AZB 4057 BASEL “Yabancı düşmanlığına ‘hayır’ diyelim” ROBOSKİ SURİYE MISIR HALEPÇE Unia Sendikası, aylık ve emekli aylığının korunması, soygunculuğun ve yabancı düşmanlığının durdurulması için herkesi 21 Eylül’de, saat 13.30’da yapılacak olan gösteriye katılmaya çağırıyor. Detaylı bilgileri bölgenizdeki Unia sendikası sekreterliğinden elde edebilirsiniz. >> 5 Habe Arbeit, brauche Geld! >>6 Mültecilere esir muamelesi yapılıyor Devlet politikası haline dönüşen ırkçı uygulamalar son hızıyla devam etmektedir. Göçmenlere dönük bu saldırıların sonuncusu 09 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşen halk oylamasıyla birlikte alınan kararların hayata geçirilmesidir. >> 11 In der Schweiz ist jede >>14 13. Person arm Öğrenciler ayrımcılık mağduru Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, her dört göçmen kökenli öğrenciden biri ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Araştırmanın sonuçlarına göre, Almanya’da orta ve yüksek öğrenim gören her dört göçmen kökenli öğrenciden biri eğitim alanında ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. >> 20 Koalisyon Suriye halkına kan kusturmak icin yine iş başında! FARKSIZSINIZ! Halepçe’de binlerce, Roboski’de onlarca, Irak’ta 1,5 Milyon, Afganistan ve Mısır’da binlerce, Suriye’de 100 bin. Bu katliamların arkasında, direkt ABD, ingiltere, Fransa ve mütefikleri var. ABD’nin saldırısı kesinleşti Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’nın Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Puşkov, ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye askeri müdahalede bulunacağının kesinleştiğini ve artık işin sadece zamanlamaya kaldığını söyledi. Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’nın Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Puşkov, ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye askeri müdahalede bulunacağının kesinleştiğini ve artık işin sadece zamanlamaya kaldığını söyledi. Rus İnterfaks haber ajansına konuşan Puşkov, Suriye’ye operasyon düzenleneceğinin kesinleştiğinin ABD ve Batı’dan yapılan açıklamalardan anlaşıldığını ve artık ne zamanbaşlatılacağının planlandığını ifade etti. Puşkov, operasyon hazırlığının önceden yapıldığını öne sürerek, “Operasyon şu şekilde olacak; Suriye’de belirlenen askeri hedeflere dört Amerikan gemisinden cruise füzesi saldırısı yapılacak. I rak’ta 1,5 milyon, Afganistan, Mısır ve dünyanın başka yerlerinde binlerce insan katleden ABD ve ingiltere’nin öncülük ettiği işgal güçleri mi Suriye’de akan kanı durduracak? Dünya’nın 83 ülkesinden toplatılıp, Türkiye ve Suudi Arabistan yardımıyla Suriye’ye gönderilen o cellatlar ordusumu Suriye’yi kurtaracak. Suriye’deki katliamlarda Esad rejimi ne kadar suçluysa, o kadar da bu cellatları Suriye’ye gönderip de insan katlettiren ABD, Türkiye vb ülkeler suçludur. Çünkü çocuk, yaşlı ve savunmasiz insanlari bu Celatlar ordusu da Esad gibi katlediyor. Siizin Suriye’ye nasıl bir demokrasi getirmek istediginizi 2 yıldır dünya görüyor. Sormazlar mı insana bu 83 ülkenin insanlarının Suriye’de ne isi var, neden kendi ülkelerinde savaşmıyorlar, kimin piyonlarıdırlar? Dün Mısır, Afganistan, Libya, Lübnan, şimdi de Suriye. ABD ve mütefikleri her nereye gittiyse sadece acı, gözyaşı ve katliam gerceklesti. Artık yeter o kanli savaş makinalarınızı ve ellerinizi çekin dünya ve orta doğu üzerinden. Ortalığı karıştırıp, işgal ve vahşet görüntülerini artık görmek ve yaşamak istemiyoruz. 3 BAŞYAZI MERHABA / hallo schweız B u başlıklardan uzun bir sıralama yapılabilinir. Son aylarda o kadar olay yaşandı ki, insan olan ve düşünme yetisini kaybetmemiş herkesi etkiledi. Bu nedenle biz de tüm dünyanın gündeminde olan olaylar hakkında milyarlarca insanın duygu ve özlemleri penceresinde olaylara bir yorum getirmeye çalışacağız. Diğer bir deyişle son 3 ayda başta Türkiye olmak üzere özgürlükleri, insan olma hakları için ayağa kalkmış olan halkların söyledikleri ve yaşadıklarını sıralayacağız. Tabiki hak, özgürlük, adelet, Demokrasi, insanca yaşama, haksızlıklara karşı durma, zalimlere isyan etmek, baskı ve zülmü kabul etmemek denince Capulcular direk akla geliyor. Cünkü sadece bu meziyetlere Çapulcular sahip. Zulmeden, insan katleden, milyarların içinde sefa süren, çıkarları için acımasızca binlerce insan öldüren ve öldürmeyi göze alanın, hak ve adeleti zaten vardır. Bu nedenle Çapulcu olmasına gerek yok. Yaşanan süreç Çapulcular ile Zalimleri, hak ve adelet isteyenlerle zulmedenleri, demokrasi ve özgürlüğü isteyenlerler ile her türlü hak ve özgürlüğü kanla bastıranları acıkça ortaya çıkardı. Şu olanlara bakınız, dün Irak’ta milyon insanın katledilmesinde payları olanlar bugün Mısır’daki katliama karşı cıkacak yüzü kendilerinde bulabiliyorlar. Dün Arap baharı diyerek İslam ülkelerindeki diktatörleri kovan Halk ayaklanmasını destekleyenler bugün Mısır’daki gibi darbenin yanında olabiliyorlar. Dün Mısırda diktatör Mubarek’i deviren Mısır halkının kazanımlarının üstüne oturan Generalleri kucaklayanlar bugün onlara karşı cıkma yüzsüzlüğünü gösterebiliyorlar. Mısır Cuntacılarının başı Sisilerle kucaklaşanlar buğün ona zalim diyebiliyorlar. Suriye’de Esad diktatörlüğünün devrilmesi için her türlü yardımı yapanlar, buğün Mısır’da Cuntacıların en büyük destekcileri. Mısır’da zülüm ve katliam yapılıyor her insan olan, vijdan sahibi olan ayağa kalkmalıdır diyenler bugün terör örgütlerini silahlandırarak ve her türlü yardımı yaparak Suriye’de her gün yüzlerce insanın katledilmesinin suc ortakları durumundadırlar. Dün Irak’ta, Mısır’da, Tunus’ta, bugün Suriye’de vicdanı ve insanlığı olmayanlar, buğün Mısır’da insanlıktan ve vicdandan nasıl bahsedebilirler? Dün Libya Diktatörü, Mısır Diktatörü, Suriye diktatörü ile kucaklaşanlar ve kardeşim diye bağırlarına basanlar hangi yüzle bugün insanlıktan, akan kanın durmasından, vahşetten bahsedebilirler. Doğrusu bir cok insan boğazına kadar kan içinde olmalarına ve haksız bir yerde bulunmalarına rağmen nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar, hayret doğrusu. Bunu yapmak bu rolü oynamak için yüz gerek. Türkiyedeki Capulcular herkese insanlık dersi verdi. 2 ay içinde 10 Milyonun üstünde Capulcu tüm dünyaya insanlık dersi verdi. Hemde 20-30 yılda onlarca devletin tüketemediği gazı yemesine, çok sayıda insanın gözünü kaybetmesine, her türlü insanlık dışı zulme ve katliama varan vahşi saldırılara ve ölümler pahasına direndi. Bir devlet düşünün ki, milyonlarca insan sokağa çıkıyor artık yeter benim hayatıma karışma, bana baskı ve şiddet uygulama, her türlü hak ve özgürlüğümü kısıtlama, parklarımı yıkma, insanlık onur ve haysiyetimi ayaklar altına alma diye sokağa cıkıyor, sen devlet olarak tam bir Sisi mantığıyla Tankınla, topunla, Akrep ve Tomalarınla onların üstüne gidiyorsun. Hiçbir şiddet icermiyen gösterilere savaşta dahi görülmeyen vahşeti uyguluyorsun. Onunla da kalmıyorsun bu vahşetin emrini verdiğini ve bu katliam vari şiddetin devam edeceğini her gün cıkıp ilan ediyorsun. Onunla da kalmıyorsun, milyonlarca insanı aşağılıyor ve yeriyorsun. Peki sizin General Sisi’den ne farkınız var? O da mısır halkınına aynı zulmü yapmıyor mu? Tek farkı toplu katlediyor. Haa insanları toplu katletmediğine üzülüyorsan boyrun onuda yap ki onlarla kardeşliğini görsünler. Bir devlet ve yönetenler bir kişi de olsa halkın üzüntüsünü kendi üzüntüsü görmelidir, Gezi direnişinde mağdur olan insanların acılarına ortak olma ve bunu yapanlar da hesap sorma yerine emri verirsen ve o silahları halkına karşı kulanlara madalya takarsan ve muhteşem işler yapıyorlar dersen sen tarafını coktan belirlemişsin. Tarafın Çapulcuların karşısında. Kim bu Çapulcular? Bu Çapulcular ki tüm dünyayı kendilerine hayran bıraktılar ve dünyanın tümünü Çapulcu yaptılar. Milyarlarca insan tüm dünyada Türkiye’deki Çapulcuların yanında yer aldı. Dünyada bellki de bir ilk yaşandı. Peki kim karşı cıktı, zalimler, vahşete medet umanlar, Sisiler, kan emiciler ve emir kulu olan güvenlik gücleri ile onları henüz daha tanımayanlar. Sadece İstanbulda ilk saldırı sonrasında 2 Milyona kadar Çapulcu ülke genelinde on milyonu aşan bir insan toplandı, tüm Türkiye ayaklandı. Bu gösterilerde Partiler yoktu, her kesimde ve yaşta insanlar vardı. Karşısına organize edilen Kazlıceşme ve Ankara mitinglerine ise sadece bir kac yüzbin insan para verilerek toplatılabildi hem de devletin tüm olanakları sunularak. Ama yine ders çıkarılmadı, tam bir vahşetle temamen barışcıl olan gösterilere saldırıldı. Akıl ve mantık durmuş, insan vicdanı ve merhameti olmaksızın tüm sokaklar bombalanıyor. Bu bombalarda ekmek almaya cıkan coçukta, yaşlı amcada, esnafta ve tüm insanlıkta nasibini aldı. Peki Sisi ne yapıyor farklı olarak? Ayrıca sizin o çapulcu ve kemirgen dediklerinizin hiçbiri ihalelere katılıp da milyarları götürmüyor, hayali işlerle köşelik olmuyor, kısa zamanda bir tarafta durarak milyarderde olmuyor, devletin zülmünden başka hiçbir yardımını görmüyor. Nasıl kemirgen ve Çapulcu oluyor.? Ama bir şeyi unutuyorsunuz çalışadan ve hak etmeden, hayali işlerle ve devletin kasasında zengin olanlara ne demeli? Bunlar mazlum ve haklı, yoksul ve ve namusuyla calışanda kemirgen mi oluyor? İzin süreci olduğu için binlerce yurt dışında yaşayan emekci izinde Gezi eylemleri vesilesiyle, Zalimide Mazlumuda, kemirgenide sürüngenıde, haksızıda haklıyıda, devletin tüm olanaklarını peşkeş cekmeyıde ben insan gibi yaşamak ve özgür olmak istiyorum diye vahşıde saldırıya maruz kalnıda çok iyi gördü. Kutsal ramazan İsviçre ve yurtdışında gelen onbinlerce insan bu yıl Ramazanı Türkiye’de geçir- di. Bu kutsal ayı sevdikleriyle geçirmek istedi. Ama geçirdiğine bin pişman ettiler. Şehirler yine gazdan zehirlendi, o günlerdede vahşet tüm hiziyla devam etti. Her gün sorumluların zehir kusan zehir zemberek demeclerini duydu. Çoğu kere insan bu kutsal ayda her gün yetkililerin insanları birbirine düşüren,aşağılayan ve vahşeti öven konuşmaları duyunca insan insanlığında utandı. Bu günde kardeşlik ve kucaklaşma nutukları atılacağına vb düşmanlık neden diye sordu. Tam bir Arap ülkesi, bir tarafta saltanat ve saltanatın nimetlerinde faydalananlar diğer tarafta ise isyan eden kullar yani köleler. Bu Ramazan gösterdi ki, insanlarda inanç, islami değerlere bağlılık, allah ve Peygambere bağlı olan Çapulcular ile inana halk diğer tarafta ise bunun rantı üzerinde yaşayan tücarlar. Çapulcular diyor ki: Biz sadece insan gibi yaşamak ve hareket etmek istiyoruz. Aşağılanmak ve horlanmak istemiyoruz. Özgürlüğümüze ve yaşam bicimimize, aile yaşantımıza ve hukukumuza karışmayın. Suriye’ye eğitip ve destekleyip gönderdiğiniz eli kanlı ceteleri artık desteklemeyin. Dün cuntacılarla kardeş olup buğunde başka kılığa girmeyiniz. Kendi halkınıza zülmedipte başka ülkelerdeki zülme sahte gözyaşı dökmeyin. Biraz açık yüzlü ve gercekci olun ki bizimde kafamız karışmasın. Biz artık sizi tanımıyoruz, siz muzlum musunuz zalim mı? Siz Sisi, Mubarek, Sadem, Esad, Mubarek, Kadafi... ile kardeşce kucaklaşan mı yoksa karşı cıkan mısınız? Sizi tanımıyoruz, taksimde, Ankara’da, Bodrum’da, Eskişehir’de, Antakya’da, ve ülkenin her yerinde Gezi direnişine azgınca saldıran Sisimisiniz yoksa Esat yoksa Mübarek mi? Kafamız allak bullak oldu, siz gercek yüzünüzü nezaman göstereceksiniz? Ama siz kararınızı verene kadar Milyonlarca Gezici sizi tanıdı, gözüne patlayan Bombalarla, Su ve Gaz sıkan Toma ve akreplerde, kurşun sıkan olarak tanıdı. Maskeyı cıkardılar ve sizi tanıdılar. ‘Emri ben verdim’ diyerek, ‘Polis, ordu ve yargının olağanüstü hizmet madalyası’ vererek sucunuzu itiraf ettiniz.Ama olsun gidip halkın merhamatine ve Çapulcululara teslim olursanız sizide ‘af edebilir. Çapulcuların mesajı, bıraz insanlık, bıraz merhamet, bıraz, toleras, bıraz demokrak, bıraz özgürlük biraz anlayış ve karşınızdakini kabüllenme. Maskesiz ve vicdanlı bir dünya hepimize yeter. Bıraz da Çapulculuk. Çünkü vicdansız ve zalim olmaktan iyidir. Wer ist der Tyrann, wer ist der Unterdrückte? Wer steht mit wem in Beziehung? Wer ist ein Plünderer, wer ist ein Blutsauger? Wer ist ein Mensch und wer ein Tyrann? Diese Liste von Überschriften kann man noch lange weiterführen. In den letzten Monaten ist soviel passiert, dass jeder, der seine Menschlichkeit und Denkfähigkeit noch nicht verloren hat, davon beeinflusst wurde. Aus diesem Grund werden wir versuchen, aus Sicht der Gefühle und Sehnsüchte von Milliarden Menschen, diese Ereignisse, die weltweit verfolgt wurden, zu kommentieren. Mit anderen Worten; wir werden die Aussagen und Erleb- nisse der Völker, die in den letzten 3 Monaten, allen voran in der Türkei, für Menschenrechte protestieren, auflisten. Wenn man von Recht, Freiheit, Justiz, Demokratie, menschengerechtem Leben, Protestieren gegen Ungerechtigkeit, Widerstand gegen Tyrannen, Ablehnung von Druck und Tyrannei spricht, kommen einem zuerst die “Chapullierer”, dieser Ausdruck hat sich aus dem Wort “Çapulcu” gebildet, das im Türkischen “Plün- derer” bedeutet [hierzu sollte man erwähnen, dass der Türkische Premier Erdoğan dieses Wort für die GeziPark Protestanten benutzte, die er als “eine Horde Plünderer” bezeichnete], in den Sinn. Denn diese guten Eigenschaften besitzen im Moment nur die Chapullierer. Wer tyrannisiert, Menschen schlachtet, im Geld schwimmt, für eigene Vorteile mitleidslos Tausende Menschen tötet und Morde ins Auge fassen kann, der verfügt sowieso über sein eigenes Recht und seine ei- >> 4 gene Justiz. Dafür muss er kein Chapullierer sein. In diesem Prozess hat sich kristallklar herausgestellt, wer Chapullierer und wer Tyrann ist, wer Recht und Justiz fordert und wer tyrannisiert, wer Demokratie und Freiheit fordert und wer jede Art von Recht und Freiheit blutig unterbindet. Schauen Sie sich nur an, was passiert ist, wer Gestern einen Anteil daran hatte, dass im Irak Millionen Menschen geschlachtet wurde, hat heute den Nerv, gegen die Morde in Ägypten zu protestieren. Wer Gestern für den Arabischen Frühling in den Islamischen Ländern die Diktatoren abgesetzt und die Volksproteste unterstützt hat, kann sich heute für Revolten wie die in Ägypten einsetzen. Wer Gestern die Generäle umarmt hat, die den Ägyptischen Diktator stürzten und sich die Gewinne des ägyptischen Volkes aneigneten, haben heute den Nerv, sich gegen sie zu wenden. Wer Gestern den Ägyptischen Junta-General Sisi umarmt hat, nennt ihn heute Tyrann. Diejenigen, die jede Art von Hilfe geleistet haben, um den Diktator Esad in Syrien zu stürzen, sind heute die größten Unterstützer der Junta in Ägypten. Diejenigen, die sagen, dass jeder, der noch Menschlichkeit in sich hat, der ein Gewissen hat, sich gegen die Tyrannei und das Blutbad in Ägypten auflehnen muss, bewaffnen die Terrororganisationen und helfen ihnen vielseitig, sie sind somit Mittäter der Morde an Hunderten von Menschen, die jeden Tag in Syrien stattfinden. Wie können die, die Gestern im Irak, in Ägypten, Tunesien, heute in Syrien kein Gewissen und keine Menschlichkeit besassen, heute bezüglich Ägyptens von Gewissen und Menschlichkeit sprechen. Wie können diejenigen, die Gestern die Diktatoren in Libyen, Ägypten, Syrien umarmt und sie Bruder genannt haben, heute von Menschlichkeit sprechen, wie können sie verlangen, dass das Blut aufhört zu fliessen, wie können sie von Gewalt sprechen. Man kann sich nur darüber wundern, wie diese Menschen, die bis zum Hals in diesem Blut stecken, die ohne eigenen Verdienst ihren Status erhalten haben, so tun können, als sei nichts geschehen. Um das tun zu können, um diese Rolle zu spielen, muss man ganz schön abgebrüht sein. Die Chapullierer in der Türkei haben allen eine Lehre in Menschlichkeit erteilt. Innerhalb von 2 Monaten haben mehr als 10 Millionen Chapullierer der Welt eine Lehre in Menschlichkeit erteilt. Gleichzeitig mussten sie soviel Pfeffergas ertragen, wie es Dutzende Nationen in 20-30 Jahren nicht verbraucht haben, viele Menschen haben dabei ihre Augen verloren, sie haben unmenschlich Tyrannei ertragen und Angriffe, bei denen es auch Tote gab, trotzdem haben die Chapullierer ihre berechtigten Proteste nicht aufgegeben. Stellen Sie sich einen Staat vor, in dem Millionen Menschen auf die Strassen gehen, und vom Staat fordern: “Es reicht jetzt, misch Dich nicht mehr in mein Leben ein, übe keinen Druck und keine Gewalt auf mich aus, verbiete mir nicht meine Rechte und Freiheiten, zerstöre nicht meine Parkanlagen, unterdrücke nicht meine menschliche Würde und meinen Stolz.” und stellen Sie sich dann vor, dass dieser Staat mit einer Logik wie die von Sisi mit Tankern, Geschützen, Panzern und Toma gegen die Demonstranten vorgeht. Der Staat geht mit einer Gewalt gegen die friedlichen Demonstranten vor, die noch nicht einmal in Kriegen vorkommt. Und dabei wird es nicht belassen, er sagt dann jeden Tag stolz, er habe ausdrücklich die Befehle zu diesen Grausamkeiten erteilt und dass diese Gewalt, die fast einer Abschlachtung gleicht, auch weiter angewandt werde. Auch das reicht noch nicht, Millionen von Menschen werden gedemütigt und diffamiert. Was unterscheidet Euch denn nun eigentlich von General Sisi? Wendet der nicht dieselbe Tyrannei gegen das ägyptische Volk an? Der einzige Unterschied ist, dass er Massenmorde befohlen hat. Wenn Du es also bedauerst, Dein Volk nicht massenhaft umgebracht zu haben, dann tu das doch auch noch und bezeuge somit BAŞYAZI Deine Bruderschaft. Ein Staat und die Regierenden dieses Staates müssen die Trauer des Volkes, und sei es nur um eine Person, als ihre eigene Trauer ansehen, wenn aber der Staat die Trauer der Menschen, die an den Gezi-Protesten teilnahmen, nicht anerkennt, sogar den Befehl gibt, die Menschen, die an den Protesten teilnahmen, zur Rechenschaft zu ziehen und an diejenigen, die gegen ihr eigenes Volk Waffen gezogen haben, Medaillen verteilt und sie lobt, einen super Job gemacht zu haben, dann hat der Staat schon lange Partei ergriffen. Der Staat stellte sich gegen die Chapullierer. Wer sind diese Chapullierer? Diese Chapullierer haben die Bewunderung der ganzen Welt gewonnen und einen großen Teil der Weltbevölkerung zu Chapullierern gemacht. Milliarden Menschen auf der ganzen Welt haben die Chapullierer in der Türkei unterstützt. Dies war vielleicht sogar ein erstes Mal weltweit. Und wer hat sich gegen diese Bewegung gewendet? Tyrannen, die sich etwas von der Gewalt erhofften, Sisi’s, Blutsauger und als Befehlsempfänger der Sicherheitskräfte, sowie diejenigen, die die Chapullierer noch nicht kennen. Nur in Istanbul haben nach dem ersten Angriff 2 Millionen Chapullierer in der ganzen Türkei mehr als 10 Millionen Menschen organisiert, die ganze Türkei hat sich aufgelehnt. Bei diesen Demonstrationen gab es keine Parteien, es gab Menschen aus allen Bevölkerungsschichten und jeden Alters. Zu den gegen diese Proteste in Kazlıceşme und Ankara organisierten Versammlungen hingegen kamen nur einige Hunderttausend, denen dazu noch Geld gegeben und alle Möglichkeiten des Staates zugesichert wurden. Doch auch daraus hat man nichts gelernt, mit aller Gewalt wurden diese vollkommen friedlichen Demonstrationen angegriffen. Vernunft und Logik gingen abhanden, ohne jegliches menschliches Gewissen und Erbarmen wurden die Strassen bombardiert. Von diesen Bomben haben Kinder, die vom Bäcker Brot kaufen gingen, alte Männer, Kleinkaufleute und die gesamte Menschheit ihren Teil abbekommen. Was macht denn eigentlich Sisi so anders? Außerdem nehmen diese Menschen, die Ihr als Plünderer und Kriechtiere bezeichnet, nicht an Ausschreibungen teil und verdienen Milliarden, sie bereichern sich nicht mit Scheingeschäften, sie ergreifen nicht für kurze Zeit Partei und werden dadurch reich, sie erhalten keine Hilfe vom Staat, der gegen sie nur Gewalt anwendet. Wie also kann man sie als Plünderer und Kriechtiere bezeichnen?? Aber Ihr vergesst etwas, wie soll man Leute nennen, die sich ohne Arbeit und Verdienst mit Scheingeschäften aus der Staatskasse bereichern? Sind diese Leute die Gerechten und Unterdrückten, und das arme Volk, das sein Geld mit ehrlicher Arbeit verdient sind Kriechtiere? Jetzt in den Ferien haben viele Arbeiter, die im Ausland leben in ihrem Urlaub durch die Gezi-Proteste die Tyrannen und die Unterdrückten, die Kriechtiere und Nagetiere, Recht und Unrecht gut erkennen können, außerdem haben sie beobachten können, wie der Staat mit all seinen Mögli- MERHABA / hallo schweız chkeiten und gewalttätigen Angriffen gegen diejenigen vorgeht, die fordern, menschlich und in Freiheit leben zu dürfen. Der Heilige Ramadan Zehntausende, die aus der Schweiz und anderen Ländern kamen, haben dieses Jahr den Monat Ramadan in der Türkei verbracht. Sie wollten diesen heiligen Monat mit ihren Lieben verbringen. Aber sie haben es bereut. Wieder wurden Städte mit Pfeffergas bombardiert, auch in diesen heiligen Tagen ging die Gewalt mit aller Kraft weiter. Jeden Tag mussten sie sich die giftigen Mitteilungen der Verantwortlichen anhören. Wenn man in diesem heiligen Monat jeden Tag ansehen muss, wie die Verantwortlichen die Menschen gegeneinander aufhetzen, diffamieren und die Gewalt lobpreisen, schämt man sich für sie. In diesen Tagen sollten Reden über Bruderschaft und Liebe gehalten werden, statt dessen wundert man sich, was diese Feindlichkeit bedeutet. Es ist ganz so wie in einem Arabischen Land, auf der einen Seite das Sultanat, und diejenigen, die davon profitieren, auf der anderen Seite protestierendes Volk, also die Sklaven. Dieser Ramadan hat gezeigt, dass sich auf der einen Seite die Chapullierer, die sich Menschen gegenüber, die einen Glauben besitzen, den islamischen Werten und Allah und dem Propheten respektvoll verhalten, und das Volk befinden, auf der anderen Seite hingegen diejenigen, die aus diesen Werten Profit erzielen. Was sagen die Chapullierer? Wir wollen nur menschenwürdig leben. Wir möchten nicht beleidigt und diffamiert werden. Mischt Euch nicht in unsere Freiheit, unsere Lebensweise, unser Familienleben und unsere Justiz ein. Unterstützt die blutrünstigen Banden, die Ihr ausgebildet, unterstützt und nach Syrien geschickt habt, nicht mehr weiter. Kündigt nicht am einen Tag die Bruderschaft mit den Junten an, nur um dann am nächsten Tag Eure Meinung zu ändern. Tyrannisiert nicht Euer eigenes Volk und vergiesst dann Krokodilstränen über die Tyrannei in anderen Ländern. Seid ein bisschen ehrlich und realistisch, so dass wir nicht verwirrt sind. Wir kennen Euch nicht mehr, seid Ihr die Tyrannen oder die Unterdrückten? Seid Ihr die, die Sisi, Mübarek, Sadem, Esad, Kaddafi brüderlich umarmen, oder die, die gegen sie sind? Wir kennen Euch nicht, seid Ihr die Sisis, die Taksim, Ankara, Bodrum, Eskişehir, Antakya und alle anderen Orte des Landes während der Gezi-Proteste wütend angegriffen haben, oder Esad oder Mubarak? Wir sind verwirrt, wann zeigt Ihr endlich Euer wahres Gesicht? Aber bis Ihr Euch entschieden habt, haben Millionen Gezi-Anhänger längst Euer wahres Gesicht erkannt, sie haben Euch als diejenigen, welche die Bomben verschossen, die ihnen ihre Augen genommen haben, die mit Toma und Panzern Pfeffergas und Wasser schossen, die scharfe Munition verschossenen, erkannt. Ihr habt Eure Schuld zugegeben, indem Ihr sagtet: “Ich habe den Befehl dazu gegeben”, indem Ihr der Polizei, der Armee und der Justiz Medaillen für “Ausserordentliche Dienste” verliehen habt. Dennoch, wenn Ihr Euch der Gnade des Volkes und der Chapullierer ergeben würdet, könnten sie Euch vergeben. Die Botschaft der Chapullierer lautet: “Ein wenig Menschlichkeit, ein wenig Erbarmen, ein wenig Toleranz, ein wenig Demokratie, ein wenig Freiheit, ein wenig Verständnis und Akzeptanz gegenüber den anderen. Eine unmaskierte und gewissenhafte Welt ist groß genug für uns alle. Und ein bisschen Chapullieren. Das ist besser, als gewissenlos und grausam zu sein.” MERHABA / hallo schweız İSVİÇRE 5 Aylıklarımızı koruyalım, yabancı düşmanlığına hayır M eslek sahibi olmasına, yüzde yüz çalışmasına rağmen birçok emeçi yaşamlarını sürdürmeye yetecek aylık alamamakta. Sürekli olarak emekli aylığının düşürülmesi için tartışmalar yapılıyor. Bu olumsuz gelişmelerin nedeni ise göçmenler olarak gösterilmeye çalışılıyor. Bilinçli olarak göçmenler hedef olarak gösteriliyor. Yerli ve yabancı işçi ayrımı yapılarak emekçilerin arasındaki dayanışma engellenmeye ve kapitalist sistemin sömürüsü devam ettirilmeye çalışılıyor. Bu politikayı boşa çıkarmak, işçi ve emekçiler arasındaki dayanışmayı güçlendirmek için 21 eylülde bir gösteri düzenlenecek. Eylemin talepleri: Aylık ve emekli aylığının korunması, soygunculuğun ve yabancı düşmanlığının durdurulması! Emeçilerin aylığı üzerindeki baskı ve aylık damping sürekli olarak artıyor. İsviçre’ye gelen göçmenlerin sayısını azaltarak bu sorunların çözülemeyeceğini belirtmek gerekir. Gerçek sorumlu iş verenler ve bu işverenler politikasını destekleyenler. Göçmenlerin sırtından politika yaparak parsa toplamaya çalışanlar hedefi farklı göstermeye çalışıyor. Aylıkların ve emekli aylıklarının düşürülmesini engellemek için sert yasaların çıkartılması, kontrollerin arttırılması ve yaptırımların sertleştirilmesi gerekir. Ücret dampingi, asgari ücret uygulamasıyla engellenebilir. İsviçre’de asgari ücret toplu iş sözleşmesinin geçerli olduğu bir çok branşda kabul edildi. Fakat emekçilerin yarısı toplu iş sözleşmesinin olmadığı iş yerlerinde çalışıyor ve her toplu iş sözleşmesinde asgari ücret yer almıyor. Bu durumu sayılarla ifade etmek gerekirse, çalışanların %60 ı asgari ücret uygulamasının olmadığı iş yerinde çalışıyor ve aylıkları korunamıyor. İşveren ekonomik krizi vb. bahane ederek aylıkları düşürebiliyor. İsviçre’de yarım milyon emekçi 4000 Frankın altında aylık alıyor. Özellikle kadınlar ve göçmenler bu uygulamaya maruz kalıyor. Artık bu uygulamaya bir son vermek gerekiyor. Soygunculuğa son Menajer aylıklarının astronomik düzeyde olması engellenmeli. Genç sosyalistlerin girişimi 1:12, yüksek kadrolarda yer alanlara ödenen en yüksek maaşların sınırlanmasını talep ediyor. Bir işyerinde en düşük aylık ve en yüksek aylık arasındaki farkın en düşük ücretin 12 katı olarak belirlenmesini talep eden bu girişimin kasım ayında oylamaya sunulması bekleniyor. Emeklilik yaşına kadar çalışan her kişi, emekli olduktan sonra iyi bir yaşam sürdürmeli. Bu sözler İsviçre Anayasası’nda yer alıyor. Fakat yaşlılar, anayasada ön görüldüğü gibi iyi bir yaşam sürdüremiyor, çünkü emekli aylığı cok düşük.Buna rağmen burjuva partileri sürekli olarak emekli aylığını düşürmeye çalışıyor. Biz bu du- ruma müsade etmeyeceğiz. Biz AHV/AVS girişiminin talepi olan emekli aylığının yükseltilmesini talep ediyoruz. Burjuva partileri iş yasasını değiştirerek perakendecilik sektöründe 24 saat çalışma koşulunu yasallaştırmak istiyor. 