T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI YOL ARKADAŞLIĞINDAN YOL AYRIMINA AMASYA ASKERİ ÖRGÜTÜ Doktora Tezi Serkan Ünal Ankara-2013 i T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI YOL ARKADAŞLIĞINDAN YOL AYRIMINA AMASYA ASKERİ ÖRGÜTÜ Doktora Tezi Serkan Ünal Tez Danışmanı Prof. Dr. Sina Akşin Ankara-2013 ii i TEŞEKKÜR Yol Arkadaşlığından Yol Ayrımına Amasya Askeri Örgütü isimli bu tez çalışması sırasında özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bilkent Üniversitesi Kütüphaneleri ile Milli Kütüphane’den yararlandım. Meclis-i Mebusan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları ile çalışmanın kapsamı içerisinde yer alan süreli yayınların büyük bir bölümünün internet ortamına aktarılmış olması bizim için önemli kolaylık sağladı. İlk elden ve ikincil kaynakların incelenmesi noktasında her türlü kolaylığı sağlayan adı geçen kütüphane çalışanları ile Meclis Zabıtları ve süreli yayınların internet ortamına aktarılmasında emeği geçenlere; Tarih bilincimin ve tarihe bakış açımın şekillenmesinde önemli katkıları olan Prof. Dr. Seçil Karal AKGÜN ve Prof. Dr. Recep BOZTEMUR başta olmak üzere Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ndeki tüm hocalarıma; Siyaset Bilimi alanındaki birikimlerime katkıda bulunan Prof. Dr. Bilsay KURUÇ, Prof. Dr. Ahmet MAKAL, Dr. Faruk ALPKAYA ve Tanıl BORA başta olmak üzere Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki bütün hocalarıma; Bana her zaman ilham ve çalışma kaynağı olan, araştırmamın akademik bir ürüne dönüşmesi sürecinde bana güven ve destek veren ailemle birlikte Mehmet GÜNAY, Mehmet ÜNAL, Halil AKMAN ve Emrah ŞAHİN’e; Akademik çalışma süreci nedeniyle ihmal ettiğim onlarca işi ‘ya sabır’ tevekkülü ile karşılamakla birlikte bu noktada desteğini de esirgemeyen sevgili eşim AYŞE’ye; En son ve önemli olarak; bu çalışmanın ortaya çıkmasında düşünceleri, tavsiyeleri, derin alan bilgisi ve eserleri ile benim için zoru kolaylaştıran danışman hocam Prof. Dr. Sina AKŞİN’e; Sonsuz teşekkürlerimi takdim ediyorum… i İÇİNDEKİLER TEŞEKKÜR ……………………………………………………………………....... i İÇİNDEKİLER ………………………………………………………..................... ii GİRİŞ …………………………………………………………………………......... 1 BİRİNCİ BÖLÜM YOL ARKADAŞLIĞININ İLK DURAĞI: MÜTAREKE İSTANBULU 1.1. MÜTAREKE SONRASI GENEL DURUM a) Mütareke Sonrası Gelişmeler ..………………………………………………….. 25 b) İşgaller ve Ordunun Durumu …………………………………………………… 26 c) Bir Kırılma Noktası: İzmir’in İşgali ……………………………………………. 29 1.2. YOL ARKADAŞLARININ İSTANBUL'A GELİŞLERİ a) Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a Gelişi ……………………………………... 34 b) Kâzım Karabekir Paşa İstanbul’da ……………………………………………... 36 c) Ali Fuat Paşa İstanbul’da ……………………………………………………….. 38 d) Refet Bey’in İstanbul’a Gelişi ………………………………………………….. 39 1.3. YOL ARKADAŞLARININ ÇÖZÜM ARAYIŞLARI a) Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ……………………………………………… 40 b) Mustafa Kemal Paşa ve Çözüm Arayışları ……………………………………... 42 c) Ali Fuat Paşa ve Çözüm Arayışları ……………………………………………... 49 d) Kâzım Karabekir Paşa ve Çözüm Arayışları …………………………………… 52 ii e) Refet Paşa ve Çözüm Arayışları ………………………………………………... 59 f) Rauf Bey’in Askerlikten İstifası ………………………………………………… 61 1.4. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN GÖREVLENDİRİLME SÜRECİ a) Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçme Kararı …………………………... 63 b) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevlendirilmesi …….……………………………… 65 c) İstanbul’daki Son Günler ……………………………………………………….. 69 İKİNCİ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE VE YOL ARKADAŞLIĞI SÜRECİ 2.1. SAMSUN’DAN AMASYA’YA a) Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki Çalışmaları …………………………...... 74 b) Yol Arkadaşları ile Temas ve Havza Günleri …………………………………... 75 c) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevden Alınma Süreci …………………………….. 78 d) Rauf Bey’in Anadolu’ya Geçmesi ……………………………………………… 85 2.2. AMASYA’DAN ERZURUM’A a) Yol Arkadaşları Amasya’da …………………………………………………….. 88 b) Amasya Kararları’nın İmzalanması …………………………………………….. 89 c) Amasya Askeri Örgütü ………………………………………………………..... 91 d) Amasya Kararları’nın Değerlendirilmesi ………………………………………. 94 e) İstanbul Hükümeti’nin Bazı Girişimleri ………………………………………... 97 f) Yol Arkadaşlarının Amasya’dan Ayrılmaları …………………………………... 98 2.3. MİLLİ MÜCADELE’DE ERZURUM GÜNLERİ a) Erzurum’daki İlk Günler ………………………………………………………. 100 b) Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya Verdiği Destek …………. 102 iii c) Erzurum Kongresi ……………………………………………………………... 108 d) İstanbul Hükümeti’nin Milli Hareket’i Baltalama Girişimleri ………………... 114 e) Sivas’a Doğru Tehlikeli Yolculuk …………………………………………….. 120 f) Ali Fuat Paşa ve Sivas Kongresi Hazırlıkları ……………..…………………… 121 2.4. MİLLİ MÜCADELE’DE SİVAS GÜNLERİ a) Sivas Kongresi …………………………………………………….…………... 122 b) Manda Meselesi ……………………………………………………………….. 128 c) Ali Galip Olayı ………………………………………………………………… 138 d) Sivas Kongresi Sonrası Gelişmeler …………………………………………… 141 e) Sivas Kongresi Sonrasında Ali Fuat Paşa ve Refet Bey ………………………. 146 f) Yeni Bir Dönem Yeni Bir Kabine ……………………………………………... 148 g) Amasya Görüşmesi …………………………………………………………..... 150 h) Komutanlar Toplantısı ………………………………………………………… 154 i) Temsil Heyeti’nin Ankara’ya Gelişi …………………………………………... 158 2.5. MECLİS-İ MEBUSAN GÜNLERİ a) Meclis-i Mebusan’ın Açılışı …………………………………………………... 161 b) Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis-i Mebusan Başkanlığı Meselesi ..…………... 163 c) Felâh-ı Vatan Grubu ve Misak-ı Milli’nin Kabulü ……………………………. 164 d) Kuva-yı Milliye Noktasında Görüş Ayrılıkları ……………………………….. 168 e) İstanbul’un İşgalinin Şiddetlendirilmesi ……………………………………..... 172 2.6. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ: YENİ BİR DEVLET a) İşgalin Şiddetlendirilmesinden Sonra İstanbul ………………………………... 179 b) Büyük Millet Meclisi’nin Toplanması Hazırlıkları …………………………… 183 c) Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı ……………………………………………… 185 iv d) İç Savaş ………………………………………………………………………... 193 e) Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı ……………………………………. 197 2.7. MİLLİ MÜCADELE’DE ETKİN SAVAŞ DÖNEMİ a) Sevr Anlaşması ………………………………………………………………... 206 b) Kâzım Karabekir Paşa ve İlk Askeri Başarılar ………………………………... 209 c) Yunan Saldırıları ve İnönü Zaferleri …………………………………………... 210 d) Refet Bey’in Görevsiz Kalması ……………………………………………….. 215 e) Sovyetler ile İlişkiler ve Moskova Anlaşması ………………………………… 217 f) Sakarya Zaferi ve Ankara Anlaşması ………………………………………….. 222 g) Gergin Bekleyişten Büyük Zafere …………………………………………….. 224 h) Mudanya Mütarekesi ………………………………………………………….. 229 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YOL AYRILIĞI SÜRECİ 3.1. MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YOL ARKADAŞLARI ARASINDA MİLLİ MÜCADELE SIRASINDA YAŞANAN ANLAŞMAZLIKLAR a) Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar …. 231 b) Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar ……………….. 241 c) Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar …………… 246 d) Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar ………………. 252 3.2. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE MÜDAFAA-İ HUKUK GRUPLARI a) Birinci Grup ………………………………………………..………………...... 258 b) İkinci Grup …………………………………………………………………….. 261 c) Kâzım Karabekir Paşa’nın Tepkisi ……………………………………………. 266 v d) Meclis Gruplarının Siyasi Mücadelesi ………………………………………... 268 e) Başkomutanlık Kanunu Görüşmeleri ………………………………………….. 274 3.3. MİLLİ MÜCADELE SIRASINDA YOL ARKADAŞLARININ ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER a) Milli Mücadele Sırasında Rauf Bey’in Üstlendiği Görevler ………………….. 284 b) İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ………………………………………….. 288 c) Milli Mücadele Sırasında Kâzım Karabekir Paşa’nın Üstlendiği Görevler …... 291 d) Milli Mücadele Sırasında Ali Fuat Paşa’nın Üstlendiği Görevler …………….. 293 e) Milli Mücadele Sırasında Refet Bey’in Üstlendiği Görevler …………………. 297 f) Zaferden Sonraki Durum ………………………………………………………. 302 g) İstanbul’un Teslim Alınması ve Refet Paşa …………………………………... 304 3.4. YOL AYRIMININ NETLEŞMESİ a) Keçiören Görüşmesi …………………………………………………………... 306 3.5. SALTANATIN KALDIRILMASI VE YOL ARKADAŞLARI a) Saltanatın Kaldırılması ………………………………………………………... 312 b) Saltanat’ın Kaldırılması Noktasında Yol Arkadaşlarının Tavrı ………………. 318 c) Vahdettin’in Kaçışı ve Yeni Halifenin Seçimi ………………………………... 322 3.6. LOZAN KONFERANSI a) İkinci Adam Siyaset Sahnesinde ………………………………………………. 324 b) Konferans Çalışmaları ve Barış Antlaşması …………………………………... 328 c) Rauf Bey – İsmet Paşa Anlaşmazlığı ………………………………………….. 330 d) Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden Ayrılması …………………... 334 3.7. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YENİ DÖNEM HAZIRLIKLARI a) Zaferden Sonraki Yurt Gezisi …………………………………………………. 339 vi b) Seçim Kararı Alınması ve Meclis’in Feshi ……………………………………. 339 c) Mustafa Kemal Paşa’nın Seçim Çalışmaları ve Halk Fırkası’na Gidiş ……….. 343 d) Halk Fırkası’nın Kurulması ve Yol Arkadaşlarının Tepkisi …..……………… 348 3.8. CUMHURİYET’İN İLANI VE YOL AYRIMININ KESKİNLEŞMESİ a) Cumhuriyet’in İlanı ……………………………………………………………. 351 b) Yol Arkadaşlarının Cumhuriyet’in İlanına Tepkileri …………………………. 355 c) Rauf Bey’in Halk Fırkası Grubu ile İmtihanı …………………………………. 369 3.9. YOLUN SONU a) Yol Arkadaşlarının Meclis’te Toplanması ….………………………….……… 375 b) Bir ‘Komplo’ Girişimi ………………………………………………………… 378 c) Mustafa Kemal Paşa’nın Karşı Atağı …………………………………………. 379 d) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ……………….…………………………… 383 SONUÇ ………………………………………………………………………….. 388 ÖZET ………………………………………………………………………….… 407 ABSTRACT ……………………………………………………………………... 408 KAYNAKÇA ……………………………………………………………………. 409 vii GİRİŞ Bu çalışma Amasya Askeri Örgütü üyeleri olarak kabul ettiğimiz Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’in Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlığından Milli Mücadele’nin ilerleyen zamanlarında baş gösteren bir takım anlaşmazlıklar sonucunda yol ayrımına gelmesi sürecini konu almaktadır. Yol ayrımına giden bu süreç esas itibarıyla Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden hemen sonra başlamamış, Milli Mücadele sırasında yaşanan bir takım anlaşmazlıklar da Mustafa Kemal Paşa’nın yol arkadaşlarını daha yakından tanımasına ve yeni bir toplum inşa etmeye başladığı zaferden sonraki süreçte kendileriyle birlikte hareket etmesinin zorluğunu görmesine imkan sağlamıştır. Bu çalışma, üzerinden çok zaman geçmiş olmasına rağmen, Milli Mücadele’nin önder kadrosu arasındaki anlaşmazlıklar ve bunun bir yol ayrılığını beraberinde getirmesi sürecinin bugüne değin derli toplu bir şekilde ele alınmadığından hareketle, bu önemli sürecin kırılma noktalarının tespitini yapmayı ve yol arkadaşlarını yol ayrımına getiren nedenleri ortaya koymayı amaçlamaktadır. Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği, tarihe Amasya Genelgesi olarak geçen metnin altına imza atmak suretiyle Milli Mücadele’nin başlangıcında aynı ideal uğrunda bir araya gelen ve vatanın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılması için var güçleri ile çalışan lider kadro çalışma içerisinde ‘yol arkadaşları’ olarak adlandırılmıştır. Bu adlandırma kimi zaman aşağıda da ifade edeceğimiz üzere Amasya Askeri Örgütü’nün bütün üyeleri için, kimi zaman Mustafa Kemal Paşa dışında kalan Rauf Bey ile Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar için, kimi zaman da yol arkadaşlarının birbirleri ile olan ilişkileri bağlamında iki ya da üç kişiyi ifade etmek için kullanılmıştır. Bununla beraber ‘yol arkadaşları’ ibaresindeki temel 1 öznenin Mustafa Kemal Paşa olduğu ve yol ayrımına giden süreçte öteki isimlerin bir tarafta, hem yol arkadaşlarının hem de Milli Mücadele’nin lideri olan Mustafa Kemal Paşa’nın diğer tarafta yer aldığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Çalışmanın başlığı içerisinde geçen ‘yol arkadaşlığından yol ayrımına’ ifadesi bir yandan edebi bir çağrışım yaparken, diğer yandan Amasya’dan çok daha önce, henüz mütareke dönemi İstanbul’unda mücadeleye atılma kararı veren arkadaşların Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte geldikleri yol ayrımının ve yol ayrımından sonra farklı siyasi kulvarlara savrulmalarının hazin hikayesini ortaya koymaktadır. Bununla beraber bu çalışma, Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’u okuduğu 1927 yılına gelindiğinde kendisinin Milli Mücadele sırasında omuz omuza mücadele verdiği yol arkadaşları ile ne denli bir kopuş yaşadığının resmini çekmeye çalışmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a gelişinden Samsun’a gideceği zamana kadar en yakınında bulunan, Milli Mücadele başladıktan sonra da kendisiyle Amasya’da yeniden bir araya geldiği günden İstanbul’da açılacak olan Meclis-i Mebusan’da görev yapmak üzere ayrılacağı zamana kadar aynı amaç uğrunda mücadele veren Rauf Bey, mütareke İstanbulu’nda Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya davet ettikten sonra Milli Hareket’in Doğu’daki en büyük dayanağı olmasının yanında, 3. Ordu Müfettişliği görevinden alındıktan hemen sonra Mustafa Kemal Paşa’nın arkasında olduğunu tereddütsüz bildiren Kâzım Karabekir Paşa, Harp Okulu yıllarından itibaren tanıdığı Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi için bir diğer daveti yapan Milli Hareket’in Batı’daki dayanağı Ali Fuat Paşa, en son olarak da Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma Vapuru’na binmek suretiyle en baştan itibaren Milli Hareket’in içinde yer alan Refet Paşa gerek Milli Mücadele’nin ilerleyen dönemlerinde, özellikle de Milli Mücadele sonrası dönemde 2 yaşananlar neticesinde Mustafa Kemal Paşa ile yollarını ayırmışlardır. Mustafa Kemal Paşa, ‘milli sır’ olarak içinde saklı tuttuğunu söylediği düşüncelerini yeri ve zamanı geldikçe uygulamaya koyarken ve yeni Türkiye devletinin toplum yapısını yeniden inşa etme noktasında hiçbir fırsatı kaçırmazken, uygulama aşamasına geçen neredeyse her yenilik, yol arkadaşları ile arasındaki mesafenin biraz daha açılmasına neden olmuştur. Cumhuriyet’in ilan edilmesi örneğinde olduğu gibi bir çok konuda Mustafa Kemal Paşa’dan farklı düşünen yol arkadaşları Mustafa Kemal Paşa tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısına bir muhalefet fırkası ile çıkmışlar, İzmir Suikastı girişimi davasında yargılanmışlar ve siyaseten tasfiye oldukları bir yol ayrılığı süreci yaşamışlardır. Milli Mücadele’nin öncü kadrosunun Amasya’da bir araya gelmesi, orada Milli Mücadele’nin reçetesi olarak ifade edebileceğimiz kararların alınması ve İstanbul’a kesin bir şekilde karşı çıkılması, çalışmanın başlığında ifadesini bulan ve Amasya Askeri Örgütü olarak tanımlanan bir örgütü ortaya çıkarmıştır. Amasya’da beş karacı ve bir bahriyeliden oluşan askeri bir örgüt kurulduğunu söyleyen ve bu örgüte Amasya Askeri Örgütü denilebileceğini ifade eden Akşin1, bu noktada çalışmamıza da ilham kaynağı olmuştur. Milli Mücadele için çok büyük önem arz eden Amasya’da alınan kararlar hem Mondros Mütarekesi şartlarını hem de İstanbul Hükümeti’ni dikkate almadan alınan kararlardı ki, bunun isyandan başka bir tanımı olamazdı. Bu kararları onaylamak suretiyle gerek İstanbul Hükümeti’ne gerekse itilaf güçlerine bayrak açan Amasya Askeri Örgütü üyeleri başlangıçta 3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, 20. Kolordu Komutanı Ali 1 Sina Akşin, Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj yay., Ankara, 2001, s.116-117. 3 Fuat Paşa ve 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’den oluşmaktaysa da, kararların onaylanmasından on gün kadar sonra Cemal Paşa’nın İstanbul’a gitmesi ile Milli Mücadele’nin henüz başlangıcı sayılabilecek bir dönemde yola beş kişi ile devam etmek durumunda kalmıştı. Amasya’da bizzat bulunmamasına rağmen kararlara telgrafla destek veren Kâzım Karabekir Paşa’nın, vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının temini yolunda Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket etmesi, kendisini de yol arkadaşlarından biri yapmaktadır. Milli Mücadele sırasında Milli Hareket’e çok önemli katkılarda bulunan İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak) Paşalar gibi kimseler ise en başından itibaren Milli Hareket’in bizzat içinde olmadıklarından tezin kapsamı içerisinde yer almamaktadır. Milli Mücadele sırasında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği ile Batı Cephesi Komutanlığı gibi çok önemli görevler üstlenen, 1921 yılı Ocak ve Nisan aylarında İnönü Savaşlarını kazanarak Yunan ordusunun iç bölgelere ilerlemesini durduran ve Mudanya Mütarekesi’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni temsil ederek Milli Mücadele’nin son sayfasının başarılı bir kapanışını yapan İsmet Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından yirmi gün önce Ankara’ya gelmişti. Amasya Kararları sırasında İstanbul’da 1. Ordu Müfettişi olarak görev yapan Fevzi Paşa da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından hemen sonra Ankara’ya gelmiş, Müdafaa-i Milliye Vekilliği ve Heyet-i Vekile Reisliği gibi çok önemli görevler üstlenmişti. Bilindiği gibi Milli Mücadele, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla başlamış, Amasya Kararları ile de kendisine bir yol haritası çizmişti. Amasya Askeri Örgütü’nü kurduğunu söylediğimiz ve yol arkadaşları olarak kabul ettiğimiz Milli Mücadele’nin öncü kadrosu, yol haritasının çizildiği andan itibaren Milli Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket eden kimselerdir. Bu yol arkadaşlığının temelleri daha İstanbul’da iken atılmış, 4 memleketin içinde bulunduğu felaketten kurtarılması için nelerin yapılması gerektiği konusunda Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde planlar yapılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ve bir ay kadar sonra Amasya’da yeniden bir araya gelinmesiyle de konuşulanların tatbiki safhasına gelinmişti. Bu çalışmanın sınırları esas itibarıyla yol arkadaşlığının devam ettiği Milli Mücadele süreci ile birlikte Cumhuriyet’in ilanını ve hatta yüzeysel de olsa yol arkadaşlarının yol ayrımından sonraki çalışmalarını içine alacak şekilde belirlenmiştir. Öyle ki Milli Mücadele’yi anlatmadan yol arkadaşlarının anlatılabilmesi, yol arkadaşlarını anlatırken de Milli Mücadele’den bağımsız bir anlatım yapılabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle çalışma içerisinde Milli Mücadele’nin kronolojik çerçevesine dikkat edilmek suretiyle Amasya Askeri Örgütü üyelerinin çalışmaları ve yol arkadaşlıkları ön plana çıkarılmış, aynı yaklaşım Milli Mücadele sonrası dönem için de gözetilmiştir. Bununla beraber ele alınan dönemin soyadı kanununun kabulünden önceki dönem olması nedeniyle de yol arkadaşlarından bahsederken akademik yaklaşıma uygun bir şekilde o sıradaki askeri rütbeleri esas alınmıştır. Çalışmanın en temel sorusu yol arkadaşlarını yol ayrımına getiren sürecin nasıl geliştiği ve sonrasında gerçekleşen yol ayrılığının nedenlerinin ne olduğudur. Bu anlamda yol ayrılığı kişisel bir anlaşmazlıktan mı, yoksa siyasal, ideolojik ve düşünsel bir ayrışmadan mı kaynaklanmıştır? sorusu önem arz etmektedir. Bununla beraber çalışma içerisinde cevabı aranan çok sayıda soru içerisinde şunlar da vardır: Milli Mücadele’ye atılma kararı nasıl alındı ve her bir yol arkadaşı Milli Mücadele’ye ne ölçüde katkıda bulundular? Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlığı ülkenin sahil-i selamete çıkarılmasına kadar olan zorunlu bir arkadaşlıktan mı ibaret idi? Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlığı sürecinde de 5 bir takım anlaşmazlıklar yaşandı mı? Omuz omuza mücadele veren önder bir kadro hangi kırılma noktalarından sonra bir yol ayrımına geldi? Bu sorular yanında Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki düşünsel farklılıklar nelerdir? gibi sorular da çalışmanın kapsamı içerisinde ele alınmış ve bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Çalışmanın neden ve nasıl yapıldığının anlatıldığı ve kaynakların değerlendirildiği giriş bölümü dışında üç ana bölümden oluşan bu çalışmanın birinci bölümünde yol arkadaşlarının Birinci Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan mütareke sonrasında İstanbul’a gelişleri, bu şehirdeki çözüm arayışları ve Milli Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirilme süreci ele alınmaktadır. Yol arkadaşlığının temelleri İstanbul’daki bu çözüm arayışı sürecinde atılmış, Amasya Askeri Örgütü de Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinin ardından yol arkadaşlarının Amasya’da bir araya gelmesinden sonra kurulmuştur. Bu nedenle yol arkadaşlığının İstanbul’dan başlatılması bizce daha doğru bir başlangıç noktası olarak görülmüştür. Yol arkadaşlığı sürecinin ele alındığı ikinci bölüm, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasından Milli Mücadele’nin sonuna kadar olan süreci kapsamaktadır. Bu bölümde Milli Mücadele’de Amasya, Erzurum ve Sivas günlerinin ardından, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya taşınması, İstanbul’da açılan Meclis-i Mebusan’daki çalışmalar, İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesi, Ankara’da yeni bir devletin temellerini atan Büyük Millet Meclisi’nin açılması, iç savaş, işgalcilere karşı verilen etkin mücadele ve nihayet Mudanya’da sona eren cansiperane mücadele yol arkadaşları özelinde ele alınmaktadır. Üçüncü ve son bölüm yol ayrılığı sürecini konu almaktadır. Bu bölümde Büyük Millet Meclisi’ndeki gruplaşmalar ve yol arkadaşlarının Milli Mücadele süresince üstlendiği görevler 6 yanında saltanatın kaldırılması, Keçiören Görüşmesi ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi yol ayrımının netleşmesi ve derinleşmesinde etkili olan gelişmeler üzerinde durulmaktadır. Bu bölümün devamında yol arkadaşlarının yol ayrılığından sonraki çalışmaları ile yol ayrılığının nedenleri üzerine bir de değerlendirme yapılmaktadır. Sonuç bölümünde ise yol arkadaşlığından yol ayrımına giden süreçte dikkati çeken noktaların özeti sayılabilecek bir anlatım yapılmaktadır. Çalışmanın beslendiği kaynaklara dair şunları söyleyebiliriz. Resmi yayımlar ve tutanaklar bağlamında Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları’na müracaat edilmiş, süreli yayınlar olarak da 1918 yılı Kasım ayından 1923 yılı Kasım ayı ortalarına kadar olan dönemin gazetelerinden ilgili konular çerçevesinde faydalanılmıştır. Kaynakların değerlendirilmesi bağlamında altı çizilmesi gereken ilk nokta doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki yol arkadaşlığı ve yol ayrımını konu alan müstakil bir eserin olmadığıdır. Bir diğer ifadeyle Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşlarını yol arkadaşlığı ve yol ayrımı çizgisinde bir bütün olarak ele alıp inceleyen bir çalışma mevcut değildir. Milli Mücadele’nin öncü kadrosunun bir yol ayrımına gelmesine ise kuşkusuz çok sayıda çalışma içerisinde değinilmiştir. Ne var ki bu anlatımlar ya bir biyografi çalışması içinde yol ayrılığını irdelemekten ziyade yaşananları yüzeysel bir şekilde ele almakla yetinmekte ya da eser içinde yapılan bir kaç cümleden ibaret yorumlarla sınırlı kalmaktadır. Bununla beraber yol ayrımını ve nedenlerini irdeleyen, bu nedenle de ayrı bir yere konulması gereken bir çalışma olarak Hakan Uzun’un Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde yapmış olduğu Atatürk’ün Nutuk’unun İçerik Analizi adlı doktora çalışmasından söz etmeliyiz. Atatürk ve Nutuk adıyla kitaplaşan, bununla beraber yol 7 arkadaşlığı ve yol ayrımı sürecine değinilmeyen bu çalışmada Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın çalışma arkadaşları olan Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey, Nutuk’ta kendilerinden olumsuz bağlamda bahsedilen kişiler olarak ele alınmakta,2 bunun neden böyle olduğu gerek Nutuk’taki gerekse yol arkadaşlarının eserlerindeki anlatımlarla birlikte verilmektedir. Uzun, yol ayrımının temel nedeni olarak yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sonrası dönemde diktatör olacağı endişesi taşımalarını, bunu engellemeye yönelik çalışmalar içine girmelerini ve değişimin köklü değil, tedrici olması gerektiğine inanmalarını göstermek suretiyle bizce de doğru kabul edilen bir yaklaşım sergilemektedir. Yol ayrımına dair yapılan yorumları doğru bulmakla beraber Uzun’un çalışması sadece yol arkadaşlarına odaklanmamakta ve yol arkadaşlarına Nutuk’ta getirilen eleştirilerin nedenlerini tespit etmek amacıyla yol ayrımı konusunu ele almaktadır. Bizim çalışmamız ise hem yol arkadaşlığından yol ayrımına giden süreci hem de yol arkadaşları arasındaki anlaşmazlıklar ve nedenlerini çok daha geniş bir çerçevede ele almaktadır. Yol arkadaşlarının hepsine çalışmasında yer vermemiş olsa da benzer bir çalışma da Hamdi Gürler tarafından yayımlanan bir makaledir. Doktora tezinde Milli Mücadele’ye Katılan Komutanların Hatıratlarının Karşılaştırılması’nı çalışmış olan Gürler, “Atatürk’ün Silah Arkadaşlarının Nutuk Üzerine Değerlendirmeleri” adını taşıyan makalesini Genelkurmay Başkanlığı’nca yayımlanan Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen Ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri adlı eseri esas alarak hazırlamıştır. Milli Mücadele sırasında tümen ve daha üst kademelerde görev yapmış olan komutanlar içerisinde hatıratı olanların değerlendirmelerini konu alan bu çalışmanın kapsamı içerisine Milli 2 Uzun’un tespitlerine göre Nutuk içerisinde Rauf Bey 157, Refet Paşa 70, Kazım Karabekir Paşa 44, Ali Fuat Paşa da 23 kez olumsuz bağlamda ele alınmıştır. Bkz. Hakan Uzun, Atatürk ve Nutuk, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006, s.450. 8 Mücadele sırasında askeri bir görevi olmayan Rauf Bey ile hatıratı bulunmayan Refet Paşa dahil edilmemiştir. Bununla beraber Milli Mücadele’nin başından Lozan’ın imzalandığı zamana kadar olan süre ile sınırlanan bu çalışmada Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların bazı eserleri ve Nutuk üzerine yaptıkları değerlendirmeleri dikkate alınmıştır. Konumuz bağlamında önemli bir çalışma olmakla beraber Rauf Bey ve Refet Paşa’nın değerlendirmelerinin olmaması yanında yol ayrımının netleştiği Cumhuriyet’in ilanı sürecinin kapsam dışında bırakılması bu çalışmayı da bizim çalışmamızdan ayrı bir yere koymaktadır. Bu iki çalışmanın yerini tespit ettikten sonra elinizdeki çalışmanın hazırlanması sürecinde Amasya Askeri Örgütü üyesi olan Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’in gerek kendi eserleri gerekse konumuzun boyutları bağlamına giren çok sayıda eserin incelendiğinin altını çizmek isteriz. Milli Mücadele ve sonrası için en temel kaynak kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk adlı eseridir. Biz çalışmamızda Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yayımlanmış olan Nutuk’u kullandık. Milli Mücadele’nin sona ermesinden beş yıl sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ikinci kongresinde okunan ve bir hatırat, bir hitabe veya tarih araştırmacıları için bir başvuru kaynağı olarak nitelenen Nutuk, Milli Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun ağzından gerek Milli Mücadele döneminin gerekse sonrasındaki sürecin bir anlatımını yapmaktadır. Geçen zaman içinde yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile yolları ayrılmış, siyaseten farklı bir kulvar içinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyimi yaşanmış ve hatta Mustafa Kemal Paşa’nın ‘naçiz vücudu’nu hedef alan bir suikast girişiminde bulunulmuştu. Bütün bunlar dikkate alındığında Mustafa Kemal Paşa ile yol ayrımı yaşamış kimselerin Nutuk’ta o günlerin siyasi atmosferi içinde şiddetli 9 eleştirilere muhatap olmaları anlaşılabilir karşılanmalıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın, Milli Mücadele’nin başlatılmasında lider rol üstlenmek suretiyle zafere giden yolda yanında yer almış kimseleri olumlu bağlamda ele almaması yol arkadaşlarının olumlu özelliklerinin olmamasından değil, yol ayrımının ne kadar keskin olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Yol arkadaşlığından yol ayrımına giden süreç, hatta yol ayrımına varılmasından sonra gerçekleşen olaylar Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde öylesine yer etmiştir ki, o ilk dönem arkadaşlarından hiçbir şekilde olumlu bağlamda söz etmek istememiştir. Bizce de doğru yaklaşımlar bunun nedenini dönemin siyasal havasında arayan yaklaşımlardır. Bununla beraber bu durum sadece bir hatırat olmasının çok ötesinde 1919-1927 yılları arasında gerçekleşen olayların ilk elden yayımlanan belgesi niteliğinde olan Nutuk’un önemini hiçbir şekilde azaltmamaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı yıllarından Milli Mücadele’nin başlangıcı kabul edilen Samsun’a hareketine kadar olan anıları da 1926 yılında Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanmış ve Falih Rıfkı Atay tarafından Atatürk’ün Bana Anlattıkları adıyla kitaplaştırılmıştır. Bu eser de Mustafa Kemal Paşa’nın bizim yol arkadaşlığının ilk durağı olarak nitelediğimiz mütareke sonrası İstanbul’undaki faaliyetlerini açıklaması yönüyle çok kıymetlidir. Eserlerinin sayısı dikkate alındığında yol arkadaşları içerisindeki en üretken kişi hiç kuşkusuz Kâzım Karabekir Paşa’dır. Bu karşılaştırmayı öteki yol arkadaşları bağlamında ve Ali Fuat Paşa’nın da üretken olduğunu kabul etmekle beraber yapmaktayız. Kâzım Karabekir Paşa’nın yakınlarının elinde bulunan bilgi, belge ve notların yine kendisi tarafından kaleme alınmış olan İstiklâl Harbimizin Esasları adlı kitaba eklenmesiyle yazılmış olan ve bizim ‘Milli Mücadele’nin Karabekircesi’ 10 olarak tanımladığımız İstiklâl Harbimiz adlı kitabı belgelere dayanması ve Kâzım Karabekir Paşa’nın bakışını yansıtması nedeniyle dikkate değer bir çalışmadır. Kâzım Karabekir Paşa bu eserinde Milli Mücadele’nin yalnız Mustafa Kemal Paşa özelinde gerçekleşmediği ve hatta Milli Mücadele’ye atılma fikrinin kendisinden geldiği gibi çok sayıda iddiada bulunmak suretiyle Nutuk’ta anlatılanlara karşı çıkmakta ve kendisini ön plana çıkardığı bir anlatım yapmaktadır. Yine Kâzım Karabekir Paşa’nın Hayatım, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909 gibi Milli Mücadele öncesi hayatını anlattığı eserleri yanında Paşaların Kavgası ve Paşaların Hesaplaşması gibi doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile olan anlaşmazlıklar çerçevesinde olan eserlerine de kaynakçada yer verilmiştir. Her ne kadar başka isimler adı altında veya asıl hatıralardan hareketle yayımlanan eserler varsa da Rauf Orbay’ın hatıralarının aslı Yakın Tarihimiz’de yayımlanan hatıralardır. Rauf Bey’in bakışını yansıtan eserler bağlamında 1962-1963 yıllarında Feridun Kandemir tarafından yayımlanan bu hatıralar ile yine Kandemir tarafından bu hatıralar esas alarak hazırlanan Hatıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay adlı kitaptan faydalandık. Ali Fuat Cebesoy’un Sınıf Arkadaşım Atatürk, Milli Mücadele Hatıraları, Moskova Hatıraları ve Siyasi Hatıralar’ı da çalışmanın kapsamı içerisinde önem arz eden eserlerdi. Bir diğer yol arkadaşı ve Amasya Askeri Örgütü üyesi Refet Bele’nin ise yayımlanmış hatıratının mevcut olmaması kuşkusuz kendisinin yaşananlar konusundaki değerlendirme ve düşüncelerini öğrenme imkanımızı bir ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Bununla beraber bu eksikliği gidermek için başvurduğumuz yolların neler olduğunun da altını çizmeliyiz. Refet Bey’in Sivas Kongresi sırasında sarf ettiği manda lehindeki görüşleri Uluğ İğdemir’in Sivas Kongresi Tutanakları’nda, Meclis konuşmaları da Türkiye Büyük 11 Millet Meclisi Zabıtları’nda mevcuttur. Fethi Tevetoğlu’nun Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar adlı çalışmasında Refet Bey’e ayrılan doksan sayfalık bölüm ile Mehmet Özdemir tarafından Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde yapılan Refet Bele adlı doktora tezi bu noktada önemli iki yardımcı kaynak özelliği taşımaktadır. Yol arkadaşlarının eserlerinde dikkate alınması gereken en önemli nokta hepsinin Nutuk’tan sonra yazılmış olması ve bu nedenle Mustafa Kemal Paşa’nın kendileri hakkındaki eleştirilerine bir cevap verme imkanı bulmalarıdır. Ali Fuat Cebesoy ve hatta Rauf Orbay, eserlerinde kendilerini Mustafa Kemal Paşa’dan ayrıştıran noktalardan ziyade, ortak karar ve eylemlerini ön plana çıkarmaktadırlar. Bu noktada kendilerinden ayrılan Kâzım Karabekir Paşa ise Milli Mücadele sırasında adeta Mustafa Kemal Paşa’ya yol gösteren bir role bürünmekte, Milli Mücadele sonrasında ise bir dışlanmışlık psikolojisi içinde net bir eleştiri dili kullanmaktadır. Çalışmanın bütünlüğü ve nesnelliği bağlamında Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta olumsuz bağlamda ele aldığı yol arkadaşlarının söyledikleri de önem arz etmekteydi ve biz de yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa’nın eleştirilerine verdikleri cevapları dikkate alarak bir değerlendirme yapma yolunu seçtik. Kuşkusuz yol arkadaşlarının anılarının yer aldığı eserler de her hatırat gibi diğer kaynaklar yardımıyla tetkik edilmesi gereken eserler idi. Ahmet Demirel de bu noktada “Türkiye’de akademik çevrelerin ve araştırmacıların bir bölümünde olguları araştırırken, bunları birincil kaynaklardan bakıp 3 doğrulamak yerine, sorgusuz sualsiz kabul etme ve tekrarlama anlayışı egemendir.” demek suretiyle önemli bir noktanın altını çizmektedir. Bu çalışma sırasında böyle bir kolaycılığa kaçmak yerine, mümkün olduğunca tarihsel çalışmaların olmazsa olmazı sayılan birincil kaynaklara başvurulmaya gayret edilmiştir. 3 Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet-İkinci Grup, İletişim yay., İstanbul, 2009, s.20. 12 Mustafa Kemal Atatürk hakkında kaleme alınan çok sayıda eser vardır. Doğaldır ki aynı durum Milli Mücadele’nin önder kadrosu içinde yer alan yol arkadaşları için geçerli değildir. Örneğin, Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele hakkında yapılan yüksek lisans ve doktora çalışmalarına bir göz attığımızda karşımıza az sayıda çalışma çıkmaktadır. Yüksek Öğretim Kurulu tez verilerinde yer alan ve doğrudan yol arkadaşlarıyla ilgili çalışmalar dikkate alındığında Kâzım Karabekir Paşa hakkında beş, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy hakkında birer, Refet Bele hakkında da iki adet tez olduğu görülmektedir.4 Bizim çalışmamız özelinde bütün bu çalışmalarda dikkatimizi çeken nokta, yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile Milli Mücadele eksenli çalışmalarının ön plana çıkarılması, yol ayrımı konusunun bir talihsizlik olarak algılanması ve bunun nedenleri üzerine derinlikli bir yaklaşımın sergilenememiş olmasıdır. Bu noktada ele aldığı neredeyse her konuyu tartışan ve yol ayrımı noktasında yüzeysel bir anlatımla yetinmeyen Ali Çiftçi’nin Kâzım Karabekir’in Paşa’nın Siyasal Hayatı başlığını taşıyan doktora çalışmasını ayrı bir yere koymak gerektiğinin de altını çizmeliyiz. Rauf Orbay hakkında Cemal Kutay’ın Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf Orbay adlı 5 ciltlik bir çalışması vardır. Bu çalışma bir yandan Rauf Orbay’ın Yakın 4 Cemalettin Taşkıran, Kâzım Karabekir Paşa’nın Askeri Hayatı ve Komutanlığı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1992; Muhammet Erat, Milli Mücadele Döneminde Kâzım Karabekir Paşa’nın Faaliyetleri 19191922, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2000; Erdal Duğancı, Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemal Paşa’ya Muhalefeti ve Gerekçeleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale 2001; Erol Evcin, Kâzım Karabekir’in Türk İstiklâl Savaşı’ndaki Rolü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004; Ali Çiftçi, Kâzım Karabekir Paşa’nın Siyasal Hayatı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005; Süleyman Ataseven, Rauf Orbay Biyografisi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir 1997; Ayfer Özçelik, Ali Fuat Cebesoy, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1989; Mehmet Özdemir, Refet Bele, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1992; Halit Kaya, Refet Bele’nin Askeri ve Siyasal Hayatı (1881-1963), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2008. 13 Tarihimiz’de yayımlanan hatıralarının yayımlanması yönüyle bir derleme çalışması görüntüsü verirken, diğer yandan Rauf Orbay’ın hatıralarının başladığı Birinci Dünya Savaşı öncesi hayatını anlatması yönüyle önemli bilgiler içermektedir. Yol arkadaşlarının kendi eserleri yanında önemli olduğunu düşündüğümüz Mazhar Müfit Kansu’nun Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Kâzım Özalp’in Milli Mücadele, İsmet İnönü’nün Hatıralar, Fethi Okyar’ın Üç Devirde Bir Adam gibi hatıra türü çalışmalarından da faydalandık. Bu noktada hatıra niteliğindeki eserlerin öteki kaynaklarla karşılaştırmasının yapılması ve bir süzgeçten geçirilmek suretiyle kullanılması hususunu ihmal etmediğimizi bir kez daha vurgulamalıyız. Çalışmanın ilk bölümüne geçişi kolaylaştırması açısından birkaç noktaya daha değinmek faydalı olacaktır. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu Almanya, Avusturya Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte katıldığı ve topraklarının önemli bölümünü kaybettiği Birinci Dünya Savaşı’nda kesin bir yenilgiye uğramış, elinde kalan son vatan topraklarına da göz dikildiği, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’nin uygulama aşamasında ortaya çıkmıştı. Uzun bir zamandan beri Avrupa’nın hasta adamı olarak nitelenen imparatorluğun geride kalan topraklarını paylaşma konusundaki anlaşmazlıklar bir barış anlaşmasının imzalanmasını geciktirirken, ülkede yaşanan işgallere rıza göstermeyen Türk milleti itilaf güçlerine karşı protesto ve mitinglerle başladığı tepkisine bölgesel direnişler yoluyla giriştiği silahlı bir mücadele ile devam etmişti. Ülkede örgütlenmesi ve çatı altında toplanması gereken bir direniş vardı. İstanbul’daki temaslarının ardından kendisini 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya tayin ettirmeyi başaran Mustafa Kemal Paşa bu potansiyeli çok iyi görmüş, Amasya Kararları ile Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile de milletin kaderine dair 14 kararların alındığı ve ülke çapında tüm teşkilatların tek çatı altında toplandığı bir yapı tesis etmişti. Anadolu’nun kendi öz imkanları ile başarılan Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınında da hep yol arkadaşları vardı. Peki bu arkadaşlar nasıl bir eğitim görmüş ve birbirleri ile nasıl tanışmışlardı? Milli Mücadele öncesi dönemde birbirlerini tanıyorlar mıydı? Bir defa Milli Mücadele’nin önder kadrosu Osmanlı Devleti’nin en iyi askeri okullarında eğitim görmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri İdadisi’ni bitirdikten sonra o zamanki adı Mekteb-i Harbiye-i Şahane olan Harp Okulu’ndan, en son olarak da yalnız Harp Okulu’ndan üstün derece ile mezun olanların girebildiği Erkan-ı Harbiye Mektebi’nden (Harp Akademisi) 1905 yılı Ocak ayında kurmay yüzbaşı rütbesi ile mezun olmuştu. Kâzım Karabekir Paşa İstanbul Zeyrek’te başladığı ilkokula babasının görevi nedeniyle Van, Harput ve Mekke’de devam etmişti.5 Babasının vefatının ardından orta eğitimine İstanbul’da başlayan Kâzım Karabekir Paşa, ilk olarak askerlik hayatına adım attığı Fatih Askeri Rüştiyesi’ni, sonrasında ise Kuleli Askeri İdadisi’ni bitirmişti. Pangaltı Harbiye Mektebi’nden mezun olmasının ardından girdiği Erkan-ı Harbiye Mektebi’nden 5 Kasım 1905 tarihinde kurmay yüzbaşı rütbesi ve birincilikle mezun olmuştu.6 Ali Fuat Paşa da babasının görevi nedeniyle ilk ve orta eğitimini Erzincan ve Beşiktaş Askeri Rüştiyelerinde tamamlamış, 4. Ordu’da Kurmay Başkanlığı görevini yürütmekte olan babası, sonraki eğitimi için ‘Evimiz asker ocağına döndü, bari sen sivil hayata atıl’ diyerek kendisini İstanbul Saint Joseph Fransız Lisesi’ne göndermişti. Fransız 5 Kâzım Karabekir Paşa, büyükannesinin teklifi ile kendisinden üç yaş büyük olan ağabeyi Hulusi ile aynı anda ilk mektebe başlatıldı, babası ailesini 1886’da İstanbul’dan Van’a aldırdığında henüz 4 yaşındaydı. Bkz. Kâzım Karabekir, Hayatım, Emre yay., İstanbul, 1995, s.17-18,26; Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909, Emre yay., İstanbul, 1982, s.9. 6 Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.82; Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1972, s.177. 15 Lisesi’nden mezun olunca kendi ifadesiyle ilk ve son defa babasını dinlemeyerek girdiği Harp Okulu sınavlarını kazanan Ali Fuat Paşa,7 Mustafa Kemal Paşa ile aynı sınıfta önce Harp Okulu’nu sonra da Harp Akademisi’ni bitirmişti.8 İlk ve orta öğrenimini Selanik ve İstanbul’da tamamlayan Refet Paşa ise Harp Okulu’ndan 13 Ocak 1899 tarihinde teğmen rütbesiyle mezun olmuş, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra girdiği Harp Akademisi’ni 1 Kasım 1912 tarihinde birincilikle bitirmişti.9 Denizci bir aileden gelen Rauf Bey’e gelince, babasının görevi nedeniyle Trablusgarp Askeri Rüştiyesi’nde eğitim gördükten sonra İstanbul’da bulunan Heybeli Mekteb-i Bahriyesi’ne (Deniz Harp Okulu) kaydolmuş,10 daha sonra Şakirdan (Harbiye) sınıfına geçtiği aynı okuldan 1897 yılında güverte mühendis teğmen rütbesiyle mezun olmuştu.11 Okullarını bitirmelerinin ardından orduda görev almaya başlayan yol arkadaşları, tanışma zamanları farklılık gösterse de Milli Mücadele’nin başlamasından çok önce birbirleri ile tanışmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ile Harp Okulu’ndan tanışmaktaydı. O zamanlar öğrenciler doğum yerleri ile çağrılmakta olduğundan Mustafa Kemal Paşa, Selanikli Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa Salacaklı Ali Fuat, Kâzım Karabekir de Kâzım Zeyrek olarak bilinmekteydi. Salacaklı Ali Fuat, 1899 yılında girdiği Harp Okulu’nda sınıf ve hatta sıra arkadaşlığı yapacağı Selanikli Mustafa Kemal’le henüz okulun ilk günündeki tanışmasını şu şekilde anlatmaktadır: “İçimde tatlı bir heyecan vardı. Rüyalarım gerçekleşmiş, ben de dedem, babam, eniştelerim ve ağabeyim gibi asker olmuştum. Bu uğurda sarf ettiğim çabalar boşa gitmemişti. Albay İbrahim Bey’in 7 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel yay., İstanbul, 2000, s.37. Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.165. 9 A.g.e., s.98. 10 Cemal Kutay, Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf Orbay 18811964, c.I, Kazancı Matbaacılık, İstanbul, 1992, s.153-155. 11 Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi-Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem (1919-1923), c.III, TBMM Vakfı yay., Ankara, 1995. Türk…, s.879. 8 16 odasından çıkarken az daha selam vermeyi unutuyordum. Nöbetçi subayı önde, ben arkasında okulun koridorlarını geçtik. O zamanlar, talebelerin hafta tatilleri Perşembe günü öğleden sonra başlar, Cuma akşamı sona ererdi. Bugünde Cuma olduğu için talebe efendiler, gruplar halinde şen ve şatır okula dönüyorlardı. Aralarında Erzincan Rüştiyesi’nden tanıdığım bazı simalar da vardı. Kendi odasına geldiğimiz zaman nöbetçi subayı hademelerden birine: Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin. Emrini verdi. Sonra bana döndü: -Mustafa Efendi sizden birkaç ay önce Manastır Askeri İdadisi’nden geldi. Çalışkan, haluk ve zeki bir çocuktur, Onunla iyi anlaş. Kısa bir müddet sonra içeriye on yedi on sekiz yaşlarında, sarı saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı, pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi. Giydiği şık Harbiyeli elbisesini mevzun vücuduna pek yakıştırmıştı. Vakurdu. Nöbetçi subayını selamladı: Emredin efendim. Senin takımın birinci mangasına, imtihanla Harbiye’ye kabul edilen Salacaklı Ali Fuat Efendi’nin kaydını yaptık. Alıp gidin. Kendine ne şekilde hareket etmesi lazım geldiğini güzelce anlatın. Askeri idadiden gelmediğini de dikkat-i nazara alın Sarı saçlı, sarı burma bıyıklı genç Harbiyeli ayaklarını birbirine vurdu. -Emredersiniz efendim, baş üstüne efendim. Sonra bana döndü. Gayet nazik bir tavırla: Buyurun arkadaş, dedi, gidelim. İkimiz kapıdan birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Fakat kolundaki üçü kırmızı, biri sarı olan şeridi fark edince duraladım. Askerlikte rütbe ve kıdem esastı. Siz önden geçin çavuşum, ben sizi takip edeyim. Bu hitabımdan memnun oldu. O önde, ben arkada dahiliyeden çıktık. İşte Türk tarihine şan ve şeref veren aziz ve rahmetli arkadaşım Mustafa Kemal’i böyle tanımıştım.” 12 Ali Fuat ailesinin de teşviki ile bu arkadaşlığı ilerletmiş, Mustafa Kemal’i bazı hafta sonlarında evlerinde misafir etmiş, kendisiyle birlikte eğlence yerlerine gitmiş, teknik 12 Cebesoy, Sınıf…, s.19-20. 17 derslerde yardım aldığı arkadaşına Fransızcasını ilerletmesi için de yardımcı olmuştu.13 Milli Mücadele sırasındaki bir diğer yol arkadaşı Kâzım Zeyrek de ertesi yıl Harbiye’de öğrenim görenler arasına dahil olduysa da Mustafa Kemal ile tanışmanın ötesinde bir yakınlık kurma durumu olmamıştı. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Harbiye’de iken okul idaresinin sıkı tedbirlerine rağmen ülkenin içinde bulunduğu sorunlarla ilgilenmiş, küçük çaplı gizli bir teşkilat içinde yer almış, fikirlerini Harbiye öğrencilerine duyurabilmek için sınıfta el yazısı ile iki ya da üç sayı devam eden bir dergi de çıkarmışlardı.14 Akademiyi bitirdikten sonra Şam’da göreve başlayan Mustafa Kemal ile Beyrut’ta görev yapmaya başlayan Ali Fuat birbirleri ile görüşmeye okul sonrası dönemde de devam etmişlerdi. Öyle ki Ali Fuat, Mustafa Kemal’in Şam’da kurmuş olduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Beyrut şubesini açmış, iki arkadaş daha sonra farklı zamanlarda tayin edildikleri Makedonya’da, İkinci Meşrutiyet Devrimi’ni gerçekleştirecek olan İttihat ve Terakki’ye üye olmuşlardı. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Trablusgarp ve Balkan Savaşları sırasında görüşme imkanı bulamamış, Birinci Dünya Savaşı sırasında ise ilki Rus ilerleyişinin yaşandığı Doğu Cephesi’nde, ikincisi de Filistin Cephesi’nde olmak üzere iki kez aynı cephede görev yapmışlardı. Savaşın sonlarına yaklaşıldığı 20 Ekim 1918 tarihinde Halep’te 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile 3. Kolordu Komutanı İsmet (İnönü) Bey’in dahil olduğu ve 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’ya bağlı yeni bir teşkilat kurulmuştu.15 Filistin’den sonra yoğun saldırılar karşısında Suriye’den de geri çekilmek zorunda kalan Türk ordusu mütarekeden birkaç gün önce ancak Halep’in kuzeyinde tutunabilmişti. 30 Ekim’de imzalanan 13 Cebesoy, Sınıf…, s.40. A.g.e., s.48-53; Bayur, Yusuf Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri-Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., 1998, s.12. 15 Fahri Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1916 Yılı Hareketleri, c.5, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1965, s.110. 14 18 mütareke gereği Alman subay ve erleri İstanbul’a gideceklerinden General Liman von Sanders Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı Mustafa Kemal Paşa’ya,16 Mustafa Kemal Paşa da 7. Ordu Komutanlığı’nı 20. Kolordu Komutanlığı’nı da uhdesinde tutmak suretiyle vekâleten Ali Fuat Paşa’ya bırakmıştı.17 Yıldırım Orduları Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından Harbiye Nezareti emrine alınan Mustafa Kemal Paşa ülkenin içine düştüğü felaketin nasıl sona erdirileceği noktasında çareler arayacağı İstanbul’a doğru yola çıkarken Ali Fuat Paşa 20. Kolordu Komutanı olarak bölgede kalmıştı. Ali Fuat ile Kâzım Zeyrek’in, Kâzım Zeyrek’le de Mustafa Kemal’in tanışmaları da Harbiye yıllarında olmuştu. 1880’lerin ortalarında Van Jandarma Komutanlığı’na tayin edilmiş olan Kâzım Karabekir’in babası, ailesiyle birlikte görev yerine giderken bir kaç gün kadar Erzurum’da Ali Fuatların evinde misafir kalmış, ancak çok küçük yaştaki bu tanışıklık hafızalardan silindiğinden Ali Fuat ile Kâzım Zeyrek’in asıl tanışmaları Harbiye’de olmuştu. Bu tanışma Ali Fuat’ın babaannesinin “Mehmet Emin Paşa’nın oğlu Harbiye’ye girmiş, bana neden haber vermedin” diyerek kendisinden onu bulmasını istemesi üzerine gerçekleşmişti. Ali Fuat için iki bin kadar talebe arasından Kâzım Zeyrek’i bulmak kolay değil idiyse de Salacak’ta oturan ortak bir arkadaşları vesilesiyle beklenmedik bir şekilde karşılaşmış oldular. Bu tanışmanın ertesi günü de Ali Fuat, Kâzım Zeyrek’i Mustafa Kemal’le tanıştırdı.18 Böylece Milli Mücadele’nin üç önemli lideri, henüz Harp Okulu’nda iken tanışmış oldular. 1908’in kış aylarında üç savaş gemisinden oluşan bir filo Selanik’i ziyaret etmişti. Gemilerden birinin kolağası olan Hüseyin Rauf ile o günlerde Selanik’te görev 16 Liman von Sanders, Türkiye’de 5 Yıl, Kesit yay., İstanbul, 2006, s.353. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998, s.73. 18 Cebesoy, Sınıf…, s.47-48. 17 19 yapmakta olan Ali Fuat bu ziyaret sırasında tanışmışlar ve İstanbul’a birlikte dönmüşlerdi. Ali Fuat, Hüseyin Rauf’u deniz subayları içinde seçkin konumu olan genç bir İttihatçı vatansever olarak görmüş, Hüseyin Rauf da kendisine, kendini beğenmiş ve mücadeleci bir kişi olarak adını duyup tanışmak istediği Mustafa Kemal’i sormuştu.19 Ne var ki Mustafa Kemal ile Hüseyin Rauf o zaman değil, 31 Mart Ayaklanması’nı takip eden günlerde tanışacaktı. Ali Fuat ve Hüseyin Rauf ise ölünceye kadar devam bir dostluğun temellerini bu seyahat sırasında atmışlardı. Rauf Bey’i Kâzım Karabekir ile tanıştıran İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden önce İdare-i Mahsusa’da (Denizcilik İşletmesi) seyir muavinliği yapan Selahattin Adil Bey idi. Rauf Bey kendisinin yardımcılığını yapmaktayken, Kâzım Karabekir ile Selahattin Adil Bey, Manastır Askeri Mektebi’nden tanışmaktaydı.20 1907 yılı Eylül ayında İstanbul Harbiye Mektebi Tabiye (Taktik) Muallim Muavinliği’ne atanan21 Erkan-ı Harp Kolağası Kâzım (Karabekir), İstanbul’a geldikten bir hafta sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İstanbul şubesini kurmuştu.22 Kâzım (Karabekir) Bey’in o zamanlar Peyk-i Şevket Süvarisi olarak görev yapan Kolağası Hüseyin Rauf Bey ile tanışması da Cemiyetin donanmaya el atma çabaları neticesinde gerçekleşmişti. Kâzım (Karabekir), Ordu Teşkilat Muavini Erkan-ı Harp Kolağası Selahattin Adil Bey’le birlikte kendisini ziyaret eden Hüseyin Rauf Bey’e ağabeyinin İstanbul Zeyrek’teki evinin bahçesinde Cemiyete giriş yemini ettirmiş, Rauf Bey de her türlü fedakârlığı yapacağını söylemişti.23 Kâzım Karabekir, 19 Cebesoy, Sınıf…, s.165-166. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402; Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2008, s.72. 21 Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.233; Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.178. 22 Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.264-265. 23 Kutay, Osmanlıdan…, c.II, s.24. 20 20 sonraları o günle ilgili olarak “Bugün pek samimi bağlandık. Bütün hayatımızca da bu samimi birliğimiz sürüp gitti.”24 ifadelerini kullanacaktı. Mustafa Kemal ile Hüseyin Rauf yukarıda da ifade edildiği gibi 31 Mart Ayaklanması’ndan sonraki günlerde tanıştı. Mustafa Kemal’in Hareket Ordusu ile birlikte 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak üzere İstanbul’a gelmesinin ardından gerçekleşen bu tanışmayı Rauf Bey şu şekilde anlatmaktadır: “Mustafa Kemal Paşa’yı ilk defa -31 Mart Vakasını müteakip- 1909 yılı Nisan’ında, İstanbul’un – o zaman Makriköy denen- Bakırköy telgrafhanesinde görmüştüm. Erkan-ı Harbiye Kolağası rütbesinde idi. Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa’nın emirlerini yazıyordu. Telgraf müdürünün koltuğunda Mahmut Şevket Paşa oturuyordu. Etrafında Topçu Feriki Hurşit ve Liva Bağdatlı Hasan Rıza Paşalar vardı. Karşısında, ayakta muhtelif kolordu kumandanlarına ait emirleri telgraf şeklinde tespit eden, bir Erkan-ı Harp Kolağası duruyordu. Omzunda pelerini, yorgun ve solgun siması, sakin tavrıyla dikkati çeken bu zat, Mustafa Kemal Bey’di. Sonraları Paşa ve Bahriye Nazırı olan Cemal 25 Bey, o gün orada bizi birbirimize tanıştırmıştı.” Hüseyin Rauf, Roma ataşemiliterliği sırasında Ali Fuat’a yazdığı bir mektubunda da bu tanışmadan şu şekilde bahsetmişti: “Bakırköy telgrafhanesine gitmiştim. Telgraf Müdürünün koltuğunda Mahmut Şevket Paşa oturuyordu. … Karşısında, ayakta Mahmut Şevket Paşa’nın emirlerini not eden bir Erkan-ı Harp Kolağası duruyordu. Omzunda pelerini, yorgun ve solgun siması, fakat pırıl pırıl parlayan gözleriyle dikkat nazarımı çekti. Dışarıya çıkınca sordum. Mustafa Kemal Bey olduğunu söylediler. Aynı gün Kaymakam Cemal Bey (Paşa) ikimizi birbirimize tanıştırdı.” 26 Mustafa Kemal ve Rauf Beyler isyanın bastırılmasından sonraki günlerde Mahmut Şevket Paşa’nın karargâhında rast geldikçe görüşmüşler, Trablusgarp Savaşı başlarında Kahire’de bir araya gelmişler, Balkan Savaşı sırasında da görüşmelerini 24 Karabekir, İttihat ve Terakki…, s.288. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.304. 26 Cebesoy, Sınıf…, s.166. 25 21 sürdürmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Irak Cephesi’nde Bağdat ve çevresini İngilizlerden geri almak amacıyla getirildiği 7. Ordu Komutanlığı’ndan, kanaatlerinin dikkate alınmaması nedeniyle istifa ederek İstanbul’a döndüğü günlerde, o sırada Bahriye Nezareti Erkan-ı Harbiye Reisi olan Rauf Bey’i makamında, Rauf Bey de kendisini Beşiktaş Akaretlerdeki evinde ziyaret etmeyi sürdürmüşlerdi.27 Vahdettin’in tahta çıkmasından sonra bir emrivaki sonucunda Suriye cephesine gönderildiği zaman da Mustafa Kemal Paşa’yı Haydarpaşa istasyonundan Rauf Bey uğurlamıştı. İki arkadaş Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a ulaşacağı zamana kadar görüşmediler.28 Geçen sürede Rauf Bey, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde Bahriye Nazırı olduktan sonra Mondros Mütarekesi’nin altına imza atmış ve kısa süre sonra kabinenin toplu istifası neticesinde Bahriye Nezareti’nden ayrılmış, Mustafa Kemal Paşa ise mütareke sonrasında getirildiği Yıldırım Orduları Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından İstanbul’a gitmişti. 31 Mart sırasında tanışan ve sonraki zamanlarda devam eden karşılıklı görüşmelerle iyi arkadaş olan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, mütareke İstanbulu’nda yeniden buluştukları ilk günden itibaren bir çıkar yol aramak noktasında da bir yol arkadaşlığına başlamışlardı. Refet Bey, Birinci Dünya Savaşı sırasında aynı cephede görev yaptığı Ali Fuat Bey dışındaki yol arkadaşları ile mütarekenin imzalanmasından sonraki süreçte tanışmış olmalıdır. 1917 yılı içinde Filistin Cephesi’nde görevlendirilen ve o sıralarda albay rütbesinde bulunan Ali Fuat Bey, önce Sina-Filistin Cephesi Komutanı von Kress’in kurmay başkanı olarak görev yapmış, birkaç haftalık kurmay başkanlığı görevinden sonra 30 Haziran 1917 tarihinde 20. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştı. O sırada 27 28 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.336. A.g.e., s.369. 22 yine aynı rütbede olan Refet Bey de 22. Kolordu Komutanı olarak Gazze’de bulunmaktaydı.29 Öyle ki iki yol arkadaşı Üçüncü Gazze Muharebesi’nde 8. Ordu Komutanı von Kress’in emrinde 20. ve 22. Kolorduların başında görev yapmışlardı.30 Refet Bey’in Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile tanışması savaşın sona ermesinden sonra İstanbul’da gerçekleşecektir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşılırken ülke içinde tehlikeli boyutlara varan karışıklıkların baş göstermesi üzerine Talat Paşa Hükümeti Jandarma Umum Kumandanlığı’nı teşkil ederek başına Refet Bey’in getirilmesini uygun bulmuştu. Yıldırım Orduları Komutanı General Liman von Sanders muhtemel bir İngiliz saldırısı nedeniyle Refet Bey’in görevine ileri bir tarihte başlamasını istediği için31 Refet Bey, Jandarma Genel Komutanlığı’nı üstlenmek üzere İstanbul’a ancak Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra gelebilmişti. Bir yandan üstlendiği görevle meşgul olan Refet Bey, bir yandan da ülkenin içinde bulunduğu çıkmazdan nasıl kurtarılacağına dair bir arayış içindeydi. Çanakkale’deki başarılarını bildiği Mustafa Kemal Paşa’nın çözüm arayışlarının merkezi olan Şişli’deki evinde yapılan toplantılara da bu nedenle katılmış ve Anadolu’da bir görev almayı kabul etmişti. Refet Bey, o zamana kadar gıyaben tanımakta olduğu Mustafa Kemal Paşa ile bu toplantılar vesilesiyle tanışmıştır. Ali Fuat Paşa’nın, Refet Bey’in Şişli toplantıları sırasında Anadolu’da görev almayı kabul edenlerden biri olduğunu söylemesinden ve Rauf Bey’in anılarında bu tanışmaya dair bir bilgi olmamasından hareketle Rauf ve Refet Beylerin de bu toplantılar vesilesi ile tanıştığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Refet Bey’in o günlerde tayinini Erzurum’a çıkarmayı başaran Kâzım Karabekir Paşa ile 29 Ali Fuad Erden, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Hatıraları, İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2003, s.285; Özçelik, Ali…, s.24-25. 30 Baron Kress von Kressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, Askeri Matbaa, İstanbul, 1943, s.176; Belen, Birinci…, s.119. 31 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.I, s.146-147. 23 tanışmasına gelince, Kâzım Karabekir Paşa İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret etmek suretiyle Anadolu’ya davet etmişse de, kendisi Şişli toplantılarının devamlı bir katılımcısı olmamıştı. Bu nedenle kendisinin Refet Bey ile tanışması Refet Bey’in Anadolu’ya geçişinden sonraki süreçte gerçekleşmiş olmalıdır. Birinci bölüme geçmeden önce yol arkadaşları ile ilgili bir noktaya daha değinmek faydalı olacaktır. Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren Mondros Mütarekesi imzalandığında neredeyse bütün yol arkadaşlarının ya kendilerini kamuoyuna tanıtmayı başarmış ya da bu noktada önemli görevler üstlenmek üzere İstanbul’a doğru yola çıkmak üzere olan kimseler olduğu dikkati çekmektedir. Milli Mücadele’nin ve yol arkadaşlarının lideri olan Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’deki başarılarına, Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri alma başarısını da eklemiş ve kamuoyunun büyük takdirini kazanmıştı. Balkan Savaşı sırasındaki Hamidiye akınları ile büyük sükse yapan Rauf Bey, Bahriye Erkan-ı Harbiye Reisliği’nin ardından Talat Paşa Hükümeti’nin istifasından sonra kurulan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde Bahriye Nazırı olarak görev yapmıştı. Refet Bey yukarıda da bahsedildiği üzere Jandarma Genel Komutanlığı gibi önemli bir vazifeyi üstlenmek üzere İstanbul’a doğru yola çıkmıştı. Mütareke imzalandığı sırada dahi Kafkaslarda başarılı askeri faaliyetlerine devam etmekte olan Kâzım Karabekir Paşa ise İstanbul’a Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ni (Genelkurmay Başkanlığı) üstlenmesi için bizzat Ahmet İzzet Paşa tarafından davet edilmişti. Özetle Milli Mücadele sırasında Amasya’da bir askeri örgüt kuracak olan yol arkadaşları belli ölçüde ülke kamuoyu tarafından bilinen ve mütareke döneminde yolları bir şekilde İstanbul’a düşen genç ve vatansever subaylardan mürekkepti. 24 BİRİNCİ BÖLÜM YOL ARKADAŞLIĞININ İLK DURAĞI: MÜTAREKE İSTANBULU 1.1. MÜTAREKE SONRASI GENEL DURUM a) Mütareke Sonrası Gelişmeler Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının hemen ardından 2/3 Kasım gecesi Enver, Talat ve Cemal Paşalar bir Alman gemisine binerek Rusya’ya kaçmış, muhalefet kaçışlardan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’ni sorumlu tutmuştu.32 İttihat ve Terakki’nin ülkeyi savaşın içine çekerek bir felakete sürüklediği, bu nedenle Fırka üyesi olan Maliye Nazırı Cavit Bey’le Adliye Nazırı Hayri Efendi’nin kabineden istifa etmeleri gerektiği yönünde bir kamuoyu oluşmuştu. İttihatçı nazırlardan rahatsızlık duymakta olan Padişah da,33 adı geçen nazırlar dışında Fethi Bey ve daha başka nazırların da istifa etmeleri gerektiğini ileri süren34 Ayan Reisi Ahmet Rıza’nın yardımıyla35 kamuoyunda ılımlı bir İttihat ve Terakki hükümeti izlenimi veren36 Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’ni istifaya zorlamıştı. Hükümet ise iki nazırın istifası yerine topluca istifa etme yolunu seçmiş37 ve 11 Kasım’da Tevfik Paşa tarafından yeni bir hükümet 32 Ati, Vakit, 4 Kasım 1918; Hadisat, İkdam, Sabah, 5 Kasım 1918; Lütfi Simavi, Sultan Mehmed Reşat Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim (Osmanlı Sarayı 1909-1918), Şehir yay., İstanbul, 2007, s.351; Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK yay., Ankara, 1987, s.158. 33 Rauf Bey, kabinede değişiklik yapılması konusunda ısrarlı bir tutum sergileyen Padişah’ı ikna etmek amacıyla saraya gittiğini ve görüşme sırasında Sultan Vahdettin’in: “Beyefendi, ortada bir millet var; koyun sürüsü! İdaresi için bir çoban lazım. O da benim.” sözlerini sarf ettiğini söylemektedir. Bkz. Rauf Orbay, “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, c.II, İstanbul, 1962, s.241. 34 Türkgeldi, Görüp…, s.158. 35 Simavi, Sultan…, s.351; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.176-177. 36 İttihat ve Terakki’ye mensup olan Adliye Nazırı Hayri Efendi ve Maliye Nazırı Cavit Bey ile eski İttihatçı Bahriye Nazırı Rauf ve Dahiliye Nazırı Fethi Beylerin kabinede bulunmaları, ayrıca Enver, Talat ve Cemal Paşaların kaçmasına göz yumulduğu şeklindeki yaklaşım bu iddiayı desteklemektedir. Bkz. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele Mutlakıyete Dönüş (1918-1919), c.I, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1998, s.31. 37 Ati, İkdam, Vakit, 10 Kasım 1918; Hadisat, Minber, 11 Kasım 1918; Simavi, Sultan…, s.354; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.272-274. 25 kurulmuştu.38 Böylece Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından Harbiye Nezareti emrine alınarak Ahmet İzzet Paşa tarafından İstanbul’a çağrılan Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul’a gelmeden Ahmet İzzet Paşa Kabinesi istifa etmiş oldu. b) İşgaller ve Ordunun Durumu Birinci Dünya Savaşı sırasında bir dizi gizli anlaşma yapmak suretiyle Osmanlı Devleti’nin topraklarını kendi aralarında paylaşan itilaf devletleri savaşın kendileri açısından zaferle neticelenmesi ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra mütareke şartlarına aykırı bir şekilde ülkenin birçok yerinde işgallere başladı. İngilizler mütarekenin hemen ardından 3 Kasım’da Musul’u işgal etti. 4 Kasım’da bir İngiliz savaş gemisinin İzmir Limanı’na gelmesi Anadolu Rumlarının her tarafa Yunan bayrakları asarak yaptıkları gösteri ve taşkınlıkları da beraberinde getirdi. 6 Kasım’da Birinci Dünya Savaşı sırasında geçilemeyen Çanakkale Boğazı’nın işgaline başlanırken39 9 Kasım’da İskenderun, Altınözü, Reyhanlı, Yayladağ, Samandağ ve Antakya işgal edildi.40 Trakya’daki askerleriyle 10 Kasım’da Uzunköprü’ye gelen Fransızlar, 16 Kasım’da Bakırköy’e yerleşti. 13 Kasım’da ise Yunan savaş gemilerinin de içinde bulunduğu 61 parçalık büyük bir itilaf filosu İstanbul Limanı’na geldi. Osmanlı Devleti’nin başkenti o gün Beyoğlu Hıristiyanlarının ‘Yaşasın Venizelos!’ şeklinde bağırdıkları gösterilere sahne oldu.41 Karaya çıkan yaklaşık 3500 kişilik birlik Boğaz’ı denetimi altına aldı, okullara, 38 Ati, Minber, 11 Kasım 1918; Hadisat, İkdam, Sabah, Takvim-i Vakayi, Tasvir-i Efkar, Vakit, Zaman, 12 Kasım 1918; Simavi, Sultan…, s.360. 39 Sabah, 10 Kasım 1918. 40 Ati gazetesi 17 Kasım tarihli sayısında İskenderun’un iğtişaş (kargaşa) nedeniyle işgal edildiğini okuyucularına duyurdu. Bkz. Ati, 17 Kasım 1918. 41 İkdam, Minber, Sabah, Vakit, Zaman, 14 Kasım 1918. 26 hastanelere, askeri binalara yerleşti.42 Birkaç gün sonra itilafa ait savaş gemilerinin sayısı daha da arttı. Devlet idaresine el koymaya başlayan itilaf güçleri İstanbul’daki zabıta kuvvetlerini emri altına aldı. Ülkedeki limanların kontrolü de İngiliz, Fransız ve İtalyanlara bırakıldı. 22 Kasım’da boşaltılması kabul edilen Adana ve çevresi, Toros tünelleriyle birlikte çoğunluğu Ermeni askerlerinden oluşan Fransız birlikleri tarafından işgal edildi. Bu işgallere, Kars, Ardahan, Batum, Urfa, Antep, Maraş, Antalya ve Güney Batı Anadolu gibi yerler ile İzmir de eklenecek, Samsun ve çevresinde asayiş sağlanmaz ise Kuzey Anadolu toprakları da işgalden nasibini alacaktı. İtilaf güçleri işgallere karşı direniş gösterilmemesi amacıyla bir taraftan da ordunun sayısının azaltılması ve silahsızlandırılması noktasında tedbirler alacaklardı. Mondros Mütarekesi’nin 5. maddesine göre Osmanlı ordusu derhal terhis edilecek, yalnız ülkede güvenliğin sağlanması ve sınırların korunması amacıyla, hükümetin görüşü alındıktan sonra müttefiklerce kararlaştırılacak sayıda bir ordu bulundurulacaktı. Mütareke yapıldığında 400 bin olan asker sayısı asker kaçakçılığı nedeniyle 50 binin altına düşmüştü. Kabine, 5 Mayıs’ta yeni askerlere ihtiyaç duyulduğundan süresini dolduranların terhis edilmeyeceği, aksine yeni alımların yapılacağı yönünde bir karar alacaktı.43 Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları adlı çalışmaya göre, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı gün toplam ordu mevcudu 30-35 binlik bir kuvvetten ibaretti.44 Ordunun durumu ortada iken Mustafa Kemal 42 İkdam, 16 Kasım 1918. Akşin, İstanbul…, c.I, s.218. 44 Anadolu’daki ordu birlikleri içerisinde sayı, mühimmat ve moral açısından en iyi durunda olanı Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanlığı idi. Doğu’daki muhtemel Ermeni saldırılarına karşı, Kâzım Karabekir Paşa komutasında bir sigorta görevi üstlenecek olan bu komutanlık bünyesinde 660 subay, 10.047 er, 14.380 tüfek, 120 makineli tüfek, 64 top ile 3.769 hayvan bulunmaktaydı. Bkz. Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1990, s.39. 43 27 Paşa’nın mücadeleye atılma kararı alması ve mücadelenin liderliğini başarıyla üstlenmesi, ne kadar zor bir işin üstesinden geldiğinin açık bir deliliydi. İlginç olması nedeniyle bir noktaya daha değinmek faydalı olacaktır. Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere Milli Mücadele sırasında etkin görev üstlenen çok sayıda komutan Damat Ferit Paşa Hükümeti sırasında Anadolu’daki birliklere atanacaktı. Bunun nedenini vatanseverlik duygularıyla hareket eden bir kabinede değil, Mustafa Kemal Paşa’nın tayini özelinde aramak daha doğru olacaktır. Zira İngilizleri kızdırmadan, kendilerini itilaf güçlerinin merhametine bırakmak suretiyle bir şeyler yapılması yolunu tercih eden kabine, Anadolu’da İngiltere’yi huzursuz edecek bir karışıklık yaşansın istemezdi. Bununla beraber İstanbul’da bir şeyler yapılabileceği ümidiyle çırpınan Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevinin kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak isteyenlerin etkisi ile kendisine verildiği kanaatinde olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir. İngiltere ve Fransa’nın durumuna bakıldığında Birinci Dünya Savaşı sonunda galip gelmelerine rağmen savaştan yıpranmış bir şekilde çıktıkları söylenebilir. Bir taraftan kendi iç siyaseti, diğer taraftan da İrlanda, Mısır ve Hindistan’da baş gösteren ayaklanmalar nedeniyle sıkıntılar yaşamakta olan İngiltere yeni problemler yaşamak istemeyecek, Türkleri cezalandırma işini Yunanistan eliyle gerçekleştirme yolunu seçecekti. Bu nedenle Milli Mücadele’nin savaş safhası Doğu ve Güney Cepheleri dışında İngiliz desteğini arkasına alan Yunanlılar ile yapılacak mücadeleden ibaret olacaktı. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, bu durumun farkına varacak ve İngilizlerin temel çıkarlarına dokunulmadığı sürece Anadolu’da bir direniş hareketinin başlatılabileceğinin mümkün olduğunu görecekti.45 45 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif yay., İstanbul, s.176. 28 c) Bir Kırılma Noktası: İzmir’in İşgali İzmir’in işgali 5 Şubat’ta Paris’te kurulan komisyonun İzmir’in Yunanlılara verilmesini 30 Mart’ta teklif etmesinin ardından 6 Mayıs’ta alınan kararın neticesinde gerçekleşecekti.46 İtalyanlara söz verilmiş olan İzmir’in 16 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edilmesi için bir takım planlar devreye sokulmuştu. Paris’ten işgali yönetme emri alan İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe 12 Mayıs’ta İstanbul’dan İzmir’e gitmiş,47 bir gün sonra bir müttefik filosu İzmir’e gelmiş, 14 Mayıs’ta hükümete verilen bir nota ile Yunanlıların ertesi gün İzmir’i işgal edeceği bildirilmiş ve 15 Mayıs sabahı işgal başlamıştı. Öte yandan İzmir’in işgaline karşı direniş gösterilmesi emrini veren Fevzi (Çakmak) Paşa, 14 Mayıs’ta Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevinden alınarak 1. Ordu Müfettişliği görevine atanmıştı.48 Gazeteci Hasan Tahsin’in işgalcilerin üzerine ateş açmasının ardından Yunan askerleri ile birlikte hareket eden yerli Rumlar, iki gün içinde 2000’den fazla Türk’ün öldürülüp evlerin ve dükkânların yağmalandığı kanlı bir şiddet gösterisine imza atmıştı.49 Jaeschke’ye göre tek suçları sırf feslerini başlarından çıkarmayıp ‘Yaşasın Venizelos’ dememek olan pek çok Türk50 bu sessiz tepkilerinin bedelini canlarıyla ödemişti. 46 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, TTK yay., çev. Cemal Köprülü, Ankara,1986, s.61,71. 47 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c.I, TTK yay., Ankara, 1993, s.234. 48 Zaman, 16 Mayıs 1919; Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, c.I, TTK yay., Ankara, 1989, s.31-32. 49 İzmir’in işgali haberi kendilerine Dahiliye Nazırı tarafından aynı gün verilmesine rağmen bazı İstanbul gazeteleri bu haberi 16 Mayıs’ta değil, 17 Mayıs’ta açık bir şekilde yazdı. İleri gazetesi 16 Mayıs tarihli sayısında İzmir’in işgali haberlerinin İstanbul’da yankılandığını ‘Güya İzmir işgal edilmiş!’ başlığı ile pek de inanmak istemez bir yaklaşımla verdi. Sabah ise aynı tarihli sayısında kabinenin istifasını duyururken bu istifanın gerekçesi olan işgali duyurmadı. Zaman İzmir’in işgal edileceğine dair sadece itilaf notasını yayımlarken, işgal haberini verirken sansüre uymadığı gerekçesiyle Tasvir-i Efkar ve Yeni Gazete bir gün süreyle kapatıldı. Bkz. İleri, Sabah, 16 Mayıs 1919. 50 Jaeschke, Kurtuluş…, s.81. 