International Symposium

advertisement
Xl. ve XVIII.
yüzyıllar
iSLAM-TÜRK MEDENiYETi VE AVRUPA
Uluslararası
Sempozyum
iSAM Konferans Salonu
Xl. to XVIII. centuries
ISLAMIC-TURKISH CIVILIZATION AND EUROPE
International Symposium
!SAM Conference Hall
Xl. ve XVIII.
yüzyıllar
islam-Türk Medaniyeti ve Avrupa
ULUSLARARASISEMPOZYUM
24-26 Kas1m, 2006 ·
• Felsefe - Bilim
• Siyaset- Devlet
• Dil - Edebiyat - Sanat
• Askerlik
• Sosyal Hayat
•Imge
fl,cm. No:
Tas. No:
Organizasyon:
Türkiye Diyanet Vakfı islam Araştırmaları Merkezi (iSAM)
T.C. Diyanet işleri Başkanlığı
Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi
© Kaynak göstermek için henüz hazır değildir.
1 Not for quotation.
,.1'
Xl. ve XVIII.
Uluslararası
yüzyıllar
Sempozyum
AYDINLANMA: KILISE TAASSUBUNA D INT,
RASYONEL VE SANATSAL KARŞI KOYUŞ
Fatma BOSTAN ÜNSAL"
Aydınlanma düşünüderinden John Locke, Gotthold Ephraim Lessing ve Edward Gibbon
üzerinde İslam'ın ve Türkler'in etkisinin araştınlacağı bu tebliğde, hem söz konusu
yazarların yazılarındaki İslam ve Türkler' e yönelik doğrudan atıfları, hem de yazılar içerik
analizine tabi tutularak İslam ile göstereceği paralellikten hareketle muhtemel etkileri
gösterilmeye çalışılmıştır. Bildiride Locke'un sürgündeyken kaleme aldığı Hoşgörü Üstüne
Mektup, Gibbon'ın Roma İmparatorluğu'nun Gerilemesi ve Çöküşü, Lessing'in Bilge
Nathan isimli kitapları incelenerek İslam'ın bu yazarlar üzerindeki etkisi incelenmeye
çalışılmıştır.
Her üç yazarın ortak noktası o dönemde "resı:nl kilise"nin siyasi yönetinıle iç içe girerek bu
mezhebin dışındaki ve başka dinlerdeki inananların can ve mal emniyetini hiçe sayan
uygulamalarına yönelttikleri eleştiri olmuştur. Her biri kendi bakış açısı ve üslilbu doğrul­
tusunda iddiasını ispatlamaya çalışmıştır. John Locke hem bir teolog hem siyaset bilimci
olarak bu uygulamanın hem dilli yönden hem de siyasi yönetim açısından mahzurlarına
değinmiş; Gibbon bir tarihçi olarak muhteşem Roma İmparatorluğu'nun gerilemesini IV.
yüzyılda Roma imparatorunun Hıristiyanlığı kabulünden soma, bu dinin resı:nl din olarak
kabul edilmesine ve daha önceleri farklı dinlerin barış ortarnı içinde bir arada yaşarken artık
bu şekilde yaşayamaması ve imparatorluk tebaaları üzerinde uygulanan sert tedbirlerle
tebaanın huzurunu kaçınlması ve bu yüzden bunların imparatorluğa savaş açanlada
birleşmesine, dolayısıyla da Roma İmparatorluğu'nun zayıflayıp çöktüğünü iddia etınişti.
Yazık ki tahminlerimin aksine Roma İmparatorluğu'nu Batı Roma İmparatorluğu ile
sınırlandırmış, eserini Doğu Roma İmparatorluğu'na teşmil etseydi, İslam dünyası ile
karşılaşması daha doğrudan olacağı için görüşlerini daha net olarak görebilecektik. Lessing
ise, Hıristiyanlığın kendi döneminde müşahede ettiği zorbalığın ve taassubun sonucu olarak
fikirlerini edebi bir dille, bir tiyatro oyunu şeklinde yazmak zorunda kalmıştır.
Söz konusu yazarların yaşadığı 1600'lü yıllarda, bu yazarların temel iddiası olan farklı din
ve mezhep müntesiplerine hoşgörülü olmanın gerektiği, farklı din ve mezhep müntesiplerine mal ve can emniyetinin sağlanması, onların dilli yaşayış ve ibadetlerine izin verilmesi,
farklı dinden olanlara "emanet" gözüyle bakılan İslam dünyasında söz konusudur.
Bu üç yazarın eserlerinde çok daha önemsiz hususlarla ilgili İslam'a atıflarından, Kur'an-ı
Kerim ve İslam dünyasından haberdar olduklarını gördüğümüz için din özgürlüğü
konusunda İslam dünyasındaki uygulamalardan haberdar olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Locke ve Gibbon'da İslam dünyası doğrudan atıfta bu konuda örnek gösterilmediğini, fakat Lessing'de, kendisinin baş düşmanı hıristiyan dünyasına karşı olağan üstü
hoşgörülü Eyyilbi tiplemesiyle, bana göre bu konuda İslam dünyasının örnek gösterildiğini
söyleyebilirim.
Aydınla~a düşünürlerinden İngiliz
John Locke, Alman Gotthold Ephraim
Lessing ve yine İngliz Edward Gibbon'ın eserleri incelenerek İslam'ın bu yazarlar
• Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi.
İsliim-Türk
52
Medeniye/i
ve
Avrupa
üzerindeki etkisinin görülmeye çalışılacağı bu makalede önce bu yazariann İslam ve
Türkler -zaten İngiliz yazarlarda Türk eşittir Müslümandır 1 ( on1ann deyimiyle
Muhammedi)- hakkında doğrudan ifadelerine bakılacaktır. Aşağıda ayrıntılı olarak
görüleceği gibi İngiliz yazariann İslam-Türkler' e doğrudan atıflan 5-6 cümleyi geçmez.
O yüzden bu yazariann ana görüşleri ifade edilerek İslami düşünce ile göstereceği
paralellikten hareket ederek İslam'ın muhtemel etkisi görülmeye çalışılacaktır. Alman
yazann eseri tümüyle Hristiyan1ık-Müslüman1ık üzerine olduğu için farklı şekilde
değerlendirilecektir.