22 eylülde bunun için halk oylamasına gidilecek. Bu durum bu sektörde çalışan emekçiler için, daha fazla stres, daha az boş zaman ve aile için daha az zaman ayırma anlamına geliyor. Aynı zamanda yine düşük ücretle çalıştırılacaklar. Bu önerinin kabul olması halinde, 24 saat çalışma diğer iş alanlarında da uygulanacak. Bu nedenle 22 eylülde HAYIR oyu vermeliyiz. Aylık ve emekli aylığının korunması, soygunculuğun ve yabancı düşmanlığının durdurulması için herkesi 21 eylülde, saat 13.30 da yapılacak olan gösteriye katılmaya çağırıyoruz. Detaylı bilgileri bölgenizdeki Unia sendikası sekreterliğinden elde edebilirsiniz. Unia, Emine Sariaslan 6 İSVİÇRE MERHABA / hallo schweız Lange Arbeitszeiten als Hauptproblem der Beschäftigten im Detailhandel Für die Angestellten des schweizerischen Detailhandels sind die (zu) langen Arbeitszeiten das Hauptproblem. Das zeigt eine Umfrage, die das Meinungsforschungsinstitut GfK im Auftrag der Gewerkschaft Unia durchführte. Diese Arbeitszeiten sind Folge von längeren Ladenöffnungszeiten, welche von der überwiegenden Mehrheit der Befragten abgelehnt werden. Die Verkäufer/innen stellen sich damit klar gegen die Versuche auf eidgenössischer Ebene, das Arbeitsgesetz bezüglich Nacht- und Sonntagsarbeitsverbot immer mehr aufzuweichen. I m Auftrag der Unia führte das renommierte Umfrageinstitut GfK eine Umfrage über die Arbeitszeiten und Arbeitsbedingungen im Detailhandel durch. Die Ergebnisse werfen ein deutliches Licht auf die schwierigen Bedingungen in dieser Branche. So müssen 80% der Befragten auch samstags und 11% sonntags arbeiten. Die Arbeitszeiten liegen durchschnittlich werktags bei zehn, samstags bei acht und sonntags bei sieben Stunden. Bei 38% der Befragten wurden die Ladenöffnungszeiten verlängert. Um sie abzufedern, wurden aber kaum zusätzliche Jobs geschaffen, sondern die Arbeitszeiten der einzelnen Angestellten verlängert. Die zu langen Arbeitszeiten werden von den Befragten auch als das grösste Problem bei den Arbeitsbedingungen genannt (36%). Erst an zweiter Stelle folgt ein zu tiefer Lohn (25%), was in einer Tieflohnbranche wie dem Detailhandel erstaunlich ist. An dritter Stelle nannten die Befragten den hohen Leistungsdruck (15%). Die Umfrage ergab zudem, dass eine überwiegende Mehrheit der Befragten längere Ladenöffnungs-zeiten klar ablehnt: 85% sind nicht bereit, am Abend, in der Nacht oder am Sonntag länger zu arbeiten. Sie stellen sich damit unmissverständlich gegen die verschiedenen Vorstösse auf eidgenössischer Ebene, das Arbeitsgesetz bezüglich Nacht- und Sonntagsarbeitsverbot im Detailhandel immer mehr aufzuweichen. Eine erste Gelegenheit, einen entsprechenden Dammbruch im Detailhandel zu verhindern, bietet sich am 22. September bei der Abstimmung über die Änderung des Arbeitsgesetzes für Tankstellenshops. „Die Ergebnisse der Umfrage unterstreichen die Wichtigkeit der Beschränkung der Ladenöffnungszeiten für die Qualität der Arbeitsbedingungen für die Angestellten im Detailhandel“, erklärt Armand Bouverat, Mitglied der Sektorleitung Dienstleistungsbranche der Unia. „Dies ist auch der zentrale Grund, weshalb die Unia das Referendum gegen die Verschlechterung des Arbeitsgesetzes mit ergriffen hat und sich für ein Nein bei der Abstimmung vom 22. September engagiert.“ Für Unia-Co-Präsidentin Vania Alleva bestätigen die Umfrageresultate die Klagen, welche die Gewerkschaft tagtäglich von Verkäuferinnen und Verkäufern hört. „Sie zeigen, dass vielen Arbeitgebern der Profit und ein möglichst grosser Marktanteil wichtiger sind als der Respekt gegenüber der geleisteten Arbeit, der Gesundheit und dem Sozialleben der Angestellten.“ Um Gegensteuer zu halten und die Arbeitsbedingungen sowie die Wertschätzung des Verkaufsberufs zu verbessern, brauche es dringend Gesamtarbeitsarbeitsverträge. Darin müssten Lohne, Arbeitszeiten und Arbeitsbedingungen verbindlich festlegt werden: „GAVs sind im Detailhandel noch immer dünn gesät, und ein Vertrag für die ganze Branche ist nicht in Sicht“, meint die Unia-Co-Präsidentin. „Dabei sollte doch ein GAV in einer Branche, in der über 300’000 Personen arbeiten, und in einem Land, in dem immer wieder das hohe Hohelied auf die Sozialpartnerschaft gesungen wird, eine Selbstverständlichkeit sein.“ Habe Arbeit, brauche Geld! Über 400’000 Menschen in der Schweiz verdienen weniger als 4’000 Franken im Monat bzw. 22 Franken pro Stunde. Viele von ihnen sind trotz Vollzeitstelle auf Sozialhilfe angewiesen. Die meisten Tieflohnbezügerinnen — rund 320’000 - sind Frauen. Besonders betroffen sind die Angestellten des Detailhandels: Rund 73’000 Verkäuferinnen und Verkäufer verdienen weniger als 4’000 Franken. Mit solchen und weiteren harten Fakten machten Gewerkschafterinnen und Gewerkschafter der Unia Region Bern / Oberaargau — Emmental heute Don- İngiltere’de savaş karşıtları Başbakanlık önünde İngiltere’de savaş karşıtları, parlamentonun Suriye konusunda savaş kararı almaması için sokaklara çıktı. Başbakanlık binası önünde toplanan 4 bini aşkın kişi yolu işgal etti. nerstag auf die Problematik der Tieflöhne in der Schweiz aufmerksam und stellten sich den Fragen der Passantinnen. Als Gegenmittel machten sie auf die hängige Mindestlohninitiative der Gewerkschaften aufmerksam, über die im nächsten Jahr abgestimmt wird. Die Gewerkschaften kämpfen seit Jahren gegen den Tieflohnskandal. Sie erzielen auch immer wieder wichtige Verbesserungen. Aber für jeden neuen GAV und jeden neuen Mindestlohn, den sie der Arbeitgeberseite abringen, entstehen in unserer sich schnell wandelnden Wirtschaftswelt neue Problemzonen in Form schlecht bezahlter und kaum regulierter Jobs und Berufszweige. Hier gilt es einen gesetzlichen Riegel zu schieben: Ein verbindlicher Mindestlohn von 12 x 4000 Franken im Jahr führt schnell und unbürokratisch eine existenzsichernde Lohnuntergrenze ein. Anständige Mindestlöhne für alle verbessern das Leben von Hunderttausenden von Menschen und Familien unmittelbar. Sie realisieren ein elementares Grundrecht, schaffen mehr Lohngerechtigkeit, verhindern Lohndumping und nützen der Wirtschaft und der Allgemeinheit. İ ngiltere Savaş Karşıtı Koalisyon, İngiltere parlamentosunun Suriye’ye ilişkin oturumunu protesto etmek için Başbakanlık binası önünde bir gösteri düzenledi. Başında, hükümetteki İşçi Partisi milletvekili Jeremy Corbyn’in bulunduğu Koalisyon’un çağrısıyla Başbakanlık önünde 4 bini aşkın kişi toplandı. Savaş karşıtları, Başbakanlık yolunu trafiğe kapattı. Eylem konuşmalarla devam ederken, milletvekillerine yarın görüşülecek olan savaş tezkeresini reddetme çağrısı yapılıyor. İçinde sendikaların da olduğu Savaş Karşıtı Koalisyon, 31 Ağustos Cumartesi günü de büyük bir gösteriye hazırlanıyor. Yaz tatilinde olan İngiltere parlamentosu, 29 Ağustos Perşembe günü Suriye’yi görüşmek üzere toplantıya çağırılmıştı. Oturumda, hükümetin Suriye’de geçen hafta kimyasal silah kullanıldığı iddiaları karşısında atılacak adımlarla ilgili önerileri tartışılıp oylanacak. Başbakan David Cameron, Suriye ilgili açık ve net bir önergenin milletvekillerinin oyuna sunulacağını belirtmişti. “Kimyasal silahları Türkiye ve Arabistan verdi” Suriye Enformasyon Bakanı Ümran Zaabi, kimyasal silahlar konusunda Türkiye, Arabistan ve Batı’yı suçladı, “silahlı teröristlerin Türkiye, Arabistan ve Batı’nın desteği ile Suriye’de kimyasal silahla saldırı gerçekleştirdiklerini” söyledi. Suriyeli bir komutan da, saldırı halinde İsrail vuracaklarını açıkladı. Mit einer Flugblattaktion in der Berner Innenstadt machten Vertreterinnen und Vertreter der Unia Region Bern/OberaargauEmmental auf die Tieflöhne im Detailhandel aufmerksam. Als Gegenmittel verwiesen sie auf die hängige Volksinitiative der Gewerkschaften. Diese fordert einen Mindestlohn von 12x4000 Franken im Jahr für alle Vollzeitangestellten. 7 DÜNYA MERHABA / hallo schweız France 24 kanalına mülakat veren Zaabi, “Suriye ordusu ne geçmişte ve ne de şimdi asla bu tür silahları kullandığını, böyle bir olay yaşandıysa bile bunun tek sorumlusu silahlı teröristlerin olduğunu” ifade etti. Ülkedeki kimyasal silahlar konusunda bilgi veren Zaabi, “kimyasal silahları da Türkiye, Arabistan ve bir kaç Batılı devletin Suriye’ye göndererek silahlı teröristlere ulaştırdığı” söyledi.. “Söz konusu ülkeleri temelsiz suçlamadıklarını ve sadece başta Amerika olmak üzere bu ülkelerin yayınladıkları bildirilerden hareketle bunu söylediğini” ifade eden Suriyeli Bakan, “Guta Şarkiye bölgesinde böyle bir saldırı gerçekleşip gerçekleşmediği sorusuna ise bu bölgenin silahlı teröristlerin kontrolü altında olduğunu, bu yüzden bölgede araştırma yapamadıklarını” belirtti. Öte yandan Suriye Başbakanı Vail Halaki de kısa açıklamasında, “Müdahale olursa, saldırganlara sürprizlerimiz olacak” dedi. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad da Şam’da Four Seasons Oteli’nde gazetecilere yaptığı açıklamada, “teröristlerin” sarin gazı kullandığına ilişkin kanıtları Birleşmiş Milletler denetçilerine sunduklarını söyledi. Mikdad şöyle konuştu: “Suriye, kimyasal silahın silahlı gruplar tarafından ABD, İngiltere ve Fransa’nın yardımıyla kullanıldığını ve bunun bir an önce durması gerektiğini tekrar belirtmektedir.” “Teröristlerin” ABD, İngiltere ve Fransa tarafından “korunduğunu” iddia eden Mikdad, “bu silahların bir gün Avrupa halklarına karşı kullanılacağını” öne sürdü. BM’YE BELGELER SUNULDU Suriye’nin BM’deki daimi temsilcisi Beşar el Caferi ise “Türkiye’yi ‘teröristlerin kitle imha silahlarına ulaşmasının engellenmesi” hakkındaki BM kararını çiğnemekle suçladı. SANA’nın, Suriye devlet televizyonu El İhbariye El Suriye’de yayımlanan röportaja dayandırdığı habere göre; Caferi, Suriyeli muhalif grupların Türkiye’deki laboratuvarlarda kimyasal silah ürettiğini belirterek şöyle dedi: “Bu silahlar Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan materyallerle üretiliyor ve Türkiye üzerinden Suriye’ye naklediliyor.” Türkiye-Suriye sınırı bölgesinde Suriyeli isyancıların çeşitli atölyeler kurduklarına dair haberler uluslararası medyada yer almıştı. Öte yandan Fars Haber Ajansı’na konuşan Suriyeli üst düzey bir komutanı, “Suriye’ye saldırıldığı takdirde Tel Aviv’i yerle bir edecekleri” uyarısında bulundu. Suriyeli komutan, ordusunun her türlü muhtemel saldırıya karşı teyakkuzda olduğunu belirtti. Saldırının sınırlı olacağını düşündüklerini belirten Suriyeli komutan, “Suriye’ye saldırmanın, korsan İsrail’in mahvına davetiye çıkarma anlamına geldiğini” ifade etti. “Amerika ve müttefiklerine karşı ülke savunmasının her Suriyeli vatandaş için bir şeref olduğunu” belirtenkomutan, “ülkesine saldırıldığı takdirde Suriye’nin komşularının da savaşa bulaşmak zorunda kalacağını, bunun da bizzat İsrail ve ABD tarafında yıllardır korkuyla beklenen ‘Kıyamet Senaryosu’na dönüşmesinin kaçınılmazlığı olduğunu” vurguladı. Komutan, ülkesinin dört beş füzeyle, bir kaç gün bombardımanla yıkılacak bir ülke olmadığını, bunu deneyenlerin de, onlara yardım edenlerin de, ummadıkları ağır bedeller ödemeye hazır olmaları gerektiğini kaydetti. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi - Genel Komutanlık Basın Sorumlusu Enver Reca, “Suriye’ye karşı gerçekleşebilecek askeri saldırı, bize karşı da yapılmış kabul edilecektir. Çünkü biz uzun süredir Suriye ile siyasi olarak ve İsrail’e karşı Mukavemet ittifakı içindeyiz. Dolayısı ile Filistin Halk Kurtuluş Cephesi savaş durumunda Suriye’nin yanında savaşacaktır’’ dedi. Enver Reca, “Bu savaştan kaçacak her tarafın hain ve saldırganların suç ortağı olacağını” da söylerken, Amerika ve Batı’nın Suriye’ye saldırması halinde ‘’Bu saldırıya ortak olacak her cephenin bölgedeki çıkarları, meşru hedef olacaktır’’ uyarısında bulundu. Enver Reca, Amerika ve Batı’nın Suriye’ye saldırı tehditlerinin, kimyasal silah saldırısı uydurması ile tırmanışa geçtiğini söyledi. 8 İSVİÇRE MERHABA / hallo schweız Dutzende Tote am “Freitag der Wut” in Ägypten Im Juli deutlich weniger Asylgesuche als im Vorjahr In der Schweiz haben im Juli 1819 Menschen um Asyl ersucht, gut ein Drittel weniger als im Vergleichsmonat des Vorjahres. Aufgrund der rückläufigen Gesuchszahlen korrigiert der Bund die Prognose für 2013 leicht nach unten. Ging das Bundesamt für Migration (BFM) bisher für das Gesamtjahr von rund 26’000 Asylanträgen aus, rechnet es gemäss einer Mitteilung vom Donnerstag neu mit etwa 24’000 Gesuchen. Das sind 4600 Gesuche weniger als 2012. Von Januar bis Juli 2013 wurden in der Schweiz 12’844 Asylgesuche gestellt, 4375 weniger als in den ersten sieben Monaten des Jahres 2012. Gegenüber dem Vormonat nahmen die Anträge im Juli um 18 Prozent zu. Am meisten neue Asylbewerber kamen im Juli aus Eritrea, nämlich 278. Das sind 102 Gesuche oder 58 Prozent mehr als im Juni. An zweiter Stelle folgten Bewerber aus Nigeria mit 137 Anträgen (-2,1 Prozent). Stark zugenommen haben auch die Asylgesuche von syrischen Staatsangehörigen, und zwar um 38 Prozent auf 101 Gesuche. Dublin-Überstellungen Im Juli 2013 ersuchte die Schweiz bei 936 Personen einen anderen Dublin-Staat um Übernahme, wie das BFM ausführt. 472 Anfragen betrafen Italien. Im selben Zeitraum konnten 383 Personen an den zuständigen Dublin-Staat überstellt werden (226 nach Italien), eine Person weniger als im Vormonat. Umgekehrt wurde die Schweiz von anderen Dublin-Staaten um Übernahme von 263 Personen ersucht. 69 Personen wurden der Schweiz überstellt. Mehr Asylgesuche in Europa Auf internationaler Ebene sieht das BFM vorderhand keinen Lichtblick im Asylbereich - im Gegenteil. Von den wichtigsten Zielländern für Asylsuchende in Europa meldeten ausser der Schweiz nur Belgien und Schweden deutlich rückläufige Gesuchszahlen, schreibt das Amt. Insgesamt dürften laut dem Bundesamt in Europa erstmals seit 2002 wieder mehr als 400’000 Asylanträge eingereicht werden. 2012 waren es europaweit noch rund 350’000 Gesuche. Eine neue Welle der Gewalt hat Ägypten an dem von Islamisten ausgerufenen “Freitag der Wut” erschüttert. Bei landesweiten Strassenkämpfen zwischen Demonstranten und der Polizei kamen nach Angaben aus Sicherheitskreisen mehr als 80 Menschen ums Leben. Etwa 300 wurden verletzt. Zu den Protesten hatten die islamistische Muslimbruderschaft und verschiedene radikale Islamisten-Parteien aufgerufen. Zehntausende Anhänger des entmachteten Präsidenten Mohammed Mursi gingen nach den Freitagsgebeten landesweit auf die Strasse und schrien ihre Wut über das Blutvergiessen in ihren Protestlagern heraus. Der seit Wochen schwelende Konflikt zwischen Islamisten und Mursi-Gegnern war am Mittwoch eskaliert, als Sicherheitskräfte zwei zentrale Protestlager der Muslimbrüder in Kairo gewaltsam geräumt hatten. Beim Vorgehen der Polizei und bei anschliessenden Angriffen von Islamisten wurden nach Regierungsangaben über 600 Personen getötet. Die Muslimbrüder gehen aber von Tausenden Toten aus. Die Islamisten fordern die Wiedereinsetzung Mursis, der seit seiner Entmachtung durch die Armee am 3. Juli an einem geheimen Ort festgehalten wird. Auf dem Ramses-Platz in Kairo kamen am Freitag etwa 20’000 Menschen zusammen. Die Armee riegelte andere Plätze und Strassen in der Hauptstadt ab, in der am Freitag auch zahlreiche Opfer des Blutbads vom Mittwoch zu Grabe getragen wurden. Von der 15. Mai-Brücke in der Hauptstadt schossen demonstrierende Islamisten auf umliegende Häuser, von denen aus sie mit Steinen beworfen wurden. Tote und Verletzte gab es am Freitag in Kairo, in der Provinz Kafr al-Scheich sowie in den Städten Ismailija, Port Said, Damietta, Al-Arisch und Fajum. Notstand in mehreren Landesteilen Experten befürchten, dass die Lage weiter eskalieren könnte. Denn die Polizei hat Order, mit scharfer Munition auf Plünderer und Saboteure zu schiessen. In mehreren Landesteilen gilt der Notstand. Auch die Verhaftungswelle von hochrangigen Mitgliedern der Muslimbruderschaft geht weiter. Die Polizei verhaftete vor Beginn der Proteste am Freitag vier führende Vertreter, wie das Nachrichtenportal youm7 meldete. In mehreren Staaten der arabischen Welt haben Demonstranten am Freitag das Vorgehen des ägyptischen Militärs gegen die MursiAnhänger verurteilt. In der türkischen Hauptstadt Ankara versammelten sich etwa 3000 Menschen vor einer Moschee, zelebrierten ein Totengedenken und zogen anschliessend zu den Botschaften Ägyptens sowie der USA. “Die islamistische Bewegung kann nicht gestoppt werden”, skandierten sie dabei. In der Metropole Istanbul demonstrierten etwa 1000 Menschen. Weitere Proteste gab es in Ost-Jerusalem, wo etwa 600 Anhänger der radikalislamischen Palästinenserorganisation Hamas demonstrierten, und im Westjordanland. Auch in mehreren Städten Pakistans kamen jeweils hunderte Menschen zu Kundgebungen zusammen. In der sudanesischen Hauptstadt Khartum schlossen sich ebenfalls hunderte Menschen einem Protestmarsch an. Demonstrationen gab es zudem in der jordanischen Hauptstadt Amman. Der saudiarabische König Abdullah erklärte, sein Land stehe im Kampf gegen “Terroristen” an der Seite Ägyptens. Das Land dürfe nicht destabilisiert werden. Weltweit wurde vor einer Ausweitung der Krise gewarnt. Der UNO-Sicherheitsrat forderte nach einer Dringlichkeitssitzung ein Ende der Gewalt in Ägypten. Die deutsche Kanzlerin Angela Merkel liess erklären, angesichts der jüngsten Entwicklungen werde die deutsche Regierung ihre Beziehungen zu Ägypten überprüfen. Dies sollte auch die EU tun, hiess es nach einem Gespräch Merkels mit dem französischen Präsidenten François Hollande. Die beiden schlugen eine Dringlichkeitssitzung der EU-Aussenminister vor. Angesichts der aktuellen Lage rieten zahlreiche Länder von Reisen nach Ägypten ab, darunter die Schweiz. İSVİÇRE MERHABA / hallo schweız Hilfsorganisationen gedenken der Opfer in eigenen Reihen Am internationalen Tag der humanitären Hilfe haben die Hilfsorganisationen der Opfer in eigenen Reihen gedacht. Im vergangenen Jahr kamen 272 humanitäre Helfer zu Schaden. 66 unter ihnen wurden getötet, 115 verletzt und deren 91 entführt. S eit Jahresbeginn wurden bereits 207 Opfer gezählt, darunter 76 Tote, 59 Verletzte und 72 Entführte, wie aus der Datenbank der Organisation Humanitarian Outcomes hervorgeht. Eine neue Kampagne soll auf die Gefahren der humanitären Hilfe aufmerksam machen. Unter dem Motto “Die Welt braucht mehr ...” können bekannte Marken die fehlenden Worte sponsern. Bis am 24. September können User die Worte auf sozialen Netzwerken teilen und so das Geld der Sponsoren freigeben. “Die Welt braucht mehr Menschlichkeit”, sagte UNO-Nothilfekoordinatorin Valerie Amos. Dieses Jahr hätten die Hilfsorganisationen die schwere Aufgabe, über 70 Millionen Menschen in der ganzen Welt zu helfen. Der internationale Tag der humanitären Hilfe wird im Gedenken an die Opfer des Attentats von Bagdad am 19. August 2003 begangen. Bei dem Anschlag in der irakischen Hauptstadt kam neben 21 Mitarbeitern auch der damalige UNO-Hochkommissar für Menschenrechte, Sérgio Vieira de Mello, ums Leben. 9 10 İSVİÇRE MERHABA / hallo schweız Lesben uns Schwule in Neuseeland bei Ja-Wort im siebten Himmel Die Homo-Ehe ist jetzt auch in Neuseeland erlaubt. 31 lesbische und schwule Paare haben sich nach offiziellen Angaben das Ja-Wort gegeben. Neuseeland ist das erste Land in Ozeanien und das 14. weltweit, das die Homo-Ehe legalisiert. Asylunterkunft für bis 100 Personen in Alpnach eröffnet In einer Truppenunterkunft in Alpnach in Obwalden hat der Bund am Dienstag für sechs Monate eine Asylunterkunft für 100 Personen eröffnet. Nach Diskussionen um ein angebliches Badi-Verbot für Asylsuchende in Bremgarten AG präzisierte der Bund in Alpnach die Regeln. Am Dienstag zogen in Alpnach OW die ersten Asylsuchenden in die Truppenunterkunft Kleine Schliere ein. Diese bietet Platz für 100 Personen. Spätestens am 18. Februar 2014 soll die Anlage wieder geschlossen werden, teilte das Bundesamt für Migration (BFM) am Dienstag mit. In der oberirdischen Anlage sollen vorab neu ankommende Migrantenfamilien mit Kindern untergebracht werden, die in der Schweiz einen Asylantrag gestellt haben und auf einen Entscheid warten. Gemäss einem Flyer der Gemeinde sollen sie durchschnittlich drei bis sechs Wochen in Alpnach bleiben. Arbeitseinsätze an Wanderwegen Für die Betreuung der Asylbewerber und den Betrieb der Unterkunft ist das Unternehmen ORS Service AG verantwortlich. Dieses suche mit der Gemeinde nach gemeinnützigen Arbeitseinsätzen für die Asylsuchenden. Denkbar seien Arbeiten wie etwa die Erneuerung von Wanderwegen, schreibt das BFM. Für die Sicherheit im und um das Zentrum soll der private Sicherheitsdienst Securitas rund um die Uhr sorgen. Für die Bevölkerung wurde eine Telefon-Hotline eingerichtet, bei der sie Probleme melden kann. Gemäss einer Vereinbarung zwischen dem Bund und der Gemeinde Alpnach dürfen Asylsuchende Schul- und Sportanlagen werktags zwischen 7 und 18 Uhr “aus organisatorischen Gründen” nur nach Absprache mit den Gemeindebehörden nutzen. Die Benutzung der Anlagen sei im Übrigen auch für die Allgemeinheit nicht unbeschränkt möglich, hält das BFM fest. In Brasilien ist noch ein Rechtsstreit zu der Frage im Gang. In Neuseeland ist der wichtigste Unterschied zu den seit acht Jahren möglichen eingetragenen Partnerschaften: Verheiratete Lesben und Schwule können gemeinsam Kinder adoptieren. Lynley Bendali und Ally Wanikau heirateten über den Wolken. Sie hatten den Wettbewerb einer Fluggesellschaft gewonnen. Die seit 13 Jahren liierten Bräute kamen in schwarz, mit weisser und grauer Bluse. “Ich gebe Dir mein Herz und meine Liebe”, sagte Wanikau strahlend und laut, um das Dröhnen der Triebwerke zu übertönen. Eine Beamtin nach das Eheversprechen über den Wolken ab. An Bord waren die drei Kinder der Frauen, Freude und Verwandte und der US-Schauspieler Jesse Tyler Ferguson (bekannt aus der TV-Serie “Modern Family”) mit seinem Mann. Im Nationalmuseum in Wellington schlug die grosse Stunde für die Australier Paul McCarthy und Trent Kandler. Sie gelobten sich gegenseitige Treue unter dem Blitzlichtgewitter zahlreicher Fotografen. Die beiden sind seit elf Jahren ein Paar. Rund 200 gleichgeschlechtliche Paare haben seit 2005 ihre Partnerschaft in Neuseeland offiziell eintragen lassen. Damit werden sie zwar als “engste Verwand- te” im Sinne des Gesetzes anerkannt. Sie bekommen etwa im Krankheitsfall etwa medizinische Auskünfte über den Partner und dürfen im Todesfall entscheiden, ob der andere beerdigt oder verbrannt werden soll. Gemeinsame Adoption war bislang aber nicht möglich: wenn eine lesbische Frau die Kinder ihrer Partnerin adoptieren wollte, ging das nur, wenn der Name der leiblichen Mutter gestrichen wurde. Seit Montag sind alle Paare gleichgestellt. Warnstreik auf der Baustelle der Swiss Alps AG in Andermatt Die Unia hat erneut einen krassen Fall von Lohndumping auf der Baustelle des Luxushotels The Chedi von Samih Sawiris in Andermatt aufgedeckt. Die Beltec Electric GmbH entlöhnte ihre Mitarbeiter teilweise nach deutschem Tarif zu 9.90 Euro. Mit der missbräuchlichen, fristlosen Kündigung eines Teils der Arbeiter eskalierte der deutsche Subunternehmer gestern die Situation, weshalb die betroffenen Elektriker heute Nachmittag in einen Warnstreik traten. Sie verlangen die Einhaltung der Schweizer Bedingungen und die Rücknahme der missbräuchlichen Kündigungen. Ende Mai haben sich rund 30 von der deutschen Beltec Electric GmbH angestellte Elektriker mit der Bitte um Unterstützung für die fristgerechte Auszahlung ihrer Löhne an die Gewerkschaft Unia gewandt. Interventionen der Gewerkschaft Unia bei der Firma Beltec, der Auftraggeberin Andermatt Swiss Alps AG und beim zuständigen Generalunternehmer Daltrop AG blieben bis heute erfolglos. Weitere Abklärungen zeigten, dass die Löhne nicht nur verspätet ausbezahlt werden sondern auch zu tief sind und dem geltenden Gesamtarbeitsvertrag widersprechen. Statt zu Schweizer Bedingungen über die ganze Beschäftigungsdauer in der Schweiz wurden die betroffenen Elektriker teilweise nach deutschen Tarif zu 9.90 Euro entlöhnt — weniger als der Hälfte dessen, was sie eigentlich hätten erhalten müssen. Nachdem die Beltec gestern erfahren hat, dass sich die Elektroinstallateure mit Hilfe der Gewerkschaft Unia gegen die unrechtmässigen Anstellungsbedingungen wehren wollen, hat sie einem Teil der Arbeiter fristlos gekündet. Die Unia verurteilt diese missbräuchlichen Kündigungen auf schärfste. Sie verletzen das verfassungsmässig garantierte Recht der Arbeiter, sich gewerkschaftlich zu organisieren. Der Unia vorliegende Lohnabrechnungen belegen weitere Ungereimtheiten und Verstösse gegen arbeitsrechtliche Bestimmungen. Die betroffenen Elektriker führten darum heute Nachmittag einen Warnstreik durch. Sie fordern damit die Bauherrin Andermatt Swiss Alps AG auf, dafür besorgt zu sein, dass endlich rechtmässige Zustände auf der Luxus-Baustelle in Andermatt herrschen. Der aktuelle Dumpingfall hat eine Vorgeschichte: Im Dezember 2012 musste die Firma Condor AG die Baustelle des Luxushotels verlassen, nachdem bekannt wurde, dass sie ihre Angestellten bis zu 58 Stunden pro Woche arbeiten liess, aber nur Lohn für die vereinbarten 40 Stunden ausbezahlte. Nun wiederholen sich die Vorkommnisse. Erneut werden zu tiefe Löhne verspätet ausbezahlt und wieder arbeiten die Elektriker rund 50 Stunden pro Woche. Neu ist nur, dass jetzt noch ein weiteres Sub-Unternehmen involviert ist. Der Generalunternehmer Daltrop AG beauftragte die deutsche Firma Imtech mit der Ausführung der elektrischen Installationen. Diese vergab die Arbeiten an die Firma Uritec, die sie wiederum an Beltech weiter gab, welche die rund 30 mehrheitlich aus Ungarn stammenden Elektriker beschäftigt. Pikant: Mitglieder der Geschäftsleitung der inzwischen Konkurs gegangenen Condor AG sitzen heute in der Geschäftsleitung der Beltec GmbH. MERHABA / hallo schweız 11 İSVİÇRE “İltica hakkı insan hakkıdır! Yerli ve göçmen ayrımcılığına son verilmelidir! Toplama-Esir kampları kapatılsın, herkese insani koşullar yaratılsın!” İsviçre mültecilere esir muamelesi yapıyor! İ sviçre Göçmen İşçiler Federasyonu ile İsviçre Türkiyeli İşçiler Federasyonu ortak bir bildiri yayınladı. Bildiride şu görüşlere yer verildi: Devlet politikası haline dönüşen ırkçı uygulamalar son hızıyla devam etmektedir. Göçmenlere dönük bu saldırıların sonuncusu 09 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşen halk oylamasıyla birlikte alınan kararların hayata geçirilmesidir. Büyük bir kitle desteği alınarak kabul edilen referandumla birlikte iltica hakkının giderek kısıtlanması, mültecilerin yaşam alanların insani koşullardan yoksun, adeta esir kamplarına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu ırkçı uygulamaların son bir örneği de Bern, Bremgarten’de mültecilerin spor tesislerine girişi başta olmak üzere 32 alana girişi yasaklanarak ırkçı bir uygulamaya daha imza atıldı. ‘Hassas bölgeler’ olarak tanımlanan bu yerlere girişi yasaklanan mültecilere potansiyel suçlu muamelesinin yapılması İsviçre’de ilk olmayan uygulamalar olduğu bilinmektedir. Uluslararası sözleşmelere imza atan ülkelerden biri olan İsviçre hümaniter bir ülke olduğu imajına rağmen mülteciler başta olmak üzere tüm göçmenlere yönelik izlediği ırkçı ve ayrımcı politikaları ile bunun gerçeği yansıtmadığı bir kez daha anlaşılmıştır. Çıkarılan gerici yasalarla potansiyel suçlu ve her suçun gerekçesi gösterilen mülteciler ve göçmenlere dönük son kapsamlı saldırı ise onları toplumdan uzak, tecrit edilmiş askeri kışlalar için kullanılan yeraltı kamplarına yerleştirilmesi oldu. Savaş dönemlerinde kullanılan yeraltı kamplarına yerleştirilen mültecilerin, insani yaşam haklarının gasp edilmesi, adeta esir muamelesi ile karşılaşmaları, görevlilerce cinsel tacize uğramaları, kaba ve insani olmayan davranışlarla yüz yüze gelmeleri, dolaşım haklarının gasp edilmesi, çocukların eğitim ve sağlık haklarından yoksun bırakılması gibi bir çok haktan mahrum bırakılması İsviçre’de onların dramını anlatmaya yeter. İsviçre’de toplumdan dışlanan, tehlikeli birer suçlu muamelesi görülen, her türlü ırkçı saldırıya maruz kalan, ayrımcı uygulamalarla yüz yüze gelen mültecilere dönük bu gerici ve ırkçı saldırıların kaynağı Devlet tarafından alınan kararlar olduğu işte esir kamplarına doldurularak insanlık dışı uygulamaların devreye sokulmasıyla daha net anlaşılmaktadır. Bremgarten olayı da bunu bir kez daha kanıtlamıştır. Bizler göçmen örgütleri olarak başta Bremgarten olayını ve toplama kampları uygulamasını insanlık dışı politikalar olarak görüyor ve nefretle kınıyoruz. Her insanın insanca yaşam koşullarına sahip olması ve her türlü haktan yararlanmasının bir insan hakkı olduğunu bir kez daha belirtiyor, ırkçı ve ayrımcı politika ve uygulamaların insanlık suçu olduğu bilinmesini istiyoruz. İsviçre devletini bu politikalarını bir kez daha gözden geçirmeye, mültecilere uygulanan bu ayrımcı uygulamalara son vermeye çağırıyoruz. 