29 İzmir’in işgal edilmesi Yunanlılar için yeterli olmayacak, Urla, Seferihisar, Çeşme, Torbalı, Menemen, Selçuk, Manisa, Ödemiş gibi birçok yer daha işgal edilecekti. Bu işgaller aynı zamanda Haziran ayından itibaren bölgede filizlenecek olan Kuva-yı Milliye hareketinin bir gerekçesi olacaktı.51 15 Mayıs’ta toplanan Damat Ferit Paşa Hükümeti, itilaf güçlerinin isteklerine uygun olarak her türlü tedbirin alınmasına rağmen İzmir’in işgal edilmesini protesto etme kararı aldı, bir gün sonra da işgalin hükümeti zor durumda bıraktığı gerekçesiyle istifa etti.52 Hükümeti kurma görevi tekrar kendisine verilen Damat Ferit Paşa, ikinci dönemine Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı 19 Mayıs günü başladı. Yeni kabinede Mustafa Kemal Paşa’nın görevlendirilmesinde önemli rol oynayan Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey ile Harbiye Nazırı Şakir Paşa yer bulamadı, onların yeri Ali Kemal ile Şevket Turgut Paşa tarafından dolduruldu.53 İzmir’in işgaline gösterilen tepkiler, kapalı salon toplantıları, resmi makamlara çekilen telgraflar ve mitingler yoluyla verilmiş,54 mitingler arasında en çok ses getireni de 23 Mayıs’ta 200 bin kişinin katıldığı söylenen Sultanahmet mitingi olmuştu. İzmir’in işgali nedeniyle ülkedeki çok sayıda fırka ve cemiyet de 18 Mayıs’ta bir araya gelmiş ve itilaf devletlerine sert bir muhtıra vermişti. Bu muhtırada mütareke şartları ile Wilson ilkelerine aykırı olan bu işgalin ortaya çıkaracağı neticelerden itilaf devletlerinin sorumlu olacağı bildirilmişti.55 İzmir’in işgaline karşı farklı bir tepki olarak kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti, İngilizlerin dostluğunu kazanmak suretiyle işgallerin önlenebileceği 51 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, c.II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s.78-79. İleri, 17-18 Mayıs 1919, Sabah, İkdam, Vakit, 17 Mayıs 1919. 53 İkdam, Sabah, 19 Mayıs 1919; Vakit, 20-21 Mayıs 1919. 54 İleri, İstiklâl, Zaman, 19 Mayıs 1919. 55 Akşin, İstanbul…, c.I, s.272-273. 52 30 düşüncesindeydi. Alemdar gazetesi başyazarı Refi Cevat,56 Peyam gazetesi başyazarı Ali Kemal ile Sait Molla gibi kimseler Cemiyetin başlıca müntesipleri idi. 1918 yılı Aralık ayı başında Halide Edip, Yunus Nadi ve Ahmet Emin gibi gazeteciler tarafından kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti her ne kadar etkisini kaybetmiş olsa da, çare olarak Amerika’yı görenler de vardı. 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa ise ileride de değinileceği üzere temelleri yıkılmış Osmanlı Devleti’nin artık ömrünü tamamladığı ve yerine tam bağımsız bir Türk devletinin kurulması gerektiği düşüncesinde olacaktı. İzmir’in işgalinin ardından Meclis’in toplanması gerektiği fikri ortaya atılmışsa da bu gerçekleşmedi, ancak 26 Mayıs’ta Yıldız Sarayı’nda çok farklı kesimlerden katılımın gerçekleştiği bir Saltanat Şurası toplandı.57 Padişah’ın konuşmasıyla58 açılan şura, manda ve himaye dahil çözüm önerileri üzerine fikirlerin beyan edildiği ancak herhangi bir karar alınamadan dağılan bir toplantı hüviyetinden öteye geçemedi. Esasında İngiliz himayesi ve Amerikan mandası öneren konuşmacılar dışında söz 56 Refi Cevat ‘İngilizleri istiyoruz’ başlıklı makalesinde şunları yazmıştı: “Demek bizim kendi kendimize adam olmamız ihtimali mevcut değil. Bu acı bir hakikattir. Fakat maatteessüf öyle. … İngiltere ile yürümek mecburiyetindeyiz. Şimdiye kadar bir çok siyasi badirelerden bizi kurtaran İngiltere bu son badireden de bizi elimizden tutmak suretiyle kurtaracaktır. İngiltere buna mecburdur. Çünkü kendisi ufak devletlerin hamisi olmak üzere kendisini tanıtmıştır. Biz de öyle tanıyoruz. … İngiltere ile hareket ederek asri düşünce ile mücehhez bir Türkiye olalım.” Bkz. Alemdar, 21 Mayıs 1919. 57 Üç saat devam eden Saltanat Şurası’na vekiller heyeti, ayan azaları, eski vekiller ve elçiler, Şura-yı Devlet İkinci Reisi ve Temyiz Mahkemesi Reisleri, Divan-ı Muhasebat Eski Reisi ve İkinci Reisi, ulema, Darülhikmetilislamiye, Darülhilafetülaliye Medresesi, Fetvahane, Darülfünun, Baro, Matbuat Cemiyeti ve Ticaret Odası temsilcileri, yüksek rütbeli askerler ile Hürriyet ve İtilaf, Vahdet-i Milliye, Milli Kongre, İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Milliye gibi çok sayıda fırka ve cemiyet temsilcilerinden oluşan 130’u aşkın kişi katılmıştı. Bkz. Zaman, İkdam, 27 Mayıs 1919; Vakit, 27-28 Mayıs 1919; Akşin, İstanbul…, c.I, s.323. İkdam bu toplantıyı Saltanat Şurası olarak değil, Meclis-i âli toplantısı olarak okuyucularına duyurmuştur. 58 Türkgeldi, konuşmasının ardından salondan ayrılan Padişah’ın hıçkırıklarını tutamayarak ağladığını ve ‘Karılar gibi ağlıyorum.’ dediğini söylemektedir. Bkz. Türkgeldi, Görüp…, s.234. 31 alanların çoğunluğu, tam bağımsızlığı ve milletin geleceğinin ele alınacağı acilen kurulacak bir Şura-yı Milli’yi (Milli Meclis) savundular.59 Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar da İzmir’in işgaline karşı tepkilerini ortaya koyacaktı. İşgali henüz İstanbul’da iken öğrenen Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonraki günlerde 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla emri altındakilerden protesto gösterileri ve telgraflar yoluyla bu işgale tepki göstermelerini isteyecekti. Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa da 29 Mayıs’ta Hükümet Konağı Meydanı’nda Ankaralıların katıldığı bir protesto toplantısı yaptıracaktı.60 Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum’da bir protesto mitinginin yapılmasına katkıda bulunacaktı. İtilaf devletleri mütarekeden sonra yukarıda bahsedildiği üzere birçok yeri işgal etmişti. Ancak İzmir’in işgali bu işgallerin hiçbirine benzemeyecekti. Bu işgal ile ‘Türklerin kor halindeki öfkesi nihayet söndürülmesi mümkün olmayan bir ateşe’ dönüşecekti. Zira Anadolu’nun kalbine Yunanistan’da Türklere etnik temizlik yapmış eski tebaa bir halkın yerleştirilmesinin Türk halkı için kabullenilebilir bir tarafı yoktu. Bu durum Yunan işgaline paralel bir direniş hareketini alevlendirmiş, ayağa kalkmaya hazır olan bir milletin, önderlerini beklediği bir süreci beraberinde getirmişti.61 Bununla beraber İzmir’in hem de Yunanlılar tarafından işgal edilmesi Milli Mücadele için tetikleyici bir etki yapacak, milletin varını yoğunu ortaya koyarak girişeceği mücadeleyi hızlandıran bir dönüm noktası olacaktı. 59 Akşin, İstanbul…, c.I, s.323-328; Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi, Nüve Matbaası, Ankara, 1968, s.45-47. 60 Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Temel yay., İstanbul, 2000, s.82. 61 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş yay., çev. Boğaç Babür Turna, Ankara, 2010, s.326-327. 32 1.2. YOL ARKADAŞLARININ İSTANBUL'A GELİŞLERİ Mustafa Kemal Paşa ile Milli Mücadele sırasında kader birliği edeceği Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Albay Refet Bey arasındaki yol arkadaşlığının temelleri mütareke İstanbulu’nda atılacaktı. Mondros Mütarekesi’nin altına Osmanlı Devleti’ni temsilen imza atan ve o günlerde zaten İstanbul’da bulunan Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin Bahriye Nazırı Rauf Bey dışındaki yol arkadaşlarının hepsinin yolu mütareke sonrasında İstanbul’a düşecekti. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olması için Ahmet İzzet Paşa tarafından çağrılan Kâzım Karabekir Paşa 28 Kasım 1918’de, Harbiye Nezareti emrine alınan Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de, rahatsızlığını gerekçe göstererek 2. Ordu Müfettişi Nihat Paşa’dan izin alan Ali Fuat Paşa 20 Aralık 1918’de, savaşın bitmesinden önce Jandarma Genel Komutanlığı’na getirilen ancak Liman von Sanders’in izin vermemesi nedeniyle bu göreve gelmesi geciken Refet Bey de mütarekenin imzalanmasından hemen sonra İstanbul’a gelecekti. Mustafa Kemal Paşa itilaf güçlerinin etkisinin iyiden iyiye hissedildiği Osmanlı başkentinde altı ay kadar kalacak, vatanın kurtarılması noktasında bir şeyler yapabileceği ümidiyle bir takım siyasi girişimlerde bulunacak, bu noktadaki inancının tükenmesinin ardından yönünü Anadolu’ya dönecek, 9. Ordu Müfettişliği vazifesi ile 16 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a doğru yola çıkacak ve yanında 3. Kolordu Komutanlığı’nı üstlenmek üzere Albay Refet Bey’i de götürecekti. Kâzım Karabekir Paşa, tayinini merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu’ya yaptırmasının ardından 12 Nisan’da İstanbul’dan Gülcemal vapuru ile ayrılacak, 19 Nisan’da Trabzon’a, 3 Mayıs’ta da Erzurum’a varacaktı. Ali Fuat Paşa ise İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik vazifesini almasında önemli bir rol üstlenen kabine üyesi 33 Mehmet Ali Bey’le tanıştırılması gibi tarihi bir işin altına imza attıktan sonra Ankara’ya getirmeye çalıştığı kolordusunun başına geçmek üzere İstanbul’dan ayrılacaktı. Henüz hiçbir yol arkadaşı İstanbul’da yokken kendisi İstanbul’da olan, yol arkadaşlarının gitmesinden sonra da İstanbul’da kalan Rauf Bey’e gelince, önce askerlikten istifa edecek, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ulaştığını öğrendikten sonra birkaç arkadaşı ile Ege bölgesinin nabzını tutacağı bir yolculuğun ardından Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa’ya mülaki olacak ve oradan Ali Fuat Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa ile buluşmak üzere Amasya’ya gidecekti. Bu bölümde yol arkadaşlarının İstanbul’a gelişleri, İstanbul’daki çözüm odaklı faaliyetleri, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i Anadolu’ya davetleri ile Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçiş vizesi olan 9. Ordu Müfettişliği görevine getirilmesi ele alınacaktır. a) Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a Gelişi Mustafa Kemal Paşa’nın idealist, eylemci bir kişiliği vardı. Çanakkale Savaşı sırasında askeri başarıları ile adını duyurmuş, rütbesi mirlivalığa (tümgeneralliğe) yükseltildikten sonra Doğu Cephesi’nde Bitlis’i ve Muş’u Ruslardan geri almış, 2. Ordu Komutanlığı görevinde bulunmuş, Bağdat ve çevresini İngilizlerden geri almak amacıyla Temmuz 1917’de General Falkenhayn komutasında oluşturulan Yıldırım Orduları Grubu içerisinde 7. Ordu Komutanlığı’na getirilmiş ve kanaatleri dikkate alınmayınca görevinden istifa etmişti. Merkezi Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığı’nı da mazeretler ileri sürerek reddettikten sonra aynı yılın Ekim ayında İstanbul’a gelmişti. İşte bu sıralarda İttihat ve Terakki’nin tetikçisi olarak bilinen Yakup Cemil ve arkadaşlarının hükümete karşı bir darbe girişimi olmuş, Divan-ı 34 Harp’te yargılamalar devam ederken Rauf Bey’le birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın isimleri de bu girişime karıştırılmış ancak her ikisi de bu iddiayı reddetmişti. Enver Paşa, bazı ordu komutanlarına telgraf çekerek birlikte hareket etmeye davet etmek suretiyle kendilerini itaatsizliğe teşvik etmek ve bazı siyasi tahriklerde bulunmakla suçladığı Mustafa Kemal Paşa’yı çağırarak görüşmüş, sonra da kendisini Almanya seyahatine çıkacak olan Veliaht Vahdettin’in refakatine tayin etmişti. Bu seyahat süresince Mustafa Kemal Paşa geleceğin padişahı ile yakınlık kurmaya çalışmış, hatta kendisine bazı telkinlerde bulunmuştu. Almanya’dan 4 Ocak 1918 tarihinde İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, Mayıs ayı sonlarında böbrek rahatsızlığı nedeniyle tedavi için Viyana’ya gitmiş, Karlsbad’da tedavi gördüğü sırada vefat eden Sultan Reşat’ın yerine Vahdettin tahta çıkmıştı. Bir an evvel İstanbul’a gelmesi yönünde aldığı davetler üzerine aynı yılın Ağustos ayı başında İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, yaptığı iki görüşme sonunda düşündüklerini kabul ettiremediği Padişah tarafından bir emrivaki sonucunda vaktiyle başında bulunduğu Yıldırım Orduları emrindeki 7. Ordu Komutanlığı’na bir kez daha tayin edilmişti. Savaşın sonlarına yaklaşıldığı Ekim ayında Talat Paşa Kabinesi’nin istifa etmesi üzerine yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Tevfik Paşa’nın hükümeti kurmakta zorluk çektiği bilgisini alan Mustafa Kemal Paşa, saray başyaveri aracılığı ile Padişah’a bir telgraf çekerek bir an önce barış yapılmasını, bununla beraber Fethi, Rauf, Hayri, Tahsin, İsmail Canbulat, Azmi Beyler ile içerisinde kendisinin de bulunacağı bir Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin kurulmasını gerekli gördüğünü belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa, kendisi için de Harbiye Nezareti’ni uygun bulmuştu. Fakat Tevfik Paşa’nın hükümeti kuramaması üzerine yeni kabineyi kuracak olan Ahmet İzzet Paşa, Rauf ve Fethi Beylere de yer verdiği kabinede Mustafa Kemal Paşa’ya yer 35 vermemişti. Mondros Mütarekesi gereği İstanbul’a gidecek olan Yıldırım Orduları Komutanı General Liman von Sanders’ten görevi devralan Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam ve Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa ile olan muhaberelerinde mütarekenin bazı maddelerini açıklamasını istemiş, bununla beraber İskenderun’un İngilizlerce işgal edilmemesi için sarf ettiği çabalar sonuç vermemişti. Bu sıralarda Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen Cevat Paşa’yı kabul etmediğini ve kendisine bu sıfatla verilecek emirlere uymayacağını bildiren bir de telgraf çekmişti. Yıldırım Ordularının 7 Kasım’da lağvedilmesinin ardından Harbiye Nezareti emrine alınan Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a 13 Kasım’da gelmişti. Ahmet İzzet Paşa Kabinesi istifa etmeden hemen önce Harbiye Nezareti emrine alınan Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918 tarihinde Haydarpaşa’ya geldiğinde62 itilaf gemilerinin İstanbul Limanı’na girmekte olduğuna şahit olmuştu. Bununla beraber azınlıkların sevinçli halleri kendini göstermekte, Beyoğlu Hıristiyanları ‘Yaşasın Venizelos!’ sloganları eşliğinde sevinç gösterileri yapmaktaydı.63 Mustafa Kemal Paşa yanında bulunan yaveri Cevat Abbas Bey’e ‘Geldikleri gibi giderler.’ sözünü işte bu manzara karşısında söylemişti. b) Kâzım Karabekir Paşa İstanbul’da Kâzım Karabekir, 8 Nisan 1917 tarihinde Diyarbakır bölgesinde bulunan Van, Bitlis ve Elazığ cephelerinde Ruslara karşı mücadele veren 2. Ordu 2. Kolordu Komutanlığı’na getirilmiş, on ay kadar devam eden komutanlığının son günlerinde Ruslar ile Erzincan Mütarekesi imzalanmıştı. Çarlık rejime son veren ihtilalın ardından Lenin’in Rus askerlerini geri çağırması Ruslar ile yapılan muharebeleri 62 63 Vakit, 16 Kasım 1918. İkdam, Minber, Sabah, Vakit, Zaman, 14 Kasım 1918. 36 sona erdirirken, Rusların daha önce askere aldığı Ermeniler ve Taşnak çeteleri ile mücadeleler ise devam etmekteydi. 1917 yılının son günlerinde Erzincan yakınlarında bulunan 1. Kafkas Kolordusu Komutanlığı görevine getirilen Kâzım Karabekir, 1918 yılı başlarında Erzurum ve Erzincan’ı Rus subayları ile takviye edilen Ermeni kuvvetlerinden geri almayı başarmış, sonra da Kars, Gümrü ve Sarıkamış Kaleleri ile Karaköse’yi (Ağrı) ele geçirmişti. Bu başarıları üzerine çok sayıda nişan ve madalya ile ödüllendirilen Albay Kâzım Karabekir, 28 Temmuz 1918 tarihinde mirlivalığa yükseltilmişti.64 Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilen Ruslar ile 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan BrestLitovsk Anlaşması ile 93 Harbi’nde kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum sancakları geri alınmıştı. Diğer cephelerde işler yolunda gitmezken Doğu cephesinde olumlu gelişmeler yaşanmaktaydı. 28 Mayıs 1918 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’ın Ermeni, Rus ve İngiliz tehditine karşı Osmanlı hükümetinden yardım istemesi üzerine Ermeni çetelerini temizleyen Osmanlı birlikleri Azerbaycan istikametine doğru ilerleyerek 15 Eylül’de Bakü’yü İngiliz işgalinden kurtarmıştı.65 Bu sırada Kâzım Karabekir Paşa, kendisine verilen görev gereği İran Azerbaycan’ı, Nahcıvan ve Tebriz bölgelerine doğru ilerlemiş,66 karargâhını Tebriz’de kurmuş ve yerli halkı Osmanlı aleyhine kışkırtmaya çalışan bir İngiliz müfrezesini yenmişti. Müttefiklerden yenilgi haberlerinin gelmekte olduğu bir zamanda İran-Irak Cephesi Grup Komutanı Halil Paşa’dan Tahran’ı işgal etme emri alan Kâzım Karabekir Paşa, 64 Kâzım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1896-1909, Emre yay., İstanbul, 1982, s.11-13; Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.178. 65 Sina Akşin, Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj yay., Ankara, 2001, s.97. 66 Almanlar, İran üzerine gidilmesini Hindistan’ı tehdit etmek sureti ile daha çok İngiliz kuvvetini bölgeye çekmek amacıyla istiyordu. Bkz. Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimizin Esasları, Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi, İstanbul, 1951, s.27. 37 bu girişimin felaketle neticelenebileceği konusunda üstlerini ikna etmişti.67 Ayrıca Filistin Cephesi 18 Eylül’de başlayan İngiliz saldırısı ile yarılmış, mütarekeden bir kaç gün önce ancak Halep’in kuzeyinde tutunabilmişti. Karargâhını Nahcıvan’a nakletme emri alan Kâzım Karabekir Paşa, 31 Ekim’de komutanı bulunduğu kolordusunun lağvedildiği ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ni (Genelkurmay Başkanlığı) üstlenmek üzere İstanbul’a hareket etmesi emrini almıştı. 1 Kasım’da Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’dan gelen telgrafla mütareke imzalandığını öğrenen Kâzım Karabekir Paşa, aynı günün akşamında Nahcıvan’dan yola çıkmış, Kars, Batum ve Trabzon üzerinden deniz yoluyla 28 Kasım’da İstanbul’a ulaşmış, ancak kendisinin İstanbul’a varmasından önce Ahmet İzzet Paşa Kabinesi istifa ederek görevi bırakmıştı. Mustafa Kemal Paşa, mütarekeden sonra İstanbul’a gelişi sırasında ne hissettiyse aynı duyguları Kâzım Karabekir Paşa da yaşamıştı. Boğazın her iki tarafında bulunan tabyalarda dalgalanan İngiliz ve Fransız bayraklarını gören ve bir İngiliz müfrezesinin Türk bayrağını indirip yerine İngiliz bayrağını asması sırasında mağrur İngiliz subayı karşısında ızdıraplar içinde kıvranan Türk subayının haline şahit olan Kâzım Karabekir Paşa, ömründe hiç duymadığı bir acı hissetmiş ve o anda kendi ifadesiyle ‘Tek dağ başı mezar oluncaya kadar uğraşmalı’ kararını vermişti.68 c) Ali Fuat Paşa İstanbul’da Ali Fuat Paşa, İstanbul’a Kâzım Karabekir Paşa’dan üç hafta kadar sonra, 20 Aralık 1918 tarihinde gelmişti. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından İngilizler, İskenderun ve Adana vilayeti başta olmak üzere güney bölgelerinde işgale başlarken 67 Cemalettin Taşkıran, Milli Mücadele’de Kâzım Karabekir Paşa, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1999, s.42-44. 68 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2008, s.6; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.31. 38 Ali Fuat Paşa’nın başında bulunduğu 2. Kolordu’nun Ankara’da kışlaması istenmiş, görüşmelerin bir sonuca ulaşmaması üzerine 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa kolordunun geçici olarak Konya’ya nakledilmesi emrini vermişti. Nihat Paşa’dan hastalığını ve özel işlerini gerekçe göstererek izin alan Ali Fuat Paşa, zabit arkadaşları ile birlikte bir askeri müfreze eşliğinde Anadolu’nun durumunu gözleme fırsatı bulduğu yirmi gün süren bir yolculuğun ardından İstanbul’a gelmişti. Savaştan yorgun çıkmış olan ülkenin tam bir anarşi, teşkilatsızlık, unutulmuşluk ve fırka kavgaları içinde bulunduğunu gören, devlete düşman olanların da bu kavgaları körüklediğini düşünen69 Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’a gelişi aynı zamanda Meclis’in Vahdettin tarafından feshedilmesinden bir gün öncesine tekabül etmekteydi. O günler Mustafa Kemal Paşa ile Rauf, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerin Tevfik Paşa Kabinesi’ni düşürmek için çalıştıkları, ancak başarılı olamadıkları için bir anlamda Mustafa Kemal Paşa’nın ilk ümit ışığının söndüğü günlerdi. Ali Fuat Paşa İstanbul’a gelir gelmez Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyarete giderken gördükleri ve düşündüklerini şöyle anlatmaktadır: “Dolmabahçe sarayı önünde lengerendaz (demirlemiş) olan itilaf devletlerinin harp gemilerini gördüm. İçime bir hüzün çöktü. Biz dört yıl bunun için mi dövüşmüş, kan dökmüştük. Sanki mağlubiyetin tek mesulü ben imişim gibi başımı önüme eğdim. Kör olası talih bizi düşmanlarımızın bu kadar zebunu mu 70 edecekti?” d) Refet Bey’in İstanbul’a Gelişi Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ülke içinde tehlikeli boyutlara varan karışıklıklar Talat Paşa Hükümeti’ni önlem arayışına itmişti. İç güvenliğin temin 69 Babası İsmail Fazıl Paşa’nın “Bedbin misin Fuat?” sorusuna “Hayır baba… bilakis ümitliyim, anarşiyi defedip kurtuluş çarelerini arayıp bulacak bir ruh ve azim milletimizde vardır.” cevabını verecekti. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.46-47. 70 Cebesoy, Milli…, s.51. 39 edilmesi amacıyla Jandarma Genel Komutanlığı’nın teşkil edilerek başına Refet Bey’in getirilmesi uygun görülmüşse de Yıldırım Orduları Komutanı General Liman von Sanders muhtemel bir İngiliz saldırısı nedeniyle Refet Bey’in ileri bir tarihte görevine başlamasını istemişti. Ülkedeki asayiş sorununu çözmek için seyyar jandarma kuvvetleri teşkil edilerek başına Sina-Filistin cephesindeki başarıları nedeniyle Albay Refet Bey’in getirilmesini teklif eden Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nde Dahiliye Nazırı olarak görev yapan ve Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşlarından olan Fethi Bey’di.71 Refet Bey, atanma tarihi 17 Ekim 191872 olsa da görevine başlamak için İstanbul’a ancak Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra gelebildi. 1.3. YOL ARKADAŞLARININ ÇÖZÜM ARAYIŞLARI a) Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Mustafa Kemal Paşa ile Hüseyin Rauf Bey giriş bölümünde ifade edildiği gibi 31 Mart İsyanı sırasında tanıştı. İsyanın bastırılmasından sonraki günlerde Mahmut Şevket Paşa’nın karargâhında rast geldikçe görüşmüşler, yine Trablusgarp Savaşı başlarında Kahire’de bir araya gelmişler, Balkan Savaşı sırasında da görüşmelerini sürdürmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Irak Cephesi’nde Bağdat ve çevresini İngilizlerden geri almak amacıyla getirildiği ordu komutanlığından, kanaatlerinin dikkate alınmaması nedeniyle istifa ederek İstanbul’a döndüğü günlerde Bahriye Nezareti Erkan-ı Harbiye Reisi olan Rauf Bey’i makamında, Rauf Bey de kendisini Beşiktaş Akaretlerdeki evinde ziyaret etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin’in tahta çıkmasından sonra bir emrivaki sonucunda Suriye Cephesi’nde gönderildiği 71 72 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.146-147. Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.99. 40 zaman kendisini Haydarpaşa İstasyonu’ndan Rauf Bey uğurlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından takip etmesi ve Fethi Bey’le temas halinde bulunmasını istediyse de Rauf Bey, üzerinde askeri bir vazife olduğu sürece siyasi işlere karışmayacağı kararında olduğunu söylemişti.73 Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından önce Rauf Bey, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gelmesinin uygun olacağını söylemesine rağmen olumlu cevap alamamıştı. Sabırsızlanan Mustafa Kemal Paşa, ordusunda menzil müfettişi olan Kurmay Albay Ömer Lütfi Bey’i İstanbul’a Rauf Bey’in yanına göndermiş ve kendisinden memleketin selameti için bir an önce Harbiye Nezareti’ne atanmak suretiyle İstanbul’a çağrılması için çalışılmasını istemişti.74 İki yol arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım’da İstanbul’a ulaşacağı zamana kadar yüz yüze görüşmediler. Geçen sürede Rauf Bey, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde Bahriye Nazırı olduktan sonra Mondros Mütarekesi’nin altına imza atmış ve kabinenin toplu olarak istifa etmesiyle birlikte Bahriye Nezareti’nden ayrılmış, Mustafa Kemal Paşa ise mütareke sonrasında getirildiği Yıldırım Orduları Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından İstanbul’a gitmişti. 31 Mart sırasında tanışan ve sonraki zamanlarda da karşılıklı görüşmelerle iyi arkadaş olan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, mütareke İstanbulu’nda yeniden bir araya geldikleri 13 Kasım 1918 tarihinden itibaren memleketi içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmak için neredeyse her gün bir araya gelmek suretiyle çaba harcayacaktı. Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de vardığı İstanbul’dan 16 Mayıs 1919 tarihinde Milli Mücadele’yi başlatmak için Samsun’a gideceği zaman ayrılacaktı. Yol arkadaşlığının temelleri de altı ay kadar kaldığı İstanbul’da 73 74 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.336,369. Akşin, İstanbul…, c.I, s.75-76. 41 atılacaktı. İstanbul’a geldiği ilk günlerden itibaren Rauf Bey ile görüşmeye başlayan Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar tarafından Anadolu’ya davet edilecek, kendisine geniş yetkiler tanıyan 9. Ordu Müfettişliği vazifesi ile yola çıkarken Albay Refet Bey’i de yanında götürecekti. b) Mustafa Kemal Paşa ve Çözüm Arayışları İstanbul’a 13 Kasım 1918 tarihinde gelen ve Beyoğlu’nda bulunan Pera Palas oteline yerleşen Mustafa Kemal Paşa, aynı gün fiilen işgale uğrayan bu şehirde ilk olarak Milli Mücadele sırasında yol arkadaşlığı yapacağı Rauf Bey’le görüştü.75 Ardından Rauf ve Fethi Beylerle birlikte ‘Bugünlerde İstanbul’da bulunmanızda fayda görüyorum’ sözleriyle kendisini İstanbul’a çağıran Ahmet İzzet Paşa’yı konağında ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa, o sırada henüz güvenoyu almamış olan Tevfik Paşa’nın fiilen sadrazam olmadığı ve Ahmet İzzet Paşa’nın gayret göstermesi durumunda sadarette kalabileceği kanaatindeydi.76 Ahmet İzzet Paşa’ya Tevfik Paşa Kabinesi’nin beklentiye girilemeyecek bir kabine olduğunu ve bir Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin yeniden iş başına getirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışan Mustafa Kemal Paşa, kendisinden istifasına yol açan nedenlerin hala var olduğunu, ayrıca Padişah Vahdettin ile anlaşmazlığa düşerek memleketi daha da buhranlı bir vaziyete sokabileceğinden çekindiği cevabını aldı. Görüşmenin sonunda Mustafa Kemal Paşa, her şeyin üstünde tutulması gereken memleket menfaatleri için hiç bir fedakârlıktan çekinilmeyeceğini söyleyerek Tevfik Paşa Kabinesi’nin Meclis oyu ile düşürülerek 75 Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e ‘Keşke istifa etmeseydiniz!’ diyerek hassas bir dönemde iş başında olan bir kabinenin önemini vurgulamış, Rauf Bey de Mustafa Kemal Paşa’ya kendilerini istifaya zorlayan nedenlerden bahsetmişti. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.369370; Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Sinan Matbaası, İstanbul, 1965, s.29-31. 76 Bu noktada Mustafa Kemal Paşa şu sözleri söylemişti: “Zat-ı şahane kendiliğinden ne karar alabilir, ne de karar tatbik edebilir. Bana kalırsa makamınızda oturunuz. Bunu sizden çok rica ederim. Siz buna karar verdiğiniz takdirde zat-ı şahane kararsız kalacaktır.” Bkz. Bayur, Atatürk, s.233. 42 içinde kendisinin de bulunacağı bir Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin kurulmasından başka çare olmadığı noktasında Ahmet İzzet Paşa’yı ikna etmeyi başardı.77 Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerle birlikte o sırada henüz güvenoyu almamış olan Tevfik Paşa Kabinesi’ni güvensizlik oyu ile düşürmek için var güçleri ile çalışırken görmekteyiz. Ahmet İzzet Paşa’nın hükümete gelebilmesi için Tevfik Paşa Kabinesi’nin düşürülmesi yanında Vahdettin de ikna edilmeliydi. Padişah’la 15 Kasım’da bir görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeden tam bir hayal kırıklığı içinde döndü.78 Rauf Bey, Minber’de Tevfik Paşa aleyhinde yayımlanan ‘Kuvvetli hükümet isteriz’ ve ‘Kabine var mı yok mu’79 başlıklı yazıların bu görüşmeden bir sonuç çıkmaması üzerine duydukları üzüntüyü kamuoyuna yansıtmak ve Vahdettin’i bir kez daha uyarmak için kaleme alındığını söylemektedir.80 Zaten o günlerde Minber gazetesi, bir yandan Tevfik Paşa Kabinesi aleyhinde kampanya yürütürken, diğer yandan Mustafa Kemal Paşa’yı siyasal kamuoyuna takdim etme çabası içindeydi.81 Mustafa Kemal Paşa mütareke İstanbulu’nda ilk olarak Tevfik Paşa Kabinesi’ni düşürmek ve yerine kurulması düşünülen bir Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde Harbiye Nazırı olmak sureti ile düşündüklerini hayata geçirmeye çalışmıştı. Hükümetin güvenoyu almaması için gösterilen çabalar sonuç vermemiş, ikna edildiği 77 Atay, Çankaya, s.177; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.370. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.371; Akşin, İstanbul…, c.I, s.86-88; Sarıhan, Kurtuluş…, s.28. 79 18 Kasım tarihli yazıda ‘Tevfik Paşa vatana hizmet etmek isterse tereddüt etmeden işgal ettiği makamı boşaltmalı.’ deniyordu. Bkz. Minber, 18 Kasım 1918. Tevfik Paşa aleyhindeki yazılar başka sayılarda da göze çarpıyordu. Örneğin, 25 Kasım tarihli Minber kabine için ‘Kudretsizlik değil liyakatsizlik’ başlığı atıyor, 8 Aralık tarihinde ise ‘Ne hükümette kudret var, ne ona nüfuz edebilecek kuvvetlerde belirli bir amaç mevcut. Hala zulmet içindeyiz.’ ifadeleri kullanılıyordu. Bkz. Minber, 25 Kasım, 8 Aralık 1918. 80 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371-sayı 26, s.400. 81 17 Kasım tarihli Minber, “Mustafa Kemal Paşa ile Mülakat” başlığı altında kendisinin bir özgeçmişi ve demeci yanında son savaşta nam ve şöhretini yükselten müstesna bir komutan olduğunu vurguluyor, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun en büyük komutanlarından biri olduğunu yazıyordu. 19 Kasım tarihli Minber’de ise ‘Yurdun geleceği Mustafa Kemal’den büyük hizmetler beklemekte haklıdır.’ deniliyordu. Bkz. Minber, 17-19 Kasım 1918. 78 43 düşünülen vekiller dahi kabineye güvenoyu verilmediği takdirde Padişah’ın Meclis’i dağıtabileceği endişesinden hareket ederek varlıklarını bir süre daha devam ettirme yolunu seçmişti. Neticede Tevfik Paşa Kabinesi güvenoyu almış, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları akim kalan bu ilk teşebbüslerinin ardından ilk hayal kırıklığını yaşamıştı.82 Mütareke hükümlerini dikkate almayan itilaf güçleri, İstanbul’u yaşanması zor bir yer haline getirmişti. Rauf, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerle birlikte neredeyse her gün bir araya gelen Mustafa Kemal Paşa’nın, ziyaretçileri hiç eksik olmayan Şişli’de kaldığı ev83 kısa sürede bu dört arkadaş için kendilerini iktidara taşıyacak planların yapıldığı bir toplantı mekânına dönüşmüştü. Bu sıralarda Minber için sermaye sağlamayı kabul eden Teceddüt Fırkası Reisi Cavit Bey ile yakınlık kurulması dışında, kendisini muhtemel bir sadrazam adayı olarak gören Ayan Reisi Ahmet Rıza Bey ile de yeni bir kabine için görüşmeler yapılmış, ancak bir sonuç alınamamıştı.84 Rauf Bey, o günlerde Mondros hükümleri tatbik edilirken kendisine verilen sözlerin tutulmamasının verdiği bir hayal kırıklığını yaşamaktaydı. Mütareke müzakereleri sırasında Türk halkının tepkisini çekmesin diye Karadeniz’e gitmek için Boğazlardan 82 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.370-371; Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998, s.99. 18 Kasım’da hükümet programı Meclis’te okundu, 84 lehte, 27 aleyhte 3 de çekimser olmak üzere toplam 114 oy kullanıldı. Mebuslar Meclis’ten çıkıp gittikleri için çoğunluk sağlanamadı ve oylama ertesi güne bırakıldı. Bkz. İkdam, Minber, Sabah, Tasvir-i Efkar, Vakit, 19 Kasım 1918. 19 Kasım’da yeniden yapılan ve 91 lehte, 33 aleyhte 7 de çekimser oy kullanılan oylama neticesinde Tevfik Paşa Kabinesi güvenoyu aldı. Bkz. İkdam, Minber, Sabah, Vakit, 20 Kasım 1918. 83 Pera Palas’tan sonra kısa bir süre de Halep’te iken tanıdığı bir ailenin Beyoğlu’ndaki evlerinde kalan Mustafa Kemal Paşa, bu iki yerde bir ay kadar kaldıktan sonra Şişli’deki bu eve taşınmış, annesi ve kız kardeşini de yanına almıştır. Bkz. Aydemir, Tek…, c.I, s.325-326; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371-sayı 26, s.400. 84 Akşin, İstanbul…, c.I, s.126-128; Aralık ayının ikinci haftasında sona eren görüşmeler, Ahmet Rıza’nın sadrazam, Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırı olacağı, Fethi, Rauf ve İsmail Canbulat Beyler’in de içinde yer alacağı bir kabine kurma girişimine yönelikti. Ahmet Rıza, kabinede yer alacak isimleri tanımadığını söyleyerek onlarla çalışamayacağını söylemişti. Öte yandan zaten Padişah’ın Ahmet Rıza’nın sadrazamlığı ile Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’na sıcak bakması ihtimali de azdı. Bkz. Bayur, Atatürk, s.244. Kâzım Karabekir de, 23 Mart’ta İsmet Bey aracılığı ile kurulması düşünülen kabinede bulunması yönünde Mustafa Kemal Paşa’dan bir teklif aldığını söylemektedir. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.32. 44 gece geçirileceği sözü verilen Yunan gemileri Dolmabahçe’de demirlemiş durumdaydı.85 O zamana kadar takdir ettiğini söylediği İngilizler tarafından aldatıldığını kabullenmekte zorlanan Rauf Bey, bu meseleden söz ederken Mustafa Kemal Paşa’nın Minber gazetesinde yayımlanan bir mülakatta İngilizler için ‘İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacağı’86 şeklindeki sözlerini ön plana çıkarmaktadır. Bu yaklaşım ‘Benim yerimde kim olsa inanırdı.’ kabilinden bir savunma olarak yorumlanabilir. Bununla beraber Rauf Bey, İngilizlerin sözlerinde durmayarak mütareke hükümleri tatbik edilirken yaptıkları hareketlerin, aynı zamanda kendilerini Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde toplanarak memleketin kurtuluşu için çareler aramaya ittiğini söylemektedir.87 Tevfik Paşa Kabinesi’ni düşürme girişiminin başarısız olması üzerine Mustafa Kemal Paşa Vahdettin ile Kasım ayı sonlarında bir kez daha görüşecekti.88 Bu görüşme, Padişah’ın ikna edilmesi ve Tevfik Paşa Kabinesi yerine bir Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nin kurulmasına yönelik bir görüşme olacaktı. Ancak bu çaba da bir sonuç vermediği gibi Vahdettin, komutan ve zabitler tarafından sevildiğini söylediği Mustafa Kemal Paşa’dan ordunun kendisine sadık kalıp kalmayacağı konusunda teminat almak isteyecek, Padişah’ın neden böyle bir istekte bulunduğu ise ancak 85 Akşin, İstanbul…, c.I, s.88. Amiral Calthorpe, hükümetinden aldığı emir gereği Yunan gemilerinin İstanbul Limanı’na girmesine engel olamayacağını, ancak Osmanlı hükümetinin de bir kargaşaya yol açmayacağına güvendiğini söylemektedir. 13 Kasım’da Averoff’la birlikte dört Yunan gemisi Boğaz’a giren filo içerisinde bulunmaktaydı. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.29. 86 Mustafa Kemal Paşa, mülakatın sonlarında İngilizler hakkındaki kanaatlerinin sorulması üzerine şunları söylemektedir: “Bu harpte İngilizlerle Arıburnu, Anafartalar ve Filistin cephelerinde karşı karşıya birçok muharebeler verdim. Ben bu muharebelerle ve suret-i umumiyede bu saydığım cephelerden başka cephelerde, başka mıntıkalarda diğer milletlerle dahi verdiğim muharebelerde daima vatanın müdafaasından ibaret olan bir vazife-i asliye ifa ve bunun için askerlik hizmetimi tahattur etmiyorum. Binaenaleyh kalbimde buğz ve adavet (düşmanlık) hissiyatı yer bulmamıştır. İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklâline riayette gösterdikleri hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacağı kanaatiyle mütehassis olmaları pek tabiidir.” Bkz. Minber, 17 Kasım 1918. 87 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371-sayı 26, s.400-401. 88 Atay, Atatürk’ün…, s.84-85; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, sayı 25, s.371; Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, TTK yay, Ankara, 2000, s.10. 45 Meclis’in kapatılmasından sonra anlaşılacaktı.89 Mustafa Kemal Paşa, kendisini siyaset dışı bırakmamak düşüncesiyle o sırada dağınık bir halde bulunan ordunun Padişah’a sadık olduğunu söylemek durumunda kalacaktı.90 İttihat ve Terakki Kasım ayı başlarında kendisini feshedince yerine Teceddüt Fırkası91 kurulmuş,92 başına da Cavit Bey geçmişti. Meclis’te çoğunluğu teşkil eden Fırka’nın bazı üyeleri 18 Aralık’ta Tevfik Paşa Kabinesi hakkında bir gensoru önergesi vermişti.93 Fethi Bey de 19 Aralık’ta Meclis’te gizli bir oturum yapıldığını ve 50 imzalı bir önerge ile kabineye güvensizlik oyu verilmesi kararı alındığını söylemektedir.94 Mustafa Kemal Paşa o günlerde Sultan Vahdettin ile bir görüşme daha yapmıştı.95 Ancak Padişah mebuslara fırsat tanımamış, ‘esbab-ı zaruriyet-i siyasiyeye binaen’ ve Kanun-ı Esasi’nin 7. maddesine dayanarak dört ay içerisinde seçimlerin yapılması şartıyla Meclis’i feshetmiş,96 böylece üzerindeki tek denetim mekanizmasını ortadan kaldırmak suretiyle serbest hareket imkanı bulmuştu. Ertesi gün Minber Meclis’in vatanın en hicranlı zamanında feshedildiğini yazmıştı.97 21 Aralık’ta Meclis dağıtılmış, 2 Ocak’ta Meclis-i Vükela bir karar alarak seçimlerin işgaller ve seferberliğin devam ettiği gerekçesiyle geçici olmak kaydıyla 89 Atay, Atatürk’ün…, s.100; Aydemir, Tek…, c.I, s.314-315. Vahdettin, Meclis’in dağıtılmasından hemen önce Rauf Bey aracılığı ile de donanmadan bir tepki gelmemesi için güvence almaya çalışmıştı. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.I, s.115. 90 Bayur, Atatürk, s.238-239; Akşin, İstanbul…, c.I, s.115. 91 İttihat ve Terakki’nin birçoğu mebus olan ılımlı isimleri tarafından kurulan Fırka, İttihat Terakki’nin devamı niteliğindeydi. Bir nevi 'İttihat ve Terakki’yi yeniden hortlatma girişimi’ olan fırka basının şiddetli eleştirilerinin hedefi olacak, İttihatçılara yönelik tutuklamalardan nasibini alacak, 1919 yılı Şubat ayı başında İttihat ve Terakki’den devraldığı tüm malvarlığına el konulacaktı. Bkz. Bayur, Atatürk, s.198. 92 Ati, 5 Kasım 1918; İkdam, 7 Kasım 1918. 93 Tanin, 17 Eylül 1945. 94 Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman yay., İstanbul, 1980, s.265. 95 Ati, 22 Aralık 1918; Jaeschke, Türk…, c.I, s.10. 96 Ati, İkdam, Vakit, 22 Kasım 1918; Türkgeldi, Vahdettin’in, itilafın sonu gelmez baskılarından bunaldığını, kendisine Meclis’i feshettirenin onlar olduğunu ve meşruti bir hükümdar olduğu halde mutlak bir hükümdarmış gibi muamele gördüğünü söylediğini aktarmaktadır. Bkz Türkgeldi, Görüp…, s.183. 97 Minber, 22 Aralık 1918. 46 yapılamayacağını ve barış yapılmasından sonraki dört ay içerisinde seçimlere gidileceğini duyurmuş, Padişah da 4 Ocak’ta bu hükümet kararını onaylamıştı.98 Tevfik Paşa 12 Ocak’ta istifa etti, bir gün sonra da önceki isimlerin bazılarını değiştirdiği kabineyi yeniden kurdu.99 Hükümeti düşürme ve Vahdettin’i ikna etme girişimleri sonuç vermemiş olsa da Mustafa Kemal Paşa, Rauf, Fethi ve İsmail Canbulat Beyler ile Şişli toplantılarına devam etmekteydi. Bu toplantılardan birinde Mustafa Kemal Paşa, iktidarı elde etmek için artık hükümeti düşürmek ve gerekirse bir yolunu bulup Vahdettin’i tahttan indirmekten başka çare kalmadığını ileri sürdü. Rauf Bey, Tevfik Paşa Kabinesi’ni ve hatta onu destekleyen Vahdettin’i devirmek için harekete geçme kararı aldıklarını, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve Terakki’nin meşhur İaşe Nazırı Kara Kemal ile konuşurken Tevfik Paşa’nın kaçırılarak İstanbul’da bir yerde saklanacağı planını duyarak “Yok birader, böyle komitacı işlerine gelemem, böyle şey olmaz, bu benim işim değil..” diyen İsmail Canbulat Bey’in itirazı ile bu girişimden vazgeçtiklerini söylemektedir.100 30 Ocak 1919 tarihinde İngilizlerin isteği üzerine Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte hareket eden İsmail Canbulat Bey ile Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Kara Kemal gibi kimselerin de aralarında bulunduğu 30 kadar İttihatçı tutuklandı.101 O günlerde yeniden ortaya çıkan Hürriyet ve İtilaf’ın başı çektiği muhalefet, savaş sırasında iktidarı elinde tutan İttihatçıların yeterince cezalandırılmadığını ileri sürerek kabineyi eleştirmekte, basın da kendisine destek vermekteydi. 24 Şubat’ta Tevfik Paşa, kendisi istifa etmeksizin üyelerinin çoğunu değiştirdiği yeni kabinesini kurmuş olsa 98 Ati, İkdam, 5 Ocak 1919; Tasvir-i Efkar, 7 Ocak 1919. Alemdar, Vakit, 14 Ocak 1919; Simavi, Sultan…, s.375-376; Türkgeldi, Görüp…, s.179-180. 100 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402. Mustafa Kemal de Fethi Bey dışında dört ortak arkadaş ile Padişahı değiştirmek, Hükümeti düşürmek ve yeni bir kabine kurmak için bir komite kurma fikrinden ve içlerinden birinin itirazından bahsetmekte ve Rauf Bey’i teyit etmektedir. Bkz. Atay, Atatürk’ün..., s.108-109. 101 İkdam, Sabah, 31 Ocak 1919. 99 47 da102 ne muhalefete ne de Vahdettin’e yaranabildi.103 Vahdettin’in Sadrazam’a başta bulunduğu dört aylık süre zarfında kabinenin gösterdiği atalet ve acizliğin, nezdinde teessüfe neden olduğunu iletmesi üzerine Tevfik Paşa 4 Mart 1919 tarihinde istifa etti, yerine Hürriyet ve İtilafçı muhalefeti iş başına getiren Damat Ferit Paşa Kabinesi kuruldu.104 Vahdettin ile uyum içinde bulunan yeni hükümetle Tevfik Paşa’nın idarei maslahatçı tutumu ortadan kalktı ve itilaf devletlerinin isteği doğrultusunda İttihatçılara karşı çok daha sert bir tutum içine girildi. Amaç, itilaf devletleri ile iyi ilişkiler kurmak suretiyle daha elverişli barış şartları elde etmekti.105 Kısa süre içinde İttihatçılar kovuşturulmaya başlandı, 10 Mart 1920 tarihinde İttihat ve Terakki eski vekilleri ile ileri gelenleri tutuklandı.106 Tutuklananlar arasında eski sadrazam Sait Halim Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın arkadaşlarından Fethi Bey de vardı. Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tehcir ve öldürmelerden dolayı yargılanan Yozgat Mutasarrıfı Vekili Kemal Bey 10 Nisan’da idam edildi.107 5 Mayıs’ta ise İttihat ve Terakki’nin feshinden sonra kurulan Teceddüt Fırkası ile Fethi Bey’in Hürriyetperver Avam Fırkaları kapatıldı ve mallarına el konuldu.108 Bu gelişmeler, Mustafa Kemal Paşa’yı uygun bir kabine ve harbiye nazırlığı noktasında bir şey yapılamayacağı düşüncesine itecek ve kendisinin İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’ya 102 İleri, Sabah, 25 Şubat 1919; İkdam, Takvim-i Vakayi, Tasvir-i Efkar, 26 Şubat 1919. Akşin, İstanbul…, c.I., s.169-173. 104 Alemdar, Ati, İkdam, Takvim-i Vakayi, Tasvir-i Efkar, Sabah, Vakit, 5 Mart 1919; Simavi, Sultan…, s.389-390; Bayur, hükümetin istifasının gerekçesini şöyle açıklamaktadır: İtilaf devletleri ısrarlı bir şekilde pek çok kişinin tutuklanarak yargılanmasını istemiş, mevcut kanunlar buna imkân tanımadığından yeni bir kararname çıkarılması lüzumu ortaya çıkmıştı. Çıkarılacak kararname noktasında sorumluluğu üstlenmek istemeyen Padişah kararnameyi imzalamamış, hükümet de kararname olmadan bu işi görmek istemeyince Tevfik Paşa Hükümeti istifa etmiş ve Damat Ferit Paşa’nın sadaretine giden yol açılmıştır. Bkz. Bayur, Atatürk, s.264. 105 Akşin, İstanbul…, c.I, s.195. 106 İkdam, İleri, Sabah, Vakit, 11 Mart 1919; Tasvir-i Efkar, 12 Mart 1919; Simavi, Sultan…, s.391. 107 Alemdar, İkdam, 11-12 Nisan 1919. 108 Akşin, İstanbul…, c.I, s.197-202. Fethi Bey, bu fırkayı mütarekenin imzalanmasının hemen ardından, kendisi Sofya elçiliğinden ayrıldıktan sonra kurmuştu. Otuza yakın mebusun dahil olduğu ve liberal bir programa sahip olan Fırka, sermayesinin bir kısmı Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılanan Minber adında bir de gazete çıkarmaktaydı. Teşkilat kuramayan Fırka, Fethi Bey’in 10 Mart 1919’da tutuklanması ile siyaset sahnesinden silindi. Bkz. Bayur, Atatürk, s.195. 103 48 geçme kararını vermesinde etkili olacaktı. Öte yandan o günlerde Şişli’deki evi, Rauf Bey’in de bulunduğu bir zamanda, daha önce de olduğu gibi bir kez daha aranmak istenmiş, Mustafa Kemal Paşa bu baskını da bir şekilde savuşturmasını bilmişti.109 c) Ali Fuat Paşa ve Çözüm Arayışları Ali Fuat Paşa İstanbul’a geldiğinde Mustafa Kemal Paşa, Rauf, Fethi ve İsmail Canbulat Beylerle birlikte iktidara gelmek için kabineyi güvensizlik oyu ile düşürme girişiminde başarıya ulaşamamış, Vahdettin’le olan görüşmesinden de bir sonuç alamamıştı. Ayağının tozuyla Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret eden Ali Fuat Paşa, kendisiyle memleketin geleceği üzerine konuştuğunu ve ülkenin kurtuluşu için ordunun milletle birlikte hareket edeceği bir ‘milli mukavemet hareketi’ oluşturmanın tek çözüm olduğu noktasında bir fikir birliğine vardıklarını söylemektedir. Bu noktada yapılması gerekenleri de şöyle sıralamaktadır: “1. Ordunun terhisini derhal durdurmak, 2. Yurdun müdafaasına en lüzumlu olan silah, cephane ve teçhizatı düşmana vermemek, 3. Genç ve muktedir kumandanları kıtaları başında bulundurmak. İstanbul’dakileri de Anadolu’ya yollamak, 4. Milli mukavemete taraftar idare amirlerinin yerlerinde bırakılmasını temin etmek, 5. Vilayetlerde fırkacılık adı altında yapılan kardeş mücadelesine mani olmak, 6. Halkın maneviyatını yükseltmek.” Bu hareketin başarıya ulaşması için ya hükümeti devirmek ya da aynı düşünceyi taşıyan bir dahiliye ve harbiye nazırının iş başına getirilmesi gerekliydi. İkinci seçeneğin gerçekleşme şansının daha yüksek görülmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’na getirilmesi için çalışmalar yapılması kararlaştırıldı. İstanbul’a aynı zamanla tedavi amacıyla gelen Ali Fuat Paşa, ara sıra sıtma nöbetleri 109 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401; Aydemir, Tek…, c.I, s.354-355. 49 geçirmesine rağmen evlerinin bulunduğu Kuzguncuk ile Şişli arasında gidip geldiğini, sık sık yol arkadaşının Şişli’deki evinde misafir olduğunu ifade etmektedir. Aldıkları ortak karara göre Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’nın akrabası olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ileri gelenlerinden Mehmet Ali Bey ile tanıştırılacak, Ali Fuat Paşa da Padişah Vahdettin ile görüşerek hükümetin, itilaf güçlerinin mütareke isteklerine göğüs gerebilecek kimselerden oluşması için ricada bulunacaktı. Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Ali Bey ile Ali Fuat Paşa’nın ailesine ait evde tanıştırılmışsa da Harbiye Nazırlığı konusunda bir sonuç alamayacak, Padişah’la görüşmeye giden Ali Fuat Paşa ise o sırada başka paşaların da huzura alınması nedeniyle durumu arz etmeyi uygun bulmayacaktı. Girişimlerinin sonuçsuz kalması Ali Fuat Paşa için artık İstanbul’da bir şey yapılamayacağı ve milli mukavemetin İstanbul’dan değil, Anadolu’dan idare edilmesi gerektiği düşüncesini kesin bir şekilde ortaya çıkaracaktı.110 Rauf Bey de, Ali Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde “Siz de Ankara’ya gelin, başka çare yok. Burada bir şey yapılamayacağı artık anlaşılmıştır. Kolordum Ankara’ya yerleşince gelin, birlikte hareket edelim.” teklifinde bulunduğunu söylemektedir. 111 Ali Fuat Paşa’ya göre, Mustafa Kemal Paşa her şeye rağmen Anadolu’da arkadaşları tarafından hazırlanacak bir teşkilat ve mukavemet hareketinin başına geçme kararını vermişti. Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’de evinde yüksek mevkide bulunan çok sayıda isimle görüşülmüş olmasına rağmen, Rauf ve Refet Beylerin dışında bazı fırka komutanları ile kurmay başkanları Anadolu’da görev almayı kabul etmişti. Hatta Mustafa Kemal Paşa o günlerde Ali Fuat Paşa’ya kolordusunun başına ne zaman döneceğini sormuş, kendisinden “Ne zaman emrederseniz Paşam” cevabını alınca 110 111 Cebesoy, Milli…, s.51-56. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401. 50 da112 bu defa ‘Bundan sonra ehemmiyetli şeyler olacaktır, kolorduna hakim ol, etrafına emniyet ver. Hele halk ile yakından temas et!’ diyerek yönünü Anadolu’ya döndüğünün işaretlerini vermişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da görüşmelerine devam ederken “Münasip bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra Türk milletine felaketi haber vermek!” şeklinde tarif ettiği Anadolu’ya gitme kararını aldığını ve bunu bir sır olarak saklayarak çalışmalarına devam ettiğini, vakti gelmedikçe de kimseyle paylaşmadığını söylemişti. İsmet Bey’i kendisine şahit gösteren Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da sırf bu kararın doğruluğunun etraflıca hesap edilmesi ve birlikte çalışacağı kimselerin tam olarak inandırılması için dört beş ay kaldığını ifade etmişti.113 Memleketin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılması için çözüm arayışlarına devam eden arkadaşların Şişli’deki evde aldıkları ortak karara göre 2. Kolordu karargâhının Ankara’ya nakledilmesi sağlanacak, Ankara bir mukavemet merkezi yapılacak, Mustafa Kemal Paşa’nın geniş yetkilerle Anadolu’da bir göreve tayin ettirilmesi için çalışılacak ve Mustafa Kemal Paşa işte bu nedenle bir süre daha İstanbul’da kalacaktı. Bu noktada Ali Fuat Paşa şunları söylemektedir: “En mühim mesele de Mustafa Kemal’in, milli davada dayanak olabilecek bir memuriyete tayini idi. Ne yazık ki, o zamanki hükümet adamlarında, büyük hizmet ve faaliyetleri ile tanınmış olan bu genç kumandanı, Anadolu’da mühim 114 bir işin başına getirebilecek bir cesaret ve ruh görülmüyordu.” Hazırlıklarını Şubat ayı sonlarında tamamlayan Ali Fuat Paşa, İstanbul’dan ayrılmadan önce Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le Şişli’deki evde son kez bir araya gelecek ve kendilerini bir kez daha Anadolu’ya davet edecekti.115 Mustafa Kemal Paşa ise öncelikle kendisini bir göreve tayin ettirmeye çalışacak, bu olmazsa 112 Cebesoy, Milli…, s.56. Atay, Atatürk’ün..., s.109-112. 114 Cebesoy, Milli…, s.5. 115 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402. 113 51 Anadolu’daki en güvendiği komutanın yanına giderek işe koyulacak, Ali Fuat Paşa da kolordusuyla birlikte daima emirlerine hazır olduğunu ifade edecekti. İstanbul’da kalma düşüncesinde olmayan Bahriye miralayı (albayı) Rauf Bey de Anadolu’da bir göreve tayini mümkün olmadığından bir an evvel emekliliğini isteyerek Anadolu’ya geçecek, hareket tarihleri de aralarındaki haberleşmeye göre şekillenecekti.116 Mart ayı başında İstanbul’dan ayrılarak kolordusunun geçici karargâhı olan Konya Ereğlisi’ne hareket eden 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, yıllar sonra Aydemir’in Anadolu’da yeni bir devlet kurma fikrinin ilk nerede ve nasıl düşünüldüğüne dair mektupla sorduğu bir soruya verdiği 27 Nisan 1960 tarihli cevabında şu ifadeleri kullanacaktı: “Anadolu milli hareketinin esaslarını Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde, yalnız ikimiz hazırlamıştık. Bazen müzakerelerimize Rauf Orbay’ı da çağırmış ve onunla da konuşmuştuk. Bundan başka birçok zevatla da orada buluşmuş ve fakat onlarla yapacağımız işler hakkında görüşmemiştik. Gelenlerden bazı durumların açıklanmasına yarayacak 117 malumat almıştık. Başkalarıyla temaslarımız bundan ibarettir.” d) Kâzım Karabekir Paşa ve Çözüm Arayışları Kâzım Karabekir Paşa, 28 Kasım’da geldiği İstanbul’da ilk olarak o sırada Harbiye Nezareti Müsteşarı olan arkadaşı İsmet (İnönü) Bey, sonra da Harbiye Nazırı Abdullah Paşa ve Ahmet İzzet Paşa ile görüştü. Kendisi gibi komutanların İstanbul’a çağrılmalarını doğru bulmadığını ifade eden Kâzım Karabekir Paşa, tüm genç komutanlar ile tecrübeli kurmayların İstanbul’da toplanmasının bir hata olduğunu ve derhal İstanbul’dan uzaklaştırılmaları gerektiği düşüncesindeydi. Kendisine göre yapılacak ilk iş orduların başına gitmekti. Doğuda bir Türk hükümeti kurmak suretiyle doğuyu tehlikeden kurtardıktan sonra batıdaki tehlike de bertaraf 116 117 Cebesoy, Milli…, s. 57. Aydemir, Tek…, c.II, s.339. 52 edilebilecek, bu yolla mütareke sınırları içindeki yerler kurtarılabilecekti. Kâzım Karabekir Paşa, 6 Aralık’ta Padişah Vahdettin tarafından usulen huzura kabul edildi, kendisinden takdir ve iltifatlar gördü. Cuma selamlığı çıkışında Padişah’ın fahri yaveri Mustafa Kemal Paşa ile de sohbet imkânı buldu. Meclis’in feshedildiği 21 Aralık tarihine kadar arkadaşlarıyla dertleşmek dışında bir gelişme olmadığını söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, kendisini Anadolu’da bir kolordunun başına tayin ettirme çabası içindeyken 23 Aralık’ta Tekirdağ’da bulunan 14. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildiğini öğrendi. Görevine başlayan Kâzım Karabekir Paşa kolordusunu tehlikeli bir yer olan Trakya’dan Balıkesir’e nakletmeyi başarmışsa da aklı hep doğuya gitmekteydi. Henüz silahlarını teslim etmemiş olan doğudaki birliklerin başına geçerek Büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmeyi planlayan Ermenilere engel olmak düşüncesiyle tayini için girişimlerde bulunmaktaydı. Bu çabalarından netice almayı başaran Kâzım Karabekir Paşa 13 Mart 1919 tarihinde sonradan 15. Kolordu Komutanlığı’na dönüşecek olan 9. Ordu Komutanlığı’na tayin edildi.118 Görevine gitmeden önce veda ziyaretleri yapan Kâzım Karabekir Paşa, geçirdiği bir ameliyat sonrası Şişli’deki evinde dinlenmekte olan Mustafa Kemal Paşa’yı da 11 Nisan’da ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya davet ettiğini söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, görüşmeyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Paşa Hazretleri, Ben Şarktaki ismi kolorduya tahvil olunan ordunun başına geçiyorum… Şarkın Ermenilerden istirdadında bulunmaklığım dolayısıyla ordu kadar halkın da pek büyük emniyetine ve muhabbetine mazharım. Vaziyetimizin vahametini İstanbul’dan durdurmak imkânsızdır. Burada ancak itilafın arzularını tatbikten başka bir şey yapılamaz… İtilaf devletlerinin 118 Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.32-33. Bazı kaynaklara göre Kâzım Karabekir Paşa bu göreve 2 Mart’ta atanmıştır. Bkz. Türk İstiklâl Harbine Katılan…, s.178; Çoker, Türk…, s.317; Azmi SüslüMustafa Balcıoğlu, Atatürk’ün Silah Arkadaşları-Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1999, s.101. 53 Anadolu istilasına kalkışacaklarını ümit etmiyorum… Bence mesele (Ermeni ve Rumlar)la boğuşmaktan ibaret kalacaktır. Şarkta Ermeni ordusunu teslimi silaha mecbur ettikten sonra Garptaki Yunan ordusu teşebbüslerine göğüs gerebiliriz… Derhal ilk fırsatta Şarktaki tehlikeyi bertaraf ederiz. Bütün kuvvetler Garba tevcih olunabilir. Ben bu vaziyette Şark’taki rolümü muvaffakiyetle yapabilirim. Garp meselesi açık kalmıyor zat-ı samilerinden ricam da bir an evvel sizin de Anadolu’ya geçmekliğinizdir… Bunun için derhal sizin de bir vazife ile gelmeniz mümkündür. Eğer mümkün olmazsa hususi bir tarzda da gelebilirsiniz. Evvela Erzurum’da toplanalım ve milli hükümet esasını kuralım. Ben Trabzon ve Erzurum’da siz gelinceye kadar bu esası hazırlarım.” Mustafa Kemal Paşa bunun da bir fikir olduğu cevabını verince, Kâzım Karabekir Paşa şunları ilave etmişti: “…Paşam İstanbul’da çok kalmayınız ve buradaki diğer kumandanlar üzerinde de müessir olarak bir an evvel Anadolu’yu kuvvetlendirelim. Birçok batmış milletler istiklâllerine kavuşurken asırlar doldurucu muazzam tarihi olan Türk milletini kurtaralım.” Kâzım Karabekir Paşa’ya göre Mustafa Kemal Paşa kendisine “Vaziyet size hak verdiriyor, iyi olayım gelmeye çalışırım.’ 119 demişti. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı doğuya davetinin ve kendisinden Milli Hareket’in başına geçmesini istemesinin nedeninin İstanbul’da iktidara gelmenin yollarını arayan Mustafa Kemal Paşa’nın en kıymetli kimseleri yanına alabilme ihtimali olduğunu söylemektedir.120 Rauf Bey de anılarında, Tekirdağ’dan İstanbul’a geldiği sıralarda Kâzım Karabekir Paşa ile konuşma fırsatı bulduğunu, kendisinin Tekirdağ’a dönme niyetinde olmadığını, Birinci Dünya Savaşı sırasında erkan-ı harp olarak görev yaptığı doğuya gitmek istediğini ve hatta kendisini oraya tayin ettirmeyi başardığını söylemektedir. Ayrıca Kâzım Karabekir Paşa’nın İstanbul’da yapılabilecek bir şey kalmadığını, Anadolu’ya özellikle doğuya gidilmesi gerektiğini söylediğini, sonra da kendisine davet ve tavsiyede bulunduğunu eklemektedir. Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa’nın 119 120 Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.35-37. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.17-18. 54 kendisinden Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmesini de istediğini, kendisine Mustafa Kemal Paşa’nın da bu tür düşüncelerinin olduğunu ve en kısa sürede bir karar vereceği cevabını verdiğini ifade etmektedir.121 Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım’da gittiği İstanbul’da iktidara gelebilmek amacıyla var gücüyle çalışmış, bir şeyler yapılmasının imkânsız olduğunu görene kadar bu düşüncesinden vazgeçmemiş ve Anadolu’ya gitme seçeneğini dikkate almamıştı. Bir yandan Mustafa Kemal Paşa’nın bu tutumunun değişmesine neden olan gelişmeler yaşanmakta, diğer yandan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, Ali Fuat Paşa’nın ardından Kâzım Karabekir Paşa tarafından da Anadolu’ya davet edilmekteydi. Ali Fuat Paşa Haziran ayında Amasya’da iken Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine Kâzım Karabekir Paşa’nın bu ziyaretinden şu şekilde bahsettiğini söylemektedir: “… Vaziyetin vahametini İstanbul’dan durdurmanın imkânsız olduğunu, İstanbul’da ancak galiplerin arzularının tatbikinden başka bir şey yapılamayacağını ilave etti. …Şarkta muhtelif namlar altında başlamış olan bir takım teşekkülleri evvela Erzurum’da birleştirdikten sonra herhangi bir tehlike karşısında burada milli hükümetin esaslarını kurarak harekete geçebiliriz. Bu maksatla siz başta olmak üzere genç kumandanlarımızın Anadolu’da işleri başına dönmesi çok mühimdir. … Evvela Erzurum’da toplanarak milli bir hükümet esasını kurarız. Ben Trabzon ve Erzurum’u sizler gelinceye kadar bu esas üzerinde hazırlarım.” Aynı yerde Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın, Kâzım Karabekir Paşa’nın fikriyle kendi düşüncesi arasında esaslı bir benzerlik olduğunu, Anadolu’ya geçme konusunda tamamen aynı düşündüklerini, Kâzım Karabekir Paşa gibi kudretli bir komutanın 15. Kolordu’nun başında bulunmasının davanın doğudaki en önemli dayanaklarından biri olabileceğini söylediğini, ancak milli hükümetin ve mukabil hareketin doğuda başlayabileceğini açıkça söylemesi noktasında kendisi ile aynı fikirde olmadığını ve bu nedenle Kâzım Karabekir 121 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.403. 55 Paşa’ya o zaman ‘bir fikirdir’ cevabı verdiğini ifade etmişti.122 Esasında Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasında bu noktada bir görüş farklılığı dikkati çekmektedir. Mustafa Kemal Paşa memleketin bir bütün olarak ele alınması, yalnız doğunun dikkate alınarak bir işe girişilmemesi gerektiği fikrindeyken Kâzım Karabekir Paşa doğu odaklı bir yaklaşım sergilemekteydi. Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin İstanbul’da bulunduğu günlerde İstanbul’da çözüm arayışları noktasında bir birlik olmadığını da söylemektedir. Kendisine göre Bolşevikliğin ilan edilmesi, böylece Rum ve Ermenilerle düşmanlığın biteceği düşüncesini savunanlar olduğu gibi, o ümitsiz ve karanlık günlerde çıkış yolunu Amerikan ve İngiliz mandasında görenler, işi doğal akışına bırakmayı düşünenler ve hatta işten el çekerek köylü olma düşüncesinde olanlar vardı. Bununla beraber mütesanit ve güçlü bir kabine kurulması durumunda vaziyetin iyiye gideceği, galip devletlerin emniyet ve merhametinin kazanılacağı kanaatini taşıyanlar da vardı. Bunlar İngilizlerle anlaşmayı ve mümkün olabilen yerleri kurtarmayı düşünmekteydi. Karabekir’e göre, Mustafa Kemal Paşa ve İsmet (İnönü) Bey işte bu son gruba girmekteydi.123 Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa konusunda yanlış bir yaklaşım sergilediği kanaatindeyiz. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırlığı’na gelmek suretiyle etkili olabileceği bir makama gelmeyi arzu etmiş, Padişah ile yaptığı görüşmelerle beklentilerine cevap bulmaya çalışmış, Ayan Reisi Ahmet Rıza ile de gizli görüşmeler yapmıştı. Öte yandan Minber gazetesine ortak olmak suretiyle bu noktada basın yoluyla etkili olmaya çalışan Mustafa Kemal Paşa, Ali Fethi Bey aracılığı ile Teceddüt ve Osmanlı Hürriyetperveran Avam fırkalarını da devreye sokmaya çabalamıştı. Bütün bunlar Mustafa Kemal Paşa’nın yönünü 122 123 Cebesoy, Milli…, s.60-62. Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.41. 56 Anadolu’ya dönmeden önceki bir takım çözüm arayışları idi. Karabekir Paşa’nın eleştirileri bağlamında bu sayılanlar doğruydu, ancak doğru olmayan Mustafa Kemal Paşa’nın iktidara gelmeyi başardıktan sonrasına dair öngörülerdi. Mustafa Kemal Paşa’nın İngilizlerle anlaşmaya çalışarak mümkün olabilen vatan topraklarını kurtarmaya çalışacağını söylemek kolayca anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Paşa’yı tanımamak anlamına gelmekteydi. Mustafa Kemal Paşa’nın galip devletlerin merhametini kazanma çabası içine girmek suretiyle mümkün olabilen ülke topraklarını kurtarmayı düşündüğünü söylemek, Mustafa Kemal Paşa ile Damat Ferit Paşa arasında bir fark olmaması anlamına gelmektedir ki bunun da kabul edilebilir bir tarafı yoktur. İstanbul’da genel havayı gördükten sonra bir an evvel Erzurum’daki kolordusunun başına geçme azminde olan Kâzım Karabekir Paşa, 12 Nisan 1919 tarihinde Gülcemal Vapuru ile İstanbul’dan hareket etti, Zonguldak, Sinop, Samsun, Ordu ve Giresun’a uğrayarak 19 Nisan’da Trabzon’a ulaştı. Bölgede bir Pontus Rum devleti kurulmasını önlemek amacıyla kurulan Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti üyeleri ile temas kurdu, sözleriyle onları yüreklendirdi.124 Kâzım Karabekir Paşa, Doğu Anadolu ve Kafkas Türklerini kurtarmış muzaffer bir komutan olarak lağvedilen 9. Ordu tümenlerinden oluşan ve silahlarını teslim etmemiş olan 15. Kolordu’nun başına geçmek üzere yola çıkmıştı. Kendisi için bir Doğu Anadolu vizyonu çizen Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya da ülke çapında Milli Hareket’in başına geçmesi için Anadolu’ya gelmesi teklifinde bulunmuştu. Öte yandan Rauf Bey, bu noktada kendilerine davetler yapıldığı zaman Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya 124 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.18-19; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.44-45; Goloğlu, Erzurum…, s.27-30. 57 gitmesi konusunda henüz kesin kararını vermemiş olduğunu söylemektedir.125 Mustafa Kemal Paşa ise İstanbul’da görüşmelerine devam ederken “Münasip bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra Türk milletine felaketi haber vermek!” şeklinde tarif ettiği Anadolu’ya gitme kararını aldığını ve bunu bir sır olarak saklayarak çalışmalarına devam ettiğini, vakti gelmedikçe de kimseyle paylaşmadığını söylemektedir. İsmet Bey’i kendisine şahit gösteren Mustafa Kemal Paşa, sırf bu kararın doğruluğunun etraflıca hesap edilmesi ve birlikte çalışacağı kimselerin tam olarak inandırılması için İstanbul’da dört-beş ay kaldığını ifade etmektedir.126 Mustafa Kemal Paşa’nın bu sözlerinden şu sonucu çıkarabiliriz. Kendisinin 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a geldiği, 16 Mayıs 1919 tarihinde de Samsun’a gitmiş olduğu hesap edilirse Mustafa Kemal Paşa bu şehirde yaklaşık altı ay kalmıştır. Bu altı ayın son dört-beş ayını aldığı kararın doğruluğunun tespiti ve birlikte çalışacağı kimselerin ikna edilmesi için harcadığını söylemesi, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gelmesinden bir ya da iki ay sonra Anadolu’ya geçme kararını almış olduğu anlamına gelmektedir. Esasında yol arkadaşları bir şeyler yapılması noktasında bir fikir birliği içinde olsalar da yola ne zaman çıkılacağı konusunda farklı düşünecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da yapılacaklar konusundaki ümidinin tükenmesi için biraz daha zamanın geçmesi gerekecekti. İstanbul’dan ayrılan Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar Ankara ve Erzurum’da olacak, Fethi ve İsmail Canbulat Beyler tutuklanacak ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Rauf Bey dışında pek kimse olmayacaktı. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa ile işte bu yalnızlık günlerinde Anadolu’ya geçme kararını aldıklarını, bu kararı verirken kendilerini Anadolu’ya davet etmiş olan ve o sırada 125 126 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.402. Atay, Atatürk’ün..., s.109-111. 58 Anadolu’da birliklerinin başında bulunan Kâzım Karabekir ile Ali Fuat Paşalardan alacakları desteği de hesaba kattıklarını söylemektedir.127 e) Refet Bey ve Çözüm Arayışları Mondros Mütarekesi’nin beşinci maddesi jandarma birlikleri dışında kalan askerlerin terhis edilmesini gerektiriyordu. Terhis edilmeyen bu jandarma birliklerinin başına geçen Refet Bey, bir yandan Polis Müdürü ile işbirliği içerisinde İstanbul’da asayişin temin edilmesine çalışıyor,128 diğer yandan jandarma birliklerini güçlendirmeye yönelik adımlar atıyordu. Asayişin temin edilmesi ülkede yeni işgaller için bahane arayan itilaf devletlerinin eline koz vermemek demekti. Albay Refet Bey, mütareke döneminin başlarında üstlendiği bu görev dolayısıyla gerçek niyetleri ülkeyi işgal etmek olan itilaf devletlerine karşı nasıl karşı konulması gerektiğini de araştırıyordu. İstanbul’da işgallere karşı çıkarak ülkenin içinde bulunduğu açmazdan kurtarılması noktasında birleşen bir takım gizli kuruluşların içine görevi dolayısıyla girebiliyordu. İşte böyle bir toplantı sırasında Refet Bey, ülkenin kurtarılmasına kim öncülük edebilir şeklindeki bir soruya Mustafa Kemal Paşa cevabını veriyordu.129 Refet Bey, Jandarma Genel Komutanlığı görevinden 19 Ocak 1919 tarihinde azledildi.130 Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yapılan toplantılara da katılan Refet Bey, bu toplantılardan birinde Mustafa Kemal Paşa ile Paşa’nın bir sorusuyla başlayan şöyle bir sohbet de yapmıştı: “- Sen ata binmeye meraklısın, birçok atların da var; ne düşünürsün? - Hatırıma öyle geliyor ki Üsküdar’da atıma bineyim ve hep ileri gideyim. 127 Kandemir, Hatıraları…, s.32. Kutay, Osmanlıdan…, c.IV, s.154. 129 Özdemir, Refet…, s.23-24. 130 Süslü-Balcıoğlu, Atatürk’ün…, s.64. 128 59 - Sözlerinden memnun oldum. Eğer atına binip Anadolu içerlerine girmek istiyorsan bir gün senin bu 131 arzunu tatmin ederim.” Ali Fuat Paşa da yukarıda bahsedildiği üzere Anadolu’ya geçme kararı alınırken, yüksek mevki sahibi çok sayıda kimse ile görüşüldüğünü, ancak yalnız Rauf ve Refet Beyler ile bazı tümen komutanları ve kurmay başkanlarının Anadolu’da fiili olarak görev almayı kabul ettiklerini söylemektedir.132 Refet Bey için Anadolu’ya geçmenin yolu Milli Mücadele liderliğinin arifesindeki Mustafa Kemal Paşa’nın bir teklifi ile açıldı. 9. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunan 15. ve Sivas’ta bulunan 3. Kolordulara doğrudan emir verebilme yetkisine sahipti. 15. Kolordu zaten Kâzım Karabekir Paşa’nın komutası altındaydı. 3. Kolordu Komutanlığı ise bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından Refet Bey’e teklif edildi. Esasında Mustafa Kemal Paşa bu komutanlık için ilk olarak İsmet (İnönü) Bey’i düşünmüş,133 kendisinden olumlu cevap alamaması üzerine Refet Bey’i seçmişti.134 Mustafa Kemal Paşa yanına alacağı kurmaylarını kendisinin seçeceğini Genelkurmay İkinci Reisi’ne söylemiş ve Albay Refet Bey’i de tayini Konya’ya çıkan 3. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in yerine düşünmüştü.135 Refet Bey’in tayin edildiğine dair irade 17 Mayıs 1919 tarihliydi.136 Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde Bandırma vapuruyla yola çıkan ve 19 Mayıs Pazartesi sabahı Samsun’a çıkan 18 subaydan en kıdemlisi olan Refet Bey137 o günlere dair şunları söylemektedir: “Mustafa Kemal Paşa Samsun’a gidecekti, benim de gelmemi istiyordu… Onlar müsaade almışlardı, ancak benim müsaadem yoktu ve almak için de zaman yoktu. Ama ben kararımı 131 Bayur, Atatürk…, s.288. Cebesoy, Milli…, s.56. 133 Atay’a göre İsmet Bey, yeni evlendiğini gerekçe göstererek Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gitme teklifini kabul etmemiştir. Bkz. Atay, Çankaya, s.243. 134 Kaya, Refet…, s.28. 135 Atay, Atatürk’ün…, s.130. 136 Takvim-i Vakayi, 17 Mayıs 1919. 137 Fethi Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1971, s.19. 132 60 vermiştim. Atatürk’e haber gönderdim: ‘Yarın 18 hayvanımla beraber vapura bineceğim.’ Gerçekten ertesi gün hayvanları rıhtıma naklettirip gemiye bindirdim. Kendim de ambarda sigaramı tüttürüp vapurun kalkmasını bekledim. Atatürk’ün yaveri yanıma geldiği vakit şaşırmıştı. Bu arada şunu öğrendim ki arkadaşlardan Rauf Bey, vapurun boğazdan çıktıktan sonra batırılacağını duymuş, bunu da Atatürk’e söylemiş… Benim kanaatime göre asıl önemli olan Boğaz’ın dışı değil, Boğaz’dan çıkıncaya kadar olan mesafe ve müddet idi. Nitekim bunu vukuatsız geçirdik. Hiçbir şey olmadı ve biz 138 19 Mayıs günü Samsun’a çıktık.” f) Rauf Bey’in Askerlikten İstifası Rauf Bey, 27 Şubat 1919 tarihinde Bahriye Nezareti’ne verdiği bir dilekçe ile askerlikten affını talep ederek emekliliğini istedi.139 O gün itibarıyla Bahriye Mektebi’ne gireli yirmi yedi, zabit olalı ise yirmi bir sene olmuştu. Gerekçesi ‘Bugünkü şartlar altında aynı resmi hayatı, bundan sonra da devam ettirmekliğime manen ve maddeten artık imkân kalmadığı’ şeklindeydi. Rauf Bey dilekçesini verdikten kısa süre sonra bir kabine değişikliği yaşandı ve Tevfik Paşa Kabinesi yerini Damat Ferit Paşa Kabinesi’ne bıraktı. Rauf Bey dilekçesi ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir cevap alamama nedenini yeni kabinenin kuruluşundan bir hafta sonra öğrendi. Bahriye Nazırı Müşir (Mareşal) Şakir Paşa “Değer ve ehliyeti cümlece malum böyle bir zatı kaybetmek caiz olmadığından Daire-i Nezarette bizzat kendisi ile müzakerede bulunmak üzere işbu istifasının hıfzı ve kendilerine tebliği” notunu yazarak dilekçeyi işleme koymamıştı. Ne var ki Rauf Bey kararlıydı: “Zira Bahriyeli olarak Anadolu’da bir vazife isteyemezdim. Mutlaka İstanbul’dan uzakta başlaması lazım geldiğine kanaat getirdiğimiz 138 Kaya, Refet…, s.44; Önay Yılmaz, Bandırma Yolcuları-Mustafa Kemal İle “Kurtuluş” Destanını Başlatanların Öyküsü, Alfa yay., İstanbul, 2008, s.65-66. Bardakçı, Mustafa Kemal Paşa ile Samsun’a gidecekler listesinde Refet Bey’in adının yazılı olmadığını, bununla beraber İngilizlerin Refet Bey’in vizesini yolculuktan bir gün önce yani 15 Mayıs’ta onayladıklarını söylemekte ve kitabının sonunda bu onayın belgesini göstermektedir. Bkz. Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.130,598,599. 139 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.403; Sarıhan Kurtuluş…, c.I, s.149; Jaeschke, Türk…, c.I, s.19. 61 mücadeleye, her türlü resmi sıfat ve salahiyetlerden sıyrılmış bir vatan evladı olarak serbestçe atılmak için askerlikle ilgimi kesmek kat’i bir zaruret haline gelmişti. Fakat bunu karşımdakilere açıkça söyleyemezdim. Hamdolsun sapasağlam bulunduğum bir sırada hastalık, yorgunluk filan gibi mutad 140 bahaneler, mazeretler ileri sürmek de meşrebime uymazdı.” Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınında bulunan Rauf Bey’in Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’dan ayrılmasından bir kaç gün önce istifasını vermesi ve özellikle ‘İstanbul’dan uzakta başlaması lazım geldiğine kanaat getirdiğimiz mücadele’ şeklindeki sözleri yol arkadaşlarının Anadolu’ya gitme konusunda aldıkları ortak bir kararın göstergesiydi. Rauf Bey, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın daveti üzerine kendisiyle 14 Mart günü bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmede Damat Ferit Paşa, Rauf Bey’e istifanamesinin Padişah’a verildiğini ve Padişah’ın da bu duruma çok üzüldüğünü ifade etmiş, bir iki ay için bir vilayette ya da arzu ettiği bir makamda bulunmasını, daha sonra yine birlikte çalışacaklarını tebliğ için görevlendirildiğini söylemişti. Rauf Bey’in hükümetin yanlış yolda olduğu, bu gidişatın orduyu isyan noktasına getireceği, kendisinin de bir asker olarak buna karışmak istemediği için istifa etmek istediğini söylemesi Damat Ferit Paşa’yı şaşırtmıştı. Öyle ki Damat Ferit Paşa, istifasını geri almasını istediği Rauf Bey’den istifasını geri almasını bırakın, hükümetine yönelik eleştiriler duymuştu.141 Öte yandan bu görüşmeden sonra dahi Rauf Bey’in istifasının kabul edilmesi için iki aya yakın bir zaman geçmiş, nihayet 8 Mayıs’ta kabul edilen istifa için 15 Mayıs 1919 tarihli Takvim’i Vakayi’de “Bahriye Nazır-ı Esbakı Kalyon Kaptanı Rauf Bey’in silk-i askeriden istifası kabul edilmiştir.” şeklinde bir irade-i seniye yayımlanmıştı.142 Yol arkadaşları ile aldıkları ortak karar gereği otuz yıla 140 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.403. A.g.e., s.403. 142 Takvim-i Vakayi, 15 Mayıs 1919. 16 Mayıs 1919 tarihli Zaman’da da Bahriye Eski Nazırı Rauf Bey’in istifa edeceği yönündeki söylentilerin Takvim-i Vakayi’de yayımlanan iradeden sonra teyit 141 62 yaklaşan askerlik mesleğinden istifa eden Rauf Bey, Anadolu’ya geçmek üzere İstanbul’dan Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a sağ salim ulaştığını öğrendikten sonra ayrılacaktır. 1.4. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN GÖREVLENDİRİLME SÜRECİ a) Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçme Kararı Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım’da geldiği İstanbul’da 16 Mayıs’a kadar geçen altı aylık süre zarfında ilk olarak Harbiye Nezareti’ne gelmek sureti ile etkili olabileceği bir makama gelme, ihtilalcı sayılabilecek bir takım girişimlerde bulunma, en son olarak da Anadolu’ya geçmek suretiyle düşman etkisinden uzak bir yerde milli direnişi tesis etme yolları izlemişti. Şimdi bu kararın alınmasına neden olan gelişmeler üzerinde biraz duralım. İttihatçıların tutuklanması furyası çerçevesinde 10 Mart’ta Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşlarından Fethi Bey, Enver, Talat ve Cemal Paşaların kaçışlarında rolü olduğu gerekçesiyle tutuklanırken143 İstanbul’da düşündüklerini gerçekleştirme yolunda somut adımlar atamayan Mustafa Kemal Paşa, artık Anadolu’ya gitme seçeneğini düşünmeye başlamıştı. Üstelik Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i Anadolu’ya davet etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa’nın, 9. Ordu Müfettişliği teklifinden epey önce Mareşal Allenby’nin isteğiyle kendisine önerilen 6. Ordu Komutanlığı teklifini reddetmiş olması bir şeyler yapabilme ümidi taşıdığı sürece İstanbul’da kalmayı tercih ettiğinin göstergesiydi. Bu günlerde ordu komutanı olarak İstanbul’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri ve otomobili elinden alınmış, ödeneği de kesilmişti. edildiği kendisinin bir fotoğrafı eşliğinde ‘Silk-i askeriden istifa’ başlığı ile veriliyor. Bkz. Zaman, 16 Mayıs 1919. 143 Fethi Bey, 9 Nisan’da delil yetersizliğinden serbest bırakılacak, 17 Nisan’da yeniden tutuklanacaktı. Bkz. Alemdar, Vakit, 19 Nisan 1919. 63 Harbiye Nezareti’nden beklemediği bu tavrı yazdığı bir dilekçe ile eleştiren Mustafa Kemal Paşa, hakkında çıkan bir karalama yazısı nedeniyle de aynı nezarete ordunun haysiyetinin daha iyi korunması gerektiğini yazmıştı. Ertesi gün muhalif bir gazetede yayımlanan bu yazı Mustafa Kemal Paşa için tutuklanarak hapsedilmesine kadar giden bir sürecin başlangıcı olabilirdi. Zira gazete sahibi saldırıya uğradığı iddiasıyla Mustafa Kemal Paşa hakkında dava açmıştı. Avukatından davayı mümkün olduğu kadar uzatmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya gitmeden önce hapse girmek gibi bir kazaya uğramak istememişti. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs’ta İstanbul’dan ayrılacağı zaman davası henüz bitmemişti.144 Mustafa Kemal Paşa yukarıda da bahsedildiği üzere çok daha önceden karar verdiğini söylediği Anadolu’ya gitme işini birlikte çalışacağı kimselerin başka bir ihtimal kalmadığına inandırılması ve durumun derinliğine mütalaa edilmesi düşüncesiyle uygun bir zamana erteleyecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gitme kararını vermesi bir ulusun geleceğini etkileyecek kadar önemli olacaktı. İstanbul’daki siyasi girişimlerden bir sonuç alınamaması, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar tarafından yapılan davetler, Ali Fethi ile İsmail Canbulat Beylerin tutuklanması ve İstanbul’da yapılabileceklerin sonuna gelinmesi Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya bir an evvel geçmeye çalışmasının yolunu açacak, 9. Ordu Müfettişliği de işte böyle bir zamanda teklif edilecekti. Birinci Dünya Savaşı’nın müttefikleriyle birlikte Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetiyle sonuçlanması Karadeniz’deki Rumlar için bir Pontus Rum devleti kurma düşüncesini de beraberinde getirdi.145 Rumların bağımsızlık için harekete geçmesinin ardından bölgede çatışmalar yaşanmakta, özellikle Trabzon ve Samsun taraflarında bir 144 Atay, Atatürk’ün…, s.118-120. Önceleri 6-7 bin kadar olan Rum çetelerine katılım sürekli artıyor, göçmen olarak gelenlerle birlikte sayıları 25 bini buluyordu. Bkz. Goloğlu, Erzurum…, s.10. 145 64 karışıklık ve asayişsizlik dikkati çekmekteydi. Rumlara karşı gösterilen tepkilerin bir İttihatçı örgütlenmesi olduğunu düşünen ve 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a 200 asker çıkaran İngilizler, Türklerin her gün Rumlara saldırdığını ileri sürerek Hükümet’in bu duruma engel olamaması halinde kendilerinin müdahale edeceği tehditini savurdu.146 Bölgede asayişsizliğe neden olanların, bir devlet kurma düşüncesiyle hareket eden Rumlar olması da bir şeyi değiştirmemekteydi. Zira İngilizlerin, güvenlikleri tehlikeye düştüğü gerekçesiyle Mondros’a dayanarak Samsun bölgesini işgal edebilecek olması hükümeti telaşlandırmaya yetti. Yalnız Samsun bölgesinde değil, bütün bir Doğu Anadolu bölgesinde durum kontrol altına alınmalıydı.147 İstanbul’daki çabalarından bir sonuç alamayan ve resmi bir görevle Anadolu’ya gitmenin hesaplarını yapan Mustafa Kemal Paşa’nın yolu, Sultan Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından dikkate alınan işte böyle bir zorunluluk nedeniyle açıldı. Zira bölgedeki gelişmeler dirayetli bir komutana duyulan ihtiyacı göstermekteydi. b) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevlendirilmesi Ali Fuat Paşa henüz İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa’yı Kuzguncuk’taki evlerinde akrabası148 Mehmet Ali Bey ile tanıştırdı. Mehmet Ali Bey, Tevfik Paşa Kabinesi’nin istifası üzerine kurulan Damat Ferit Paşa Kabinesi’nde ilk olarak Posta ve Telgraf Nazırlığı görevinde bulundu,149 7 Nisan’da da Dahiliye Nazırlığı’na getirildi.150 Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını sık sık bir araya getiren Şişli 146 Bayur, Atatürk, s.291; Akşin, İstanbul…, c.I, s.241-244,279-280; Askerler geldikten sonra Pontus çetelerinin tecavüz ve faaliyetleri artış göstermiştir. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.103. 147 Goloğlu, Erzurum…, s.36. 148 Ali Fuat Paşa’nın ağabeyi, Mehmet Ali Bey’in kızı ile evliydi. 149 Alemdar, İkdam, Sabah, Tasvir-i Efkar, Vakit, 5 Mart 1919. 150 Alemdar, Vakit, 8 Nisan 1919; Cebesoy, Milli…, s.79. 65 toplantılarının birinde Mehmet Ali Bey’den bazı konularda faydalanılabileceğini söyleyen Ali Fuat Paşa, Anadolu’daki karışıklıkları önleyerek asayişi sağlama gayesi ile Mustafa Kemal Paşa’yı kendisiyle olan akrabalık bağının da yardımıyla bir göreve tayin ettirme çabasına girdi. Ne var ki bunun gerçekleşmesi için Mustafa Kemal Paşa’nın Hürriyet ve İtilafçılar arasındaki olumsuz imajını silmek lazımdı. Bir kaç gün içinde Mehmet Ali Bey, Anafartalar başarısından itibaren büyük saygı beslediği Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa’nın evinde bir yemek bahanesiyle tanıştırıldı.151 Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın önde gelen isimlerinden biri olan Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyaret ederek samimiyetini ilerletti.152 Bir defasında Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın damadı olan Bahriye Nazırı Avni Paşa’yla birlikte ziyaret etti, başka bir gün de kendisiyle yemekte bir araya geldi. Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçı olmadığı konusunda ikna edilen Mehmet Ali Bey,153 Hürriyet ve İtilafçılar arasındaki nüfuzunu kullanarak Mustafa Kemal Paşa’ya her konuda yardımcı olmak düşüncesindeydi. Bu durum kendisi için de önemliydi, zira işgal güçlerinin biraz önce bahsettiğimiz notası Mehmet Ali Bey Dahiliye Nazırlığı’nı üstlendikten hemen sonra verilmişti. İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanlığının, Samsun ve çevresinde bozulan asayiş nedeniyle Rum köylerinin saldırılara uğradığını ileri sürmesi ve hükümetin asayişi temin etmemesi halinde kendilerinin müdahale etmek zorunda kalacağını Sadarete bildirmesi Mehmet Ali Paşa’nın da içinde bulunduğu hükümeti harekete geçirmişti. Askeri 151 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401. Atay, Atatürk’ün…, s.120; Cebesoy, Milli…, s.79. 153 Akşin, İstanbul…, c.I, s.287; Bayur, Atatürk, s.284-285; İttihat ve Terakki ile Enver Paşa’dan nefret eden Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı İttihatçı olarak tanıyordu. Ali Fuat Paşa kendisini ikna etmek için Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçı olmadığını, savaştan önce ve savaş sırasında Enver Paşa ile olan çekişmelerinin bunun bir delili olduğunu söylemişti. Bkz. Aydemir, Tek…, c.II, s.363. 152 66 başarılarını takdir ettiği Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun ve çevresindeki asayişsizliği ortadan kaldırabilecek potansiyeli taşıdığını düşünen Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey, böylece içinde bulunduğu kabinenin durumunu güçlendireceği hesabını yapmaktaydı.154 Sorunu çözmek için geniş yetkilerle donatılmış dirayetli bir komutanın bölgeye gönderilmesi gerektiğini düşünen ve müfettişlik vazifesine getirilecek en uygun kişinin Mustafa Kemal Paşa olduğu konusunda Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı ikna eden Mehmet Ali Bey idi.155 Bununla beraber Samsun ve dolaylarındaki asayişin sağlanması işini, aldığı emir üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya 29 Nisan’da Harbiye Nazırı Şakir Paşa teklif etti, Padişah Vahdettin de ertesi gün kararnameyi onayladı. Damat Ferit Paşa da 1 Mayıs Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa ile Nişantaşı’ndaki Dışişleri Köşkü’nde bir araya geldi.156 Aynı gün İkdam gazetesinde Mustafa Kemal Paşa’nın Umum Şark Orduları Müfettişliği’ne atandığı haberi çıktı.157 Mustafa Kemal Paşa’nın atama kararnamesi Takvim-i Vakayi’nin 5 Mayıs 1919 tarihli sayısında yayımlandı.158 Böylece 9. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Mustafa Kemal Paşa, geniş bir alanı kapsayan müfettişlik bölgesine geniş yetkilere sahip bir şekilde gitmenin kapısını aralamış oldu.159 154 Sadrazam, Mustafa Kemal Paşa’nın Ordu Müfettişliği’ne tayin iradesini kendisi bizzat yazdırarak Padişah Vahdettin’e imzalattı. Bununla beraber Mustafa Kemal Samsun’a giderken kendisini uğurlamaya gelenler arasında kabineden yalnızca Mehmet Ali Bey olacaktı. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401-402. 155 Hükümete verilen nota üzerine telaşlanan Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı’nı çağırarak nasıl bir çözüm düşündüğünü sormuş, Mehmet Ali Paşa da sorunun İstanbul’dan çözülemeyeceğini, asayişin temini için geniş yetkilerle bölgeye gönderilecek kabiliyetli bir komutana ihtiyaç duyulduğunu ifade etmiş ve ‘Mevcut kumandanlar arasında bu vasıflara haiz olarak hatırıma gelen Mustafa Kemal Paşa’dır.’ demişti. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.II, s.401. 156 Sarıhan, Kurtuluş…, c.I, s.218-220. 157 İkdam, 1 Mayıs 1919. 158 Takvim-i Vakayi, 5 Mayıs 1919. 159 9. Ordu Müfettişliği Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgeleri ile Konya ve Diyarbakır dışında neredeyse tüm Anadolu’yu kapsayan bir görevdi. Bkz. Nutuk, s.9; Akşin, İstanbul…, c.I, s.282. Mustafa Kemal Paşa, bölgede asayişi temin etmek ve asayişsizliğin çıkma nedenlerini saptamak, bölgede dağınık halde bulunan silah ve cephaneyi toplayarak uygun yerlerde koruma altına almak, asker toplayan ve gayri resmi olarak ordu tarafından korunduğu ileri sürülen şuraların çalışmalarını engellemek ve bunları ortadan kaldırmakla görevlendirilmişti. Bu amaçla, 3. ve 15. Kolordular harekât 67 Mustafa Kemal Paşa, bu görevin kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak amacıyla icat edildiği düşüncesindedir. Kabine içerisinde bir grup, İstanbul’da bir takım menfi telkinler ve hazırlıklar içinde olduğunu ileri sürdükleri Mustafa Kemal Paşa için, “…Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli!” şeklinde düşünmekteydi. Mustafa Kemal Paşa bu durumu “Beni İstanbul’dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler makul bir sebep aramakla meşgul idiler.” sözleriyle anlatmakta, bu görevin onların aradığı bir fırsat olduğunu söylemektedir. Atay da Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine olabildiğince geniş yetkiler tanıyan bir talimatname hazırlattığı160 Genelkurmay İkinci Başkanı Kâzım (İnanç) Paşa’ya şunları söylediğini aktarmaktadır: “Her ne sebep veya maksatla, beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum.” 161 Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Paşa’nın yanından ayrılırken hissettiği duyguları da şu şekilde anlatmaktadır: “Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, tarif edemem. Nezaretten çıkarken heyecanımdan ve asayiş işleri için müfettişlik emrine verilmişti. Müfettişlik bölgesi Trabzon, Erzurum, Sivas ve Van vilayetleri ile Erzincan ve Canik (Samsun) livalarını içerdiğinden buraların vali ve mutasarrıfları da müfettişlik görevi kapsamında verilen emirleri yerine getirecekti. Ayrıca Diyarbakır, Bitlis, Mamuretülaziz (Harput), Ankara ve Kastamonu’yu da içine alan sınır vilayetler ve müstakil livalar ile buralardaki kolordu komutanlıkları da müfettişliğin yapacağı başvuruları dikkate alacaktı. Bununla beraber Müfettişlik, askeri konularda Harbiye Nezareti’ne müracaat edecek, bu konular dışında ise ‘makamat-ı âliye-i aidesiyle’ haberleşme yetkisine sahip olacak ve bunu Harbiye Nezareti’ne bildirecekti. Bkz. Atay, Atatürk’ün…, s.128; Bayur, Atatürk, s.294-295. 160 Atay, Atatürk’ün…, s.124-128; Mustafa Kemal Paşa’ya geniş salahiyetler tanıyan talimatname için İngilizlerin şüpheye düşmemesi muhtemelen Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın kendisine kefil olmasından kaynaklanmıştı. Vize alınırken de bazı sorunlar çıkmış, İngiliz subayı vizeyi vermek istemeyince konu Britanya Yüksek Komiseri’ne sorulmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın Padişah’ın mutlak güvenini kazanmış birisi olduğu ortaya çıkmış ve subaya vizenin verilmesi emredilmişti. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.111-112. Ali Fuat Paşa ise İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerinden ancak Samsun’a vardıktan sonra haberdar olduklarını, aksi takdirde Anadolu’ya geçmesine mani olacaklarını ifade etmektedir. Bkz. Cebesoy, Milli…, s. 83. 161 Atay, Atatürk’ün…, 125-126. Bu görevin kendisine bilerek ve anlayarak verilmediğini, kendisinin İstanbul’dan uzaklaştırılması için bir fırsat bilindiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, vazifesini yerine getirebilmesi için geniş yetkilere ihtiyacı olduğunu ileri sürdüğünü ve buna herhangi bir engel çıkarılmadığını söylemektedir. Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1997, s.7. 68 dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim.” 162 Geniş yetkiler içeren 9. Ordu Müfettişliği talimatnamesinin kabine tarafından bir kazaya kurban gitmemesi için de bir yol bulunmuştu. Bu noktada Cebesoy, Mehmet Ali Bey’in Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı en az vehimli halinde yakalayarak kararnameyi imzalattığını, kabine üyelerinin de Sadrazam’ın imzasını gördükten sonra herhangi bir itirazda bulunmadıklarını söylemektedir.163 c) İstanbul’daki Son Günler Mustafa Kemal Paşa, 14 Mayıs’ta ziyaret ettiği Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın, bölgede yapacakları ve müfettişliğin komuta edeceği bölgenin genişliği konusundaki tereddütlerini Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın da yardımıyla gidermeye çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın görevlendirildiği müfettişlik bölgesi noktasında bir takım tereddütleri olan Damat Ferit Paşa, yemekten sonra getirdiği bir haritayı açarak müfettişlik bölgesinin nereleri kapsadığını sormuş, Cevat Paşa da durumu önemsemez bir tavır içerisinde sağ eliyle belli belirsiz bir alanı işaret ettikten sonra ‘zaten nerede kuvvetimiz kaldı ki!’ diyerek konuyu kapatmasını bilmişti. Damat Ferit Paşa’nın konağındaki görüşme sona erdikten sonra dışarıya çıktıklarında Mustafa Kemal Paşa ile Cevat Paşa arasında şöyle bir konuşma geçmişti: “-Bir şey mi yapacaksın Kemal? -Evet Paşam bir şey yapacağım… -Allah muvaffak etsin… -Mutlaka muvaffak olacağız!..” 164 162 Atay, Atatürk’ün…, s.129. Cebesoy, Milli…, s.81-82. 164 Atay, Atatürk’ün…, s.133-135. 163 69 15 Mayıs’ta Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne giden Mustafa Kemal Paşa, oradaki görev değişimine şahit olmuştu. İzmir’in işgal edileceğine dair gelen raporlar üzerine silahla karşı konulması gerektiğini söyleyen Fevzi Paşa görevinden alınmış, yerine Cevat Paşa getirilmişti. Halef ve selefle bir görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa, Cevat Paşa’dan ilk iş olarak Ulukışla yakınlarında bulunan ve trenle nakledilmelerine izin verilmeyen 2. Kolordu’nun yürüyerek Ankara’ya hareket etmesi için emir verilmesini istemişti. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in işgal edildiğini veda ziyaretleri kapsamında gittiği Babıâli’de öğrenmişti. Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’dan Padişah Vahdettin ile de görüşmesini istemiş, o da bunun üzerine Padişah’a bir veda ziyaretinde bulunmuştu. Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin’in son sözlerinin “Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık… tarihe geçmiştir… Bunları unutun… Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden 165 mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin.” şeklinde olduğunu söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa’yı hayrete düşüren bu sözleri, Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Milli Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a gönderdiğine166 delil sayanlar olduğu gibi Mustafa Kemal Paşa’nın üstlendiği vazifeyi hakkıyla yerine getirecek olmasının, İngiliz desteğini alarak İzmir’i işgal eden Yunan kuvvetlerinin bir Pontus Rum devleti kurmak için bölgeye girmesine engel olacağına ve bu şekilde ülkesine büyük hizmetlerde bulunacağına yoranlar da vardır. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin tarafından Anadolu’ya vatanın kurtarılmasına öncülük etmek için gönderildiği iddiasında bulunanların cevaplaması gereken sorular vardır. İlk olarak madem Padişah’ın böyle bir niyeti vardı, aşağıda da görüleceği üzere ne diye 165 Atay, Atatürk’ün…, s.133-134, 137-139. Vahdettin, “Memleket sevgim bana, İstanbul düşman süngüleri altındayken Mustafa Kemal Paşa’yı Yunanlıların üstüne göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak kutsal bir mutluluğun zevkini tattırdı.” diyecektir. Bkz. Bardakçı, Şahbaba, s.220. 166 70 Mustafa Kemal Paşa’nın önce müfettişlik görevinden geri çağrılması ve ardından bu görevden alınması söz konusu oldu? Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından on gün kadar önce verilecek olan fetva ile neden Milli Hareket halife karşıtı bir isyan hareketi, takipçileri de ‘kafir’ olarak nitelendi? Üstelik İngiliz uçakları ile yurdun pek çok yerine dağıtılan ve iki taraf arasında gerçekleşecek olan iç savaşın en büyük nedeni olan bu fetva ile niçin Milli Hareket’e katılanların öldürülmelerinin farz olduğu, bununla beraber ‘bu isyan hareketi’ ile mücadele edecek olanların şehit veya gazi olacakları duyuruldu? Zaten Mustafa Kemal Paşa da bu sözlerden İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymanın tek dayanak olduğuna milleti ve memleketi inandırması ve bu güçlerin şikâyetçi oldukları sorunları çözmesi durumunda Vahdettin’in istediklerini yapmış olacağını anlamakta ve Padişah’ın, aldatıldığına dair bir uyanış bilinci içinde olabileceğine ihtimal vermemektedir.167 Bizce burada ortaya çıkan bir gerçek de şudur: Bu sözleri ile Padişah Vahdettin ülkenin kurtarılması noktasındaki çaresizliğini ortaya koymuştur ki, bu da işin en acı tarafıdır. Bu gerçek Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan 1920 tarihli Büyük Millet Meclisi konuşmasında da ortaya konulmaktadır. Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a doğru yola çıkmadan hemen önce huzura kabul edildiğinde, İzmir’in işgalinin üzüntüsünü yaşamakta olan Padişah’ın, Boğaz’daki İngiliz zırhlılarının saraya dönük olan toplarını işaret ederek, “Görüyorsun ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lazım geleceğini tasavvurda tereddüde duçar oluyorum. İnşallah millet mütenebbih ve müteyakkız olur, bu vaziyet-i elimden gerek beni ve gerekse kendini 168 tahlis eder.” dediğini aktarmaktadır. Padişah’ın dile getirdiği milletin ayağa kalması arzusunu gerçekleştirecek olan ve ‘Paşa devleti kurtarabilirsin’ sözlerinin altını 167 168 Atay, Atatürk’ün…, s.139-140. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.10, 24 Nisan 1920. 71 dolduracak olan da Mustafa Kemal Paşa olacaktır. Öte yandan Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın bu tayin ile bizzat ilgilenmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın ne kadar önemli bir göreve getirildiğini açıkça ortaya koyduğu gibi,169 milletin kendisini kurtarması bağlamında farkında olmadan da olsa kendilerinin de bir yardımda bulunduklarını göstermektedir. İstanbul’daki son günlerinden birinde habersiz bir şekilde İsmet Bey’in evine de uğradığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, kendisine ‘ben yerleşinceye kadar, sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin.’ diyecek ve İstanbul’da kaldığı sürece kendisiyle mümkün olduğu kadar az alakalı görünmesini rica edecekti.170 Mustafa Kemal Paşa’nın bu ziyareti ve İsmet Bey’e olan güveni İsmet Bey’in Milli Mücadele’ye sonradan katıldığı şeklindeki yaklaşımlara bir cevap niteliğinde olacaktı. Samsun’a hareket ettiği 16 Mayıs günü Vahdettin’i son kez görecek olan Mustafa Kemal Paşa,171 Cuma selamlığından sonra sadrazam ve başyaverin de olduğu bir odada kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getireceğine dair yemin edecekti.172 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın emri altında iki kolordu bulunacak, biri merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanlığı, ki komutanlığını Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a giden Refet Bey yapacaktı, diğeri de Kâzım Karabekir Paşa’nın komutasında merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanlığı olacaktı.173 Boğazdan Karadeniz’e çıkış ancak vizeyle mümkün olduğundan İngilizlerden 23 subay, 25 er ve erbaş için vize alınmıştı. Vize alınan isimlere Refet Bey de dahil edilmiş, muhtemel bir kontrol sırasında bir sorun yaşanmasın diye eyerli atlar için 169 Akşin, İstanbul…, c.I, s.284-285. Atay, Atatürk’ün…, s.131. 171 İstiklâl, Vakit, 17 Mayıs 1919. 172 Bardakçı, Şahbaba, s.135. 173 Nutuk, s.6. 170 72 dahi vize alınmıştı.174 Mustafa Kemal Paşa, bir karargâhı dahi bulunmayan ve bir ay sonra adı 3. Ordu Müfettişliği olarak değiştirilecek olan 9. Ordu Müfettişliği vazifesine 30 Nisan tarihinde çıkan Padişah iradesiyle atanmış, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın imzası ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın mührünü175 taşıyan bu irade yukarıda da bahsedildiği üzere 5 Mayıs’ta Takvim-i Vakayi’de yayımlanmış, 6 Mayıs’ta talimatnameyi alan Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs günü yola çıkmak üzere tüm hazırlıklarını tamamlamıştı. Mustafa Kemal Paşa yola çıkmak üzere evden ayrılacağı sırada Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın hareketine mani olunacağı veya vapurun Karadeniz’de batırılacağı yönünde bir bilgi edindiğini söylemiş, bu bilgi vaktiyle yanında çalışmış bir kurmay tarafından da desteklenmişti. Fakat Bandırma yolcuları Kız Kulesi açıklarında yapılan bir kontrol dışında herhangi bir engelle karşılaşmadan kıyıları takip ederek Sinop’a, oradan da Samsun’a salimen ulaşmıştı.176 174 Bardakçı, Şahbaba, s.130. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırı’nın talimatı okuduktan sonra tereddüt ettiğini ve belli belirsiz bir şekilde mührünü bastığını söylemektedir. Bkz. Nutuk, s.7. 176 Atay, Atatürk’ün…, s.140-142. 175 73 İKİNCİ BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE VE YOL ARKADAŞLIĞI SÜRECİ 2.1. SAMSUN’DAN AMASYA’YA a) Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki Çalışmaları 9. Ordu Müfettişliği vazifesiyle 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ulaşan ve 8 Temmuz’a kadar yaklaşık elli gün kadar bu görevini sürdürecek olan Mustafa Kemal Paşa o sırada ne amaçladığını “… hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek kararı daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar…” sözleriyle açıklamaktadır.177 Bu çerçevede Samsun’a çıktığı ilk günden itibaren Mustafa Kemal Paşa bölgede asayişin teminiyle ilgili görevleri yanında, ülkede filizlenmiş direniş grupları arasında irtibatı temin etme, onları işgallere verilecek tepkiler noktasında harekete geçirme, yeni direniş grupları oluşturma ve işgallere karşı silahlı bir savunma hareketi örgütleme çabası içine girmiştir. Samsun’a ulaştıktan sonra Mıntıka Palas oteline yerleşen Mustafa Kemal Paşa, ilk günlerde İstanbul Hükümeti ile uyumlu bir çalışma içerisinde Babıâli’ye asayişin temini noktasındaki tespitleriyle Samsun’da karşılaştığı durumları rapor etmekteydi.178 Samsun’a çıktıktan sonra ilk olarak ordu birlikleri ile temas kuran Mustafa Kemal Paşa, henüz acısı tazeliğini koruyan İzmir’in işgaline tepki gösterilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Bu amaçla ülkedeki Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetlerini her tarafta mitingler düzenleyerek hükümet ve yabancı temsilciliklere telgraf göndermeleri yönünde teşvik etti. Mustafa Kemal Paşa’nın 177 Nutuk, s.9. Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2006, s.24-25. Bu telgraflarından birinde Mustafa Kemal Paşa bir Pontus devleti kurma amacındaki Rumların otuz kadar çetesine karşılık bölgede on kadar Türk çetesinin var olduğunu söylemektedir. Bkz. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 4, vesika 64, E.U. Basımevi, Ankara, 1953. 178 74 Samsun’da iken yaptığı işlerden biri de yol arkadaşlarından 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’i Samsun Mutasarrıflığı’na tayin etmesiydi.179 Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın doğrudan emir verme yetkisine sahip olduğu Kâzım Karabekir Paşa’nın başında bulunduğu 15. Kolordu ile Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki 2. Kolordu yanında İstanbul’dan gelirken yanında getirdiği ve başına atadığı Refet Bey’in emrindeki 3. Kolordu da Milli Mücadele’nin başında hazır hale getirildi. b) Yol Arkadaşlarıyla Temas ve Havza Günleri Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki ilk çabasının ordu birlikleri ile temasa geçmek olduğunu yukarıda belirtmiştik. Ordunun ve halkın Anadolu’yu paylaşmak isteyen itilaf güçleri ile onların destekçilerine karşı verilecek mücadele için hazırlanması çok önemliydi. Bu amaçla 21 Mayıs’ta Erzurum’da bulunan yol arkadaşı 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya bir tel çeken Mustafa Kemal Paşa, memleketin içine düştüğü durum nedeniyle duyduğu üzüntüyü dile getirmiş, millete ve memlekete karşı son vicdan görevini beraber yapacakları düşüncesiyle müfettişlik görevini kabul ettiğini, bir an önce kendisiyle buluşma arzusunda olduğunu, ancak asayişsizlik nedeni ile bazı endişeleri olduğundan birkaç gün kadar zorunlu olarak Samsun’da kalacağını ifade etmişti.180 Aydemir, bu ifadeler içerisinde geçen “…millet ve memlekete medyun olduğumuz en son vazife-i vicdaniyeyi yakından, müşterek mesai ile en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettiğimi…” sözlerini Şişli toplantılarının bir devamı gibi görmekte, orada kesin bir karar ve planlara 179 Nutuk, s.12. Mustafa Kemal Paşa, Samsun Mutasarrıfı’nı görevden alarak yerine birlikte daha etkin çalışabileceği birini getirmek istemiş, Refet Bey’in tavsiyesi ile Hamit Bey’de karar kılmıştı. İstanbul’a yazdığı bu tayin işi tamamlanıncaya kadar da Refet Bey’den bu görevi vekâleten yürütmesini istemişti. Bkz. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, TTK yay., Ankara, 2009, c.I, s.57; Özdemir, Refet…, s.24-25. 180 Nutuk, s.11; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.33; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.50. 75 varılmadığını, asıl amacın Anadolu’ya gitmek olduğunu ve işte şimdi bu amaca ulaşıldığını söylemektedir.181 İstanbul’da iken kendisini 15. Kolordu Komutanlığı’na tayin ettirmeyi başaran Kâzım Karabekir Paşa 3 Haziran’da Erzurum’a ulaşmış ve İzmir’in işgalini protesto etmek amacıyla 18 Haziran’da bir miting yapılmasına katkı sağlamıştı. Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafını aldıktan sonraki düşüncelerini “Mustafa Kemal Paşa’nın gelmesinden çok sevindim. Buna bir aydır muntazırdım. Her gün büyük bir felaketin zuhuru daima memuldü. (beklenebilirdi) Hâlbuki bu felakete karşı milli, askeri göğüs gerebilecek kumandanlarımız hep İstanbul’daydı… Gelenler içinde ümit ettiğim birçok arkadaşlar yoktu. Hâlbuki vaziyet bizi bir Anadolu hükümeti kurmaya sevk ediyordu. Cihet-i askeriye ve mülkiyeyi kimler idare edecekti? Ben şarkı sonuna kadar tutabilirdim. Şu halde zafer-i katiye kadar yerime bağlı idim. Mustafa Kemal Paşa’yı başa geçirmek ve bunu bütün kuvvetimle tutmayı daha İstanbul’da iken düşünmüştüm… Erzurum Kongresi’nde bir istinatgâh bir üssü’l-hareke (hareket üssü) tesisinden sonra, teşkilatça, kuvvetçe, maddi manevi, mehib (heybetli) bir çığ gibi Garba yuvarlanmak kolaydı ve Şark zaferine istinaden İzmir’i de kurtarmak mümkün bir emel olurdu.” 182 şeklinde ifade etmektedir. Mustafa Kemal Paşa da Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 11 Haziran tarihli telinde milletle beraber çalışmaktan ibaret olan vatan vazifesine devam etmesi kararının, kendisi gibi yol arkadaşlarının desteğine bağlı olduğunu söylemiş ve milletin desteği yanında aynı düşünceyi paylaştığı arkadaşlarının da yardımıyla amaçlarına ulaşacaklarını ifade etmişti.183 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile 23 Mayıs’ta bağlantı kuran ve Samsun’a çıktığını haber veren Mustafa Kemal Paşa, kendisinden yakın teması devam ettirmekle beraber İzmir ve civarındaki yeni gelişmeler hakkında malumat vermesini 181 Aydemir, Tek..., c.II, s.32. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.27-33. 183 Atatürk’ün Tamim…, s.31. 182 76 istemişti.184 31 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in işgalini protesto için yaptığı tebligattan henüz üç gün sonra Sivas’ta yapılan miting dolayısıyla Ermenilerin tehdit altında olup olmadığına dair soruşturma yapması yönünde bir emir almıştı. Sivas’taki Patrikhane İngiliz Yüksek Komiserliği’ni, Komiserlik de Harbiye Nezareti’ni harekete geçirmiş, ancak yapılan soruşturma sonucunda azınlıklar için bir tehlike bulunmadığı anlaşılmıştı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, düzenlenen mitingler konusunda ne gibi tedbirler aldığını soran Harbiye Nazırı’na İzmir ve çevresinde yaşananlara karşı gösterilen milli heyecanı önlemek için ne kendisinde ne de bir başkasında bir güç görmediğini ifade etmişti. Öte yandan 8 Mayıs’ta valilere, müstakil mutasarrıflıklara, bazı kolordu komutanlarına ve Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişliği’ne gönderdiği tebliğde İzmir’in ardından Manisa ve Aydın’ın da işgali ile tehlikenin daha açık bir şekilde ortaya çıktığını belirten Mustafa Kemal Paşa, büyük ve heyecanlı mitingler yoluyla milli gösterilerde bulunulması, büyük devlet temsilcileriyle Bab-ıâli’ye etkili olabilecek telgraflar çekilmesi ve gösteriler sırasında sükûnetin muhafaza edilerek Hıristiyan halka karşı bir tavır içine girilmemesi gerektiğini ifade etmişti. Bu talimatla birlikte ülkede yapılmakta olan mitinglerin sayısında artış yaşanmıştı.185 Mustafa Kemal Paşa, 29 Mayıs’ta yol arkadaşları Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ile Refet Bey’e çektiği gizli bir telde memleketin durumunu ortaya koymuştu. Milletin esaretten kurtulmasının ancak azimli ve namuslu kimselerin kısa ve doğru yolla Müdafaa-i Hukuk ve bağımsızlığa sevk edilmesiyle mümkün olacağını ve güvenilir mülki memurlarla el ele verilerek harice karşı bir örgütlenmeye gidilmesi gerektiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa bu görevin 184 185 Nutuk, s.12; Cebesoy, Milli…, s.85. Nutuk, s.15-18. 77 ihtisasları nedeniyle kendisi gibi vatansever askerlere düştüğünün altını çizmişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Doğu Anadolu’nun işgali için harekete geçilmesi halinde işgalcilerin kıyılarda yerleşmelerinin geciktirilmesi, iç bölgelere girilmesi durumunda ise halk asker topyekûn silahlı savunma yapılması gerektiğini de ifade etmişti.186 1 Haziran 1919 tarihinde Osmanlı temsilcilerinin Paris Barış Konferansı’na davet edildiğini öğrenen Mustafa Kemal Paşa, 3 Haziran’da beş komutan, altı vali, vali vekili ve mutasarrıfa, kişiye özel bir tel çekerek konferansa davet edilmelerinin nedeni olarak son günlerde yapılan miting ve tel gibi eylemlerin sonuç vermesini göstermiş ve eylemlere devam edilmesi halinde itilaf devletlerinin millete saygılı olarak haklarını vereceğini bildirmişti.187 Sağlık durumunun bozulmuş olması nedeniyle kaplıcalarından faydalandığı Havza’da yaklaşık on beş gün kalan Mustafa Kemal Paşa karargâhıyla Havza’dan ayrılarak Amasya’ya hareket etmişti. c) Mustafa Kemal Paşa’nın Görevden Alınma Süreci İşgal kuvvetleri Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a varmasından itibaren bu konudaki tedirginliklerini ifade etmeye başladı. Henüz 19 Mayıs günü Karadeniz Orduları Başkomutanı Milne, Harbiye Nezareti’ne Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a neden gönderildiğini sordu.188 Hükümet de 24 Mayıs tarihinde emirlerin uygulanıp uygulanmadığının tespit edilmesi, görev bölgesindeki silahların toplanması ve asayişin temin edilmesi amacıyla Mustafa Kemal Paşa’nın 186 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.36-37; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.51-52; Atatürk’ün Tamim…, s.25-27. 187 Nutuk, s.19. 188 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 15, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara, 1952; Jaeschke, Kurtuluş…, 269. 78 görevlendirildiği cevabını verdi.189 Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a vardığı ilk günden itibaren yaptığı faaliyetlerden rahatsız olan itilaf güçleri bu durumdan duydukları endişeyi hükümet yetkililerinden Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılmasını istemek suretiyle gidermek istedi. Zira itilafçılar Mustafa Kemal Paşa’nın girişimleri sonucunda kendilerine gönderilen çok sayıda protesto telinden rahatsızdı. Nitekim 6 Haziran’da itilaf güçlerinin Karadeniz Ordusu Başkomutanı General Milne, 8 Haziran’da da İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetiyle birlikte İstanbul’a çağrılmasını Harbiye Nezareti’nden talep etti.190 Bu talepleri 17 Haziran ve 2 Temmuz’daki aynı yönde talepler takip etti. 30 Haziran’da Milne, Calthorpe’a yazdığı mektupta Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların Sivas ve Konya bölgelerinde müttefikler aleyhinde silahlı çeteler kurmak üzere hazırlık yapan, başında İttihatçıların bulunduğu bir akımın en önemli teşvikçileri olduğundan bahsetmekte ve dönmesi için verilen emre uymayan Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması için yeniden hükümete başvurulmasını istemekteydi.191 Harbiye Nezareti ilk günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması konusunda pek istekli davranmayarak itilaf güçlerinin baskısını savuşturmaya çalışmıştı. Calthorpe’un isteği ve vükelanın yazılı olmayan kararına uyarak 8 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağıran192 Şevket Turgut Paşa, bu durumdan pek hoşnut olmamış ve Mustafa Kemal Paşa’yı Ermenilerin sınırı geçmelerini önlemekle görevlendirmişti.193 189 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 16, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara, 1952. 190 Jaeschke, Kurtuluş…, s.124-125. Milne’in talebinin belgesi için bkz. “Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İngilizleri Ürkütmüştü!”, Yakın Tarihimiz, c.I, s.354. 191 Jaeschke, Kurtuluş…, s.133-134. 192 Akşin, İstanbul…, c.I, s. 344. Şevket Turgut Paşa’nın "Maiyeti âlinizdeki istimbotlardan biri ile burayı teşrifiniz rica olunur.” şeklindeki emrinde bir yasak savma havası da sezilmektedir. Bkz. Atatürk’ün Tamim…, s.31. 193 Akşin, İstanbul…, c.I, s.343-345; Jaeschke, Kurtuluş…, s.128. 79 Mustafa Kemal Paşa, kendisini işlevsiz hale getirecek bu geri çağırma girişimlerine tepki gösterecekti. İlk olarak Harbiye Nazırı’nın kendisini İstanbul’a neden çağırdığını soran Mustafa Kemal Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’dan kendisinin İstanbul’a çağrılmasını önemli bir paşanın Anadolu’da dolaşmasının kamuoyu üzerinde olumsuz bir etki bırakacağını düşünen İngilizlerin istediği cevabını alacaktı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, kendisini İstanbul’a getirmek için uğraşan İngilizler ve onlara uymayı meslek edinen ‘zayıf seciyeli’ İstanbul muhitinden şikâyet ettiği ve Fahri Yaveri Hazreti Şehriyari imzasıyla gönderdiği 11 Haziran tarihli bir telgrafla Padişah’a başvuracaktı. Telinde bu İstanbul muhiti ve yabancıların ‘devlet, millet ve Padişah’ına bağlılık ve fedakârlıkla hizmet kabiliyetinde olanları’ ortadan kaldırmak niyetine dikkat çekecek ve İstanbul’a getirilmek zorunda bırakılırsa memuriyetinden istifa ile sine-i millete giderek istiklâl, saltanat ve hilafetin korunması için vatan hizmetine devam edeceğini ifade edecekti.194 Yolların çıkmaza sürüklendiği bu günlerde yol arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa’ya da durumu anlatacak olan Mustafa Kemal Paşa, bu noktada kendisi gibi düşünen arkadaşlarının yardımına muhtaç olduğunu söyleyecek ve istifa etmesi halinde yardım edip etmeyeceğini soracaktı. 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da, 16 Haziran tarihli cevabında Mustafa Kemal Paşa’nın düşüncelerine aynen katıldığını ve kendisinin yanında olduğunu ifade edecekti.195 Öte yandan Hariciye Nazırı Abdüllatif Safa Bey, Calthorpe’a ancak 10 Temmuz’da cevap verecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın bir irade ile görevinden alındığını, artık hiçbir resmi sıfatının kalmadığını, Cemal Paşa’nın ise bir haftadan beri İstanbul’da 194 Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2006, s.15-17. 195 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.50-51. 80 bulunduğunu ve İzmir’in işgalinden önce görülmeyen bu tahriklerin İttihat ve Terakki taraftarlarına atfedilmemesi gerektiğini söyleyecekti.196 O günlerde İzmir’de bulunan Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından gönderilen ve direnişi teşvik eden telgrafların Posta ve Telgraf Umum Müdürlüğü tarafından engellenmesi talimatı, Mustafa Kemal Paşa’nın sert karşılık vermesine neden oldu. Vilayetlere 20 Haziran’da bir genelge gönderen Mustafa Kemal Paşa, talimatın yapılacak mitinglerle protesto edilmesini ve telgrafhanenin derhal işgal edilerek kararın geri alındığı bildirilinceye kadar İstanbul ile ilişkilerin kesileceğini bildirdi.197 Bu gelişme üzerine 23 Haziran’da, hakkındaki şikâyetler nedeniyle İstanbul’a çağrıldığı halde gelmeyen ve halkı hükümete karşı tahrik etmeye kalkıştığı tespit edilen Mustafa Kemal Paşa bir vükela kararı198 ile görevinden azledildi ve yerine eski Bahriye Nazırı Hurşit Paşa getirildi. Bu toplantıda Mustafa Kemal Paşa’nın herhangi bir resmi sıfatının kalmadığının vilayetlere duyurulması da kararlaştırıldı. Ne var ki alınan karar ortadayken Harbiye Nezareti’nin Mustafa Kemal Paşa’nın azil işlemini yürürlüğe koymaması bir dizi nazır değişikliğini de beraberinde getirdi. Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın konferans nedeniyle Paris’te bulunduğu Haziran ayı sonlarında,199 Dahiliye Nazırı Ali Kemal ve kendisiyle ters düşen Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa istifa etmek suretiyle görevlerini bırakmak durumunda kaldı. 196 Jaeschke, Kurtuluş…, s.134-135. Atatürk’ün Tamim…, s.40-41; Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul, 1964, s.127-128. 198 Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Sadarete bir müzekkere yazarak Mustafa Kemal Paşa’nın azledilmesi için gerekli yetkiyi çıkarmıştı. Artık iş Harbiye Nezareti’nin gereğini yapmasına kalmıştı. Bununla beraber Ali Kemal, bu kararı 23 Haziran’da vilayetlere gönderdiği bir genelge ile duyurmuş, Mustafa Kemal Paşa’nın azledildiğini ve kendisiyle hiçbir resmi muameleye girilmemesi gerektiğini tebliğ etmişti. Bkz. Nutuk, s.24-25. 199 İzmir’in işgali üzerine milletin ortaya koyduğu tepki ve öfkeyi biraz olsun yatıştırmak amacıyla Sadrazam Damat Ferit Paşa, 1 Haziran’da Paris’teki konferansa davet edildi. Hükümet ve çevresindekiler bu daveti bir müjde olarak algıladı. 12 Haziran’da Paris’e ulaşan Damat Ferit Paşa konferansta iki bildiri sunmuşsa da 15 Temmuz’da büyük bir hayal kırıklığı içinde geri döndü. Bkz. Alemdar, 2 Haziran 1919; Alemdar, Vakit, Zaman, 16 Temmuz 1919. 197 81 Harbiye Nazırlığı’na Mustafa Kemal Paşa’nın azledilmesine taraftar olan eski Harbiye Nazırlarından Ferit Paşa getirildi. Mustafa Kemal Paşa, 23 Haziran’da yayımlanan bu genelge ile görevinden azledildiğini, ancak birkaç gün kadar sonra 27 Haziran’da Sivas’a girmeden hemen önce öğrendi.200 O günlerde İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in nüfuzunu küçümsemekte olduğu, Calthorpe’un 23 Haziran tarihli raporunun bir derkenarında yazılan “Mustafa Kemal’i hiç tanımam; Rauf Bey ise elbette Malta’da diğer İttihat ve Terakki liderleriyle beraber faaliyetten mahrum bulunmalıdır, fakat o hürriyetini, muhtemeldir ki, mütarekeyi imza etmiş olmasına borçludur; ama bu yiğit ve zarif subayın Türk denizciliğindeki durumu Enver 201 Paşa’nın ordudaki durumuna benzer.” şeklindeki sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Temmuz ayına gelindiğinde halen görevinin başında Milli Mücadele eksenli çalışmalarına devam etmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 2 Temmuz’da Padişah’tan bir telgraf almıştı. Padişah, bu telgrafında Mustafa Kemal Paşa’nın yurtsever duygulardan hareketle bir takım girişimlerde bulunduğunu söyledikten sonra itilaf devletlerinin hükümet üzerinde baskı kurmak suretiyle kendisini onurunu zedeleyecek bir duruma düşürebileceklerini, kendisinin İstanbul’a gelmesini bu nedenle doğru bulmadığını ifade etmiş, bununla beraber azledilmesini de uygun bulmadığı için Mustafa Kemal Paşa’ya, Harbiye Nezareti’nden iki ay hava değişimi almasını ve durum netleşene kadar istediği bir yerde dinlenmesini en uygun çözüm olarak sunmuştu. Aynı öneriyi yeni Harbiye Nazırı Ferit Paşa’nın da sunması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu teklifi kabul ettiğini bildirmiş, ancak 5 Temmuz akşamı gönderdiği başka bir tel ile sözünden dönen Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a dönmesi konusunda hem Padişah’a hem de siyasal temsilcilere karşı bir 200 Nutuk, s.25. Mustafa Kemal Paşa bu kararı tanımayacak ve ileride görüleceği üzere kendisini sadece Padişah’ın görevden alabileceğini söyleyecekti. 201 Jaeschke, Kurtuluş…, s.129. 82 sorumluluk üstlendiğini söyleyerek, mahcup olmayacağına olan inancını belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa bunun üzerine Harbiye Nezareti’ne üç telgraf çekmişti. Erzurum’dan gönderilen 6 Temmuz tarihli telinde topraklarının Ermenilere vaat edildiğini bilen Doğu vilayetleri halkının galeyana geldiğini ve onların arasından çıkarak İstanbul’a gelmesinin manen ve maddeten yasaklanmış olduğunu söylemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevinin son bulacağı 7/8 Temmuz gecesine gelindiğinde İstanbul ile olan telgraf haberleşmesi devam etmekteydi. O gece saraydan gelen bir telgraf, İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’nın çabalarını vatan savunması olarak görmediklerine, ancak kendisine karşı onur kırıcı bir muamelede de bulunmayacaklarına dairdi. Bu tele cevap beklemeden gönderilen ikinci bir telgraf, görevine son verilen Mustafa Kemal Paşa’nın derhal İstanbul’a gelmesini Padişah’ın irade ettiği yönündeydi. Mustafa Kemal Paşa bu tele verdiği cevapta hükümetin daha çok baskı altında kalmasına razı olmadığı için sadece müfettişlik görevinden değil, askerlikten de istifa ettiğini, bununla beraber hayatının sonuna kadar saltanat ve hilafet makamının ve asil milletinin sadık bir ferdi olarak kalacağını bildirdi. Böylece Mustafa Kemal Paşa hem kendisine geniş yetkiler sağlayan müfettişlik görevinden, hem de askerlikten istifa ederek Babıâli ile olan tüm resmi bağını koparmış oldu.202 8 Haziran’dan beri kendisini ısrarla İstanbul’a çağıran İstanbul Hükümeti ve sarayın tazyiklerinin de sonuna gelinmiş oldu. Akşin, telgrafına cevap dahi beklemeden sarayın Mustafa Kemal Paşa’yı görevden almasının nedeni olarak 6 Temmuz’da Samsun’a çıkarılan İngiliz askerlerine karşı 3. 202 Atatürk’ün Söylev…, s.22-29. Mustafa Kemal Paşa’nın azil yazısı 13 Temmuz’da Takvim-i Vakayi’de şu ifadelerle yayımlanacaktı: “3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın me’muriyetine hitam verilmiştir. İşbu irade-i seniyenin icrasına Harbiye Nazırı me’murdur. 9 Şevval 1337-8 Temmuz 1335” En üstte Mehmet Vahidüddin, en altta da Harbiye Nazırı Ferit Paşa ile Sadrazam Vekili Mustafa Sabri Efendi’nin imzaları bulunmaktadır. Bkz. Takvim-i Vakayi, 13 Temmuz 1919. Bazı İstanbul gazeteleri ise haberi okuyucularına 12 ve 14 Temmuz tarihli sayılarında duyurdular. Bkz. Vakit, 12 Temmuz 1919, Sabah, 14 Temmuz 1919. 83 Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’in tavrının tetiklediği gelişmeleri göstermektedir. İngilizlerin Samsun’daki piyade bölüğünü bir taburla değiştirmesi üzerine Refet Bey, İngiliz denetim subayına gönderdiği mektupta merkezi hükümetin onayı alınmadan gönderilen askerler nedeniyle artık bölgenin kamu düzeninden sorumlu olmadığını ve askerlerin hükümetin onayı alınmaksızın iç bölgelere gönderilmesi durumunda asayiş nedeniyle karşı koyacağını bildirmişti. Bu gelişme üzerine Calthorpe İstanbul’a, Refet Bey’le birlikte bu işte parmağı olduğunu düşündüğü Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması için bir nota vermişti. Harbiye Nazırı Ferit Paşa, Refet Bey’e gönderdiği telde İngilizlerin işgal niyetiyle değil, Mustafa Kemal Paşa’nın tutumu nedeniyle Samsun’a asker çıkardıklarını söyleyerek kendisinden buna engel olmamasını ve hatta Mustafa Kemal Paşa’yı dönmeye ikna etmesini istemişti. Refet Bey de cevaben vazifesini yaptığını, ‘kâinata meydan okumak’ gibi bir düşüncesinin bulunmadığını, Mustafa Kemal Paşa’nın yanlış hareketler yapmadığını ve İngilizlere direnme konusunda kendisinden herhangi bir emir almadığını ifade etmiş, bununla beraber kendilerinden İngiliz askerlerinin gelmemesi için çaba göstermelerini istemişti. Bu gelişmelerin ardından 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, İngilizlerin isteği üzerine görevinden azledilerek yerine Harbiye Dairesi Reisi Selahattin Bey atanmıştı. Bu olay Padişah ve İstanbul Hükümeti için, İngiliz askerleriyle çatışmayı yeniden başlatabilecek bir gelişme olarak görülmüş olacak ki, kendilerine bir an önce Mustafa Kemal Paşa’nın azledilmesi ve geniş yetkilerinin elinden alınmasını düşündürmüştü. Mustafa Kemal Paşa’nın azlini hızlandıran bir başka neden de Sivas’ta bir kongre yapılacağı yönündeki çalışmaların saray ve hükümet tarafından öğrenilmiş olmasıydı.203 203 Akşin, İstanbul…, c.I, s.358-360. 84 İstanbul’a ilk kez 8 Haziran’da çağrılan Mustafa Kemal Paşa, vazifesini uzun süre devam ettiremeyeceğini tahmin ettiğinden bir an önce milleti temsil edecek bir heyetin oluşturulması gerektiğini düşünmekteydi. Bir ordu müfettişi olarak vazifesine devam etmesinin zor olduğu bir zamanda yapılması gereken, girişimlerin bir an önce kişisel olmaktan çıkarılarak bütün milleti temsil edecek bir heyet adına yapılmasının sağlanmasıydı.204 Bununla beraber yetkilerini mümkün olduğu kadar elinde tutması ve bu süre içinde girilecek olan zorlu yolda kendisini ön plana çıkaracak adımları atması da gerekliydi. Henüz 10 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin liderliğine talip olduğunu gösteren bir tamim yayımladı. Bu tamime göre, bazı Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri sürekli çektikleri telgraflar ile kendisinden milletin hukuk ve istiklâlini korumak amacıyla girişimde bulunmasını istemekte, Mustafa Kemal Paşa da kendilerine bu mukaddes amaç uğrunda sonuna kadar çalışacağına mukaddesatı üzerine söz vermekteydi.205 d) Rauf Bey’in Anadolu’ya Geçmesi Rauf Bey’in anılarında 9. Ordu Müfettişi olarak geniş yetkilerle Samsun’a hareket etmeden önce Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey son bir karar daha aldıkları yazılıdır. Buna göre Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ulaştığında Rauf Bey de bazı arkadaşları ile birlikte Bandırma yolu ile İzmir tarafını inceleyerek Afyonkarahisar’a gidecek, yol üzerinde yer yer ortaya çıkmış olan milli uyanış erkânı ile temas kuracak, sonra da Mustafa Kemal Paşa ile buluşacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a vardığı 204 Nutuk, s.20-21. Akşin, İstanbul…, c.I, s.424-425. Bu tamimi Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Nutuk ve Nutuk Vesikalar’da göremiyoruz. Yalnız vesika 19’da Mustafa Kemal Paşa, Edirne’de bulunan 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e gönderdiği 18 Haziran tarihli telinde böyle bir tamimde bulunduğundan bahsetmekte ve bağımsızlık gayesine ulaşılacağı ana kadar milletle beraber çalışacağına mukaddesatı adına yemin ettiğini söylemektedir. Bkz. Nutuk Vesikalar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1991, vesika 19. 205 85 haberini alacağı güne kadar endişe içinde beklediğini ifade eden Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan Havza’ya doğru yola çıktığı 24 Mayıs günü dört arkadaşı ile birlikte İstanbul’dan ayrılacaktı. Balıkesir ve Uşak üzerinden Akhisar, Salihli ve Manisa’nın ardından uğradığı Ödemiş’te Demirci Mehmet Efe ile de görüşecek ve yol boyunca ‘Ümitsiz olmayın, Mustafa Kemal Paşa geliyor, iyi günler yakındır!’ sözleriyle Anadolu halkına ümit aşılamaya çalışacaktı. Rauf Bey bu noktada milletin her türlü fedakârlığa hazır duruşu karşısında Mustafa Kemal Paşa ile Milli Mücadele’nin sırtını millete dayayacağı kararını alırken ne kadar haklı olduklarını test ettiğini söylemektedir. 8 Haziran günü Ankara’ya ulaşacak olan Rauf Bey, en son üç ay kadar önce İstanbul’da görüştüğü yol arkadaşı Ali Fuat Paşa ile buluşacaktı.206 Mustafa Kemal Paşa ise Rauf Bey’in gelişiyle ilgili biraz daha farklı bir anlatım yapmaktadır. Samsun’a hareketinden önce Rauf Bey’e İstanbul’dan ayrılmak durumunda kalırsa yanına gelmesini söylediğini, Rauf Bey’in de İstanbul’dan ayrılma gereği duymasından sonra ilk olarak kendi yanına değil de 56. Tümen Komutanı olan arkadaşı Bekir Sami Bey’in yanına gittiğini, oradan da daha etkin olabileceğini düşündüğü İzmir cephesine yakın bir yer olan Manisa havalisine geçerek halkın maneviyatını yakından görme imkânı bulduğunu ve Afyonkarahisar üzerinden gittiği Ankara’da Ali Fuat Paşa ile buluştuğunu söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa’ya göre iki yol arkadaşının kendisine müracaatları da ondan sonra olmuştu.207 Ali Fuat Paşa da, Rauf Bey’in gelişi ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Mustafa Kemal Paşa’dan sonra bu eski ve kıymetli arkadaşımın da Anadolu’ya geçmiş olması beni bir kat daha 206 207 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.17-18; Cebesoy, Milli…, s.85; Kandemir, Hatıraları…, s.33-34. Nutuk, s.23. 86 sevindirmişti. Tertemiz ve şerefli bir maziye sahip bulunan, bütün hayatını memleket hizmetinde geçiren böyle bir şahsiyetin gelişi çok mühimdi.” 208 Ali Fuat Paşa, İstanbul’dan ayrıldıktan sonraki süre zarfında kolordusunu Konya Ereğlisi’nden Ankara’ya nakledebilmiş ve Ankara’da bulunan İngiliz temsilcilerine rağmen bölgede duruma hakim olabilmişti. Ankara’da bir araya gelen yol arkadaşlarından ikisi Milli Hareket’in liderliğini üstlenecek olan Mustafa Kemal Paşa ile hemen temas kurmuştu. 10 Haziran’da Havza’da iken Rauf Bey’in Ankara’ya geldiğini öğrenen Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat Paşa’ya: “Refikinizle ve zat-ı âlinizle birlikte görüşmekliğimiz fevkalâde mühim ve elzemdir. … seyahatinizi Havza’ya kadar temdit etmenizi ve mümkünse yarın yola çıkmanızı hassaten rica ederim. … Osmancık’ta lüzumu kat’i olmadıkça zat-ı âlinizin de hüviyetiniz hakkında kimseye malumat vermemenizi muvafık buluyorum.” 209 diye yazmış ve kendilerinden yolculuklarını gizli tutmalarını istemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın, yol arkadaşlarının gelişini beklemeden Havza’dan Amasya’ya gittiği 12 Haziran günü, Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa da Ankara’dan yola çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa, ertesi gün yola çıkmak suretiyle kendilerini Havza’ya çağırırken Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanı Refet ile Samsun Mutasarrıfı Hamit Beyleri de davet edeceğini söylemişti. Ali Fuat Paşa ile Rauf Bey, altı gün sonra Havza’ya ulaştıklarında Mustafa Kemal Paşa’nın aniden Havza’dan ayrılarak Amasya yönüne gittiğini öğrenmişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a daveti söz konusu olunca haberleşmelerle zaman kazanmaya çalışmış, bir yandan İstanbul’a dönüşünü olabildiğince geciktirmeye çalışırken, diğer yandan Merzifon’da bulunan İngiliz müfrezesinin Havza’ya baskın düzenlemek suretiyle kendisini işlevsiz hale 208 Cebesoy, Milli…, s.85. Atatürk’ün Tamim…, s.30. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya şu teli çekmişti: “Ankara’dan ayrıldığınızı ihsas etmeyecek tertibat ve tedabir (tedbirler) aldıktan sonra, tebdil-i nam ve kıyafet (isim ve kıyafet değiştirerek) ederek birkaç gün için serian bana mülaki olunuz. İstanbul’dan gelen arkadaşları da bana getiriniz.” Bkz. Nutuk, s.22. 209 87 getirilebileceği ihtimalini göz önüne almış ve daha güvenli bir yer olan Amasya’ya hareket etmişti. Havza’da bulunan Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa da ertesi gün kendilerine gönderilen bir otomobille yola çıkmış ve 19 Haziran’da Amasya’da bulunan Mustafa Kemal Paşa ile buluşmuştu.210 2.2. AMASYA’DAN ERZURUM’A a) Yol Arkadaşları Amasya’da Üç yol arkadaşı Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’dan ayrılmasından önceki gün Şişli’deki evde olduğu gibi yeniden bir araya gelecekti. Bu bir araya geliş, esasında üç yol arkadaşının hasret giderme ve sohbet etme imkânından çok daha öte bir anlam ifade edecek, bir ulusun geleceğinin şekilleneceği bir toplantı haline dönüşecekti. Mustafa Kemal Paşa, toplantıyla ilgili olarak Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’yı da bilgilendirecek, Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile Amasya’da buluştuklarını, memleketin durumu hakkında görüştüklerini ve sonucu ertesi gün bildireceklerini söyleyecekti.211 Bu üçlü toplantı mütarekeden itibaren işgale uğrayan memleketin kurtarılmasını hedefleyen, milletle beraber kesin bir şekilde mücadeleye atılma kararının alındığı tarihi önemi haiz bir toplantı idi. Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Suriye, Irak, Filistin, Lübnan, Hicaz ve Yemen gibi imparatorluk toprakları zaten fiilen kaybedilmiş durumdaydı. Mütarekeden sonra işgal edilmeye başlanan anayurt topraklarının ise mevcut padişah ve hükümet ile kurtarılabilmesi mümkün değildi. İşte bu noktada kesin bir şekilde millete mal edilecek bir mücadelenin başlatılması kararının alınması lazımdı. Bu karar kendisinden beklentiye girilemeyecek olan saray 210 Cebesoy, Milli…, s.87-90; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.18. Atatürk’ün…, s.39; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.54; Cebesoy, Milli…, s.90-91; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.19. 211 88 ve İstanbul Hükümeti’nden bağımsız olarak başlayan direnişlerin örgütlenmesine yönelik olmalıydı. Bu amaçla illerden davet edilecek temsilcilerle tercihen Sivas’ta milli bir kongre toplanması fikrine varıldı. Ortak imzalanacak olan bir kararname taslağı hazırlanarak Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa ve Amasya’ya toplantının sonlarına doğru gelen 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’in de fikirleri alındı. Kendisine bildirilen kararları imzalamaya hazır olduğunu bildiren Mersinli Cemal Paşa, İtalyanlardan alacağı silahları halka dağıtarak onları harekete hazır hale getireceği cevabını verdi. Kâzım Karabekir Paşa da kararlara destek verdi, ancak Sivas’tan önce Erzurum’da bir doğu illeri kongresi yapılmasını istedi. Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa’nın daha İstanbul’da iken kurtuluşun ancak fiili mukavemet ile olacağını, bu sebeple doğudaki kuvvetlerin başına geçtiğini ve Erzurum’a varır varmaz çalışmalara başlayacağını söylediğini ve o sıralarda da doğu illeri temsilcilerinden oluşan bir kongre hazırlığında olduğunu söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da yapılacak kongrenin tüm yurdu temsil etmese de Milli Hareket için bir başlangıç olacağı düşüncesi ve asıl kongrenin yine Sivas’ta yapılması şartı ile Kâzım Karabekir Paşa’nın teklifine olumlu yaklaşınca tarihe Amasya Tamimi olarak geçen kararlar alınmış oldu.212 b) Amasya Kararları’nın İmzalanması Amasya Kararları’nın hazırlanmasının ardından atılan imzalar konusunda yol arkadaşları arasında bazı anlatım farklılıkları göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, hazırlanan kararların imzalanmasını istediğinde Rauf ve Refet Beyler Mustafa 212 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.19, 48; Cebesoy, Milli…, s.91-92. 89 Kemal Paşa’nın yanında, Ali Fuat Paşa ise başka bir odadaydı. Misafir olduğu için kendisinde bir yetki ve alaka görmediğini nezaketen ifade eden Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın müsveddeyi tarihi bir hatıra olarak gördüğünü söylemesinin ardından imzasını atmıştı. Refet Bey ise bir kongre yapılmasındaki amacı ve yararı anlayamadığını söyleyerek çekingen bir tavır sergilemişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, başka bir odada bulunan Ali Fuat Paşa’yı çağırmış, Ali Fuat Paşa da müsveddeyi imzalamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya Refet Bey’in tereddüdünü anlayamadığını söyledikten sonra Ali Fuat Paşa ciddi bir izahatta bulunmuş, Refet Bey ancak bu izahattan sonra müsveddeye belli belirsiz bir işaret koymuştu.213 Rauf Bey’in anlatımı ise şu şekildedir: İmza aşamasına gelindiğinde kendisiyle birlikte Ali Fuat Paşa da imza atmış, sıra Refet Bey’e geldiğinde “Anladığıma göre, gerektiğinde kongreden sonra bir milli hükümet de kurulacaktır. Ne dersiniz, öyle değil mi?” diye bir soru yönelttikten sonra Refet Bey tereddüt etmeden kararnameyi imzalamıştı. Ali Fuat Paşa da Refet Bey’in imza atmasını aynı şekilde anlatmaktadır. Toplantıya davet edilen bir diğer kişi olan Samsun Mutasarrıfı Hamit Bey, Karadeniz kıyılarında sorun çıkaran Pontus Rumları ile meşgul olduğundan Amasya’ya gelememişti.214 Refet Bey’in Amasya Kararları’nın altına imza atmasından önce tereddüt içerisinde bazı sorular yöneltmesi, kendisinin kararların hazırlanması sırasında Amasya’da olmaması nedeniyle kararlardan haberdar olmamasıyla açıklanabilir. Ne var ki kendisine Sivas’a gelmesi yönünde bir kaç kez emir verilmiş olmasına rağmen Amasya’ya geç gelmesi, üstelik bir de tereddüt içerisinde sorular sorması ortada bir 213 214 Nutuk, s.23. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.49; Cebesoy, Milli…, s.95-96. 90 güven sorunu varmış şeklinde algılanmış ve Mustafa Kemal Paşa’yı oldukça kızdırmış olmalıdır. c) Amasya Askeri Örgütü Amasya’da beş karacı ve bir bahriyeliden oluşan askeri bir örgüt kurulduğunu söyleyen Akşin, bu örgüte Amasya Askeri Örgütü denilebileceğini ifade etmiştir.215 3. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ve 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey’den oluşan bu örgüt, kararların imzalanmasından kısa bir süre sonra Cemal Paşa’nın İstanbul’a gitmesi216 ile Milli Mücadele’nin başlangıcında beş kişi ile yoluna devam etmiştir. Amasya Kararları ile milletin makus talihini değiştirmeye azmetmiş bu beş kişi, tezin konusunu oluşturan ‘Yol Arkadaşları’ olarak kabul edilmiştir. Amasya’da bizzat bulunmamasına rağmen kararlara telgrafla destek veren Kâzım Karabekir Paşa’nın, vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının temini yolunda Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket etmesi, kendisini yol arkadaşlarından biri yapmıştır. Bilindiği gibi Milli Mücadele, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla başlamış, Amasya Kararları ile kendisine bir yol haritası çizmiştir. Yol arkadaşları olarak kabul ettiğimiz isimler yol haritasının çizildiği andan itibaren Milli Mücadele’nin lideri 215 Akşin, Türkiye’nin…, s.116-117. Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği tel ile halkı İtalyan işgaline karşı direnme hazırlıkları yaptığını söyleyen 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın Temmuz ayı başında İstanbul’a gitmesi dikkat çekicidir. Yukarıda bahsedildiği üzere İngiliz Karadeniz Orduları Başkomutanı General Milne, Harbiye Nezareti’ne verdiği 30 Haziran tarihli notada, karışıklıklardan Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların sorumlu olduğunu söylemiş ve kendilerinin derhal İstanbul’a çağrılmalarını istemişti. Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da kalarak mücadeleye devam edeceğini yayımladığı genelgelerle duyurmuş, Mersinli Cemal Paşa ise izin alarak İstanbul’a gitmeyi tercih etmişti. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığı günden itibaren temas halinde olduğu ve milli gayenin temini için olumlu cevaplar aldığı Cemal Paşa’nın bu gidişi için Nutuk’ta ‘Benim ile, bu tarzda münasebete girmiş bir kumandanın, kendi kendine, mezuniyet alıp İstanbul’a gitmesi kâr-ı akıl olamamak lazım gelirdi.’ ifadelerini kullanmaktadır. Bkz. Nutuk, s.33. 216 91 Mustafa Kemal Paşa ile birlikte hareket eden kimselerdir. Bu yol arkadaşlığının temelleri daha İstanbul’da iken atılmış, memleketin içinde bulunduğu felaketten kurtarılması için nelerin yapılacağı üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde planlar yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ve bir ay kadar sonra Amasya’da yeniden bir araya gelinmesiyle de konuşulanların tatbiki safhasına gelinmiştir. Yol Arkadaşları ibaresinde temel özne, giriş bölümünde de altını çizdiğimiz gibi Mustafa Kemal Paşa’dır. Yol ayrılığına giden süreçte öteki isimler bir tarafta, hem yol arkadaşlarının hem de Milli Mücadele’nin lideri olan Mustafa Kemal Paşa bir taraftadır. Amasya Kararları’nı alan komutanlar içerisinde ferik (korgeneral) olan Mersinli Cemal Paşa’dan sonra en kıdemli isim de o sırada mirliva rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Paşa’dır. Mersinli Cemal Paşa’nın İstanbul’a gitmesi ile hem Anadolu’da hem de yol arkadaşları içerisinde en yüksek rütbeli asker olarak kalan Mustafa Kemal Paşa, liderliği noktasında bu avantajını sonuna kadar kullanır. Öyle ki 1919 yılı Aralık ayında Harbiye Nazırı, İstanbul’da bulunan birçok ferik ve daha üst rütbeli subayın kolordulara tayini konusunda fikrini sorduğunda olumsuz görüşünü şu sözlerle bildirir: “Kolordu ve fırkaların asıl muhtaç olduğu küçük rütbeli erkân-ı harp ve saf zabitanı ile İstanbul’a yığılmış olan hekimlerdir. Anadolu’ya onları gönder.” 217 Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşalar da o sırada mirliva rütbesindedir, ancak Mustafa Kemal Paşa onlardan daha önce mirliva olmuştur. Refet Bey, o sırada henüz miralay (albay) rütbesindedir. Rauf Bey’e gelince eski Bahriye Nazırı Anadolu’ya geçmeden önce, henüz İstanbul’da iken askerlikten istifa etmiştir. Öte yandan Mustafa Kemal 217 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, c.I, Kastaş A.Ş. yay., İstanbul, 1987, s.259. 92 Paşa’nın yol arkadaşları olan Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet Beyler kendisini lider olarak kabul etmiş ve bu noktada bir sıkıntı çıkarmamıştır. Akşin, Amasya Askeri Örgütü bağlamında bir noktaya daha değinmekte, iktidar amacı güden askerlerden mürekkep yapısıyla bir cunta izlenimi veren örgütün gerçek bir cunta olup olmadığını tartışmakta ve bunun bir cunta olmadığı sonucuna varmaktadır. Zira bir cunta yapılanması Erzurum ve Sivas Kongreleri ile kendisine demokratik bir taban bulmaya çalışmaz, seçimlerin yapılması için gösterilen gayretler yoluyla demokratik bir destek arayışına girmezdi.218 Bununla beraber Amasya Askeri Örgütü mensupları bir hükümet değişikliği ile ülkede söz sahibi olmanın çok daha ötesinde bir amaca odaklanmakta, İstanbul Hükümeti ve sarayın çaresizlik içinde itilaf devletlerinin dalga boyuna girdiği bir zamanda işgale uğrayan bir ülkenin kurtarılması gayesini gütmekte, bunu yaparken de gücünü milletten alan bir yol takip etmekteydi. Mersinli Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği 16 Haziran tarihli telinde İtilaf devletlerine karşı fiili bir mücadeleden bahsetmiş, Mustafa Kemal Paşa da kendisine hazırlıkların daha iyi yapılabilmesi için biraz daha zaman kazanmanın yerinde olacağı cevabını vermişti.219 Kendiliğinden değil de, haricin tazyikiyle harekete geçmenin daha uygun olacağını belirten 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ise erken harekete geçmenin sakıncalarını şu sözleriyle dile getirmişti: “Ben Şark hareketini milli muvaffakiyetimizin esası addediyordum. Buna daha İstanbul’da iken karar vermiş ve bu kararımla Mustafa Kemal Paşa’yı dahi tenvir ve teşvik etmiştim. Fakat henüz milli teşkilatımız taazzuv etmemiş, milli bir kongrede milli mukavemet kararı verilmemiş iken ve hususiyle henüz Kafkasya’ya İngilizler hakim iken bir hareket yapmak sergüzeştçilikten başka bir şey olmaz.” Bu 218 219 Akşin, Türkiye’nin…, s.118. Atatürk’ün Tamim…, s.35-36. 93 sözleriyle Kâzım Karabekir Paşa, vaktinden erken harekete geçmenin milletten alınacak yetki yerine bir cunta havası estireceği endişesini dile getirmişti.220 Kâzım Karabekir Paşa, itirazları bağlamında Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı 23 Haziran tarihli bir telden de bahsetmekte, Amasya’da Bolşevikliğin ülke için mahzurlu olmayacağına karar verildiğini, ancak kendisinin 17 Haziran tarihli teli ile Mustafa Kemal Paşa’yı uyarmasından sonra bu karardan vazgeçildiğini söylemektedir. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, itilaf devletlerini Bolşevik olmakla tehdit ederek memleketten uzaklaştırma ve Bolşeviklerin güçlenmesi durumunda tarafsız bir vaziyet alınması fikrinin kabul edildiğini, gerekli yardımların alınması için de kendileriyle hemen temas kurulması konusunun karara bağlandığını ifade etmektedir.221 Kâzım Karabekir Paşa’nın ne denli doğru olduğunu kestiremediğimiz bu sözlerine karşılık Nutuk’ta açıklayıcı bir bilgi yoktur. Bununla beraber Milli Mücadele süresince Bolşeviklerin bir koz olarak kullanıldığı da bir gerçektir. Bizce Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın bu taktiksel yaklaşımını anlamayarak konuya farklı anlam yükleme yolunu tercih etmiş olmalıdır. d) Amasya Kararları’nın Değerlendirilmesi Mustafa Kemal Paşa’ya göre bir ‘hüsn-i tâli’ (iyi bir şans) ve tesadüf’ sonucunda gerçekleşen222 Amasya Toplantısı sonunda Milli Mücadele’nin neden ve nasıl yapılacağı ortaya konulmuştu. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu, itilaf devletlerinin etki ve kontrolünde bulunan merkezi hükümetin 220 Karabekir, İstiklâl Harbimiz…, s.53-54. A.g.e., s.61. 222 Nutuk, s.22. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in Ankara’ya gelerek Ali Fuat Paşa’ya mülaki olduğunu öğrendikten sonra kendilerinden Havza’ya gelmelerini istemiş ve yol arkadaşları ile Amasya’da bir araya gelmiştir. Amasya Tamimi’nin bu bakımdan planlı bir iş değil, bir tesadüf neticesinde gerçekleştiği söylenebilir. 221 94 sorumluluklarını yerine getiremediği ve bu durumun milleti yok saydığı dile getirilmiş, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağı kararlı bir tonda ifade edilmişti. Milletin haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak milli bir heyetin varlığına duyulan ihtiyaç ortaya konmuş, bunun için hiç vakit kaybetmeden Sivas’ta milli bir kongrenin toplanması gerektiği kararına varılmıştı. Bununla beraber bu girişimlerin her ihtimale karşı milli bir sır olarak saklanacağı belirtilmiş ve kongreye katılacak delegelerin hangi şartlarda seçilip Sivas’a geleceği tespit edilmişti. Amasya Kararları’nda Sivas’ta yapılacak kongreden önce 10 Temmuz’da doğu illeri adına Erzurum’da bir kongre toplanması da kararlaştırıldığından, bu kongre üyelerinin de uygun gördükleri bir zamanda Sivas’a hareket edecekleri belirtilmişti.223 Altı maddeden oluşan Amasya Kararları’nın son iki maddesinin tamimde yer almayarak gizli tutulduğunu söyleyen Akşin, bu kararlar ile İstanbul Hükümeti ile Mondros Mütarekesi ve itilaf güçlerine isyan edildiğini söylemektedir. Beşinci madde Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin telgraflarını engelleyen hükümet genelgesinin reddedildiğine, kararın geri alınacağı zamana kadar da mitingler yapılacağına dairdi. Son madde ise milli örgütlerin hiçbir şekilde kaldırılmayacağı, komutanın terk ve devrolunmayacağı, silah ve cephanenin kesinlikle teslim edilmeyeceği, herhangi bir yerin işgale uğraması durumunda bunun sadece oradaki askeri birliğin değil, bütün bir ordunun meselesi olacağı şeklindeydi. Böyle bir durumda komutanların birbirlerini haberdar ettikten sonra ortak bir savunmaya geçileceğinin de altı çizilmekteydi. Bu son maddenin hayata geçmesi, hem Mondros Mütarekesi şartlarını hem de İstanbul Hükümeti’ni dikkate almadan 223 Nutuk, s.21; Cebesoy, Milli…, s.93. 