288 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ğinin sağlanmasının yanında yolsuzluk ile mücadele eden kurumların elde ettikleri bulguların kamuya yayılması medya aracılığıyla mümkündür. Kamu kurumlarında gerçeklesen yolsuzluk eylemlerini haber yapmak, ilgili yolsuzluklar hakkında resmi soruşturma başlatılmasına yol açabilir. Bu şekilde hem bu kurumların toplumsal prestijleri ve destekleri artar, meşrulukları güçlenmiş olur hem de yozlaşmış siyasilerin rahatı kaçırılmış olur ( Tataroğlu, 2006: 306). Yönetimin denetlenmesinde en etkili yöntemlerden biri, denetimlerin yönetilenler aracılığı ile veya bizzat gerçekleştirilmesidir. Bu ise, geleneksel yapı ve anlayışlardan uzaklaşarak, yönetime katılma ve yönetimin temsil niteliğinin arttırılmasına bağlıdır. Katılımın en önemli ayaklarından bir olan siyasal katılma, siyasi partilere üyelik ve örgütlenme önündeki engeller kaldırılarak sağlanabilir. Bunun yanında katılmayı sürekli ve canlı tutmak amacıyla, halkın soru, talep, düşünce ve önerilerini dikkate alacak ve değerlendirecek mekanizmalar oluşturulmalıdır. Bu mekanizmaların en önemlilerinden biri medyadır. Yönetimin denetlenmesi bakımından medyanın, halktan bireylere hüsranlarını dile getirebilmelerini sağlayarak, isteklerini yönetimin dikkatine sunarak, geleceklerine dair çeşitli gelişmelerden haberdar ederek ve halkın vekillerinin yolsuzluklarını ve sorumsuz davranışlarını teşhir ederek halka hizmet etmesi beklenir. Kamu yönetimindeki yozlaşmanın ortaya çıkarılması oldukça zordur. Bürokrasiler gizlilik içinde çalışır ve kol kırılır yen içinde kalır anlayışına sahiptir. Dolayısıyla yozlaşmış kamu görevlilerinin araştırılması ve teşhir edilmesi yolsuzlukla mücadele anlamında en önemli konulardan biridir. Diğer taraftan yolsuzlukla mücadele eden kamu kuruluşları çoğu zaman toplumdan yeterli desteği alamazlar, alsalar dahi yolsuzlukla mücadele uzun soluklu bir süreç olduğundan zamanla toplumun ilgisi kaybolabilir. Bu noktada yolsuzluk ile mücadele eden kuruluşlarının ve çalışmalarının desteklenmesi gerekmektedir. Zamanla yolsuzlukla mücadelede toplumsal ve kurumsal zafiyetler ortaya çıkabilir. Bu noktada medyanın yolsuzluk ile mücadele zafiyetlerini vurgulaması oldukça önemlidir. Yolsuzlukla mücadele bağlamında medyanın en önemli katkıları arasında; yapılan haber ve araştırma faaliyetleri sonucunda kamu kurumlarınca soruşturma başlatılması, yolsuzluğa zemin yaratan bir kanun veya politikanın düzeltilmesi, yozlaşmış siyasilerin istifa etmelerinin sağlanması, bürokratların görevden alınmalarının sağlanması, bir yargısal sürecin başlatılması ve kamu denetim kurumlarının faaliyet raporlarını yayınlaması gibi süreçlere yol açması gibi yollarda yer alır ( Tataroğlu, 2006: 305). YOLSUZLUKLA MÜCADELE VE MEDYANIN SORUNLARI Medyanın yolsuzlukla mücadelesinin önündeki en önemli engellerden biri tekelleşme ve yoğunlaşmadır. Tekelleşme-yoğunlaşma eğilimleri beraberinde aşırı rekabet ortamını da getirmektedir. Yoğun rekabet ise medyanın siyaset ile olan ilişkisinde ideal 289 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yerini ve rolünü terk edip rekabette üstün gelmek için siyaset kurumlarıyla sağlıksız ve etik açıdan sorunlu ilişkiler içine girmesine yol açmıştır. Sonuçta ise medya, kamusal yolsuzluklara karşı oynayabileceği rolü, güç kaybetmiş hatta medya bazı kamusal yolsuzluklarda aktör durumuna gelmiştir. Yoğunlaşmanın ve rekabetin etkisiyle düşük karlar ile çalışan ve bazıları zarar eden medya kuruluşları çalışanları üzerinde ücretler yoluyla da baskı kurmaktadır (Tesev,2011:99). Dolayısıyla piyasada yoğunlaşmanın artmasıyla birlikte gazetecilerin sözleşme ve örgütlenme aklarından feragat etmeye zorlanmasıdır . Medyada mülkiyet yapısı, haber ve bilgilerin içeriğini önemli ölçüde etkilemektedir. Medyada yoğunlaşma oluşması dezenformasyona, ulusal ve manevi değerlerin yok olmasına, tüketim toplumu oluşmasına, kültürel emparyalizme neden olabilmektedir. Yoğunlaşma durumu, çoğulculuğun ve çoğulculuktan beklenen faydaların önündeki en büyük engellerden biridir. Medya ve iletişim araçlarına sahip gruplar, tekelleşmenin sağladığı güçle hem siyasal alanda etkili olmaya hem de özel sektöre yön vermeye çalışmaktadır. Diğer taraftan değişik isimler altında medyaya yönelik kamusal teşvikler de medya-siyaset ilişkisinde önemli etkide bulunan araçlardan biri olmuştur. Enflasyon oranının yüzde 100’lerde seyrettiği yıllarda, medya sektörüne yüzde 40 faizlerle kamusal fonların sağlanması, medyanın kamudaki yolsuzluklara dair tutumunu olumsuz etkilemesi bakımından önemli riskler yaratmıştır (Tataroğlu, 2006: 327). Bu yollarla finansal olarak devlete, dolayısıyla hükümetlere bağımlı bir basının, üstelik yüksek tirajlara da ulaşamıyorsa yolsuzlukları haberleştirerek kamuoyuna sunması beklenemez (Çavdar,2010: 54). Medyanın kamusal yolsuzlukla mücadelede engelleyici bir unsur da ilan ve reklam piyasasıdır. Basın İlan Kurumu aracılığıyla sürdürülen bu kamusal tahsis uygulaması özellikle düşük tirajlı gazeteler için daha fazla önem taşımaktadır. Yüksek tirajlı gazetelerin gelirleri içinde düşük bir payı oluşturmasına ve ilanların dağıtımında belirli kurallar bulunmasına rağmen iktisadi nitelikli kamu teşebbüslerinin verdikleri reklamlarda siyasi otoritenin etkili olması (Ekzen:1999:97) medyanın kamusal reklam gelirini arttırmak veya azaltmamak için kamuya yönelik eleştirilerinde çekingen davranması ve gereği gibi yolsuzlukla mücadele etmemesi gibi sonuçlara yol açmaktadır (Tataroğlu, 2006: 327). Bunun yanında ithal kâğıtla çıkan gazetelerin, kâğıt ithalatına getirilen ilave vergilerle yeri geldiğinde dizginlendiği durumlarda akılda tutulduğunda, gazetelerin genel yayın politikalarının hükümetçe belirlenmesi, bürokrasinin ve politikacıların karıştıkları yolsuzlukların haberleştirilmesine elbette engel olacaktır (Çavdar,2010: 54-55). Teknoloji ve içerik maliyetlerinin hızla artışı ve sürekli yenilenme ihtiyacı, medya işletmelerini büyüyememeleri hâlinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakması 290 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER neticesinde meslekten gazeteci ailelerin gazetecilikten çekilmelerine yol açmıştır. Onların yerini serbest piyasa ortamının yeni aktörleri, büyük holdingler almıştır. Dolayısıyla medya sahipleri aynı zamanda ticaret yapmakta, bu şekilde her bakımdan kamuyla sıkı etkileşim içinde yer almaktadır. Gazetecilik dışında bir işiniz yoksa hükümetleri rahatça eleştirebilirdiniz, onlarla kavga da edebilirdiniz. Farkında olmamak mümkün değildi. Ama bir yanda konformizm, bir yanda gücün şehveti vardı... Medya açısından Türkiye’deki tek güç asker ve siyasetçi değil. Büyük şirketler de bir güç. Gazeteler onlara karşı da bağımsız olmak zorundalar(Dinç Bilgin-Çavdar,2010: 54-55). Medya, siyaset ve ticaret üçgeninde gazetecilerde de patronun işinin lehinde yazmak gibi bir refleks oluşmaktadır. Gazeteci çeşitli sebeplerle yolsuzluğu, kirli çıkınları ortaya çıkmış politikacı, bürokrat ya da iş adamlarının hatta sıradan insanların olanca geçmişlerini araştırıp onları tıpkı “bir ahlak polisiymişçesine” kamuoyu nezdinde hapsedip yargılıyor ama çoğu zaman yolsuzlukları ortaya çıkartan o olmuyor. Medya mensupları çoğu zaman mahkemenin ya da polisin zaten peşine düştüğü haber nesnelerini kovalamakla yetiniyor (Çavdar,2010: 59). YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE MEDYANIN ETKİNLİĞİNİN ARTIRILMASI Medya üzerinde kamu mülkiyeti dünyada yaygın olarak gözlenen bir durumdur ve bu olgu medyanın bağımsızlığını kısıtlamaktadır (Tataroğlu, 2006: 314). Kamu mülkiyetinin yanında medya sahipliğinin belli grupların elinde yoğunlaşması medya sektöründe tarafsızlığı ve nesnelliği engelleyen en önemli özelliktir. Bu bakımdan medyanın yolsuzlukla mücadelede etkinliği için öncelikle sektörde kamu mülkiyenin olmaması, yoğunlaşma ve tekelleşmenin önlenmesine yönelik düzenlemelerin yapılması gerekir. Özellikle yolsuzluğun yaygınlaşmış olduğu ülkelerde bağımsız gazeteciler yolsuzluk haberlerini çoğu zaman yaşamlarını tehlikeye atarak yayınlarlar. Yolsuzluk ile ilgili haberlerin ardından gazetecilerin, tehdit, yıldırma, hapse atma ve öldürülme olayları azımsanmayacak sıklıktadır. (Tataroğlu, 2006: 315). Yolsuzluk haberleri ile ilgili medya çalışanları hem kamu gücü karşında hem de ticari ve kamusal bağlantıları bulunan işvereni karşısında korumasız durumdadır. Hükümetler genellikle kendilerini iyi gösterecek haberlerin kamuoyuna ulaşmasında zorluk çıkarmazlar. Sorun, tersi durumlarda ortaya çıkar. Hükümetler ve bürokratlar kendilerini sıkıntıya sokacak bilgileri saklamaya çalışırlar. Eğer kamuya bilgi açıklanması yükümlülük olarak tanımlandıysa, bu durumda açıklanması esnasında mümkün olduğunca engelleyici şekilde davranırlar (Tataroğlu, 2006: 1998: 34). Gizlilik veya bilgi saklama, bürokrasinin en önemli güç kaynaklarından biridir. Yolsuzlukla mücadelede en önemli engellerden biri bürokrasinin gizlilik içinde çalışması ve arkasına sığındığı devlet sırrı kavramıdır. Medyanın bilgiye ulaşma imkânları oranında 291 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yolsuzlukla mücadelede başarı sağlanabilir. Bilgi verme konusundaki kısıtlamaları kaldırmaya yönelik düzenlemeler, karar alma süreçlerine basının ve kamunun katılmasına olanak sağlar ve takdir yetkisinin kullanımı daha kolay değerlendirilebilir. Bunun için bilgiye ulaşabilme hakkının anayasal güvence altına alınması gerekir. Kamu görevlilerinin halka karsı sorumluluklarının izlenmesi büyük ölçüde medya vasıtasıyla gerçekleştiğinden, medyanın kendisi de kamuya karşı sorumlu olmak durumundadır. Bu bağlamda medya sorumluluğu, halka ve devlete karşı kendi eylemlerinden dolayı hesap verebilmeyi ifade eder. Medya sorumluluğu aynı zamanda gazetecilerin yazdıkları, yayınladıkları ve gösterdiklerinin, anayasada medya için öngörülen roldeki gibi demokrasiyi koruyucu, kollayıcı ve destekleyici olması konusunda bir farkındalık anlamına da gelir (Tataroğlu, 2006: 319). Medyanın sorumluluğu yönetilenlere doğru ve tarafsız bilgi verme konusunda kendini hissettirir. Bu bakımdan kamusal bir görevi olan medyanın sorumluluğu; kamuya, işverenine ve diğer medya kuruluşlarına karşı değil doğrudan halka karşı olmalıdır. Medya sorumluluğunu sağlayan en önemli bileşenlerden biri basın özgürlüğüdür. Basın yalnızca özgür olduğunda güvenilir ve sorumlu gazetecilik yapabilir. Özgür basın, etkin bir parlamento ve bağımsız bir yargı ile birlikte iyi bir yönetim için temel şartları oluşturur. Yolsuzlukla mücadelede medyanın ikili rolü vardır; ilki yolsuzluk hakkında kamusal bilincin geliştirilmesi, ikincisi ise etik ve profesyonel anlamda yolsuzluk olaylarının araştırılması ve yayınlanmasıdır (Tataroğlu, 2006: 320). Bu görevlerin yerine getirilebilmesi için basın özgürlüğünün sağlanması çok önemlidir. Basın kurumları üzerinde devlet tekelinin olmaması, özel girişimcilerin yeterince sektörde yer almaları ve sağlıklı bir rekabet ortamının yaratılması, basın özgürlüğünün sağlanmasında önemli gelişme sağlar. Kanunlarda yer alan basın özgürlüğü, yargının desteğini ve koruyucu müeyyidesini gerektirir. Bağımsız ve tarafsız bir yargı, basın özgürlüğünün koruyucusudur. Basın özgürlüğünün en önemli ayaklarından biri medya çalışanlarının güvenceli özlük haklarıdır. Basın özgürlüğünün sağlanması konusunda basın konseyleri önemli rol oynar. Genellikle basın konseylerinin etkin ve başarılı olduklarını söylemek mümkün olmasa da, bu kurumlar kamunun medyadan şikâyetçi olabilecekleri ve basın kuruluşlarının hataları ve kusurları karsısında etkili ceza verebilecek bir kurum olarak ortaya çıkmaktadırlar. Basın konseyleri siyaseten tarafsız, partiler üstü ve dürüstlüğüne güvenilir kişiler tarafından yönetilmelidir. ( Tataroğlu, 2006: 323) Basın özgürlüğünü sağlayacak en etkili yöntem, basının kendi içinde özenli kararlar ve düzenlemeler yapabilmesidir. Medya çalışanlarının öz-disiplini ve bilinçli olmaları ve meslek üyelerinin etik kuralları, medya sorumluluğunun temel unsurlarındandır. Medyanın kendi kendine etik açıdan çeki düzen verme işlevi, onların sorumlu ve özgür bir basını yaratma yolunda kendi kurallarını ve ilkelerini belirleme zorunluluğunu yaratır. 292 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SONUÇ Sivil toplum ve medya, kamu görevlilerinin dürüst davranış sergilemelerine etki edecek unsurlar arasında yer almaktadır. İdarenin kontrolü dışında sivil toplum ve medya tarafından yapılacak tespitler de kamu görevlilerinin davranışlarına dikkat ederek etik dışı davranışta bulunmalarını frenleyici rol oynayacaktır. Günümüzde yolsuzlukla mücadelede, yolsuzluğun ortaya çıkma olasılığını artırmak en etkili çözümlerden biridir. Bu bakımdan medya ve medyanın bağımsızlığı oldukça önemlidir. Medya sektöründe bağımsız ve sorumlu basın anlayışının gelişmesi; çoğulcu toplumun sağladığı zemin üzerinde yolsuzlukların daha kolay kontrol altına alınması, toplumun yolsuzluk sorununa ilgisinin artması ve siyasilerde sorumluluk duygusunun geliştirilmesi gibi olumlu sonuçlar sağlar. Medya yolsuzluklar hakkında toplumsal bilincin geliştirilmesi ve yolsuzluk olaylarının araştırılması, ortaya çıkarılması ve yayınlanması konusunda öneli rollere sahiptir. Yozlaşmış memurların ifşa edilmesi, resmi kurumların soruşturma başlatmaya zorlanması, parlamentonun yolsuzluk soruşturmaları ve yasama faaliyetlerinin desteklenmesi, yolsuzluğa imkan sağlayacak yasal boşluk ve çakışmaların deşifre edilmesi gibi faaliyetler, yolsuzlukla mücadelede medyanın sağladığı katkılar arasında sayılabilir. Bu nedenle medya sektörünün düzenlenip denetlenmesi ve medya sektöründe yaşanan hızlı sermaye birleşimiyle oluşan yoğunlaşmaya karşı önlem anılması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda medya çapraz sahiplik sınırlaması gündeme getirilebilir. Başka sektörlerde faaliyet gösteren kuruluşun medya sektörüne girmesine izin verilmez ya da sınırlandırılır. Diğer taraftan medya şirketlerine kamu ihalelerine katılma yasağı getirilebilir. Özellikle ihaleler konusunda da tam şeffaflığın sağlanamadığı ülkemizde medya gibi hassas bir alanda faaliyet gösteren şirketlerin ihalelere katılması uygun olmaz. Böylece medya sektörü diğer kazançlar için bir araç olarak kullanılmaz. KAYNAKÇA BERKMAN, Ümit (2010), “Yolsuzlukla Mücadelede Yeni Strateji Arayışı: Devlet Merkezli Yaklaşımdan Toplum ve Paydaş Merkezli Stratejiye Yöneliş” İş Ahlakı Dergisi, Kasım 2010, Cilt 3, Sayı 6 ÇAVDAR, Ayşe (2010) Medya Neden Yolsuzlukla Mücadele Edemez?, İş Ahlakı Dergisi, Kasım 2010, Cilt 3, Sayı 6 ÇELEN, Mustafa ( 2007) Yolsuzluk Ekonomisi, İstanbul SMMMO Yayınları, İstanbul EKZEN, Nazif (1999) “Medya ve Ekonomi: Türk Basın Endüstrisinde Yoğunlaşma-Toplulaşma Tekelleşme Yapısı (1965-1995)”, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar (Ed:Korkmaz Alemdar), Afa Yayınları, İstanbul ROBİNSON, Mark (1998) Corruption and Development: An Introduction, The European Journal of Development Research, Volume 10, No 1 ROSE-ROSE-ACKERMAN, Susan Rose (1999) Corruption and Goverment: Causes, Consequences and Reform, Cambridge University Pres, Cambridge 293 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TATAROĞLU, Muhittin (2006) “Yozlaşma ile Mücadelede Medyanın Doğrudan ve Dolaylı Rolü”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 2006-1, Sayı 12 TEPAV (2006) Yolsuzlukla Mücadele: TBMM Raporu “Bir Olgu Olarak Yolsuzluk: Nedenler, Etkiler, Çözüm Önerileri”, Ankara TESEV (2011) Türkiye’de Medyanın Ekonomi Politiği: Sektör Analizi, Tesev Yayınları, İstanbul TÜSİAD (2005) Devlette Etikten Etik Devlete: Kamu Yönetiminde Etik, Cilt II, İstanbul TÜSİAD-OECD (2003) Kamu Hizmetinde Etik, Genel Konular ve Uygulama, İstanbul 294 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER YÖNETİMDE YOLSUZLUĞUN ÖNLENMESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ VE ÖNEMİ Recep REHİMLİ Azerbaycan Devlet İdarecilik Akademisi @ rehimli@yahoo.com GİRİŞ Dünyada bilgiye dayalı kalkınma stratejilerinin oluşturulması amacıyla modern bilimsel ve teknolojik yeniliklerin kullanılması toplumsal gelişim sürecinde çözüm bekleyen birçok sorunlara yeni yaklaşımların biçimlenmesine neden olmaktadır (1, s.3). Şöyle ki, devletin temel amaçlarından olan sosyal koruma ve güvenlik sisteminin daha da güçlendirilmesi düşüncesi ve bununla ilgili çeşitli gelişim modellerinin uygulanması toplumsal sorunların çözümünde devlet dışı aktörlerin etkinliyini artırmıştır. Özellikle bu etkinlik ülkelerin küreselleşme karşısında milli ekonomilerini korumak adına kıt kaynakların rasyonel kullanımı konusunda devletle vatandaş arasında mevcut ilişkilerin yeni stratejik hatlarının belirlenmesinde de kendini göstermektedir. Yönetsel kararlarının alınması, uygulanması sürecinde vatandaşın etkinliyi ve memnuniyyetinin ölçülmesi, devlet dışı denetim sürecinin gerçekleştirilmesi konusunda toplumsal yapılanmaların özellikle Sivil Toplum Kuruluşlarının rolü büyüktür. Bu açıdan baktığımızda tüm dünyada yönetsel ve toplumsal sorunların önlenmesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının etkin faaliyyetleri bulunmaktadır. Araştırmamızda sivil toplumun oluşumuna, demokrasinin gelişimine önemli tehlike arz eden, ekonomik reformların ve hukuk devleti ilkelerinin uygulanmasında engeller oluşturan yolsuzluk sorununun ortaya çıkış nedenleri incelenerek, bu sorunun giderilmesine STK-ların yaklaşımı bilimsel açıdan ele alınmış, yönetimde yolsuzluk sorununun minimize edilmesi doğrultusunda bilimsel öneriler sunulmuştur. I-YOLSUZLUK ANLAYIŞI, NEDEN -SONUÇ İLİŞKİSİ Azerbaycan gibi yeniden bağımsızlık kazanan ülkelerin yönetim sisteminde mevcut olan sorunlar içerisinde yolsuzluk daha yaygındır ve onunla mücadele meselesi değil devleti, her bir vatandaşı ilgilendirmelidir. Günümüzde yolsuzluk sosyal hayatın bir çok alanına devlet etkisini zayıflatmakla ve hatta bu etkinin yönünü değiştirmekle toplum için gerçek tehlike oluşturmaktadır. Çünkü, yolsuzluğun ekonomik, sosyal ve siyasal alanda oluşturduğu hasar oldukça büyüktür. Onun varlığı öyle bir toplumsal 295 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yapılanmaya yol açar ki, bu toplumda demokratik ilkeler ve insan haklarına saygıdan söz edilemez. Yolsuzluğun sözlük anlamı bozulmadır. Yolsuzluğa Karşı Mücadele Hakkında Azerbaycan Cumhuriyyetinin Kanunu’nda ise yolsuzluğun genel tanımı şöyle verilmiştir:”Yolsuzluk kamu görevlilerının statüsü, temsil ettiği kurumun statüsü, görev yetkilerini veya bu statü ve yetkilerden kaynaklanan imkanları kullanmakla yasadışımaddi ve diğer nimetler, ayrıcalıklar veya ödünler elde etmesi, ayrıca özel ve tüzel kişiler tarafından belirtilen maddi ve sair nimetlerin, ayrıcalıkların veya ödünlerin yasadışı görevli kişilere teklif veya vaat edilmesi veya verilmesi yoluyla bu görevlilerin ele alınmasıdır “(8, s.2). Yolsuzluk kavramının yer aldığı ilk uluslararası belge BM Genel Kurul tarafından 17 Aralık 1979 tarihinde kabul edilmiş hukuk kurallarının desteklenmesi üzere kamu görevlilerin faaliyeti üzere yasa olmuştur. Yasada belirtiliyor ki, “yolsuzluk kavramı ulusal hukuka uygun biçimde oluşturulmalı, o hediyelerin, vaatlerin veya teşviklerin talep edilmesi veya kabul edilmesi veya böyle hareket veya hareketsizlik mevcut olduğunda bunların yasadışı elde edilmesi sonucunda görevin yapılması sırasında veya bu görev ile ilgili herhangi faaliyetde bulunulup bulunulmamasını kapsamaktadır (10, s. 67). Daha sonra uluslararası hukuk yolsuzluk kavramının daha geniş yorumuna ağırlık vermiştir. Şöyle ki. yolsuzlukla mücadele konusunda 29 Mart 1996 yılında Amerika Devletleri Örgütü (ADT) tarafından kabul edilmiş Amerikaarası sözleşme “Yolsuzluk Bildirgesi’nde” (Sözleşmenin 6. maddesi) kamu görevlilerinin aktif ve pasif ele alınmasını, “kendisi için veya üçüncü taraf için yasadışı gelır elde etmek amacı ile görevlerinin yerine getirilmesi sırasında herhangi bir hareketde bulunma veya haraketsızlık”, yolsuzlukla elde edilen malvarlığının dolandırıcılıkla kullanımını veya biriktirilmesini, her hangi bir yolsuzluk cinayetine katılımı kapsamaktadır (11, s.504-505). Yukarıda vurgulananları genelleştirerek söyleyebiliriz ki, yolsuzluk birçok ülkede mevcuttur.Fakat yolsuzluğun gelişimi, özellikle yoksul ülkelerde ve geçiş dönemini yaşayan demokrasi ve çoğulculuğun gelişmediği ülkelerde daha fazla kendini göstermektedir.Böyle ülkelerde memurların rüşvet alması devlet kurumlarından başlayarak nüfusun en fakir kesimlerininyağmalanmasına kadar genişliyor.Yolsuzluğun genişlemesi bazı ülkelerde belirli tarihsel dönemlerde yerel halk isyanları ve ihtilaller için zemin oluşturmuştur. Yolsuzluk küresel nitelik taşıdığı gibi, ona karşı mücadele de küresel niteliktedir. Uzmanlar yolsuzlukla küresel mücadelenin önemli aracı olarak tüm ülkelerde demokrasinin geliştirilmesi ve özgür basının rolünün güçlendirilmesini ileri sürerler (7, s.128). Yolsuzluğun boyutları, özellikleri ve dinamikleri ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde yapılan hataların sonucudur. Bundan dolayı, yolsuzluğun ana nedenlerini aşağıdaki gibi açıklamak mümkündür. 296 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • Siyasi nedenler (Yolsuzluğun ortadan kaldırılması için gereken siyasi iradenin bulunmaması). • Yasal nedenler (Yolsuzluğun ortadan kaldırılması için mevcut mevzuat yetersizliği ve yasada boşlukların bulunması). • Ekonomik nedenler (Özel mülkiyetin tekelçiliyi, insanların yaşam düzeyinin düşük olması, maaşların azlığı). • Kültürel nedenler (insanların yolsuzlukla yaşamaya alışması, toplumsal kınamanın zayıf olması). Yolsuzluk ve onu doğuran nedenler arasında ilişki iki yönlüdür. Bu sorunlar bir yandan yolsuzluğu derinleştiriyor ve onların çözümü yolsuzluğu zayıfltasa da, fakat diğer yandan geçiş döneminde gerçekleştirilen reformların hızını düşürüyor. Bu açıdan baktığımızda post Sovyet Cumhuriyetlerinde yolsuzluğun nedenleri aşağıdakilerdir: 1. Merkeze bağlı olan yönetim sisteminden (yani miras kalmış sorunlardan), yeni yönetim sistemine geçitle ilgili iktidarın denetimsizliği, yeni yasal düzenlemelere gereksinim; 2. Devletin ekonomiye kaba biçimde müdahalesi, bireysel ve küçük sahip olma gelişimine engel, ekonomide monopoli, siyasi sabitsizlik sonucunda memurlarda kendi geleceklerine güvensizlik hissinin oluşması; 3. Vergilerin artması sonucu “kayıt dışı ekonomi” nin had safhaya ulaşması; 4. Üst düzey yöneticiliye atamalarda kayırmanın önde olması; 5. Ekonomide tekelciliyin (monopolinin) oluşması ve girişimcilerin ekonomiyi denetleyen devlet memurlarından bağımlı durumda olması; 6. Yolsuzluğa göre cezasız kalma sisteminin mevcudiyeti ve devlet memurlarının bundan emin olması; 7. Yolsuzlukla mücadelede mahkeme denetiminin etkinsizliği ve mahkemelerin bağımsızlığının şübhe altında olması; 8. Devlet memurlarının kendilerine verilen görevlerden sadece zengin olmak amacı ile kullanarak yolsuzluğa yuvarlanmaları ve organize suç gruplarla birlik oluşturmaları; 9. Sosyal kurumların, medyanın, yolsuzlukla mücadele eden çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve fonların çalışmalarının yetersizliği, toplumun iktidardan izole edilmesi ve devletin topluma kayıtsızlığı. Bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki, yolsuzluğun sosyo-ekonomik sonuçları şundan ibaretdir ki, yolsuzluk toplumun sosyo-ekonomik durumunu olumsuz etkiliyor, ekonomik gelişimi zayıflatıyor ve nüfusun maddi refahının kötüleşmesine neden oluyor.Yolsuzluğun ruhsal-psikolojik sonuçları ise şudur ki, toplumda yolsuzluğa alışmış 297 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bir grup insanın aşırı zenginleşmesi toplumun orta ve yoksul kesimlerinin ruhsal-psikolojik durumuna olumsuz etki ederek gelişmeye engel olan unsurlardan birine dönüşüyor. II- YOLSUZLUKLA MÜCADELE Azerbaycan Cumhuriyeti yolsuzlukla mücadele hakkında birkaç önemli uluslararası düzenlemeleri, özellikle yolsuzluğa karşı “Suç ve Sivil Sorumluluğu Avrupa KonseyiMücadele Sözleşmelerini”(1999), “Çokuluslu Organize Suçlara Karşı BM Sözleşmesini” (2000), “Yolsuzluğa Karşı BM Sözleşmesini” (2003) imzalamıştır. Ayrıca Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının “Devlet Denetimi Sisteminin Geliştirilmesi ve Girişimçiliğin Gelişimi Alanında Yapay Engellerin Ortadan Kaldırılmasıiçin” 1999 - yılı 17 Ocak tarihli, “Azerbaycan Cumhuriyetinde Sosyo-Ekonomik Gelişmenin Hızlandırılması Önlemleri Hakkında” 2003 - yılı 24 Kasım tarihli yasal düzenlemeler ülkede ekonomik reformların yeni aşamasına hız vermiş ve yolsuzlukla mücadele için hükuki-ekonomik alt yapı oluşturmuştur. İşte bunun sonucunda “Korrupsiyaya Karşı Mübarize (Yolsuzluğa Karşı) Hakkında” 13 Ocak 2004 tarihli Azerbaycan Cumhuriyeti Kanunu kabul edilmiştir. Aynı zamanda bu yasanın uygulanmasını sağlamak amacıyla “Yolsuzluğa Karşı Mücadele Üzere Devlet Programı” (2004 - 2006) hazırlanmış ve Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının 2004 yılı 3 Eylül tarihli 337 numaralı kararnamesi ile onaylanmıştır. Ayrıca yolsuzlukla mücadele kapsamında aşağıdaki yasal düzenlemeler yapılmıştır: 1. Devlet Gulluqçularının Etik Davranış Gaydaları Hakkında (Kamu görevlilerinin etik davranış kuralları hakkında) Kanun, 31 Mayıs 2007 ; 2. Azerbaycan Cumhuriyeti Cinayet Mecellesi (Ceza Yasası) (33. fasıl yolsuzluk suçları, görevi kötüye kullanma, görev yetkilerini aşma, rüşvet alma, rüşvet verme vb.) 30 Aralık 1999; 3. Vezifeli Şahıslar Tarafından Maliye Karakterli Malumatların Takdim Edilmesinin Tasdik Edilmesi Gaydaları Hakkında (Yöneticiler Tarafından Mali Nitelikteki Bilgilerin Takdim Edilmesinin Onaylanmasi Kuralları Hakkında) Kanun, 24 Hazıran 2005; 4. Cinayet Yolu ile Elde Edilmiş Pul Vesaitlerinin veya Diğer Emlakın Legalleştirilmesine ve Terrorçuluğun Maliyeleştirilmesine Karşı Mübarize Hakkında (Suç Yoluyla Elde Edilen Nakit veya Diğer Varliklarin Kanunileştirilmesi ve Terörizmin Finanse Edilmesi ile Mücadele Hakkinda Kanun) 10 Şubat 2009; 5. 2007-2011 İller Üzere Şeffaflığın Artırılması ve Korrupsiyaya Karşı Mübarize Üzre Milli Strategiya (2007-2011 yillari için Saydamliğin Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadele üzere Ulusal Strateji) 28 Haziran 2007; 6. “Yolsuzluğa Karşı Mücadeleye İlişkin 2012-2015 yılları için Ulusal Eylem (Faali298 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yet) Planı” 5 Eylül 2012; 7. “Açık Hükümetin Desteklenmesine İlişkin 2012-2015 yılları için Ulusal Eylem Planı”5 Eylül 2012 Azerbaycanda yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi alanında atılan adımlar toplumsal ve kamusal kurumlar, özellikle de, STK-lar tarafından takdir ediliyor. Aynı zamanda, devlet ve STK-lar yolsuzlukla mücadelede sürekli işbiliği içerisindeler ve bu yönde bir sıra projeler gerçekleştiriyorlar. Genel olarak bakarsak bağımsızlıktan sonra Azerbaycan’da sivil toplum örgütlerinin kurulması ve geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Şöyle ki, Azerbaycan’da sivil toplum örgütleri 1995 yılı Anayasasının kabulünden sonra kurulmaya ve gelişmeye başladı. Anayasanın Giriş kısmında sivil toplumunun oluşumunun devletin esas amaçlarından biri olduğu belirtilmiştir. 1991 yılında bağımsızlıktan sonra Azerbaycan’da insanların iş, yaşam ve toplumsal alanda faaliyetinde önemli değişikliklerin olması, düşüncelerini ifade etme özgürlüğünün elde olunması, savaş ve onun ağır sonuçları, humanitar buhran, savaş madurlarına ve mültecilere yardım için ülkeye gelen uluslararası sivil toplum kurumlarının etkisi ile yerli sivil toplum kurumlarının oluşturulması süreci hız kazandı. İlk kurulan sivil toplum kurumları “Azerbaycan Kaçkınlar Cemiyeti”, “Elince İnsani Yardım Cemiyyeti”, “İstisu Yardım Fonu” olmuştur. Bu kurumların genel amacı kaos içinde bulunan ülkede insanların sosyal problemlerinin çözümüne yardımcı olmaktı. Yani demokratik yönetim sisteminin oluşturulması, halkın yönetime katılması, toplumun bilinçlendirilmesi ikincil amaçlar sırasındaydı. Aynı zamanda bu devirde kurulan sivil toplum örgütleri profesyonellikten uzak ilkeler esasında biçimlenmişti. 1997-2003 yılları arasında Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile Azerbaycan Hükumetinin ortak projesi olan “Azerbaycan’da sivil toplumun geliştirilmesi” programının sivil toplum örgütlerinin profesyonel ilkeler esasında oluşturulmasına ve faaliyetde bulunmasına, devletle sivil toplum örgütleri arasında ilişkilerin kurulmasına ve bu konu ile ilgili yasanın hazırlanmasına önemli katkısı olmuştur. Bugün Azerbaycan’da 2500 civarında Geyri Hökumet Teşkilatı (Sivil Toplum Örgütü) resmi olarak devlet tarafından kayıt altına alınmıştır. Sivil toplum örgütlerinin yetki belgelerini almaları kolay ve ucuzdur. Bunlardan sadece 800 civarında sivil toplum örgütü aktif faliyetdedir (16). Genel olarak bakarsak Azerbaycan’daki sivil toplum örgütlerinin amaç ve faaliyet alanları sivil toplumun gelişmesine, demokratik ve hukuk devletinin biçimlenmesine, insan haklarının ve milli manevi değerlerin korunmasına, yolsuzluğun önlenmesi, kaçkın ve mültecilerin problemlerinin çözümüne, sosyal-ekonomik gelişime ve s. katkıda bulunmaktır. Yolsuzlukla mücadele amacıyla 2012 yılının Aralık ayında Azerbaycan Cümhuriyeti Baş Savcılığınabağlı olarak oluşturulan Yolsuzlukla Mücadele Kurumuyla Yolsuzlukla Mücadele Üzere STK-ların Bilgi ve İşbirliği Şebekesi arasında Anlaşma Memorandumu imzalanmıştır.Şunu belirtmemiz gerekiyor ki, Yolsuzlukla Mücadele üzere 299 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER STK-ların Bilgi ve İşbirliği Şebekesi 2 mart 2006 yılında kurulmuştur. Bu şebekede yolsuzlukla mücadele eden 14 STK işbirliği yapmaktadır. Şebekenin oluşturulmasında temel ilke olarak genellikle yolsuzlukla mücadelede uzmanlaşmış STK-ların bir araya gelmesi amaçlanmıştır. Şebekenin faaliyetinin temel amaçları aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir: -Toplumun yolsuzlukla mücadele için seferber olmasını sağlamak -Yolsuzlukla mücadele alanında STK-ların ve devlet kurumları çabalarının koordinasyonu, onlar arasında daha sıkı işbirliğine ulaşmak -Yolsuzlukla mücadele eden STK-lar arasında işbirliğini geliştirmek, onlar arasında bilgi değişimini düzenlemek. Yolsuzlukla mücadelenin durumunu analiz etmek, bu alanda alınmış önlemlerin verimini artırmak ve yolsuzlukla mücadele alanında farkındalık ve işbirliğini birlikte gerçekleştirmek -Yolsuzlukla mücadele etkinliklerinin verimini artırmak amacıyla konsept, program ve projelerin hazırlanması, insiyatifin ortaya konulması. Yukarıda belirtilen belgede Yolsuzlukla Mücadele üzere STK-ların Bilgi ve İşbirliği Şebekesine gelen yolsuzluk suçları hakkında başvurular Yolsuzlukla Mücadele Kurumuna gönderilir, alınan önlemler hakkında başvuru sahibinin bilgilendirilmesi, devlet memurları, belediye üyeleri ve belediye memurları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve bu gibi ortak tanımlanmış hedef kitle için eğitsel seminarlar öngörülüyor. Bu yönde, bir sıra STK-ların çeşitli donör kurumların maddi desteği ile gerçekleştirdikleri projelere göz atmakla ülke STK-larının yolsuzlukla mücadeleye katılım derecesini zihnimizde canlandırabiliriz. Belirtelim ki, bu projelerin genel amacı toplumun yolsuzlukla mücadeleye katılmını sağlamak, insanların manevi, hukuki eğitimine ve toplumun gelişimine engel olan bu problemin çözülmesi için kamuoyu oluşturmaktır. Hedeflenen amaçlara ulaşmak için bu STK-lar bir sıra eğitici organizasyonlar ve eğlemler gerçekleştiriyorlar. Bu projelerden biri Ekonomik ve Sosyal Yenilikler isimli STK tarafından Azerbaycan Cumhurbaşkanlığına bağlı STK-lara Devlet Desteği Konseyinin yardımıyla gerçekleştirilen “ Yolsuzlukla Mücadelenin Hukuki Düzenlemesi: Uluslararası Tecrübe ve Azerbaycan” isimli projedir (16). Proje 5 yönde gerçekleştirilmiştir: 1.Yasal öneri 2.Bilgilenme ve bilgilendirme 3.Sosyal çıkarların savunması 4.Devlet kurumlarının yapısal gelişimine katkı 5.Eğitim ve seminerler Yasal öneri: Yasal öneri vatandaşlara haklarının restorasyonu ve korunması için etkili hukuki mekanizmaların kullanılması ve devlet kurumlarına başvurular hazırlan300 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER masına dair danışmanlık doğrultusunda yapılan faaliyettir. Bilgilenme ve bilgilendirme: Bu faaliyet türü vatandaşların ve kamuoyunun yolsuzlukla mücadele alanında bilgilendirilmesini öngörüyor. Sosyal çıkarların savunulması: Bu faaliyet, sunulan hukuki öneri ve bilgilendirmenin temelinde devletin yolsuzluğa karşı politikasını, kurumsal tecrübesini, mevzuatı ve ihlallere karşı sorumluluğunu geliştirmek amacıyla yapılıyor. Devlet kurumlarının yapısal gelişimine katkı: Bu uygulama sonucunda devlet kurumlarında acil cağrı hatlarının, yolsuzlukla mücadele konusunda uzmanlaşmış işçi gruplarının ve s. oluşturulmasına, faaliyette bulunulmasına yardım gösterilmesi öngörülüyor. Eğitim ve seminerler: Bu faaliyet ile merkez hukukçuları gönüllülerin yardımı ile çeşitli hedef grupları (çoğunlukla kırsal nüfusu ile) için yüz-yüze görüşmeler, yolsuzluk aleyhine eğitsel seminerler düzenliyor ve yerlerde ücretsiz hukuki yardım temin ediyorlar. Son yıllarda Azerbaycan’da sivil toplum kuruluşlarının yolsuzlukla mücadele alanında hükümetin temel ortağına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Yolsuzluğa karşı mücadele alanında yerel STK-ların faaliyetleri hükümetin yolsuzluk karşıtı politikasına destek verilmesine, yolsuzluk aleyhine kültürün oluşturulmasına, yolsuzluğa karşı önlemlerinin etkin biçimde uygulanmasına yardım, yolsuzlukla başarılı mücadelenin temel şartlarından biri olan sıkı devlet-özel sektör-sivil toplum işbirliğinin oluşturulmasına yöneliktir.Yolsuzluğa karşı mücadelede STK-ların bilgi ve işbirliği ağını genişletme, uluslararası kuruluşlarla işbirliğinin derinleştirilmesi, onlarla ortak projelerin gerçekleştirilmesi, medyanın yolsuzlukla mücadele konularında duyarlılığın artırılması için insiyatiflerin sürdürülmesi, yolsuzlukla mücadele önlemlerinin etkinliğini artırmak amacıyla iş adamları ile ortak girişimlerde bulunulması, yolsuzluk aleyhine mevzuatın geliştirilmesi ve yeni yasaların kabulü ile ilgili öneriler hazırlanması, hükümetin yolsuzluk aleyhine önlemlerinin sosyal müzakerelerinin yapılması planlanıyor. Yukarıda belirttiğimiz konuların yanı sıra, STK-ların faaliyetlerinde yetersizlikler, kendi faaliyetleri sırasında karşılaştıkları zorluklar hakkında bilgi sunulmasında da yarar vardır. Genel olarak, STK-lar Azerbaycan’ın hukuki ve sosyal-ekonomik gelişiminde önemli role sahipler. STK-lar özellikle ülkede sivil toplumun oluşturulması, demokratik ve hukuk devletinin kurulması, Azerbaycan’ın küresel meselelere entegrasyonu, insan haklarının, sosyal-ekonomik ve milli manevi değerlerin korunması, mülteciler ve topraklarından zorla çıkarılmış kişilerin (Ermenistanın Rusyanın yardımı ile Azerbaycan topraklarının %20-sini işgali sonucunda Azerbaycan’da 1 milyon civarında kaçkın ve göçkün mevcuttur) sorunlarının çözümüne yardımcı oluyor. Araştırmalardan görünen o ki, bazı alanlarda etkin faaliyetde bulunsalar bile, STK sektörü halen bazı sorunlarla karşı karşıyadır. STK-ların çoğunluğu uluslararası donörlere finansal 301 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER olarak bağlıdır, ama buna rağmen, çoğu kendi finansman kaynaklarını değiştirmek için ciddi çabalar harcıyor. Bu konuda Azerbaycan Cumhurbaşkanı yanında STK-lara Devlet Desteği Şurasının desteğini özellikle vurgulanması gerekir. Çünkü milli güvenliğin sağlanması açısından da ulusal STK-ların uluslararası donörlerin finansal kaynak etkisindek kurtarılması önemlidir. 2008-2011 yıllarında STK-lara Devlet Desteği Şurası musabaka düzenleyerek 600 STK-ya yaklaşık 10 milyon ABD doları civarında hibe yardımı yapmıştır (18). STK’lara devlet desteğinin öncelik alanları sağlığın korunması, gençlerin gelişimi, eğitim, kırsal alanlarda gelişme ve mülteciler ve topraklarından zorla çıkarılmış kişilerin desteklenmesi konularını kapsıyor. Fakat STK-lara Devlet Desteği Şurasının mali kaynağının kısıtlı olması onun Sivil Toplum Kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılamak imkanlarını sınırlıyor. Diğer taraftan STK-ların mali sorunlarının ikinci önemli sebebi de ülkede Milli Donörlük Enstitüsü’nün gelişmemesidir. Geçen yıla oranla Azerbaycanda milli donörlerin sayısı neredeyse 12’ye ulaşıyor. Aynı zamanda burada bazı Bakanlıklar da küçük hibe veriyorlar. Bazen de uluslararası şirketler STK-ların sosyal içerikli projelerine mali yardım yapıyorlar. STK-ların çoğu tam tanımlanmış amaçlara odaklanıyor, bazıları ise maddi desteği sağlamak için kendi odak alanlarından öte faaliyetlerlerini sürdürüyorlar. Bazı vizyon yeteneğinden yoksun STK yöneticileri stratejik yönetim ile ilgili gerekli eğitim almadığından uzun vadelı planlar yapamamaktadırlar. Son olarak belirtelim ki, STK-ların faaliyetleri sırasında karşılaştıkları sorunlar çok olsa bile, onların yaşanan olaylara esnek ve yeterli tepki vermesi gerekir. Bunun için sivil toplum kuruluşlarının şebekeleşme süreci hızlandırılmalıdır. Şebekeleşme süreci STK-ların tüm uluslararası kurumlarda kendi iradesini daha ciddi şekilde ifade etmesine olanak sağlayabilir. STK-lar güçlü şebekeleşmeni organize ederek tüm toplumsal alanlarda sorunların çözülmesine katkıda bulunabilirler. SONUÇ Herhangi bir toplumda, herhangi bir zamanda yönetim sistemindeki yolsuzluğun tamamen karşısının alındığı görülmemiştir, ancak ağırlığı ve etki alanı hiç olmazsa topluma zararının minimize edilmesi için kontrol altına alınmalıdır. Bunun için yönetim sisteminde bir takım önlemler alınmalıdır. Öncelikle toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesi gerekir. Çünkü yönetimde etik dışı bir davranış olarak görülen yolsuzluk ahlaki bir sorundur.Bir toplumda ahlaki sorunları çözmek için toplumun bilincinde değişikliğin yapılması gerekmektedir, bu ise sadece eğitim sistemi düzeyinin yükseltilmesi ile mümkündür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ülkemizde son yıllarda gerçekleştirilen etkinliklerin serisine bir göz attığımızda, yolsuzluğun önlenmesi aşısından mevcut eylem planlarının uygulanması sonucunda hem devlet kurumlarının, kamu görevlilerinin çalışma302 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ları, yönetim, hizmet alanları mükemmeleştirilecek, aynı zamanda resmi kurumların çalışmalarında toplumun katılımı ve saydamlık sağlanmıştır. Bunun yanı sıra, yeni kurumların oluşturulması aracılığıyla yönetim sisteminde bazı değişiklikler yapılmıştır ki, yolsuzluğa yol açan, rüşvet faktörünü mümkün kılan sebepler ortadan kaldırılsın. Buna örnek olarak “ASAN Hizmet (Azerbaijan Service and Assessment Network)” ve “Elektronik Hükümet” girişimleri gösterile bilir. Bu hizmetler vatandaş memnuniyetinin sağlanmasını, yolsuzluk ve rüşvet olaylarının ortadan kaldırılmasını, modern teknolojilerin uygulanmasını, kamu görevlisi-vatandaş ilişkilerinde yeni düşünce tarzının şekillendirilmesini hedeflemiştir. Şu anda “ASAN Servis” merkezinde 10 devlet kurumu tarafından 50 yasal hizmet uygulanmaktadır(3, s.264-269). Gelecekte bu hizmetin coğrafyasının genişletilmesi ile birlikte, onun çeşitlerinin sayısının artırılması ve daha geniş alanlarda vatandaşlara hizmet gösterilmesi öngörülüyor. “Elektronik Hükümet”in oluşturulması ve geliştirilmesi devlet kurumlarının çalışmalarında saydamlığın sağlanması için önemli kurumsal reform gibi tanımlanmaktadır. 2011 yılında “Devlet kurumlarının elektronik hizmet uygulamasının düzenlenmesi alanında bazı etkinlikler hakkında” Azerbaycan Cumhurbaşkanı Kararname imzalanmıştır. Kararnameye göre, kamu kurumları kendi faaliyet alanlarına uygun elektronik hizmetler düzenlemişler. Elektronik hizmetlerin “tek pencere” ilkesi temelinde düzenlenmesinin sağlanması amacı ile uyumlu olan elektronik hükümet portayı oluşturulmuştur. Bugün 417 elektronik hizmetten 187-si üzere “tek pencere” ilkesi temelinde hizmetler sunuluyor. Bu sisteme artık 40 kamu kurumu katılmıştır. Şunu da belirtmemiz gerekir ki, Azerbaycan 2011 yılında Açık Hükümet İşbirliğine katılan ilk ülkelerden biri olmuştur ve diğer uluslararası çabalarda da aktif katılım yapıyor. Yönetimde yolsuzluk ve rüşvetin önlenmesi için, vatandaşların sorunları ile yakından ilgilenmek için oluşturulan STK ların etkinliğiartırılmalıdır. Nihayet, rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesinde en etkili yol rüşvete ve yolsuzluğa karşı toplumsal birliğinoluşturulmasıdır.Bu çalışmada medyanın ve diğer kitle iletişim araçlarının rolü büyüktür. Onlar yolsuzluk ve rüşvet olaylarını kamuoyuna iletmekle birlikte, aynı zamanda bunun negatif yanlarının halkın bilincinde yerleşmesine yardım edeceklerdir. KAYNAKÇA 1. Alakbarov U. Davamlı İnsan İnkişafı ve Ekoloji Sivilizasiyanın Esasları, Bakü: Tehsil, 2013 2. Azərbaycan Respublikasının Konstitusiyası. Bakı: Qanun neşriyyatı, 2014 3. Azərbaycan Respublikası Nazirlər Kabinetinin 2013-cü ilde faaliyyeti hakkında hesabatı. Bakü, 2014 4. Devlet Müstakilliyi hakkında Konstitusiya Aktı. Bakü, 1991 5. Devlet İdareçilik Nazariyyesi, Bakü: Elm və tahsil, 2010 6. Esgerоv Z., Nesirоv Е, İsmаyılоv M., Memmedоv Х. Аzerbаycаn`ın devlet və hukukunun esаslаrı. Bаkü: Qapp-Poliqraf, 2003 303 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 7. Hüseynov S. Korrupsiyaya karşı mübareze ümumdevlet siyasetinin terkib hissesidir. Dirçeliş XXI asr oktyabr-noyabr, 2004 s. 126-135 8. “Kоrrupsiyа`yа kаrşı mübаrezə hakkındа” Аzerbаycаn Rеspublikаsının Kаnunu, Bakü, Kanun neşriyyatı, 2004 9. Манийчук Ю.В. Последствия международного правонарушения, Киев: Вища школа, 1987. 10. Международное право / Отв. ред. Г.И.Тункин. М.: Юрид. лит-ра, 1982. 11. Международное и национальное уголовное законодательство: проблемы юридической техники / Редкол.: Отв. ред. Комиссаров В.С., М., ЛексЭст, 2004. 12. Международно-правовые акты о сотрудничестве России с иностранными государствами по оказанию правовой взаимопомощи / Сост. М.Е. Волосов, М., НОРМА, 2003. 13. Memmedov V. Korrupsiya ilə bağlı cinayetlerle mübarezenin problem meseleleri. Bakü: Adiloğlu neşriyyatı, 2006 14. Şeffaflığın artırılması ve korrupsiya`ya karşı mübarezə üzre milli strategiyanın hayata geçirilmesi ile bağlı faaliyet planı (2007-2011), Bakü: Kanun neşriyyatı, 2007 15. Azerbaycan Geyri Hökumet Teşkilatları Formu: Vetandaş Cemiyyeti Kuruculuğunda 10 yıl, Bakü: Avrasiya Press, 2008 16. Geyri Hökumet Teşkilatlarının Faaliyyeti ile Bağlı Hesabat. Bakı: 2010 17. www.president.az 18. www.cssn.gov.az 19. www.cabmin.gov.az 304 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER DEVLET VESAYETİNDEN VESAYETÇİ DEMOKRASİYE: SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Mehmet GÜNEŞ Kara Harp Okulu, Kamu Yönetimi Bölümü @ dr.megunes@gmail.com GİRİŞ Devletin demokratikleşmesi tartışmalarında sivil toplumun konumunun ayrı bir önemi vardır. Buna göre sivil toplum kavramının devlet ve demokrasi arasındaki denklemdeki yerini farklı gelişmeler sebebiyle yeniden ele almak gerekecektir. Sivil toplum kuruluşlarının artan rekabet ve mücadele ortamında Devlet örgütü dışında siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyal faaliyetlerini yürütmeleri beklenirken, kimi zaman iktidarlar ile güç paylaşan rollere soyunarak; siyasal ve ekonomik iktidarları belirleyecek ve hatta onların devamlılığı için gerekli olacak konumlara yükseldikleri de gözlemlenmektedir. Bu çalışmada, Devlet karşısında özerk bir alan inşa etmeyi hedefleyen sivil toplumun, ilk olarak Devlet vesayetine tabi olmayı göze alması ve sonrasında Devlet içerisinde vesayetçi bir konuma sahip olarak demokrasiyi bu şekilde işletmek istemesine ilişkin görüşler çerçevesinde farklı tezler tartışılacaktır. I) DEVLET, SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ DENKLEMİ Toplumsal iyinin simgesi olarak idealleştirilen tüm kavramlar gibi sivil toplum kavramı da demokrasi açısından olmazsa olmaz bir gerçeklik oluştururken, aslında bu kavram literatürdeki yerini ilk olarak devlet benzerliğine, daha sonra da devlet karşıtlığına borçludur. Başka bir ifade ile sivil toplum kavramı, bütün varlığını ve anlamını tarih boyunca devlet karşısında ve sayesinde kazanmıştır (Arslan, 2001: 70). Devletin genişleyen ve büyüyen sorumluluk alanında sivil toplum, vatandaş olmaktan öteye yeni özerk alanların sahibi olarak çoğulculuk, bağımsızlık, dayanışma, toplumsal bilinçlenme, katılım, eğitim, sorumluluk türü anlayışlarla elde edilen kazanımların temsil edildiği özerk alanı temsil etmektedir. Sivil toplum, esasen, Cicero’nun “societas civilis” fikrinden başlayarak Aristo’nun “polis” kavramına kadar geri giden Avrupa geleneğinde bir süre devlet ile aynı anlamda kullanılmıştır. 1750’den sonra İngiltere, Fransa ve Almanya’da algılanarak özellikle köken ve gelişimi açısından aldığı değişik biçimlerin bulunduğu ileri sürülmektedir (Keane,1993: 35). Demokrasinin bozulmuş ve eksik bir yorumu olarak çalışmanın konusunu teşkil eden “vesayetçi demokrasiye” panzehir olması beklenen ve gerçek demokrasiyi yaşat305 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ması istenen sivil toplumun ne olduğu ve ne şekilde tanımlanması gerektiği konusunda bir uzlaşma sağlamak çeşitli zorluklar içermektedir. Nitekim Şerif Mardin, sivil toplumun karşıtının “askeri toplum” olmadığını, sivil toplum kavramının medeni olan, yani şehirli olan, bunun karşıtının da gayr-ı medenilik olduğunu ifade etmektedir (1995: 9). “Gelişmiş toplum örgütlü toplumdur” ifadesi, büyük oranda, güçlü sivil toplum kuruluşlarına sahip olma ideali ile açıklanabilir. Bireysel, ulusal ya da grup çıkarlarını gözetmek için harekete geçen toplumun self-örgütlenmesi kabul edilen (Weigle ve Butterfield, 1993: 3) sivil toplum; “kendi kendine oluşmuş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten özerk, gönüllü, bir hukukî düzen ya da kurallar kümesine bağlı toplumsal hayatın organize bir alanına” (Wood, 1990: 62) karşılık geldiği kabul edilmektedir. Sivil toplum kendiliğinden oluşmakla, bizzat üretilmiş olmayı, devlete mesafeli olmakla da kontrol edilmeyi dışlamış olmaktadır. Sivil toplumu tanımlayıcı yaklaşımlarda, onun kurumsal yapısında; örgütlülüğünü, kamu kesimi-özel kesim ayrımında ikinci -hatta üçüncü bir özerk alan içinde yer almasını, önceliğinde kâr amacının bulunmamasını, kendi kendini yönetebilmesini ve geniş ölçüde gönüllülüğe dayanan kuruluşlar olmasını (Salamon ve Anheiner, 1997: 61) görmekteyiz. Sivil toplumun geçirdiği dört aşama, aynı zamanda sivil toplumun ögelerini ortaya çıkaran süreçleri içermektedir. Bu ögeler: çoğulluk (plurality), kamusallık (publicity), özellik (privacy) ve yasallık (legality) olarak belirmiş (Cohen ve Arato, 1992: 346) ve sivil toplumun modern anlayıştaki içeriğini oluşturmuştur. Bu içeriğe benzer şekilde Tekeli’ye göre, sivil toplum kuruluşlarını ayırdeden dört temel özellik vardır. “Birincisi gönüllülük ve özel alandan fedakarlık yapılmasına dayandırılmaları,... İkincisi nihai amaçlarının topluma bir şey sunmak, toplumsal iyiye katkıda bulunmak olması, üçüncüsü yatay ilişkilerin ön plana çıkması, hiyerarşik ilişkilerin yadsınması, dördüncüsü ise sivil toplum kuruluşlarının açık ve belli bir konuda uzmanlaşmış (issue spesific) olmalarıdır” (Tekeli, 1999: 4-6). Sivil toplum olgusu, devletin dışında bir güç odağı, bir iktidar alanıdır. Bu alan, karşılıklı hoşgörü içinde değil mücadeleler sonucu gelişmiş, hem kamu sahasında bir yeniden paylaşım hem de otoritenin meşruiyetini nereden aldığı konusunda bir arayış değişikliğine yol açmıştır (Doğan, 2000: 23). Sivil toplum, devlet karşısında konumlanarak baskının olmadığı özgür alanı ve bu alanı inşa edecek olan demokrasinin korunduğu cepheyi temsil etmesi için yeniden tasarlanmaya başlamıştır. Bu nedenle de sivil toplum kuruluşları, büyük oranda, faydacı ve paracı olmaktan daha çok dayanışmacı, gönüllü ve idealist çalışma yapabilecek insanlardan oluşan kadro kurduklarından (Werker-Ahmed, 2007: 7) dolayı, doğrudan özgürlüğün ve demokrasinin tek alanı olarak idealize edilmekte ve anlaşılmalarında çeşitli sorunlar doğmaktadır. Hâlbuki “Sivil toplum elbette, katıksız özgürlüğün ideal alanı değildir. Onun mikro-dünyalarında çok sayıda çatışma ve güç odakları -ve dolayısıyla sömürü, baskı ve dışlama noktaları 306 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER vardır. Günlük yaşamımızın pek çok yönü bu güç biçimleri içinde ve onların kesişim hattında yakalanmıştır” (Hall, 1995:120). II) DEVLET VESAYETİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Sivil toplumun tarihteki ilk nüvelerini Batı Avrupa’da şehirlerin gelişmesi ve güçlenmesiyle burjuvazinin şehir yönetimlerinde kazandığı özerklik ve bu özerklik sonucu ortaya çıkan hukuk ve kurumlar oluşturmuştur. Bu kurumlar devlet aygıtı ile uzlaşmaya ve yardımlaşmaya başladıkça meşruiyet ve itibar kazanmıştır. Ancak devletin içine düştüğü tüm krizlerde bu kurumlar kamusal alanı doldurmak ve takviye etmekle kendilerine sorumluluk biçtiğinde bulundukları konumlarında farklılaşma yaşamışlardır. Sivil toplum kuruluşları da kamusal olmanın sorumluluğu altında ne devletten bağımsızdır; ne de devlet örgütleridir. Hiçbir durumda, devletin üzerinde de olamazlar. STK’ların ortaya çıkışı bu bakımdan ne devletin yokluğunu, ne de zayıflığını varsayar; çünkü STK’lar devlet faaliyetinin bir uzantısıdır (Sharma, 2001: 152). Devlet, kamusallığın gerçek sahibi olarak sivil toplum kuruluşlarını da kendi kontrol ve vesayetine tabi kılabilir. Sivil toplum kuruluşları devletle dört tip ilişki (konumlanış) içine girebilirler. Ya devletle beraber olarak ona eklemlenecekler ve rant dağıtma mekanizmasından daha fazla pay alacaklar, ya devletle temas içinde ama ondan bağımsız olarak faaliyetlere girişecekler, ya onun karşısında cephe alarak savaş ilan edecekler ya da onu görmezden gelerek, ilişki içine girmeden yaşamaya çalışacaklardır (Atauz, 1997: 11). Vesayete tabi olmanın en belirgin göstergesi tek taraflı ilişki ve taraflar arasındaki güç dengesizliğidir. Örneğin Türkiye’de devlet ile sivil toplum arasındaki ilişki üstten belirlenen bir ilişki niteliğindedir. Devlet-toplum ilişkisinin yapılanması yanında, sivil toplumun kendi yapısal eksiklikleri (mali kaynak, eğitim, toplumsal alışkanlıklar, katılım eksikliği, kendi kendini motive etme eksikliği, STK’lar arası iletişimsizlik gibi) de olumsuz faktörler olarak gözükmektedir. Türkiye’de devlet ile sivil toplum arasındaki ilişkiye baktığımızda, kuramsal olarak siyasal alanda konuşlanan devletin, siyasal iktidar aracılığıyla özel alanda olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarının konuşlandığı kamusal alan üzerinde de geniş ve etkili şekilde düzenleme ve denetleme yetkisine sahip olduğu dikkati çekmektedir. Vesayeti belirleyen diğer bir konu, Devletin, kamu yararı statüsü ve sivil toplum kuruluşlarına tanıyacağı ayrıcalıklarla bir anlamda bunlarla olan ilişkisinin sınırlarını ve içeriğini tek taraflı olarak şekillendirebilmesidir. Sivil toplum kapsamında kamu yararı, sivil toplum kuruluşlarının hizmet alanlarını ve şeklini belirlemek ve bu kuruluşların kurumsallaşmasını sağlamak için devletin belirli koşulları yerine getirenlere tanıdığı saygınlık ve imtiyaz sağlayan uygulamalar ile mali destekler olarak kabul edilmektedir. 