12 İSVİÇRE MERHABA / hallo schweız TÜRKİYE MERHABA / hallo schweız 13 Gezi tutuklusuna çıplak arama Gezi eylemlerine katıldığı için Şakran Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan 9 Eylül Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Elif Kaya’nın aranma görüntülerinde uygulamanın nasıl yapıldığı ortaya çıktı. SP tabanı 9 Haziran tarihinde oy çoğunluğu ile iltica yasası revizyonunu onaylayıp böylece kendi partisinin tavsiyesine karşı bir tutum gösterdi. Ancak “evet” payı SP takipçileri arasında diğer halk partilerinin tabanına göre yine de daha düşüktü. SP-tabanı az bir farkla iltica yasası revizyonunu onayladı SP’ye bir yakınlık hissedenlerin arasındaki oy veren vatandaşlardan %54’ü, 9 Haziran tarihinde iltica yasası revizyonu için yapılan oylamada “evet” oyu vermiştir. Bu sonuç, Genf Üniversitesinin siyasi bilimler enstitüsünün ve gfs.bern araştırma enstitüsünün Çarşamba günü yayınlanmış olan VOX analizinden anlaşılıyor. Siyasi yelpazenin sağ tarafında bulunanların arasındaki “evet” payının sola yakın kişilerden çok daha yüksek olması pek sürpriz olmadı: SVP taraftarlarından %90’ı revizyonu onayladı, FDP taraftarlarından hat- ta %93’ü. CVP taraftarları arasında bu pay %80’in biraz altındaydı. Her üç parti de evet oyu vermeyi kararlaştırmıştı zaten. Destekleyenlerin üçte birinden fazlası revizyonu, iltica işlemlerinin iyileştirilmesini ve hızlandırılmasını istedikleri için onayladıklarını belirtmişlerdir. Önerinin kabul edilmesindeki ikinci sebep olarak, fazla yabancının, fazla ilticacının ve fazla şiddetin var olduğu ileri sürüldü. Üçüncü sebep ise daha zorlu iltica işlemlerinin istenmesi oldu. VOX-Analizinde belirtildiği gibi, bu oylama sonucu hem daha iyi bir iltica sürecinin istenmesi olarak, hem de genel olarak iltica sürecinin ve migrasyon siyasetinin sertleştirilmesi arzusu olarak yorumlanabilir. Oy vermeye yetkili halk, 9 Haziran’da oyların %78,5’i ile çok açık bir şekilde iltica yasasında yapılacak acil değişiklikleri onaylamışlardı. VOX-Analizi için tüm İsviçre’de halk oylamasından sonraki iki hafta içerisinde yaklaşık 1500 kişi ile anket yapılmıştır. SP-Basis stimmte knapp für Asylgesetzrevision Die SP-Basis hat am 9. Juni der Asylgesetzrevision mehrheitlich zugestimmt und sich damit gegen die Empfehlung der eigenen Partei gestellt. Der Ja-Anteil war unter den SPAnhängern allerdings deutlich geringer als bei der Basis der bürgerlichen Parteien. Von jenen Stimmbürgern, die sich der SP verbunden fühlen, legten 54 Prozent bei der Abstimmung über die Asylgesetzrevision am 9. Juni ein Ja in die Urne. Dies geht aus der am Mittwoch veröffentlichten VOX-Analyse des Instituts für Politikwissenschaften der Universität Genf und des Forschungsinstituts gfs. bern hervor. Der Ja-Anteil unter den Befragten auf der rechten Seite des politischen Spektrums lag wenig überraschend merklich höher als bei Personen aus dem linken Lager: Von den SVP-Anhängern stimmten 90 Prozent der Revision zu, von den FDP-Anhängern gar 93 Prozent. Bei der CVP-Anhängerschaft lag der Anteil knapp unter 80 Prozent. Alle drei Parteien hatten die Ja-Parole gefasst. Mehr als ein Drittel der Befürworter gaben an, sie hätten der Revision zugestimmt, weil sie eine Verbes- serung und Beschleunigung der Asylverfahren wünschten. Als zweithäufigster Grund für die Annahme der Vorlage wurde das Argument genannt, wonach es zu viele Ausländer, zu viele Asylbewerber und zu viel Kriminalität gebe. An dritter Stelle folgt der Wunsch nach strengeren Asylverfahren. Wie es in der VOX-Analyse heisst, lässt sich der Stimmentscheid daher sowohl als Wunsch nach besseren Asylverfahren wie auch als Ausdruck des allgemeinen Willens zu einer weiteren Verhärtung der Asyl- und Migrationspolitik interpretieren. Die Stimmberechtigten hatten sich am 9. Juni mit 78,5 Prozent der Stimmen sehr deutlich für die dringlichen Änderungen im Asylgesetz ausgesprochen. Für die VOX-Analyse wurden in der ganzen Schweiz innerhalb von zwei Wochen nach der Volksabstimmung rund 1500 Personen befragt. “Ali İsmail ile aynı sokaktaydım, hepsinin yüzünü hatırlıyorum” Eskİşehİr’de Ali İsmail Korkmaz ile birlikte aynı sokakta saldırıya uğrayan Doğukan Bilir, o güne ilişkin açıklamalarda bulundu. Eskişehir’deki Gezi Direnişi eylemleri sırasında Ali İsmail Korkmaz’ın saldırıya uğradığı Sanayi Çıkmazı’nda bulunan tanıklardan Doğukan Bilir, o güne ilişkin açıklamalarda bulundu. Taraf’tan Fırat Alkaç ve Birgün’denDoğu Eroğlu’na konuşan Bilir, “Görüntülerde sokağa Ali İsmail ile birlikte giren kişi benim. Onu gördüm ve birlikte koşarak sokağa girdik. Beni dövmeye başladılar, o da ileriye doğru koştu ve fırının önünde dövüldü” dedi. Doğukan Bilir’in olay gününe ilişkin açıklamaları şöyle: “Sokağa Ali İsmail ile ben ve iki kişi aynı anda koşarak girdik. Ben girdiğimde arabaların arkasına saklanmış eli sopalı ve coplu sivil polisler bana saldırdı. Bu sırada benimle birlikte sokağa giren diğer iki arkadaş da geri kaçtı. Ali İsmail ise ileriye doğru koştu. Ben, sokağın girişinde polislerin bana saldırması sonrası, ileride eli sopalıları gördüğüm için geri koştum. Sonradan ben ve Ali İsmail’in aynı görüntüde olduğu kayıtlar çıktı. Ben geri kaçtıktan sonra yine sivil maskeli, ellerinde sopa ve cop bulunan polisler beni bir köşeye sıkıştırdılar. Burada beni dakikalarca darp ettiler. Bu sırada kimliğimi de aldılar. Sonra gitmemi söylediler. Uzaklaşırken daha fazla koşamadığım için yere yatarak arabaların arasına saklandım. Ses- siz şekilde babamı aradım ve yerimi söyledim. Bu sırada ellerinde sopalar bulunan kişilerin gölgelerini görüyordum, yolda insanları kovalıyorlardı. Babam gelince beni askerî hastaneye götürdü. Burada darp raporu aldım ve şikayetçi oldum. Hastanede yatarken iki tane polis geldi, ifademi almak için. Kimliğimi geri istedim. Bana ‘İyi yırtmışsın, kimliği alan polis gözaltı yapar. Eğer sana bir şey olsaydı, kim vurduya giderdin’ dedi. Bu olaydan sonra kimliğimi hâlâ geri alamadım. Geçtiğimiz günlerde Ali İsmail’in görüntüleri ortaya çıktı. Kendimi görüntülerde gördüm. Daha sonra Ali İsmail, kaçarken fırının önündeki grup tarafından feci şekilde dövülmüş.” Ali İsmail ile aynı anda hastaneye getirildiğini söyleyen Caner Ertay ise Taraf’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Ali İsmail ile bana bakan doktor aynıydı. Benim kolum kırık ve yüzüm kan içerisindeydi. Bu nedenle beni doktor ayrıntılı muayene etti. Sanırım Ali İsmail’in yüzünde kan olmadığı için hemen geri gönderdiler. Beni de dört saat kadar hastanede tuttular. Öğrendiğime göre normalde 24 saat hastanede kalmam gerekiyormuş. Ali İsmail’i önceden tanımıyordum, hastane görüntüleri ortaya çıkınca onu tanıdım. Ben de aynı görüntülerde vardım. Beni gözaltına alırlarken, yine ellerinde sopa ve cop bulunan maskeli polisler darp etti. Hepsinin yüzünü hatırlıyorum. Savcılıkta teşhis edeceğim polisleri.” Vatan gazetesinden Çınar Özer’in haberine göre Gezi eylemlerine katıldığı için Şakran Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan 9 Eylül Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Elif Kaya’nın arama odasına alındığı günün güvenlik kamerasına yansıyan görüntüleri aktarıldı. Mahkum kabul girişinde bulunan güvenlik kamerasının kayıtlarına göre arama odasında bekletilen Elif Kaya; 04:21’de mahkum kabul kayıt odasına alınıyor. Bu sırada odaya gardiyanlar girip çıkıyor. 04:34’te cezaevinin 2. Müdürü odaya giriyor. 04:42’de odadan önce müdür çıkıyor. Arkasından ellerini arkadan bir gardiyanın tuttuğu Elif Kaya, beraberinde 7 gardiyanla odadan çıkıyor. Bu sırada Kaya ile müdürün tartıştığı görülüyor. 04:43’te 3 gardiyan Kaya ile arama odasındayken dışarıda müdür ile 4 gardiyan bekliyor. 04:43’te bir gardiyan daha içeri girerken, 7 saniye sonra diğer 3 gardiyan da arama odasına giriyor. Müdür bir ara içeriye bakıyor, daha sonra kapıyı kapattıp dışarıda beklemeye başlıyor. 04:43’te bir gardiyan daha arama odasına giriyor. 04:45’te odadan çıkan gardiyan, müdüre, arama sırasında Kaya’nın üzerinden çıkan bir kağıt veriyor. 04:45’te odadan iki gardiyan çıkıyor. Gardiyanların biri yorulduğunu ve terlediğini belirten el işaretleri yapıyor. Ardından 4 gardiyan daha dışarıya çıkıyor ve odanın önünde müdür ile birlikte 8 gardiyan beklemeye başlıyor. Daha sonra bir tanesi içeriye girerek elinde sopaya benzeyen aletlerle dışarı çıkıyor. 7 gardiyan ve müdür odanın önünde bekliyor. 04:46’da Kaya arama odasından bir gardiyanla çıkıyor. Odaya girerken hırkasının önü açık olan Kaya’nın odadan çıkarken hırkasının önü ilikli, yüzü yere bakar görünüyor. Avukatların belirttiğine göre elindekiler iç çamaşırı. Müdür, gardiyanlar tarafından kendisine verilen kağıdı Kaya’ya geri veriyor. Bu sırada kayıt odasından bir gardiyan Kaya’nın eşyalarının olduğu poşeti getiriyor. Kaya, gardiyanın elindeki poşete uzanarak iç çamaşırını poşete koyuyor. Daha sonra Kaya x-ray cihazından geçirilerek koğuşların olduğu yere alınıyor. Cezaevi yönetimi tarafından 23 Haziran’da tutulan tutanakta aramanın nasıl yapıldığından söz edilmeden, “Kaya’nın üst araması yaptırmak istemediği, bunun insanlık dışı bir uygulama olduğunu belirttiği ve tüm ikna çabalarına rağmen üst aramasını kabul etmediği ve buna direndiği” belirtilip, “daha sonra üst araması yapılarak kuruma girişi sağlandı” denildi. Tutanaktan 2 gün sonra disiplin soruşturması açıldı ve Kaya’ya “1 ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma” cezası verildi. İsviçre’nin her yerinde ücretsiz olarak aynı günde eyleme katılmak için otobüsler ve trenle kalkacaktır. Onun için şehrinizdeki Unia ve diger sendikalarla ilişkiye geçiniz 14 İSVİÇRE MERHABA / hallo schweız Australierin ist 42 Minuten lang klinisch tot und überlebt 42 Minuten, nachdem sie für klinisch tot erklärt wurde, ist eine Australierin erfolgreich wiederbelebt worden. Die 41-jährige Vanessa Tanasio war vergangene Woche nach einem Herzstillstand aufgrund einer verstopften Arterie in ein Spital in Melbourne gebracht worden. Kurz nach ihrem Eintreffen wurde sie für klinisch tot erklärt, wie die behandelnden Ärzte des Monash Medical Centre am Montag mitteilten. Die Ärzte wollten allerdings nicht aufgeben und setzten die Herzmassage mit einem externen Kompressor namens Lucas 2 fort, um den Blutfluss durch Tanasios Gehirn aufrechtzuerhalten. Währenddessen öffnete der Kardiologe Wally Ahmar nach eigenen Angaben die vollständig verstopfte Arterie, um sie wieder durchlässig zu machen. Als der Blutfluss wiederhergestellt gewesen sei, habe Tanasios Herz begonnen, wieder normal zu schlagen. “Ich habe mehrere Stromstösse und mehrere Medikamente verwendet, um sie wiederzubeleben”, sagte Ahmar: “Es ist ein echtes Wunder. Ich hatte nicht erwartet, dass es ihr so gut gehen würde.” Nach Angaben des Spitals war es landesweit das erste Mal, dass Lucas 2 nach so einer langen Anwendung einen Patienten ins Leben zurückholte. Tanasio sagte, sie habe vor dem dramatischen Vorfall niemals Herzprobleme gehabt. “Ich erinnere mich, dass ich auf meinem Sofa war, dann auf dem Boden, und dass ich im Spital ankam”, schilderte die Mutter zweier Kinder: “Ich war eine Stunde lang tot und knapp eine Woche später fühle ich mich grossartig. Das ist surreal.” Für klinisch tot werden Patienten erklärt, die nicht mehr atmen und deren Blutkreislauf zum Erliegen gekommen ist. Autoverbände halten 100-Franken-Vignette für “Mogelpackung” Mİt einem Nein zur teureren Vignette ein Signal an den Bund senden und einen Strasseninfrastrukturfonds fordern - dieses Ziel verfolgt ein Verbandskomitee von ACS und TCS. Die geplante Erhöhung des Preises von 40 auf 100 Franken halten sie für eine “Mogelpackung”. Eine teurere Vignette bringe den Strassenbenützern “kaum einen Mehrwert”, sagte TCS-Zentralpräsident und Komitee-Co-Präsident Peter Goetschi am Dienstag vor den Medien in Bern. Die Engpässe auf den Nationalstrassen könnten mit dem neuen Vignettengeld nicht beseitigt werden. Und auch eine Erweiterung der Kapazitäten in den verkehrsüberlasteten Agglomerationen liege nicht drin. Mit einem Nein zur Vorlage wollen die Verbände deshalb ein Signal nach Bundesbern schicken und politischen Druck aufsetzen. Ihr Ziel ist laut Goetschi “eine gerechte Verkehrsfinanzierung” und “gleich lange Spiesse für Strasse und Schiene”. Konkret fordern die Verbände einen Strasseninfrastrukturfonds, der auf Verfassungsstufe fixiert ist und mit jährlichen festen Einlagen gespiesen wird - analog zu Finanzierung und Ausbau der Bahninfrastruktur (FABI). Sowohl Goetschi als auch ACS-Zentralpräsident Mathias Ammann betonten mehrfach, es gehe nicht darum, die Strasse und die Schiene gegeneinander auszuspielen. Aber es brauche eine Gleichbehandlung der verschiedenen Verkehrsträger. Ammann ist ebenfalls Co-Präsident des Komitees. Über die Änderung des Nationalstrassenabgabegesetzes wird am 24. November abgestimmt. Das Parlament hatte die Preiserhöhung in der Frühjahrssession beschlossen. Mit den Mehreinnahmen soll die Übernahme von kantonalen Strassen durch den Bund finanziert werden. Ein bürgerliches Komitee, das nicht mit dem Verbandskomitee identisch ist, hat das Referendum ergriffen und die notwendigen Unterschriften am 10. Juli eingereicht. In der Schweiz ist jede 13. Person arm Jede 13. Person in der Schweiz hat 2011 ein Leben in Armut geführt. Das sind rund 580’000 Menschen, darunter 130’000 Erwerbstätige. Über eine Million galten als armutsgefährdet. Alleinerziehende, Personen mit geringer Bildung und Ältere waren stark von Armut betroffen. G egenüber 2010 veränderte sich die Armutsquote nur unwesentlich, wie das Bundesamt für Statistik (BFS) am Dienstag mitteilte. 7,6 Prozent der Bevölkerung mussten mit einem Haushaltseinkommen unterhalb der absoluten Armutsgrenze auskommen. 2010 waren es 7,9 Prozent gewesen. Seit Beginn der Datenerhebung 2007 nahm die Einkommensarmut in der Schweiz allerdings um fast 2 Prozentpunkte ab. 2011 lag die Armutsgrenze für Einzelpersonen bei durchschnittlich 2200 Franken pro Monat, bei zwei Erwachsenen mit zwei Kindern bei 4050 Franken. Davon müssen der allgemeine Lebensunterhalt wie Essen, Kleidung, Körperpflege und Verkehr sowie Wohnkosten und Versicherungen bezahlt werden, nicht jedoch die obligatorische Krankenversicherung. Erwerbstätigkeit schützt vor Armut Besonders hohe Armutsquoten wiesen 2011 Alleinerziehende mit 21,9 Prozent, allein lebende Erwachsene mit 16,9 Prozent, Personen ohne nachobligatorische Bildung mit 13,7 Prozent sowie Personen in Haushalten ohne Erwerbstätige mit 20,4 Prozent aus. Bei den Personen ab 65 Jahren war das Armutsrisiko mit einer Quote von 16,1 Prozent ebenfalls relativ gross. Diese Zahl muss laut BFS allerdings mit Vorsicht interpretiert werden, da Rentner häu- figer auf Vermögen zurückgreifen könnten als andere Altersgruppen. Als guten Schutz vor Armut bezeichnet das BFS die eigene Erwerbstätigkeit. So betrug die Armutsquote der erwerbstätigen Bevölkerung mit 3,7 Prozent nur etwa ein Viertel der Quote der nicht erwerbstätigen Personen ab 18 Jahren (14,7 Prozent). Rund 130’000 Personen waren 2011 jedoch trotz Erwerbsarbeit von Armut betroffen. Armutsgefährdung geringer als in der EU 2011 waren in der Schweiz 14,3 Prozent der Bevölkerung oder gut eine Million Menschen armutsgefährdet, etwa gleich viele wie im Vorjahr. Als armutsgefährdet gelten Personen, deren Einkommen deutlich unter dem üblichen Einkommensniveau des Landes liegt. Um die Situation in der Schweiz mit anderen Ländern zu vergleichen, verwendet das BFS eine an die europäischen Standards angepasste Armutsgefährdungsquote. Diese kam in der Schweiz mit 15,0 Prozent unter dem Durchschnitt der Europäischen Union von 16,9 Prozent zu liegen. Im Hinblick auf die materielle Versorgung, die durch die Quote der erheblichen materiellen Entbehrung gemessen wird, kommt die Schweiz mit 1,0 Prozent sogar auf den tiefsten Wert aller Länder. Der EU-Durchschnitt betrug 8,8 Prozent. MERHABA / hallo schweız İSVİÇRE 15 16 AVRUPA MERHABA / hallo schweız İsveç’in başkenti Stockholm’de Müslüman bir kadının “başörtüsü taktığı için” saldırıya uğraması, tepkilere neden oldu. Saldırı sosyal medyada büyük tepki çekerken İsveç’li kadınlar Twitter’da başörtülü fotoğraflarını yayınlayarak saldırıyı kınadılar. Merkel’in seçim kozu ‘ev kadınlığı’ Seçİmlere hazırlanan Almanya Başbakanı Angela Merkel, evine ve ailesine düşkün bir portre çizdi. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, önümüzdeki 22 Eylül tarihinde yapılacak genel seçimlere etkili bir kampanya broşürüyle hazırlanıyor. Merkel broşürde özel hayatından ilginç detaylara yer veriyor. Broşürde öne çıkan detaylardan biri Merkel’in yapmayı en sevdiği yemeğin patates çorbası olması. Bir başka ilgi çekici detay ise bahçe işlerine olan tutkusu. Broşürde işini sevdiğini belirten Merkel, bugüne dek görülmemiş veya az görülmüş fotoğraflara da yer veriyor. Partisi Hıristiyan Demokratlar’ın Almanya’ya en iyisini verebilmek için çabaladığını belirten Merkel, broşürde evliliğinden de bahsetmeyi ihmal etmiyor. Yürüyüş ve operanın, kimya profesörü eşi Joachim Sauer ile ortak noktaları olduğunu yazan Merkel, sahip olduğu dini değerlerin de evliliğini iyi yönde etkilediğine dikkat çekiyor. Eşinin yaptığı yemeklerle ilgili nadiren şikayet ettiğini belirten Merkel, “Ne de olsa fırıncının oğlu” diyor. Şansölye Almanya’nın futboldaki başarısından da bahsederek, “Ülkemiz için iyi bir elçi” yorumunu yapıyor. Öte yandan Şansölye’nin dün Prenzlauer Berg ilçesinde bulunan Heinrich-Schliemann Lisesi’nde öğrencilere tarih dersi vermesi dikkat çekti. Merkel derste, Berlin Duvarı’nın 52 yıl önce yapılmaya başlandığını hatırlatarak, 1961’de okula başladığını söyledi. Başbakan okulda en sevdiği derslerin yabancı dil, Almanca ve matematik olduğunu söyledi. P Almanya’da Federal Meclis seçimlerine doğru Almanya’da 22 Eylül’de yapılacak genel seçimlerde 36 22 Eylül’de yapılacak genel seçimler için 36 Türkiye kökenli aday Bundestag’a girmek için yarışacak- Kamuoyu yoklamaları CDU’yu birinci parti olarak veriyor A lmanya’da 22 Eylül’de yapılacak genel seçimlerde 36 Türkiye kökenli aday Federal Meclis’e (Bundestag) girmek için yarışacak. Genel seçimlere 40 gün kala seçim kampanyalarıyavaş seyrederken adaylar çeşitli seçim kampanyasıçalışmalarına hız verdi. Almanya’da toplam 81 göçmen kökenli Bundestag için aday olurken göçmenlere en fazla yerveren parti Cem Özdemir’in eşbaşkan olduğu Yeşiller/ Birlik 90 partisi oldu. Yeşiller/Brilik 90 partisi toplam 23 göçmen adayı Bundestag için aday gösterdi. Uzmanlar, göçmen kökenli adayların 20 kadarının Federal Meclis’e girme şanslarının olduğunu ifade ediyorlar. Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve SOl Parti (Die Linke) 18 adayla en çok aday gösteren ikinci parti konumundabulunuyor. SPD ve Die Linke’yi sırasıyla 9 adayla Hür Demokrat PArti (FDP), 7 adayla Korsanlar (Die Piraten) ve 6 adayla Başbakan Angela Merkel’in başkanı olduğu Hristiyan Demokrat Parti (CDU) izliyor. Almanya’da Bavyera eyaletinin partisi olan ve iktidar ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi’nin (CSU) göçmen kökenli adayı bulunmuyor. Eyaletlerdeki Türkiye kökenli adaylar şöyle: “Kuzey Ren Vestfalya: Gülistan Yüksel ve Mahmut Özdemir (SPD), Cemile Giosouf (CDU), Eyüp Odabaşı (Yeşiller), Sevim Dağdelen ve Ayten Kaplan (Sol parti) Bavyera: Abuzer Erdoğan (SPD), Ekin Deligöz, Gülseren Demirel (Yeşiller), İbrahim Veziroğlu, Oğuz Lüle (Sol parti) Berlin: Cansel Kızıltepe, Ülker Radziwill (SPD), Korkmaz Özman (CDU), Özcan Mutlu, Müjgan Perçin (Yeşiller), Azize Tank ve Hakan Taş (Sol parti) Bremen: Sülmez Doğan(Yeşiller) Hamburg: AydanÖzoğuz, Metin Hakverdi, (SPD), Mustafa Akpolat (Sol parti) Hessen: Tuna Fırat (SPD), Vecih Yaşaner (Korsanlar) Rheinland Pfalz: Zorlu Ünal (Sol parti) Schleswig Holstein: Ali Demircan (Yeşiller), Ayşe Fehimli ve Meryem Tıraş Deniz(Sol parti) Aşağı Saksonya: Serkan Tören (FDP) ve Behiye Uca (Sol Parti) Baden Württemberg: Macit Karaahmetoğlu ve Ergün Can (SPD), Cem Özdemir, Danyal Beyaz, Mehmet Kılıç, Neşe Erikli (Yeşiller).” Sağlık sorunu olanlar adaylıktan vazgeçmiyor Öte yandan sağlıksorunları olmasına rağmen Bundestag için adaylar da mevcut. 65 yaşındaki Sol Parti Eşbaşkanı Gregor Gysi hem kalp hem de beyin ameliyatı geçirmesine rağmen adaylıktan vazgeçmeyen isimlerden. 61 yaşındaki CDU’lu Wolfgang Bosbach kanser olmasına rağmen adaylığı bırakmadı. Diğer bir sağlıksorunu bulunan siyasetçi ise Yeşiller’den 74 yaşındaki Christian Ströbele. Ströbele ciddi hastalığı olmasına rağmen siyasetten kopamayan ve adaylığını devam ettiren isimlerden. Bu üç isim de kendilerini siyasetin yaşama bağladığını ifade ediyorlar. Kamuoyu yoklamaları CDU’yu birinci parti olarak veriyor. Almanya’da seçimlere 34 parti katılırken toplam 61,8 milyon seçmen oy kullanabilecek. Almanya’da ilk kez oy kullanacakların MERHABA / hallo schweız sayısı ise 534 bin. Almanya’da yapılan kamuoyu yoklamalarında Merkel’in lideriolduğu CDU yine açık ara birinci gözüküyor. CDU’nun seçimlerde yüzde 39-42, anamuhalefet SPD’nin yüzde 24-27, Yeşiller’in yüzde 13-16, Sol Parti’nin yüzde 6-8 arasında oy almaları tahmin ediliyor. Şu anki iktidar ortağı olan FDP’nin ise yüzde 5’lik barajı aşıp aşamayacağı herkesin merak ettiği bir konu. 22 Eylül seçimlerinde oy kullanacak yaklaşık 5,9 milyon göçmen kökenliden 700 bine yakınının Türk olduğu ifade ediliyor. 22 Eylül 2002 yılındaki seçimlerde dönemin Başbakanı Gerhard Schröder yaklaşık 6 bin oy fark ile iktidara gelmiş ve o dönemde Türklerin SPD’ye oy vermeleri neticesinde bu sonuca ulaşılmıştı. 2002 yılındaki seçimlerde SPD 18 milyon 488 bin 668, CDU/CSU ise 18 milyon 482 bin 641 oy almıştı. Almanya’da SPD’yi tercih eden Türkiye kökenlilerin oranınınyüzde 65 civarında olduğu belirtiliyor. Türkler, yüzde 23 ile ikinci parti olarak Yeşiller’i, yüzde 7 ile de CDU/CSU’yu destekliyor. Alman seçim sistemi Almanya’da seçim sistemine göre seçmenin iki oyu bulunuyor. Seçmen ikamet ettiği seçim bölgesinde birinci oyunu doğrudan istediği adaya, ikinci oyunu dilediği partiye verebiliyor. Buna göre toplam 598 sandalyesi bulunan Bundestag’ın 299 sandalyesi doğrudan adaylara diğer yarısı ise listelere ayrılmış durumda. Şayet bir eyalette doğrudan aday sayısı fazla çıkaran parti varsa o parti listelerde de şanslı duruma geçiyor. Çünkü doğrudan adayın kazanmasıpartilere avantajsağlıyor. Almanya’da 299 seçim bölgesi mevcut. Partiler yüzde 5 barajını aşmak ya da doğrudan adaylardan en az 3 milletvekili çıkarmak zorundalar. Aksi halde meclise girme şansları yok. avrupa 17 İsveç’te kadına şiddete sosyal tepkİ olis sözcüsü Ulf Hoffman, cuma günü Farsta mahallesinde başörtülü hamile bir kadının saldırıya uğradığını belirtti. Hoffman, kimliği henüz belirlenemeyen saldırganın kadının kafasını bir otomobile vurduğunu, bu sırada sarf ettiği hakaretlerden saldırının nedeninin kadının diniyle bağlantılı olduğunun anlaşıldığını söyledi. Olayın duyulması üzerine, farklı inançlardan bazı İsveçli kadınlar, saldırıya uğrayan hemcinsleriyle dayanışma sergilemek için harekete geçti ve sosyal medyaya başörtülü fotoğraflarıyla çıktı. Başörtüsü takarak çektirdikleri fotoğrafları Twitter’a yükleyen kadınlar arasında, İsveç Yeşiller Partisi lideri Asa Romson ile Sosyal Demokrat Partisi Milletvekili Veronica Palm da vardı. Girişimin öncüleri, amaçlarının İsveç’te başörtüsü takan kadınlara yönelik rahatsızlıklara karşı farkındalık yaratmak olduğunu belirtiyor. Başörtülü protesto İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı, politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın uyarak başörtüsü taktı. İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı, politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın uyarak başörtüsü taktı. İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı, politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın uyarak başörtüsü taktı. Büyük tepkilere yol açan olay Stockholm’un Farsta semtinde akşam saatlerinde yaşandı. Kimliği belirlenemeyen bir adam, hamileliğinin son aylarında bulunan başörtülü bir kadına saldırdı. Kadının kafasını bir araca vuran kişi aynı zamanda “Böylelerine burada yer yok” diye bağrdı. Baygınlık geçiren kadın ambulansla hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. Saldırı büyük tepkilere neden oldu. İnsan Hakları ve göçmen örgütleri saldırıyı protesto eden açıklamalar yaparken, aralarında ateistlerin de bulunduğu bir grup kadın sanatçı saldırıyı protesto etmek için Pazartesi günü başörtüsü başörtüsü takacaklarını açıkladı ve tüm kadınlara başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu. İsveç’in en yüksek tirajlı gazetesi Aftobladet ve sosyal medyada yer alan çağrıya uyan binlerce kadın başörtüsü takarak başörtülü resimlerini sosyal medyada yayımladı. Son yıllarda başörtüsü taşıyan kadınların otobüs, restoran ve alışveriş merkezlerinde İsveçli ‘beyaz adamlar’ tarafından saldırıya uğradıkları belirtilen çağrıda, bazen da kadınların dini elbiseler giyen kadınları aşağıladıkları, tehdit ettikleri ve saldırdıkları belirtildikten sonra şu görüşlere yer veriliyor: “Bu tür saldırılar ve nefret suçları politik partilerin Müslümanların İsveç demokrasisine karşı bir tehdit ve problem oluşturdukları suçlamalarının medyada yayımlanmasından sonra arttı. Müslümanlara yönelik bu fotoğraf Müslüman kadınlara yönelik sözlü ve fiziki saldırılara neden oluyor. Bu sadece İsveç’e özgü bir fonemen olarak değil Avrupa’nın değişik yerlerinde ortaya çıkıyor.” Bu yaz Paris’ta saldırıya uğrayan hamile bir kadının çocuğunu kaybettiği, Ramazan’da Londra’da bir kadının saldırı sonucu yaralandığını belirten çağrıcılar, Adalet Bakanı Beatrice Ask’a Müslüman kadınların din özgürlüğü ve kişisel güvenliğinin sağlanması için önlem almasını istiyorlar. Alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir komisyon kurulmasını öneriyorlar. Olaydan üzüntü duyduğunu belirten Ask, konuyu görüşmek amacıyla çağrıcı aydın ve sanatçıları Salı günü Adalet Bakanlığına davet etti. Bu arada aralarında Çevre Partisi Eşbaşkanı Asa Romson, Sosyal Demokrat Stockholm İl Başkanı Veronika Palm’ın da bulunduğu bir çok kadın milletvekili başörtüsü taktı. Bazı erkekler de çağrıya uyarak başörtülü resimlerini Facebook sayfalarında yayımladılar. İsveç’te bir grup kadın, başörtülü hamile bir kadına yapılan ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla tüm kadınlara 19 Ağustos Pazartesi günü başörtüsü taşımaları çağrısında bulundu. Basın ve sosyal medyada geniş yer alan çağrıya aralarında tanınmış sanatçı, politikacı ve aydınların bulunduğu binlerce kadın uyarak başörtüsü taktı. 