95 hareket etmek demekti ki, bunun da isyandan başka bir tanımı olamazdı. Zira merkezi hükümetin askeri örgüt ve komutanları değiştiremeyecek olması ve bir işgal durumunda İstanbul ile herhangi bir ilişki kurulmadan savunma yapılacağının belirtilmesi İstanbul’un tanınmadığı isyan niteliğinde kararlardı. Bununla beraber silahların verilmeyeceği, askeri örgütlerin kaldırılmayacağı ve işgale karşı savunma yapılacağı kararları da Mondros Mütarekesi’ne açıkça aykırı kararlardı.224 Bu anlamda Amasya Kararları hükümete ve itilaf güçlerine bir karşı çıkış ve isyan belgesiydi. Ve yine Amasya Kararları, Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşlarının mücadeleye atılma noktasında verdikleri kesin kararın bir yansımasıydı. Bu kararlar ile işgallere uğramış olan ülke parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya iken, özellikle İzmir’in işgalinden sonra ortaya çıkan bölgesel direniş hareketlerini bir çatı altında toplama iradesi ortaya konuldu. Bu kararlar aynı zamanda Milli Mücadele’nin meşruiyet kazanması yolunda atılan ilk adımlardı. Mustafa Kemal Paşa’ya göre Amasya Kararları, 18 Haziran’da Trakya’ya gönderdiği talimatta değindiği bir noktanın uygulamaya geçirilmesiydi. O nokta Anadolu ve Rumeli’deki milli teşkilatları tek merkezden idare edecek şekilde bir araya getirmek için Sivas’ta milli bir kongre toplamak idi. Bu nedenle Amasya’dan Anadolu’ya tamimen bildirilen esaslar, ‘21-22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada ittihaz edilmiş, mahfuz ve esrarengiz yeni bir karar’ değildi.225 Amasya Toplantısı’ndan on gün kadar sonra 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa on gün izin alarak İstanbul’a gitti. Oysa Amasya’da komutanın hiçbir şekilde terk edilmeyeceği kararı alınmış ve bu kararı kendisi de onaylamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Konya’da bulunan 12. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den Cemal Paşa’nın 224 225 Akşin, İstanbul…, c.I, s.426-428. Nutuk, s.21. 96 bazı kimselerle temas kurmak ve ailesini görmek amacıyla İstanbul’a gittiğini ve orada tutularak Okul Müfettişliği’ne getirildiğini öğrenmişti. Mustafa Kemal Paşa, akıl kârı olmadığını söylediği bu tavır üzerine bir genelge yayımlayarak Amasya Kararları’nın ilgili maddesini hatırlattı ve komutanın hiçbir şekilde terk edilmeyeceği maddesini, komutanın işbirliği yapılacak komutanlara devredilebileceği şeklinde değiştirdi.226 Cemal Paşa’dan sonra Amasya Kararları’na onay veren Selahattin Bey ile Canik (Samsun) Mutasarrıfı Hamit Bey de İstanbul’a gidecekti. Bu noktada Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın o sıralarda ‘mertliğinden ve fedakârlığından emindim.’ dediği 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın da gitmesi durumunda Batı’da dayanaksız kalacağı endişesine kapıldığını söylemektedir.227 Tabii böyle bir durum hiç gerçekleşmeyecek, yol arkadaşlarının Ankara’daki dayanağı Ali Fuat Paşa, aşağıda da görüleceği üzere İstanbul’a askeri anlamda ilk isyan eden komutan olarak Milli Hareket’e sonuna kadar destek verecekti. e) İstanbul Hükümeti’nin Bazı Girişimleri Amasya Kararları’nın alınmasından sonraki günlerde İstanbul Hükümeti, Milli Hareket’i engellemek için bazı girişimlerde bulunmuştu. Dahiliye Nazırı Ali Kemal, 26 Haziran’da ordu müfettişliklerinin kadro ikmallerinin engelleneceği yönünde ve halkı ordu aleyhine kışkırtan bir hava içerisinde yeni bir genelge daha yayımlamıştı. Bu genelgeye kendi kararı ile yayımladığı ve komutan ile idarecilere gönderdiği bir beyanname228 ile sert bir şekilde karşılık veren ve İstanbul’a askeri olarak ilk karşı 226 Nutuk, s.33-34. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.75. 228 Ali Fuat Paşa, bu genelgesinde Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in düşmanla işbirliği yapmak suretiyle milletin direnme gücünü kırmaya çalıştığını ifade etmişti. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.100-102. Kâzım 227 97 çıkışı gerçekleştiren kişi 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa olmuştu. Mustafa Kemal Paşa da yol arkadaşının karşı genelgesinden Erzurum yolunda haberdar olmuş ve bu tepkiden büyük memnuniyet duymuştu.229 Paris Konferansı için 6 Haziran’da İstanbul’dan büyük umutlarla ayrılan Damat Ferit Paşa, eski sadrazam Tevfik Paşa, Maliye Nazırı Tevfik Bey ve Şura-yı Devlet (Danıştay) Reisi Rıza Tevfik ile birlikte katıldığı230 konferanstan 15 Temmuz’da İstanbul’a bir hayal kırıklığı ile dönecek, 21 Temmuz’da hiçbir fırkaya mensup olmayan ancak saraya ve İngilizlere bağlı sayılabilecek kimselerden oluşan ve içerisine eski Sadrazam Ahmet İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi Milli Mücadele çizgisine açık denebilecek kimseleri de aldığı üçüncü kabinesini kuracaktı.231 Damat Ferit Paşa Paris’te iken Mustafa Kemal Paşa görevden alınacak, Sivas’ta toplanacağı öğrenilen kongreye ise Kanun-ı Esasi’ye aykırı olduğu gerekçesiyle Padişah tarafından yasak getirilecekti. 21 Temmuz’da göreve başlayacak olan kabine de kısa süre içinde seçimlerin yapılacağını duyuracaktı.232 Damat Ferit Paşa Hükümeti aşağıda da görüleceği üzere bir adım daha atacak ve vaktiyle Mustafa Kemal Paşa’nın da yararlandığı mülkiye örgütleri üzerindeki müfettişlik yetkilerini kaldıracak, ordu müfettişliklerini de komutanlıklara dönüştürecekti. f) Yol Arkadaşlarının Amasya’dan Ayrılmaları Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey, Amasya’da buluştukları günden itibaren, Rauf Bey’in Mebuslar Meclisi için İstanbul’a gideceği zamana kadar ayrılmayacaklardı. Karabekir Paşa da Dahiliye Nazırı’nın bu genelgesine 3 Temmuz’da benzer bir tepki vermişti. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.73. 229 Aydemir, Tek…, c.II, s.87. 230 Alemdar, Zaman, 7 Haziran 1919; Türkgeldi, Görüp…, s. 224-226. 231 Zaman, 22 Haziran 1919; Türkgeldi, Görüp…, s. 232-233. 232 Akşin, İstanbul…, c.I, s.437-438,443. 98 İki yol arkadaşı Amasya’dan sonra Refet Bey’le birlikte Tokat üzerinden Sivas’a geçecek, Ali Fuat Paşa ise Ankara’da bulunan kolordusunun başına dönecekti. Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa arasında Amasya’dan ayrılmalarından hemen önce bir konuşma geçecek ve Ali Fuat Paşa bu konuşmadan şu şekilde bahsedecekti: “Fuat Paşa, demişti. Beni ordu müfettişliği makamında uzun müddet bırakacaklarına ihtimal vermiyorum. Şu önümüzdeki birkaç gün içinde vaziyet anlaşılacaktır. Seni temin ederim ki, mücadelemize sıfat ve salahiyetten azade olarak da devam edeceğim. Arkadaşlarımın aynı yakınlığı ve vefayı göstereceğinden eminim. Paşanın ne demek istediğini anlamıştım. İstanbul’daki son mülakatımızda verdiğim cevabı tekrarladım: Vaziyet ne şekilde tecelli ederse etsin, ben ve kolordum daima emrinde kalacaktır. Biraz durdu. Bu adamlar seni de kolordunun başından hatta askerlikten ayırabilirler. Bu takdirde dahi seninle beraberim Paşam. Elimi heyecanla sıktı. 233 Biliyorum Fuat, biliyorum.” 22 Haziran’da Ali Fuat Paşa Ankara’ya dönmek üzere yola çıkarken Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Amasya’da kaldı. Bu sırada Sivas Valisi Reşit Paşa’ya Mustafa Kemal Paşa’nın azledildiğini içeren Dahiliye Nezareti şifresi ulaştı. Buna bir de Sivas’a gelen ve Elaziz Valisi olarak atanan Ali Galip’in Vali’den Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamasını istemesi eklenince Vali’nin iyice kafası karıştı. Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklayıp tutuklamama konusunda tereddütler geçiren Sivas Valisi böyle bir hamle yapmadı, hatta 26 Haziran’da Rauf ve Refet Beylerle birlikte Amasya’dan ayrılarak Sivas’a hareket eden Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamak durumunda kaldı. Görevinden azledildiği yönündeki Dahiliye Nezareti tebliğinden Sivas’a ulaşmadan hemen önce haberdar olan Mustafa Kemal Paşa ise, Sivas’ta iken önceki gün istifa eden Dahiliye Nazırı’nın bu genelgesine karşı bir açıklama yaparak, kendisini 233 Cebesoy, Milli…, s.96-97. 99 müfettişlik görevine Padişah’ın tayin ettiğini, ne Padişah’tan ne de sadaretten azline dair bir emir gelmediğini, bizzat Padişah’tan bir azil emri gelmedikçe görevinin başında kalacağını ve emirlerinin uygulanması gerektiğini söyledi.234 Öte yandan gittikleri her yerde bölgenin ileri gelenleri ve halkıyla temas kuran Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, Sivas’ta da halkın destek ve tezahüratlarıyla karşılandı. Bu karşılama Amasya’da alınan millete dayanma kararının ne kadar doğru olduğunun bir göstergesiydi. 2.3. MİLLİ MÜCADELE’DE ERZURUM GÜNLERİ a) Erzurum’daki İlk Günler Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, Vali Reşit Paşa ve şehrin ileri gelenleriyle görüştükten sonra Refet Bey’i Sivas’ta bırakarak Erzurum’a doğru yola çıktılar. Şehrin dışında bulunan Ilıca mevkiinde Kâzım Karabekir Paşa tarafından hazırlanan, şehrin askeri ve mülki erkânı ile öğrenciler ve halkın katıldığı sevinç gösterileriyle karşılandılar.235 Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yapılan görüşmeden sonra kendileriyle ilk kez bir araya gelen Kâzım Karabekir Paşa’nın, bu heyecanlı karşılamayı Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerde yaşadığı sıkıntıları göz önüne alarak hazırladığını söylemektedir. Bir hafta süren yolculuğun ardından Erzurum’a 3 Temmuz’da varan Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, 29 Ağustos’ta Sivas Kongresi için yola çıkacakları zamana kadar Kâzım Karabekir Paşa’nın duruma hakim olduğu bu şehirde kalacaklardı. Mustafa Kemal Paşa’nın karşılamadan duyduğu memnuniyet, Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanı Albay 234 235 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.12, 24 Nisan 1920. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.71; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.23. 100 Refet Bey’den gelen telgrafın öğrenilmesiyle yerini endişeye bırakacaktı.236 Refet Bey’in 1 Temmuz tarihli bu telgrafı, İstanbul Hükümeti’nin geri çağırdığı Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan telgrafların telgrafhanelerce kabul edilmemesini isteyen Posta ve Telgraf Müdürü Refik Halit’in tebliğiyle ilgiliydi. Refet Bey, bu tebliğden haberdar olmasının ardından Mustafa Kemal Paşa’ya sadece ordu müfettişliğinden değil, askerlikten de istifa ederek İstanbul’a gitmesine bir sebep bırakmama ve hatta Sivas’a da gitmeyip Erzurum’da kalmasının daha uygun olacağı tavsiyesinde bulunmaktaydı.237 Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a geldikten sonra haberdar olduğu bu telgrafı okumasından sonra Kâzım Karabekir Paşa, kendisine şunları söylediğini yazmaktadır: “Üzülecek hiçbir şey yoktur Paşam, durumu cümlemizce malum olan saray ve Babıâli’den başka türlü bir davranış beklenemezdi. Hiç üzülmeyiniz, arkanızdaki şu üniformayı çıkarıp askerlikten tamamıyla çekilseniz dahi, mukaddesatım üzerine söz vereyim ki, size amirim olduğunuz zamandan daha fazla saygı gösterip itaat ederim. İstanbul’da sizi buraya davet ederken söylediğim sözleri hatırlayınız. Sizi milli hareketimizin başı tanımak ve millete böyle tanıtıp, onun ve ordunun saygı ve sevgisini üstünüzden eksik etmemeğe çalışmak vazifemdir. Buraya ordu müfettişi olarak değil, milletin bir ferdi olarak gelmiş olsaydınız benim söyleyeceğim ve yapacağım şeyler yine bunlardan ibaret olurdu. Tekrar ediyorum, hiçbir tereddüde ve endişeye yer yoktur. Müfettişlikten de, hatta askerlikten de çekilmek kararınızı zerre kadar teessüre ve tereddüde düşmeden verebilirsiniz Paşam.” 238 4 Temmuz’da tahta çıkışının yıldönümü nedeniyle Padişah Vahdettin’e bir tebrik telgrafı gönderen Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Erzurum Vilayeti’ne gönderdiği yazıda da kesinlikle azledilmediğini ve kendisini ancak Padişah’ın görevden alabileceğini belirtti. Bununla beraber Dahiliye Eski Nazırı Ali Kemal ile Posta ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit’in, kendisinin telgraflarının kabul edilmemesi 236 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.49. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.70-71; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.62-63; Tevetoğlu, Atatürk’le…, s.22. 238 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.49; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.71-72. 237 101 yönündeki emirlerinin bir hükmü bulunmadığını da ekleyen Mustafa Kemal Paşa, o gün çektiği telgraflara engel olmaya çalışan Erzurum baş müdürü ile merkez müdürünün tutuklanarak Divan-ı Harbe verildiğini de ifade etmişti.239 Öte yandan Mazhar Müfit Kansu, 5-6 Temmuz’da Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ile Rauf Bey ve kendisiyle birlikte dokuz kişinin katıldığı gizli bir toplantı yapıldığını, bu toplantıda memleketin durumuyla birlikte kurtuluş çarelerinin ele alındığını ve bu toplantı sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinin bir kez daha teyit edildiğini söylemektedir.240 b) Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya Verdiği Destek Mustafa Kemal Paşa henüz Amasya’da iken Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 21 Haziran tarihli telgrafta Mustafa Kemal Paşa’nın yerine vekâleten tayin edileceğini söylemiş ve kendisinden boşalacak olan 15. Kolordu Komutanlığı için kimi tavsiye edebileceğini sormuştu. Kâzım Karabekir Paşa ise cevabında vekâlet görevi için Erzurum’dan ayrılmasının mümkün olmadığını, bununla beraber yerine önerecek uygun bir ismin de bulunmadığını ve sağlık engeli dışında bir engel yok ise Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alınmasının doğru olmayacağını dile getirmişti.241 Erzurum’da kaldıkları süre içerisinde Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in rahat çalışabilmeleri için her türlü yardımda bulunan Kâzım Karabekir Paşa, doğu illeri temsilcileri Erzurum’a gelmeye başladıklarında, yol arkadaşlarını Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne üye yaparak kendilerinin 239 Atatürk’ün Tamim…, s.52-53. Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.30-34. 241 Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin kolordu komutanlığında kalmasının önemli olduğunu şu cümleleri ile anlatmaktadır: “Ben kolordu kumandanı olarak Kemal Paşa’yı millete ve orduya sevdirir, muhabbet ve itaat kazandırırım. Çünkü ben misal olacaktım ve tesir yapacaktım. Şarkta ve dolayısıyla memleketteki nüfuzum buna müsaitti. Fakat bana benim kadar samimi ve kavi istinatgâh olacak yoktu. Kemal Paşa’nın Erzurum’a muvasalatından sonra birlikte bu işlere karar vermek en doğru olacaktır.” Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.58-59. 240 102 kongreye katılmalarını temin etmişti. Endişeye kapılan İstanbul Hükümeti, Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in faaliyetten men edilmelerini kendisinden kesin bir emirle istediğinde “Hukuki tetkikler neticesinde Kanun u Esasi’ye aykırı bir harekette bulunmadıkları anlaşıldığından men edilecek bir cihet görülmediği…” cevabını vermiş, İstanbul Hükümeti tarafından Erzurum’a gönderilen, bölgede nüfuzu da olan eski mutasarrıflardan Ziya Bey adında birisini de etkisiz hale getirmişti.242 Bunlardan başka Kâzım Karabekir Paşa, Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in, istifasından hemen önce valilere gönderdiği genelgesini 3 Temmuz’da öğrenmiş ve Ali Fuat Paşa’nın verdiği gibi sert bir karşılık vermişti.243 Erzurum, Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alınma ihtimalinin arttığı günleri yaşarken, bu durumun kamuoyu üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi azaltmak için Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya görevden alınmadan önce kendisinin istifa etmesinin daha uygun olacağını söylemiş, Mustafa Kemal Paşa da öylesi zor bir zamanda devlet makam ve rütbesinin halk üzerindeki etkisini düşünerek biraz tereddüt göstermişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, 7/8 Temmuz gecesi saray ile yapılan haberleşmenin gidişatına bakarak hem müfettişlik vazifesinden hem de askerlik mesleğinden istifa ettiğini bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın emrindeki 3. Ordu’da Kurmay Başkanlığı görevinde bulunan Albay Kâzım (Dirik) Bey, Mustafa Kemal Paşa istifa ettiğine göre, artık vazifesine devama lüzum kalmadığını söyleyerek Kâzım Karabekir Paşa’nın maiyetinde bir göreve getirilmesi için izin verilmesini istemiş ve Mustafa Kemal Paşa için üzücü bir teklifte bulunmuştu. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in bu sırada yaşadığı şaşkınlığı244 242 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.165-167. A.g.e., s.72. 244 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.50-51; Atay, Çankaya, s.214. Cebesoy da yaşananları, hadiseye şahit olan arkadaşlarından duyduğunu aktarmaktadır. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.125. 243 103 Kâzım Karabekir Paşa’nın gelişi ortadan kaldırmıştı. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul Hükümeti tarafından sürekli huzursuz edildiği, vazifesinin elinden alındığı buhranlı zamanlarında Kâzım Karabekir Paşa’dan dahi şüphe duyduğunu, kendisinin ‘vefasızlık etmeyeceğinden imanım kadar eminim’ dediği Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ederken üst rütbedeki bir amirini ziyaret eder tarzda, belli bir mesafede karşısında selam verip “Kumandamda bulunan zabitan ve efradın hürmet ve tazimlerini arza geldim, Siz bundan evvel olduğu gibi, bundan böyle de bizim kumandanımızsınız. Kolordu kumandanına mahsus araba ile maiyetinize bir süvari takımı getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam.” şeklindeki sözlerinin Mustafa Kemal Paşa’da bıraktığı etkiyi bir de Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’de Anafartalar zaferinden sonra ‘Hamdolsun İstanbul’u kurtardık’ derken gördüğünü söylemektedir. Rauf Bey’e göre, Amasya’da verilen Milli Mücadele’ye atılma kararı artık emniyet içerisinde uygulanma aşamasına girmişti.245 Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, verdiği sözlerle yetinmemiş olacak ki, hem Mustafa Kemal Paşa, hem de Rauf Bey için ayrı ayrı kaleme aldığı vesikalarla bu sözünü teyit etmişti.246 Rauf Bey bu noktada Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar için şunları söylemektedir: “Başından sonuna kadar, mücadelenin içinde bulunmuş bir insan olarak bütün samimiyetimle tarih huzurunda itiraf ederim ki: O olmasaydı, bu vatan ve bu millet, bu kurtuluşu böylesine tam ve şan ve şerefle, kolay kolay idrak edemezdi. Bu gerçeği itiraf ederken, Mustafa Kemal Paşa’nın, bütün sıfat ve yetkilerinden sıyrılıp bir millet ferdi haline geldiği zaman ‘Önderimiz ancak O olabilir’ diye O’nu Padişah’a, hükümete ve düşmanların tazyikine rağmen, kendi yetkileriyle teçhiz ve baş tacı edip emrine girmek suretiyle vatanseverlik, fedakârlık ve nefis feragatini göstermiş 245 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.51-52. Kâzım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması, Emre yay. İstanbul, 1992, s.237,243; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.82-83. 246 104 olan Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların kurtuluş davasındaki hisselerini de unutmak büyük bir nankörlük olur.”247 Aydemir, Karabekir’in ‘hepimiz emrinizdeyiz Paşam’ dediği anın hem Mustafa Kemal Paşa için hem de Milli Mücadele tarihinde kader tayin edici bir an olduğunu ifade etmektedir.248 Öyle ki Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da iken Kâzım Paşa ile birlikte hazırladığı geniş yetkileri artık elinde değildir. Bu destek sadece müfettişlikten değil, askerlik mesleğinden de istifa eden Mustafa Kemal Paşa’ya en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda verilmiştir ve Kâzım Karabekir Paşa’nın: “… Kemal Paşa, pek meyustu. Ben kendisine hürmet ve samimiyette kusur etmeyeceğimi, pek samimi ve ciddi bildirdim. Hazır ol vaziyetinde, selamla: ‘Bundan sonra dahi, ne emirleriniz varsa, ifayı bir şeref bilirim’ dedim.”249 sözleriyle anlattığı bu anlar, Milli Mücadele’nin kırılma noktalarından biri olmasının yanında, paşalar arasındaki yol arkadaşlığının da açık bir göstergesidir. Zira böyle bir destek, yol arkadaşlarının vatanın kurtarılması ve milletin bağımsızlığa kavuşturulması ortak paydasında kesin bir kararlılık içinde buluşmalarının bir sonucudur. Mustafa Kemal Paşa, resmi görevi ile birlikte askerlikten istifa ettiğini 9 Temmuz’da yayımladığı bir genelgeyle duyuracaktı. Bu genelgesinde vatan ve milleti parçalanma tehlikesinden kurtarmak için yapılan milli cihada resmi ve askeri sıfatının engel teşkil etmeye başladığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, bu kutsal gaye için sonuna kadar çalışmaya mukaddesatı adına söz verdiğini hatırlatarak çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa ettiğini ve bundan sonra kutsal gaye uğrunda milletin sinesinde bir ‘ferdi mücahit’ olarak çalışacağını ilan edecekti.250 Erzurum’da ilk olarak 247 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.52. Aydemir, Tek…, c.II, s.106. 249 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.78. 250 Atatürk’ün Tamim…, s.54; Bekir Sıtkı Baykal, Erzurum Kongresi ile İlgili Belgeler, TİTE yay., Ankara, 1969, s.15. 248 105 kumandanlık dairesinde, Erzurum Valisi Münir Bey’in İstanbul’a gitmesinden sonra da ondan boşalan evde Mustafa Kemal Paşa ile birlikte kalan251 bir diğer yol arkadaşı Rauf Bey de ertesi gün bir beyanname yayımlayarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının milli cihadına kendisinin de katıldığını, vatanın kurtulup milletin bağımsız olduğu, saltanat ve hilafetin dokunulmazlığının sağlandığı ana kadar Mustafa Kemal Paşa ile birlikte sonuna kadar çalışacağına mukaddesatı adına söz verdiğini söyleyecekti.252 Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in yayımladıkları bu beyannameler iki yol arkadaşı arasındaki düşünsel farklılığı net bir şekilde ortaya koymakta ve Milli Mücadele’nin başarılmasından sonra yaşanacak olan yol ayrımının nedenlerine dair işaretler vermektedir. Mustafa Kemal Paşa beyannamesinde “Mübarek vatan ve milleti parçalatmak tehlikesinden (kurtarmak) ve Yunan ve Ermeni âmâline kurban etmemek için açılan mücahede-i milliye uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa sıfat-ı resmiye ve askeriyem artık mani’ olmaya başladı. Bu gaye-i mukaddese için milletle beraber nihayete kadar çalışmağa mukaddesatım nâmına söz vermiş olduğum cihetle pek âşıkı bulunduğum silk-i cehl-i askeriyeye bugün veda’ ve istifa ettim. Bundan sonra gaye-i mukaddese-i milliyyemiz için her türlü fedakarlıkta çalışmak üzere sine-i milletde bir ferd-i mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu ta’mimen arz ve i’lan eylerim.” ifadelerini kullanırken vatan, millet, milli mücahede gibi kavramların altını çizmek suretiyle Milli Mücadele’nin neden ve nasıl yapılmakta olduğuna işaret etmektedir. Rauf Bey’e gelince “Vatan ve milletin halâs ve istiklâli ve makam-ı Saltanat ve Hilâfetin masuniyeti bilfiil te’min olununcaya kadar Mustafa Kemal Paşa ile beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatımız namına ahd ve misâk eylediğimizi arz ve i’lam ederim.” ifadeleri ile bir yandan aynı kavramların altını çizmekte öte yandan mücadelesinin saltanat ve hilafetin masuniyetinin sağlanmasını amaçladığını ifade etmektedir. 251 252 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.51. Baykal, Erzurum…, s.16. 106 Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek İstanbul ve Amasya’da verdiği sözü bir kez de yazı ile teyit eden Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa ettiği haberini aldığı sırada hissettiklerini şu şekilde anlatmaktadır: “Fevkalade heyecanlanmıştım. Bu heyecanım sebepsiz değildi. Mustafa Kemal’i mektep sıralarından beri tanırdım. Benim sınıf arkadaşımdı. Orduya katıldıktan sonra da temaslarımız eksilmemiş, ziyadeleşmişti. Acı ve tatlı ne kadar çok müşterek hatıralarımız vardı. Harbin en buhranlı ve kanlı safhalarında beraberce bulunmuştuk. Mesleğine hakikaten âşık bir askerdi. Rütbelerini muharebe meydanlarında kazanmış, şerefle taşıdığı üniformasının hakkını vermişti. Bu fedakâr arkadaşımızı yalnız bırakmayacaktık. Davamız müşterekti. Esasen mücadeleye daha atılmadan önce buna söz vermiştik.” 253 7/8 Temmuz gecesinde görevinden alınan Mustafa Kemal Paşa’nın yerine 3. Ordu Müfettişliği’ne getirildiğini Erzurum Kongresi’nin açılışından iki gün önce öğrenen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in de telkinleriyle 15. Kolordu Komutanlığı da uhdesinde kalmak üzere bu görevi kabul etmişti.254 Aslında hükümetin Mustafa Kemal Paşa’dan boşalan bu önemli görevi Kâzım Karabekir Paşa’ya teklif etmesi, iki yol arkadaşı arasında bir ayrılığa yol açması amacıyla yapılmış olabilirdi ancak daha önce Mustafa Kemal Paşa’ya bağlılığını bildiren Kâzım Karabekir Paşa, bu tayin işinde Milli Hareket’in faydasını gözetmiş ve İstanbul’un oyununa gelmemişti. Bu noktada Rauf Bey de, Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın yerine bu göreve getirilmesi konusunda kendisinden fikir alırken bir mahcubiyet içinde olduğunu, bu görevi de milli gaye için olumlu olacağı düşüncesiyle kabul ettiğini söylemektedir.255 253 Cebesoy, Milli…, s.122-123. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.88. 255 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.52. 254 107 c) Erzurum Kongresi Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919 tarihinde İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinin sene-i devriyesinde açılmıştı. Kâzım Karabekir Paşa bir Ermeni okul binasını kongre için donatarak memurların ve askeri bandonun açılışa katılmasını sağlamış, kongre üyelerini askerlerine selamlatmış ve hazırlıklarla bizzat ilgilenerek Milli Hareket’e sahip çıktığını ilan etmişti. Öyle ki Harbiye Nazırı tarafından kongre toplanması karşısında ne yaptığı sorulduğunda, memleketin çiğnetilmemesi için haklı olarak kararlar alan halkın temsilcilerine destek verdiğini söylemişti. 29 Temmuz’da Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey için, karar ve tebliğlerine aykırı davranış ve kışkırtmalarının devam etmesi nedeniyle derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri yönünde bir Meclis-i Vükela kararı çıkarılmıştı. Karar Erzurum’a ulaştığında valilik Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in hükümetin karar ve tebliğlerine aykırı bir tutum içinde olmadıkları cevabını vermiş,256 Kâzım Karabekir Paşa da Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in yaptıklarını övüp hükümetin tavrını eleştirdiği, tutuklama için kanuni bir sebebin bulunmadığını ve hatta kamuoyunun bu tutuklamaları yapmaya elverişli olmadığını bildiren bir telgraf çekmişti. 5 Ağustos’ta Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa hakkındaki düşmanca yazılar karşısında hem Sadaret hem de Harbiye makamına bir telgraf daha çekmiş, Erzurum Kongresi’nin milletin ruhundan gelen heyecan sonrasında toplandığını, bu heyecanda Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in zerre kadar etkisinin olmadığını ve kendilerinin sadece kongreye kabul edildiğini bildirmişti. Bununla beraber tek çarenin milli bir meclisin toplanması olduğunu, bu konuda yavaş davranılması durumunda vekayi-i milliyenin bu amaca kendi kendine ulaşacağını eklemiş ve hükümetin uygun bulup 256 Baykal, Erzurum…, s.21. 108 sarayın da onay vereceği bir yerde meclisin toplanabileceği önerisinde bulunmuştu.257 Sadrazam Damat Ferit Paşa, Erzurum Kongresi’nin toplanmasından üç gün önce yayımladığı bir bildiri ile konferans nedeniyle Paris’te bulunduğu süre içerisinde Anadolu’da çıkan karışıklığın çok üzücü olduğunu belirtmiş, hazırlıkları yapılan ve anayasaya açıkça aykırı olan bu kongrenin yasaklanması gerektiğini duyurmuştu.258 Dahiliye Nazırı Erzurum Valisi’nden bu gelişme üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanmasını istemiş, Vali Vekili de ‘Gücünüz yetiyorsa gelin siz tutuklayın.’ kabilinden bir cevap vermişti.259 Damat Ferit Paşa, bir sonraki gün de muhaliflerin baskısı nedeniyle bazı nazırları değiştirdiği yeni kabinesiyle üçüncü dönemine başlamıştı.260 Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in delege olmadıkları için kongreye katılmaları tehlikeye girince duruma el koyarak çözüme kavuşturan yine Kâzım Karabekir Paşa olmuştu. Delege seçimleri bitmiş olduğundan başka bir çözüm yolu bulunmuş ve Erzurum merkezinin iki delegesi istifa ettirilerek boş kalan delegeliklere Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey seçilmişti.261 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Rauf 257 Karabekir; İstiklâl Harbimiz, s.107-112; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.72-78; Sina Akşin, ‘Erzurum Kongresi Üzerine’, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2011, s.116. 258 Kongre de açılışının ertesi günü Damat Ferit Paşa’nın tebliğine cevap olarak Sadrazam, belediye başkanları, dernekler, idareciler ve komutanlara bir yazı yazacaktı. Bu yazıda kongrenin bir meclis olmadığının, bir yıldır anayasanın birçok maddesine aykırı hareket eden hükümetin milleti haksız yere suçladığının ve milli gaye için idarecilerle komutanların her şeylerini ortaya koymaları gerekirken bir de yasaklamaya kalkışmalarının akla aykırı bir tavır olduğunun altı çizilecekti. Bkz. Nutuk Vesikalar, vesika 39. 259 Sarıhan, Kurtuluş…, c.I, s.388. 260 Alemdar, Vakit, Zaman, 22 Temmuz 1919. Bu dönemde Anadolu’da gelişmekte olan Milli Hareket’e karşı hükümetin tutumu daha da sertleşecektir. 261 Cebesoy, Milli…, s.145; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.80-81; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.65-66; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.76. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi’ne katılması noktasında Kâzım Karabekir Paşa’nın bir müdahalesinden bahsetmemekte, ancak iki üyenin istifası üzerine kongreye katıldıklarını söylemektedir. Bununla beraber kongreye katılmakla ne amaçladığına dair de şunları söylemektedir: “Evvela; ben, behemehal (ne olursa olsun) kongreye dahil olmalı ve onu idare etmeli idim. Çünkü, zaman geçirmeksizin, irade-i milliyenin faaliyete geçirilmesini ve milletin bizzat fiilen ve müsellahan ittihaz-ı tedabire (silahlı tedbirler alınmasına) başlamasını temin 109 Bey’le birlikte Milli Mücadele’nin henüz gelişmeye başladığı bir dönemde, iki ay kadar kaldıkları Erzurum’da en büyük desteği yol arkadaşları olan Kâzım Karabekir Paşa’dan görmüştü. Erzurum Kongresi, Vilayat-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile Trabzon Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin ortak girişimi sonunda toplandı. Doğudaki altı vilayetin Ermenilere verileceği ve Trabzon merkez olmak üzere bir Pontus Rum devleti kurulacağı yönündeki bilgiler Trabzon ve Erzurum’da bulunan bu iki yerel direniş örgütünü çözüm arayışına itmiş ve Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a gelmeden önce, kendisinden bağımsız olarak Erzurum’da bir kongre toplanması kararı alınmıştı. Erzurum, Bitlis, Sivas, Trabzon ve Van temsilcilerinin katılımıyla eski takvime göre İkinci Meşrutiyet’in ilanının yıldönümü olan 10 Temmuz’a denk getirilmek istenen kongre, bazı temsilcilerin gecikmesi nedeniyle Meşrutiyet’in yeni takvime göre yıldönümü olan 23 Temmuz’da toplanabildi. Çoğunluğu oluşturan Erzurum ve Trabzon temsilcilerinin etkisinde geçen kongre oldukça çekişmeli geçti. Kongreye Erzurum’dan 24, Trabzon’dan 17 delege katılımı olurken Sivas, Bitlis ve Van’dan katılanlarla birlikte toplamda 60’a yakın katılım oldu. Delegeler din adamları, şeyhler, toprak sahipleri, emekli memur ve subaylar, eğitimciler, hukukçular, aydınlar, serbest meslek sahipleri ile ticaretle uğraşan kimselerden müteşekkildi.262 Kongre Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi’nin ilgi zaruretine kani idim. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, Kongrede, tenvir ve irşat ve bizzat idare suretiyle çalışmamı elzem görüyordum.” Bkz. Nutuk, s.43-46. 262 Kansu, isim, meslek ve nereden katıldıklarını verdiği katılımcılarının sayısının 57 olduğunu söylemektedir. Bkz. Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.78-80. Fahrettin Kırzıoğlu’nun Bütünüyle Erzurum Kongresi, Cevat Dursunoğlu’nun Milli Mücadele’de Erzurum, Bekir Sıtkı Baykal’ın Erzurum Kongresi İle İlgili Belgeler ve Dursun Ali Akbulut’un Erzurum Kongresi Hakkında Belgeler başta olmak üzere kongreyle ilgili belgelere yer veren çalışmalar olmasına rağmen Erzurum Kongresi’nin Sivas Kongresi’nde olduğu gibi tam bir tutanağı mevcut değildir. Bu nedenle kongrede alınan kararların ve tartışma boyutunda kalan konuların detaylarına vakıf değiliz. Akşin de kaynakçada yer alan ‘Erzurum Kongresi Üzerine’ adlı makalesinde bu noktaya değinmekte ve Fahrettin Kırzıoğlu’nun kitabına göndermelerde bulunmak suretiyle önemli gördüğü noktaların altını çizmektedir. 110 çekici bir duasıyla açıldı.263 Aynı gün Padişah’a çekilen bir telgraf ile kendisine olan bağlılık bildirildi ve kongrenin açılış nedeni açıklandı.264 Yukarıda değinildiği gibi Kâzım Karabekir Paşa’nın desteğiyle kongreye katılması mümkün olan ve başkanlığa seçilen Mustafa Kemal Paşa, delegelere teşekkür ettikten sonra ülkenin içinde bulunduğu durumdan bahsederek Mondros’u ihlal eden itilaf devletlerinin vatanı parçalama ve tamamen işgal etme düşüncesinde olduklarını ve hem vatanı hem de Padişah’ı kurtarmanın yolunun milli iradeyi hakim kılmaktan geçtiğini söyledi. Hükümetin nasıl bir zaaf ve çaresizlik gösterdiğini de söyleyen Mustafa Kemal Paşa, çeşitli ülkelerde emperyalist güçlere karşı gösterilen direnişlerden örnekler verdi.265 Askeri üniformayla kongreye gelen Mustafa Kemal Paşa bir takım itirazlar nedeniyle kıyafetini değiştirerek sivil kıyafet giymek durumunda kaldı. Kâzım Karabekir Paşa, bu konuda Mustafa Kemal Paşa’yı uyardığını, buna rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın askeri üniforma ve Padişah yaverliği kordonu ile kongreye geldiğini söylemektedir.266 On beş gün devam eden kongrede alınan kararlar ve yapılan çalışmaların sonuçları 7 Ağustos’ta yayımlanan on maddelik bir beyanname ile açıklandı.267 263 Atatürk’ün Tamim…, s.56. Karabekir; İstiklâl Harbimiz, s.89. 265 Nutuk, s.43-44; Atatürk’ün Söylev…, s.3-4; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.80-83. 266 Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.66. Kâzım Karabekir Paşa bu durumu şöyle anlatıyor: ‘Riyaset kürsüsüne mirliva üniforması ve padişah kordonuyla çıkması, münasebetsiz bir muameleye kendilerini maruz bırakıyor: Gümüşhane murahhası Zeki Bey, riyaset kürsüsündeki Kemal Paşa’ya hitapla: ‘Paşa, evvela arkanızdaki elbisenizi ve göğsünüzdeki kordonunuzu çıkarın da sonra riyasete başlayın. Tahakkümden korkuyoruz’ diyor. Kemal Paşa tabi pek müşkül bir vaziyette kalıyor; o akşam üniformayı atmaya mecbur oldu.’ Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.90. Atay da Mustafa Kemal Paşa’nın başka elbisesi olmadığı için kongreye üniforma ile geldiğini, uyarılardan sonra da, azledilen Erzurum Valisi’nden parasını ödeyerek aldığı bir takım elbiseyle kongreye geldiğini söylemektedir. Bkz. Atay, Çankaya, s.219. 267 1. Trabzon ili ve Samsun livasını da içine alan Doğu Anadolu bölgesi hiçbir şekilde birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılmaz bir bütündür ve bu bölgedeki bütün Müslümanlar öz kardeştiler. 2. Osmanlı yurdunun bütünlüğü, milli bağımsızlığı ve Saltanat ve Hilafetin dokunulmazlığını sağlamak için Kuva-yı Milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hakim kılmak esastır. 3. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik teşkili amacına yönelik sayılacaktır. Hıristiyan unsurlara siyasi egemenliği ve toplumsal dengeyi bozacak yeni ayrıcalıklar verilmeyecektir. 4. Merkezi hükümetin bölgeyi terk ve 264 111 Erzurum Kongresi, yenik ayrıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda topraklarının önemli bir kısmını kaybeden Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu topraklarının da Ermenistan’a verileceği ve Trabzon’da bir Pontus Rum devletinin kurulacağı söylentilerinin olduğu bir zamanda toplanmıştı. Akşin’in bir ‘kelle koltukta’ psikolojisi diye tanımladığı bu durum elindeki toprakları kaybetmek istemeyen bölge insanının onca tükenmişliğine rağmen bir direnişe geçmesini de beraberinde getirmişti. Bu psikoloji ‘elde olanı tutabilmek için ölümüne bir özveri, elde olmayanı da gözden çıkarma’ yani Osmanlı Devleti’nin kaybedilen geniş toprakları yerine Mondros Mütarekesi sınırlarının esas alınması şeklinde kendini göstermişti. İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey gibi iki milli kahramanın Erzurum’a gelmiş olması çok önemli bir moral ve rahatlatıcı unsur olmuştu. İki yol arkadaşının Erzurum’a gelmeleri ve kongreye katılmaları, İngiliz Kontrol Subayı olarak Erzurum’da bulunan Albay Rawlinson’u kuşkulandırmamak için Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile doğrudan irtibatını kesmiş olan Kâzım Karabekir Paşa için de aynı rahatlığı sağlamıştı.268 Erzurum Kongresi her ne kadar bölgesel bir kongre de olsa tüm yurdu ilgilendiren kararların altına imza atmıştı. Mondros sınırlarının kabul edilmesi yanında vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının esas alınması bunun en önemli kanıtı olmuştu. ihmal zorunda kalması ihtimaline göre Hilafet ve Saltanata bağlılığı ve milli varlık ve hakları koruyucu tedbir ve kararlar alınmıştır. 5. Birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan kimselerin daha önce kazanılmış haklarına dokunulmayacaktır. 6. Mondros imzalandığı zamanki sınırlarda yaşayan ezici çoğunluğu Müslüman olan memleketimizin olduğu gibi Doğu Anadolu’nun da bölünmesi fikrinden vazgeçilerek varlığımıza ve haklarımıza saygılı adil bir karar verilmesi beklenmektedir. 7. Devlet ve ulusun iç ve dış bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü saklı olmak şartıyla 30 Ekim 1918 sınırları içinde milliyet esaslarına uyan ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fenni, sınaî, iktisadi yardımı memnunlukla kabul edilecektir. 8. İstanbul Hükümetinin de milli iradeye bağlı olması zorunludur. Hükümetin milli meclisi hemen toplaması millet ve memleket üzerine alacağı bütün kararları bu meclisin denetlemesinden geçirmesi zorunludur. 9. Aynı neden ve gayeyle ortaya çıkan cemiyetler Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında bir araya getirilmiştir. 10. Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir. Bkz. Baykal, Erzurum…, s.2325; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.114-116; Karabekir; İstiklâl Harbimiz, s.115-116. 268 Akşin, “Erzurum…”, s.112-115. 112 Alınan kararların ardından bir Temsil Heyeti269 seçilerek çalışmalar noktalanmış, kongre başkanı Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Rauf Bey de Temsil Heyeti’ne seçilmişti. Birçok kaynağa göre kongre tarafından üye seçildiği söylenen Kâzım Karabekir Paşa, esasında Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğündeki özel bir madde nedeniyle Temsil Heyeti üyesi olarak kabul edilmişti.270 Ayrıca eski Beyrut Valisi Bekir Sami Bey, eski Erzurum mebusu Hoca Raif Efendi, Erzincanlı Şeyh Fevzi Efendi, eski Trabzon mebusları İzzet ve Servet Beyler, eski Bitlis Valisi Sadullah Bey ile Mutki’de aşiret reisi olan Hacı Musa Bey de Temsil Heyeti’ne seçilmişlerdi.271 Erzurum Kongresi beyannamesi ülkenin birçok yeri ile yabancı temsilciliklere tebliğ edilmişti.272 Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa önceden tanıdığı bazı aşiret reislerine mektup yazarak o güne kadar yapılanları anlatmış, Mutki aşiret reisine yazdığı mektupta da Hamidiye Kahramanı Rauf Bey’in de Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne seçildiğini söylemiş ve kendilerinden bölgelerinde teşkilatın geliştirilmesi konusunda destek istemişti.273 Erzurum Kongresi, yalnız itilaf devletlerine değil, İttihat ve Terakki’ye karşı olan kesimlere de Milli Hareket’in ittihatçı bir hareket olmadığı mesajını her türlü fırkacılık akımlarından uzak olduğunu söyleyerek vermektedir. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı sıradaki sınırları esas kabul eden kongre, saray ve 269 Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey dışında yalnız Şeyh Fevzi ve Hoca Raif Efendiler Sivas Kongresi’ne katılacak, Kongrenin ardından Hoca Raif Efendi Erzurum’a, Şeyh Fevzi Efendi de Erzincan’a dönecekti. Erzurum’da bulunmayan Bekir Sami Bey ise Sivas Kongresi’ne katılacaktı. Bir araya gelip çalışma imkânı bulamasalar da böyle bir heyetin varlığı Milli Hareket’in millete mal edilmesi bakımından önemliydi. 270 Atatürk’ün Tamim…, s.56-57; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.114; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.91. 271 Nutuk, s.45; Uluğ İğdemir, Heyeti Temsiliye Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1989, s.XI; Dursun Ali Akbulut, Erzurum Kongresi Hakkında Belgeler, Erzurum Valiliği yay., Erzurum, 1989, s.33; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.114; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.91; Bekir Sami, Sadullah ve Hacı Musa Beyler kongrede bizzat bulunmasalar da Temsil Heyeti üyeliklerine seçilmişlerdi. 272 Nutuk, s.48. 273 Nutuk Vesikalar, vesika 47-53. 113 İstanbul Hükümeti’nin aksine Arap ülkelerinden vazgeçildiğini ilan etmektedir. Cebesoy bu noktada, Erzurum Kongresi kararlarının Amasya’da Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le birlikte hazırladıkları, Kâzım Karabekir Paşa ve Refet Bey’in de onayladığı kararların ‘daha genişletilmiş ve şümullendirilmiş bir ifadesi’ olduğunu söylemektedir.274 d) İstanbul Hükümeti’nin Milli Hareket’i Baltalama Girişimleri Erzurum Kongresi’nden sonra İstanbul Hükümeti, Milli Hareket’i baltalamak için bir takım tedbirler aldı. Milli Hareket’in telgraf haberleşmelerinin engellenme çabaları yanında askeri ve mülki makamlara kendileri için güvenilir kimselerin getirilmesine çalışıldı. 26 Temmuz tarihli kabine toplantısında beş bölgeye ayrılan Anadolu’nun her bölgesine bir inceleme heyeti gönderme kararı da alındı.275 Böylece olan bitenlerin İstanbul’a bildirilmesi, karışıklık çıkarmakla suçlanan komutanların yola getirilmesi, Milli Hareket yanlılarının etkilenmesi veya etkisiz hale getirilmesi amaçlandı. Ertesi gün bir hamle daha yapan hükümet yeni seçimlere karar verdiğini vilayetlere bildirerek kendilerinden seçimler için hazırlık yapmalarını istedi.276 Öte yandan 30 Temmuz’da İstanbul Hükümeti, vekâleten 3. Ordu Komutanlığı’nı yürütmekte olan Kâzım Karabekir Paşa’dan hükümet kararlarına uymadıkları gerekçesiyle Mustafa Kemal ve Rauf Beylerin yakalanarak İstanbul’a getirilmesi 274 Cebesoy, Milli…, s.150. Memleket, Zaman, 29-30 Temmuz 1919; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.126,136; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.79-80. Mustafa Kemal Paşa inceleme heyetlerinin gelişine aleyhte propaganda yapılacağı düşüncesiyle karşı çıkmakta, Kâzım Karabekir Paşa ise Milli Hareketin kendilerine anlatılmasıyla heyetin kazanılabileceğinden hareketle heyetin gelişine olumlu bakmaktaydı. Neticede heyetin gelmesine engel olunmaması kararına varıldı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.136. 276 Memleket, 28 Temmuz 1919; Zaman, 29 Temmuz 1919. 275 114 konusunda mülki makamlara yardımcı olmasını da istedi.277 Bu tele 1 Ağustos’ta cevap veren Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in vatan ve millet aleyhinde ve kanuna aykırı davranışlarda bulunmadığını, vatansever insanların böyle bir zamanda tutuklanmasının bölge halkını rahatsız edeceğini, tutuklamalar için yasal bir neden olmadığını ve bu konuda ısrar edilmesinin olumsuz sonuçlar doğuracağını söyledi.278 Bununla beraber ordu müfettişlikleri komutanlıklara dönüştürüldüğünden Mustafa Kemal Paşa’nın ardından Kâzım Karabekir Paşa’nın vekâleten üstlendiği 3. Ordu Müfettişliği de 3. Ordu Komutanlığı’na dönüştürülmüştü. Zaten İstanbul Hükümeti, Kâzım Karabekir Paşa’nın ordu komutanlığı yetkilerinden rahatsızlık duymaktaydı. Bu nedenle 3. Ordu Müfettişliği’ni lağvederek Kâzım Karabekir Paşa’yı 15. Kolordu Komutanı olarak bırakan İstanbul Hükümeti, 3. Ordu Komutanı olarak da Müşir Abdullah Paşa’yı Kâzım Karabekir Paşa’nın üstünde bir göreve atayarak bölgeye hakim olmayı planladı. Ancak bu tayine karşı çıkan Kâzım Karabekir Paşa, Abdullah Paşa’nın Trabzon’dan karaya çıkarılmaması için tedbirler aldı, geri gönderilmesi veya tutuklanması söz konusu olan Abdullah Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’nın bu tavrı karşısında istifa etmek durumunda kaldı.279 Bütün bunlar yetmemiş olacak ki, bir de görevinden azledilmiş ve askerlikten istifa etmiş olan Mustafa Kemal Paşa askerlikten çıkarıldı, hükümetin önerisi, Padişah’ın da iradesiyle 9 Ağustos’ta nişanları geri alındı ve fahri yaverlik unvanı kaldırıldı.280 15 Ağustos’ta Harbiye 277 Nutuk, s.48; Baykal, Erzurum…, s.21; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.106; 31 Temmuz tarihli İstanbul gazetelerinde de Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in kanuna aykırı toplantılar yaptıkları ve tutuklanmalarının istendiği haberine yer veriliyor. Bkz. Alemdar, Memleket, Vakit, 31 Temmuz 1919. 278 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.106-107; Karabekir İstiklâl Harbimizin…, s.74; Goloğlu, Erzurum…, s. 98. 279 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.122-123. 280 Zaman, 13 Ağustos 1919. 13 Ağustos 1919 tarihli Peyam gazetesinde Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten tardı başlığı altında 3. Ordu Müfettişliği’nden azledilen ve askerlikten istifa eden Mustafa Kemal Paşa’nın nişanlarının geri alındığı ve fahr-i yaverlik unvanının kaldırıldığı haberine yer 115 Nazırı, kolorduların şifreyle haberleşmelerini yasaklayan bir emir yayımladı. Mustafa Kemal Paşa ise bu emre karşı alınması gereken tedbirleri sıraladığı 18 Ağustos tarihli gizli bir tebliğ yayımlayarak haberleşme konusunun bir ölüm kalım meselesi olduğunu söyledi ve telgraf merkezlerinin halk tarafından işgal edilmesi yanında Posta Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey’in de görevden alınarak divanı harbe verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Mustafa Kemal Paşa, 16 Ağustos’ta Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir telgraf çekerek kendisinin Milli Hareket’e bakışını değiştirmeyi dahi denedi. Bu telgrafında her ikisinin kalbinin de aynı gaye için attığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin isteğine uygun hareket etmenin hüsrana yol açacağını ve milletin bağımsızlığı için ortaya konulan iradeyi hiç bir gücün engelleyemeyeceğini ifade etti. Ayrıca güçlü olmak için millete dayanmak gerektiğini, hükümet emirlerinin millete dayanılmadığı için uygulanamayacağını ve Meclis’in bir an önce toplanması gerektiğinin de altını çizdi.281 28 Ağustos’ta Harbiye Nezareti’nin kolordulara ‘2. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’nın, kendisine verilen görevleri tam olarak yerine getirmeyerek daha da içinden çıkılmaz karışıklıklara sebebiyet verdiği için azledildiği ve halefinin gideceği zamana kadar Ankara’da bulunan Ahmet Hulusi Paşa’nın vekâlet edeceği’ emri verilmişti. veriliyor ve altına da şunlar yazılıyordu: “Anadolu’da harekât-i milliye perdesi altında tahriklerde bulunan ve Erzurum’da milli kongreye riyaset eden Mustafa Kemal (Paşa) ilanihaye (sonsuza dek) müstehak olduğu cezaya uğradı. Ümit ederiz ki, hükümet yakında kendisini tahriklere gayr-i muktedir bir hale va’z eder.(getirir) Bkz. Peyam, 13 Ağustos 1919. Sivas Kongresi’nden sonra Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın istifa ettirilmesinin ardından kurulacak Ali Rıza Paşa Hükümeti sırasında Ankara ile İstanbul arasında yeniden temas sağlanacaktı. İstanbul’da Meclis-i Mebusan toplanmadan önce Harbiye Nazırı Cemal Paşa, sadarete Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa etmiş sayılmasını, bununla beraber rütbe ve nişanlarının da geri verilmesini önerecek ve bu teklif hükümet tarafından 29 Aralık 1919 tarihinde uygun bulunacaktı. Padişah iradesinin de düzeltilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa’ya 4,5 ay sonra ancak rütbe ve nişanları geri verilecekti. Ne var ki bu irade İngilizlerden çekinilmesi nedeniyle Takvim-i Vakayi’de yayımlanmayacaktı. Bkz. Sarıhan, Kurtuluş…, c.II, s.359; Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, c.II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009, s.77-78. 281 Atatürk’ün Tamim…, s.58-61. Kolorduların haberleşmelerinde şifre kullanılmasını yasaklayan hükümet kararı Dahiliye Nezareti’nin 21 Ağustos’ta Posta Telgraf Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir yazı ile kaldırılacak, yasak sadece üç gün sürecektir. Bkz. Karay, Minelbab…, s.172. 116 Harbiye Nezareti’nin bu tasarrufuna 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Ahmet Hulusi Paşa’ya ihtarda bulunarak görevi kabul etmemesini temin etmek ve vekâleti kendi üzerine almak suretiyle karşılık vermişti.282 Ali Fuat Paşa, komutayı terk etmeme niyetini “Harbiye Nazırının beni Ankara’dan ayırmak teşebbüsü… akim kalmıştı. Yerime tayin edilecek kumandanlara da kumandayı terk etmeyeceğim gibi kendilerini Ankara’ya sokmayacaktım ve sokmadım.” sözleriyle anlatacaktı. Zaten Mustafa Kemal Paşa da kendisine 3 Eylül’de bir tel göndererek kumandayı kesinlikle terk etmemesini söylemiş, Kâzım Karabekir Paşa ve Selahattin Bey’in Harbiye Nezareti’ne protestoda bulunduklarını ilave etmişti. Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’un bu hamlesi karşısında sert tepki göstermiş ve Ali Fuat Paşa gibi namus ve iktidarı ile ün yapmış bir komutan hakkında verilen azil emrinin düzeltilmesini istemişti.283 Öte yandan Harbiye Nezareti, Ali Fuat Paşa’nın yerine Kiraz Hamdi Paşa’yı atamış, Paşa’nın Ankara halkı ve subayları tarafından istenmediği bildirince de Ankara’ya söz geçiremediğini düşünen İstanbul Hükümeti 2. Kolordu’yu lağvetme yolunu seçmişti. Paris Konferansı’nda Yunan işgalinin sınırlandırılması ve işgal sırasında yapılanların soruşturulması için bir komisyon kurulması284 kararının çıkması Milli Hareket’i engelleme noktasında Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin elini güçlendirmişti. Zira Milli Hareket genel itibarıyla Yunan işgaline bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. Hükümetin elinin güçlenmesi, Yunan işgali sırasında vatansever duygularla Milli Hareket’e katılanlar arasında bazı tereddütlerin baş göstermeye başlamasına yol 282 Cebesoy, Milli…, s. 185-186; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.175. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.176-177; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.84-86; Cebesoy, Milli…, s.183-186. 284 Amiral Bristol başkanlığındaki bu komisyon incelemesini tamamladıktan sonra raporunu 1919 yılı Ekim ayında Paris Konferansı’na sunacaktı. Buna göre, Türklerin bazı yanlışları olmakla birlikte yapılan zulümlerin asıl sorumlusunun Yunanlılar olduğu, Yunanlıların geri çekilmesi, yerine içinde Yunan askerinin de bulunabileceği müttefik askerlerinin gelmesiyle olası bir Türk ve Yunan temasının önlenmesi gerektiği, İzmir ve Ayvalık dışında Türklerin çoğunlukta olduğu, bu nedenle işgallerin haksız olduğu tespiti yapılacaktı. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.II, s.241-242. 283 117 açmıştı. Bu anlamda Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Milli Hareket’in heyecan ve geriliminin sürdürülmesi için sert önlemlerden yana olmuşlardı. Ali Fuat Paşa da kendilerine destek verirken, Kâzım Karabekir Paşa bazı sert tedbirlere muhalefet etmişti. Örneğin, İstanbul’un Milli Hareket’e yönelik telgraf haberleşmesini engelleme girişimi karşısında yukarıda da bahsedildiği gibi Mustafa Kemal Paşa’nın merkezle haberleşmeyi kesme düşüncesinde olmasına karşılık Kâzım Karabekir Paşa farklı düşünmüştü.285 Kâzım Karabekir Paşa’nın bu türlü muhalefeti Milli Mücadele’nin ilerleyen günlerinde de kendisini gösterecek, ilerleyen bölümlerde görüleceği üzere Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa üzerinde denetleyici ve kontrol edici bir role soyunacaktı. Netice itibarıyla İstanbul Hükümeti’nin aldığı tedbirler Milli Hareket’i etkilemişse de çalışmaları sonlandırmamış, Sivas’ta toplanacak kongre için yapılan hazırlıkları engelleyememişti. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların ardından, Sivas’ta da bir kongre toplanacağı haberinin Sultan Vahdettin ve İstanbul Hükümeti tarafından öğrenilmesi, kongreye engel olunması için bir takım tedbirlerin alınmasını da beraberinde getirecekti. Hükümetin aldığı tedbirlerin en başında Elazığ Valisi Ali Galip’in Sivas’ta toplanacak olan kongreyi basmakla görevlendirilmesi gelecekti. Yalnız bundan önce de birçok adım atılacak, henüz 19 Ağustos 1919 tarihinde Sivas Valisi Reşit Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey’den Sivas’ta yapılacak kongreye engel olması, kongreye katılmak üzere gelenlerin memleketlerine geri gönderilmesi ve şayet kalmakta ısrar 285 Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.100-101. Mustafa Kemal Paşa’nın Kâzım Karabekir Paşa tarafından hoş karşılanmayan başka yaklaşımları da olacaktı: Mustafa Kemal Paşa kendisine haber vermeksizin emri altında fırka kumandanlığı yapmakta olan Halit Bey’e Erzurum Valiliği için İstanbul’dan gelmekte olan Mithat Bey’in iadesi ya da ikamete mecbur edilmesi emrini vermiş, Kâzım Karabekir Paşa da bu durumu kendisi ile konuşmuştu. Bununla beraber birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Harput Valisi Ali Galip’i öldürmek için Halit Bey’in tavsiye ettiği birini Harput’a gönderdiğini öğrenen Kâzım Karabekir Paşa, yola çıkan kişinin geri dönmesi için emir vermiş ve bu konudaki rahatsızlığını Rauf Bey ile paylaşmıştı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.53-57. 118 ederlerse gerekeni yapması emrini alacaktı.286 Öte yandan Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa, o günlerde Damat Ferit Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i yakalatmak için üçer dörder kişilik gruplara ayrılan kırk kadar Kürt ve Arnavut zabitini doğuya göndermek üzere olduğu bilgisini de verecekti.287 Sivas Kongresi için yapılan hazırlıkların tamamlanmasının ardından, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Sivas’a doğru yola çıkmadan hemen önce Sivas Valisi Reşit Paşa’dan bir haber almışlardı. Buna göre Vali, Fransız Jandarma Müfettişi Mösyö Brüno ile yaptığı özel görüşmede Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’a gelerek bir kongre düzenlemesi halinde Sivas’ın beş-on gün içinde işgal edileceği, bir sonraki görüşmesinde ise itilaf devletleri aleyhinde bir dil kullanmazlarsa kongrenin yapılmasında bir sakınca olmayacağı bilgisini almıştı. Reşit Paşa, Mösyö Brüno’nun önceki sözlerini yumuşatma nedeninin hem Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını ele geçirmek hem de Sivas’ı işgal etmek olduğunu, Dahiliye Nezareti’nin de bu yönde bir haber verdiğini ifade ederek Sivas’ta yapılacak kongrenin iptal edilmesi ricasında bulunmuştu. Bununla beraber Vali, illa bir kongre toplanacaksa Erzurum ya da Erzincan’ın bu iş için uygun bir yer olacağı önerisini de iletmişti. Mustafa Kemal Paşa ise İstanbul Hükümeti’nin tesiri altında bulunan Reşit Paşa’nın endişelerinin yersiz olduğu, Fransızların Sivas’ı işgal etmesinin yeni bir savaş kararı olacağı, bu kararın Mösyö Brüno ve arkadaşları arasında konuşulsa dahi Fransız milletine mal edilemeyeceği ve bu nedenle bunun bir blöften ibaret olduğu düşüncesindeydi.288 286 Sarıhan, Kurtuluş…, c.II, s.54. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.81. 288 Nutuk, s.52-54; Cebesoy, Milli…, s.188-190. 287 119 e) Sivas’a Doğru Tehlikeli Yolculuk Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve Raif Efendi ile birlikte 29 Ağustos 1919 tarihinde Kâzım Karabekir Paşa tarafından uğurlanarak Sivas’a doğru yola çıktı.289 Erzincan’da Şeyh Fevzi Efendi’yi de yanlarına aldıktan sonra jandarmalar tarafından yolu kesilerek uyarılan kafile, Dersim eşkıyalarının bir boğazı tuttuklarını, mevcut kuvvetlerle güvenliğin sağlanamayacağını, yardım için ne zaman ve ne kadar kuvvetin geleceğinin belirsiz olduğunu öğrendi. Erzincan’a dönmenin Sivas’ta duyulmasının kamuoyu üzerindeki olumsuz etkisini ve Sivas’ta toplanması düşünülen kongreyi geciktireceğini hesap eden Mustafa Kemal Paşa ne olursa olsun yola devam etme kararını verdi. Tedbir almayı da ihmal etmeyen Mustafa Kemal Paşa, hafif mitralyözlerle silahlandırdığı genç subaylardan kendilerini korumaları için bir otomobille önden gitmelerini istedi. Şayet bir saldırı olursa kendilerinin de otomobilden atlayıp ateş edeceklerini ve ne pahasına olursa olsun yolun açılacağını söyledi. Otomobilde Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey dışında Hoca Raif ve Şeyh Feyzi Efendiler de vardı.290 Her şeyi göze alarak girdikleri boğazı herhangi bir saldırıya uğramadan geçen kafile, 2 Eylül’de ulaştığı Sivas’ta Vali Reşit Paşa ve Kolordu Komutanı Selahattin Bey ile birlikte kalabalık bir topluluk tarafından coşkuyla karşılandı.291 Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hayatlarının tehlikeye girmesi karşısında dahi kararlılıklarından vazgeçmemiş, Milli Hareket’in bütün parçalarının birleştirildiği Sivas Kongresi işte böylesine sıkıntılı şartlara rağmen toplanabilmişti. 289 Nutuk, s.56; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.174; Cebesoy, Milli…, s.190; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83. 290 Rauf Bey ve Raif Efendi ile birlikte Erzurum’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, Erzincan’da Şeyh Fevzi Efendi’yi de yanlarına alacak, Tokat’tan Sivas’a gelecek olan Bekir Sami Bey’le birlikte Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne seçilen 9 kişinin 5’ini bir araya getirmiş olacaktı. Böylece Samsun ve Trabzon’u da içine alan Doğu Anadolu bölgesini temsil hakkına sahip olacaktı. 291 Nutuk, s.56-57; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.199-203. 120 f) Ali Fuat Paşa ve Sivas Kongresi Hazırlıkları Sivas Kongresi’ne delege göndermek için çaba harcayanlardan biri de Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa idi. Kongreye katılmasa da hazırlıkları ile yakından ilgilenen Ali Fuat Paşa hem kendi mıntıkası hem de kontrolünde bulunan vilayetlerde delegelerin seçilmesi ve selametle Sivas’a ulaşabilmeleri için büyük gayret gösterdi. Bu noktada Kansu “… Ali Fuat Cebesoy’un büyük himmeti, kesin azmi, esaslı tedbirleri olmasaydı Sivas Kongresi belki de toplanamaz ve murahhaslar Sivas’a gelebilmek imkânını bütün arzularına rağmen bulamazlardı.” demekte, delegelerin geçişi ve fikirleri hakkında kendisine bilgi geldikçe Mustafa Kemal Paşa’nın: “Bravo Fuat’a. Aslan gibi çalışıyor” diyerek büyük memnuniyet duyduğunu aktarmaktadır.292 Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa da kongreye katılmak için Sivas’a doğru yola çıkmıştı. Bir süre oğlunun yanında kalan Paşa, Ankara’dan ayrılırken: “Biliyor musun Fuat, Mustafa Kemal Paşa’yı ne kadar göreceğim gelmişti. Bir oğlumu İstanbul’da bırakmıştım. İkincisini Ankara’da buldum. Üçüncüsüne Sivas’ta kavuşacağım.” 293 diyerek Mustafa Kemal Paşa’yı da oğlu gibi gördüğünü ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa ise Sivas Kongresi’nin açıldığı gün Ali Fuat Paşa’ya bir telgraf çekmiş ve “Peder-i muhteremleri Paşa Hazretleri ile şerefyab oldum. Gönderdiğiniz matbu nüshaları ve mektupları 294 kâmilen aldım. Arz-ı teşekkür ederim. Rauf Beyefendi ile gözlerinizden öperiz.” demişti. Vali Muhittin Paşa’nın baskısı nedeniyle Ankara merkezi Sivas Kongresi’ne delege gönderememiş, görevinden alınmış olan Ali Fuat Paşa da baskının olmadığı Ankara çevresinden delege göndermekle beraber diğer illerden gelen delegelerin Sivas’a ulaşmalarına yardımcı olmuştu. Bununla beraber genel kongre Ali Fuat Paşa’dan, muhalif tavırlarından rahatsız olduğu Ankara Valisi Muhittin Paşa’nın yakalanarak 292 Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.149. Cebesoy, Milli…, s.187. 294 Özçelik, Ali…, s.86. 293 121 derhal Sivas’a gönderilmesini istemiş, ilk etapta yakalanamayan Vali, 19 Eylül’de Rıza Bey müfrezesince yakalanmış ve Sivas’a gönderilmişti.295 Mustafa Kemal Paşa, Sivas’a geldiği zaman Refet Bey’in Sivas’ta olmadığını, kendisinin nerede olduğunun da bilinmediğini, oysa 7 Temmuz tarihli talimat gereğince kendisinin 3. Ordu mıntıkasını terk etmemesi gerektiğini söylemektedir. Kongrenin toplanacağı günlerde Sivas’ta bulunması gereken Refet Bey’in Ankara’da olduğu anlaşılır ve Ali Fuat Paşa’ya verilen bir emirle kendisinin bir an evvel Sivas’a gelmesi istenir. Kongre başladıktan ancak üç gün sonra Sivas’a gelen Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından Temsil Heyeti üyesi olarak kongreye takdim edilir.296 2.4. MİLLİ MÜCADELE’DE SİVAS GÜNLERİ a) Sivas Kongresi Sivas Kongresi, Amasya’da verilen karar üzerine zorluklar içerisinde toplanabilen bir kongre idi. Öyle ki Amasya Kararları’nın altına imza atan Refet Bey dahi, Erzurum Kongresi yapılırken Sivas’ta bir kongre daha yapılacak olmasının İstanbul Hükümeti’ni harekete geçireceği ve doğu illerini ikiye bölme tehlikesine yol açabileceği düşüncesiyle bu kongreden vazgeçilmesini, illa yapılacaksa da başka bir ilde yapılmasını önermişti.297 Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum Kongresi kararlarının Sivas’ta teyit edilmesine gerek olmadığı kanaatindeydi.298 İki yol arkadaşının aksi yöndeki görüşlerine rağmen gerçekleşen kongre, tehlikeye düşmüş olan memleketin bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını kurtarmak için milli iradenin hakim kılınması amacını gütmüştü. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, 295 Cebesoy, Milli…, s.225; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.295. Nutuk, s.57; Özdemir, Refet…, s.33. 297 Mahmut Goloğlu, Sivas Kongresi, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2008, s.13. 298 M. Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, c.II, Türkiye İş Bankası yay., Ankara, 1965, s.5. 296 122 kongrede herhangi bir ayrılığa yol açmadan ileride takip edeceği yol için gerekli yetkileri almayı da amaçlamıştı. Zaten kongre süresince manda meselesi gibi hararetli tartışmalara neden olan konularda dahi yumuşak ve uzlaştırıcı davranmasının nedeni de bu idi.299 Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı bir konuşmayla açıldı. Konuşmasında ilk olarak işgallere ilgisiz kalan İstanbul Hükümeti’ni eleştiren ve memleketin içinde bulunduğu durumun bir fotoğrafını çeken Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Erzurum Kongresi’nde Batı Anadolu ve Rumeli’nin de temsiliyle ortaya çıkacak genel yetkinin kullanılmasının Sivas Kongresi’ne bırakıldığını ve kongrede vatanın tek bir bütün ve milletin tek bir varlık olduğunu ispatlayacak kararlar alınacağını ifade etti.300 Amasya Kararları’nın alındığı günden itibaren temsilci göndermeleri için vilayetlere haber gönderilmesine rağmen kongreye Batı Anadolu ve Rumeli’den ancak birkaç temsilci katılmıştı. Mustafa Kemal Paşa da 20 kadar temsilcinin gelmesi üzerine yanında bulunanların bir kısmını farklı illerin delegesi olarak kongreye dahil etmişti. İğdemir’in kongre tutanaklarını içeren eserinde de görüleceği üzere 28 delegenin katılımıyla açılan kongre, bütün çabalara rağmen yeni gelenlerle birlikte kesin olmamakla beraber ancak 38 temsilciye ulaşabilmişti. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Erzurum Kongresi tamamlandıktan sonra üç hafta kadar daha Erzurum’da kalmış, ardından Sivas’a hareket etmişlerdi. Erzurum Kongresi’ne 56 temsilci katılmışken tüm çabalara rağmen Sivas’a katılım umulduğundan düşük kalmıştı.301 Öte yandan manda fikrine taraftar olanların bir fırsat olarak gördüğü ve bu noktada bir karar alınmasını temin etmek için Sivas Kongresi’ne katıldığı da düşünülürse, bu 299 Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1999, s. XII. A.g.e., s.107-111. 301 Goloğlu, Sivas…, s.11-13. 300 123 kişilerin de gelmemesi halinde katılımın çok daha düşük kalacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Oldukça zor şartlar altında yapılan Sivas Kongresi’ne katılımın az olması daha sonra geniş katılımlı bir kongre yapılması için hazırlık yapılmasına neden olacak, hatta Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, 61. Tümen Komutanı Albay Kâzım (Özalp) Bey’e gönderdiği bir telde toplanması planlanan genel kongre için delegelerin seçilerek hazır tutulması gerektiğini söyleyecekti. Bununla beraber milli cemiyetleri içine alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ülke çapında yaygınlaşması ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşmesiyle birlikte bu kongreye gerek duyulmayacaktı.302 Kongrenin açılışında görkemli bir tören yapılmış, başkanlık seçimi konusunda tıpkı Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi bazı tartışmalar yaşanmıştı. Rauf Bey, bazı üyelerin her ne kadar askerlikten istifa etmiş olsa da Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığına karşı çıktığını, halkın eseri olan bir kongreye başkan seçilecek kimsenin halkı temsil eden sivil bir kimse olmasının dışarıya da hoş bir mesaj olacağı düşüncesinde olduklarını, Erzurum’da Kâzım Karabekir Paşa’nın yaptığını Sivas’ta kendisinin yaptığını ve yaptığı arabuluculuk sonucunda henüz kongre başında ortaya çıkan bu sorunu çözerek Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığının önünü açtığını söylemektedir.303 Mustafa Kemal Paşa ise Bekir Sami Bey’in evinde Rauf Bey’in de katıldığı özel bir toplantı yapıldığını ve bu toplantıda kendisinin başkanlığa getirilmemesine karar verildiğini söylemektedir. Bu toplantıyı Hüsrev (Gerede) Bey’den öğrenen Mustafa Kemal Paşa, önce bu bilgiye itibar etmediğini, ancak kongre salonuna girmeden hemen önce Rauf Bey’i gördüğünü, kendisine ‘Kimi reis yapalım?’ diye sorduğunda ise ‘Sen reis olmamalısın!’ cevabı aldığını ve en yakın 302 Nutuk, s.79; Bekir Sıtkı Baykal, Heyet-i Temsiliye Kararları, TTK yay., Ankara, 1989, s.20-21; Kâzım Özalp, Milli Mücadele, c.I, TTK yay., Ankara, 1998, s.56-57. 303 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83. 124 arkadaşlarının bu tavrının kendisini hem üzdüğünü hem de düşündürdüğünü ifade etmektedir.304 İki yol arkadaşının birbirine zıt sözleri nasıl açıklanabilir? Öncelikle Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri ve Rauf Bey ile karşılaştığı sırada yaptığı konuşma çok açıktır. Kansu da o sırada kendisine refakat ettiğini söylediği Mustafa Kemal Paşa’nın, kongre salonundan içeriye girerken Rauf Bey’le saniyeler içerisinde gerçekleşen bir konuşma yaptığına şahit olduğunu, bu sırada sadece Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Bekir Sami Bey’in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz, öyle mi?’ şeklindeki sözlerini duyduğunu ve ayrıntılarını daha sonra öğrendiğini aktarmaktadır.305 Rauf Bey de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığı noktasında arabuluculuk yaptığını söylemekte ve dolaylı olarak böyle bir toplantının varlığını doğrulamaktadır. Bizce Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını istemeyenlerle yaptığı toplantının da etkisiyle Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını istememiş, Paşa’nın kararlılığı karşısında ise geri adım atmak durumunda kalmıştır. Bu nedenle ‘Sen reis olmamalısın’ sözü kişisel bir söz değil, yapılan görüşmeler sonucunda alınmış bir kararın göstergesidir. Öte yandan İstanbul’daki Şişli toplantılarının ardından geldiği Amasya’da Mustafa Kemal Paşa ile buluşan ve o günden itibaren hep birlikte hareket eden Rauf Bey, her fırsatta Milli Hareket’in liderliği noktasında kendisini öne çıkarmayı başaran Mustafa Kemal Paşa’ya karşı bir hazımsızlık da yaşamaktaydı. Bu toplantıyla bir engelleme girişiminde bulunulduğunu, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlık seçiminde aldığı oylara bakılırsa işin daha öteye götürülmediğini de söylemek mümkündür. Bu yüzden Rauf Bey’in bahsettiği arabuluculuk toplantıya katılanları daha sonra bu girişimden vazgeçirmeye çalışmaktan ibaret sayılmalıdır. 304 305 Nutuk, s.58. Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.211. 125 Bizce Sivas Kongresi sırasında yaşanan bu hadiseye Mustafa Kemal Paşa’nın, Rauf Bey’e karşı ilerideki yol ayrımında duyacağı güvensizliğin ilk nüveleri olması yönüyle de bakılmalıdır. İşin içine şahsiyet karışmamasını gerekçe göstererek sırayla birer kez başkanlık yapılmasını teklif eden Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa’nın bu teklifi oylanmışsa da kabul görmedi ve yapılan gizli oylama sonucunda sadece 3 muhalif oy alan Mustafa Kemal Paşa başkanlığa, Rauf Bey ile İsmail Fazıl Paşa da başkan vekilliklerine seçildi.306 Kongrenin ilk gününde ittihatçılık yapılmayacağına dair yemin konusuyla beraber Padişah’a gönderilmesi ve millete duyurulması düşünülen bildiriler ele alındı. Bununla beraber kongre, bir ihtilal kongresi olarak görüldüğünden oturumların gizli yapılması da kararlaştırıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında milletin kaderini elinde bulunduran İttihatçılar, gelinen noktada en büyük sorumlu olarak görüldüğünden, kongreye katılanların bir çoğu geçmişte İttihatçı olmasına rağmen kongrenin ikinci gününde İttihatçılığı canlandırmayacaklarına dair yemin ettiler. İttihatçılara duyulan tepkilerin azaltılması yanında, İstanbul Hükümeti’nin Milli Hareket’i ısrarla İttihatçı göstermeye devam etmesi böyle bir yolun seçilmesine neden oldu. Bir telgrafla kurban bayramı tebrik edilen Padişah’a bağlılık bildirilerek hükümet şikayet edildi ve milletin ülkesini çöküşten kurtarmak için meşru hakkını kullanarak kongreyi topladığı ifade edildi. Aynı gün kongrenin toplandığı millete de duyuruldu. Kongrenin daha sonraki oturumlarında Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi kimselerden gelen telgraflar okundu, İsmail Hami Bey tarafından gündeme getirilen ve Amerikan mandasının kabulünü isteyen muhtıra üzerinde şiddetli tartışmalar 306 İğdemir, Sivas…, s.1-2; Nutuk, s.59. 126 yapıldı ve Rauf Bey’in önerisiyle Amerikan senatosundan bir inceleme heyeti istenmesi kararına varıldı. Ali Fuat Paşa’nın Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanlığı’na getirilmesi ve İrade-i Milliye isimli haftada iki gün yayımlanacak bir gazete çıkarılması kararları da alındı. Bununla beraber Temsil Heyeti’nin yeni üyelerinin seçimi yapıldı ve mali kaynakları üzerinde duruldu. Kongrenin son gününde de manda taraftarlarının tüm çabalarına rağmen tam bağımsızlık ilkesini esas alan kongre beyannamesi yayımlandı.307 Sivas Kongresi kararları, esasen Erzurum Kongresi’nde kabul edilen beyanname maddelerinin teker teker okunmasıyla bazı maddelerin ya aynen kabul edilmesi veya daha genel bir şekle sokularak değiştirilmesiyle oluştu. 