Beııi
de şaşırttığı için bu yazarlarm hepsinde göze çarpan ortak bir hususdan
bahsedip daha sonra tek tek yazariann görüşleri üzerinde duracağım. Bu yazarlar, bugün
hemen herkes tarafından kullamlan, bir kilişe -İslam'm Hristiyanlık ile zıt olduğu,
Hristiyanlık dünyevi otorite ile ilahi otorite arasmda bir aynm gözettiği halde İslam'ın
böyle bir aynma izin vermediğil. ile tezat teşkil edecek şekilde Hristiyan din
görevlileriııin siyasi güç ile bütünleşerek koyu bir baskı mekanizması halinde hem
başka dilliere hem de kendi içindeki mezheplere karşı mütecaviz eylemlerde
bulunmasım çeşitli şekillerde eleştirmişlerdir. Hatta bana göre yazariann söz konusu
kitaplan ana yazış nedeııi, sivil yöneticileri, kiliseyi ve bunların dışındaki insan1an bu
durumun uygunsuzluğuna elbette her yazar kendi uslubu ve dikkat çektiği farklı
yön1erle inandırmaya çalışmaktır.
John Locke (1632-1704)
Hekimliğiııin yamsıra
siyaset filozofu ve ayın zamanda teolog da olan Locke'un
incelediğim "Hoşgörü Üstüne Bir Mektup" eseri, İngiltere yönetimindeki Stuart
ailesiyle arası açıldığı için Hollanda'ya gitmek zorunda kalan Shaftesbury kontu Lord
Ashley'in hekimi olarak birlikte gittiği Hollanda' da 1688 devrimine kadar burada
kaldığı dönemde, Amsterdamlı muhalif teologlardan Philip Van Limbroch'a hitaben
yazılmıştır. Siyaset Bilimi öğrencileri Locke'u, sözleşmeci düşünürlerden biri olarak
bilir ve Robbes'dan ileriye giderek devletin, vatandaşlanmn "mülkiyet hakkı"na saygı
göstermesi gerektiğiili ileri süren biri olarak bilirler; fakat mülkiyet hakkımn ne
vesilelerle gasp edildiği ve buna İtirazın neden1eri üzerinde durolmadığı için bu noktalar
karan1ıkta kalırdı. Yazılanndan görüyoruz ki Locke o dönemde, devletin resmi
kilisesinden farklı an1ayıştaki mezheplerin sapkın olarak kabul edilmesi nedeııiyle bu
mezhep müntesipleriııin malianna el konmasının hem diııi hem de yönetim bilimleri
açısından ne kadar yan1ış olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Locke'un görüşleri daha
doğru olarak an1atılsaydı son derece naif bir şekilde yukandaki kilişenin dar kalıplan
içinde kalınmaımş olurdu.
ifadelerinden anlıyoruz: "Bir Türk, bir Hristiyan
yahut bölücü değildir, olamaz da Türklerle Hristiyanlar farklı dinden olmaktadır.
Çünkü Hristiyanlar dinlerinin kanunu olarak Kitab-ı Mukaddesi Türklerse Kur'an'ı.Kerim'i kabul
etmişlerdir Jolın Locke, Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, Liberte Yayınları, ekim 2005, Ankara, s. 79.
Türkleri
Müslümanlıkla özdeşleştirdiğini şu
açısından sapkın
F
a t m a
Bostan
Ü n s a l
53
I. Dini açıdan Değerlendirme
Hristiyanlıkta
için putperestliğin siyasi yönetim tarafından
cezalandırılması gerektiği iddiasına Locke, harislik, merhametsizlik, tembellik ve pek
çok başka şeyin insanlaı-in ortak kanaatİyle günah kabul edildiğini fakat hiç kimsenin
bunların siyasi yönetim tarafından cezalandırılması gerektiğini söylemediğini belirtir.
Ayrıca bu inamşlara müdahale edilmemesi gerektiğini empati yoluyla da anlatmaya
çalışır ve şöyle der: "Başka bir ülkede bir Müslüman veya bir putperest hükümdara
Hristiyan dini yanlış ve Tanrı'ya hakaret gibi görünürse oradaki Hristiyanlar ayın
şekilde ortadan kaldırılmaz mıydı" diye sorar. 2 Bu ifadesinden İslam toplumlarında
diğer din müntesiplerinin özgürce yaşama hakkımn hem de jure hem de de facto olarak
tanınmasının Locke'u hayli etkilemiş olduğu neticesini çıkarabiliriz. Biliyoruz ki IV.
Yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun Hristiyanlığı resmi din olarak seçmesinden sonra
hem o dönemde yaygın olan putataparlar hem de Yahudiler büyük sıkıntı çekmişti. Bu
hakim uygulamaya en büyük karşı çıkışı o dönemde İslam toplumlan gösteriyordu.
günah
olduğu
Locke, hoşgörüyü hakiki kilisenin başlıca karakteristiklerinden biri olarak kabul
eder . Ona göre din "zahiri bir ihtişam meydana getinnek" veya "ruhani egemenliği ele
geçirmek yahut zorlayıcı kuvvet uygulamak için" değil, " insanların hayatım erdem ve
dindarlık kurallarına göre düzenlemek için kurulduğu" için4 "Tanrı adına, kilise adına,
ruhların selameti adına" yapılan, belirli bir din veya mezhebi empoze etme
uygulamalan dine karşıdır. "Tanrı'nın egemenliğine içtenlikle ilitirnam gösteren" ve
"onu insanlar arasında yaymak için gayret göstermenin görevi olduğuna inanan
herkesin" mezhepleri ortadan kaldırma işinden ziyade Hristiyanlıkla taban tabana zıt
olduğu halde görmezden gelinen fuhuş, tefecilik başka kötülüklerle ilgilerrmesi
gerektiğini bildirir. 5
3
Din konulannda başkalarından farklı olanlara hoşgörünün "İsa'nın İncili" ve
insanoğlunun salim aklı için kabul edilebilir bir şey olduğunu iddiasıyla Locke. 6
ateş
"insanlan belli doktrinleri itiraf etmeye yahut şu veya bu zahiri ibadete uymaya
ve kılıcı kullanarak zorlamalan gerektiğinin iddia edilmesini" akıl almaz olarak
değerlendirir. 7
Kiliseyi "kendi istekleriyle bir araya gelmiş gönüllü insanlar topluluğu şeklinde"
tammladığı için hiç kimsenin doğuştan bir kiliseye yahut mezhebe bağlı olmadığını,
herkesin Tanrı indinde makbul olan inancı ve ibadeti bulduğuna inandığı topluluğa
gönüllü olarak katıldığını iddia eder. 8 Nerede iki, üç kişi Allah'ın adıyla toplarursa
kendisinin de orada olacağı (Matta, 18-20) ayetini dile getirerek tüm kiliselecin kutsal
kabul edilmesi gerektiğini bildirir. Bütün kiliselecin ayın haklara sahip olduklanm iddia
2
4
5
6
7
Ibid.58.
Ibid. 23.