307 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER III) DEMOKRASİ VESAYET İLİŞKİSİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Demokrasi sadece bireysellik üzerine yürütülen hak arama özgürlüğü demek değildir. Haksızlıklara karşı hak arama mücadelesinin bireysel ve sınıfsal parçacılıktan kurtarılarak, birleştirilmesi ve örgütlenmesi gerekir. Bu da ancak demokrasilerde sivil toplum örgütleri aracılığıyla sağlanabilir (Kabasakal, 2008: 77). Özellikle “demokrasi büyük liderler tarafından değil, yetkin ve sorumlu yurttaşlar ve onların birlikteliği olan sivil toplum tarafından güvence altına alınabilir” (Barber, 1995: 18). Vesayetçi demokrasi, demokrasinin bilinen özelliklerinin göz ardı edilerek farklı bir içerik ve anlayışla uygulanmasıdır. Genelde anti-demokratik sayılan yönetimlerden sonra henüz geçiş yapılan demokrasilerin bir yorumu niteliğindedir. Bu anlamda tam olarak yerleşmemiş, pekişmemiş ve olgunlaşmamış bir demokrasi aşaması olarak kullanılır. Ancak geçici olarak görülen bu aşama, demokrasinin istenen nitelikleri artırılmadığı için daha sonra kalıcı nitelik kazanır (Güneş, 2013:173). Yönetimde vesayetin yer edinebilmesi başta siyasal katılma ve örgütlenme olmak üzere, sivil toplumun siyasal hayata müdahalesindeki güçsüzlüğü veya kayıtsızlığına bağlıdır. Siyasal hayatın düzenlenmesinin başka organ ve kurumlara devredildiği ve sivil toplumun etkin ve yeterli olmadığı toplumlarda, demokrasi niteliği ile eksik kalmaya mecburdur. Toplumun kendiliğinden hareketle, tercih ve beklentilerini ortaya koyması ancak örgütlü davranması ile mümkündür. Demokrasilerde bireysel alanı aşan şekilde bir kurumlaşma yaşanırken sivil toplumun buna uygun şekilde tepki vermesi beklenir. Çünkü demokratik düşüncenin filizlendiği alan sivil toplumun tabanıdır. Eksik ve yarı demokrasilerin, vesayete tabi görünen yapılarının cılızlığında, sivil toplumun yetersizliği ve demokrasiye olan güvensizlikleri yer almaktadır. Demokrasilerin boy verip yeşermesinde sivil toplumun geçirdiği dönüşüm ve bu dönüşümün sağladığı katkılar göz ardı edilemeyecek seviyededir. Bir demokrasi yeterince sağlam ve sürdürülebilir nitelikte değilse ve bu durum toplumda demokrasinin niteliği hakkında çeşitli kaygılar oluşturmuyorsa, ilk olarak ele alınması gereken husus, sivil toplumun yapısı ve niteliğini gözden geçirmektir. Sivil toplum, yalnızca devletin dışında olmakla kalmayıp, aynı zamanda geniş anlamda politik toplumun merkezinin de dışında olan ve ancak politik toplumu etkilemek ve ulaşmak için çalışan grup ve sınıfları kapsaması beklenir (Tuncel, 2005: 711). Ancak bu değerlendirmelere rağmen, başlangıçta STK’lar toplumsal yapıyı güçlendiren bir kaldıraç olarak ele alınsalar da gittikçe daha çok kamuoyu oluşturmak, baskı grubu haline gelmek, ülkelerce icra edilen politika tercihlerinde etkileyici rol üstlenmek vs. şeklinde çalışmaları öne çıkarmışlardır (Lewis 2001: 45). Özellikle Türkiye gibi ülkelerde sıklıkla görülen kamunun aktif katılımıyla faaliyet gerçekleştirme krizi mevcut olmasından dolayı (Tübar, 2011:395) ideolojik devletten kaynaklanan baştan itibaren taraf olma tercihi sebepleri de eklenince (Çaha, 1999: 71-72) sivil toplum örgütleri arasındaki demokrasiye katkı sağlama ve önemli bir parçası olma hedeflerinin şaşabildiği görülmüştür. Özellikle 308 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bu kuruluşların yıllarca değişmeyen yöneticilere sahip olması, içeride kast düzeni benzeri menfaat grup ve hiziplerine teslim olması ve ana amaç ve hedeflerinden sürekli uzaklaşan faaliyetleri nedeniyle vesayetçiliğe sarılmalarını anlamak kolaylaşmaktadır. Sivil toplumun varlığından amaç demokratik yönetimin, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ve bağımsız medyanın var olduğu küresel bir açık toplum yaratmaksa eğer bahsedilen bu hedeflerin siyasi alandaki projeksiyonu günümüzde neo liberal politikaların devlet yönetiminde uygulanması ile sağlanmaktadır. Küreselleşme ile hızlanan neo liberal ekonomik uygulamaların sonucunda devlet aygıtının gücü sınırlanırken; sivil toplum gücünü artırmaktadır. Bunun daha ötesi sivil toplum kuruluşları siyasetin yönetimine “sorumsuz ortak” olarak katılmak istemektedir. Sivil toplumun demokrasi için vazgeçilmezliğine işaret ederken güncel gelişmeler bu tespit için daha temkinli olunmasını gerektirmektedir. Son yıllarda STK’ların baskı mekanizması işlevinin toplumu devlete karşı korumaya ve demokrasi üzerinden devleti yönlendirmeye doğru kaydığı gözlemlenmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının oluşturdukları kamuoyu vasıtasıyla etkileyecekleri geniş seçmen kitleleri gerçeğini hatırlattıkları siyasal hareketlere, siyasal ve ekonomik tercihlerinde rota belirletmek gibi önemli roller üstlenmektedirler. Öyle ki, çok taraflı yatırım anlaşmalarını sabote etmekten, çevresel felaket haberlerine kadar pek çok konuda uluslararası antlaşma ve uzlaşmalarda istedikleri sonucu aldıracak kadar başat bir konum elde edebilmektedirler. Hatta bazen kamuoyunu bilinçli bir şekilde yanlışa yönlendirebilecek güce bile erişme imkânları olabilmektedir (Rugman, 2000: 63-66). SONUÇ Devlet örgütü dışında kalması gereken sivil topluma ait örgütlenmeler, iktidarlar ile güç paylaşan rollere sahip olarak günümüzde, iktidarları belirleyecek ve hatta onların devamlılığını sağlayacak faktörlerden biri olarak rol oynamaktadırlar. Devlet karşısında özerkliğini sağlamış olsa bile, içindeki çoğul iktidar yapısını demokratik yöntemlere göre kurumsallaştıramamış bir sivil toplum, demokrasi konusunda ümit vermekten uzaktır. Böyle bir durumda özgürlük ve özerklik alanı olarak tanımlanan sivil topluma, despotizm bizzat sivil toplum grupları tarafından taşınmış olur. Böyle bir durumda vesayetçilik anlayışına yakın olan veya vesayetçi organlarla ilişki kurup onlar gibi davranan sivil toplum unsurunun, gerçek demokrasi yerine vesayetçi demokrasiyi benimsediği anlaşılır. Sivil toplum tek başına demokrasi için yeterli olmadığı gibi aynı şekilde de demokrasi tek başına sivil toplum için yeterli değildir. Hatta vesayetçi anlayışla iç içe ve onu benimsemiş bir sivil toplum gerçek demokrasi için tamamen bir sorundur. Demokrasi-sivil toplum ilişkisinde, demokratik bir sivil toplumun oluşabilmesi ve kendinden beklenen demokratik işlevlerini yerine getirebilmesi için bazı zorunlulukların yerine 309 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER getirilmesi gerekmektedir. Her şeyden önce sivil toplum, bireysel ya da toplumsal çıkarları-talepleri-sorunları dile getirmek üzere kurulan, gönüllü faaliyet ve kaynaklardan beslenen, devlet iktidarının alanı dışında, ondan özerk örgütlenmelerin alanıdır. Bu tanımın getirdiği ilk koşul, sivil toplumun finansal, işlevsel ve yasal açıdan, devletten ayrı bir özerkliğe sahip olması ve bunu koruması gereğidir. Devlet ödeneklerine veya yardımlarına bağımlı, devlet tarafından yetkilendirilmiş veya yaratılmış, devlet ideolojisi etrafında şekillenmiş, bürokratik vesayeti hoş gören ve hatta bu tür bir fonksiyon üstlenen örgütler, bahsedilen demokratik sivil toplum tanımının dışında kalacaktır. KAYNAKÇA ARSLAN, Osman (2001), Sivil Toplum ve Türkiye Gerçeği, İstanbul, Bayrak Yayınları. ATAUZ, Akın (1997), “Sivil Toplum ve Devlet”, Ağaçkakan, Sayı32, Güz. BARBER, Benjamin (1995), Güçlü Demokrasi: Yeni Bir Çağ için Katılımcı Siyaset, (Çev. Mehmet Beşikçi), Ayrıntı Yayınları, İstanbul. COHEN Joshua ve L., ARATO A. (1992), Civil Society and Political Theory, Cambridge. ÇAHA, Ömer (1999), Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayınları, İstanbul. DOĞAN, İsmail (2000), Sivil Toplum: Ondan Bizde de Var, Sistem Yayınları, İstanbul. GÜNEŞ, Mehmet (2013), Vesayetçi Demokrasi, Savaş Yayınları, Ankara. HALL, Stuart (1995), “Yeni Zamanların Anlamı”, Yeni Zamanlar, Ed..Stuart Hall, Martin Jaques, Çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. KABASAKAL, Mehmet (2008), Sivil Toplum ve Demokrasi, Denetçi Yeterlilik Tezi, İç işleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı, Ankara. KEANE, John (1993), Sivil Toplum ve Devlet: Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar (Derleyen: John Keane, Ayrıntı Yayınları. LEWIS, David (2001), The Management of Non-Governmental Development Organizations An Introduction, Routledge Taylor & Francis Group, UK. MARDİN, Şerif (1995), Türkiye; Toplum ve Siyaset, İstanbul, İletişim Yayınları. RUGMAN, Alan (2000), Globalleşmenin Sonu, (Çev. Sedat Eroğlu), MediaCat Yay., Ankara. SALAMON, Lester M. and ANHEIER, Helmut K. (1996), “Civil Society Sector”, Social Science and Modern Society, Lester M. Salamon, Helmut K Anheier, “Civil Society Sector”, Social Science and Modern Society, The Johns Hopkins Institute for Policy Studies. SHARMA, K.L. (2001), “Hint Devleti ve STÖ’ler: Bazı Düşünceler”, Sivil Toplum Örgütleri Neoliberalizmin Araçları mı, Halka Dayalı Alternatifler mi?, (Çev: Işık Ergüden) içinde, Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD) Yayını, Demokrasi Kitaplığı Açılımlar Dizisi: 2, İstanbul. TEKELİ, İlhan (1999), Modernite Aşılırken Siyaset, İmge Kitabevi, Ankara. TUNCEL, Gökhan (2005), Türkiye Sivil Toplum Kuruluşlarının Tarihsel Gelişimi”, 21. Yüzyılın Eşiğinde Türkiye Siyasal Hayat, 1.C. Ed. Adnan Küçük, Selahaddin Bakan, Ahmet Karadağ, İstanbul, Aktüel Yayınevi. TÜBAR-XXIX-(2011), Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye Perspektifi, Sayı.395, Bahar. WEIGLE, Marcia A. ve BUTTERFIELD, Jim (1992), “Civil Society in Reforming Communist Regimes-The Logic of Emergence”, Comparative Politics, C.25, S:l. WERKER, Eric ve AHMED Faisal Z. (2007), “What Do Non-Governmental Organizations Do?”, Journal of Economic Perspectives http://www.hbs.edu/research/pdf/08-041.pdf (Erişim tarihi 16.02.2014). WOOD, E. M.(1990), The Uses and Abuses of Civil Society. Socialist Register. 310 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER BAŞKURT TÜRK KÜLTÜRÜ Leysiyan İTKULOVA Başkurt Devlet Üniversitesi @ litkulova@mail.ru. Başkurt dünya görünümünün Avrasya kökleri hakkında Başkurtistan’ın devlet bayrağının üzerinde kuray çiçeğinin resmi vardır. Bu çiçek kolektifçiliğin remzidir ve tüm Başkurdistan halklarının beraberliğini ifade eder. Başkurdistan’da etnik sabitlik ve toleranslı davranışı bu topraklarda asırlardır beraber yaşayan insanların birbirine güveninden kaynaklanıyor. Akademik R.G. Kuzeev söylemiştir ki Avrasya’nın mürekkeb etnik, dini, kültürel dünyasının oluşmasında Tuna nehrinden Altaylara kadar uzanan büyük bir arazide halkların yaptığı büyük göçlerin ve göçtükçe de kendi izlerini onların yerine gelenlere bırakmasının önemli rolü olmuştur. Bu bilim adamı Avrasya’da 8 büyük göçü kaydetmiştir- Ural, Hint-İran, Moğol-Tatar, Hun, Peçenek, Oğuz, Ugor-Macar, Kıpçak. Hem de yazmıştır ki, bunlar büyük göçler, ama çok sayıda daha küçükleri de olmuştur. Böylece, bu gün Başkurdistan’da meskunlaşmakla olan halklar etnik durum açısından çok karışık olmakla beraberve ortak noktaları da çoktur. Bu fakat bu halkların material-menavi medeniyet abidelerinin- etnografya, folklor numunelerinin ve yazılı abidelerinin analizi sonuçlarında da ortaya çıkmaktadır. Asırlar boyu bu halkların beraber yaşaması ve canlı temasları onların bir-birinden dini, kültürel değerleri, hatta giyim, halk edebiyatı, üretim pratiklerini de benimsemelerine yol açmıştır. Bu kültür diyalogu sonucunda da ortak Avrasya mantalitesinin çizgileri oluşmuştur. Başkurtlar da istisna değiller ve bu halkın da etnogenezinde Güney Ural’da yaşayan halkların ortak ve sıkı temaslarının izleri görülmektedir. Bu meselede Türkler, Sarmat-Alanlar, Ugor-Finler rol almışlar ve bu süreç Başkurtları Güney Sibirya’nın, Orta ve Merkezi Asya’nın, öylece de Avrupa’nın bir çok halkları yakınlaştırmaktadır. Başkurtların mahiyetçe Avrasyacı dünya görüşlerinin formalaşmasının metafizik esaslarının araştırılması prensiplerin analizini ortalığa koymaktadır. Her bir halk neredeyse kendinin de fark etmediği bir şekilde kendine mahsus olan kültürün önemli değerlerine dayanarak dünyayı derk ediyor. Başkurt felsefesinde milli ruhun özel desenlerini esaslandırmak için bazı inisiyatifler gösterilmiştir. Z. Y. Rahmatullinan’ın Başkurtların ananelerinin tahliline ait monoğrafyasında Başkurt ruhunun desenleri sıralanmaktadır- Maneviyatçılık, Adalet, Kollektifçilik, İnanç dözümlülüğü, Vatanparverlik, Vatandaşlık [Рахматуллина 311 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER З.Я.,2000,с.157]. A.P. Andreyevin ve A.İ. Selivanovun eserlerinde ise bu prensipler Rusların başat değerleri olarak bahis edilmektedir. [Андреев А.П., Селиванов А.И., 2004, с. 189]. Baza değerlerinin aynılığı tabii ki, aynı coğrafyada yaşamak ve canlı temaslar sisteminde var olmaktan kaynaklanmaktadır. Ta eski çağlardan başlayarak Sibirya halkları ile, Orta, Merkezi, Ön Asya ve Doğu Avrupa halkları ile ortak temasları Başkurtların Avrasya etnosu gibi formalaşmasında önemli rol oynamıştır. Başkurtların Rusya mekanında mevcutluğunu devam ettirmesi de bu meselede önemli rol almaktadır. A. İ. Selivanov’un dediklerine göre Rus kültürünün en iyi anlayışlarından biri ,,dözümlülüğe, toleranslığa, başka medeniyetlere saygı duygularına ve kollektif savunmaya,, dayalı olarak “Avrasya’ya göre kontinental sorunlu olmak”tır. (Андреев А.П., Селиванов А.И., 2004, с. 271). БИБЛИОГРАФИЯ 1. АНДРЕЕВ А.П., СЕЛИВАНОВ А.И. Русская традиция. – М.:Алгоритм,2004. 2. КУЗЕЕВ Р.Г. Народы Башкортостана: история, современность, взгляд в будущее // Народы Башкортостана: историко-этнографические очерки. Уфа: Гилем, 2002, С.7-45. 3. РАХМАТУЛЛИНА З.Я. Башкирская традиция (социально-философский анализ). – Уфа:Изд-во БашГУ,2000. 4. СЕМЕНОВА А.Н. Духовность – основа нации //Ватандаш, 2003, №3. 312 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KIBRIS’TAKİ MÜZAKERE SÜREÇLERİNDE SİVİL TOPLUMUNUN GÖREVİ NE OLMUŞTU? Emete GÖZÜGÜZELLİ KKTC Egemenlik Hareketi @ emete.gozuguzeli@gmail.com Bu çalışmada ilk olarak Kıbrıs meselesinin mevcut müzakere sürecindeki yeri vurgulanacak ve sivil toplum örgütlerinin Annan planı dönemindeki etkinliği ele alınacaktır. Kıbrıs meselesinde 1968 yılından bu yana cereyan eden görüşmeler süreci kesintililere uğrayan bir yapıda olsa da hep Birleşmiş Milletler zemininde gerçekleşti. Birleşmiş Milletler’in adadaki taraflara en son sunduğu Annan planı 24 Nisan 2004’te eş zamanlı referanduma sunulmuş ve Rumların bu plana “hayır” demesi ile bir netice sağlanamamıştı. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, referandum sonuçlarını değerlendiren raporunu 2004’te Güvenlik Konseyi’ne sunmuştu. Bu raporda, Kıbrıs Rumları’nı uzlaşmaz taraf olarak gösteren Annan’ın diğer en çarpıcı yorumu şu şekilde gerçekleşmişti; “umarım Güvenlik Konseyi üyeleri, bütün ülkelere Kıbrıslı Türklerin tecridine yol açan ve kalkınmalarına engel olan gereksiz kısıtlamaların kaldırılması için; tanınma yada ayrılma amaçları için değil, yeniden birleşme amacına olumlu bir katkı olarak, işbirliği yapmaları yönünde güçlü bir şekilde yol gösterir” . Rapordan da anlaşılacağı üzere, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs Türkleri üzerindeki haksız tecridin kaldırılmasını, yalnız bunun tanınma veya ayrı bağımsızlık yönünde kullanılmayacak şekilde gerçekleştirilmesini istemekteydi. Nitekim, rapor GKRY’nin girişimleri ile Rusya’nın vetosu sağlanması ile rafa kaldırıldı. Zira Kıbrıs Türklerinin mevcut durumlarının yükseltilmesi Helenizm çıkarları için kabul edilebilir bir duruş değildi. Bu nedenle, Kıbrıs Türkleri izolasyonlar altında ezilmeye, sindirilmeye devam ettirildi. Annan planında tek egemenlik vurgusu açık açık olmasa da “United Cyprus” denilerek birleşik Kıbrıs öngörülmüştü. Kıbrıs Türk tarafı dış temsilde Belçika, iç temsilde İsviçre modelini savunmuştu. Hatta KKTC olarak iki egemen yapıda anlaşma olması beklentisi vardı. Ancak, Türkiye’nin dış politikası bu yönde çalışmada bulunmamıştı. Annan planının referanduma sunulması ardından, Kıbrıs sorunu uzunca bir süre bekletilmişti. Daha sonraki süreçte GKRY eski lideri Dimitris Hristofyas ile dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın 2008 yılında Gambari süreci ile yeniden 313 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yakınlaşması neticesinde ortak mutabakata vardıkları bir metin imzaladılar. Bu mutabakat metini; tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek temsiliyet öngörmekte idi. Rahmetli Denktaş bu metine en çok itiraz eden taraflardan olmuştu. Hatta bu dönemde sağ partiler de buna isyan etmekteydi. Esasında bu anlaşma modelinde Bosna Hersek Modelinde olduğu gibi Bosnalılık yani tek kimlik esasında bir çözüm modeli öngörülmekteydi. Burada önem arz eden bir husus ta şuydu ki , Rumlar Annan planına hayır deme sebeplerinden biri de tek egemenlik vd unsurların açık bir şekilde ifade edilmemesiydi. Bu yaşanan olumsuz sürecin ardından Kıbrıs Türkü ne ile karşılaşabileceğini bilmiyordu. Oysa batı dünyası ABD öncülüğünde kurmuş olduğu sivil toplum ağları ile gerçekleştirilen toplantılarda Kıbrıs’ta anlaşmada kurulacak olan hükümet yapısı tek uluslar arası kimliğe, vatandaşlığa ve egemenliğe dayalı olması zorunluluğu Garantiler konusunda AB garantörlüğü Askersizleştirme, Kıbrıslılık kimliği tesisi ve bunun için her şekilde mücadele tarih kitaplarının değiştirilmesi, Rumcanın zorunlu ders haline getirilmesi gibi bizleri ilgilendiren hayati konular üzerine kararlar alınmaktaydı. Bu kuruluşlardan FOSBO, HADE,Alman-Kıbrıs Formu, Gençlik Merkezi, Oslo grubu, Oxford grubu gibi pek çok sivil toplum örgütü yukarıda izah edilen kavramlar üzerine Kıbrıs Türklerini ikna etmekte ve harekete geçirmekteydi. Görüşmeler süreci, Annan planından sonra bir süre durgunlaştı. Ancak bu durgunluk Hristofyas ve Talat 1 Temmuz 2008’de vardıkları mutabakatla son buldu. Yeni devletin “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında kurulmasına ve bu yapı altında başlayacak müzakerelerde başarılı olurlarsa 1960’daki modelin artık kullanılmaması üzerine taraflar anlaşmışlardı. Tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslar arası kimlik modeli artık esas alınarak görüşmeler sürdürülecekti. Süreç devam etti, kesintiler yaşandı. 2011 yılına gelindiğinde yeniden müzakere süreci öne çıktı. Türk dış politikasının 2004 BM planını destekleyen politikaları sonrasında referandumdan hayır çıkması bilinen bir gerçekti. Zira bu dönemde yapılan kamuoyu yoklamalarında Rumların plana hayır diyecekleri bilinmekteydi. Rumlar metinde garantilerin yer alması, toprak,mülkiyet,kimlik,egemenlik gibi temel alanlarda planda kendilerine sunulanları yetersiz bulmaktaydılar. Tüm bu sancılı süreç sonrasında, 2011 yılında Türk hükümeti bu kez Kıbrıs Türklerine rahatlayacakları mesajlar vermeye başladı. 2011 yılının sene başında KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Türk dışişleri gündeme Belçika modelini taşıdı. Görüşmeler süreci için artık Belçika modeli baz alınarak müzakerelere devam edilmek istendiği mesajları basında yer aldı. Hatta Ocak ayı sonlarında Cenevre’de gerçekleşecek görüşmelerde Türk tarafı çözüm modeli dil 314 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER temelinde iki devlet şeklinde idi. Buna göre Türkçe konuşulan bölgeye Rumca, Rumca konuşulan bölgeye de Türkçe bilenler yerleştirilmeyecekti. Türk bölgesinde yer almak yaşamak isteyen kişi için ise Türkçe bilme zorunluluğu getirilmişti. Tek istisna durumu 65 yaş üzerindekiler için getirildi. Bu yaş grubundaki insanlar için oturacakları bölgede dil bilme zorunluluğu öngörülmedi. Lefkoşa ise iki dil temelinde temsili istenmekteydi. Bu dönemde konu ile ilgili Kıbrıs Türk basınından Kıbrıs gazetesinde “Yönetim ve Güç Paylaşımı” önerilerinin bazıları yayımlandı. Bunlara göre Rum tarafının “tek egemenlik” beklentileri ortadan kalkmakta idi. Hatta “kurucu devletler egemendir” denmekteydi. Garantiler konusu ise daha da genişletilmiş şekilde tanımlanmakta ve kurucu devletlerin toprak bütünlüğünün de garantörlerin güvencesi altında olması önerilmekteydi. Tüm bu öneriler 2008 yılında Talat-Hristofyas mutabakatını geride bırakmaktaydı. Belçika modeli üzerinde duran Kıbrıs Türk tarafı, bu modeli, temelde ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel açıdan nüfusa bakmaksızın eşik haklara sahip olan halkların yan yana yaşamasını öngördüğü için arzu edilmekteydi. Bu süreçte de netice alınamadı. 2011 yılı Temmuz ayına gelindiğinde ise, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı 24 Temmuz 2011’de verdiği beyanatında şunları belirtmekteydi; “Çok açık net söylüyorum, mesela benim kitabımda artık Güzelyurt yok. Annan Planı’ndaki gibi Güzelyurt’a bakmıyorum. Güzelyurt tamamen Kuzey Kıbrıs’ındır. Karpaz’da zaten en ufak oynama yapılamaz. Onlar ibadet yapmaya gelmek isterlerse gelsinler. Daha farklı oturacağız masaya. Onlar hala Annan Planı’nın üzerine biz daha ne alırız konuşuyorlar. Kusura bakmasınlar geçti o. Biz çok açık ve net söylüyoruz. Bir defa iki kesimli, eşit statüde ve iki devletli bir yapı kabul edilebilir olmalı. Kabul ettiler etmediler, artık kendileri bilir…Maraş’ın açılması konusu daha çok beklerler. Bu Türkiye burada olduğu sürece Kuzey Kıbrıs’ın bir garantörü olarak, daha çok beklerler. Çok açık söylüyorum bizim orada şehidimiz var, bizim orada gazimiz var. Biraz asker çekseniz olmaz mı? Hayır, asker de çekmeyiz. Biz hepsini Annan Planı’nda çok açık, net ortaya koyduk. Annan Planı’nda da asker çekmeyi kabul ettik. Bunlar ona bile yaklaşmadı, onlar kaybetti.” Bu mesaj Kıbrıs Türklerini rahatlatan bir mesajdı. Kıbrıs Türkü bundan sonraki süreçte toprak verip yerinden olamayacağı inancına kavuşmuştu. Türk askerini ısrarla adadan göndertmek isteyen ve meselenin özünü bu askerin adadaki varlığı olarak gören Rumlara şamar gibi mesaj niteliği taşıyordu. Ancak tüm bunların hepsi politik manevralar olarak kaldı. Ama ilerleyecek süreçte tüm bu yapı dönüşüme uğradı. Şubat 2013’te DİSİ Genel Başkanı Nikos Anastasiades Rum lider olarak seçildi. Anastasiades, Rum tezlerinin tek kimlik,tek vatandaşlık, tek egemenlikten geçtiğini 315 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ısrarla savundu. Bu nedenle görüşmeler süreci bir buçuk yıl aksadı. Bu temel yanında Rumlar Maraş’ın da kendilerine iadesini talep ettiler. Bu süreçte BM Genel Sekterinin Kıbrıs özel Danışmanı Alexander Downer iki taraf arasında mekik diplomasisine başladı. 10 Eylül 2013’te tarafların görüşmeleri başlasa bile hemen krize dönen noktaya ulaştı. Maraş konusu bunun temel etkeni idi. Aynı zamanda Ortak açıklama metni Rumların müzakere sürecinde ön şartı haline geldi. Rum tarafı burada KKTC’nin ayrı egemen olarak tanınmayacağı, Katolik nikah öngörüleceği bölünmezlik hükmü yanında oluşturulacak federal yapının yetki ve temsil düzeyinin açıkça belirtileceği bir metin istiyordu. BM Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer, taraflar arasında ortak açıklama metni krizini aşmaya çalışsa da netice alamamıştı. Şuan Amerika Maraş’ın iadesi konusunda gerekli fonu kendisinin temin edeceğini deklere etti ve 4 Nisan 2014 tarihli Rum basın haberlerinde ; ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Eric Rubin’in adaya gelerek, 8 Nisan salı günü Rum yönetimi başkanı Nikos Anastasiadis’le görüşeceği ve gündeminde kapalı bölge Maraş’ın iadesi konusunun da yer alacağı” bildirildi. Maraş konusu ve doğal gaz birleştirilmek istenen Kıbrıs’ta önemliydi. Vakıf mallarından oluşan Maraş’ın güven yaratıcı önlemler kapsamında Rumlar tarafından iadesi istenmesi kabul edilebilir bir durum değildi. Şu anki müzakere sürecine bakmadan 2013 senesindeki gelişmeleri değerlendirmek bugünün net görülmesi açısından yararlı olacağı kanısındayım. 2013 Eylül ayı sonlarında ise Eroğlu- Banki Moon görüşmesi gerçekleşti. Yeni plan umutları doğabileceği sinyalleri verildi. Artık Moon planı adada konuşulmaktaydı. Türkiye Başbakanı Kasım ayında İsveç’e yaptığı ziyaret sonrasında düzenlenen ortak basın açıklamasında “Plan artık adeta rafa kaldırıldı, buzdolabına kondu. Şimdi artık Ban Ki-Moon planı herhalde oluşacak” demekteydi. Bu konuşma neticesinde “Kuzey Kıbrıs’a gerekli telkini yaparız” mesajı yeni bir Annan planı süreci içerisinde Türk hükümetinden evet yönünde çağrı mesajlarının yoğun olacağı bir döneme işaret etmekteydi. Kıbrıs Türkleri Annan planında toprak verecekleri algısı devamlı surette önde oldu. KKTC’de Havadis gazetesi, Rumların BM’ye sunduğu toprak talebi ile ilgili haritayı yayımladı. Annan planı döneminde yer alan toprakların yanı sıra bu kez, Maraş,Güzelyurt,Karpaz,Yeni Erenköy,İnönü gibi adanın %7’lik alanı daha talep edilmekteydi. Rumların ezelden beri kuzeye geri dönüş ve Türkiye ile Türk askerini adadan çıkarma çabaları tam hızla devam ediyordu. Buna rağmen Türk dış politikası adada görüşmelerin bir an önce başlatılması için harekete geçti. Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu 13-14 Aralık 2013’te Yunanistan ve KKTC’ye ziyaretler gerçekleştirdi. Ardından çok geçmeden Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Asya İşlerinden sorumlu Bakan yardımcısı Victoria Nuland 5 Şubat 2014’te adadaki Türk ve Rum liderliklerine resmi ziyaretler gerçekleştirdi. Ortak açıklama konusunda katkı 316 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER için devreye giren Amerika’nın ardından 7 Şubat 2014’te BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Lisa Buttenheim ortak metin üzerinde tarafların uzlaşıya vardıkları mesajını okudu. 11 Şubat’ta ise müzakereler başladı. Ortak metin 7 maddeden oluşmaktaydı. Temelde ortaya konan ilk madde, adadaki mevcut statükonun devam edemeyeceği şeklindeydi. Statüko denilen durum da adadaki Türk askerinin varlığı ve KKTC’nin egemen devlet şeklinde yer almasıydı. Bu iki unsur birleşik Kıbrıs yönünde adanın tamamı ile Rum himayesine geçirilmesi önünde büyük engel teşkil etmekteydi. Ortak metinde Rumların ilk baştan beri ısrarla savundukları, tek egemenlik, tek vatandaşlık,tek temsiliyet konuları yer almakta ve AB’i artık sürece taraf haline getirilmekteydi. Ayrıca, hakemlik öngörülmemekte, garantiler konusuna değinilmemekte, deregasyonlar belirtilmemekteydi. Bu ortak metin Annan planından daha geri bir duruma Kıbrıs Türklerini sürükledikleri bir sürecin ana hatlarını oluşturmaktaydı. Tüm bu sürecin özetlemesi sonrasında KKTC’de Sivil Toplum örgütlerinin Annan planı dönemi ve sonrasında hangi yapıda olduğu ele alınmalıdır. Bu noktada, ülkemizde iki toplumlu proje çalışmalarına ve perde gerisine bakmakta fayda vardır. İki Toplumlu Proje Ağlarının Uçları:Adada oluşturulan “Barış” grupları Annan Planı sürecinde kendilerini tek tek ortaya çıkarmaya başlamışlardı. Kökleri 1989’a dayanan çalışmalara gidiyordu. İki toplumlu kadınlar,gençler,sağırlar,işçiler hemen hemen toplumun her kesimine hitap eden oluşumlar kuruldu. 1990’larda Amerikalı uzmanların adadaki çalışmaları başladı. İki toplumlu idare merkezi((Bicommunal Steering Committee –BSC-1992) açılması için çalışmalar başlatıldı. Uyuşmazlığın Çözümünde Yurt Dışındaki İlk Toplantı: Oxford Buluşması oldu(1993). Ortak kültür yaratma,ortak kimlik ,ortak vatan kısaca birleşik Kıbrıs için çalışmalar hızla sürdü. Boston,FOSBO,PRIO,Alman-Kıbrıs Formu,HADE,Uluslar arası Eko Barış projesi(Dünya Kiliseler vakfı sponsorluğunda),gençlik kampları,Oslo grubu,ABD SIT Kampları,Eğitmeler grubu,federasyon-AB grubu,iki toplumlu konserler,gençlik grupları(YPP)gibi sayısız yüzlerce oluşum 1989’lardan itibaren çalışmalar başlatılmıştı. Oluştutulan merkezler ve komiteler aralıksız çalıştılar. Bunların faaliyetlerinin neticeleri 2002 Annan planı döneminde açıkça görüldü. Annan Planı’na “evet” denilmesi yönünde önce KKTC’de 41 örgüt bir araya gelerek “Barış” için “Evet” propagandasının en güçlü savunucusu oldular. Bu oluşum adı: Bu Memleket Bizim Platformu idi. Bizi bekleyen netice, sonuç yerine... Kıbrıs’ta başta Amerika, İsrail,AB ve Türkiye hükümeti adanın birleştirilmesi politikası gütmektedir. Bu bağlamda ortak metinde yukarıda da bahsettiğim Rumların pek çok beklentileri kabul edilmiştir. Adada bir birleşme istenmektedir. Adadan Türk 317 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER askerinin çekilmesi için her türlü içte çalışma yapılmakta ve garantiler konusu da değişen boyutu ile müzakere sürecini kapsamaktadır. Esasen gaye Anavatan ile bağların kopartılması, Anavatan’daki Türklerin Kıbrıs Türklerine bakışını değiştirmesi için gerçekleşen psikolojik savaş operasyonları neticesinde her iki halk arasında bir şüphe ve önyargı algılaması yaratılmak istenmiş ve Yavruvatan-Anavatan arasındaki bağların zayıflatılması hedeflenmiştir. İstihbarat güçlerinin hedefi kıskacında olan Kıbrıs Türkleri, hengameli Annan Planından sonra şimdi ikinci bir operasyon kıskacına alınmak istemektedir. Birinci perde kapanmış, ikinci perde açılarak, “Türkiye ve Türk askeri aleyhtarlığı” bir söylemi kuvvetlendirmek ve Kıbrıs Türkünü Anavatandan uzaklaştırmak için yalan haberleri kamuoyuna duyurma çabasına girilmiştir. Bu yolla halkın üzerinde “yıkım ve korku” yaratılmak istenmektedir. Kıbrıslılık kimliğini gençlerimizin beyinlerine sokmaya çalışan bu unsurlar “ayrı bir ırk” oluşturma gayesinde hareket etmektedirler. Ne acıdır ki bu oyuna gelenler, 2004 yılında tarih kitaplarımızı değiştirmişlerdir. Bu duruma Rumlar, “Atilla çocuklarının Elen gibi düşünmesi isteniyor” diye yazmıştır. Peki, neden hedef Kıbrıs Türkünün kimliği idi? Çünkü kimlik; Wheelis’in tanımladığı manada “birlik-bütünlük” duygusudur. Bu bağlamda Kıbrıs Türklerinin Anavatanla olan bağlarının daha da derinleşmesinin önüne geçilmesi gayesi ile ulusal kimliğimizi yerel kimlik haline dönüştürme amaçlanmaktadır. Rumların 1 Mayıs 2004’te tüm ada adına AB’ne girmeleri Kıbrıs anlaşmazlığını farklı bir boyuta taşımıştır. Özellikle de AB ülkeleri Kıbrıs Türklerine maddi anlamda yardım sunma yoluna giderek işin özünde ülkemizin iç işlerine müdahale yolunu açmıştır ve bugün bazı devlet dairelerinin AB ile uyumlaştırma ve “AB’nin ne olduğu” konusunda “kurslar” tertip edilmesi ile sonuçlanmıştır. Dış unsurlar, bugün Kıbrıs Türklerini, din ve kültür alanında da bir kıskaca almak istemekte ve yürütülen psikolojik operasyonlar ile etki altına sokmaya çalışılmaktadırlar. Özellikle de, 5 Ocak 2008 tarihinde GKRY, 1974 sonrası KKTC topraklarında bulunan “500” kilisenin sözde tahrip edildiği gerekçesi ile Türkiye’ye karşı AİHM’ye başvuru yapacağını açıklamıştır. Güney’de ise Rumlar, Kıbrıs Türklerinin Osmanlı döneminden kalan tüm tarihi eserlerini, türbelerini, camilerini talan etmeye, yıkmaya, yol, okul, hastane adı altında istimlâk etmeye devam etmektedirler. Geçmişte, Rumların Hıristiyan Ortodoks olarak, Kıbrıs Türküne karşı saldırıları başlatmadan önce ilk hedef aldıkları yerlerin camiler olduğu hatırlanırsa (1962 Bayraktar Camii bombalanması gibi), bugün Hıristiyanlığı KKTC topraklarına yayma amacı şaşırtıcı olarak değerlendirilmemelidir. Bugün kilise açık ve kesin olarak “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon” kabul edilemez derken, “birleşik Kıbrıs” olabilir demektedir. Bunun da egemenlik bazında olamayacağını II.Hrisostomos açıklamıştır.. 318 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Nitekim öyle görünüyor ki ilerleyen süreçte yine sancılı günlerden geçeceğiz. AB yetkilileri ve en üst derecedeki devlet adamları, Kıbrıs Türklerinin kuzeydeki topraklarında “Kiliselerin tamir edilmesi için para vermeye hazırız.” derlerken; Kıbrıs’ta bize en sarih haklarımızı vermemekte direnen Batı dünyasının bu yönde karar alması sizce de sorgulanması gereken bir durum değil midir? Kıbrıs’ta Türk varlığını ve İslamiyet’i ortadan kaldıracak her türlü girişimin yanında, Batı Hıristiyan dünyasının Rumların yanında yer aldığı açıktır. Rum papazların “milli mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz” diye saçtıkları fesat tohumlarının kanlı bir semeresini geçmişte yaşadık. Ancak öyle görünüyor ki bugün söylemlerinden ve eylemlerinden hiç vazgeçmeyen Ortodoks Kilisesi, gelecekte yeni kaos ortamlarının yaşanmasına imkân kılacaktır. Son söz olarak, şu unutulmamalıdır ki; Şimdi yeni bir süreç başladı.. Gelecek tehlikenin farkında olarak bölgenin güvenliği ve istikrarı için, Kıbrıs ve Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü için KKTC Devleti yaşatılmalı ve Büyük Türkiye’nin oluşumunda yol haritasında yer almalıdır. GKRY’nde örgütlenen ırkçı ELAM örgütü, Rum başsavcılığı tarafından Talat’a yaptıkları saldırıdan ötürü ceza almadan serbest bırakıldı… Kaynakça; Rum tarafı fazla toprak istiyor, 20 Mart 2014,Brt(http://www.brtk.net/rum-tarafi-fazla-toprak-istiyor/) Mehmet Ali Talat’a saldırı, 26 Mart 2014, TAK(http://www.gundemkibris.com/limasolda-mehmet-ali-talata-saldiri-78160h.htm) Camları da kırdılar,8 Nisan 2014, http://www.starkibris.net/index.asp?haberID=174139 Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnsiyatifi, Savaşı ve Askerliği reddedenlere hapis, 25 Şubat 2014, http://www. kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/127128/PageName/KIBRIS_HABERLERI Vicdani Retçilerin ana ilkeleri, 25 Mart 2014, http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/103823-kuzey-kibris-ta-artik-bir-vicdani-ret-inisiyatifi-var Başbakan nasıl bir mesaj vermek istedi, 23 Mart 2014, http://www.kibristime.com/kibris/basbakan-nasil-bir-mesaj-vermek-istedi-h30187.html Atina’ya EOKA Heykeli dikildi, 5 Nisan 2014, http://www.kibrishaber.com/haber-detay/atinaya-eoka-heykeli-dikildi-15935/ Rum Gençler Türklerle birlikte yaşamak istemiyor,2 Nisan 2014,gazzedda Kıbrıs Rum Başpiskopos: Türkler Aklını Başına Alsın Yoksa Müzakereler Çöker,24 şubat 2014, http:// www.gundemden.info/rum-baspiskopos-turkler-aklini-basina-alsin-yoksa-muzakereler-coker/6028/ Osman Ertuğ: “Bizim yaptığımız son öneriydi”, 22 Aralık 2013, http://www.abhaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=54381:osman-ertu%C4%9F-%E2%80%9Cbizim-yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1m%C4%B1z-son-%C3%B6neriydi%E2%80%9D&catid=214:manset-haber&Itemid=915 Eroğlu Garantileri garantörler konuşsun, 20 Mart 2014, http://www.gazeddakibris.com/eroglu-muzakerelerden-3-5-ay-icinde-sonuc-bekliyoruz.html Hasan Sertoğlu ve ona destek verenler,Sabahattin İsmail, http://www.volkangazetesi.net/makale/ 319 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sabahattin-ismail/hasan-sertoglu-ve-ona-destek-verenler-.../715.html Serdar Denktaşın açıklamaları…,Sabahattin İsmail, http://www.kktcmok.com/haberlerimiz/365-serdar-denktas-n-ac-klamalar-ndan-ve.html EOKA terör örgütünün yıldönümünü kutladılar, 25 Mart 2014, http://www.haberkktc.com/haber/ eoka-teror-orgutunun-yildonumunu-kutladilar-92495.html Dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın müzakere sürecini değerlendirirken Eroğlu için dile getirdiği tavsiyelerden bu yönde bir anlam çıkmaktadır. Bkz. Talat: Çok Üzülüyorum, Havadis, 22 Aralık 2013 Çözüme hiç bu kadar yakın olmamıştık, 21 Aralık 2013, Hürriyet http://www.mc-med.org/NonProfit/TNGO/Field/Disleksi.htm Genel kuruldan “Andımız kaldırılsın” kararı çıktı, 15 Mart 2014, http://www.kibrisgazetesi. com/?p=297609 Rum,Topraklarımızı İstiyor, (KKTC) Volkan, 11 Aralık 2013 Federal Devlet,Temel İlkeleri,Başlıca Kurumları,ve Türkiye’de Uygulanabilirliliği,Prof.Dr.Oktay Uygun, XIL Levha,2007,3.baskı Vurun”Kahpe” Kıbrıs’a,Emete Gözügüzelli,Togan yayımcılık,İstanbul,2008 320 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAMU BÜTÇESİNDE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Mustafa ALTUNOK Abant İzzet Baysal Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi @ altunokm@hotmail.com Giriş Son yıllarda hayatın her alanında sıklıkla adı duyulan Sivil Toplum Örgütleri hem kavramsal olarak, hem de olgusal olarak özellikle sosyal bilimler alanında çalışan araştırmacı ve yazarlar için özel bir ilgi odağı haline gelmiştir. Bu odak yazarların ideolojik duruşlarına veya perspektiflerine göre birbirlerinden farklılaşsa da son noktada konunun cazibe merkezi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Bazı yazarlara göre günümüzde büyüyen bir endüstri haline geldiği vurgulanan Sivil Toplum Örgütleri aynı zamanda yazarlar ve siyaset bilimciler için vazgeçilmez bir kavram niteliği de kazanmıştır (Hirsch 2003: 237). Hirsch gibi bir sektör olarak gören yaklaşımlar yanında, Petras gibi sivil toplum örgütlerini emperyalizmin yeni aracı olarak adlandıranlar da vardır. (Petras, 1997: 10 ve Petras, 1999: 429) Sivil Toplum Örgütleri, son yıllarda birer kamu politikası aktörü olarak toplumların iç siyasal ve yönetsel işleyişlerine yön vermeleri1 yanında önemli birer uluslararası aktör olarak da belirleyiciliği olduğu kabul edilen yapılardır (Jarvick, 2007: 217).2 Özellikle liberal perspektif ise, STÖ’lerin modern demokrasilerin en önemli unsurlarından biri olduğunu ortaya koymakta, katılım ve temsil noktasındaki işlevselliğine vurgu yapmaktadır.3 Konunun anlamlandırılması noktasında hangi perspektiften bakıldığı veya nasıl bir değer yüklemesiyle çerçevelendiği önemlidir. Ancak sivil toplum konusu özelinde düşünüldüğünde başka önemli ve sorunlu boyutların olduğu da dikkat çekmektedir. İlk olarak literatürde bir kavramsal karışıklık, en azından farklı adlandırmalar olduğu göze çarpmaktadır. Kullanıcısının bakış açısına göre bazı farklılıklar içermekle birlikte, en azından olgusal düzeyde çoğunlukla birbirinin yerine kullanılan ifadelerden bazılarını Sivil Toplum Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri, Demokratik Kitle Örgütleri, Üçüncü Sektör, Sesli Paydaşlar, Hükümet Dışı Organizasyonlar biçiminde sıralamak mümkündür. 1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Jonathan P. Doh and Terence R. Guay; “Corporate Social Responsibility, Public Policy, and NGO Activism in Europe and the United States: An Institutional-Stakeholder Perspective” Journal of Management Studies, 43:1 January 2006; s. 47-52. 2 Uluslararası yandaşlık ve sivil toplum ilişkisi üzerine Türkçe bir tartışma için bkz. Bican Şahin ve Mete Yıldız, Ulusaşırı Yandaşlık Ağbağları Perspektifinden Türkiye’de Demokratikleşme, İnsan Hakları ve Sivil Toplum Kuruluşları, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21 (Bahar 2009), s. 41-65 3 Bu konuda yakın tarihli bir tartışma için bakınız (Akgün ve Bilgihan, 2011: 10-12). 321 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bir diğer önemli sorunlu alan sivil toplum örgütlerinin yapısı ve finansmanı konusudur. Teorik olarak bakıldığında sivil toplum örgütlerinin, devlet örgütlerinin dışında kalan ve bunlardan bağımsız olarak faaliyet gösteren ve bu doğrultuda kâr amacı gütmeksizin varoluş gerekleri doğrultusunda mücadelelerini sürdürerek kamu politikalarının biçimlenmesine yön vermeyi amaçlayan kurumsal yapılar olduğu kabul edilmektedir. Ancak sivil toplum örgütlerinin bu amacı gerçekleştirmeleri ve kuruluş gerekleri doğrultusunda faaliyet gösterebilmeleri için mali yapılarının belli bir yeterlilik düzeyinde olması ve geniş (en azından etkin) bir örgütlenme ağına ulaşmış olmaları şarttır. Bu anlamda düşünüldüğünde problemlerin ortaya konması, gündem belirleme ve politika oluşturma noktasında etkililiği belirleyen önemli unsurlardan biri onların örgütlenme düzeyi, diğeri ise mali gücüdür. Sivil toplum örgütlerinin oluşum ve işlevselliği, mevcudiyet koşulları, etkileme nitelikleri ve kaynak oluşturma kapasiteleri iktisadi ve siyasi gelişmişlik düzeyine göre ülkeden ülkeye veya toplumdan topluma farklılık gösterebilmektedir. STK’ların demokratiklik ve gelişmişlik düzeyi yüksek olan toplumlarda devletle olan mali bağımlılığını azaltmakta ve finansal açıdan da görece “sivil” kimliğini korumakta olan bu örgütlerin gelişmekte olan demokrasilerdeki durumu ise daha karmaşık hatta paradoksal bir nitelik taşımaktadır. Şöyle ki, olmayan bir şeyi inşa etmek maddi, beşeri hatta düşünsel desteği gerektirmekte bu durum ise destek veren ile desteklenen arasındaki ilişkinin düzeyi ve düzlemini biçimlendirebilmektedir. Sivil toplum örgütleri özelinde düşünüldüğünde bu durum karar anında tercihlerin temel yönlendiricisi olabilme potansiyelini taşıyabilmektedir. Bu çalışma bu paradoksal durum ve kısmen bunun Türkiye’deki yansımasına ilişkin bir tartışmayı içermektedir. Bu bağlamda tartışmanın problematiği; doğası gereği ‘devletin faaliyet alanı dışında’ konumlanması gereken sivil toplum örgütlerinin maddi anlamda devletle nasıl bir bağımlılık içerisinde olduğu üzerine Türkiye merkezli bir incelemeyi merkeze almaktadır. Bu inceleme yapılırken mevzuat ve proje esaslı faaliyetler kapsama alınacaktır. Bu kapsamda kamu bütçelerinde birer kalem oluşturan sivil toplum örgütlerinin ne kadar devlet dışında bir alanı temsil ettiklerine (veya edemediklerine) ilişkin bir tartışma yürütülecektir. Sivil Toplum Tanımlamasının Kapsamı Siyaset bilimi açısından teorik olarak yüzyıllardır ele alınmaya başlayan sivil toplumla ilgili tartışmalar (Klasik ekonomi politikçiler, Hegel, Marx) 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra daha sık gündeme gelmiştir.4 Özellikle 1980’li yıllar ile birlikte Türkiye’de de sivil toplumla ilgili tartışmalar başlamıştır. Bu dönemde askeri yönetim bulunmasından dolayı sivil toplum, devletin karşısında yer alan hak ve özgürlükler alanı olarak askeri toplumun karşıtı olarak yanlış bir biçimde konumlanmıştır. 1990’lı yıllarla birlikte tartışmalar, devlet dışında yer alan, gönüllülüğe dayanarak oluşan çe4 Bu konuda ayrıntılı bir inceleme için bkz. Fuat Keyman, Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum, s. 5-11. 322 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER şitli örgütlenmeler olarak ele alınır olmuştur (Duman, 2003: 347). Sivil Toplum adlandırması devlet dışında bir alanı, bir kitleyi tarif etmek için kullanılmaktadır. Bu kullanımdan hareket ederek devletten ayrı olma durumunun ‘sivil’ olarak vurgulandığı bu oluşumların aslında devletin içinde olduklarını ve böyle bir gereksinimlerinin olduklarına yönelik de taleplerinin olduğuna dikkat çekilmelidir. Sivil toplum örgütleri uluslararası literatürde Non Governmental Organizations (Hükümet Dışı Kuruluşlar) olarak da ifade edilmektedir. Türkiye’de bu tür grupları ifade etmek üzere “Sivil Toplum Kuruluşları” (STK) veya “Sivil Toplum Örgütleri” (STÖ) kavramları kullanılmaktadır (Çaha vd, 2013: 13). “Üçüncü Sektör”, “Gönüllü Kuruluşlar”, “Yönetim/Devlet Dışı Kuruluşlar” gibi ifadelerler de adlandırılmaktadır (Duman, 2003: 365). Sivil toplum, devletle aile arasındaki kamusal alanda faaliyet gösteren, özerk, gönüllülük esasına dayanan, çoğulcu bir yapıya sahip olan ve birey-devlet uzlaşmasını sağlamaya çalışan sosyal örgütlenmelerden oluşan bir ara alan olarak tanımlanabilir (Aslan, 2010: 360). Sivil toplumu, devletin ulaşamadığı faaliyetleri tamamlayıcı sivil ayaklar şeklinde de ifade edilmektedir. Ancak sivil toplum, giderek devletin eksik bıraktığı alanlardaki boşlukları doldurmaktan çok, devlet merkezli olmayan reflekslerden ve hassasiyetlerden beslenen bir anlayışı geliştirmektedir. Sivil toplum bu yönüyle siyasal ve ideolojik yönden kendisini devletten ve devletin resmi ideolojisinden ayrıştırarak toplumsal inisiyatifle beslenen bir karakter kazanmaktadır. Sivil toplumun devletten ayrışarak özerk bir nitelik kazanması, sivil toplumun farklılaşması ve renkli bir kimlik kazanması anlamına gelmektedir. Bu noktada sivil toplumun demokrasiye daha çok katkı sağlayacağı düşünülmektedir (Çaha vd, 2013: 17). Sivil Toplum alanı devletin özellikle demokratiklik niteliği temelinde incelenmeye başlamasıyla birlikte özel bir aktör haline gelmiştir. Yani devletin sivil toplum alanı ile yakın ve olumlu ilişkiler kurması, kamu politikası alanlarına sivil toplumu dahil etmesi bir devletin demokratiklik niteliğini arttıran özellikler arasında görülmektedir. Bu bağlamda da demokratik değerlerin ön plana çıkarılmasıyla birlikte devletle sivil toplumun uyum içinde çalışması gerektiği yönünde öneriler artmıştır. Bir yandan demokrasiyi yerleştirmeye çalışan devlete sivil toplumun destek olması diğer yandan da sivil toplumun varlığını devam ettirmesi için devletin demokratik zemini güçlendirmesi gerekmektedir (Aslan, 2010: 368). Bu durum aynı zamanda paradoksal bir görünüme karşılık gelmektedir. Çünkü sivil toplum devletten daha doğru ifadeyle hükümetten bağımsız olması gereken bir alanda anlam kazanırken yaşamda tutunabilmesi devlet ve onun görünen yüzü olan hükümet eliyle olmaktadır. Modern anlamda sivil toplum kavramsallaştırmasının taşıması gereken başlıca unsurlar olarak çoğulculuk, özellik, yasallık ve kamusallık sayılmaktadır (Bayhan, 2002:6). Literatürde Sivil Toplum Örgütlerinin özelliklerine ilişkin farklı farklı nok323 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER talara dikkat çekildiği görülmektedir. Ancak ortaya konulan özellikleri ana hatlarıyla kapsayıcı olacak biçimde şu şekilde toparlanabilir: • Finansal, işlevsel ve yasal olarak hükümetler, merkezi ve yerel yönetimlerden bağımsız olmaları, • Gönüllülük prensibi içerisinde kamu yararını gözeterek çalışmaları, • Maddi çıkar beklememeleri ve kar amacı gütmemeleri, • Merkezi ve yerel yönetimlerle vatandaşlar arasında köprü görevi görmeleri, • Yalnız kendi ilgi alanları ile değil tüm toplumu ilgilendiren sorun ve konularla ilgili olarak ta faaliyet göstermeleri gerekmektedir. • Bunlara ek olarak AB metinlerine göre Sivil toplum örgütleri: Dış birimlerden, hükümetlerden veya lobi gruplarından talimat almamalı, karar alma mekanizması ve yapısal açıdan demokratik ve mali açıdan şeffaf olmalıdırlar (Akgün ve Bilgihan, 2011: 11; Aslan, 2010: 360). Sivil Toplum-Devlet İlişkileri Sivil toplum ile devlet arasındaki ilişki farklı boyutlardan ele alınabilir. Ancak bir bütün olarak düşünüldüğünde birbirinden ayrı olduğu kabul edilen bu alanların birbiriyle başlıca ilişkilerinin üç düzeyde gerçekleştiği söylenilebilir. Bunlar; birbirini tamamlama, birbiriyle rekabet ve birbirini denetimdir. Devlet ve Sivil Toplum Örgütleri asıl olarak aynı toplum için faaliyette bulunan yapılardır. Bu çerçevede düşünüldüğünde her ikisinin de toplumsal çıkar ve refah için faaliyette bulunduğu söylenebilir. Bu durumda hem devletin hem de STÖ’lerin işbirliği yapmaları toplumsal refahın artırılmasına ve halkın taleplerinin karşılanmasına katkı sunabilir. Ayrıca genel olarak toplumsal refahın artırılması noktasında yürütülen faaliyetler için sıklıkla birbirleri arasında maliyetin paylaşılması veya finansmana katılım noktasında yaklaştıkları da görülmektedir. Bu çerçevede hem kamudan sivil topluma doğrudan, hem de sivil toplumdan kamuya hizmet sunumuna katkı yoluyla dolaylı olarak kaynak transferi yapıldığı gözlenmektedir. Ancak özellikle son dönem kamu politikalarının biçimlenmesinde belirleyici bir nitelik taşıyan yönetişim süreci bu iki unsurun aynı zamanda iktidarın paylaşılması ve kararların alınması noktasında rekabet ilişkisiyle bir araya gelebildiklerini de gösterebilmektedir. Çünkü devletin kaynakları ile sivil toplumun talepleri her zaman birbirini karşılamayabilmektedir. Ayrıca devleti temsil eden siyasal veya yönetsel mekanizmaların öncelikleri ile sivil toplumun öncelikleri örtüşmeyebilmesi de rakiplik ilişkisini sertleştirebilmektedir. Son olarak sivil toplumun temel varlık sebeplerinden biri devletin denetlenmesidir. Ancak sivil toplum kuruluşları faaliyetlerini yürütürken yasallık zemini içerisinde yer almak durumunda olduklarından devletin denetim ve yaptırımları ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Dolayısıyla sivil toplum ve devlet birbirlerini denetleyen ve dengeleyen mekanizmalar olarak bir ilişki içerisinde de bulunurlar. 324 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Sivil toplum örgütlerinin en temel üç özelliği bağımsızlık, kâr amacı gütmemek ve gönüllülüktür. Sivil Toplumun devlet aygıtının bir parçası olmadığı ve kâr amacı gütmeyen ya da ekonomik bir kazanç sağlama amacı olmayan örgütlenmeler olduğu yönünde görüş birliği bulunmaktadır. Bu örgütlenmeler devletle mesafeli olmayı, eleştirel ve muhalif bir tavır sergilemeyi amaçlarlar. Toplumsal faydayı amaçlayan sivil toplum örgütleri bu yönleriyle piyasada kâr amaçlı faaliyet gösteren örgütlenmelerden ayrılmaktadır (Duman, 2003: 365). Sivil toplum devlet ilişkisinde en sorunlu alan aynı zamanda en temel özelliği devletten bağımsız olmaları meselesidir. Çünkü bağımsızlığın en önemli göstergesi mali otonomiye sahip olmalarıdır. Oysa pratikte sivil toplum kuruluşlarının hükümetlerle yakın bir mali ilişki içinde oldukları gözlenmektedir. Bu durumu daha net anlayabilmek için sivil toplum örgütlerinin gelir kaynaklarına bakmak gerek gerekir. Sivil toplum örgütlerinin gelirleri başlıca üç kategoride toplanabilir (Salamon, Sokolowski,, List, 2003: 13): • Birincisi; hizmetler, üyelik aidatı ve benzeri gelirlerini içeren ücretler, • İkincisi; kişilerin, vakıfların ve derneklerin verdikleri bağışlar, • Üçüncüsü ise; hibe, sözleşmeler, gibi yollarla yapılan devlet ya da kamu sektörü desteğidir. Bu gelirlerden özellikle üçüncüsü tartışmalıdır. Ayrıca devlet veya hükümet desteği olarak adlandırılan bu gelir hiç de azımsanmayacak bir orandadır. Öyle ki, neredeyse tüm ülkelerde sivil toplumun en temel finansman kaynağının devletten aldıkları yardımlar olduğu görülmektedir (Şahin-Uysal, 2007: 2). STK’ların devlet tarafından finansmanının gerekçeleri arasında şunlar işaret edilebilir: • Devletin ve ona bağlı organların iş yükünü hafifletmek, • Kamusal kaynakların yine topluma aktarılıyor olduğu varsayımı, • Katılımcılığı ve çok sesliliği artırarak demokrasiyi geliştirmek, Sivil toplum örgütleri için kamu sektörü desteği önemlidir. Tüm sivil toplum örgütlerinin ortalama %35’sinin gelirleri kamu sektörü kaynaklıdır (hibe, sözleşmeler ya da kamu tarafından finanse edilen sosyal güvenlik ve sağlık kuruluşları tarafından yapılan geri ödemeler yoluyla). Bu oran gelişmiş Batı ülkeleri için daha da yükselmektedir. Gelirlerinin en büyük kaynağı kamu sektörü desteğin olan sivil toplum örgütleri özellikle İrlanda, Belçika, Almana, Hollanda, Fransa, Avusturya ve İngiltere gibi Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkeleridir. (Salamon, Sokolowski, List, 2003: 28-31) Sivil toplum ve devlet finansmanı sorunu birkaç açıdan paradoksal bir görünüm arzetmektedir. Bunlardan ilki bağımsız olması gereken sivil toplum örgütlerinin bir yandan kendini Non-governmentel olarak adlandırırken diğer yandan finansal olarak hükümet bağımlısı hale getirmelerine neden olmaktadır. Bu da hükümeti denetleme işlevinin ne kadar bağımsız yapabileceğini tartışmalı hale getirmektedir. İkinci ve daha 325 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER önemli bir nokta ise gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelerdeki duruma ilişkindir. Belli bir sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşmamış, demokratikleşme açısından sorunları bulunan ülkelerde yerleşik ve işlevsel bir sivil toplum yapılanması olduğu söylenemez. Bunun yerleşmesi çoğunlukla doğrudan devlet desteği eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmakta; bu durum ise daha başlangıç aşamasından bağımlı bir sivil toplum kurumsallaşmasını doğurmaktadır. Sivil toplum böyle ülkelerde devlet tarafından desteklenmese gelişemeyecek veya bu süreç çok uzun olabilecektir. Öte yandan bazı sivil toplum örgütlerinin hükümet eliyle desteklenmesi hem STÖ’ler arasında eşitsiz bir durum oluşturmakta hem de hükümet politikalarına alternatif getiremeyen, çoğunlukla onları onaylayan hatta bunun rantına sahip olan sivil toplum yapısının ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Türkiye’deki durum açısından konuya bakıldığında ise, bazı noktalar dikkat çekmektedir. İlk olarak yukarda belirtilen paradoksal durum Türkiye özelinde de geçerlidir. İçişleri Bakanlığı’nın 2010-2014 dönemini kapsayan Stratejik Planı’nda 6 amaç belirlenmiştir. Bu amaçlar arasında “Sivil Toplumun Gelişmesini Sağlamak” maddesi de yer almaktadır (https://www.icisleri.gov.tr). Bu durum devlet eliyle sivil toplum inşasına somut bir örnektir. Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının önemli bir kısmı vakıf veya dernek adı ile kurumsallaşmaktadır. Bu bağlamda ilk olarak devletten bağımsız-devletten ayrı/devlete karşı özerk olarak oluşturulan sivil topluma ilişkin 2004 yılında kabul edilen 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 27. maddesinde ‘kamu yararına çalışan dernekler” statüsünün yer aldığına işaret etmek gereklidir.5 Bu çerçevede vakıflar ve dernek arasında bir ayrıma gidildiği görülmektedir. Dernekler, normal statülü olanlar ve kamu yararına çalışan dernekler olarak iki gruba ayrılmaktadır. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığına göre Kamu Yararına Çalışan Derneklerin sayısı 401 olarak ifade edilmektedir. Bu dernekler vergi ve harçlardan muhaf olmak gibi diğer derneklere göre birçok ayrıcalıklara sahiptir. Hangi derneklerin kamu yararına çalıştığına siyasi otorite karar vermekte yıllara göre bunların sayıları değişebilmektedir.6 Yine vakıflar arasında da benzer bir ayrım yapılmaktadır. Gelirler idaresi başkanlığının web sayfasından alınan bilgilere göre Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıfların sayısı 256’dır.7 Bu durum ayrıcalık tanınan dernekler ve vakıflar ile diğerleri arasında eşitsizliğe neden olduğu gibi bu ayrıcalığa sahip olanların bunu kaybetmemek reflek5 Bu maddeye göre; “kamu yararına çalışan dernekler, ilgili bakanlıkların ve Maliye Bakanlığının görüşü üzerine, İçişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilir. Bir derneğin kamu yararına çalışan derneklerden sayılabilmesi için, en az bir yıldan beri faaliyette bulunması ve derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek üzere giriştiği faaliyetlerin topluma yararlı sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde olması şarttır. Kamu yararına çalışan dernek statüsünün kazanılması, kaybedilmesi ve gerekli belgeler ile diğer esas ve usuller yönetmelikte düzenlenir”. 6 http://derbis.dernekler.gov.tr/SSL/istatistik/KamuYarari.aspx 7 http://www.gib.gov.tr/index.php?id=406 326 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER siyle hareket etme tehlikesini barındırmaktadır. Ayrıca Sivil toplum örgütlerinin Proje ve sözleşme yapmak için yaşamaya başlamaları neticesinde kamu kaynaklarının bir araç olmaktan çıkıp amaçlaşması söz konusu olmaktadır ki asıl tehlike burasıdır. Sivil toplumun yasal konumu ve finansmanındaki devlet payı ile ilgili olarak ise sivil toplumun teşvik edilmesi amacıyla 20.04.2010 tarihinde “İçişleri Bakanlığı Bütçesinden Derneklere Yardım yapılması Hakkında Yönerge”nin yürürlüğe girdiğini de belirtmek gerekir8. Bu doğrultuda İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekle derneklere proje karşılığı hibe desteği verilmeye başlanmıştır (Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 2013: 225). Bu yönergenin dayanağı kamu maliyesinin temel mevzuatı olan Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu’dur. Sözü geçen düzenleme ışığında İçişleri Bakanlığı, çeşitli sivil toplum örgütlerine proje desteğinde bulunmuş bunlar da resmi olarak kamuoyuna duyurulmuştur. İçişleri Bakanlığı’nın çalışmalarına ek olarak Avrupa Birliği Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi devlet örgütlenmesini oluşturan temel kurumların sivil toplum örgütlerini destekleri pek çok faaliyet bulunmaktadır. Bu durumda Türkiye özelinde sivil toplumun şekillenmesinde ya da gelişmesinde devletin bir başat bir aktör olduğu söylenebilir. Kavramın kamu yararı ile ifade edilmesi, mevzuatla STK’lara yardımın desteklenmesi beraberinde kamu bütçelerinde STK’ları bir kalem olarak ortaya çıkarmıştır. Ayrıca bakanlığın merkez teşkilatında Dernekler Dairesi Başkanlığı (www. dernekler.gov.tr) yer almaktadır Bazı bakanlıkların STK’lara sağlamış oldukları destekler kamu bütçesinde sivil toplumu için bir değerlendirme yapmaya yardımcı olabilir. Örneğin İçişleri Bakanlığı’nın 2010 tarihli Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nda “Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlara Yapılan Transferler” bölümü yer almaktadır. Buna göre 2010 yılı ödeneği 1.155.000 TL’dir. Bu çerçevede 2010 yılı için desteklenecek proje konuları arasında; Sivil Toplum bilincinin geliştirilmesine yönelik projeler, kamu-sivil toplum kuruluşları diyaloğunun geliştirilmesine yönelik projeler, kamu karar mekanizmalarına sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımının sağlanmasına yönelik projeler de yer almıştır. Yine İçişleri Bakanlığı’nın 2013 tarihli Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nda Dernekler Dairesi Başkanlığına, 51.648.000 TL ödenek tahsis edilmiştir. Avrupa Birliği Bakanlığı’nın Sivil Toplum konusundaki etkisine bakıldığında ise bakanlık bünyesinde Sivil Toplum, İletişim ve Kültür Başkanlığı (www.abgs.gov. tr) adında bir birim bulunduğu belirtilmelidir. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nce (ABGS) uygulanan Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki Sivil Toplum Diyaloğunun 8 Bu yönergenin dayanakları arasında 5018 Sayılı Kamu Mali Kontrol Kanunu 29. maddesi yer almaktadır. Bu maddeye göre; “Gerçek veya tüzel kişilere kanuni dayanağı olmadan kamu kaynağı kullandırılamaz, yardımda bulunulamaz veya menfaat sağlanamaz. Ancak, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerinde öngörülmüş olmak kaydıyla; kamu yararı gözetilerek dernek, vakıf, birlik, kurum, kuruluş, sandık ve benzeri teşekküllere yardım yapılabilir. 327 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Geliştirilmesi Projesi (CSD I) Türkiye’deki belediyeler, meslek örgütleri, üniversiteler ve gençliğin AB ülkelerindeki muadilleriyle diyalog kurmalarına imkan sağlamıştır. 2009 yılının Kasım ayında uygulaması tamamlanan program kapsamında 119 projeye yaklaşık 19,5 Milyon Euro finansman sağlanmıştır. Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki Sivil Toplum Diyaloğunun Geliştirilmesi Projesi’nin devamı niteliğindeki Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu II Projesi (CSD II), Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı-IPA çerçevesinde 2007 Programına dahil edilmiştir. Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu II Projesi, 2011 yılında faaliyetlerine başlamıştır. Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından yürütülen bu hibe programının bütçesi 5.3 Milyon Avro’dur. (http://www.ab.gov.tr). Sivil toplum örgütlerine proje anlamında yine destek sağlayan bakanlıklardan Kalkınma Bakanlığı’nın kuruluş kanununda görevleri arasında; “bilgi toplumuna ilişkin politika, hedef ve stratejileri hazırlamak, bu alanda kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve özel sektör arasındaki koordinasyonu sağlamak ve uygulamayı etkin bir biçimde yönlendirmek” yer almaktadır (http://www.mevzuat.gov.tr). Kalkınma Bakanlığı Sosyal Yardım Destek Programını yürütmektedir. SODES, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve Eki “E” Cetveli doğrultusunda Kalkınma Bakanlığı yıllık ödeneğinden illere aktarılan kaynakla yürütülür (www.sodes.gov.tr). 2013 Yılı SODES Uygulama Esaslarının Kapsamına göre Valilikler tarafından Bakanlığa teklif edilecek projelerin toplam bütçesinin en az yüzde 25’i kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan projelerden oluşur (www3. kalkinma.gov.tr). içişleri bankalığı kalkınma bakanlığı ve AB bakanlığına ait örnekler diğer bakanlıklar ele alınarak uzatılabilir. Temel olarak devletin sivil toplum konusunun merkezinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sonuç Sivil Toplum Örgütlerinin devletle olan ilişkisi özellikle maddi katkı düzeyinde çok hassas bir nitelik taşımaktadır. Bir yandan sivil toplum düşüncesinin ve örgütlerinin yeterince gelişmemiş olmasının verdiği sorunları aşmak amacıyla bu alanda devlet desteğine ihtiyaç duyulurken diğer taraftan bu desteğin sivil toplumun varlık gerekçesinden uzaklaşması neticesini doğurması tehlikesi bulunmaktadır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda devlet veya hükümet desteğinin tamamen sivil toplum alanından çekilmesinin güç ve bu alanın gelişmesi önünde bir engel olduğu düşünülürse ne tür önlemler ile bunun önlenebileceği tartışılmalıdır. TACSO’nun “Sivil Toplum Kuruluşları için Kamu Finansmanı, Avrupa Birliği ve Batı Balkanlar’da iyi uygulamalar” hakkında hazırladığı kitapçık9 yardımıyla kamu finansmanında iyi uygulama ilkelerine ilişkin bir çerçeve çizilebilir ve birkaç öneri olarak şunlar sıralanabilir: • İlk olarak amaca uygunluk sağlanmalıdır. 9 TACSO, “Sivil Toplum Kuruluşları için Kamu Finansmanı, Avrupa Birliği ve Batı Balkanlar’da iyi uygulamalar” Hungary, 2011, s.11-12 (www.ecnl.org) 328 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • Bağımsızlık ve kar amacı gütmemek ilkeleri kesinlikle korunmalı, • Kamu Finansmanına ilişkin prosedürel ve mali şeffaflık sağlanmalı, • Kamu finansmanın STÖ’leri için bir hak değil olasılık ve istisna olduğu unutulmamalıdır, • Finansmanda ve maddi destek dağıtımında objektif kriterler getirilmeli ve eşitlik ilkesine göre belirleme yapılmalıdır, • Rasyonel ve işlevsel bir denetim mekanizması hayata geçirilmelidir. Sonuç olarak günümüzde STÖ’lerin yalnızca bir örgütlenme türü olmadığı, çok önemli ulusal ve uluslararası aktörler oldukları gerçeği unutulmamalıdır. Kamu bütçesine yaslanmış bir sivil toplumun ne kadar bağımsız olacağı ve fonksiyonlarını yerine getirebileceği tartışmalıdır. Bu bağlamda sivil toplum alanının asıl varlık gereklerine göre; devlet ile olan ilişkilerinin ise mümkün olduğunca bağımsızlık ilkesi temelinde yapılanması gerekir. KAYNAKÇA AKGÜN, Sevgi B.- BİLGİHAN, Tülay B. (2011), “ Avrupa Birliği’nde STK’ların Rolü”, Türk İdare Dergisi, Sayı: 470, Mart, s. 9-24. ASLAN, Seyfettin (2010), “Sivil Toplum ve Demokrasi”, Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Dergisi, 15/2, (s. 357-374). BAYHAN, Vehbi ( 2002), “Demokrasi Ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj Ve Nepotizm”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2002 Cilt: 26, No: 1 1-13 ÇAHA, Ömer-ÇAYLAK, Adem-TUTAR, Hüseyin (2013), TRA2 Bölgesi Sivil Toplum Kuruluşları Profili, Ankara. DOH, Jonathan P., GUAY, Terence R. (2006),“Corporate Social Responsibility, Public Policy, and NGO Activism in Europe and the United States: An Institutional-Stakeholder Perspective” Journal of Management Studies 43:1 January. DUMAN, Fatih (2003), “Sivil Toplum”, Siyaset, (Ed: Mümtaz’er Türköne), Lotus Yayınları, Ankara. HIRSCH, Joachim (2003), “The State’s New Clothes: NGOs and the Internationalization of States”, Rethinking Marxism, Apr 2003; Volume15, Number 2. JARVICK, Laurence (2007), NGOs: A ‘New Class’ in International Relations, Elsevier Limited on behalf of Foreign Policy Research Institute, Spring. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (2013), Sessiz Devrim, Ankara. KEYMAN, Fuat, “Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum”, kaynak: http://panel.stgm.org.tr , (03.06.2014). PETRAS, James (1997), “Imperialism and NGOs in Latin America”, Monthly Review, Dec 49, 7. PETRAS, James (1999), “NGOs: In the service of imperialism”, Journal of Contemporary Asia; 29, 4. SALAMON, Lester M., SOKOLOWSKİ, S. Wojciench, LIST, Regina (2003), Global Civil Society An Overview, The Johns Hopkins University, Institute For Policy Studies Center for Civil Society Studies, USA. ŞAHİN, Mehmet-UYSAL, Özge (2007), “Sivil Toplum Kuruluşlarının Devlet Tarafından Finansmanı Üzerine Bir Tartışma”, Maliye Dergisi, Sayı: 153, Temmuz-Aralık. ŞAHİN, Bican-YILDIZ, Mete (2009), “ Ulusaşırı Yandaşlık Ağbağları Perspektifinden Türkiye’de 329 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Demokratikleşme, İnsan Hakları ve Sivil Toplum Kuruluşları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21 (Bahar). TACSO (2011), “Sivil Toplum Kuruluşları için Kamu Finansmanı, Avrupa Birliği ve Batı Balkanlar’da iyi uygulamalar” Hungary, (www.ecnl.org, 01.06.2014) http://www.abgs.gov.tr/?p=44387&l=1 (27.05.2014). http://www.ab.gov.tr/index.php?p=45649&l=1(27.05.2014). http://www.dernekler.gov.tr/ (09.05.2014). https://www.icisleri.gov.tr/default.icisleri_2.aspx?id=8808 (09.05.2014). http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/4.5.641.pdf (06.05.2014). http://www.kadininstatusu.gov.tr/tr/27110/ 5253 Sayılı Dernekler Kanunu 2013 Yılı SODES Uygulama Usul ve Esasları, http://www3.kalkinma.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc=83D5A6FF03C7B4FC6CE60E5FE4E3440F http://derbis.dernekler.gov.tr/SSL/istatistik/KamuYarari.aspx http://www.gib.gov.tr/index.php?id=406 330 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER GENÇLİĞİN GELİŞİMİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ Emine BAĞLI - Elçin ÖDEMİŞ Türk Kadınları Kültür Derneği (TÜRKKAD) @ turkkadankara@gmail.com 1.GENÇLİĞİN PROBLEMLERİ Temeli sağlam atılmamış, meseleleri doğru tespit etmemiş, milletin hücrelerine uygun olmayan bir eğitim sistemi, habis virüs etkisi gösterip ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarına, değerlerine ve gençliğine yayılıp, bunların yok olmasına sebep olur. Bugünkü gençliğin içinde bulunduğu buhranı anlamak ve çaresini bulmak için, eğitim ve öğretim sistemini incelemek, ondaki hastalıklı hücreleri bulup tedavi etmek elzemdir. Eğitim sistemimizin en büyük sorunu, sistemin temellerini oluşturan kadîm ve millî değerlerimizin büyük bir saldırı sonucu tahribata uğramasıdır. Osmanlı İmparatorluğunun gerilemesine karşı milletimizin her kesimince çareler aranmış, neticede yönetici ve yönlendirici aydınlarca yanlış yollara sapılmış, bir medeniyetin çöküşüne neden olacak hamleler yapılmıştır. Kültür ve dil üzerinde yapılan değişiklikler, milleti millet yapan manevî değerlerin baskıya ve hatta yasaklara uğraması, geçmişi inkâr politikası, yanlış maarif hamleleri, buhranlı ve cahil aydın sınıfını ortaya çıkarmış, neticesinde maneviyatsız, gayesiz, faziletsiz nesiller zuhur etmiştir. Özellikle, ithal ideolojilerin ülkede yayılmasının etkisiyle bazı millî kavramlarımız yok olmuş, bazılarının da mahiyetleri değişmiştir. İşte bu şartlar altında liseden mezun olan körpe dimağlar hiçbir manevî donanım olmadan, gittikleri üniversitelerde, bulundukları kurumu ilim yuvasından çok siyasi bir arenaya dönüştürmüş, inandıkları ideolojilere saplanmış, millî kimliğine yabancı aydın ve eğitimci kadronun eline teslim edilmiştir. Millî ve manevî değerlere uzak, yaşadığı topraklardan beslenemeyen, fazilet, sevgi, iffet, vicdan, sorumluluk kavramlarına kayıtsız, bunların yanı sıra yoğun şekilde psikolojik bombardımana tutulan gençlik, sahip olduğu enerjisini ya hiç kullanmamış ya da yanlış ellere teslim ederek, ülkenin kaosa sürüklenmesine vesile olmuştur. II. STK’LAR GENÇLİK İÇİN NELER YAPMALI İffet, ahlâk, fazilet, sevgi, sorumluluk bilinci, kanun ve yasaklarla öğretilemez. Gençliğe kötüyü ve yanlışı anlatırken, karşılarına alternatif olarak iyiyi doğruyu, güzeli 331 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER koymadıkça, onun içinde bulunduğu yanlıştan kurtulması mümkün değildir. Gençliğin içinde bulunduğu bu iman gediğini kapatmak, onu tekrar kadîm değerlere dört elle sarılacak hale koymak, sorumluluğunun, hesabının insanlara değil Allah’a olduğu bilincini yerleştirmek, vicdanı yüreklere tekrar yerleştirmek, doğruya ve iyiye yöneltmek gerekir. Bu da ancak gerçek hikâyelerin, doğru aydınların eşliğinde ve büyük bir manevi terbiye ile sağlanabilir. Yanlış olan maarif sisteminin düzeltilmesi görevi devlet kadrolarına düştüğü kadar, bu bakımdan özellikle STK’lara da düşmektedir. Sivil Toplum Kuruluşlarının birinci vazifesi, aileleri, devletin idarî kadrolarını, seçilmişleri, gençliği buhrandan kurtaracak teşkil edilen millî eğitim politikasının etrafında toplamak, bu konunun önemi hakkında uyarıcı olmak ve bu hareketi başlatacak ateşi yakmaktır. Bu buhranın çözümünde, Sivil toplum kuruluşları devlete yardımcı etken unsur olarak, kimi zaman yol gösteren, kimi zaman çözüm üreten, kimi zaman da yetişilmeyen yerde el olan cemiyetteki yerlerini almalıdırlar. III. GENÇLİĞE YARDIMCI OLACAK ÇÖZÜM TEKLİFLERİ Dilinde ve yazısında yapılan reformlar yüzünden geçmişiyle irtibatını kuramayan, tarihini doğru olarak bilmeyen gençliğin, bir an önce geçmişiyle tanışması, konuşması gerekmektedir. Gençlerimiz, ecdadının edindiği mirasa ulaştırılmalı, kültürünün, gerçekte “çağlar ötesinde olduğu” hakikatini idrak etmeleri sağlanmalıdır. Bunun için atılacak ilk adım, sanki “yabancı” bir dilmiş algısı oluşturmak için kullanılan “Osmanlıca” terimini lügatimizden çıkarmak olmalıdır. Bunun yerine “Eski Türkçe” yahut “Osmanlı Türkçesi” demek daha doğru olur. Bu algının değişmesi için, STK’lar kampanyalar, etkinlikler düzenlemeli, kurslar tertiplemeli, yanlıştan dönülmesi sağlanmalıdır. Edebiyat derslerinde sanki komik bir tekerlemeymiş gibi sunulan Divan Edebiyatının, aslında atalarımızın toplumsal hayata bakışlarını ve millî- kültürel kimliklerini anlamamızda ne kadar önemli bir araç olduğu, izah edilerek ve yeni nesle uygun tarzda sunulmalıdır. STK lar Bu konuda yazılmış akademisyen ve edebiyatçılarımızın eserlerin tanıtılmasını teşvik etmelidir. Sâmiha Ayverdi, Mehmet Akif, Yahyâ Kemâl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetiçioğlu, Cemil Meriç, Nurettin Topçu vb. “Türk Münevverlerinin” gençlere tanıtılarak, eserlerinin okutulması için gayret sarf edilmeli, bu yolla geçmişiyle doğru bağlantılar kurması sağlanmalıdır. Bu yazarların kitaplarını sadeleştirmekten ziyade, dipnotlar veya eklenen sözlük ile kullanılan kelimelerin manâları verilmelidir. Böylece kelimelere âşinalık ile birlikte anlatılmak istenen kavramların da anlaşılması sağlanmış olacaktır. Millî yazarlarımıza ilgili yarışmalar, sempozyumlar ve diğer yazılı- görsel tanıtım332 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER lar çoğaltılmalıdır. STK’lar sağlayacakları manevî ve maddî desteklerle, Millî kültürümüzün güzelliklerini yansıtan, gençlere ve çocuklara fazileti ve hamiyeti aşılayan, onlara yaşadıkları çevre ve tabiatla doğru ilişkiler kurmasını öğreten, ahlakî duyguları harekete geçiren film, dizi film, animasyon ve belgeseller yapılmasını teşvik etmelidirler. Bu meyanda son yıllarda TRT ve özellikle de TRT Çocuk kanalında yapılan başarılı işler örnek gösterilebilir. STK ların sağlayacağı, kazanç kaygısından uzak maddi yardımlarla bu tarz çalışmaların sayısı yaygınlaştırılmalıdır. Köklü ve güzel Türkçemize sahip çıkacak politikaları hayata geçirirken, geçmişe gömülüp kalmadan, mâzi ile istikbâl arasında köprü vazifesinin yüklenileceği unutulmamalıdır. Bu çalışmalarda en önemli rol ise Sivil Toplum Kuruluşlarının ve milletindir. Tarihinden ve geçmişinden utanan, hatta nefret eden gençliğin gözündeki perdeyi kaldırmak STK’ların boynunun borcudur. Tarihinin sadece “harem” ve “cenk” ten oluşmadığını, ecdadının bir mefkûre etrafında toplanmış, davasını ve idealini, hayatın her safhasında sanata, mimariye, dile, musikiye yansıtmış bir millet olduğu yeni nesillere anlatılmalı ve gösterilmelidir ki gelecek için bir gâyesi oluşsun. Gençlerin tarihlerini okurken büyük bir medeniyetin torunu ve bunu sürdürecek nesiller oldukları idrakine varmaları sağlanmalıdır. STK’lar; belediyeler ve okullarla işbirliği yaparak, sevilen ve sayılan doğru Tarihçilerimizin yer aldığı “Tarih sohbetleri” düzenlemelidir. Ayrıca STK’ların önderliğinde, ilköğretim çağından itibaren bütün öğrencilerin, tarih şuurunu geliştirmesi ve vatan fikrinin teşekkül etmesi bakımından coğrafyamızı, millî, manevi ve tarihi önemi olan şehirlerimizi, mimari eserlerimizi, kültürel derinliğimizi sergileyen müzelerimizi ziyareti sağlanmalıdır. Büyüklerimizin, alperenlerimizin, âlimlerimizin hikâyeleri, destanlarımız, masallarımız, günümüz gençliğine hitap edecek, ilgisini çekecek türde roman, film, animasyon hatta bilgisayar oyunu şeklinde canlandırılmalıdır. Kültür Bakanlığının bunu teşvik edecek çalışmalar ve yardımlarda bulunması gereklidir. Ayrıca yine Kültür Bakanlığının işbirliği ve desteği ile STK’lar, gençler arasında bu konularla ilgili, tiyatro, senaryo, hikâye, kısa film vb. yarışmalar düzenlemelidir. Hasıraltı edilmiş, Geleneksel Türk –İslam Sanatlarının yaşatılması için gerek okullarla, gerek belediyelerle işbirliği içinde bulunulmalıdır. Bu konularda Gençliği teşvik edecek etkinlikler düzenlenmeli, hatta okullarda seçmeli dersler konularak, bu sanatlara yeteneği olanların bulunup yetiştirilmesi, olmayanların ise en azından estetik duygusunun gelişiminde katkıda bulunulmasına yönelik adımlar atılmalıdır. Din derslerinde, peygamber (s.a.s )hayatının sadece doğum, ölüm gibi bilgileri değil, özellikle ahlâkının anlatılması sevdirilmesi sağlanmalıdır. Sahabelerin hayatlarından örnekler verilerek, Mevlâna, Yunus Emre ve Anadolu’nun sahibi olan mânevî 333 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER büyüklerimizin hayatlarının ve prensiplerinin okutularak dinimizin korku dini değil rahmet ve akıl dini olduğu öğretilmelidir. STK’lar bu konulardaki, bilgi şöleni, kutlu doğum vb. çalışmalarını artırmalıdır. SONUÇ Türkiye 150 yılı aşkın süredir kültür emperyalizmin işgali altındadır. Ancak gençlik masumdur. Onu başıboş ve tehlikelere karşı her türlü koruyucu aşıdan ve anlayıştan mahrum bırakan bizleriz. Yâni sorumlu olan biziz. Bununla birlikte ümidi hiçbir şartta bırakmayın diyen bir dine mensup olan bizlerin İçinde bulunduğumuz bu “İstiklâl” ve “İstikbâl “ mücadelesinden zaferle çıkması gerekmektedir. Bunun için yapılması gereken, eksik ve ters bir maarif politikası yüzünden uğradığımız zararları, yine maarif yoluyla düzeltmenin tek kurtuluş yolu olduğunu kabûl ederek, eğitim bakanlığının başındaki Millî kelimesinin gerçek anlamını kazanmasını sağlamaktır. Sivil Toplum Kuruluşlarının bunu sağlayacak unsurları gün yüzüne çıkararak, bu tür çalışmalarda yerlerini alması elzemdir. Bu görevi üstlenenler unutmasınlar ki şanlı ve yüce bir vazifenin şerefini taşımaktadırlar. Bu vazife, gençlerimize bir vicdan borcu olduğu kadar, ecdadımıza da bir vefâ borcudur. KAYNAKÇA bul KİTAPLAR AYVERDİ Sâmiha (2003) ,Milli Maarif Meselemiz, Kubbealtı Yayınları, İstanbul AYVERDİ Sâmiha, (2009)Kaybolan Anahtar, Kubbealtı Yayınları, İstanbul AYVERDİ Sâmiha-(2012)Arkamızdan Dönen Dolaplar-Kubbealtı Yayınları-İstanbul AYVERDİ Sâmiha,(1977),Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı Yayınları, İstanbul BANARLI Nihad Sami,(2011)Türkçe’nin Sırları-Kubbealtı Yayınları-İstanbul KABAKLI Ahmet,(1991)Temellerin Duruşması-Türk Dili ve Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul KABAKLI Ahmet,(2002)Alperen-Türk Dili ve Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul KABAKLI Ahmet,(2013)Sanat ve Edebiyatımız, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları-İstanbul MERİÇ Cemil,(2004) Bu Ülke, İletişim Yayınları, İstanbul PROF.DR TURAN Osman,(2012)Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları-Ötüken Yayınları-İstan- 334 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER EĞİTİM SİSTEMİNDE KİŞİNİN OLUŞUMU SAYESİNDE SİVİL TOPLUMUN GELİŞTİRMESİ Kokanova JARKİNAY Kazakistan Milli Pedagoji Üniversitesi @ zharka75@mail.ru Şimdiki nesil, milletin geleceği ve sivil toplumun geliştirmesine katkıda bulunan bireydir. Böylece her üniversite profesörlerinin omuzlarında büyük bir sorumluluk vardır. Modern kişi, ulusun kültür adetlerini iyi bir şekilde bile, tarihini seven, ülkesinin geleceğine destek verebilen, rahat bir şekilde birkaç dil konuşabilen, modern enformasyon teknolojileri bilen, aktif olan bir genç nesildir. Ancak, gençler arasında halkın manevi değerlerini bilmeyen, kendi tarihini bilmeyen, çağdaş küreselleşmeye karşı çıkamayan, dogmatik akışlarından etkilenme riski olan, zayıf ve okur yazar olmayanların olduğu bilinmektedir. Bu nedenle öğrencilerin kişiliğinin oluşumu, vatanseverliği, kendi halka karşı sevgi ve saygı duymayı öğretme, bunların hepsi öğretmenin temel görevidir. Kimlik sorunu sadece pedagoji çalışmalarının objesi değil, aynı zamanda felsefe, sosyoloji, psikolojinin de objesidir. Örneğin; Eğer felsefe kişiliği yaratıcılık eyleminin ve bilgilenmenin öznesi olarak inceliyorsa psikoloji ise kişiliği zihinsel özelliklerinin ve süreçlerinin kümesi - ki karakter, mizaç, yetenek vb.- olarak inceler. Yukarıdaki ve diğer bilimlerin bilimsel verilerine dayanarak sosyoloji, kişiliği sivil topluma aktif bir şekilde katılan sosyal ilişkilerinin öznesi olarak inceler. Bu nedenle yükseköğretimde tüm bu disiplinler zorunlu ders olarak öğretilir. Toplumun gelişiminin temeli, yüksek eğitimi gören ve uzmanlar olacak öğrencilerin öğrendikleri bilgiler ve oluşturulmuş iş becerilerine bağlıdır. Böylece eğitimin ulusal modeli oluşturulmaktadır. Bu süreç, eğitim paradigmasının yenilenmesi ile birlikte gerçekleşmektedir. Eğitim paradigmasının değiştirilmesi, “yaşama hazır olan insan” ve ‘’ aktif bir kişi’’ paradigmasının “bilgili kişi” paradigmasının yerini alması gerektirir. Bu metot birçok değişiklik gerektirir. Dolayısıyla ‘’eğitimli bir adam’’ anlamının genişletilmesinin gereği ortaya çıkar. Böylece eğitimli bir adam sadece eğitimli değil, aynı zamanda hayatındaki zor durumların çaresini, rekabetçi bir kişi olarak kendi yerini bulabilen ve dünya ile ilgili oturmuş görüşüne sahip olan bir kişi demektir. Eğitim ise onların kişiliklerini kapsamlı geliştirme için her türlü fırsatı verilmelidir. Bu paradigma sonucunda, “bilgili kişi” paradigmasının “aktif ve gelişen bir kişi” paradigmasına 335 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yerini bırakma istikametindeki eğitimin genel oryantasyonu, bağımsız bir şekilde çalışabilen, eğitim metotları ve içeriğini kendinden geçirerek kendi yolunu bulabilen kişiyi yetiştirmeye dayanmaktadır. Eğitim paradigmasını değiştirme hareket ettiren bir güç ve kişiliğin gelişiminin kaynağıdır. Ayrıca, kendi birey tarafından şu güne kadar biriktirilmiş zihinsel, insani ve manevi potansiyeli kullanarak kendini geliştirme ve kişilik gelişimine yönelik bir gereksinimdir. Eğitim içeriğinin yenilenmesi, yetkinlik ve yeni yetenekleri keşfetmeye dayalı olan ulusal değerlere göre eğitme ve yetiştirme, kişiliği oluşturma ve bunların gibi diğer gündem sorunları, öğretmenlerin faaliyetini şüphesiz bir şekilde yine bir istikamete yönlendirmektedir. Ülkemizdeki eğitim modeli ulus düşüncesi ve ulusal değerlerin temelinde kurulmalı ve ulusal çıkarlarını öncelikli olarak temsil ederek gelişmelidir. Öğrencilerin eğitimi ve yetiştirilmesinin içeriği milletin neslini yetiştirmede bulunan bilgelik, tarihi ve kültürel miras, asil gelenekler, yüce hocaların ve hümanist olan bilim adamlarının klasik felsefi düşünceler ile beslenmelidir. Diğer sözle tabii, kültürel-manevi değerleri içermelidir. Yetişen genç neslinin halkın büyük adamlarının etkisi ve yaşamının örneğine dayanarak eğitilmesi, Kazak halkı tarafından ezelden kullanılan bir süreçtir Bu nedenle anlatma yeteneğinin (kelimenin değerinin) eğitimin özel bir yerine sahip olduğunu belirtmek gerekir. Halkımızın bu güzel bir geleneği yetiştirme ve eğitme süreçlerinde en etkili yöntemdir. Abay Kunanbayev’in yüce bir kişiliği yetiştirme dersleri bilgin ve eğitimin kaynağıdır. Abay’ın herhangi bir eserine baksak eserlerinin genel temelinin insan olduğunu görebiliriz. O, gerçek insan nasıl olmalı sorusuna cevabı arıyordu ve kendisi buna cevap veriyordu. Abay’ın “İnsanı sevmekten daha güzel bir şey yoktur” sözünde günümüzde çok bahsedilen hümanist ve pedagoji ilkeleri mevcuttur. Bundan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz ki, genç neslin eğitimi, ilk önce insanı sevmeyi öğretmekten başlamalıdır. Abay’ın derslerinin mirasının yaşanabilmesi modern eğitim sürecindeki hedefler ile kanıtlanabilir. Yüce kişiliği prizmasından geçen eğitim ve yetiştirme istikameti sorusu meydana çıktığında şüphesiz ki, kesinlikle Abay’a başvurulur. “tam ve gerçek bir insan nasıl olmalıdır?” sorusu şairi rahat bırakmıyor. Örneğin, şiirinde şöyle yazar: “Bizim akıl, buz gibi soğuktur”: “Akıl, Kalp ve İrade üçleme şeklinde tutarak Bütünlüğe kolayca varırsın sen. “ Ondan sonra şair şöyle der: “Akıl, Kalp ve İrade, beraber olmadan hiçbir şeydir. Bilgi ise yıllar boyunca onların özünü taşıyacaktır.” Büyük hümanist, insana karşı sevgiden bahsederek, ‘’Tüm insanlığını sev’’ nasiha336 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER tini vererek ‘’ İnsanlığı sevmek, hakikat yoludur, adalet yoludur’’ tanımını söyler. [1] Abay’ın hayatı ve faaliyet hayatını inceleyen M. Auezov ‘’ Hümanizm ve insanlık Abay’ın nasihatlerinin temelidir’’, der. Abay’ın bütün düşüncelerinin ve çalışmalarının sonuçları hümanizme dayalı eğitimin nasıl olması gerektiğini gösterir. O, şiirinde insanların hayatını olumsuz bir şekilde etkileyen beşeri dezavantajlı yönleri sayar. Bu üç dezavantajlı yönü: “cahillik, tembellik ve hainlik” [2].Şair, insanlar arasındaki birlik, dostluk ve dayanışmayı vurgular. Kimlik oluşumunun temellerinden biri tarihi öğrenmedir. Örneğin, Abay’ın tam ve gerçek insan öğretisi, Al Farabi’nin bilge insan öğretisi, Yusuf Has Hacib Balasağuni’nin ‘’Kutadgu bilig’’ eserindeki bakışları Hoca Ahmed Yesevi’nin bilge kişi öğretisi ile bağlıdır. Dünya medeniyetinin özel değerlerinden biri iyi davranış, insanlık, soylu nitelikler, insanların karakteridir. Eğitimlilik, şeref, haysiyet ve olumsuz yönlerden cömertlik, sabırsızlık, bencillik, açgözlülük vb. insanların yönleri gibi Orta Çağ yazılı kaynaklarında bulunabilir. A. Yugineki’nin ‘’Allah mütevazi insanın varlıklarını arttırır ve kötü insanların varlıklarını azaltır’’, ‘’Öfkeye hakim olmak gerekir’’, ‘’Allah iyi kalpli insanları sever’’ sözlerinde İslami düşünceler dahildir. [3] ‘’Kutadgu bilig’’ eserinin genel amacı halka iyi bir hayat sağlamak ve mutlu, adaletli toplumu yaratmaktır. müreffeh bir toplumun yapısı doğru bir şekilde kurulmuş aileden başlar. Bu ailenin gelişimi de devletin gelişimini sağlar. Böylece ev hayatındaki tüm ilişkiler belli kurallara göre ve insanların birbirlerine karşı akıllı ve sabırlı davranışlar ile oluşur. Destanda hümanist olan bir insan, adaletli bir insandır. Adalet ise mutluluğa varma aletidir diye söylenir. Balasağuni, dünyayı yardım ve iyilik olarak algılıyor. Şefkatli ve iyi kalpli bir insan olmak hümanizmin zirvesidir. Yu.Balasağuni, insanların tüm iyi yönleri, manevi nitelikleri ve ahlakını toplumsal ve ailevi eğitim ile bağlar. Eserinde şair aile eğitiminde ahlaki beşeri nitelikleri ilk önce ebeveynleri etkiliyorlar. Eğer ebeveynler ahlaki beşeri niteliklere sahipler ve çocuklarına geleneklerden en iyilerini öğretiyorlar ise o zaman çocukları toplumun sağlam bir üyesi olurlar. Topum üyesi de davranışta kibar ve nazik, sözde adaletli ve gerçekçi olursa bu toplumun insanları böyle bir toplumdan manevi zevk alırlar. Şair, insanın doğuştan iyi beşeri nitelikleri öğrenmesi gerektiğini gözde bulundurarak ebeveynlerin hem evde hem de dışarıda kendi ahlaki örneği ile halk geleneklerine dayanarak çocuklarını eğitmeleri, küçüklerin büyüklere ve atalara saygı göstermeleri, adetlere ve geleneklere değer vermeleri, diğer insanlar ile ilişki kurmaları ve geçmişine saygı duymalarını öğretmeleri gerektiğini iddia eder. [4]. Küreselleşme süreci Türk halklarının i sosyo-ekonomik, kültürel ve manevi birliği gerektirir. Türk Dünyasının tarihi-kültürel, ahlaki değerlerin bütünlüğü, Türk zihniyetisinin yenilenmesini, manevi ahenginin pekiştirilmesi ve Türk halkların arasında 337 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER tarihi bütünlüğünü sağlar. Ayrıca çağdaş Türk haklarının toplumsal ve kültürel potansiyelini arttırır, tarihi köklerini derinleştirir ve insanlığın tüm medeniyetleri arasındaki Türk medeniyetinin özel yerini belirlemektedir. Bu da sivil toplumu geliştiren genel mekanizmasıdır. Şu anda yaşadığımız çağ bilgi teknolojisi çağıdır. İnsanın toplumsal, doğal ve bilimsel alanlardaki büyük sayıda olan başarılarından dolayı eğitim sürecinin yenilenmesi gerçekleşmiştir. Bu nedenle eğitim metotlarına ve maddi yardımlara ihtiyacı vardır. Eğitim sürecinde insanlığın tüm başarılarını öğrenmek mümkün olmadığını belirlememiz gerekir. Böylece eğitimin yeni metotları ve teknolojisinin zamanında gerçekleşen kullanımı kişiliğin oluşumu üzerinde etkisini bırakır. Kazakistan’ın ilerici gelişimi çağında, uluslararası işbirliği alanında dünya ekonomisine girme döneminde herhangi bir yabancı dil konuşabilen ve kendi hayatında ve iş hayatında bildiklerini kullanabilen uzmanlara ihtiyaç duyma artar. Günümüzde yüksek eğitimde çok dilli eğitim sisteminin temeli öğrencilerin mesleki seviyesini arttırmak, kişilik niteliklerini güçlendirmek, bilinçli ve yapıcı zihniyetin kültürünü geliştirmek, ayrıca gelişmiş iç ve dış dünyası olan kişiliği oluşturmaktır. Çok dilli eğitimde bilgi teknolojilerinin uygulanması rekabet edebilecek kişiliği yetiştirme ve dünya eğitimine girme metotlarından biridir. Özetleyerek şunu söyleyebiliriz: günümüzde bir ülkenin diğer ülkeden üstünlüğü kıyaslama planındadır. Bunun yanı sıra rekabet gücünün sadece doğal kaynaklara göre değil, insani sermaye, yeni teknolojilerin etkin bir şekilde uygulanması ve bilgi akışını kullanılmasına göre belirlendiğini söyleyebiliriz. Eğitim değerleri genel olarak birey, toplum ve doğanın değerlerine uygun olmalıdır, Ayrıca hoşgörülü, vatansever ve gerçek vatandaşlığı sağlayan ve zengin manevi ve kültürel değerler ile dolu olan sistemi oluşturmalıdır. Bibliyografya 1. ABAY. Polnotsennıy çelovek i ya (Tam insan ve ben) - Pushkinlibrary.kz 2. Auezov M. Abay Kunanbayev.Almatı: Sanat 1995 yıl, 217. 3. AHMED YUGINEKI. Dar istinı (Hakikatin ağarmanı). Fotokopiya, transkriptsiya, prozaiçeskiy i poetiçeskiy perevod originala (Orijinalin fotokopisi, transkripsiyonu, mensur ve manzume çevirisi. Baskıya Hazırlayan: A. Kurışjanov, B. Sagındıkov, A., 1985..Hibat-ul hakayık.Taşkent, 1971. 4. Balasağuni Yu. Kutadg bilig /Çeviren A. Egeubaeva . - Astana, 2003. 338 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER DİNİ SENDİKALAR KIRGIZİSTAN’DA SİVİL TOPLUM KALKINMA FAALİYETLERİNE NASIL DAHİL OLDULAR? Asel ABDYRAMANOVA Bişkek OSCE Akademi @ assel.kubanysh@yahoo.com Kırgızistan Sovyet Sonrası Orta Asya devletleri arasında sivil topluma en fazla yer veren devlet olarak düşünülür. Kırgızistan Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’ndan sağlanan bilgilere göre, 1997 ve 2011 arasında 16500 sendika kayıt yaptırmıştır. 2014 ocak itibariyle, Dini İşler Devlet Komisyonuna göre, kayıtlı dini sendika sayısı 2000’den fazladır. Sivil toplum üzerinde çalışan bunlar arasından genel odak Sendika sektörü özellikle de demokratik değerleri: hukukun üstünlüğü, insan hakları, seçim gözlemi, vb. teşvik eden Sendikalardır. Bu sebeple, bu yazının amacı benim düşünceme göre Kırgızistan’daki sivil toplumun bir parçası olan dini sendikaları incelemektir. Çalışmadaki ana soru dini Sendikaların Kırgızistan’daki sivil toplum kalkınmasına nasıl dahil olduklarıdır. Böylesi bir konuyu çalışmanın arkasındaki maksat dinin, islamın toplumdaki büyüyen rolüne ilişkindir ve bu durum devlet tarafından bir güvenlik meselesi olarak düşünülmektedir. Müslüman toplum çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır: okullarda başörtüsünün yasaklanmasından İslami uygulamaların sadece bir tane olan İslami hukuk okulu Hanefilik ile kısıtlanmasına kadar türlü şeyler vardır. Bu tür konular Müslüman toplum arasında acı yaratmakta öyle ki demokratikleşmenin ana unsurlarından biri olan inanç özgürlüğü engellenmektedir. Dolayısıyla, bu yazı dini Sendikaların sivil toplum girişimcileri olarak Müslüman toplumun Kırgızistan’da karşılaştığı zorlukları ele almada ne derece çalıştığını göstermeyi amaçlar. 339 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÇAĞDAŞ TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİNİN OLUŞUMUNDA AYDINLAR OCAĞI’NIN YERİ Mustafa ÖZCANBAZ-Mevlüt UYANIK Çorum Aydınlar Ocağı @ mozcanbaz@hotmail.com GİRİŞ 1. Durum Tespiti: Türkiye Cumhuriyeti, Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin mirasını devralmış yeni bir oluşumdur. Bu nedenle Çağdaş Türk Düşünce Tarihi denildiğinde Osmanlı Devletinin yaşadığı toplumsal, siyasal ve kültürel sorunlara çözüm aramaya başlamasıyla başlayan süreci, özelliklede son dönemindeki Üç Tarz-ı Siyaset incelenmesini anlıyoruz. İbn Haldun’un döngüsel tarih anlayışından hareketle söyleyecek olursak, devletlerde tıpkı insanlar gibi doğar büyür ve ölürler, önemli olan bu birikimin yeni bir kimlik ile yeni şartlara göre oluşturan bir yapılanma içine girmesidir. Bu bağlamda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti miras aldığı sıkıntılarının çözmesinde dini/milli/yerli değerleri yeniden okuyup, külli/evrensel değerler haline getirmenin yolu ve yöntemini arayan sivil toplum kuruluşu olarak Aydınlar Ocağı’nın yeri ve önemi büyüktür. Çorum Aydınlar Ocağı Sekreterliğini yapmış olan ve Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı Başkanlığı bünyesinde Türk Düşünce Tarihi merkezli çalışmalar yaptıran Mevlüt Uyanık hocam ile yüzyıllarca İslamiyet’in siyasi, kültürel ve ekonomik temsilcisi olan Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti sürekliliğini, “Türk-İslam Sentezi” ifadesi ile ortaya koymaya çalışan Aydınlar Ocağı çevresinin modernleşme sürecimize katkısını master tezi çerçevesinde inceledik. Bildirimiz, tezimizin başlığı (HÜSBE, basılmamış y.lisans tezi. Çorum: 2013) ile aynı olup, kültür hayatımızda yaşanan sosyo-politik sorunlara çözüm aramaya bir katkı olmayı hedeflemektedir. 2. Niçin Aydınlar Ocağı? 14 Mayıs 1970 tarihinde kurulan Aydınlar Ocağı’nın yakın geçmişte Türkiye siyasi ve fikri yapısının oluşmasında tesirlerinin incelenmektir. Çünkü Aydınlar Ocağı, Türk İslam Sentezi fikri çerçevesinde ürettiği proje ve fikirleri ile 12 Eylül darbesi ardından 341 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER devletin birçok kurumunu etkilemiş ve milli kültürün değerler bütünü haline gelmesinde, devlet aklı olmasında önemli roller üstlenmiştir. 3. Niçin Türk İslam Sentezi Kavramsallaştırması? Son dönemde yaşanılan toplumsal sorunlara getirilen çözüm önerilerinden birçoğu Müslüman Türk tarihi kadar eski olan Türk İslam Sentezi fikrine dayanmaktadır. Türk İslam Sentezi kavramı, sadece Anadolu’nun bir gerçeği değil, İslam dünyasının büyük bir kısmının da gerçeğidir. Çünkü Afrika, Avrupa, Asya’nın bazı bölgeleri Osmanlı Devletinin yönetiminde uzun yıllar kaldığı için Türk İslam Medeniyetinin eserleriyle süslenmiştir. İslam dünyasındaki geleceğin inşasında önemli rolleri bulunan bu medeniyet tasavvuru, akli ve nakli bilgiyi birleştirmiş, günümüzde ortaya çıkan maddeciliğin açmazlarına düşmeksizin medeniyet tasavvurunu tüm insanlığın hizmetine sunmuştur Aydınlar Ocağı bu bağlamda Türk siyasi ve fikri hayatına neler kattığının ortaya konulması önemlidir. 4. Günümüzde Aydınlar Ocağı Günümüzde Türkiye’de 40 kadar Aydınlar Ocağı vardır. Tüzüğü gereği her bir Ocak müstakil dernek statüsündedir. İstanbul Ocak ilk olması ve bu noktada öncü olması sebebiyle uzun süre Genel Merkez ve başkanı da Genel Başkan kabul edilmiştir. Ancak 2003 yılında yaşanılan Kızıl Elma koalisyonunda yer almasından (Eriş, 2011:373-374) dolayı İstanbul Ocak yönetimi ile diğer Ocaklar ayrı düşmüşlerdir. (Atalay,2006:155) Ocak günümüzde faaliyetlerine devam etmektedir. Konferanslar, seminerler, programlar sayıca eskisinden daha fazla olmasına rağmen fikirlerinin devlet yöneticilerince yeterince dikkate alınmamasından dolayı tesiri önceki dönemler kadar olmamaktadır. (Özcan,2011:160) I. AYDINLAR OCAĞI VE TÜRK İSLAM SENTEZİ Bir Modernliğin Eleştirisi’ (Touraine,1997:13-19) yaparak çalışmamızı temellendirmek istiyoruz. Modernleşme ile batılılaşmayı özdeşleştirdiğimiz için olsa gerek yeterli ilerlemeyi kaydedemememizin sebebi olarak Batının, modernlik fikrinin temelinde Tanrı algısının yerini pozitivist bilim tasavvuru ile doldurma çabası yattığını söyleyebiliriz. Vahye muhatap olan Müslüman toplumunun modernleşme şansının Laiklik ilkesinin ona verebileceği din ve vicdan hürriyeti ile orantılı olabileceği açıktır. Bu hususu önemsiyoruz, çünkü İslam’ın siyasi çıkarlara alet edilmesi, yolsuzluklara ve particiliklere payanda yapılması, servet yapma aracı olması, yani dinin politik amaçlara alet edilmesi ve yapılan uygulamalara meşruiyet sağlaması kabul edilemez. Bu açıdan laiklik ilkesi önemlidir. Özellikle son dönemlerde Arap dünyasında yaşanan son olaylar ve gelinen aşamalara bakıldığında “Medeniyet İçi Çatışma” art342 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER maya başlamıştır. Yeniden bir İslam medeniyeti dirilişini müzakere ederken, Müslüman halkların birbirini kırması, bölgede tek laik, sosyal ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin konumunu daha da önemli kılmaktadır. Aydınlar Ocağı, mevcut Arap dünyasının ve Türk dünyasının dini, siyasi ve ekonomik konumlarını analiz ederek, Selçuklu ve Osmanlı süreçlerinde dini ve milli değerleri önceleyerek, yani aidiyeti ve toplumsal kimliği nesep ve sebep unsurları üzerine kurarak başarılı olması tezi üzerinde durmuştur. Bu noktadan hareketle 1960 askeri darbesinden sonra sağ görüşlü aydınların siyasetin yeniden yapılandırılması sürecinde etkisiz kaldıklarını fark etmeleri ve çözüm üretebilmek için 1961 yılında önce Aydınlar Kulübü olarak daha sonra 14 Mayıs 1970 yılında Aydınlar Ocağı çatısı altında toplanarak kurulan sivil toplum örgütüdür. (Yalçın, 1988:182) Türklük ve İslamlığın birbirinden ayrıştırılamayacağını, (Kafesoğlu, 1985:162) Türk İslam Sentezi kavramının bir medeniyet hamlesi olacağını savunmaktadırlar. Faaliyetleri ve yayınları ile Türk siyasetini etkilemenin yanında Türk İslam Sentezi fikrinin temellendirilmesini esas almaktadırlar. Aydınlar Ocağı çatısı altında bir araya gelen aydınlar, Türk İslam Sentezi fikrinin, ülkenin batılılaşma ve modernleşme serüveninde, yeni üretilen bir fikir değil, (Copeaux, 2002:46-47) Anadolu’nun fethinden öncelere dayandığını ve bin yıldır sürekli geçerliliğini koruduğunu ve test edile geldiğini belirtmektedirler. Aydınlar Ocağı’nın yerli ve milli değerlerle, Batı medeniyeti karşısında ne taklide ne de nefrete düşmeden, devlet ile halkın kültürünün bir bütün olduğu düşüncesiyle özene dönüş çabası olarak Türk İslam Sentezinin uygulanabilirliliği ve tutarlılığı önemlidir. (Turan, 1979:87) Çünkü kaybettiği cihan devleti ve medeniyetinin peşinden yeni bir medeniyet hamlesi ve milli kültür, milli birlik düşüncesi ile Türk milletinin kendine yabancılaşmasına engel olmak için ortak bir akıl oluşturma çabasının adıdır Aydınlar Ocağı. Bu bağlamda Aydınlar Ocağı yeni kurulan devletin kimlik ve vatandaşlık temelinde karşılaştığı sorunlara çözüm üretmeyi hedefleyen bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Aydınlar Ocağı’na göre: kendini bu ülkeye ait hisseden herkes Türk’tür.(Kösoğlu, 1997:25) Bu bir etnik yapı değil, üst bir kimlik değil, milli bir kültür ve değerdir. Yani Müslüman olmak ile Türk olmayı özdeş görür, her kim ki Müslümanlıktan çıkar, Türk olma vasfını da kaybeder. Ocağın faaliyetleri bu değerle bütünleşmeyi sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak ocağın bu görüşü kimlik problemine genel bir çözüm sunamadığından sorunun hala devam ettiğini de belirtmek gerekmektedir. 1. Kuruluş Amacı: Türk İslam Sentezi’nin oluşumundaki tarihsel süreci analiz ettiğimizde ise Türkle343 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER rin İslamiyet ile tanışma süreçleri Türk İslam Medeniyetinin şekillenişi ve Osmanlı Cihan Devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişini ve Aydınlar Ocağı’nın fikir ve siyaset dünyasına gelinceye kadar olan tarihsel arka planı ortaya çıkacaktır. (Yalçın, 1988:195) Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti miras aldığı sıkıntılarının bir kısmını çözerken kimlik problemi ve vatandaşlık tartışmalarında olduğu gibi bir takım problemler, günümüzde de sürmektedir. Örneğin yeni devlet, yeni millet kavramı oluşturulma zorunluluğuna Türk vatandaşlığı kavramı ile çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk döneminde milliyetçilik ve laiklik anlayışı üzerinde durulmuş ve Türk’ün bir millet olarak varlığının ispat edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda Aydınlar Ocağı da yeni kurulan devletin kimlik ve vatandaşlık temelinde karşılaştığı sorunlara çözüm üretmeyi hedefleyen bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır Aydınlar Ocağı’nın 1960’lı yıllarda Türkiye’de gelişen sol hareketlerin baskısına karşı sağ görüşlü aydınların kendi aralarında birleşme ihtiyacı neticesinde oluşturulan ve isim babalığını Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı (Murat vd, 2008:325) bir sivil toplum örgütü olduğunu hatırlarsak, İslam ve Türk birlikteliğinin vurgusunun önemi ortaya çıkar. Nitekim Demokrat Partinin “Beyaz Devrim” olarak nitelendirdiği genel seçimleri kazandığı 14 Mayıs 1950 tarihinin 20. yılında kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olduğunu da belirttiğimiz zaman demokratikleşme sürecimize olan katkısı da ortaya çıkacaktır. 2. Türkiye’nin geleceği ile ilgili Türk İslam Sentezi fikri tutarlı mıdır? Bu noktada Aydınlar Ocağı’nın bütün Anadolu’da müstakil birimler olarak teşkilandığı, hiyerarşik bir yapıya sahip olmadığını belirtmek gerekir. Bu, toplumsal sorunların çözümünde müzakereye açtığı ve temellendirdiği Türklük, İslam, Millet, Milliyetçilik, Sentez, Aydın ve Medeniyet kavramlarının analizinde gözükür. Bu aydın hareketinin siyasi ve felsefi duruşunu anlamamız noktasında rehberlik edecektir. Osmanlı Cihan Devletinden başlayarak Cumhuriyet döneminde kurulan milliyetçi dernekleri inceleyerek Aydınlar Ocağı hareketinin kendinden önceki derneklerin ve oluşumların tarihi sürecinden söz edebiliriz. Aydınlar Ocağını ortaya çıkaran tarihsel yapıyı Türk Derneği’ni, Türk Ocağı’nı, Milli Türk Talebe Birliğini, Türk Milliyetçileri Derneğini, Milliyetçiler Derneği ve Aydınlar Kulübünü incelediğimizde kuruluşu ve siyasal yaşamda ortaya koyduğu bakış açısını tahlil edebiliriz. Aydınlar Ocağı’nın, Türk İslam Sentezi temelinde şekillenen fikirleri Türk Siyasi ve Fikri hayatını etkilemiş, mevcut devlet aklının oluşmasında, politikaların belirlenmesinde referans olmuştur. Bu noktada Türk kimliğinin yerine başka bir kimlik ikame etme telaşını lüzumsuz gören Aydınlar Ocağı, bu kimliğin kolay kazanılmadığını, ihlâsla, imanla bir araya gelen milletin Allah için öldüğünü, öldürdüğünü; Tanrı misafiri 344 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER diye misafirine, hastaya, muhtaca el uzattığını, fakiri “iteklemediği”, zengini “eteklemediği” için bu kimliğin tarih tarafından verildiğini savunmaktadırlar. Birbirini takip eden Selçuklu - Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti devletlerinin kuruluş sırlarının unutulmaması gerektiğini, bunun aksini tarihi susturma çabası olarak gördüklerini bildirirler. (Ayverdi,1976:401) Türk İslam Sentezi fikri merkezinde, Türkiye’nin geleceğine göz atmak gerekirse şöyle bir manzara çizilebilir. İnsan varlığı gereği yaşadığı yeri anlamlandırmak, aidiyetini sebep ve nesep ilişkisini kurmak istemektedir. Yaşadığımız coğrafya bu anlamda dünyanın en kıymetli bölgelerinden, jeopolitik dil ile söyleyecek olursak, (Karamısır, 1988:305-306) dünyanın kalbine/hinterlandına en yakınlardan birisidir. Öyle ki bütün semavi dinlerin ve büyük medeniyetlerin, dünyaya yön veren imparatorlukların kurulduğu mekanlar bu bölgededir. Anadolu, üç kıtanın birleşme yeri, dünyadaki önemli enerji üretim ve arz merkezlerinin kilit noktası olması nedeniyle, dünyanın ilgisinin üzerinde olduğu bir bölge olmuştur. Aydınlar Ocağına göre; bütün büyük dinlerin ve medeniyetlerin kurulduğu bu topraklar üzerinde yaşadığımız sürece başımızdan gaile eksik olmayacak ve tüm dünyanın cazibe merkezi olmaya devam edeceğiz. İşte bu yüzden fert fert devlet kurtarma hevesinden hemen kurtulmalı ve fertler önce kendisini sonra ailesini kurtarmayı hayat gayesi kılmalıdır. Dünya üzerinde hiçbir devlet diğer devletin kendisinden daha güçlü olmasını istemez. Ancak güçlü devletleri yanında görmek ister. Karşısında olan devletler için dost olamıyorsa bile düşmanlık oluşturacak durumlardan uzak kalmayı menfaatleri için gerekli görürler veya açık bir düşmanlık sergilemezler. Bunun yanı sıra her zaman kontrol ve gözetim altında tutmayı da ihmal etmezler. Bu açıdan güçlü bir Türkiye’nin oluşumunda yerli ve milli kültürün dirilmesinin gerekliliği ve Türk İslam Medeniyetinin yeniden dirilişi (Özakpınar,1997:46,51,60,123) için müzakere etmek ve bunun için gerekli fikir, eser ve ortamların oluşmasını sağlamak gerekmektedir. II. AYDINLAR OCAĞININ TÜRK SİYASİ VE FİKİR HAYATINA ETKİLERİ Selçukluların yurtlandırdıkları bu topraklar üzerinde 1000 yıldan fazla zamandır yaşamaktayız. Türk Milleti, bu toprakları yurt haline getirirken çok sıkıntılı süreçler geçirmiştir. (Güngör,1995:148-160) Osmanlı Cihan Devletinin 1699 Viyana kuşatmasından sonraki yerinde sayış sürecinde, Batılı ülkeler Ümit Burnu üzerinden uzak doğuya ulaşması, buraları sömürge haline getirmesi, Arap ülkelerine yönelik yeni politikalar geliştirmesiyle önemli gelişmeler sağlamıştır. Osmanlı sosyo politik bağlamda yaşadığı sorunlara çözüm aramak için başlattığı yenileşme/ıslahat/tanzim çabasına girmiştir. Döngüsel tarih anlayışı bağlamında düşündüğümüzde bu tanzimatlar Osmanlı 345 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER için çare olamamış tarihin sayfalarının onurlu bölümünde en uzun ömürlü cihan devletlerinden biri olarak yerini almıştır. Bu yıkılış Türk devlet geleneği açısından bir son olmamış, Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir paradigma ile kurulmuştur. Devlet geleneğindeki sürekliliği en iyi izah eden ise Cumhurbaşkanlığı forsundaki ay yıldız etrafında çerçevelenen on altı küçük yıldızdır, bunlar önceki devletleri ve kültürel sürekliliği izah eder. (Uyanık,2003:9-19) Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze değin yaşadığı süreçte kültür ve kimlik konularında sosyo politik küresel yapı gereği cihan devleti bakiyesini reddeden bir tutum içinde gözükmüş ve Türkçülük fikrini öncelemiştir, ama bunun tek başına yeterli olmadığını anlamıştır. Gözükmüş dememizin nedeni, Üç Tarz-ı Siyaset’ten önce Osmanlıcılık, sonra İslamcılık denenmiş, bunlarla bir süre sorunlara çözüm üretilmiş, sonra da tıkanınca yeni ve daha etnik merkezli bir tutum ortaya konulmuştur. O dönemde nisbeten uygun olan bu çözüm tarzı daha sonra ideolojik tavırlarla tıkanmış ve yeni etnik sorunları tetiklemiştir. (Uyanık, 2001:14-16) Bu eksikliği gören ve ifade eden münevverlerin birleştiği kültürel mekanlardan biri olan Aydınlar Ocağı’nda İslam kavramın devre dışı bırakılamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Türk İslam Sentezi tasavvuru ile Türk’ün İslam içinde var olduğunu (Kaplan,1970:58) ve Müslüman olmayan Türk’ün, Türklük kavramıyla ifade edilemeyeceğini, Müslümanlıktan çıkan bir çok Türk boyunun bir süre sonra kimliğini kaybettiğini söylemişlerdir. (Gökalp,1963:2) Aydınlar Ocağına tabi olan aydınlar akademisyenlerden oluştuğu için “seçkinler” grubu olarak nitelenmiştir, ama İslam tasavvurunu öncelemelerinden dolayı bu tutarsız bir tenkit olarak kalmıştır, çünkü bu eleştirilerin aksine, ana yapı olarak halk ile iç içe olmayı kendileri için önemli görmüşler ve bu tavrı korumaya çalışmışlardır. Hatta paradoksal gibi gözükse de, demokratikleşme sürecimize, İnönü döneminin seçkinliğinin kırılmasına katkıda bulunmuştur da diyebiliriz. Bu nedenle, Aydınlar Ocağı, Türk siyaset ve fikir hayatında önemli roller üstlenmiş, tesirleri yok edilemeyecek izler bırakmıştır. (Copeaux, 2000:59-62) Siyasetin, şiddetin egemenliği altına girerek ülkenin şiddet ve anarşi ortamına sürüklendiği, Marksist ve bölücü grupların bu şiddetin bir unsuru olduğu Aydınlar Ocağı tarafından vurgulanmıştır. Bu süreçte tarihsel olarak öngörülerini paylaşan Aydınlar Ocağı mensupları 12 Eylül 1980 darbesinin geleceğini dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e de aktarmışlardır. Bu Aydınlar Ocağı mensuplarının gelecek konusundaki tahminlerinin tutarlılığını da gösteren önemli bir unsurdur. (Eriş,2011:455) 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, Ocak için önemli bir isim olan Turgut Özal seçimlerden galip çıkarak başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu olay ile Aydınlar Ocağı’nın fikirlerinin iktidara taşınması ve yeni Türkiye’nin oluşum süreci başlamıştı. (Eriş,2011:468-469) Bu oluşum 346 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sürecinde Aydınlar Ocağı fikirleri devlet aklı tarafından kabul görmektedir. Türk İslam Sentezi, Ders kitaplarından, bakanlıkların yapısına kadar tesir edebildiği her konuyu, her sahayı Sünni Hanefi İslam inancında olan Müslüman Türk’e göre şekillendirmiştir. Aydınlar Ocağının 1980 ile 1990’lı yıllarda ortaya koyduğu fikirleri ve ülke yönetiminde etkisi bulunan üyelerinin Türk siyasal yapısına ve işleyişine verdikleri yön dikkate alındığında ocağın fikri altyapısının Türk siyasi tarihindeki önemi daha iyi anlaşılacaktır. Aydınlar Ocağı, dernek olarak 1990’lara kadar hiçbir siyasi parti ile paralel olmamış, bütün sağı kucaklayacak fikirler üretmiş ve hiçbir partinin yedeği olmamış “siyaset üstü olma” (Tüzük Madde 3) prensibine sadık kalmıştır. Ocak, toplumsal olaylarla ilgili olarak sorumluluk alan bir sivil toplum örgütü olarak öne çıkmaktadır. Siyasal sorunlara nasıl çözümler bulunabileceği ile ilgili önerilerini siyasilere aktarırken, toplumsal huzurun ve barışın bozulmadan nasıl gerçekleştirilebileceği ile ilgili somut çözüm önerileri sunmuştur. 