11 Eylül tarihinde sona eren ve yayımladığı bir beyannameyle aldığı kararları her tarafa duyuran Sivas Kongresi’nde belirli bir bölgeyi ifade eden Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin adı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak değiştirildi, bütün vatanı ifade edecek şekilde kapsamı, faaliyet alanı ve yetkisi genişletildi. Bu önemli karar Anadolu ve Rumeli’deki bütün yerel direniş örgütlerinin bir çatı altında toplanarak Cemiyetin bir şubesi haline getirilmesi anlamına gelmekteydi ve kuşkusuz 307 Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyeti, Sivas’ta bir kongre yapılmak suretiyle Erzurum Kongresi’nde kabul edilen beyannamesinin değiştirilmesinden hoşnut olmamıştı. Değişikliklerden sonra yayımlanan Sivas Kongresi beyannamesi şu maddelerden oluşmaktaydı: 1. Mütarekenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırları içine alan topraklar birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılamaz. Buralarda yaşayan Müslüman unsurlar da birbirinin öz kardeşidirler. 2. Milletin bağımsızlığı için milli iradeyi hakim ve milli kuvvetleri etken kılmak esastır. 3. Her türlü işgal ve müdahaleye, özellikle Rum ve Ermeni devletleri kurmaya yönelik çabalara karşı hep birlikte savunma yapılması kabul edilmiştir. 4. Müslüman olmayanlara siyasi hakimiyeti ve sosyal dengeyi bozacak haklar verilemez. 5. Hükümet ülkenin herhangi bir yerini terk veya ihmal ederse, buna karşı her türlü tedbir alınmıştır. 6. İtilaf devletlerinden yurdu parçalamaktan vazgeçmesi ve mütareke sınırlarındaki tarihi, etnik, dini ve coğrafi haklarımıza riayet etmesi beklenmektedir. 7. İstila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fenni, sınai ve ekonomik yardımları memnuniyetle karşılanacaktır. Adil ve insani şartlarda bir barış yapılması milli bir istek olarak benimsenmiştir. 8. Hükümetin milli iradeye tabii olması, milli meclisi acilen toplaması ve milletin kaderine ilişkin kararları bu meclisin denetimine sunması gerekmektedir. Milli vicdandan doğan tüm cemiyetler her türlü fırkacılıktan uzak olan ve tüm Müslüman vatandaşların doğal üye olarak kabul edildiği Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir. 9. Kongre bir temsil heyeti seçmiş, köylerden vilayet merkezlerine kadar milli teşkilatlar güçlendirilip birleştirilmiştir. 8 oturum olarak yapılan kongrenin tutanakları için bkz. Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları. Sivas Kongresi Beyannamesi için bkz. A.g.e., s.113-115. 127 gerçekleşmesi için zamana ihtiyaç vardı. Sivas Kongresi ile, Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar bir bölgeye has kararlar olmaktan çıkarıldı, tüm yurda mal edilen kararlar hüviyetini aldı. Çalışmasının devamına imkân olmayan Erzurum’daki Temsil Heyeti’ne aralarında Refet Bey’in de bulunduğu yeni isimler eklenmek suretiyle işlevsel olabilecek bir sayıya ulaşıldı.308 Böylece Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti, 23 Nisan 1920 tarihinde Meclis’in açılacağı zamana kadar milletin tümü adına hareket etme ve karar alma yetkisine sahip oldu. b) Manda Meselesi Sivas Kongresi sırasında hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olan konulardan biri de manda meselesiydi. Manda meselesi kongrenin, Erzurum Kongresi’nce kabul edilen tüzük ve beyannamenin görüşülmesi dışındaki bir diğer gündemiydi. O günlerde ülkede Halide Edip, Ahmet Emin gibi kimselerle Milli Kongre Cemiyeti, Vahdet-i Milliye ve Milli Ahrar Fırkası’nın savunduğu Amerikan mandacılığı yanında, manda ve himaye yerine İngiliz dostluğu ve yardımını isteyen saray ve çevresi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi kesimler vardı. Amerikan mandasını isteyenler bu sayede doğu üzerinden fedakârlık yapmak suretiyle Arap vilayetlerinin kurtarılması umudunu taşımaktaydı. Milli Hareket ise henüz Amasya Kararları alınırken Mondros Mütarekesi sınırlarını kabul etmek suretiyle bu tavrın tam tersini savunmaktaydı. Esasında Erzurum Kongresi’nde manda ve himaye reddedilmiş, ancak bağımsızlığı ihlal etmeyecek bir devletin her 308 Nutuk, s.60; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.94-96. İğdemir, Refet Bey’in Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğü gereğince Temsil Heyeti’nde asgari sayıya ulaşabilmesi amacıyla Erzurum ve Sivas Kongreleri arasında Temsil Heyeti’ne alındığı kanaatindedir. Bkz. Uluğ İğdemir, Heyet-i Temsiliye Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1989, s.XII. 128 türlü yardımına açık olunduğunun altı çizilmişti. Halide Edip, 10 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup göndermiş, kendisini ve Rauf Bey’i ehven-i şer olarak gördüklerini ifade ettiği Amerikan mandasının kabul edilmesi fikrine katılmaya davet etmişti. Memleketin kurtarılması amacıyla çareler arayan Halide Edip’in başını çektiği bir grup, İstanbul’a gelen Amerikan King-Crane Tahkik Heyeti ile görüşmesinin ardından yegâne kurtuluş yolu olarak Amerikan mandasını görmüş, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i ikna etmek amacıyla Halide Edip tarafından kaleme alınan mektup işte o sıralarda Sivas’a ulaşmıştı. Mektubunda itilaf devletleri arasında Türkiye için yapılan çekişmelerden bahseden Halide Edip, Amerikan resmi çevreleri ve kamuoyunun Anadolu’da gerçekleştirilen mücadeleye olumlu baktığını söyleyerek ‘Biz İstanbul’da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye hudutlarını şamil olmak üzere muvakkat bir Amerikan mandasını ehven-i şer olarak görüyoruz.’ ifadelerini kullanmıştı. Halide Edip’in Amerikan mandası isteğinin gerekçesi, küçük ve zayıf bir Türkiye’nin azınlıklarla baş edemeyeceği, ülkenin imarı için hem para hem de güce ihtiyaç duyulduğu, Amerika’nın farklı unsurları başarılı bir şekilde idare ettiği ve bu başarısını başka milletlere de göstermek arzusunda olduğu şeklindeydi.309 Kâzım Karabekir Paşa da, 4 Eylül’de İsmet Bey’den bu yönde bir mektup ile Ahmet İzzet Paşa’dan Sivas Kongresi’ne gönderilmek üzere bir layiha aldığını, İsmet Bey’in ısrarlı takibine rağmen bunları gizleyerek Sivas’a göndermediğini söylemektedir.310 Yukarıda da bahsedildiği üzere esasında Erzurum Kongresi’nde bağımsızlığı ortadan kaldırmadan yapılacak bir dış yardımın memnuniyetle kabul edileceği kabul edilmişti. Açıkça kürsüye çıkıp savunmasalar da Erzurum Kongresi’nde dahi etkisi 309 310 Nutuk, s.64-66; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.144. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.53-57. 129 hissedilen Amerikan mandası taraftarları için Sivas Kongresi tam bir fırsat olarak görülmüştü. Amerikalı gazeteci Browne zaten bu amaçla Sivas’a gönderilmişti. İstanbul’dan kongreye katılan Kara Vasıf, Bekir Sami, İsmail Fazıl Paşa ile Hami ve Refet Beyler de manda fikrinin savunucularıydı ve bu isimler mandacılık fikrine mesafeli duran Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını engellemeye çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardı. Sivas Kongresi’ni bir fırsat olarak gören manda taraftarları, konunun gündeme gelmesiyle hararetli bir şekilde mandayı savunmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, toplantının başında ‘muhatabını sühuletle anlayan çok zeki bir genç’ olarak tarif ettiği Amerikalı gazeteci Browne’ın311 herhangi bir resmi sıfatı olmadığını, sözlerinin Amerika adına değil de kendi adına olduğunu, üstelik bu kişinin mandanın ne olduğu konusunda bilgiye sahip olmadığını ve ‘Manda siz ne derseniz odur’ dediğini söylemiş, ardından konu üzerinde biraz daha düşünülmesi için toplantıya on dakika ara vermişti.312 Manda konusu, 25 imzalı muhtıra ile 8 Eylül’de Heyet-i Temsiliye üyesi Bekir Sami Bey, İsmail Fazıl Paşa ve İsmail Hami Bey tarafından verilen önerge ile Mustafa Kemal Paşa’nın başkanı olduğu Teklif Encümeni’nde görüşülüp bir karara bağlanmadan kongre genel kuruluna geliyordu.313 Bu noktada taraftarlık gösterenler, itiraz eden cılız sesleri boğuyordu. İstiklâlden ödün verilmeksizin, istiklâli muhafaza şartıyla bir Amerikan mandası savunulduğu ifade ediliyordu. Manda fikrini hiçbir şekilde kabul etmeyenlere karşı Refet Bey ve İsmail Fazıl Paşa gibi kimseler 311 Amerikalı gazeteci Browne, Sivas Kongresi’ni izleyen tek yabancı gazetecidir. 2 Eylül’de Sivas’a gelen Browne, İstanbul’da Amerikan mandasını isteyenlerce Sivas’a gönderilmiştir. Amacı Sivas Kongresi’nin Amerikan mandası hakkındaki tutumunu öğrenmek ve Amerika’ya iletmektir. Bkz. Sarıhan, Kurtuluş, c.II, s.118. İrade-i Milliye’nin ikinci sayısında da Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve sair kongre azaları ile mülakat ve temaslarda bulunduğu ve milli emellere tercüman olacak raporlar verdiği ifade edilen Brown’a teşekkür edilmektedir. Bkz. İrade-i Milliye, 17 Eylül 1919. 312 İğdemir, Sivas…, s.47; Nutuk, s.70. 313 İğdemir, Sivas…, s.46; Goloğlu, Sivas…, s.103-104. 130 mandanın istiklâle engel olmadığını, manda ile kuvvet kazanınca istiklâle daha iyi sahip olunacağını, perişan halde savaştan çıkmış bir milletin parasız ve ordusuz müstakil bir hayatının olmayacağından hareketle Amerikan mandasını kabul etmenin zorunlu olduğunu söylüyorlardı.314 Konuşmalar sırasında mandanın ne olduğu konusunda tam bir bilgisizlik yaşandığı ortaya çıktı. Temsil Heyeti üyesi Raif Bey dışında manda fikrine açıkça karşı çıkan olmadı. Mandanın kabul edilmesi yönünde bir konuşma yapan Refet Bey, “…bilmediğimiz korkunç bir şeyin, tıpkı ecel gibi bir şeyin karşısındayız. Ona doğru koşuyoruz ve bu 315 defa koşmak lazım!” ifadelerini kullandı. Bununla beraber manda taraftarları, henüz kongre başlamadan önce özel toplantılar yapmaya başlamıştı. Mandacılık fikrinin Amasya Kararları’nın altına imzasını atan yol arkadaşlarından Refet Bey’i dahi sarmış olması meselenin ne kadar hassas olduğunun göstergesiydi. Tartışmalar hararetli bir şekilde devam ederken söz alan Rauf Bey, mandanın bağımsızlığı yok edeceğini, bu yüzden Amerikan mandaterliğini değil de Amerikan yardımını kabul etmek gerektiğini söyledikten sonra Erzurum Kongresi’nde iç ve dış bağımsızlığı ihlal ve memleketi işgal fikri olmayan bir devletin fenni ve iktisadi yardımının kabul edileceği kararının alındığını ve şimdi yardım istenecek bu devletin Amerika olduğunu söylemenin bir mahzuru olmadığını ifade etti. Rauf Bey konuşmasında Browne ile yaptığı manda ve Türkiye’nin itilaf güçlerince bölünmesi konusundaki görüşmesini de kongreye aktardı. Browne’ın, senatonun henüz karar vermediğini, ancak Anadolu ve Rumeli’nin temsilcisi olan sizler bir karar verirseniz bizim girişimimizi kolaylaştırırsınız dediğini, kendisinin de Browne’a: ‘Eğer Amerika teklifimizi kabul etmezse artık hiçbir devletle müzakere edemeyecek duruma 314 315 Kongrede manda konusundaki konuşmalar için bkz. İğdemir, Sivas…, s.48-75. İğdemir, Sivas…, s.59; Tevetoğlu, Atatürk’le…, s.43. 131 düşeriz’ cevabı verdiğini, bunun üzerine Browne’ın ‘Eğer Amerika kabul etmezse zaten taksim edileceksiniz’ dediğini aktardı. Bunun yanında Amerika’yı açık bir şekilde istemeleri durumunda ise merkezi hükümetin eline vatanı sattıkları yönünde bir silah vereceklerini, bundan önce meşru bir hükümet ve bir meclis gerektiğini söyleyen Rauf Bey’e Browne, azınlıkların aleyhte propagandalarından da bahsederek Amerikan kongresinden bir heyetin bu etkileri bertaraf etmek için incelemelerde bulunmasını teklif etmelerini önermişti. Rauf Bey de oy birliği ile bir heyet davet etmeyi kongreye önermeyi teklif etti ve böylece Amerikan mandası üzerine yapılan hararetli tartışmalar Rauf Bey’in konuşmasıyla ilk olarak meşru bir hükümet ve meclis, sonra da manda kararı şeklinde bir çözüm önerisine dönüşmüş oldu.316 Netice itibarıyla Amerikan Kongresi’nden keyfi kararlara imkân tanınmadan önce memleketteki hal ve şartları tetkik edecek bir heyet davet ederek Amerikan desteğinin sağlanması önerisi oy birliği ile kabul edilerek karara bağlandı ve Sivas Milli Kongresi adına Başkan Mustafa Kemal Paşa ile Başkan Vekilleri Rauf Bey ve İsmail Fazıl Paşa’nın imzaladıkları bir mektup Amerikan Kongresi’ne gönderildi.317 Yukarıda manda konusunda tam bir bilgisizlik olduğunun ortaya çıktığını söylemiştik. Bu noktada o günlerde mandadan ne anlaşıldığına da değinmekte fayda vardır. Sivas Kongresi sırasında manda konusunda konuşanlar içinde manda fikrini en çok savunanların dahi istiklâlden bahsetmesi mandanın ne olduğunun tam da anlaşılmadığının bir göstergesiydi. Kongre katılımcıları mandayı bir anlamda ülkenin düzlüğe çıkarılması için istiklâle halel getirmeyen bir devletin desteği ve bir dış yardım olarak algılamaktaydı. Örneğin Refet Bey, “…Bizim Amerikan mandasını kabul 316 İğdemir, Sivas…, s.73-75. Atatürk’ün Tamim…, s.65; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, sayı 31, s.146-147; Cebesoy, Milli…, s.207-208. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek hatırlamadığını ve bu mektuba özel bir önem de atfetmemiş olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Nutuk, s.77. 317 132 etmekten maksadımız, bütün cemiyetleri esir eden, kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak ve sakin ve milletlerin vicdanlarına riayetkar Amerika’yı kabul etmektir… Amerika’dan uzaktayız, o gelip bizi İngiltere gibi tazyik edemez!… Bir de diyelim ki biz harici ve dahili istiklâl-i tam isteriz! Fakat acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan evvel, bizi acaba kendi başımıza bırakacaklar mı bırakmayacaklar mı? bunu düşünelim… eğer biz bugün bir devletin kefaleti altında bir sulh akdedecek olursak, ileride müsait şerait altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi faidemizi temin ederiz. Lakin eğer menfi bir vaziyet hasıl olacak olursa acaba büsbütün ziyan etmiş olmayacak mıyız? ... herhalde bir kefalete ihtiyacımız var… tek bir kefalet olması müreccahtır; bu da ancak Amerika olabilir. Bu işi bitirmek için herhalde bir Amerikan kefaleti kabul etmek mecburiyetindeyiz. Yirminci asırda beş yüz milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek münbit (verimli) olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira varidatı (geliri) olan bir kavim için müzaherat-ı hariciye (dış yardım) olmaksızın idame-i hayat etmek (yaşamak) imkanı olamaz … Eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir muharebe açılsa, düşmanımız Yunanistan’dan vapurlarla asker getireceği halde biz Erzurum’da hangi şimendiferlerle asker getireceğiz? Binaenaleyh Amerikan mandası her şeyden evvel bir kefil ve müzahir bulmak için lazımdır; şimdiye kadar ne çektiysek, hep İngiltere’den çektik. Bu sebeple İngiltere’nin elinde oyuncak olmamak için herhalde 318 onun rakibi olan Amerikan’ın mandasına muhtacız…” ifadeleriyle istiklâlden tamamen vazgeçmek istenmese de uzak ve istila emeli beslemeyen bir Amerika’yı, yakın ve işgalci bir İngiltere’ye tercih etmekteydi. Bununla beraber konuşmasının sonundaki “Biz kati ve tam istiklâlimizi isteyelim, halen ve atiyen, dahilen ve haricen mugayir-i tefehhüm olabilecek her türlü mandayı da istemediğimizi söyleyelim. Fazla olarak Cemiyet-i Akvam’a hemen veya kariben duhulümüz hakkını tamamen temin edebilecek fenni, sınai bir yardım, bir müzaheret isteyelim; herhalde Amerika müzaheretini şu veya bu şerait altında istemeliyiz … İster Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi Amerika’yı zımnen gösterir ve istersek Amerika sözünü açıktan açığa telaffuz ederiz; veyahut Amerika ayanına hitaben bir mektup yazılır… bu mektupta: “Biz ne komiteyiz ne Bolşevik’iz. Biz vatanımızın halası ve istiklâli için çalışıyoruz; biz sizden bu hususta muavenet istiyoruz. Bu arzumuzu Erzurum Kongresi beyannamesiyle de ihsas etmiştik. Siz bir karar vermeden gelin burayı görünüz. Geliniz, anlayınız; biz doğrudan doğruya kabiliyet-i hayatiyeyi haiz 318 İğdemir, Sivas…, s.58-59. 133 bir milletiz, bu memleketi imar edin diyebiliriz.” sözlerinde tam bağımsızlık ve manda kavramları iç içe geçmekte, mandanın ne olduğu konusunda tam bir kafa karışıklığı göze çarpmaktadır. Bununla beraber Amerikan Başkanı Wilson tarafından Ermenistan mandası açısından Türkiye’yi incelemekle görevli kalabalık bir Amerikan inceleme heyetinin başında bulunan ve kongrenin tamamlanmasından sonraki günlerde Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşı Rauf Bey’le bir görüşme yapan Amerikan Genelkurmay Başkanı General Harbord’un ‘…onların manda sözüyle anladıkları, bizim görüşümüzden farklıdır. Onlara göre manda ağabeyin kardeşine önerileri gibi bir şey. İç işlerine veya uluslararası ilişkilere karışmadan, herhangi bir otorite ortaya koymadan 319 uygulanan bir ilişki.” şeklindeki sözleri de bu tezi desteklemektedir. Harbord’a göre mandayı bir ağabey nasihati ve himayesi olarak gören Türkler, ağabey olarak Türkiye’yi parçalama planını uygulamaya koyan İngiltere’yi değil, kendisine coğrafi olarak uzak ve milletlerin kendi kaderini tayin etmesini destekleyen Amerika’yı tercih etmekteydiler. Mandayı ‘kendi gücümüzle toparlanamayacağımız mülahazasıyla, İngiltere veya Amerika gibi bir büyük devletin geçici bir zaman için himaye şeklinde yardımını isteyip, kabul etmek’ şeklinde tarif eden ve ‘Biz Anadolu’da ne Erzurum’da ne de Sivas’ta böyle bir şey düşünmemiştik’320 diyen Rauf Bey’in Sivas Kongresi sırasında ‘memleketimize karşı en bitaraf vaziyette bulunan Amerika’nın muzaheretini kabule mecburuz.’ şeklindeki sözlerini de bu bağlamda değerlendirmek lazımdır. Akşin, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşalar gibi mandaya karşı olduğu bilinen isimlerin İngiliz desteği altındaki saray ve hükümete karşı Amerika’nın desteğini almaya çalıştıkları, hükümeti düşürmek ve yerine meşruti bir hükümet 319 Seçil Karal Akgün, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve (Ermeni Meselesi’ne Dair) Raporu (Kurtuluş Savaşı Başlangıcında), Kervan Kitapçılık, İstanbul, 1981, s.111. 320 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.144. 134 kurmak düşüncesiyle bu destekten faydalandıklarını söylemektedir.321 Bu noktada Kâzım Karabekir Paşa, ne kendisinin ne de Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in kesin bir mecburiyet olmadıkça manda fikrine yanaşacaklarını, bu mecburiyetin de ancak milli varlıklarını sarf ettikten sonra gerçekleşebileceğini, yine de bunun bir sır olarak kalacağını söylemektedir.322 Mazhar Müfit Kansu da, Erzurum’dan itibaren manda lehinde olduğuna şahit olmadığını söylediği Rauf Bey’in, toplantıdan önceki kulis çalışmaları sırasında “Manda diyenler bilmelidir ki… Biz tam istiklâlciyiz ve tam müstakil 323 (bağımsız) bir Türkiye istiyoruz” dediğini aktarmaktadır. Refet Bey gibi mandaya taraftar olduğunu açıkça ifade eden kimselerin kongre sırasında sarf ettiği sözler, kendilerinin tam bağımsızlığın millet eliyle kazanılacağına dair bir ümitsizlik, ciddi bir endişe içinde bulunduklarını ve Milli Hareket’e güvenmezmiş gibi bir tutuma sahip olduklarını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Bu noktada yurtseverliklerinden şüphe edilemeyecek kişilerin kongre sırasındaki sözleri ve bağımsızlığa halel getirmeyecek bir dış yardıma olan ihtiyacı dile getirmeleri, bağımsızlık ihlal edilmeden bir dış yardım nasıl alınabilir sorusunu akla getirmektedir. İşte bu nedenle Mustafa Kemal Paşa, menfaat ortaklığı olmayan bir Amerikan yardımından ziyade menfaatlerin örtüştüğü bir Sovyet yardımını temin etmek amacıyla girişimlerde bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa Türkiye gibi zayıf ve fakir bir ülkenin ciddi bir mücadeleye girişebilmesi için mutlaka bir dış yardım alması gerektiği düşüncesindeydi. Ancak bu yardımın sınırları da ülkenin iç ve dış bağımsızlığına saygı duyan ve işgal emeli beslemeyecek bir ülkenin kabul edileceği şeklinde çizilmiş, Erzurum Kongresi’nin 7. maddesiyle bu yönde bir karar da alınmıştı. Erzurum Kongresi’nde kastedilen ülke bizce de Amerika olsa da, Sivas 321 Akşin, İstanbul…, c.I, s.533. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.128,173. 323 Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.238. 322 135 Kongresi sırasında bu sınırların aşılacağına dair işaretler Mustafa Kemal Paşa’yı Amerikan yardımının kabul edilmesi fikrinden uzaklaştırmıştı. Zaten Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devleti kurulmasına taraftar olan Amerika’nın bu işten nasıl bir menfaat sağlayacağı da bilinmemekteydi. Bu nedenle kısa süre sonra Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa Moskova’ya gönderilecek, karşılıklı çıkarların örtüştüğü başka bir devlet olan Sovyet Rusya ile temasın sağlanması için çaba gösterilecek, böylece Sivas Kongresi sırasında zirve noktasına ulaşan Amerikan mandası fikri zamanla etkinliğini kaybedecekti. Bu bağlamda Amerikan mandasının kabulü yönündeki şiddetli eğilime rağmen Sivas Kongresi’nde bu doğrultuda bir karar alınmaması ve Rauf Bey’in önerisiyle bir ara formül bulunması Milli Hareket’in geleceği açısında isabetli bir sonuç olmuştur. Kongre sırasında Başkan Mustafa Kemal Paşa manda konusundaki tartışmalara net bir şekilde karşı çıkmamış ve manda taraftarlarına, söylemek istediklerini ifade imkanı tanımıştı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Alaşehir delegesi Mahmut Macit Bey’in ‘Asıl maksat bu değildir; asıl mesele bundan sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandater kim olacak? budur’ şeklindeki sözlerinden sonra devreye girerek devletin istiklâlinden vazgeçmemesi ve devletle milletin zararlı tazyiklere karşı bir dış yardıma ihtiyaç duyup duymaması şeklinde iki noktanın olduğunu, bu nedenle konunun Teklif Encümeni’ne havale edildikten sonra kongreye getirilmesini istemişti. Bu istek, Mustafa Kemal Paşa için mandacıları oyalama taktiği olarak yorumlanabilirse de kaybedilecek vakit olmadığını söyleyen manda taraftarlarının ikna edilmesi söz konusu olmamıştı.324 Mustafa Kemal Paşa, bağımsızlığı muhafaza şartıyla bir mandanın kabul edilmesini 324 İğdemir, Sivas…, s.52-53. 136 dahi kabul etmemiş, tam bağımsızlık ilkesini esas almıştı. Kongre sırasında mandayı ima eden tek bir cümle kurmadığı gibi manda lehinde bir karar alınmaması için çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa için Erzurum Kongresi beyannamesinin ilgili maddesindeki ‘istila emeli beslemeyen herhangi bir devlet’ ibaresinden Rauf Bey’in Amerika manasını çıkarması ancak bir yanlış anlamadan ibaret olabilirdi. Kendisine göre, ne Erzurum Kongresi heyeti ne de Sivas Kongresi heyeti Rauf Bey’le bu noktada aynı kanaatteydi. Refet Bey de kongre sırasındaki konuşmasında Rauf Bey ile benzer bir okuma yapmış ve Erzurum Kongresi beyannamesinde dolaylı olarak işaret edilen devletin Amerika olduğunu söylemişti. Mustafa Kemal Paşa ise Nutuk’ta Sivas Kongresi beyannamesinin 7. maddesini aynen yazmakta ve bu maddenin neresinde manda ve mandater devletin Amerika olacağına dair bir işaret olduğunu sormaktadır. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, Refet Bey’in konuşmasından sonra bu yönde devam etmesini beklediği konuşmaların etkisini azaltmak ve özel görüşmelerle bazı kimseleri aydınlatmak için on dakika ara verdiğini söylemiş,325 manda lehinde bir karar alınmamasından yana bir duruş sergilemişti. Neyse ki Rauf Bey’in önerisi üzerine kabul edilen ara formül ile manda lehinde bir karar alınmamış ve Milli Hareket tam bağımsızlık rotasından sapmamıştı. Burada bir noktaya daha değinmekte yarar görmekteyiz. Türkiye’de Amerikan mandasına karşı bir temayül varken Amerika tarafından durumun nasıl göründüğüne de bakmak gerekmektedir. Acaba Amerika manda konusuyla neden ilgilenmekteydi? Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı öncesinde yapılan gizli anlaşmalardan haberdar olmayan ve sonlarında girdiği savaşın seyrini değiştiren Amerika, başkanı Wilson aracılığıyla savaşın bitmesinden önce barış şartlarını dünya kamuoyuna ilan etmişti. 325 Nutuk, s.75-76. 137 14 maddelik bu ilkelerin 12. maddesi Osmanlı Devleti’nin çoğunluğu Türk olan kesimlerinin Türklere bırakılması, ancak Türk hakimiyeti altında yaşayan milletlere de kendi kaderlerini belirleme hakkı verilmesine dairdi. Bu madde Avrupa’nın galip devletleri için gizli anlaşmaların uygulanamaması anlamına geldiğinden, Avrupa devletleri Paris Konferansı’nda kendileri için bir engel teşkil etmesini istemedikleri Amerika’ya Türk toprakları üzerinde bir mandater devlet olma önerisinde bulunmuştu. Galip Avrupa devletlerinin bir başka planı ise Doğu Anadolu topraklarını da kaplayan geniş bir alanda bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması idi. Amerika, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan tehcir nedeniyle ülkesine gelen Ermenilerin de etkisiyle zaten Osmanlı sorununun içine girmişti. Avrupa’nın Amerika’ya yaptığı bu manda önerisinin kabul görmesi Amerikan kamuoyu ile senatosunun onayının alınması ile mümkün olabilirdi. Wilson da bu öneriyi zaten senatoya kabul ettirme şartıyla kabul etmişti. İşte Amerikan Genelkurmay Başkanı General Harbord’un Anadolu’ya gelmesinin ve Sivas Kongresi’nin tamamlanmasından sonraki günlerde Milli Hareket temsilcileriyle görüşmesinin nedeni aşağıda da görüleceği üzere Türkiye üzerine bir Amerikan mandasının uygulanabilirliği ile Doğu Anadolu topraklarını da içine alan geniş bir bölgede bir Ermenistan devletinin kurulması planının gerçekçiliği üzerine bir inceleme yapmaktı.326 c) Ali Galip Olayı Ali Fuat Paşa, 14 Ağustos’ta yukarıda da bahsedildiği gibi İstanbul Hükümeti’nin Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’i ölü veya canlı ele geçirmek üzere üç-dört kişilik 326 Akgün, General…, s.5. 138 çetelerden oluşan otuz kadar Kürt ve Arnavut subayına görev verdiğini bildirmiş, bir hafta sonra da İngilizler tarafından Ankara üzerinden gönderilen bir grubu haber vermişti.327 Bu türlü tehlikeler yürünmekte olan yolda başa gelmesi muhtemel tehlikelerdi ve şimdi de kendisini Sivas Kongresi sırasında göstermişti. Sivas Kongresi’nin ikinci gününde doğu illerinde bir Kürt devleti için çalışan İngiliz binbaşısı Noel ile, tanınmış bazı Kürt reisleri önderliğindeki bir grup Malatya’da bir araya geldi. Orada bulunan süvari alayı komutanının, sayıları az olduğu gerekçesiyle Kürtçü önderleri tutuklayamadığı öğrenildi.328 Elaziz Valisi Ali Galip’in de bu sırada Malatya’ya gelerek Noel ve beraberindekilerle görüştüğü duyuldu.329 Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa, bahsedilen kimselerin derhal tutuklanarak Sivas’a getirilmesi emrini verdi. Bu sırada Sivas Valisi Reşit Paşa’ya gelen bir telgraf üzerine Mustafa Kemal Paşa, maiyetindeki zabitlerden bazıları aracılığıyla telgrafhanedeki bütün haberleşme evraklarına el koydu. Bulunan evraklar arasında Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ile Dahiliye Nazırı Adil Bey’in Elaziz Valisi Ali Galip ile yaptıkları görüşmeler de vardı. Bir haftadan beri devam ettiği anlaşılan yazışmalar, İstanbul Hükümeti’nin Elaziz Valisi Ali Galip’ten, peşine takacağı 100-150 kadar Kürt süvarisiyle beklenmedik bir zamanda Sivas’a gidip, vilayet ve komutanlığı ele geçirmesini ve kongreyi dağıtarak üyelerini yakalama isteğinde bulunduğunu ortaya çıkardı.330 Bu hizmetlerine karşılık Ali Galip, Sivas Kongresi’ni dağıtmadan evvel iki derece terfi ettirilerek, önce kurmay albaylığa sonra da paşalığa getirilmesi 327 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.127; Akşin, İstanbul…, c.I, s.542. Nutuk, s.78-80; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.83-84; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.199; Akşin, İstanbul…, c.I, s.544. Mustafa Kemal Paşa, aynı yerde Noel’in amacının Kürtleri Kürdistan teşkil etme vaadiyle kandırıp kendilerine karşı bir suikast girişimi olduğunu söylemektedir. 329 Jaeschke, Noel’in Ali Galip’le bir tesadüf sonucu karşılaştığını söylemektedir. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.144. 330 Nutuk, s.85-87; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.84; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 227-232. Bu belgeler, İrade-i Milliye’nin ikinci sayısında vesaik-i ihanet (ihanet belgeleri) adı altında yayımlanmıştır. Bkz. İrade-i Milliye, 17 Eylül 1919. 328 139 dışında çok sayıda talepte bulunmuş ve bu talepleri nazırlar tarafından kabul edilmişti. Bir türlü Malatya’dan hareket edemeyen Ali Galip, Mustafa Kemal Paşa’nın aldığı tedbirler karşısında herhangi bir girişimde bulunamadan Urfa üzerinden Halep’e kaçtı, oradan da İstanbul’a ulaştı.331 Kâzım Karabekir Paşa da Doğu Anadolu’daki bazı birliklerin Malatya ve Elaziz tarafına kaydırılması gibi tedbirlere başvurmuştu.332 Ali Galip Olayı dışında Milli Hareket’i tehdit eden bir gelişme de Ankara Valisi Muhittin Paşa’nın, emrindeki jandarmalarla birlikte teftiş süsü vererek Sivas Kongresi’ni basma planıydı. Ancak planın haber alınması üzerine Ali Fuat Paşa ile Keskin Kuva-yı Milliye Reisi Rıza Bey’e emir verilmiş ve Muhitin Paşa, yanındaki jandarma alay komutanının da yardımıyla Çorum’da bulunduğu sırada Kuva-yı Milliye birlikleri tarafından tutuklanarak Sivas’a getirilmişti.333 Ali Galip Olayı, Sivas’ta bir tedirginlik oluşturmakla beraber Milli Hareket ile bu girişimin arkasında olduğu anlaşılan İstanbul Hükümeti arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesini ve İstanbul ile her türlü haberleşmenin kesilmesini beraberinde getirdi. İstanbul Hükümeti’nin bu girişimine çok sinirlenen Mustafa Kemal Paşa’nın, durumu doğrudan Padişah’a arz etme noktasındaki ısrarlı çabaları Damat Ferit Paşa tarafından sürekli engellendi. 11 Eylül’de Padişah’a hitaben hazırlanan bir telgrafın tüm kolordu komutanları tarafından çekilerek Padişah’a ulaştırılması planı da sonuç vermeyince, kongre heyeti imzasıyla çekilen bir telgrafla kendisine bir saat mühlet verildiği, engellemelerin devam etmesi halinde İstanbul Hükümeti ile her türlü iletişimin kesileceği bildirildi. Ertesi gün de bir netice alınamayınca, hükümetin Padişah ile millet arasına engel koymakta inat etmesi gerekçe gösterilerek meşru bir hükümet iş başına gelinceye kadar İstanbul Hükümeti ile iletişimin kesildiği yine 331 Nutuk, s.92; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.112. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.232; Nutuk, s.82. 333 Kansu, Erzurum’dan…, s.295. 332 140 kongre heyeti imzasıyla tebliğ edildi.334 İstanbul ile olan iletişimin kesilmesi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’nin Anadolu’da geçici bir hükümet kurması anlamına gelmekteydi. Bu geçici hükümetin ilk icraatlarından biri illere, sancaklara, belediyelere ve Cemiyetin merkez kurullarına bir genelge göndermek olmuştu. Bu genelge ile Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin bir oldu bitti neticesinde barış anlaşmasını imzalayabileceğinden hareketle, en önemli meselenin seçimlerin yapılması için yürürlükteki kanunlara göre bir hazırlık yapılması olduğu duyuruldu.335 Mustafa Kemal Paşa, Padişah’a İstanbul Hükümeti’ni ancak 14 Eylül’de çekebildiği bir telgrafla şikayet edebildi. Bu telgrafta ülkenin içinde bulunduğu felaketin sadece savaşı kaybetmekten ileri gelmediğini, bunda Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin de etkisinin olduğunu söyleyen Mustafa Kemal Paşa, milletin emellerini savunacak bir kabinenin kurulmaması halinde milletin girişimlerini kimsenin engelleyemeyeceğini de ilave etti.336 Öte yandan İstanbul Hükümeti ile iletişimin kesilmesi kararı aşağıda da görüleceği üzere Kâzım Karabekir Paşa başta olmak üzere bazı kimseler tarafından doğru bulunmamıştı. d) Sivas Kongresi Sonrası Gelişmeler İstanbul Hükümeti ile her türlü iletişimin kesildiği Sivas Kongresi’nin bitiminden ilişkilerin yeniden kurulacağı Amasya Görüşmeleri’ne kadar olan süre Milli Mücadele’nin en sıkıntılı dönemlerinden biri oldu. Ülke çapında teşkilatlanan Milli Hareket, İstanbul Hükümeti ile tüm iletişimini keserek Anadolu’da bir anlamda 334 Nutuk, s.92-95; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.236; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.113-114; Baykal, Heyet-i…, s.3. İrade-i Milliye’nin 17 Eylül 1919 tarihli ikinci sayısında yer alan ve İsmail Hami Bey tarafından kaleme alınan makalede, İstanbul Hükümeti ile ilişkilerin kesilmesi konusu ‘Milletin ilk adımı: Ferit Paşa Kabinesi ile kat-ı münasebet’ başlığı ile verilmiştir. Bkz. İrade-i Milliye, 17 Eylül 1919. 335 Nutuk Vesikalar, vesika 55; Özalp, Milli…, c.I, s.57. 336 Nutuk Vesikalar, vesika 97; Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.276-278. 141 geçici bir hükümet kurmuş ve bu durumun önüne geçmek isteyen Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin ana hedefi haline gelmişti. Öte yandan kongreler sırasında kendisine bağlılık ifade edilen Padişah da Damat Ferit Paşa’nın yanında yer almış, yapılması gerekenin, barış konferansına gitmek ve yakın bir zamanda gerçekleşmesini ümit ettiği barışı itidal içinde beklemek olduğunu söyleyen, aynı zamanda Milli Hareket temsilcilerini ikilik çıkarmak ve Meclis’in toplanmasını geciktirmekle suçlayan 20 Eylül tarihli bir beyanname yayımlamıştı.337 İstanbul Hükümeti ile ilişkilere son verilmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa, kendi imzasıyla artık hükümet yerine Temsil Heyeti’ne başvurulmasını da istediği 6 maddelik bir genelge yayımladı. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşüncede olmayanlar vardı. Temsil Kurulu üyesi Servet Bey ile Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’ya çektikleri telgraflarda Erzurum Kongresi kararlarından başka kararların alınmasını ve İstanbul ile iletişimi kesme kararının kabul edilemez olduğu düşüncesini dile getirdi.338 Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa ise, 17 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa’ya şikâyetlerini samimi üslupla dile getirdiği bir telgraf gönderdi. Kâzım Karabekir Paşa telinde, Sivas’tan gönderilen tebligat ve tamimlerin her zaman umumi kongre adı ile gönderilmediğini ve kendilerine danışılmadan karar alınmasından duyduğu rahatsızlığı 10 Eylül’de İstanbul Hükümeti ile olan haberleşme özelinde dile getirdi. Bununla beraber Temsil Heyeti ve kongre kararlarının daima imzasız bir şekilde Temsil Heyeti adına gönderilmesi ricasında bulundu.339 İki gün sonra verdiği cevapta Kâzım Karabekir Paşa’nın itiraz noktalarını anlayışla karşıladığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, 337 Takvim-i Vakayi, 21 Eylül 1919, Alemdar, Akşam, Vakit, Peyam, 21 Eylül 1919; Nutuk, s.105; Türkgeldi, Görüp…, s.241; Cebesoy, Milli…, s.250-251. 338 Nutuk Vesikalar, vesika 91,114. 339 Nutuk, s.102-103; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.279; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s.128-129. 142 haberleşmenin telgrafhanede bulunduğu sırada beklenmedik bir şekilde başladığını, Dahiliye Nazırı’na karşı sert bir üslup kullandığını, bununla beraber İstanbul Hükümeti, saray ve yabancılarla yapılan haberleşmelerde Kongre Heyeti veya Temsil Heyeti imzasının kullanıldığını söyledi. Yalnız Amerikan Kongresi’ne yazılan bir mektubu kongre kararıyla içinde kendisinin de olduğu beş kişinin imza ettiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, bunun dışında kalan iç muhaberelerde kullanılan Temsil Heyeti imzasının, belirsizliği nedeniyle müzakere edildiğini ve karar ve tebliğleri prensip olarak bir şahsın imza etmesi kararının alındığını ifade etti. Kendisi tarafsız kalmasına rağmen bu yönde bir karar alındığını ilave eden Mustafa Kemal Paşa, çıktıkları bu yolda birlik ve beraberlik içinde, şahsı adına değil, arkadaşlarının samimi ve vicdani birliğiyle hareket ettiğini ifade ederek Kâzım Karabekir Paşa’yı ikna etmeye çalıştı.340 Bu türlü uyarıları sadece bununla kalmayacak olan Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele sırasında gerekli gördüğü her durumda Mustafa Kemal Paşa’yı kendince uyarmaktan geri kalmayacaktı. Kuşkusuz bu uyarılar kendisi için can sıkıcı gelişmeler olsa da Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin birleştirici ortamı içerisinde Kâzım Karabekir Paşa ile arasını bozabilecek herhangi bir girişimde bulunmayacak ve kendisini ikna etmeye çalışmak suretiyle yol arkadaşı ile yaşanabilmesi muhtemel gerginliklerin önüne geçecekti. 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın Amasya Kararları’ndan on gün kadar sonra Konya’dan ayrılarak İstanbul’a gidişini, kolordu komutanı Selahattin Bey’in habersiz bir şekilde İstanbul’a gitmesi takip edince Konya ve çevresi Milli Hareket aleyhtarı olduğu bilinen Vali Cemal Bey’in kontrolüne geçmiş, Konya’da duruma hakim olması için de yol arkadaşlarından Albay Refet Bey görevlendirilmişti. Durumdan 340 Nutuk, s.103-104; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.297-299. Rauf Bey de, Kâzım Karabekir Paşa’ya anlaşmazlığa yol açacak bir durumun olmadığını ifade eden bir telgraf çektiğini söylemektedir. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.114-115; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.308-309. 143 haberdar olan Vali Cemal Bey, mahkûmlardan bir kuvvet oluşturmak istemişse de halkın harekete geçmesi üzerine 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmak durumunda kalmıştı. Refet Bey Konya’ya giderken Mustafa Kemal Paşa’dan kendisini 2. Ordu Müfettişliği’ne getirmesini talep etmişti. Bu talebi yadırgayan Mustafa Kemal Paşa, milli gayretler için resmi unvan ve yetkiler gerekiyorsa bunun zaten kendisinde de olmadığı şeklinde düşünmüştü.341 Amerikan Başkanı Wilson tarafından görevlendirilen General Harbord başkanlığındaki kalabalık bir Amerikan inceleme heyeti 20 Eylül’de Sivas’a geldi. İki gün sonra Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile uzun bir görüşme yapan heyete Milli Hareket’in maksat ve gayesi de anlatıldı.342 Bu heyetin seyahati Temsil Heyeti tarafından yakından izlenmekteydi. Zira heyetin Türkiye’de Amerikan mandasının kurulması konusunda bir rapor hazırlayacağı ve bu raporun Amerikan senatosunun kararını oluşturacağı bilinmekte, bunun yanında senatonun tarafsızlık içinde bir karar alması istenmekteydi.343 Harbord ile olan görüşmede Milli Hareket’in Müslüman olmayanlara karşı şiddet göstermeyeceğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, General Harbord’a özellikle Ermenileri rahatlatmak amacıyla bir beyanname yayımlayacağı sözünü verdi. Bu hamle Milli Hareket’in barış yanlısı tutumunu ortaya koyması bakımından önemliydi. Rauf Bey’e göre bu görüşme Milli Hareket’in kendisini Amerikan inceleme heyetine anlatma imkânı bulduğu ve onlara Mili Hareket’i hesaba katmadan Türkiye meselesinin halledilemeyeceğini gösteren bir görüşme oldu.344 Akgün, Harbord’un Mustafa Kemal Paşa ile olan görüşmesinin çok önemli 341 Nutuk, s.114-115. A.g.e., s.115; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.148; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.247-248. 343 Akgün, General…, s.103. 344 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.179. 342 144 olduğunu, öyle ki işgallerle toprakları bölünmek istenen Türk halkının ‘kanlarının son damlasına kadar savaşacakları’ kararının bu görüşmeyle net bir şekilde öğrenildiğini vurguladıktan sonra, adı Türkiye dışında yeni yeni duyulmaya başlanan Mustafa Kemal Paşa’ya da ilk kez bir yabancı tarafından liderlik niteliğinin tanındığını söylemektedir.345 General Harbord, muhtemel Amerikan mandasının lehinde ve aleyhinde görüşlerini sıraladığı ve kendi kanaatlerini yansıtmadığı bir rapor hazırlayacak, Başkan Wilson da 16 Ekim 1919 tarihli bu raporu senatoya sunacaktı. Senato da Wilson’un kendisine sunduğu öneriyi 1 Haziran 1920 tarihinde 23’e karşı 52 oyla reddedecek ve böylece Türkiye’nin Doğu Anadolu topraklarını da kapsayan bir Ermenistan devleti üzerinde Amerika mandası kurulması fikri senato tarafından kabul edilmeyecekti.346 İstanbul ile iletişimin kesilmesinin ardından İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın Selanik’ten arkadaşı olan Abdülkerim Paşa vasıtasıyla Eylül ayı sonlarında Mustafa Kemal Paşa ile telgraf başında görüştü. Abdülkerim Paşa Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmeye çalışırken hükümetin istifasını ve milletin güvenini kazanmış yeni bir hükümetin kurulmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, itilaf devletlerinin tarafsızlaştığı ve Kuva-yı Milliye’nin İstanbul üzerine yürümeye hazırlandığı gibi tehditkar ifadeler kullandı.347 Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı etki bırakmış olmalı ki, Damat Ferit Paşa Hükümeti görüşme tutanağının Padişah’a sunulmasının ardından Ekim ayı başında istifa etmek durumunda kaldı.348 Bununla beraber, zaten 1919 yılı 345 Akgün, General…, s.160. Akgün’ün çalışmasında, General Harbord Raporu ile Doğu Anadolu illerinde iddia edildiği gibi bir Ermeni çoğunluğunun bulunmadığının ortaya çıkması yanında yola çıkarken bir Ermenistan ve katliamlar göreceği düşüncesinde olan Harbord’un ne bir Ermenistan ne de katliamlar gördüğü itirafında bulunduğunun da altı çizilmektedir ki, bu zanların gerçekle arasındaki farkı göstermesi bakımından dikkat çekicidir. 346 Vakit, 6 Haziran 1920; Akgün, General…, s.158. 347 Nutuk Vesikalar, vesika 112; Baykal, Heyet-i…, s. 9. 348 Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.322; Akşam, 2 Ekim 1919; Alemdar, Peyam, Vakit, 3 Ekim 1919. 145 Eylül ayı sonuna kadar İstanbul, İzmit ve Eskişehir merkezleri dışında İstanbul Hükümeti’nin fiilen etkili olduğu bir yer de kalmamıştı. e) Sivas Kongresi Sonrasında Ali Fuat Paşa ve Refet Bey Sivas Kongresi’nin 9 Eylül tarihli oturumunda Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu’daki tüm milli güçlerin bir çatı altında toplanması amacına yönelik olarak, Batı Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Komutanı olarak görevlendirilmişti. Kâzım Karabekir Paşa’nın kanunsuzluğa açılan bir kapı olduğu gerekçesiyle olumlu karşılamadığı bu durum, ordu birliklerinin bir anlamda Kuva-yı Milliye haline gelmesi demekti.349 Ali Fuat Paşa, her ne kadar yeni unvanını kullanması fiilen mümkün olmasa da, Eskişehir bölgesine hakim olabilmek için İngilizler ve İstanbul Hükümeti ile mücadeleye devam edecekti. Paşa, Eskişehir’in Milli Hareket’e bağlanması için çalışmalarına devam ederken350 Temsil Heyeti de Mutasarrıf Hilmi Bey’den İstanbul ile irtibatı keserek milli kongreye bağlandığını bildirmesini ve ihtilafa son vermesini isteyecekti.351 Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulmasıyla birlikte İstanbul ve Edirne’yi de içine alan Batı Anadolu kolordularının başına müfettiş olarak Ali Fuat Paşa’nın getirilmesi amaçlansa da bu gerçekleşmeyecek, kendisinin 20. Kolordu Komutanlığı’na iadesi de mümkün 349 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.175; Akşin, İstanbul…, c.I, s.557-558. Mustafa Kemal Paşa kongreye Ali Fuat Paşa’dan gelen bir telgraf sunmuştu. Ali Fuat Paşa tarafından askeri makamlara çekilmiş olan bu tel, İngilizlerin Konya, Eskişehir, İstanbul demiryolunu işgal etme çabalarına karşılık alınacak tedbirleri içeriyordu. Kongre bu tedbirleri onaylamış ve ardından Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile Ali Fuat Paşa Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Komutanı olarak görevlendirilmişti. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.II, s.76. 350 Eylül ayı başlarında Ali Fuat Paşa’nın yerine 20. Kolordu Komutanlığı’na tayin edilen Kiraz Hamdi Paşa da o günlerde Eskişehir’de bulunmaktaydı. 16 Eylül’de kendisine İstanbul’a gitmesi gerektiği bildirildi. Paşa kısa süre sonra İstanbul’a gidecektir. Bkz. Nutuk, s.113. 351 Cebesoy, Milli…, s.237. 146 olmayacaktı. 9 Ekim’de Eskişehir’deki faaliyetlerine352 son vererek Bilecik’e gitmeyi planlayan Ali Fuat Paşa, İstanbul Hükümeti’nin engellemesi üzerine Seyitgazi’den ileri geçemeyecekti. Kafasında Umum Kuva-yı Milliye Komutanı olarak İzmir cephesine gitmek ve buraları düzensizlikten kurtarmak olsa da İstanbul Hükümeti ile ilişkileri bozmaya kadar gidecek bir yola tevessül etmeyerek bu kararından vazgeçecek ve 22 Ekim’de davet edildiği Sivas’ta yapılacak komutanlar toplantısı öncesinde Ankara’ya gelecekti. Bu sıralarda Ankara Valiliği’ne tayin edilen Ziya Paşa’yı istemeyen Ankara halkı, eşraf nezdinde hükümete müracaat ederek kararı protesto edecek ve Vali’yi kabul etmeyeceğini bildirecekti. Ali Fuat Paşa Ankara’ya geldikten sonra hükümet Vali’yi geri çağırmak suretiyle Vali Vekili Defterdar Yahya Bey’i yerinde bırakacaktı.353 Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti 23 Ekim’de Ali Fuat Paşa’nın 2. Kolordu’nun başına yeniden geçmesi, Refet Bey’in de Aydın bölgesi Kuva-yı Milliye Komutanlığı’na getirilmesi kararını alsa da bu görevlendirmeler resmiyete dökülemedi. 13 Aralık’ta Ali Fuat Paşa hava değişimi aldı ve komutanlığı 24. Fırka Komutanı Mahmut Bey’e bıraktı. Refet Bey de Kasım ayı başında ulaştığı ve Demirci Mehmet Efe zeybekleri tarafından karşılandığı Nazilli’de 1920 Mart’ına kadar kalsa da pek başarılı olamadı. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa, Refet Bey’in Demirci Efe’den komutayı almadığını ya da buna izin verilmediğini, 2 Aralık’ta alınan Temsil Heyeti’nin bu tür görüşmelerin yapılmaması yönündeki kararına rağmen Refet Bey’in, bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a giderek bazı arkadaşları ile 352 Nutuk, s.113; Ali Fuat Paşa, 9 Eylül-6 Ekim tarihleri arasındaki bu faaliyetleri ile İngilizlerin Eskişehir ve Afyon’dan çekilmelerini sağlamış, Temsil Heyeti’ni cesaretlendirmiş, bu suretle de Batı Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Kumandanlığı’na getirilmişti. Bkz. Aydemir, Tek…, c.II, s.126-127. 353 Cebesoy, Milli…, s.277-282. Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’dan Ziya Paşa’nın gönderilmemesini rica etmesine rağmen Paşa Eskişehir’e kadar gelecek, ancak izin alarak İstanbul’a geri dönecekti. Bkz. Nutuk, s.186-187. 147 görüşmeler yaptıktan sonra Bursa’ya gittiğini söylemektedir. Refet Bey’in başına buyruk tavırlarından rahatsızlığını dile getiren Mustafa Kemal Paşa, kendisinin İstanbul ile ne gibi bir ilişkisi olabileceğini sormakta ve Nazilli-Balıkesir-Bursa yolunun İstanbul’dan geçmesini anlamakta zorlandığını söylemektedir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, ‘hafif’ olarak nitelendirdiği bu hareket nedeniyle düzenli ordunun kurulacağı ana kadar Aydın ve Salihli cephelerinde sevk ve idarenin kurulamadığının da altını çizmektedir.354 f) Yeni Bir Dönem Yeni Bir Kabine Mustafa Kemal Paşa’nın başını çektiği Milli Hareket’i şiddetle bastırma hedefine ulaşamayan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa etmek durumunda kalması ve yeni kabinenin 2 Ekim’de Ali Rıza Paşa tarafından kurulması Kuva-yı Milliye’nin önemli bir başarısı ve yeni bir dönemin başladığının habercisiydi. Yeni hükümetin Harbiye Nazırı 2. Ordu Müfettişi iken Amasya Kararları’na onay veren, ancak bu onaydan on gün kadar sonra izin alarak İstanbul’a giden Mersinli Cemal Paşa idi. Öyle ki Ali Fuat Paşa kendisi için “tamamen bizden sayılırdı.” ve “Kendisini hükümet içinde Kuva-yı 355 Milliye’nin bir mümessili olarak görüyorduk.” ifadelerini kullanmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ise malum hareketinden dolayı kendisini Milli Hareket’in bir temsilcisi olarak göremeyeceğini ifade etse de, Paşa’nın kabine içinde bir Milli Hareket temsilcisi olarak görülmesinde bir sakınca görmedi.356 Kabinenin kurulmasının ertesi günü Ali Rıza Paşa ile temas sağlanarak Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirlenen esasları, barış konferansı temsilcisi olarak milletin itimadını kazanmış kimseleri atamayı ve 354 Nutuk, s.190-191. Akşin, Refet Bey’in komuta edememesinin nedeni olarak kendisi ile birlikte yaveri, emir subayı ve Binbaşı Nazım’ın maaşlarının Redd-i İlhak Harekât-ı Milliye Heyet-i Milliyesinden alınmasını göstermektedir. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.II, s.78-79. 355 Cebesoy, Milli…, s.265. 356 Baykal, Heyet-i…, s.14; Nutuk, s.142, 244. 148 Meclis toplanıncaya kadar milletin kaderi hakkında bir karar almamayı kabul ettiği takdirde kendilerine destek verileceği bildirildi. Mustafa Kemal Paşa komutanlardan da İstanbul’a telgraf çekmelerini, Ali Fuat Paşa ve Refet Bey’in 20. ve 12. Kolordu komutanlıklarına getirilmeleri, lağvedilen müfettişliklerin yeniden kurularak doğudaki birliklerin Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul ve Edirne’yi de içine alan batıdakilerin ise Ali Fuat Paşa’nın emrine verilmesi gibi isteklerin de içinde olduğu bazı taleplerde bulunmalarını istemişti.357 İstanbul ile Ankara arasında günlerce süren haberleşmeler sonunda anlaşma sağlandı ve vatanın kurtarılması için beraber çalışılacağı her iki tarafça yayımlanan beyannamelerle millete duyuruldu. Anlaşmanın sağlanmasından sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti yeni hükümete destek verileceği ve hükümet işlerine karışılmayacağından başka bir an önce seçimlerin yapılması için tedbirler alınacağını karara bağladı.358 Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa da beyannamenin neşrinin ardından millet adına Padişah’a bir sadakat ve teşekkür telgrafı gönderdi.359 Böylece Temsil Kurulu, 12 Eylül’de kestiği İstanbul ile haberleşmeyi serbest bırakmış oldu. Damat Ferit Paşa döneminde Posta Telgraf Genel Müdürlüğü’ne getirilen ve Milli Hareket karşıtı eylemleriyle dikkat çeken Refik Halit’i 9 Ekim’de görevinden alan360 İstanbul Hükümeti, aynı gün yayımladığı bir kararname ile de seçimlerin bir an önce yapılması emrini verdi.361 Yeni hükümetle birlikte İstanbul’a bir serbestlik de hakim olmaya başladı. Milli Hareket’in nasıl başladığına dair yazılar, Erzurum Kongresi kararları, Sivas Kongresi beyannamesi ve Mustafa Kemal 357 Nutuk, s.130-133; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.367-370; Cebesoy, Milli…, s.266-269. Nutuk, s.153-154; Nutuk Vesikalar, vesika 137; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.180-181. Türkgeldi’ye göre yeni kabine başlıca mesaisini Anadolu’daki Milli Hareket ile ihtilafı çözmeye harcamış, Salih Paşa’yı müzakereler için Amasya’ya göndermek suretiyle de anlaşmaya muvaffak olmuştu. Bkz. Türkgeldi, Görüp…, s.251. 359 Nutuk, s.145-146; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s. 111-112; Alemdar, İleri, Vakit, 9 Ekim 1919. 360 İleri, 10 Ekim 1919. 361 Takvim-i Vakayi, 11 Ekim 1919. 358 149 Paşa’nın Temsil Heyeti adına imza ettiği 19 Eylül tarihli beyanname İstanbul gazetelerinde yer alırken, Anafartalar ve Hamidiye Kahramanları olarak takdim edilen Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le Ali Fuat Paşa’nın resimleri gazete sütunlarını süslemekteydi.362 Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa, 8 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf daha gönderdi. Bu defa Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile bazı Temsil Heyeti üyelerinin seçimlerden sonra hükümet işlerine müdahale etmemelerini ve kabine içinde bulunmamalarını isteyen Kâzım Karabekir Paşa, bir grup vasıtasıyla kabinenin denetlenmesi işinin üstlenilmesini, ancak bu şekilde kabine, ayan ve saray dengesinin sağlanarak milli isteklere sahip çıkılacağını ifade etti. Zaten Mustafa Kemal Paşa da işin en önemli yanının, ülkede milli bir teşkilat kurulması ve bu teşkilattan destek alacak bir grubun başında Meclis’te çalışmak olduğunun farkındaydı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, hükümet kurmaya veya mevcut hükümete girmeye çalışmanın faydasız bir iş olduğu kanaatini de taşımaktaydı.363 Kâzım Karabekir Paşa’nın Meclis’in açılmasının gündeme geldiği bir dönemde gönderdiği telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya söyleme gereği duyduğu konular Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüklerinden farklı değildi. g) Amasya Görüşmesi İstanbul Hükümeti ile Ankara arasındaki anlaşmazlık konularından biri seçimlerin yapılmasının ardından Meclis’in nerede toplanacağı idi. Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in Anadolu’nun güvenli bir ilinde toplanması gerektiği düşüncesindeydi. Hem Meclis’in nerede toplanacağının tespiti hem de hükümetin iç ve dış politikasıyla 362 363 İstiklâl, Vakit, 5 Ekim 1919; Akşam, 6 Ekim 1919. Nutuk, s.146-147; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.384. 150 öteki hususların ele alınması amacıyla iki taraf arasında bir görüşme yapılması kararına varıldı. Görüşme teklifinin İstanbul Hükümeti’nden gelmesi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’nin İstanbul Hükümeti tarafından resmen tanınması anlamına gelmekteydi. Cemal Paşa, İstanbul Hükümeti adına Temsil Heyeti ile görüşme işinin Bahriye Nazırı Salih Paşa’ya verildiğini ve Ankara’dan görüşme yerinin neresi olacağı ile görüşmeye kimlerin katılacağının kendilerine bildirilmesini istedi. Mustafa Kemal Paşa da Amasya’da yapılması önerilen görüşmeye Rauf ve Bekir Sami Beylerle birlikte katılacağını ifade etti.364 Mustafa Kemal Paşa işte bu görüşme öncesinde 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Konya’da bulunan Refet Beylerle birlikte Ankara, Diyarbakır ve Balıkesir’de bulunan kolordu komutanlarına bu görüşmeden ve konuşulması muhtemel konulardan bahsetmiş ve düşüncelerini kendisine bildirmelerini istemişti.365 Öte yandan Mustafa Kemal Paşa 11 Ekim’de, yakında gerçekleşmesi söz konusu olan seçimler için Konya’da bulunan Refet, Balıkesir’de bulunan Kâzım (Özalp) ve Bursa’da bulunan Bekir Sami Beylere gönderdiği tel ile Milli Hareket’in daha da genişletilmesi için çalışmalarda bulunulmasını, Milli Hareket’e yakın isimlerin seçilmesi için çalışılmasını ve seçimlere Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına girecek isimlerin bildirilmesini istedi.366 Amasya Kararları’nın dört ay sonrasında Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey yanlarında bulunan Bekir Sami Bey’le birlikte 20 Ekim 1919 tarihinde İstanbul Hükümeti’nin Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Amasya’da bir araya geldiler. Üç gün boyunca devam eden müzakereler, İstanbul Hükümeti temsilcisi Salih Paşa ile Temsil Kurulu arasında ikisi gizli ve imzalanmamış olarak kalan beş protokol haline 364 Nutuk, s.156. Nutuk Vesikalar, vesika 156; Baykal, Heyet-i…, s.20-21; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.392. 366 Nutuk Vesikalar, vesika 147-149. 365 151 getirildi. Buna göre, seçimlerde ittihatçılıkla itham edilen kimselerin seçilmemesi için çalışılması, Hıristiyan unsurların da seçime katılmalarının sağlanması, görevinden azledilen Milli Hareket yanlısı memurların eski görevlerine iade edilmesi, Malta’da tutuklu bulunanların İstanbul’a getirilmesi için çaba gösterilmesi, yurda zararlı derneklerin çalışmalarına engel olunması gibi birçok konu üzerinde fikir birliğine varıldı. İmzalanmayan protokollerden biri barış konferansına gidecek olan isimleri içermekte ve esas dışına çıkmamak kaydıyla bu noktada hükümeti serbest bırakmaktaydı. Salih Paşa kendi adına kabul ettiğini söylediği Meclis’in İstanbul dışında toplanması meselesini hükümetine kabul ettirmek için gayret edeceği, kabul ettiremediği takdirde de istifa edeceği sözünü verdi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa için Amasya Görüşmesi’nin en mühim noktası kuşkusuz Meclis’in İstanbul dışında bir yerde toplanmasının Salih Paşa’ya kabul ettirilmesiydi.367 Ancak Salih Paşa bu durumu hükümete kabul ettiremeyecek ve hükümet Meclis’in İstanbul dışında bir yerde toplanmasına razı olmayacaktı. Ali Fuat Paşa’ya göre de mebusların ısrarı üzerine Anadolu’da toplanacak bir meclise Padişah ve Ayan azası mebuslar gelemezdi. Kanun-ı Esasi’ye göre Meclis’in istenilen yerde toplanması için sadece mebusların değil, Padişah ve Ayan Meclisi’nin de kararına gerek vardı. Bununla beraber o günlerde İstanbul ile irtibatı keserek Anadolu’da milli bir hükümet kurmaya ne kamuoyu ne de Milli Hareket temsilcileri hazır durumdaydı.368 Meclis’in Anadolu’da açılması fikri İstanbul tarafından kabul edilmeyecek olsa da seçimlerin bir an önce yapılmasının karara bağlanması ve Milli Hareket’in İstanbul tarafından tanınmış olması bu görüşmeyi önemli kılan noktalardı. 367 368 Nutuk, s.165-167; Nutuk Vesikalar, vesika 160; Baykal, Heyet-i…, s.29-30. Cebesoy, Milli…, s.289-290. 152 Temsil Heyeti 13 Ekim’de Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Şevket Paşa’ya bir tel çekerek Meclis’in İstanbul’da toplanmasına dair fikrini sormuş, komutanın cevabı Amasya Görüşmeleri sırasında gelmişti. Paşa, Meclis’in İstanbul’da toplanmasında bir sakınca görmediğini, ancak itilaf güçlerinin Mustafa Kemal Paşa ve Cemiyetin önde gelen isimlerine saldırabileceklerini, bu nedenle Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet Beyler gibi isimlerin barış yapılıncaya kadar İstanbul’a gelmemelerini, hatta mebus olmak ve askerlik mesleğine girmek gibi o günlerde gazetelerde çıkan haberleri de yalanlamaları gerektiğini söylemişti. Amasya Görüşmesi’nden sonra Salih Paşa ile birlikte İstanbul’a giderek bazı temaslarda bulunan Temsil Heyeti üyesi Kara Vasıf Bey de Ekim ayı sonlarında, yaptığı görüşmelerin sonuçlarını aktardıktan sonra Meclis’in İstanbul’da toplanması, ancak Mustafa Kemal Paşa ile Rauf ve Bekir Sami Beylerin İstanbul’a gitmemesi gerektiğini söylemişti.369 Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in Amasya’da olduğu 19 Ekim 1919 tarihinde Sivas’ta Şeyh Recep’in başını çektiği bir grup gece yarısı Sivas telgrafhanesini basarak saraya ve daha başka yerlere Mustafa Kemal Paşa ve Milli Hareket aleyhinde telgraflar çekmişti. Temsil Heyeti ile İstanbul Hükümeti arasındaki ilişkilerin düzeldiğine ancak Salih Paşa’nın söylemesi halinde kesin olarak kanaat getireceklerini söyleyen bu grup Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle etkisiz hale getirilmiş ve telgrafhane yeniden kontrol altına alınmıştı.370 369 370 Nutuk, s.178-179; Nutuk Vesikalar, vesika 176,179,180. Nutuk, s.167-170; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.181; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.429. 153 h) Komutanlar Toplantısı 16 Kasım 1919 tarihinde Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında başlayan komutanlar toplantısına Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarla birlikte öteki komutanların çoğu ile Rauf, Kara Vasıf, Bekir Sami, Mazhar Müfit ve eski Washington elçisi Alfred Rüstem Beyler gibi kimseler katılmıştı. Aydın Kuva-yı Milliye Komutanı olarak Nazilli’de görevli olduğu için toplantıya katılamayan Temsil Heyeti üyesi Refet Bey dışındaki Amasya Kararları’nı alan yol arkadaşlarını, Amasya’dan beri ilk kez bir araya getiren toplantıda özellikle Meclis’in nerede toplanacağının tespiti, Meclis’in açılmasından sonra Milli Hareket’in nasıl bir şekil alacağı ve barış konferansının alacağı karar üzerine nasıl bir tavır takınılacağı gibi konular görüşülmüştü.371 Meclis’in nerede toplanacağı konusunda komutanlar arasında da Müdafaa-i Hukuk merkezleri arasında da tam bir görüş birliği oluşmamıştı. Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Meclis’in Anadolu’nun herhangi bir yerinde toplanmasına karşı çıkmış ve kesinlikle İstanbul’da toplanması gerektiğini bildirmişti. Mustafa Kemal Paşa ise İstanbul dışında bir yerde Meclis’in toplanması yönündeki düşüncesini Amasya Görüşmeleri sırasında Salih Paşa’ya kabul ettirmişse de, Salih Paşa İstanbul Hükümeti’ne bu durumu kabul ettiremediğini bildirmişti. İşte bu toplantıda Meclis’in nerede toplanacağı etraflıca ele alınmıştı. Mazhar Müfit Bey, İstanbul dışında toplanmasını istedikleri Meclis’in bir tehlikeye maruz kalacağını, bu nedenle Meclis’in hükümetin de onay verdiği Anadolu’nun güvenli bir yerinde toplanması gerektiği yönündeki Temsil Heyeti görüşünü toplantıda ortaya koymuş, 371 İğdemir, Heyet-i…, s. IX, 26; Nutuk, s.181-182; Cebesoy, Milli…,s.286; Karabekir, İstiklâl Harbimizin…, s. 148-150; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.442. 154 İstanbul’da toplanmayacak olan bu meclisin bir meclis-i müessisan (kurucu meclis) olması taraftarı olduğunu söylemişti.372 Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf Bey Meclis’in İstanbul’da toplanması gerektiği düşüncesindeydi. Kâzım Karabekir Paşa, Meclis’in Anadolu’da toplanması durumunda dahi mebusların İstanbul’da toplanabileceğini, bu durumun Temsil Heyeti’ni içte ve dışta milletin temsilcisi olmaktan çıkaracağını, öte yandan Anadolu’da toplanılması mıntıkalarından itirazlar halinde bile yükseleceğini, İstanbul’da bunun da toplanacak milli birliği mebusların sağlamayı zorlaştıracağını ve milli davaya büyük zarar vereceğini söyledi.373 Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, Meclis’in İstanbul’da toplanması durumunda bir ömrü olamayacağını, İngilizlerin ilk fırsatta mebusları tutuklayıp sürgün edeceklerini ve milli hükümetin kurulması için en ideal zamanın işte o zaman olduğunu da ifade etti. Bu durumda Padişah ve İstanbul Hükümeti’nin ihaneti, en azından ‘ahmaklığı’ herkes tarafından kabul edilecek ve milli hükümet Anadolu’nun göbeğinde bir güneş gibi doğacaktı. Kâzım Karabekir Paşa açıkladığı bu nedenlerden dolayı Meclis’in ilk olarak İstanbul’da toplanmasını gerekli görmekteydi. Rauf Bey’in İngilizlerin böyle davranmaması durumunda ne olacağı sorusuna Kâzım Karabekir Paşa, yüzde sekseni Anadolu’dan giden mebusların Milli Hareket çizgisinde olduklarını bilen İngilizlerin, kabul edilmesi mümkün olmayan bir barış anlaşmasının reddedilmesi durumunda Meclis’i ortadan kaldırma işine girişecekleri cevabını verdi. Bu konuşmaların ardından yaşananları Rauf Bey şöyle anlatmaktadır: “İngilizlerin bunu yapmamaları ihtimaline karşı, bu işi behemehâl tahakkuk ettirmek için, ben, tehlikeyi kabul ediyorum. İstanbul’a 372 373 İğdemir, Heyet-i…, s.14; Kansu, Erzurum’dan…, s.443. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.417. 155 Meclise gideceğim ve dediğiniz olmazsa, Anadolu’da Milli hükümeti kurmağa muvaffak olmanız için, Meclisin ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim. O anda heyecanım tesiriyle dilimin ucuna gelen bu ‘bomba’ sözü ile ‘İngilizleri Meclise karşı harekete tahrik edici bir çıkış yapmağı’ kastettiğim tabii anlaşılır… Kâzım Karabekir Paşa ani bir hareketle koltuğundan kalkarak, karşıma geldi ve: ‘Yüksek alnından bir kere daha öperim’ diye samimiyetle boynuma sarıldı ve şu sözleri söyledi: Milli kahramanlıktan çekinmeyeceğini emsaliyle bilirim. Siz gidiniz fakat orada acele etmeyiniz. İngilizlerin bu işi kendiliklerinden yapacaklarından şüpheniz olmasın. O zaman alacağımız ‘Rauf da hapsedildi. İstanbul’dan sürüldü’ haberi benim ruhumda derin yaralar açar. Sana çok acırım. Fakat sen vatanseverlik heyecan ve aşkı ile Milli hükümetin doğuşunda mühim bir amil olursun. Evet, bu işi başarmak için sen yetersin… İstanbul’a git; diğer arkadaşlar ve bilhassa Mustafa Kemal Paşa burada 374 kalmalı, İstanbul’a gitmemelidir.” Mustafa Kemal Paşa bu noktada Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey’den farklı düşünerek böyle bir fedakârlığa gerek olmadığı kanaatini taşıyacak, İstanbul’da toplanacak olan bir meclisin güven içinde çalışamayacağını dile getirecek, ancak yakın arkadaşlarının fikrini değiştiremeyecekti. Aradan geçecek olan zaman Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkaracak, Meclis’in basılacağı gün gelmeden önce Rauf Bey’e bir an önce yola çıkmasını söyleyecek, ancak Rauf Bey Komutanlar Toplantısı’nda dile getirdiği gibi doğru bildiğini yapmaktan geri kalmayarak kendisini Ankara yerine Malta’da bulacaktı. İki hafta kadar devam eden müzakerelerin ardından 29 Kasım’da sona eren Komutanlar Toplantısı’nda bir takım sakıncalar olmasına rağmen Meclis’in İstanbul’da toplanması gerektiği kararına varıldı. Bununla beraber seçilerek Meclis’e 374 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.208; Kâzım Karabekir Paşa da Rauf Bey’in tutumu karşısında “Rauf hayatıyla bunu temin edecekse pek kolaydır… belki seni kaybederiz. Fakat muvaffakiyetimiz kat’i olur.” diyecekti. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.418. İğdemir tarafından yayımlanan tutanaklarda Rauf Bey’in anılarında dile getirdiği bu karşılıklı konuşmalar yer almamakta, tutanaklarda yalnız Rauf Bey’in ‘… Meclis’i feshettirip nihayete kadar mukavemet etmek mütalaasındayım.’ sözleri yer almaktadır. Bkz. İğdemir, Heyet-i…, s.13. 156 gidecek olan mebusların belirli merkezlerde toplanarak gerek İstanbul, gerekse İstanbul dışında alınması gereken emniyet tedbirleriyle Meclis’te ne şekilde hareket edecekleri noktasında bilgilendirilmeleri de karara bağlandı. Toplantıda Temsil Heyeti’nin Meclis’in açılmasından sonraki durumu da ele alındı, mebusların tam bir emniyet ve özgürlük içinde vazifelerini yaptıklarına emin olunacağı güne kadar heyetin çalışmalarına devam etmesi gerektiği fikri benimsendi. O gün geldiğinde Temsil Heyeti’nin durumunun yapılacak olan genel kongrede ele alınacağı kararına varıldı.375 12 Ocak’ta açılacak olan Meclis-i Mebusan için seçimler, yaşanan bazı olaylara rağmen özgürlük içinde yapıldı. Goloğlu’na göre ne Mustafa Kemal Paşa ve milli kuruluşlar ne de İstanbul Hükümeti seçimlere müdahale edebilecek oranda güçlüydüler.376 Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın boykot ettiği bu seçimler sonunda Mustafa Kemal Paşa Erzurum’dan, Rauf Bey Sivas’tan, Refet Bey de İzmir’den mebus seçildiler. Komutanlar Toplantısı’nın sonlarında Ali Fuat Paşa’nın teklifi üzerine işgal atında olan yerlerin durumu da ele alınmıştı. Buna göre, Adana, Maraş, Antep ve Urfa’da hızlı bir şekilde Kuva-yı Milliye birlikleri oluşturulması ve işgal altındaki yerlerin üç mıntıkaya ayrılarak kendilerine yakın olan 3., 13. ve 2. Kolordularca yönetilmesi kararlaştırılmıştı. Ali Fuat Paşa bu amaçla 4 Aralık’ta Kayseri’de gidecek, Çukurova bölgesi Kuva-yı Milliye örgütlenmesiyle meşgul olacak ve 11 Aralık’ta Kayseri’den ayrılarak Ankara’ya doğru yola çıkacaktı. 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa bu 375 Nutuk, s.183; Baykal, Heyet-i…, s.59; İğdemir, Heyet-i…, s.38; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s,420; Cebesoy, Milli…, s.287; Kansu, Erzurum’dan…, s.445-446. 376 Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, Başnur Matbaası, Ankara,1970, s.45-47. 157 görevini iki ay hava değişimi almak suretiyle 13 Aralık’ta vekâleten 24. Tümen Komutanı Mahmut Bey’e bırakacaktı.377 i) Temsil Heyeti’nin Ankara’ya Gelişi Mustafa Kemal Paşa, 17 Aralık’ta yayımladığı bir genelgeyle yakın bir zamanda Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’nin Sivas’tan ayrılarak İstanbul’a yakın bir yere naklinin yapılacağı duyurdu.378 Seçim sonuçlarının ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Komutanlar Toplantısı’nda kararlaştırıldığı üzere Seyitgazi’ye gitmek üzere hazırlık yapmaktaydı. Bununla beraber Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Sivas’tan ayrılmadan hemen önce güvenliğin tam anlamıyla sağlandığını ifade ederek kendilerini Ankara’ya davet edince Seyitgazi’den vazgeçildi. Ankara, İstanbul’a yakınlığı, demiryolu bağlantısının varlığı, Ali Fuat Paşa’nın komutasındaki 2. Kolordu’nun karargâh merkezi olması ve halkının Milli Hareket’e yakınlığı gibi nedenlerden dolayı Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için cazip bir yerdi. Aynı zamanda İstanbul ile haberleşmeyi sağlayan bir merkez konumunda olan Ankara’ya gidilirse ulaştırma sıkıntısı da ortadan kalkmış olacaktı. İsmet İnönü, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’yı seçmesinin bir nedeni olarak Ali Fuat Paşa’nın burada bulunmasının getirdiği emniyet ve kolaylığı göstermektedir.379 Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa doğu illerini örgütsüz bırakacağı düşüncesiyle Temsil Heyeti’nin, değil Ankara’ya gitmek Sivas’ın batısına dahi geçmemesi gerektiği yönündeki düşüncesini 3 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmişti. Buna rağmen Paşa’nın Komutanlar Toplantısı’nda Temsil Heyeti’nin Seyitgazi'ye gitmesi 377 Cebesoy, Milli…, s.292-300. Nutuk Vesikalar, vesika 213. 379 İsmet İnönü, Hatıralar, c.I, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1987, s.179. 378 158 gündeme geldiğinde bir itirazda bulunmaması ve alınan kararların altına imzasını atması dikkat çekicidir. Hoş karşılamadığı durumları Mustafa Kemal Paşa’ya söylemekten çekinmeyen Kâzım Karabekir Paşa, Temsil Heyeti’nin Sivas’ın batısına geçmesini acaba neden istememişti? Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu konuya da değinmekte, Kâzım Karabekir Paşa’nın Temsil Heyeti’nin doğu vilayetlerinden uzaklaşmasının bölgedeki illerin teşkilatlanması bakımından bir bozulmayı beraberinde getireceği ve o zamana kadar mantıklı ve meşru olarak görevini yapan Heyet’in fena gösterilmesine yol açacağı riskinden dolayı farklı düşündüğünü söylemektedir. Aynı yerde kendi görüşünü de ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Temsil Heyeti’nin doğu vilayetlerinden ziyade batı vilayetlerine yakın olmasının çok daha mantıklı olduğunu söylemekte, Sivas’tan verilen emirler Ankara’dan da verileceği için bölgede bir teşkilat bozulması yaşanmayacağını belirtmektedir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, işgal altındaki batı bölgeleri için sağlam savunma cepheleri teşkil edilmesi gerektiğinden genel vaziyeti idare edenlerin ‘en mühim hedefe ve en yakın tehlikeye mümkün olduğu kadar yakın’ olmasının önemini vurgulamaktadır.380 Kâzım Karabekir Paşa Temsil Heyeti’nin Sivas’ın batısına gitmesini istememesinin bir nedeni olarak da kısa süre içinde sürekli yer değiştiren birkaç kişinin bir çete hareketi görüntüsüne neden olacağını söylemekte, Temsil Heyeti’nin kendi etkisiyle üç aya yakın bir zaman Sivas’ta kaldığını ifade etmektedir.381 Kâzım Karabekir Paşa’nın itirazları Mustafa Kemal Paşa’nın kararlılığını engelleyemedi. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le birlikte Temsil Heyeti üyelerinden Mazhar Müfit, Hakkı Behiç ve Şeyh Fevzi Efendi dışında misafir sayılan 380 381 Nutuk, s.223-224. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.365-366. 159 Alfred Rüstem, Doktor Refik (Saydam), Hüsrev (Gerede) Beyler ile yaverlerin de dahil olduğu heyet, 18 Aralık Perşembe günü Sivas’tan üç otomobille yola çıktı.382 İki gün sonra vardıkları Kayseri’de halkın büyük ilgisiyle karşılaştılar. Sonraki durak olan Hacıbektaş’ta Alevilerin önde gelen iki isminin ziyaret edilmesi ve Milli Hareket’in destekleneceği sözünün alınması Milli Mücadele açısından önemliydi. 