Ibid., 24
Ibid., 25
Ibidi, 27
Ibid.,26
Ibid., 31-32
p
İsliim-Türk
54
Medeniyeti
ve
Avrupa
ederek, bir kilisenin diğeri üzerinde hakimiyet kurmasının olumsuzluğunu inandırmak
için o dönemde Osmanlı Kanunnamelerinde hükümdar olanın kardeşleri üzerinde hakim
olmasına atıf yaparak "Hiç kimse bir Hristiyan kilisesinin, kardeşleri üzerinde
egemenlik kurması için bir Türk impatarorundan kaynaklanan herhangi bir hakkı
olduğunu söyleyebilir mi?" 9 demektedir. Bir kilisenin diğerleri üzerinde hakimiyet
kurmaması gerektiği genel kuralından soma "milli kilise"ile diğer farklı cemaatler
arasında hiç bir farklılığın sözkonusu olmadığını iddia eder ve belli bir kiliseyi insanlara
kendi sağduyularına karşı empoze etınenin, "dinin bütün gayesinin Tamı'yı hoşnut
kılma olduğu ve esasen özgürlüğün bu gaye için gerekli olduğu" düşünülürse aslında
Tanrı'ya karşı gelmelerini buyurmak anlamına geldiğini ifade eder 10.
Siyasi yönetimin bu konudaki baskısını o kadar kötü görmektedir ki "siyasi
yöneticinin inamşı dince sağlam ve gittiği yol hakikaten İncil' e göre olsa bile" kişiler
kendileri iman etmeden onun peşinden gitıllesinin kişi için kurtuluşa yönelik hiç bir
garantisi olmayacağını iddia eder. 11 Bu yüzden hükümdarların onların ruhlarını
kurtarma iddiasıyla uyruklarını kendi kilise topluluğuna girmeye zorlamaları
beyhudedir. 12 Ona göre her insan, bir başkasının selametini gerçekleştirebilmek için
tavsiyelerde bulunabilir, tartışahilir fakat bunda her çeşit baskı ve zorlamadan
sakınılmalıdır. 13 Ruhların iyiliği sivil-siyasi yönetime diğer insanlara emanet
edildiğinden fazla edilemez. Tanrı tarafından ona emanet edilmediği için edilmez;
çünkü Tanrı, hiç kimseye bir başkasını kendi dinine zorlamaya yönelik açık bir otorite
vermemiştir. 14 Ve böyle bir güç insanların nzasıyla yönetime de verilemez., çünkü hiç
kimse iradesini hagi inancı benimseyeceğini ona emredecek başka birinin seçimine öyle
köri.ı körüne terkedecek kadar kendi selametiyle ilgisini kesemez.
Locke, siyasi yönetimin bazı mezheplerin ibadet rukunlarını, kilisede Latince dua
etmek, Katoliklerin şaraplı ekmek yemek ve vaftiz etınek gibi uygulamaları
yasaklamasına da karşıdır. Görüşlerini şöyle savunur: "Pazar yerinde Latince
konuşmaya izin var mı bunu yapacak aklı olanlar bırakın kilisede de öyle konuşsunlar.
Bir kimsenin kendi evinde dizçökmesi, uzun kısa elbiseler giymesi kanuni mi, bırakın
kilisede de ekmek yemek, şarap içmek veya suyla yıkanmak yasa dışı kılınmasın.
Hayatın genel icapları içinde yasayla serbest bırakılan her şey ibadette de her kiliseye
serbest bırakılmalıdır." 15
Yine bazı mezheplerin dini törenlerinin yasaklanmasına karşı çıkar ve eğer bir
mezhebin -yani resmi mezhebin- dini tören yapmasına izin veriliyorsa, "Prebisteryenler,
Bağımsızlar, Anabaptistler, Arminienler, Qakerler ve diğerleri için de" ayın serbestlikle
dini törenler yapmaları için müsaade edilmesi gerektiğini söyler. Hatta dini yüzünden ne
9
!O
ll
12
13
14
15
Ibid., 38
Ibid.,50
Ibid., 48.
Ibid., 49
Ibid., 63-64
Ibid,. 28-29.
Ibid.74
F
a t m a
Bostan
Ü
n s
a
l
55
Müslüman ne de Yahudi'nin devletteki medeni haklanndan mahrum bırakılamayacağını
bildirir. İncil 'in "Dışanda olanlan yargılamayın" ayetini delil göstererek bunlara
müdahale edilemeyeceğini ileri sürer. 16 Ona göre bu haklar Hristiyan olmayanlara bile
veriliyorsa elbette bir •Hristiyan devletinde herhagi bir Hristiyanın durumunun
oruannkinden daha kötü olmaması gerekir. 17
toplantılarm
"fesat ve kargaşaya" yol açacağını ileri sürerek yasaklanması
gerektiği iddiasını cevaplarken bunun Hristiyan dininin bir kusuru mu olduğu sorar ve
eğer öyleyse bu dinin hiç kimse tarafınan benimsenmemesi gerektiğini söyler. Fakat
"açgözlülüğe, ilitirasa en büyük karşı çıkışı gösteren ve olmuş olabilecek en ılımlı ve en
banşık olan bu din"in bizi böyle bir şey söylemekten alıkoyduğunu iddia eder. 18
Dini
Hristiyan dünyasında süregelen savaşların, "tamah ve doymak bilmeyen
hareket eden kilisenin başlan ile sivil yöneticilerin, aşın saf ve
sersemlemiş halk kitlesinin saf ve batıl itikatlannı kullanarak, İncil'in kanunianna karşı
olarak, bölücülerin ve sapkınlann kendi mülklerinden kovulup yok edilmeleri gerektiğini vaaz etme yoluyla kendilerinden ayrılanlara karşı öfkelendiTip harekete geçirdikleri"
için olduğunu ileri sürer. 19 Böyle yapmakla onlar ''yapılan bakımından en farklı olan iki
20
şeyi kiliseyi ve devleti birbirleriyle kaynaştırıp kanştırmış olmaktadırlar.