1990’lara kadar sağ kesimin saygısını ve takdiri toplayan Aydınlar Ocağı, sol kesim için ise baş edilmesi gereken bir sıkıntı, susturulması gereken Türkiye’yi gerilere götürecek bir sivil toplum örgütü olarak görülür. Nitekim 12 Eylül 1980 öncesinde Ocak binaları sürekli taciz edilmiş, bombalı saldırılar olmuştur. Özal dönemi ile tesirini artıran Ocak, Özal’ın Cumhurbaşkanı olması sonrasında Mesut Yılmaz anlaşamamış ve ANAP sonrasında ise tesirini kaybetmeye başlamışlardır. Özellikle 28 Şubat 1997 darbesinden en fazla etkilenen kurumların başında Aydınlar Ocağı gelmiştir. 1997-2002 döneminde ocağın etkilediği devlet aklı Türk İslam Sentezi düşüncesi yerine katı bir sekülarizme kaymış, tüm Türkiye’de katı uygulamalara imza atılmıştır. SONUÇ Aydınlar Ocağı Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti sürecini daha önceki Türk devletleri kültürel sürekliliği bağlamında değerlendirdiği için bir Türk İslam Sentezi kurmaya çalışmış, bu ve benzeri dini/mezhebi çatışmalardan uzak durulması gerektiğini her daim vurgulamıştır. Bu bağlamdaTürk İslam Sentezi fikri merkezinde yapılması gereken kudretli bir medeniyetin mirasçılarının önce kendine ait değerlerini yüceltmeleri ve bilgi üretimine geçmeleri, bunları insanlığın birikimi ışığında yeniden yorumlamalı ve uygulanabilir hale getirmesini öncelemiştir. 347 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ÖĞRENCİ TOPLULUKLARININ SİVİL TOPLUMDAKİ ROLÜ VE ÖNEMİ -Hitit Üniversitesi Felsefe ve Tarih Topluluğu Merkezli Bir İncelemeAygün AKYOL Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi @ aygunakyol@yahoo.com. Alparslan ONBAŞI Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Giriş: İnsan, toplumsal bir varlık (zoon politikon) olarak tarif edilir. Birey, aile ve toplum/devlet kurgusu bu bağlamda önemlidir. İnsanın hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarını karşılaması, karşılıklı iş bölümü, dayanışma ile mümkündür. Dolayısıyla sürekli olarak olumlu veya olumsuz boyutlarda da olsa etkileşim içindedir. İnsanların birbirini kırmadan ilişkilerinde doğru bir tutum geliştirmeyi sağlayan belirleyici unsur ise, kişinin davranış biçimidir. Birey davranış kalıplarını öncelikle ailesinden öğrenir. Ailenin çocuğun sosyalleşmesine olan katkısı ileride ortaya koyacağı yaşam ve davranış biçimini de etkileyecektir.1 Kişinin bireyselleşmesi ve toplumsal hayata katılımını sağlayan unsurlardan birisi de eğitim hayatıdır. Birey, ilk orta ve lise eğitimi boyunca kendisine bazı davranış kalıplarının kazandırılmasına yönelik bir eğitim ve öğretim faaliyeti içerisindedir. Bu eğitimin temel amacı bireyin ve toplumun sağlıklı gelişimini gerçekleştirmektir. Bu da hem eğitim hem de öğretim faaliyetini bir bütün olarak kazandırmaya yöneliktir. Ancak bu faaliyetin bireyin toplumsal hayata aktif katılımını sağlama noktasında ne kadar yeterli olduğu sorusu günümüz eğitim uzmanları tarafından problem edinilmektedir. Bu nedenle de eğitim sisteminde aktif katılımın, girişimciliğin daha merkezi bir konuma alınmasının hedeflendiğini gözlemlemekteyiz. İnsanoğlunun eğitim ve öğrenim hayatının okulla sınırlandırılması söz konusu değildir. Böyle bir iddia kişinin hayatının durağanlaşmasına ve melekelerini yitirmesine yol açar. Toplumsal hayatta yaygın olan ise eğitimin üniversite hayatıyla son bulduğu kanaatidir. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere eğitimcilerin temel problemleri 1 Aristoteles, Politika, çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975, s. 9, 85; Eudemos’a Etik, çev.: Saffet Babür, Dost Kitabevi, Ankara 1999, s. 221-1245b; Mehmet Ali Ağaoğulları, Eski Yunan’da Siyaset Felsefesi, Vteori Yay., Ankara 1989, s. 238; Aygün Akyol, İslam Ahlak Felsefesinde Değerler Eğitimi, Muhafazakar Düşünce Dergisi –Değerler Özel Sayısı-, Nisan, Mayıs, Haziran 2013, yıl: 9, sayı: 36, s. 42; Abdurrahman Şeref, Ahlak İlmi, Günümüz Türkçesine Akt.: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara 2012, s. 17, 18. 349 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER arasında hayat boyu öğrenme (Peygamberimizin ifadesiyle söyleyecek olursak, beşikten mezara kadar ilim talebinde bulunmak) yer almaktadır. Bu günümüzde Yüksek Lisans ve Doktora eğitimi gibi akademik süreçlerle ya da Sivil Toplum Örgütlerinin girişimleriyle devam ettirilmektedir. Bilgilenme Süreci ve STK olarak Felsefe ve Tarih Topluluğu Toplumların oluşum ve gelişimlerinde önemli unsurlarından birisini de sivil toplum örgütleri oluşturur. Sivil toplum, ortak amaç ve hedeflere yönelik faaliyetlerde bulunur. Bizim tebliğimizde konu aldığımız husus ise, üniversite hayatı içinde sivil toplumun da aktif birer ferdi olan üniversite gençliğinin topluluklar vasıtasıyla sosyal hayata olan katkılarını Hitit Üniversitesi Felsefe ve Tarih Topluluğu merkezli incelemektir. Gençlik dönemi olarak nitelenen bir yaş grubunun ağırlıklı olduğu üniversite eğitimi sırasında, üniversite hayatında belli idealler ve ilkeler çerçevesinde birleşip nitelikli beraberlikler ve etkinler yapmasının imkânı bu noktada önem arz etmektedir. Bu noktada Hitit Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Felsefe ve Tarih Topluluğu’nun etkinlik ve öğrenim faaliyetlerinde sivil bir yaklaşımı merkeze alarak ortaya koyduğu yapıyı değerlendirmeye çalışacağız. Bunu değerlendirirken birkaç hususun bir arada incelenmesi gerekmektedir: Topluluğumuz; • Üniversite eğitiminin bir parçası olarak, • Sivil bir inisiyatif almakta • Hem sanal ortamda hem de gerçek alanda faaliyet göstermektedir. Bu noktada topluluğun akademik arka planı, topluluk üyelerinin alt yapısı, sosyal medyayı kullanımı ve etkinlikleri çalışmamızda inceleme konusu yapılacak hususlardandır. Bu incelemelerin neticesinde bir sivil toplum örgütü olarak öğrenci kulüplerinin toplumsal hayata katkıları ile ilgili değerlendirmelerimizi sunacağız. Biz öncelikle Felsefe ve Tarih Topluluğu’nun tarihsel arka planı ile ilgili bilgiler vererek konuyu incelemek istiyoruz. Tarihsel ve Teorik Temellendirme: “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” Felsefe ve Tarih Topluluğu kuruluş ilkesi ve amaçları “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” düsturunu merkeze alarak başlamıştır. Bu da farklı kanallardan gelen bilgisel arka planın fikri ve felsefi olarak toplumsal hayatımızda yer etmesini, kurumsallaşmasını ve kamulaşmasını gerektiren bir çabadır. Bu çaba özelde Türkiye’de genelde ise, bütün insanlığa ait olan bilgi birikiminin ilgi duyan insanlara ulaştırılması ve bilginin hayatımızdaki rolünün kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmektedir. Ancak bilgi sahibi olmak demek bir bilgi paradigmasına sahip olmak demek değildir. Günümüz insanının içinde bulunduğu çelişki de buradan kaynaklanmakta350 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER dır. Bir bilgi bombardımanı altında yaşayan bizler bu bilgilerin hayatımızdaki rolünü anlamakta ve idrak etmekte zorlanmaktayız. Bunu aşabilmenin yolu ise, bu bilgilerin metodolojik olarak değerlendirilmesini yani organize bir çabayı gerektirmektedir. Felsefe ve Tarih Topluluğu da işte bu çabanın kurumsallaşmasının bir göstergesi olarak kurulmuştur.1 Yöntemimiz Üniversite gençliğinin sivil toplum alanında aktif olabilmesinin temel unsurlarından birisi öğretim üyeleri tarafından gerçekleştirilecek olan rehberlik ve danışmanlık rolüdür. İnsanlarımızın zihninde özellikle de hocalar ve öğrenciler nezdinde akademik rehberlik ve danışmanlık denildiğinde beylik ifadeler, “meli ve malı” ile biten sonu gelmez tavsiyeler şeklinde sıkıcı bir kurallar manzumesi belirir. Hâlbuki olması gereken şifahi olarak tavsiye edilen kitaplar, etkinlikler ya da emirler değil tam tersine beraber yoldaşlık yapabileceği, aynı yoldan kendisi daha önce geçmiş tecrübeli arkadaş ve yoldaş olarak ifade edilebilir. Eğer beşikten mezara kadar ilim talebinde bulunacak, hikmet/felsefe nerede olursa onu alırız, kim ondan bir parça aktarırsa ona şükran duyarız, ama bunu eleştirel ve sorgulayıcı bir tarzda yapar, bazılarını alır, bazıları reddederek, bazılarını yeniden yorumlar, bazen de tamamen bunlardan hareketle yeni yorumlar üretmeyi hedefleriz. Bu anlamda felsefe yolda/ş olmak demektir. Bunu ifade ederken sadece kuru bir öğretme faaliyetinden bahsedemeyiz. Bu, aynı zamanda hayat felsefesi ve yöntem veren üstün bir faaliyet olarak karşımıza çıkar. İnsanlarımız bugün öğretmenlikten teknik bilgi aktarımını anladıkları için hoca öğrenci arasında olması gereken saygı ve sevgi de her geçen gün azalmaktadır. Oysa bizim önerdiğimiz yoldaşlık da öğretmen ve öğrenci her ikisi taliptir, hakikate dair bilgilenmelerin peşindedir, dolayısıyla karşılıklı bir etkileşim/bilgilenme içindedir. Öğretmen denilen de kendisindeki doğruları taliplere dayatan değil, onlardaki doğru tasavvurunu ortaya çıkartandır, bu anlamda Topluluğumuzun yöntemi temelde Sokratik geleneğe yaslanır. Sokrates ve talebesi ve İslam geleneğinde Eflatun-u İlahi diye isimlendirilen Platon’un tümel/evrensel/ideası ve Aristoteles’in bunları tikelde yansıtması, tikel tümel ilişkisinin nasıl kurulacağını araştıran ve topraklara, coğrafyaya ait özgün ve özgül yorumlar üreten İslam Filozoflarına yoldaşlık etmekle hakikat yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Yöntemimiz, Önemi ve Amacı Bunun önemini İslam Filozoflarından Nasıreddin Tusi’nin (ö. 1274) ifadelerinde görüyoruz. Tusi, en büyük sevginin Allah sevgisi olduğunu zikreder. Bu sevgiden son1 Topluluğumuzun kuruluş amacını da ortaya koyan makale için bkz.: Mevlüt Uyanık, “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak –İslam Felsefesinin Günümüzdeki Anlamı Üzerine Bir Deneme-, İslamiyat, 2005/8, sayı: 4 , s. 58-68. 351 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ra gelen sevgi ise, ana baba sevgisidir. Tusî’ye göre, öğretici ve öğrenci sevgisi hariç hiçbir sevgi bu iki sevginin derecesine erişemez. Öğretici ve öğrenci sevgisi ise, bu ikisi arasında bir sevgi olarak ifade edilir. Burada baba çocuğun duyulur sebebi, yani yakın sebebi olarak kişiye maddi varlığını kazandırandır. Öğreticiler ise, nefisleri yetiştirirler, kişiye ilmi disiplin, karakter ve ahlaki duruş kazandırırlar. Bu anlamda ebedi mutluluğa yönelmesi ve hikmet ilimlerini elde etmeye çalışması öğreticisinin sayesindedir. Bu nedenle de bu tür sevgi, birinci tür sevginin yani Allah sevgisinin altında, ana baba sevgisinin ise, üstünde görülmüştür. Görüldüğü üzere öğretici, cismani bir efendi ve ruhani bir baba olarak ifade edilir, onun mertebesi ise, tazim bakımından İlk Neden’in altında, beşeri babalar mertebesinin ise, üstünde kabul edilir. Tusî, öğretici ve öğrenci sevgisiyle ilgili olarak İskender’den bir hikâye aktarır. Buna göre, İskender’e “babanı mı daha çok seviyorsun yoksa öğreticini mi?” şeklinde bir soru yöneltilir. İskender hocasını daha çok sevdiğini ifade eder. Bunu da “çünkü babam fani hayatımın sebebi, öğreticimse, baki hayatımın sebebidir” şeklinde açıklar.2 Üniversite hayatı ise, bireyin kimliğini rahatça ortaya koyabildiği, istediği şekilde hareket kabiliyetine kavuştuğu geçmiş eğitim tecrübesine göre, daha özgür bir ortam olarak dikkat çekmektedir. Bu da kişinin tutum ve davranışlarını belirlerken bireysel anlamda gelişini tamamlamasına ya da tamamen bireysel öz niteliğini kaybetmesine de sebep olabilmektedir. İşte bu noktada topluluklar bireylerin istek ve beklentilerine cevap verme amacıyla ortaya çıkmaktadır. Üniversite toplulukları belli amaç ve hedefleri merkeze alarak oluşturulan gönüllülüğün esas olduğu sivil toplum birimleridir. Hitit Üniversitesi Felsefe ve Tarih Topluluğu esasında ilk olarak Gazi Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat fakültesinin kuruluş dönemlerinden itibaren faaliyet gösteren ancak tüzel kişiliğine 27/12/2011 tarihinde kavuşan bir oluşumdur. 1993 yılında eğitim öğretim faaliyetlerine başlayan Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesinde 1995 yılında göreve başlayan İslam Felsefesi Anabilim dalı başkanı Prof. Dr. Mevlüt Uyanık’ın felsefe bölüm derslerine girmeye başlamasıyla öğrenci aktiviteleri de başlamış oldu. Bugün topluluğun akademik danışmanı olan Yrd. Doç. Dr. Aygün Akyol’da o tarihlerde İlahiyat Fakültesi lisans eğitimine başlamıştı. 1995’ten itibaren felsefi metin okumaları, müzik dinletileri, toplumsal sorunlarla ilgili organizasyonlar (deprem mağdurlarına ve maddi durumu iyi olmayan köylere yardımlar), kurslar şeklinde etkinliklerini Prof. Dr. Mevlüt Uyanık danışmanlığında gerçekleştirdi. Mevlüt Uyanık, Kırgızistan’a resmi görevli olarak gidene kadar (2012) İktisat ve Mühendislik Fakültesi öğrencilerinin ağırlıkta olduğu Anadolu ve Kültür Topluluğunun da kurucu danışmanlığını yaptı. Benzer etkinlikler bu topluluk 2 Nasıreddin Tusi, Ahlak-ı Nasıri, ed.: Tahir Özakkaş, çev.: Anar Gafurov, Zair Şükürov, Litera Yay., İstanbul 2007, s. 258, 259; Aygün Akyol, “Ahlâk-ı Nâsırî’de Ahlâk ve Siyaset İlişkisi: Sevgi Erdemi Merkezli Bir Okuma”, Değerler Eğitimi Dergisi, c. 10, no: 24, Aralık 2012, s. 13. 352 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER bünyesinde de yapıldı. Topluluğun kurumsal arka planını oluşturan bu yapıdan yetişenler, şuanda Türkiye’de pek çok üniversitede Arş. Gör. ve Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadırlar. Aynı geleneği oraya götürerek devamlılığı sağlamaya çalışmaktadırlar. Hitit Üniversitesi Felsefe ve Tarih Topluluğu: Kurumsal Kimlik Prof. Dr. Mevlüt Uyanık yönetiminde 1995 tarihinden itibaren faaliyetlerine devam eden Felsefe ve Tarih Topluluğu 27/12/2011 tarihinde Alparslan Onbaşı başkanlığında Yrd. Doç. Dr. Aygün Akyol’un akademik danışmanlığında kurumsal kimliğine kavuştu. Kurumsal Kimlik olarak üniversite gençliği arasında felsefi tartışmaların metinlere dayalı, canlı ve renkli bir şekilde yapılabileceğini gösterme çabasını kendisine hedef olarak seçen topluluğun ilk dönem başkanlığını Hitit Üniversitesi öğrencilerinden Alparslan Onbaşı, başkan yardımcılığını ise, yine Hitit Üniversitesi öğrencilerinden Halim Usta yaptı. Topluluğun mevcut başkanlığını ise, Hitit Üniversitesi öğrencilerinden Hüseyin Aydın yürütmektedir. Felsefe ve Tarih topluluğu tüm etkinliklerinde gönüllülük esasına dayalı olarak faaliyet göstermektedir. Bu çerçevede kulüp yaptığı tüm etkinliklerinde Üniversite içinden ve üniversite dışından hiçbir yerden maddi destek almadan tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak gerçekleştirmektedir. Okuma etkinlikleri kulüp üyeleri tarafından organize edildiğinden her herhangi bir maliyete gerek duymamaktadır. Kültürel ve Sanatsal faaliyetler olarak niteleyeceğimiz, kurslar, müzik dinletileri, stand up gösterileri ve sergi türü faaliyetler ise, katılımcıların topluluk için gönüllü olarak geldiği etkinlikler olarak dikkat çekmektedir. Etkinlikler ve Metin Müzakereleri Yöntemi Felsefe ve Tarih Topluluğunun temel hedefi okuyan, düşünen ve sorgulayan bir arkadaş grubu oluşturabilmekti. İlahiyat Fakültesi bünyesinde etkinliklerini yoğunlaştırdığı için bu yapının oluşmasında Kindi, Farabi, İbn Sina ve Gazali gibi İslam filozoflarının metinlerini öncelendi. Muallim-i Sani de denilen Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı klasik eserinde belirtildiği üzere beş sanat (burhan, cedel, sofistai, hitabet ve şiir) içerisinden burhan yöntemi öncelenmiş, şiir, sanat, hitabet yöntemleri gereği de ruha, gönle hitap eden müzik dinletileri, burhan yöntemini sanata aksettiren pedagoji eksenli film gösterimleri yapılmaktadır. Çünkü İslam filozoflarına göre, ilim ve hikmet sahibi olmak insan için yeryüzündeki en önemli faaliyettir. Ancak felsefe ve ilim ile uğraşacakların bir yöntem ve usul çerçevesinde hareket etmeleri gerekmektedir.3 Geleneğimizde felsefe ve hikmet uğraşı herkese açılacak ve herkesin yapabileceği bir bilgilenme olarak görülmez. Bu nedenle bu işle uğraşacak kişinin öncelikle bireysel olarak fikri olgunluğa sahip olması istenmekte, bunun yanı sıra usul ve yöntem açısından da tutarlı olması gerekmektedir. Eğer bunlar sağlanamaz ise, felsefi ya da hik3 Farabi, İlimlerin Sayımı, çev.: Ahmet Ateş, MEB. Yay., İstanbul 1990, ss. 79-91. 353 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER metle uğraştığı düşünülen kişilerin yanlış ve hatalı görüşleri benimsemesi de mümkün görülür. Zira İslam felsefesinde kişinin düşüncesine çekilmiş bir sınırdan ziyade bilgi edinmede usul ve metot gösterilir. Bununla ilgili olarak bir kişinin felsefeyle uğraşmaya layık bir niteliğe sahip olması için düşünce erdemine ve karakter erdemine sahip olması istenmektedir. Eğer kişi bu erdemlere sahip değilse ona felsefi ilimler açılmaması önerilmektedir. Açıldığı takdirde bu ilimleri anlamayacağı gibi kendi hayatına da devam edemeyecek ve tutarsız bir durum ortaya çıkacaktır. Bu, ilim erbabı için İslam filozofları tarafından ifade edilen önemli bir husustur.4 Düşünce ve Karakter Eğitimi Felsefe ve Tarih Topluluğu ilgili öne çıkan yön, bir araya gelmede temel unsurun, düşünce ve karakter erdeminin her şeyin önünde gelmesidir. Bu da metin yazımı ve akademik disiplinle ortaya konulacak bir süreci gerektirmektedir. Süreç içersinde yukarıda ifade edilen akademik disiplin sağlandığında kişinin ilmi bir bakış açısını, ahlaki olgunlukla ortaya koyması ve bunu paylaşması temel amaçtır. Burada dikkat çeken yön ise, gönüllü ve iradi bir tercihle kişilerin topluluğa ve etkinliklerine katkı vermesidir. Gönülsüz bir kişinin değer ve bilgi üretiminden yoksun olacağından hareketle okuma etkinliklerinin tamamen gönüllülük esasına göre şekillenmesi gerekmektedir. Bu nedenle İslam filozofları da bütün yapılan eylemlerin riyadan ve gösterişten uzak, sevgi, gönüllük ve muhabbete dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgularlar.5 Topluluğun okuma etkinlikleri öncelikle roman ve hikâyelerle başlamakta, her öğrencinin metinleri tek tek takip edilmekte, okumalarının gidişatına göre okumalar değerlendirilmektedir. Bu çerçevede topluluk okumalarına katılan arkadaşların ilk okuma metinleri Küçük Prens, Martı, Alice Harikalar Diyarında gibi metinlerle başlar ve kendi okuma seyrine göre okuma etkinlikleri devam eder. Bunun yanı sıra herkese açık okumalar ise, gün ve tarih belirtilerek herkesin okudukları kitap ile ilgili metin hazırladıktan sonra başlar. Bu esaslar çerçevesinde felsefi müzakere etkinliklerine başlayan topluluk, İlk İslam filozofu Kindi’nin Üzüntüyü Yenmenin Çareleri, Uyku ve Rüyanın Mahiyeti başlıklı risalelerini, Ebu Bekir Zekeriya er-Razi’nin Filozofça Yaşam adlı risalesini ve İbn Rüsd’ün Faslu’l-Makal/Felsefe Din İlişkisi adlı eserini, Platon’un Sokrates’in Savunması, George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı eserleri müzakereye açtı.6 Metin analizlerinde dikkat çeken yön, tartışmaya katılan tüm katılımcıların 4 Farabi, “Felsefe Öğrenmeden Önce Bilinmesi Gerekenler”, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içinde, çev.: Mahmut Kaya, Klasik Yay., İstanbul 2003, s. 114, 115; İbn Sina, İşaretler ve Tembihler, çev.: Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul 2005, s. 204; İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, s. 84; Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, Elis Yay., Ankara 2013, s. 53. 5 Nasıreddin Tus, Ahlak-ı Nasıri, s. 264, 265, 266; Aygün Akyol, “Ahlak-ı Nasıri’de Ahlak ve Siyaset İlişkisi”, s. 15, 16; a.g. mlf., Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, Araştırma Yay., Ankara 2013, s. 63, 64. 6 Topluluk okuma faaliyetiyle ilgili bkz.: http://www.medeniyetmektebi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=40878; http://www.eilahiyat.com/index.php/arsiv1/kategoriler/ilahiyat-hoca-makaleleri/879-felsefe-dedine-e-yarar. 354 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER metinleri okuyarak değerlendirme metinleri hazırlaması ve İslam Felsefesi Anabilim Dalı başkanı Prof. Dr. Mevlüt Uyanık ve topluluğun akademik danışmanı olan İslam Felsefesi Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Aygün Akyol tarafından bu metinlerin tek tek analiz edilerek tartışma hazırlıklarının yapılmasıdır. Buradaki amaç, okuma etkinliğinin pasif bir etkinlik olmaktan çıkarılıp aktif bir sürece dönüşmektedir. İlk okuma kişinin metinle kendi arasındaki ilişkiyi kurgulamasını gerektirirken, yazma etkinliği kişinin kendisi ile diğer insanlara sunacağı metni şekillendirmesini sağlıyor. Bu noktada devreye giren akademik rehberlikteki dış okuma süreci ise, üçüncü aşamayı oluşturmaktadır. Bu süreç metin yazımı, metnin temel problemlerinin bütün yönleriyle tartışmaya açılmasını ve akademik bir üslupla ifadesini sağlamaktadır. Okuma etkinliğinin son aşamasını ise, okuma metninin topluluk önünde müzakereye açılması oluşturur. Burada dikkat çeken dört aşamalı bir müzakere sürecinin topluluk üyeleri tarafından ortaya konulmasıdır. Felsefe ve Tarih Topluluğu okuma etkinliklerinin son halkası olarak sorun merkezli çalışmalara yer vermektedir. Bu da topluluk üyelerinin çok yönlü bir okuma faaliyeti sonrası kendi tercihlerine/eğilimlerine göre akademik çalışmalar yapma imkânıyla sağlanmaktadır. Böylelikle öğrenci kendini ilgili gördüğü bir konuyu akademik anlamda ifade etme olanağı da bulmuş olmaktadır. Bunda esas olan ise topluluk okuma faaliyetlerine katılan arkadaşların kendi seçtikleri bir konuyu derinlemesine inceleyerek, akademik bir metin hazırlamaktır. Bu da lisans bitirme tez projesi olarak değerlendirilmektedir.7 Kültürel ve Sanatsal Yön Felsefe ve Tarih Topluluğu, felsefe ve tarih üzerine akademik bir bakış açısı geliştirmenin yanı sıra, müzik dinletisi, sinema gösterimi, film müzakeresi ve panel gibi çeşitli etkinliklere de yer verdi. Bu, topluluk üyelerinin hayatın her yönüyle ilgili fikir paylaşımını sağlama noktasında önem arz etmektedir. Bu faaliyetler arasında; • Metin Şahin – Bozkırın Tezenesi ve • Alparslan Onbaşı tarafından icra edilen Stand-up gösterisi, • Ölü Ozanlar Derneği Film Gösterimi ve Müzakeresi, • Uyku ve Rüya’nın Mahiyeti Risalesinin okunması • Risale müzakeresi sonrası Inception/Başlangıç isimli film gösterimi, • Hayvan Çiftliği kitabı sonrası Hayvan Çiftliği filmi gösterimi ve müzakeresi 7 Felsefe ve Tarih Topluluğu aynı zamanda öğrencilerin akademik bir sunum yapmanın imkânlarını lisans bitirme tezleriyle topluluk üyelerine kazandırmaktadır. Bkz. Alparslan Onbaşı, Seyit Ahmet Arvasi’ye göre Siayset Felsefesi, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Lisans Bitirme Tezi, Çorum 2013; Halim Usta, “Mizah ve Mizahın İslam’daki Yeri”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Lisans Bitirme Tezi, Çorum 2013; H. Reyhan Akdağ, İbn Miskeveyh’in Ahlak Anlayışında Nefs Kavramı, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Lisans Bitirme Tezi, Çorum 2013. 355 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER • Osman Ünsal Taşçı tarafından icra edilen Klasik Gitar Dinletisi. • Ayrıca topluluk olarak Kur’an-ı Kerim ile ilgili çalışmalara da yer verilerek, İlahiyat Fakültesindeki öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri amacıyla “Diyanet Yeterlilik Sınavı”na ilişkin seminerler verildi ve ödüllü “Kur’an-ı Güzel Okuma” yarışması düzenlendi. Panel programı olarak Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim Maraş, Türk Dünyasında Dini Yenileşme konusunu dinleyicilerle paylaştı. Topluluk Üye Profili Hitit Üniversitesi Felsefe ve Tarih Topluluğu yaptığı etkinlikleri yerel basında ve sanal ortamda takipçilerine duyurdu. Bu çerçevede kurulan Facebook sayfası, topluluğun tüm duyurularının ve etkinlik haberlerinin paylaşıldığı bir ortam oldu. Sayfa takipçi sayısı şu an itibariyle 5000/beş bin kişiye ulaşmış durumdadır. Haftalık gönderi erişim oranı ise, ellibin/50000 olarak sayfa istatistikleri arasındadır. Bu, sayfanın aylık gönderi erişiminin 200000 olduğunu göstermektedir. Sayfanın etkinlikleri duyurmasıyla birlikte etkinlik sivil toplumun tüm kesimlerine de açılmış oldu. Bu çerçevede gerek Çorum dışından gerekse Çorum içinden sayfamızı takip edenler, gelip etkinliklerimizi takip ettiler. Bu çerçevede Felsefe ve İlahiyat sahasına ilgi duyan arkadaşlarımızı misafir ettik. Sayfa Takipçileri arasında yurt içinden olduğu kadar yurt dışından da takipçilerimiz katkıda bulunmaktadırlar. Felsefe ve Tarih Topluluğu Sayfasını Türkiye’den 4395, Almanya’dan 54, Azerbaycan’dan 54, Kırgızistan’dan 28, Avusturya’dan 12, Fransa’dan 10, ABD’den 10, Kıbrıs’tan 10, İngiltere’den 6, Hollanda’dan 6 kişi takip etmektedir. Diğer ülkelerden de takipçisi olmakla birlikte ağırlıklı olarak bu ülkeler öne çıkmaktadır. Türkiye içinden İstanbul’dan 908, Ankara’dan 493, Çorum’dan 490, Konya’dan 127, Bursa’dan112, İzmir’den 101, Samsun’dan 93, Adana’dan 91, Erzurum’dan 72, Kayseri’den 60, Antalya’dan 55, Malatya’dan 48, Gaziantep’ten 47, Bakü’den 43, Eskişehir’den 39, Diyarbakır’dan 39, Van’dan 38 kişi takip etmektedir. Diğer illerden de takipçi görülmekle birlikte ağırlıklı olarak bu iller öne çıkmaktadır. Sayfa istatistikleri gözlemlendiğinde yaş grubuna göre, 18-24 yaş grubunda takipçi sayısı noktasında bayanlar çok fazla iken, 25-34 de bu dengeleniyor ve 35-44 yaş grubunda da erkek takipçi sayısının daha fazla olması dikkat çekiyor. Bu bizlere Türkiye’de okuma etkinliklerine olan ilgi ile ilgili değişimi de göstermektedir. Buna göre yeni nesil arasında bayanların felsefe ve ilahiyat sahası ile ilgili okumalara daha meraklı olduğunu ifade edebiliriz. Sonuç: Felsefe ve Tarih Topluluğu ortaya koyduğu etkinliklerle gerek Hitit Üniversitesi 356 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER içinde gerekse üniversite dışında nitelikli bir etkinlik alanı oluşturmaya gayret göstermektedir. İnsanların eğlence olarak kurguladıkları ya da boş zaman değerlendirme olarak gördükleri sivil toplum inisiyatifinin tam tersine nitelikli, özgül ve özgüvenli bir yaklaşımla değerlendirerek felsefi, sanatsal ve kültürel kazanımlar elde etmeye gayret göstermektedir. Bunu gerçekleştirmek için öğretim üyesi ve öğrenci yoldaşlığını göstermekte ve bu çerçevede etkinliklere katkı sunmaktadır. Sivil toplumun toplumsal hayattaki rolü özellikle modernleşen toplumlarda çok daha büyük önem arz etmektedir. Bireyin ve toplumun sağlıklı bir temel üzerine oturtulabilmesi birbiriyle sağlıklı iletişim kurabilen, beklentilerini, isteklerini açıkça ifade edebilen ve bunlarla ilgili taleplerini de gündeme getirebilen insanlarla mümkün olacaktır. Kişinin günlük hayatında nitelikli insanlarla birliktelikler oluşturabilmesi, ortak bir takım hedefler ve amaçlarla gerçeklerebilmesi STK ile mümkün olacaktır. Biz de özelde fakültemiz, genelde üniversitemiz gençlerini sivil, özgür ve özgüvenli bireyler olarak topluma kazandırmak, üniversite sonrasındaki hayatlarındaki verimlilik oranları artırmayı hedeflemekteyiz. Kaynakça: AKDAĞ, H. Reyhan, (2013), İbn Miskeveyh’in Ahlak Anlayışında Nefs Kavramı, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Lisans Bitirme Tezi, Çorum. Akyol, Aygün, (2013), “İslam Ahlak Felsefesinde Değerler Eğitimi”, Muhafazakâr Düşünce Dergisi –Değerler Özel Sayısı-, Nisan, Mayıs, Haziran, yıl: 9, sayı: 36. Akyol, Aygün, (Aralık 2012), Ahlak-ı Nasıri’de Ahlak ve Siyaset İlişkisi –Sevgi Erdemi Merkezli Bir Okuma”, Değerler Eğitimi Dergisi, c. 10, No: 24. Akyol, Aygün, (2013), Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, Araştırma Yay., Ankara. Aristoteles, (1975), Politika, çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul. ------------ (1999), Eudemos’a Etik, çev.: Saffet Babür, Dost Kitabevi, Ankara. Ağaoğulları, Mehmet Ali, (1989), Eski Yunan’da Siyaset Felsefesi, Vteori Yay., Ankara. Farabi, (2003) “Felsefe Öğrenmeden Önce Bilinmesi Gerekenler”, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içinde, çev.: Mahmut Kaya, Klasik Yay., İstanbul. İbn Sina, (2005), İşaretler ve Tembihler, çev.: Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul İbn Rüşd, (2004), Faslu’l-Makâl/Felsefe-Din İlişkileri, çev.: Süleyman Uludağ, Dergah Yay., İstanbul. Onbaşı, Alparslan, (2013), Seyit Ahmet Arvasi’ye göre Siyaset Felsefesi, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Lisans Bitirme Tezi, Çorum. Şeref, Abdurrahman, (2012), Ahlak İlmi, Günümüz Türkçesine Akt.: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara. Tusi, Nasıreddin, (2007), Ahlak-ı Nasıri, ed.: Tahir Özakkaş, çev.: Anar Gafurov, Zair Şükürov, Litera Yay., İstanbul. Usta, Halim, (2013), “Mizah ve Mizahın İslam’daki Yeri”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Lisans Bitirme Tezi, Çorum. 357 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Uyanık, Mevlüt, (2005/8), “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak –İslam Felsefesinin Günümüzdeki Anlamı Üzerine Bir Deneme-, İslamiyat, , sayı: 4. Uyanık, M., Akyol, A., (2013), İslam Ahlak Felsefesi, Elis Yay., Ankara. 358 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SİYASAL ERK VE DÜŞÜNCE KURULUŞLARI Cemal DEMİR Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (GASAM) @ cemaldemirr@gmail.com GİRİŞ Ülkemizde genel olarak düşünceye verilen önem yetersizdir. Bunun temel nedenleri arasında, toplumun ideolojilerle korkutulmuş olması yatmaktadır. Temeldeki bu problem, Türkiye’de düşünce kuruluşların gelişmeleri önündeki en büyük engeldir. Tabii değişen dünya ile Türkiye’de son zamanlarda düşünce kuruluşlarıyla ilgili bir gelişmenin olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de daha önceleri düşünce kuruluşlarına yönelik negatif bir algı varken, 2000’li yıllarda bu algı pozitif yönde değişmeye başlamıştır. Türkiye’de düşünce kuruluşlarının resmi makamlar ve toplum tarafından henüz tam olarak benimsendiğini söylemek için ise henüz erkendir. Zira Batılı gelişmiş ülkelerin aksine düşünce kuruluşları, genel olumsuz algı sorunundan dolayı, devlet ve özel sektörlerden yeterli toplumsal ve ekonomik desteği görememektedir. Bunun sonucu olarak Türkiye dünya coğrafyasının jeostratejik ve jeopolitik eksenlerinin tam ortasında olan bir ülke olmasına rağmen düşünce kuruluşlarının yeterli donanım ve seviye ulaşamadığını gözlemlemekteyim. І- TÜRKİYE VE GELİŞMİŞ ÜLKELERDEKİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI ALGISI Bir toplumda düşünce kuruluşların etkin olması o toplumun kalkınmışlığını gösterir. Siyaseti yönlendirmede düşünce kuruşlarının etkisi, ülkenin kalkınmışlık parametresiyle doğru orantılıdır! Çünkü ABD ve AB ülkeleri olmak üzere dünyanın gelişmiş ülkelerinde düşünce merkezlerinin Türkiye’ye nazaran sayı ve vasıf olarak daha güçlü olduklarını gözlemlemekteyim. Türkiye’de ise düşünce kuruluşları algısının pozitif olarak yeni olduğunu düşünüyorum. Dünya genelinde yaklaşık 6 bin düşünce kuruluşun olduğu varsayılmaktadır. Bazı dünya ülkelerin düşünce kuruluşları sayısını paylaşmak istiyorum. ABD’de 1800, Avrupa Birliği’nde 1485, Çin’de 425, Hindistan’da 292, İngiltere’de 286, Almanya’da 194, Fransa’da 176, Rusya’da 104, Japonya’da 105 ve Türkiye’de ise 47’dir.8 Ayrıca bu yabancı ülkelerin ve Türkiye de ki düşünce kuruluşların araştırmaya ayırdıkları bütçeleri de karşılaştıralım aradaki büyüklüğü daha iyi gözlemlememize yardımcı olur! 8 http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye’deki_d%C3%BC%C5%9F%C3%BCnce_kurulu%C5%9Flar%C4%B1_listesi 359 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Düşünce kuruluşları ülkelerin yumuşak gücüdür (soft power). Düşünce kuruluşları ülkelerin ekonomik, kültürel ve sosyal gücünü yansıtarak yabancı devletleri ve toplumları etkileyici kuruluşlar olarak stratejistler tarafından telakki edilmiştir. ІІ. TÜRKİYE’DE DÜŞÜNCE KURULUŞLARIN SİYASETİ YÖNLENDİRME ETKİSİ Demokratik toplumlar için düşünce kuruluşları temel stratejik kurumlardan biridir. Düşünce kuruluşlarının bir toplumda etkin olması, o ülkenin ulusal ve uluslararası siyasetini yönlendirmede ekonomik, kültürel ve sosyal gücünü yansıtarak siyasal erkleri etkileme olgusudur. Bu anlamda Türkiye’nin düşünce kuruluşu olgusu ile geç tanışmış olmasında, düşünce kuruluşlarının finans, kadro temini ve güncel bilgi tedariki sorunları da etkili olmuştur. Zira Türk düşünce kuruluşları büyük oranda mahrum kaldıkları bu olanaklar nedeniyle gönüllük esasına göre çalışmaktadırlar. Oysa düşünce merkezleri ve stratejistler gelişmiş ülkelerde sistem içindedir ve pek çok olanağa sahiptirler. Türkiye’nin Batı standartlarında düşünce merkezlerine kavuşması ise bu merkezlerin politikaların oluşturulduğu atölyeler olarak düşünülmesine bağlıdır ve bu sağlandığında, ülke ve uluslararası politikaların yeniden inşası başlamış olacaktır. SONUÇ Düşünce merkezleri bir ülkenin ulusal gücü, düşünce ‘ar-ge’leri olarak kabul edilmelidir. Türkiye’nin ülke olarak bölgesinde ve dünyada söz sahibi olması noktasında düşünce kuruluşlarının daha etkin bir rol oynaması gerekmektedir. Bu anlamda hedef; düşünce değerlerini bir havuzda toplamak, üretilmiş bu bilgi ve düşüncelerden ulusal ve uluslararası alanlarda kullanımına yönelik fizibilite çalışmalarının yapılması olmalıdır. Kısaca, Türkiye düşünce kuruluşlarının gelişmişliği, siyasal erklere etkisi ve ürettiği politikaların etkinliği ile ülkeye bölgesel ve küresel jeopolitik derinliğini kazandırmış olmasıyla ölçülecektir. Böylece, Türkiye yönetim kalitesi ve dünya lider ülkesi olarak saygınlığını daha da artıracaktır. Türkiye tarihi ve coğrafi derinliği olan bir ülke olarak düşünce merkezlerinin sayısı ve niteliği yükseltilmelidir. Ayrıca siyasal erkler de devletin tüm stratejik planlama ve politika süreçlerinde düşünce kuruluşlarına söz hakkını artırmalarını öneriyorum. 360 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AHISKA TÜRKLERİ VE VATANA DÖNÜŞ MÜCADELESİ Burhan ÖZKOŞAR Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATÜB) @ datubburhanozkosar@gmail.com Adalet KAHVECİOĞLU Vatan Ahıska Dergisi @ adaletdatub@gmail.com Ahıska Neresidir? Ahıska, Türkiye’nin doğusunda Gürcistan sınırları içinde yer alan ve Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız kasabaları ve bu kasabalara bağlı iki yüz kırk köyden oluşan bölgenin adıdır. Gürcüler bu bölgeyi, eski bir kavmin adına izafeten Mesketya olarak adlandırırlar. Bölgenin yerlisi olan Türkler ise bölgeyi Ahıska olarak adlandırırlar ve kendilerine de Ahıska Türkü derler. Gerçekte Mesketya isimlendirmesi SSCB’nin son yıllarında ortaya atılmıştır. Osmanlı dönemi ve öncesinde de bu bölge Ahıska olarak adlandırılıyordu. Tarihi Ahıska Türkleri eski Gürcü kaynaklarında Kıpçak ve Bun-Türk olarak anılır. Tarihi Gürcü kaynağı Kartlis Çxovreba (Kartli’nin Hayatı) bu halkın, Makedonyalı İskender çağında da burada yaşadığını bildirmektedir. Gürcü bilgini N.Marr, Bun-Türk sözünü, ‘’otokton/yerli Türk ‘’ olarak açıklamaktadır. Ahıska 1267 yılından itibaren bölgede yaşayan Türk kökenli Atabek yönetimleri (mahalli Türk beyliği) altında yaşamıştır. Atabekler yarı bağımsız, ancak İran’da egemen Azeri Türklerince kurulmuş Safevi hükümdarlığına bağlı olarak varlıklarını sürdürmekteydiler. Ahıska bölgesi 1578 tarihinde Safevi Krallığı’ndan Osmanlı İmparatorluğu himayesine geçti. Türk asıllı Atabekler yönetimi, Osmanlı egemenliği altında da varlığını korudu. Ahıska, 1828’de yaşanan Osmanlı-Rus savaşı sonucu 1829 Edirne Antlaşması ile savaş tazminatı olarak Ruslara bırakılmıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından 1917 yılına kadar Rus Çarlığı yönetiminde kalan Ahıska, 1917 Ekim Devrimi sonrası Çarlık askerlerinin çekilmesiyle Gürcülerin yönetimine girmiştir. 21 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması’na göre Gürcistan sınırları içinde kalan Ahıska, Gürcistan’ın kısa süre sonra yeni kurulan SSCB katılmasıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin topraklarına dahil oldu.Ahıska Türk toplu361 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER munun ileri gelenlerini çeşitli bahanelerle ya hapse atmış ya da Sibirya’ya sürmüştür. Sibirya’ya sürgün edilenler aydınlar ve kanaat önderleriydi. Yüzlerce Ahıskalı aydın ve toplum önderi Sibirya’da çalışma kamplarında hayatını kaybetmiştir. 1944 Sürgünü Ahıska Türkleri SSCB’de İkinci Dünya Savaşı’na kadar askerlik görevinden muaf tutuldukları için silah eğitiminden yoksunlardı. Ancak savaş öncesi hiçbir silah eğitimi olmayan 40.000’e yakın erkek nüfus askere alındı ve cepheye sürüldü. Ahıskalı genç erkekler savaşta SSCB için savaşırken geride kalan yaşlı ve kadınlar tren yolu inşaatında çalıştırıldı ve onlara Ahıska’ya tren geldiğinde sevdiklerine daha kolay kavuşacakları yalanı anlatıldı. Ancak Ahıskalı Türkler 1944 yılının 14 Kasımını 15 Kasıma bağlayan gecede, daha güvenli bölgelere gönderilecekleri gerekçesiyle hayvan nakil vagonları takılmış Tiflis’ten gelen ilk tren ile Orta Asya steplerine sürüldüler Resmi kayıtlara göre 86.000 kişi ve askerde görevli 40.000 kişi de dikkate alındığında toplamda 126.000 Ahıska Türkü yurtlarından sürülmüştür. Bu nedenle gerçek rakamın en az 250.000 olduğu tarafsız tarihi kaynaklarca bildirilmektedir.. Zira her toplumda askerlik yaşına gelen nüfus ile toplam nüfus arasında belli bir orantı vardır. Bir buçuk ay süren tren yolculuğu sırasında ve hemen sonrası toplama kamplarının kötü koşullarından dolayı; soğuktan, açlıktan ve çeşitli hastalıklardan17.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Diğer yandan askere götürülen 40.000 Ahıska gencinden 20.000’i ancak geri dönebilmiştir. Bu sürgün ve savaş yine SSCB resmi kayıtlarına göre toplamda 37.000 Ahıska Türkü’nün canına mal olmuştur. Ancak ölüm yolculuğu sırasında hayatını kaybedenlerin resmi rakamlardan daha fazla olduğu yaşayan tanıklarca ifade edilmektedir. 1944’te Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a sürülen Ahıska Türkleri 1957 yılına kadar toplama kamplarında tutulmuşlar, açlık ve sefalete mahkum edilmişlerdir. Parçalanmış aileler uzun süre birbirinden haber alamamış, çoğu da sevdiklerinin özlemi içinde hayata veda etmiştir. 1956’da Yüksek Sovyet, gizli polis teşkilâtının kontrolünde devam eden sıkı rejim şartlarını yumuşattı. Ahıskalıların, SSCB’nin Ahıska dışında istedikleri bir bölgesine yerleşmelerine izin verildi. İlk izin kararında “Türk” kelimesi açıkça yer almaktaydı. 1957’de çıkarılan yeni bir kararla onların “Azeri” oldukları bu nedenle isterlerse Azerbaycan’a dönebilecekleri belirtildi. Fakat yurda dönüş izni verilmedi. Ahıska Türklerinin temsilcileri, 1957’de Moskova’ya giderek vatana dönmek için ilk müracaatlarını yaptılar. Kendilerine, “Siz Azerisiniz, o halde Azerbaycan’a dönebilirsiniz.” diye cevap verildi. Ahıska Türklerinin 1957 ve 1966 yıllarında örgütlenerek başlattıkları barışçı vatana dönüş mücadelesi halen devam etmektedir. 362 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 1989 Fergana Faciası 1989’da Özbekistan’ın Fergana vadisinde yaşayan Ahıska Türkleri, bir provokasyon sonucu 3 Haziran günü başlayan ve haftalarca süren karışıklıklar sonucu yerli halkın kıyımına uğramıştır. Saldırılara maruz kalan Ahıska Türklerinin büyük çoğunluğu Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalmış ve ikinci bir sürgün yaşamışlardır. Bu ikinci sürgünde bu defa kargo uçakları onları yaşadıkları yerlerden koparmıştır. Rusya Federasyonu içinde Rostov ve özellikle de Krasnodar bölgelerinde uzun yıllar pasaportsuz olarak yaşama mücadelesi vermişlerdir. 2004 Yılında Yeniden Sürgün Rusya Federasyonu’nda Krasnodar bölgesinde Ahıska Türklerine karşı sistemli yıldırma ve kötü muameleler uygulanmış 1999’da bu bölgede yaşayan Ahıskalıların vatandaşlığı iptal edilmiştir. Oysa SSCB çökmeden hemen önce çıkarılan bir yasa ile herkesin üzerinde yaşadığı ülkenin vatandaşlığını otomatik elde edeceği öngörülmüştü. Bu bölgede yaşayan Ahıska Türkleri 2004 yılına kadar vatansız statüsünde yaşamak zorunda kalmışlardır. Ahıska Türklerinin önderleri farklı ülkelere başvurarak can güvenliklerinin sağlanması koşuluyla yaşayacak bir ülke aramışlardır. Bu dönemde de Ahıska’ya dönüş girişimleri engellenmiştir. 2004 yılında 11.500 Ahıska Türkü ABD’ye göç ettirilmiştir. Böylece bu halk üçüncü defa yaşadığı yeri terk etmek zorunda bırakılmış ve üçüncü defa bir sürgün travması yaşanmıştır. Günümüzde bu göçmenler ABD’de yirmi altı eyalete dağıtılmış durumdadırlar ve bu defa da dillerini ve kültürlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Gürcistan Geri Dönüşü Sağlamaktan Kaçınmaktadır 1999 yılında Gürcistan’ın Avrupa Konseyi’ne tam üyeliği kabul edilmiştir. Ancak Gürcistan’ın Ahıska Türklerinin vatanlarına dönmesini taahhüt etmesiyle konu uluslararası toplum gündemine girmiştir. Buna karşılık Gürcistan bu tarihten beri ciddi bir adım atmakta gönülsüz davranmıştır ve 2007 yılına kadar hiçbir adım atmamıştır. Diğer yandan Gürcistan makamlarınca şimdiye kadar Kazakistan, Kırgızistan, Ukrayna, Türkiye ve Rusya Federasyonundan yapılan başvurular ile ilgili hiçbir açıklama yapılmamıştır. Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATÜB) Dünya Ahıska Türkleri Birliği Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Gürcistan, ABD, KKTC ve Türkiye olmak üzere 10 ayrı ülkedeki liderlerin vardıkları uzlaşma sonucu kurulmuş küresel bir STK’dır. 10 ülkeden katılan 85 derneğin bağlı olduğu DATÜB’ün merkezi Ankara’dadır. Birlik, dünya çapında Ahıska Türklerini temsilen faaliyetler yürütmekte ve uluslararası platform363 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER larda girişimlerde bulunmaktadır. 69 yıllık vatana dönüş mücadelesi DATÜB öncülüğünde devam etmektedir.. Ahıska Türklerinin Talepleri 1) 1944 yılında Gürcistan’ın Türkiye sınırında yer alan Ahıska Bölgesinde yaşayan ve kendilerini Ahıska Türkleri olarak adlandıran nüfus Özbekistan başta olmak üzere Orta Asya içlerine sürgün edilmişlerdir. 2) Ahıskalıların Sovyetler Birliği dönemini de kapsamak üzere geri dönüş konusunda girişimleri olmuşsa da bu girişimlerden somut bir sonuç alınamamıştır. 3) Gürcistan’ın 1999 yılında üye olduğu Avrupa Konseyi (Council of Europe), üyelik şartı olarak Gürcistan’ın 12 yıl içerisinde Ahıskalıların geri dönüşünü tamamlaması şartını öne sürmüştür. Gürcistan, Konseye üye olarak bu süreci 12 yıl içerisinde tamamlama yükümlülüğü altına girmiştir. 4) Bu yükümlülük gereği Gürcistan 2007 yılında geri dönüş yasası olarak da bilinen “20. Yüzyılın 40’lı Yıllarında Eski Sovyetler Birliği Tarafından Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinden Zorla Sürgün Edilen İnsanların Geri Dönüşü Hakkında Kanunu” çıkarmıştır. 5) Bu kanun zorla sürgün edilen insanların haklarını iade etmek amacıyla çıkartılmış olmasına rağmen başvuru şartları ve getirdiği kriterler sebebi ile yeni mağduriyetlere yol açmıştır. Başvuru sürecinde yaşanan sorunlardan dolayı dünya üzerinde 10 ülkeye dağılmış olarak 560.000 civarında nüfusu olduğu tahmin edilen Ahıskalılardan sadece 5 841 başvuru alınmıştır. Rusya Federasyonundan yapılan 2 000 başvuru ise Rusça olduğu gerekçesi ile kabul edilmemiştir. Daha sonra Gürcistan yönetimi Avrupa Konseyi’ne bu dosyaları da kabul edileceği söylese de halen her hangi bir işlem yapılmamıştır. 6) 6 Aralık 2013 itibari ile 1 174 kişiye “Yurda Dönüş Statüsü” ve 7 kişiye Gürcistan vatandaşlığı verilmişse de kitlesel bir geri dönüş sağlanamamıştır. 7) Avrupa Konseyi raportörlerinin görüşlerinde Gürcistan’ın geri dönüş yasasını çıkartarak yükümlülüğünü yerine getirdiği yönünde ağırlık kazandığı görülmektedir. Oysa, Gürcistan yasa çıkarmayı değil, geri dönüş sürecinin tamamlanması yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bu hususta Ahıskalıların talepleri aşağıdaki gibidir; a)-Öncelikle Ahıska sorunu dağılan Sovyetler Birliğinin ülkeler arasında paylaşılan mirası, Ahıskalıların yaşadıkları farklı ülkeler ve evrensel insan hakları değerleri göz önüne alındığında uluslararası toplumun meselesidir. Bu nedenle, uluslararası örgütler meseleye duyarlılık göstermelidir. b)-Gürcistan’ın Ahıskalılara yönelik olarak yapmış olduğu yasal düzenlemeler, 364 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Gürcistan’ın sağlamış olduğu bir ayrıcalık değil, çok ciddi insan hakları ihlallerine maruz kalmış Ahıska toplumunun haklarının iadesidir. Bu nedenle, düzenlemelerde bu mantıkla hareket edilmesi esas olmalıdır. c)-Gürcistan’ın “Yurda Dönüş Statüsü” adı verdiği ve sadece basitleştirilmiş usulde vatandaşlık alınmasını sağlayan statü başvuruları için Ahıskalıların zaman sınırı olmaksızın, alt soylarının da faydalanabileceği şekilde bir düzenleme yapılması gerekir. d)-Gürcistan’ın 2007 yılında çıkarmış olduğu Yurda Dönüş Yasası olarak bilinen yasa bu haliyle basitleştirilmiş usulde vatandaşlık vermekten başka bir mekanizma öngörmemektedir. Bu nedenle yaşanan mağduriyeti giderme noktasında çok yetersiz kalmaktadır. Hatta süreç içerisinde de görüldüğü üzere getirdiği kısıtlamalar ve prosedürler gereği Ahıska toplumunun geri dönüşünü yavaşlatmakta ve engellemektedir. Yine de Ahıska toplumu bu yasayı Gürcü tarafının iyi niyetine emare teşkil ettiğini düşünmek istemektedir. Ancak, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üye ülkeleri İzleme Komisyonu Raportörü Boriss CILEVIČS’in en son 23 Ocak 2014 tarih ve 13392 sayılı raporunda belirttiği gibi Gürcü idarecilerinin siyasi konuşmalarındaki istekli ifadelere rağmen vatandaşlık ve statü kazanımı süreçleri çok yavaş işlemekte, pratikte çok ciddi idari zorluklarla karşılaşılmaktadır. Ahıska toplumunun yetersiz bulmakla birlikte, bir iyi niyet göstergesi olarak düşünmek istediği bu yasanın uygulanmasındaki sorunlar en aza indirilmeli ve sürgün edilen Ahıskalılar için ana yurtlarına geri dönüş yolu sonuna kadar açılmalıdır. e)-Gürcistan, yapılan başvurular incelenirken evrensel bir insan hakkı olan “aile birliğinin korunması” ilkesini gözetmemekte, eşleri yahut çocukları ayıracak şekilde geri dönüş statüsü verebilmektedir. Geri dönüş başvuruları değerlendirilirken aile birliğinin korunması esas olmalıdır. f)-Gürcistan’ın mevzuatı çifte vatandaşlığa izin vermese de, istisnai hüküm gereği Gürcistan Devlet Başkanı gerekli gördüğü kişilere çifte vatandaşlık verebilmektedir. Gürcistan eski Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili’nin Gürcü kökenli Türk vatandaşlarına bu haktan yararlanarak Gürcistan vatandaşlığı verdiği bilinmektedir. Ahıska toplumuna da hiç değilse geçiş süreci boyunca bu hak tanınmalıdır. g)-Ahıska bölgesine kendi imkânları ile giderek yerleşmiş olan Ahıskalıların okul, sağlık, sigorta gibi yaşam alanlarındaki sorunları yerel yöneticilerin inisiyatifi ile çözülebilecek durumdadır. Kendi imkânları ile anayurtlarına geri dönmüş Ahıskalıların hayatlarını zorlaştırıcı engeller ortadan kaldırılmalıdır. h)-Ahıska Bölgesine yerleşen az sayıdaki Ahıskalının da gösterdiği gibi, Ahıskalıların bölgede etnik bir çatışma kaynağı olması ihtimali yoktur. Ahıskalılar bölge halkı ile huzur içinde yaşamaktadır. Bu nedenle Gürcü tarafının Ahıska Bölgesine yerleşime engel olarak sunduğu bölgede yaşayan farklı etnik gruplar tezi çökmektedir. Gürcistan’ın yerleşim için Ahıska Bölgesi dışında bir yer göstermesi 18.03.2005 tarih ve 1428 365 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sayılı “Sürgün Edilen Ahıska Nüfusunun Durumu” başlıklı AKPM kararında yer alan “kendi bölgelerine dönme” ifadesi ile çelişmektedir. Ahıska’dan sürgün edilen Ahıska toplumunun haklarının tazmini sadece Ahıska Bölgesine yerleşmekle verilebilir. Gürcistan’ın Ahıska Bölgesi dışında gösterilecek bir yerleşim yeri asla ve asla bir hak iadesi gibi görülemez. 366 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AMERİKAN SİYASETİNİ YÖNLENDİRMEDE TÜRK AMERİKAN DERNEKLERİNİN ROLÜ Esra PAKİN ALBAYRAKOĞLU İstanbul Gelişim Üniversitesi, İİSBF @ epakin@gelisim.edu.tr GİRİŞ Sivil Toplum Kuruluşları (STK) bünyesinde sayılabilecek sendikalar, vakıflar, dernekler ve meslek kuruluşları, çağdaş kamu yönetiminin temel prensiplerinden biri olan iyi yönetişim çerçevesinde, Türkiye’de ve dünya genelinde önemli rol oynamaktadır. Amerikan siyasetini Türkiye lehine etkileme sürecinde Türk Amerikan dernekleri ile bunların çatı örgütleri, sivil toplum kuruluşlarının siyasi görünürlük ve etkinlikleri açısından örnek vaka teşkil etmektedir. Bu örgütlerin ortak niyet ve çabaları arasında Türkiye ve Türkler aleyhinde çalışmalara engel olmak; Türk ve Amerikalı siyasetçi, gazeteci ve akademisyenleri çeşitli platformlarda ağırlamak; konferans ve panel gibi etkinliklerle beyin fırtınası yaratmak; sözde Ermeni soykırımı ve Hocalı katliamı gibi konularda Türkiye ve Türk Dünyası lehine lobicilik yapmak ve Amerika’da seçim dönemlerinde adaylara bağışlarda bulunmak öne çıkmaktadır. Bu faaliyetlerin sağladığı katma değerler, Türkiye’nin tanıtılması ve kamuoyu yaratma çabalarına destek olmaktadır. Ancak sayıları neredeyse dört yüze yaklaşmış olan Türk Amerikan derneklerinin ve giderek çoğalan çatı örgütlerin arasındaki artan ihtilaflar ve vizyon-misyon farklılıkları ile Türk Hükümeti’nin bu kuruluşları uzlaştırma konusunda aktif bir çabasının olmayışı, buradaki Türklerin Amerikan siyasetini yönlendirme girişimlerine ket vurmaktadır. I. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ SİYASETİ YÖNLENDİRMEDEKİ ROLÜ Hükümetler arası ve resmi bir faaliyet olan geleneksel diplomasi, kamuoyunun giderek görünürlük ve etkinlik kazandığı günümüzde kamu diplomasisi ile birlikte anılır hale gelmiştir. Kamu diplomasisi devlet eliyle şekillenip uygulanan tanıtım ve bilgilendirme politikaları olup, genellikle propaganda ile ilişkilendirilmektedir. Sivil toplum kuruluşları ise, kültürel diplomasi çerçevesinde topluma ve bireye doğrudan dokunabilen ve seslenebilen aktörlerdir. Bu bağlamda kamu diplomasisi ve kültürel diplomasi birbirini tamamlayan faaliyetlerdir. Kamu ve sivil toplumun eşgüdümünde bilginin, fikirlerin, değerlerin paylaşılması ile farklı aktörlerin birbirini anlaması ve bir 367 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER müşterekte birleşmesi daha kolay ve mümkün olabilmektedir (Purtaş, 2013, s. 4-5). Siyasetin şekillendirilmesi sürecinde sivil toplum kuruluşları, ülkelerin kimlik, kültür ve normlarının tanıtılması ile ilgili çabalarda münferit ve/veya kamu ve özel sektör ile birlikte yer almaktadır. Modern devletin, “kürek çeken değil, dümen tutan” bir aktör olma yolundaki dönüşümünde, bireylere doğrudan erişime sahip sivil toplum kuruluşları bir köprü vazifesi görmektedir (Özer, Genç, Soygür, 2013, s. 186-187). II. GEÇMİŞTEN BUGÜNE TÜRK-AMERİKAN DERNEKLERİ Amerika Birleşik Devletleri’nde son 10 yılda dernekleşmeye hız veren Türkler hakkında yapılan son araştırmalar doğrultusunda her 497 Türk’e bir dernek düşmektedir. Sayıların yaklaşık 400’ü bulan Türk Amerikan derneklerinin büyük çoğunluğu, üç çatı organizasyondan birine üyedir. İstisnai örnekler arasında Turkish Coalition of America, Turkish Cultural Foundation, Turkish Philanthropy Funds, American Turkish Society, Turkish American Business Forum, Turkish American Chamber of Commerce & Industry gibi etkin vakıf ve dernekler bulunmaktadır. Çatı örgütlerden 1956 yılında kurulan, merkezi New York’ta bulunan ve geleneksel Türk Günü Yürüyüşü ve Festivali’ni organize eden Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun (FTAA) 55 üye derneği; 1980 yılında Washington DC’de faaliyete geçen Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi’nin (ATAA) 31 üye derneği ve 2010 yılında Gülen Hareketi girişimi ile hayata geçen Türki Amerikan Birliği’nin (TAA) 218 üye derneği mevcuttur (Kaya, 2004, s. 298; Özyurt, 2013). Bu çatı örgütler gerek münferit gerekse ortaklaşa biçimde Türk ve Amerikan siyasetçi, uzman ve akademisyenlerini ağırlamak, Türk kültürünü tanıtıcı ve Amerika’daki Türkleri kaynaştırma amaçlı aktiviteler düzenlemek ve özellikle Amerikan seçim dönemlerinde lobicilik faaliyetleri yürütmek gibi çalışmalarda bulunmaktadırlar. III. TÜRK AMERİKAN DERNEKLERİNİN AMERİKAN SİYASETİNİ YÖNLENDİRMEDEKİ PERFORMANSI Türk Amerikan derneklerinin Amerikan siyasetini Türkiye lehine yönlendirme konusundaki performansı, yönetimsel ve organizasyonel sıkıntıların yanı sıra, profesyonel lobi faaliyetlerini yürütecek uzmanların yokluğundan, çeşitli görüş farklılıklarından ve Türkiye’deki siyasi gerginliklerden de olumsuz etkilenmektedir. Örneğin pek çok dernek başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin örgüt merkezinden uzak farklı eyaletlerde yaşaması ve çalışması ile oluşan kurumsal boşluk ve işlevsel aksaklıklar, uzaktan yönetim ile ancak sınırlı açılımlar yapılabileceğine örnektir. Dernek merkezinde görev alanları belli daimi çalışanların bulunmaması, işlerin gönüllülük esasına dayalı olarak gerçekleşmesine yol açmakta ve bu durum da verimsizliğe sebep olmaktadır (Yavuzer, 2009, s. 195-196). Çatı örgütlerin sayıları geometrik olarak artan dernekler arasında diyalog ve eşgüdümü sağlamak konusundaki çabaları da, siyasi görünürlük 368 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ve ağırlık konularında örgütlerin ellerini zayıflatmaktadır. Dernek sayısındaki artış her ne kadar demokratikleşme yolunda önemli bir adım olsa da, bölünmüşlüğün Türk Amerikan toplumunun güçlü bir lobi olmasının önünde engel teşkil etmesi olasıdır. Küskünlerin yeni dernek kurmaya yönelik hevesleri ve çatı örgütlerin yönetiminde etkili olabilmek için “tabela dernek” açanların yarattığı çok seslilik, güçlerin birleştirilmesine yönelik hem toplumsal hem de siyasi bir risktir. Dernek sayısındaki artışla birlikte, ayrı ayrı düzenlenen aynı tür etkinlikler için bilet satma ve sponsor bulma arayışı bir diğer sıkıntı unsuru olarak öne çıkmaktadır (Özyurt, 2013). Bahsi edilen üç çatı örgüt zaman zaman çeşitli platformlarda Türkiye’nin tanıtımı için birlikte hareket etmektedir. TAA, kuruluşunun hemen akabinde FTAA ve ATAA ile Amerika’da yaşayan Türk vatandaş ve soydaşların birliği, Türk Amerikan ilişkileri, Amerikan Meclisi’nin gündemindeki sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısı konularında ortak toplantılar gerçekleştirmiş ve çeşitli çalışmalarda bulunmuştur (“ABD’de Türk Dernekler Bir Araya Geldi”, 2011). Örneğin bu örgütler, Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Büyükelçisi Francis J. Ricciardone’yi Washington D.C.’de ağırlamış ve Türk Amerikan ilişkileri konusunda kendisiyle istişarelerde bulunmuşlardır (“Great Progress in Turkish-American Relations”, 2011). Ancak örgütler arasında sınırlı da olsa bir rekabet söz konusudur. FTAA üye kompozisyonundaki çeşitlilik ile övünürken, ATAA’yı elitist olmakla suçlamaktadır. Başkentte olmanın avantajını kullanan ATAA ise, FTAA’yı yeterinde aktivist ve üretken olmamak konusunda eleştirmektedir. Diğer taraftan, seküler/Kemalist çizgide olarak tabir edilebilecek FTAA ve ATAA’ya mensup bazı dernekler, TAA kurulmadan önce Gülen Hareketi’ne yakın dernekleri “öteki” olarak tanımlayabilmiştir (Köşer Akçapar, 2009, s. 175-176). Çatı örgütlere Türk Hükümeti’nin verdiği destek, Amerika’daki Türklerin kültürel diplomasi çabalarına olumlu katkıda bulunmaktadır. Türk siyasetçilerinin ve milletvekillerinin her üç örgütün de etkinliklerini olumlu bulduğu ve bunlardan pek çoğuna katıldığı gözlenmiştir. Ancak Hükümetin Gülen Hareketi ile yaşadığı görüş ayrılığı sonrasında TAA ile ilişkiler gerginleşmiştir. Bu sürecin öncesinde birçok Amerikalı senatör ve milletvekilinin katılımıyla gerçekleşen TAA yıllık galalarına AK Parti üyesi vekiller de iştirak etmekteydi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Şubat 2012’de TAA Merkezi’nde onuruna verilen resepsiyonda “Amerika sathına yayılmış sivil toplum kuruluşlarımızın yaptıkları çalışmalar, festivaller, faaliyetler, temaslar ve açtıkları okullar bizim için büyük bir güç kaynağıdır” diyerek emeği geçen herkesi tebrik etmişti (Aslan, 2014). TAA faaliyetleri çerçevesinde ağırlanan Amerikan Kongre üyeleri ile diğer Amerikalı uzmanların ilgi ve katılımı açılarından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin son yıllarda lobicilikte sıçrama yaptığı söylenebilir. Ancak iç ve dış politika konularında taraflar arasında yaşanan görüş ayrılıklarından ötürü TAA’nın Türk Hükümeti için ne derece emek harcayacağı konusunda tartışmalar mevcuttur. Süregiden gerginliğin, 369 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER buradaki Türklerin Amerikan siyasi gündemini yönlendirme performansına olumsuz şekilde sirayet etmesi ihtimali büyüktür (Tanır, 2013). Bu durumla alakalı bir son olayda, geçtiğimiz Nisan ayında sözde Ermeni tasarısının Senato Dış İlişkiler Komitesi’nden geçmesinde TAA’nın rolü olduğu ima edilmiş ve TAA mensubu bir üyenin tasarıyı sunan Senatör Bob Menendez’le çekilen bir fotoğrafı delil olarak gösterilmiştir. TAA ise bu iddiaları reddetmiş ve sık sık Amerikan Kongresi’ne gelen sözde Ermeni soykırımı tasarılarının engellenmesi yönündeki özverili çalışmaları ortaya koymuştur. Ayrıca üye derneklerin Hocalı Katliamı ile ilgili çabaları sayesinde Amerika’daki birçok eyalet meclisinde Hocalı önergelerinin kabul edildiği vurgulanmıştır (Taban ve Koşar, 2014). SONUÇ Günümüzde sayıları giderek artan Türk Amerikan dernekleri ve çatı örgütlerinin Türkiye’nin çıkarlarına yönelik pek çok meselede ortaklaşa hareket etmelerine rağmen gündem ve ilgi odaklarının farklılaştığı, dernekler arasında ciddi çekişmeler olmamasının yanı sıra rekabetin arttığı ve Türk siyasetindeki olumlu/olumsuz gelişmelerin dernek ve çatı örgüt performansını etkilediği ortadadır. Türk Amerikan dernek ve çatı örgütleri burada yaşayan Türkler için birleştirici bir unsur olsa da, bu yapıların Amerikan siyasetini Türkiye lehine etkileme konusundaki sürdürülebilir başarısı, birlikte hareket edebilmeleri ve Türk Hükümeti’nin bu husustaki desteği ile mümkün olabilecektir. Her bir dernek veya çatı örgüt, demokratik çerçevede birbirinden çok farklı kompozisyona sahip olabilir ve farklı çıkarları temsil edebilir. Ancak ülke menfaati söz konusu olduğunda, tüm sivil toplum kuruluşlarının bir müşterekte birleşmesi ve siyasi faaliyetler konusunda uzmanlaşma yoluna gitmesi ile Türkiye’nin tanıtımı ve çeşitli platformlarda savunulması hususlarında daha olumlu sonuçlar alınabilecektir. Amerikan toplumu ile doğrudan temas sahibi olmaları açısından Türk Amerikan derneklerinin kültürel diplomasi bağlamında önemli bir paydaş olduğu aşikârdır. Bu derneklere sağlanacak desteğin devlet politikası haline dönüştürülmesi, iyi yönetişim çerçevesinde Türk kamu diplomasisine büyük faydalar sağlayacaktır. KAYNAKÇA “ABD’de Türk Dernekler Bir Araya Geldi”, (23 Ocak 2011), http://www.turkishny.com/localnews/6-local-news/45795-abdde-turk-dernekler-bir-araya-geldi-#.U212Evl_tPI (25.04.2014) ASLAN, Ali H. (12 Şubat 2014), “Türk STK’lardan Sabah’a Tepki: ABD’de Demokratik Katılım Hakkımız”, http://www.zaman.com.tr/medya_turk-stklardan-sabaha-tepki-abdde-demokratik-katilim-hakkimiz_2199088.html (25.04.2014). “Great Progress in US Turkey Relations” (2 Şubat 2011), http://turkey.usembassy.gov/amb_ricciardone_020211.html (25.04.2014). KAYA, İlhan (2004), “Turkish‐American Immigration History and Identity Formations”, Journal of Muslim Minority Affairs, Volume 24, pp. 295-308. KÖŞER AKÇAPAR, Şebnem (2009), “Turkish Associations in the United States: Towards Building a Transnational Identity”, Turkish Studies, Volume 10, pp. 165-193. ÖZER, Mehmet Akif, GENÇ, F. Neval, SONGÜR Neşe, BİLGİN, Kamil Ufuk (2013), Kamu Yöne- 370 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER timinde Çağdaş Yaklaşımlar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir. ÖZYURT, Cemil. (27 Ağustos 2013) “Amerika’daki Türkler Çılgınca Dernekleşiyor”, http://posta212.com/kose-yazisi/amerikadaki-turkler-cilginca-derneklesiyor (30.04.2014). PURTAŞ, Fırat (2013), “Türk Dış Politikasının Yükselen Değeri: Kültürel Diplomasi”, Gazi Akademik Bakış, Sayı 13, ss. 1-14. TABAN, Faruk, KOŞAR, Furkan. (13 Nisan 2014). “Türki Amerikan Birliği (TAA) ve Türki Amerikan Dernekleri Konseyi (CTAA) Basın Bildirisi”, http://turkicamericanalliance.org/turki-amerikan-birligi-taa-ve-turki-amerikan-dernekleri-konseyi-ctaa-basin-bildirisi/ (22.04.2014) TANIR, İlhan. (19 Kasım 2013), “ABD Merceğinden AKP-Gülen Çekişmesi”, http://www.bbc. co.uk/turkce/ozeldosyalar/2013/11/131119_abd_gulen_akp.shtml (25.04.2014). YAVUZER, Hasan (2009), “Amerika’daki Türkler ve Kurmuş Oldukları Türk Dernekleri”, Zeitschrift für die Welt der Türken, Volume 1, pp. 171-198. 371 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ BARIŞ İNŞASINA KATKILARI Cihangir İŞBİLİR Uluslararası Rabia Platformu @ ciis34@gmail.com Devletlerin yegâne aktör olmadığı yeni uluslararası ilişkiler anlayışında sivil toplum kuruluşları, devletlerin ulaşamadığı noktalara nüfuz edebilme, esneklik, hızlı karar alma, resmi karar alma mekanizmalarına etki edebilme gibi kabiliyetlere sahip oldukları için gerek dış politika oluşumunda ve yapımında gerekse resmi dış politika uygulamalarının realize edilmesinde, dengelenmesinde ve araçlarının oluşturulmasında yadsınamaz bir role sahipler.1 Devletlerarası ve/veya devlet içi çatışmaların önlenmesi ve barış inşası çalışmalarında ise toplumsal kılcal damarlara erişebilme kolaylığı ve resmi kurumlara nispeten angajmanları olmaması sebebiyle yetkin, güvenilir, her tarafın benimseyebildiği sivil toplum kuruluşlarının etkin rol alabilme imkânları doğmaktadır. İletişim araçlarının gelişmesi ve devletlerin gittikçe daha geçirgen yapılara bürünmesiyle ‘yumuşak güç’ unsurlarının etkilerinin artması bunda önemli bir etken olmuştur.2 “Çatışma yönetimi liberal bir temele dayandığından sadece devletleri değil, uluslararası örgütler, STKlar, çok uluslu şirketler (TNCs), silahlı gruplar ve hatta bireyler gibi devlet dışı aktörleri3 hem çatışmanın tarafları hem de tarafları barıştırmaya çalışan üçüncü taraf aktörler olarak kabul etmektedir. Bu nedenle, sadece uluslararası çatışmalar/sorunlarda değil, iç çatışmalar/sorunlarda da fonksiyonel çözümler üretebilmektedir.”4 Onun için barış inşası teorisinde ve uygulamalarında sivil toplumun gittikçe artan rolü, katkısı ve katılımı tartışılmaz bir gerçektir. Bu durum sivil toplum kuruluşlarının barış inşası çalışmalarına müdahalelerinde bazı sınırlarının ve dezavantajlarının olduğu gerçeğini değiştirmez.5 Ancak gerek sivil toplum yapısının her toplumda farklı1 Sivil toplum kuruluşlarının uluslar arası ilişkileri etkileme gücü ve boyutları için bkz. Philippe Ryfman, Sivil Toplum Kuruluşları, İletişim Yay., 2006 İstanbul 2 Sivil toplum kuruluşlarının ‘yumuşak güç’ unsuru olmaları hakkında bkz. Joseph S. Nye, Dünya Siyasetinde Başarının Yolu Yumuşak Güç, s. 92-99, Elips Kitap, 2005 Ankara 3 Arts, B., “Non-State Actors in Global Environmental Governance: New Arrangements Beyond the State”, on http://www.unpop.nl/inhoud/artikelen/non-state%20actors%20in%20GG.pdf (12.02.2007). 4 Hüseyin Bağcı, Önsöz Yerine: Çatışma Analizi, Barışı Konuşmak, s. 5, ODTÜ Yayıncılık, 2013 Ankara 5 Civil Society and Peacebuilding, Potential, Limitations and Critical Factors, June 19, 2006, Report No. 373 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER lıklar arz etmesi gerekse uluslararası barış inşası konseptinin Batıcı-liberal kökenleri konunun öncelikli çetrefil tarafları olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında barışı inşa etmenin tek tip sihirli bir formülü mevcut değildir ve teorideki boşluklar bizi yeni arayışlara sevk etmektedir. Türk dünyası (veya daha geniş anlamda İslam Dünyası) gelenek itibariyle barış inşası çalışmalarının muhtelif çeşitlerine ve medeniyet değerleri açısından bu konuda oldukça zengin bir literatüre sahip olsa da değerler sisteminin aşınmasından ve sivil toplum yapılanmasının eksikliklerinden dolayı istenilen seviyelerde değildir. Burada, kısaca, barış inşası çalışmalarının yapısından yola çıkarak Türk dünyası sivil toplum kuruluşlarının barış inşası çalışmalarına son yıllarda gittikçe artan ve güçlenen katkılarını incelemeye çalışacağım. BARIŞ İNŞASI KAVRAMI VE STK’LARIN BARIŞ İNŞASINDAKİ ROLLERİ İnsanlık tarihi boyunca farklı formlarda barış inşası mekanizmaları olmuştur ve toplum önderleri, dini liderler, hakemler bu mekanizmalarda rol almışlardır. Barış inşasının kurumsallaşmaya başlaması ise On Dokuzuncu Yüzyılın sonlarında mümkün olmuştur. Önce Milletler Cemiyeti’nin sonra Birleşmiş Milletlerin kurulması, her ne kadar, barışın inşasına arzu edilen katkıyı yapamasalar da bu çerçevedeki küresel ve kurumsal adımlardır denilebilir. Barış inşası (peacebuilding) kavramının doğum tarihi 1975’tir. Galtung’un negatif barış (şiddetin sonlandırılması) ve pozitif barış (hayatın her sahasında barışın tesis ve tespit edilmesi) olarak ikiye ayırdığı barış inşası yaklaşımları üç sınıfta tatbik edilmekte ve incelenmektedir: Barışı korumak (peace keeping), barışı yapmak (peace making) ve barışı inşa etmek (peace building). Uzun süre kullanılmayan barış inşası terimi ilginç bir şekilde 1992’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Agenda for Peace6 başlıklı raporunda yeniden doğdu. Rapordan anlaşılan ‘barış inşası’ ifadesiyle sadece Barışı Koruma Operasyonlarına atıfta bulunulmadığı, terimin daha geniş manada ele alındığı idi. STK’ların sürdürülebilir barış inşası içerisinde oynadığı roller, çevresel şartlar, STK yapıları, devletlerin pozisyonlarına göre değişkenlikler arz etse de barış inşa sürecinin hemen her safhasında müdahaleleri söz konusu olabilmektedir. STK’lar, çatışma potansiyeli olan bölgelerde çatışmayı önleme, çatışma esnasında insani yardım, arabuluculuk, insan haklarını koruma, gözetme, zarar gören insanları koruma, çatışmalardaki ihlalleri duyurma, hukuki takip yapma ve çatışma sonrası rehabilitasyon gibi fonksiyonlar icra edebilmektedirler.7 36445-GLB, World Bank Document 6 http://www.un-documents.net/a47r120a.htm 7 The Role of NGOs and the Civil Society in Peace and Reconciliation, Manuela Mesa Peinado, Helping prevent Violent Conflict: Orientations for External Partners, OECD, Paris, 2001 374 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Sivil toplum kuruluşlarının barış inşasındaki fonksiyonlarını Thania Paffenholz şu şekilde sıralamıştır: 1- Sivillerin tüm taraflardan gelecek şiddete karşı korunması, 2- İnsan hakları ihlallerini ve barış anlaşmalarının uygulamalarını gözlemlemek, 3- Barış ve insan haklarını savunma, 4- Marjinal grupların grup içi kimliklerinin gelişimi kadar barış ve demokrasi değerlerinin sosyalleşmesini temin etmek, 5- Düşman taraflardan insanları bir araya getirerek grup içi sosyal birliktelik ve kaynaşmayı temin etmek, 6- Tüm aktörleri yerel ve ulusal seviyede diyalog kurmalarını kolaylaştırmak, 7- Yukardaki altı adımı atabilmek ve barış inşası çalışmalarına başlayabilmek için hizmetler sunmak.8 İSLAM’IN BARIŞ MODELİ ‘Sulh’ kelimesi barış esasına dayalı uluslararası ilişkileri ve bu amaçla yapılan antlaşmaları ifade eder. Arapça’da “afet ve fesattan arındırılmış olma” anlamını, ‘barış’ manasında kullanılan hem ‘silm’ hem de ‘sulh’ kelimeleri barındırır. Birçok âyet ve hadiste bu iki kelime geçmektedir. İslam hükümleri toplumlararası ve uluslararası ilişkilerde barışı esas almıştır.9 “İslam düşünce geleneği ve Müslüman toplumlar barışı, kültürlerarası ve toplumlararası bir değer olarak benimsemiş ve İslam medeniyetinin kurucu unsurlarından birisi haline getirmiştir.”10 Bu bağlamda barışın ‘çatışmasızlık durumu’ndan daha çok dinamik bir inşâ sürecini ifade ettiğinin altını çizmekte fayda vardır. “Asli (substantive) ve pozitif bir kavram olarak barış, onu sürekli bir ahenk, bütünlük, rıza, denge, huzur ve itidal hali olan bazı şartların bulunmasını gerektirir. Bu asli ve sürekli barış hali, çatışma ve uyumsuzluğun bulunmaması durumu olarak tasvir edilen negatif barıştan (negative peace) farklıdır. Her ne kadar negatif barış, toplumsal şiddeti, sınır anlaşmazlıklarını veya uluslar arası çatışmaları engellemek için vazgeçilmez ise de, asli-pozitif (substantive) barış, çatışmanın, nefretin, kavganın, yıkımın, vahşetin ve şiddetin daha derindeki nedenlerini ele alan kapsamlı bir bakışa davet eder bizi.”11 Barışın bu anlamı ile Türk Dünyası vakıf geleneği arasında çok sıkı bir irtibat vardır ve bu sahada faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları barış inşa çalışmalarının esas 8 Civil Society & Peace Building, A Critical Assesment, Tahania Paffenholz, s. 21, 67, Lynne Rienner Publishers, 2010 London 9 İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, c. 37, s. 485-489 10 İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 227, Küre Yayınları, 2013 İstanbul 11 İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, s. 193, Küre Yayınları, 2013 İstanbul 375 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER aktörleridir. Bunun yanında modern barış çalışmaları sahasında faaliyet gösteren ve bu alanda ihtisaslaşan sivil toplum kuruluşları da her geçen gün artmaktadır. SİVİL TOPLUM GELENEĞİMİZ VE BARIŞ İNŞASI Modern anlamda sivil toplum bireylerin özgür iradeleriyle bir çıkar ve/veya amaç uğruna bir araya gelerek örgütlenmelerine dayanır. Sivil toplum kuruluşları belli bir amaca yönelik kuruldukları için kısa sürede uzmanlaşırlar, gönüllü katılım esasına dayandığı için kolayca kitleselleşebilirler.12 Devlet iktidarının baskı ve iktidarının yer almadığı gönüllü teşekküllerin faaliyet yaptığı alan gibi kabul edilen13 ‘sivil toplum’ her ne kadar kimi Batı kökenli akademisyenler ve yazarlarca Osmanlı Devleti’nde ve genel anlamda İslam tarihinde gelişmediği iddia edilse de İslam geleneğindeki birçok kurum modern sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini yerine getirmiştir.14 Bu konuda ilim halkaları, medreseler, esnaf örgütlenmeleri ve vakıf çalışmaları ile ilgili literatüre bakmak yeterlidir.15 Tüm bu gönüllü teşekküller tarihi aslında tam anlamıyla bir toplumsal barış inşa tarihi gibidir. Yukarda temas edilen ‘pozitif barış’ bağlamında çok köklü, yaygın ve kapsayıcı çalışmaları asırlardır bu kurumlar yerine getirmişlerdir. TÜRK STK’LARININ BARIŞ İNŞASI ÇALIŞMALARI Paffenholz’un kavramsallaştırmasıyla mevcut durumu değerlendirecek olursak, Türk Dünyası’nda (veya daha geniş anlamda İslam Dünyası’nda) ve özellikle Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının kapasiteleri ve etkileşimleri arttıkça barış çalışmalarının bazı basamaklarında çalışma yapan sivil toplum kuruluşlarının sayısı ve etkinliği Batılı ülkelerle kıyaslandığında az olsa da gittikçe artmakta ve güçlenmektedir. Bu anlamda çatışma potansiyeli olan bölgelerde yapılan insani, sosyal ve kültürel sivil toplum faaliyetleri çatışmayı önleme veya barışı inşa etme sonucuna hizmet etmektedir. Özellikle Türkiye’de son yirmi yılda gelişen insani yardım kuruluşlarının barış inşasına en çok hizmet eden sivil toplum kuruluşları olduğunu söylemek mümkündür. 2013 raporlarına göre küresel insani yardım çalışmalarında Türkiye dördüncü büyük bağışçı konumuna yükselmiştir ve Türk STK’ları, çatışma bölgeleri, felaket ve doğal afet meydana gelen yerler başta olmak üzere dünyanın hemen her yerinde insani yardım çalışmaları sürdürmektedir.16 Bunun yanı sıra İnsani Yardım Vakfı İHH’nın Suriye’de yürüttüğü insani diplomasi çalışmaları sonucu bugüne kadar 2137 Suriyeli, 70 İranlı, 6 Batılı gazeteci ve 1 Afgan serbest bırakılmıştır. Ayrıca Mart 2012’de istihbarat teşkilatı tarafından tutuklanan iki Türk gazeteci de İHH’nın insani diplomasi çalışmaları vesilesiyle 12 Mehmet Hasgüler, Mehmet B.Uludağ, Uluslararası Örgütler, Alfa Yayınları, s. 447-448, 2007 Ankara 13 Ahmet Cihan, İlyas Doğan, Osmanlı Toplum Yapısı ve Sivil Toplum, s.9, 3F Yayınevi, 2007 İstanbul 14 Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yayınevi, 2003 İstanbul 15 The Oxford Encyclopedia Of Islam And Politics, c.2, s. 536-539, Oxford University Press, 2014 NY 16 Global Humanitarian Assistance Report 2013, http://www.globalhumanitarianassistance.org/wp-content/ uploads/2013/07/GHA-Report-2013.pdf 376 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 58 gün sonra serbest bırakılmıştır.17 Ocak 2013’te İHH’nın 48 İranlı hacının serbest bırakılması için Katar ile birlikte sürdürdüğü insani diplomasi çalışması yine bu sahada ilk denilebilecek bir çalışmadır.18 Bu anlamda bir başka ilk denilebilecek gelişme de Filipinlerde bu sene içinde yaşanmış ve 40 yılı aşkın süredir Moro Müslümanları ve Filipinler devleti ile devam eden çatışmalar sonuçlanmış ve Bangsamoro Barış Süreci başlamış, bu süreçte imzalanan anlaşmaların uygulanmasını gözlemlemek ve incelemek üzere kurulan Bağımsız Gözlemci Heyet’in beş üyesinden birisi İHH olmuştur.19 Dünya çatışma bölgeleri incelendiğinde20 gerek devletlerarası gerek devlet-içi olmak üzere farklı yoğunluklardaki çatışmaların çoğunluğunun İslam Dünyasında gerçekleştiğini görülmektedir. Bu itibarla STK’ların barış inşası çalışmaları yapmaları ve bu sahada ihtisaslaşan STK’ların sayısının artması hayati önemdedir. Türk Dünyası STK’larının son yıllarda barış inşasına katkı anlamında yapmış olduğu bir diğer hamle de küresel ve bölgesel ağlar sahasında olmuştur. Federasyon, birlik, platform, kongre ve forum gibi çeşitli isimler altında oluşturulan sivil toplum ağları yabancılaşmayı giderip işbirliği ve teması artırdığı için oldukça önemlidir. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)’ın öncülüğünde kurulan ve ilki Eylül 1995’te gerçekleştirilen Uluslararası İş Forumu (IBF), Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) inisiyatifiyle Mayıs 2005’te oluşturulan İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) ve yine Türk STK’ların girişimiyle Eylül 2013’te kurulan Uluslararası Rabia Platformu küresel barışa hizmet eden sivil toplum ağları olarak dikkat çekmektedir. Bu ağlar (networkler) İslam Dünyasındaki tanışma, işbirliği, koordinasyon gibi ihtiyaçları karşılamakla birlikte çatışmaların çözülmesi, barışı koruma, barışa zorlama ve çatışma sonrası rehabilitasyon çalışmalarının yapılmasında daha etkin rol almaya vesile olabilmekte ve özellikle Müslüman toplumların ve uluslararası kamuoyunun İslam Dünyası ile ilgili algısına olumlu anlamda katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda son olarak yeni orijinal bir çalışmadan bahsetmek mümkündür. 2013 Mayıs ayında Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin katkısıyla İslam Dünyası STK’ları Birliği ve Osmanlı Derneği’nin işbirliğiyle Balkanlar bölgesinde geniş kapsamlı bir saha tarama projesi başlatılmıştır. Balkanlarla Sürekli İşbirliği ve Temas Projesi21 başlıklı bu çalışma sayesinde sivil bir gözle Balkanların gerçek bir fotoğrafı çekilmektedir. Bu çalışma özellikle yakın zamanda çok büyük savaşlar yaşamış, etnik ve dini kimliklerin çok öne çıktığı ve çatışma potansiyelinin hala geçerli olduğu Balkanlar bölgesinde 17 Suriye’de insani diplomasi, http://www.ihh.org.tr/tr/main/pages/suriyede-insani-diplomasi/314 18 İran’dan Türkiye ve Katar’a “takas” teşekkürü, Hürriyet, 13 Ocak 2013, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/ goster/haber.aspx?id=22352222&tarih=2013-01-13 19 Rapor: Moro Özerklik Arifesinde, Mayıs 2014, http://www.ihhakademi.com/wp-content/uploads/2014/05/ moro-ozgurluk-arifesinde.pdf 20 Conflict Barometer 2013, The Heidelberg Institute for International Conflict Research (HIIK), http://conflictbarometer.com/en/index.html 21 www.balkanisbirligi.org 377 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER proje gerçekleştirmek ve bu sahada çalışma yapmak isteyen kamu veya sivil kurumlara stratejik planlama yapma imkânı sunmakla birlikte bölgeyi de gerçekçi bir bakış açısıyla tanıtmaktadır. Balkanlardaki 11 ülkeyi ve Balkanlar dışında yaşayan Balkan diasporasını kapsayan proje ile bölgeye kalıcı bir barışın ve sürdürülebilir bir istikrar ve refahın tesisine katkı amaçlanıyor. Barış çalışmalarının olmazsa olmaz şartı olan, çalışma bölgesi ve taraflar ve muhataplarla ilgili olabildiğince doğru ve detaylı bilgi sahibi olmak adına Balkanlarla Sürekli İşbirliği ve Temas Projesi modellenmesi ve derinleştirilmesi gereken bir proje olarak bir örneklik teşkil etmektedir. Birçok çatışmaya sahne olan ve çatışma potansiyeli taşıyan Türk Dünyasında barış çalışmaları ihtiyaca göre çok yetersizdir. Barış çalışmaları yapan sivil toplum kuruluşu sayısı da oldukça azdır. Mevcut STK’ların barış inşasına katkıları önemli olmakla birlikte Türk Dünyasının zengin tarihi birikimi, değerleri ve dinamizmi ile bölgesel ve küresel barışa daha fazla katkıda bulunması mümkündür. Barış dinamiktir ve tesisi için sürekli “savaşmayı” ve mücadele etmeyi gerektirir. 378 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER DOĞU TÜRKİSTAN DAVASI VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Erkinbeg UYGURTÜRK Bağımsız Doğu Türkistanlılar Derneği @ erkinbeg@yahoo.com GİRİŞ Bu tebliğ, Doğu Türkistan’da yaşanan işgal ve insanlık dışı zulüm politikaları ile “Doğu Türkistan davası” konusunda sivil toplum kuruluşlarının (STK) yaklaşımı ve neler yapılması gerektiğini ele almaktadır. Globalleşen dünyada, resmi kurumlara bağlı olmaksızın çalışan STK’lar uluslararası alanda faaliyetlerini sürdürmektedir. Devletlerin doğrudan müdahil olmadığı durumlarda, bu kuruluşlar, insan hakları ihlalleri, doğal afetler gibi faaliyetler yürütmektedir. Çin, 1949 yılından beri Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini, dış dünyadan gizleme ve adeta demir perde yönetimiyle iletişim araçlarını karartma yöntemleri ile saklamaktadır. Bu bağlamda, Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede kurulan STK’lar, Çin işgaline karşı Doğu Türkistan davasını duyurma ve kamuoyu oluşturma yolunda büyük bir mücadele içindedir. Bu tebliğde doğrudan Doğu Türkistan davası için çalışan STK’ları ve bunlara destek olan diğer kuruluşların işbirliği içinde olmalarının önemine dair bazı düşünce ve önerilere yer verilmiştir. Temel hak ve hürriyetlerden bahsedilen günümüzde, Çin’in uyguladığı baskı ve zulüm politikaları, ticari ve siyasi kaygılardan göz ardı edilmektedir. Durumun vahameti açısından, Doğu Türkistan meselesinin tüm insanlığın bir sorunu olduğu bilinciyle hareket edilmeli ve özellikle uluslararası arenada çalışan STK’lar ile yakından ilişki kurulmalıdır. Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer örgütlerin Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerine karşı sessiz kalmaması için Türkiye başta olmak üzere dünya üzerindeki Doğu Türkistan’la alakalı STK’lar, diğer kuruluşlarla ortak hareket ederek eylem planı hazırlamalı ve Çin’e karşı diğer devletler üzerinden sivil baskılar oluşturmalıdır. Uluslararası organizasyonlar tertip edilerek, medyanın da dikkatinin Doğu Türkistan’a yönelmesi sağlanmalıdır. I) STK’LARIN ÖNEMİ VE DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ SON DURUM STK’lar, bugün Dünya’nın birçok bölgesinde faaliyet göstermekte ve küreselleşen dünyada devletler kadar aktif roller oynayabilmektedir. Tamamen gönüllülük esasına göre çalışan STK’lar ulusal ve özellikle incelediğimiz türde olan uluslararası organizasyonlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Dünyanın birçok bölgesinde yaşanan insan hakları 379 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ihlalleri gibi konularda hükümetler, dış politika gereği bazen pasif kalsa da, bu boşluğu STK’ların azimli çabaları doldurmaktadır. Kamuoyu oluşturma ve hükümetlere siyasi baskı yapma açısından STK’ların önemi göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Özellikle BM gibi kuruluşlar, STK’ların desteklenmesi için tavsiyelerde bulunsa da, Çin gibi ülkeler bu uyarıları göz ardı ederek, hakimiyetlerindeki insanlara baskı politikası uygulamaktadır. Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan ve vatandaşla hükümet arasında bir köprü vazifesi gören STK’lar, son dönemlerde artık kendi güçlerinin farkına varmaya başlamıştır. Hükümetler de, insan hakları problemlerinin bulunduğu ülkelerdeki meseleleri, kamuoyunun gözü önüne seren ve halkların desteğini alarak çözüm yolları üreten STK’ların bu gücünün farkına varmıştır. Uluslararası arenada etkin rol oynayan STK’lar, bütün dünyada mağdur olan insanların umudu haline gelmiştir. Artık STK’lar birer güç merkezi ve sorunlara çözüm bulan kuruluşlar gibi dünyanın birçok bölgesinde faaliyet göstererek, insan merkezli krizlere direk müdahale edebilmektedir. 1949 yılından beri işgal altında olan Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri, Çin’in baskıcı ve sansürcü tutumu nedeniyle, dünya nezdinde pek bilinmemektedir. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşların yayımladığı raporlar ve diasporadaki Uygur teşkilatlarının çabaları ile Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallere zaman zaman gündeme gelse de, bölgedeki hak ihlallerinin artık insanlık suçuna dönüştüğü gerçeği hala göz ardı edilmektedir. BM İnsan Hakları Beyannamesi gibi bildiriler, Doğu Türkistan’da yaşayan 35 milyona yakın Müslüman Türk için pek bir anlam ifade etmemektedir. Doğu Türkistan’da kadınların doğum yapma, çocukların eğitim görme gibi hakları tamamen Çin hükümetinin sözde özerk bölge idare kararnamesinde kâğıt üzerinde kalmaktadır. Zaman zaman televizyon ekranlarında, Uygur Özerk Bölgesine dair görüntüler yayınlayan Çin makamları, halkı zorla tiyatro salonlarına doldurarak, bölgede yaşayan insanların durumlarından memnun oldukları imajını oluşturmaya çalışmaktadır. Çin, asimilasyon ve imha planları çerçevesinde yaptığı sistematik katliamları meşru bir zemine oturtturmak için 11 Eylül sonrasındaki sözde “Terörle Mücadeleye karşı ortak hareket etme” planına dâhil olmuştu. Bu plan çerçevesinde Doğu Türkistan’da gençler “Türkçü ve İslamcı” yaftası ile haksız bir şekilde tutuklanmaya başlandı. Evinde mutfak araç-gereçleri dahi bulunduranlar zaman zaman terörist muamelesiyle karşılaşabilmektedir. II) DOĞU TÜRKİSTAN VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Çin hükümeti tarafından sözde özerk bir bölge olarak adlandırılan Doğu Türkistan’da Bölgesel Otonomi Kanunu 1 Ekim 1984 tarihinde yürürlüğe konmuştur. Anılan yasaya göre Uygurlara bir takım sosyal haklar tanınmış görünse de uygulamada durum tam anlamıyla dünya kamuoyunun gözünü boyamaktan başka bir durum de380 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ğildir. Komünist sistemle yönetilen Çin ve aynı sistemi entegre etmeye çalıştığı Doğu Türkistan’da STK kurmayı bırakın, adını bile anmanın bin türlü cezası vardır. Komünist ideoloji ile hareket eden Çin anayasası, Doğu Türkistan’da kurulmak istenen her türlü STK yapılanmasına karşı çıkarak, bununla ilgili yapılan başvuruları kabul etmemektedir. İnsan Hakları İzleme Komitesi Asya yöneticisi, Çin’in, Doğu Türkistan’da ayrılıkçı ve terör bahaneleriyle Uygur Türklerine karşı çok sert tedbirler uyguladığını açıklamıştır. Bu baskı ve zulümlerden kaçan Uygurlar, çevre ülkelere geçerek yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Çin ile ticari ve siyasi ilişkiler içinde bulunan bu ülkeler topraklarına geçen Uygur Türklerini Çin’e iade ederek idamlarına sebep olmaktadır. Bu durumla ilgili İnsan Hakları İzleme Komitesi yetkilileri, “Hiçbir ülke, Çin hükümetinin terörizmle, ayrılıkçı hareketlerle veya başka suç eylemleriyle ilgili olduğunu iddia ettiği hiçbir Uygur’u Çin’e iade etmemelidir” açıklamalarında bulunmaktadır. Kendi vatanlarında dini ve insani ihtiyaçlarını karşılayamayan Doğu Türkistanlılar başta Türkiye olmak üzere, Amerika, Kanada, Almanya, İsveç ve Avusturya gibi ülkelere hicret etmek zorunda kalmıştır. Hatta bu yolda bir çok Uygur Türkü de hayatını kaybetmiştir. Doğu Türkistanlılar, gittikleri bu ülkelerde kurdukları dernek veya vakıf gibi STK’lar vasıtasıyla milli ve sosyal dayanışma içerisinde kültürlerini yaşatma adına büyük çaba sarf etmektedir. Ayrıca Doğu Türkistanlılar, bu kuruluşlar vasıtasıyla Doğu Türkistan’da yaşanan zulümleri dünya kamuoyuna anlatmak için internet siteleri ya da düzenledikleri organizasyonlarla Çin’e karşı bir mücadele içindedirler. Türkiye ve özellikle batı ülkelerinde İnsan Hakları örgütleri ile yakın ilişki içinde bulunan Uygur diasporası, Doğu Türkistan’dan aldıkları haberleri anında dünya kamuoyuna aktarma adına büyük görev üstlenmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi çatı örgütlerde Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerine BM nezdinde gündeme getirmekte ve Çin’e karşı siyasi baskı uygulamaya çalışmaktadır. 1949 yılında Doğu Türkistan’ın Komünist Çin işgali ile üzerine birçok Uygur Türkü, Türkiye’ye göç etmiştir. Türkiye’ye ulaşabilen Uygur Türkleri, kurdukları STK’lar aracılığıyla Doğu Türkistan işgaline karşı kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. Türkiye’de devlet ve halkın yakın ilgisiyle birlikte hayli mesafe kat edilmiş ve bir kamuoyu oluşmuştur. Ancak, zaman zaman iktidarlar Çin ile sorun çıkmaması adına Türkiye’deki Doğu Türkistan teşkilatlarına bazı yaptırımlar uygulanmıştır. 23 Aralık 1998 tarihli ve 1998/36 sayılı Mesut Yılmaz hükümeti tarafından yayınlanan Başbakanlık genelgesi ile Doğu Türkistanlıların Türkiye’deki faaliyetlerine kısıtlama getirilmiş ve Çin hükümetinin isteğiyle birçok faaliyet de engellenmiştir. Türkiye’deki Doğu Türkistan STK’ların çalışmaları yeterli olmasa da aralıksız olarak sürdürmüştür. Bu teşkilatları değerlendirecek olursak; 381 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Doğu Türkistan Göçmenler Derneği: Dernek 1960 yılında İsa Yusuf Alptekin ve Hacı Osman Taştan liderliğinde kurulmuştur. Doğu Türkistan Vakfı: 1978 yılında Doğu Türkistan’ın merhum lideri İsa Yusuf Alptekin tarafından kurulan Doğu Türkistan Vakfı aradan geçen onca zamana karşı faaliyetlerini aralıksız sürdürmektedir. Vakıfta Doğu Türkistan’dan gelen öğrencilere destek olunması gibi çalışmalar yapılmaktadır. Uygur Maarif Derneği: İsveç’in Stockholm şehrinde kurulan Uygur Maarif Derneği daha çok eğitim ve öğretimi ön plana çıkararak, Doğu Türkistanlıların dini, milli, manevi, dil, yazı, kültürel ve sosyal ihtiyaçları temin etme alanlarında çalışmalar yapmayı amaçlıyor. Dünya Uygur Kurultayı (DUK): Kurultay, “Doğu Türkistan Millî Kurultayı” ile “Dünya Uygur Gençleri Kurultayı”nın 16-19 Nisan 2004 tarihlerinde Münih şehrinde oluşturulmuştur. DUK demokratik ilkeler temelinde barışçıl yollarla Doğu Türkistan’ın bağımsız siyasi geleceği için mücadele etmektedir. Doğu Türkistan Cumhuriyeti Sürgün Hükümeti: 14 Eylül 2004 tarihinde Washington’da kurulan Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti amaçları doğrultusunda faaliyetlerini Türkiye’den yürütmektedir. Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği: Dernek 2006 senesinden beri amaçları doğrultusunda faaliyet göstermektedir. Doğu Türkistan Gençlik ve Dayanışma Derneği: 2006 yılında İstanbul’da kurulan dernek, Kayseri’den İstanbul’a göç etmiş Doğu Türkistanlı ailelerin çocukları tarafından kurulmuştur. Dernek, Doğu Türkistan’da yaşanan olaylarla ilgili birçok aktif faaliyetler yapmaktadır. Bağımsız Doğu Türkistanlılar Derneği: Kayseri’de merhum gazeteci Abdulmecit Avşar tarafından 2006 yılında kurulmuştur. Abdulmecit Avşar vefatına kadar (2013) derneğin başkanlığını yürütmüş ve Doğu Türkistan’ın sesinin duyurulmasına çalışmıştır. 2014’te derneğin başkanlığına Gazeteci Erkinbeğ Uygurtürk seçilmiştir. Kayseri’de yaşayan Doğu Türkistanlıların kültürel ve sosyal anlamda desteklenmesinin yanı sıra Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm ve asimilasyon politikalarına karşı kamuoyu oluşturmak için Bağımsız Doğu Türkistanlılar Derneği tarafından bir çok etkinlikler düzenlenmektedir. Kayseri’de siyaset ve bürokrasi arasında da oldukça etkili olan Dernek Doğu Türkistan bağımsızlığına kavuşuncaya kadar mücadelesini sürdürme kararı ve azmi içindedir. SONUÇ Değişik zamanlarda Doğu Türkistan’dan ayrılmak zorunda kalanların hemen hepsinin ortak düşüncesi milli ve manevi kimliklerini muhafaza ve asli amaçları olan Doğu Türkistan davasına layıkıyla hizmet edebilmek için Türkiye’ye ulaşmak olmuş382 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER tur. Doğu Türkistan davasının seyri incelendiğinde davanın temellerinin Türkiye’de atılmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira Rahmetli İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra Beylerin son derece kısıtlı imkânlarla verdikleri insanüstü mücadele bu günlerde meyvelerini vermiş ve Türkiye başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Doğu Türkistan davası sürdürülmeye çalışılmıştır. Yasalar çerçevesinde resmi olarak faaliyet gösteren Doğu Türkistan ile alakalı teşkilatlarının toplam sayısı 60 civarındadır. Fakat hiç de azımsanmayacak sayıda olan bu teşkilat ve platformların Doğu Türkistan davası konusundaki çabaları Doğu Türkistan muhiplerine oldukça dağınık bir görüntü vermektedir. Bize göre bunun birinci sebebi “çatı örgüt” olduklarını iddia eden bazı mahfillerin toparlayıcılık ve birleştiricilik yerine tefrikalara zemin hazırlamaları ve ne yazık ki bu maharetlerinde de başarılı olmalarıdır... “Perde arkası” davranışlarla zihin bulanıklığına yol açmamış, şaibelerden uzak, şeffaflık konusunda kendisini ispat edebilen ve en önemlisi de hiçbir muğlaklığa izin vermeksizin Doğu Türkistan’ın kayıtsız şatsız tam bağımsızlığını amaçlayan teşkilatlar ivedilikle ciddi bir konsensüs oluşturmalıdırlar. Bu oluşum öncelikle, her ülkede mevcut diasporanın hangi alanlarda daha etkili olabileceğini keşif ve tespit etmelidir. Özellikle son yıllarda Doğu Türkistan’dan dış ülkelere ulaşmakta olanlar için her ülkede mevcut Doğu Türkistan teşkilatları özel komisyonlar oluşturmalıdırlar. Teşkilatlar bünyesinde Doğu Türkistanlı çocukların milli, manevi ve kültürel yönlerden ihtiyaçlarına cevap verecek birimler oluşturulmalıdır. Ayrıca öğrencilere imkânlar ölçüsünde burs temini için çalışmalar yapılmalıdır. Basın-yayın araçları Doğu Türkistanlılar tarafından da aktif şekilde kullanılmalıdır. Doğu Türkistan teşkilatları mutlaka güçlü televizyon, radyo, gazete vb. iletişim araç-gereçleri kurma ve yayın yapma yoluna gitmelidirler. Doğu Türkistan davası için hayati önem arz çalışmaları yapacak olan ehil ve güvenilir şahsiyetlerin fikirlerinden de istifade edilmelidir. 383 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AZERBAYCAN’DA KARABAĞ GÖÇMENLERİ KONUSU İrada ALİYEVA, Zulfali Kızı Bakü Devlet Üniversitesi - Azerbaycan Milli İlimler Akademisi @ irada40@rambler.ru Ermeni lobisinin uzun yillardır sürdürdügü ve son yillar tüm dünyada hız verdiği çalışmalarda, Ermeniler kendilerini zulüm ve soykırıma uğramış, haksızlıklara maruz kalmış bir topluluk olarak göstermektedirler. Yapılan propaganda ve eylemler neticesinde bazı ülke parlamentolarında ülkemiz aleyhine ve Türk milleti alehine kararlar aldırabilmekdedirler. Tabii biz de Türk milleti olarak kendi haklarımızı anlatmalıyık, kendimize karşı olan vahşilikleri, hakaretleri, kanlı olayları tüm dünyaya duyurmalıyık ve duyururuk. Propaganda önemli bir konudur. Her bir vatandaş, her bir memur, yaşlı- genç insanlar Ermeni çetelerinin onun ülkesine yalanlarla dolu iftirasının yalan olmasını anlatmalı bu konuda daha çok çalışmalıdır ve çalışyorlar. Ermenilerin silahlı tecavüzü sonucunda Azerbaycan arazisinin 20%, dahil Dağlık Karabağ etrafındaki 7 yerleşim bölgesi işgal olundu. 20 bin Azerbaycanlı helak olmuş, 50 bin insan yaralanmış, 5 binden çok Azerbaycanlı esir ve kayıp olmuştur. Ermenistanın kendi topraklarında ve işgal ettiği Azerbaycan topraklarında gerçekleşdirdiği etnik temizlik politikası sonucunda 1 milyondan çok kaçkın ve mecburi göçmen -zorunlu göçe maruz kaldılar. Savaş sonucunda 900’den çok evler yıkılmış, qaret edilmişdir. 12 müze, 6 resim galerisi, tarihi öneme sahip 9 saray, 927 kütüphane, 18 cami, 44 mabed ve sair Ermeniler tarafından yok edilmişdir. Genel olarak 4366 sosyal kültürel amaçlı nesne, 7000 sosyal bina, 2389 sanayi ve tarım nesnesi, 1025 okul, 855 anaokulu, 4 sanatoryum tedavi kompleksi, 798 sağlık işletmesi dahil 695 hastane ve diğer sağlık kuruluşlarında, 1510 kültür müessesesi , 598 iletişim nesnesi dağıtılarak mahvedilmiştir. İşgal altındakı topraqlarda 460 türden çok yabanı ağac ve kol bitkileri bitiyor. Bunlardan 70’i endemik tür olup dünyanın hiçbir yerinde doğal halde bitmiyor. Ermenilerin işgalinde olan Serseng su deposunun imkanlarından istifade edememek sonucunda bu bitkilerin çoğu imha olarak dünya florasının hazinesinden silinmek üzeredir. Aynı zamanda “Azerbaycan kırmızı” kitabına dahil edilmiştir hayvanlardan 4 memeli, 8 kuş, 27 bitki türü ve şairler yok olma tehlikesi ile karşılaşmıştır. Ermeni işgalcileri tarafından temas hattında bulunan araziler düşünülmüş şekilde ateş vurularak yakılır. Yangınlar Ermenilerin kontrolündeki bin hektarlarla arazileri kapsamakla aynı zamanda diğer arazilere de yayılarak çevreye ve canlı doğaya çok ciddi zarar verir. genel olarak Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarında Ermenistan ordu385 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER sunun askerleri tarafından kasten işlenmiş yangınlar sonucunda 96 bin hektar mera, yeşillikler, orman alanları yanarak imha edilmiş, toprağın üst verimli yarasız hale düşmüşdü. İşgal altında olan topraklarda olan olguların küçük bir bölümünün sonuçların manzarasını vermek istedim. Bildiğimiz gibi menfur komşular ermeniler 1988 - 1993 - yıllarında Azerbaycan ayrılmaz `parçası olan Karabağ ve onun etrafında olan Laçin Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Qubadlı, Zengilan işgal etdi. Ermenistan’ın Azerbaycan’a silahlı saldırısı sonucunda insan hakları alanında kabul edilmiş çok sayıda uluslararası anlaşmalarda ihtiva edilmiş normlar dahil “İnsan haklarına dair Ümumidünya Beyannamesi” nin, Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşme” in, “İşkence ve diğer zalimane insanlık dışı ve ya insan onurunun kırıcı ilişkilere karşı ve ona göre cezalandırma Sözleşmesi” nın, “Çocuk Hakları Sözleşmesi” nin bütün hükümleri ciddi şekilde bozulmuştur. Ayrıca silahlı saldırı sırasında uluslararası insani hukuk kuralları da dahil olmak üzere “Karada savaş götürme kanunları ve adetleri hakkında” 18 Ekim 1907 - yılı Haag Sözleşmesinin (Sözleşme İV), Savaş zamanı mülkü halkın korunmasına hakkında” 12 Ağustos 1949-cu yıl Cenevre Sözleşmesinin, “Askeri esirlerle davranış hakkında 12 Ağustos 1949-cu yıl Cenevre Konvansiyonu” nın, “Uluslararası silahlı çatışma kurbanlarının korunması hakkında” 12 Ağustos 1949-cu yıl Cenevre Konvensiyalarına ilave Protokolün (1977), BM Genel Kurulu “Silahlı çatışma hakkında” 14 Aralık 1974 – ci yıl tarihli 3318 (XXIX) kararının hükümleri ciddi şekilde bozulmuştur. Azerbaycan halkına karşı en dehşetli cinayetlerden biri Hocalı kentinde işlenmiş. Hocalı faciası Hatun ve Lidise katliamları gibi insanlık tarihine düşmüş kanlı olaydır. 1992 yılı 25 ini 26 sına bağlayan gece Ermenistan silahlı kuvvetleri geçmiş Sovetler Birligine ait , Karabağın Hankendinde yerleşik bulunan 366 cı zırhlı motorize alayının bütün teknik imkanlarının kullanarak ve doğrudan desteği ileAzerbaycan’ın Dağlık Karabağ arazisinde Hankendi ile Askeran arasındaki Hocalı şehrini roket ve top mermileriyle yerle bir ederek orada yaşayan Azerbaycan halkının soy kırımını gerçekleştirdiler. Bir gecede orada yaşayan ahaliden 613 masum insan gaddarca, hunharca katledildi. 63’ü cocuk, 106’sı kadın, 70’ı yaşlı ihtiyar. Amansızcasına özel işgencelerle öldürüldü. 1275 kişi esir alınmışdır. 8 aile tam mahv olmuşdur. Zori Balayan “Ruhumuzun Dirilişi” kitabında bu acı dehşet dolu kanlı olayı çok sevincle haz alarak kaleme alıp kendilerinin vahşi yaptıklarını anlatır, nefreti koynunda yetiştiren insanldıqdan uzak olan, yazçı yaratıcı gibi iddiası olan bir kişinin o olayları sevinçle kaleme alması vahim bir tablodur .Ve bu anlatma ile aslinda gerçek olanları soykırımı kendi yazısı ile tasdik ediyor Zori Balayan. Bu kanlı olayları dehşetleri bu tarihi soydaşlarımız araştırma etmış, yazmışlar. “Tarihi yazmak tarihi yaratmak kadar önemlidir” söylemişdir. Gazi Mustafa Kamal Atatürk. Qeyd edilmelidir ilki 2008 yılında Ermenis386 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER tanı’nın Başkanı olmuş Serj Sarkisyan Hocalı şehrinin sivil nüfusuna karşı gerçekleştirilen kanlı eylem teşkilatıçılarından biri olmuştur. İngiliz gazetecisi Thomas de Vaal bu konuya toxunaraq yazıyor “Ermeni askeri komutanı Serj Sarkisyan Hocalı’nın istila edilmesi hakkında konuşmayı rica etti o dikkatle cevap verdi: “Biz bu konuda yüksek sesle konuşmamaya tercih ediyoruz”. Thomas de Vaal daha sonra yazıyor ki Srkisyan meydana gelmiş olaylarla ilgili daha sert konuştu: “Sanırım önemlisi başka meseledir. Hocalı’ya kadar Azerbaycanılar düşünüyorlardı ki, bizimle şaka yapmak olur onlar düşünüyorlardı ki, Ermeniler mülkü nüfusa el kaldırmaya kadir değiller. Biz bu stereotipi sındırmağı başardık. (Baal de T. Çyorniy sad. Armeniya I Azerbaijan mejdu mirom i voynoy.-M. 2005,s.235 ) Azerbaycan cumhuriyetinin Esir, Kayıp düşmüş, Rehin alınmış vatandaşlarla ilgili Devlet Komisyonu verilerine göre savaş kurbanı olan sivil ve askeri esirler arasında sivil insanı tavra, çeşitli şiddet türlerine, fiziksel ve ruhsal işkencelere, katillere, tıbbi eksperimentlere maruz kalanlar olmuştur. Rehineler ve askeri askerler işkence verilmekle öldürülür veya dayanılmaz koşullarda depolama sonucunda esaretten özgür olunanlar müebbet eliyle çevirilirdi. Azerbaycan cumhuriyetinin Esir, Kayıp düşmüş, Rehin alınmış vatandaşlarla ilgili Devlet Komisyonu 1 Ocak 2011 yılı tarihli verilerine göre esir, kayıp, düşümüş veya rehin alınmış kişilerin sayısı 4049 kişi düzenlenen edir. Onlardan 3273 kişi askerler, 771 kişi mülkü kişidir, 5’nin ise askerler ve Mülki olduğu bilinmemektedir. Sivil şahıslardan 47 kişi kayıp düşerken ergenlik yaşından küçük çocuklar (17 kişi az yaşlı kız), 247 kişi qadıin, 347 kişi yaşlı kişidir (149 kişi kadın). Şimdiye kadar esir ve girovluqda 1399 kişi tahliye edildi. Onlardan 343 kişiyi kadın, 1056 kişiyi erkektir. Aynı zamanda onlardan 170 kişiyi çocuklar (65 kişiyi az çocuk), 289 kişiyi yaşlı kişidir (112 kişiyi yaşlı kadın). Ayrıca, Devlet Komisyonu’na dahil olmuş malzemelerin analizi sırasında 553 kişinin esir ve girovluqda katledildiği veya çeşitli sebeplerden vefat ettiği belli edilmişdir. Onlardan 104 kişi kadın, 448 kişi erkektir, 137 kişinin adı bilinmektedir, 74 kişi ise belirsiz kişilerdir . Gerçekçi isnat ederek not etmek isterim ki 1905, 1918, 1990 yılı bu tarixldə Ermenilerin Türklere Müslümanlara azgınlıkları gibi tarihe yazılmıdır . 