27 Aralık’ta Ankara’ya ulaşan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti, Ali Fuat Paşa, şehrin ileri gelenleri ve halkın coşkun tezahüratıyla karşılandıktan sonra Ziraat Mektebi binasına yerleşti.383 İlk günler Ankara halkıyla temas edilerek yapılan bilgilendirme toplantılarıyla geçti. Bu toplantılarda itilaf devletlerinin sözlerinde durmayarak işgallere giriştiği, ancak hükümetin bu işgalleri protesto dahi edemediği, ülkedeki yabancı etkisinin geldiği noktayı ve mütareke sırasındaki sınırların esas alınması gerektiği halka anlatıldı. Bu sözlere İzmir’in işgalinin milleti örgütlenmeye ittiği ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin devrilmesinin ardından Meclis’in toplanacak olmasının millete ait bir başarı olduğu da ilave edildi.384 17 Aralık’ta henüz Sivas’ta iken, yayımlanan bir tamimle seçilecek mebusların İstanbul’a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne merkezlerinde toplanacağı ve hem İstanbul, hem de İstanbul dışındaki yerlerde alınacak emniyet tedbirleriyle Meclis’te Milli Hareket esaslarını savunacak bir grup 382 Rauf Bey anılarında 22 Aralık’ta yola çıktıklarını söylemekteyse de Temsil Heyeti’nin Ankara’ya gitmek üzere Sivas’tan ayrıldığı tarih 18 Aralık 1919’dur. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.209; Atatürk’ün Tamim…, s.149; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.487; Sarıhan, Kurtuluş…, c.II, s.282; Kocatürk, Atatürk..., s.123. 383 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.209; Cebesoy, Milli…, s.301-303; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.490-500 384 Nutuk Vesikalar, vesika 220. Sivas’ta iken Temsil Heyeti’nin yayım organı İrade-i Milliye gazetesiydi. İmtiyaz sahibinin gazeteyi Ankara’ya nakletmeyi kabul etmemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldikten sonra Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurdurdu. Bkz. Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.503. İlk sayısı 10 Ocak 1920’de yayımlanan gazetenin kuruluş amacı, gazetenin üst kısmında yer alan ‘mesleği: milletin iradesini hakim kılmaktır.’ cümlesi ile açıklanmıştı. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 10 Ocak 1920. 160 oluşturulması konusunda müzakerelerde bulunulacağı kararı alınmıştı. Bununla beraber her livadan birer, vilayet ve müstakil livalardan ikişer mebusun Temsil Heyeti’ne üye seçileceği, İstanbul’a gitmeden önce Eskişehir yakınlarında toplanılacağı ve Temsil Heyeti ile Meclis’teki hareket tarzı üzerine bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra İstanbul’a gidileceği de söylenmişti. Öte yandan Temsil Heyeti’nin Seyitgazi’ye değil de, merkez olarak seçtiği Ankara’ya gelmesinden sonra 29 Aralık’ta yapılan bir düzeltmeyle sadece seçilen üyelerin değil mümkün olan tüm mebusların 5 Ocak’tan itibaren Ankara’da toplanması istendi.385 Mebus seçilenlerden Ankara’ya gelebilenlerle gerçekleştirilen bu görüşmelerde Meclis’in İstanbul’da toplanmasının uygun görüldüğü, bununla beraber kendilerinden Meclis’te vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı gayesini savunmak üzere Müdafaa-i Hukuk adını taşıyacak bir grup kurmaları istenmişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, bir fikir vermek amacıyla ilk müsveddeleri kaleme alınmış olan Misak-ı Milli’nin Meclis’te kabul edilmesini ve kendisinin Meclis başkanı olarak seçilmesini de istemişti.386 2.5. MECLİS-İ MEBUSAN GÜNLERİ a) Meclis-i Mebusan’ın Açılışı Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Rum ve Ermeni unsurların katılmadığı seçimler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilcilerinin başarısıyla tamamlandı. İstanbul’da toplanmaya başlayan mebusların farklı fırkalardan olmasını arzu eden Vahdettin, İstanbul seçimlerinden İttihatçı adayların zaferle çıkması üzerine hükümeti yine İttihatçıların elde edeceği endişesine kapıldığından Meclis’in 385 386 Nutuk Vesikalar, vesika 214; Cebesoy, Milli…, s.308. Nutuk, s.240-242; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.209. 161 açılmasını geciktirmekteydi. Mebuslar, Meclis’in bir an önce açılması için Sadrazam Ali Rıza Paşa’yı, Ali Rıza Paşa da sarayı sıkıştırmaktaydı.387 Padişah’ın tavrı fazla uzun sürmedi, nihayet Meclis-i Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde 72 mebusun katılımıyla açıldı.388 Bilindiği gibi Padişah İttihatçılardan oluşan önceki Meclis’i İngilizlerin isteği üzerine 21 Aralık 1918 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa’nın mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a varmasından kısa bir süre sonra kapatmıştı. Milli Hareket temsilcileri gerek Amasya Kararları, gerekse Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Meclis’in açılması ve ülkenin kaderiyle ilgili konuların milletin temsilcileri tarafından kararlaştırılması gerektiğini duyurmuştu. Damat Ferit Paşa hükümetleri seçimlerin yapılıp Meclis’in açılacağına dair açıklamalarda bulunduysa da bu gerçekleşmemiş, son Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşürülmesiyle birlikte yerine kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti, Milli Hareket temsilcileriyle seçimlerin yapılması ve Meclis’in açılması konusunda uzlaşmıştı. Padişah Vahdettin’in rahatsızlığını gerekçe göstererek katılmadığı açılışta Padişah’ın nutkunu Sadrazam Ali Rıza Paşa okumuştu. Erzurum mebusu seçilen Mustafa Kemal Paşa, önceden kararlaştırıldığı üzere Ankara’da kalarak İstanbul’a gitmezken Sivas mebusu seçilen Rauf Bey, Trabzon’dan seçilen Hüsrev (Gerede) Bey ile İstanbul’a gitmişti.389 Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’ya Rauf Bey’in İstanbul’a gitmesi ve barış konferansına temsilci olarak katılması konusundaki fikrini sormuş, kendisinden müspet cevap almıştı. Zira yapılan görüşmeler Rauf Bey’in de İstanbul’a gitmesini ve Meclis’te milli esaslara bağlı bir grubun varlığını gerekli kılmaktaydı.390 387 Türkgeldi, Görüp…, s.252. Vakit, 12-13 Ocak 1920. Takvimi Vakayi’nin 12 Ocak 1920 tarihli sayısında Meclis-i Mebusan’ın değil, Meclis-i Umumi’nin açıldığını haber veren Padişah iradesinin çıktığı duyurulmakta, ertesi günkü sayıda da Ali Rıza Paşa tarafından Meclis’te okunan Padişah’ın konuşması yayımlanmaktadır. 389 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.210. 390 Atatürk’ün Tamim…, s.159; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.477. 388 162 Meclis’in açılması münasebetiyle Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla Meclis-i Mebusan Başkanlığı’na bir tebrik telgrafı gönderirken, bir başka telgraf ile de hastalığını gerekçe göstererek Meclis’in açılışına katılmayan Padişah Vahdettin’e geçmiş olsun dileğini iletmişti.391 b) Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis-i Mebusan Başkanlığı Meselesi Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gidecek olan mebuslardan Ankara’da iken kendisinin Meclis-i Mebusan başkanlığına seçilmesini istemiş, ancak Ocak ayı sonunda yapılan başkanlık divanı seçimleri sonunda başkanlığa İstanbul mebusu Reşat Hikmet Bey seçilmişti. Rauf Bey, başkanlığa kendisinin seçilmesinin uygun olacağını söylemiş olan Mustafa Kemal Paşa’ya bu konudaki bazı kaygıları aktarmış, mebuslarla yaptığı görüşmelerde Mustafa Kemal Paşa’nın her ihtimale karşı Temsil Heyeti’nin başında kalması gerektiği ve İstanbul’a gelmesi uygun olmadığı için başkanlığı üstlenmesinin doğal olmayan bir durum ortaya çıkaracağı gibi endişelerden bahsetmişti. Meclis’in dışarıda imiş görüntüsü vereceği ve Temsil Heyeti’ne taraftar olanların dahi böyle bir durumda Mustafa Kemal Paşa’ya oy vermekten kaçınacakları şeklindeki İstanbul’daki Milli Hareket temsilcileri açısından kanaatler Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis başkanlığına getirilmesinin önündeki engeller olarak görülmüştü. Mebusların Mustafa Kemal Paşa’ya duyduğu saygıdan da bahseden Rauf Bey mebusların kendisinin Meclis başkanı olarak değil, milletin başında bir ‘nigehban’ (gözcü) olarak kalmasını istediğini de aktarmıştı.392 Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın başkan olmaktaki ısrarının sebebi esasında bir 391 392 Atatürk’ün Tamim…, s.174-175. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, s.240-241. 163 hesaba dayanmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa hesabını Meclis’in dağıtılacağı, böylece Ankara’da yeniden toplanacağı ve mebusları Meclis-i Mebusan Başkanı sıfatıyla Ankara’ya davet edebilmek için başkanlığa seçilmesi gerekliliği üzerine yapmıştı. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın başkan seçilmesi halinde kendisinin İstanbul’a gitmeyecek olması zaten kimseye söylenmeyecek ve Meclis, başkan vekilleri tarafından idare edilecekti. Milli Hareket temsilcilerinin Ankara’dayken bu yolda çalışacakları vaadinde bulunmalarına rağmen, Mustafa Kemal Paşa’nın beklentisi dışında bir haber alması kendisi için bir hayal kırıklığı anlamına gelmekteydi.393 Rauf Bey’e cevabında seçilme ihtimali yoksa Meclis başkanlığı için adaylığının konulmamasını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Meclis başkanının illa İstanbul’da olması gerekiyorsa seçildikten sonra da istifasının mümkün olduğunu, amacın milletin hakkını Meclis başkanı sıfatıyla ileride savunmak olduğunu ifade etmişti.394 Neticede yukarıda sayılan gerekçelerle 31 Ocak’ta yapılan Meclis başkanlığı seçimleri sırasında Mustafa Kemal Paşa aday gösterilmemiş ve başkanlığa Reşat Hikmet Bey seçilmişti.395 c) Felâh-ı Vatan Grubu ve Misak-ı Milli’nin Kabulü 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’daki mebuslar içerisinde Milli Hareket temsilcisi olarak 80 kadar isim bulunmaktaydı. Meclis’in yaklaşık üçte ikilik kısmını oluşturan bu mebuslar Ankara’da kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine 7 Şubat günü Felâh-ı Vatan adı verilen bir grup 393 Nutuk, s.242; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.240-241. Tunçay, Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Hareket’in yasallığının onaylanması için de Meclis başkanlığına getirilmesini istediğini söylemektedir ki, bizce de bu yaklaşım Mustafa Kemal Paşa gibi bir liderin hesapları arasında bulunabilecek bir yaklaşımdır. Bkz. Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması 19231931, Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul, 1999, s.32. 394 Nutuk Vesikalar, vesika 231. 395 Alemdar, Vakit, 1 Şubat 1920. 164 kurdu. Grubun Müdafaa-i Hukuk yerine Felâh-ı Vatan adıyla kurulması başkanlık noktasında hayal kırıklığına uğrayan Mustafa Kemal Paşa için beklenmedik ikinci bir kötü haber hüviyetindeydi. Öyle ki yıllar sonra bile öfkesi sözlerine yansıyacak ve Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta Müdafaa-i Hukuk Grubu kurmayı vicdan ve millet borcu olarak görmeleri gerekip de üzerine düşen vazifeyi yapmayanlar için imansız, cebin (korkak), cahil, nankör, hotperest (kendini beğenmiş) gibi sıfatlar kullanmaktan çekinmeyecekti. Hatta 1927 yılında Nutuk’u okurken grubun adını Fellâh-ı Vatan olarak söyleyecekti.396 Temsil Kurulu üyesi ve Hakkari mebusu Mazhar Müfit Bey de herkesin ayrı bir havada olduğunu söylediği Felâh-ı Vatan Grubu’ndan bir fayda beklentisi içinde olmadığını, bu nedenle yeni bir Müdafaa-i Hukuk grubu kurmayı önerdiğini ve hatta o günlerde Ankara’ya dönmek istediğini söyleyecekti.397 Meclis-i Mebusan’ın açılmasının üzerinden on gün dahi geçmemişti ki, tarihler 20 Ocak 1920’yi gösterirken İngilizler Ali Rıza Paşa Hükümeti’ne bir nota vermek suretiyle Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın 48 saat içinde çekilmelerini istedi.398 Gelişmelerden haberdar olan Mustafa Kemal Paşa, bu noktada Cemal Paşa’nın kesinlikle çekilmemesi gerektiğini ve eğer paşalar bu isteğe boyun eğecek olurlar ise bunun vazifeden kaçmak olacağını ifade etmişse de Cemal Paşa istifasını geri almak niyetinde değildi.399 Nitekim ertesi gün paşalar görevlerinden istifa etti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’den ülkenin iç işlerine karışan itilaf güçlerinin bu tutumunun protesto edilmesini, gerekirse paşaların azledilmesini isteyen İngilizlere herhangi bir direniş göstermeyen 396 Nutuk, s.241. Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.543-544. 398 Nutuk, s.243; Türkgeldi, Görüp…, s.254; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.494; Cebesoy, Milli…, s.340-341; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.241. 399 Nutuk, s.244-247. 397 165 hükümetin güvensizlik oyuyla düşürülmesini ve yerine milletin güvenini kazanmış bir hükümetin kurulması için çalışılmasını istedi. Buna karşılık Rauf, Vasıf ve Bekir Sami Beyler, Mustafa Kemal Paşa’ya Meclis’in dört beş güne kadar çalışmalara başlayacağını, durumun vahameti nedeniyle kabinenin istifa edeceğini, ancak Sadrazam ile görüşülerek kabinenin yerinde kalmasının temin edileceğini söyledikten sonra Mustafa Kemal Paşa’dan ayrıca bir müdahalede bulunmamasını rica etti. Paşaların çekilmesi karşısındaki tutum, İstanbul’daki Milli Hareket temsilcileri ile Mustafa Kemal Paşa’nın bir kez daha aynı çizgide buluşamadığının bir göstergesiydi. Mustafa Kemal Paşa, Felâh-ı Vatan Grubu’nun mümkün olduğunca çok sayıda mebustan oluşan bir çoğunluğu sağlama düşüncesi ile pasif kaldığı düşüncesindeydi. Kendisine göre azınlıkta kalsalar dahi yapılması gereken, bu düşünceden vazgeçerek milli prensipleri tam anlamıyla benimsemiş olanların hiçbir tasfiyeyi kabul etmeyerek kayıtsız şartsız hükümeti düşürmek için çalışmalarıydı.400 Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Milli Hareket temsilcilerinden istediği bir iş daha halledilmemiş, 9 Şubat’a gelindiğinde Meclis-i Mebusan’a sunulan programında Temsil Heyeti’nin yetkili olmadığına dair ifadelere de yer veren hükümet, 108 mebusun 104’ünün desteği ile güvenoyu almayı başarmıştı.401 Mebus seçilmesine rağmen güvenlik gerekçesiyle Meclis-i Mebusan’a katılmayan ve gelişmeleri Ankara’dan takip etmeye çalışan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunan arkadaşlarından istediklerini yol arkadaşı Rauf Bey aracılığıyla iletmekteydi. Meclis açılmadan önce İstanbul’a gidecek olan ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti listesinden seçilen mebuslardan bazı önemli görevleri yerine 400 Nutuk, s.249-251; Nutuk Vesikalar, vesika 224,225,227,234; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.242-243. 401 Alemdar, İleri, Vakit, 10 Şubat 1920. 166 getirmelerini isteyen Mustafa Kemal Paşa, yukarıda da bahsedildiği gibi başkanlığa getirilmesini, Meclis’in dağıtılması durumunda Anadolu’da bir meclis toplayabilecek yetkiye sahip olmak amacıyla istemiş, ancak bu isteği gerçekleşmediği gibi önceden kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine de Felâh-ı Vatan Grubu kurulmuştu. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, mebuslar İstanbul’dayken bir talepte daha bulunmuş ve paşaların görevden alınma sürecinde hükümetin gösterdiği pasifliği cezalandırmak için hükümete güvenoyu verilmemesini istemişti. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın bu isteği de gerçekleşmemiş ve hükümet ezici bir çoğunlukla güvenoyu almıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Hareket temsilcilerinden son isteği henüz Ankara’da iken esasları Temsil Heyeti üyeleri tarafından tespit edilen Misak-ı Milli’nin Meclis-i Mebusan’da kabul edilmesiydi. 12 Ocak’ta resmi açılışı yapılan Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarına ara vermesiyle birlikte Milli Hareket temsilcisi bazı mebuslar Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanıp da İstanbul’a gönderilen metin üzerinde çalışmalar yapmak suretiyle Misak-ı Milli’ye son şeklini vermişti. Böylece sadece üç ay kadar görev yapan Son Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin altına imza attığı en önemli olay, Felâh-ı Vatan grubu adına Edirne Mebusu Şeref Bey tarafından gizli bir oturumda Meclis kürsüsünden okunarak oya konulan ve alkışlar arasında kabul edilen Misak-ı Milli’nin kabulü olmuştu. 28 Ocak 1920 tarihli gizli toplantıda kabul edilerek imzalanan Misak-ı Milli yaklaşık yirmi gün sonra, 17 Şubat 1920 tarihinde Meclis gündemine getirilerek kabul edilmişti.402 Öteki isteklerinin 402 Mütareke sırasındaki sınırları esas alan Misak-ı Milli, bu sınırlar içindeki azınlıklara siyasal denge ve idari bütünlüğü bozmayacak siyasal haklar verilmesini öngörüyor, Arap ülkelerine kendi kaderlerini belirleme hakkı tanıyor, Doğu sınırındaki üç liva ile Batı Trakya’nın Bulgaristan’dan ayrılan bölümüne de aynı hakkı veriyor, hilafet, saltanat ve hükümet merkezi olan İstanbul’un bağımsızlığı ve güvenliğinin sağlanması şartıyla Boğazların uluslararası ticaret ve taşımacılığa açık olacağını belirtiyor, bununla beraber savaş sorumluluğunu kabul eden ve Kanun u Esasi’ye tecavüz eden hükümetlerin de kovuşturulmasını istiyordu. Bkz. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Dördüncü Dönem, c.1, s.144, 17 Şubat 1920; Vakit, 17 Şubat 1920; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.244; Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.541-542. 167 gerçekleştirilmesi noktasında hayal kırıklığı ve kızgınlık hisleriyle dolan Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’daki görüşmelerde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti listesinden seçilen mebuslardan isteyip de yerine getirildiğini gördüğü tek önemli istek Misak-ı Milli’nin kabulü olmuştu. Böylece Sivas Kongresi’nde kabul edilen ve 30 Ekim 1918 tarihini esas alan sınırlar ülke meclisi tarafından kabul edilmiş ve bu uğurda çalışılmasının altı çizilmişti. d) Kuva-yı Milliye Noktasında Görüş Ayrılıkları Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşları arasında beklenmedik bir şekilde Temsil Heyeti’nin artık hükümete müdahale etmemesi gerektiği yönünde bir görüş belirmişti. Nasıl olsa Ali Rıza Paşa Hükümeti gibi ılımlı bir kabine işbaşındaydı ve 12 Ocak’ta açılmış olan Meclis-i Mebusan çalışmalarına devam etmekteydi.403 Ali Fuat Paşa bu noktada vatanperverliğinden şüphe edilmeyen Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin ruh halinin arkadaşlarına da bulaştığı ve artık milletin kaderini onlara bırakma fikrinin geliştiği yaklaşımından bahsetmektedir.404 Akşin de, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığa seçilmemesi ve Müdafaa-i Hukuk adının reddedilmesinin liderliğini ve kurduğu örgütü inkâr anlamına geldiğini söylemektedir. Zira büyük bir mücadele sonunda Erzurum ve Sivas Kongrelerinde liderliğini kabul ettiren, Damat Ferit Paşa’yla girilen mücadeleyi kazanan ve örgütünü seçimden başarıyla çıkaran bir lider için İstanbul’da bulunanlara sözlerini dinletememesi bir hayal kırıklığı anlamına gelmekteydi.405 Kuşkusuz bu hayal kırıklığının yaşanmasında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilcilerine karşı Meclis’te esmekte olan olumsuz havanın da etkisi vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın Misak-ı Milli’nin kabulü 403 Nutuk, s.253; Aydemir, Tek…, c.II, s.194. Cebesoy, Milli…, s.272-273. 405 Akşin, İstanbul…, c.II, s.326-327. 404 168 dışındaki istekleri acaba önemsiz istekler miydi ki yerine getirilmedi? Yapılmasa da olur kabilinden talepler miydi? Müdafaa-i Hukuk adının değiştirilerek Felâh-ı Vatan olmasının basit bir isim değişikliği olarak algılanamayacağını söyleyen Cebesoy, bu durumun başka tevillere yol açarak temsil edilen dava ve programın önemine darbe vurabileceğine dikkati çekmekte, o sırada memlekette milli dava ve siyaset etrafında toplananlara Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namı verildiğini ve grubun adının Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu olması gerektiğini ifade etmektedir.406 Peki ya Meclis başkanlığı meselesi? Yukarıda da bahsedildiği üzere Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis başkanlığına seçilmesi isteği bir hesaba dayanmaktaydı. Başkan seçilmiş olsaydı, Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılacağını duyururken Meclis-i Mebusan Reisi sıfatını kullanır, Ankara’ya ulaşmak üzere yolda bulunan Celalettin Arif Bey’den bir beyanname yayımlamasını istemek durumunda kalmazdı. Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın istekleri gerçekleşmiş olsaydı, sular yatağını daha kolay bulurdu. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarından çok daha cesur adımlar atmalarını beklemişti. Ne var ki hükümetin güvensizlik oyuyla düşürülmesi yönündeki yaklaşımı da kabul edilmemiş, bunlara bir de Temsil Heyeti’nin hükümet işlerine karışmaması yönünde bir takım istekler eklenmişti. Kâzım Karabekir Paşa başta olmak üzere Milli Hareket’in kendi içinden gelen bu istekler esasında hükümetin bu konudaki rahatsızlığının ardından gündeme gelmişti. Ali Rıza Paşa Hükümeti, güvenoyu aldıktan sonraki 14 Şubat’ta vilayet ve sancaklar için yayımladığı bir genelgeyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin hükümet işlerine müdahalesine bir son vermek istedi. Zira milli irade adına konuşma hakkı hâlihazırda çalışmakta olan Meclis’e aitti. Genelgede bu 406 Cebesoy, Milli…, s.311-312. 169 durumu ihlal edenlerin cezalandırılması gerektiğinin de altı çizilmişti.407 Hükümetin bu hamlesine karşılık Mustafa Kemal Paşa, milli emellere uygun bir barış elde edilinceye kadar Kuva-yı Milliye’nin faaliyetlerine devam etmesi kararındaydı. Bu nedenle hükümet işlerine müdahale edenlerin cezalandırılmasının istendiği bu genelgeye çok sinirlenmiş, Temsil Heyeti’nin milletin gözünde küçük düşürülmesinin ve cezalandırılmasından söz edilmesinin faydasız bir iş olduğunu ifade etmişti.408 Kâzım Karabekir Paşa ise yine Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşüncede olmamış, 23 Şubat’ta kendisine çektiği telde Meclis-i Mebusan’ın Temsil Heyeti ve Kuva-yı Milliye’nin devamına taraftar olmaması halinde Temsil Heyeti’nin işin sorumluluğunu ve kendi mukadderatını Meclis’e bırakarak faaliyetlerine bir son vermesi görüşünde olduğunu söylemişti.409 Yunan ilerlemesi ve Milli Hareket ile aralarındaki gerginlikler gibi nedenlerle Ali Rıza Paşa Hükümeti 3 Mart 1920 tarihinde istifa etti. Esasında hükümeti bu noktaya getiren itilaf devletlerinin yerine getirilmesi imkânsız teklifleriydi.410 Padişah Vahdettin’in hükümeti kurma görevini yeniden Damat Ferit Paşa’ya verme ihtimaline karşı Felâh-ı Vatan Grubu harekete geçti ve vefat eden Reşat Hikmet Bey’in yerine Meclis-i Mebusan başkanlığına seçilen Celalettin Arif Bey başkanlığında bir heyet Padişah’a bir ziyarette bulunmak istedi.411 Huzura kabul edilmeyen heyet başkâtip ve başmabeyinci aracılığıyla Padişah Vahdettin’e, kendisinin sadrazamı seçme hakkına karşılık Meclis’in de güven ve güvensizlik oyu verme yetkisinin olduğunu ve yeni bir kabine krizi yaşanmaması için Damat Ferit 407 Alemdar, 15 Şubat 1920. Nutuk, s.253. 409 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.536-537; Nutuk, s.259-260. 410 Türkgeldi, Görüp…, s.256; Akşam, Vakit, 4 Mart 1920. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar ise Yunanlılar karşısındaki Kuva-yı Milliye birliklerinin üç km geriye alınmasını Milli Hareket’e kabul ettiremeyeceğini düşünen Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin istifa yolunu seçtiğini söylemektedir. Bkz. Nutuk, s.263; Cebesoy, Milli…, s.341. 411 Türkgeldi, Görüp…, s.256-257; Turan, Türk…, c.II, s.96. 408 170 Paşa veya Tevfik Paşa’ya kabineyi kurma yetkisinin verilmemesi isteğini iletti.412 Vahdettin de, vaziyetin gerektirdiği şekilde davranarak bir seçimde bulunacağı, ancak Sadrazam’ın arkadaşlarını seçmesine karışamayacağı, bununla beraber kendisine Meclis ve çoğunluk grubu ile anlaşmasını tavsiye edeceği cevabını verdi. Ne var ki Salih Paşa’yı hükümeti kurmakla görevlendiren Vahdettin, kabineye Meclis içinden hiç kimseyi aldırmayarak verdiği sözü yerine getirmedi.413 Bu gelişmeler yaşanırken Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’den kabinenin yakında istifa edeceği ve yerine Damat Ferit ya da Tevfik Paşalardan birinin gelebileceğini öğrenmiş, bu konuda Şubat ayı sonlarında Kâzım Karabekir Paşa’yı da bilgilendirmişti.414 Ayrıca Damat Ferit Paşa çizgisinde değil de Ali Rıza Paşa çizgisinde bir kabinenin kurulması için 4-5 Mart gecesi sarayın telgraf yağmuruna tutulması çağrısında bulunmuş,415 Salih Paşa Hükümeti’nin kurulması ile de istediğini almıştı. Salih Paşa Hükümeti 8 Mart’ta kurulmuş ve Padişah Vahdettin tarafından onaylanmıştı.416 Aynı gün kabinenin kurulduğunu Mustafa Kemal Paşa’ya bildiren Rauf Bey’e göre Salih Paşa iyi niyetliydi ama saray, kabineyi Damat Ferit Paşa’ya zaman kazandırmak amacıyla kurdurmuştu. Mebusların kabineye alınmayacağı ortaya çıktıktan sonra Salih Paşa, kabine üyeleri için Felâh-ı Vatan Grubu’na danışacağını söylemesine rağmen bunu yapmamış, Rauf Bey de Mustafa Kemal 412 Nutuk, s.264-265; Nutuk Vesikalar, vesika 242; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.273. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.273. Salih Paşa kabine kurma çalışmaları ile meşgul iken Padişah kendisinden kabineye hiçbir mebusu almamasını istedi. Kuruluşu aceleye getirilmiş olan bu ‘derme çatma’ kabineye mebuslardan kimsenin girmeyişi, diğer nazırların da önceden nazırlık yapmış isimlerden oluşması, çoğu nezaretin vekâletle yürütülmesine neden olacaktı. Zaten iç ve dış ilişkilerin gerginleştiği bir dönemde başa gelen bu kabinenin ömrü pek de uzun olmayacaktı. Bkz. Türkgeldi, Görüp…, s.258. 414 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.556. Türkgeldi bu sırada her taraftan telgraflar çekildiğini ve Damat Ferit Paşa’nın sadarete getirilmesinin vahim neticeleri olacağından bahsedildiğini söylüyor. Bkz. Türkgeldi, Görüp…, s.256. 415 Nutuk, s.266-267. 416 Takvimi Vakayi, Vakit, 9 Mart 1920. 413 171 Paşa’ya kabineye güvenoyu verilmemesi için çalıştıkları bilgisini vermişti.417 Bununla beraber kabinenin güvenoyu almasına da gerek kalmamış, 16 Mart’ta İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği ve birkaç gün sonra da Meclis’in çalışmalarına ara verdiğini duyurduğu bir süreç başlamıştı. e) İstanbul’un İşgalinin Şiddetlendirilmesi Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği 11 Mart tarihli telgrafında İstanbul’da bulunan önde gelen Kuva-yı Milliyecilerin İngilizler tarafından tutuklanacaklarını güvenilir kaynaklardan öğrendiğini ve ne olursa olsun İstanbul’da kalarak namus vazifesini yapacağını bildirmekteydi. Mustafa Kemal Paşa ise cevabında İngilizlerin kendilerini tutuklama kararına karşı Meclis-i Mebusan’ın cesur bir şekilde vazifesine sonuna kadar devam etmesini, bununla beraber Rauf Bey gibi varlığı Milli Hareket’in geleceği için gerekli kimselerin Ankara’ya gelerek kendilerine katılmalarının şart olduğunu söylemekteydi.418 Mustafa Kemal Paşa’nın bu ifadelerine rağmen Rauf Bey, Komutanlar Toplantısı’nda alındığını söylediği kararı419 hatırlatmakta ve Anadolu’da bir milli hükümetin kurulması amacıyla Mustafa Kemal Paşa’yı dinlemeyişini şu sözlerle anlatmaktaydı: “İngilizleri dünya ve milletimiz gözünde zalim ve mütecaviz duruma sokmak maksadıyla kaçmamak kararını verdim ve Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığım son telgraflarla da müşterek kararımızı hatırlatarak ‘Biz burada kalıp vicdan borcumuzu yapacağız’ diyerek bu kararımı kendisine bildirdim.” 420 417 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.572; Akşin, İstanbul…, c.II, s. 384. Nutuk, s.272-273; Cebesoy, Milli…, s.344-345; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.274. 419 Cebesoy, bu noktada nasıl hareket edileceği konusunda Felâh-ı Vatan Grubu İdare Heyeti ile Temsil Heyeti kararları arasında farklılık olduğunu, bununla beraber Sivas’taki Komutanlar Toplantısı’nda İstanbul’a gideceklerin gerektiğinde kendilerini feda edecekleri konusunda bir karar verilmiş olduğunu söylemektedir. Bkz. Cebesoy, Milli…, s.349. 420 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.274. 418 172 İstanbul’daki Milli Hareket temsilcileri 13 Mart’ta Kara Vasıf Bey’in Şişli’deki evinde yaptıkları toplantıda Meclis-i Mebusan’ın kapatılması durumunda kaçma kararı aldılar.421 Toplantıya Rauf, Mazhar Müfit, Bekir Sami ve Kara Vasıf Beyler gibi kimseler katılmıştı. Rauf Bey’e göre, Meclis-i Mebusan Misak-ı Milli’yi kabul etmek başta olmak üzere üzerine düşen görevleri yerine getirmişti. Bu nedenle artık kapatılması ve Anadolu yolunun açılması gerekmekteydi. Bununla beraber Milli Hareket’in önde gelenleri Anadolu’ya kaçarsa İngilizler Meclis’i basmaktan vazgeçebilir, bu durum da Anadolu’da bir milli hükümetin kurulmasını engelleyebilirdi. Kendisi bu vazifeyi bir fedakârlık yaparak üzerine almış, işin farklı birkaç yönüne daha dikkat çekmişti: “…Kendim de kaçabilirdim. Fakat kaçtığım takdirde Meclisin basılmaması ihtimali olduğu gibi bir başka mahzur da vardı. Mecliste Felâh-ı Vatan grubunu teşkil eden arkadaşların hepsi buraya, daha doğrusu bana güvenerek gelmişlerdi. Kaçtığım takdirde bu arkadaşların, ‘İşte çeşitli vaatlerle bizi buraya getirdiler, şimdi de kaçıp gittiler. Bizim başımızı da belaya soktular.’ diyerek Mecliste kalmaları ve kendilerine katılacak olan diğer kalanlarla Meclisi devam ettirme ihtimali vardı. Sonra da ben Anadolu’da bir orduya kumanda edecek değildim. Oradaki arkadaşlar, yeni kuracakları meclisle yeni hükümeti de teşkil edip idareyi yürütebilirlerdi. Fakat asıl olan behemehâl Meclisin İngilizler tarafından basılmasını sağlamaktı. Bu olmadıkça Anadolu’da ne millet meclisi, ne de milli hükümet kurulabilirdi. Bu noktada aylarca evvel Mustafa Kemal Paşa ile 422 mutabık kaldığımız malumdu.” Esasında Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’e gönderdiği ve ertesi gün Kara Vasıf Bey’in evindeki toplantıda da okunan telgrafında söylediği gibi olağanüstü olayların arifesinde bulunduklarını ve her ihtimale karşı özellikle Anadolu’da bulunması yararlı olabilecek arkadaşlarından, uyanık bulunmalarını, gerektiğinde Anadolu’ya geçmek için hazırlıklı olmalarını istemişti. Ne var ki Rauf Bey, Mustafa Kemal 421 422 Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.551. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.274-275. 173 Paşa’nın bu açık tutumuna rağmen kalmayı tercih etmiş ve üzerine düştüğüne inandığı vicdan borcunu ödemek için kendini hazırlamıştı. 1918 yılı Kasım ayından itibaren zaten fiilen işgal altında olan İstanbul, 16 Mart sabahı işgal kuvvetleri tarafından 6 kişinin öldürülüp 10 kadar kişinin de yaralandığı Şehzadebaşı karakolu baskınıyla başlayan, Harbiye ve Bahriye Nezaretleri ile telgraf merkezleri ve Türk Ocağı gibi daha pek çok kurumla devam eden kanlı bir gösteriye şahit olmuştu.423 Aynı gün Meclis-i Mebusan’ı da basan İngilizler Sadrazama sundukları notada İstanbul’un müttefik kuvvetleri tarafından geçici bir süre için işgal edildiğini bildirmiş ve hükümetten Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Milli Hareket’in öteki liderlerinin reddedilmesini istemişti. Bununla beraber Maraş ve daha başka yerlerdeki taşkınlıkların devam etmesi halinde, barış şartlarının daha da ağırlaştırılacağı tehdidi savrulmuş ve işgalin barış anlaşmasının uygulanmasına kadar süreceği ifade edilmişti.424 İşgali ve yapılan zulümleri protesto eden ve üzerine düşen görevi yaptığını belirten İstanbul Hükümeti bu nedenle herkesin sükunet içinde hareket etmesini istemişti.425 Öte yandan Meclis-i Mebusan, 16 Mart’ta uğradığı baskından iki gün sonra protesto amacıyla ve mevcut şartlar altında çalışmasına imkan olmadığı gerekçesiyle genel kurul toplantılarına ara vermişken Ayan Meclisi çalışmalarına devam etmekte bir sakınca görmemişti. Kuva-yı Milliye’nin artan saldırılarını gerekçe göstererek İstanbul’da işgali şiddetlendiren İngilizlerin asıl amacı Anadolu’daki Kuva-yı Milliye direnişine bir ceza vermek ve yaklaşmakta olan barışın ağır şartlarına karşı oluşması beklenen 423 Nutuk Vesikalar, vesika 255(b); Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.585. Yeni Gün, Tasvir-i Efkar, İleri gibi Milli Hareket’e yakın sayılabilecek gazeteler milletin yasına katılmak ve işgali protesto etmek amacıyla yayımlanmadı. 424 Akşin, İstanbul…, c.II, s.408. 16 Mart 1920 tarihinde İtilaf Kuvvetleri Komutanı General Wilson’un Harbiye Nezareti’ne gönderdiği İstanbul’un itilaf kuvvetleri tarafından işgal edileceğini bildiren yazısının aslı ve tercümesi için bkz. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 22, vesika 557, E.U. Basımevi, Ankara, 1957. 425 Akşam, 16 Mart 1920; Alemdar, Vakit, 17 Mart 1920. 174 tepkileri azaltmaktı.426 Zira işgalciler İstanbul sokaklarına astıkları ilanlarda devleti savaşa sokan ve mağlup olan ittihatçıların Anadolu’da milli bir teşkilat kurmak suretiyle yeni bir savaş başlattıklarını, bu nedenle İstanbul’un geçici olarak işgal edildiğini duyurdu.427 16 Mart’ta yaşananlar, İstanbul’daki arkadaşlarını önceden uyarmış olan Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkaracaktı. O günlerde Meclis dışında tutuklanmamak için tedbirli davranan Rauf Bey, 15 Mart gecesi Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı ‘Osmanlı Bankası’yla bin lira gönderildi. Al da gel.’ telgrafına da yukarıda bahsedilen kaygıları dile getirerek cevap verecekti.428 İşgalcilerin işgal sabahı evinde bulamadığı Rauf Bey Meclis’e gelecek, Meclis Başkanvekili Abdülaziz Mecdi Efendi ve Konya Mebusu Vehbi Efendi ile birlikte bir heyet halinde saraya giderek Vahdettin tarafından kabul edilecekti. Sultan Vahdettin, İngilizlerin, İstanbul’u işgal etmekle kalmayıp her şeyi yapabileceğini söyleyerek mebusların Meclis’teki konuşmalarına dikkat etmelerini isteyecek, ancak heyetten milleti yıldıramayacakları cevabını alacaktı. Heyet, İstanbul’un işgali hadisesinin matem yerine çevirdiği Meclis’e gelip, bir grup toplantısı ile Padişah’la yapılan görüşme hakkında bilgi verirken Meclis Muhafız Kıtası Komutanı, Rauf ve Kara Vasıf Beyleri teslim almak üzere bir İngiliz müfrezesinin kapıda beklediği haberini getirecekti. Rauf Bey, Meclis muhafaza bölüğünün karşı koymasını isteyecekse de, Meclis-i Mebusan Başkanı Celâleddin Arif Bey’in önceden vermiş olduğu silah kullanılmaması emri üzerine bu isteği gerçekleşmeyecekti. İngilizler tarafından Meclis müzakere salonunda zorla teslim alındığına dair yazılı bir belge alma şartının kabul edilmesi üzerine aldığı belgeyi Meclis Başkanlığı’na verdikten sonra teslim olan Rauf Bey, Kara Vasıf Bey’le 426 Akşin, İstanbul…, c.II, s.384. Alemdar, Vakit, 17 Mart 1920. 428 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.275. 427 175 birlikte Malta’ya sürgüne gönderilecekti.429 Bazıları Rauf Bey’in Ayan Dairesi’ne giderek kıyafet değiştirebileceği ve oradan kaçabileceğini söyleyecekse de Rauf Bey bu fırsatı da değerlendirmeyecekti.430 Muhtemel bir Meclis baskını karşısındaki tavrını, daha Sivas’ta iken Komutanlar Toplantısı’nda belirleyen Rauf Bey dramatik bir senaryo için kendisini hazırlayacak, ne var ki İngilizlerin yumuşak tavırları ve Celalettin Arif Bey’in bahsi geçen emri üzerine bunu gerçekleştiremeyecekti.431 16 Mart 1920 tarihinde yaşananlara İstanbul’un işgali demekten ziyade, işgalin şiddetlendirilmesi demek daha doğrudur. Zira işgal kuvvetleri Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918 tarihinden itibaren İstanbul’da İttihatçıların tutuklanması ve basının sansür edilmesi konularında olduğu gibi zaten istedikleri her şeyi yapabilmekteydi. O günden itibaren İstanbul bu anlamda zaten fiili bir işgal altındaydı. Cebesoy’a göre, İzmir’in işgali milleti düşmanlarına karşı nasıl harekete geçirdiyse İstanbul’un işgali de milleti mukadderatını bizzat eline almaya mecbur etmişti.432 Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki Milli Hareket temsilcilerinin tehlikede olduğunu söyleyerek Kâzım Karabekir Paşa’ya, Türk ordusunu silahsızlandırmak amacıyla 1919 yılı Mayıs ayında Erzurum’a gelmiş olan İngiliz Kontrol Subayı Albay Rawlinson’un tutuklanması gerektiğini433 söylemiş, bunun yanında İstanbul’un işgali 429 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.275-277; Türkgeldi, Görüp…, s.259-260; Cebesoy, Milli…, s.349-351. 430 Kansu, Erzurum’dan…,c.II, s.554. 431 Akşin, İstanbul…, c.II, s.414. 432 Cebesoy, Milli…, s.353. 433 Mustafa Kemal Paşa, henüz 22 Ocak’ta Ankara’daki 20., Konya’daki 12., Sivas’taki 3. ve Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlıklarına çektiği telde İngilizlerin, bazı nazır ve mebusları, özellikle de Rauf Bey’i tutuklama ihtimalinden söz etmiş ve gerektiği zaman bölgelerinde bulunan İngiliz subayları tutuklamak için hazır olmaları gerektiğini bildirmişti. Bkz. Nutuk, s.249; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.494. İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinden üç gün sonra Mustafa Kemal Paşa Anadolu’daki İngilizlerden bazılarının rehin alınması isteğinde bulunmuştu. Bunun üzerine Kâzım Karabekir Paşa, Rawlinson ile birlikte 5 İngiliz askerini tutuklayacak ve kontrolündeki yerlerde bulunan valiliklerin İstanbul ile haberleşmelerini yasaklayacaktı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.591-593. 176 karşısında alınması uygun görülen tedbirlerden bahsetmişti. Buna göre, Geyve Boğazı işgal edilerek demiryolu köprüsünün tahrip edilmesi, Geyve, Ankara, Ulukışla mıntıkasındaki demiryolu hat ve malzemesine el konulması, silahlarına el konulmak suretiyle hat üzerindeki itilafçı askerlerin tutuklanması, Konya’daki Anadolu hat komiser muavininin bir an önce demiryollarına el koyması ve işletmesini ele alması, bu arada emrine uymayan memurlar için de gereken tedbirleri alması yanında İstanbul telgraf hatlarının çoğunun geçtiği Geyve santralinin işgalinin sağlanması gibi tedbirlerin alınması planlanmıştı.434 16 Mart’ta Kâzım Karabekir Paşa Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’ne İstanbul’un işgaline bir aksi seda olarak Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesine izin verilmesi teklifinde bulundu. Türkiye’nin Bolşevik Rusya ile birleşmesinin önüne geçmenin hesaplarını yapmış olan İngilizler, bu amaçla Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’da bağımsız hükümetlerin kurulmasını desteklemişti. Mustafa Kemal Paşa, bu planları iyi okumak suretiyle emperyalist İngilizler ile anti-emperyalist Sovyet Rusya arasındaki anlaşmazlıktan istifade edilmesi kanaatindeydi. Bunun için aradaki engellerin kaldırılması ve Sovyet yardımı için bu ülkeyle temasın sağlanması gerekmekteydi. Önceleri Sovyet Rusya ile Türkiye arasında sınır temasının sağlanması konusunda, bunun Batılıların eline Türkiye’yi ezmek için bir koz vereceği endişesini taşıyan Kâzım Karabekir Paşa 16 Mart’ta İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesiyle birlikte bu fikrinden vazgeçti. Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya yaptığı, Karadeniz üzerinden Bolşevik ordularıyla teması sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi teklifi de bu fikir değişikliğinden sonra gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa bu teklife 434 Nutuk, s.281; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.589. 177 olumlu cevap verdi ve fırsatın kaçırılmaması gerektiğini ifade etti. Hatta aynı gün Mustafa Kemal Paşa biraz daha ileri giderek Doğu’da bir harekât yapılması konusunu gündeme getirdiyse de Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’da durumun tam olarak bilinmediği ve Bolşevik orduları ile herhangi bir temasın sağlanmadığı nedeniyle şimdilik Batum’da Bolşeviklik ilanı, Bolşevikliğin Kafkaslarda yayılması ve Bolşevik ordularının harekâtının kolaylaştırılması ile yetinilmesi gerektiği cevabını verdi.435 Bundan sonraki süreçte Kâzım Karabekir Paşa’yı ısrarlı bir şekilde Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda Ankara’dan izin isterken göreceğiz. Bu noktada Milli Hareket, yalnız Kafkasya’da Bolşevikliğin yayılmasına destek vermekle yetinecek, Bolşevikliğin Anadolu’ya girmesi hiçbir şekilde istenmeyecek, bununla beraber bu durumun Milli Mücadele’ye sağlayacağı katkı hesap edilecekti. Bu amaçla Büyük Millet Meclisi, Sovyetlerle resmi olarak temas kurmak amacıyla Bekir Sami Bey başkanlığında, Kastamonu mebusu Yusuf Kemal Bey’in de dahil olduğu bir heyeti Moskova’ya gönderme kararı alacaktı.436 İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Hareket ile ilgili genelge haline getirdiği bazı esaslar, İstanbul’da telgraf merkezi gibi önemli yerlerin de işgali nedeniyle saray ve başka bir makamla haberleşme imkânı kalmadığı, vilayetlerdeki tüm mülki ve askeri memurların Temsil Heyeti ile irtibatlı kalmalarının koordinasyon için gerekli olduğu ve kanunlara uygun davranmaya her zamankinden daha fazla özen gösterilmesi gibi konulardan ibaretti.437 Bu genelgeye göre, tıpkı son Damat Ferit Paşa Hükümeti sırasında olduğu gibi İstanbul ile tüm haberleşmeler kesilmekteydi. Bu genelgeyi uygun bulan Kâzım 435 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.593-595. Yusuf Kemal Tengirşenk, ‘Milli Mücadelede Ruslarla İlk Temasımız’, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.98. 437 Atatürk’ün Tamim…, s.269. 436 178 Karabekir Paşa ise alınacak tedbir ve yayımlanacak genelgelerde dini inançların esas alınması yanında İngilizlerin saltanat ve hilafete vurdukları darbenin de belirtilmesi gerektiğini söylemişti.438 17 Mart’ta yayımladığı genelgede Kâzım Karabekir Paşa’nın dikkati çektiği noktaları dikkate alan Mustafa Kemal Paşa, işgalin yalnız saltanata değil, hilafete ve bütün İslam âlemine karşı yapıldığının altını çizmişti.439 2.6. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ: YENİ BİR DEVLET a) İşgalin Şiddetlendirilmesinden Sonra İstanbul İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinden sonra Anadolu ile İstanbul arasındaki iletişim bir kez daha kesilmiş, Anadolu ile irtibatın kesilmesini istemeyen İstanbul Hükümeti de, işgalin ardından hükümetin görüşlerini Temsil Heyeti’ne bildirmek amacıyla aralarında Rıza Nur’un da bulunduğu dört kişilik bir heyeti Ankara’ya göndermişti.440 Bununla beraber itilaf güçlerinin, Kuva-yı Milliye eylemleri yanında Mustafa Kemal Paşa’nın resmi olarak kınanması gibi Milli Hareket aleyhindeki isteklerine daha fazla dayanamayan Salih Paşa, görevine başlamasının üzerinden bir ay dahi geçmeden istifa etmek durumunda kalmıştı.441 Kısa sadareti sırasında İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesine şahit olan Salih Paşa, en azından İngilizlerin Kuva-yı Milliye’nin kötülenmesi gibi isteklerine karşı çıkabilmişti. Tevfik Paşa’nın sadareti kabul etmemesi üzerine dördüncü kabinesini kurmakla görevlendirilen442 Damat Ferit Paşa esasında Milli Hareket’i sindirmek amacıyla iktidara gelmişti. Bu dönemde Milli Hareket ile İstanbul Hükümeti arasındaki ilişkiler bozulmuş, Damat Ferit Paşa, Milli Hareket’i ortadan kaldırmak için askeri 438 Akşin, İstanbul…, c.II, s.432. Atatürk’ün Tamim…, s.271-272; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.611-612. 440 Cebesoy, Milli…, s.70; Aydemir, Tek…, c.II, s.214. 441 Akşam, Alemdar, İleri, 4 Nisan 1920. 442 Alemdar, 6 Nisan 1920; Türkgeldi, Görüp…, s.260. 439 179 gücü dahi kullanmaktan geri durmamış, paşalık payesi vermiş olduğu Ahmet Anzavur gibi milis güçleriyle Kuva-yı İnzibatiye adı verilen hilafet ordusu gibi bir takım girişimleri devreye sokmuştu. Ülkenin pek çok noktasında yaşanmakta olan iç isyanların etkisini arttırarak tehlikeli boyutlara ulaşması yine bu dönemde olmuştu. Damat Ferit Paşa göreve başladıktan henüz altı gün sonra, 11 Nisan 1920 tarihinde Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’ye bir fetva çıkartılmış ve Milli Hareket halife karşıtı bir isyan hareketi, takipçileri de ‘kafir’ olarak nitelenmişti. Üstelik İngiliz uçakları ile yurdun pek çok yerine dağıtılan ve iç savaşın en büyük nedeni olan bu fetva ile Milli Hareket’e katılanların öldürülmelerinin farz olduğu, bununla beraber ‘bu isyan hareketi’ ile mücadele edecek olanların şehit veya gazi olacakları duyurulmuştu.443 Kuva-yı Milliye’nin sindirilmesi amacıyla girilen bu yolda Milli Hareket, halkın dini duygularının sömürülmesi suretiyle halife, saltanat ve din karşıtı bir hareket olarak gösterilmişti. Oysa Ankara’da toplanan Milli Hareket temsilcilerinin önemli bir kısmı daha bir ay önce İstanbul’da, her ne kadar rahatsızlığını gerekçe göstererek açılışa katılmamışsa da, Padişah adına yapılan bir konuşmayla açılan Meclis-i Mebusan’ın bir üyesi değil miydi? İngilizlerin baskını sonrasında vatanın, hilafet ve saltanatın dokunulmazlığının kurtarılması amacıyla gösterilen çabaların neresi isyan ve hilafet karşıtlığı idi? Ankara’nın varlığı ve çalışmalarının İstanbul’un siyasi otoritesini zayıflattığı bir gerçekti, ancak bunun için bir iç savaşın teşvik edilmesi şart mıydı? Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kurulması ve İngilizlerin tazyiki ile Ankara’yı düşmandan da tehlikeli gören bir anlayış İstanbul’a hakim olmuş, fetvanın yayımlandığı gün İstanbul gazetelerinde Damat Ferit Paşa’nın, Milli Hareket’e devletin başını gövdesinden ayırmak ve teşkilat-ı 443 Takvim-i Vakayi, İleri, Vakit, 11 Nisan 1920; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.711-712. 180 milliye adı altında fitne ve fesat çıkarmak, halktan zorla para toplamak, para vermeyenlere karşı işkenceler yapmak gibi bir takım suçlar isnat eden bir bildirisi yayımlanmıştı.444 Bütün bunlar yetmemiş olacak ki, 11 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Milli Hareket’in önde gelen isimlerinden Temsil Heyeti üyeleri Kara Vasıf ve Alfred Rüstem Bey, Batı Anadolu Kuva-yı Milliye Genel Komutanı Ali Fuat Paşa, Sıhhiye Vekili Doktor Adnan Bey ve Halide Edip Hanım Divan-ı Harp tarafından oybirliği ile gıyaplarında idam cezasına çarptırılmıştı. Suçlarının Damat Ferit Paşa’nın bildirisi ile paralel bir şekilde Kuva-yı Milliye adı altında fitne ve fesat çıkarmak, halktan zorla para ve asker toplamak, bunlara uymayanlara işkenceler yapmak, ülke içinde güvenliği bozmak, kendilerinden olmayan askeri memurların çalışmalarına engel olmak, halkı silahlı isyana teşvik etmek, hükümetle yurdun haberleşmesini kesmek ve bozguncu nutuklar söylemek olduğu belirtilmişti. Bu kişilerin her türlü rütbe, nişan ve resmi unvanlarının kaldırılması, mallarına el konulması ve haklarında verilen gıyabi idamı içeren mahkeme kararı, 24 Mayıs 1920 tarihinde Vahdettin tarafından da onaylanmıştı.445 İstanbul’un Milli Hareket aleyhindeki bu tasarrufları sırasında henüz ilk günlerini yaşamakta ve iç isyanlar nedeniyle büyük bir tehdit altında olan Büyük Millet Meclisi 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkartarak meşruiyetine söz, eylem ve yazı ile karşı çıkanları vatan haini olarak nitelendirdi ve cezalarının idam olduğunu kabul etti.446 Bundan da önce henüz 16 Nisan’da İstanbul’un fetvasına karşı Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi ve 444 Takvim-i Vakayi, İleri, Vakit, 11 Nisan 1920. Takvim-i Vakayi, 27 Mayıs 1920. Bu iradede geçen ‘ele geçirildiklerinde yeniden yargılanmak üzere’ ibaresi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yakalandıkları zaman idam edilmelerini değil, yeniden yargılanmalarını içermekteydi. Akşin, gıyabında idam cezası verilenler arasında Rauf Bey ve Karabekir Paşa’nın olmamasını İstanbul’un kendilerinden ümidi tam olarak kesmedikleri şeklinde açıklamaktadır. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.III, s.32-33. O günlerde Malta’da sürgünde bulunan Rauf Bey’in zaten etkili olabilecek bir konumda olmadığını da belirtmek gerekir. 446 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.143-145, 29 Nisan 1920; Nutuk, s.295. 445 181 Ankara ulemasının verdiği bir karşı fetva çıkartıldı. Vilayetler, müstakil livalar ve kazaların müftülerinin de fetvaya katılımlarının temini amacıyla fetva sureti bu yerlere de gönderildi. Bu fetva ile hakaret ve esarete maruz kalan Müslümanların halifesinin kurtarılması için var güçleriyle çalışılmasının bütün Müslümanlar için farz olduğunun, gerek bu amaçla gerekse ülkenin işgalden kurtarılması için çalışanların isyankar olmadıklarının, düşmanlara karşı açılan bu cihat sırasında ölenlerin şehit, kalanların da gazi olduklarının altı çizildi. Bununla beraber bu amaçla gayret sarf edenlere karşı silah kullanan Müslümanların da fesat için çalışan ve en büyük günahı işleyen kimseler oldukları ifade edilirken gerçeğe aykırı olarak verilen fetvalara da itaat edilmesinin gerekmediği belirtildi.447 Öte yandan Büyük Millet Meclisi, asker kaçaklarını yargılamak amacıyla kabul ettiği, ancak daha sonra kapsamını genişleteceği İstiklâl Mahkemelerini de 11 Eylül 1920 tarihinde kuracaktı.448 Meclis-i Mebusan, İstanbul’un 16 Mart’ta işgal edilmesi ve Meclis’in İngilizler tarafından basılarak Rauf ve Kara Vasıf Beylerin Malta’ya sürgün edilmesinden iki gün sonra, 18 Mart 1920 tarihinde aldığı bir kararla çalışmalarını erteledi. Bunun üzerine Meclis-i Mebusan’ın bazı üyeleri yönünü Ankara’ya dönerken, Padişah da 11 Nisan günü en geç dört ay içinde yeni seçimlerin yapılması şartıyla Meclis'i feshettiğini duyurdu.449 21 Aralık 1919 tarihinde bir önceki Meclis Padişah tarafından feshedilirken de ‘seçimlerin yapılacağı zamana kadar’ şeklinde bir ibare kullanılmıştı. Yine Meclis’in temelli kapatılmadığının vurgulanması yoluna 447 Fetvanın tam metni için bkz. İrade-i Milliye, 22 Nisan 1920; Atatürk’ün Tamim…, s.295; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.714-715; Seçil Karal Akgün, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Temel yay., İstanbul, 2006, s.296-297. 448 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.4, s.93-101, 11 Eylül 1920; Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk Meclis, Yenigün Haber Ajansı Baskı ve Yayımcılık A.Ş., İstanbul, 1999, s.60-61. 449 Takvim-i Vakayi, 13 Nisan 1920; Vakit, 11 Nisan 1920, Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.678. 182 gidilmesinin nedenini Padişah’ın Anadolu’da bir meclis açılmasının önüne geçmek istemesinde aramak daha doğru olmalıdır. İstanbul’daki bir meclisin varlığından dahi kendisi adına rahatsızlık duyan Padişah’ın, kontrol edemeyeceği bir yer olan Ankara’da bir meclisin açılmasından çok daha fazla rahatsızlık duymasını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Öyle ki, bir meclisin varlığı Padişah için yetkilerin paylaşılması anlamına gelmekteydi ve Damat Ferit Paşa gibi istediğini yaptırabildiği sadrazamlarla işi götürmek varken yönetimi bir meclis ile paylaşmanın bir gereği de yoktu. İstanbul’da yaşananlar üzerine yönünü Anadolu’ya dönerek zor şartlar altında Ankara’ya gitmeye çalışan bazı mebuslar arasında Ali Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa ile Meclis-i Mebusan Reisi Celalettin Arif Bey de vardı. Meclisin basılmasının ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin yeniden işbaşına gelmesinin ardından o güne kadar Anadolu’daki Milli Hareket’i tam olarak desteklemeyen Fevzi (Çakmak) Paşa, Halide Edip, Doktor Adnan (Adıvar) ve Yunus Nadi gibi bazı asker ve yazarlar da Ankara’nın yolunu tuttu. b) Büyük Millet Meclisi’nin Toplanması Hazırlıkları Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından önceki günler Anadolu’da iç isyanların arkası arkasına patlak verdiği günlerdi. Ankara’yı dahi tehdit edebilen bu isyanlar nedeniyle Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bir tedirginlik içindeydi. Zaten işgal altında olan İstanbul’un 16 Mart’ta bir kez daha işgalcilerin hücumuna maruz kalması esasında Ankara’nın başka bir planını devreye sokacağı yeni bir dönemin habercisiydi. Milli Hareket’in lideri Mustafa Kemal Paşa, 17 Mart’ta gönderdiği bir telgraf ile Kâzım Karabekir Paşa’ya şartların bir kurucu meclisi (meclis-i müessisan) gerektirdiğini ve 183 bu meclisin hilafet ve saltanatın bağımsızlığı ile hilafet ve saltanat makamı olan İstanbul’u kurtaracak milli mücahedeyi denetlemesi gerektiğini söyledi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Meclisin acilen toplanmasının şart olduğunu ifade ederek on beş gün içerisinde Ankara’da toplanacak bir kurucu meclis için her livadan beş azayı tespit etmek üzere seçimlere gitmek gerektiğinin de altını çizdi. Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafından daha önce, bir kısmının yolda olduğunu söylediği İstanbul’dan gelebilecek mebusları Ankara’da toplayıp, eksikleri de ikinci seçmenlerle tamamlamak suretiyle bir ‘Meclis-i Milli’ önerdiğini söyleyen Kâzım Karabekir Paşa ise kanun ile belirlenmiş usullerin dışına çıkılmasını sakıncalı bulduğunu ifade etti. Kendisine göre seçimler İntihabat Kanunu’na göre yapılmalı, Meclis’e İstanbul’dan gelecek mebuslar da katılabilmeli ve kurucu meclis kararı Meclis’in kendisine bırakılmalıydı. Ertesi gün de ‘müessisan’ sözcüğünün millet için yabancı ve yanlış anlamalara müsait olduğunu, bunun yerine Padişah ve hükümetsiz kalan Müslümanlara uygun olan ‘Şura-yı Milli’nin kullanılmasını ve gerekçenin dini esaslara bağlanmasını öneren Kâzım Karabekir Paşa, ayrıca masrafa yol açacağı için ve istenilen özellikte adayların azlığı nedeniyle her livadan beş yerine iki ya da üç kişinin seçilmesinin daha uygun olacağını belirtti.450 Erzurum’dan aldığı uyarıları da dikkate alan Mustafa Kemal Paşa, ‘müessisan’ tabiri yerine, ‘salahiyet-i fevkaladeyi haiz bir meclis’ tabirinin kullanılmasını ve her livadan beşer azanın, toplanacak olan meclisin bir Ayan ve Meclis-i Mebusan sayısına tekabül edebilmesi için düşünüldüğünü söyledi. Böylelikle Mustafa Kemal Paşa’nın, iki gün boyunca başka komutanlarla da makine başında fikir alışverişinde bulunduğu ve 19 Mart’ta bir genelge haline getirdiği hususlar Temsil Heyeti namına vilayetler, müstakil livalar ile 450 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.605-609. 184 kolordu komutanlıklarına gönderildi.451 Mustafa Kemal Paşa bu genelge ile hem olağanüstü yetkilere sahip olacak bu Meclis’in toplanması amacıyla seçimlerin yapılacağını duyurmuş hem de İstanbul’dan gelebilen mebusları bu Meclis’te bulunmaya davet etmiş oldu. Bu noktada Tunçay, doğru bir yaklaşımla açık bir şekilde söylenememesine rağmen bu tavrın yurt yönetimine el konulması anlamına geldiğini, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin neredeyse devlet olduğunu ve cemiyet başkanının da Padişah’ın yetkilerini kullanmakta olduğunu söylemektedir.452 c) Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı 66 seçim bölgesinden beşer mebusun seçileceği esas kabul edildiği için İstanbul’dan gelecek mebuslar hariç 330 mebustan oluşması düşünülen Büyük Millet Meclisi, seçim sonucunda gelecek bu mebuslar ile İstanbul’dan Ankara’ya gelebilen mebuslardan müteşekkil olacaktı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, 21 Nisan tarihli bir tamim ile bu kararı vilayetler, livalar, kolordular, Müdafaa-i Hukuk merkezleri, belediye reislikleri ile birlikte bütün millete tebliğ etmişti. Bu tebliğ, vatanın bağımsızlığı, hilafet ve saltanatın kurtarılması gibi önemli ve hayati bir amaç için toplanacak Meclis’in açılışının mübarek Cuma gününe denk getirildiğini ve mebusların Hacı Bayram Camii’nde kılacakları Cuma namazından sonra sancağı alarak hususi daireye gideceklerini duyurmaktaydı. Memleketin her yanında vatan ve millet için dualar edilmesi, mevlitler okunması ve bu bildirinin en uzak köylere, bilumum müesseselere ve hatta en küçük askeri birliklere kadar duyurulması da istenmişti. 451 452 Nutuk, s.280-282; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.609-610. Tunçay, Türkiye…, s.33-34. 185 Bununla beraber ertesi gün bir genelge daha yayımlayan Mustafa Kemal Paşa 23 Nisan Cuma günü toplanacak Meclis’in bütün sivil ve askeri makamlar ve millet için başvurulacak en yüce mekan olacağını ifade etmişti.453 Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşu’ anlamına gelen Büyük Millet Meclisi’nin esasında 22 Nisan’da açılması planlanmış, ancak açılışın Cuma gününe denk getirilmek istenmesi nedeniyle 23 Nisan 1920 tarihi seçilmişti. Gerek Cuma gününün seçilmesi, gerekse yoğunluğu yüksek bir dini program yapılması düşüncesinin arkasında, 11 Nisan fetvası ile açıkça din düşmanı ve isyankar olarak gösterilen Milli Hareket temsilcilerinin kendilerini böyle nitelendirenlerden bir farkı olmadığını kamuoyuna duyurmak amacı vardı. İstanbul’a aynı düzeyde verilen bu cevap ile halifeye, saltanata ve inançlarına bağlı bir halkın desteğinin ancak bu şekilde temin edilebileceğinin bilinmesinden kaynaklanan bir adım atılmıştı. Öte yandan 25 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi, yayımladığı bir bildiri ile de bazı hainlerin, vatanını kurtarmak için çalışan arkadaşları için Padişah ve Halife’ye karşı isyan ettiği yönündeki haberlerin bir yalandan ibaret olduğunu kamuoyuna duyurma zorunluluğu duymuş, millete birlik ve beraberlik çağrısında bulunmuştu.454 Bununla beraber 28 Nisan tarihli oturumda Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı Padişah’a bir bağlılık 453 Nutuk, s.288-289; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.734-735. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.60, 25 Nisan 1920. Bu noktada Yunus Nadi şunları söylemektedir: “Hasımlarımız bizi mağlup edebilmek için müracaat ettikleri muhtelif silahlar içinde ezcümle, dine ve şeriata dahi istinat ediyorlar ve bizi şer’an asi ilan etmek hususunda çok ileri gidiyorlardı. (Meşihat-ı İslamiye) makamının fetvaları hep bu esas ve maksatla tertip edilmişti. Halife beyannamelerinde hep bu esas ve maksada istinat ediliyordu. Damat Ferit bu yoldan yürüyordu. Halbuki Ankara’da vatan ve milletin halâs ve istiklâli gayesi etrafında toplanan zevat din ve imandan tecerrüt etmiş kimseler değildi. Onların içinde hakiki din alimleri de bulunduktan başka milletin halâs ve istiklâlinde elbette din ve şeriatın dahi (düşmanların) ayakları altında zelil ve perişan edilmekten kurtarılması hususu da vardı … İngilizlerle Yunanlıların lehine milleti boğmaya, parçalatmaya, mahvetmeye alet olanların dini ağızlarına almaları bile dünyanın en sefil alçaklığı idi. Hakikat bu merkezde iken İstanbul’un olanca redaeti (kötülüğü) ile Ankara aleyhine milletin mukaddesatını tahrik vesilesi yapmasına karşı Ankara’nın dahi lâyık ve lazım olduğu veçhile mukabele etmesi zarureti hasıl olmuştur. Bu cümleden olarak Meclis’in küşadı (açılışı) Perşembe’den Cuma’ya geçirilerek evvela Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazının edası (kılınması) oradan da büyük cemaatle Meclis’e gidilerek ruhani bir hava içinde (küşat) açılış merasiminin icrasına karar verilmişti.” Bkz. Yunus Nadi Abalıoğlu, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998, s.30-31. 454 186 telgrafı çekmiş, iç savaş sırasında ölenin de öldürenin de Padişah’ın sadık evladı olduğunu, düşmanların bayraklarının babalarının ocakları üstünden çekileceği zamana kadar Anadolu’da mücadele verileceğini arz etmiş ve kendisinden bu mücadeleye destek vermesini istemişti.455 Bu isteğin bir karşılık bulması mümkün değildi elbet. Yine de Meclis’in açılması ile mebusların halifeye bağlılığında bir değişiklik olmadığı bu telgraf ile bir kez daha gösterilmiş, iç savaşın devam ettiği bir zamanda yüzyıllardan beri kanıksanmış bir şekilde kendisine bağlı olan halka da halifeye karşı isyan edilmediği mesajı verilmiş oldu. Meclis açılırken yapılacak beliğ bir duanın gereken etkiyi yapacağı kanaatinde olduğunu söyleyen Kâzım Karabekir Paşa da, tarihimizin şahit olmadığı dini bir merasime gerek olmadığını söylemekte ve bunun İstanbul’dan verilen fetvaların ardından başlayan isyanlara karşı bir sigorta amacına yönelik olup olmadığını sormaktadır.456 Yukarıda da açıklandığı üzere dini merasimin yoğunluğu kuşkusuz böyle bir amaca yönelikti. 31 Temmuz 1920’de alınan bir Başkanlık Divanı kararı ile Malta’da tutuklu öteki mebuslarla birlikte Meclis üyesi sayılacak olan457 Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları mebus seçilmişlerdi. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar Ankara, Doğu cephesinde görevli olduğu için izinli sayılacak olan Kâzım Karabekir Paşa Edirne, Refet Bey de İzmir mebusu olmuşlardı. İttihat ve Terakki Fırkası tarafından yapımına başlanıp da o zamanda kadar bitirilememiş halde olan bir bina Meclis binası olarak seçilmiş, Ali Fuat Paşa tarafından görevlendirilen 2. Kolordu’nun istihkâm bölüğünün de yardımıyla bu bina ile mebusların kalacağı Muallim Mektebi binaları tamamlanmıştı.458 Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan’da görkemli bir dini törenden 455 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.123, 28 Nisan 1920. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.735. 457 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.16-18, 31 Temmuz 1920. 458 Cebesoy, Milli…, s.355. 456 187 sonra en yaşlı üye olan Sinop mebusu Şerif Bey’in başkanlığında toplanmıştı. Bir gün sonraki ikinci oturumda uzun bir konuşma yapan ve mütarekeden itibaren gerçekleşen olaylara değinen Mustafa Kemal Paşa, bu konuşmasının ardından yapılan seçimlerde 110 oy alarak, 109 oy alan Celalettin Arif Bey’i geride bırakıp başkanlığa seçilmişti.459 Akşin, İstanbul’da Meclis-i Mebusan başkanlığına seçilmemiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın, Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na seçildiğini Kâzım Karabekir Paşa’ya bildirirken bu durumdan haz duymuş olabileceğini söylemekte ve Karabekir’den bağımsızlaşma anlamında önemli bir adım attığını ifade etmektedir. Zira Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da bulunduğu günlerden itibaren kendisini denetlemek gibi bir görev üstlenmişti.460 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılmasının yeni bir devletin kuruluşu anlamına geldiğinden yukarıda bahsedilmişti. Bu anlamda Büyük Millet Meclisi Kuva-yı Milliye birliklerinin düzenli ordu birliklerine dönüştürülmesiyle bir orduya sahip olmuş ve devlet erklerini kullanmak suretiyle Cumhuriyet’in ilan edileceği zamana kadar bir devlet gibi çalışmıştı. 7 Haziran 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği 16 Mart 1920 tarihinden itibaren İstanbul Hükümeti’nin yaptığı bütün anlaşmaları, sözleşmeleri, atamaları, ayrıcalıkları, verilen ruhsatnameleri ve mütarekeden sonra yapılmış olan bütün gizli anlaşmaları ve yabancılara tanınmış ayrıcalıkları geçersiz saydığı kararını almıştı.461 459 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.8-35, 38, 24 Nisan 1923; Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.12-60. O sırada Büyük Millet Meclisi’nde memur olarak çalışan Velidedeoğlu, akşama kadar süren bu konuşmayı dinlerken Mustafa Kemal Paşa’nın bütün devlet işlerine Meclis’in el koymasını istediğini, bununla beraber bazı mebusların buna yanaşmadığını anladığını söylemekte, bunun nedenini sorduğu Müdür Yardımcısı Tevfik Bey’in de kendisine ‘Kolay değil, Padişah’a ve İstanbul’daki hükümete karşı bir isyan mahiyetindedir. Bu iş yürümezse hepimiz asılırız.’ dediğini aktarmaktadır. Bkz. Velidedeoğlu, İlk Meclis, s.81. 460 Akşin, İstanbul…, c.III, s.51-52. 461 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.2, s.139-145, 7 Haziran 1920. 188 Böylece Büyük Millet Meclisi egemenlik hakkını yitirmiş saydığı İstanbul Hükümeti’ni tanımadığını ve tek geçerli hükümetin Büyük Millet Meclisi Hükümeti olduğunu ilan etmiş oldu. Acaba Meclis’in açılışından Cumhuriyet’in ilan edilişine kadar geçen üç buçuk yıllık sürede bu devletin bir adı var mıydı? Rıdvan Akın, kaynakçada da yer alan TBMM Devleti adlı çalışmasında bu noktada bir adım atmakta ve adından da anlaşılacağı üzere bu devletin adının TBMM Devleti olduğunu iddia etmektedir. Bununla beraber Akın, 1921 Anayasası’nın üçüncü maddesinde ‘Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ unvanını taşır.’462 ibaresine çalışmasının başında yer vermektedir. Henüz 20 Ocak 1921 tarihinde devletin adının ‘Türkiye Devleti’ olduğu anayasada açık bir şekilde yazılmışken, saltanat kaldırılırken Rıza Nur’un başını çektiği 79 mebusun imzaladığı altı maddelik teklif ile ‘Osmanlı Devleti’nin padişahlık idaresiyle birlikte tarihe karıştığı, Türkiye Devleti adıyla genç, dinç, milli bir halk hükümeti esasları üzerine TBMM Hükümeti’nin kurulduğu’ ve ertesi günkü iki maddelik teklifte de ‘Türkiye Devleti hilafet makam-ı hilafetin istinatgahıdır (dayanağıdır)’463 örneklerinde olduğu gibi devletin adının Türkiye olduğu ifade edilmişken, bunun yerine TBMM Devleti denmesi doğru bir tanımlama olmasa gerektir. Öte yandan eğer böyle bir isim olmasaydı, bizce de verilebilecek en iyi isim TBMM Devleti olurdu. Büyük Millet Meclisi’nin açılışı yapıldıktan sonra sıra Meclis’in çalışmasıyla ilgili konulara gelmişti. Bu noktada ilk adımı atan Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis ve hükümet şeklinin nasıl olacağı ile ilgili bir teklifi, kısa bir tartışmanın ve bazı itirazların ardından Meclis’in 24 Nisan tarihli oturumunda kabul edildi. Bu teklif 462 463 Ergun Özbudun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1992, s.78. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.293, 30 Ekim 1920; s.314, 1 Kasım 1922. 189 hükümet kurmanın zorunlu olduğu, hilafet ve saltanatın başındaki Padişah’ın Müslüman milletlerin reisi olması dolayısıyla Anadolu’da geçici bir hükümet reisi veya bir Padişah kaymakamı tayin etmenin kabul edilemeyeceği, milli iradenin Meclis’e ait olduğu, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koyma yetkisinin esas ilke olarak kabul edildiği, Büyük Millet Meclisi’nin yasama ve yürütme yetkisini kendinde topladığı, Meclis’in seçip görevlendireceği bir heyetin hükümet işlerini yapacağı ve Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın aynı zamanda İcra Vekilleri Heyeti’nin de başkanı olduğu maddelerinden ibaretti. Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta böyle bir hükümetin esasında milli hakimiyete dayanan bir halk hükümeti yani Cumhuriyet olduğunun kolaylıkla anlaşılacağını ifade etmektedir.464 Bu sistemde parlamenter sistemlerde olduğu gibi bir devlet başkanı yoksa da, devlet başkanının görevlerini yerine getiren bir Büyük Millet Meclisi Başkanı vardı ve vekil adı verilen bakanların her biri ayrı ayrı ve hepsi beraberce genel kurula karşı sorumluydu. İcraya ait meselelerde genel kurul nezdinde sorumlu olan Meclis Başkanı, Meclis adına imza atmaya ve kararları onaylamaya yetkiliydi. İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimine ilişkin kanunun da 2 Mayıs’ta kabul edilmesinin ardından 3 ve 4 Mayıs günlerinde mebuslar arasından tek tek oylama yapılmak suretiyle Büyük Millet Meclisi’nin ilk hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında kuruldu.465 Böylece Sivas’tan itibaren Milli Hareket’in icra organı olarak çalışmalar yapan Anadolu ve Rumeli 464 Nutuk, s.293; Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.60-63. Kabine şu isimlerden oluşuyordu: İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Şer’iye Vekili Mustafa Fehmi Efendi, Dahiliye Vekili Cami Bey, Adliye Vekili Celalettin Arif Bey, Nafıa Vekili İsmail Fazıl Paşa, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye (Sağlık ve Sosyal Yardımlar) Vekili Doktor Adnan Bey, İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey, Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Albay İsmet Bey. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.196-198, 3 Mayıs 1920. Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey ile Maarif Vekili Doktor Rıza Nur Bey, bu vekâletler için mutlak çoğunluğun oyunu alan çıkmadığından 4 Mayıs tarihli oturumda seçildiler. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.202-203, 4 Mayıs 1920. 465 190 Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti vazifesini İcra Vekilleri Heyeti’ne devretmiş oldu. Büyük Millet Meclisi’nin hükümet sistemine de kısaca değinmekte fayda vardır. Meclis hükümeti sistemi esasına dayanan ve 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun üçüncü maddesinde ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ şeklinde ifade edilecek olan bu hükümet şekline göre, Meclis yasama, yürütme ve yargıyı tekelinde bulundurduğu kuvvetler birliği ilkesini benimsemiştir. Bununla beraber üstünlük yasamadadır ve yürütme ile yargı, yasama ile eşit düzeyde değil, yasamanın emrinde iş gören kuvvetlerdir. Yürütme, Meclis tarafından alınan kararları onun istediği şekilde uygulamakla yükümlüdür. 29 Nisan’da kabul edilen Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 8. maddesinde yer alan mahkeme tarafından verilen kararların Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmaması halinde Meclis kararının geçerli olacağı şeklindeki madde466 Meclis’in yargı kuvvetini de elinde tutuğunun bir göstergesidir. Bu noktadaki bir başka örnek de İstiklâl Mahkemeleri’nin kurulması ve üyelerinin Meclis tarafından seçilmesinin kabul edilmiş olmasıdır. Bunlar yasamayı elinde tutan Meclis’in yargı üzerinde de mutlak üstün durumda olduğunu ortaya koymaktadır. Büyük Millet Meclisi’nin dikkati çeken bir özelliği de, yetkilerini İcra Vekilleri Heyeti ve Meclis Başkanı da dahil olmak üzere başka bir yere vermek konusunda çok cimri davrandığıdır. Soysal’a göre rastgele seçilmiş bir sistem olmayan Meclis Hükümeti sistemi, ‘Mustafa Kemal Paşa’nın kafasındaki nihai hedefe doğru gidişin çok ustaca düzenlenmiş bir safhası’ idi. Devlet yapısını değiştirme niyetinde olan Mustafa Kemal Paşa, Meclis Hükümeti sistemiyle bu niyetinin açıkça belli olmasını ve 466 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.144, 29 Nisan 1920. 191 saltanatı benimsemiş çevrelerin lüzumsuz tepkilerini önlemeyi hedeflemişti. Bununla beraber başlangıçta devlet başkanı ile yürütme organının ayrı olduğu bir sistemin kabul edilmiş olması eski sistemden keskin bir kopuşu önlemiş, o günlerde Padişah yanlısı olan çok sayıda mebusun muhtemel itirazlarının önüne set çekmişti.467 Kendine özgü olan bu sistem Cumhuriyet’in ilan edileceği 29 Ekim 1923 tarihine kadar devam etmişti. Hükümetin kurulması ile birlikte başkomutanlık anlamına gelen Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği’ne İsmet Bey getirilmişti. Bu durum Ali Fuat Paşa ve Refet Beyler gibi başından itibaren Milli Hareket’in içinde olan yol arkadaşları tarafından hoş karşılanmamıştı. Kendilerine göre, bu görevi Milli Hareket’e yeni katılmış olan İsmet Bey’den daha çok hak edenler vardı. İtirazların yükseldiği bir diğer isim de Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa idi. Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya hususi bir tarzda en büyük askeri makamın Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti olup olmadığını sormuş ve kendisinden en büyük askeri makamın bu riyaset olduğu, ondan da büyük makamın Büyük Millet Meclisi olduğu cevabını almıştı. Bunun üzerine İsmet Paşa’nın başkomutanlığı anlamına gelen bu vaziyete rıza gösteremeyeceğini söyleyen Refet Bey’e Mustafa Kemal Paşa durumun hassas olduğunu, tercihlerindeki vukufiyet ile tarafsızlığa güvenmesi gerektiğini ve böyle bir iddiada bulunmasının uygun olmadığını söylemişti. Ali Fuat Paşa ile de benzer bir konuşma yapan Mustafa Kemal Paşa, kendilerinin İsmet Paşa’dan daha evvel hareketin içinde bulunmaları noktasında İsmet Paşa’nın da İstanbul’dan hareket 467 Mümtaz Soysal, Dış Politika ve Parlamento, Sevinç Matbaası, Ankara 1964, s.78; Velidedeoğlu, İlk Meclis, s.32. 