Din
hakimiyet
adına
hırsıyla
Bu şekilde farklı mezhep müntesipleri, mallannın yağma edilmesi karşısında kaba
güce karşı koyup direnmelerini meşru görecekler ve silah kullanarak bu doğal haklannı
savunacaklardır. 21 Siyasi yönetim ile kilisenin kendi hudutlan içinde kaldığı durumda
bu tür saldın-savunma, kargaşa ve savaşlarm mümkün olmayacağını düşünür. Bu
yüzden havacilerin halifesi olmakla övünen kilise adamlannın, havacilerin izinden
banşçıl ve mütevazi bir şekilde yürüyerek, "insan yasalanyla diğer insanlarm vicdanını
bağlama hususunda pek az istek duyarak", bütün çocuklannın sivil refahını tesis etmek
için ve devlet işine müdahale etmeksizin kendilerini tamamen ruhların selametini tesis
etmeye adaması gerektiğini iddia eder. 22
Bir teolog olarak Locke resmi mezhep dışındaki mezhepleri koruyabilmek için
sapkınlığın sadece aynı dinden olanlar için söz konusu olabileceğini, Hristiyanlar için
bile farklı dinden olanların mevcut olabileceğini, yani bu açıdan da toleransın olması
gerektiğini bildirir. Buna göre Hristiyanlık içinde görülen Katolikler ile Luthercilerin
aynı dinden sayılrnamalan gerekir. Buna gerekçe olarak Luthercilerin dinlerinin kanunu
ve temeli olarak Kitab-ı Mukaddesten başka bir şeyi tanımazlarken Katoliklerin gele23
nekleri ve Papa'nın emir:lerini de dinlerinin kanunu olarak kabul etmelerini gösterir.
16
17
18
19
20
21
22
23
Ibid.,75
Ibid.,76
Ibid.
Ibid., 76
Ibid., 77
Ibi d
Ibid.,78
Ibid.79,
,
İsliim-Türk
56
Medeniyeti
ve
Avrupa
"Sapkınlık" anlayışına
yeni tanınılar getirerek de kilise dışındaki müntesiplerin
nefes almasını sağlamaya çalışır. Ona göre, K?-tabı Mukaddesin açık ifadelerle öğrettiği
hiç bir şeyi inkar etmeyen yahut kutsal metinde açıkça ihtiva edilmeyen bir konu
yüzünden ayrılık çıkarmayan kimse herhangi bir kilise tarafından Hritiyanlık:tan
tamamen mahrum olduklan ilan edilse bile ne sapkın ne de hizipçi olabilir.24
ll. Siyaset Bilimi Açısından Değerlendirme
Locke'a göre devlet, insanların sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek,
korumak ve geliştirmek için teşkil ettiği bir insan toplumudur. Bu sivil çıkarlar hayat,
özgürlük, sağlık ve bedenin dinlenmesi, para, arazi ve benzeri şeylerin
mülkiyetidir.Yönetimin bütün yetkisi sadece sivil konulan kapsar, "bütün bu sivil güç,
hak ve hakimiyet, yalnızca bu şeylerin gelişmesini teşvik etme kaygusuyla sınırlıdır",
herhangi bir şekilde ruhların selametini gözetmez?5
Bize İslamdaki "emri bil maruf nehy anil münker"i hatırlatacak şekilde Locke,
diğer insanlan hatalan konusunda uyarmanın, yanlışlıktan uzaklaşması için ikna ve
26
teşvik etmek ve sonuçta doğruya yöneltmenin her insanın görevi olduğunu belirtir.
Fakat modem Siyaset Bilim'inde "devletin" tanırnma çok benzer şekilde -belli sınırlar
içinde fizik güç kullanma tekeli- siyasi yönetirnde kanunlan icra etmek, itaat beklemek
ve kılıçla zor kullanmanın başka kimseye ait olamayacağını belirtir. Siyasi yönetimin
uygulayacağı yaptırımlar "aklı ikna etmek için uygun olmamalarından dolayı" ve
kanuniann sertliği insanlan ikna etmeye ve fikirlerini değiştirmeye yetse bile ruhiann
kurtuluşuna yine yardımcı olamayacağı için yönetimin yetkisinin kanunların zoruyla
7
imanın şartlanın yahut ibadet fonnlannı kabul ettirmeyi kapsamayacağını ileri sürer.~
Bir
insanın hatalı inamşlannın
aykırı
25
26
27
28
29
30
Ibid, 82.
Ibid, 28
Ibid, 30 .
Ibid, 30
Ibid, 63.
Ibid, 54-55.
Ibid, 56
ibadet
şekillerinin başka
insaniann
haklannı çiğllernek anlamına gelmediği, her insanın kurtuluşunun sadece kendisini
ilgilendirdiğini söyler.28 Bugün de; tartışılan, çeşitli gruplarm nereye kadar özgür
bırakılacağı sorusunu da görmezlikten gelmez. Ona göre çocukların kurban edilmesi
gibi pratiklere siyasi yönetim hoşgörü göstermek mecburiyetinde değildir, esasen ona
göre bu tür hareketler ne hayatın sıradan akışı içinde ne de herhangi bir dini toplantı
içinde meşru olamayacaktır. 29 Buradan daha ileri giderek siyasi yönetimin nerelerde
müdahil olabileceğini bildiren bir formül de verir, "gündelik kullammlarında insanların
ortak mutluluğuna zararlı olan ve bu yüzden de kanunlarla yasaklanmış bulunan şeylere
kiJiselerin dinsel ayinlerinde de izin verilmemesi gerekir. 30
24
ve
F
a
t m a
Bostan
Ü n s a l
57
Locke, Hristiyanlığın gelişimi ile ilgili tarihsel bir perspektif vererek, adeta bir
vefa duygusunu uyandırmaya çalışarak da dinsel hoşgörünün uygulanması gerektiğini
bildirir. Putataparların çoğunlukta Hristiyanların azınlıkta olduğu bir yerde Hristiyanlar
banş içinde ve kendi sivil hakianna sahip bir şekilde yaşarken süreç içinde siyasi
yönetim Hristiyan olduğunda ve bu yolla Hristiyanlar en büyük güç haline geldiğinde
derhal bütün sözleşmelerin iptal edilip bütün sivil hakların çiğilenerek putperestliğin
kökünün kazındığını bildirir. Ve "eşitlik kurallarının ve doğa yasasının titiz gözlemcileri
olan bu masum paganlann" toplumun yasalarına karşı hiç bir şiddetle uygulamasalar
bile eski dinlerini terketmeye zorlandığını, eğer yeni dini benimsemezlerse
topraklarından ve atalannın mülkünden kovulduğunu, belki de canlarından olduğunu
bilidirir. Kilisenin bağnazlığının sömürgenin arzusuyla bağdaştığı zaman neyi üretmeye
muktedir olduğunu ve dinin ruhlarm kurtuluşu bahanesinin nasıl kolayca açgözlülüğe,
yağmaya ve ilitirasa hizmet edebileceği konusuna dikkat çekmektedir. 31
Ona göre siyasi yönetim ve kanunların işi kanaatierin doğruluğunu temin etmek
değil toplumun ve her bireyin can ve mal güvenliğini sağlamaktır Çünkü ona göre
hakikat yasalarla ögretilemez ve onun insanların zihnine ginnesini sağlamak için
herhangi bir güce de ihtiyacı yoktur. 32
itaat ile ilgili olarak da İslam'a çok yakın gelecek şekilde itaatin öncelikle
Tanrı'ya sonra kanunlara yönelik olması gerektiğini söyler. 33
Locke, mülkiyet hakkını gaspetmeye götüren siyasi yöneticinin dünyevi mallan
bir kişi veya bir gruptan alıp başka birine verme pratiğinP 4 meşrulaştıracak bazı
söylemiere karşı onlan uyarır. Bu söylemlerin siyasi yöneticinin yetlösini gaspetmeye
kadar gidebileceği uyansını yapar. Hükümdarlann farklı dinden olanlar tarafından
tahttan indirileceğini kimse açıkça iddia edememesine rağmen aynı görüşün35
"sapkınlann korunmaması gerektiği" iddiası ile aynı anlama gelebileceğini bidirir.