1988 yılı Şubat 22 de Karabağ toprağında ilk kan tökülmüşdür.Ermeni milliyetçileri Esgeran’da çarpışma işlemiş Ali ve Bahtiyar adlı Ağdamlı 2 genç Ermeniler tarafından katledildi. Ermeni milliyetçileri Kafan rayonunda Azerbaycanlıların ilk topluluğunu silah gücüne kendi yurt yuvalarından çıkarmışlardır Böylece Ermenistan’dan soydaşlarımızın kalıcı yerleşim yerlerinden toplu şekilde qovulmasıın temeli atıldı. Öncelerde 1948 , 1953 ci yillarda da soydaşlarımız kendi yurt yuvalarından kovulmuşdular. Qeyd edilenlerle birlikte, Ermenistan işgal ettiği arazilerde Azerbaycanlılara karşı etnik temizleme politikasını hayata geçirmiş ve bu arazileri monoetnik bölgeye dönüştürmüştür. İşgal edilmiş arazilerden yerli Azerbaycanlı nüfus çıkarılarak zorunlu 387 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER göçmen çevrilmişler.Beleki, işgal edilmiş Laçin ilçesinden 71000, Kelbecer ilçesinden 74000, Ağdam ilçesinden 165600, Fuzuli ilçesinden 146000, Cebrail ilçesinden 66000, Qubadlı ilçesinden 37900, Zengilan ilçesinden ise 39500 kişi Azerbaycan vatandaşı zorunlu göçmen haline gelmiştir. Genellikle, Ermenistan silahlı saldırı ve etnik temizlik politikası sonucunda Azerbaycan’ın işgal edilmiş (Karabağ ve çevresinde 7 bölge) topraklarından 660000 den fazla sivil zorunlu göçmen olmuştur. Bundan ilave 100000 artık Azerbaycan vatandaşı Ermenistan sınır ve işgal hattı ile temasda olan bölgelerden ülkenin diğer arazilerine penah getirmişlerdir . Diğer taraftan, yukarıda belirtildiği gibi, 1988 yılı sonu ve 1989 yılı başında, şimdiki Ermenistan Cumhuriyeti toprakları 250 binden artık etnik Azerbaycanlı sınır dışı edildi ve onlar kaçkın olarak Azerbaycan’da yerleşti. Böylece, şimdiki Ermenistan’dan Azerilerin deportasiyası, Azerbaycan’ın 20% topraklarının işgali ve işgal altındaki topraklarda gerçekleştirdiği etnik temizlik siyaseti sonucunda binlerce insan öldürülmüş, çeşitli dereceli yaralanmaları almış, esir alınan ve kayıp düşmüş sivil ağır psikolojik ve ağır gerginlik geçirmiş, 1 milyondan fazla Azerbaycanlı kendi tarihi vatanlarından, evlerinden göç edilerek mülteci ve zorunlu göçmen durumuna düşmüştür. Bu kategoriye ait olan insanlar Azerbaycan’ın 62 şehir ve ilçesinde, 1600 den çok yoğun yerleşim nesnesinde geçici yerleşmişler. Bir faktı belirtmek yerinde olurdu - işgal altındaki bölgelerden olan nüfusun tebbi artışı 22-26 kişiye (her 1000 kişiye) kadar azalmıştır ki, bu da Azerbaycan’da demografik duruma ciddi olumsuz etkilemiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 20 Aralık 1993 yılında kendisinin 48 \ 114 sayılı “Azerbaycan’da mültecilere ve göçmenlere acil insani yardım durumuna dair” kararında çok sayıda sivil kişilerin hareketi ile ilgili Azerbaycan’da insani durumun sürekli kötüleşmesi ile ilgili kendisinin ciddi endişesini ifade etmişdir.Bu kararın temel değerlerinden biri şu ki, ilk kez Uluslararası belgede Ermenistan’ın saldırısı sonucunda Azerbaycan’da mültecilerin ve göçmenlerin sayısının 1 milyonu aştığı doğrulanmıştır. Gördüğümüz gibi, Ermenistan silahlı saldırısı sonucunda bölgede acil insani durumun oluşması Azerbaycan halkının tarihi milli kültür abidelerine, bölgenin doğal kaynaklarına ve ekolojik durumuna onarılması mümkün olmayan derecede değişmiş ziyanlarla eşit ülkeye küıllü miktarda sosyal ekonomik zarar vurulmuştur. Azerbaycan Cumhuriyeti Mülteciler ve Göçmenlerin İşleri Devlet Komitesi sitesinde elektronik hizmet yaradılmışdır. Ve bu siteden de zorunlu göçmenler ve mültecilerin (qaçqın) onlararı ilgilendiren bilgileri alırlar. Meselâ ev yaşam masrafları servisler, onaylı devlet bütçesinden verilen aylık yardımı hakkında ve diğer konular hakkında bilgi bu sitede onlara bilgiyi iletiyor. Tabii Devlet Komitesi bu yönümde çok işler görmüş. Azerbaycan Cumhuriyeti Mülteciler ve Göçmenlerin İşleri Devlet Komitesi nın son melumtina dikkat etsek- Azerbaycanda 1. 200.000 kadar kaçqın zorunlu göçmen vardır. Azerbaycan hükümeti qaçqın ve zorunlu göçmenlerin ihti388 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER yaçlarını karşılamak için hem hukuki, hem de sosyo-ekonomik alanda büyük işler yapıyor. Qaçqın ve mecburi göçmenlerin sosyal sorunlarının çözümü amacıyla Azerbaycan Hükümeti son 20 yılda 5,4 milyar ABD doları tutarında malzeme harcamıştır. Genellikle, 2001-2009 yıllarında Devlet Petrol Fonu’ndan (612.9 milyon lira) ve diğer kaynaklardan (33.2 milyon lira ) ayrılan 646.1 milyon lira kaynak hesabına 18190 aile 81,8 bin kişi daimi yerleşmeden mülteci ve zorunlu göçmenler için 10168 bin kv. metre alanı olan 63 kasaba ve bireysel evler, ayrıca 123 okul, 4 müzik okulu, 37 anaokulu, 45 sağlık ocağı, 33 iletişim evi inşa, 542 km yol, 645 km su hattı, 1007 km hava elektrik hattı çekilmiş, 81,5 km gaz, 33,1 km kanalizasyon, 1,27 km ısı hatları çekilmiş, 11 bin hektarda sulama çalışmaları yapılmış, 537 çeşitli güce sahip elektrik transformatoru yüklü. Dahil Ermenistan’dan göçmen düşmüş soydaşlarımızın yerleştirilmesi için cumhuriyetin çeşitli şehir ve bölgelerinin arazilerinde 1330 ev dikilerek onların kullanımına verilmiştir. Yeni kasabalara aktarılmış zorunlu göçmenlere Bakanlar Kurulu kararı ile tarım işleri ile meşgul olmaları için belirlenmiş miktarda bedelsiz mali yardım veriliyor. 1993-2009-cu yıllarda mültecilerin ve mecburi göçmenlerin sosyal korunmasına ilişkin devlet bütçesinden malzemeler ayrılip Ulu önder Haydar Aliyev demiştir: “İşgal altındaki tüm bölgelerden kaybedenlere, şimdi mülteci durumunda, göçmen durumunda yaşayan vatandaşların sorunları bizim için bir numaralı sorundur”. Ulu önderin bu fikirlerin gözönünde tutularak Azerbaycan’da her bir sade vatandaş , her bir memur, toplu çalışıyoruz ki, doğma yurt yuvalarından göçmen - kaçqın olmuş soydaşlarımızın sıkıntılarını onlarla birlikte çözümüne yardımçı olak. Aktif üyesi olduğum sivil toplum örgütü olan Azerbaycan Kadınlar Cemiyeti Azerbaycan’da kendi faaliyeti ile Azerbaycan kamuoyuna iyi amacıyla ile yardım etti. Bu toplum 1920 yılında ortaya çıktı. 1990 yıllarında müsteqillik elde edildikten sonra ilk sivil toplum örgütü gibi kayıt geçti ve faaliyetini sürdüryor. Sosyal kurumun üzvüleri Azerbaycan’ın bilim, eğitim, sağlık, ekonomi ve diğer alanda çalışan aydın qadınlardır. Onlar kendi emekleri ve zahmetleri ile Vatana kendi töhvelerini verirler. Bu kurumun 75 bin üyesi var. 64 ülke ile ilişkilerini kurup. Ülke ve yabancı, kamu ve sosyal strukturlarile birlikte çalışıyor. Devletçiliğin korunmasında, aile, kadın ve çocuğa sorunlarının çözümünde, hayriyeçilik (yardım etmek, hayırsever) çalışmalarında çok aktiftir. Bu qurum yani camiyyet onceler aile, kadın, savadsızlık ve bu gibi sorunların çözümü yöneliminde çalışmalar yapıyordu. Amma artıq 1990 cı yillardan mülteci ve zorunlu göçmen sorunu ile ilgili çalışma alanını genişletti ve bu yönümde işlerini kurmuşlardır .Camiyyatın başqanı Bahar Kasımova çok büyük gayretle azimkarlığıyla bu işi yapıyor.Bu kurum mülteci ve zorunlu ile görüşüyor onların sorunları ile ilgileniyor ve çözümüne çalışıyor. Tabii Bahar hanıma bu işleri Hair sever çalışmaları başqanı olduğu Kadınlar camıyyatı sevil toplum ile beraber yapıyor. Bu hanımlar Ermeniler 389 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ile sınır bölgesinde yaşayan insanlarla görüşüyor, psikolojik gerilimi olan insanlarla ilgileniyor, şehit aileleri ile görüşür. Ve imkan dahilinde onlara yardım ederler. Kadınlar kurumunun yardımı ile geçen yıl 80 görme özürlü çocukların tıbbi muayenesi, tedavisi düzenlenmiştir. Bir neşesinin göz ameliyatını kendi üzerine götürmüzdür bu kadınlar. Bu özürlü çocukların içinde mülteci aileden olanlarda vardır. Zorunlu göçmen aileden 12 yaşındaki bir kız çocuğunu 8 kez yabancıya gözlerinin tedavisi için göndermişler. Şimdi bu kızın gözleri az da olsa görür çünki gözleri neredeyse görme yeteneğini kaybetmiştir. 18 yaşına kadar görme özürlü çocuklar arasında yarışmalar keçirildi. Tabii bu çocukların çalışmasında mülteci ve zorunlu göçmen ailelerin çocukları vardı. Kadınlar camiyeti sivil toplumu (kurumu) Azerbaycan camiyyatine toplumuna kamuoyuna çok yakından yardım ediyor. zorunlu göçmen ailelerine yardım edir, onlarla sık sık görüşüyor, oluşmuş sorunların çözümüne çalışıyor. Sosyal müdafiyyenin, sosyal refahın iyileştirilmesi alanında uğrların kazanılmasına da bu cemiyetin üyesi olan Hanimlar kalple yardım ediyorlar. Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı hakkında gerçeklerin dünya kamuoyuna duyurulması için çalışıyorlar bir sivil toplum örgütü olarak . Devletimizin, vatanımızın, vatandaşlrımızın güzel olması ve yaşaması ve tüm konuda onlara yardım etmesini bu fedakar xanimlar karşılarına amaç koymuşlar. Prizidentimiz İlham Aliyev cenaplarının iç ve dış politikasını beğeniyor ve devlet başkanının Azerbaycan için yaptığı güzel hizmetlerini alkışlıyorlar. Azerbaycan vatandaşı olarak dünya kamuoyu tarafından sorunlarımızın çözümü yönünde yeterli ve objektif tepkisine ulaşmak uçuç elimizden geleni yapmalıyız. Milletimize edilen Ermeni çetelerinin haqsizliqı hakkında yüzlerce kitap yazılmıştır, tarihi eserler, bilimsel araşadirmalar tahliller götürüldü. Bu araştırmalar gerçek ve olgulardan alınır. Mevlana söylemış “Günün adamı olmaya çalışma gerçeğin adamı olmaya çalış çünkü gün değişir hakikat değişmez”. Bir bulutun arkasından parlayan güneşi olur. Ulu önderimiz Haydar Aliyev söylemişdir: “Biz düz yolda-Hak yolu ile, Allah yolu ile. Kur’an yolu, Demokrasi yoluyla gidiyoruz. Biz istiyoruz ki, Azerbaycan’da hak olsun, Azerbaycan müstakil yaşayabilir bilsin, halkımız milli özgürlüğünü hep korumayı bilsin” (Katiyyetin tentenesi B,1995). KAYNAKLAR 1.Katiyyatin tentenesi.B.,1995- s.846 2.X. İsmayıl.Azəri soyqirimi.B.,2007-s.9 3.Süleymanov E.,Süleymanov V. Ermənistan Azərbaycana qarşı silahlı təcavüzü və işğalın ağır nəticələri.B.,2012-s. 56 4.Türk Azerbaycan Dostluk külütür ve Dayanışma Dernegi.Soykırım yalanlarının cansız tanıkları 5.Respublika qəzeti. 2013 . 7 noyabr səhifə 6 390 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ULUSLAŞMA SÜRECİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ: ÖZBEKİSTAN HALK HAREKETİ ÖRNEĞİ Ali Emre SUCU İstanbul Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü @ aliemresc@windowslive.com GİRİŞ Özbekistan Cumhuriyeti, bugün Türkmenistan’la birlikte, Orta Asya’da bulunan diğer devletlere oranla daha otoriter rejime sahip iki ülkeden birisidir. 1992 yılında bağımsızlık ilan edilmiş ve ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ülkede siyasi muhalefet başta olmak üzere, siyasete etki etme potansiyeline sahip olan her türlü sivil toplum hareketi rejim karşısında eritilmiştir. Bugün, bu ülkedeki sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler kuruluş aşamalarından itibaren sıkı bir denetime tabidir. Bu denetim Adalet Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır. 1992 seçimlerinde bugünkü Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’a rakip olan ve %12,7 oy alan Muhammed Salih, seçimlerden kısa bir süre sonra ülkesini terk etmek zorunda kalan muhalif bir liderdir. 1993 yılında başlayan sürgün macerası bugün 21. yılındadır. Bugüne kadar çeşitli ülkelerde bulunan Salih, 2011 yılında Özbekistan sınırları dışında muhalefet etme mücadelesi veren, yedi siyasi parti ve sivil toplum kuruluşunu ‘Özbekistan Halk Hareketi’ çatısı altında birleştirmiştir. Çalışmamızın birinci bölümünde Özbekistan’da demokrasi ve sivil toplum varlığı sorgulanacak ve ikinci bölümde de ülke dışında örgütlenmiş olan Halk Hareketi’nin faaliyetleri hakkında bilgi verecektir. I) ÖZBEKİSTAN’DA SİVİL TOPLUM 1) a. Yönetimin Sivil Toplum Kuruluşlarına Yaklaşımı Özbekistan’da bağımsızlığın ilk yıllarındaki göreceli liberal dönem dışında devlet, sivil toplumun gelişmesine izin vermemiştir (Demirtepe, 2013, 97). Sivil toplum kuruluşları da tıpkı siyasi partiler gibi sıkı denetime tabidir. Bu kuruluşların niteliğini, siyasi bir amaç için kurulup kurulmadığına göre belirlemek yerinde olacaktır. 1999 yılında Taşkent’te 16 kişinin hayatını kaybettiği bombalı eylemler ve bu olayların sorumlusu olarak gösterilen Muhammed Salih, gıyabında açılan davada 15 yıl 391 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hapis cezasına çarptırılmıştır. 2000 yılında Andican’da meydana gelen ve 50’den fazla kişinin öldüğü intihar saldırıları ve son olarak 2005 yılında yine Andican’da meydana gelen halk ayaklanması ve yaklaşık 800 kişinin (özellikle yabancı basın olaylardan sonra sınır dışına çıkarılmış ve haber almak imkânsız hale gelmiştir; bu yüzden ölü sayısının daha fazla olduğuna dair iddialar mevcuttur) öldürülerek bastırılması halkın rejimden hoşnutsuzluğunu ortaya koyan örneklerdir. 2004 yılında STK’lara yapılan ödemelerin devletin denetiminde olacağına dair bir yasa çıkarılmıştır. Ülkede yabancı kaynaklardan finanse edilerek faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, çeşitli gerekçeler öne sürülerek, mahkeme kararlarıyla bir bir kapatılmıştır. George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün faaliyetlerinin yasaklanması buna ilk örnektir. Mart 2006’da kapatılan sivil toplum kuruluşlarından biri de Freedom House idi ve kapatma gerekçesi de bu örgütün insan hakları kuruluşu ve muhalif siyasal partilerin faaliyetlerinin Freedom House’da gerçekleştirilmesine izin verme ve Özbeklere bedava internete erişim imkânı sunma gibi ‘hukuk dışı’ faaliyetlerde bulunmasıydı (Demirtepe, 2006, http://www.usakgundem.com/). Eurasia Foundation ise aynı akıbetle yasaklanacağı düşüncesiyle faaliyetlerini kendisi durdurma kararı almıştır. ABD kökenli Republican Institute ve yabancı yayın organlarından Internews, BBC, RFE/RL’nin Özbekistan şubeleri de kapatılmıştır. Kapatılan sivil toplum kuruluşlarının yasaklanan ve gönüllü olarak faaliyetlerine son verenlerin sayısının 3000’e yaklaştığı ve bunun 1600’ünün Fergana Vadisi’nde faal olan STK’lar olduğu belirtilmiştir. (Demirtepe, 2006, http://www.usakgundem.com/). I) b. Yönetimin Sivil Toplum Propagandası Özbekistan’da sivil toplum kuruluşlarının varlığı konusunda madalyonun bir yüzünde bu gelişmeler yer alırken, madalyonun diğer yüzü ise başka bir şekilde resmedilmektedir. Çeşitli yayın organlarında yer alan haberlerde, Özbekistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra devletin ilk amacının piyasa ekonomisine sahip demokratik bir hukuk devleti inşa etmek ve güçlü bir sivil toplum yapısı kurmak olduğu vurgulanmıştır( http://www.iemf.org/). Ayrıca İslam Kerimov tarafından ‘Demokratik Reformların Derinleştirilmesi ve Ülkede Sivil Toplumun Oluşturulması Konsepti’ geliştirilmiştir (http://www.iemf.org/). Bu kavram içerisinde yer alan sivil toplumun çıkarlarının garanti altına alınması ve bu grupların meşru çıkarlarının korunmasında sivil toplumun toplumla yönetim arasındaki dengeyi sağlaması gerektiği vurgulanmıştır. 2009’un Aralık ayında parlamento seçimleri sonrasında seçilen Özbek Parlamentosu Yüksek Meclis’in üst kanadı olan Senato, yeni döneme ‘güçlü sivil toplum’ maddesiyle start vermiştir (2010, http://www.timeturk.com/). Güçlü bir sivil toplumun varlığının göstergesi olan bağımsız medya kuruluşlarının, bundan 15 yıl önce 475 iken, bugün 1200 yayın ve elektronik medya kuruluşunun var olduğundan ve televizyon 392 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kanallarının yüzde 53’3, radyo kanallarının ise yüzde 86’sının özel medya kuruluşlarına olduğu vurgulanarak (2013, http://www.hazarworld.com/) bu alanda ilerleme kaydedildiği iddia edilmektedir. Özbekistan’da yer alan 145 milli kültür merkezi, 16 ayrı dini görüşe ait 2000’den fazla dini kuruluşun faaliyet gösterdiği ve 130’dan fazla etnik grubun yaşadığının (Yesevi, 2012, 2) öne çıkarılması, sivil toplumun siyasetten bağımsız olan kanadının geliştirilmesi için Anayasa’da yer alan sivil toplumun oluşturulması ile alakalı görevlerin yerine getirilmeye başlandığını gösteriyor. Ancak burada sivil toplumun devlet ile olan ilişkisi, nasıl örgütlendiği ve hangi siyasal ve sosyal güçlerin etkisi altında bulunduğu da önem kazanıyor (Demirtepe, Usak Analist, 2012, 48). Sivil toplum ve siyaset ilişkisi, 1992 yılında bağımsızlık ilan edilip, gerçekleştirilen birinci başkanlık seçimlerinden sonra sıkı bir denetime tabi tutulmaya başlamıştır. Siyasi muhaliflere olan baskının sıkılaştırılması, İslami hareketlerin faaliyetleri, Kırgızistan’la olan sınır çatışmaları, ABD’nin Afganistan’a müdahalesi, Rusya’nın etkisi, Renkli Devrimler ve 2005 yılında Andican’da meydana gelen gelişmeler rejimden bağımsız bir siyasi örgütlenme ve sivil toplum hareketini imkânsızlaştırmıştır. Görüldüğü gibi hem iç gelişmeler hem de dış gelişmeler siyasi düşüncelerin zihinlerden şimdilik silinmesi ile sonuçlanmıştır. II) ÖZBEKİSTAN HALK HAREKETİ Muhammed Salih, Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasında önemli payı olan bir fikir adamı ve siyasetçidir. 1988 yılında Birlik Hareketi’ni, 1990 yılında ise Erk Partisini kurumuştur. Ancak O’nun bu faaliyetleri, yeni kurulan otoriter rejim ve Özbek ulus inşası politikaları karşısında tehlikeli bulunmuş ve bağımsızlığın ilk yılında ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. II) a. Hareketin Kuruluşu ve Faaliyetleri 2011 yılının Mayıs ayında Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen toplantıda bir araya gelen Özbekistan muhalefetinin temsilcileri Özbekistan Halk Hareketi’ni kurmuşlardır (Nurmumin, 2013, 17). Bu hareket içerisinde yer alan siyasi partiler ve gönüllü muhalif hareketler ise şunlardır: 1- Özbekistan Erk Partisi 2- Dayanışma Hareketi 3- Andican Adalet ve Kalkınma Teşkilatı 4- Özbekistan İnsan Hakları Cemiyeti 5- Özbekistan Demokrasi Forumu 6-Bağımsızlar 7- Bağımsız Gençler (Nurmumin, 2013, 17). Bu hareket Türkiye başta olmak üzere, Norveç, İsveç, Kanada ve Rusya’da (Nur393 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER mumin, http://www.timeturk.com/) örgütlenmeyi başarmıştır. Halk Hareketi, ülkede meydana gelen insan hakları ihlallerinin önüne geçmek, özgürlük, adalet ve hukuka dayalı bir sivil toplumun kurulması için gerekli olan reformları gerçekleştirmeyi kabul ettirmek (Nurmumin, 2013, 17) için çalışmalar yapmaktadır. Özbekistan Halk Hareketi kurucu meclis üyesi ve gelen koordinatörü olan Dr. Namaz Nurmumin, hareketin amacını şu cümlelerle açıklamaktadır: “Özbekistan Halk Hareketi’nin görevi hedefine kan dökülmeden ulaşmaktır. Ancak 23 yıllık istibdada sabrı kalmayan Özbekistan halkı, kendi hürriyeti için her an Kerimov’a karşı ayaklanabilir. Tabii ki halk ayaklanmasının maksadı, şu anda Özbekistan’da hükümran olan ‘diktatörlük’ yerine ‘adalet’ ve ‘hukuku’ esas alan özgür bir sivil toplum inşa etmektir. ’’ (Nurmumin, 2013, 18-20) Görüldüğü gibi Namaz Bey’in düşünceleri Özbekistan’da iç savaşla sonuçlanacak olan kanlı bir halk hareketi değil, aksine güçlü bir sivil toplum inşa edecek olan bir süreci başlatmaya yöneliktir. Halk Hareketi, 2011 yılının Mayıs ayında Berlin’de hareketin programını belirlemek üzere toplanmıştır ve Muhammed Salih bu toplantıdaki konuşmasında “Halen 20 binden fazla Özbek vatandaşı, siyasi nedenlerle tutuklu bulunuyor ve bu da Özbek halkının direniş potansiyelinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Özbekistan’da Libya, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinden iki kat fazla diktatörlük mevcut. Fakat bugüne kadar Batı’dan herhangi bir destek görmedi’’ (Özbekistan Halk Hareketi, http://www. haber3.com/) diyerek dünya siyasetinden ve kamuoyundan destek beklemiştir. Özbekçe, Türkçe ve Rusça olarak yayın yapan resmi bir internet sitesine sahip olan hareket, sosyal medya aracılığı ile Erkin Yurt gazetesi ile Türkistan isimli radyo ve televizyon kanalıyla (Nurmumin, 2013, 20) sesini duyurmaya çalışmaktadır. Halk Hareketi, 2012 yılının Nisan ayında ‘Özbekistan Diktatörlükten Nasıl Kurtulur?’ başlığı ile İstanbul’da uluslararası bir kongrenin ilkini düzenlemiştir. İkincisi ise 2013 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilmiştir. 2005 yılında Andican’da meydana gelen ve 3000 kişinin katledildiği iddia edilen olaylardan sonra baskının artırıldığı Özbekistan’da uluslararası medyanın sınır dışı edildiğinin altı çizilmiş ve ülkede 20.000 siyasi düşünce suçlularının hapishanelerde bulunduğu, 5 milyona yakın da mültecinin bulunduğu belirtilmiştir. Halk Hareketi, süper güçlerin Özbekistan’a olan ilgisi nispetinde uluslararası kamuoyundan ilgi görmektedir. Özellikle Arap Baharı denen ve Orta Doğu’da sivil toplumun siyasete etki edebilme kabiliyetinin ortaya çıkması, gözleri Orta Asya’ya ve Özbekistan’a çevirmiştir. SONUÇ Özbekistan, SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden ve günümü394 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ze kadar otoriter bir rejim tarafından yönetilen bir ülkedir. Bunun bir sonucu olarak, ülkede var olan kısmi özgür düşünce ortamında devlet siyasetini etkileyecek muhalif bir harekete ve siyasi anlamda bir sivil toplum kuruluşuna izin verilmemektedir. Ülkenin sahip olduğu toplumsal yapı da insanların belli fikirler etrafında birleşmesinin ve memnuniyetsizliklerini dile getirecek toplumsal bir hareket ortaya çıkaramamalarının en büyük nedenlerindendir. Arap Baharı ile birlikte sivil toplumun siyasete olan etkisinin görülmesi üzerine gözler Orta Asya’ya çevrilmiştir. Ancak 2000’li yıllarda Renkli Devrimler’in yaşandığı dönemde başkan Kerimov’un izlediği sert siyaset ve ardından gelen Andican katliamı bizlere göstermektedir ki Özbekistan genelinde toplumu harekete geçirecek sivil toplumun oluşması için gerekli olan şartlar henüz olgunlaşmamıştır. Bundan dolayı, kısa biz zaman içinde olası bir iktidar değişikliğinde, sivil toplumun ülke yönetimine yön vermesi mümkün görünmemektedir. KAYNAKÇA i.Kitaplar ARMAOĞLU, Fahir, (2009), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınları, İstanbul GÖNENÇ, Ayşenur Akpınar, (2001), Sivil Toplum Düşüncesinin Temelleri ve Türkiye Perspektifi, Alt Kitap, E-Kitap Yayınevi SALİH, Muhammed, (2007), Yolnâme, (Çev) Mahmut Özbek, Bilge Oğuz Yayınları, İstanbul ii. Makaleler DEMİRTEPE, Turgut ve BOZBEY, İzzet Ahmet, (2013), ‘Özbekistan’da Arap Baharı: Anna Karenina İlkesi ya da Bir Devrimin İmkânı,’ Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt:9, Sayı:33, ss. 89-121 KODAMAN, Timuçin ve BİRSEL, Haktan, (2006) ‘Bağımsızlık Sonrası Özbekistan Dış Politikası’, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:16, Sayı:2, ss. 413-442 KURUBAŞ, Erol, (2006), ‘SSCB Sonrası Türk Cumhuriyetlerinde Yeni Uluslaşma Süreçleri Üzerine Bir Değerlendirme’, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt:2, Sayı:5, ss. 112-133 SÖNMEZ, A. Sait, ‘Güvenlik Sorunları ve Bağımsızlaşma Kıskacında Özbekistan-Rusya İlişkileri (1991-2013)’, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:28, ss. 318-229 iii. Tezler CİCİOĞLU, Filiz, (2011), Sivil Toplum- Dış Politika İlişkisi Çerçevesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Türkiye’nin Avrupa Birliği Politikasına Yaklaşımı, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi iv. İnternet Kaynakları ‘Anayasa, Ülkenin Demokratik Gelişimi ve Başarısının Garantörüdür, http://www.iemf.org/default.asp?sayfa=sayfa_detay&id=143 DEMİRTEPE, Turgut, (2012), ‘Hayallerden Gerçeklere Arap Baharı ve Orta Asya’, USAK Analist, Ocak Sayısı, http://www.usakanalist.com/detail.php?id=326 KERİMOV, İslam, ‘Özbek Modeli’, (2011), http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/54/ozbek_modeli ‘‘Özbekistan’da Diktatörlük Rejimi Var’’, http://www.timeturk.com/m/haber.asp?id=499843 ‘’Özbekistan’da Muhalif Liderle Konuşmaya Hapis’’, http://www.dunyabulteni.net/haberler/287459/ozbekistanda-muhalif-liderle-konusmaya-hapis-cezasi 395 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ‘’Özbekistan’dan Sivil Toplum Atılımı, http://www.timeturk.com/tr/2010/05/07/ozbekistan-dan-sivil-toplum-atilimi.html#.U2DQU_l_u-F 396 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AFRİKADA SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE TÜRK SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ AFRİKA’DAKİ ÖRGÜTLERE KATILIMININ ÖNEMİ Fallou GUEYE Senegal Cumhuriyeti İslami Uyanış Derneği @ assahwalereveil@gmail.com Saygıdeğer katılımcılar, öncelikle sizlere mübarek dinimizin selamını sunuyorum ve selamun aleykum Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun diyorum. Şüphesiz ki sivil toplum örgütlerinin, zorlu ve çetin dünyamızda halkları ateşiyle yakan sosyal, siyasi ve iktisadi krizleri aşması Allah’ın yardımıyla gerçekleşir. Kendisine karşı çeşitli provakasyonlar ve tertipler üreten ister eski ister yeni sömürgeciler olsun ya da onların varisleri olsun tüm bunların planları da Allah’ın yardımıyla aşılır. Farklı kategorilerdeki bu çeşitli sivil toplum örgütleri, pek çok alanda gelişimi artırmayı üstlenen hükümetlerin yanında aktif olarak görev alabilirler. Sivil konumları nedeniyle siyasi örgütlerin ve yönetimdeki hükümetlerin çalışmalarına destek olabilirler. İnsani toplumlar işleri düzenleyicidir veya hükümetlerle sivil toplum örgütleri arasında işleri ortaklaşa düzenlerler. Afrikada Gelişim : Birleşmiş Milletler Ekonomi Komisyonu Afrika hakkında açıkladığı 2011 ekonomi raporunda Afrikanın %5lik bir gelişme gerçekleştirdiğini bildirmiştir. Bu durum Asya’dan sonra dünyanın ikinci gelişmekte olan karasının Afrika olduğunu göstermektedir. Afrika şu anda küresel gayr-i safi yurtiçi hasılanın %2,4 ünü karşılamaktadır ve 2034 yılında bu oranın %5,1’e ulaşması beklenmektedir. Ulusal düzeyde sahraaltı Afrika gelişim oranı, Kuzey Afrika’daki pek çok ülke bölgede yaşanan siyasi olaylar nedeniyle %3 olarak gelişme gösterirken aynı yıl %4,7 olarak gelişim gerçekleşmiştir. Daha önce Afrika bölge içi ticaret %5’i geçmezken 2012 yılında %12’ye ulaşmıştır. Bu bölge içi ticaretin 2024 yılında %30’a ulaşması beklenmektedir. Ancak Afrikanın tek başına yüksek gelişim oranına ulaşması ve kıtanın ekonomik bir kutup olma başarısı elde etmesi mümkün değildir. Bunun için Afrika kıtasının geçtiğimiz yıllarda yaptığı hatalardan kaçınması gerekiyor ki bu hataların başında gelir 397 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER dağıtımındaki eşitsizlik gelmektedir. İstatistiklere göre Afrika kıtası işsizlik ve yoksulluk ortalamasında dünyanın en yüksek oranına sahiptir. Afrikadaki seçimlerde şeffaf yönetim uygulamasını gerçekleştirmek ve idari yolsuzlukluklarla mücadeleyi sağlamak için sizlerin ve sivil toplum örgütlerinin Senegaldeki sivil toplum örgütleri için önemli rolü bilinmektedir. Bu nedenle idari yolsuzluklardan, yöneticilerin kibirlerinden, arkalarındaki batılı müttefikleriyle pek çok doğal kaynakları sömürme ve yağmalamadan şikayetçi olan Afrika halkları bunu çok iyi bilmektedir. Siyah kıtanın çocuklarını yoksulluk, hastalık ve açlığa iten şey hakkında; Newyork Colombia Üniversitesi tarih profesörü Ashley A., « Afrikada endirekt özerk yönetim ve özellikleri » adlı kitabının 20. Sayfasında şu şekilde anlatmaktadır : « Sömürgeci için araç gereçleri ve ticari malları ve iyi bir ticareti gerçekleştirmek için sosyal seviyeyi yükseltmek gerektiğinden teorik olarak despot sömürge yönetiminin üretim ve gelir ihtiyaçları ile bağlantı sağlamak için siyasi, sosyal, ve ahlaki üç düzeyi hedef aldığı bilinmektedir…üretim yapılarındaki ortaklığını aklamak için bunları yapması gerekmektedir. Bu durum uzun süreli başlıca aracı olmasa da entegrasyonu sağlamak için özel taahhüt düzenlemelerini yerine getirmeyi gerçekleştirmek zorlama, şiddet ve yolsuzluk yoluyla yaptığı bir şeydir. » Bu durum, herkes için refah programına dayanan devlet kandırmacasını gerçekleştirmek için Afrika devletlerinin toplumsal siyasetini oluşturmuştur. Bu mantıkla devlet bizzat kendisi fert üzerinde sınırsız yetkiyi ele geçirme hakkını kendisi vermiştir. Bazı durumlarda da toplumlar üzerindeki devlet veya hükümet kontrolü eski bağlılık ve sadakat ağıyla gerçekleşmiştir. Biz burada bu operasyonun iki sonucundan bahsedeceğiz : birincisi, dünyanın pek çok yerinde benzeri olmayan kamu imtiyazlarıyla özelleştirmenin yolunu açmıştır. İkincisi de, bazı analistlerin bir hata olarak yorumladığı devlet gücünün kamulaştırılmasının bir derece daha artırılmasına imkan sağlamasıdır. Bunun sonucunda aynı zamanda keyfi kamulaştırma gerçekleşti. (kamu imtiyazlarının özelleştirilmesi ve devlette keyfi kamulaştırma yönetiminin gerçekleştirilmesi olarak) Bu iki durum, sömürge sonrası dönemde Afrika diktatörlük yönetimlerinin temel dayanağı oldu. Bu sorunları çözmek için medeni hukuk teorileri doğdu ve gelişti. Başlangıçta son dönem cinayet ve şiddet suçlarını başlıca ele alsada daha sonra hızla diğer alanlarıda kapsadı. Bu durumda sivil toplum düşüncesinin oluşum temelinin şiddet olgusu olduğunu, herkes için savaşa neden olabilecek durumlardan kaçınmak veya aşırı vergi yükümlülüklerinden veya kendine dayatılan kamu otoritesinden kurtulmak veya sadece kaba kuvvete dayalı hegomanyal ilişkiler uygulamasından kurtulmak için sivil toplum örgütlerinin gerekli olduğunu söyleyebiliriz. 398 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bu bağlamda, barbarca tavırlara ve direkt olarak zalimlere karşı koymak için sivil düşünce ortaya çıkmıştır. Böylece hak ve güç arasındaki mücadeleden sivil toplum düşüncesi doğmuştur. Yargı gücünün yetkilendirilmesi devletin mutlak otoritesi karşısında öneminin ve bağımsızlığının vurgulanması aşama aşama bir metot olarak uygulanması gerçekleştirilmiştir. Azalıp yok olmayacak yaşam şartlarındaki hak ve özgürlükler ve hukuk yasalarından çağın aydınlanma felsefesi ve düşünce metodu ışığında tüm bu kazanımlardan ve gelişmelerden geri dönüş artık gerçekleşemez. Türkiye, önemli stratejik konumu ve sivil toplum kuruluşlarıyla ve tarihi rolüyle Afrika halklarının sıkıntı çektiği konularda aktif bir rol oynayabilir. Ortak yaklaşıma sahip cemiyet ve kurumlarıyla Afrika halklarıyla işbirliği sağlayabilir. Afrika hükümetlerini halklarına karşı daha adil ve yararlı politikalar uygulamaya ve vatandaşları yaşam alanında kendi kendine yetmeye, tarıma ve tarımsal araçların modernizasyonuna teşviğe, Türkiye-Afrika pazarı oluşturmaya çalışmaya ve üretime teşviğeve okuma yazma cehaletini ortadan kaldırmaya yöneltmesi ve ezilen Afrika vatandaşlarına ümit olacak eğitim amaçlı meslek edindirme eğitim desteği sunmasını sağlayabilir. Senegal’de İslami Kuruluşlar ve İnsani Yardım Çalışmaları Senegal’de İslami düşünce kuruluşlarına değinecek olursak yönetimle arasındaki geçmişteki olumsuz ilişkiler yeni siyasi düzenle istişare ve birlikte hareket etme olarak değişikliğe uğradı. Öyleki selefi hükümetin Senegal halkı için en iyisi olarak gördüğü laiklik anlayışına rağmen yeni Senegal hükümetinin sunduğu yeni anayasaya islami kuruluşların desteğinden sonra gözle görülür yakınlaşmalara şahit olundu. Özellikle siyasi özgürlükler alanında gelişmeler yaşandı, ilişkilerin hızlı bir gelişim kaydettiğini 2002 yılında islami harekete karşı siyasi yönetimin hoşnutluğuna bir hükümet temsilcisinin de katıldığı konferansta bizzat şahit oldum. Hatta bu konferansta geçtiğimiz yıllarda islami şuur cemiyetlerinin en önemli taleplerinden biri olan devlet okullarında islami eğitim maddesinin laik Senegal hükümeti tarafından onayının ilanı katılımcılara büyük bir sürpriz oldu. Şuna da dikkat çekmek isterim ki, genel olarak Senegal ve Afrika ekonomik krizi karşısında zorluklarla karşılaşan hayır ve eğitim alanında faaliyet gerçekleştiren islami cemiyetlerin dini ve kültürel değerlerden gittikçe uzaklaşan halkın çoğunlunun kaynakların azlığından ve imkansızlıklardan sıkıntı çeken bir toplumda işi oldukça zordur. Buna rağmen Senagalde islami şuur cemiyetleri eğitim ve sosyal alanlarda büyük reformlar gerçekleştirmiştir ve toplumsal değişim hareketini hızlandırmak için görevleri arasında bulunan çağı yakalamak için bir kaç adım kalmıştır. 399 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Afrika ve Senegal hükümetleri hayır ve insani alanlarda çalışan islami cemiyetlerle özellikle fikir alışverişinde bulundukça demokratif değişim ve barışı koruma konusunda ciddi olduğu ve islami hareket taraftarlarıyla köprüler oluşturmak istediği anlaşılmaktadır. bu alanda öncü Afrika hükümetleri çeşitli Arap İslam ülkeleriyle bu konuda ilişki içerisindedir. Pek çok dünya ülkesinin terörle mücadeleyi ilke edinmesi ve İslami yardım kuruluşlarının bürolarının kapatılması operasyonları ardından Afrikalı ve müslüman fakir ve yoksullara yapılan yardım projelerinin finansmanının kesilmesinden sonra çeşitli yardım kuruluşlarıyla islami şuur cemiyetlerinin gayretlerinde öz ve yerel kaynakların önemini daha çok ortaya çıkarmıştır. İslami uyanış cemiyetleri için en önemli sorun,israf içinde harcamalarını gerçekleştiren insanlar için zekatın rolünün uygulanmasıdır. Özel projelerin gerçek dışı tarikat mensuplarına hibe edilmesi, israf ve yolsuzluk içerisindeki hükümet yetkilileri, yoksulluk ve çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu Batı Afrika’da müslümanların cehalet ve yoksulluğundan dolayı uyguladığı projelerle günden güne gelişip büyüyen kilise örgütlerinin de itiraz etmediği uluslararası misyonerlik kurumlarının icraatlarıyla hıristiyanlaştırma tehditi altındaki Senegal ve Afrika toplumunun ilerlemesine engel olmaktadır. Afrika ve Senegalde şu anda pek çok açık oturum, panel ve araştırmalarda zekat konusu işlenmekte ve Afrika’da zekat bankaları kurulması ile ilgili olarak yeni fıkhi yaklaşımlar ve ayrıca milli zekat komisyonları kurulması fikirleri ele alınmaktadır. Sonuç Bildirimizin sonunda sivil toplum kuruluşlarına mensup kişilerin devlet siyaseti ve siyasetçilerinin uyguladıkları yanlışların düzeltilmesi konusunda azami gayret sarfetmeye ve hataya düşmemeye davet etmek istiyorum. Pek çok sivil aktivistin siyasilerin saflarına katılıp sivil toplum örgütlerinin düşeceği tehlikelere aldırmadan kendi şahsi çıkarlarına çalıştıkları görülmektedir. Siyaset biliminde sivil toplum örgütleri sivil yapılanmaları temsil etmektedir. Ne siyaset ne de ekonomi dünyasına bağlı olmayıp aksine devletin karşı yolundadır. Bu nedenle sivil toplum örgüt mensuplarının siyasetle ilgilenmemeleri, faaliyet ve çalışmalarında kazanç peşinde koşmamaları gerekir. Bu esasa göre sivil toplum örgütünün en belirgin vasfı devletten bağımsız olması ve çalışmalarında gönüllülük esasıdır. Sivil toplum örgütleri çalışmalarında vatandaşların haklarının savunulmasına onların hürriyet ve çıkarlarına odaklanmalıdır. Sivil toplum örgütleri ve mensupları, iyi yönetimin sağlanmasına, demokrasinin esaslarının yerleşmesine ve devlet işlerinde şeffaflığa ve vatandaşların çıkarları için adaletin gerçekleşmesine çalışmalıdır. 400 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KIRGIZİSTAN’DA BİR İNANÇ ÖRGÜTLENMESİ OLARAK TENGİRCİLİK – İnançları ve Örgütlenme Sorunları – Abdilaziz KALBERDİEV Kırgızistan Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi @ abdilazizkg@gmail.com GİRİŞ Kırgızistan Orta Asya’da en fazla dinî özgürlük ve farklılaşmaların olduğu ülke olarak bilinmektedir. Diğer bir deyişle, Kırgız Cumhuriyeti yaklaşık seksenin civarında etnik, otuzdan fazla din ve mezhep yapısıyla bölgenin en mozaik toplumunu oluşturmaktadır. Bununla beraber devletin laik ve demokrasi temelli yapısı, anayasa tarafından belirlenen sınırlar içerisinde faaliyet gösteren bağımsız dinî kurumların varlığı, inanç hürriyetin ve dinî çoğulculuğu gerçekleştirmenin imkanını ispat etmektedir. Fakat özellikle Sovyet döneminde ateizm ideolojisinin yürüttüğü faaliyetlerin sonucunda meydana gelen manevî boşluk, bağımsızlıkla beraber liberal ekonomiye geçişteki zorlukların sonucunda oluşan ekonomik zorluk, devletin düzenli dinî siyasetinin olmayışı, sahih kaynak ve dinî bilgilerin yetersizliği, taassup ve radikal eğilimlerin Kırgız toplumunda yaygınlaşması çatışmalara zemin hazırlamakta ve farklı arayış ve eğilimlerin ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. Bir inanç örgütlenmesi olarak Tengircilik, başta ulusal düşünce ve ulusal ideolojiden söz ederken, son dönemlerde bir din, bir inanç örgütlenmesi olarak kendini ispat etmek istemektedir. Fakat Tengirciliğin kurucuları bunu yaparken, Kırgız’ı Kırgız yapan unsurları temel almayı ve dolayısıyla toplumu İslam’dan soyutlayarak önceki inançlara geri dönmenin gerekliliğinden söz etmektedirler. Bunun yanında kendi öz varlıklarını ispat edebilmek için aşırı derecede epik ve mitolojik unsurlara atıfta bulunmakta, gerçekle bütünleşmesi zor olan çelişklili inanç sistem(ler)inden bahsetmekte ve onu realiteden uzak kurgularla süslemektedirler. Özellikle onlar ‘Kırgızla Tengircilik’ arasında ayrılması mümkün olmayan özel bir bağın bulunduğunu iddia ederek, onları özdeşleştirmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla yeni bir oluşum içinde olan Tengirciliğin bir inanç ve sistemli örgütlenmesinden söz etmek henüz erkendir. I) EPİK VE MİTOLOJİK VERİLERDEN HAREKETLE BİR İNANÇ OLUŞTURMA ÇABALARI Tabiat, örf ve adetle bütünleştiği iddia edilen Tengircilik, tarihsel ve dinsel temelin 401 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER epik ve mitolojik verilerden almaktadır. Özellikle Manas destanındaki eski inançlara ait olduğu söylenen bazı motiflerden hareketle, Tengirciliğin inanç ve amelî sistemi oluşturulmaya çalışılmaktadır. Manas tüm Türklerin kültürel mirası ve dünyada bulunan en büyük destandır (Musayev, 1984, s. 16). O, birkaç asrı bünyesinde buluşturan, yani tarih boyunca bağımsızlık için verilen mücadeleleri, birlik ve beraberliği, maddî ve manevî zenginlikleri içinde bulunduran bir eserdir. Dolayısıyla onda abartılı hikaye ve motifler bulunması doğaldır. Fakat Manas, Kococaş, Er Töştük, Kurmanbek gibi destanlardan hareketle Yahudîlik gibi millî bir din oluşturma çabası, hatta Kırgızların seçilmiş bir millet olduğu iddiası, Tengirciliğin inanç olarak sistemli bir şekilde örgütlenmesine engel olmaya devam edecektir. II) TENGİRCİLİĞİN TANRISININ TEOLOJİK ÖZELLİKLERİ Her dinin temelinde Tanrı tasavvuru yer alır. Dinlerdeki bu Tanrı figürü kendilerine has nitelikleriyle, dini tamamıyla temelden belirler, diğer dinlerden ayırır ve belli ölçüde inananların hareket-davranışlarına da yön verir (Reçber, 2006, s. 24). Ayrıca her dinin Tanrı tasavvurunun özellikleri ve ulûhiyet anlayışı, onun diğer dinler arasındaki konumunu de belirler. Ancak Kırgızistan’daki Tengircilik anlayışının sistematik inanç esaslarının bulunmayışı ve bu anlayışı din olarak savunanlar arasında Tanrı tasavvuruyla ilgili farklı yaklaşım ve çelişkilerin mevcudiyeti, Tengircilik’in mevcut dinler arasındaki konumunu güçleştirmektedir. Dolayısıyla günümüzde görünen o ki, Tengircilik’in Tanrı’sının karakteristik özelliği tam olarak netlik kazanmış durumda değildir. Kırgızistan’da Tengircilik anlayışı denilince, ilk olarak akla Çoyun Ömüralı Uulu ile Dastan Sarıgulov gelir. Fakat bu konuda birçok araştırmacının çalışmaları da mevcuttur. Genellikle çoğunluğun Tengircilik hakkında yazdıkları eserlerinden, Tengircilik’in temelin oluşturan Tanrının (Tengir’in) tek olmadığı anlaşılmaktadır. Şamanizm’in yeni bir yorumu olarak Tengircilik’de görünen o ki, onda Tanrılar panteonu bulunmakta ve Gök Tanrı (Kökö Tengir) Tanrılar hiyerarşisinin üst basmağında yer almaktadır. Onun diğer Tanrılarda bulunmayan en büyük özelliği, her şeyin başı ve yaratıcısı olması, insanları her türlü kötülüklerden koruması veya cezalandırması, dünyadaki tüm hayatı düzenlemesi ve insanların kaderlerini belirlemesidir. Çoyun Ömüralı Uulu da, Gök Tanrı’dan bahsederken onu şöyle tasvir eder: Âlemde belirleyici rol Tanrı’ya (Kökö Tengir) mahsustur. Çünkü o her şeyin başıdır. Âlemi, onun içinde insanı ve canı yaratan tek Tanrı’dır. Olan, olmakta olan ve olacak olanların hepsi Tanrı’nın irade-insiyatifiyle gerçekleşmektedir. Nitekim Tanrı’nın insanlık için çizdiği Ak Yol üzerinde yaşayan insanların, meydana gelen tüm hadiselerin yaratanından olduğuna inanmaları gerektiğine dikkat çeker (Ömüralı Uulu, 1994, ss. 27-28). Aynı zamanda Tengircilik’de Gök Tanrı’nın mekânı göktedir. Dolayısıyla gökteki her şey ona aittir, O yücedir ve mutlak kudret sahibidir. Mutlak rahmeti sayesinde de insanlara merhamet eder, onları korur ve kollar. 402 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bu ifadelerden anlaşıldığı kadar, birçok Tanrılar içinde esas ulûhiyet sıfatlarına sahip olan Tanrı – Gök Tanrı’dır. Zira İslam’daki Allah’a ait tüm sıfat ve özellikleri айрым Tengirciler, üst Tanrı olarak kabul gördükleri Gök Tanrı’ya atfetmektedirler ve O’nun gerçek Tanrı, gerçek yaratan olduğuna inanılmaktadır. O’nun yanında bulunan diğer Tanrılar ise, Gök Tanrı’ya boyun eğmekte ve ondan güç almaktadırlar. Nitekim Orozobek Aytımbet bu konuda şöyle der: “Kırgızların eski inançlarında 99 tane pir vardı. Onların içinden Gök Tanrı (o zamanlarda ona Tanrı Ata denmiştir) göğün Tanrısı, Umay Ana kadınlarla çocukların koruyucusu, Güneş Tanrısı güneşin piri, Yer Tanrısı kara toprağın piri, Ay Tanrısı ayın piri, Yıldız Tanrısı yıldızların piri, Dağ Tanrısı dağların piri, Su Tanrsıı suyun piri, Kan Tanrısı ise savaş piriydi. Ondan sonra zihnin gelişmesi neticesinde, Yüce Doğanın irade seçimiyle (yukarıdaki) 9 Tanrı Kırgızların günlük hayatında etkin olmaya ve halkın kaderini belirlemeye başlamıştır. Ondan dolayı göçebe halk bu 9 Tanrıyı kutsayıp, onlara tapmışlardır… (Onların içinden) Gök Tanrı göğün sahibi olarak algılanmaktadır”. Ancak Kengeş Cusupov, eski Kırgız esatirlerinde yüze yakın pirin bulunduğunu belirterek, Gök Tanrı’yla onları ayrı olarak değerlendirmek gerektiğine dikkat çeker. Ona göre pirler, insanlara yardım eden, koruyup kollayan kutsal varlıklardır, azizlerdir. Onun için Kırgızlar onlara tapmışlar, ibadet etmişlerdir (Cusupov, 2004, ss. 350-385). Bunun yanında o, eskiden Kırgızların Tanrı’nın gökte bulunarak yerdeki hayatı idare ettiğine; insanlara güven ve huzur verdiğine, düşmandan koruduğuna; kağanlara adalet ve hikmet, her nefsin alnına, niyetlerine ve yaptıklarına göre nimet-saadet bağışladığına; hayatı hastalık, cin ve ölümden koruyup, ömür, kudret, baht verdiğine; yapılan işlerin zerresine kadar bildiğine; niyeti kötü olanı lanetlediğine inandıklarını belirtir (Cusupov, 2004, s. 373). Dolayısıyla ona göre, bu tür inanışlar, çok Tanrılıktan tek Tanrılığa geçişi göstermektedir (Cusupov, 2004, s. 371). Tengircilik anlayışının bazı temsilcilerine göre, Gök Tanrı Tanrıların en yücesi, mutlaklığın ta kendisidir. Diğer Tanrılar insanların hayatlarına yön vermekle beraber mutlaklık bakımından Gök Tanrı’dan sonra gelmekte ve anlamını onda bulmaktadırlar. Çünkü onlar bir bakıma Gök Tanrı’nın göklerdeki ve yerdeki yansımalarıdır. Bundan dolayı insanlar diğer Tanrılara taparlarken, aslında en yüce ve mutlak varlığa, yani Gök Tanrı’ya tapmış olmaktadırlar. Çoyun Ömüralı Uulunun bu konudaki ifadeleri ise şöyledir: “Bir ucu yerde yatan, bir ucu göğe varan, onda canlanan, bir damlasına güneş batan, bir damlasına güneş doğan, ezeliliğin tek örneği, uçsuz bucaksız olan Tanrıdır” (Ömüralı Uulu, 1994, s. 68). Bu tür ifade ve yorumlar göstermektedir ki, Tengircilik’teki Tanrı tasavvuru Tanrı-âlem ikiliğini ortadan kaldırmakta ve bu panteist bir Tanrı tasavvuruna işaret etmektedir. Nitekim Gök Tanrı’nın gökteki yansımaları olan gök, yıldızlar, ay ve güneşle yerdeki yansımaları olan yer (toprak), su, dağ ve tepe (Kan Tanrısı), onlar en ulu tabiattır, onlar Gök Tanrı’nın ta kendisi ve Onunla eş anlam taşımaktadır. Yer ve göktekileri bağlayıcı unsur ise yüce Umay Enedir (Umay Ana). Onun için Tengircilik anlayışının tüm temsilcilerine göre, doğa üçüncüsel planda olamaz. Bilakis 403 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Tanrı onunla iç içe olduğu için, doğa insandan da önce gelmektedir. Zaten insanın var oluşu ve tekâmülü de göklerden ve yerden sonra tamamlanmaktadır. Yani insan üçlü evren telakkisinin son halkasıdır ve diğerlerinden önce gelemez (Ömüralı Uulu, 1994, ss. 25-27). Aslında bu tür ifadeler henüz sistemli bir teolojik ve felsefî karakter taşımamasına rağmen, Tengircilik anlayışının ileri gelen temsilcilerinin, genellikle gelenek ve epik kaynaklara dayandırarak ortaya koymaya çalıştıkları kozmogoni ile ilgili görüşlerinin de özünü oluşturmaktadır. Tengircilik anlayışının Tanrı tasavvurunun temelinde panteistik bir özelliğin bulunmasının yanı sıra antropomorfik karakter de yatmaktadır. Zira bunun en açık delili “Tengiri (Tanrı) Manas”, “Manas, Tanrı’nın oğlu, güneşin nuru, Kırgız’ın ruhu” (Cakıpbek, 1995, s. 2) veyahut “Gök Oğlu” ifadeleridir (Ömüralı Uulu, 1994, s. 28). Yani Tanrı’nın Manas şekline bürünmesi, Manas’ın Tanrı’yla birleşmesi veya onun yardımından ümit edilmesidir. Nitekim bu konuda Kırgız millî şairi Asan Cakşılıkov şöyle der: Kıtay arbın, Kırgız az / Çinliler çok, Kırgız az Koldoy gör, Pirim- Şer Manas / Yardım et, pirim- Kaplan Manas. Manas ata coldosun / Manas Ata yardım etsin! Tengirim özü koldosun / Tanrım bizzat hayır eylesin! Aslında bu tür ifadeler, yorum gerektirmeyecek kadar açık ve nettir. Bu, Tengircilik hareketinin millî ideoloji üretme çabası sonucu, Kırgızların övünç kaynağı ve halk kahramanı olan Manas’ın aşırı derecede yüceltilmesi ve Tanrısallaştırılması, demektir. Bunun yanında Tengircilik anlayışının fikrî savunucularının, başka bir ifadeyle kurucularının aralarında Tanrı tasavvuruyla ilgili olarak deistik anlayışa yakın tutum ve yaklaşım sergileyenlerin olduğunu da belirtmekte yarar vardır. Özellikle Abdıkerim Çolponkulov’un ifadelerinde, Tanrı’nın var ettiği ve daha sonra kendi içindeki doğal kanunlarıyla baş başa bıraktığı doğa sürekli gelişmektedir. İnsan, ayakta kalması için bu gelişim kanunlarına ayak uydurmak zorundadır ki, aslında insanın ayak uydurması, tecrübe kazanması, hayattan ibret alması ve aklını kullanması da bir doğa kanunu, bir doğa gereğidir. Akıl, Tanrı’nın ezelden insana bahşettiği özel bir lütuftur. İnsan bununla iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hakla batılı ayırır. Yani onlara göre, insan için fazladan bir aracıya (peygamber) gerek kalmamaktadır. İnsan aklıyla da doğaya uyum sağlar. Zaten Dastan Sarıgulov “Tengirdin Colunan Adaşkan Adam” (Tanrı’nın Yolundan Sapan İnsan) derken veya Abdıkerim Çolponkulov “Unutmuşluk”tan söz ederken, insanın (Kırgızların) Tanrı’yı unuttuğu veya yoldan saptığı gibi, onların tekrar hakikate gelip aklıyla Tanrı’yı bulabileceklerine işaret etmektedirler. Her ne kadar insanlığın başlangıcında “Tanrı’nın koruması ve kollaması”ndan söz edilirse de, daha sonra Tanrı’nın insana fazladan müdahalesi söz konusu değildir. Çünkü onlara göre 404 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Tengircilik, Kırgızları binlerce sene koruyan örf-adet, gelenek-görenekleriyle bütünleşen, Tanrı gibi adilliği, düzenliği talep eden ve çevreyle olan uyumluğun korunmasına özen gösteren doğal bir din olmuştur. O’nun hala Kırgızlarla beraber yaşamasında, var olmasında ve yaşamını sürdürmesinde doğrudan hiçbir aracın etkinliği söz konusu değildir. O, atalarımızın akıl ve tecrübeleriyle buldukları hayat yolu, hakikat yoludur (Sarıgulov, 2001, ss. 115-116). Öz olarak; onlar bazen kollama, koruma, tapınma, rahmet ve duadan (Bata) söz etseler de, onlar için binlerce sene evvel akıl ve tecrübe yoluyla bulunan Tengircilik esastır, o hakikatin ta kendisidir. Yaratıldıktan sonra kanunlarıyla baş başa bırakılan doğa, insanlara da yaşam yolu sunmaktadır. Bu bakımdan onlar için, vahye ve peygamberlere ihtiyaç yoktur. Bu ise, deistik anlayışa yakın bir eğilimdir. Fakat genel olarak değerlendirdiğimizde bu, Tengircilik anlayışının önderlerinin arasında ortak bir noktanın bulunmadığını göstermektedir. Hatta tek bir kişinin bile bir konu üzerinde farklı fikirler ortaya koyduğuna şahit olmaktayız. Bu, Tengircilik’i bir ideoloji, bir inanç sistemi, bir din olarak temellendirmeye çalışan fikir sahiplerinin bazen aşırıcı uca varan iddialarının paradoksal boyutunun bir örneğidir. III) ÖZKAVRAYIŞ VE ÖRGÜTLENME SORUNLARI Tengirciliğin öz kavrayış sorunlarının başında yukarıda da belirtildiği gibi epik ve mitolojik verilerden dinsel ve ulusal kimlik oluşturma çabası – Kırgız milliyetçiliği unsuru – yatmaktadır. Demek, Tengircilik’in Kırgızlar ve Kırgızistan’ın mevcut şartları için bir çözüm kaynağı olabileceği iddia edilmesi, onun tüm inanç ve faaliyetlerinin yoğun olarak ideolojik zeminde değerlendirilmesine yol açmaktadır. Zaten çoğu Tengirci, Tengirciliğe yönelirken onu ahlakî kurallar bütününden daha çok ideolojik yönüne vurgu yaparak Kırgız’la Tengirciliği ayrılmaz bir parça olarak tanıtmaktadırlar. Aynı zamanda İslam’ı siyasî ve ideolojik planda anlamaya ve yorumlamaya çalışan gruplarca yadırganan Kırgızların ulusal ve örfî unsurlarını sahiplenmeye çalışan ve onlar hakkında farklı ve aşırı yorumlar yapan Tengirciler, kendi öz varlıklarını ve öz kimliklerini bu yönde tanıtmaya gayret etmektedirler. Örneğin, bu konuda Manas destanı araştırıcısı Mars Cumakunov: “Onlar (Tengirciler) tüm milletmize ait Manas destanın menfaatleri doğrultusunda istifade ederek kendilerine has programları geliştirmektedirler” diyerek, destanı milliyetçiliğin silahı haline getirenleri eleştirmektedir. Neticede Tengircilerin aşırı milliyetçi ve paradoksal yorumları, Tengirciliğin bir din olarak örgütlenmesine engel teşkil etmektedir. Üstelik bazıları Tengircilerin Batı ülkelerinden maddî yardım aldıklarını da iddia ederek onların toplumun birlik ve beraberliğine zıyan vereceklerine vurgu yapmaktadır. Onların Tengircilik adı altında dinî bir örgüt oluşturma teşebbüsleri farklı nedenlerden ötürü gerçekleşmemektedir. Nitekim 25 Ekim 2012 tarihinde Tengirciliğin bir dinî örgüt olarak kabul edilmesi yönündeki Tengircilerin beyannamesi Kırgız Cumhuriyeti Din İşleri Komisyonunun onayı405 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER na sunulmuştur. Ama lazım olan evrakların tamamlanması için geri verilmiştir. 2013 senesinin Mayıs ayında gerekli olan evraklar tamamlanıp Din İşleri Komisyonunun onayına tekrar sunulmuştur. Fakat bilir kişilerin olumsuz kararlarına istinaden, Tengircilik bir dinî örgüt olarak kayıt altına alınmamıştır. Esas olarak Tengircilik bir din değil, bazı insanların dinî duruşları olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Din İşleri Komisyonu Başkanı Orozbek Moldaliyev Tengirciliğin insanların dünyaya bakışlarının neticesinde oluşan bir oluşum olduğunu belirterek, aslında bu sürece gerçek ilim adamlarının da katılmasının gerekliliğini belirtmiştir [İnternet Kaynak, 5]. SONUÇ Sonuç olarak söylemek gerekirse, Tengirciliğin inanç ve iddialarının sistematik karakter arz etmeyişi, mitolojik unsurların, abartılı ifade-hikâyelerin çokluğu, Kırgızistan’daki tüm Tengircileri ortak noktada birleştirecek itikadî ve amelî sisteminden yoksun olması, onun diğer inançlar arasındaki konumunu güçleştirmektedir. Başka bir deyişle Kırgızistan’da Tengirciliğin bir dinî örgütlenme olarak kabül görmesi şuan itibariyle çok zordur. SONNOT 1 Meşhur şairimiz Asan Cakşılıkov şiirlerinden birinde, Kırgızların Nurdan, Güneşten geldiğini belirtmektedir. Bkz: Asan Cakşılıkov, “Kıtay Arbın Kırgız Az; Koldoy Gör, Pirim-Şer Manas!” İnternet Erişim: http://www.presskg.com/kqk/10/0125_3.htm, 27. 01 2010; Abdıkerim Çolponkulov ise, Kırgızların Gökteki Tanrının sevgili çocukları, diğer insanları ise Allah’ın kulları olduğunu belirtmektedir. Bkz: Abdıkerim Çolponkulov, “Obtşiy Domdogu, Cabırkoo ce Bürküt Tookkanaga Kamalsa Emne Bolot?”, İnternet Erişim: http://www.presskg.com/kqk/09/0630_4.htm, 26. 01. 2010. KAYNAKÇA i.Kitaplar CAKIPBEK, Aşım, (1995) Tengiri Manas, Bişkek. ÖMÜRALI UULU, Çoyun. (1994), Tengirçilik, Bişkek. SARIGULOV, Dastan. (2001), Tengirdin Colunan Adaşkan Adam, (İkinci Kitap) Bişkek. ii. Makaleler CUSUPOV KENGEŞ, (2004) “Bayırkı Kırgızdardın Tarıhına cana Ruhiy Madaniyatına Oy Çabıt”, Kırgızdar, Bişkek, c. V, ss. 350–385. MUSAYEV, S. (1984), “Çong Manasçı Sayakbay cana al aytkan variant”, Manas, Frunze, c. I, s. 16. REÇBER, M. Sait. (2006), “Tanrı: Tasavvurları, Sıfatları ve Delilleri”, Din ve Ahlak Felsefesi, Ankara, s. 24. iii. İnternet Kaynakları AYTIMBEK, Orozobek. “Kökö Tengir”, http://janyzak.narod.ru/tehir/tehir.htm, (25. 01. 2010). CAKŞILIKOV, Asan. “Kıtay Arbın Kırgız Az; Koldoy Gör, Pirim-Şer Manas!”, http://www.presskg. com/kqk/10/0125_3.htm (27. 01 2010). ÇOLPONKULOV, Abdıkerim. “Obtşiy Domdogu, Cabırkoo ce Bürküt Tookkanaga Kamalsa 406 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Emne Bolot?”, http://www.presskg.com/kqk/09/0630_4.htm, (26. 01. 