192 etmeden önce ve bilahare Anadolu’ya gelerek kendileriyle birlikte hareketin içinde yer aldığını söylemek lüzumunu duymuştu.468 d) İç Savaş Milli Mücadele sırasında doğu, batı ve güney cephelerinde mücadele verilmiş, bunların dışında bir de iç isyanlarla uğraşılmıştı. Esasında iç savaş Damat Ferit Paşa Hükümeti ile ilişkilerin Eylül 1919’da kesilmesinden sonra başlamış ve Bozkır ile Birinci Anzavur ayaklanmaları yaşanmıştı. Aralık sonlarına kadar süren ayaklanmalar Milli Hareket birlikleri tarafından bastırılsalar da 16 Şubat’ta başlayan İkinci Anzavur Ayaklanması’yla iç savaş şiddetini arttırarak yeniden patlak vermiş, Balıkesir’i ele geçiren Ahmet Anzavur, Balıkesir ve Bursa taraflarında bulunan Kuva-yı Milliye birlikleri ve Çerkez Ethem tarafından bir kez daha mağlup edilmişti. Bolu-Düzce isyanları Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından on gün kadar önce çıkmış, bununla beraber Damat Ferit Paşa Hükümeti Kuva-yı Milliye’yi ortadan kaldırmak amacıyla Kuva-yı İnzibatiye adı verilen ve Hilafet Ordusu olarak da bilinen bir ordunun kurulması için düğmeye basmıştı. 18 Nisan’da çıkartılan iki kararnameye göre bütçeden 1.250.000 liralık bir ödenek ayrılmış, orduda görev yapacak alay komutanları ile teğmenler ve erlerin maaşları dahi belirlenmişti.469 İsyancıları ikna etmek amacıyla 21 Nisan’da Hüsrev (Gerede) Bey başkanlığında bir nasihat heyeti yola çıkarılmışsa da, heyet isyancılara esir düşmekten kurtulamamıştı. İsyan bölgelerine Meclis’in açıldığı günlerde Hendek de katılmıştı. İsyanları bastırmak amacıyla bölgede bulunan 24. Fırka Komutanı Mahmut Bey’in Hendek’te 468 Nutuk, s.294-295. İleri, 25 Nisan 1920; Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), c.VI, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1974, s.120. 469 193 pusuya düşürülerek hayatını kaybetmesi Ankara’da büyük bir üzüntüyle karşılanmıştı.470 İç savaş sırasında Biga, Gönen ve Karacabey çevresindeki İkinci Anzavur isyanı, ki Anzavur Türklere karşı sınırı aştıklarını düşünen İngilizlerin İstanbul’un Türklerde kalacağı kararını almalarından hemen sonra İstanbul Hükümeti tarafından sahneye sürülmüştü,471 Beypazarı’na kadar yayılan Bolu, Düzce ve Adapazarı isyanları, Konya’daki Delibaş Mehmet ve Yozgat’ta Çapanoğlu isyanları ile mücadele edildi. İsyanların bastırılması amacıyla Ali Fuat Paşa, komuta merkezi olan Geyve’de, Refet Bey ise Bolu taraflarındaki isyanlar için Mudurnu’da bulunmaktaydı. Anzavur ayaklanmasının bastırılmasında büyük yardımları olan Çerkez Ethem ise Kuva-yı Seyyare adı verilen Batı Anadolu’daki en büyük milis gücünün başındaydı. Çerkez Ethem birlikleri tarafından mağlup edilen ve 1920 yılı Haziran ayı ortalarında İzmit’te yeniden saldırıya geçen Kuva-yı İnzibatiye üzerine bu defa Ali Fuat Paşa’nın emrindeki Kuva-yı Milliye birlikleri sevk edilmişse de dağılan kuvvetlerle ciddi bir çatışma olmamış ve hatta bu ordunun bazı birlikleri Kuva-yı Milliye saflarına katılmıştı. Harbiye Nezareti de 25 Haziran’da merkez depo taburu ile Üsküdar’da yeni kurulan taburun bir dağ takımı dışında kalan bütün kuvvetlerin lağvedildiğini, bununla beraber kaldırılan birliklerin gönüllü ve emekli subayları ile erlerinin terhis edildiğini duyurmuştu.472 22 Haziran 1920 tarihinde Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya geldiğinde yayımladığı bir beyanname ile İzmit’in doğusuna Kuva-yı İnzibatiye adı verilen kuvvetleri yığanın Damat Ferit 470 Nutuk, s.297. Doğu vurgusu yüksek söylemleriyle dikkat çeken Kâzım Karabekir Paşa bu noktada Batı bölgelerinin birçok yerinde Ankara’da kurulan hükümete karşı isyanların olduğunu, buna karşın Kürdistan da dahil olmak üzere kendisinin kontrolünde olan Doğuda Ankara Hükümeti’ne karşı sonuna kadar itaat anlayışının devam ettiğini vurgulamaktadır. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.716. 471 Akşin, İstanbul…, c.III, s.21. 472 Türk İstiklâl Harbi, c.VI, s.132-137. 194 Paşa olduğunu ve masum insanlara silah atan bu kuvvetlerin devam eden harekât sonunda bir İngiliz vapuruyla İstanbul’a kaçmak durumunda bırakıldığını söylemişti.473 İsyanların bastırılması amacıyla 23-28 Mayıs arasında girişilen harekâtta önemli görevler üstlenen Çerkez Ethem ilk olarak Geyve dolaylarındaki Kuva-yı İnzibatiye birliklerini dağıtmış, ardından Düzce’yi ele geçirmişti. Bununla beraber Çerkez Ethem Düzce’den ileriye gönderilmemiş, isyanların kalan kısmı Refet Bey komutasındaki birliklerce bastırılmıştı. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın tebrik ve teşekkürlerini ilettiği Çerkez Ethem, kuvvetlerini Eskişehir’e çekmişti. Sona ermiş gibi görünen isyanlara bir yenisi daha eklenmiş, Yozgat’ta patlak veren Çapanoğlu isyanı için Ankara, yeniden Çerkez Ethem’den yardım istemek durumunda kalmış, bu isyan da 20 Haziran’da Yozgat’a hareket eden Çerkez Ethem tarafından kısa sürede bastırılmıştı.474 İç isyanlar 22 Haziran 1920 tarihinde başlayan Yunan taarruzundan hemen önce durgunluk sürecine girecek, Yunan saldırılarının başarısının ardından yeniden başlayacaktı. Bu isyanlar aynı zamanda Yunanlıların başarılı istila hareketleri yapmalarını kolaylaştıran bir etken olacaktı. Yunan saldırıları öncesinde kesintiye uğrayan Düzce ve Hendek isyanları, Temmuz ortalarında yeniden başlayacaksa da Ağustos ayı sonlarında bir kez daha bastırılacaktı. Eylül’de patlak veren Yozgat isyanlarının bastırılması ise 1920 yılı sonlarını bulacaktı. Konya ve çevresindeki Delibaş Mehmet isyanı için de devreye düzenli ordu birlikleri girecek ve bu isyan Mustafa Kemal Paşa’nın Afyonkarahisar ve Kütahya tarafından sevkini emrettiği Derviş Bey kuvvetleri ile o sırada Dahiliye Vekilliği de yapan Refet Bey 473 474 Özçelik, Ali…, s.147. Türk İstiklâl Harbi, c.VI, s.150-154; Akşin, İstanbul…, c.III, s.90; Aydemir, Tek…, c.II, s.310. 195 komutasındaki birlikler tarafından bastıracaktı.475 Nihayet 16 Ekim’de Bozkır’a giren476 Refet Bey komutasındaki düzenli ordu birlikleri iç savaşı Büyük Millet Meclisi’nin kazandığını ilan edecekti. Böylece İstanbul Hükümeti iç savaştan beklediği neticeyi alamayacak, hatta 17 Ekim 1920 tarihinde Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa edecek ve yerine Tevfik Paşa Hükümeti kurulacaktı.477 İç savaş sırasında bir yandan Fransızlar Kilikya’da, Yunanlılar da işgal ettikleri yerlerde halkı öldürüp ortalığı yakıp yıkarken, diğer yandan Hilafet Ordusu İzmit taraflarında, itilaf güçleri de İstanbul’da halkı ezmekteydi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de iç savaşa tutuşan Türk halkı kendi aralarında savaşmaktaydı. İşte bu nedenlerden dolayı Halide Edip’in ‘milletin ateşle imtihanının en korkunç anları’ olarak nitelediği iç savaşın en büyük sorumlusunun Damat Ferit Paşa ve Padişah Vahdettin olduğunu da belirtmek gerekir. Milli Hareket’i 11 Nisan tarihli fetva ile açıkça halife karşıtı bir isyan, takipçilerini de kafir olarak niteleyen Saray ve İstanbul Hükümeti, böylece hilafete bağlı olan halkı kışkırtarak kardeş kanı dökülmesine zemin hazırladı.478 Mütareke’nin başından itibaren mutlakıyete dönme hesapları yapan ve Kuva-yı Milliye’yi itilaf güçlerine karşı barış anlaşmasının şartlarını hafifletme yolunda bir koz olarak kullanmaya çalışan Padişah479 ile bütün bunları yaparken kendisinin en büyük destekçisi olan Damat Ferit Paşa iç savaşın kaybedilmesiyle bu amaçlarına ulaşamadılar. İç savaş sırasında Padişah, kendisine dinsel ve geleneksel olarak bağlı olan halkı, uhdesinde tuttuğu saltanat ve hilafeti kurtarma amacını açıkça ortaya koyan ve o sıralarda Yunan saldırılarını engellemekle meşgul olan Büyük Millet Meclisi’ne karşı tahrik etmekten geri 475 Nutuk, s.330. Türk İstiklâl Harbi, c.VI, s.194. 477 Takvim-i Vakayi, 23 Ekim 1920; Vakit, 22 Ekim 1920. 478 Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, İstanbul, s.119-124. 479 Akşin, İstanbul…, c.III, s.267-268. 476 196 durmadı. Bu durum kendisinin iç savaşın yaşanmasındaki sorumluluğunun ne boyutta olduğunun bir göstergesiydi. e) Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı 16 Mart’ta Meclis-i Mebusan’ın basılması neticesinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ülkenin yönetimini üstlenmek üzere inisiyatif almıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın çabalarıyla 23 Nisan 1920 tarihinde, gerek tamamlanan seçimler sonucunda gerekse Meclis-i Mebusan’dan Ankara’ya gelebilenlerle açılan Büyük Millet Meclisi’nin, toplandığı tarihten seçim kararı alınıp da çalışmalarını noktaladığı zamana kadar toplam mebus sayısının kaç olduğu hakkında çok farklı rakamlar söylenmiştir. Bu noktada mevcut kaynakların bir eleştirisini yapmak ve bu kaynaklardan yararlanmak suretiyle titiz bir çalışma gerçekleştiren Ahmet Demirel’in verilerinin ötekilere göre en doğru sonuca ulaşmış veriler olduğu düşüncesindeyiz. Buna göre, Birinci Meclis 349’u yeni seçilen 88’i de Meclis-i Mebusan’dan gelen mebuslar olmak üzere toplam 437 mebustan oluşmuş, ancak yeni seçilenlerden 88, Meclis-i Mebusan’dan katılanlardan da 12 olmak üzere toplam 100 mebusun üyeliği ölüm, istifa ve mebusluktan düşürme gibi nedenlerle dönem içerisinde sona ermiştir. Böylece Birinci Meclis toplam 337 mebusla çalışmalarını tamamlamıştır.480 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk gününde bir yoklama yapılmadığı için Meclis’in toplam kaç mebusun katılımıyla açıldığı bilinmemekle beraber ertesi gün yapılan ve Mustafa Kemal Paşa’nın 110 oy aldığı Meclis başkanlığı seçiminde 120, 2 Mayıs’taki İcra Vekillerinin seçimine ilişkin kanun çıkarılırken de 130 mebusun oy kullandığını bilmekteyiz. Yine 3 ve 4 480 Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet-İkinci Grup, İletişim yay., İstanbul, 2009, s.108. 197 Mayıs’ta yapılan kabine üyelerinin seçimi sırasında Meclis’te en fazla 137 mebusun bulunduğunu dikkate alırsak Meclis’in açılmasından sonraki ilk zamanlarda 110 ile 150 arasında bir mebusun katılımının söz konusu olduğu ortaya çıkmaktadır.481 Birinci Meclis’in üye sayısı yukarıda bahsettiğimiz gibi Rauf ve Kara Vasıf Beyler gibi Malta’dan gelen kişilerin Meclis üyesi sayılması ve devam eden seçimler sonucunda gelenlerle birlikte sürekli artış göstermişti. Öte yandan Meclis’e katılan mebusların müthiş bir çeşitlilik arz ettiğinin de altı çizilmelidir. Bu noktada Büyük Millet Meclisi’ne 1920 yılında memur olarak giren Velidedeoğlu, İlk Meclis’in ilk günlerinde dikkatini ilk olarak ‘kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin’ farklılığının çektiğini söylemekte ve gördüklerini: “Beyaz sarıklı, ak sakallı, cüppeli, eli tespihli hocalarla pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı beyleri; külahlı ağalar ve kavuklu çelebiler Avrupa üniversitelerinden yeni dönmüş, batı kültürü ile yetişmiş, nokta bıyıklı, Kuva-yı Milliye kalpaklı gençler, Meclis sıralarında yan yana oturuyorlardı. Bilgileri ve yetişme ortamları çok değişik olan bu insanlar bir tek amaç doğrultusunda birleşmişlerdi: Vatanı kurtarmak.” şeklinde anlatmaktaydı.482 481 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.38, 24 Nisan 1920; s.186, 2 Mayıs 1920, s.198, 3 Mayıs 1920, s.203, 4 Mayıs 1920. 482 Velidedeoğlu, İlk Meclis, s.80-81. Birinci Meclis’in mebus sayısı sürekli değişiklik arz etmiş ve toplam kaç mebustan oluştuğuna dair farklı kaynaklar farklı sayılar vermişlerdir. Bu noktada konuyu ele alan eserler arasında bir uzlaşma olmasa da Meclis’in renkliliği konusunda bir uzlaşma vardır. Örneğin, Birinci dönem Adana mebusu Zamir (Damar Arıkoğlu) Bey, Birinci Meclis’in üye sayısının ölen ve istifa edenler hariç 381 olduğunu söylemekte, bunların 61’inin başı sarıklı hoca, 51’inin subay veya emekli, 46’sının çiftçi, 37’sinin tüccar, 29’unun avukat, 15’inin doktor, 8’inin şeyh, 6’sının gazeteci, 5’inin ağa, 5’inin aşiret reisi ve 2’sinin de mühendis olduğunu ifade etmekte ve çeşitli gerekçelerle toplam sayısı değişiklik arz eden Birinci Meclis’in renkli bir kompozisyondan ibaret olduğunun altını çizmektedir. Bkz. Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul, 1961, s.148. Birinci Dönem TBMM’ye katılan mebusların sosyolojik tabanını tablo halinde veren Güneş de, toplumsal kesimleri, şiveleri ve kıyafetleri bakımından o günün Türkiye’sini yansıttığını söylediği mebuslar içerisinde Osmanlı’nın son dönemindeki düşünce akımları ve siyasi mücadeleleri içinde yer almış kimselerin, İttihat ve Terakki ile ona muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyelerinin, 1918 yılı sonunda kurulan değişik fırkaların mensuplarının ve hatta profesyonel ihtilalcı denilebilecek kimselerin dahi bulunduğunu söylemektedir. Bkz. İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2009, s.79. Birinci Meclis üyeliğine toplam 437 mebusun hak kazandığını söyleyen ve mebusların eğitim düzeylerini ele almış olan Demirel de bunların % 25.4’ünün herhangi bir yüksek öğretim kurumunu bitirdiğini, % 4.8’inin Harp Akademisi, % 6.9’unun Harbiye, % 20.8’inin rüştiye, % 8.7’sinin idadi, % 2.3’ünün sultani, % 1.6’sının meslek okulu mezunu olduğunu, medreselerde öğrenim görenlerin oranının 18.8, özel eğitim görenlerin ise % 198 Ülkenin neredeyse bütün sosyal kesimlerini bünyesine alan, düşmanları mağlup etmek suretiyle Misak-ı Milli sınırları içinde bağımsızlığı temin etme gayesiyle toplanan Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde ülkede temel olarak İslamcılık, Türk Milliyetçiliği ve Sosyalizm gibi İkinci Meşrutiyet Dönemi’nden miras kalan üç ideoloji dikkati çekmektedir. İslamcılık, Birinci Dünya Savaşı sırasında halifenin cihat çağrısının etkili olmaması sonucunda işlevsizleşmişse de Anadolu halkının yüzyıllardır sürmekte olan halifeye bağlılığında bir değişiklik yoktu. Türk milliyetçiliği ise Meşrutiyet dönemindeki ırkçı yaklaşımdan arınmış, İslamcılık anlayışı ile iç içe geçmişti. Meşrutiyet döneminde olduğu gibi o günlerde de zayıf olan sosyalist görüş, Sovyet Rusya ile ilişkiler bağlamında anti-emperyalist bir yaklaşımla biraz canlanmış ve Meclis’in açılmasından sonraki zamanlarda aşağıda da görüleceği üzere Mustafa Kemal Paşa’nın önlem almayı gerekli göreceği boyutlara ulaşmıştı. Gerek Sovyet Rusya, gerekse Türkiye batı emperyalizmine düşmandı, ama Milli Hareket’in Bolşevikliği benimsediği gibi İstanbul Hükümeti tarafından yapılan propagandanın gerçekle bir ilgisi yoktu.483 Bununla beraber Sovyetlerle yakınlaşma 7.3 olduğunu ve % 14.6’lık bir oranın da herhangi bir eğitim kurumunu bitirmeyen ya da eğitimleri hakkında bir bilgi olmayan mebuslardan oluştuğunu söylemektedir. Bkz. Demirel, Birinci…, s.144. 483 Mustafa Kemal Paşa, 29 Mayıs 1920 tarihli gizli oturumda Bolşevik olmak ile Bolşevik Rusya’yla ittifak yapmak arasındaki farkı birbirinden ayırmak gerektiğini, böyle bir meseleyle meşgul olmaya ihtiyaçlarının olmadığını ve sosyalizmi benimseme fikrinin o günün sorunu olmadığını söylemişti. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.1, s.48. 3 Temmuz 1920 tarihinde “Bizim için, milletimiz için Bolşevik olalım, olmayalım meselesi mevzu bahis değildir; illa Bolşevik olmak için bir melese yoktur. Yine bu hususta kraldan çok kral taraftarı olanlar da var. Görüyorum ki bazı arkadaşlar; illa Bolşevik olalım gibi bir fikirdedirler. Biz bir milletiz, kendimize göre adatımız (adetlerimiz) vardır, prensibimiz vardır ve biz bunların sadıkıyız.” diyen Mustafa Kemal Paşa, 14 Ağustos 1920 tarihinde de şunları söylemişti: “Her münasebet düştükçe arz etmiştim ve bu münasebetle bir defa daha tekrar ve teyit etmek isterim ki; biz memleket ve milletimizin mevcudiyetini ve istiklâlini kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi nokta-i nazarımıza tabi bulunuyorduk. Ve kendi kuvvetimize istinat ediyorduk. Hiç kimseden ders almadık, hiç kimsenin muğfil mevaidine (aldatıcı vaatlerine) aldanarak işe girişmedik. Bizim nokta-i nazarlarımız, bizim prensiplerimiz cümlece malumdur ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim itikadımıza göre; milletimizin temin-i hayat ve tealisi kendi kabiliyet-i hazmiyesiyle mütenasip olan nokta-i nazarlardır. Fakat esas itibarıyla tetkik olunursa bizin nokta-i nazarlarımız - ki halkçılıktırkuvvetin, kudretin, hakimiyetin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok, bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensiptir.” Bkz. TBMM 199 siyasetinin, Milli Hareket’in Sovyet desteğini sağlama amacına yönelik olduğu ve bu anlamda Bolşeviklikten Milli Mücadele süresinde faydalanıldığı bir gerçekti. Bu noktada Güneş, mebusların sosyalist akımın dayandığı siyasal, sosyal, ekonomik ve ideolojik temelleri bilmediklerini, Bolşevizm’in anti-emperyalist olmasından faydalanmaya çalıştıklarını ve bağımsızlığı kazanmak için bu akımın benimsenmesini istediklerini söylemektedir.484 Meşrutiyet döneminde etkin bir ideoloji olan batıcılık ise batının Anadolu’yu paylaşma çabalarına karşı çıkıldığından Milli Mücadele süresinde savunulan ve destek bulan bir akım durumuna gelemedi. Milli Mücadele başladığında ve hatta Büyük Millet Meclisi açıldığı sıralarda ülkenin pek çok yerinde İttihatçıların etkisi devam etmekteydi. 1908 Devrimi’ni gerçekleştiren, İkinci Meşrutiyet döneminde ülke çapında teşkilatlanan, Osmanlı Devleti’ni Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı’na sokan ve savaşın mağlubiyetle neticelenmesinin ardından lider kadrosu ülkeden kaçan İttihatçılar, mütareke döneminde ülkede hala varlığını devam ettirmekteydi. Galip itilaf devletleri mütarekenin imzalanmasından itibaren İttihatçıların cezalandırılması noktasında baskı uygulamakta, İttihatçılığı her türlü kötülüklerin kaynağı olarak görmeye devam etmekteydi. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşlarında etkin rol üstlenen ve Sivas Kongresi başta olmak üzere her fırsatta İttihatçılığın bir devamı olmadıklarına dair açıklamalar yapan, bununla beraber pek çoğu eski İttihatçı olan Milli Hareket temsilcileri işte bu nedenle tüm mesailerini fırkacılığa değil, vatanın kurtarılmasına harcamaktaydı.485 Bu açıdan bakılırsa Büyük Millet Meclisi içerisinde çok sayıda İttihatçı olması normaldi. Aşağıda değineceğimiz Yeşilordu Cemiyeti’nin Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.1, s.72, 3 Temmuz 1920; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.210, 14 Ağustos 1920. 484 Güneş, Birinci…, s.160. 485 Mizyal Karaçam Şengil, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Düşünce Akımları (1920), Cem Yayınevi, İstanbul, 1996, s.181-182. 200 Meclis grubu olan Halk Zümresi de genel itibarıyla İttihatçılardan oluşmaktaydı. Bolşeviklerin askeri desteğini temin etmek suretiyle Anadolu’ya gelmeyi ve Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğini elinden almayı düşünen Enver Paşa’nın en büyük destekçileri Meclis’teki İttihatçılardı. Milli Hareket’in başarıya ulaşıp ulaşmayacağı konusunda tereddütleri olan Sovyet Rusya, Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasının ardından bu tereddütlerinden sıyrılarak anti-emperyalist çizgideki Milli Hareket’in en büyük yardımcısı olacak, Enver Paşa da Sakarya Savaşı’nın zaferle neticelenmesinden sonra artık böyle bir umut taşımayacaktı. Düzenli ordunun henüz kurulmadığı 1920 yılı başlarında Sovyetler benzeri bir uygulama ile Anadolu’dan düşmanı atmanın tek yol olduğunu düşünenlerin sayısında bir artış olmuştu. Bu düşünce, İttihatçılar ve Kemalistler dahil siyasetle ilgilenen birçok kişiyi sarmış, İslamcı milliyetçi düşünceler dahi Bolşevizm’le bağdaştırılmaya çalışılmıştı.486 Bu noktada ilk olarak Büyük Millet Meclisi’ndeki İttihatçıların desteğini alan ve İslamcı Sosyalizmi savunan Yeşilordu Cemiyeti’ne temas etmek gerekir. Tıpkı İttihat ve Terakki’nin kuruluşunda olduğu gibi gizli olarak kurulan ve kısa süre içinde yemin etmek suretiyle bazı vekil ve mebusları içine alan bu Cemiyetin genel merkez üyeleri arasında Doktor Adnan (Adıvar), Hakkı Behiç, İbrahim Süreyya, Hüsrev Sami, Eyüp Sabri ve Yunus Nadi Beyler gibi bir kısmı Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşları olan önemli kimseler vardı. Kuruluşu 20 Mayıs 1920 tarihinde gerçekleşen Yeşilordu Cemiyeti’nin amacı nizamnamesinin ilk maddesinde ‘Avrupa emperyalizminin hülul (sızma) ve istila siyasetini Asya’dan tard etmek (kovmak)’ olarak belirlenmişti.487 486 Şengil, Birinci..., s.163. “Yeşil Ordu Cemiyeti” Yakın Tarihimiz, c.I, sayı 3, s.69-70-sayı 4, s.103. Cemiyetin bazı üyeleri “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni devirerek milletin arzusu hilafına bir hükümet tesisine sa’i (çalışmak) cürmünden (suçundan)” İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanacak, 9 Mayıs 1921 tarihinde 487 201 Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu Cemiyetin, Milli Mücadele önünde engel teşkil eden tutucu güçlerin, halk ve asker üzerindeki olumsuz etkisini bitirmek ve ortamı devrim için uygun hale getirmek amacıyla kurulduğunu söylemektedir. Bununla beraber, yöneticilerinin Cemiyeti kendisinin isteği doğrultusunda kurduklarını söylemelerinden dolayı Cemiyetin destekçilerinin sayısında artış yaşandığını ve böylece ‘sınırlı müfrezeler vücuda getirmek’ amacında olan Cemiyetin genel bir amaca yöneldiğini ifade etmektedir. Kendi adını kullanarak teşkilat kurmakta olan Cemiyetin faaliyetlerinin nasıl sona erdiğine dair de Mustafa Kemal Paşa şunları söylemektedir: “Bu Cemiyetin, muzır bir şekil ve mahiyet aldığına kani oldum. Derakap lağvı cihetini düşündüm. Tanıdığım arkadaşları tenvir ettim. Nokta-i nazarımı söyledim. İcabını 488 yaptılar.” Yeşilordu Cemiyeti’nin Genel Merkez üyeleri arasında yer alan ve 17 Temmuz 1920 tarihinde Dahiliye Vekilliği’ne seçilen Hakkı Behiç Bey’in istifasının ardından yaşanan gelişmeler, Cemiyetin Meclis’teki etkinliğini göstermesi bakımından dikkat çekiciydi. Cemiyetin Meclis’teki mensupları bu istifanın geri aldırılması için çalışmışsa da, 4 Eylül’de yapılan Dahiliye Vekilliği seçiminde Mustafa Kemal Paşa tarafından desteklenen Refet Bey değil, Yeşilordu temsilcilerince desteklenen Nazım Bey seçilmişti. Yeşilordu mensuplarının gücünü gösteren bu durum karşısında canı sıkılan Mustafa Kemal Paşa, ziyaretine gelmek isteyen Nazım Bey’i kabul etmemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın ‘ecnebi mehafiline casusluk ettiğine de asla şüphe etmiyordum’ dediği Nazım Bey de seçilmesinden iki gün sonra istifa etmek verilen karar gereğince bir takım cezalara çarptırılacaktı. Bkz. A.g.e., sayı 10, s.297-298. İstiklâl Mahkemesi’ndeki yazılı tanıklığında Yunus Nadi Bey, Cemiyetin kuruluş amacını “giriştiğimiz istiklâl ve kurtuluş mücahedesinde Garp emperyalizmine karşı büyük şark inkılabıyla daha sıkı, makul ve mantıki bir yakınlık temininden ve zaten vaziyetin icabı bu olduğuna göre, şayet bir gün Ruslarla hudutlarımızda buluşma husule gelirse, memleketimizde tahripkar tesirler yapabilecek meçhul inkılaba, meydan vermemek idi.” sözleriyle açıklamıştı. Bkz. A.g.e., sayı 5, s.133. 488 Nutuk, s.312-315. 202 durumunda kaldı.489 Ordu ile işbirliği yapmak amacıyla Çerkez Ethem’i bünyesine alan Cemiyet’in bu tavrı da Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı. Yeşilordu mensuplarından oluşan Halk Zümresi’nin Meclis’teki etkinliği karşısında sol faaliyetleri kontrolü altına alma ihtiyacı hisseden Mustafa Kemal Paşa, Yeşilordu’yu dağıtmak amacıyla Yunus Nadi, Hakkı Behiç ve Doktor Adnan Beylerin başını çektiği kimselerden bir komünist fırkası kurmalarını istemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın amacı, kendine yakın İttihatçılar ile bazı komutanları bu fırkaya almak suretiyle Yeşilordu ile onun desteklediği Halk Zümresi’nin gücünü kırmaktı.490 Halk Zümresi, 1920 yılı Eylül ayına gelindiğinde etkisi sona eren Yeşilordu Cemiyeti’nin Meclis’teki grubu niteliğinde idi. Yunus Nadi’nin 7 Temmuz 1920 tarihli Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde Büyük Millet Meclisi’nde kurulduğunu söylediği bu zümrenin programı aynı gazetenin 8 Eylül 1920 tarihli sayısında yayımlanmıştı. Tıpkı Yeşilordu Cemiyeti gibi İslamcı Sosyalist bir anlayışa sahip olan ve Meclis’te 70-80 kadar mebustan oluşan bir grup kurmayı başaran Halk Zümresi’nin ileri gelen bazı isimleri Yeşilordu’nun da üyeliğinde bulunan Yunus Nadi, Hakkı Behiç, Eyüp Sabri ve Doktor Adnan Beyler gibi eski ittihatçılardı. Mustafa Kemal Paşa, bu Zümre’nin Meclis’te çok daha etkin bir konuma gelmesinin önüne geçmek amacıyla 19 Eylül 1920 tarihinde Halkçılık programını yayımlamış ve grubun görüşlerinin esasında hükümetin görüşleri olduğunu savunmuştu.491 Mustafa Kemal Paşa, 14 Eylül’de Ali Fuat Paşa’ya göndermiş olduğu bir telgrafta da yakından tanıdığı arkadaşlarından oluşan Halk Zümresi’nden hükümetten ayrı bir zümre yapmaktan vazgeçmesini istediklerini, ancak bunun gerçekleşmediğini, bu 489 Nutuk, s.334-335. Şengil, Birinci…, s.181. 491 A.g.e., s.190-191. 490 203 nedenle de halkçılık programı adı altında hükümetçe bir program kabul ettiklerini söylemişti.492 Mustafa Kemal Paşa, hükümetin kontrolü dışında iş yapılmasına rıza göstermeyecek ve etkinliğini arttırmasından endişe ettiği Halk Zümresi için de önlemini alacaktı. Bu amaçla bir komünist fırkası kurulmasını isteyecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın bu isteğinin arka planında görüşmelerin devam ettiği Bolşeviklerle bir an önce anlaşmaya varılması yanında, Milli Hareket’in yönünü değiştirebilecek olan girişimleri kendi denetimine alarak kontrol altında tutmak düşüncesi de olacaktı.493 Bu anlamda resmi bir komünist fırkasının kurulması hem Sovyet yardımını hızlandıracak hem de ülkede dağınık halde bulunan sol kesimleri kontrol edilebilir bir çatı altında toplayacaktı. Türkiye Komünist Fırkası, 18 Ekim 1920 tarihinde bütün bu amaçlara yönelik olarak kurulacak, Dahiliye Vekâleti Yeşilordu’nun bu yeni fırkaya dönüştüğünü vilayetlere duyuracak, resmi olarak kurulan ve hükümet tarafından onaylanan bu Fırka’nın izni olmadıkça hiçbir kimse ve grubun faaliyette bulunmasına izin verilmeyecekti. Fırka’nın ileri gelen üyeleri, Hakkı Behiç, Tevfik Rüştü, Mahmut Esat, Yunus Nadi, Kılıç Ali ve Yunus Nadi Beyler gibi Mustafa Kemal Paşa’ya yakın isimler olacaktı. Hatta yol arkadaşlarından Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Refet Bey ile Fevzi (Çakmak) Paşa ile İsmet Bey de gizli olarak bu Fırka’ya dahil olacak,494 Mustafa Kemal Paşa, muhtemelen bu nedenle Fırka’nın kurucularını ‘en kıymetli, en namuslu, en vatanperver’ kimseler olarak takdim edecekti.495 Kurulmasından sonra Meclis’te 85 mebusun desteğini aldığı söylenen Fırka’nın politikalarını belirleyen en etkili kişi Hakkı Behiç Bey olacak, 492 Cebesoy, Milli…, s.473-475. Şengil, Birinci…, s.193-194. 494 Cebesoy, Milli…, s.507-509. 495 Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.136. 493 204 Yeşilordu’ya da katılmış olan Çerkez Ethem, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine bu yeni Fırka’ya alınacak, hatta kendisine bağlı kimseler tarafından çıkarılan Yeni Dünya gazetesi Ankara’ya taşınarak Fırka’nın yayın organı eksikliğini giderecekti.496 Türkiye Komünist Fırkası’nın resmi olarak kurulması ve Yeşilordu’nun da bu fırkaya katılması bazı hoşnutsuz kimselerin kabul etmediği bir gelişme oldu. Halk Zümresi’nin Türkiye Komünist Fırkası ile bir bağlantısının olmadığı düşüncesinde olan Tokat mebusu Nazım Bey ile Bursa mebusu Şeyh Servet Efendi bu fırkaya dahil olmadıklarını basın yoluyla duyurdu. Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü Bey’in de desteğiyle 7 Aralık 1920 tarihinde Türkiye Halk İştirakiyün Fırkası resmen kurulmuş oldu. Emek gazetesini yayımlayan bu Fırka, Yeşilordu’nun kendi fırkalarına dönüştüğünü söylemek suretiyle bu Cemiyetin tabanını yanına çekmeye çalıştı ve İslamiyet’in sola yakın olduğu fikrini savundu. Etkin bir konuma gelemeyen bu Fırka’ya giren memurların işlerine hükümet tarafından son verilirken Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirevan gibi Fırka’nın önde gelen isimleri Çerkez Ethem hadisesi sırasında kendisine destek verdikleri gerekçesiyle tutuklandı. Bu gelişmeler üzerine Nazım ve Mehmet Şükrü Beyler 1 Şubat 1921 tarihinde Fırka’nın faaliyetlerine son verdiklerini duyurdu.497 21 Mart 1921 tarihli gizli oturumda dokunulmazlıkları kaldırılan Nazım ve Mehmet Şükrü Bey ile Şeyh Servet Efendi, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanacak, ancak aldıkları cezalar Sakarya Zaferi’nden sonra affedilince Fırka yeniden faaliyete geçerek 18 Mart 1922 tarihinde çıkardıkları Yeni Hayat dergisiyle etkili olmaya çalışacaktı. Ne var ki Fırka’nın etkili olmak için çalıştığı bir zamanda İkinci Grup mebuslarının da desteği ile 12 Temmuz 1922 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilen Rauf Bey, 21 Temmuz’dan 496 497 Güneş, Birinci…, s.168. Şengil, Birinci…, s.197-200. 205 itibaren ülkede sosyalist faaliyetleri yasaklayacak ve 2 Ekim’de Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile kapatılacaktı.498 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Sovyetlerle ilişki kurmak temelinde başlangıçta göz yummak sureti ile serbest bıraktığı sosyalist hareketleri, etkili konuma gelmeye başlamaları üzerine kontrol altında tutmaya çalışmıştı. Bu amaçla resmi olarak Türkiye Komünist Fırkası’nın kurulmasına dahi imkan hazırlayan Mustafa Kemal Paşa, Milli Hareket’in yönünün değişebileceği herhangi bir girişime izin vermeyen bir yol izlemişti. 2.7. MİLLİ MÜCADELE’DE ETKİN SAVAŞ DÖNEMİ a) Sevr Anlaşması İtilaf temsilcileri, Türkler ile yapılacak barış anlaşması konusunda 1920 yılı Nisan ayı sonlarında toplandıkları İtalya’nın San Remo şehrinde bir fikir birliğine varabildiler. 11 Mayıs’ta Tevfik Paşa başkanlığında bir heyet tarafından teslim alınan499 anlaşma taslağı Sultan Vahdettin ve İstanbul Hükümeti dahil tüm ülkede büyük bir üzüntüyle karşılandı. 56. Fırka Komutanı Bekir Sami Bey tarafından gönderilen ve İstanbul gazetelerinde neşredilen anlaşmaya dair bilgileri içeren telgraf, 22 Mayıs’ta Büyük Millet Meclisi’nde okunduğu zaman Karahisarısahip (Afyon) mebusu Nebil Efendi ‘Boşuna yorulmuşlar, Türkiye’yi yok diye idiler daha iyi ederlerdi.’ demekten kendisini alamadı.500 Osmanlı Devleti’ni bitiren bu anlaşmanın şartları içerisinde Doğu Trakya’nın Yunanistan’a bırakılması, İzmir, Manisa bölgesinin beş yıl sonunda Yunanistan’a katılması, Amerikan Başkanı Wilson tarafından Türkiye ile sınırlarının belirleneceği 498 Güneş, Birinci…, s.171. Akşam, 12 Mayıs 1920. 500 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.2, s.13-15, 22 Mayıs 1920. 499 206 bir Ermenistan devletinin kurulmasına imkân tanınması yanında, Doğu ve Güneydoğu’nun Ermenistan’dan kalan yerlerinde bağımsız olabilecek özerk bir Kürdistan’a izin verilmesi ve Boğazların Osmanlı Devleti’nin içinde yer almadığı, merkezi İstanbul olan uluslararası bir örgüte bırakılması gibi maddeler vardı. Problem çıkarılmadığı sürece İstanbul’un Osmanlı başkenti olarak kalmasına izin verilmişti. Antalya, Silifke, Niğde, Aksaray, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Aydın ve Bursa’nın İtalyanlara, Mersin, Adana, Maraş, Diyarbakır, Silvan, Elazığ, Arapkir, Sivas ve Tokat’ın Fransızlara, Mardin, Urfa, Antep ve Ceyhan’ın Fransız mandası altında bulunan Suriye’ye bırakılması da anlaşmanın maddeleri arasındaydı. Kapitülasyonların geri getirilmesi, Osmanlı Devleti’nin asker sayısının en çok 50.700’e indirilmesi, maliyenin İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyonun denetimine verilmesi gibi maddeler de yetmemiş olacak ki, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesi geçerliliğini korumakta, itilaf devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri yerleri işgal etme hakkına sahip olabilmekteydi. Bundan sonraki süreç, karşı çıkışlarından bir sonuç alamayan Osmanlı tarafının anlaşmayı imzalama konusundaki isteksizliğini kırmak üzere Yunanlıların harekete geçirilmesi üzerine olacaktı. 22 Haziran 1920 tarihinde Yunan taarruzu başlayacak ve Ağustos sonuna kadar Bursa, Uşak ve Doğu Trakya dahil Batı Anadolu’nun önemli bir bölümü işgal edilecekti. Yunanlıların bu başarısında iç savaşla meşgul olan Kuva-yı Milliye birliklerinin ciddi bir direniş gösterememesinin de etkisi olacaktı. Osmanlı tarafını Sevr Anlaşmasını imzalamaya razı etmek amacıyla yapılan Yunan Taarruzu hedefine ulaşacak ve barış anlaşmasının imzalandığı 10 Ağustos 1920 tarihi Türk tarihinin en karanlık günlerinden biri olacaktı. Türkleri Anadolu’da dar bir alana sıkıştırmayı amaçlayan itilaf güçlerinin bunu resmiyete döktüğü Sevr 207 Anlaşması hiçbir zaman uygulamaya geçemeyecek ve ölü doğmuş bir anlaşma olarak kalacaktı. Anlaşma, itilaf devletleri temsilcileri ile İstanbul Hükümeti temsilcileri Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler tarafından imzalanacaktı. İstanbul Hükümeti, Sevr’i imzalamak durumunda bırakılırken, Tevfik Paşa şartları okuduktan sonra ‘bağımsızlık bir yana, ortada devlet bile kalmıyor’ demekten kendisini alamayacaktı. İtilaf güçlerinin Türkiye’ye ‘ayakları ve gözleri bağlı kurbanlık bir koyun’501 muamelesi yapması karşısında Saray ve İstanbul Hükümeti çaresizlik içinde kıvranırken Milli Hareket temsilcileri Anadolu’da yeni bir devletin temellerini atmaya çoktan başlamış olacaktı. Sevr’i ‘çok az geciktirilmiş bir ölüm’ olarak gördüğünü söyleyen Akşin, doğru bir yaklaşımla savaşın bir numaralı sorumlusu olan Almanya ile öteki müttefiklerine göre Osmanlı Devleti’nin çok daha ağır bir anlaşmaya mecbur bırakıldığı görüşündedir. Zira İtilaf güçleri, bu devletlerin varlığına ilişmeyerek milletlerin kendi kaderini tayin hakkına riayet ederken, Türk topraklarının önemli bir bölümü Ermenistan ve Yunanistan’a verilebilmekte ve dolaylı da olsa bir Kürt devleti kurulması hedeflenebilmekteydi.502 Anlaşma’nın imzalanmasından sonra İstanbul’da genel yas ilan edildi, Müslüman esnaflar dükkanlarını kapattı, gazeteler manşetlerine yas halini yansıttı.503 Büyük Millet Meclisi ise 16 Ağustos’ta bir telgraf gönderen Kâzım Karabekir Paşa’nın önerisi üzerine Sevr Anlaşması’nı imzalayanlar ile Saltanat Şurası’nda anlaşmanın kabulü yönünde oy kullananları vatan haini ilan etti.504 501 Akşin, İstanbul…, c.III, s.157. A.g.e., s.139. 503 Alemdar, Akşam, 12 Ağustos 1920. 504 Kâzım Karabekir Paşa öylesine kızmıştı ki, telgrafının sonunu “…bu vatansızların isimlerinin her yerde lanetle yad ilan ve tamim olunmasını arz ve teklif ederim.” şeklinde bitirmişti. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.333, 19 Ağustos 1920; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.941-942. 502 208 b) Kâzım Karabekir Paşa ve İlk Askeri Başarılar 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesi karşısında bir aksi seda olarak Karadeniz üzerinden Bolşevik ordularıyla teması sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi teklifinde bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, bu tarihten sonra Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak ve Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda Ankara’dan ısrarlı bir şekilde izin istemiş, ancak aşağıda Sovyet Rusya ile ilişkiler bağlamında bahsedilen gerekçeler nedeniyle Mustafa Kemal Paşa 1920 yılı sonbaharına kadar kendisine izin vermemişti. 1920 yılı Haziran ayında harekâta izin çıkmışsa da, bu harekât sonbahara ertelenmiş ve düzenli orduya geçilmesinin ardından Milli Hareket’in ilk askeri başarıları Şark Cephesi Komutanlığı’na getirilen Kâzım Karabekir Paşa’nın emrindeki kuvvetler tarafından gerçekleştirilmişti. BrestLitovsk Anlaşması’nın ardından bağımsız bir devlet olan, bununla beraber Türk topraklarına yönelik istila emeli besleyen Ermenistan’a karşı 9 Haziran 1920 tarihinde seferberlik ilan edilmişti. Haziran ayında Oltu’yu istila eden Ermenilere 7 Temmuz’da Hariciye Vekâleti tarafından bir de nota verilmişti. Ülkede sürmekte olan iç savaş ve Yunan taarruzundan faydalanma düşüncesiyle hareket eden ve 24 Eylül 1920 tarihinde baskın tarzında bir saldırı düzenleyen Ermenilere karşı 28 Eylül’de harekete geçilmiş, 30 Ekim’de Kars’ı geri alan Şark Ordusu Gümrü’ye kadar ilerlemişken Ermenilerin mütareke teklifi gelmişti. Ermenilerin şartları ağır bulması nedeniyle savaş hali bir süre daha devam etmişse de 17 Kasım’da Ermeniler mütareke şartlarını kabul ettiklerini bildirmişti. Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Şark Ordusu, Ermenileri durdurmayı ve Ermeni işgaline uğrayan yerleri geri almayı başarmış, mütareke şartı olarak aldığı silah ve mühimmatı da Ankara’ya doğru yola 209 çıkarmıştı.505 2-3 Aralık 1920 tarihinde imzalanan ve Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin imzaladığı ilk anlaşma olma özelliğini taşıyan Gümrü Anlaşması ile Sarıkamış, Kars ve Oltu’yu Türkiye’ye veren Ermeniler, Sevr Anlaşması’nı tanımadığını da kabul etmek durumunda kalmıştı.506 c) Yunan Saldırıları ve İnönü Zaferleri Yunanlılar, Ankara’nın iç isyanlardan başını ancak kaldırabildiği bir dönemde 22 Haziran 1920 tarihinde üç koldan saldırıya geçmişti. Ağustos ayı sonuna kadar Balıkesir, Bursa, Uşak, Alaşehir’i işgal eden Yunan ordusu güneyden de Nazilli’ye kadar olan ilerlemiş ve Doğu Trakya’nın işgalini tamamlamıştı. Yunan saldırıları karşısında cephelerin bozulması Büyük Millet Meclisi’ni de karıştırmış, 3 Temmuz tarihli gizli oturumda ne gibi tedbirler alındığına dair verilen bir önergeye cevap vermek amacıyla kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa, sorumlunun Meclis ve hükümeti olmadığını, Yunan taarruzundan daha önemli görülen iç isyanları bastırmak için bazı birliklerin cepheden alınarak seferber edildiğini ve düşmanın da bu nedenle ilerleyebildiğini söyleyerek ülkede birliğin temin edilmesinin önemine vurgu yapmıştı.507 Uşak ve Gediz’in kaybedilmesinin ardından Afyon ve Eskişehir’in de kaybedileceği endişesi, hükümet merkezinin Sivas’a taşınmasını gündeme 505 Kâzım Karabekir Paşa, Kars’ta Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa ile haberleşmiş ve İstiklâl Harbi’ni on yıl kadar devam ettirecek miktarda ganimet ele geçirdiklerini söylemişti. Bu başarılar sonunda Kâzım Karabekir Paşa, Büyük Millet Meclisi tarafından ferikliğe (korgenerallik) yükseltilmişti. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.996-1001. 506 Nutuk, s.325-326; Akşin, Türkiye’nin…, s.145. Bu anlaşmanın 18. maddesi anlaşmanın her iki hükümet tarafından onaylanacağına dairdi. Ancak anlaşmadan bir kaç gün sonra Ermenistan Kızılordu’nun işgaline uğrayacak ve hükümeti ele geçiren Bolşevikler anlaşmayı onaylamayacaktı. 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova, 13 Ekim 1921’de de Moskova Anlaşması esas almak suretiyle Sovyetler aracılığında Güney Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Anlaşmaları imzalanacak, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı ile baş murahhas olarak Türkiye’yi Kâzım Karabekir Paşa temsil edecekti. Bu anlaşmalar ile Türkiye’nin Kuzeydoğu sınırları belirlenmiş olacaktı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1111. 507 Nutuk, s.308-311; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.I, s.52, 3 Temmuz 1920. 210 getirmiş, bu yöndeki Heyet-i Vekile kararına Ali Fuat Paşa gibi Kâzım Karabekir Paşa da durumun henüz çok vahim olmadığı ve ordu üzerinde olumsuz etki bırakacağı düşüncesiyle karşı çıkmıştı. Öte yandan hükümet merkezinin Sivas’a taşınması kararından kısa süre sonra vazgeçilmişti.508 22 Haziran’da başlayan saldırılarının ardından Doğu Trakya dahil Batı Anadolu’nun önemli bir bölümünü işgal eden Yunanlılar, Konstantin’in yeniden tahta geçmesiyle birlikte hem itilaf güçlerinin gözüne girmek hem de Sevr Anlaşması’nı Büyük Millet Meclisi’ne kabul ettirmek amacıyla 6 Ocak 1921 tarihinde Bursa-Uşak cephesinden yeni bir harekâta daha girişmişti. İnegöl, Yenişehir ve Banaz’ı ele geçiren Yunanlılar, bu saldırı ile Türk ordusunun gücünü de test etmek istemişti. Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey, Çerkez Ethem üzerine harekât yapmak üzere olan Batı Cephesi birliklerinin önemli bir kısmı ile Eskişehir’in İnönü mevkiine doğru ilerledi ve 10 Ocak’ta Yunan saldırısını kırmayı başardı. Yunanlıları, istediklerini elde edemeyerek geri çekilmek durumunda bırakan düzenli ordu birliklerinin bu ilk başarısı, zafere susamış olan bir ülke için önemli bir moral kaynağı olmasının yanında itilaf güçlerinin Londra’da Türkleri de davet edecekleri bir konferans düzenleme kararını beraberinde getirdi. İtilaf devletleri İstanbul Hükümeti’ne gönderdiği davette Büyük Millet Meclisi temsilcilerinin de konferansa katılacak heyette yer almasını istemişti.509 Mustafa Kemal Paşa, işbirliği yapılması amacıyla Ankara temsilcilerinin İstanbul’a gönderilmelerini isteyen Sadrazam Tevfik Paşa ile olan haberleşmelerinde milleti temsil edebilecek yegâne kurumun Büyük Millet Meclisi olduğunu, bu nedenle konferansta ülkeyi temsil edecek delegelerin Büyük Millet Meclisi tarafından 508 509 Cebesoy, Milli…, s.475-478; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.964-965. Akşam, 27 Ocak 1921. 211 seçilmesi gerektiğini, bununla beraber İstanbul Hükümeti’nin devreden çıkmasını istemişti. İtilaf devletlerinin Doğu sorununu adil bir şekilde çözebilmeleri için Büyük Millet Meclisi’ni doğrudan davet etmesi gerektiğinin altını çizen Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Tevfik Paşa’ya Padişah’ın Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını ilan etmesi gerektiğini de bildirmişti.510 Sadrazam ile olan haberleşmelerini Meclis’te de anlatan Mustafa Kemal Paşa, Mersin mebusu İsmail Safa Bey’in Padişah’ın Meclis’i tanımaması durumunda kendisiyle ilgili ne gibi bir işlem yapılacağı sorusuna Padişah’ın milleti tanımayıp İngilizlere yaslanarak büyük bir hata yaptığını, yine de bugün kendisine bir şans tanıdıkları cevabını vermiş ve ‘tanımazsa gerekeni yapmak basittir, ama bugünden söz konusu etmeyelim’ şeklinde bir ifade kullanmıştı.511 Tevfik Paşa ile haberleşmelerden istenilen netice alınmayınca konferans için Hariciye Vekili Bekir Sami Bey başkanlığında müstakil bir heyet oluşturularak yola çıkarılmıştı. Anadolu’daki direnişin şiddetini arttırarak Yunanlılara karşı bir zafer kazanması ve Milli Hareket’in Sovyet Rusya ile temas kurması yanında bir türlü onaylatılamayan Sevr’in yumuşatılmış bir şeklinin kabul ettirilmeye çalışılması gibi nedenlerle 27 Şubat 1921 tarihinde toplanan Londra Konferansı, 12 Mart’a kadar devam etmişse de kesin bir sonuca ulaşamadan dağılmıştı.512 Londra Konferansı’na Büyük Millet Meclisi ile birlikte İstanbul Hükümeti de katılmış, konferans sırasında söz sırası kendisine gelen Tevfik Paşa, sözü milletin gerçek temsilcileri olan Büyük Millet Meclisi delegelerine bıraktığını açıklamıştı.513 Ankara’nın Londra Konferansı’na davet edilmesi Büyük Millet Meclisi’nin itilaf güçleri tarafından 510 Nutuk, s.370-374; Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.159-164. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.7, s.415, 29 Ocak 1921. 512 Nutuk, s.383-384. Konferans’ta Büyük Millet Meclisi’ni temsil eden Bekir Sami Bey, İngiltere, Fransa ve İtalya ile ikili bazı anlaşmalar yapmışsa da bu anlaşmalar Misak-ı Milli’ye uygun bulunmadığından Meclis tarafından kabul edilmemiştir. 513 Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.175. 511 212 tanındığı anlamına gelmekteydi. Aydemir bu davetin Sevr’in yürümeyeceğine, onu hazırlayarak Osmanlı Devleti’ne dayatanların dahi inanmadıklarının bir göstergesi olduğu kanaatindedir.514 Londra Konferansı’ndan bir sonuç alınamaması üzerine Yunanlılar, İnönü’de durdurulmalarına rağmen 23 Mart’ta Bursa ve Uşak üzerinden Eskişehir’i almak ve Ankara’ya doğru ilerlemek amacıyla yeni bir saldırı daha başlatmış,515 Bilecik, Dumlupınar ve Sapanca’yı işgal ettikten sonra Nisan ayı başında İnönü’de bir kez daha durdurulmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’e gönderdiği tebrik telgrafında “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.” sözünü kullanmıştı. Öte yandan İkinci İnönü Zaferi nedeniyle Ankara’da heyecanlı bir sevinç gösterisi yapılmış ve halk kafile halinde Büyük Millet Meclisi önüne gelmişti.516 Yunanlıların bir sonraki saldırısı 8 Temmuz 1921’de başlayacak, Kütahya-Eskişehir savaşları olarak isimlendirilen savaşların ardından Türk ordusu Afyon, Kütahya ve Eskişehir’i kaybedecek ve Yunan saldırısı Türk ordusunun 25 Temmuz’da Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesiyle sonuçlanacakt1. Ordunun, mağlubiyetlerin ardından Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonrasında Büyük Millet Meclisi de hararetlenecek, Heyet-i Vekile şiddetli eleştirilere maruz kalacaktı. 4 Ağustos 1921 tarihli gizli oturumda düşmanı püskürtmek için bütün kaynakların seferber edilmesi gerektiği, Türk halkının buna hazır olduğu ve olağanüstü yetkilerle donatılacak bir başkomutanlığın kurulması gibi konular ele alınacaktı. Durum çok kritik olduğu için bir an önce kesin bir karar alınması gerektiği kanaati yaygınlık kazanacak ve 514 Sevr’in geçerliliğine olan itilaf inancının zayıflığına bir başka örnek de anlaşmanın kendisine sağladığı faydalara rağmen Fransızların Ankara ile bir anlaşma imzalamak sureti ile Anadolu üzerindeki emellerinden vazgeçmesi idi. Bkz. Aydemir, Tek…, c.II, s.390-391. 515 Vakit, 25 Mart 1921. 516 Hakimiyet-i Milliye, 3 Nisan 1921. 213 yapılacak en doğru işin, yetkileri en doğru kişinin emrine vermekten ibaret olduğu düşüncesi ağırlık kazanacaktı. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin genel olarak beliren isteği doğrultusunda başkomutanlığı kabul ettiğini söyleyecek, önergede “…Müddeti ömrümde hakimiyet-i milliyenin en sadık bir hizmetkarı olduğumu nazar-ı millete bir defa daha teyit için bu salahiyetin üç ay gibi kısa bir müddetle takyit edilmesini ayrıca talep 517 ederim.” ifadelerini kullanacaktı. Ertesi gün Meclis İkinci Reisi Adnan (Adıvar) Bey’in başkanlığında toplanan Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal Paşa’yı üç ay süre ile kendi yetkilerini kullanmak üzere başkomutanlığa seçecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığa getirilmesi amacıyla gizli oturumda yapılan oylamada 169 kabul ve 13 ret oyu çıkacaktı. Rıza Nur ve arkadaşlarının teklifi ile 5 Ağustos 1921 tarihli açık oturumda, gizli oturumda verilen ret oylarının da kabul oylarına döndüğü görülecek ve Mustafa Kemal Paşa, 184 mebusun tamamının oyu ile başkomutanlığa getirilecekti. Büyük Millet Meclisi kürsüsünde “Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları inayet-i süphaniye ile (Allah’ın yardımı ile) behemahal (kesinlikle) mağlup edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu itminanı (inancımı) heyet-i celilenize karşı, bütün millete karşı ve bütün aleme karşı ilan ederim.” diyecek olan Mustafa Kemal Paşa, umutsuzluk rüzgarlarının estiği bir zamanda Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması noktasında en küçük bir tereddüdünün olmadığını söyleyerek Büyük Millet Meclisi’ne güven telkin edecekti.518 Böylece Mustafa Kemal Paşa başkomutanlığa ilk olarak Sakarya Savaşı’ndan hemen önce 5 Ağustos 1921 tarihinde üç aylık bir süre için getirilmiş olacaktı. Aşağıda da bahsedileceği üzere, 5 Kasım 1921 tarihinde süresi dolacak olan başkomutanlık kanununun 517 Bu görüşmeler 4 Ağustos tarihinde gerçekleşmişse de tutanaklarda önceki zabtın hülasasının okunması bağlamında 5 Ağustos 1921 tarihli celsede kayıtlıdır. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.II, s.157-162, 4 Ağustos 1921. 518 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.164-185, 5 Ağustos 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.19, 5 Ağustos 1921. 214 uzatılmasının gündeme geldiği her oturumda Meclis’te şiddetli tartışmalar yaşanacak, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in yetkilerini almasını hazmedemeyen İkinci Grup üyeleri bu tartışmaların baş aktörleri olacaktı. Başkomutanlığa getirilen Mustafa Kemal Paşa 7 ve 8 Ağustos 1921 tarihlerinde işgal altında olmayan yerlerin bütün kaynaklarını savaşa kanalize etmek amacıyla Tekalifi Milliye emirlerini çıkaracaktı.519 Tehlikeli boyutlara geldiği düşünülen Yunan saldırılarının ardından Meclis’in bu defa Kayseri’ye taşınması gündeme gelecek, Büyük Millet Meclisi’nde 22 Ağustos 1921 tarihinde tartışılan bu taşınma meselesinin halk üzerinde kötü etki uyandıracağı gerekçesiyle ertelenmesi kararlaştırılacaktı.520 Sakarya Savaşı’nın dördüncü gününün gecesinde Mustafa Kemal Paşa, Milli Müdafaa Vekili Refet Paşa’ya savaşın Ankara’ya sıçrama ihtimalinin bulunduğunu, bu nedenle Büyük Millet Meclisi ile hükümetin ilk olarak Keskin’e, ardından da zaruret hasıl olursa Kayseri’ye taşınmasının gerekli olduğunu söyleyecek ve bu taşınma işinin iki gün içinde tamamlanmasını isteyecekse de ikinci bir tel ile bu emrin uygulanması için yeni bir emrin beklenmesi gerektiğini bildirecekti.521 d) Refet Bey’in Görevsiz Kalması Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni Kuzey ve Güney Cepheleri olmak üzere ikiye ayırmış, 519 Atatürk’ün Tamim…, s.414-424; Nutuk, s.406-410. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.II, s.221-224, 22 Ağustos 1921. Esasında bu taşınma konusu ilk olarak bir ay önce gündeme gelmişti. 23 Temmuz’da ‘Yunan taarruzu üzerine vaziyet-i harbiye hakkında müzakerat ve T.B.M. Meclisinin Kayseri’ye nakli’, 30 Temmuz’da ise ‘Heyet-i Vekile Reisi Fevzi Paşa’nın; Eskişehir’in sükunundan sonra cepheye yaptığı ziyaret hakkındaki beyanatı ve Meclis’in Kayseri’ye nakli’ başlıkları altında gizli oturumda görüşülmüştür. TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.2, s.98-114, 23 Temmuz 1921; TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.2, s.116127, 30 Temmuz 1921. 521 Türk İstiklâl Harbi-Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki Harekat, c.II, Kısım I, II. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995, s.65-67. 520 215 Güney Cephesi Komutanlığı’na da Refet Bey’i getirmişti. 1921 yılı Nisan ayı başlarında kazanılan İkinci İnönü zaferiyle birlikte Yunanlıların Uşak grubu geri çekilmeye başlamış, Refet Bey de 12 Nisan’da emrindeki kuvvetlerle Aslıhanlar civarında bulunan bir düşman alayına saldırmıştı. Yunanlıların bir hat tutmak amacıyla geri çekilmeleri Refet Bey’in muharebenin sonucunu yanlış yorumlayarak kazandığını zannetmesine neden olmuş, Mustafa Kemal Paşa’nın tetkikleri neticesinde düşmanın amacına uygun olarak Dumlupınar’da savunması kolay bir mevki aldığı ortaya çıkmıştı. Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte Refet Bey’in karargâhına giden Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından gördükten sonra Refet Bey’in komutasındaki Güney Cephesi’ni de İsmet Paşa’nın komutanlığını üstlendiği cepheye bağlamıştı. Refet Bey’den başka bir görevlendirme için Ankara’ya gitmesini isteyen Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşı için yeni görev olarak Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni düşünmüştü. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ni bıraktırmak suretiyle İsmet Paşa’yı tamamen Garp cephesinde görevlendirmeyi, vekâleten bu görevi yürütmekte olan Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa’yı da Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliğine getirmeyi planlayan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa’dan boşalacak yere de Refet Bey’i getirmeyi uygun görmüştü. Buna karşılık askeri bir görev üstlenmek isteğinde olan Refet Bey ise Fevzi Paşa’nın istifa etmesine gerek olmadığını, İsmet Paşa’nın ise Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nden istifasının gerekli olduğunu düşünmüş ve Mustafa Kemal Paşa’dan buna göre bir görevlendirme yapmasını istemişti. Açıkça ifade etmese de kendisi için başkomutanlık makamı olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni uygun gören Refet Bey’e Mustafa Kemal Paşa açık bir şekilde şunları söylemişti: “Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti, bizim teşkilatımıza göre, bugün, fiilen başkumandanlık makamıdır. Siz henüz Türk ordusuna başkumandan olacak evsafı ihraz etmiş değilsiniz. Bunu şimdilik hatırınızdan 216 çıkarınız.” Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni kabul etmeyeceğini söyleyen Refet Bey’e ‘siz bilirsiniz’ diyerek konuşmayı bitirmişti.522 İşte Refet Bey’in Milli Mücadele’nin önemli bir zamanında Kastamonu taraflarında dinlenmeye çekilerek bir süre atıl kaldığı süreç yol arkadaşı ile olan bu konuşmasıyla başlamıştı. Yine de kendisinin görevsiz kaldığı süreç fazla uzun sürmemiş ve Refet Bey 30 Haziran 1921 tarihinde sağlık sorunları nedeniyle Dahiliye Vekilliği’nden istifa eden Atâ Bey’in yerine bu vekâlete seçilerek askeri olmasa da siyasi bir görevle yeniden Milli Mücadele saflarındaki yerini almıştı.523 e) Sovyetler ile İlişkiler ve Moskova Anlaşması 1917 yılı Ekim ayında yaşanan ihtilalın ardından yönetimi ele geçiren Bolşeviklerin Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesi, Rusya’nın eski müttefikleri tarafından iyi karşılanmamıştı. Üstelik itilaf devletleri Kızılordu’ya karşı Çarlık yanlısı Beyazordu’nun kurulmasına destek vermiş ve bu durum ülkede bir iç savaşı beraberinde getirmişti. İşlerin yine de istedikleri gibi gitmediğini gören İngiltere ve Fransa, 1918 yılı sonlarında Güney Rusya’yı paylaşarak Kırım’a asker sevk etmişti. İtilaf devletlerinin süregelen tutumu Sovyet Rusya’nın Anadolu’da başlayan direniş hareketlerine ilgi duymaya başlamasına ve bağımsızlık amacıyla bu emperyalist ülkelere baş kaldıran Anadolu hareketine sempati ile bakmaya başlamasına neden olmuştu. Zira ortak noktası anti-emperyalizm olan iki taraf da aynı düşmanlara karşı mücadele vermekteydi. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı sonlarında Kafkasya’da Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan devletlerinin kurulmasını temin eden İngiltere, 522 Nutuk, 390-391. 226 mebusun katıldığı oylamada Refet Bey 139, Mersin mebusu İsmail Safa Bey 19, Karesi mebusu Vehbi Bey 5, Cebelibereket (Osmaniye) mebusu İhsan Bey bir oy almış, 63 mebus da çekimser kalmıştı. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.11, s.79-85, 30 Haziran 1921. 523 217 Rusya’nın Bakü petrollerinden faydalanmasını önlemek dışında Türkiye ile Rusya arasındaki toprak bağlantısını kesen bir tampon bölge oluşturmuştu. Sovyet Rusya’nın Misak-ı Milli’yi kendi çıkarlarına uygun görmesi ve kendi güvenliği için önem arz eden Boğazların Türkiye’nin elinde olmasını kabullenmesi ilişkilerin daha da gelişmesine imkân sağlamıştı. Öte yandan Rusya’daki Türk ve Müslüman halklar Yeşilordu’yu kurmak suretiyle Beyazordu’ya karşı bir mücadeleye girişmişti. Bu anlamda Sovyet Rusya’nın Anadolu’daki direnişe vereceği destek Türk ve Müslüman halklarının sempatisini kazanması anlamına gelmekteydi.524 Sovyet Rusya ile Anadolu’daki direniş hareketinin menfaatlerinin yukarıda sayılan nedenlerle örtüşmesi Sovyet Rusya’nın Anadolu’daki direnişin başarıya ulaşması için destek vermesine zemin hazırlamıştı. İki taraf arasında resmi temasın sağlanması ise somut anlamda Mustafa Kemal Paşa’nın 1920 yılı Nisan ayında Lenin’e yazdığı bir mektupla başlamıştı. Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 26 Nisan’da Kâzım Karabekir Paşa aracılığıyla Lenin’e gönderdiği mektupta emperyalizme karşı ortak mücadele ve diplomatik ilişkilerin başlatılması isteğini dile getirmiş, Sovyet Rusya’dan savaş malzemeleri ile birlikte 5 milyon altın ruble göndermesini istemişti.525 11 Mayıs 1920’de ise Hariciye Vekili Bekir Sami Bey başkanlığında İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey’in de içinde olduğu bir heyet Sovyetlerle resmi olarak bağlantı kurmak, sonrasında da dostluk ve yardım anlaşması yapmak amacıyla Moskova’ya giderek görüşmelerde bulunmuştu.526 Ancak heyetin 524 Müderrisoğlu, Kurtuluş…, s.521-528. Atatürk’ün Tamim…, s.318. Sovyet Rusya Hariciye Komiseri Çiçerin, Mustafa Kemal Paşa’nın mektubuna cevap olarak iki ülke arasında, dostça ilişkiler ve birlik anlaşması amacıyla diplomatik ilişki kurulması yönündeki kendi isteklerini bildirmiş, ayrıca yardım kapsamında 2 milyon lira ile 60.000 tüfek, 112 hafif makineli tüfek ve 10 ağır top verileceğini söylemişti. Öte yandan TürkiyeErmenistan ve İran arasındaki sınırların self-determinasyon ilkesine göre belirlenmesi yönündeki ifadeler ise Ankara tarafından hoş karşılanmamıştı. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.875-876,892. 526 Nutuk, s.308; Yusuf Kemal Tengirşenk, “Milli Mücadele’de Ruslarla İlk Temasımız”, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.97-98. 525 218 üzerinde anlaştığı anlaşma taslağı imza aşamasına gelmemiş, görüşmelerden beklenen sonuç alınamadığı gibi Sovyet Rusya, Van, Muş ve Bitlis yöresinden bir miktar toprağın Ermenilere verilmesini istemekten çekinmemişti.527 Mustafa Kemal Paşa, bunun kabul edilemez emperyalist bir talep olduğunu bildirerek, bu talepte ısrar edilmesi halinde Bekir Sami Bey heyetinin geri dönmesini istemişti. Sovyet Rusya’nın bu isteği iki taraf arasındaki sıcak ilişkilerin bir fetret dönemine girmesini de beraberinde getirmişti. Sovyet Rusya, ancak Polonya yenilgisinin ardından 12 Ekim’de Riga’da bir mütareke imzaladıktan, Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki birliklerin Ermenistan’a Misak-ı Milli’yi kabul ettirmesinden ve üç vilayetin alınması ile Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasından sonra bir anlaşma yapmaya yanaşmıştı. Ali Fuat Paşa’nın 1920 yılı Kasım ayında Moskova’ya büyükelçi olarak atanmasıyla da bir dostluk anlaşması yolunda atılan adımlara hız verilmişti. Ali Fuat Paşa Moskova’ya 19 Şubat 1921 tarihinde varmıştı. 26 Şubat’ta başlayan Moskova Konferansı görüşmelerinde Türkiye’yi İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey, Sinop mebusu Rıza Nur ve Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa temsil ederken Sovyet Rusya’yı Hariciye Komiseri Çiçerin ile Pan-Rus Merkez İcra Komitesi Üyesi Celal Korkmazov temsil etmişti. 16 Mart 1921 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Yardım Anlaşması ile Sovyet Rusya’nın Misak-ı Milli’yi tanıyacağı, Çarlık Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanmış olan tüm anlaşmaların geçersiz sayılacağı, iki ülkenin birbirine yardım edeceği, bir tarafın tanımadığı bir anlaşmayı diğer tarafın da kabul etmeyeceği ve Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan esirlerin karşılıklı olarak serbest bırakılacağı imza altına alınmış, Türkiye’nin Rusya’daki, Sovyet Rusya’nın da Türkiye’deki mevcut düzen aleyhinde bir propaganda yapmasının önüne 527 Sovyet Rusya’nın bu isteği Büyük Millet Meclisi’nde 16 Ekim tarihli gizli oturumunda ele alınmış, ve Yusuf Kemal Bey mebusları bilgilendiren uzun bir konuşma yapmıştı. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.1, s.158-173, 16 Ekim 1920. 219 geçilmesi konusunda anlaşılmıştı. Karşılıklı olarak verilen mektuplara göre de Sovyet Rusya’nın her yıl Türkiye’ye on milyon altın ruble yardımda bulunacağı kararlaştırılmıştı.528 Uzun bir müzakere ve kesinti sürecinden sonra imzalanan TürkSovyet Dostluk Anlaşması ile Sovyet Rusya’nın desteği sağlanarak Doğu sınırlarının güvenliği temin edilmiş ve Sovyetlerden Türkiye’ye para ve savaş malzemesi yardımı konusu bir karara bağlanmıştı. Yeri gelmişken esasında Moskova Anlaşması’nın imzalanmasından daha önce başlamış olan Sovyet Rusya yardımlarına değinmekte fayda vardır. Sovyet Rusya’dan alınan maddi yardımlar, 1920 yılı Temmuz ayında Halil Paşa’nın getirdiği 100 bin lira değerindeki külçe altın ve İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey’in 6 Ekim 1920 tarihinde Moskova’dan getirdiği bir milyon altın ruble dışında Moskova Anlaşması’nın imzalanmasından sonra 1921 ve 1922 yıllarında verilen yaklaşık on milyon altın ruble ile birlikte toplam on bir milyon altın ruble ve yüz bin lira değerinde külçe altına ulaşmıştır. Bunlardan başka Moskova Anlaşması’nın resmi ifadeleri arasında yer almayan önemli miktarda silah ve cephane yardımları da yapılmıştır.529 Ali Fuat Paşa’nın Moskova Büyükelçiliği’nden ayrılmasından önce Sovyet Rusya ile bazı olumsuzluklar da yaşanacaktı. Enver Paşa’nın Türkistan’daki mücadelesinin de etkisiyle Sovyet Rusya Türklere kuşku ile bakmaya başlayacak, Sovyet Fevkalade Emniyet Teşkilatı’nın (ÇEKA) silahlı bir timi Moskova Büyükelçiliği’ne ait bir binaya 1922 yılı Nisan ayında baskın yaparak Sovyetler aleyhine casusluk belgelerini taşıyor gerekçesiyle bir çantaya el koyacak ve büyükelçilik personelinin 528 Cebesoy, Moskova…, s.194-195; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1048. Müderrisoğlu, Kurtuluş…, s.546-548. Akşin, bu noktada az bilinen bir gerçeği hatırlatmakta, 1921’de ve sonrasında Türkiye’nin kıtlık çekmekte olan Sovyetlere tahıl ve hatta para yardımında bulunduğunu söylemektedir. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.III, s.309-311. 529 220 sorgulanması gibi bir dizi olumsuzluk yaşanacaktı.530 Ali Fuat Paşa’nın yaşananlar konusunda Ankara’yı bilgilendirmesinin ardından Ankara Sovyetlere bir nota verecek, çanta geri verilmez ve özür dilenmez ise Ali Fuat Paşa’nın Moskova’dan ayrılma kararını hükümetin de benimseyeceği Rus tarafına iletilecekti. Neticede Büyükelçi Ali Fuat Paşa Ankara ile haberleştikten sonra 10 Mayıs 1922’de Moskova’dan ayrılacak ve 2 Haziran’da Ankara’ya gelecekti. Meclis İkinci Başkanı Rauf Bey ve arkadaşları tarafından karşılanan Ali Fuat Paşa, aynı akşam Mustafa Kemal Paşa’yı da bilgilendirecekti. 19 Haziran’da Sovyet Rusya, Ali Fuat Paşa’nın Ankara’ya dönmesine yol açan çanta olayından üzüntü duyduğunu belirterek, çantanın iki taraf memurlarının gözü önünde açılmasını, Türklere ait evrakların geri verilmesini ve olayda sorumluluğu olan memurların karşılıklı olarak cezalandırılmasını isteyecekti. Bunu özür için yeterli sayan Ankara da, Büyükelçi Ali Fuat Paşa’nın Moskova’ya dönmesini kararlaştıracaktı. Sovyetler ile yaşanan meselenin yatışmasının ardından Ali Fuat Paşa Moskova’ya dönmek için hazırlıklara başlayacaksa da, Ankara’daki bazı görev değişiklikleri nedeniyle Ali Fuat Paşa Moskova’ya dönmeyecekti. Öyle ki yeni oluşturulan İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti’ne Rauf Bey seçilecek, Mustafa Kemal Paşa, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nı bırakarak Cemiyetin fahri başkanlığına gelecek, kendisinden boşalacak yere de Ali Fuat Paşa seçilecekti. Bunun üzerine Moskova yoluna çıkan Ali Fuat Paşa yeni görevine başlamak üzere çıktığı yoldan geri dönecekti.531 530 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.359-360, 11 Mayıs 1922; Cebesoy, Moskova…, s.429-432; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1241. 531 Cebesoy, Moskova…, s.447-455. 221 f) Sakarya Zaferi ve Ankara Anlaşması 1921 yılı Temmuz ayında hazırlıklarını tamamlayan Yunanlılar var güçleriyle bir saldırı daha yaparak Eskişehir, Kütahya ve Afyon’u ele geçirmiş, Türk ordusu da yukarıda değinildiği gibi Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Sakarya nehrinin doğusuna çekilmişti. 26 Temmuz’da cephe karargâhının bulunduğu Polatlı’ya giden Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir telgraf çekerek ordunun durumunun güven verici olduğunu söylemişti.532 Türk ordusunun dağılma tehlikesinin baş gösterdiği ve Meclis’in Kayseri’ye taşınmasının dahi düşünüldüğü bir zamanda Büyük Millet Meclisi’nde tam bir gerginlik havası hakimd1. Ordu ve milletin başına gelenlerin sorumlusunun Mustafa Kemal Paşa olduğu şeklindeki muhalif sesler, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesini beraberinde getiren bir süreci başlatmış, 5 Ağustos’ta üç aylık bir süre için Meclis’ten başkomutanlık yetkisi alan Mustafa Kemal Paşa Tekâlif-i Milliye emirlerinin uygulanmasını istemişti. Türk ordusunu bitirmek ve Ankara’yı ele geçirmek amacıyla 14 Ağustos’ta üç koldan saldırıya geçen sayıca üstün Yunan birliklerine karşı iki ordunun birbirine temas ettiği 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e kadar verilen savunma savaşı, Yunanlıların geri çekilmesi üzerine Türk ordusunun zaferi ile sonuçlanmıştı. Sakarya’da elde edilen zaferi 19 Eylül’de Büyük Millet Meclisi’ne de anlatan Mustafa Kemal Paşa, böyle bir milleti istiklâlinden mahrum etmeye çalışanların hayal ile meşgul olduğunu, Türk halkının, Büyük Millet Meclisi’nin ve hükümetin uşaklığa tahammülü olmadığını, milli sınırlar içinde hür ve bağımsız yaşamaktan başka bir amaçlarının bulunmadığını ve tek bir düşman askeri dahi kalmayıncaya kadar ordunun mücadelesini sürdüreceğini anlattı. Mustafa Kemal 532 Atatürk’ün Tamim…, s.408. 222 Paşa’ya gazilik ve mareşallik unvanı veren kanun da bu konuşmanın ardından alkışlar arasında kabul edildi.533 Güney Cephesi’nde Kuva-yı Milliye karşısında istenilen sonuçların alınamaması, Doğu’da Ermenilere karşı elde edilen Türk zaferi ve Sovyet Rusya ile yakınlaşma gibi etkenler Fransızları İngilizlerin etkisi dışında kararlar almaya yöneltmişti. Birinci İnönü Savaşı’nın kazanılmasının ardından Sevr Anlaşması’nın yumuşatılması noktasında İngiltere’yi sıkıştıran Fransa, İtalya ile birlikte bu noktada az bir mesafe almışsa da Londra Konferansı bir neticeye ulaşmamıştı. Konferans’ta Büyük Millet Meclisi’ni temsil eden Bekir Sami Bey ile Fransızlar arasında imzalanan ikili anlaşma da Mustafa Kemal Paşa ve Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmemiş, bununla beraber Fransızların çözüm arayışı devam etmişti. Kısa süre öncesine kadar müttefikleriyle birlikte Türkiye’yi paylaşma planlarının içinde olan Fransa, 1920 yılı Mayıs ayından itibaren Ankara ile bir anlaşma için çaba göstermeye devam etmiş ve Ankara ile görüşme yapmak amacıyla eski bir bakan olan Franklin Bouillon’u göndermişti. Eski bakan, Yunanistan’ın saldırıya hazırlandığı bir dönemde gelmiş ve saldırının sonuçlarına göre bir yol izlemeyi tercih etmişti. Yunan saldırıları sonucunda Kütahya, Eskişehir, Afyon gibi önemli yerler kaybedilip, Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek durumunda kalınca, Fransa ile anlaşma aşamasına ancak Yunanlıların çekilmesiyle sonuçlanan Sakarya Zaferi sonrasında varılmıştı. Öyle ki bu zafer Fransa’nın Yunanlıların başarılı olacağına dair inancını iyiden iyiye azaltmış ve 20 Ekim 1921 tarihinde ilk kez bir itilaf devletinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni tanıdığı Ankara Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşma ile Hatay dışında Türkiye’nin Suriye ile olan güney sınırlarını tanıdığını 533 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.255-265, 19 Eylül 1921. 223 kabul eden Fransa, işgal ettiği yerleri boşaltmaya da razı olmuştu. Ankara Anlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte Fransa ile Güney Cephesi’ndeki savaş sona ermiş, böylece kendisiyle savaşan bir itilaf gücünü saf dışı bırakan Ankara, tüm gücünü Yunanistan ile savaşmaya vermişti. Anlaşmanın imzalanmasından önce, henüz Ekim ayı ortalarında konu gizli oturumlarda ele alınmış, bazı mebuslar anlaşma taslağının Sevr’den pek farklı olmadığını ve böyle bir anlaşmanın yapılmasının Misak-ı Milli’den taviz anlamına geleceğini söylemişti. Mustafa Kemal Paşa ise anlaşma ile kabul edilen sınırın Misak-ı Milli’ye aykırı olmadığını, Misak-ı Milli’de belirli ve kesin bir sınır hattı bulunmadığını, kuvvet ile tespit edilecek hattın sınır hattı olacağını ifade etmişti. Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey de aynı yönde bir konuşma yapmış, ardından Meclis tarafından kendisine anlaşmayı imzalama yetkisi verilmişti.534 Bir diğer itilaf devleti olan İtalyanlar ise İzmir’in Yunanistan’a verilmesinden duydukları rahatsızlık içinde diğer işgalci güçlerden farklı hareket etmiş ve işgal ettikleri yerlerde halkın gönlünü kazanmaya çalışmışlardı. Gelinen noktada Yunanistan’ın Türkiye’de başarılı olmasını istemeyen ve öteki itilaf güçleri ile çıkarları örtüşmeyen İtalyanlar da Ankara ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve 1921 yılı Temmuz ayı başlarında Marmaris, Muğla ve Antalya gibi Güney Batı Anadolu topraklarından çekilmişlerdi. g) Gergin Bekleyişten Büyük Zafere Sakarya Zaferi’nden sonra Yunanlıları Anadolu ve Doğu Trakya’dan atarak Misak-ı Milli’ye uygun bir barış yapmak ve Milli Mücadele’yi bir zaferle neticelendirmek 534 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.13, s.298-315, 13 Ekim 1921; s.321-331, 15 Ekim 1921, s.335-358, 16 Ekim 1921; s.361-372, 18 Ekim 1921. 224 lazımdı. Ne var ki neredeyse bir yıl sonra gerçekleşecek Büyük Taarruz’a kadar ne bir savaş hali ne de Büyük Millet Meclisi’nin arayışlarına rağmen Misak-ı Milli’ye uygun bir barış yapabilmek mümkün olabildi. 1922 yılı Mart ayının sonlarına doğru itilaf devletleri bir barış önerisinde bulunmuşlar ve Yunanlıların Anadolu’yu boşaltacağını kabul etmişlerse de, Doğu Trakya’nın Yunan ve Türk tarafları arasında paylaştırılacağı ve Doğu Anadolu’da bir Ermeni yurdu kurulacağı gibi maddeler Ankara’nın kabul edebileceği türden maddeler değildi.535 Yunanlıların dört ay içerisinde Anadolu’yu tamamen boşaltmasından sonra barış görüşmelerine başlanması şartını ileri süren Ankara’nın 4 Nisan 1922 tarihli bu teklifi de kabul edilmeyince536 Türk ordusunun elde edeceği kesin bir zafere kadar Ankara’nın istediği bir barışın yapılamayacağı ortaya çıkmış oldu. Sakarya Zaferi’nin üzerinden aylar geçmesine rağmen ordunun saldırısı ile ilgili bir gelişme olmadı. Büyük Millet Meclisi’nde gergin bir bekleyiş hakimdi. Neden taarruz edilmediği soruları sıklıkla soruldu, ordunun taarruz kabiliyetinden şüphe edildi. Bazı mebuslar ordunun durumu ve taarruzun ne zaman yapılacağına dair Meclis’e bilgi verilmediği düşüncesindeydi. O sırada İcra Vekilleri Heyeti Reisi olan Rauf Bey dahi mahrem bir şekilde zaman zaman Mustafa Kemal Paşa’ya sorular sormak suretiyle duruma vakıf olmak istedi. Mustafa Kemal Paşa’nın saldırıyla ilgili planlarından haberdar olmayan özellikle İkinci Grup mebuslarının eleştirilerinin olması doğaldı. Zaten Mustafa Kemal Paşa’yı üzen de eleştirilerin varlığı değil, acımasızlığı idi. Öte yandan saldırının zamanı konusunda bir açıklama yapılması mebusları tatmin ederdi etmesine ama askeri anlamda böyle bir bilgi paylaşımı söz konusu olamazdı. Nihayet Gazi Mustafa Kemal Paşa, gizli bir oturumda ordunun 535 Akşam, Vakit, 27-28 Mart 1922; Nutuk, s.431-433. TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.172-192, 4 Nisan 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.18, s.518-519, 4 Nisan 1922. 