Kendi cemaatlerinden alınayan herkesin sapık olduğunu iddiası ve aforoz edilıniş
krallarm taçlarını ve krallıklarını kaybetmeleri gerektiği iddialan neredeyse otomatik
olarak bu sonuca yol açar.
Yönetimin bu iki gücü birbirine kanştırmasının yanlışlığını göstermek için yine
Osmanlı imparatorluğundaki durumu örnek verir: "Bir kimsenin kendisini Osmanlı
imparatorluğuna tamamen itaatkar ·olan ve kendi gönlüne göre o dinin bilgesiymiş gibi
davranan İstanbul müftüsüne itaat etmekle yükümlü saymasına rağmen sırf dini
bakımdan müslüman olduğunu fakat diğer bütün hususlarda Hristiyan yöneticinin sadık
bir kulu olduğunu söylemesi gülünç kaçar." 36
31
32
33
34
35
36
Ibid, 57
Ibid, 62
Ibid, 65
Ibid, 66
Ibid, 68
Ibi d.
p
İslam-Türk
58
Medeniyeti
ve
Avrupa
Locke böyle bir yönetim tarafından hoşgörüye layık olmayanlara da değinir. Ona
göre Tann 'nın mevcudiyetini inkar eden ateistlerin bu yönetimmde hoş görülmemesi
gerekir. İnsan toplumunun bağlanın oluşturan sözler ve yeminler bir ateist üzerinde
hiçbir etki yapmadığı, düşüncede bile olsa Tanrı'yı işin içinden çıkarmak her şeyin
dağılıp çözülmesine yol açacağı için bunlar hoşgörülemez. Ona göre, ateistlikleri
yüzünden onlar dinin yapabileceği her şeyi tahrip edip çökertİderken bu arada hoşgörü
imtiyazını da reddederler. 37
Fakat bunlar için bir açık kapı bırakır ve eğer ötekiler üzerinde hakimiyet tesis
etmeye yönelmiyor veya sivil zarar vermiyorlarsa onların hoşgörülmemeleri için hiçbir
sebep olmadığını belirtir.
Dini grupların "fesat ve tahrik teşkil eden toplantılannın" yasaklanması iddiasına
karşı bu toplantıların bu üzellikler göstermesini bastırılmış olmasına bağlamayarak
1
cevaplar. 38 Benzeri toplantılan her gün pazar yerlerinde ve mahkemelerde olduğunu,
toplanmanın otomatik olarak kargaşaya yol açmayacağım bildirir. Dini nitelikli
toplanmaların kapalı özellikte olduğu için bu tür sivil toplantılardan farklı olarak gizli
entrikalara fırsat verdiği iddiasına pek çok sivil toplantımn herkese açık olmadığı
iddiasıyla karşılık verir. Ve bazı dinsel toplantıların herkese kapalı olmasının
sorumluluğunu onların kamuya açık olmasım yasaklayanlarm olduğunu belirtir. Dini
cemaatlerin insanların düşünceleriyle duygulannı aşın ölçüde kaynaştırdığı için
tehlikeli olduğu, bu yüzden yasaklanmsı gerektiği iddiasını ise "o zaman niye yönetim
kendi kilisesindeki toplantılan yasaklaımyor" diye karşı soru ile cevaplandırır. 39
Locke'a göre, siyasi yönetim kendi kilisesine "müşfik ve iyi", diğerlerine ise "katı
ve zalim davrandığı için kendi kilisesinden değil öteki kiliselerden korkmakta~ır.
Birincilere çocuğu muamelesi yaparak ahlaksızlıklarında bile müsamaha gösterirken
ötekilerini ise köle gibi kullanır. Bu muhaliflerin diğer uyruklar gibi sivil haklardan
faydalanmalarma izin verildiği zamap. dinsel toplantıların artık tehlikeli olmadıklanmn
fark edileceğini iddia eder. Çünkü ~na göre, eğer insanlar toplantılarında fitne-fesat
işlerine giriyorlarsa onlan buna din değil dindirrnek için istekli olduklan ıstıraplan ve
çileleri teşvik etmektedir; adil ve ılımlı yönetimler her yerde huzur ve emniyet
içindedirler. Oysa zulüm kargaşaya yol açarak insanlan rahatsızlık verici ve zorbaca bir
boyunduruğu reddetme mücadelesine sevk eder. O yüzden kanşıklıklar şu veya bu
kiliseye özgü herhangi bir mizaçtan değil fakat ağır bir yükün altında, boyunlanm sıkan
boyunduruktan kurtulmak için doğal bir gayret harcayan bütün insanların ortak
40
eğiliminden hasıl olmaktadır.