18 AVRUPA MERHABA / hallo schweız SPD’den dev gövde gösterisi A lman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) seçimlere 35 gün kala aradığı sinerjiyi bir türlü yakalayamıyor. Anketlerde oy oranı yüzde 23-26 arasında değişen SPD, 17 Agustosta yapılan 150’inci kuruluş yıldönümü kutlamasını gövde gösterisine dönüştürerek, seçim kampanyasında nefes almaya çalıştı. 22 Eylül’de yapılacak federal genel seçimlere 5 hafta kala, ne SPD ne de başbakan adayı Peer Steinbrück’ün yüzü henüz gülmüyor. Seçmenin önemli bir kısmının antipati ile yaklaştığı Steinbrück anketlerde başbakan Angela Merkel’den üç kat fark yemekte. Steinbrück, değişik şirketlerce yapılan anketlerde ‘Seçimlerde direkt seçebilseniz kimi başbakan görmek isterdiniz?’ sorusu sorulan Alman seçmenlerin ancak yüzde 21 ila 28 kadarının desteğini alabilirken, Merkel’i tercih edenlerin oranı yüzde 50-60 arasında seyrediyor. SPD ise halen yüzde 23-26 oy aralığında görünürken, iktidardaki Hristiyan Demokratlar (CDU-CSU) yüzde 40-42 bandında seyrediyor. SPD’nin koalisyon hükümeti kurmayı planladığı Yeşiller (Bündnis90/Die Grünen) ise yüzde 12-14 aralığındaki oy oranıyla yetersiz kalıyor. SPD yönetimi, seçim kampanyasındaki kötü gidişine dur diyebilmek için partinin 23 Mayıs’taki 150’inci yıl kutlamalarına ek olarak başkent Berlin’de iki günlük bir kutlama organize etti. Partinin dün başlayan ve bugün de devam edecek ‘SPD Deutschlandfest’ adlı kutlamalarının dünkü bölümünde 200 bin kadar kişi toplandı. Başbakan adayı Peer Steinbrück ve parti lideri Sigmar Gabriel’in de konuşmalar yaptığı kutlamada, 22 Eylül seçimleri ana gündem maddesi idi. Peer Steinbrück konuşmasında, SPD’nin eğitim alanında yıllık 20 milyar Euro’luk yatırım yapacağını ve bunun da yüksek gelir grubunda vergi mükelleflerinden alınacak yüzde 49 gelir vergisi ile finanse edileceğini kaydetti. Almanya’da 7 milyon kadar çalışanın saat ücretinin halen 8,5 Euro’nun altında olduğunu hatırlatan Steinbrück, SPD’nin iktidara gelmesi durumunda ‘yeterli’ bir asgari ücreti tüm sektörlere uygulayacaklarını vaad etti. Vergi kaçakçılığı ile mücadelenin partileri için önce- likli konulardan olacağını dile getiren Steinbrück, çifte vatandaşlık vaadini yinelerken, kadın-erkek ve Almanyabancılar arasında şans eşitliği gibi prensiplerin yerleşmesi için çalışma sözü verdi. Euro krizine de değinen Steinbrück, bir çok Avrupa ülkesindeki krizlerin Almanya’ya ‘pahalıya mal olacağını’ kabul etti. Steinbrück, krizden kurtunulması için ‘iyi işleyen bir Kurtarma Planı’na’ ihtiyaç olduğunu savundu. SPD adayı, iktidara gelmeleri durumunda yabancı ülkelere yapılan silah satışlarının kısıtlanacağını da vaat etti. Steinbrück, Merkel’in başbakanlığı döneminde Almanya’nın çatışmaların olduğu ülkelere tarihinde hiç olmadığı kadar fazla silah sattığına dikkat çekti. Steinbrück, SPD ve Yeşiller’in kuracağı bir koalisyon hükümetinin önemine değindiği konuşmasında, bireysel olarak bir daha Merkel başbakanlığında CDU ile kurulacak bir koalisyonda yer almayacağını söyledi. Steinbrück, 2005-2009 yılları arasında CDU-CSU ve SPD arasında kurulan Büyük Koalisyon’da maliye bakanı olarak görev yapıyordu. CDU-CSU’nun adayı başbakan Angela Merkel ile 1 Eylül’de katılacakları TV düellosuna da gönderme yapan Steinbrück, düellonun seçim kampanyasının doruk noktası olacağını sözlerine ekledi. Öte yandan, SPD iktidar partisi CDU ve başbakan Merkel’in seçimlere katılımın düşük olmasını istediğini iddia etti. Alman Haber Ajansı (DPA)’ya konuşan partinin Genel Başkanı Sigmar Gabriel, “Sayın Merkel insanların sandığa gitmesini istemiyor. Çünkü seçimlere katılım yüzde 70’in altında olursa o kazanacak. Seçime katılım yüzde 75’in üzerinde olursa SPD kazanacak” dedi. Gabriel, anketlere göre her üç Alman seçmenden birinin henüz kararsız olduğunu da sözlerine ekledi. SPD liderinin sözleri aslında bir anlamda gerçek. Zira Federal Almanya’da 1949’dan bu yana yapılan seçimlerden en düşük katılımlısı yüzde 70,8 ile 2009 yılındaki seçimler olmuştu. Sol seçmenin azımsanmayacak bir kesiminin sandık başına gitmediğinin tahmin edildiği 2009 seçimlerinde SPD ancak 23 oy alabilmişti. Bu oy oranı SPD’nin 1949’dan bu yana aldığı en düşük oy oranı olmuştu. SPD, Berlin’deki büyük kutlama ile gövde gösterisi yaparak, yeni bir sinerji yaratmak istediği ve böylelikle sola meyilli seçmenleri sandığa çekmeye çalışıyor. 22 Eylül’de yapılacak seçimlere katılacak 34 parti, Federal Meclis Bundestag’ın 598 milletvekilliği için yarışacak. Genel seçimlerle aynı gün Hessen Eyalet Parlamentosu için seçimler de yapılacak. 15 Eylül’de ise Bavyera Eyalet Parlamentosu seçimleri yapılacak. “Deutschlandfest” auf der Fanmeile - SPD feiert mit 200.000 Besuchern in Berlin Auf der Berliner Fanmeile zwischen Großem Stern und Brandenburger Tor feiert die SPD ihr “Deutschlandfest” zum 150-jährigen Bestehen der deutschen Sozialdemokratie. Auf vier Bühnen treten rund 700 Musiker auf. Kanzlerkandidat Peer Steinbrück nutzte die Veranstaltung am Samstag für seinen Wahlkampf. Die SPD hat am Samstagvormittag ihr zweitägiges “Deutschlandfest” zum 150. Geburtstag der Partei am Brandenburger Tor eingeläutet. Politischer Höhepunkt am Samstag war eine Rede von Kanzlerkandidat Peer Steinbrück am Brandenburger Tor. Seine Rede widmete Steinbrück einem Urthema der Sozialdemokratie: der sozialen Gerechtigkeit. Er wolle bei einem Wahlsieg umgehend einen gesetzlichen Mindestlohn einführen. Heute gehe es nicht mehr um die Einführung des Acht-Stunden-Tages, den Sozialdemokraten durchgesetzt hätten, so Steinbrück. Aber fast sieben Millionen in Deutschland verdienten heute unter 8,50 Euro. “Am 22. September ist Wahltag und ich will Bundeskanzler der Bundesrepublik Deutschland werden”, sagte Steinbrück unter dem Jubel von zehntausenden Bürgern. Außerdem kritisiert Steinbrück Bundeskanzlerin Merkel, sie hätte keinen Rettungsplan für die Stabilisierung des Euros. “Das wird Deutschland Geld kosten, dieses Europa zusammenzuhalten”, sagte der 66-Jährige. “Umso wichtiger ist es, dass wir dieses Geld nicht versenken.” Parteichef Sigmar Gabriel, Fraktionschef FrankWalter Steinmeier und NRW-Ministerpräsidentin Hannelore Kraft lasen Kindern beim Fest Geschichten vor und stellen sich in einem “Debattenzelt” den Fragen der Bürger. Zum SPD-Fest auf der Fanmeile zwischen Großem Stern und Platz des 18. März kamen bis zum Nachmittag nach Veranstalterangaben 200.000 Besucher. Rund 700 Künstler sorgen auf vier Bühnen für das musikalische Rahmenprogramm. Unter anderem treten die Prinzen, Nena und Roland Kaiser auf. Manche Teilnehmer des Festes zogen als Mitglieder der Arbeiterbewegung verkleidet über die Straße des 17. Juni. Genehmigung zunächst abgelehnt Um die Austragung der SPD-Party auf der Fanmeile hatte es in der Hauptstadt ein monatelanges Gezerre gegeben. Über die Hintergründe berichten “Tagesspiegel” und “Berliner Zeitung” am Freitag ausführlich. Für die Veranstaltung muss die Straße des 17. Juni zwischen Großem Stern und Brandenburger Tor inklusive Auf- und Abbau für eine Woche gesperrt werden. Der zuständige Baustadtrat von Berlin-Mitte, Carsten Spallek (CDU), lehnte eine Genehmigung ab. Weil es am Brandenburger Tor zahlreiche Veranstaltungen gibt und diese stets mit Verkehrsbehinderungen einhergehen, hat der Bezirk strenge Richtlinien vorgegeben. Unter anderem muss ein klarer Orts- und Zeitbezug vorliegen. Für Spallek war dies nicht der Fall, denn die SPD hatte ihr 150-jähriges Bestehen bereits gefeiert, und zwar am 23. Mai in Leipzig, wo der erste Vorläufer der Sozialdemokratischen Partei gegründet wurde. Schließlich wurde das SPD-Fest aber doch noch zugelassen. Grünes Licht kam jedoch nicht vom Bezirk, sondern von der Senatsverwaltung: Staatssekretär Christian Gaebler (SPD) ließ die Veranstaltung von der Straßenverkehrsbehörde genehmigen und setzte sich über die Bedenken der Bezirksverantwortlichen hinweg. “Das ist höchst unüblich”, sagte Spallek der “Berliner Zeitung”. Damit muss die SPD nicht einmal für die Sondernutzungsgebühren in Höhe von ca. 25.000 Euro aufkommen. Kritik wird aber vor allem daran laut, dass die wichtige Verkehrsader jetzt auch noch für eine reine Parteiveranstaltung gesperrt wird. Im vergangenen Jahr gab es wegen Veranstaltungen am Brandenburger Tor an rund 100 Tagen Sperrungen auf der Straße des 17. Juni. Taxifahrer, Chauffeure und Lieferanten sind entnervt vom Dauerstau in Mitte. Und nicht alle Veranstaltungen auf der Fanmeile sind echte Publikumsrenner: Zum ChampionsLeague-Finale zwischen Bayern München und Borussia Dortmund hatten die Veranstalter 300.000 Fußballfans erwartet. Bei regnerischem Wetter kamen dann nur 2.000. MERHABA / hallo schweız AB durgunluktan çıktı Avro Bölgesi 2. çeyrekte önceki çeyreğe göre yüzde 0,3 oranında büyüyerek durgunluktan çıktı. Avro Bölgesi ve AB, 2013 yılının 2.çeyreğinde, önceki çeyreğe göre yüzde 0,3 büyüdü. Ekonomistlerin beklentisi büyümenin yüzde 0,2 olacağı yönündeydi. 2011 yılının son çeyreğindeki yüzde 0,3’lük daralmayla birlikte 6 çeyrektir küçülen Avro Bölgesi 2013 yılının 2. çeyreğinde büyümeye geçerek durgunluktan çıktı. Avro Bölgesi ekonomisi geçen yılın 4. çeyreğinde yüzde 0,6 ve 3. çeyreğinde yüzde 0,1 küçülmüştü. AB ise bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,1, geçen yılın 4.çeyreğinde yüzde 0,5 küçülürken, 3. çeyrekte büyümede değişim yaşanmamıştı. AB istatistik kurumu Eurostat’ın verilerine göre 2. çeyrekte, bir önceki yılın aynı dönemine göre Avro Bölgesi yüzde 0,7 ve AB yüzde 0,2 daraldı. Yılın ilk çeyreğinde buyüme oranında değişim yaşamayan Avro Bölgesi’nin en büyük ekonomisi Almanya, ikinci çeyrekte önceki çeyreğe göre yüzde 0,7 ile beklentilerin biraz üzerinde büyüdü. Yıllık bazda Almanya’nın 2.çeyrek büyümesi ise yüzde 0,5 olarak gerçekleşti. İlk çeyrekte yüzde 0,2 daralan bölgenin ikinci büyük ekonomisi Fransa 2. çeyrekte önceki çeyreğe göre yüzde 0,5 büyürken, yıllık bazda büyüme oranı yüzde 0,3 olarak gerçekleşti. Avrupa’nın sorunlu ülkelerinden İspanya 2. çeyrekte yüzde 0,1 daralırken, Portekiz yüzde 1,1 büyüdü. Aynı dönemde yıllık bazda İspanya yüzde 1,7, Portekiz yüzde 2 oranında küçüldü. Yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,6 daralan İtalya ekonomisi ise 2. çeyrekte yüzde 0,2, yıllık bazda ise yüzde 2 oranında küçüldü. TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Özer: Büyüme artacak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Üyesi ve Denizli Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Özer, Avro Bölgesi’nin yüzde 0,3 oranında büyümeye başladığını, bunun eylülde yapılacak Almanya’daki seçimlerin ardından daha artacağını belirtti. İngiliz hükümeti The Guardian’ı tehdit etti The Guardian gazetesi Yazı İşleri Müdürü Alan Rusbridger, İngiliz hükümetinin gazete üzerinde uyguladığı baskıları anlattı. Rusbridger, hukuki süreçle tehdit edildiklerini ve Edward Snowden tarafından verilen belgelerden bazılarını yok imha etmeye zorlandıklarını belirtti. ABD eski istihbarat danışmanı Edward Snowden tarafından sızdırılan belgeleri yayınlayan Guardian gazetesi İngiliz hükümetinin baskıları ile karşı karşıya kaldığını açıkladı. 19 Ağustos tarihli bir haberde gazetenin yazı işleri müdürü Alan Rusbridger, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) eski danışmanı tarafından verilen bilgileri imha etmeye zorlandıklarını ve işbirliği yapmamaları halinde hukuki süreçle tehdit edildiklerini söyledi. Rusbridger, “Başbakan’ın görüşünü temsil ettiğini söyleyen üst düzey bir hükümet yetkilisinin” kendisiyle temas kurduğunu belirtirken, daha sonra bu yetkili ile iki kez görüşme gerçekleştiğini anlattı. Yazı İşleri Müdürü, bu yetkilinin üzerinde çalışmakta oldukları tüm materyallerin kendilerine verilmesini ya da imha edilmesini istediğini aktardı. Bir çok görüşme daha gerçekleştiğini söyleyen Rusbridger, “Ve o zaman Guardian’ın uzun tarihinin en garip anlarından biri yaşandı” diyerek, İngiliz ulusal güvenlik ajansından (GCHQ) iki güvenlik uzamanı gözetiminde harddisklerinin imha edildiğini bildirdi. İmha edilmeye zorlanan bu harddisklerdeki bilgilerin daha önce başka yere kopyalandığını kaydeden Rusbridger, bunun da İngiliz hükümetinin dijital çağı az anladığının göstergesi olduğuna dikkat çekti. Guardian Yazı İşleri Müdürü karmaşıklığına rağmen Edward Snowden tarafından sızdırılan belgeleri incelemeye devam edeceklerini ifade etti. Rusbridger, ancak artık İngiltere’de değil, New York ve diğer yerlerdeki bürolarında bu işin yapılacağını söyledi. Guardian gazetecisi Gleen Greenwald de İngiliz gizli servislerinin casus programlarına ilişkin de elinde büyük miktarda belge olduğunu belirterek, bunları yayınlamayı planladığını kaydetti. 19 AVRUPA Elvis Presley, FBI ajanı çıktı 1960’ların efsane ismi Elvis Presley’in dönemin Başkanı Richard Nixon’dan ABD’yi hippiler, komünistler ve Beatles grubundan korumak için resmi ajan kartı aldığı ortaya çıktı. M üzik dünyasında Rock’n Roll Kralı ya da sadece Kral olarak anılan efsane şarkıcı Elvis Presley’in ABD ajanı olduğuna dair yeni bir iddia ortaya atıldı. İddiaların kaynağı ise ekimde yayımlanacak olan “Letters Of Note / Notun Mektupları” isimli kitap oldu. Bir kısmı basında haber olan kitaba göre Presley, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’a Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ajanı olmak istediğini söyledi. Presley, ilk olarak uçak yolculuğu sırasında Kaliforniya Senatörü George Murphy ile karşılaştı ve “FBI ajanı olmak istediğini” söyledi. Bunun üzerine senatör de “Başkana mektup yaz” dedi. Hiç vakit kaybetmeyen ünlü şarkıcı, uçakta sarhoş olmasına rağmen Başkana imla hatalarıyla dolu 5 sayfalık bir mektup yazdı. Mektubunda ilaç ve uyuşturucu bağımlısı olduğu bilinmesine rağmen ABD’yi uyuşturucudan koruyacağını söyledi ve Nixon’dan bir randevu talep etti. Başkandan randevuyu alan Presley, Aralık 1970’de Beyaz Saray’a çıktı. Toplantıda Başkana ABD’yi uyuşturucunun yanısıra hippiler, komünistler ve İngiliz müzik grubu Beatles’tan koruyacağını da söyledi. Bunun karşılığında kendisine resmi bir FBI ajanı kartı verilmesini istedi. Başkan Nixon ise ilk etapta ajan kartını vermeyi reddetti. Ancak Presley hayranı danışmanlarının baskıları sonucunda daha sonra kimliği vermeyi kabul etti. Rock’n Roll Kralı Presley de daha sonra bu kartı çeşitli olaylarda kullandı. 1977’de henüz 42 yaşındayken hayatını kaybeden Elvis Presley’in, bağımlısı olduğu ilaç ve uyuşturuculardan dolayı yakalandığı hastalıklardan öldüğü tahmin ediliyor. 20 avrupa MERHABA / hallo schweız 21 “Fazla seksİ” deyİp meclİsten kovdular! Dört göçmen öğrenciden biri, ayrımcılığa uğradığını düşünüyor! Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nin 4 yılda bir hazırladığı ve bugün Federal Meclis’e sunduğu rapora göre, Almanya’da her dört göçmen öğrenciden biri, eğitim alanında kendisine ayrımcılık yapıldığını düşünüyor. Alman hükümetinin uyumdan sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer ise yaptığı yazılı açıklamada ülkede ayrımcılıkla mücadele edilmesi gerektiğini belirtti. F ederal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nin hazırladığı raporda, okula ve üniversiteye giden her dört göçmen öğrenciden birinin, ayrımcılığa uğradığını düşündüğüne dikkat çekildi. Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nden yapılan açıklamada, Almanya’da eğitim alanında ayrımcılığın ve iş hayatında haksız uygulamaların yaygın olduğu belirtilerek, bunun, kişilerin eğitim başarısını, çalışanların performansını ve motivasyonunu olumsuz etkilediği ifade edildi. Raporda, ayrımcılığa uğrayanlara ülkede bağımsız yardım ve danışmanlık hizmeti verecek merkezlerin olmadığına işaret edilerek, bu merkezlerin oluşturulması istendi. Okula ve üniversiteye giden her dört göçmen öğrenciden birinin, ayrımcılığa uğradığını düşündüğü bildirilen 449 sayfalık raporda, engellilerin yüzde 6’sının da okulda ve üniversitede haksızlığa uğradığını söylediği kaydedildi. Türk ve Arap öğrencilerine, kökenlerinden dolayı hakaret edildiği belirtilen raporda, eşcinsel öğrencilerin de hakarete uğradığına dikkati çekildi. Öğrencilerin okullarda ana dillerini konuşmasının yasaklanmasını eleştiren Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi, ders dili olarak Almancanın yeterli olacağı, yasakların kültürel çoğulculuk ve aidiyeti teşvik etmeyeceği vurgulandı. Müslüman öğrencilere, dini vecibelerin yerine getirilmesi konusunda da haksızlık yapılmış olabileceği belirtilen raporda, buna örnek olarak başörtülü öğrencilerin kabullenmesindeki eksiklik gösterilerek, bazı araştırmaların başörtülü öğrencilerin okuldaki performansının küçümsendiğini gösterdiği kaydedildi. Çalışma hayatındaki ön yargılara da dikkati çekilen raporda, bu ön yargıların göçmen kökenlilerin uygun bir meslek bulmalarını engellediğine işaret edildi. Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi Başkanı Monika Lüders, Almanya’nın eğitimde fırsat eşitliğini sağlaması gerektiğini vurgulayarak, ülkedeki demografik gelişmeden dolayı ten rengi, din, cinsel tercih, cinsiyet ve etnik kökenden bağımsız olarak kalifiye elemana ihtiyaç duyulduğunu belirtti. İlk kez böyle kapsamlı bir raporun hazırlandığını söyleyen Lüders, iş hayatı ve okulların ayrımcılığın meydana gelebilecek alanlar olduğunu, buralarda fırsat eşitliğinin sağlanabileceğini ve çeşitliliğin artırılabileceğini ifade etti. Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) başbakan adayı Peer Steinbrück’ün gölge kabinesinde yer alan Yasemin Karakaşoğlu da Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi tarafından hazırlanan rapordaki gelişmelerin yıllardan beri bilindiğini ancak bunun için toplumsal çözüm yaklaşımlarının bulunmadığını ifade etti. Raporun eğitim fırsatlarının eşitsiz dağıtıldığını ortaya koyduğuna işarete eden Karakaşoğlu, sosyal, kültürel ve coğrafi kökenin hala eğitimde büyük rol oynadığını, bunun kabul edilemez olduğunu, bu gelişmelerin toplumu böldüğünü savundu. Karakaşoğlu, çoğulculuğun bir fırsat olarak algılanması gerektiğini belirterek, eğitim sisteminin her türlü ayrımcılığa karşı duyarlı yapılmasının gerekliliğine dikkati çekti. DÜNYA MERHABA / hallo schweız İranlı bir kadın belediye meclisi üyesi ‘fazla seksi’ olduğu gerekçesiyle görevinden alındı İ ran’ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani kendi döneminde kadınların sivil haklarında iyileştirmeler yapılacağı sözünü verse de, Kadvin şehrinde bir kadın belediye meclisi üyesi ‘fazla seksi’ olduğu gerekçesiyle görevinden alındı. İngiliz Times gazetesinin haberine göre 27 yaşındaki Nina Siakhali Moradi, İran’ın en eski şehirlerinden biri olan Kazvin’de belediye meclis üyeliğine seçildikten sonra dindar muhafazakarlar tarafından seçim sonuçları iptal edildi. Haziran ayındaki seçimlerde 10 binden fazla oy alarak 163 aday arasından 14’üncü olmayı başarmasına rağmen, mühendis ve internet sitesi tasarımcısı olan Moradi’nin siyasi kariyeri ‘görevini yerine getirebilmek için fazla çekici’ olduğu gerekçesiyle kısa sürdü. Kazvin Belediyesi’nin üst düzey Öğrenciler ayrımcılık mağduru Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, her dört göçmen kökenli öğrenciden biri ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Araştırmada ayrımcılığın, okul başarısını olumsuz etkilediği vurgulandı. Berlin’de bulunan Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi’nin yaptığı araştırma, göçmen kökenli gençlerin ayrımcılık sorunuyla karşı karşıya kaldığını ortaya koydu. Araştırmanın sonuçlarına göre, Almanya’da orta ve yüksek öğrenim gören her dört göçmen kökenli öğrenciden biri eğitim alanında ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Göçmen kökenliler, engelliler, eşcinseller gibi ayrımcılıkla daha sık karşılaşan gruplarla ilgili hazırlanan 450 sayfalık rapor, diğer ‘dezavantajlı’ grupların da ayrımcılık mağduru olduğunu gözler önüne serdi. Buna göre, araştırmaya katılan engellilerden yüzde 6’sı dışlanma ve mobing (yıldırma) ile karşı karşıya kaldığını ifade ederken, eşcinsel öğrenciler de sık sık hakarete uğradığını dile getiriyor. Ayrımcılığın etkilerine de dikkat çekilen raporda, ayrımcılığın eğitim hayatındaki başarıyı düşürdüğü ve ayrımcılıkla karşılaşan kişilerin performansı ve çalışma motivasyonunu da azalttığı belirtiliyor. Almanya’da iş ve eğitim yaşamındaki dezavantajların ilk kez bu denli kapsamlı bir şekilde incelendiğini kaydeden Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi Müdürü Christine Lüders, iş ve eğitimin ayrımcılığın meydana gelebileceği merkezi alanlar olduğunu belirtti. Bu alanların aynı zamanda fırsat eşitliğinin sağlanması ve çeşitliliğin artırılması bakımından önemli fırsatlar sunduğuna dikkat çeken Lüders, ayrımcılık mağdurlarına olabildiğince hızlı şekilde yardım edilebilmesi için lise ve yüksek okullarda danışma merkezleri kurulmasını talep etti. Raporun Federal Meclis’e de sunulması bekleniyor. “Göçmen öğretmen sayısı artmalı” Yeşiller Partisi Federal Milletvekili, Parti Meclis Grubu Göç ve Göçmen Politikaları Sözcüsü Memet Kılıç konuyla ilgili şu açıklamada bulundu: “Okullarda göçmen kökenli öğretmenlerin sayısının artması gerekiyor. Ayrıca eğitim fakültelerinde kültürlerarası eğitim bilimleri derslerinin tüm öğretmen adayları için zorunlu olması gerekir. Göçmen kökenli öğretmenler, öğrencilere örnek teşkil ederek onları derslerinde daha başarılı olmaları yönünde olumlu bir şekilde etkileyebilirler. Ayrıca göçmen kökenli öğrencilerin eğitim sistemine güvenlerini de pekiştirirler. Kültürlerarası eğitim sayesinde aktarılacak bilgiler öğretmen adaylarının ilerde göçmen kökenli öğrencileri daha rahat anlayabilmelerini ve onları bilinçli bir şekilde desteklemelerini sağlayacaktır. Bugüne kadar birçok bilimsel çalışma göçmen kökenli ailelerin çocuklarının aynı başarıyı göstermelerine rağmen göçmen kökeni olmayanlardan daha kötü notlar aldıklarını ortaya koydu. Ne yazık ki bu sonuçlar eğitim sistemimizin acı gerçeği. Bana da sıklıkla mağdur aileler benzer deneyimlerini aktarıyorlar.” CIA, 1953 İran darbesini düzenlediğini resmen kabul etti Amerİkan Merkezi Haberalma Örgütü (CIA), 60 yıl önce İran’da düzenlenen ve dönemin başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesi ile sonuçlanan darbedeki sorumluluğunu sonunda resmen kabul etti. Ulusal Güvenlik Arşivi’nin internet sitesinde Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası çerçevesinde yayımlanan belgeler, “Musaddık ve liderliğini yaptığı Ulusal Cephe Partisi hükümetinin devrilmesine yol açan askeri darbe, ABD dış politikası çerçevesinde CIA emriyle düzenlendiğini” resmen ortaya koyuyor. “MECBUR KALDIK” Belgede “İran’ı Sovyet saldırısına açık bırakmanın ABD’yi TPAJAX’ı planlamak ve uygulamak zorunda bıraktı” ifadesi yer alıyor. CIA, hemen her aşamasında yerel işbirlikçilerin rol aldığı hükümeti devirme komplosu için TPAJAX kod adını kullanıyordu. Komplo, Musaddık’ı devirmek için propaganda yapmak, Şah Rıza Pehlevi’yi işbirliği yapmaya ikna etmek, milletvekillerine rüşvet vermek, güvenlik güçlerini organize etmek ve gösteriler düzenlemek gibi çeşitli aşamalardan oluşuyordu. İlk girişimleri başarısız olan komplocu- lar, 19 Ağustos 1953’teki ikinci denemelerinde amaçlarına ulaşmıştı. Daha önce operasyona katılan Amerikan ve İngiliz ajanlarının konuyla ilgili kitaplar yazmasına, iki Amerikan başkanının (Bill Clinton ve Barack Obama) da ABD’nin darbedeki rolünü kamuoyu önünde kabul etmesine karşın, CIA resmi bir açıklama yapmamıştı. “gİzlİ eylem” CIA’de çalışan bir tarihçi tarafından konuyla ilgili 1970’lerin ortalarında hazırlanan kurum içi rapor, 1981’de yayımlanmış ancak büyük bir kısmı gizli tutulmuştu. Raporun gizli tutulan kısımları arasında darbeyi anlatan “Gizli Eylem” başlıklı 3. Bölüm de yer alıyordu. Yayımlanan belgeler arasında Şah Rıza Pehlevi’nin ABD’nin isteğiyle General Fazlullah Zahedi’yi başbakan atadığı ferman da bulunuyor. İran, 19 Ağustos 1953’te tarihinin önemli dönüm noktalarından birini yaşamıştı. Ülkede Amerikan karşıtlığının büyük bir hızla yayılmasına neden olan darbe, 1979’da Şah Pehlevi rejiminin yıkılmasına ve aynı yıl Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliğinin işgal edilmesine yol açmıştı. bir çalışanı konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Belediyede podyum mankeni istemiyoruz” dedi. Kazvin’de kadın haklarının iyileştirilmesi ve şehrin yenilenmesi için çalışacağına dair seçim vaatlerinde bulunan Moradi, kampanya posterlerinde saçlarının hiç görünmediği başörtülü fotoğraflarını kullanmıştı. Ancak Moradi’nin bu posterleri muhafazakar bir grup tarafından yazılan mektupla “müstehcen ve din karşıtı” olduğu ve İslami hukuka aykırı olduğu nedeniyle valiye şikayet edildi. Morani İran’da “fazla seksi bulunduğu” için zorluk çeken tek kadın da değil. Maryam Nakhostin Ahmedi ve Şahla Atafeh isimli iki kadın aday da kampanya posterlerine el konulduktan sonra sorgulanmak üzere gözaltına alındı. 22 DÜNYA MERHABA / hallo schweız Müşerref, Butto’yu öldürmekten yargılanacak Pakİstan eski Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref, eski başbakan Benazir Butto’ya 2007’de düzenlenen suikastla bağlantılı üç ayrı cinayet suçlamasıyla yargılanacak. Savcı Chaudry Azhar, AFP’ye yaptığı açıklamada, suikastın gerçekleştirildiği dönemde cumhurbaşkanı olan Müşerref için “Cinayetle, cinayeti planlama ve cinayet koşullarını sağlamakla suçlanıyor” dedi. Bir dönem Pakistan Genelkurmay Başkanlığı da yapan ve arkasında ordu desteği bulunan Müşerref, gazetecilerin girmesine izin verilmediği duruşma salonunda, kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Pakistan gibi yıllarca cuntanın yönettiği bir ülkede eski bir askeri lider hakkında böyle bir dava açılmış olması örneği görülmemiş bir durum olarak nitelendiriliyor. Askeri darbeyle 1999’da yönetimi ele geçiren Müşerref, muhalefetin baskılarına dayanamayarak 2008’de görevinden ayrılarak İngiltere’ye yerleşmişti. Müşerref, 11 Mayıs’taki seçimlere katılmak için Mart ayında ülkesine dönmüştü. Butto, 27 Aralık 2007’de Ravalpindi kentindeki bir miting sırasında uğradığı silahlı ve bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmişti. Müşerref, suçlu bulunması halinde ömür boyu hapis veya idam cezasına çarptırılabilecek. 