2010). Мanas Ulutçulduktun Kuralı Emes, http://ktrk.kg/ky/content/manas-ulutchulduktun-kuraly-emes, (02.05.2014). МOLDALİYEV, Оrozbek. “Tengirçilik Akırettik Suroolorgo Coop Bere Alabı?”, http://islamjolu. kg/index.php/news2/kyrgyzstan-zha-ylyktary/item/506-din-ishteri-boyuncha-mamlekettik-komissiyanyn-t-ragasy-o-moldaliev-te-irchilik-akyrettik-suroolorgo-zhoop-bere-alab, 02.05.2014). TOKTOSUNOV, Nurlan. “Тengirçilikti Din Katarı Kattoogo Emnege Bolboyt?”, http://presskg. com/agym/13/0823_8.htm, (02.05.2014). 407 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TENGRİ ULUSLARARASI ARAŞTIRMA VAKFI (MFİT) Lena FYODOROVA Tengri Uluslararası araştırma Vakfı (MFİT) MFİT (TUAV) ticari örgüt değil, vatandaşlar ve hukuki şahıslar tarafından tesis edilmiştir, bilimsel, sosyal, hayri, kültürel, eğitim ve diğer toplumsal yararlı amaçları vardır. Vakıfın esas amaçları aşağıdakilerdir: Avrasya medeniyetinin Fundamental değerleri ile sesleşen Tengriçilik dünya görünümünün ve manevi değerlerinin, örf-adetlerinin korunması, araştırılması. Globalleşmenin zıddiyetli sonuçlarının def edilmesine, daha itibarlı kolektif tehlikesizlik sisteminin oluşturulmasına katkıda bulunmak, “büyük” ve “küçük” etnosların gelişmesine ve onların karşılıklı ilişkilerine destek vermek. Avrasya halklarının kültürel-medeniyet ilişkilerinin ve Doğu- Batı konstruktiv kültürel diyalogun genişlemesine destek vermek. Bu zamana kadara TUAV 4 uluslararası bilim konferansı vermiştir. “Tengriçilik ve Avrasya halklarının epik irsi. Kaynaklar ve çağdaş durum” adlı konferans 2007’de Rusya’da, Yakutistan’da, 2009’da Moğolistan’da, Ulan Baturda, 2011’de Rusya’da, Kızılda, 2013’de Moğolistan’da, Ulan Baturda organize edilmiştir. Bu konferansın devamı 2015’de Bulgaristan’da, Sofya’da, 2017’de Kazakistan’da, Almatı şehrinde planlanmaktadır. Konferans metinleri yayınlanmıştır, vakfın veb-sitesi çalışmaktadır. TUAV-ın kurulmasını gerçekleştiren tanınmış tengrişünas bilim adamı, felsefe bilimleri doktoru, Kazakistan Sosyal Bilimler Akademisinin üye adayı N.G. Ayyubov’dur. Vakıfın uzmanları felsefe bilimleri doktoru Anjiqanova (Hakasiya), bioenerjiterapevt Ayyubova G.M (Kazakistan), tarih doktoru Şagdar Bira (Moğolistan), yazar-tarihçi Bezertinov (Tataristan), felsefe doktoru Biçeev B.A. (Kalmıkya), felsefe doktoru, eğitim bakanı Biçeldey K.F. (Tuva), Yakutyanın kültür ve manevi gelişme bakanı Borisov A.S., Moğolistanın Gazeteciler Cemiyetinin başkanı Galaaraid B., felsefe doktoru, Moğolistan Aneneler Akademisinin prezidenti Daşnyam L., politoloji bilimler doktoru UNESKO-nun eksperti İmambek E.B. (Kazakstan), Hakasya Edebiyyat evinin direktörü Kotojekov-Çapray A.İ., Altay Respublikası “Üç Enmek” Karakol Doğa Parkının direktoru Mamıyev D.İ., Kırgızistan siyaset adamı Sarıgulov D.İ., Rusya Bilimler Akademisi Başkurt Milli Merkezinin başkanı Sultangareyeva R.A., hukuk doktoru, Hakasya Tarih ve hukuk Enstitüsü, Tündüşüv-Haramoos G.A., tarih dokto409 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ru Tühdeneva S.P. (Altay Cumhuriyeti), Yakutiyadan Olonho Teatrının direktör yardımcısı Fedorova L.B., Moğolistan Uluslaraarası İlişkiler Enstitüsünde tarih doktoru, profesör Hurmethaan M.. Tema- tarihi-kültürel değerlerin korunması yönünde sivil toplum örgütünün oluşturulması. 410 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER MODERN TATARİSTAN VE BAŞKURDİSTAN’DA İSLAM VE DEVLET Leila ALMAZOVA Kazan Federal Üniversitesi @ LIAlmazova@kpfu.ru GİRİŞ SSCB’de dini yükselişin başlaması, toplumun dine karşı dolayısıyla da İslam’a karşı olan görüşlerinin yavaş yavaş değişmeye başladığı dönem olan 1985-1991 dönemindeki Gorbaçev’in yeni siyasal yaklaşımı ile ilişkilidir. Müslüman toplumu son otuz yılda önemli değişiklikler yaşamıştır: dini canlanma dalgaları esnasında Tatarlar ve Başkırler Cuma namazlarında camileri doldursalar da, toplulukların yapılarında daha sonra çeşitli tarihi, kültürel, sosyal, ekonomik ve psikolojik faktörler değişiklik gösterdi. Toplumun oldukça yüksek dinciliğine rağmen (Tataristan ve Başkurdistan’daki etnik Müslüman ve katılımcıların %79-80’i kendilerini inançlı olarak tanımladı (Musina, 2009, 251)) sadece %4-7’si Müslümanlığın şartları yerine getirmektedir. 90larda olsaydı, camiye gidenler genel olarak 60 yaş ve üstü yaşlılardı, bugün ise ibadet edenlerin çoğunluğu 18 ile 35 yaş arası gençlerdir. Biraz gecikme ile olsa da benzer eğilimler bilinen biçimde “gençleşen” Müslüman kesimde de görülmeye başlanmaktadır. Volga-Ural bölgesindeki İslami kurumlarda önemli bir büyüme vardır. 1985 Tataristan’ında 18 kullanılan cami varken bugün 1380’den fazlası mevcuttur. Başkurdistan’da, 1980’lerin sonlarına doğru sadece 35 cami kaldı, bugün ise bu sayo 800’e ulaştı. Ufa’da kullanılan daha sonra Orenburg Müslüman Dini Birliği olan Rusya Merkez Müslüman Dini Kurulu’nun yanı sıra her iki cumhuriyette de Müslüman dini kurulları kurulmuştur. Müslüman eğitim kurumlarındaki dirilme de aynı şekilde bir dizi aşamadan geçmiş ve şu anda Tataristan’da 11 (biri İslami Enstitüdür) ve Başkurdistan’da 5 tane medrese vardır. RUSYA DEVLETİ BAĞLAMINDA MODERN İSLAM EĞİLİMLERİ Geçtiğimiz 20-30 yıl boyunca, hepsi Müslüman toplumlarına giden muhtemel yolları kavramsallaştıran İslami Umma’da çeşitli dini gruplar ortaya çıkmıştır. Son yıllardaki edebiyatın analizi yapılırsa, araştırmacılar bir şekilde modern İslam’ın aşağıdaki ana akımlarını tanımlamıştır: Neo-gelenekselcilik, William Shepherd’a göre, bu radikal veya modern olanların üstünde yerel geleneklere değer vermesi ile şekillenmektedir, islami olmayan değerler bile onun için oldukça önemli olabilir. Bu harekete dahil olanlar, din sürekli olarak belirli yerel ve kültürel bir paradigma içerisinde kaldığından, İslam’ın eski ve uyarla411 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER nabilir kalkınma yollarını inkar edenleri eleştirmektedir. İslami geleneğin derinliği ve karmaşıklığı ve de Sufi şeyhlerinin bilgeliğine değer verir. El Fadl onları sofular ile yan yana koyarak ılımlılar olarak adlandırır )El Fadl, 2005, 5); diğerleri ise sadece geleneksel İslam’ın takipçileri derler (Kurzman, 1998, 6). Köktencilik, “siyasi ilkeleri sonsuz bir kutsal metinden türetmeye çalışan entellektüel bir duruş” olarak tanımlanır [Choueiri, 1990, 9]. Milton-Edwards, ana özellikleri arasında Batı laikliğini reddetme ve Müslümanların kendi siyasal yapılarını, kurumlarını ve fikirlerini tekrar ileri sürme olduğunu belirtir [Milton-Edwards, 2014, 5]. İslamizm (Khalid) İslami uyanış (Esposito) gibi bu gündemi tanımlamak için kullanılan farklı anlatımlar da vardır. Yaklaşımlarını İslamı modern dünyaya uydurmak olarak değil aksine modern dünyayı gerçek İslami değerlere göre inşa etmek olarak belirtiyorlar. Liberal İslam [Kurzman, 1998, 2003, Abu-Rabi, 2004], Batı’nın pozitif bilimlerdeki başarılarının Batı mirası olmadığına asıl olarak İslam’a ait olduğuna inanarak Batıli değerleri İslami bir aksan (yan) olarak adlandırmaya kalkışmakta ve bu sebeple Batı’dan tekrar almak yerine eski haline getirilmelidir. Dini, devletten korumak için ikisi arasında bir ayrımı savunuyorlar; din adına zorlamanın hiçbir şeklini kabul etmezler ve düşünce çokluğunu kabul ederler (Knysh, 2011, 457). Bu sınıflandırmanın Volga-Ural bölgesi durumuna uygulanmasında, aynı ana ideolojik kamplardan bahsedebiliriz: İslami Hukukun Hanafi okulunun yerel formlarını tutan Neo-gelenekselciler ve “öz İslamı” savunan Köktenciler. Bunların yanı sıra, daha az takipçisi olan diğer trendler de vardır: Liberal İslam takipçileri, Fethullah Gülen’in “Hizmet” hareketinin temsilcileri ve Sufi “Süleymancı” hareketinin yanı sıra çok bilinen adıyla “Faizrahmanistler”dir. En ayrıcalıklı konum yerel Neo-gelenekselciler yani Hanefilerindir. Müftülük Kurumu (Muftiate) ve profesyonel dini eğitim sistemi bunların etkisi altındadır. Neo-gelenekselci etkinin alanı, genç jenerasyon, her şeyden öte eski jenerasyona bağlı ve kendilerini dini kurumlarda ve onların cemaatlerindeki konumlarda bulan yerel ve yabancı okul mezunlarının yanı sıra eski Müslüman jenerasyonudur. [Batrov, 2007, Yakupov, 2003, 2006]. Rakipleri olan Köktenciler birçok dini hususta kendi görüşlerine sahiptirler. Genel olarak, yerel Köktenci söylem oldukça evrenselcidir: ilk yüzyıllardaki öz İslama dönem fikirleri ve buna paralel olarak Ibn Taymiyyah’ın varsayımlarının ışığında kutsal davranışların yorumlanması, dini inovasyonun tasvip edilmemesi (“kutsal yerler” ziyareti, mevlütler, vb.), Sufizm ve Kelama karşı muhalif bir ilişkin, hutbeler yazılırken uluslararası iletişim diline bağlı kalma (Rus bağlamında bu Rusçadır). Köktencilerin önemli bir oranı otoritelere oldukça bağlıdır; ancak devlet bu “öz” İslam takipçilerine şüphe ile yaklaşır, öyle ki doğrudan irtibata geçmeyip Müslüman komüniteyi kullanır. 412 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Önde gelen camilere sokulmazlar. Bu hareketin etki alanı tüm Tatar ve Başkır gençliğinin ötesinde, CIS Müslüman cumhuriyetlerinde göçmenler ve İslamın yerel versiyonu alışkanlığı olmayanlar içindir. Ruslardan veya geçmişte Müslüman olmayanlardan dine geçirilen Müslümanlar aynı şekilde hutbeleri Rusya’da verilen İslamın Köktenci versiyonunu seçmektedir. Bazen, çeşitli İslami akımların popülaritesi kırmen devletin dini politikası ile orantılıdır: bir devlet ne kadar çok bir akımı desteklerse, o popülasyon arasında o kadar az popüler olur ya da tam tersi. Aynı şekilde, devletin desteği neo-gelenekselci yanlılarına Müslümanlar arasında rütbe veya popülarite ya da yetki kazandırmaz. Gelenekselciler kontrol yerlerini ve güçleri elde etmiş olsalar da, ideolojik rakipleri belirli avantajlara sahiptir. Otoriteler ile içli dışlı olmamaları ve eziyet çekmeleri onlara ahlaki avantajlar getirir. SONUÇ İdeoloji mücadelesi bir dereceye kadar jeopolitik tercih mücadelesidir. Buhara eğitim standartları ile birbirine geçmiş yerel gelenekler neo-gelenekselciler için yaygındır. Aksine, İstanbul, Kahire, Mekke ve Medine köktenci fikirlerin doğduğu yerlerdir. Liberal İslam [Bakhtiyarov, 2007, Khayrutdinov 2007, 2009] hem İslami gelenek hem de Avrupa demokrasi düşüncesi üzerine kuruludur. Rusya hükümeti gelenekselcileri desteklemeye, köktenci grupları bastırmaya ve Liberal İslam savunucularına karşı da ilgisi kalmaya çalışır. Köktenci halkalara karşı önlemlerin artırılması, onların öğretilerinin popülerleşmesi ile birlikte yer altı eserlerinin daha da artması sonucunu doğurur. Dini muhaliflere karşı daha üretici yaklaşım çok daha farklı bir sonuç doğurabilir ve Rusya sınırları içinde faaliyet gösteren farklı düşünceler desteklenebilir. Bu sosyal gerilimleri dini manada daha az acılı hale getirebilir ve düşünce çokluğuna yol açabilir. Sosyal hayatta barış ve istikrarı sağlamak için devletin atabileceği en önemli adım ekonomik kalkınma ve sosyal adalet üzerine çalışırken iktidarın tüm düzeylerindeki yozlaşmayı da bitirmek olmalıdır. Bu tür önlemler, tüm dinlerin asıl amacı olan toplumun her yerinde yüksek standartlarda ahlakın oluşmasına yol açardı. REFERANSLAR Bakhtiyarov, A. (2007). The Path of Apprehending Through the Heart: From Heart To Heart. Kazan: Altay-tay. Batrov, R. (2007). Instead of Reform. Nizhny Novgorod: Medina. El Fadl, K. M. (2005). The Great Theft: Wrestling Islam from the Extremists, 336. San Francisco, CA: Harper. Hakimov, R. (2010). Djadidizm (Reformed Islam), 207. Kazan: Idel-Press. Khalid, A. (2007). Islam After Communism: Religion and Politics in Central Asia, 12. Berkley, CA: University of California Press. 413 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Khayrutdinov, A. (2007). Unknown Islam: The Quran We Do Not Know. Kazan: Institute of History Printing House. Khayrutdinov, A. (2009). Quran: Interpretation Continued, 92. Kazan: Institute of History Printing House. Knysh, A. (2011). Islam in Historical Perspective. London: Pearson. Shepherd, W. E. (1987). Islam and Ideology: Towards a Typology. International Journal of Middle East Studies, 19(3), 307–335. Kurzman C. (Ed.). (1998). Liberal Islam: A Sourcebook, 340. Oxford, England: Oxford University Press. Kurzman, C. (2003). Liberal Islam: Prospects and Challenges. In B. Rubin (Ed.), Revolutionaries and Reformers: Contemporary Islamist Movements in the Middle East, 191–203. Albany, NY: State University of New York Press. Musina R.N. (2009). Islam and the Problem of Tatar Identity in the Post-Soviet Era, 86-100 The Denominational Factor in the Tatars’ Development. Kazan: Institute of History Publishing House. Shahrour M. (2006). The Divine Text and Pluralism in Muslim Societies, 143-153. The New Voices of Islam: Reforming Politics and Modernity: A Reader. (M. Kemrava, Ed.). London, UK: I.B. Tauris. Yakupov, V. (2003). Tatarstanda Rasmi Bulmagan Islam. Kazan: Iman. Yakupov, V. (2006). Towards a Prophetical Islam. Kazan: Iman. 414 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER MANAS DESTANININ SEÇENEKLERİ ARASINDA BAZI FARKLAR (S. Karalayevin ve J. Mamayevin seçeneklerinin Karşılaştırmalı Tahlili) Subagojoyeva Çolpon TEMİRBEK KIZI ARABAYEV Kırgızistan Devlet Üniversitesi @ chopa_1970@mail.ru Önce söz vardı her bir halk onun kendisini ve kültürünü başkalarından farklı yapan kültürel zenginliği ile gurur duymaktadır. İnsan tarih boyunca kendi düşünce ve doygularını heykeltıraşlık, ressamlık gibi araçlarla nesillerden nesillere aktarmış. Bunu tüm dünya halkları devam ettirmeye çalışmışlardır ve sonuç muhteşem abideler oluşmuştur. Kırgızlarda en eski zamanlardan beri kelimenin büyük önemi olmuştur. Halk kendi müdrikliğini, manevi mirasını söz aracılığı ile tarihte yaşatmaya çaba gösteriyordu. Beşik manilerinden masallara, efsanelere, Destanlar kadar tüm manevi miras böylece oluşmuş, yeni nesillere armağan edilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Manas destanı ise Kırgızların hayatında özel bir anlam taşımaktadır. Ünlü fikir ve bilim adamlarının tabirince söylersek, Manas, Kırgız halkının ansiklopedisidir. Buna göre de Kırgız halkı hem Manas destanı ile, hem de Manası ezber olarak yaşatanlarla gurur duymaktadır. Manas Kırgızların hayatının tüm yönlerini aksettiren bir destandır. Her bir bilim dalı bu destan sunulan bu veya diğer bölümler yüzlerce olgular bula bilir. Manas destanı hacmine ve içeriğine göre dünyadaki tüm Destanları aşmak geçiyor. Sayakbay Kalaraevin kaleme aldığı Manas seçeneği 500553 şiir satırına ulaşmaktadır. Yarım milyon satan bu destan 30 ciltlik kitap hacmindedir. Manas’ın genelde 3 lükten ibaret trilojisi yayılmıştır. Bunlar Manas, Semetey ve Seytek’dir. Karalayev bu üçlüğü genişleterek daha bir destan boyunca ilave etmiştir. Alımsarık, Kulansarık,, adlı bir boy. Ama maalesef onun ilave ettiği Manas boyu yazıya alınmamış ve günümüze tam şekilde ulaşmamıştır. Sayakbay Karalayevin Manas seçeneğinde daha çok askeri olaylar hakkında söz ediliyor. Bu destanlarda Çin hanları olan Alooke, Molto, Konurbay ve başkaları ile savaşlar hakkındadır, Neskaranın, Nukerin vb orduları ile kaybedilmiş toprakların geri alınması uğruna, bağımsızlık için Tekes, Orgo, Akunbeşim hanlarla ve Ala Dağı işgal eden Kalmuk’larla, Çinlilerle savaşlar anlatılmaktadır. Daha sonra Kırgızların dış tehlikeyi etkisiz hale getirmek için yaptıkları seferler, Büyük yürüyüş tasvir olunmaktadır. Bu boylarda Yiğitlerin kahramanlıkları özellikle tasvir olunuyor. Karalaev kendisi de duyurduğu gibi ben bu destan daha çok, Kahramanların, savaşın tasvir edildiği kısımları sevdim. Ama tüm bu doğuş ve kitlesel yiğitlik epizotlarından başka Manas Kırgızların olağan günlük hayatıyla ilgili bolca tasvirler vardır. Bu yüzden Manas’ın bedii ve tarif özellikleri zenginliğine göre 415 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER hayret uyandırmaktadır. Barış döneminde halkın hayatı bol, sakinlikle tarif olunuyor, detaylıca anlatılıyor. Bu kısımlarda gelenekler, örf-adetler, ev yapımı, yemek yapılması, giysiler, silahlar, Hayvancılık, tarım, aile-meişet ilişkileri, füğün ve defin adetleri hakkında bolca materyal vardır. Bir Kırgız nerede olursa olsun, yanında veya kalbinde en yükseklikte tutacağı bir Manas vardır, Manası söyleyenlere ise derinden-derine müthiş bir sevgi ve saygı vardır. Her bir Manas’çının söyleminde ortak bölümler vardır. Mesela, Manas’ın doğması, Manas’ın işaretlenmesi, Keketöy anıları, Büyük yürüyüş, ve başkaları. Kendi hafızasının ve yaratıcılık olanaklarına uygun olarak, her bir söylemci bu veya başka zamanlara ait bölümler kendi ilavelerini edebilir. Bu yüzden de, J. Mamayın Manası başkalarının söylediği Manaslardan (onlar cemi 90 varyantdadır ve hepsi de Kırgızistan Milli Bilimler Akademisinin arşivinde saklanmaktadır) farklıdır. Jusup Mamay ifade etmektedir ki Çin Halk Cumhuriyetinde yaşayan 200 bin civarındaki Kırgız neredeyse hepsi Manasa ve Manasa söyleyicilerine saygı duymaktadır. tabii ki Jusup Mamayın Manas seçeneği 232 165 Satır oluşuyor. (1996 yılında Sincan’da el basması ile basılmıştır). Bu Çin’de yaşayan Kırgızlar arasında gayda alınmış en büyük Manas. J. Mamayın mansi geleneksel olan 3 boydan başka daha 8 nesli, demek ki, daha 8 boyu kapsar. Bunlar. Manas, Semetey, Seytek, Kenenim, Seyit, Asılbaça-Bekbaça, Sombilek, Çigitey dir. Manas boyu 50 bin satırdır olmakla bu içeriği içeriyor- Kırgızların kökeni, Alooke Hanın Kırgızlar üzerine yürüyüşü, Manas’ın Çocukluğu, Manas’ın ilk kahramanlıkları, Manas’ın han ilan edilmesi, Keketöyün anılması, Almambetin revayeti, Büyük Yürüyüş, Büyük Savaş, Son Savaş, Semetey 37 bin satırdır. Manas’ın ölümünden sonra Semetey onun işini devam ettiriyor. Bu bölümde Semeteyinn Kalmuklarla savaşları, Semeteyin yiğitlerinden olan Kançaronun Semeteyi öldürerek kendi halkını düşmana teslim etmesinden bahsediliyor. Seytek bölümü 25 bin satırdır. Burada Semeteyin oğlu Seytek’in kahramanlıklarından konuşuluyor. Seytek Kırgız halkını Kalmukların esaretinden boşaltır. Kenenim 34 bin satırdır. Bu bölümde Kenenim düşmanla savaşarak onu yeniyor ve uzun süreli bir barış dönemi başlıyor. Seyit 11 bin satırdır. Bu bölümde Seyitin 7 kafalı ejderha ile vuruşundan söz ediliyor. Seyit prenses Kıljıkla evleniyor ve 22 yaşında ölüyor. Asılbaça ve Bekbaça adlı ikizleri doğurduktan sonra Kıljıka da ölüyor. Asılbaça ve Bekbaça bölümü 30 bin satırdır. Anne ve babasız kalan ikizleri dayıları Kenenim büyütüyor ve terbiye ediyor. Savaşların birinde genç yaşlı Asılbaça ölüyor, bekbaça ise uzun yıllar yaşıyor ve atalarının kalmıklara karşı savaşını demam yaptırarak onları Kırgız sınırlarından kovalıyor. Sombilek boyu 11 bin satırdır. Sombilek adlı kahraman tangutların, kalmıkların bahadırlarını yenerek kendi halkını onların baskılarına kurtarıyor. Çigitey 12 bin satırdır. Bu bölümün de esasını Kalmuklarla savaş teşkil ediyor. Çigitey Manas soyunun son yiğittir. Çok genç yaşlarında, evlenmeden ölüyor. İlginç ki, Manas sadece hacmine ve kapsadığı zamanın büyüklüğüne göre değil, hem de söz sanatın çok yüksek zevkle kullanılması bakımından önemli bir edebiyat eseridir. Bu destanına tüm araştırmacıları onun bedii meziyetlerinden hayranlıkla bahsetmişlerdir. 416 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER MANAS TARİHİN MANEVİ MİRASIDIR Nazgül RISMENDEYEVA İ. Arabayev Kırgızistan Devlet Universitesi @ r-nazgul@mail.ru Tasavvur etmek bile zordur ki, biz bizden önceki nesillerin yarattığı manevi değerleri benimsemeseydik, medeniyet nasıl gelişebilirdi,, (Çengiz Aytmatov) Çağdaş günümüzde “Manas” destanı araştırmacıların büyük ordusunun dikkatini çekmektedir. Bu dikkat 100 yıldır ki devam ediyor. “Manas” hakkında ilk araştırmalar Ç.Ç. Velihanova, V.V. Radlov gibi ünlü isimlere aittir. Ç.Ç. Velihanov ilk defa olarak “Kökötöy’ün anıları” epizodunu yazıya almıştır. V.V. Radlov ise “Manas” hakkında konuşurken söylemiştir ki, “Destanın bunca hakem olduğunu ben bir-birinden tam olarak ayrı yerlerde yaşayan iki Türkdilli halkta gördüm. Enesey’in yukarı akınlarında yaşayan Abakan ve ya Minusin Tatarlarında, bir de Kara-Kırgızlarda”. (Radlov. Ön söz. “Manas- Kırgız halkının kahramanlık destanı”. - Frunze, Bilim, 1968). V.V. Radlov’un neşrettirdiği tekstler destanın bölümünde anlatır. O bu materyaller Radlovun eserlerin 5 cildlik külliyatında Kırgız ve Alman dillerinde basılmıştır. 1903 yılına Rus geografistleri grubunun terkibinde Kırgızistan’a bir de ressam B. Smirnov gelmiş ve Çuy vadisinde Kenje Kara adlı destancı ile görüşmüştür. Smirnov Kenje Karanın söyleyişinden destanın “Semeteyin Ayçüröktü izleyib çıkdığı” bölümünü yazıya almıştır. Fon sesi olarak da Destancının sesini kaydetmiştir. 1911 yılında araştırmacı bilim adamı D. Almaşi destanın “Bahadır Manasın oğlu Semeteyle vedalaşması” bölümünü kendi yorumlarıyla jurnalda yayınlamıştır. Sovyet hakimiyeti yıllarında destanın araştırılması için geniş çaplı işler görülmüştür. K. Miftakov, I.Abdırahmanov, M. Auezov, V. Jirmunskiy, K. Rahmatullin, B. Yunusaliyev, R. Kıdırbayeva, S. Musayev, E. Abdıldayev gibi ünlü araştırmacıların adları özellikle kaydedilmelidir. Destanı tüm olarak ilk yazıya alma çalışması K. Miftakova aittir. 1922 yılında O Orozbakov’un ifasında destanı yazıya almaya başladı. Daha sonra ise onun bu işini I. Abdırahmanov devam ettirdi. Cengiz Aytmatov kendi eserlerinde destanı ağızdan ağıza sözlü edebiyat olarak taşıyanların rolünü oldukça yüksek değerlendirmiştir. O Sagımbay Orozbakov, Sayakbay Karalaev, Muhtar Auezov gibi şahsiyetlerden büyük ihtiramla bahsetmiş, onları “günümüzün Homerleri” olarak anmıştır. Bu tür insanların emeğini değerlendirmeden Manas destanı hakkında konuşmak imkansızdır. M. Auezov “Manas” hakkında büyük bir ilmi eser yazmış ilk isimlerdendir. “Manas” destanı araştırmalarından bahsederken Bayalı İsakeev’in eserleri ve gayretleri hakkında 417 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER özel olarak değinmek gerekmektedir. 1935de Frunze’de (Bişkek) SSCB Bilimler Akademisinin ikinci ilmi konferansında konuşan İsakeev demişdir. ,, Bu destanın tam olara basılması vaciptir. Buradaki yoldaşlar Kırgız halkının folklorunu biliyorlar ve bunun nasıl büyük ve zengin bir materyal olduğunu da iyi biliyorlar. Bu oldukça büyük bir destandır ve bedii önemine göre misilsiz numunelerle zengindir. Sadece “Büyük yürüyüş” bölümü 5 bin şiirden ibarettir. Biz kendi imkanlarımızla bu destanın tercümesini yapabiliriz, ama tercümenin bedii işlenmesi, en iyi seviyede akademik neşri lazımdır. (Bayalı İsakeev o zamanlar Kırgızistan vilayet bakanlar kurulu başkanı idi). 1935’de bu konuşmadan sonra Ümumrusya Komünist Partisi Kırgız vilayet Komitesinin büro iclasında destanın bir bölümünün tercüme edilerek iki dilde basılması karara alınıyor. Bu iş için Bayalı İsakeeyev’in de dahil olduğu 17 kişilik bir heyet oluşturulur. 27-28 Aralık 1935 yılında ise Frunzede (Bişkek) ilk umumsovyet manasçılar konferansı organize ediliyor. O yıllarda Devlet edebiyat Neşirleri “Manas”,dan parçaların en iyi tercümesi için yarışma ilan etti. Bu yarışmanın sonucu olarak Lev Penkovskiy, Mark Tarlovskiy ve Semyon Lipkin’den ibaret olan üç kişilik bir heyet seçildi. Bu heyete “Manas”ın 30 bin satırlık bir bölümünün tercümesi sipariş edildi. Ama bu tercüme üzerinde çalışılırken bir çok olumsuzluk meydana geldi ve kitap ikinci dünya savaşından sonra basılabildi. Bu “Manas” destanından ilk ve en büyük profesyonel tercüme çalışması olarak tarihe geçti. Şimdi “Manas” hakkında oldukça fazla eserler yazılmıştır. Destanın kompleks öğrenilmesi ve araştırılması için heyetler oluşturulmuş, hatta enstitüler Manas destanını araştırmaya başlamıştır. UNESCO bu destanı insanlığın manevi serveti ilan etmiştir. “Manas”a ile onun günümüz için de ne kadar değerli olduğunu kaydetmek istiyorum. «Курама курап журт кылдым, Кулаалы таптап куш кылдым». (Soyumu bir halk halinde birleştirdim Devletse ona şahin kanatları verdi). Bibliografiya 1. АБДЫКАРОВ Т.А., С.Р. Джумалиев Баялы исакеев: судьба и время, Б., 2011; 2. АУЭЗОВ М. Собрание сочинений в XX томах. XIX т. –Алматы: Жазушы. -1985; 3. АБРАМЗОН С.М. Очерк культуры киргизского народа, Фрунзе, 1946; 4. ВАЛИХАНОВ Ч. Очерки Джунгарии В кн: Энциклопедический феномен эпоса «Манас», Бишкек, 1995. 5. ЖИРМУНСКИЙ В. Тюркский героический эпос.-Л., 1974. 6. ЖУСУПОВ К. Кыргыздар. «Шам» басмасы, 1997-жыл; 7. ЛИПКИН С. «Сталин, Бухарин, «Манас»», Огонек, 1989, №9; 8. «Манас» энциклопедиясы. Бишкек, 1995; 9. Судьба эпоса «Манас» после Октября. Сб., док., Б., 1995; 10. Центральный Госархив, фонд № 350 СП №1, ед.хр. №51. Л.60. 418 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER SİVİL TOPLUMUN GELİŞİMİ İÇİN ELVERİŞLİ ORTAMIN İZLENMESİ PROJESİ TÜRKİYE RAPORU: İZLEME METODOLOJİSİ, STANDARTLAR VE BULGULAR Sezin DERECİ Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) @ sezin@tusev.org.tr Giriş Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV), temsil ettiği 100’den fazla vakıf ve dernekler ile STK’lar için daha destekleyici bir yasal ve mali ortam yaratılması için 1993 yılından beri çalışmalar yürütmektedir1. Bu hedef doğrultusunda, TÜSEV’in de katkıları ile Avrupa Birliği’nin mali desteği ile Balkan Sivil Toplum Destekleme Ağı (BCSDN), Avrupa Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Ağı (ENNA) ve Avrupa Kar amacı Gütmeyen Kuruluşlar Hukuk Merkezi’nin (ECNL) ortaklığıyla yürütülen Sivil Toplumun Gelişimi için Elverişli Ortamın İzlenmesi Projesi kapsamında İzleme Matrisi metodolojisi geliştirilmiştir.2 İzleme metodolojisi, standart ve göstergeleri ile yasal ve mali elverişli ortam yaratılmasına dair izleme mekanizmalarının tasarlanması ve uygulanması, sivil toplumun Avrupa Birliği katılımı, yasal reform girişimleri ve izleme faaliyetlerini desteklemek açısından önemli bir araçtır. 3 Bununla beraber, İzleme matrisi bölgesel düzeyde Batı Balkanlar ve Türkiye’de BCSDN üyesi olan STK’lar tarafından eş zamanlı olarak uygulanacak ve bu kapsamda yazılacak final raporu ile ülkeler arasında karşılaştırmalı sonuçlara erişim sağlamaktadır.4 Bu makale, İzleme metodolojisi’ne göre Türkiye’de Sivil Toplumun Gelişimi için Elverişli Ortam; (1) Özgürlüklerin Temel Hukuki Güvenceleri, (2) STK’ların Finansal 1 TÜSEV’in çalışma alanları ilgili daha çok bilgi için ve raporlara ulaşmak için http://www.tusev.org.tr/tr adresine başvurabilirsiniz. 2 Sivil Toplum İzleme Matrisi uygulama rehberine http://www.tusev.org.tr/usrfiles/files/izleme_matrisi_rehberi_doc_23_08_2013.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. 3 Matrisin göstergeleri tanımlayıcı göstergelerdir ve ülkeler arasında puanlamayı ya da sıralama yapmayı hedeflemez. Bu göstergeler, uluslararası alanda güvence altına alınmış özgürlükler ve haklar ile Avrupa Birliği bazında ve Avrupa ülkelerindeki iyi örnek olarak gösterilen düzenleyici uygulamalar göz önüne alınarak yapılmıştır. 4 Bu proje, Batı Balkanlar (Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ, Sırbistan, Makedonya ) ve Türkiye’de eş zamanlı olarak uygulanmaktadır. Ülke raporları ve proje ile ilgili ayrıntılı bilgiler için http://monitoringmatrix.net/ adresine ulaşabilirsiniz. 419 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Kapasitesi, Sürdürülebilirliği ve (3) Kamu- STK İlişkileri başlıkları altında belirlenen kriterlere göre değerlendirmeler içeren Türkiye raporunun bulgularını içermektedir.5 İzleme Matrisi Türkiye uygulaması İzleme matrisi metodolojisi Türkiye’de dernekler ve vakıflara yönelik yürürlükte olan yasalar ve uygulamalarının masa başı araştırması yöntemiyle bir araya getirilmesi ve değerlendirilmesi olarak kurgulanmıştır. Proje ekibi, içeriği 80 sivil toplum temsilcisi ile derinlemesine mülakatlara dayanan ve medya araştırması içeren TÜSEV’in 2012 Sivil Toplum İzleme Raporu verilerinden faydalanmıştır. TÜSEV’in yasal çalışmalar ve sosyal yatırım çalışma alanları çıktıları olan diğer raporlar Matris’in ilgili kısımlarında kullanılan kaynaklar arasındadır. İlgili veriler AB ilerleme raporları, ulusal raporlar ve politika metinleri, Türkiye özelinde ve sivil toplum alanının gelişimine dair uluslararası kaynaklar ve STK’lar tarafından yayınlanmış raporlar ile desteklenmiştir. Sivil toplum katılımını ve uzman görüşlerinin alınmasını sağlamak için Matris projesi için ulusal danışma toplantısı düzenlenmiş ve 17 katılımcının Matris metodolojisi ve derinlemesine analiz ve araştırma gerektiren bu bölümler ile ilgili görüş ve önerileri toplanmıştır6. Veri eksikliği gözlemlenen bu Matris alanları ile ilgili STK temsilcileri ile derinlemesine yüzyüze ve telefon ile mülakatlar yapılmış ve birçoğu da e-mail ile ilgili görüş ve önerilerini paylaşmışlardır. Türkiye’de Sivil Toplumun Gelişimi Türkiye’de Sivil toplum alanı genişlemekte ve 1980 sonrası dönemde politik, ekonomik ve sosyal değişimin öznesi demokratikleşme sürecinin ayrılmaz öğesi olarak ortaya çıkmaktadır. 2014 verilerine göre Türkiye’de aktif olan dernek sayısı Mayıs 2014 itibari ile 100.772 iken; Cumhuriyet döneminden sonra kurulmuş olan yeni dernek sayısı 2013 verilerine göre 4,734’tür.Sivil Toplum Kuruluşları (STK) tüm Türkiye’de örgütlenmelerine rağmen coğrafi dağılımı eşit değildir. Sayıları bakımından, STK’lar daha çok büyük şehirlerde örgütlenmiştir. STK’ların büyük çoğunluğu İstanbul (19.771), Ankara (9.475) and İzmir (5.521) şehirlerinde örgütlenmişlerdir. Çalışma alanlarına göre STK’lar en çok dini hizmetler, spor ve sosyal yardımlaşma alanlarında hizmet vermektedir. Sayılarının artış göstermesine rağmen, hak temelli STK’ların sayısı sivil toplum alanının küçük bir parçasını oluşturmaktadır. Sivil topluma katılım son yıllarda gelişme göstermesine karşın, sivil toplum hareketi toplumun genelinden kopuk olduğu söylenebilir. 2011 verilerine göre, nüfusun sadece %12’sinin derneklere üyelikleri vardır. Bununla beraber, derneklere üye olan kişi sayısı bakımından artış 5 İzleme Matrisi’ndeki Standartlar ve göstergeler,uygulanan ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarının hem hukuki koşullar hem de bunların uygulaması ve uygulamadaki zorluklar konusundaki deneyimlerinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. 6 İzleme Matrisi Türkiye uygulaması kapsamında yapılan çalışmalar kapsamında yapılan ayrıntılı çalışmalara http://www.tusev.org.tr/tr/yasal-calismalar/sivil-toplumun-gelisimi-icin-elverisli-ortamin-izlenmesi-projesi adresinden ulaşabilirsiniz. 420 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER gözlemlenmektedir. 2004 yılında 4.5 milyon olan dernek üye sayısı, 2011 yılında 8.5 milyonu aşmıştır.7 Vakıflar Genel Müdürlüğü 2012 verilerine göre vakıf üye sayısı 1.1 milyon olmak ile beraber gönüllü sayısı da bir milyonu aşmıştır.8 Öncelikli Bulgular ve Öneriler Bölüm 1: Özgürlüklerin Temel Hukuki Güvenceleri İlk bölüm ‘Özgürlüklerin Temel Hukuki Güvenceleri’dir. Bu, sivil toplumun var olmasının özünü teşkil eden konulara –herkesin bir araya gelme, yaşamlarını iyileştirme, ortak hedef ve hayallerin peşinden gitme gibi temel özgürlüklere yani örgütlenme özgürlüğüne işaret eder. Ancak örgütlenme özgürlüğü tek başına, bağımsız bir şey değildir. Toplanma özgürlüğü, bireyler ya da grupların düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğü ile güvence altına alınıp örgütlenme özgürlüğüyle birlikte uygulanmalıdır. Matris, üç temel özgürlük olan örgütlenme, toplanma ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınması gerektiğinin ve herkes tarafından özgürce yaşanması gerekliliğinin altını çizer. Avrupa Birliği (AB) sürecinde 2004 ve 2008 yılları arasında yapılan vakıflar ve dernekler ile ilgili yasal mevzuattaki değişiklikler sivil toplumun elverişli ortamın sağlanması ile ilgili önemli ilerlemeler sağlanmıştır.9 Örgütlenme özgürlüğü ile ilgili yasal çerçeve AB standartlarını karşılamaktadır.10 Bu reform sürecine rağmen, ikincil mevzuatın sınırlayıcı ve baskıcı uygulama yorumlarına ilişkin sorunlar devam etmektedir. Mevzuatta genel bir sivil toplum alanı ve sivil toplum kuruluşları tanımı yer almamaktadır. Dernek ve Vakıfların tabii oldukları iki farklı yasal çerçeve, ayrı kamu kuruluşları tarafından uygulanmaktadır. Yasal çerçeve; dernek ve vakıflar dışında diğer platform, insiyatif, sosyal girişim ve hibe veren vakıfları ayrı birer tüzel kişilik olarak tanımlamamaktadır. STK’ların denetimini düzenleyen yasal çerçeve sınırlayıcı, bürokratik ve muğlaktır; özgürlükler yerine sınırlamalar üzerine yoğunlaştığı için ceza ve yaptırımlar orantılılık ilkesine uymamaktadır.11 Mevzuatta çeşitli tanım eksiklikleri, denetim ve cezaların süre, içeriksel ve sıklığı bakımından uygulanmasında tutarsızlıklara yol açmaktadır. 7 Dernekler Dairesi Websitesi. Dernekler Bilgi Sistemi (DERBIS). Erişim Tarihi: 5 Mayıs 2014. http://www.dernekler.gov.tr/tr/AnasayfaLinkler/dernekler-grafik-tablo.aspx 8 Yeni Vakıf İstatistikleri. Vakıflar Genel Müdürlüğü Websitesi. Erişim Tarihi: 5 Mayıs 2014. http://www. vgm.gov.tr/db/dosyalar/webicerik205.pdf 9 Tocci, N. 2005. Europeanization in Turkey: trigger or anchor for reform? South European Society and Politics. 10(1). pp. 73-83. 10 5253 sayılı Dernekler Kanunu, 5072 Sayılı Dernek ve Vakıfların Kamu Kurum ve Kuruluşları İle ilişkilerine dair Kanun 2004 yılında değiştirilmişir. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu 2008 yılında değiştirilmiştir. 11 TÜSEV’in Sivil Toplum İzleme 2011 ve 2012 yılı raporları, LGBT örgütlere uygulanan denetim ve cezaların eşitlikçi şekilde uygulamadığını raporlamıştır. İlgili raporlara http://www.tusev.org.tr/tr/arastirma-ve-yayinlar/sivil-toplum-izleme-raporu-1/sivil-toplum-izleme-raporu-2011-1 ve http://www.tusev.org.tr/usrfiles/files/SivilToplumIzlemeRaporu2012.pdf adreslerinden ulaşabilirsiniz. 421 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Toplanma ve Gösteri Yürüyüşleri kanunu, tüm vatandaşların önceden izin almaksızın toplantı ve gösterişi düzenleme hakkını garanti altına almıştır. Ancak ikincil mevzuat; gösteri ve yürüyüşlerin yeri, süresi ile ilgili sınırlamalar getirmekte ve idari ve güvenlik güçlerine geniş şekilde takdir yetkisi sağlamaktadır.12 Bölüm 2: STK’ların Finansal Kapasitesi ve Sürdürülebilirliği için Çerçeve Matris, STK’lar tarafından genel olarak kullanılan kaynak türlerini, mali yardımlar (vergi avantajları, gelir getirici faaliyetler, bağışlar ve kamu desteği) ve insan kaynakları (çalışanlar ve gönüllüler) olarak ölçmektedir. Bu bölümdeki temel ilkeler, sivil toplum kuruluşlarının ve bağışçıların, STK’nın kendi gelirini oluşturma ve yerel kaynakları harekete geçirme becerisinin desteklenmesi için teşvik edici vergilendirme uygulamalarından faydalanmaları gerektiğinin altını çizer. Kamu desteği olması durumunda, temel ilke bu yardımın şeffaf bir biçimde yapılması ve açıklanabilir şekilde kullanılması yönündedir. Üçüncü ilke, sektör için gerekli, istihdam, gönüllülük ve STK’lara diğer katılımlar yoluyla sürdürülebilir insan kaynağının geliştirilmesini teşvik edecek ve kolaylaştıracak kamu politikalarının ve hukuki koşulların gerekliliğini vurgular. Vergi muafiyeti ve Kamu yararı statüleri, Bakanlar Kurulu kararı ile çok sınırlı sayıda STK’lara verilmektedir. Aralık 2013 itibari ile 4.734 vakıftan sadece 254 kuruma vergi muafiyeti statüsü verilmiştir.13 401 dernek için de kamu yararı statüsü tanınmıştır.14 Bu statüleri kazanmak STK’lar açısından bürokratik, politik ve şeffaf olmayan bir süreçleri işaret etse de, bu statülerin kazanımları ve ayrıcalıkları oldukça sınırlı kalmaktadır. Bununla beraber, yardım toplamanın kanunla düzenlenmesi, bu kadar çok koşula bağlanması, süreyle sınırlandırılması gibi yaklaşımlar STK’ların finansal sürdürülebilirlikleri ve mali kaynaklara erişimlerini zorlaştırmaktadır. Sivil toplum için ayrılan kamu fonlarının tahsis edilmesinde kolaylaştırıcı olacak, koordinasyonu sağlayacak ve denetleyecek ayrı bir kamu kuruluşu ve kamu fonu mekanizması yoktur. STK’ların faydalanabildiği kamu fonlarının dağıtılmasında şeffaflık ve hesap verilebilirlik kriterlerinin karşılanmadığı yönünde tespitler vardır. Sivil toplumun sürdürülebilirliğini sağlamak STK’larda istihdamı, gönüllülüğü teşvik edecek elverişli mevzuat ve politikalar uygulanmamaktadır. Yasal olarak gönüllülük tanımlanmadığı için, gönüllüler ile çalışan bir STK için sigortasız işçi çalıştırma sebebi ile ceza uygulandığı tespit edilmiştir. Bununla beraber, eğitim sisteminin sivil katılımı teşvik etme amacı ile politikalar bütüncül şekilde uygulanmamaktadır. 12Ayata G. Ç. & U. Karan 2013. Sivil Topluma Aktif Katılım: Uluslararası Standartlar, Ulusal Mevzuattaki Engeller, Öneriler. TÜSEV Yayınları. 13 Gelir İdaresi Başkanlığı. Vergi Muafiyeti tanınan Vakıflar Listesi Erişim Tarihi: 3 Mayıs 2014. http://www. gib.gov.tr/index.php?id=406 14 Dernekler Dairesi Websitesi. Dernekler Bilgi Sistemi (DERBIS). Erişim Tarihi: 5 Mayıs 2014. http:// derbis.dernekler.gov.tr/SSL/istatistik/KamuYarari.aspx 422 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bölüm 3: Kamu – STK İlişkisi Üçüncü ve son bölüm, Kamu ve STK ilişkisine odaklanır. Bu bölümdeki ilkeler hükümet-STK ilişkisine uygulanabileceği gibi STK-meclis ve yerel yönetimlerle ilişkilerine de uygulanabilmektedir. Bu üçüncü bölüm üç alt bölüme ayrılmıştır. İlk alt bölüm, işbirliği için çerçeve ve uygulamalarla ilgilenir ve temel ilke, devam eden kamu-STK işbirliğinin ve sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi için, ilişkinin dayanağı olarak oturmuş bir stratejik yaklaşım gerektirir. İkinci alt bölüm, politika ve yasaların vatandaşlar ve STK’ların yoğun katılımıyla yapılmasının sağlamasına artan talebe dikkat çeker. Üçüncü bölüm ise, artan işbirliği ve dışarıdan alınan veya STK’lara delege edilen çeşitli hizmetlerin (ör: sağlık, sosyal hizmetler, araştırma vb.) karşılanmasında, yeni bir alan olan, STK’ların sürece dahil edilmesini içerir. Türkiye’de kamu- sivil toplum ilişkisinin kurumsallaşması bakımından bağlayıcı bir politika belgesi veya yasal çerçeve bulunmamaktadır. Genel çerçevenin yanı sıra stratejik olarak amaçlar, önlemler, sorumluluklar, aksiyon planları belirlenmemiş ve bu hedefleri gerçekleştirmek için ayrılan kamu fonları bulunmamaktadır. Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmelik, ilgili bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşları tarafından hazırlanan taslak Başbakanlığa sunulmadan önce sivil toplumun görüşlerinin alınmasını düzenleyen hükümler içerir. Bu yönetmelik sivil toplum alanını “mahalli idareler, üniversiteler, sendikalar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları” şeklinde geniş olarak tanımlamakta ve kanun tasarısı taslakları için bu tip kuruluşların görüşlerinden de faydalanılır şeklinde bağlayıcı olmayan bir ifade ile kamu- STK işbirliğini tanımlamaktadır. Bununla beraber bu yönetmeliğin yedinci maddesine göre belirtilen kuruluşlar yasa tasarılarına otuz gün içerisinde görüş bildirmeleri gerekmektedir. Eğer bu süre içerinde görüş bildirmezlerse, tasarı ile ilgili olumlu görüş vermiş sayılmaktadırlar. 2006 yılında yürürlüğe giren Kamu İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’in 5. Maddesi de stratejik planların hazırlanması yöntemlerine ilişkin kamu kurumlarının sivil toplum katılımlarının sağlanmasının ve katkılarının alınmasının temin edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak bu yönetmelik, STK’ların katılım sürecini düzenleyecek yöntemsel ölçüt, metot ve araçlara ilişkin maddeler içermemektedir. Bunlarla beraber, bu yönetmelik STK’ların katılımını denetleyen ve raporlayan herhangi bir kural ve mekanizmayı tanımlamamaktadır. Genel bir strateji belgesi bulunmamakla birlikte bakanlıklar ve çeşitli kurumlar 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gereğince hazırlanan Stratejik Planında strateji dokümanlarında kamu kesimi ile sivil toplum arasında iletişime ve ortak hedeflere dönük işbirliğine atıfta bulunulmaktadır. Genel bağlayıcı bir belge olmamakla birlikte bazı kamu kurumları stratejik planlama yaparken STK’lara danışmaktadır. Kamu – STK ilişkisi’nin üçüncü bir alt bölümü olarak hizmet sağlanmasında 423 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER STK’ların dahil olması bir pratik olarak gelişmemiştir. Mevzuat açısından STK’ların rekabet etmeleri yönünde engeller bulunmamakla beraber, teşvik edici uygulamalar olmadığı için sivil toplumun hizmet sağladığı örnekler kısıtlıdır. Hizmet sağlayıcılarının seçim kriterleri açısından STK’lar için özel hükümler bulunmamaktadır. Servis sağlayıcıların seçiminde en önemli kriter genellikle verilen fiyat teklifi olmakla beraber, bazı durumlarda servis sağlayıcıların teknik kapasiteleri de seçim sürecinde önemli bir kriter olarak gözetilmektedir. Sonuç ve Öneriler İzleme metodolojisi’ne göre Türkiye’de Sivil Toplumun Gelişimi için Elverişli Ortam incelendiğinde, AB üyelik süreci kapsamında 2004 ve 2008 yıllarında dernek ve vakıfları ilgilendiren mevzuatın iyileşmesine rağmen; özellikle uygulamada sorunlar ve kısıtlamalarla karşılaşılmaya devam edildiği görülmektedir. Yasal çerçeve sivil toplum tanımını içerecek şekilde mevzuatta değişiklikler yapılması gerekmekte ve dernek ve vakıflar dışında diğer platform, insiyatif, sosyal girişim ve hibe veren vakıfları ayrı birer tüzel kişilik olarak tanımlayacak şekilde bu tanım genişletilmelidir. Denetim ve cezaları belirleyen yasal mevzuattaki çeşitli tanım eksiklikleri, STK’ların iç denetimlerinin sınırlarını belirlemek ve STK’ların orantısız cezai uygulamalara maruz kalmasının engellenmesi amacıyla giderilmelidir. Yasal çerçevede denetim kuralları ve denetçilerin yetkilerin açıkça yer almalıdır. Cezaları gerektiren durumlar ceza yasasında açıkça yer verilmeli ve ilgili maddeler Dernekler ve Vakıflar kanunu kapsamından çıkarılmalıdır. STK’ların finansal sürdürülebilirliğini desteklemek bakımından vergi kanunu kapsamlı olarak gözden geçirilmeli ve vergi muafiyeti ve kamu yararı statülerini hak kazanma usül ve pratikleri AB ülkelerindeki uygulamalar ile uyumlu hale getirilmelidir. Yardım toplama kanunu vakıf ve derneklerin kanun kapsamından çıkarılarak STK’ların yardım toplama faaliyetlerine özgürlük getirici bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Sivil Toplum- Kamu işbirliğini ve kamu finansmanı süreçlerini düzenleyen temel mevzuat ve politika belgeleri katılımcı şekilde hazırlanmalıdır. Sivil Toplum- Kamu işbirliğini süreçlerini düzenleyen temel mevzuat ve politika belgeleri katılımcı şekilde hazırlanmalıdır. STK’lar ile imzalanan hizmet sözleşmeleri ile ilgili özel maddeler yasal mevzuatta yer almalıdır. Bu özel maddeler STK’ları hizmet sağlayıcı olarak tanımalı ve şeffaf bir şekilde STK’ların hizmet sağlayıcı olarak seçilmeleri için hizmet ihalesi prosedürleri belirlenmelidir. 424 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TÜRKİYE’DE YAŞAYAN NOGAY TÜRKLERİ VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ OLARAK NOGAY TÜRK DERNEKLERİ Hakan BENLİ Nogay Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Nogay Türk Dergisi @ hakanbenli@post.com GİRİŞ Göç ettikleri yerlerden bu gün Türkiye’de yaşadıkları yerlerde iskân edilene kadar pek çok kez yer değiştirmek durumunda kalan Nogay Türkleri, gerek göç yolları üzerinde gerekse Anadolu’da oldukça dağınık şekilde yaşamaktadırlar. Birkaç kez göçe ve sürgüne maruz bırakılan Nogay Türkleri, bu gün Türkiye’de azımsanmayacak sayıda olmalarına karşın hâlâ en az tanınan Türk topluluklarından biridir. Bunun en önemli nedeni birbirlerinden kopuk ve habersiz yaşamalar; sivil toplum örgütlerinin etkinliğini geç fark etmeleridir. 1- Nogay Adı Nereden Gelmektedir? Nogayların ismi ile ilgili farklı görüşler vardır, bunlardan bazıları şöyle ifade edilmektedir; Nogay Türkleri tarihte Moğol Mangıtların, yerli Asların, Kanglı, Kıpçak, Türkmen, Kongrat gibi Türk boylarının bir araya gelerek meydana getirdikleri bir Türk boyudur. (Alpargu 2007:32) Nogaylar Altın Orda Devleti yıkıldıktan sonra kendi hanlıklarını kurmuşlardır (Alpargu 1996: 28-43). Bir başka görüşe göre ise Nogay Türkleri Moğol döneminden önce Kırgız, Kazak ve Özbek Türkleri içerisinde bulundukları belirtmektedir (Kalkan 2006:220). Nogay’ın bir şahıs adı olduğu ve Altın Orda Devletinde etkili olan bir beyin adı olduğu da ifade edilmektedir (Güllüdağ 1999:556-564). 2- Türkiye’de Yaşayan Nogay Türkleri’nin Kafkaya’dan Göçleri Nogay Türkleri tarihleri boyunca Anadolu’ya bir çok kez göç etmek durumunda kalmışlardır. Bu göçler kendi rızaları dışında sürgün amaçlı da olmuştur (Benli, 2013:2). Anadolu’da çeşitli yerlere iskan edilen Nogay Türklerinin nüfusu hakkında da kesin bilgiler bulunmamaktadır. Sadece Kırım’dan 1854 ve 1864 yılları arasında 200 bin Nogay Türkü’ nün göç ettiği bilinmektedir. Diğer göçler de göz önüne alındığında bu rakam çok daha yükselmektedir (Arabacı, 2008: 10). 1854-1860 yılları arasında Kuban ve Nogay bölgelerinden gelip Anadolu’ya yerleşen Tatarların sayısı 170 bindir, denilmektedir (Elibol, 2007:2). 425 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Nogay Türkleri bu gün Türkiye’ nin bir çok bölgesinde 40’a yakın ilde yaşamaktadırlar (Kırımlı, 2011). Oldukça dağınık olarak iskân edilmiş oldukları için bir çoğunun aralarında iletişim bulunmamaktadır. 3- Türkiye’ de Yaşayan Nogay Türkleri Nogay Türkleri Anadolu’ da özellikle Tuz Gölü havzasında yoğun olarak yaşamaktadırlar. Bu gün Ankara Şereflikoçhisar ve Konya Kulu’ ya bağlı olan ve yerleşim olarak birbirlerine yakın olan 7 köy vardır. Bu köyler Nogayların sivil toplum örgütleri açısından ayrıca önem arz etmektedirler. Türkiye’ de Konya, Ankara, Balıkesir, Eskişehir,Afyonkarahisar, Bursaİstanbul,Adana,Gaziantep,Tokat,Çorum, Kırıkkale, Muş ve Diyarbakır gibi illerde yaşamaktadırlar (Kırımlı, 2011). 4- Nogay Türkleri’ nin Sosyal Durumları Nogay Türkleri iskan edildikleri yerlerin çoğunda bulundukları yerlerin toplulukları ile karışmışlar ve kültürlerini unutmaya başlamışlardır. Bunda önemli olan faktörlerden biri de göçler esnasında ağırlıklı olarak Çerkesler ve Kırım Tatarları ile birlikte göç etmiş olmaları ve bu göçlerde nüfus olarak daha az olmaları neticesinde zamanla kaynaşmış olmalarıdır. Ancak özellikle Tuz Gölü havzasında, Eskişehir’ de ve Balıkesir’ de yaşayan Nogay Türkleri çoğunluklar yakın yerleşim yerlerinde iskan edilmeleri ve dönemin şartları ile bir nebze de olsa komin hayat sürmek sureti ile kültürlerini muhafaza edebilmişlerdir. Nogay Türkleri yerleştirilmiş oldukları yerler itibari ile genellikle oradaki yerleşik halktan ayrı kalmışlar ve tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır. Özellikle 1960 lı yıllara kadar kapalı sayılabilecek bir toplumsal yaşam sürmüşlerdir. Sadece kendi aralarında kız alıp vermeler olmuştur. Eğitim seviyesi çok düşük kalmış ve bunun sonucunda toplumsal hayatta sosyal ve kültürel faaliyetler, kendi kültürlerini olağan akışında yaşamakla sınırlı kalmıştır. Bu durumun iki önemli yanı vardır. İlki, bu durum neticesinde uzun yıllar boyunca Nogay kültürünü muhafaza edebilmişlerdir. Diğeri ise, kapalı bir yaşam sürmeleri, eğitim seviyelerinin düşük olmasına ve ticaretten uzak kalmalarına neden olmuştur. Özellikle bu durum kültürel ve ekonomik gelişmelerini engellemiş, edebi eserler vermekten ve yazıdan uzak kalmalarına yol açmıştır. 5- Nogay Türkleri’ nin Sosyo-ekonomik Değişimleri Nogay Türkleri 1960’lı yıllardan itibaren yaşamış oldukları bölgelerde, özellikle Tuz Gölü havzasında, tarım ve hayvancılığın ekonomik olarak getirisinin yeterli olmaması ve Avrupa’ ya ve büyük şehirlere çalışmak amacıyla göçlerin başlamasıyla değişimleri yaşamaya başladılar. Zaman içerisinde köylerden göçlerin yoğunlaşmasıyla 426 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER köy nüfusları azalmaya ve yaş ortalaması artmaya başladı. 1980 – 1990 yıllarına kadar çevre köylerce ‘ Tatar ‘ olarak bilinen ve o şekilde kabullenilen Nogay kültürü, gelişen ekonomik koşullar ve artan eğitim seviyesi ile birlikte az da olsa Nogaylık bilincinin yeşermesine vesile oldu. Etnik bilinçten uzak yaşayan Nogayların toplumsal yapıları sıkı sıkıya örf ve adetlerine bağlıydı. Toplumsal hiyerarşi bu örf ve adetlere göre şekillenir ve belirlenirdi. Ne var ki eğitimli ve okumuş kesimin olmaması, kültürel aktarımın sadece görerek ve töreler gereği öğrenilmesine yol açmıştır. Bu durum Nogaylık bilincinin oluşmasına engel teşkil etmiştir.(Benli,2010:10) 6- Nogay Türk Derneklerinin Oluşumu Tuz Gölü havzasında yaşayan Nogay Türkleri’ nin kanaat önderlerinin öncülüğünde kurulan ilk dernek Ankara merkezliydi ve 1998 yılında faaliyete geçti. Bu derneğin kuruluşunun ardından geçen yaklaşık 15 yıl içerisinde Konya Kulu’ da , Ankara’ da, Konya merkez de, İstanbul’ da, Eskişehir’ de, Konya Ilgın’ da, Balıkesir’ de ve Hollanda’ da Nogay Türk dernekleri kuruldu. Bu derneklerin yerel, bölgesel ve uluslar arası ölçekli çalışmaları ile sivil toplum bilinci oluşmaya başladı. 7- Nogay Türk Derneklerinin Nogay Türklerinin sosyal ve kültürel hayatına etkileri Konya Kulu’ da Sabantoy adıyla düzenlenmeye başlanan şölenler derneklerin en önemli faaliyetleri olmuştu. Bu şölenlerin tertiplenmesi ile Nogay Türkleri kendi kültürel kimliklerinin farkına varmaya ve kültürel değerlerine bilinçli olarak sahip çıkmaya başlamışlardır. Bu şölenler her yıl düzenlenmeye başlamış, ilkin sadece yöredeki köylerin katılımı ile kutlanmıştır. Birkaç yıl sonra uluslar arası boyuta taşınmış ve Rusya Federasyonunda, Dağıstan, Çerkes-Karatay’dan, Kazakistan’dan katılımlar olmuştur. Nogay Türkleri, Tuz gölü havzasındaki Nogay Türklerinin dernekleşme çalışmaları ile Türkiye’ de ki bir çok bölgede yaşayan diğer Nogay Türkleri ile iletişime geçmeye başlamışlar ve oralarda dernekleşme çalışmalarına katkı sağlamışlardır. Sabantoy şölenleri Nogay Türkleri’nin sosyal ve kültürel hayatlarında çok önemli değişikliklere yol açmıştır. Daha önce bulundukları çevrelerde ‘ Tatar’ olarak bilinen halk, Nogay olarak anılmaya başlamış, derneklerin çalışmaları ile uluslar arası sempozyumlar ve konferanslar düzenlemek sureti ile dünyada yaşayan Nogay Türkleri ile irtibata geçmeye başlamışlardır. Anadolu’ya göç etmelerinden bu yana yazılı eserleri olmayan Nogay Türkleri, dernekleşme çalışmaları ile birlikte internet sitelerinde Nogay Türkçesi ile yayınlar yapmaya başlamışlardır. Bu gün Nogay Türkçesi ile yayınlanmış şiir, hikaye kitapları, NogayTürk adında bir dergileri bulunmaktadır. Nogay Türkleri ile ilgili belgesellerin hazırlanmasında, üniversitelerde makale, tez ve konferanslar hazırlanması için yaptıkları çalışmalar ile Nogay Türklerinin Türkiye’ de tanınmasında çok önemli roller üstlenmektedirler. 