Locke aynıncılığın bu tür huzursuzluklara yol açtığını ispat etmek için Güney
Afrika'nın Apartheid örneğinde olduğu gibi tene göre ayrımcılık yapıldığı bir düzende,
rengi yüzünden diğerlerinden ayırt edilip ortak bir zulmün konusu olan bu insanların
37
38
39
40
Ibid., 70
Ibid. 70
Ibid.,71
Ibid.,71-72
F
a
t
m
a
Bostan
Ü n s a I
59
gelmiş
olan herhangi biri kadar tehlikeli
siyasi yönetim için din sebebiyle bir araya
olacağını bildirir. 41
Yine Locke, sivil yönetimleri toleranslı davranmaya ikna etmek için sivil
yönetimden farklı dine ;ahip olanların orada başka herhangi bir yerdekinden daha iyi
durumda olurlarsa toplumun asayişi konusundan kendilerini yükümlü sayacaklarını, bu
durumun değişmemesi için birbirlerinin kollayacaklarını iddia eder.42 Ona göre
başkalarına zarar veren ve sivil huzuru ihlal edenler dışında hiç kimsenin yasaların
şiddetinden korkmak için hiç bir sebep bulamadığı bir yerden daha çok yönetimin
güvenliğini hiç bir şey sağlayamaz. 43
Edwad Gibbon (1737-1794)
Gibbon'ın da, bir dönem resmi kiliseden farklı olan Katolikliğe inanmış ve
yönetimin aynıncı yapısını şahsen müşahade etmiş biri olarak, üç ciltlik, 2000 sayfayı
bulan ayrınhlı dipnotlu muhteşem yapıhnda, Roma İmparatorluğu 'nun Gerileyiş ve
Çöküş Tarihi, temel problematiği Hristiyanlığın baskıcı yönetimlerinin yol açhğı
problemlerdir. Bu kitapda da Türklere doğrudan ahf, birisinde Asya eyaletlerinin
tümüyle Türk devletleri sınırları içinde bulunduğu44 , Roma uygarlığı ile Türkler'in
yaşamı arasında çarpıcı fark olduğu, 45 yanlış şekilde "Kur'an ve dinsel yorumların
sultan'ın büyük peygamberin soyundan gelmesi gerektiği ve gücünü de gökyüzünden
aldığı" "Sabır bir Müslümanın birinci erdemiydi ve bir uyruk hükümdarına sınırsız itaat
etmeliydi'.46 gibi sınırlı sayıdadır. Gibbon, Aslıab-ı Kehf kıssasını Kuran'dakille çok
benzer bir şekilde anlatmaktadır. 47 Bu konuda Kur'an'dan haberdar olduğunu İslam'ın
"Yedi Uyııyanlara" bir de köpek eklediğini, mağarayı aydınlatmamak için güneşin
günde iki kez olağan seyrinin değiştirdiğini, ayrıca Tanrı 'nın uyuyanların vucutlarını
çürümesin diye onlan zaman zaman sağdan sola döndürdüğünü ilave ettiğini
söylemesinden anlıyoruz. 48 Gerçekten de Kehf suresinde konu bu şekilde hikaye
41
42
43
44
45
46
47
48
Ibi d, 72-73.
Ibid, 73
Ibid, 74
Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, c.l, Tuba Matbaacılık, t.n.a,
y.n.a., s.47.
Ibid, 67
Ibid, 99.
"İmparator Desius'un hristiyanlara yaptığı kıyım süresince Efes'li yedi soylu genç bir dağın
eteğindeki büyük bir mağaraya saklandılar. Kıyıcı hükümdar onlan yok etmek istediği için çok ağır
taşlarla mağazanın ağzını kalın bir duvarla kapattı. Bu genç adarnlar derin bir uykuya daldı ve bu
uykulan tansıksal biçimde yüzsensenyedi yıl sürdü. Bu sürenin sonunda bir gün mağara ağzındaki
taşlar bina yapılmak için söküldüğüııde, güneş ışınlan içeri sızmış ve gençler gözlerini açmış ve en
fazla 1 saat uyumuş olduklarını düşünmüşler. Karınlan acıkmış olduğu için kente ekmek almak için
çıktığında doğduğu kenti tanıyamadı. Hele efes'in büyük kapısı içindeki büyük haçı görünce şaşırdı.
Giysileri aca:!P kaçtı, geçer para olarak verdiği Desius madalyalı akça fınmncıya olağanüstü
görğndü. Ünleri Hristiyan dünyasını da aştı, Muhanırned bunu dinsel br vahy olarak Kur'aıı'a
geçirdi. Hiç kuşkusuz onu Suriye panayırma develeriyle yaptığı seferler sırasında öğendi. Müslüman
tüm ulularca benimsenmiştir Bengal'den Afrika'ya dek", Ibid.c.3, s.l99-200.
Ibid., c.3, ss. 482-83, dip not 59
İslam-Türk
60
Medeniyeti
ve
Avrupa
edilmektedir. Tabii ilahi bir vahiy olarak değil Peygamberimizin ticaret için
Suriye' den bu bilgileri aldığını iddia etmektedir.
gittiği
İslam ile ilgili tek olumlu ifadesi Hindistan'dan İspanya'ya dek yayılmış olan
Araplar ya da Serasenler'in "Muhammed'in esritici soluğuyla yabaml gövdeleri uyanctırmadan önce yoksulluk ve karanlık içersinde bitkin durumda oldukları" tesbitidir. 49
Gibbon'a göre, Roma'yı büyük yapan şey kapladığı alan değildir. Roma'mn
büyüklüğü, eyaletlerinde insanların üzüntüsüzce atalarımn inançlarım sürdürmeleri,
fatihlerle ayın çıkarlardan faydalanmaları ve onursal mesleklerde bile eşit muamele
görmeleriydi. 50 Herkese tanman bu hoşgörünün tek istisnasını insan kurban etme
geleneği bulunan Galya oluşturuyordu, Roma sadece bu bölgenin din adamlarımn
tehlikeli otoritesini yıkmıştı. 51
Gibbon, İ.S 4. yüzyılın ilk ıçeyreğinde halkın sadece %20'si Hristiyanken
imparator Konstantinius'un Hristiyan dinine girdiğini, 52 fakat kısa süre içinde Roma
kilisesinin şiddet ve baskı rejiminin, Roma'mn iyilik ve banş düzenini yok ettiğini iddia
eder. 53 Gibbon'a göre, Roma imparatorluğunun gerilemesi ve çöküşü üzerinde iki din
olayı büyük ölçüde etkili olmuştur. Birincisi Manastır yaşamının kuruluşu, ikincisi
kuzey barbarlarımn bu dine geçişi.
Gibbon'a göre Hristiyanlığın resmi din olarak benimsenmesinden kısa bir süre
sonra Roma'da her kesimden insan manastır yaşamına giriyor, zenginler prestijli
olduğu, fakirler ise burada asgari ihtiyaçları temin edildiği için. Ve öyle bir an geliyor ki
keşişlerle diğer insanlarm sayısı eşitlendi. 54 Bu şekilde "kamusal ve bireysel servetierin
büyük bir bölümünün dinsel sadelik ve zekat adı altında perhiz ve iffetten başka
erdemleri olmayan her iki cisten çalışmayan insan sürülerine dağı tıldığı" iddia edilir. 55
Gibbon manastırlarda suç bile olsa emre itaat etme gerekliliğinin öğretildiğini ve tüm
"ussal ve yüce ruh niteliklerinin kaynağı olan ruh özgürlüğünün" buralarda yok
edildiğini ileri sürer. Yine Gibbon, papazlarm sabır ve korkalık öğretisini başanyla vaaz
ettiklerini, devinim ve etken erdemler bir topluma canlılık verdiği halde bu özelliklerin
bunlar tarafından törpülendiğini iddia etmektedir. 56
Hristiyanlığm kabulü, hiç değilse kötüye kullanılmasının Roma İmparatorluğu'nun
gerileyiş
ve çöküşünde rol oynadığını ifade eden Gibbon, Hristiyanların putataparlığı ve
Yahudilik gibi diğer dinleri yasaklaması, işkenceye uğratması neticesinde bunların kendi
vatanlarımn gizli düşmanı haline getirildiğini iddia eder. 57 Hatta Müslümanların
Hristiyanlara karşı kazandığı başarıların arkasında zulme uğramış Yalındilerin "çevirdikleri
49
50
51
52
53
54
55
56
57
Ibid.,c.3, 398.