23 TÜRKİYE Gökçek’in ‘yol’u yol değil Hizbullah’tan Esad’a çağrı Lübnan’daki Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, savaşmak için kendisi ve örgütün tamamının Suriye’ye gitmeye hazır olduğunu söyledi. Nasrallah, Hizbullah örgütünün, 2006’da İsrail’le girdiği ve “Temmuz Savaşı” adını verdiği çatışmanın 7’nci yılı dönümü dolayısıyla bir televizyonda yaptığı konuşmada, Hizbullah’ın “daha önce hiç olmadığı kadar” güçlü ve “Savaşçı” sayısının yeterli olduğunu iddia etti. Örgütün Suriye rejiminin yanında yer almasına değinen Nasrallah, “Suriye’de 5 bin askerimiz varsa bu sayı 10 bin olacak. Suriye ve Lübnan halkı, Filistin ve Kudüs için teröristlere karşı savaşmak üzere gerekirse ben ve örgütün tamamı Suriye’ye gitmeye hazırız” ifadesini kullandı. Beyrut’un güney banliyölerinden Ruveys bölgesinde meydana gelen patlamayı “terörist katliam” olarak nitelendiren Nasrallah, Lübnan’daki saldırıların devam etmesi durumunda ülkenin uçuruma sürükleneceğini, dolayısıyla herkesin büyük bir sorumlulukla hareket etmesi gerektiğini ifade etti. Lübnan ‘da Hizbullah ‘ın kalesi olarak bilinen Beyrut’un güney banliyölerinden Ruveys bölgesinde, dün meydana gelen patlamada 24 kişinin öldüğü, en az 300 kişinin yaralandığı açıklanmıştı. MERHABA / hallo schweız Melih Gökçek’in yasal izinleri dahi tamamlamadan inşaatına başladığı otoyol projesine karşı bölge halkı ve üniversiteliler direnişe geçti. İnşaat alanına çadırlar kuruldu, pankartlar asıldı, Gökçek hesap vermeye çağrıldı. Gökçek ise direnişçilere ve ağaç katliamına karşı çıkan Can Dündar’a saldırdı Ortadoğu haritası yeniden mi çiziliyor? BİRİNCİ Dünya Savaşı 1918’de Osmanlı İmparatorluğu’nun ölümünün ve Ortadoğu haritasının yeniden çizileceğinin sinyalini veriyordu. Daha silahlar susmadan İngiltere ve Fransa bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin’i kapsayan Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacakları konusunda anlaştı. Londra’daki Royal United Services Institute adlı araştırma kurumunun başkanı Michael Clarke, günümüzde Ortadoğu’yu anlamak için bu paylaşmayı bilmenin şart olduğunu söylüyor: “Bildiğimiz Arap dünyası aslında 1916’da Sykes-Picot anlaşmasına dayanarak İngiliz ve Fransızlar tarafından kuruldu. Ve o günden beri fazla değişmedi. İsrail’in 1948’de kurulması dışında önemli bir değişiklik olmadı. Ve şimdi, bu yıl ilk kez Ortadoğu haritası çözülmeye başlıyor.” Bu gelişme en çok Suriye’de hissediliyor. London School of Economics’in Orta Doğu Merkezi’nde görevli Robert Lowe, Suriye’nin bölünebileceği görüşünde: “Birbiriyle çatışan birçok grup arasında güç dengesi şu sırada eşit görünüyor. Hiçbir grup tam olarak kontrolu ele geçiremiyor. Kürtler kendi kentlerinde kontrolu büyük ölçüde ele geçirdi ve şimdi bunu korumaya çalışıyorlar.” Birinci Dünya Savaşı Versay anlaşmasıyla sona erdiğinde Kürtler Suriye, Türkiye, Irak ve İran arasında bölündü. Saddam Hüseyin’in 2003 yılında devrilmesi ve kuzey Irak’ta özerk Kürt bölgesi kurulması, Kürtler’in bağımsız devlet iddialarını güçlendirdi. Ancak London School of Economics’de görevli Profesör Saad Cevat Irak’ın bölünmeye karşı direndiğini söylüyor: “Birincisi Irak’ta bir iç savaşa gitme eğilimi yok. Yetmişli yıllarda Lübnan’da yaşanan türde bir iç savaştan söz ediyorum. İkincisi Irak halkı arasında Kürtler dahil ülkeyi bölmeyi amaçlayan ciddi bir niyet görülmüyor.” Lübnan’da yaşanan son iç savaşın izleri başkent Beyrut’ta hala silinmiş değil. Suriye iç savaşının rakip Lübnanlı grupları etkilemesiyle bu ülkenin de bölünmesinden korkuluyor. Geçtiğimiz aylarda Sünni ve Şii militanlar Suriye’de iç savaşın şiddetlenmesi ve komşu ülkeleri içine çekme tehlikesi yaratması bunun ne gibi jeopolitik sonuçlar doğuracağı sorusuna yol açtı. Bazı uzmanlar bir asırdan beri ilk kez Ortadoğu haritasının yeniden çizilebileceğini öne sürüyor. arasında çıkan çatışmalarda çok sayıda ölen oldu. İngiliz uzman Michael Clarke Arap ayaklanmasının ortaya saldığı güçlerin Ortadoğu haritasını yeniden çizebilecekleri görüşünde: “Bölgenin balkanlar gibi bölünmesi olasılığı var. Ortaya bir dizi yeni devlet, yarı-devlet ve toprak uyuşmazlığı çıkabilir. Bu hepimiz için yeni bir oluşum.” Ancak Clarke Arap dünyasındaki devrimlerin başlangıç aşamasında olduğunu ve sonuçlarının bilinmesinin yıllar süreceğini söylüyor. (Amerika’nı Sesi/Henry Ridgwell) A nkara Büyükşehir Belediyesi’nin 100. Yıl ve Çiğdem mahalleleri ile ODTÜ’den geçirmeyi planladığı fakat henüz yasal izinleri tamamlanmadan uygulamaya geçtiği otoyol projesine karşı ODTÜ’lüler direnişe başladı. İnşaatı devam eden şantiyenin yanı başına çadırların kurulduğu eyleme mahalle halkı, ODTÜ öğrencileri ve forumlardan oluşturulan 100. Yıl İnisiyatifi, Çayyolu Üç Fidan Parkı Forumu ve Anıtpark Forumu katıldı. Basın açıklamasının yapıldığı sırada bölgeye çok sayıda çevik kuvvet polisi çağrıldı. Polisin “15 dakika içinde eylemi sonlandırmazsanız müdahale edeceğiz” tehditlerine karşın bölgeden ayrılmayan Ankaralılar, inşaat çalışmaları durana kadar bölgeden ayrılmayacaklarını dile getirdi. Eylemde söz alan 1963 girişli bir ODTÜ öğrencisi Çetin Örgen, 50 yıl önce o ağaçları elleriyle diktiklerini, ağaçlarını katledilmeleri için yetiştirmediklerini söyledi. Alana “Kahrolsun bağzı yollar”, “Otoyol yapma boşuna yıkacağız başına”, “#direnodtuormani” pankartları asıldı. Bir süre duran çadırların kaldırılmasının ardından eylemciler forum yapmaya başladı. Bu sırada polis de bölgeyi terk etti. Forumda geceleri de bölgede kalacaklarını söyleyen Ankaralılar, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i hesap vermeye çağırdı. Forum sonrasında ise direniş ihtiyaçları duyuruldu: Yere serilebilecek battaniye, kilim vs., yastık, mat, yiyecek, içecek, su, plastik tabak, bardak, çatal, ıslak mendil, peçete, sağlık malzemeleri ve ilaç, olası kundaklamalara karşı yangın tüpü. Direniş, Gökçek’i çileden çıkardı Halkın ODTÜ ormanı ve mahallesi için direnişe geçmesi üzerine Melih Gökçek de Twitter’dan hızlıca hakaretler yağdırmaya başladı. İşte size kent düşmanı bir avuç militan. Bütün amaçları olay çıkartmak” diyerek tweetlerine başlayan Gökçek, ağaca ve yeşile olan “sevdalarını” anlatırken yüzlerce ağacın katledildiği Atatürk Orman Çiftliği’ni örnek gösterdi. Gökçek saldırılarını şöyle sürdürdü: “Amaç üzüm yemek değil bağcı dövmekse bunu bir avuç ODTÜ’liden beklemek doğal. Zaten okullar açılınca olay çıkarmak için bahane arıyorlar. Aslında ODTÜ’de okuyan öğrencilerin %90’ı bu yolu istiyor. ODTÜ’de müsade etsinler kamu oyu yoklaması yapalım. Görelim ne çıkacak?” Gökçek, “Ankara’da metroyu beceremeyenler, ormanı budayarak güzelim ODTÜ kampüsünün ortasından yol geçirmeye çalışıyor. Gezi Parkı’nda budanacak olan koruluksa ODTÜ’nünkü harbi ormandır; çünkü geçmesi zordur biraz” diyen Can Dündar’ı da halkı suça ve isyana teşvik etmek ile suçladı. Gökçek bu defa da otoyol projesi için hedef gösterdi Rant projelerinin karşısına çıkan herkesi hedef gösteren Gökçek, gözünü 100. Yıl-Çiğdem-ODTÜ otoyol projesine çevirdi, mahalleliler adına belediyeyle görüşen ODTÜ öğretim üyesi Ali Gökmen ve eşi İnci Gökmen’i “ideolojik olmak” ile suçladı. Haziran Direnişi’nde eylemlere katılanlara hakaretler yağdıran, Mehmet Ali Alabora’yı hedef gösteren Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, Ankara’daki rant projelerine yükselen tepkileri de hedef tahtasına oturttu. 100. Yıl ve Çiğdem Mahallesi’ni ikiye bölecek, ODTÜ Ormanı’ndaki ağaçları katledecek otoyol projesi ile ilgili Twitter’dan açıklamalar yapan Gökçek, ODTÜ öğretim üyesi Ali Gökmen ve eşi İnci Gökmen’i hedef gösterdi. ODTÜ Ormanı’ndan geçecek 40 metre genişliğinde, 8 şeritli otoban projesi ile ilgili bilgi veren Gökçek, 4 kilometrelik yolun 2 kilometrelik bölümünün 1,5 ay içinde bitirileceğini söyledi. 2 kilometrelik ODTÜ kısmında 150 metre viyadük ve U alt geçit yapılacağını belirten Gökçek, tüm bu inşaatlar sırasında sadece 200 ağacın taşınacağı iddiasında bulundu. Buna karşın ODTÜ Ormanı’nda işaretlenin ağaç sayısı, Gökçek’in verdiği sayının çok daha üzerinde olması dikkat çekti. Yine ‘ideolojik davranıyorlar’ söylemi 100. Yıl ve Çiğdem Mahallesi halkı ile ODTÜ öğrencilerinin yol projesi ile ilgili eylemlerine tepki gösteren Gökçek, AKP’nin gelenekselleşen “ideolojik davranıyorlar” söylemine sarıldı. “ODTÜ’de sırf ideolojik nedenlerle bu hizmeti engellemeye çalışanlar var. Bazı kışkırtıcılar insanları tahrik ediyor” dedi ve mahalleliler adına Ankara Büyükşehir Belediyesi ile görüşmeleri yürüten ODTÜ Kimya Bölümü öğretim üyesi Ali Gökmen ile eşi İnci Gökmen’i hedef gösterdi. “Bize yapılan ihbarlara göre bu kışkırtıcılığı ODTÜ’de, kimya bölümündeki Prof. Ali Gökmen ve eşi yapmaktadır. Bu çiftlerin evleri Şirindere’de olması işin bahanesidir. Gerekçe olarak oradan geçecek trafiğin gürültüsünden rahatsız olmalarıdır” diyen Gökçek, bölge halkının bulvarın bir an önce bitirilmesini istediğini iddia etti. 24 mısır MERHABA / hallo schweız MERHABA / hallo schweız “Erdoğan’ın söyledikleri yanlış” A İşte Başbakan’ın sözünü ettiği “İsrail’in Mursi’yi devirme planı” ‘Orada diktatör diyeni sallandırırlar’ Başbakan Erdoğan, Mısır’da yaşanan gelişmelerin arkasında İsrail’in olduğunu iddia etti. Başbakan, ‘’Elimizde belgesi var. 2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan bir oturumda Adalet Bakanı ile bir entellektüel konuşuyor. O da Yahudi. ‘Mısır’da Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır. Çünkü demokrasi sandık değildir’ diyor’’ ifadelerini kullandı. ‘Diktatörlüğün olduğu yerde TV’ler gazeteler yayın yapamaz’ diyen Başbakan Erdoğan, ‘’Diktatör diyeni sallandırırlar Mısır’da olduğu gibi’’ şeklinde konuştu. İşte şu anda Batı demokrasi sandık değildir veya demokrasi sadece sandık değildir diye işlemeye başladılar. Ama biz diyoruz ki sandık milli iradenin ta kendisidir. Şu anda işte Mısır’da uygulanan budur. Ne diyorlar, demokrasi sandık değildir. Arkasında neresi var İsrail var. Çünkü İsrail, elimizde belgeleri var. 2011 seçimleri öncesinde Fransa’da yapılan bir oturumda, adalet bakanı ile bir entelektüel konuşuyor. O da Yahudi. Aynen şu ifadeyi kullanıyorlar. “Mısır’da Müslüman kardeşler seçimi kazansa da onlar kazanamayacaktır. Çünkü demokrasi sandık değildir.” Aynen. Uygulama bu. Türkiye olarak dünyaya demokrasi dersi vermeliyiz. İşte malum Gezi olaylarında benim milletim iradesine sahip çıktı ve gereken dersi, gerekenlere gerektiği şekilde verdi. Ama cam çerçeve indirerek değil, Molotof kullanarak değil. sadece yasalar içinde hukuk içerisinde meydanlarda ne söylenmesi gerekiyorsa bunu söyleyerek bu dersi verdi. Milli iradeyi çok çetin bir mücadelenin sonucunda bu noktaya taşıdık. Burayı muhafaza etmek yükseklere taşımak zorundayız. Bir Hacı Bektaş düşmanı saldırıda bulunuyor. Ancak muhalefet milletvekilleri saldıgana etten duvar örüyorlar. Saldırganı okşuyorlar. Bu kendini bilmez kısa bir süre sorgulandıktan sonra bakıyorsunuz hemen ödüllendirilircesine salıveriliyor. Sonra utanmadan sıkılmadan diktatörlükten bahsediyorlar. Kimse kusura bakmasın. Diktatörlüğün olduğu yerde kimse diktatörlüğü ağzına alamaz. Gazeteler dergiler televizyonlar yayın yapamaz. Sallandırırlar, Mısır’da olduğu gibi. Türkiye’de kim böyle bir şeyden bahsedebilir. Çıkacaksın meydanlarda konuşmanı yapacaksın. Kanuna aykırı olarak bunları yapacaksın. Sevsinler seni. Erdoğan’ın sözünü ettiği belgenin, Mısır’da seçimler yapılmadan önce düzenlenen bir panelin kayıtları olduğu anlaşıldı. 2 Haziran 2011 tarihli bu panelde, Fransız düşünür Bernard Henri-Levy ve İsrail’in şu anki adalet bakanı Tzipi Livni görülüyor. Panelde Levy konuşurken, İsrail eski Dışişleri Bakanı ve MOSSAD ajanı Livni de başını sallayarak ona destek veriyor. Levy o konuşmasında, Müslüman Kardeşler’in seçimleri kazanması durumunda “Demokrasi bunu istiyor diyemem, bırakalım seçim süreci işlesin diyemem” yorumunu yapıyor. Levy, Mısır’daki seçimleri Müslüman Kardeşler’in kazanması durumunda tutumunun nasıl olacağı sorusuna “Bu durumda orduyu göreve çağırırım” diye yanıt veriyor. Kral Abdullah’tan İhvan’a rest Suudİ Arabistan Kralı Abdullah, “şiddet olaylarında ülkesinin teröristler karşısında Mısır’ın yanında yer alacağını” söyledi. Arap dünyasına da çağrıda bulunan Suudi Arabistan Kralı Abdullah, Mısır’ın kaosa sürüklenmemesi için birlikte hareket edilmesini istedi. Suudi Arabistan devlet televizyonu aracılığıyla yapılan açıklamada, “Suudi Arabistan Krallığı, halkı ve hükümetiyle, terörizme karşı Mısırlı kardeşlerinin yarında olmuş ve olmaya devam edecektir” denildi. Mısır’da 3 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Genelkurmay Başkanı Abdülfettah El Sisi tarafından devrilmesi sonrasında Suudi Arabistan, bu ülkeye acil 4 milyar dolarlık bir yardım paketi açıklamıştı. Körfez ülkeleri, Mısır’a toplam 12 milyar dolar yardımda bulunacaklarını duyurmuştu. İHA ofisine baskın Mısır polisi, İhlas Haber Ajansı Kahire ofisine baskın düzenleyerek büro şefi Tahir Osman Hamde’yi gözaltına aldı. Mısır’ın başkenti Kahire’nin Manyal semtinde bulunan İhlas Haber Ajansı Kahire Ofisi, Mısır polisi tarafından basıldı.İHA Kahire Büro Şefi Tahir Osman Hamde’yi gözaltına alan emniyet güçleri, ofiste bulunan cihaz ve malzemelere de el koydu.Hamde’nin emniyet güçleri tarafından Kahire Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğü bildirildi. Mısır makamlarından konuya ilişkin açıklama yapılmazken, emniyet güçlerinin İHA ofisi personelinden çalışma izinlerini ve canlı yayın yapmak için gerekli lisansı istediği öğrenildi.Öte yandan Türkiye’nin Kahire Büyükelçiliği yetkilileri konuyla ilgili Mısır makamları ile temasa geçildiğini kaydetti. Katar’dan Mısır’a bedava doğalgaz Erdoğan’a tek cümlelik yanıt Erdoğan’ın bugün partisinin Toplantısı’nda ortaya attığı “Mısır’da yaşanan gelişmelerin arkasında İsrail var” iddiasına İsrail’den yanıt geldi. İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor, Associated Press haber ajansının konuyla ilgili bir sorusu üzerine, “Bu üzerine yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri” yanıtını verdi. Palmor’un bu sözleri İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu tarafından yapılan yazılı açıklamayla kamuoyuna duyuruldu. 25 Mısır dünya basınına kapılarını kapatıyor Başbakan Erdoğan’ın, “Mısır’daki darbenin arkasında İsrail var, elimizde belgesi var” sözlerine ABD’den yanıt gecikmedi. Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, “Erdoğan’ın sözleri saldırgan, delilsiz ve yanlış” açıklamasında bulundu. BD yönetimi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’daki darbenin ardında İsrail’in olduğu yönündeki sözlerini “güçlü biçimde” kınadı. Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, “Başbakan Erdoğan’ın bugünkü sözlerini güçlü bir biçimde kınıyoruz. İsrail’in Mısır’daki olaylarda bir şekilde sorumluluğu olduğunu söylemek saldırgan, delilsiz ve yanlıştır” dedi. Earnest ayrıca bu tür ifadelerin bölgedeki tüm ülkelerin yapıcı işbirliği gereksiniminden uzaklaşmalarından öte bir işe yaramayacağını belirtti. Ak Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda konuşan Başbakan Erdoğan, “Mısır’daki darbenin arkasında İsrail var, elimizde belgesi var” demişti. MISIR Katar resmi haber ajansının haberine göre 9 Ağustos günü doğalgaz yüklü bir tanker Mısır’a doğru yola çıktı. Haberde, Katarlı bir yetkilinin “Kardeş Mısır halkına, daha önce hediye olarak vaat edilen gönderme işlemi yerine getirilmiştir” sözlerine yer verildi. Katar, Muhammed Mursi devrilmeden önce geçtiğimiz hazıran ayında Mısır’a beş gemi doğalgaz hediye edeceğinin garantisini vermişti. 3 Temmuz’da Muhammed Mursi’yi deviren orduya karşı tepki gösteren Körfez ülkeleri arasında Katar da öne çıkmıştı. Ancak Katar DIşişleri Bakanı Halid el Attiyah, pazar günü yaptığı açıklamasında ülkesinin hiçbir zaman Müslüman Kardeşler’e yardıme tmediğini, gönderilen yardımların tüm Mısır için yapıldığını söylemişti. Basra Körfezi’nin bir diğer güçlü ülkesi Suudi Arabistan ise dünkü çıkışında Batılı ülkelerin Mısır’a yardımı kesmesi durumunda Arap ülkelerinin desteğe hazır olduğu mesajını vermişti. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Saud el Faysal Fransa gezisi sonrası devlet haber ajansına yaptığı açıklamada, “Mısır’a yaptıkları maddi yardımı keseceklerini açıklayan ya da bunu yapmakla tehdit eden ülkelere sesleniyorum. Arap ve Müslüman ülkeleri zengindir... Mısır’a yardım etmekte çekinmeyiz” demişti. Mısır makamları, Mısır’a gidecek gazetecilerin akreditasyon ve izin işlemleri için yeni uygulamaya geçti. Buna göre, hiçbir yabancı basın mensubunun, Mısır Genel İstihbarat Servisi, Ulusal Güvenlik Teşkilatı ve Askeri İstihbarat Servisi’nin onayı alınmadan akreditasyon işlemi gerçekleştirilmeyecek. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden yapılan yazılı açıklamada, Mısır makamlarınca Mısır’ı ziyaret edecek basın mensuplarının akreditasyon ve izin işlemleri için 15 Ağustos’tan itibaren geçerli ol- mak üzere yeni bir uygulama başlatıldığı belirtildi. Açıklamada, bu çerçevede, Mısır makamlarınca, Mısır Genel İstihbarat Servisi, Ulusal Güvenlik Teşkilatı (İçişleri Bakanlığı) ve Askeri İstihbarat Servisi’nin onayı alınmadan hiçbir yabancı basın mensubunun akreditasyon işlemlerinin gerçekleştirilmeyeceği, ayrıca basın mensuplarının beraberlerinde götürecekleri ekipmanlara izin alınmadan geçici ithal müsaadesi verilmeyeceğinin bildirildiği kaydedildi. Mısırlı general: Müslüman Kardeşlerin liderlerini öldürmek gerekiyor Mısırlı General Amr, Kahire’nin batısındaki Nasr City’de Fransız Le Monde gazetesine verdiği mülakatta, Mısır’daki durumu değerlendirdi. General Amr, Müslüman Kardeşler liderlerinin tümünü ya tutuklamak ya da öldürmek gerektiğini söyledi. Serge Michel imzalı haberde Mısırlı General Amr, her şeyden önce “Biz 90 milyon Mısırlıyız ve Müslüman Kardeşlerden sadece 3 milyon var” diyerek başlıyor konuşmasına. General, “Hepsini tasfiye etmek veya hapsetmek için bize altı ay gerekiyor. Bir sorun değil, 1990’lı yıllarda yapmıştık bunu” diye ekliyor. Mevcut durumda Mısır’da 200 bin otel odasının boş olduğunu söyleyen general, “Sonra, turistler geri gelecek, yabancı yatırımlar da. Ve Mısır gelecek yüzyıllar için barış içinde olacak” iddiasında bulunuyor. Le Monde gazetesine göre general neden bahsettiğini biliyor ve batılıların Mısır’ın geleceğine ilişkin endişelerini paylaşmıyor. 1997’de Hatchepsout Tapınağı’nda 62 turistin öldüğü katliamdan kısa bir süre sonra Luxor eyaletinin güvenlik sorumlusu olan general Amr, şöyle devam ediyor: “Müslüman Kardeşler sadece iki olasılık görüyor: ya Mısır’ı yönetecekler ya da yakacaklar. Ne mutlu ki, biz Arap dünyasının en güçlü, dünyanın ise 14’üncü ordusuyuz. Terörizme karşı savaşı kazanan tek ülkeyiz. Nasıl yapacağımızı biliyoruz.” General Amr, 3 Temmuz günü askerler tarafından devrilen Müslüman Kardeşlerden Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin bazıları “ultra-tehlikeli” olmak üzere 25 bin tutukluyu serbest bıraktığını söylüyor. Le Monde’un hepsi boşaltılsa bile Mısır cezaevlerinin 3 Milyon Müslüman Kardeşler üyesini alabilecek kapasiteye sahip olup olmadığı yönündeki sorusuna, General Amr şöyle yanıt veriyor: “Ben yöneticilerini öldürmek veya tutuklamak gerektiğini söylüyordum, yani 30 üst düzey sorumlu ve 500 alt yönetici. O zaman diğerleri evlerine dönecek. Her halükarda, bugün para aldıkları için eylem yapıyorlar.” General Amr’a göre Kahire’deki Rabiya El Adawiya Meydanı’nda yapılan oturma eyleminde “Suriyeli protestoculara” günlük 500 lira (54 euro), Mısırlılara 100 lira, kadınlara 50 ve çocuklara 30 lira veriliyordu. Kahire’de onbinlerce Mursi yanlısının katıldığı iki oturma eyleminin barışçıl olmadığını savunan general, “gerçekte tepeden tırnağa silah kuşanmış teröristler” olduğunu iddia etti. General bu oturma eylemlerinin Müslüman Kardeşlere günlük olarak 60 milyon liraya mal olduğunu söylerken, 48 günlük maliyetinin 313 milyon euro olduğunu öne sürdü. Türkiye, Katar, İsrail ve ABD’nin, kişisel olarak Barack Obama’nın, Müslüman Kardeşler tarikatını desteklediğini söyleyen general, “Ülkemizi öldürmek istediler ama biz komployu fark ettik. Mısır dünyanın birinci uygarlığıdır. Sık sık işgale uğradık, ama her zaman egemenliğimizi geri bulduk” şeklinde konuşuyor. General Amr, devrim cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye ağır suçlamalarda bulunuyor: “Hamas’ın bir casusudur. Sınai’nin yüzde 40’ını Gazze Şeridi’ne bağlamak amacıyla 8 milyar dolara satmak istedi. Bu pazarlığı ona öneren Barak Obama’dır. Mursi ayrıca Gazze’ye doğru bin tünel kazdı. Sudan’a Mısır’ın güneyini satmak üzereydi ve Etiyopya’ya Nil Nehri suyunun dörtte üçünü azaltacak bir baraj inşaatı için yeşil ışık yaktı. Turizmi yasaklamıştı ve gelecek beş yıl için tüm antik siteler, piramitler, sfenksler ve tapınakları Katar’a kiraya vermişti. Müslüman Kardeşler’i övmek için yabancı basına 2 milyar dolar verdi. 26 MISIR MERHABA / hallo schweız “Arap ülkeleri Mısır’a Sina’da 25 polis öldürüldü yarımadasında düzenlenen bir saldırıda en indirip ateş açtıklarını söyledi. Ancak diğer bazı yardım etmeye hazır” azSİna25 Mısır polisinin öldürüldüğü bildirildi. Sağlık kaynaklar, otobüslere roket ve el bombaları ile saldırı Suudİ Arabistan, Batılı ülkelerin Mısır’a maddi yardımı kesmesi durumunda Arap ülkelerinin desteğe hazır olduğunu açıkladı. Dişleri Bakanı Prens Saud el Faysal Fransa gezisi sonrası devlet haber ajansına yaptığı açıklamada, “Mısır’a yaptıkları maddi yardımı keseceklerini açıklayan ya da bunu yapmakla tehdit eden ülkelere sesleniyorum. Arap ve Müslüman ülkeleri zengindir... Mısır’a yardım etmekte çekinmeyiz” dedi. Prens Saud’un Fransa’da, Mısır’daki şiddet olaylarını kınayan cumhurbaşkanı François Hollande ile görüştüğü biliniyor. Mısır’da Türk dizilerine boykot furyası Mısır’daki bazı televizyon kanalları, Türkiye’nin bu ülkedeki olaylarla ilgili tutumu nedeniyle Türk dizilerini boykot etmeye başladı. El Arabiya’nın haberine göre, aralarında El Hayat, El Nahar ve El Kahire Val Nas’ın da bulunduğu birçok televizyon kanalı, Mısır Sinema Sendikası ve bünyesinde çok sayıda yazar, şair, gazeteci ve bilim insanını barındıran Yaratıcılık Cephesi’nin boykot çağrılarına olumlu yanıt verdi. Bu kanallardan El Hayat, izleyicilerine yaptığı bilgilendirmede, cumartesi gününden itibaren artık Türk dizisi yayınlamayacaklarını belirtti. El Arabiya’ya konuşan El Kahire Val Nas’ın sahibi Tarık Nur, Arap televizyonlarında yüksek reyting alan Türk dizilerini yayınlamadıkları için karşılaşabilecekleri mali kayıplara rağmen, Türkiye’ye bir protesto mesajı göndermek için bu kararlarından dönmeyeceklerini söyledi. Mur, Türk dizilerinin hükümetten bağımsız özel şirketler tarafından yapılmasına rağmen, bu boykotun Ankara üzerinde baskı oluşturabileceğini iddia etti. Bu diziler sayesinde Türkiye’nin Mısır ve bölgeden çektiği turist sayısının arttığını ifade eden Nur, söz konusu boykotun Türkiye’ye büyük kayıplar verdireceğini öne sürdü. El Nahar’ın yöneticisi İbrahim Hamuda da Türk dizisi yayınlamamaya karar verdiklerini belirtirken, diğer televizyon kanallarını da aynısını yapmaya çağırdı. Mursi’nin tutukluluk süresi uzatıldı Mısır’da Muhammed Mursi’nin tutukluluk süresinin 15 gün uzatıldığı bildirildi. Mursi’nin hakkından başkanlık sarayı önündeki protestolarda yaşanan ölümler ve göstericilere yapılan işkence nedeniyle yeni bir dava daha açıldığı öğrenildi. AA’nın Mısır resmi haber ajansı MENA’dan aktardığı habere göre, Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mursi hakkında, “5 Aralık 2012 tarihinde Cumhurbaşkanlığı sarayı önünde anayasa taslağını protesto eden göstericilere karşı şiddeti kışkırtmak” suçlamalarıyla yeni bir dava açıldı. Bu davadan da tutuklu yargılanmasına karar verilen Mursi’nin bu çerçevede tutukluluk süresinin 15 gün uzatıldığı belirtildi. Mursi hakkında daha önce Hüsnü Mübarek’i deviren süreçte, “Vadi Natrun Hapishanesinden firar etmek, Hamas’la işbirliği yapmak” gibi çeşitli suçlamalarla açılan davada 15 gün hapsine karar verilmiş, bu davadan tutukluluk süresi 15 Ağustos tarihinde, 30 gün süreyle uzatılmıştı. Buna göre, Mursi önceki davadan uzatılan tutukluluk süresinin 15 Eylül’de dolmasının ardından, hakkında yeni açılan “Cumhurbaşkanlığı sarayı önündeki olaylarda şiddeti kışkırtma” suçlamalarıyla 15 günlük daha tutuklu kalacağı kaydedildi. Mursi yaşanan ölümlerden sorumlu olmak ve göstericilere işkence yaptırmakla suçlanıyor. kaynakları ile yetkililer, polislerin iki otobüsle yolculuk etmekteyken Gazze sınırındaki Refah kenti yakınlarında silahlı kişilerin saldırısına uğradıkları söyledi. Atılan bombalarda birçok polisin de yaralandığı kaydedildi. Güvenlik kaynakları, silahlı dört şahsın polis otobüslerini durdurduğunu ve içindeki polisleri düzenlendiğini kaydetti. Temmuz ayında ordunun darbe ile Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi iktidardan düşürmesinden bu yana Sina yarımadasında radikal dinci militanların düzenlediği saldırılarda hızlı bir artış görülüyor. Bu arada, saldırı ardından Mısır, Filistin Gazze Şeridi ile tek sınır kapısı olan Refah sınır kapısını geçici olarak kapattı. Rabia sembolü ne demek/Rabia kimdir? Mısır ’da darbe karşıtı gösterilerin yapıldığı Rabiatül Adeviyye Meydanı’ndan başlayan, “Rabia işareti” Mısır’da “Darbeye Karşı Koalisyon” tarafından tüm gösterilerde ‘öncelikli sembol’ olarak kullanılıyor. R abia, Arapça’da 4’üncü demek. Mursi taraftarları hem toplandıkları Rabiatül Adeviyye Meydanı’na hem de Mursi’nin 4. Cumhurbaşkanı olmasına gönderme yaptıkları için bu işareti benimsedi. Rabiatül Adeviyye Meydanı ise adını 8. yüzyılda yaşamış sufi bir kadın şairden alıyor. Rabia da ailesinin 4. çocuğu. Rabia çocukluğunu köle olarak geçirir ve kaçma teşebbüslerinde sonra özgür kalır. Bu yüzden Mısır’da özgürlüğün simgesi olur. HZ.RABİA-TÜL ADEVİYYE KİMDİR? Tabiin devrinde yetişen büyük hanım evliyalardandır. Dünyaya düşkün olmaması ve ibadetleriyle meşhur bir hanımdır.Basrada doğdu. Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismini bu manaya gelen RABİA koydular. Babası çok fakir olduğundan o doğduğu gece evinde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Annesi çok ağlayıp mahsun olmuştu.O gece babası rüyasında Peygamberimizi (sav) gördü ve kızının büyük bir kimse olacağı müjdelenip, basra beyine bir kağıda; ‘Her gece Rasulullah’a yüz salavat getirdin,dün gece unuttun,bunun için bu kağıdı getirene 400 dinar ver’diye yazıp götürmesini söyledi.Bunun üzerine babası böylece yazıp götürdü.Basra beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip,onlara hep yardımcı olacağını söyledi.Bundan sonra rahatlayıp kızlarını büyüttüler. Rabia-i Adeviyye biraz büyüyünce anna babası öldüler,kızkardeşleri dağıldı.Basrada kıtlık başgösterdi.O da bir ihtiyara hizmete yani köleliğe başladı öyle ki bir gece ;’Ya Rabbi, biliyorsunki benim arzum senin emirlerine uymaktır.Eğer iş benim elimde olsa sana ibadetten bir an geri kalmazdım fakat ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibadet edemiyorum’derken efendisi bunları duydu ve onun nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azad etti ve kabul ederse ona hizmet edebileceğini söyledi. Ancak Rabia-i Adeviyye kabul etmeyerek onun yanından ayrıldı. Günlerini sürekli ibadetle geçirirdi,geceleride ibadet ederdi.Kefenini daima yanında taşır,namazını üzerinde kılardı.Kefenini yanına almadan gezdiğini,konuştuğunu kimse görmedi.Çok oruç tutardı.Bir defasında bir hafta yiyecek bulamadı,sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi,nefsine eziyet ettiğini düşünürken kapı çaldı.Bir tabak yemek getirdi,mum almaya gitmiştiki döndüğünde kedinin yemeğini döktüğünü gördü.Su bardağını almaya gitti mum söndü içmek isterken bardak düştü,kırıldı.O da ‘Ya Rabbi,bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun,fakat acizliğimden sabredemiyorum!’diyerek ah çekti.Bu ahtan neredeyse ev yanacaktı.Bir ses duyuldu.’Ey Rabia,istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım fakat gamımı alayım.Çünkü benim gamım ile dünya birarada bulunmaz!Bu sözü işitince şöyle dua etti; ‘Ya Rabbi, beni seninle meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma!’ Bir gece yarısı yine kalkmış Rabbiyle başbaşayken arkadan biri yaklaşmış onun minacatını dinliyor.’Allah’ım gece oldu sevgililer sevgililerinin yataklarına gittiler. Aşık maşuk şimdi sarmaş dolaş.Benim MAŞUKUM SENSİN!BENDE KALKTIM SENİN YANINA GELDİM! Sana çeşitli şeyleri şefaatçi olarak arzediyorum. Benim sevgimde bir hayli der indir…İsteğim,dileğim çoktur.Aşığın maşuktan istediği herşeyi istiyorum. Aşkımı şefaatçi değil,senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum!!!!!’ Dikkat ediniz bu emin bir kalbin ifadesidir.’Allah’ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek istiyorsanız onu nekadar sevdiğinize bakın’ O öyle çok öyle delicesine seviyorduki Rabbininde onu nekadar sevdiğini bildiğinden kendi sevgisini değil Rabbinin ona olan sevgisini şefaatçi yapıyordu. Rabia-tül Adeviyye son derece tevekkül ve sabır ve hertürlü güzel ahlaka sahip,dünyaya değer vermeyen yani düşkün olmayan,Rabbinin rızasından başka birşey düşünmeyen,gece ve gündüzünü ona ibadet ve tefekkürle geçiren,hayatı boyunca çok işkence ve eziyet görmesine rağmen imanından dönmeyip sabreden, kısacası gözlerine Rabbinin hayalinden başka hayal girmeyen çok yüce bir kadın evliyadır.752’de (doğumu bilinmemektedir) Kudüs civarında vefat etmiştir. MERHABA / hallo schweız 27 MISIR Mısır’da ‘kırmızı cuma’ AA muhabiri Hiba Zekeriya, Mısır güvenlik güçleri tarafından Kahire’nin güneyindeki Tora Cezaevi’nde 8 saat gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. TRT muhabiri ise hala gözaltında. İhvan’ın liderinin oğlu öldürüldü Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed el-Bedii’nin oğlu Ammar’ın cuma günkü (Gazap Cuması eylemi) gösterilerde öldürüldüğü duyuruldu. Müslüman Kardeşler’in Facebook sayfası aracılığıyla yapılan açıklamada 38 yaşındaki Ammar Badie’nin Ramses Meydanı’ndaki gösteriler sırasında öldürüldüğü bildirildi. Müslüman kardeşlere büyük şok! Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii tutuklandı. İçişleri Bakanlığı kaynaklarından alınan bilgiye göre, Bedii, güvenlik güçleri tarafından başkent Kahire’deki Nasır City bölgesinde bulunan Rabiatul Adeviyye Meydanı yakınlarındaki bir dairede tutuklandı.Başsavcılığın hakkında çıkardığı karar doğrultusunda tutuklanan Bedii, zırhlı araca bindirilerek emniyet merkezine nakledildi. Tutuklamanın yapıldığı sırada Bedii’nin yanında yabancı uyruklu bir kişinin daha olduğu ve güvenlik güçleri tarafından kimlik sorgulamasından geçirildiği kaydedildi. Bedii, 8 Temmuz’da Cumhuriyet Muhafızları Karargahı önünde sabah namazı kılan göstericilere askerlerin ateş açması sonucu 84 kişinin hayatını kaybettiği olaylarda halkı “şiddete teşvik etmek”le suçlanıyor.Güvenlik güçleri dün de Luksor kentinde bazı evlere baskın düzenleyerek 15 İhvan yöneticisini gözaltına almıştı. Başsavcılık kararıyla götürüldüğü emniyet merkezindeki sorgusunun ardından, yoğun güvenlik önlemleri altında 3 Temmuz askeri darbesinden sonra tutuklanan pek çok İhvan ve İslami parti liderinin de bulunduğu ElAkreb Hapishanesi’ne nakledildi. Katilamın görüntülerini “canlı” yayınladılar Mısır’daki darbe yönetimi, tüm çabalarına rağmen başkent Kahire’deki katliamların görüntülenmesini engelleyemedi. Eski bir televizyon kanalı çalışanlarından oluşan “Rabiatul Adeviyye-Grup 19” adlı ekip, Rabiatul Adeviyye ve Nahda meydanlarında işlenen katliamı canlı yayınla dünyaya ulaştırmayı başardı.Alınan bilgiye göre, başkent Kahire’de geçen hafta gerçekleşen katliamların görüntülenmesini engellemek isteyen güvenlik güçleri, öncelikle helikop- terlerle gruba ait canlı yayın aracını hedef aldı ancak bu tür saldırıya hazırlıklı olan gruptan başka bir ekip, devreye girerek canlı yayına devam etti. Saldırının ikinci aşamasında güvenlik güçleri kameramanların üzerine ateş açtı. Saldırıda 2 kişi hayatını kaybetti. Daha sonra bazı noktalara yerleştirilen kameraların görüntü alması engellendi. Cami minaresine yerleştirilen ve meydanı kuşbakışı gören kamerayla, meydandaki platformu gören kamera vuruldu. M ısır’da‘Öfke Cuması’nda ölen 173 insanla birlikte darbe karşıtı eylemleri bitirmek için başlatılan son operasyonlarla ilgili resmi kayıp bilançosu 800’ü aşarken dün tüm dünyanın gözü Kahire’deki Ramses Meydanı’nda insanların kapana kısıldığı Fetih Camii’ndeydi. AA muhabiri Hiba Zekeriya ile TRT Türk muhabiri Metin Turan’ın da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi güvenlik güçleri ve Baltacı diye nitelenen suç gruplarının kuşattığı camide saatlerce mahsur kaldı. Askerler önceki geceden itibaren camiden çıkmayı reddeden insanları ikna etmek için içeri girdi. Yakında askeri bir tesise götürülmeyi kabul edenler camiden çıkarken dışarıda saldırıya uğradı. AA, müzakereler sırasında bazı kaynakların “Camidekilerden bazılarının, Özbekiye Karakolu’na saldırı ve Ramses’teki kamu binasının yakılmasıyla ilgileri var, çıkanlar sorgulanacak” dediğini aktardı. Gergin bekleyiş sırasında Hiba Zekeriya aç susuz bekleyen kadın ve çocukların çıkmasına izin verildiğini ama herkese güvenli çıkış imkânı tanınmadığı için kadınların çıkmayı reddettiğini aktardı. Metin Turan ise sosyal medyadan vasiyette bulundu: “Bana bir şey olursa beni Gafir Mezarlığı’nda Mustafa Sabri Hazretleri’nin kabrine defnedin.” İlerleyen saatlerde dışarıdan gelen silah sesleriyle içeride yaşanan panik Skype bağlantısıyla el Cezire ekranlarına yansıdı. Minareden kimliği belirsiz kişinin askerlere ateş açması sonucu güvenlik güçleri karşılık verdi. Bir cami yetkilisi minaredeki iki kapının da dışarıda olduğunu kaydetti. Reuters da silahlı kişilerin caminin penceresinden dışarıya ateş açtığını aktardı. Güvenlik güçleri yerel saat ile 14.00’te camiye gaz bombaları atarak müdahale etti. Camiye giren askerler çok sayıdaki göstericiyi tutukladı. Dışarı çıkarılan bazı protestocular Baltacıların saldırısına uğradı. ‘MÜHİMMAT YAKALANDI’ Sağlık Bakanlığı cuma günü 95’i Kahire’de olmak üzere 173 kişinin öldüğünü, 569’u Kahire’de 1330 kişinin yaralandığını açıkladı. İçişleri Bakanlığı da ‘Öfke Cuması’ gösterilerinde 1004 kişinin gözaltına alındığını, 5 otomatik silah, 15 tabanca, 7 el bombası ve 710 mermi ele geçirildiğini açıkladı. Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP) yetkilisi Muhtar Aşeri mühimmat iddiasına düzmece yanıtını verdi. İçişleri ayrıca çarşambadan beri 57 polisin öldüğünü ve 563 polisin yaralandığını kaydetti. 28 MISIR MERHABA / hallo schweız “Kardeşime tahammül edemediler” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “kardeşim” dediği Muhammed Mursi’ye sahip çıktı, “Bir yıl yüzde 52 oyla iş başına gelen Sayın Mursi’ye tahammül edemediler” dedi. Uluslararası medyada çattı, “Gezi medyası” diye söz etti. Bu pankartların arkasında Başbakanın oğlu da durdu Cuma namazı sonrası Fatih Camisi’nde toplanan bir grup Mısır’da yaşananları protesto etti. Gösteriye Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan da katıldı. Bir pankart var ki dikkatlerden kaçmadı. Fatih Camisi’nde Cuma namazı sonrası toplanan bir grup, Mısır’da öldürülenler için gıyabi cenaze namazı kıldı. “Ne darbe, ne demokrasi biz ümmetten ve hilafetten yanayız”. “Kahrolsun Sisi, Kahrolsun demokrasi geliyor hilafetin sesi” yazılı pankartların arkasında toplanan kalabalık tekbir getirdi, dua etti. Grup içinden bazılarının, “Demokrasi demokrasi dediniz ümmetin kanını emdiniz”, “Demokrasinin döktüğü kanların hesabı sorulacak”, “Demokrasi eşittir küfür sistemi” yazılı dövizler taşıdığı görüldü. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’le birlikte Cuma namazını Fatih Camisi’nde kılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan çıkışta protestoya denk geldi. Erdoğan, Mısır’da ölenler için kılınan gıyabi cenaze namazına arka saflarda yer tutatarak katıldı. Namazın ardından grup protestoya devam ederken Bilal Erdoğan cami avlusundan ayrıldı. B aşbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kentsel Dönüşümün üçüncü döneminin startını 17 Ağustos Marmara Depreminin yıldönümünde geldiği Bursa merkez Yıldırım İlçesi Mevlana Mahallesi’nde düzenlenen tören ile verdi. Erdoğan’ın konuşmasının büyük bölümünü bir kez daha Mısır’daki gelişmelere ayırıyor. Erdoğan, “Kardeş ülke Mısır’da hepimizi üzen, yaralayan, acılara sevk eden gelişmeler yaşanıyor. 25 Ocak 2011’de Mısır’da bir halk devrimi gerçekleşti. Mısır demokrasiye ilk adımını attı. Bu bir uyanıştı. Aslında bu otokratik, dayatmacı, dikta rejimlerinin yıkılışıydı. Bu, barışa selamdı. Bu selamı almayan, gözü olduğu halde görmeyenler vardı. 70 yıl süren diktatörlük sona erdi. Mısır halkı yöneticilerini andıkta belirlemeye başladı. Ramazan’dan önce askeri darbe yapıldı. 70 yıl otokratik rejime sabredenler bir yıl yüzde 52 oy ile işbaşına gelen Sayın Mursi’ye tahammül edemediler. Bu dünyada biz demokratız diyenlerin ikiyüzlülüğünü gösteriyordu. Aslında bunlar demokrat değildi. Bunlar kendilerine kukla olacak rejimleri istiyorlardı. Mursi yönetimi yolsuzluklara son verecekti, Mısır yeniden ayağa kalkacaktı. Ama buna bir yıl tahammül edemediler” iddiasında bulundu. Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama dediler. Neymiş ama? Mursi herkesi kucaklamadı. Herkesi kucaklamadı diyenler kendisine darbe yapan Sisi’yi genelkurmay başkanlığına getiren kim? Mursi… Dünyaya sesleniyorum, bunun neyini inkar edeceksiniz? Milli Savunma Bakanlığı’na getirdiği kişi darbeyi yapıyor. Tabii bunların arkasında olanlar var. Bu darbeyi yapanlar halkın oyunu yok saydılar. Kendi halklarını hunharca katletmeye başladılar. Binlerce Mısırlı ne yazık ki askeri darbecilerin tankları karşısında şahadete doğru yola çıkıyorlar. Belki dün bazı TV’lerde izlediniz. Bir Mısırlı tankın karşısına çıkıyor. Elinde Molotof yok, silah yok, taş yok. Kendisine ateş ediliyor. O, orada şahadet şerbetini içiyor. Elinde belki de yaşını doldurmamış olan bir yavru da şahadet şerbetini içiyor. Erdoğan, Mursi yönetimine o bir yıllık dönemde Türkiye ve Katar’dan başka destek veren ülke yoktu. Darbe yönetimine darbeyi yaptıktan sonra 16 milyar dolar MERHABA / hallo schweız 29 MISIR “Türkiye Mısır halkını değil cemaatleri destekliyor” Esma’ya veda mektubu destek geldi. Darbe yönetimine 16 milyar dolar desteği verenler bana sorarsanız onlar darbe yönetiminin ortaklarıdır. Çünkü kişi arkadaşlarıyla beraberdir. Söyle bana arkadaşını, söyleyeyim sana kim olduğunu...” dedi. Uluslararası medyanın Mısır’daki gelişmeleri an be an kamuoyuna taşıması da Başbakanı memnun etmiyor. Şu iddialarda bulunuyor: “Camilere, kiliselere yapılan saldırıları da şiddetle kınıyorum. Oyuna bakın. Müslüman Kardeşler kiliseleri koruma altına alıyor ve Gezi medyası vardı ya malum uluslararası medya orada ne varsa burada da onlar var. Bunlar şimdi Müslüman kardeşler 30 kilise yaktı diyor. Halbuki kiliseyi koruma derdinde onlar. El Fetih Camii kuşatma altında. İnsanların ibadethanesi masumdur. Suriye’de de Mısır’da da camilerimizi yaktılar, yıktılar. Ha Beşar, ha Sisi… Bunların birbirinden farkı yok.” “Türkiye içinde ve dünyada Türkiye’nin Mısırla ilgilenmesinden rahatsız olanlar var” diyen Başbakan, “Türkiye Mısır’a sussun istiyorlar. Türkiye konuştukça birileri vicdanlarıyla baş başa kalıyor ve bundan rahatsız oluyorlar. Dünyaya sesleniyorum: Batı’ya, Körfez’e, İslam dünyasına sesleniyorum. Oradaki şehitleri terörist ilan edenler var. Ellerinde silah olmadığı halde ‘oyumun namusunu istiyorum’ diyenler var. Ama onlara terörist olarak hitap edenler var. Şu anda Mısır’da devlet terörü icra edilmektedir. Şu anda Mısır’da iki ayrı tablo var. Bir tablo firavunun izinde gidenler, bir tablo da Musa’nın izinden gidenler… Tarih bunu böyle anacak” dedi. Erdoğan, konuşmasına “Bizi bölmek isteyenlere siz meydanlarda en güzel cevabı verdiniz. Bundan sonra da en güzel cevabı vereceğinize inanıyorum” ifadelerni kullanırken, “Biz vicdanları rahatsız etmeye devam edeceğiz. Şahsım olarak BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin hepsini aradım. Avrupa ülkelerinden bazılarını ben, bazılarını Dışişleri Bakanım aradı. Görüşmelerimiz devam ediyor. Herkes sussa biz susmayacağız. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Dedeağaç, Gümülcine bizim için neyse İskenderiye’de işte odur. Mısır’dan yüz çevirirsek Bursa’da Osman Gazi’nin huzuruna varamayız” dedi. Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) liderlerinden Muhammed el-Bilteci, Rabiatul Adeviyye Meydanı’nda düzenlenen darbe karşıtı gösterilerde keskin nişancıların kurşunu ile hayatını kaybeden kızı Esma’ya hitaben mektup yayımladı.Bilteci’nin sosyal paylaşım hesabında yayımladığı kızı Esma’ya olan duygularını anlatan mektupta şu ifadelere yer verildi: SEVGİLİ KIZIM VE DEĞERLİ ÖĞRETMENİM…. Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri redderek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi. Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim, mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye’de son kez bir araya geldiğimizde, “Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın” diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, “Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah’tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum” demiştim. Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, “Bu gece senin düğün gecen mi” diye sordum. Sen de “Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak” demiştin. Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah’tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi. Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti. Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze… Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti. SON OLARAK, SEVGİLİ KIZIM VE DEĞERLİ ÖĞRETMENİM… Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser’de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah’a yakın, O’nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma…” Müslüman Kardeşler Teşkilatı liderlerinden Muhammed el-Bilteci, keskin nişancılar tarafından öldürülen 17 yaşındaki kızı Esma’ya veda mektubu yazdı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i destekleyen Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin giderek gerilmesi üzerine, geri çağrılan Mısır Büyükelçisi Türkiye’nin cemaatlerin değil tüm Mısırlıların “dostu” gibi davranmasını istedi. İ stişarelerde bulunmak üzere ülkesine çağrılan Abdurrahman Salahaddin, Mısır’a uçmadan önce Ankara Esenboğa Havalimanı VIP Salonu’nda basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Aslında Türkiye’ye bir mesaj getirdiğini belirten büyükelçi Selahaddin, “Türkiye, Mısır’daki sadece bir grubun değil bütün Mısırlıların dostu gibi davranmalıdır” dedi. Büyükelçi, “Mısır halkının çoğunluğu Türkiye’yi dost olarak görüyor. Türkiye’nin bazı cemaatlerin tarafında olması iyi değil. O cemaatler ki bir terörist gibi davranıyor” diye ekledi. Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Abdurrahman Salahaddin, Ankara’nın Mısır’a yönelik açıklamalarının olumlu bir görüntü yaratmadığını ve bu durumun Türkiye’nin ekonomisini olumsuz etkileyebileceğini söyledi. Mısırlı yetkililer Türkiye’nin Müslüman kardeşlerin yetkilileriyle ilişkilerinde yola çıkarak ülkeyi karıştırdıklarını belirtiyorlar. Türk hükümetinin Mısır’ın “içişlerine” karışmasını protesto etmek için Ekim ayında yapılması öngörülen ortak deniz tatbikatı da 16 Ağustos günü Mısır tarafından iptal edildi. Mısır Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Türkiye’nin açık bir şekilde Mısır’ın içişlerine karışmayı ve Mısır halkının iradesini çiğnemeyi teşkil eden kabul edilemez açıklamaları ve eylemlerini protesto etmek amacıyla, Ekim ayındaki ortak tatbikatları iptal ediyor” denildi. Mısır’daki kanlı baskınlar ardından Türkiye Kahire’deki büyükelçisini geri çağırırken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mısır’daki olaylar için “katliam” diyerek, BM Güvenlik Konseyi’nden acil toplantı istemişti. 30 TÜRKİYE MERHABA / hallo schweız Kaya: Ahmet’e kıydınız, Memet’i rahat bırakın! Gezi olayları nedeniyle bazı çevreler tarafından adeta hedef tahtası haline getirilen oyuncu Mehmet Ali Alabora’ya yönelik eleştirilerin dozu artarken, sanatçıya en büyük destek ise bir dönem Alabora’yla benzer akıbeti yaşayan Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya’dan geldi Can güvenliğim yok Yönetmenlİğİnİ yaptığı, olağan dışı bir ülke olan Pinima’nın canlandırıldığı “Mi Minör” oyunu nedeniyle, Yeni Şafak gazetesinin hedef tahtasına koyduğu tiyatrocu Memet Ali Alabora bir basın açıklaması yaptı. Cağaloğlu Gazeteciler Cemiyeti’nde gerçekleştirilen toplantıda Alabora , Gezi Parkı sürecinde yaşadıkları anlatarak “ Yeni Şafak gazetesinin böyle aklı zorlayan bir sonuç çıkartması şaşırtı. Bir oyunun içerisine çekilmeye çalışılıyorum. Can güvenliğim yok, avukatım aracılığıyla koruma talebinde bulundum. Son olarak Yeni Şafak gazetesine bir teşekkür borçluyum. Tiyatroyu bu kadar ciddiye aldığınız gösterdiğiniz için. Çağımızda tiyatro ile toplumsal olaylar yaratmak mümkün değil” dedi. İşte Alabora’nın açıklamaları: Gezi Parkı Olayları ile ilgili gelişen süreçte sistematik bir şekilde hedef gösterilmemin sonucunda bugün, Yeni Şafak Gazetesi’nin, yönetmiş ve başrolünü üstlenmiş olduğum “Mi Minör” isimli tiyatro oyununu, yaşanan olaylarla ilişkilendirilmesi ile ilgili olarak bu açıklamayı yapma ihtiyacı hissettim. Bugün Yeni Şafak Gazetesi, ilk sayfadan “Bu ne tesadüf ” manşeti ile; yönetmeni ve başrol oyuncusu olduğum, içinde uzaylıların dahi yer aldığı, Türkiye ile hiçbir bağlantısı olmayan, tamamen kurmaca bir ülke olan Pinima’da geçen ve fantastik bir oyun olan “Mi Minör” isimli tiyatro eseri ile akla mantığa sığmayacak bir şekilde Gezi Parkı olayları arasında bir bağlantı kurmaya ve kurdurmaya çalışmıştır. Bu manşet beni dehşet içinde bırakmıştır. Sadece İstanbul’da 23 kez oynanmış, onlarca TV kanalı ve gazetede yer almış, toplamda üç mekanda, üçü için de resmi makamlardan üç ayrı izin alınmış bir tiyatro oyunundan böylesine aklı zorlayan bir sonuç çıkarmak ancak bir kasıtla açıklanabilir. Gezi Parkı Olayları’nın sürekli olarak yurtdışı kaynaklı olduğu medyada bazı çevrelerce öne sürülmektedir. Yeni Şafak’taki haberin manşetinde de “Mi Minör”ün İngiltere merkezli bir ajansın desteği ile yapıldığı iddia edilmiş, iç sayfalarda da ajansın logosu kullanılmıştır. Adı geçen ajans oyunun sosyal medya iletişimine destek vermiş olan dijital bir iletişim ajansıdır. Söz konusu ajans İngiltere’de de faaliyet gösteren, Türkiye’de kurulu bir dijital ajanstır. Sahipleri ve ortakları da Türk’tür. Twitter ve Facebook’da oyunun tanıtılması için çalışmışlardır. Bu arada Alabora’ya koruma verildi. S on olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in twitter hesabında “5 kişinin ölümüne neden olan Gezi olaylarının baş mimarı Mehmet Ali Alabora cezaevine girmeli” mesajı tartışmaları da beraberinde getirdi. Öyle ki sosyal medyada ‘#mehmetalialaborasilivriye’ etiketi açılırken, sanatçının zor günler geçirdiği ve evinden dışarı çıkmadığı belirtildi. Alabora’ya en büyük destek ise 16 Kasım 2000 tarihinde yaşamını yitiren Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya’dan geldi. “Benim için her genç, ya da her insan Gezi Parkı’nın agaçlarından ve çiçeklerinden biridir. O dallar yeşil kalırsa iyileşiriz. Hükümete düşen de bu dalların dolayısıyla düşüncenin hep yeşermesini sağlamaktır. Öfkenin, aklın düşmanı olduğunu unutmamak zorundayız...” “Tutuklansın’ lafını bile korkunç buluyorum” “Böyle bir cümle kullanmayı dahi korkunç buluyorum. Ne demek tutuklamak? Fikir tutuklanırsa vicdana ne cevap verilecek peki? 2013 dünyasında bunları konuşuyor olmamız, sağlıklı düşünebilen herkesi yeterince utandırıyor olmalı. Bu ülkenin önünü, alnı temiz, aklı temiz, kalbi temiz insanlar açacaktır. Bir an duralım ve düşünelim, ne yapıyoruz biz? Eğer mağara adamları değilsek, düşüncenin önünde eğilmekten başka seçeneğimiz yok!” “Linç kültürüne karşı daha fazla demokrasi” “Dünya fikrin peşinden koşarken, fikir en büyük değer iken asıl bunu ve demokratik muhalefet kültürünü beslemek gerekir ki bu ülkenin demokrasi yolculuğu hız kazansın. Mehmet Ali Alabora’nın da, gerçek toplumcu sanatın da derdini iyi anlamak gerekir. Linç kültürüyle beslenen sokaktaki insana asıl anlatılması gereken sanatın işlevselliği ve toplumsal gelişme süreçlerinde nasıl dönüştürücü bir dinamik olduğudur. Bu dönem okullara demokrasi ve insan hakları dersi konulmasından bahsediliyor. Bu sahiden çok önemli. Başkalarının hakları için ses yükseltmenin erdeminin bu derslerde öğretilmesi bize çok sey katacaktır.” “Lince davetiye çıkarılmamalı” “Ahmet Kaya tarihsel bir gerçegin altını çizerken bunu kendisi için değil, bu ülke için yapmıştı. Yine aynı Ahmet Kaya başörtüsü sorununa değinirken de bunu kendisi için yapmamıştı. Sayın Başbakan şiir okuduğu için tutuklanırken de en yüksek sesle konuşan ve buna karşı çıkan Ahmet Kaya olmuştu. Demokratik muhalif duruş ve başkalarının haklarını savunmak derken bu örneklere değinmemek olmazdı. Mehmet Ali’nin bir tweetini böyle yorumlamak ve konuyu buralara getirmek, ürkütücü bir lince zemin hazırlamak demektir. Bunda pay sahibi olanların bu riski de göze almış olduğunu düşünmek dahi istemiyorum. Bu ülke darbelerle ne kadar geriye gittiyse, beyaz bereliler marifetiyle de o kadar geriye gidiyor. Bunu herkes görmek zorunda!” “Özeleştiri yapılmalı” “Muhalif sanat açısından bakıldığında, oyun kurucuların ve sistem koruyucuların merkez dışı her duruşu kolayından tolore etmediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Olmayan demokrasi kültürü bu ilkel linç reflekslerini daima besliyor ne yazik ki. Ahmet Kaya’ya yapılanlar karşısında izleyici pozisyonu almayı şu ya da bu nedenle tercih edenlerin, aslında demokratik muhalefet kültürünün oluşmasını ne kadar geciktirdiklerini en azından bugün görmeleri lazım.” Sanatçı Ahmet Kaya, 2000 yılında Paris’in Porte de Versailles semtindeki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Cenaze merasimi Paris Kürt Enstitüsü’nde yapıldı ve bu ülkeye defnedildi. Sanat camiasının 90’lı yıllarda en çok eleştirilen ismi olan Kaya hakkında terör örgütüne yardım ve yataklık yaptığı iddiası ile dava açıldı. 1999’da neler yaşandı? 12 Şubat 1999 tarihinde düzenlenen Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde, Kürtçe klip hazırlayacağını söyleyen Ahmet Kaya’ya birçok sanatçı tarafından çatal-bıçak fırlatılıp ‘bu ülkeden defol’ şeklinde sözlü tacizde bulunuldu. MGD gecesindeki olayın hemen sonrasında Kaya’nın 1993 yılında Berlin’de Kürt İşadamları Derneği’nin düzenlediği bir gecede verdiği iddia edilen konsere ilişkin fotoğrafları yayınlandı. Kaya hakkında “Bölücü PKK örgütüne yardım ve yataklık yaptığı ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde toplam 10.5 yıl ağır hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı. Sanatçı 16 Haziran 1999’da Türkiye’den ayrıldı. Yargılamaların sonucunda gıyabında toplam 3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ancak sonraki süreçte ortaya çıkan görüntülerin düzmece olduğu belirlendi. MERHABA / hallo schweız TÜRKİYE BİR ANNENİN İSYANI Gezi Parkı olaylarına verdiği destek nedeniyle tehditler aldığını ve can güvenliğinin olmadığını söyleyen oyuncu Memet Ali Alabora’nın annesi Betül Arım oğlunun hedef gösterilmesine isyan etti. Arım, hislerini yazdığı bir mektupla dile getirdi. İşte Betül Arım’ın o mektubu... “NEDEN?” Sosyal medyayı çok kullanan biri olmadığımdan, olayları 29 Mayıs Çarşamba günü öğrendim. İşten çıkıp Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ndeki bir geceye, ödül almak için katıldım ve oradan 22:30 gibi Gezi Parkı’na gittim. Daha çok gençlerden oluşan, şarkı söyleyen, halay çeken, muhabbet eden çok güzel insanlarla tanıştım. Ağaçları korumak için biber gazına maruz kaldıklarını duyduğumda gerçekten inanamadım ve hep şunu sordum; “NEDEN, NEDEN?” Ben doğadan beslenen, yaratılmış olan her şeyle bir olduğumuza ve aramızda görünmez ipliklerin olduğuna ve her şeyle, ağaçla, çiçekle, böcekle akraba olduğumuza inanan, gün aşırı pir parka ya da ormana giden (Belgrad, Emirgan, Yıldız, Taksim, HidivSelamiçeşme, Göztepe, Maçka, Beykoz, nereye yakınsam…), ağaca sarılan, sırtını dayayan, toprağa basan ve randevularını ve hatta bazı TV çekimlerini parklarda gerçekleştiren biri olarak; bir tek ağacın bile kesilmesini sanki akrabamı kesmişler gibi hisseden ve bunun için ağlayan, aynı zamanda şiddete, baskıya ve dayatmaya karşı biri olarak işten kalan vakitlerimde Gezi Parkı’na gittim. Bu arada oğlumun tehdit mesajları aldığını duyduğumda inanamadım ve yine sordum; “NEDEN, NEDEN?” İçinde sevgi barınan biri için bütün dünya bir aileydi benim için. Demek ki aile üyelerinden bazıları sevgiyle büyümemişlerdi. Olsun, ben yine de “Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü” dedim. Endişelendim ama korkmadım, nasıl olsa zamanla her şey anlaşılırdı. Ta ki, Yeni Şafak gazetesinde çıkan habere kadar… Okudum, algılayamadım, inanamadım, “Yok artık, bu kadar da olamaz” dedim. Ama olmuştu, yazı önümdeydi ve oğlum hedef gösteriliyordu. Bu yazıyı yazan bir kadınmış ama eminim anne değil. Anne olsaydı, bu, rüyamda görsem inanamayacağım yazısını yazamazdı. Anne olsaydı, mutlaka empati yapardı. Kızılderili atasözü der ki; “Bir insan hakkında tek bir kelime etmeden, tek bir yargıda bulunmadan, gökte 3 ay değişene kadar onun ayakkabılarıyla dolaş.” Belli ki “Çamur at izi kalsın” demişti ama, Memet Ali’yi hiç tanımadan… Onu tanıyanların hepsine sorsa (özellikle hepsine yazdım), izi kalmayacağını anlardı. Onu ben doğurdum ama Halil Cibran’ın “Çocuklar” şiirinde olduğu gibi, onu evrenin çocuğu olarak büyütmeye çalıştım. O benim sadece oğlum değil, aynı zamanda çok saygı duyduğum, çok değer verdiğim, öğrettiklerimin belki 50 katını ondan öğrendiğim bir birey. İzi kalmaz çünkü Memet Ali, inanın anne olarak söylemiyorum, hayatımda tanığım en şeffaf, en “insan” insanlardan biridir. Diğer özelliklerini ben değil, başkaları söylesin. Bana nerdeyse her gün ya bir telefon gelir ya da yolda çevirirler, onunla bir şekilde tanışmış ve çalışmış olanlar “Böyle bir çocuğu nasıl büyüttün, sırrı nedir?” diye sorarlar. Dün bir arkadaşım telefon etti, “Şu anda Başbakan oğlunu suçladı.” dedi. Ben “Yok canım yanlış duymuşsundur, olur mu hiç öyle şey? Bir ülkenin başbakanı hiç tanımadan, araştırmadan bir insanı, bir genci, bir sanatçıyı suçlar mı? O da bir annenin evladı, önce annesini düşünür, bunun vebali çok büyüktür.” dedim. Benim içim her konuda rahat, çünkü oğlumu biliyor ve tanıyorum. Ama yarın bu durumdan vazife çıkaran biri olursa, oğlumu suçlayanlar önce Yaradan’a, sonra kendine, topluma ve dünyaya bunun hesabını nasıl verecekler? Bu çok büyük bir günah değil mi? Sadece, bir fidan nasıl yetişir, herkese bunu sormak isterim. Fidan yetiştirmek için anne olmaya gerek yok, bunu anlayabilirsiniz. Ama çocuğu hayati tehlike içinde olan bir annenin acısını, haykırışını sadece anneler bilir. Yüreğim acıyor. 31 İzmir’de direnişe destek verdi diye… İZMİR Ekonomi Üniversitesi’nde direnişe destek veren dekanın işine telefonla son verdiler. İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş ile Yrd. Doç. Dr. Lyndon Way’in işine telefonla son verildi. Alankuş’un Gezi Parkı direnişi ve ODTÜ’de yaşanan olaylar sırasında hükümet karşıtı tutumu yüzünden işine son verildiği ileri sürüldü. İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş’un ve Yard. Doç. Dr. Lyndon Way’in işlerine gerekçesiz olarak son verildiği yönünde internet ortamında dolaşan haberler merak konusu oldu. DHA muhabirinin telefonla ulaştığı Alankuş, “Telefonla işime son verildiği doğrudur. Ancak telefonla kimin aradığını söylemem doğru değil. Şu an tatildeyim, bir hafta daha sürecek. Neden işime son verildiğinin gerekçesini bilmiyorum. Resmi bir tebligatta olmadı” dedi. Alankuş’un Gezi Parkı eylemleri ve ODTÜ’de yaşanan olaylar sırasında hükümet karşıtı tutumu yüzünden işine son verildiği ileri sürüldü. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden konuyla ilgili bir açıklama yapılmadı. AKP’li vekilden ünlü oyuncuya tehdit! AKP’li Şamil Tayyar, ünlü oyuncu Levent Üzümcü’yü Twitter üzerinden tehdit etti. Sosyal medya üzerinde oyuncu Mehmet Ali Alabora’ya linç sürerken, şimdi de AKP Gaziantep Milletvekili, oyuncu Levent Üzümcü’yü hedef gösterdi ve örtülü şekilde ‘ölümle’ tehdit etti. Gezi Parkı hareketine de büyük destek veren Levent Üzümcü’nün yazdığı “Polis ülkende fişekle odunla vatandaşlarını katlederken kahraman, mısırda katlederken cani. Katledilen burada terörist, mısırda şehit.” tweetine karşı AKP Milletvekili Şamil Tayyar harekete geçti. Tayyar Üzümcü’yü hedef göstererek, sayfasında şu tweeti paylaştı: “Levent Üzümcü Mısır’ı Taksim’e benzetmiş! Eğer benzeseydi şimdi seni alkışlarla uğurlayıp arkandan ışığı bol olsun diyorlardı!” 32 TÜRKİYE MERHABA / hallo schweız Gazeteci işten atılır, dövülür, hapsedilir! Gezi Parkı’yla başlayan ve Türk medyasının olaylara yaklaşımındaki utançlar aynı zamanda işten çıkarmaları da getirdi. İktİdar yandaşı medyada ‘muhalif, istenmeyen haber ve yazı’ yazdıkları gerekçesiyle en az 59 basın emekçisinin işine son verildi. Zorunlu izne gönderilen 14 basın emekçisinin ise durumu belirsizliğini koruyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şubesi’nde işten atılan gazetecilerle birlikte yapılan basın toplantısında gazeteciler yaşadıkları sorunları anlattılar. Basın toplantısına, işten atılan Akşam gazetesi eski yazarı Tuğçe Tatari ile istifa eden NTV eski kültür sanat editörü Hasan Cömert katıldı. TGS İstanbul Şube Başkanı Gökhan Durmuş, 27 Mayıs’tan bu yana yalnızca sendikanın tespit edebildiği kadarıyla en az 59 basın emekçisinin işinden olduğunu, zorunlu izne gönderilen en az 14 basın emekçisinin ise durumunun belirsizliğini koruduğunu açıkladı. Durmuş’un verdiği bilgilere göre, bu 59 basın emekçisinin 22’si işten atılırken, 37’si ise istifa etmek durumunda kaldı. Her geçen gün bu listeye yeni isimlerin eklendiğine dikkat çeken Durmuş, “TMSF’nin el koymasının ardından hükümete yakın sermaye gruplarına satılan ve yayın çizgisi değiştirilen medya kuruluşlarında da işten atmalar sürüyor” dedi. Hükümete ve medya patronlarına seslenen Durmuş, “Bu kıyıma ve baskılara derhal son verin!” dedi. Durmuş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Siz ne yaparsanız yapın bu ülkede meslek onuruna sahip çıkan, gerçeğin peşinde koşan, halkın haber alma hakkı için bedeli ne olursa olsun ‘direnen’ gazeteciler her zaman olacak. Türkiye basın tarihi bunun sayısız örnekleriyle dolu. Sözün özü: Bırakın işimizi yapalım!” İşten atılanlardan Akşam gazetesi köşe yazarı Tuğçe Tatari ise yaptığı açıklamada ““İşten atılacağımı 10 gün önce internet sitelerinden öğrendim. Benim militan olduğum için işten çıkarıldığım şeklinde şeyler söylendi hep. Bana işten çıkarıldığımı bildiren kağıtta sistem değişikliği nedeniyle işten çıkarıldığım yazıyordu. TMSF”nin görev tanımı borçlu olan bir kurumu iyi bir hale getirip yani patrona yüksek bir fiyata satmaktır. Ama TMSF doğrudan Akşam gazetesinin içerisine müdahale etmiştir ve bu ne gazeteciliğe ne meslek etiğine sığmadığı gibi hukuka da aykırıdır. Normalde bu tür şeyleri daha popüler isimleri, mesela benden daha çok okunabilecek birini getirebilir ama gazetecilikten anlamayan, hiç kimsenin tanımadığı isimler getirildiyse bunun başka bir nedeni vardır. Ben hukuki olarak gerekeni yapacağım. Gezi olaylarına sempatiyle bakmamın kanaatini tartabilecek terazi TMSF’nin memurlarında yok.” “Gezi’de bir durum vardı ve onun dışında kalmak çok acı bir durum olurdu. Eğer bir kurumdan bu sebepten çıkarıldıysam bu ancak benim için onur olabilir. Beni sadece ekonomik olarak mağdur ettiler ama çok zor durumda olan daha zor şeyler yaşayan meslektaşlarım var. Gözaltında çıplak aramaya maruz kalan, tacize uğrayan meslektaşlarımız var. Benden daha çok mağdur olan meslektaşlarımız arkadaşlarımız için bir şey yapalım.” Daha sonra söz alan TV kültür sanat editörü Hasan Cömert, medyanın Gezi benzeri bir patlama yaşayacağını söyleyerek şunları söyledi: “Böyle patlamalar Doğu”da oluyordu. Ama batı da da olunca biz de işin içinde olduk ve iş büyüdü.Bize hep haberlere nasıl bakmamız gerektiği çok kötü şekillerde öğretildi. Parklarda, forumlarda yaşadıklarımızı anlattığımızda insanlar artık şaşırmıyor. Ben ana akım medya da gazetecilik yapıldığına inanmıyorum, düşünmüyorum. İktidarı destekleyen gazetecilere şunu sormak lazım: Eğer gerçekten haklıysanız, karınızdaki muhalefete neden izin vermiyorsunuz? Bütün medya hükümet yanlısı olsun ki o sistem o zaman infilak etsin. Küçük muhalefetlerle sistem değişmez. Gezi olaylarında ne yapacaklarını düşündüler. Medya da gezi benzeri bir patlama olacağını düşünüyorum.” TGS İstanbul Şubesi tarafından derlenen son bir buçuk ay içinde istifa eden, işten atılan, zorunlu izne çıkarılan gazeteciler 1. Ntvmsnbc editörü Özkan Güven istifa etti 2. Ntvmsnbc kültür sanat editörü Hasan Cömert istifa etti. 3. Doğuş Yayın Grubu’nun dergilerden sorumlu genel müdürü Neyyire Özkan istifa etti. 4. Doğuş Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın istifa etti. 5. GQ Türkiye dergisinin yönetmeni M. Cabbas istifa etti. 6. NTV Tarih yayın yönetmeni Gürsel Göncü istifa etti. 7. NTV program direktörü Murat Toklucu istifa etti. 8. NTV program editörü Burcu Doğan istifa etti. 9. NTV program editörü Onur Yazıcıoğlu istifa etti. 10. NTV’de program yapan Mehmet Turgut istifa etti. 11. NTV haber prodüktörü Ömer Faruk Aykar istifa etti. 12. NTV haber merkezinde dijital editörlük görevini yapan Dilara Eldaş istifa etti. 13. NTV Ankara temsilcisi Nilgün Balkaç istifa etti. 14. NTV’de program yapan Çiğdem Anad istifa etti. 15. NTV muhabiri Ergün Güven istifa etti. 16. Sabah gazetesi yazarı Alper Bahçekapılı istifa etti. 17. Sabah gece yazı işleri müdürü Erdal Erkasap istifa etti. 18. Kanal 24 moderatörü Remziye Demirkol istifa etti. 19. Habertürk röportaj yazarı Kutlu Esendemir istifa etti. 20. Yenişafak gazetesi yazarı Işın Eliçin istifa etti. 21. Artı 1 televizyonu yönetmeni Mustafa Hoş istifa etti. 22. Artı 1’de program yapan Banu Güven istifa etti. 23. Artı 1’de anahaber sunucusu Uğur Dündar istifa etti. 24. Artı 1’de anahaber sunucusu Özlem Gürses istifa etti. 25. Artı 1’de program müdürü Uğur Tutçuoğlu istifa etti. 26. Artı 1’de program yapan Haluk Şahin istifa etti. 27. Artı 1’de program yapan Ece Temelkuran istifa etti. 28. Akşam gazetesi yazarı Nihal Kemaloğlu istifa etti. 29. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Banu Kurt istifa etti. 30. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Süreyya Üstünel istifa etti. 31. Akşam gazetesi yazı işleri müdürü Semra Kardeşoğlu istifa etti. 32. Akşam gazetesi yazarı Deniz Ülke Arıboğan istifa etti. 33. Akşam gazetesi muhabiri Alaz Kuseyri istifa etti. 34. Milliyet gazetesi ekonomi servisi ekler koordinatörü Necla Unutmaz istifa etti. 35. Milliyet gazetesi magazin müdürü Birsen Altuntaş istifa etti. 36. Halk TV haber sunucusu Aydoğan Kılıç istifa etti. 37. Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı istifa etti. 38. İHA internet editörü Diren Selimoğlu işten atıldı. 39. Bursa Olay gazetesi internet sorumlusu Berhan Soner işten atıldı. 40. TMSF’nin el koymasının ardından Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya, görevden alındı. Yerine Mehmet Ocaktan getirildi. 41. Akşam gazetesi yazarı Tuğçe Tatari işten atıldı. 42. Akşam gazetesi yazarı Hüsnü Mahalli işten atıldı. 43. Akşam gazetesi yazarı Özlem Akarsu Çelik işten atıldı. 44. Akşam gazetesi yazarı Gürkan Hacır işten atıldı. 45. Akşam gazetesi yazarı Sevim Gözay işten atıldı. 46. Akşam gazetesi Ankara temsilcisi ve yazarı Çiğdem Toker, karşılıklı anlaşmayla gazeteden ayrıldı. 47. Akşam gazetesi genel yayın koordinatörü Nergis Bozkurt işten atıldı. 48. Yenişafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin işten atıldı. 49. Sabah gazetesinde 6 yıldır röportajlar yapan Tuluhan Tekelioğlu işten atıldı. 50. Sabah gazetesi ekler yayın yönetmeni Elçin Yahşi işten atıldı. 51. Sabah gazetesi Günaydın eki genel yayın yönetmeni Şirin Sever işten atıldı. 52. Sabah gazetesi muhabiri Bilge Eser işten atıldı. 53. AA Mardin muhabiri Serkan Yücel Aydın işten atıldı. 54. Esquire dergisi fotoğraf editörü Uluç Özcü, Takvim gazetesini protesto eden kadınlarla selamlaştığı için işten atıldı. 55. Kanaltürk televizyonu sabah haberleri sorumlu müdürü Serkut Bozkurt işten atıldı. 56. Artı 1 televizyonu CEO’su Tuncay Mollaveisoğlu’nun kanalla ilişkisi kesildi. 57. Beyaz TV muhabiri Çağrı Ulu işten atıldı. 58. İstanbul Valiliği’nde muhabirlik yapan Metin Timur Tüfekçiler işten atıldı. 59. TMSF’nin el koymasının ardından Show TV’de 212 sayılı Basın Yasası’na tabi olan isimlerden 90 gün ve üstü izin hakkı bulunan çok sayıda gazeteci zorunlu izne çıkartıldı. Bu isimlerin, Ciner Grubu’na satılan kanala geri dönmeleri beklenmiyor. Zorunlu izne çıkarılan gazetecilerden biri anahaber sunucusu Ali Kırca. 60. Show TV haber dairesi başkanı Tuba Atav zorunlu izne çıkarıldı. 61. Show TV haber koordinatörü Ayhan Bölükbaşı zorunlu izne çıkarıldı. 62. Show TV haber müdürü Ozan Pezek zorunlu izne çıkarıldı. 63. Show TV yurt haberler müdürü Nafiz Akyüz zorunlu izne çıkarıldı. 64. Show TV kamera şefi Ediz Alıç zorunlu izne çıkarıldı. 65. Show TV Ankara büro temsilcisi Funda Tuna Görey zorunlu izne çıkarıldı. 66. Show TV parlamento muhabiri Özgür Akbaş zorunlu izne çıkarıldı. 67. Show TV kameramanı Bülent Kördemirci zorunlu izne çıkarıldı. 68. Show TV kameramanı Mesut Gengeç zorunlu izne çıkarıldı. 69. Show TV çalışanı Haydaran Çelik zorunlu izne çıkarıldı. 70. Show TV iç yapımlar müdür yardımcısı Özgür Uzun zorunlu izne çıkarıldı. 71. Show TV iç yapımlar teknik sorumlusu Metin Karaaslan zorunlu izne çıkarıldı. 72. Show TV iç yapımlar kameramanı Hakan Kırboğa zorunlu izne çıkarıldı. Can Dündar’ın eklenmesiyle ‘Gezi’den sonra işsiz kalan gazeteci sayısı 80’e ulaştı. Milliyet Gazetesi Köşe Yazarı Can Dündar da, Gezi Parkı olaylarının ardından işsiz gazeteciler kervanına katıldı. 27 Mayıs’ta başlayan Gezi olaylarında bugüne kadar işten atılan, istifa eden ya da zorunlu izne çıkarılan gazetecilerin sayısı 80’e yaklaştı. MERHABA / hallo schweız türkİye Olimpiyat Stadı’nda onbinlerin ‘Gezi’ tezahüratları Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan BeşiktaşTrabzonspor maçı öncesinde tribünlerden Gezi Parkı olaylarına destek tezahüratları yükseldi. Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki Beşiktaş-Trabzonspor maçına, siyah beyazlı taraftarların Gezi Parkı eylemleri ile ilgili tezahüratları damga vurdu. Beşiktaş ile Trabzonspor arasında Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan maç öncesi ilginç anlar vardı. Beşiktaş taraftarları Gezi Ruhu’na hitaben maç öncesi “Her yer Taksim, her yer direniş” tezahüratında bulunurken devamında “Sık bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım. Kaskını çıkar, jopunu bırak. Delikanlı kim bakalım” sloganları attı. Maç önc- esinde siyah-beyazlı taraftarlar “Biber gazı oley” diyerek de çevik kuvvete tepkisini gösterdi. Spor Bakanı Suat Kılıç geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamada statlarda bu tür söylemlere karşı sert tavır alacaklarını açıklamıştı. Beşiktaş’ı Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki ilk resmi maçında taraftarları yalnız bırakmadı. Siyah-beyazlıların Trabzonspor ile oynadığı karşılaşmanın başlangıcında tribünlerde yer alan yaklaşık 50 bin sporsever, takımlarını destekledi. Atatürk Olimpiyat Stadı kale arkası tribünde yer alan siyah-beyazlı taraftarlar, maçın başlamasına yaklaşık bir saat kala, aradaki engelden geçerek, protokol tribününün karşısındaki kapalı tribüne geçti. Konserlere ‘Gezi Parkı’ damgası İTÜ Ayazağa Kampüsü miting gibi bir konsere sahne oldu. Efsane grup Pink Floyd’un konserinde Gezi eylemlerinde ölen kişiler anıldı. Roger Waters’a göre, Geziciler dindar yobazlara karşı savaşmış, ünlü sanatçı bu bilgiyi ise internetten almış! Waters, “Eğer ben interneti doğru okuyorsam, siz otokratik, dindar yobazlara karşı savaşıyorsunuz” dedi. İTÜ Ayazağa Kampüsü dün miting gibi bir konsere sahne oldu. Efsane grup Pink Floyd’un vokalisti ve kurucusu Roger Waters iki saatten fazla süren konseri sırasında yaklaşık 40 bin kişiyi büyüledi. Ünlü sanatçının Gezi eylemleri ile ilgili ettiği sözler ise şaşırttı. Her yer Taksim her yer direniş Iron Maiden’in İstanbul’daki konserine Gezi Parkı sloganları damgasını vurdu. Dünyaca ünlü rock star Iron Maiden’ın Türkiye turnesi kapsamında yaptığı İstanbul konseri, direniş sloganlarıyla inledi. “Durmak yok, direnişe devam” sloganlarıyla biten konseri onbinlerce insan izledi. Dünya devi Iron Maiden’in İnönü Stadı’ndaki konseri adeta eyleme dönüştü. İnönü Stadı “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla inledi. Bazı seyircilerin konsere gaz maskesiyle katılmış olması dikkatlerden kaçmadı. Bilgilerinin doğruluğundan emin olmadığını, “Eğer ben interneti doğru okuyorsam...” cümlesi ile vurgulayan Roger Waters, buna rağmen konser boyunca uzun uzun ahkam kesmeyi ihmal etmedi. Gezi olayları sırasında yaşamını yiterenlerin görüntülerinin sahnedeki dev duvara yansıtıldığı an ise konserin doruk noktasını oluşturdu. Roger Waters Türkçe olarak “Bu konseri devlet konseri mağdurlarına adıyorum. Onları hiç unutmayacağız” deyince yaklaşık 40 bin kişi “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş”, “Bu Daha Başlangıç, Mücadaleye Devam” diye dakikalarca slogan attı. Placebo konserinde Gezi sloganı Türkİye’deki hayranlarıyla İstanbul Parkorman’da biraraya gelen dünyaca ünlü alternatif rock müzik grubu Placebo’nun sahnede olduğu dakikalarda izleyiciler arasından, “Her yer Taksim her yer direniş’ sloganları yükseldi. Grubun solisti Brian Molko sloganlara, ‘Thank you’ (teşekkürler) karşılığını verdi. Vodafone İstanbul Calling festivali, dünyaca ünlü grup Placebo konseri ile son buldu. Pozitif Live organizasyonuyla Parkorman’da gerçekleştirilen konser saat 22.00’da başladı. Konseri binlerce Placebo hayranı izledi. Konserin başlangıcı Yeni Zelandalı başarılı grup The Veils tarafından yapıldı. 33 Hacıbektaş’ta Taksim sloganları Hacıbektaş etkinliklerini gergin başladı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, konuşmasını yapmak üzere davet edilince halk Bozdağ’ı yuhalamaya başladı. Bir yurttaş, Bozdağ’a yumruk attı. Yumruk Bozdağ’ın çenesine geldi. Yurttaşlar “Her yer Taksim her yer direniş” ve “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları attı. Bozdağ ise bozuntuya vermeden konuşmasına devam etti. Sahne ile halk arasında barikat olması dikkat çekti. Ayrıca konuşma yapan Ali Rıza Selmanpakoğlu, “Diyanet Sünni anlayışın fgetva arayışı aracı olmaktan çıksın. Atatürk döneminde olduğu gibi kontrolör olsun. Sivas katliamı aydınlatılmaması içimizi iacıtır. Madimak müze olsun. 3. Boğaz Köprüsü’nün adı da barışın ve dostuğuln simgesi Hacı Bektaşi Veli olsun” dedi. Bozdağ’ın “Hacıbektaş’ın talepleri ile ilgili olarak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatı var” demesi üzerine halk Erdoğan’ın da yuhaladı. Bozdağ konuşmasının ardından halk Bozdağ’ın üzerine yürümek istedi. Korumaları Bozdağ ile halk arasına girdi. Kürsüden halka sakin olun çağrısı yapıldı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise kürsüden “İncinsek de incinmeyelim” çağrısı yaptı. Bozdağ alanı terk etti. TT Arena’da ‘Gezi’ tezahüratları Spor Toto Süper Lig’in ilk hafta maçında Galatasaray, konuk ettiği Gaziantepspor maçı öncesi bir grup taraftardan Gezi Parkı olaylarına destek tezahüratları yükseldi. Gaziantepspor maçı öncesi her iki takımın oyuncuları maçtan önce ısınmak için sahaya çıktıkları anda Galatasaray’lı bir grup taraftar ‘Gezi olaylarına’ destek amaçlı tezahüratlar yaptı. Maçın başlamasından önce taraftarlardan,”Sık bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım. Copunu bırak, kaskını çıkar, delikanlı kim bakalım” şeklinde sloganlar yükseldi. Sarı kırmızılı taraftarlar maç süresince zaman zaman sloganlar atarken özellikle maçın devresinde ve ikinci yarının başlarında slogan atmaya devam ettiler. Stadta hükümet istifa sloganları 06 Ağustos Salı gecesi Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Salzburg Şampiyonlar Ligi Ön Eleme maçı Fenerbahöçe ve ülkemiz adına çok güzel sonuçlandı. Yeni teknik direktör Ersun Yanal’ın kendisini gösetrediğ bir maçtı. 3-1 ‘lik skorla Salzburg’u yenen Fenerbahçeli oyuncular da, teknik ekip de çok heyecanlıydı. Fenerbahçe- salzburg maçı devam ederken 55 bin kişinin hükümeti istifaya çağırması ise gündeme bomba gibi düştü. Gezi Parkı olaylarından beri suların durulmadığı İstanbul’da olaylar maça da yansıdı.”Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları atan Fenerbahçeliler Gezi Parkı Direnişini desteklediler. Sloganlardan en çok kullanılanı ise “Sık bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım “oldu. Hükümetin gezi eylemcilerien günlerce biber gazı sıkması, hafızalarda o kadar derin yer etmişt ki, bu slogan maç boyunca dillerden hiç düşmedi. Hükümetin sert tavrı ve Gezi olaylarındaki tutumu bir süre daha unutulmayacak gibi. Hatta Hükümet kanadından da bununla ilgili açıklamalr gelmişti. Eylül ayı gibi, üniversiteler açılıp, Lig maçları başladığında olayların gerçekleşeceğinin duyumlarını aldıklarını söylemişlerdi. 34 ‘Çadır yakma timi’ görev başında Gezİ Parkı’nda çadırları yakıp eylemlerin fitilini ateşledikleri iddiasıyla açığa alınan 4 zabıta memuru hakkında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişliği’nin yürüttüğü inceleme nedeniyle verilen “görevden uzaklaştırma” kararı kaldırıldı. Müfettişlere verdikleri ifade sırasında içlerinden biri, “Çadırda mum yanıyordu. Düştü, çadır da yandı” diyen 4 zabıta görevlerine dönecek. Gezi Parkı olaylarının ikinci gününde sabaha karşı polisin düzenlediği operasyon sırasında göstericilerin kaldığı çadırlar sivil kıyafetli kişiler tarafından toplanıp ateşe verilmişti. Çadırları yakalandın görüntüleri ortaya çıkıp, bellerinde katlanmış zabıta yelekleri olduğu görülünce İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü soruşturma başlatmıştı. Çadırları yakan 4 zabıta açığa alınırken taşeron olarak görev yapan 3 kişinin de iş akitleri fesh edilmişti. Müfettişlere verdikleri ifadelerde önce çadırları yaktıklarını reddeden zabıtalara, Foto Film Şube Müdürlüğü’nün çektiği ve basında yer alan çadır yakma görüntülerini izlettilmiş, görüntüleri izleyen zabıtalardan biri “Evet bu kişi benim ama kazayla oldu, kasıt yok” demişti. Bunun üzerine müfettişler görüntüyü başa aldı ve yakma görüntüsünü tekrar izletti. Başka bir zabıta, “Çadırı sökerken içinde mum yanıyormuş, mum düştü. Çadır da yanmaya başladı. Benim suçum yok” dedi. Bu zabıta için de görüntü başa alındı ve yakma görüntüsü tekrar izlettirildi. Yakma olayını inkar eden zabıtalardan bir diğeri görüntüyü izleyince, “Evet bu benim ama talimatı polisler verdi” dedi. İfadesi alınan bir polis şefi, “Zabıta parktaydı ama üzerlerinde zabıta olduklarını belirtir bir kıyafet yoktu. Ben de yeleklerinizi giyin dedim. Ama zabıtalar ‘bizim müdürümüz de burda’ dediler ve yeleklerini giymediler. Bazıları, yelekleri gömleğinin altına, beline bağlamıştı. Biz eylemcileri parktan uzaklaştırmaya çalışırken çadırlardan duman yükselmeye başladı. Biz zabıtaların çadırları sökerek kamyona yükleyeceklerini sanıyorduk. Ama zabıtaların çadırları yaktıklarını gördük” dedi. Müfettişler bunun üzerine 3’ü taşeron 7 zabıta hakkında açığa alınarak, haklarında idari soruşturma açılması yönünde bir rapor hazırladı. Zabıtaların çadırları kasıtlı olarak yaktıkları yönünde hazırlanan rapor, İstanbul Valiliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) gönderildi. İBB, rapor üzerine kadrolu 4 zabıtayı açığa aldı. Taşeron olarak çalışan 3 zabıtanın ise iş akdini feshetti. Zabıtalara çadırları kimin yakma talimatı verdiği ortaya çıkmazken İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişlerinin yürüttüğü soruşturma sonunda zabıtaların açığa alınma kararı kaldırıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne mülkiye başmüfettişliği tarafından gönderilen yazılı karar, zabıtalara tebliğ edildi. Haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılan Zabıta personeli ile ilgili başlatılan idari ve disiplin soruşturmasının devam ettiği bildirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden konu ile ilgili yapılan açıklamada, “Biz sadece tebligatı yaptık denildi. İBB’nin açıklamasında, “İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişliği tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilen yazıda; adı geçen Zabıta memurlarının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 137. ve 138. maddeleri uyarınca görevlerinden uzaklaştırıldıkları belirtilmiştir. Bu karar söz konusu Zabıta personeline tebliğ edilmiş ve görevden uzaklaştırılmaları sağlanmıştır. Araştırma ve ön incelemeyi sürdüren Mülkiye Başmüfettişliği’nden daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yeni bir yazı gönderilmiş ve ilgili Zabıta personeli ile ilgili görevden uzaklaştırma tedbirinin kaldırıldığı ifade edilmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın yaptığı işlem Başmüfettişlik kararlarının ilgililerine tebliğ edilmesinden ibarettir...”denildi TÜRKİYE MERHABA / hallo schweız MEB’de cadı avı! Gezi direnişiyle hükümetin başlattığı cadı avı sürüyor. Milli Eğitim Bakanlığı direnişe katılan öğretmen ve öğrencilerin belirlenmesi için akılları zorlayan yöntemler deniyor. Ankara’da direnişin olduğu semtlerdeki okul müdürleri, milli eğitim müfettişleri tarafından çağrıldı. Polis görüntüleri ve fotoğraflar müdürlere gösterilerek, görüntülerdeki kişilerden hangilerinin kendi öğrencileri olduğu belirlenmeye çalışılıyor. Cumhuriyet gazetesinden Sinan Tartanoğlu’nun haberine göre; Gezi Direnişi’ne katıldığı iddiası ile öğrenci ve öğretmenler hakkında başlatılan incelemede bir sonuca ulaşılamaması nedeniyle il milli eğitim müffetişleri yeni bir yöntem denemeye girişti. Direnişin Ankara’daki odak noktalarından olan semtlerde seçilen okul müdürleri, müfettişler tarafından çağrıldı; Kızılay’da çekilmiş polis görüntüleri ve fotoğraflarının müdürlere gösterildi, müdürlerden görüntülerdeki yüzlerin hangilerinin kendi öğrencileri olduğunu belirlemeleri istendi. Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İstanbul’daki Gezi Parkı protestolarına Ankara’dan verilen destek eylemlerine katıldığı belirlenen öğrenciler ve öğretmenler hakkında inceleme başlatmıştı. İncelemede, öğrencilerin hangi öğretmenlerle iletişim halinde olduğunu belirlemek amacıyla müfettişler, öğrencilerden kişisel Twitter hesaplarının şifrelerini istemişti. Öğretmenlerin Facebook ve Twitter hesapları da “veli şikâyeti” kapsamında incelemeye alınmıştı. Ancak edinilen bilgiye göre, bu “geniş kapsamlı operasyondan” bir sonuç çıkmadı. İncelemede, öğretmen ve öğrenciler hakkında soruşturmaya dönüştürülecek kadar bilgi ve belgeye ulaşılamadı. Sonuçsuzluk, yetkililerin tepkisine yol açınca, il müfettişleri “operasyonu derinleştirdi.” Eğitim Sen’in verdiği bilgiye göre, il milli eğitim müfettişleri, Ankara’daki protestoların odağında olan ilçelerdeki bazı liselerin müdürlerini çağırdı. Müdürlere “Sinevizyon gösterisi” yapan müfettişler, gösteride Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Radyo TV ve Foto Film Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Kızılay’da çekilmiş görüntü ve fotoğrafları kullandı. Müdürlerden, fotoğraf ve görüntülerdeki şahısların yöneticisi olduğu okullda eğitim gören bir öğrenci olup olmadığını tespit etmeleri istendi. Eğitim Sen, böyle bir soruşturma yöntemini kabul etmeyen müdürlerin ise başka bir okula sürülmekle tehdit edildiğini, bakanlığın Gezi soruşturmasında mutlaka bir sonuca ulaşmak için her türlü yöntemi zorladığını aktardı. Mimarlar Odası’nda ‘böcek’ krizi MİMARLAR Odası Ankara Şubesi yönetimi, yönetim kurulu toplantılarının yapıldığı salonla bulunan dinleme cihazıyla (böcek) ilgili olarak savcılığa suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu dilekçesiyle birlikte bulunan cihaz ve ses kayıtları da savcılığa teslim edildi. Şube Başkanı Ali Hakkan ve Genel Sekreter Tezcan Karakuş, dün suç duyurusunda bulunduktan sonra basın toplantısı düzenledi. Hakkan, böceği uzman kişilere analiz ettirdiklerini belirterek, “Bu iş organize ve bilinçli bir ekip tarafından yapılmıştır. Savcılığın araştırmalarından sonra da ciddi sonuçlara ulaşılacağının inancındayız” dedi. Karakuş ise cihazdaki ses kaydını basın mensuplarına dinletti. Karakuş, cihazı yerleştirenlerin kendi seslerinin de kayıtlarda olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Teknik birimimizin analizinin ardından 4 saatlik bir kayıtta 6 kişinin sesini tespit ettik. Şubemize basın toplantısı vesilesiyle girmişler ve görüntülerimizi çektiklerine dair konuşmaları da kayıtta yer alıyor. Hatta ‘Kameralar burada çok fazla sakın bizim kamera olmasın’ diyorlar. Fotoğraflarımızı çektikleri ve bunları Whatsapp (mobil cihazlar için mesajlaşma uygulaması) aracılığıyla ulaşıp ulaşmadığını birbirlerine soruyorlar. Konuşmalarda buraya birkaç defa daha geldiklerini ancak cihazı koyamadıklarını, cihazın yerleştirdikten 50 dakika sonra bulunduğunu tespit ettik. Bunların bir tane olduğunu da düşünmüyoruz çünkü konuşmaların bir kısmında ‘Malzemeyi atıyorum. Hangisini atıyorsun, dinleme cihazını mı?’ diye birbirlerine soruyorlar. Kayıtlarda Saraçoğlu Mahallesi üzerinden oldukça büyük bir eylem yapacaklar istihbaratını verip cihazı nasıl yerleştirileceği konusunda ‘Cebine koy, yapıştırıcıyı orada aç yoksa cebine yapışır. Telefonla konuşur gibi yap sandalyeye otur altına yerleştir’ şeklinde talimat veriyor.” MERHABA / hallo schweız 35 TÜRKİYE Polise 400 bin biber gazı, 43 TOMA, 12 Akrep 12 milyon lirası örtülü ödenekten karşılanacak para ile Emniyet’e 400 bin biber gazı ile 43 TOMA, ve 12 Akrep alınacak. H ükümet, polise yeni “destanlar yazdırmak” için harekete geçti. Gezi Parkı protestolarının ardından hükümet, emniyet teşkilatının mühimmat ve teçhizatının yenilenmesi amacıyla 44 milyon liralık özel ödenek tahsis etti. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), iki ayrı kaynaktan tahsis edilen özel ödenekle yeni TOMA, Shortland, zırhlı otobüs ve biber gazı alımını planladı. Alımlarla ilgili ihale süreci başlatıldı. Milliyet gazetesinden Tolga Şardan’ın haberine göre; İstanbul’da başlayan ve özellikle büyük kentlerde yoğunlaşan Gezi Parkı protestolarında olaylara müdahale araçları ile göstericilerin dağılmasında kullanılan biber gazı stoklarında azalma görülen emniyet teşkilatının söz konusu eksikliklerinin giderilmesi için hükümet devreye girdi. 