427 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER 8- Nogay Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Ankara’ da 1998 yılında kurulmuş olan Nogay Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, bu gün Nogay Türklerinin en faal derneklerinden birisidir. Musa Ünal’ ın başkanlığı ile kurulan dernekte, Sami Nogay ve Muharrem Yılmaz’ dan sonra şimdiki Genel Başkanı Cemil Sütbaş’ ın başkanlığında faaliyetlerine devam etmektedir. Nogay Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Yenimahalle’ de bulunan Genel Merkezi aracılığı ile Türkiye’ de ve Rusya Federasyonunda bulunan Nogay Türklerine yaptığı çalışmalar ile ulaşmaktadır. Nogay Türklerinin kültürünü koruyabilmek ve kayıt altına alabilmek için üniversitelerle çeşitli faaliyetlerde bulunmakta, sempozyumlar ve konferanslar düzenlemektedir. Uluslararası Nogay Türkleri Bilgi Şöleni adıyla iki kez proğram yapmış ve bu etkinliklerle akademik çevrelerde Nogay Türklerine yönelik araştırmalar yapılması için temaslarda bulunmaktadır. Dernek olarak diğer sivil toplum örgütleri ile sıkı ilişkilerde bulunan dernek, birçok kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunmuştur. K.K.T.C gönül elçileri proğramı ile bir çok ülkeden gelen katılımcılarla beraber Nogay Temsilcimiz de K.K.T.C’ nde cumhurbaşkanı, başbakan düzeyinde temaslarda bulunmuş ve onlara desteklerimizi iletmiştir. Dernek olarak Kafkasya’ da Nogay Türkleri’ nin bulunduğu yerlerde Kurban kesimi yapılmakta ve onlara Diyanet İşleri başkanlığı aracılığı ile dini yayınlar konusunda destek verilmektedir. Rusya Federasyonu’nda yaşayan Nogay Türklerine sık sık dernek olarak ziyaretler yapılmakta ve oralardan da Türkiye’ ye ziyaretçilerin gelmesi sağlanarak aradaki kültürel bağların kuvvetlenmesi sağlanmaktadır. Dernek olarak Türkiye’ de TİKA,TÜRKSOY, Yurt Dışı Türkler Başkanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve benzer teşkilatlar ile çeşitli faaliyetlerde bulunulmuş ve halen bu faaliyetlerine devam etmektedir. 9- Sonuç Nogay Türkleri’ nin kültürel bilince erişmelerinde en önemli faktör sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütlerinin çalışmaları neticesinde Nogaylık bilinci oluşmuş, onlarca yıldır sözlü edebiyat olarak kalan şınlar, ertengiler, hikayeler yazılı metinlere ve görsel materyallere dönüşmüş ve daha da önemlisi gençlere kendi kültürlerine sahip çıkmalarının gerekliliği aşılanabilmiştir. Bu gün Türkiye’ de ve dünyanın başka bölgelerinde yaşayan Nogay Türkleri bu sivil toplum örgütleri sayesinde iletime geçebilmiş ve büyük bir halk olduklarının bir kez daha farkına varabilmişlerdir. 428 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER KAYNAKÇA ALPARGU,Mehmet (2007) Nogaylar,İstanbul, Değişim yayınları ________________ (1996 ), ‘XVI Yüzyılın Ortasında Nogay Türkleri ve Ordaları’ Emel Dergisi 215:28-43 KALKAN, Mustafa (2006), Kırgızlar ve Kazaklar, İstanbul: Selenge Yay. GÜLLÜDAĞ, Nesrin (1999), “Nogay Türkleri”, Türkler, C. 20: 556-564 BENLİ,Hakan (2013),’ Türkiye’ de Yaşayan Nogay Türkleri’ Yeni Türkiye Dergisi XXXX ARABACI, H.Murat, ‘Kırım’ dan Anadolu’ yapılan Göçler’ NogayTürk Dergisi, 2008,2:10 ELİBOL,Numan, Osmanlı İmparatorluğu.’nda Nüfus Meselesi ve Demoğrafik Araştırmaları. Süleyman Demirel Ünv. İ.İ.B.F.Dergisi.2007:2 KIRIMLI,Hakan, Türkiye’deki Kırım Tatar ve Nogay Köy Yerleşimleri,2011,Tarih Vakfı Yurt yayınları BENLİ,Hakan,’ Kültürel Dayanışma mı, Etnik Uyanış mı? ‘,NogayTürk Dergisi, 2010, 3:10 429 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TARİHİ KÜLTÜREL DEĞERLER VE SİVİL TOPLUMUN GELİŞMESİNDE ÖNEMİ Uldar İSABEKOVA ürk Akademisi, Kazakistan @ isabekovauldar@mail.ru Yasaya göre Kazakistan demokratik, laik, hukuki ve sosyal devlettir, esas amacı ise insan, onun hayatı, hakları ve özgürlüğüdür. Ama bu gün de Kazakistan’da bu devletin kurulması meselesi devam etmektedir. Bu süreci geciktiren esas amiller sosyal-politik kuruluşların gayri sabitliği, sivil pazar ekonomisine geçişin ağırlığı, özel mülkiyetin büyük tabakasının hala da oluşamaması, şahsi hakların korunabileceği hukuki mekanizmaların tam olarak ortaya çıkmamasıdır. Bu zorluklara rağmen ülkede tarihi geçmişin pozitif tecrübesine ve öncül dünya tecrübesine dayalı olarak sivil toplumun formalaşması süreci devam etmektedir. “Sivil toplum” anlayışı tarihsel olarak beşeriyetin inkişafında özel bir parça olarak tüm zamanlarının düşünür insanlarının ideal cemiyet modelinin kurulması, aklın, özgürlüklerin, refahın ve adaletin tentenesi hakkında düşüncelerinin sonuçları anlamına geliyor. Sivil toplumun formalaştırılması bu ve ya diğer nedenlerden dolayı her zaman devletin geliştirilmesi, hukukun ve kanunun rolünün yükseltilmesiyle alakalı olmuştur. Çağdaş individ- toplumun öyle bir temsilcisidir ki, onun üzerine bir sıra özellikleri taşıma görevi yüklenir, o cümleden, bir kaç dil bilme, kendi halkının örf-adetlerini ve tarihini bilme, halkın geleceği için çalışma, çağdaş iletişim teknolojilerini bilme vs. Globalleşme şartlarında bilimin, eğitimin entegrasyonu, beşeri ve içtimai disiplinlerin benimsenmesi, eğitim programlarına umum Türk tarihi çerçevesinde kendi halkının tarihinin öğrenilmesi gibi meselelerin dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır. Sivil toplumun gelişmesi ve demokratik değerlere önem veren global dünyanın oluşma süreci bizim tarihimizin bir parçası olan orta asır yazarların dünyaya bakışlarının araştırılması önemlidir. Türk dünyasının meşhurlarından olan büyük bilim adamı Ebu Nasr Muhammad İbn Tarhan el Farabi oldukça büyük değeri olan dünya çapında bir miras bırakmıştır. Onun ideal toplum hakkında da kıymetli bir eseri vardır. Bu erdemli ve cahil insanların Şehirleri hakkındaki enteresan risaledir. Farabi’nin sosyoloji terimlerini, bir kaide olarak, ütopik bulanlar vardır. Ama bu günümüzde Farabi’nin erdemli İnsanların Kenti hakkında fikirleri oldukça aktüeldir. Farabiye göre, Erdemliler Kenti, yani ideal toplum, özgür seçim için şartları oluşturmalı, insanların mutlu 431 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER oluşunun teminatları oluşturulmalıdır. Bunun aksinde, Cahillerin Kentinde yaşayanlar o insanlardır ki, onlar “mutluluğun öbür dünyada olacağını, bu dünyada buna hiç bir ihtiyacın olmadığını” söylerler ve bu cahiller kentinde yaşayanlar mutluluğun ne olduğunu bilmedikleri için hiç zaman onun gerçekleşmesi için çaba sarfetmemişlerdir. El Faabi Erdemliler Kentini sağlam bedenle mukayese eder, orada ki, bedenin tüm organları kendi fonksiyonlarını bilir ve onu tam olarak icra etmektedir. Bu ve ya başka risalelerinde el Farabi devlet yönetiminin kaynağı, sivil toplumun mahiyeti ile ilgili sorulara cevap bulmaya çalışıyor. Bu eserlerde o, toplumun kurallarının doğru kurulmasının, insanların karşılıklı ilişkilerinin bazı kuralları hakkında yazıyor. Büyük alimin projesinde vatandaşların hayırlı emelleri ve niyetleri hesabına oluşturulan toplum ve devlet hakkında konuşuyor. Farabiye göre mutluluk (genel olarak Farabi’nin eserlerinde mutluluk ve insan ana hatt olarak geçiyor) erdemli toplumun olduğu ve insanın hesabına elde edilen bir göstergedir. Farabi’ye göre, özgürlüklerin, hukuk beraberliğinin, adaletin ve karşılıklı anlayışın olmadığı şartlarda Erdemli Kent olamaz ve bunun manası yoktur. Bu Kentin insanları kendi mutluluklarının teminatı ve devamlılığı için birleşiyor, onlar özgürdürler ve özgür seçim hakları vardır. El Farabi hesab ediyor ki, muhkem devlet idareciliği sayesinde bu kurallar korunur, genel saadete erişilir, özgür insanların cemiyetinin mevcutluğu temin ediliyor. Türk dünyasında medeniyet ortaklığı hakkında konuşurken, lingvistik aynılıklar hakkında da konuşmak gerekir. Çin, İran medeniyetleri ile karşılaşmalarda Türk devletleri- ilk sırada Sogd dilinin hakim olduğu Birinci Türk hakanlığı, daha sonra runik yazılarının yayıldığı İkinci Türk Hakanlığı faktorlarının olduğunu görüyoruz. Moğolistan’da, Altay’da, Hakasya’da, Tuva’da VII-VIII yüzyıllara ait eski Türk alfabesi ile yazılı 200-den fazla taş kitabelerin olduğu bilinmektedir. Bu güne kadar Türkoloji çok sayıda orta asrlara ait yazılı abideleri öğrenebilmiştir. Bunların arasında Nasreddin Rabquzi’nin 2Kısas el Enbiya” Kutubi’nin “Hosrov ve Şirin” Rayandin’in “Muhabbetname” Alinin “Nahs el Faradis” Sayf Sarayinin “Gülistan bit Türki,, Sidi Ahmedinin “Taşukname” Ahmet İgunekinin “Gerçeye saygı” Abdulgazinin “Oğuzname” anonim “Sirac el Kulub” “Rahat el Kulub” “Mihracname” “Destani Jumjuma Sultan” “Miftahul Edl” “Tefsir” ve yüzlerle başkaları vardır. 5. ve 15. yüzyıllara (çağdaş milletlerin oluştuğu zamana kadarki devir) ait olan tüm yazılı abideler Türk halklarının ortak medeniyetinin mahsullarıdır. Bu eserlerde Türk ahlak ve kültürü hakkında oldukça zengin malumatlar vardır. 11. yüzyılda yaşayan ve “Kutadgu Bilik” eserine göre ünlü olan ve “Has Hacib” ünvanını alan Yusuf Balasagunlunun eseri eski Türklerin bilik, mutluluk, idrakin geliştirilmesi, toplumsal şuurun yükseltilmesi gibi anlayışlara yakından tanış olduklarının sübutudur. Orta yüzyıllarda bu anlayışlar daha da cilalanarak seviyece yükseltilmiştir. 432 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER Bu değerlerden biri de söz sanatı olmuştur. Yazılı abideler arasında öylesine rast gelebilmezsiniz ki, orada söz sanatının vasfı olmasın. Türk şuuru ve İslam değerlerinin sentezi ise uzun asırlar boyunca birbiriyle meczolmuş, Türklük ve İslam’ın vahdeti sayesinde orta çağ Rönesansının mühim faktoruna çevrilmiştir. Bu toplumsal şuur insanların ictimai davranışı, nesillerin eğitimi, etiketler hakkında oldukça zengin bilgiler yaratmıştır. Beşeriyetin ebedi arzularından ve problemlerinden olan adil toplum orta çağ destanlarımızda terennüm edilmektedir. Örneğin, “Kutadgu Bilik” destanında olduğu gibi. Bu destanın anafikri halka refah vermek, sağlam ve mutlu bir cemiyet kurmaktır. Orta çağın yazılı abideleri -büyük Türk medeniyetinin bir hissesi olarak tarih, kültür, edebiyat, dil, ahlak değerleri hakkında çok çeşitli bilgiler veren zengin ortak mirasımızdır. Elbette, sadece bir yaklaşımla “medeniyet” anlayışına tam ve kuşatıcı yorum vermek imkansızdır. Burada sosyal-politik faktörlerle alakalı, manevi değerlerin, özellikle de konuşulan, büyük eserler yazılan bir dilin medeniyetteki rolü oldukça mühim ve tekrarsızdır. Hem de ona göre, yazılı miras sadece edebiyat değil, aynı zamanda ictimai, siyasal şartları, kültürel meselelerini öğrenmeğe devamlı olarak gayret eden bir toplumun manevi durumunun aynasıdır. Bu bakımdan, Türk dünyasının ve Türk medeniyetinin en önemli kısımlarından olan orta çağ Kıpçak edebiyatının öğrenilmesi çok önemlidir. Türk medeniyetinin güçlü dahili kaynakları vardır. Birincisi, Türkler büyük bunalımların içerisinden geçerek öz medeniyet kodlarını kaybetmemiş, aksine onu daha da kuvvetlendirmiş, geliştirmiş, zenginleştirmiştir. İkincisi, bu medeniyet onların genetik kodunda da kendini ortaya koyarak bir medeniyet tasavvuruna dönüşmüştür. Bu nedenle de bu medeniyetin sağlamlığı dışarıdan da olumsuz etkilere karşı oldukça dayanıklı hale gelmiştir. Referanslar Aji M. Pelin Polovtsian alan. Moskova, 1994. Al-Farabi. Sosyal ve etik ilmi / Al-Farabi.; - Alma-Ata: Nauka, 1973 - 436C.. Baryum AD Volga Bulgarlar. Tarih ve kültür. St Petersburg, 2005. Baskakov NA Türk dillerinin çalışmaya giriş. Moskova, 1969. -384 P. AN GARKOVETS Kıpçak mirası yazılı. Almatı, 2002. -1084 Ile. TI Grunin HҮI içinde Polovtsian dil belgeleri. Moskova, 1967. Zayonchkovskaya A. Arap-Kıpçak Sözlük Memlûk dönemi devlet / / Sb.Soobscheniya Lehçe oryantalistler. - M.:.. Izd.vost.lit 1961 Kumek BE Kıpçak ҮІІІ tarihine Arap ve Fars kaynaklar - HІҮ yüzyıllar. Almatı, 1987. S.3-39. ҚҰRYSHZHANOV Ә., TB Eskі қypshaқ tili. Almatı, 2007, 316, b. RAHMANALIEV R. İmparatorluğu Türkler. Büyük medeniyet. Moskova: Ripol 2009 MT Stepanyants Felsefe erdemli bir adam erdemli şehir. / Tarihi. Batı-Doğu Rusya.Ilk kitap. Antik ve Ortaçağ felsefesi -. M. Greko-Latin çalışma, 1995 - s.413-421. 433 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER YUMUŞAK GÜÇ OLARAK SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ Kasım ESEN Türk İdareciler Derneği @ kasimesen@mynet.com Orhan GAFARLI BILGESAM Stratejik Araştırmalar Merkezi @ gafarov@ankara.edu.tr Giriş 21 yüzyılda devletler, stratejilerini gerçekleştirmek için başka ülkelerin hükümetlerine zor kullanarak onlara baş eğdirme yerine, kendi hedeflerini yumuşak şekilde sağlamayı daha doğru bulmaktadır. Zor kullanma savaşı ve şiddeti içerir, yıkıcıdır ve sevimsizdir. Hâlbuki kendi hedeflerini başkalarına aşılamak, onların kendi çıkarlarına uygun olduğunu benimsetmek için hükümetlerin dikkate almak zorunda kaldıkları kamuoyunu yönlendirebilen güç hedefleri üzerinde çalışmak daha akıllıcadır. Hedeflerimi, kendi hedeflerin gibi benimsersen zora ve şiddete gerek kalmaz. Başkalarının milli çıkarlarını kendi çıkarları zannetme ve bunu sindirme yumuşak güç savaşlarının konusudur. Halktan halka etkileşim kanallarının başında dernekler, vakıflar, strateji merkezleri, üniversiteler, iletişim araçları, uluslararası panel ve sempozyumlar vardır. Model ülke olarak görülmede bu kurumların rolü devletten fazladır. Cazibe merkezi olmak ancak toplumsal bir hamur, tarihi şuuru altı müktesebat, doyasıya özgürlüklerin yaşandığı bir ülke algısıyla mümkündür. Bu makalede yumuşak güç savaşlarında sivil toplum örgütlerinin önemi anlatılacaktır. Sivil toplum örgütleri çağın gereklerine göre yapılanıp dünya ile bütünleşirken kendi kültüründen beslenmedikleri takdirde devlet kurumlarının milletin bekçisi ve hizmetkârı olamayacağı sonucuna varılacaktır. I Yumuşak Güç “Yumuşak güç; bir ülkenin yumuşak çekim gücüyle istediğini almasıdır.” Diğer bir ifadeyle, “Yumuşak güç, bir ülkenin kendi istediği şeyi başkalarının da istemesini sağlamaya yarayan güçtür.” Bu tanım çerçevesinde yumuşak güç, “başkalarını cezbetme, onların kalbini ve zihnini kazanma yeteneği” olmakta; bir ülke yumuşak gücü ile kendi amaçlarının ve değerlerinin başka ülkeler tarafından benimsenmesini sağlayabilirse, askeri güç ve ekonomik gücünün çok üzerinde etki imkânı yaratabilmektedir. (Sait Yılmaz, 2007) Yumuşak gücün öncelikli hedefleri, siyasi partiler, medya, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, finans kuruluşları, ticaret, sanayi, esnaf eczacı odaları ve Barolar gibi 435 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kamu kurumları ile sivil toplum benzeri özellik gösteren dini cemaat ve tarikatlardır. En önemli yumuşak güç kaynağı devlet dışı aktörlerdir. Son yıllarda sayıları giderek artan devlet dışı aktörlerin uluslararası sistemdeki rolü, bilgi çağına damgasını vurmuş bulunmaktadır. Bu anlamda sivil toplum kuruluşları (STK), ulusal sınırların ötesinde her türlü iletişim vasıtalarından yararlanarak devletlere ve önde gelen iş adamlarına doğrudan baskı yapabilmekte ve politikalarını değiştirmelerini isteyebilmektedir. Öte yandan STK’lar, devletlerin ve şirketlerin ne yapması gerektiği konusunda halkın görüşlerini de dolaylı yoldan etkileyerek değiştirebilmektedir. (Sait Yılmaz, 2007 ) Yumuşak güç savaşları zihin harbidir. Zihin harbiyle, hedef alınan milletlerin davranış, düşünce ve duyguları kontrol altına alınmakta ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu harp sayesinde, bazı ülkelerde bir kısım partiler iktidar olmakta veya iktidardan düşürülmekte; toplumlar yönlendirildiğini hissetmeden kendi (Sait Yılmaz, 2007) iradesiyle karar vermektedir. Monocle dergisinin 2012 yılında yayınladığı 3. yumuşak güç sıralamasında ilk 10 sırayı İngiltere (Birleşik Krallık), ABD, Almanya, Fransa, İsveç, Japonya, Danimarka, İsviçre, Avustralya ve Kanada alırken, Türkiye de 20. sırada kendisine yer bulmuştur. Bu sıralamada etkili olan faktörler; yönetim standartları, diplomatik gelenek, kültürel etki, eğitim kapasitesi ve İş dünyası açısından kolaylıklar gibi en önemli yumuşak güç unsurlarıdır. (Ozan Örmeci, 2014) II Türkiye’nin Yumuşak Güç Unsurları, Demokrasiye sahip Müslüman ve laik ülke, İslami Kimlik, Tarihi müktesebat TİKA, Yunus Emre Enstitüleri, bazı sivil toplum örgütlerinin eğitim ve insani yardım faaliyetleri,( TİKA’nın kurulmasıyla beraber, Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’daki, yeni bağımsız devletler odak noktası iken, bu eğilim yakın dönemde, kalkınma ortaklığının Ortadoğu, Afrika ve Asya’daki ülkeleri de içeren, daha geniş bir coğrafyayı kapsamasıyla hızlı bir dönüşüm yaşamıştır. TİKA’nın 23 kalkınma ortağı, ülkede 26 program koordinasyon ofisi bulunmakta ve 23 denizaşırı ofisin dışında, dünya genelinde TİKA, 100’den fazla ülkeye ulaşmaktadır.) (Tuba Çavuş, 2012) Askeri Güç, Uluslar arası Örgütlere Üyelik, Ekonomik Gücü, G.20, NATO Üyesi ve AB’ye Adaylık Jeopolitik konumu, Türk Televizyonlarında yayınlanan diziler, Yetişmiş İnsan Gücü, AB Üniversiteleri ile uygulanan Erasmus gibi öğrenci değişim programları, Osmanlı İmparatorluk Kültürü, bilhassa Kadim Yemek Kültürü, İslami grupları sistemle bütünleştirme, Kürt ve diğer etnik unsurlarla, Osmanlı ve İslam coğrafyası yanında doğu ve batı milletleri ile diyalog gücü. III Sivil Toplum Sivil toplum örgütleri, Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinde, NGO (Non –Go436 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER vernmental Organizations), yani “hükümet dışı kuruluşlar” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu söylemdeki “hükümet dışı”, yanlışlıkla “hükümet karşıtı” olarak algılandığı için, ABD’de sivil toplum örgütleri için “Private Volunteer Organization” (PVO) yani, “Özel Gönüllü Kuruluşlar” söylemi kullanılmaktadır. Kar amaçsız gönüllü kuruluşlar “Üçüncü sektör” olarak da adlandırılmaktadır. Sivil toplum iki taraflı bir denge üzerine kuruludur. Bir yandan merkezi devlet, bireyleri cemaatçi baskılara karşı korur. Böylelikle birey özgürlükleri garanti altına alınır. Diğer yandan da, merkezi devlet iktidarı, bağımsız bireylerden kurulu ve sivil toplumu oluşturan aracı kurumlar tarafından denetlenir. (Vehbi Bayhan, 2002) Sivil toplumun etkin olabilmesi için aydın, mühendis, işadamı gibi mesleki kimliklerin devletin ve siyasi partilerin tabiiyetinden kurtulması, onlardan ayrışması önemlidir, demokratikleşmeyi engelleyen tam da sivil toplumun bu aşırı siyasallaşmasıdır. Baskı gruplarının, meslek örgütlerinin, medyanın ve sendikaların özerk olmaması Ortadoğu ülkelerinin ortak özelliğidir. (Vehbi Bayhan, 2002) Dünyamızda yeni bir küresel savaş riskinin azalmış görünmesine karşın çok sayıda “sınırlı” ve bölgesel savaş, çeşitli kıtalarda sürmektedir. Bu çatışmaların çok yüksek maddi maliyetleri olduğu gibi, insani maliyetleri daha da yüksek ve kalıcıdır. STK’ların bu alandaki rolleri üç evrede incelenebilir. Bu kuruluşlar, giderek artan sıklıkta çatışmaların önlenmesi; “perde arkası” diplomasi; arabuluculuk görevleri üstlenmektedir. Doğrudan ödün vermiş gibi gözükmek istemeyen çatışmacı taraflar, aracı STK’lar yardımıyla uzlaşabilmektedirler. Bunun mümkün olmadığı ve çatışmaların başladığı hallerde, STK’lar, etkilenen nüfusa insancıl ve tıbbi yardım yapmakta, yaralı ve esir değişiminde rol almakta; çatışmalardan etkilenen nüfusun nakledilmeleri ve geçici barındırılmalarını sağlamaktadırlar. Çatışmalar sona erdirildikten sonra, yani üçüncü evrede, bu kuruluşlar, yaraların her anlamda sarılması, yani “çatışma sonrası düzeninin” kurulmasında etkin görev yapabilmektedir. En az çatışmalar kadar yıkıcı olabilecek bir diğer küresel sorun doğal veya insan – kaynaklı afetler ve krizlerdir. STK’lar, doğal afet (deprem, sel, volkan patlaması vb.); insan – kaynaklı afetler (nükleer, kimyasal kazalar vb.); ve sosyal / ekonomik / siyasal kriz dönemlerinde devreye girerek, çoğu zaman devletle işbirliği halinde, zaman zaman devlete rağmen, yaraların sarılmasında görev yapmaktadırlar. Bu görev alanı STK’ları, kriz öncesi, sırası ve sonrası kapasitelerini geliştirme yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu başarıyla gerçekleştirilebildiği ölçüde, Türkiye’de depremler sonunda olduğu gibi, STK’lar toplumda önem ve saygınlık kazanabilmektedir. (Gorel Köymen, 2013) Sivil Toplum Örgütleri, kamuoyu oluşturmak suretiyle bireylerin taleplerinin dile getirilmesine ve dikkate alınmasına yardımcı olmaktadır. Farklı düşünce ve çıkar grupların düşüncelerini yaymak ve çıkarlarını elde etmek için örgütlenmektedir. Devlete bağlı olmadan gönüllülük esasına dayalı olarak ortak amaçlar doğrultusunda kurulan sivil toplum kuruluşları halkın 437 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER katılımının en üst seviyede gerçekleştiği kuruluşlardır. Bu bağlamda vatandaşlar sivil toplum faaliyetlerine katılarak siyasal mekanizmayı yönlendirmekte ve yönetimde aktif bir şekilde rol almaktadır. Siyasi iktidarlar ile sivil toplum arasındaki diyalog ve müzakerelerin kopması, halkın belirli kesimlerinin dikkate alınmaması, kutuplaşmaya ve ötekileşmeye neden olmaktadır. Kutuplaşma ve ötekileştirme toplumdaki gerilimleri artırmakta, karşılıklı düşmanlık ve çatışma ortamını hazırlamaktadır. Oluşan hassasiyet Yumuşak Güç Savaşları için bulunmaz bir “fırsat” oluşturulmakta, küresel ve bölgesel diğer aktörlerin de müdahalesi ile hedef hükümetin yönetebilme kabiliyeti aşındırılarak, istikrar ve güven ortamına darbe vurulabilmektedir. (Atilla Sandıklı 2013) Değişimi kontrol etmek, tercihleri belirlemek, gündemi kontrol etmek güçtür. Sivil Toplum örgütlerine ve medyaya ihtiyaç vardır. Bir merkez tarafından kurgulanmamış şahısların, bire bir diyalog yoluyla oluşturdukları sosyal paylaşım ağları vasıtasıyla yapılan diplomasi türüne “Yeni Kamu Diplomasisi” diyoruz. Kamu diplomasisinde bu yeni kavramı öne çıkaran hükümetler, sınır olgusundan vareste olan sosyal ağları kontrol etmek yerine teşvik etmeyi ve bunlara katılmayı tercih ederler. Ne kadar az karışırlarsa da toplum nezdindeki itibarları o ölçüde artar. Şüphesiz, bu da, devlet dışı güçlerin ve STK’ların siyasi hedeflerinin, resmi politikalarla çelişebilmesi gibi bir riski beraberinde getirir. Hükümetler, hedefleri doğrultusunda yayın yaptırmak amacıyla kendi memurlarına Facebook veya Twitter gibi imkânları kullanma yetkisi vererek sosyal iletişim alanında etkinliğini arttırmaya çalışabilir. Fikir ayrılıkları ve eleştiriler, hükümetleri zaman zaman rahatsız etse de buna gösterecekleri tahammül, güvenilirliklerini artırıcı yönde olumlu bir yumuşak güç üretir. (Joseph S. Nye, Gücün Geleceği ) Yumuşak Güç Savaşları kapsamında eğer yönetimler ekonomik baskılara açıksa, sivil toplum örgütleri iş yavaşlatma eylemleri, boykot ve grev gibi ekonomik eylemler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli grev türlerinin seçici şekilde kullanılması imalat, taşımacılık, ham maddelerin tedariki ve ürünlerin dağıtımı gibi kritik noktalarda uygulanabilir. Şiddet içermeyen direnişler yaygınlaştırılarak ülke yönetiminin meşruiyeti sorgulanmakta ve itaatsizlik propagandası yayılmaya çalışılmaktadır. (Atilla Sandıklı, 2013) Aslında, gücün devlet dışı oluşumlar yönüne dağılmasına, “savaşın özelleştirilmesi” denebilir. (Joseph S. Nye, Gücün Geleceği ) Bazı gözlemciler, bilgi devriminin hiyerarşik bürokrasiyi yerle bir edeceğini, bunun yerini ağ (network) organizasyonlarının alacağını öngörmekteler. Onlara göre, hükümetlerin birçok görevini piyasa oyuncuları ve kâr amacı gütmeyen kurumlar üstlenecek. İnternet ortamında sanal topluluklar oluştukça, bunlar bölgesel yargı sınırlarını aşacak, kendi yönetişim modellerini oluşturacak. Hükümetlerin toplum yaşamı üzerindeki önemi azalacak, insanlar seçtikleri bir topluluktan diğerine tek tıklamayla geçebilecekler. Toplumlar arası bu geçişler ve beraberinde gelişen yönetişim modeli, çağdaş devletlerin meydana gelişinden önceki feodal yapıya kıyasla çok daha modern 438 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ve uygar model oluşturacaktır. (Joseph S. Nye, Gücün Geleceği ) Uzaya yerleştirilen algılayıcılar, yüksek hızlı bilgisayarlar, geniş bir coğrafya üzerinde meydana gelen olayları izleme, bilgileri toplama, tasnif etme, işleme ve yaymaya yarayan karmaşık yazılımlar ise devletlerin tekelinde olmaya devam etmektedir. Önemli olan fantezi donanımlara, gelişmiş sistemlere sahip olmak değil, sistemleri entegre edecek sistemlere sahip olmaktır. Büyük devletler, bu alanda da hâkimiyetlerini sürdürmektedir. (Joseph S. Nye, Gücün Geleceği ) IV Siyasi Liderler, Kanaat Önderleri Üzerinden Yapılan Güç Savaşları Lao-tzu “İyi bir lider olmanın ölçüsü bütün insanların o liderin verdiği emirlere itaat etmesi değil, neredeyse liderin varlığından bile haberdar olunmadığı hallerde işlerin yolunda gitmesidir” der. (Joseph S. Nye, Gücün Geleceği ) Özgürlük ve güvenlik dengesinin güvenlikleştirme lehine bozulmaya çalışıldığı Yumuşak Güç Savaşları’nda siyasi liderin ya da o topluma yön verebilen iş, din, ticaret ve basın hayatında öne çıkan insanların karakteri detaylı olarak incelenerek istismar edilebilecek özellikleri tespit edilir ve bu özellikler manipüle edilmeye çalışılır. Oluşturulan siyasi ortamda farklılıklar ötekileştirilmeye, ötekileştirmeler, kamplaşmalara, kutuplaştırmalara, kutuplaştırmalar düşmanlıklara dönüştürülür. Devletin ve halkın ortak menfaatleri siyasi çatışmalara, kargaşa ve kaosa feda edilir. Herkesin kaybettiği Yumuşak Güç Savaşları ortamında devletin yumuşak gücü ve etkinliği azaltılır. (Atilla Sandıklı, 2013 ) İnanılırlık ve itibar, yumuşak gücün en önemli öğelerindendir. Günümüzdeki siyasi mücadelelerin ciddi bir kısmının konusu, ülkelerin birbirlerini itibarsızlaştırma veya yüceltme kampanyalarıdır. Politika, inanılırlık ve güvenirlilik yarışına dönüşmüştür. Propaganda izlenimi veren bilgi akışı işe yaramadığı gibi ters tepki oluşturur. Siyasi partiler, bir parti programını halka anlatarak onu benimsetme yerine liderlerin şahsında partileri itibarsızlaştırma, birbirlerini çekiştirme yöntemlerini benimserlerse toplum kamplara bölünür, kamplar kutuplaşır ve birbirlerinin hasmı haline gelir. İç düşman ve hain haline gelmiş kesimlerin yürüttükleri mücadelelerde hukuk rafa kalkar, gayrı meşru saldırılar içselleştirilir, topluma kargaşa hakim olur, liderler kaosun önderi haline gelirler. Siyasal partilerin kendi içlerinde demokrasinin olmayışı yanında, enflasyon, işsizlik, rüşvet ve yolsuzluk gibi toplumsal hastalıklara çözüm bulunamaması, siyasi parti patronajı gibi nedenlerle; siyasetçileri topluma yabancılaşması, toplumun da siyasetçilere yabancılaşmasını getirmektedir. (Vehbi Bayhan, 2002) Türk siyasi partileri, patronaj dağıtımının birinci failleridir. Parti örgütleri, yeni parti politikalarını uyumlu hale getirmek ya da belirlemek, kitleleri belirli siyasi hedeflere doğru yönlendirmek ve parti liderlerini denetlemek yerine; esas olarak patronaj ağlarını oluşturma ve dağıtma üzerinde çalışmaktadır. Bunun sonucu olarak, parti içi demokrasi 439 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER işlememekte ve parti liderleri kendi hareketlerinden liderliği sorumlu tutabilecek her türlü kurumsal mekanizmayı göz ardı ederek örgütlerini neredeyse mutlak güçle yönetmektedir. Uzun vadeli istikrarlı bir parti kimliği yerine, kısa vadeli parti tercihleri, seçmenlerin tercihleri üzerinde egemen durumdadır. (Vehbi Bayhan, 2002) Bir devletin yumuşak gücü ve liderin cazibesi bölgedeki diğer ülkelerin liderini ve halklarını etkilemeye başladığında, bölgede çıkarları zarar görmeye başlayan diğer aktörler bu ülkelere ve liderlere karşı Yumuşak Güç Savaşları yürütülebilir. Yumuşak gücü gelişen ülkenin etkinliğini sınırlamak amacıyla bölgedeki gelişmeler yeniden şekillendirilebilir. Eğer ülkenin yumuşak gücünün kaynağı bir ideoloji veya inanç sistemi ise, bu değerleri aşındırmaya ve toplumun bu değerlere yönelik bağlılığını azaltmaya yönelik eylemlere ağırlık verilebilir. (Atilla Sandıklı, 2013) Sonuç Türkiye’de, siyasi partiler ve liderleri, sivil toplum örgütleri, “biz” ve “öteki” ayrımı temelinde, farklılıkların birliğini değil farklılıkların bir birini yok saymasını beslemekte, iktidarı ya da devlete ele geçirme algısıyla hareket etmekte ve sonuçta itibarsızlaştıklarından kısmen başka ülkelerin yumuşak gücüne dönüşmektedirler. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerdeki, lider egemenliği ile parti içi demokrasinin olmayışı da, sivil topluma ve demokrasiye aykırıdır. Bizzat parti başkanının kendisinin atadığı parti teşkilatı üyelerinin, kongrede parti başkanını seçmeleri paradokstur. (Vehbi Bayhan, 2002) Hatta siyasi partilerin sivil toplum örgütleri yanında sosyal sermayeyi, cemaat ve tarikatları, mesleki kuruluşlar egemenlikleri altına almak suretiyle kişiliklerini manen yok etmeleri nedeniyle Türkiye’nin yumuşak gücü hastalıklıdır. Türkiye’de cemiyet tipi toplumsal yapının oluşmaması cemaat tipi toplumsal yapı karakteri yumuşak güçlerin kuvvetlenmesine engeldir. “Cemaat” tipi toplumsal yapıda, demokrasi bölge, mezhep, tarikat, feodalite, kabile, etnik grup veya ideoloji çatışmalarına sürüklenebilir. Çünkü parti ve ideoloji bir mezhep ya da kabile gibi algılanmakta, dolayısıyla toplumda sorunları rasyonel uzlaşmalarla çözmek ve demokratik siyasi mekanizmayı işletmek mümkün olmamaktadır. SONNOTLAR 1) Sait Yılmaz, Yrd. Doç. Dr. Ulusal Savunma, Yumuşak Güç Nedir, Nasıl Uygulanır, Beykent Üniversitesi 12.04.2007 2) Ozan Örmeci, Yrd. Doç. Dr. Türkiye’nin Yumuşak Gücü,politikaakademisi.org.16 ocak 2014 3) Tuba Çavuş, Dış Politikada Yumuşak Güç, Kavramı ve Türkiye’nin Yumuşak Güç Kullanımı, http://iibfdergisi.ksu.edu.tr/ 4) Vehbi Bayhan, Demokrasi ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj ve Nepotizm, Sivil toplum kuruluşları günümüzde, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2002 Cilt: 26 No: 1 1-13,s.7-8 5) Gorel Köymen, Prof. Dr. Küresel Toplum Notları, 2004-Research Sabanci Üniversitesi 6) Atilla Sandıklı, BIlGESAM Başkanı, Dernekler Dergisi, Aralık 2013, sayı 25/4 7) Joseph S.Nye, Gücün Geleceği, ozkitap.com 440 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER AVRUPA BİRLİĞİ İLERLEME RAPORLARINDA SİVİL TOPLUM TARAFGİRLİĞİ Hatice ALTUNOK Abant İzzet Baysal Üniversitesi @ haticealtunok@hotmail.com Sivil toplum örgütleri belirli bir konunun siyasal-yönetsel alanda temsilini gerçekleştirmek üzere kurulurlar. Bunun birlikte çıkarlarını savundukları kitleye ilişkin her türlü faaliyetin bir aktörü olma çabası içerisinde olurlar. Kuruluş mantığının gereği ‘belirli bir kitle’nin çıkarlarının tarafı olarak faaliyet gösterirler. Bu örgütler belli bir ülkedeki tarihsel birikimin ürünü olmakla birlikte, uluslar arası örgütlerin ulusal politikalarda aktör olmaya başladığı sürecin etkisiyle sivil toplumun rolü daha da artmaya başlamıştır. Üretilen her kavram ve kurum aslında devlet kudretini sivil toplumla paylaşan bir şekle ve niteliğe bürünmeye başlamıştır. Bu durumun postmodern sürecin makro yapıları yok etme mantığıyla uyum içerisinde olduğu söylenebilir. Sivil toplum örgütlerinin toplumla ilgili her konuda aktör olma düzeyinin artmasında ülkelerin üyesi oldukları ya da üyesi olmaya çalıştıkları uluslararası örgütlerin de etkisi bulunmaktadır. Bu çalışma itibarıyla Türkiye’de kamu politikasını şekillendiren araçlar arasında yer alan Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında genel hatlarıyla sivil toplum odaklı tespitler ve öneriler ön plana çıkarılmıştır. Böylece Türkiye’deki sivil toplum hakkında, Avrupa Birliği’nin bakışı yansıtılmaya çalışılmıştır. İlerleme Raporları ve Sivil Toplum Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık statüsünün Helsinki Zirvesi ile tescil edilmesiyle birlikte çeşitli sorumlulukların yerine getirilme düzeyinin izlenme süreci başlamıştır. Avrupa Birliği İlerleme Raporları da bu süreci denetleyen araçlar olarak nitelendirilebilir (Avaner, 2013: 26). Avrupa Birliği İlerleme Raporları aday ülkelerin siyasi ve ekonomik kriterler ile üstlenilen müktesebat başlıkları açısından değerlendirildiği metinlerdir (Avaner, 2013: 50). Bu raporlar aracılığıyla AB’nin Türkiye’de şekillendirmeyi hedeflediği öncelikli alanlar ve bu alanlarda neler yapılması istendiği izlenebilir. Bu çalışma çerçevesinde AB’nin öne çıkardığı alanlardan biri olarak sivil toplum konusu ele alınmıştır. 1998 Düzenli İlerleme Raporunda derneklerin bazı faaliyetlerinde yetkili makamlardan izin alma gereği belirtilmiş ve STK’ların sayısının ve faaliyetlerinin önemli ölçüde arttığına yer verilmiştir. Bunun özellikle insan hakları konusunda yapılması gerektiğinin 441 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER altı çizilmiştir (s. 14). 1999 Düzenli İlerleme Raporu’nda 1999 yılında yaşanan deprem, afet yardımı sağlayan makamların etkinliği konusunda kamuoyunda tartışmalara yol açmasıyla sivil toplumun Türkiye siyasetindeki varlığının giderek arttığına dikkat çekilmiştir (s. 9). 2000 İlerleme Raporunda, Raporun hazırlanmasında, konferans düzenleme veya bildiri dağıtma gibi STK faaliyetleri için resmi izin gerektiği, STK’ların, Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilmedikçe, uluslararası ölçekte diğer STK’lar ile ortak kurumlar oluşturması ve kurumsal işbirliği yapılmasının yasak olduğu, insan hakları konusunda faaliyet gösteren STK’lar ve şubelerinin, özellikle olağanüstü yönetim bölgelerinde, baskıya maruz kaldığı ve/veya kapatıldığı şeklinde tespitlere yer verilmiştir (s. 14). Medeni Kanun’daki değişiklik hazırlıklarında Kadın STK’larının katkılarının bulunduğu (s. 15), Çevre Bakanlığı’nın çevresel faaliyetlerinin STK’ları da kapsayan işbirliği ve aktif ortaklıklar çerçevesinde yürütüldüğü belirtilmiştir (s. 46). 2001 Düzenli İlerleme Raporunda STK kurma sürecinin zorluğu ve STK’ların işleyiş sürecinin büyük ölçüde devlet denetimi altında olduğu belirtilmiştir. STK’ların Türkiye dışından mali kaynak sağlayabilmek için hükümetin onayına ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir (s. 26). Özellikle güneydoğudaki STK’ların baskı altında oldukları söylenmiştir. 2001 Raporunda da çevre konusunda bakanlık çalışmalarının STK’larla işbirliği içerisinde yürütüldüğü belirtilmiştir (s. 78). 2002 Düzenli İlerleme Raporunda Türkiye’ye toplam 149 Milyon Euro tahsis edildiği ve bu yardımın kullanılacağı alanlar arasında “sivil toplumun geliştirilmesine yönelik girişimler” de sayılmıştır (s. 5). Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları ve Demokrasi Girişimi çerçevesinde odak ülke olduğu ve dolayısıyla ifade özgürlüğü ve bağımsız medya, etkili yönetim, yargıya erişimin iyileştirilmesi, işkencenin önlenmesi ve işkence mağdurlarının rehabilitasyonu için destek sağlanması, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı mücadeleye yönelik projelerden yararlanmasına olanak sağlandığı belirtilmiştir ve bu tür projelerin büyük bir kısmının STK’lar tarafından yürütüleceği öngörülmüştür (s. 5). AB’ye üyelik aşamasında STK’ların sürece katkısı ve bu alandaki tartışmaların önemli olduğu ve siyasi uzlaşının sağlanmasına katkı sağlandığı belirtilmiştir (s. 10). ABGS ile sosyal taraflar, özel sektör ve sivil toplum örgütleri arasındaki görüş alışverişinin güçlendirildiği ve sivil toplum temsilcilerinin yer aldığı çalışma gruplarının kurulduğu bilgisine yer verilmiştir (s. 12). İnsan hakları sorunlarıyla ilgilenen birçok sivil toplum örgütünün gizli denetime tabi tutulduğu; bazıları kovuşturma, müsadere, yayın araçları ve bildirilerin sansürlenmesi gibi uygulamalar görüldüğü belirtilmiştir (s. 28). 2003 Düzenli İlerleme Raporunda Türkiye’ye 2003 yılında katılım öncesi mali yardım çerçevesinde 144 Milyon Euro yardım sağlandığı ve bu yardımın kullanılacağı alanlar arasında hükümet ile sivil toplum arasındaki diyaloğun geliştirilmesinin de bulunduğuna dikkat çekilmiştir (s.6). Mart 2003’de Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, ulusal bütünlüğe ve ülkenin laik yapısına aykırı faaliyetlere karıştıkları iddi442 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER asıyla Alman vakıflarının ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri aleyhine açılan kamu davasında sanıklar hakkında beraat kararı vermesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiştir (s. 29). Hükümetin “Kamu Yönetiminde Şeffaflığı ve İyi Yönetişimi Artırmaya Yönelik Eylem Planı”na ilave unsurlar getiren ve yolsuzluk konusunu içeren Acil Eylem Palın ilan edilmiştir. Bu unsurlar arasında hükümet, kamu yönetimi ve sivil toplum arasındaki diyaloğun güçlendirilmesinin yer aldığı belirtilmiştir (s. 109-110). 2004 Düzenli Raporunda 2004 Türkiye Programı, Ulusal Program için 235,6 Milyon Euro tahsis edildiği belirtilmiş ve bu program kapsamındaki öncelikli alanlar arasında “sivil toplumu geliştirmek” de yer almıştır (s. 5). Bu raporda sivil toplumun daha da güçlenmiş olduğu ifade edilmiştir (s. 11). Bazı mevzuat ve örgütlenme alanındaki gelişmelere yer verilmiştir. Yeni Dernekler Kanunu ile devletin derneklerin faaliyetlerine müdahale olasılığının azaltıldığı ve İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni bir Dernekler Dairesi kurulması gelişmelerine yer verilmekle birlikte sivil toplumun, özellikle insan hakları savunucularının uygulamada önemli kısıtlamalarla karşılaştığı belirtilmiştir (s. 33). Yerlerinden edilmiş kişi sayısı ve köy korucularının istihdamı konusunda STK’ların durumun resmi olarak yansıtılanlardan farklı olduğuna yönelik tahminlerde bulunduklarına yer verilmiştir (s. 42-43). Hükümet, kamu idaresi ve sivil toplum arasındaki diyaloğun güçlendirilmesinin gerektiği vurgulanmıştır (s. 127). 2005 İlerleme Raporunda; Haziran 2005’te, Komisyon’un, Aday Ülkeler ve AB arasında sivil toplum diyalogu konusunda bir karar ile, AB ve Türkiye’deki sivil toplum arasında diyaloğun geliştirilmesine destek sağlanacağı ifade edilmiştir. Bu bildirim ile AB ve aday ülkelerdeki sivil toplum arasında bağların oluşturulması ve güçlendirilmesi konusunda genel bir çerçeve çizilmiştir. Sivil toplum diyaloğu, genişleme sürecinde sivil toplumun bilgilendirilmesine ve daha kapsamlı katılımına imkan vermek amacıyla, genişleme konusunda toplumsal tartışmanın teşvik edilmesine katkı sağlamasının gerektiği önerilmiştir. Diyalogun özel odağının Türkiye olacağı iletişim, karşılıklı bilgiyi artırmak ve işbirliği sağlamak amacıyla ikili değişim projeleri ile uzman değişimleri, finanse edilecek projelerin ortak modeli olacaktır. Hedeflerin kadın hakları ve eşit fırsatlar örgütleriyle birlikte sivil toplum kuruluşlarını, meslek örgütlerini, iş derneklerini, gençlik, üniversite ve medyayı içereceği belirtilmiştir. 2006 yılında Türkiye’deki sivil toplum diyaloğu projeleri ve Topluluk programları için finansal kaynak tahsis edileceği bilgisine yer verilmiştir (s. 5). Sivil toplum temsilcilerinin bulunduğu kent konseylerinin oluşturulduğu (s. 13), resmi makamların katılım müzakereleri sürecine ilişkin sivil toplumla diyaloğu geliştirme yöntemlerini değerlendirmek amacıyla çeşitli sivil toplum örgütleriyle bir araya geldikleri (s. 14) gibi gelişmelere yer verilmekle beraber önceki raporlardakine benzer şekilde hükümet, kamu idaresi ve sivil toplum arasındaki diyaloğun güçlendirilmesinin gerektiği (s. 20) yinelenmiştir. Derneklere ilişkin bazı mevzuat ve uygulama sorunlarının olduğu (yurtdışından mali kaynak kullanımı, tescil 443 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER edilme zorlukları gibi) belirtilmiştir (s. 31). 2006 İlerleme Raporunda; reform ortamının olumlu gelişmesi ve yeni Dernek Kanunu ile STK’ların kendilerini daha belirgin ifade ettiklerine ve daha iyi örgütlenebildiklerine (s. 15) ve nicel görünümlerinde gittikçe artan bir çeşitlilik söz konusu olduğuna dikkat çekilmiştir. Rapor döneminde iki Çingene Birliği kurulduğu ve bu örgütlerinin kapasitelerinin arttırılması için STK projelerinin yürütüldüğü bilgisine yer verilmiştir (s. 21). Yolsuzlukla mücadele için hükümetin, kamu yönetimi ve STK’lar arasında diyaloğun geliştirilmesinin gerekli olduğu dile getirilmiştir (s. 58). 2007 İlerleme Raporunda 21,5 Milyon Avro seçilen projeler aracılığıyla AB ile Türkiye arasında sivil toplum diyaloğunu desteklemek için kullanılacağının hedeflendiği belirtilmiştir (s. 4). Sivil toplumun gelişimi ve diyaloğu alanında son dönemdeki reformlarla başlayan gözlenen olumlu eğilimin sürdüğü, STK’ların politikaların şekillendirilmesinde ve sosyal, ekonomik ve siyasi konularda daha aktif rol aldıkları tespiti yapılmıştır. Kayıtlı dernek, sendika ve oda (mesleki örgütler dahil) sayısına ilişkin bilgiler aktarılmıştır (s. 15). Kadın sivil toplum örgütlerinin kamu kurumları ile işbirliğinden (s. 17), STK’ların işlettiği iki sığınaktan insan ticareti mağdurlarının yararlandığından (s. 66) bahsedilmiştir. Tüketici hareketleri konusunda STK’ların mali kaynaklarının yetersiz olduğundan ve devlet kurumları ile ilişkilerin tatmin edici düzeyde olmamasından şikayetçi oldukları dile getirilmiştir (s. 71). 2008 İlerleme Raporu’nda, Dernek Kanununa ilişkin özellikle fonlara ilişkin denetimler konusundaki şikayetler yinelenmiştir (s. 16). Hükümet kurumlarının düzenli olarak STK’lara danıştığı ancak bu işbirliğini düzenleyen tutarlı bir hukuki çerçevenin bulunmadığı dolayısıyla belirsiz tercih kriterleriyle ve belirli bir düzene tabi olmadan yapılmakta istişarelerin somut politika getirisi oluşturmadığı vurgulanmıştır (s. 17). STK’ların karar alma sürecine daha fazla katılmalarının sağlanmasıyla siyasal çoğulculuğun geliştirilebileceği, sivil toplum kuruluşlarının genişliği ve kapsamının güçlendirilmesi önerilmiştir (s. 17). Kadın STK’ların kadının siyasi temsiline ilişkin önerilerinin bulunduğuna yer verilmiştir (s. 19). Yerlerinden edilmiş kişileri kapsayan politika geliştirme çalışmalarında sivil toplumun daha fazla aktör olması gerektiği önerilmiştir (s. 27). 2009 İlerleme Raporunda; sivil toplumun geliştirilmesi konusunda AB mali desteğinin özellikle sosyal diyalog, kültür, cinsiyet, çocuklar ile bölgesel konularda ve STK’ların yönetim ve iletişim yeteneklerinin arttırılması konusunda sağlandığı; sivil toplum diyalogunu geliştirmeye yönelik projelerin desteklendiği belirtilmiştir (s. 6). Yurtdışından mali destek alınmadan önce ilgili makamlara bildirimde bulunma yönündeki yasal zorunluluğu ve bunun denetimi konusundaki şikayetler yinelenmiştir (s. 20). Başta uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yerel temsilcilikleri olmak üzere, dernekler ve vakıfların kayıt edilmesi konusu devam eden bir sorun olarak ele alınmıştır (s. 20). Sivil toplum kuruluşlarının, AB’ye katılım süreci de dâhil olmak üzere, 444 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER kamu kurumları ve genel olarak kamuoyunda üstlendiği önemli role ilişkin belirgin bir farkındalık gözlendiği belirtilmiştir (s. 20). Kadın konusunda faaliyet gösteren STK’ların siyasette kadın temsili konusundaki çalışmalarından sözedilmiştir (s. 23). Ancak cinsiyetle ilgili konularda sivil toplum kuruluşları ile hükümet arasında etkili bir diyalog bulunmadığının altı çizilmiştir (s. 24). Eşitlik konusunda sivil toplumla diyaloğun arttırılması gerektiği (s. 65), yolsuzluğun önlenmesinde STK’ların rolünden bahsedilmiştir (s. 77). 2010 İlerleme Raporunda anayasa değişikliği konusunda STK’larla etkin bir diyaloğun sağlanması gerektiği belirtilmiştir (s. 14). Raporda STK’ların kapasitelerinin arttırılması için imkanlarının geliştirilmesine yönelik AB mali desteğinin sağlandığı ve bu alanda projelerin desteklendiği yinelenmiştir (s. 6). Yolsuzlukla mücadelede STK’ların rolünün arttırılması gerektiği önerilmiştir (s. 15). STK’ların AB sürecindeki rollerine (s. 22) ve mevzuattaki kısıtlayıcı hususların bulunduğu dile getirilmiştir (s. 22). 2011 İlerleme Raporunda Ulusal Program ve Sivil Toplum İmkânları kapsamında, özellikle sivil toplum kuruluşlarının kapasitelerinin artırılması ve Türkiye ile AB arasındaki sivil toplum diyaloğunun teşvik edilmesi için sivil topluma yönelik daha fazla AB mali desteği sağlandığı belirtilmiştir (s. 5). Yargı reformuna STK’ların katılımının gerekliliği (s. 18) ve STK’ların siyasi sürece dahil edilmesinde gelişme görüldüğü dile getirilmiştir. Derneklere üye olmak için Türkiye’de ikamet iznine sahip olma koşulu ve yabancı STK’ların spesifik düzenlemelere tabi olması eleştirilmiştir. İç ve dış yardımın toplanması, dernekler için kamu yararı statüsünün ve vakıflar için vergi muafiyetinin kazanılması gibi hususlara ilişkin STK’ların mali açıdan sürdürülebilirliğini engelleyen yasal ve bürokratik faktörlere yönelik eleştiriler getirilmiştir (s. 28). TÜBİTAK bilimi, teknolojiyi ve yenilik kapasitesini geliştirmek amacıyla STK’ları da kapsayan çağrıda bulunduğuna yer verilmiştir (s. 96). İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı çerçevesinde ulusal fonların çoğunun şehir restorasyonu ve kültürel miras için harcandığı ve sivil toplum diyaloguna yeterince harcama yapılmadığı öne sürülmüştür (s. 98). Tüketici konusunda hükümet ve sivil toplum arasındaki diyaloğa yönelik mevcut mekanizmaların etkili bir şekilde kullanılmadığı ve tüketici STK’larının politika oluşturma ve yasal düzenleme yapma faaliyetlerine katılımlarının düşük olduğu belirtilmiştir (s. 101). Sağlık alanında STK’lara ilişkin 2010-2014 arası obeziteyle mücadelede işbirliği çağrısında bulunulduğu ifade edilmiştir (s. 103). 2012 İlerleme Raporunda Ulusal Program ve Sivil Toplum İmkanları çerçevesinde, sivil toplum kapasitesinin geliştirilmesine yönelik olarak daha önce programlanan AB mali yardımı ve Türkiye ile AB arasında sivil toplum diyaloğu vasıtasıyla devam edildiği belirtilmiştir (s. 6). TBMM’nin sivil toplum ve diğer paydaşlar ile sistematik bir şekilde istişarede bulunulması için daha fazla çaba sarf edilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır (s. 9). Yolsuzlukla mücadele konusunda sivil toplumun rolünün de güçlen445 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER dirilmesi gerekliliğine önceki raporlardakine benzer şekilde dikkat çekilmiştir (s. 17). STK’ların mali açıdan sürdürülebilirliğine yönelik yasal ve bürokratik engeller bulunmasına, iç ve dış yardımların toplanmasının zorluğuna ve bürokratik prosedürlerin yavaşlığı yönünde eleştiriler yapılmıştır (s. 23). Kadın konusunda resmi makamlarla STK’ların işbirliği olumlu olarak değerlendirilmiş ancak kadına ilişkin bazı konularda STK’ların görüşünün alınmadığı da belirtilmiştir (s. 26). Sivil toplumun güçlendirilmesine yardımcı olmak bakımından sivil toplum kuruluşları için yardım toplanmasına ilişkin mevzuatın revize edilmesi gerektiği ifade edilmiştir (s. 73). Sivil toplumun politika geliştirme çalışmalarına katılımına yönelik sürdürülebilir bir mekanizma olmadığı yönünde eleştiri yapılmıştır (s. 73). Önceki raporda olduğu gibi TÜBİTAK’ın il düzeyinde bilimi, teknoloji ve yenilik kapasitesini geliştirmek amacıyla STK’ları da kapsayan çağrıda (s. 80) çalışmalar yaptığı belirtilmiştir. 2013 İlerleme Raporunda anayasa reformu konusunda STK’ların katılımının tartışmaları canlandırdığı (s. 7) ve Türkiye’de giderek gelişen aktif bir sivil toplum bulunduğu (s. 11) belirtilmiştir. STK’ların taleplerini dile getirebildikleri politika yapımına dahil olabilmelerini sağlayan katılımcı yapısal mekanizmalar bulunmadığı, STK’lara ilişkin mevzuatın onları daha da güçlendirecek şekilde uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Cezalar ve denetim konularında sorunların meydana geldiği ve ilgili diğer mevzuatın STK’ları sınırlayıcı biçimde yorumlandığı yönünde eleştiriler dile getirilmiştir (s. 11). Sosyal politika ve vergi mevzuatını kapsayan mevzuatın Avrupa standartlarına uygun olarak, sivil toplum örgütlerinin finansman sağlamasını kolaylaştırmasına ve örgütlenme özgürlüğünü teminat altına alınmasının gerektiği vurgulanmıştır (s. 11). Sivil toplum kuruluşlarının finansal açıdan sürdürülebilirliğini engelleyen hukuki ve bürokratik engellerin olduğu, yurtiçi ve uluslararası fonların toplanmasında zorluklarla karşılaşıldığı ve bürokratik usullerin uğraştırıcı olduğu eleştirileri yapılmıştır. Kamu yararı statüsü verilmesi için yapılan başvurularda ve yardım toplanmasına ilişkin izinlerin alınmasında ayrımcılık yapıldığına ilişkin şikâyetler bulunduğuna da dikkat çekilmiştir (s. 55). Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Stratejisinin uygulanması ve izlenmesi için STK’lar ile etkin bir işbirliği kurulmasının gerektiğinin altı çizilmiştir (s. 12). Değerlendirme Bu çalışmada AB ilerleme raporlarında sivil toplum olgusunun nasıl yer aldığı ve her bir ilerleme raporunda STK’lar konusundaki farklılıklar yansıtılmıştır. Bu çerçevede bir bütün olarak değerlendirme yapılırsa AB İlerleme Raporlarının giriş kısımlarında raporların hazırlanmasında STK’ların katkılarının olduğu, görüşlerinin alındığı ve bunlardan yararlanıldığı bilgisi yer almaktadır. Raporların genelinde resmi makamlarla STK’ların işbirliğinin arttırılmasının gereği ve önemine, AB tavsiyelerinde uyum konusunda STK’ların önemli bir rol üstlendiği ve üstleneceği dikkat çekilmiştir. AB’nın sağladığı mali yardımların harcanacağı öncelikli alanlar arasında STK’lar yer 446 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER almıştır. Yolsuzlukla mücadelede STK’lar önemli birer aktör olarak gösterilmiştir. Tema açısından bakıldığında Raporlarda insan hakları, cinsiyet gibi bazı konularda STK’ların rollerine ilişkin tespitlerin daha belirgin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla İlerleme Raporlarında sivil toplumun belirli alanlarda etkinlik düzeyinden daha fazla bahsedilerek kısmen yönlendirilmiş sivil toplum alanı yansıtılmaktadır. STK’lara ilişkin devletin neler yapması gerektiği, STK’ların devletle diyaloglarının geliştirilmesi, mevzuatta nelerin yer alacağı konuları sık sık vurgulanan hususlar olmakla birlikte, STK’lara yönelik değerlendirmeler ya da öneriler dikkat çekmemektedir. Bazı konularda STK’ların devletin sunduğu resmi bilgilerden farklılık taşıyan bilgiler verdiğine değinilmiştir. Bir taraftan STK faaliyetlerinde devlet denetiminin esnek olması gerektiği önerilirken, bir taraftan da devlet tarafından desteklenmesi gerektiği dile getirilmiştir. İlerleme Raporlarında genel olarak STK’ların siyasal-toplumsal rollerine yönelik tarafgirliğin söz konusu olduğu görülmüştür. Kaynakça Avaner, Tekin (2013), “AB İlerleme Raporları ve Türk Kamu Yönetimi”, Kamu Yönetiminde Değişim ve Güncel Sorunlar, (Ed: Eyüp G. İsbir), TODAİE, Ankara. http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_1998.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_1999.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2000.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2001.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2002.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2003.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2004.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2005.pdf (Erişim Tarihi: 02.05.2014). http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_ Rap_2006.pdf (Erişim Tarihi: 03.05.2014). http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_ rap_2007.pdf (Erişim Tarihi: 03.05.2014). http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_ rap_2008.pdf (Erişim Tarihi: 03.05.2014). http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_ rap_2009.pdf (Erişim Tarihi: 03.05.2014). http://www.abgs.gov.tr/files/pub/ilerleme_2010.pdf (Erişim Tarihi: 03.05.3014). http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerleme_rapo- 447 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER ru_tr.pdf (Erişim Tarihi: 03.05.2014). http://www.abgs.gov.tr/files/strateji/2012_ilerleme_raporu.pdf (Erişim Tarihi: 04.05.3014). http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2013_ilerleme_raporu_tr.pdf (Erişim Tarihi: 04.05.2014). 448 TÜRK DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ZİRVESİ / BİLDİRİLER TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRASIMIZIN KORUNMASINDA YUNUS EMRE ENSTİTÜSÜ’NÜN ÖNEMİ Ebubekir CEYLAN Yunus Emre Enstitüsü @ ceylaneb@yunusemrevakfi.com.tr Yunus Emre Enstitüsü, Türk dilini, kültürünü, sanatını ve tarihini yurtdışında tanıtmak, dolayısıyla en genel anlamda, y