Ibid, c. I, s.47.
Ibid., 51.
Ibid., 514-20.
Ibid., 587.
Ibid., c.3, s.341.
Ibid., s.396
Ibid.,356
Ibid., 396
F
a t m a
Bostan
Ü n s a l
61
entrikalar"ın olduğunu ileri sürer. 58 Gibbon da Locke gibi sivil işlerle kilise işlerindeki
çözülmez bağlılığın Hristiyanlığın ilerlemelerini durdurduğunu, yaptığı zulumlerin
kurumlaşmasını, son olarak da bozulmasını getirdiğini ileri sürmektedir. 59
İşte, Gibbon'a gör~, İ.S 5. yüzyılın başlarında, "Roma'nın kuruluşundan 1163 yıl
sonra yeryüzünün büyük bölümünü buyruğu altına alarak uygarlaştırmış" imparatorlar
kenti olan Roma'nın İskitler ve Cermenlerin istilasına teslim olmasına60 yol açan süreç
Hristiyanlığın kısmen bozularak kısmen de sivil yönetirole bütünleşerek bir baskı
mekanizması haline gelmesidir.
Gotthold Ephraim Lessing (1729-1781)
Lessing de daha önceki düşünürler gibi yönetimin baskısından şikayetçidir, hatta
aşağıda incelenen yazının tiyatro oyunu şeklinde yazılmasının temel sebebi budur. Daha
önce yazdığı yazılara Hamburglu başrambin karşı yayınlar yazması ve en sonunda
bunların yasaklanması üzerine Lessing "Acaba eski kürsümde, yani tiyatroda rahatsız
edilmeden vaaz verdirecekler mi, bunu denemek istiyorum" diyerek görüşlerini, bana
göre dinlerarası diyalog çalışmaları için baş kitabı olacak bu muhteşem yapıtla, Bilge
Nathan 61 i1e ortaya koymuştur.
Bu oyun Sahaddin Eyyubi'nin Kudüs'de olduğu, üç din mensubunun bir arada
onun adil yönetimi altında bulunduğu ve Hristiyan unsurların bazı anlaşma hükümlerini
ihlal etmeleri dışında barış içinde geçen bir dönemde geçmektedir. Selahaddin bütün iyi
vasıflan üzerinde barındıran biri olarak gösterilir. Olağanüstü cömert, bilge, acıma
duygusu gelişmiş, yücegönüllü, adil, affedici, mütevazi, tok gözlü...
Lessing Selahaddin'i o kadar cömert göstermektedir ki babasına para göndermek
zorunda olduğu için iktisat yapmak zorunda olduğu durumda bile, bu amaçla borç para
bulduğu anda "hiç olmazsa Hristiyan hacılar buradan boş elle ayrılmasınlar" diye
konuşturur. Her dilencinin onun adamı olduğu, dilencilere düşmanlığını, dilencilerin
kökünü kurutmak için kendisi de bir dilenci olacak kadar bütün malını onlara verdiğini,
her gün dolan hazinesinin her gün daha öglen olmadan dağıtılmış olduğu belirtilerek
gösteriliyor. Yine onun cömertliğini göstermek için, parasına satranç oynadıklarında kız
kardeşine bilerek yenilen veya kız kardeşini yendiğinde balısin iki katını teselli olarak
ona veren ve aynı şekilde bu cömertliğini çevresindekilere de sirayet ettiren biri -Kız
kardeşi, hazinede para olmadığı halde Selahaddin'e hiç bir şey hissettirmemeye gayret
ederek masraflan karşılayan, Sittah- olarak gösteriliyor.
Lessing Selahaddin'i o kadar şefkatli göstermektedir ki, onun merhameti, "iyiyi
kötüyü, tarlayı çölü ayırt etmeden güneşinin ışığını ve rahmetini yayan Tann"nın
şefkatini taklide kalkışacak" ölçüde gösteriliyor.
58
59
60
61
Ibid., 34 ı
Ibid.,308
Ibid., 20.
Gotthold Epbraim Lessing, Bilge Nathan, Kültür Bakanlığı Yayınları, ikinci Basım,198l,Ankara.
İsliim-Türk
62
Medeniyeti
ve
Avrupa
Selahaddin'in bütün din mensupianna hoşgürüden de öte duygular içinde
olduğunu, sıradan bir insanın değil, kendisinin en yakınında bulunacak insanın bile
hangi dinden olmasının önemli olmadığını şu ifadelerle gösterir: "Ben hiç bir zaman
bütün ağaçların ayın kabuğu olmasım istemedim". Yazar bu konuda o kadar aşırı
gitmiştir ki geleneksel İslami anlayışta kadınların gayri müslim erkeklerle evlenmeleri
yasak olmasına rağmen Salahaddin'in kız kardeşini Aslan yürekli Richard'ın kardeşi ile
evlendirrnek istediğini görüyoruz. Bu evlilikten üstün "insanlar" yetişeceğini belirtir,
kendisi için bunun önemli olduğunu belirtir. Yazar Selahaddin'ın kızkardeşinin ağ­
zından Hristiyanların, insanlıktan ziyade Hristiyan olmaya önem vermelerini, Hristiyanlığın insanca öğretilerini bile insanca olduklan için değil "İsa yaptı" diye sevrnelerini
eleştirir. İsa'nın erdemini değil sadece adının yayılması için uğraşılmasım eleştirir.
Selahattin'i o kadar iyi göstermektedir ki kendisine karşı suikast tertip etmekten
çekinmeyen Patrik'in bile kendi kan\ınıanna göre idare edilmek ve hassasiyetlerine
özen gösterilmesi konusunda kendisine sonsuz güvenmektedir. Başkasına karşı o kadar
cömertken kendisi için sadece bir kılıç, at ve bir Tann'nın yeteceğini bildiren
alçakgönüllü ve tokgözlü bir insan olarak resmedilir.