80 kentte yaşanan olaylar sonrasında polisin gösterdiği harekat tarzını kutlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne “acil ihtiyaçların giderilmesi” kapsamında 44 milyon liralık ek ödenek gönderildi. Ödeneğin 32 milyon liralık kısmı Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’ndan, 12 milyon liralık kısmı ise Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden gönderildi. Ödeneğin gelmesiyle birlikte EGM’de, özellikle sokak olaylarına müdahale edilmesini sağlayacak teknik teçhizat ve mühimmat alımına karar verildi. Bu çerçevede; EGM, ilk aşamada 43 TOMA, 12 Shortland (Akrep), personel taşımak için zırhlı otobüs, kask, kalkan ve cop alacak. Gezi Parkı olayları sonrasında Çevik Kuvvet’e dağıtılan para taltiflerin de bu bütçeden karşılandığı öğrenildi. Bu ihtiyaçlar, bütçeden gönderilen 32 milyon liralık ödenekten karşılanacak. Yapılan planlamada, Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden yaklaşık 400 bin adet biber gazı alınması öngörüldü. Bu alımların dışında, Emniyet Günül Müdürlüğü’nün kendi bütçe olanakları kapsamında 2013 için 60 TOMA alımı yaptığı ve bu TOMA’ların Eylül’den itibaren ihtiyaç planlaması yapılan kentlere gönderileceği öğrenildi. İstanbul ve Ankara’nın yanısıra Doğu ve Güneydoğu kentlerine gönderileceği kaydedildi. Bu arada, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün stoklarını artırmak amacıyla alımını planladığı biber gazlarının büyük bölümünü Güney Kore ve Brezilya’dan gerçekleştireceği öğrenildi. Bu çerçevede, Gezi Parkı olayları sırasında sivil toplum örgütlerinin Güney Kore’nin Ankara’daki büyükelçiliğini elektronik posta yağmuruna tuttuğu ortaya çıktı. Elektronik postalarla Türkiye’ye biber gazı satılmasını protesto etmesi üzerine Güney Kore’nin önce satışı yapmak istemediği ancak, daha sonra yapılan görüşmelerin ardından biber gazı alımının gerçekleştirildiği kaydedildi. Komşuyu ihbarda ilk dava Tencere tava çalan komşusundan şikayetçi oldu, savcı anne ve iki çocuğu hakkında birer yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı. İstanbul’da Hilal K. adlı vatandaş Gezi Parkı eylemleri sırasında aynı apartmanda oturduğu komşularının balkonda tencere-tava çalarak gürültü yaptıkları gerekçesiyle şikâyetçi oldu. Savcılık da tencere-tava çalan anne ve iki çocuğu hakkında “kişilerin huzur ve sükûnunu bozmak” suçundan 3’er aydan birer yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı. Beşiktaş Dikilitaş Mahallesi’nde oturan ev hanımı Hilal K. 2 Haziran’da üst katta oturan komşularının, Gezi Parkı nedeniyle tencere tava çalarak kendisini rahatsız ettiği gerekçesi- yle polise şikâyette bulundu. Habertürk’ün haberine göre; Hilal K., üst katta oturan Filiz D. ile oğlu Onur A. ve kızı Tuğçe A.’nın sürekli bağırarak, tencere tava çaldıklarını anlattığı ifadesinde şu iddiaları sıraladı: “2 Haziran günü saat 01.00 sıralarında sert cisimlerle tencere ve tavalara vurarak, gürültü yapmaya devam ettiler. Yatağımdan kalarak, balkona çıktım. ‘Neden tencere tava çalıyorsunuz. Rahatsız ediyorsunuz’ diye bağırdım. ‘İçeri gir’ diyerek, yüzüme toprak attılar. En son balkonuma sular aktığını gördüm. Mutfağıma sular girdi. Balkonunu yıkayan Filiz A.’yı uyarınca hakaret etti. Sonra kızı ‘Sen nasıl anneme hayvan dersin, bağırırsın’ diyerek hakaret ve tehditte bulundu. Polisi aradım.” Palalı saldırgan bir kez daha biletini iptal ettirdi Gezİ Parkı olaylarında kalabalığa pala ile saldırdıktan sonra Fas’a kaçan Sabri Ç., 13 Ağustos’ta Türkiye’ye gelmek için aldığı bileti iptal etti. Gezi Parkı olaylarında kalabalığa pala ile saldırması sonrası büyük tepki çeken ve hakkında tutuklama kararı çıkmadan bir gün önce eşi Daoui Hanae ve çocuğu Havin Nilda’yı da yanına alarak Fas’a kaçan Sabri Ç., THY ile ortak uçuş düzenleyen Royal Air Maroc’un uçağı ile Türkiye’ye gelmek için aldığı bileti son dakikada iptal etti. Meğer yakalama kararı kalkmış Fas’a kaçan palalı saldırgan hakkında mahkeme yakalama kararını kaldırdı. Gezi protestocularına pala ile saldırdığı ve 3 kişiyi yaraladığı için hakkında 27 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Sabri Çelebi hakkındaki yakalama kararı 5 Ağustos’ta kaldırıldı. Hürriyet’ten Özge Eğrikar’ın haberine göre; Kaçma şüphesi yok diye serbest bırakılan Sabri Çelebi, 10 Temmuz’da Fas’a gitmiş, 11 Temmuz’da savcının itirazı üzerine tutuklama kararı verilmişti. Bu sırada Sabri Çelebi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianame İstanbul 53’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Mahkeme 5 Ağustos’ta taraflar olmadan gördüğü tensip duruşmasında, Sabri Çelebi hakkındaki yakalama kararını kaldırdı. Avukatı Turan Öner, Sabri Çelebi’nin tehdit edildiği için dönmediğini belirterek, “Bu nedenle telefonu kapalı. Şikâyetçi olmak için delil topluyoruz” dedi. Palalı dönmedi, eşi ve çocuğu Türkiye’ye geldi İstanbul Talimhane’de Gezi Parkı olayları sırasında göstericilere pala ile saldırdığı gerekçesiyle hakkında 27 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan ve şuan Fas’ta bulunan Sabri Çelebi’nin eşi ve çocuğu İstanbul’a döndü. Sabri Çelebi’nin eşi ve çocuğu Türk Hava Yolları’na ait bir uçakla Fas’ın Kazablanka kentinden İstanbul’a geldiği öğrenildi. 36 TÜRKİYE MERHABA / hallo schweız Türkiye, OECD’nin hazırladığı yaşam kalitesi endeksinde 34 ülke arasında sonuncu oldu. Türkiye’de insanlar OECD ortalamasından yılda 101 saat fazla çalışırken; kişi başına yıllık gelir ortalamanın yarısı bile etmiyor. TRT önünde hamile protestosu TRT’de iftar vakti yayınlanan bir programda, hamile kadınların dışarıda gezmemesi yönündeki açıklamaları nedeniyle tepki çeken Ömer Tuğrul İnançer, bir grup Halkevci Kadınlar üyesi tarafından Tepebaşı’ndaki TRT binası önünde protesto edildi. İnançer’in özür dilemesi istendi. Beyoğlu Tepebaşı’nda bulunan TRT binası önünde saat 13.00’da toplanan Halkevci Kadınlar üyesi 20 kadın, “Sokakları meydanları terk etmiyoruz. Ömer Tuğrul İnançer özür dile!”, “Seni getiren leylek bile pişman” yazılı pankart ve dövizler açtı. “AKP elini bedenimden çek”, “AKP’den hesabı kadınlar soracak” şeklinde sloganlar atan grup adına açıklamayı okuyan Hande Yanar, “AKP iktidarı gerici muhafazakar düzenini kalıcı ve yaygın hale getirirken kadın düşmanlığını ana eksen haline getiriyor. Hal böyle olunca iktidarın kanalı da kadın, hamilelik konularında ağzından gerici ve akıl dışı sözler dökülen avukat Ömer Tuğrul İnançer’in engin görüşlerinden yaralanmak üzere programa çıkararak kadın düşmanlığına kendi cephesinden katkı koyuyor” dedi. Yanar, “İnançer haddini bilmeli, ekrana bir kez daha çıkmadan önce bin kez düşünmeli, söylediği sözlerden ötürü özür dilemeli, kadınların isyanını ciddi bir mesele olarak önüne koymalıdır. TRT’de İnançer’in açıklamalarını sahiplenmediğini iddia ediyorsa, bir an önce İnançer’in hık deyicisi sunucusunun işine son vermelidir” diye konuştu. Hamileler sokağa çıkmasın tartışmasını değerlendiren AK Parti İstanbul il Kadın Kolları Başkanı Avukat Özlem Zengin Topal, “Bebek bekleyen anneler konusunda en doğal hakkı. Tabiki soğa çıkabilirler en doğal hakkı. Bu cümleyi söylüyor olmak bile aslında rahatsız edici. Ama sanırım tartışma dışarı çıkan kadının kıyafeti, hali tavrı bununla alakalı bir söz söylemeden çıkıyor. Ona da zaman zaman ben de etrafa baktığım zaman şaşırdığım acaba böyle mi olmalı dediğim anlar oluyor. Bence her iki tarafa da hak vermek gerekiyor. Giyen tabiki istediği gibi giyinebilir. Bu böyle olmalı diyen insan da çok yoğun bir saldıra maruz kalmamalı. İkisinin bir dengesi olması lazım. Bebek bekleyen anneler tabiki istediği gibi hareket edebilir. Bununla ilgili daraltıcı bir alanı ve ifadeyi doğru bulmuyorum. Eleştiri kısmınında da açık bir pencere bırakmak lazım” diye konuştu. Devlet verdiği tazminatı geri istiyor Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyonda dozer kepçesinin müdahalesiyle kolu kopan Veli Saçılık, devlete karşı açtığı tazminat davasını kaybetti B urdur E tipi Cezaevî’nde hükümlü olarak bulunduğu 5 Temmuz 2000’de mahkûmlara yönelik operasyon sırasında kepçe ve dozerlerle cezaevi duvarlarının yıkılması sırasında sağ kolunu kaybeden Veli Saçılık, devlete karşı açtığı tazminat davasını kaybetti. Kararda Saçılık’a tazminat ödenmemesine karar verildi. Milliyet gazetesinin haberine göre; Burdur Cezaevi’ne yönelik müdahale sırasında duvarı yıkmaya çalışan dozer kepçesinin darbesiyle kolu kopan, kopan kolu saatler sonra bir köpeğin ağzında bulunan Veli Saçılık, devlete karşı açtığı tazminat davasını kaybetti. Danıştay açtığı ilk davada haklı bulunan ve 150 bin TL tazminat ödenen Saçılık’ın isyana aktif olarak katıldığı sırada dozer kepçesinin darbesiyle kolunu kaybettiğine ve bu durumun kendi kusurundan kaynaklandığına hükmetti. C TÜRKİYE 37 Türkiye yaşam kalitesinde sonuncu umhuriyet gazetesinde yer alan habere göre, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) konut, gelir, iş imkânları, toplum, eğitim, çevre, şeffaflık, sağlık, hayat memnuniyeti, güvenlik ve iş-özel hayat dengesi gibi göstergeleri dikkate alarak oluşturduğu Kaliteli Yaşam Endeksi’nde Türkiye son sırada yer aldı. Endeksin hazırlanmasında kullanılan 11 kriterin tamamı göz önüne alındığında Türkiye Brezilya, Şili ve Meksika’nın ardından sonuncu olurken listenin en üst sırasında ise Avustralya yer aldı. OECD, Türkiye’nin son 20 yılda vatandaşlarının yaşam kalitelerini yükseltmek için oldukça dikkat çeken bir çaba sarf ettiğine dikkat çekerken birçok başlıkta diğer ülkelerin gerisinde kaldığını belirtti. Endekse göre; - Türkiye’de kişi başına yıllık gelir 10 bin 504 dolar ile OECD ortalaması olan 23 bin 47 doların yarısı bile etmiyor. - Türkiye’de çalışabilir yaştaki (15-64) nüfusun yalnızca yüzde 48’i meslek sahibi. OECD ortalaması ise yüzde 66. - Türkiye’de insanlar OECD ortalaması olan yıllık 1776 saatten daha fazla, yıllık 1877 saat çalışıyor. - İşçilerin yüzde 46’sı çok uzun saatler çalışırken bu oran OECD ortalamasında yüzde 9. - Eğitimde de durum pek parlak değil. Üniversite mezunu olanların oranı yüzde 31, OECD ortalaması ise yüzde 74. - Türkiye’de yaşam süresi ortalama 75 yıl, OECD’de ise 80. - Türkiye’de yaşları 15 ile 64 arasında olan kişilerin yüzde 48’inin paralı bir işi var. OECD ortalaması yüzde 66. OECD: Euro Bölgesi’nde işsizlik tansiyonu artırıyor Redhack’ten Gökçek’e fışkiye cevabı İSYANA KATILMIŞTI GEREKÇESİ Olay sırasında cezaevinde bulunmasına neden olan ceza davasından beraat eden, cezaevi isyanı davasında, yargılama lehine seyrederken dosyanın zamanaşımına girmesi sonucu hakkında karar verilemeyen, bu süreçte İçişleri Bakanlığı bünyesinde memur olarak da çalışmaya başlayan Saçılık’ın “haksız” bulunmasına dozer operatörü ile cezaevindeki bir hükümlünün “isyana katılmıştı” beyanları gerekçe gösterildi. Ancak kararda atıf yapılan hükümlünün sonraki ifadelerinde kendisinin işkence gördüğünü belirterek Saçılık’tan hiç söz etmediği, dozer operatörünün de sanığı olduğu davadaki savunmasının dikkate alındığı ortaya çıktı. Diğer cezaevi operasyonlarına da emsal olacak davada dozer operatörünün beraat etmesi, kopan kola bedel ödenmemesine gerekçe gösterildi. Danıştay 10. Daire’nin kararında 5 Temmuz 2000’deki olayın duruşmaya çıkmak istemeyen mahkumlara yönelik operasyon düzenlendiği sırada gerçekleştiği, İtfaiye Müdürlüğü’nde görevli Dursun Akın’ın “bayanlar koğuşundaki direnişçileri yakalamak için iş makinesi ile açılan delikten bir kişi elinde bu- MERHABA / hallo schweız lunan tuğlayı benim aracın camına savurmak için sağ kolunu çıkarmıştı ki kepçenin ani hareketi olduğunda dışarıya uzanan kol duvar ile kepçenin sağı arasına sıkıştı” şeklinde ifade verdiği kaydedildi. ZAFER İŞARETİ YAPTI Kararda, terör hükümlüsü Yılmaz Babatümgöz’ün de “Bu arada Veli Saçılık elinde bulunan tuğlayı attı, zafer işareti yaptı, o anda kepçe ters istikamette harekete geçti. Zafer işareti yapan koluna çarptı” dediği belirtildi. Saçılık’ın direnişi aktif olarak sürdürdüğü sırada yaralandığının savunulduğu kararda, iş makinesi oper- atörünün de beraat ettiği, güvenlik güçleri hakkındaki kovuşturmanın takipsizlikle sonuçlandığı kaydedildi. Kararda, “Davacının uğradığı zararın kendi kişisel kusurundan kaynaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır” denildi. Böylece temyiz itirazı reddedildi ve karar kesinleşti. Saçılık’ın karar düzeltme talebinde bulunma ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurma yolları bulunuyor. Ancak karar değişmezse, Saçılık, aldığı ve büyük bölümünü tedavide kullandığı tazminatı faiziyle geri ödemek zorunda kalacak. Faiziyle 300 bin lirayı bulacağı belirtilen tazminatı Saçılık geri ödeyemezse, icralarla karşı karşıya kalacak. Redhack Sözcüsü dün akşam katıldığı canlı yayında ‘bayramlık ağzını’ açtı ve gündeme ilişkin sert açıklamalarda bulundu. Kızıl Hackerlar dün akşam Halk TV’deki canlı yayına Skype bağlantısı ile katıldı. Grup adına açıklamalar yapan Redhack Sözcüsü, gündeme ilişkin sert açıklamalarda bulunurken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e de “Yıllarca bir metro yapama, bahçelerle Ankara halkının gözünü boya. Otur ağla fışkiyemi kim kırdı diye.” diyerek yüklendi. Şirin Baba, “Sosyal medya yasaklanacaksa o kifayetsiz belediye başkanından başlayabilirler. diyerek de Gökçek’e göndermede bulundu. Redhack sözcüsü, Jandarma istihbarat belgelerini kendilerine sızdırmakla tutuklanan Jandarma Çavuş Utku Kalı’nın kendileriyle ilgisi olmadığını belirtti. “Reyhanlı belgelerini Utku Kali sızdırmadı, sızdırmıs olsaydı bile bu vatansever, onurlu bir davranış olurdu” diyen Redhack sözcüsü, “Utku Kalı’nın bizimle alakası yoktur, olsaydı o gözaltındayken ona neler olduğunu nereden biliyorduk?” diye konuştu. RedHack’ten yapılan açıklamada ayrıca Ergenekon davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Tuncay Özkan’a verilen cezanın haksız bulunduğu belirtilerek, “Tuncay Özkan F tiplerine kral dairesi demesine rağmen, bize karşı yazmasına rağmen ona haksızlığa göz yumamayız” ifadelerine kullanıldı. EKONOMİK İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün(OECD) son yayımladığı raporda, Euro bölgesinde işsizliğin ilerleyen dönemlerde de devam edeceğini açıkladı. Raporda Türkiye’ye dair ibareler de yer alıyor. OECD yayımladığı yıllık istihdam raporunda, ileri yaşlardak birçok işçinin de malî baskılarla yüzleşmek zorunda kaldığını ve erken emeklilik hakkından yararlanamadığını vurguladı. Bununla birlikte vasıfsız işçilerin bütün ülkelerde iş bulmakta zorlandığı ifade edildi. Euro Bölgesi ülkelerinde ortalama işsizlik oranınının 2014 sonlarına doğru %12,3’ü bulacağı, Almanya’da %5 altına düşerken Yunanistan ve İspanya’da %28’e ulaşacağı belirtildi. Aynı dönemde Fransa’da bu oranın %11, İtalya’da ise %12,5 olması öngörülüyor. Euro Bölgesi’nde işsizlik oranı %12,2, OECD ülkeleri ortalaması ise %8,2 olarak kaydedildi. Raporda, “OECD genelinde toplam 48 milyon kişi işsiz; bu rakam, krizin başladığı tarihten bu yana 16 milyon artışı ifade ediyor,” denildi. İş ve gelir kaybına uğrayan kesimler daha çok vasıfsız işçiler ve dar gelirli aileler oldu. Raporda, yüksek işsizlik oranının birçok ülkede sosyal doku üzerinde baskı oluşturduğu vurgulandı. OECD rakamlarına göre 2012 yılı itibariyle Türkiye’de işsizlik oranı %9,4 olarak gerçekleşti. Bir önceki yıl bu oran %10 olmuştu. Gençler arasındaki işsizlik oranı %17,5. Türkiye’nin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’ndaki gerçek artış oranı ise 2011’de %8,8 iken 2012’de %2,2’ye düştü. Bu durum istihdam artışına da yansıdı. Önceki yıl %6,6 oranında olan istihdam artışı 2012’de %2,9’da kaldı. 38 TÜRKİYE MERHABA / hallo schweız İngiliz basınından Ergenekon değerlendirmesi Ergenekon davası kararları İngiliz gazetelerinin dış haberler sayfalarında öne çıkıyor. “Karar içime sinmiyor” “Ergenekon olarak bilinen davanın iddianamesini kabul eden ve o davanın görüldüğü dönemde 3 yıl mahkeme başkanlığı yapan Köksal Şengün, SÖZCÜ’ye konuştu: Dosyanın içeriğini çok iyi bilen birisi olarak bu karar içime sinmiyor. “Ergenekon” olarak bilinen dava İstanbul 13. Ağır ceza Mahkemesi’nde başlamıştı. Köksal Şengün, 12 yıldır o mahkemenin başkanlığını yapıyordu. Belli bir kıdemini dolduran her hakim gibi Yargıtay Üyeliğine aday olması hakkıydı. HSYK; bazı görüşmeleri gerekçe gösterip Köksal Şengün’ü mahkeme başkanlığından alıp Bolu’ya düz hakim olarak verdi. Türkiye’nin gözünü çevirdiği “Ergenekon Davası”nın 3. yılında Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’ün görevden alınması büyük şaşkınlık yaratmıştı. Bir çok kararda özellikle heyetle görüş ayrılığı yaşaması nedeniyle görevden alındığı yargı çevrelerinin dilindeydi. Davanın onbinlerce belgesi başkanlığı döneminden Köksal Şengün’ün elinden geçmiş, iddianameyi o kabul etmişti. Ancak davayı “Ben 25 yıl DGM’lerde, özel yetkili mahkemelerde çalıştım. Yıllarca davalara baktım. Bugüne kadar bu kadar tartışması olan başka bir davaya şahit olmadım.” sonuçlandırmak ona kısmet olmadı. Kendisiyle dün mahkeme kararını telefonla konuştum. “Objektif de konuşsam ‘atıldı o yüzden böyle konuşuyor’ diye düşünenler olacaktır” diyor. “Yorum yapmaktan korktuğum sakın aklınıza gelmesin. Çünkü, meslek hayatımda korkunun yeri yoktur” diye ekliyor. O konuşmak istemiyor ama ben de devamlı soruyorum. “Dava dosyasının içeriğini en iyi bilen isimlerden birisi olarak verilen cezalar içinize sindi mi?” diyorum. Şu cevabı veriyor: “Genelkurmay Başkanını düşünün, yıllarca bu ülkede ordu komutanlığı yapmış, Genelkurmay 2. Başkanlığı görevinde bulunmuş, sonra Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmiş, üstelik aynı başbakanla yıllarca birlikte çalışmış ve sonunda siz onu örgüt lideri diye yargılıyorsunuz. Genelkurmay Başkanına örgüt lideri gibi ceza verilmesi hesaba uymuyor. Bunu kimseye izah edemeyiz. Çok sivri bir örnek olduğu için Genelkurmay Başkanını söyledim. Yoksa çok sayıda isim aynı durumda. Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı Times gazetesi haberi “Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı” başlığıyla veriyor. Gazete “İslamî eğilimli Türk hükümetinin ülkenin laik tabakasını tasfiye etme girişimi olarak görülen davada onlarca siyasetçi, emekli asker ve gazeteci hapis cezası aldı” diyor. Ağır cezalar Independent gazetesi, dün Silivri’de güvenlik güçlerinin protestoculara tazyikli suyla müdahale ettiğini gösteren bir fotoğraf eşliğinde “Eski ordu komutanına ömür boyu hapis” başlığıyla duyuruyor haberi. Vela, dava sırasında savcıların, Ergenekon örgütünün Recep Tayyip Erdoğan’a ve azınlık liderlerine suikast planları yaptığını ve camileri bombalamayı planladığını söylediğini yazıyor. Ordu üzerinde sivil kontrolü sağlama çabasının Türk hükümetinin Avrupa Birliği’yle ilişkilerinde önemli bir paya sahip olduğunu belirten Independent yazarı, Erdoğan yönetiminin aldığı kararları ve yaşamları üzerindeki baskıyı protesto eden binlerce kişinin Haziran ayında eylemler düzenlediklerini hatırlatıyor. Hükümet orduyla ödeşiyor Guardian gazetesi, Ergenekon davasından çıkan sonucu Orta Doğu Editörü Ian Black’in bir yazısıyla değerlendiriyor. Black yazısında, mahkemenin verdiği ağır cezaların Türkiye’de öfkeli bir ayrışmayı alevlendirdiğini yazıyor. Türkiye’nin, Haziran ayında Gazi olaylarıyla başlayan toplu protestoların etkisini hâlâ hissettiğini vurgulayan Ian Black, Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’tan Türkiye uzmanı Fadi Hakura’nın görüşlerini de aktarıyor. Hakura’ya göre, mahkemenin verdiği ağır hapis cezaları, sivil hükümetin ordu üzerinde kurduğu hâkimiyeti gösteren bir işaret. Guardian editörü Black, davanın kimileri tarafından ‘!derin devletle’ hesaplaşma, kimileri tarafından da Erdoğan’ın başlattığı bir cadı avı olarak görüldüğünü belirtiyor ve yazısını şöyle sürdürüyor: “Ergenekon davası çok hassas bir noktaya dokundu. Türkiye 1960 ve 1980 yılları arasında üç askerî darbe yaşadı. 1997’de, AKP’nin öncüsü olan ılımlı İslamcı hükümet görevden ayrılmaya zorlandı. Kemal Atatürk’ün kurduğu modern laik cumhuriyetin koruyucusu olan ordu ve AKP arasındaki ilişkiler hep gergin oldu. Ian Black yazısını Fadi Hakura’nın şu görüşleriyle noktalıyor: “Çıkan karar, sivil hükümetin ordu üzerinde egemenlik ve etki tesis ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Ancak dava beş yıldır devam ediyor ve artık halk üzerinde çok fazla bir ilgi ve heyecan yaratmıyor. Bu yüzden fazla bir etki yaratmayacaktır. Ancak verilen ağır cezalar, hükümetin ordu yapılanmasıyla ödeştiği izlenimi veriyor.” Merhaba Impressum: Herausgeber: Verein Hallo Schweiz Geschäftsleiter-Verantwortlicher Koordinator: Mazlum KILINÇ ** Chefredaktor/Yazıişleri Md.: Gökhan Pahlı Redaktion: Metin Ağbuga, Jürg Meyer, M.Kılınç, Gökhan Pahlı (Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.) BÖLGE TEMSİLCİLERİ: Basel – Baselland : Gülşen Kılınç (076 797 44 22), Zürih ve Çevresi: Metin Ağbuga (076 418 99 99) Schafhausen-Winterthur: İmam Bozacı (079 465 44 05) Solothurn ve Çevresi: Engin Vurucu (076 797 33 88) Bern ve Çevresi: Veysel Geçgel (032 926 13 65), La Chaux de- Fonds ve Çevresi: Hasan Vurucu (076 797 44 11) Erscheinungsweise: 11 x Jährläch Geht an alle Verein Schweiz Merhaba Mitglieder Baskı/Druck: AZ PRINT Mittelland Zeitungsdruck AG Layout/Grafik: Gökhan Pahlı Übersetzung/Çeviriler: Anja Neptun Dağıtım: Post - Preis: Fr. 3.- Abo-Preis: Fr. 30.- (Jährlich) İletişim Adresi: Hallo Schweiz-Merhaba Hompage: Adil Bülbül Inseraten / Reklam (Türkçe): Postfach 597, CH-4005 Basel Merhaba Reklam Ajansı 079 705 62 75 – 076 797 44 33 079 705 62 75 076 797 44 33 Postkonto:: 60-498611-8 Hompage: www.e-merhaba.com e-Posta: merhaba@bluewin.ch Gezici Araştırma Şirketi’nin ağustos ayı anketi, AKP’yi şoke edecek sonuçlar yansıttı Bu anketler Başbakan’ı gerçekten ağlatacak!.. Anket, Başbakan Erdoğan’ın ısrarla “Oyumuz yüzde 50”nin üzerinde. Yaptırdığımız son kamuoyu yoklamasında oy oranımız yüzde 51 çıktı” şeklindeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor. Gezici’nin araştırmasına göre, AKP’nin gerçek oyu, yandaş şirketlere yaptırılan anketlerle halkın beynine yerleştirilmek istenilen oranın 10 puan altında. Yani yüzde 41.2… İŞTE “Milletvekili Genel Seçimleri bugün yapılsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna halkın cevabı: Tabloya bakıldığında AKP’nin oylarının bir bölümünün MHP ve CHP’ye kaydığı, BDP’nin genel seçimlerde baraj sorunu yaşamayacağı görülüyor. AKP’nin oy kayıplarının İç Anadolu, Akdeniz ve Marmara bölgelerinde daha fazla olduğu gözleniyor. Batı Karadeniz bölgesinde de ciddi oy kaymaları var. AKP’yi hayal kırıklığına uğratacak asıl rakamlar, yerel seçimlerle ilgili… Zira “Bu hafta bir yerel seçim yapılsa yani bu pazar sandığa gitseniz, oyunuzu kime, hangi partiye verirsiniz?” sorusuna “AKP’ye veririm” diyenlerin oranı yüzde 34’e kadar düşmüş durumda. Bu rakam da -böyle giderseAKP’nin yerel seçimlerde büyük yenilgiye uğrayacağını gösteriyor. Araştırma sonuçlarına göre yerel seçimlerde AKP’nin Akdeniz Bölgesi’nde büyükşehir belediyesi kazanması mümkün görünmüyor. Buna karşılık CHP’nin Marmara ve Batı Karadeniz oylarında ciddi artışlar olduğu dikkat çekiyor. MHP ise İç Anadolu ile Doğu Akdeniz’de oy oranlarını artırıyor. AKP kimlerden oy kaybediyor diye bakıldığında 8-27 yaş arası gençlerin büyük bölümünün MHP’ye kaydığı görülüyor. Anketteki önemli tespitlerden biri de AKP’ye oy veren kadınların yüzde 9’unun “Bir daha bu partiye oy vermeyeceğim” diyerek diğer partilere gidiyor olmaları… AKP’den kopan kadın oylarının büyük kısmını CHP alıyor. Kopan kadın oylarının geçiş sebebi sorulduğunda ise “Öncelikle yaşam tarzıma müdahale” cevabı alınıyor. Erkekler de ekonomik koşulların kötüleşmesi (vatandaş geçinemiyorum demekte) nedeniyle oy vermeyeceğini söylüyor. Diğer kopuş sebepleri ise Suriye-Türkiye gerginliği, PKK ve İmralı ile yapılan görüşmelerden duyulan rahatsızlıklar. Ankette “AKP Hükümeti’nin giderek daha otoriterleştiğini/baskıcı olduğunu mu, yoksa demokratikleştiğini mi düşünüyorsunuz?” sorusu da yöneltilmiş. İşte bu soruya verilen cevaplar: “Evet otoriterleştiğini düşünüyorum” diyenlerin oranı yüzde 64,5’i buluyor. “Hayır, demokratikleşiyor” diyenlerin oranı ise yüzde 35.5’te kalıyor. Bu soruya verilen cevaplarda en dikkat çekici husus, AKP’ye oy veren seçmenin yüzde 23.5’inin de partisinin otoriterleştiğini kabul etmesi! Gezici Araştırma Şirketi, ağustos ayı anketinde deneklere “Sizce Türkiye’de hükümet tarafından medyaya planlı bir baskı uygulanıyor mu?” sorusu da yöneltilmiş. Bu soruya halkın yüzde 62.6’sı “Evet, Türkiye’de hükümet tarafından medyaya planlı bir baskı uygulanıyor” cevabını vermiş. “Hayır” diyenlerin oranı ise yüzde 24.9’da kalmış. “Cevap yok, fikrim yok” diyenlerin oranı ise yüzde 12.5… Anketteki ilginç sorulardan biri de “Hükümetin son dönemde Batı’ya sırtını döndüğü ve Ortadoğu ülkelerine yakınlaştığı yönünde eleştiriler var. Siz bu eleştirilere katılıyor musunuz? Sizce Türkiye Batı’ya sırtını döndü mü?” Soruya verilen cevaplar da ilginç: Halkın yüzde 63.1’i, Başbakan Erdoğan’ın sırtını Batı’ya döndüğü görüşünde. “Hayır, dönmedi” diyenlerin oranı ise yüzde 36.9… Ankette “Sizce Ergenekon dava sürecinde herşey hukuka uygunluk içinde işledi mi?” sorusu da unutulmamış. Cevaplar yine ilginç: “Evet işledi” diyenlerin oranı yüzde 46.2’de kalırken, “Hayır, işlemedi” diyenler, yüzde 53.8’lik bir toplum kesimini oluşturmuş. Bu sonucun en önemli yanı, yargıya duyulan güven konusunda toplumda derin bir bölünmenin oluştuğunu göstermesi. Bir başka dikkat çekici veri ise üniversite mezunlarının yüzde 58.7’sinin “Davada süreç, hukuka uygun işlemedi” görüşünde olması… Anketin en çarpıcı sorularından biri ise “Ergenekon davası kapsamında müebbet hapis cezasına çarptırılan Genelkurmay eski Başkanı Org. İlker Başbuğ’un ceza almasını nasıl yorumluyorsunuz?” sorusu… Bu soruya halkın yüzde 67.8’i, “Kararı yanlış buluyorum” cevabını vermiş. SORU: “Başbakan Tayyip Erdoğan’a ‘sert ve tek adam’lık eleştirileri yapılıyor. Siz aşağıdaki görüşlerden hangisine katılıyorsunuz?” Ankete göre AKP seçmeninin yüzde 45.6’sı, Başbakan’ı daha hoşgörülü ve uzlaşmacı bir çizgide görmeyi istiyor. SORU: “İçkiye getirilen kısıtlama sizce alkollü içeceklerle mücadele mi yoksa halkın yaşam biçimine müdahale midir?” Ankete göre Türkiye’de vatandaşların yüzde 33.4’ü alkollü içki tüketiyor. AKP’lilerin ise yüzde 26’sı alkollü içki kullanıyor. SORU: “Türkiye’nin Suriye konusundaki dış politikasını ve uygulamalarını doğru buluyor musunuz?” Bu soruya verilen cevaplardan çıkan çarpıcı sonuç ise AKP seçmeninin yüzde 38.6 gibi önemli bir bölümünün, partisinin Suriye politikasını olumsuz buluyor olması… SORU: “MİT’in, Abdullah Öcalan ile PKK konusunda görüşmesini onaylıyor musunuz?” AKP seçmeninin yüzde 48,6’sı “Hayır” diyor. Bu arada BDP seçmeninin yüzde 8’inin de “Hayır” cevabını verdiği dikkat çekiyor. SORU: “Hükümetin sergilediği yaklaşımlarla ‘Kürt Sorunu’nu çözebileceğine inanıyor musunuz?” AKP seçmeninin yüzde 29.6’sı soruya “Hayır” cevabını veriyor. BDP seçmeninin cevabı ise çok daha çarpıcı: Yüzde 74 oranında “Hayır!” SORU: “Türkiye’nin bölünmesiyle ilgili bir endişeniz var mı?” Araştırma Merkezi Başkanı Murat Gezici’ye göre halkın genelinde bölünme endişesi bulunuyor. Toplumun yüzde 68.1’i, bu korkuyu yaşıyor. 2 ay önceki oran yüzde 64 iken şimdi yüzde 68.1’i bulmuş durumda. Murat Gezici, bu endişenin yerel seçimlerde AKP’ye büyük oy kayıpları yaşatabileceği görüşünde. Zira AKP seçmeninin yüzde 34’ü Türkiye’nin bölünmesinden korkuyor. SORU: PKK’nın silah bırakarak sınır dışına çıkacağına inanıyor musunuz? AKP’ye oy verenlerin yüzde 49’u, BDP ye oy verenlerin yüzde 75’i PKK’nın silah bırakacağına inanmıyor. SORU: “Türkiye başkanlık sistemine geçmeli midir?” AKP seçmeninin yüzde 73’ü, BDP seçmeninin yüzde 65’i, CHP seçmeninin yüzde 82’si ve MHP seçmeninin yüzde 92’si başkanlık sistemine karşı. SORU: “Türkiye başkanlık sistemine geçtiği takdirde bu sistem tek adamlığa ve otoriter yönetime (diktatörlüğe) fırsat verir mi?” AKP seçmeninin yüzde 73’ü başkanlık sisteminin otoriter yönetime dönüşeceği görüşünde.