Hikayenin ana kahramam, cömert ve bilge biri olan Yahudi Nathandır. Hristiyan
bir grubun bir kaç gün önce kadınlar ve çocuklara varıncaya kadar bütün Yahudileri
öldürdükleri bir zamanda kansı ve yedi oğlu bu şekilde öldürülmesine ve kendisinin
asla banşmaz bir Histiyan düşmam olacağına ant içmesine rağmen Nathan, annesi vefat
etmiş, kendisi de bir yerde çatışmaya gidecek Hristiyan arkadaşının bir kaç haftalık
bebeğini "Tannm yedisini aldın ama birini verdin' diyerek kabul etmesi örneğinde
oldugu gibi yüce gönüllü gösteriliyor. Ve bu kızı çok büyük bir sevgiyle yetiştiriyor.
kendisinin yokluğunda yangından kurtaran bir
tapınak şovelyesine "size bıraktığım hazinelerden verseydiniz, hepsini verseydiniz"
sözleriyle veya bağışta bulunduğu içiıı teşekkür eden birine "işime yaramayacak bir şeyi
sana verdim diye mi teşekkür ediyorsun" demesinde görüyoruz.
Onun
cömertliğini, evlatlığım
Onun ağzından hangi dinden olrusa olsun iyi insanların benzer şekilde düşündüklerini
ve her milletten iyi insanların olduğunu duyuyoruz. O da Selahaddin gibi insan olmaya
önem verir "Milletimizi biz mi seçiyoruz", Hristiyan ve Yahudi önce Hristiyan ve Yahudi
sonra mı insandır" diye sorarak insanlığın önde geldiğini belirtir.
Burada Hessling Hristiyanlann baskıcı yönünü Patrik ile göstermektedir.
Selahaddin'in yönetiminde Hristiyan halk bütün haklan haiz yaşarken -bunu kendisi de
itiraf etmektedir- Templier şovalyesinin ona karşı casusluk yapmasım ve hatta kendisini
kurtarmış olan birini bir suikastla öldürmesini talep edecek derecede hain biri olarak
göstermektedir.
Hessling Patrik'in şahsında, Hristiyab din adamlarının dünyaya sırtım çevirmiş­
ken dünyevi işlerle bu kadar iç içe geçmelerinin çelişkisini de belirtmekte. Hristiyaıılığın çifte standardım, başkalarının çocuklara yaptığı her şeyi zorlama kabul ederken
-Hristiyan olarak dogmus bir çocuğu yetiştiren Yahudi birinin bu gerçeği gizlernesi ve
F
a
t
m a
Bostan
Ü n s a l
63
çocuğuri
tam Yahudi yapmasa da Hristiyanlıktan uzak yetiştirmesi-kilisenin çocuklara
yaptıklarının bundan müstesna tutulması gerektiğini söyleyen Patrik ile gösterir.
Merhamet dini olan Hristiyanlığın nasıl bir akıl yürütmeyle acımasız amaçlara alet
olabileceğinin şöyle göst~rir: "O Yahudi benimseyip evlatlık almamış olsa o çocuk belki de
ölecek, ama bu dünyada sefalerten ölüm böyle ebedi felaket pahasına bir kurtuluştan daha
iyidir. Bu yüzden bu işlemi yapan yani Hristiyan çocuğu evlat edinip kendisi Yahudi
olduğu için Hristiyanlıktan uzak yetiştirenYahudi 'nin yakılarak öldürülmesi gerekir.
Hurafelere inanan ve son derece taassup sahibi dadı Daja da pek parlaik bir
Hristiuan imajı çizmez. Efendisinin cömertliği ve iyiliğini takdir etmesine rağmen
inançlarının taassubu nedeniyle (Hristiyan doğmuş birinin bu inançtan uzaklaşması
büyük günalıma tanık olmak) bir türlü huzur bulamayan biri olarak gösterilir.
Hristiyanlığın olması
gereken yönü okuma yazması olmayan, bir manastır bir uşağı
olan basit bir keşiş'in ağzından verir. Hristiyanlığın Yahudilere karşı toleranslı olmasını
onun ağzından şu şekilde verir: "bütün Hristiyanlık Yalıurliliğin üzerine kurulmuş değil
midir İsa Efendimizin de birYahudi olduğunu Hristiyanların bu kadar çabuk unutabiimelen
beni ne kadar kızdırmıştır." Hristiyanları onun ağzından Tanrı'ya eriştirebilecek herkes için
bir, biricik yolu bildiğini sanan tutkulular olarak eleştirir. Yine bu görüş doğrultusunda bu
yoldan sapanların doğru yola çevrilmesi gerektiği inancını eleştirir.
Hristiyanlığı
temsilen gösterilen nispeten iyi şahsiyet, Selahaddin'in, kardeşine
benzediği için- gerçekten de kardeşinin oğlu olduğu sonradan aıılaşılacaktır- serbest
bıraktığı bir Templier şovalyesidir. Çok dürüst, ahde vefa duygusu olan, kendi canın
tehlikeye atarak kurtardığı birinden gelen teşekkürleri bile kabul etmek istemeyecek
derecede yüksek ruhlu genç bir şovalye. Selahaddin kendisini özgür bıraktığı için artık
kılıcını ona karşı kullanmayı uygun bulmaz ve Patrik'in Salahaddin'i öldürme teklifıne
"ben canım ona borçlu iken onunkini alamam" der.
Ve hikayenin ana teması, hangi dinin ve inancın gerçek olduğu sorusuna Bilge
Nathan'ın verdiği cevapta yatar: Yahudilik, Hristyanlık ve İslam dini arasındaki
hangisinin gerçek olduğu tartışması tıpkı, bir babanın kullanana şan, şeref, mutluluk
getiren yüzüğünü üç oğluna da vereceğille dair söz vermesi neticesinde birbirine benzer
üç yüzük yaptırarak buıılan üç oğluna vermesi ve oğullarm kendi yüzüklerinin gerçek
diğerlerinin sahte olduğu iddiası gibidir. Çocuklarm karar ermesi çin gittikleri yargıcın
öğüdü hala geçerliliğini koruyor gibidir: "Her biriniz yüzüğü babasından aldığna göre
her biriniz yüzüğün gerçek olduğuna inansın, belki babanız birinizi kayınp ikinizi
ezmek istememiştir, haydi bakalım her biriniz yüzüğünün taşındaki gücü meydana
koymak için ötekilerle yanş etsin. Bu güce birbiriyle candan geçinmekle, iyilik etmekle,
Tann'ya içten bağlılıkla yardım etsin." Bu da İslam'da asıl olanın Allah'a inarup yararlı
işler yapmanın önemli olmasıyla uyum göstermektedir.
Download