536 225 kararının taarruz olduğunu, bunun geciktirilmesinin nedeninin ise hazırlıkların tamamlanması için biraz daha zamana duyulan ihtiyaç olduğunu açıkladı.537 Bununla beraber 1921 yılı sonbaharından sonra, 1922 yılı ilkbaharında da herhangi bir taarruz emaresinin görünmemesi Meclis’teki gergin havanın daha da artmasına yol açmıştı. Gizlilik içerisinde planlanan taarruz hazırlıklarından haberdar olmayan bazı mebuslar Mustafa Kemal Paşa’nın, elindeki başkomutanlık yetkilerini bir diktatörlük kurmak için kullandığını düşünmekteydi. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Savaşı’ndan önce üç aylık bir süre için başkomutanlığa getirilmiş ve kendisinin başkomutanlığının üçer aylık sürelerle uzatılması söz konusu olmuştu. Başkomutanın Meclis’in yetkilerini kullandığı düşünülürse bunun bir diktatörlük olduğu akla gelebilmektedir. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in yetkilerini nasıl ve nerede kullandığı önem arz etmektedir. Aşağıda bu konuya değineceğimiz için konuyu oraya havale edip burada üzerinde durmuyoruz. Mustafa Kemal Paşa, siyasi ve askeri vaziyetin çok hassas olduğu bir dönemde yaşanan muhalif tutum nedeniyle sıkıntılı günler geçirmişti. Başkomutanlık süresinin uzatılmasına yönelik görüşmelerin yapıldığı günler kendisi için bu sıkıntıların zirve yaptığı günlerdi. Öyle ki bir defasında Kâzım ve Fevzi Paşalar ile Rauf, Refet ve Yusuf Kemal Beylerle yaptığı görüşmenin ardından, nasıl hareket etmesi gerektiğini bir de Kâzım Karabekir Paşa’ya sorma lüzumunu duymuştu. Bununla beraber Meclis’e gelmiş ve milletin razı olamayacağı bu hareket tarzının ordu ve hükümete vereceği zarara dikkati çekerek mebusları razı etmiş ve muhaliflerin engellemelerine rağmen 5 Mayıs 1922 tarihinde başkomutanlık yetkilerini bir kez daha uzatmayı 537 Nutuk, s.423. Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu gizli oturumun tarihini 4 Mart olarak vermekteyse de, gizli görüşmenin esas tarihi 6 Mart 1922’dir. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.2-3, 6 Mart 1922. 226 başarmıştı.538 Üç aylık sürenin dolduğu Temmuz ayına gelindiğinde Meclis’teki ortam aynı şekilde devam etmekte, bir kez daha aynı senaryonun oynandığı bir film sahneye konulmaktaydı. Zira geçen sürede Türk ordusunun bir taarruzu söz konusu olmamıştı. Muhalefetin tavrı nedeniyle bir kez daha sıkıntılı günler geçiren Gazi Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa’ya hem Meclis Başkanlığı hem de başkomutanlıktan istifa edeceğini dahi yazmıştı. 10 Temmuz 1922 tarihli telinde Mustafa Kemal Paşa, Vekiller Heyeti’nin seçimi konusunda yapılan değişiklik neticesinde vekiller heyetinin istifa ettiğini, mütalaalarını açıkladıktan sonra Meclis’in kesin fikrini ortaya koyabilmesi için kendisinin hem Meclis başkanlığından hem de başkomutanlıktan istifa edeceğini söylemişti.539 Bununla beraber istifası söz konusu olmayacak olan Mustafa Kemal Paşa, aşağıda da bahsedileceği üzere 20 Temmuz 1922 tarihinde bu kez muhaliflerin rahatsızlık duyduğu Meclis yetkilerini geri vermek suretiyle başkomutanlığa hem de süresiz olarak getirilmişti. Böylece Temmuz ayında İkinci Grup’un kurulması ile Meclis’teki harareti arttıran sorunlardan birisi olarak görülen başkomutanlık meselesi Büyük Taarruz öncesinde muhaliflerin isteğine uygun bir çözüme kavuşturulmuş oldu. Bütün bu sıkıntılı süreçlerin en zorda kalan adamı, Milli Mücadele’yi zaferle taçlandıracak olan saldırı planını Ağustos ayı ortalarında büyük bir gizlilik içinde uygulamaya koyacaktı. Doğu Trakya’nın kurtarılmasını da içeren bu plana göre, Yunan birlikleri Afyon’un güneyinde toplanan ordu ile imha edilecekti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu amaçla 17 Ağustos’ta gizlice Ankara’dan ayrılmak suretiyle ordunun başına geçerek 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’u başlatacak, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Yunan birliklerine en büyük darbe vurulacak ve düşmanın 538 539 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1233-1234. A.g.e., s.1268. 227 toparlanmasına fırsat verilmeden İzmir’e doğru üç koldan takip başlatılacaktı. Yunanlılar geri çekilirken geçtikleri yerleri ateşe verecek, Uşak, Alaşehir ve Manisa gibi yerler bu yangınlardan nasibini alacaktı. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in geri alınması ve 16 Eylül’e kadar Yunanlıların ülkeyi terk etmesi ile Batı Anadolu’daki Yunan işgaline son verilecek, 8 Temmuz 1920 tarihinde işgale uğramış olan Bursa’nın da 11 Eylül’de geri alınmasıyla işgal edildiği gün Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne örtülen ve ancak memleketin kurtarılmasından sonra kaldırılacağı ifade edilen siyah örtü yoğun bir duygu seli içerisinde kaldırılacaktı. Fransız Yüksek Komiseri General Pelle, 18 Eylül’de İzmir’de Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüş ve Çanakkale ile İzmit üzerine yapılan harekâtın durdurulmasını istemişse de Mustafa Kemal Paşa bunu kabul etmemişti. Fransızların Çanakkale’den çekilmesi ile bölgede Türklerle tek başlarına kalan İngilizler, İzmir’in geri alınmasından sonra kuzeye yönelerek Çanakkale’ye doğru ilerleyen Türk askerlerinin, tarafsız bölge ilan ettikleri hatta girmeleri durumunda ateşle karşılık verileceğini bildirmişti. Ne var ki, Türk ordusunun bu bölgeye girmesine rağmen Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanı olan İngiliz General Harrington, Lloyd George’un emrini dinlemeyerek sağduyulu bir davranış sergilemiş ve herhangi bir çatışma söz konusu olmamıştı. Türk ordusunun hedefi, İngilizlerin boğazların güvenliği gerekçesiyle Yunanlılarda kalmasını istediği Doğu Trakya’yı alarak burasını yapılması muhtemel bir anlaşmada pazarlık dışında tutmaktı. İtilaf güçlerinin tarafsız bölgeye girmemek koşuluyla Ankara Hükümeti’ne verdikleri 23 Eylül tarihli notaya Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’den Ankara’ya dönmesinden ve konunun Meclis’te ele alınmasından sonra karşılık veren Ankara, Trakya’nın bir an önce boşaltılması şartını ileri sürmek 228 suretiyle bir konferans düzenlenmesi gerektiği şeklinde cevap vermiş, Milli Mücadele’nin askeri aşamasına son verecek olan Mudanya Konferansı da bu gelişmelerden sonra gerçekleşmişti. h) Mudanya Mütarekesi İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerine karşı 3 Ekim’de Mudanya’da başlayan mütareke görüşmelerinde Türkiye’yi İsmet Paşa temsil etmişti. Yunanlılar konferansa katılmamış, gelişmeleri Mudanya önlerinde demirlemiş olan bir gemide takip etmişti. Savaşılan ve mağlup edilen bir milletin temsilcilerinin konferans sırasında masada olmayıp da neticeyi bir gemide bekliyor olması, Türk Kurtuluş Savaşı’nın bir Türk-Yunan Harbi’nden ibaret olduğunu söyleyenler için bir cevap niteliğindedir. Yunanlıların bulunmadığı masanın etrafındaki İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilciler, Doğu Trakya’nın Türkiye’ye devrinin konferans konusu olmadığını söylemişse de İsmet Paşa geri adım atmamış ve Doğu Trakya üzerinde yoğunlaşan konferans zaman zaman kesintiye uğramak suretiyle devam etmişti. İsmet Paşa’nın Yunanlılardan başka itilaf güçlerinden de Trakya’nın boşaltılmasını istemesi üzerine görüşmeler düğümlenmiş, Mustafa Kemal Paşa da İsmet Paşa’ya gönderdiği 6 Ekim tarihli talimatta Doğu Trakya şartının kabul edilmemesi halinde askerin yeniden İstanbul’a doğru harekete geçirileceğini söylemişti.540 Bir günlük kesintiden sonra yeniden başlayan görüşmeler neticesinde sorun çözülmüş, ihtilaflı bazı noktalar barış konferansına bırakılmak suretiyle 11 Ekim 1922 tarihinde imza aşamasına gelinmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 10 Ekim’de Mudanya 540 Atatürk’ün Tamim…, s.495. 229 Mütarekesi’ni imzalama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hükümete verilmiş,541 ertesi gün de İsmet Paşa itilaf temsilcileriyle anlaşmayı imzalamıştı. Mudanya Mütarekesi’ne göre, on beş gün içinde Doğu Trakya’yı boşaltacak olan Yunanlılar, ayrılırken zarar verilmemesi amacıyla Doğu Trakya’yı önce itilaf güçlerine teslim edecek, itilaf güçleri de Türkiye’nin sekiz bin jandarma bulundurabileceği bölgeyi Büyük Millet Meclisi’ne devredecekti. Öte yandan Yunanistan ile 1919’dan beri devam eden düşmanlığa bir son verileceği ve bütün bu işlemlerin otuz gün içinde tamamlanacağı da kararlaştırılacak, barış anlaşmasının imzalanmasına kadar Türkiye, Doğu Trakya, İstanbul ve Gelibolu yarımadasına asker geçirmeyecek ve buralarda ordu toplamayacaktı.542 Doğu Trakya’yı devralma işi Mustafa Kemal Paşa ile yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle son zaferlere katılamayan İzmir mebusu Refet Paşa’ya verilecekti. Rauf Bey, Refet Paşa’nın bir vazifeye tayin edilmesi için Mustafa Kemal Paşa’ya ricada bulunacak, Mustafa Kemal Paşa da Refet Paşa’nın Doğu Trakya’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce teslim alınması noktasında temsilci olarak görevlendirilmesini uygun görecekti. İcra Vekilleri Heyeti tezkeresi 11 Ekim’de Meclis’te okunacak ve İzmir mebusu Refet Paşa Meclis kararı ile Trakya’yı teslim almak üzere izinli sayılacaktı. Öte yandan aynı gün mütareke şartlarının Meclis’te okunmasının ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi İsmet Paşa’ya da teşekkür etmeyi kararlaştıracaktı.543 Böylece fiilen sona eren ‘İstiklâl Harbi’ kesin bir askeri zaferle neticelenmiş olacaktı. 541 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.943-944, 10 Ekim 1922. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.350-352. 543 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.20; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.341-342,354, 11 Ekim 1922. 542 230 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YOL AYRILIĞI SÜRECİ 3.1. MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE YOL ARKADAŞLARI ARASINDA MİLLİ MÜCADELE SIRASINDA YAŞANAN ANLAŞMAZLIKLAR Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki yol ayrılığı süreci esasında yol arkadaşlığının devam ettiği Milli Mücadele sırasında başlayacak, bununla beraber yol arkadaşları Milli Mücadele’nin birleştirici atmosferinde net bir yol ayrımına gelmeyecekti. Yol ayrımına giden bu süreç esas itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın ‘milli bir sır’ olarak sakladığı yenilikleri hayata geçirmeye yönelmesiyle birlikte başlayacaktı. Bu bölümde Büyük Millet Meclisi’ndeki gruplaşmalardan yol arkadaşlarının üstlendiği görevlere, oradan da devrimlerin gerçekleştirilmesi aşamalarına kadar yol ayrımına giden süreci ele alacağız. Milli Mücadele devam ederken yaşanan bir takım anlaşmazlıklar yanında saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi yeni Türkiye’nin milli hakimiyet eksenli bir çizgiyi takip etmeye başlaması yol arkadaşları arasındaki görüş farklılıklarını net bir şekilde ortaya çıkaracaktı. Bu görüş farklılıkları da Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde yeni dönemde yol arkadaşları ile yola devam edilmesinin çok zor olacağı fikrini uyandıracaktı. Bu nedenle Milli Mücadele sırasında yaşanan bazı anlaşmazlıkları ele almak yol ayrımına giden sürecin anlaşılması bakımından faydalı olacaktır. a) Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki ilk görüş farklılığı, ülkenin işgalden kurtarılması noktasında Kâzım Karabekir Paşa’nın doğu eksenli çözüm arayışlarına karşılık Mustafa Kemal Paşa’nın bütün ülkeyi dikkate alan 231 yaklaşımından kaynaklanmaktaydı. Milli Hareket’in doğuda başlayacağı, ondan sonra batı bölgelerinin kurtarılacağı şeklinde bir düşüncesi olmayan Mustafa Kemal Paşa, memleketin bir bütün olarak ele alınması gerektiği kanaatindeydi. Bu türden bir görüş ayrılığı Sivas Kongresi’nden sonraki günlerde verilen Temsil Heyeti’nin Sivas’tan Ankara’ya taşınması kararında yaşandı. Kâzım Karabekir Paşa, Temsil Heyeti’nin doğu illerini örgütsüz bırakacağı gerekçesiyle bırakın Ankara’ya gitmesi, Sivas’ın batısına dahi geçmemesi gerektiği düşüncesindeydi. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, Temsil Heyeti’nin doğu vilayetlerinden uzaklaşmasının bölgedeki illerin teşkilatlanması bakımından bir bozulmayı beraberinde getireceği ve o zamana kadar mantıklı ve meşru olarak görevini yapan kurulun fena gösterilmesine yol açacağı endişesi içindeydi. Mustafa Kemal Paşa ise Temsil Heyeti’nin doğu illerinden çok batı illerine yakın olması gerektiğini, Sivas’tan nasıl emir veriliyorsa Ankara’dan da aynı şekilde emirler verileceği için bölgedeki teşkilat yapısında bir bozulma olmayacağını düşünmekteydi.544 22 Ağustos 1920 tarihinde üç koldan başlayan Yunan saldırısı Bursa’yı da içine alacak şekilde genişlemiş, Uşak ve Gediz’in kaybedilmesinin ardından Afyon ve Eskişehir’in de elden çıkacağı endişesiyle hükümet merkezinin Sivas’a taşınması gündeme gelmişti. Kâzım Karabekir Paşa, henüz Eskişehir kaybedilmemiş ve düşmanın durumu anlaşılmamışken hükümet merkezinin Sivas’a taşınması kararını gereksiz bulmuştu. Bununla beraber güvenli bir yer olarak gördüğü Sivas’ın kesin zafere kadar hükümet merkezi olması, Ankara’da ise Erzurum’daki gibi bir cephe komutanlığı karargâhı bulundurulması fikrini vaktiyle dile getirdiğini, bozguna uğrayabilecek bir yer olan Ankara’dan doğuya gidecek heyete doğu halkı tarafından 544 Nutuk, s.223-224. 232 kıymet verilmeyeceği endişesini taşıdığını ifade etmiş ve zamanında önemi anlaşılmamış olan Sivas için şimdi can atılmakta olduğunu söylemişti. Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa, bu kararın arkasındaki gerçek nedenin korku olduğunu, Şeyh Recep ve Ali Galip hadiseleri nedeniyle Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gitmek istediğini de söylemektedir. Kendisinin doğu meselesinin halledilmesinden önce kuvvet istememek ve Sivas’a geri dönmemek şartı ile bu kararı kabul ettiğini de ifade eden Kâzım Karabekir Paşa her iki şartın ortaya çıkmasına karşılık ilkine kendisinin, ikincisine de Ali Fuat Paşa’nın engel olduğunu iddia etmektedir.545 Bu noktada Kâzım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın Ali Galip ve Şeyh Recep hadiseleri nedeniyle korkuya kapıldığı şeklindeki görüşüne katılmak mümkün değildir. Zira Milli Mücadele’ye atılma kararını alarak, 3. Ordu Müfettişliği gibi bir göreve devam etme imkânı varken, Padişah ve işgalci güçler tarafından asi olarak niteleneceği bir mücadeleye atılmaktan çekinmeyen Mustafa Kemal Paşa’nın bunların yanında çok daha küçük bir tehlike arz eden Ali Galip ve Şeyh Recep hadiseleri nedeniyle korkuya kapıldığını söylemek akla uygun görünmemektedir. Kaldı ki, Milli Mücadele sırasında temkini elden bırakmayan bir yol izleyen Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul Hükümeti ile iletişimin kopartılması örneğinde olduğu gibi bazı konularda Mustafa Kemal Paşa’nın ileri gittiğini düşünmüştü. Bu ve benzeri pek çok örnek iki yol arkadaşından hangisinin daha temkinli, hangisinin daha korkusuz olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu noktada Kansu, tam tersi bir durumun altını çizmekte ve Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Ekim 1919 tarihinde Kazım Karabekir Paşa hakkında şunları söylediğini aktarmaktadır: “Kazım Karabekir Paşa, anlaşılıyor ki, hükümeti 545 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.964-966. Karabekir’e göre Sivas’a taşınma kararının önüne Ali Fuat Paşa geçmişti. Akşin de Ali Fuat Paşa’nın Amasya Askeri Örgütü’nün bir üyesi olduğunun dikkate alınması halinde bu etkinin ağırlığının kolayca anlaşılabileceği kanaatindedir. Bkz. Akşin, İstanbul…, c.III, s.291. 233 darıltmayalım, İngilizleri kızdırmayalım diye saman altından su yürütmek istiyor ve bu suretle sükunetle çalışalım, meydan okumayalım demek istiyor. Halbuki ben, canım kadar sevdiğim askerlikten niçin çıkarak milletin arasına girdim? Saman altı, su filan bilmem. Gizli çalışmayı anlamam. Milletimle beraber serbest çalışırım.. Şu darılacak, bu kızacak dersek, davamız hallolunamaz. Olduğumuz gibi görünelim ve göründüğümüz gibi olalım ben başka türlü çalışmasını bilmem.” 546 Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki bir diğer görüş farklılığı Amasya Kararları sırasında Sivas’ta milli bir kongre toplanacağı kararı alınırken Kâzım Karabekir Paşa’nın bu kongreden önce Erzurum’da bir kongre toplanmasını istemesi noktasında ortaya çıkmıştı. Amasya’da önce Erzurum, ardından Sivas’ta bir kongre toplanacağı kararı alınmak suretiyle Kâzım Karabekir Paşa’nın arzusu da yerine getirilmişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa bölgesel nitelikte gördüğü Erzurum Kongresi’ne katılmak istememiş, bu kongreden hemen önce Sivas’ta umumi bir kongre yapılması için çaba harcamıştı. O sırada ülkenin doğu ve kuzey doğusunda faal olan ve zaten Erzurum Kongresi’ni düzenlemeye çalışan iki cemiyet dışında temsilci seçebilecek milli bir kuruluş olmadığını söyleyen Goloğlu, davetin Doğu ve Kuzey Doğu illerinde pek de tanınmayan Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılması nedeniyle genel kongreye beklenen ilginin gösterilmediğini ve hatta Erzurum’a delege gönderen Sivaslıların dahi kendi illerinde yapılacak kongre ile ilgilenmediklerini ifade etmektedir. Bunda Sivas’ı da içine alan Doğu Anadolu halkının Hürriyet ve İtilaf çizgisinde olması ve İttihatçı olduğunu zannettikleri Mustafa Kemal Paşa’nın ülkeyi yeniden bir felakete götüreceğini düşünmeleri de etkili olmuştu. Öyle ki Sivas Kongresi görüşmeleri başlamadan önce İttihatçılığın canlandırılmayacağına dair yemin edilmesi de bunun açık bir deliliydi. Bu noktadaki 546 Kansu, Erzurum’dan…, c.II, s.450. 234 çabaları sonuç vermemiş olan Mustafa Kemal Paşa, böylece önce kendi kongresine gelmelerini istediği Doğu illeri kongresine katılmış ve genel kongreyi bu kongreden sonrasına bırakmak durumunda kalmıştı.547 Sivas Kongresi’nin tamamlanmasından hemen sonra Padişah’a ulaşma noktasındaki çabaların Damat Ferit Paşa tarafından sürekli engellenmesi üzerine İstanbul ile olan iletişim kesilmiş, Padişah da 20 Eylül 1919 tarihinde Milli Hareket temsilcilerini ikilik çıkarmak ve Meclis’in toplanmasını geciktirmekle suçlayan bir beyanname yayımlamıştı. İstanbul Hükümeti ile her türlü iletişimin kesilmesi kararından sonra bu beyannamenin hiçbir şekilde kabul edilmemesi gerekmekteydi. Bu yöndeki emirlere rağmen Kâzım Karabekir Paşa’nın bu beyannameyi kabul etmiş olması Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı.548 Öte yandan henüz 1919 yılı Haziran ayı sonlarında Posta ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit’in İstanbul Hükümeti’nin geri çağırdığı Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan telgrafların telgrafhanelerce kabul edilmemesini isteyen tebliği ile ilgili olarak da iki yol arkadaşı arasında bir görüş farklılığı ortaya çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu durumun hükümet nezdinde protesto edilmesini ve emrin geri alındığının bildirileceği zamana kadar resmi haberleşmenin kesilmesi gerektiğini bildirmişken Kâzım Karabekir Paşa, kongrenin toplanmasından ve mücadelenin millete mal edilmesinden önce İstanbul ile ipleri koparma kararı alınmasının sakıncalarından bahsetmiş ve bunun Anadolu’da birkaç komutanın isyanı şeklinde bir görüntü vereceğine dikkati çekmişti.549 Kâzım Karabekir Paşa 17 Eylül 1919 tarihli bir telgraf ile de Mustafa Kemal Paşa’ya, Sivas’tan gönderilen tebligat ve tamimlerin genel kongre adıyla 547 Goloğlu, Sivas…, s.11-13, 198. Nutuk, s.105-106. 549 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.53-57. 548 235 gönderilmesi gerekirken bazen Mustafa Kemal Paşa adıyla gönderildiği, ayrıca kendilerine danışılmadan karar alındığı için duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve Temsil Heyeti ve kongre kararlarının daima imzasız bir şekilde Temsil Heyeti adına gönderilmesi ricasında bulunmuştu. Kâzım Karabekir Paşa’nın itiraz noktalarını anlayışla karşıladığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa ise kendiliğinden gelişen olaylar nedeniyle böyle bir tasarrufta bulunduğunu ve çıktıkları bu yolda birlik ve beraberlik içinde, şahsı adına değil, arkadaşlarının samimi ve vicdani birliği ile hareket ettiğini ifade ederek Kâzım Karabekir Paşa’yı ikna etmeye çalışmıştı.550 Rauf Bey de Kâzım Karabekir Paşa’nın Sivas Kongresi’nde alınan kararlar ve tedbirlerden aynı gün haberdar edilmeyişine ve Erzurum Kongresi’nde alınan bazı kararların değiştirilmesine dair uyarı tonunda telgraflar gönderdiğini söylemektedir.551 Rauf Bey’in de dediği gibi Kâzım Karabekir Paşa zaman zaman Erzurum’dan gönderdiği telgraflarla Mustafa Kemal Paşa’yı uyarma gibi bir görev üstlenmişti. Kâzım Karabekir Paşa’nın bu tutumunun Mustafa Kemal Paşa’yı çok rahatsız ettiği, ancak Milli Mücadele sırasında Kâzım Karabekir Paşa gibi bir yol arkadaşı ile yaşanacak gerginlikten de özenle uzak durduğu göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşürülmesinden sonra kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti ile Meclis’in açılması konusunda anlaşma sağlandıktan sonra Meclis’in Anadolu’da toplanması görüşünde olmuş, Kâzım Karabekir Paşa ise Meclis’in İstanbul’da toplanması gerektiğini savunmuştu. Mustafa Kemal Paşa, bu noktada yalnız Kâzım Karabekir Paşa ile değil, Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa ile de farklı düşünmüştü. Bundan başka Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin 14 Şubat 1920 tarihinde yayımladığı bir genelge de Mustafa Kemal Paşa ve Kâzım 550 551 Nutuk, s.102-104; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 279, 297-299. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.114-115. 236 Karabekir Paşaların Milli Hareket’in gideceği nokta konusunda farklı düşüncede olduklarını gösteren bir örnek idi. Bu genelge ile milli irade adına konuşma hakkının Meclis’e ait olduğunun altını çizen İstanbul Hükümeti, tam anlamıyla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin hükümet işlerine müdahalesine bir son vermek istemişti.552 Milli emellere uygun bir barış elde edilinceye kadar Kuva-yı Milliye’nin faaliyetlerine devam etmesi gerektiğini düşünen Mustafa Kemal Paşa, hükümet işlerine müdahale edenlerin cezalandırılmasının da istendiği bu genelgeye çok sinirlenmişti.553 Kâzım Karabekir Paşa ise yine Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşüncede olmamış ve 23 Şubat 1920 tarihinde kendisine çektiği telde Meclis’in Temsil Heyeti ve Kuva-yı Milliye’nin devamına taraftar olmaması halinde Temsil Heyeti’nin işin sorumluluğunu ve kendi mukadderatını Meclis’e bırakarak faaliyetlerine bir son vermesi görüşünde olduğunu ifade etmişti.554 Kâzım Karabekir Paşa, 23 Nisan 1920 tarihinde gerçekleşen Meclis açılışından önce Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da bir kurucu meclis toplama düşüncesine de karşı çıkmış, İstanbul’dan gelebilecekler ile, yapılacak seçimler sonunda Ankara’da toplanacaklardan oluşan bir Meclis-i Milli önerisinde bulunmuş ve kanun ile belirlenmiş usullerin dışına çıkılmasını sakıncalı bulduğunu söylemişti. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, bir gün sonra ‘müessisan’ sözcüğünün millet için yabancı ve yanlış anlamalara müsait olduğunu, bunun yerine Padişah ve hükümetsiz kalan Müslümanlara uygun olan ‘Şura-yı Milli’nin kullanılmasını ve gerekçenin dini esaslara bağlanmasını önermişti. Neticede Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’dan aldığı uyarıların bir kısmını dikkate almış ve ‘müessisan’ tabiri yerine ‘salahiyet-i fevkaladeyi haiz bir meclis’ tabirini kullanmıştı. Öte yandan Büyük Millet 552 Alemdar, 15 Şubat 1920. Nutuk, s.253. 554 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.536-537; Nutuk, s.259-260. 553 237 Meclisi’nin açılışı sırasında dini yoğunluğu yüksek bir program yapılmasını eleştiren Kâzım Karabekir Paşa, tarihin şahit olmadığı şekilde bir merasime gerek olmadığını söylemektedir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, zaten bu programı 11 Nisan fetvası ile Milli Hareket’i asilerden oluşan bir hareket olarak niteleyen İstanbul’a karşı aynı düzeyde bir cevap vermek amacıyla yapmıştı. 6 Şubat 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, itilaf güçlerinin Türkiye’nin etrafını kuşatmalarına karşılık Kafkas Cumhuriyetlerinin yıkılarak Bolşeviklerle birleşmek ve bir doğu harekâtı yapmak için hazırlık yapılması yönündeki görüşlerini Kâzım Karabekir Paşa’ya bildirmişti. Bu harekâtı zamansız bulduğunu söyleyen Kâzım Karabekir Paşa ise vaktinden önce girişilecek bir harekâtın Kafkasya’da bulunan İngiliz güçlerine kendimizi ezdireceğimiz sonucunu doğuracağını söylemişti.555 16 Mart 1920 tarihinde bu fikrinden vazgeçtiği görülen Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesi karşısında bir aksi seda olarak Karadeniz üzerinden Bolşevik ordularıyla teması sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi teklifinde bulunmuş, Mustafa Kemal Paşa da fırsatın kaçırılmaması gerektiğini söyleyerek bu teklife olumlu cevap vermişti. Aynı gün Mustafa Kemal Paşa doğuda bir harekât yapılmasını da gündeme getirmiş, ancak Kâzım Karabekir Paşa, şimdilik Batum’da Bolşeviklik ilanı, Bolşevikliğin Kafkaslarda yayılması ve Bolşevik ordularının harekâtının kolaylaştırılması ile yetinilmesi gerektiği cevabını vermişti.556 Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa, Bolşevikler duruma egemen olmadan harekete geçilirse fırsatın kaçırılmamış olacağını söyleyerek 28 Mart’ta Temsil Heyeti’nden askeri bir harekât ile Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak için izin istemişti. Mustafa Kemal Paşa ertesi gün verdiği cevabında bunun kaçırılmaması 555 556 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.I, s.512-516. A.g.e., s.593-595. 238 gereken bir fırsat olduğunu, ancak harekât gününe kadar bu durumun gizli tutulması gerektiğini söylemişti.557 23 Nisan’a gelindiğinde Anadolu’nun, Bolşevik orduları ile birlikte bir harekât yapılmasından başka bir yolla kurtarılamayacağını ifade eden ve Bolşeviklere acele bir heyetin gönderilmesi önerisinde bulunan Kâzım Karabekir Paşa, 26 Nisan’da Sovyet Rusya ile aradaki bağı kurmak için Ermeniler üzerine bir sefer düzenleme isteğini dile getirerek Büyük Millet Meclisi’nden izin istemişti. Meclis’in karar vermesinin mahzurlu görülmesi halinde de kendisinin serbest hareket etmesine izin verilmesi talebinde bulunmuştu. 6 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf daha çeken Kâzım Karabekir Paşa, bir kez daha doğuda askeri harekât için zamanın uygun olduğunu söylemiş, ancak Mustafa Kemal Paşa barış şartlarının henüz belli olmadığını, bu nedenle itilafın Türkiye ile anlaşması için bir imkân tanınması gerektiğini, Sovyet yardımının belirlenmediğini ve Hıristiyanların bu harekât nedeniyle aleyhte tahrikat yapabileceklerini söylemişti.558 10 Mayıs’ta Bolşeviklerle temas sağlanmadan ve kendileriyle ortak bir anlaşma yapılmadan önce bir harekâta girişilmemesi ve sınırın geçilmemesi yönündeki Büyük Millet Meclisi kararını Erzurum’a bildiren Mustafa Kemal Paşa, 12 Mayıs’ta da Bolşevik yardımlarının nasıl olacağının henüz bilinmediği, Kızılordu’nun Türkiye’ye tavrının netleşmediği ve bir harekât yapılmasının itilafı Türkiye’ye karşı kışkırtacağı gibi nedenlerle harekâtın ertelenmesini istemişti.559 Kâzım Karabekir Paşa Mayıs ayı sonunda ve Haziran ayı başında Ankara’dan yeniden izin istemiş, Sovyetlerin bu konudaki tutumunun belli olmadığı, itilaf güçlerine saldırı için koz verileceği ve Avrupa kamuoyunun aleyhimize dönebileceği 557 Akşin, İstanbul…, c.II, s.474. Ardahan ve Artvin Gürcü hükümeti tarafından Kızılordu’nun Tiflis’i işgal etmesinden hemen önce 23 Şubat’ta Türkiye’ye bırakılacaktı. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1024; Taşkıran, Milli…, s.126-128. 558 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.732, 789-791. 559 Atatürk’ün Tamim…, 342-343; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, 746-748. 239 gibi gerekçelerle kendisine izin verilmemişti. Görüldüğü gibi Kâzım Karabekir Paşa, Kars, Ardahan, Batum’u geri almak ve Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda Ankara’dan ısrarlı bir şekilde izin istemiş, ancak Mustafa Kemal Paşa 1920 yılı sonbaharına kadar kendisine izin vermemişti. Kâzım Karabekir Paşa, bu noktada yakın geçmişte yaşanan bir Sarıkamış Faciası ortada iken, kış ortasında bile harekât yapılmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın daha sonra karar değiştirmesinin nedeninin İstanbul’da açılan Meclis’in itilaf güçlerince kapattırılması olduğunu ve Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılmasından sonra kendisinin doğu harekâtı ile elde edeceği bir sonuç kalmadığını söylemektedir. Oysa Mustafa Kemal Paşa, gerçekçi bir hareket tarzı benimsemiş, Sovyet Rusya’dan alınacak yardımlar ile itilaf güçlerinin tutumu ve ülke içindeki Hıristiyan unsurlar gibi pek çok noktayı dikkate alarak hareket etmişti. Zaten öyle olmasa zamanı geldiğinde böyle bir harekât yapılmasına da taraftar olmazdı. Milli Mücadele’nin ilerleyen günlerinde Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa’nın birbirleri ile farklı düşündükleri daha pek çok konu olacaktı. Örneğin, 10 Ocak 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa’ya Refet Paşa’nın istifasıyla boşalacak olan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni üstlenmek üzere Ankara’ya gelmesi davetinde bulunacak, kesin zaferden önce doğudan ayrılmasının tehlikeli olacağı düşüncesiyle bu teklifi hayretle karşıladığını düşünen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini doğudan ayırmak için uğraştığı kanaatine varacaktı. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin doğudan ayrılmasının herhangi bir kişinin yapabileceği Müdafaa-i Milliye Vekâleti gibi bir vazife için değil, ancak askeri ve siyasi bir zaruret halinde gerçekleşebileceğini ifade edecek, doğudaki çalışmasından endişe duyan birkaç 240 kendini bilmez nedeniyle henüz bitmediğini düşündüğü görevini bırakarak Ankara’ya gitme niyetinde olmadığını belirtecekti.560 Esasında Kâzım Karabekir Paşa’nın bu davete icabet etmemesinin en temel nedeni Mustafa Kemal Paşa’ya karşı hissettiği güvensizlikten başka bir şey olmayacak, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne Kâzım Paşa’nın seçilmesi ile de bu mesele kapanmış olacaktı. 18 Şubat 1922 tarihinde Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya zaferden sonrasına ilişkin olarak mütehassıslardan oluşan ikinci bir meclis önerisinde bulunacaktı. Barışın yapılmasından sonra Meclis’e kıymetli insanlar yerine bir takım muhafazakar kimselerin girebileceği endişesi gerekçe gösterilerek yapılan bu öneriye göre, uzman kimselerden oluşacak bu ikinci meclis, birinci meclisi uyarmak suretiyle yapılacak yanlışların önüne geçecekti. Ancak Mustafa Kemal Paşa millet tarafından seçilmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin almış olduğu kararların başka bir meclis tarafından değerlendirilmesinin doğru olmadığı ve bu durumun yönetimde ikilik görüntüsü vereceği gibi nedenlerle yol arkadaşının bu önerisini kabul edilebilir bulmayacaktı.561 b) Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar Mustafa Kemal Paşa mütarekenin imzalanmasının ardından 13 Kasım 1918 günü geldiği İstanbul’da 16 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a hareket edeceği zamana kadar yaklaşık altı kalmıştı. Bu altı aylık süre içerisinde kendisinin en yakınında eski Bahriye Nazırı ve yeni yol arkadaşı Rauf Bey vardı. Şişli toplantılarında aldıkları kararlar neticesinde yönlerini Anadolu’ya dönen bu iki yol arkadaşı, Mustafa Kemal Paşa’dan sonra Rauf Bey’in de Anadolu’ya geçmesiyle Amasya’da bir kez daha 560 561 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1174-1176. A.g.e., s.1180-1181. 241 buluşmuştu. Amasya Kararları’nın alınmasından Erzurum ve Sivas Kongrelerine, Temsil Heyeti’nin Ankara’ya taşınmasından Bahriye Nazırı Salih Paşa ile yapılan Amasya Görüşmelerine kadar iki yol arkadaşı hep omuz omuza hareket etmişlerdi. Rauf Bey’in İstanbul’da açılacak olan meclise katılmak üzere Ankara’dan hareketine kadar devam eden yol arkadaşlığı yine Rauf Bey’in İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilmesi nedeniyle kesintiye uğramıştı. Milli Mücadele’nin bu en çetin günlerinde Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey genel itibarıyla bir sorun yaşamamışlar, bilakis yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bir çalışma arkadaşlığı tesis etmişlerdi. Bununla beraber, Sivas Kongresi sırasında Rauf Bey’in Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını istememesi örneğinde olduğu gibi iki arkadaşın farklı yerde durdukları gelişmeler de yaşanmıştı. Milli Hareket mensuplarının Damat Ferit Paşa Hükümeti’ni düşürmeyi başarmasının ardından Meclis’in nerede açılacağı noktasında bir uzlaşma söz konusu olmamıştı. Her ne kadar Amasya Görüşmeleri sırasında Salih Paşa, Meclis’in Anadolu’da açılmasını kabul etmiş, bunu İstanbul Hükümeti’ne kabul ettiremediği takdirde istifa edeceğini söylemişse de, ne bunu hükümete kabul ettirebilmiş ne de istifa etmişti. Konu, 1920 yılı Kasım ayı ortalarında yapılan Komutanlar Toplantısı’nda ele alınmış, Mustafa Kemal Paşa İstanbul dışında bir yerde Meclis’in toplanmasını isterken Rauf Bey, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşa gibi yol arkadaşlarıyla birlikte Meclis’in İstanbul’da toplanması yönünde kanaat belirtmişti. Bununla da kalmayan Rauf Bey, İngilizlerin Meclis’i ortadan kaldırması ihtimaline karşı Anadolu’da milli bir hükümetin kurulabilmesi amacıyla kendisini feda etme niyetinde olduğunu bir kararlılık içinde ifade etmişti. 242 Meclis’in toplanacağı yer konusunda Mustafa Kemal Paşa ile aynı düşünmeyen Rauf Bey, İstanbul’a gittikten sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın kendisinden ve arkadaşlarından istediklerini gerçekleştirme konusunda iyi bir sınav vermemişti. Rauf Bey, Meclis’in dağıtılması durumunda Anadolu’da bir meclis toplayabilmek amacıyla başkanlığa getirilmesini isteyen Mustafa Kemal Paşa’nın bu noktasındaki ısrarının bir hesaba dayandığının farkında değildi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu isteği gerçekleşmediği gibi önceden kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine Felâh-ı Vatan Grubu kurulmuştu. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, mebuslar İstanbul’dayken bir talepte daha bulunmuş ve Cemal ve Cevat Paşaların görevlerini bırakmaları sürecinde hükümetin gösterdiği pasifliği cezalandırmak için hükümete güvenoyu verilmemesini istemişti. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa’nın bu isteği de gerçekleşmemiş ve hükümet ezici bir çoğunlukla güvenoyu almıştı. Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da kaldığı ve sorumluluğu Rauf Bey’in üstlendiği Meclis-i Mebusan günlerinde Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın istediklerini hakkıyla yerine getirememiş, İstanbul’daki havaya uyum sağlamak suretiyle Mustafa Kemal Paşa’yı kızdıracak bir anlayış benimsemişti. Bunun sonucu olarak Rauf Bey’in başını çektiği İstanbul’a giden Milli Hareket temsilcileri, çoğunluğu oluşturmalarına rağmen bir birlik içerisinde hareket etmek suretiyle Mustafa Kemal Paşa’yı başkanlığa seçtiremediği gibi, konuyu Meclis’te görüşmeye dahi açmamış, kurulması istenen Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine Felâh-ı Vatan Grubu’nu kurmuş, daha güçlü bir hükümetin kurulması için çalışmak yerine de kabinede bazı değişikliklerle yetinilmesi fikrini benimsemişti. Ankara’da verilen sözlerin dikkate alınmamasının Mustafa Kemal Paşa gibi bir karakteri ne denli sinirlendirmiş olduğu tahmin edilmelidir. Rauf Bey anılarında bu konulara pek değinmemişken, Mustafa 243 Kemal Paşa Nutuk’ta kızgınlığını gizlememişti. şiddetlendirileceğinin ve Milli Hareket’in önemli İstanbul’un işgalinin isimlerinin tutuklanacağının güvenilir kaynaklardan öğrenilmesinin ardından Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey gibi varlığı Milli Hareket’in geleceği için gerekli kimselerin Ankara’ya gelerek kendilerine katılmalarının şart olduğunu söylemesine rağmen Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı dinlememesinin bedelini kendisini Ankara yerine Malta’da bularak ödemişti. 16 Mart’ta yaşananlar İstanbul’daki arkadaşlarını önceden uyaran Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkarmış, Rauf Bey de Milli Mücadele’nin Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile devam edecek olan sürecinde yirmi ay sürecek bir sürgün hayatına mahkum olmuştu. İki yıla yaklaşan bir sürgün hayatının ardından 1921 yılı Kasım ayı ortalarında Ankara’ya gelen Rauf Bey’in üstlendiği ilk görev Nafia Vekâleti idi. Rauf Bey’in bu vekâleti uhdesine aldığı günler Büyük Millet Meclisi’nde Birinci ve İkinci Grup mebusları arasında gerginliğin arttığı, ordunun pasif durumda olduğu eleştirilerini neden bir türlü taarruza geçilmediği söylemlerinin takip ettiği günlerdi. Nafia Vekilliği’nden kısa süre içinde istifa etmeyi tercih eden Rauf Bey, yokluklar içinde bulunan memleketin imarı için yapabileceği bir şey olmadığı ve işin ehline verilmesi gerektiğini ileri sürmüş, Meclis’te okunan istifanamesinde de sağlık nedenlerini gerekçe göstermişti. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Rauf Bey’den farklı bir şekilde ele aldığı bu istifanın başka bir yönüne dikkati çekmişti. Sakarya Savaşı’nın üzerinden üç dört ay kadar sonra bazı muhalif seslerin yükseldiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Malta’dan döndükten hemen sonra Nafia Vekâleti’ne getirilen Rauf Bey ile Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti üyeliğine getirilen Kara Vasıf Bey’in bu muhalefete katkı verdiğini, hatta Rauf Bey’in Vekiller Heyeti’nde, Kara Vasıf Bey’in 244 de Grup Heyeti’nde takip edilen askeri siyasetin ne olduğu konusunda izahatta bulunduğunu ifade etmişti. Askeri siyasetin tam bağımsızlığın kazanılmasına kadar mücadele etmek olduğunu vurgulayan Mustafa Kemal Paşa, bu meselenin ne Vekiller Heyeti ne de grupta müzakere ve tartışma konusu yapılmasına izin vermemiş, Rauf ve Kara Vasıf Beylerin işte bu nedenle istifa ettiklerini söylemişti. Aynı günlerde Refet Paşa da Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nden istifa etmişti. Muhalefetin devlet ve hükümet işlerinin Meclis tarafından idare edilmesi gerekirken tek elden idareye doğru kaydırılması şeklinde özetlenebilecek eleştirilerine Ankara’ya gelmesinden hemen sonra Rauf Bey’in de katılması kendisinin Mustafa Kemal Paşa’ya olan güvensizliğinin açık bir göstergesiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın doğal olarak hükümetin de başkanı olması yanında başkomutanlığı da üstlenmesi neticesinde tek adam yönetimine gidileceğine dair kaygı içinde olan muhalefet 1922 yılı Temmuz ayında İkinci Grup adı altında örgütlenmişti. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in bu grubun kurulması, güçlendirilmesi ve yönetilmesi noktasında ilk günden itibaren çalıştığını söylemiş ve kendisinin İkinci Grup’un içine girmeyerek kendi içlerinde kaldığını ve ancak kendileriyle birlik olanağı kalmadığı üç yılın sonunda ayrılığını açığa vurduğunu ifade etmişti. Rauf Bey’in İkinci Grup’un Birinci Grup içerisinde kalmayı yeğleyen etkin ismi olarak görülmesi yaklaşımı bizce biraz abartılıdır. Meclis İkinci Başkanlığı’nın ardından İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilirken muhaliflerin desteğini alan Rauf Bey’in İkinci Grup mensupları ile olan ilişkisi, aşağıda da ifade edileceği gibi, Mustafa Kemal Paşa’nın tek elden idareye gideceği kaygısını taşıyan iki tarafın aynı dalga boyunda buluşmasından ibaretti. 245 Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey arasındaki en büyük fark fikir düzeyinde idi. Babasının Halifenin ekmeğini yiyerek büyüdüğünü söyleyen Rauf Bey ile daha Harbiye yıllarında devrimci kişiliğinin işaretlerini veren Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasında bazı anlaşmazlıklar yaşaması olağan karşılanmalıdır. İki yol arkadaşı arasındaki fikir ayrılığının ilk kez net bir şekilde ortaya konulduğu yer aşağıda geniş bir şekilde ele alacağımız Keçiören Görüşmesi’dir. Başkomutanlık kanununun bir kez daha uzatılmasının söz konusu olduğu Milli Mücadele’nin son aylarında gerçekleşen bu görüşme, Mustafa Kemal Paşa için Rauf Bey’in düşünce yapısını ortaya koyması bakımından anlamlıdır. Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden sonra gerek Mudanya Mütarekesi, gerekse Lozan Anlaşması için, Mondros’un izlerini silme fırsatı bulacak olan İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’in değil de İsmet Bey’in tercih edilmesi Mustafa Kemal Paşa’nın Rauf Bey’e bakışının getirdiği sonuçlarla açıklanmalıdır. c) Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fuat Paşa Arasındaki Anlaşmazlıklar Mütareke İstanbulu’nda Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesinin ve kendisini Anadolu’ya davet etmesinin ardından kolordusunu Ankara’ya getirmeyi başaran 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın en büyük dayanaklarından biriydi. O zamanki adı Mekteb-i Harbiye-i Şahane olan Harbiye yıllarında başlayan arkadaşlık, çetin bir mücadelenin verildiği o günlerde bir yol arkadaşlığına dönüşmüştü. Ali Fuat Paşa, Rauf Bey’in Ankara’ya gelmesinden sonra kendisiyle birlikte Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Amasya’ya gitmiş, Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği metnin altına imzasını tereddütsüz atmıştı. Sivas’ta yapılacak kongre öncesinde delege toplamak için var gücüyle 246 çalışan Ali Fuat Paşa, 1919 yılı Kasım ayında yapılan Komutanlar Toplantısı için gittiği Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile bir kez daha buluşmuştu. Bu toplantı sırasında Ali Rıza Paşa Kabinesi ile varılan anlaşmanın ardından Meclis’in nerede toplanacağının tespit edilmesi yanında bundan sonra Milli Hareket’in nasıl bir şekil alacağı gibi konular görüşülmüştü. Ali Fuat Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki bildiğimiz ilk görüş farklılığı da bu toplantı sırasında ortaya çıkmıştı. Zira Mustafa Kemal Paşa Meclis’in Anadolu’da bir yerde toplanması gerektiği kanaatini taşımaktayken, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey ve Kâzım Karabekir Paşa gibi Meclis’in İstanbul’da toplanması gerektiğini savunmuştu. Kuşkusuz bu türden görüş farklılıkları o zaman için büyük sorunlara yol açacak gelişmeler değildi. Her ne kadar geçen zaman Meclis’in basılması gibi bir dizi olumsuzluğu beraberinde getirmek suretiyle Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkarmışsa da, Mustafa Kemal Paşa bu durumu fırsata çevirmesini bilmiş ve Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına giden yol açılmıştı. Ali Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa ile arasındaki ilk ciddi anlaşmazlık kendisinin Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alındığı ve sonrasında Moskova Büyükelçiliği’ne getirildiği süreçte yaşanmıştı. Ali Fuat Paşa, 1920 yılının Kasım ayında görevinden alınıp desteğine ihtiyaç duyulan Sovyet Rusya’ya büyükelçi olarak atanmış, Batı Cephesi Komutanlığı’na da İsmet Bey getirilmişti. Kuşkusuz bu tasarrufun arkasında düzenli orduya geçilmesine engel olan sıkıntıların Ali Fuat Paşa ile çözülemeyeceğine dair kaygılar vardı. Bu kaygıları arttıran gelişmelerden biri Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa’nın, Yunan ordusunun Gediz taraflarındaki bir fırkasına saldırı düzenlemek için Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ne bir teklifte bulunmasıyla başlamıştı. Teklifin Çerkez Ethem ve kardeşlerinin kendilerini herkesin 247 üzerinde görerek bir ağırlık kazanmak istedikleri bir zamanda yapılması Mustafa Kemal Paşa’ya bu teklifin Çerkez Ethem ve kardeşinin etkisiyle yapıldığını düşündürmüştü. Taarruza Ertuğrul Grubu Komutanı olarak katılan Kâzım (Özalp) Paşa da bunu doğrulamakta, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin Yunanlılara saldırmak istediğini, ancak kuvvetlerini yetersiz gördükleri için Ali Fuat Paşa ile görüştükten sonra taarruza karar verdiklerini ifade etmektedir.562 Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti Ali Fuat Paşa’nın bu teklifini kabul etmemiş, Paşa’nın taarruzda ısrar etmesi üzerine Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet Paşa bir değerlendirme yapmak üzere cephe karargâhının bulunduğu Eskişehir’e gitmişti. İsmet Paşa ile görüşmesinin ardından Ali Fuat Paşa, durumu yerinde inceledikten sonra karar vermek amacıyla saldırı planını ertelemişti. Ne var ki bu taarruz fikri Meclis’te de destek bulmuştu. Mustafa Kemal Paşa, işte bu noktada hem Batı Cephesi’nde, hem de halk ve Meclis nezdinde yapılan ve düzenli ordunun faydalı olmadığı için dağıtılması ve herkesin Kuva-yı Milliye olması gerektiği şeklinde bir propagandaya dikkatleri çekmektedir. Neticede Ali Fuat Paşa, İsmet Paşa ile görüşmesinden birkaç gün sonra taarruza karar vermiş ve 24 Ekim 1920’de gerçekleşen saldırı başarısızlıkla neticelenmişti. Ertesi gün Bursa taraflarında karşı saldırıya geçen Yunanlılar, Yenişehir ve İnegöl’ü de işgal etmiş, diğer bir cepheden de Dumlupınar’a kadar ilerlemişti.563 Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa, Gediz Taarruzu’nu yeni ordunun fedakârlık ve azminin denenmesi, düşmanın Uşak ve Bursa grupları arasındaki bağın kopartılması ve halkın maneviyatının yükseltilmesi için istediğini söyleyecekse de564 kendisinin gerek düzenli ordu fikrine sıcak bakmaması, gerekse Ankara’nın gözünden düşen 562 Özalp, Milli…, s.164. Nutuk, s.331-332. 564 Cebesoy, Milli…, s.496-497. 563 248 Çerkez Ethem ve kardeşleri ile aynı dalga boyunda buluşarak tam bir fiyasko ile neticelenen bu taarruzda ısrar etmesi Batı cephesinde köklü bir değişimi de beraberinde getirecekti. Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölmeyi ve kuzey cephesinin başına İsmet Bey’i getirmeyi, güney kısmı içeren bölgeyi de Konya taraflarına göndermeyi düşündüğü Refet Paşa’nın komutasına vermeyi uygun bulacaktı. Bu arada her iki cephe de doğrudan Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa’nın vekâlet edeceği Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne bağlı olacaktı.565 Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınan Ali Fuat Paşa’yı 8 Temmuz’da Moskova Büyükelçisi olarak görevlendiren Mustafa Kemal Paşa, aynı günün akşamında İsmet ve Refet Beylerden bir an evvel düzenli ordu ve süvari birlikleri oluşturmalarını isteyecekti.566 Mustafa Kemal Paşa, başarısız Gediz taarruzu nedeniyle komutanlık nüfuzu sarsılan Ali Fuat Paşa’yı Ankara’ya çağırmıştı. Bu davetin nedenini Ali Fuat Paşa, ülke savunması için çok defa maddi yardım talebinde bulunmasına rağmen kendisine zorluk çıkarıldığını ve bu sıralarda yardım yapılacağı sözü veren Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya çağrıldığını ifade etmek suretiyle açıklamaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Ankara İstasyonu’na milis kıyafetiyle gelen Ali Fuat Paşa’yı bizzat karşılamış ve kendisine, yakın zamanda Moskova’dan dönmesi beklenen Bekir Sami Bey heyetinin orada başarılı olamadığını, Milli Hareket’in tanınmış bir isminin büyükelçi olarak gönderilmesinin İcra Vekilleri Heyeti’nce kararlaştırıldığını ve bu görev için en uygun kişinin kendisi olduğunu söylemişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Sovyet Rusya ile olan dostluk münasebetlerinin bir an evvel kurulması gerektiğini ve kendisinin Meclis Başkanı ve doğal olarak hükümet reisi olmaması 565 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 52, vesika 1197, Genelkurmay Basımevi, Ankara,1965. Nutuk, s.336-337. İsmet Bey’in Batı Cephesi Komutanlığı’na tayini 8 Kasım 1920, komutayı eline aldığı tarih ise 10 Kasım 1920 idi. Bkz. İnönü, Hatıralar, c.I, s.214. 566 249 durumunda bu vazifeyi memnuniyetle kabul edeceğini ilave etmiş ve Ali Fuat Paşa’dan bu önemli görevi kabul etmesini istemişti. Ankara’ya gelen Ali Fuat Paşa’yı istasyonda milis kıyafetiyle görmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde Ali Fuat Paşa’nın Kuva’yı Milliye alışkanlıklarından hala vazgeçmediği duygusunu uyandırmıştı. Ali Fuat Paşa ise alışılmışın dışında bir karşılama töreni ve yeni görevinin kendisine söyleniş şekli nedeniyle Ankara’da bir güvensizlik ve emniyetsizlik olduğunu ve şahsi bir yönetim fikrine doğru gidildiği yönündeki söylentilere hak vermeye başladığını söylemekte, bu tayinin yapılış şeklinden duyduğu rahatsızlıktan bahsederken de, bazı mebusların sorusu ile Hariciye Vekâleti’nin bir kişiyi Moskova Büyükelçiliği’ne tayin ettiğinin ortaya çıktığını, böylelikle bilgisi dışında bu göreve henüz Kasım ayı başlarında getirildiğini öğrendiğini ve bunun gizli tutularak bir süre saklandığını ifade etmektedir. Bu göreve getirilmesi noktasında bir oldu bitti karşısında kaldığı kanaatine kapılan Ali Fuat Paşa, her kesimden insanların Ankara’da toplanması nedeniyle bu şekilde bir düşünceye kapıldığını ifade etmekte ve Ankara’daki bu yeni yönetim zihniyetinin Mustafa Kemal Paşa’yı da böyle davranmaya mecbur ettiğinin altını çizmektedir. Öte yandan Ali Fuat Paşa, Moskova Büyükelçiliği’ne tayin edilmesinin asıl sebebinin ise İngilizlerin ve İstanbul Hükümeti’nin isteğiyle kendisinin Ankara’dan uzaklaştırılması için yapılan girişimler olduğu kanaatindedir. Buna göre Sadrazam Tevfik Paşa, Ahmet İzzet Paşa’dan Dahiliye Nezareti’ni kabul etmesini ve bundan sonra Ankara ile temasa geçilebileceğini söylemişti. İstanbul Hükümeti Ankara ile temas kurmak amacıyla da Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi ve Ankara’dan uzaklaştırılması gibi bazı şartlar ileri sürmüştü.567 567 Cebesoy, Milli…, s.536-539. Bu noktada Adıvar, düzenli ordunun başlangıcındaki çabasına dikkat çektiği Ali Fuat Paşa’ya karşı güçlenen bir hareket olduğunu, ordudaki başıbozukluğa karşı hoşgörülü 250 Bütün bu ifadeler değerlendirildiğinde Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi’nden alınmasının nedenini, Ankara’nın İstanbul ile temas kurabilme isteği nedeniyle kabul ettiği ileri sürülen şartlarda değil, kendisinin milis kuvvetlere bakışı nedeniyle düzenli orduya geçiş konusunda kesin adım atılacak bir kişi olarak görülmemesinde aramak daha doğru olacaktır. Zira Ankara’nın aksi yöndeki duruşuna rağmen yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan Gediz Taarruzu da bu yöndeki kanaati net bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Ali Fuat Paşa Moskova’dan 1922 yılı Haziran ayı başında dönecek ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nı üstlenecekti. Aşağıda da bahsedileceği üzere 20 Temmuz 1922 akşamından başlayıp da ertesi gün sabaha kadar sürecek olan Keçiören Görüşmesi sırasında Mustafa Kemal Paşa kendisine saltanat ve hilafet hakkında ne düşündüğünü soracak, Ali Fuat Paşa da Moskova’dan yeni geldiği için genel durumu yeterince tespite zaman bulmadığını belirtecek ve kesin bir fikir beyan etmeyecekti. Nutuk’a bakıldığı zaman da görülebilecektir ki, Milli Mücadele süresince yol arkadaşları içerisinde Mustafa Kemal Paşa ile en az sorun yaşayan kişi Ali Fuat Paşa olmuştur. İki arkadaş arasındaki en ciddi sorun Ali Fuat Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa tarafından Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınması sürecinde yaşanmışsa da Mustafa Kemal Paşa arkadaşını rencide edecek bir tavır almamış, aksine desteğine ihtiyaç duyulan Sovyet Rusya’ya büyükelçi olarak görevlendirmek suretiyle kendisini o sırada önemli addedilebilecek bir göreve getirmişti. davranışları ileri sürülerek Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi’nden uzaklaştırılmak istendiğini söylemektedir. Adıvar’a göre bu iş o kadar kolay olmayacak, Moskova Büyükelçiliği gibi önemli bir görevin imdada yetişmesi gerekecekti. Bkz. Adıvar, Türkün…, s.147. 251 d) Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey Arasındaki Anlaşmazlıklar Mustafa Kemal Paşa Şişli’deki evinde yapılan toplantılar sırasında Anadolu’da bir görev almayı kabul eden Albay Refet Bey’i 3. Kolordu Komutanlığı’nı üstlenmesi amacıyla beraberinde Samsun’a götürmüş, oraya vardıktan sonra kendisinden Samsun Mutasarrıflığı’nı da üstlenmesini istemişti. Mili Mücadele’nin başlamasından sonra Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey arasındaki ilk anlaşmazlık Amasya Kararları’nın imzalanması sırasında yaşanmıştı. Kendisine birkaç defa Sivas’a gelmesi yönünde emir göndermesine rağmen Refet Bey Amasya Toplantısı’nın ancak sonlarına yetişebilmişti. Buna benzer bir gecikme de Sivas Kongresi öncesinde yaşanmış, Mustafa Kemal Paşa kongre nedeniyle şehre ulaştığı zaman kendisini karşılayanlar arasında Refet Bey’i görememiş, araştırma sonucunda Refet Bey’in Ankara’da olduğunu öğrenmişti. Refet Bey’in Sivas’a gelişi ancak kongre başladıktan sonra mümkün olmuştu. Amasya Kararları’nın imzalanması sırasında Refet Bey’in tereddütlü bir tavır içerisinde bir takım sorular sorması ve ancak ikna edildikten sonra imza atması, attığı imzayı belli belirsiz bir işaret olarak tanımlayan Mustafa Kemal Paşa için ortada bir güvensizlik sorunu olduğu şeklinde algılanmıştı. Refet Bey’in o günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çeken bir diğer tasarrufu da Amasya’da komutanın hiçbir şekilde terk olunmayacağı yönünde bir karar alınmasına rağmen Refet Bey’in 3. Kolordu Komutanlığı’nı bırakmasıydı. Gerçi Mustafa Kemal Paşa 7 Temmuz 1919 tarihinde yayımladığı bir genelge ile bu kararı yumuşatmış ve komutanların herhangi bir nedenle görevlerinden alınmaları halinde, eğer yeni atanan komutan birlikte çalışılabilecek birisi ise, komutanın kendisine devredileceği, eski komutanın da bölgesinden ayrılmadan gerekirse sivil olarak çalışmasına devam edeceği şeklinde değiştirmişti. Ne var ki komutanın şartlı 252 olarak bırakılması ve komutanların kendi mıntıkalarını terk etmemeleri kararı hali hazırda geçerliliğini korumaktaydı. Temmuz ayının ortalarında İstanbul Hükümeti tarafından 3. Kolordu Komutanlığı görevinden alınan ve İstanbul’a gitmesi istenen Refet Bey, görevi Selahattin Bey’e devrettikten sonra İstanbul’a gitmemek için askerlikten de istifa etmişti. Amasya Kararları’ndan sonra 7 Temmuz tarihli genelgeyle altı çizilen hususları dikkate almadan hareket eden Refet Bey’in bu tavrı Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı. Zira Refet Bey, Milli Hareket’e bakışı pek bilinmeyen ve Samsun’a kadar bir İngiliz gemisiyle geldiği için İngiliz siyasetine hizmet etmesi muhtemel olan Selahattin Bey’e görevi devretmekte acele etmemeli, en azından Mustafa Kemal Paşa’ya danıştıktan sonra bir adım atmalıydı. Bununla beraber Refet Bey, komutayı devrettikten sonra da Selahattin Bey’e Milli Hareket’in bakışını anlatmak ve kendisini Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçirmek amacıyla orada kalmalı, bunu başaracağı zamana kadar da görev bölgesinden ayrılmamalıydı.568 Refet Bey’in 1919 yılı Kasım ayından ertesi yıl Mart ayına kadar bulunduğu Batı Anadolu’daki bir takım hareketleri de Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı. Demirci Mehmet Efe’den komutayı almayan veya almasına izin verilmeyen Refet Bey’in Temsil Heyeti’nin aksi yöndeki kararına rağmen bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a giderek bazı arkadaşları ile görüşmeler yapması gibi başına buyruk tavırları Mustafa Kemal Paşa için anlaşılmaz bir durum olarak görülmüştü. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta Refet Bey’in İstanbul ile ne ilişkisi olabileceğini sorduktan sonra Nazilli-Balıkesir-Bursa yolunun İstanbul’dan geçmesini anlamakta zorlandığını, hafif olarak nitelendirdiği bu hareket nedeniyle 568 Nutuk, s.34-35. 253 düzenli ordunun kurulacağı zamana kadar Aydın ve Salihli cephelerinde sevk ve idarenin kurulamadığını ifade etmişti. Refet Bey’in Mustafa Kemal Paşa tarafından anlaşılmaz bulunan bir başka tavrı da Konya’ya gönderilmesi sırasında ortaya çıkmıştı. Bilindiği gibi 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa, Amasya Kararları’ndan on gün kadar sonra Konya’dan ayrılarak İstanbul’a gitmişti. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in de habersiz bir şekilde İstanbul’a gitmesi ile Konya ve çevresi Milli Hareket aleyhtarı olduğu bilinen Vali Cemal Bey’in kontrolüne geçmişti. Konya’da duruma hakim olması için Albay Refet Bey görevlendirilirken durumdan haberdar olan Vali Cemal Bey mahkûmlardan bir kuvvet oluşturmak istemiş, ancak halkın harekete geçmesi üzerine 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmak durumunda kalmıştı. Refet Bey’in Konya’ya giderken Mustafa Kemal Paşa’dan kendisini 2. Ordu Müfettişliği’ne getirmesini talep etmesi ve milli gayretler için resmi unvan ve yetkileri düşünmesi, bu yetkilerin zaten kendisinde de olmadığını düşünen Mustafa Kemal Paşa tarafından hayli garip karşılanmıştı. Çerkez Ethem’in kaçışına seyirci kalmakla suçlaması dışında Mustafa Kemal Paşa’nın Refet Paşa’ya eleştiri getirdiği bir başka hadise de Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınmasından ve Batı Cephesi’nin Batı ve Güney Cepheleri olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra yaşanmıştı. 1921 yılı Nisan ayı başlarında kazanılan İkinci İnönü zaferi sonrasında Yunanlılar Uşak bölgesinde geri çekilmeye başlamış, Güney Cephesi Komutanlığı’nı yürütmekte olan Refet Bey de 12 Nisan’da emrindeki kuvvetlerle Aslıhanlar civarında bulunan bir düşman alayına saldırmıştı. Yukarıda da bahsedildiği üzere Yunanlılar bir hat tutmak amacıyla geri çekilince yanlış bir yorum yapmak suretiyle Refet Bey, muharebeyi kazandığını zannetmişti. Düşmanın amacına uygun olarak Dumlupınar’da savunması kolay bir 254 mevki aldığını tespit eden Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte Refet Bey’in karargâhına gitmiş, durumu yakından gördükten sonra da Refet Bey’in komutasındaki Güney Cephesi’ni Batı Cephesi’ne bağlamıştı. Esasında Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çeken gelişmeler bundan sonra başlamıştı. Refet Bey’den başka bir görevlendirme için Ankara’ya gitmesini isteyen Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşı için Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni düşünmüştü. Ne var ki Refet Bey, açıkça ifade etmese de kendisi için başkomutanlık makamı olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni düşünmekteydi. Mustafa Kemal Paşa ise başkomutanlık makamı olarak gördüğü bu makam için gereken vasıfların Refet Paşa’da olmadığını kendisine açık bir şekilde söylemişti. Refet Paşa, bunun üzerine Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni kabul etmeyeceğini söylemiş, Mustafa Kemal Paşa da ‘siz bilirsiniz’ demişti. Bu konuşmadan sonra Refet Bey, Kastamonu taraflarında bir ay kadar sürecek bir dinlenme süreci geçirmiş, Dahiliye Vekili olarak seçileceği 1921 yılı Mayıs ayına kadar atıl durumda kalmıştı. Dahiliye Vekilliği’nden sonra Müdafaa-i Milliye Vekilliği’ne getirilen Refet Paşa, Sakarya Zaferi’nden sonra Yunanlıları ülkeden atmak amacıyla yapılması beklenen taarruzun gecikmesi dolayısıyla Meclis’te Mustafa Kemal Paşa aleyhinde gelişen muhalefete destek vermiş, Meclis kürsüsünden Meclis Başkanı ile Başkomutanın, hükümet başkanı ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili’nin aynı kişiler olmasının, bunların da cepheden uzak bir yer olan Ankara’da kalmalarının ordu işlerinin kötü idaresine sebep olduğunu, çözümün ise Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin uhdesinde bulunan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne bağlanması olduğunu ifade etmiştir. Muhalefetin ve Refet Paşa’nın eleştirilerinden rahatsız olan Mustafa Kemal Paşa kendilerine cevap verme lüzumu hissetmiş, ordunun kötü idare edilmediğini, 255 muhalif seslerin asıl hedefinin kendisini Ankara’dan uzaklaştırmak olduğunu, Refet Paşa’nın Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne bağlanması isteğini ise kabul edilmez bulduğunu ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif olanlarla aynı dalga boyunda buluşan Refet Paşa, teklifinin kabul edilmemesi ve Başkomutanın tutumunu gerekçe göstererek Müdafaa-i Milliye Vekilliği görevinden 13 Ocak 1922 tarihinde istifa etmiş, Meclis çalışmalarını dahi aksattığı yeni bir atalet sürecine girmişti. Aşağıda derinlikli bir şekilde bahsedileceği üzere başkomutanlık kanununun uzatılacağı 20 Temmuz 1922 tarihinden önceki gece Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa dışındaki yol arkadaşları arasında gerçekleşen Keçiören Görüşmesi, Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde gerçekleşmişti. Ertesi gün başkomutanlık kanununun uzatılması kararını Meclis’ten geçiren Mustafa Kemal Paşa, 1. Ordu Komutanlığı için Refet Paşa’yı düşünmüşse de Refet Paşa bu teklifi kabul etmemiş, böylece Büyük Taarruz ile düşmana son darbe vurulduğu sırada aktif bir görevde bulunma şansını elinden kaçırmıştı. Bütün bunlara rağmen Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in de araya girmesiyle zaferden sonra Refet Paşa’ya, Doğu Trakya’nın teslim alınmasını gerçekleştirmek üzere TBMM Fevkalade Temsilciliği gibi önemli bir görev daha verilmesini temin edecek, ne var ki Refet Paşa’nın bu görevi sırasında yeni halife Abdülmecid Efendi ile olan samimi ilişkisi Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmayacaktı. 3.2. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE MÜDAFAA-İ HUKUK GRUPLARI 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi genel olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilcilerinden müteşekkildi. Bir başka deyişle mebuslar, Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarıyla onun bir neticesi olarak Meclis-i 256 Mebusan’da kabul edilen Misak-ı Milli etrafında vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı gayesiyle bir araya gelen yurtseverlerdi. 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve idare usulünün halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil yönetme esasına dayandığının kabul edilmesi, bununla beraber anayasadaki öteki maddelerin hiçbirinde hilafet ve saltanattan bahsedilmemesi bir takım farklı yorumları da beraberinde getirmiş, Meclis’teki düşünce farklılıklarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı. Bunun bir sonucu olarak Meclis’te Tesanüt Grubu, Islahat Grubu, Halk Zümresi, Müdafaa-i Hukuk Zümresi ve İstiklâl Grubu gibi gruplar meydana gelmişti.569 Bu grupların ortaya çıkmasıyla birlikte Büyük Millet Meclisi kısa süre içerisinde anlaşmazlıklar nedeniyle en küçük meselelerde dahi tartışmaların yaşandığı ve karar almakta zorlanan bir organ haline gelmişti. Mustafa Kemal Paşa, Meclis’teki ‘mevcut grupları birleştirmek’ veya ‘bu gruplardan birini desteklemek’ suretiyle çok çalıştığını, ancak çabalarının işe yaramadığını gördüğü zaman kendine yakın gördüğü mebuslarla toplantılar yapmak suretiyle Müdafaa-i Hukuk adında bir grup kurmaya karar verdiğini ifade etmektedir.570 Misak-ı Milli esasları içerisinde vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını temin etme noktasında bir sorun yaşanmazken anayasaya göre devlet ve millet teşkilatının hazırlanması noktasındaki anlayış farkları nedeniyle, milliyetçi eğilimli radikal inkılâpçılar Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu bu grup içerisinde yer almış ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında örgütlenmişti. 569 Yavuz Aslan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Kuruluşu, Evreleri, Yetki ve Sorumluluğu (23 Nisan 1920-30 Ekim 1923), Yeni Türkiye yay., Ankara, 2001, s.81. 570 Nutuk, s.396-397. 257 a) Birinci Grup Sivas Kongresi’nde kurulan ve hemen hemen ülkenin her yerinde örgütlenmiş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Meclis’teki siyasi grubu olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Mustafa Kemal Paşa tarafından 10 Mayıs 1921 tarihinde kurulmuş, Mustafa Kemal Paşa Grup Başkanlığı’na getirilirken başkan ve vekilleri dışında 12 üyeden oluşan bir idare heyeti oluşturulmuştu. Ülkedeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubeleri de ileride kurulacak olan Halk Fırkası’nın Meclis’teki ilk şekli olan bu gruba bağlanmıştı. İlk toplantısını 133 mebusla yapan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Misak-ı Milli çerçevesinde ülkenin bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı amacıyla bir barışın temin edilmesi gerekçesiyle saltanat ve hilafete değinilmeyen 17 maddelik bir içtüzüğe göre Cemiyet mensuplarının Meclis’te bir parti disipliniyle hareket etmelerini temin etmek amacıyla kurulmuştu. Bununla beraber Müdafaa-i Hukuk Grubu, Teşkilatı-ı Esasiye Kanunu çerçevesinde devlet ve millet teşkilatının kademe kademe kurulmasını da amaçlamıştı.571 Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun madde-i esasiyesindeki bu iki amaca bakıldığında Misak- Milli’ye uygun bir barış yapılması amacında herhangi bir sorun olamazdı, zaten tüm mebusların etrafında birleştiği temel hedef buydu. Esas anlaşmazlık yeni anayasa çerçevesinde devlet ve millet teşkilatının kademe kademe tespit edilerek hazırlanması noktasında yaşanmaktaydı. Bazı mebusların bu amacı benimsemeyen kimseler olduğunun farkında olan ve herhangi bir sorunla karşılaşmak istemeyen 571 Faik Reşit Unat, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Birinci Devresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunun Kuruluşuna ve Çalışmalarına Ait Bazı Vesikalar”, Tarih Vesikaları Dergisi, c.3, sayı 13, Ağustos 1944, s.4-15. Hakimiyet-i Milliye’de ‘Yeni Grup’ başlığı altında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu unvanı altında yeni bir grubun kurulduğu haberi verilmekte, 10 Mayıs’ta toplanan umumi heyet tarafından içtüzükle birlikte programı oluşturan madde-i esasiyenin kabul edildiği ve bu esas maddelerin neler olduğu gibi bilgiler verilirken, grubun kurucusu Mustafa Kemal Paşa’dan hiç bir şekilde bahsedilmemektedir. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 11 Mayıs 1921. 258 Mustafa Kemal Paşa bir hazırlık yapmakta, inkılâplar için engel teşkil etmeyecek bir Meclis çoğunluğunu temin etmeye çalışmakta, dağınık hareket eden ve organize olmaktan uzak bir muhalefet karşısında bir parti dayanışması içinde hareket edecek bir iktidar grubu hedeflemekteydi. Henüz Sivas Kongresi sırasında o dönemdeki şartların da etkisiyle her türlü fırkacılık reddedilmiş, grubun kurulacağı zamana kadar tüm mebuslar Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Meclis çatısı altındaki üyeleri sayılmışlardı. Müdafaa-i Hukuk Grubu’na alınmayan bazı mebuslar bu nedenle Büyük Millet Meclisi’nde kaygılarını dile getirmişti. Kendisinin grup üyelerinden bir farkı olmadığını dile getiren Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, Birinci Grup’un programının herkesin amacı olduğunu, arkadaşlarıyla birlikte bu amaç etrafında o zamana kadar çalıştıklarını ve aralarında bir görüş ayrılığı olmadığını söylemişti. 16 Mayıs 1921 tarihli oturumda Misak-ı Milli etrafında toplanan bir meclis içerisinde böyle bir grup kurmak suretiyle ayrım yapılmasının iç ve dış politikada tehlikeli sonuçlar doğuracağını söyleyen Hüseyin Avni Bey’in sözleri bazı mebuslar tarafından da destek görmüştü. Hüseyin Avni Bey’e Edirne mebusu Şeref Bey cevap vermiş, üç beş arkadaşın davet edilmemelerine gücenmemesi gerektiğini, zira keskin sınırları olmayan Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun arzu eden herkese açık olduğunu ve grubun bir siyasi fırka kurmak amacıyla kurulmadığını belirtmişti.572 Şeref Bey’in sözleri Hüseyin Avni Bey’e verilen rahatlatıcı bir cevap gibi görünse de meselenin aslı öyle değildi. Mustafa Kemal Paşa Birinci Grup’u zaten herkesi kapsaması amacıyla kurmamıştı. Hüseyin Avni Bey gibi ileride İkinci Grup’u oluşturacak olan kimselerin gruba girmesi değil, girmemesi arzu edilirdi. Herkesin gruba girmesi arzu 572 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.296-299, 16 Mayıs 1921. 259 edilmiş olsa bir grup kurulmasına ihtiyaç duyulmazdı. Zira bütün mebuslar zaten Meclis çatısı altında bulunmaktaydı. Özetle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu en küçük konularda dahi tartışma yaşayan Meclis’in bu havasına bir son verip Meclis’ten karar çıkartabilecek bir sayıya ulaşmak amacıyla kurulmuş, Hüseyin Avni Bey gibi muhalif tavırlarıyla bilinen kimseleri içine almak için kurulmamıştı. Şeref Bey’in konuşmasının aksine idare heyeti ve bütçesi ile bir siyasi parti gibi teşkilatlanan Birinci Grup kararlarını demokratik bir şekilde alacak, gruba katılmak isteyenlerin başvuruları kayıtlara bağlı olarak incelenecek, aleyhte çalışanlar gruptan çıkarılacak ve bir fikir birliği sağlanmasına çalışılacaktı. Mustafa Kemal Paşa ileride yapmayı planladığı inkılâplar için aktif, disiplinli ve dinamik bir kadro hazırlamak573 amacıyla güvendiği mebuslarla konuşmak suretiyle kendilerini gruba dahil edecek, yine de çok sayıda mebus grubun dışında kalacaktı. Bu nedenle Meclis içinde bir bölünme yaşanması kaçınılmaz olacak ve Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması ile birlikte iktidar ve muhalefet kavramları daha net bir şekilde ortaya çıkacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın iktidarını Meclis içinde bir çoğunluğa dayamak düşüncesiyle kurulan Birinci Grup, kesin ideolojik çizgilere sahip olmaktan ziyade Mustafa Kemal Paşa’nın karizması etrafında toplanan ve içten dışa doğru zayıflayan bir meclis grubu olarak göze çarpacaktı.574 Birinci Grup, kurulmasının hemen ardından etkisini hissettirecek, aynı gün yapılan toplantıda Meclis İkinci Reis Vekilliği’nden 15 Mayıs’ta istifa eden Abdullah Azmi Efendi’nin yerine Edirne mebusu Faik Bey’i aday gösterme kararı alacaktı. Ertesi gün yapılan seçimlerde 206 oyun 131’ini alan Faik Bey bu göreve getirilecek,575 573 Aydemir, Tek…, c.II, s.348-351. Rıdvan Akın, TBMM Devleti (1920-1923) Birinci Meclis Döneminde Devlet Erkleri ve İdare, İletişim yay., İstanbul, 2008, s.415. 575 Unat, “Türkiye…”, s.8; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, s.301, 16 Mayıs 1921. 574 260 böylece Birinci Grup kısa süre içinde örgütlenmesinin ilk sonucunu alacaktı. Ne var ki çok geçmeden bütçe görüşmeleri sırasında yaşanan gerginlik nedeniyle Heyet-i Vekile Reisi Fevzi Paşa hükümetin istifa ettiğini açıklayacaktı. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği adaylar arasından 19 Mayıs 1921 tarihinde yapılan seçimlere 212 mebus katılacak, 4 Kasım tarihli değişiklikten sonra 44 muhalifin çekimser kaldığı bu seçimlerin ilk turunda yeni Heyet-i Vekile belirlenmiş olacaktı.576 b) İkinci Grup Birinci Grup olarak da bilinen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması ve toplantılara başlamasından hemen sonra Erzurum mebuslarından Hüseyin Avni ve Celalettin Arif Beylerin başını çektiği, genel itibarıyla muhafazakâr isimlerden oluşan muhalefet bir grup kurma çabası içine girecekti. Ne zaman kurulduğuna dair kesin bir tarih vermek zor olsa da, Mustafa Kemal Paşa ve Birinci Grup mensuplarına karşıt olma ortak paydasında buluşan İkinci Grup, başkomutanlık kanununun üçüncü kez uzatıldığı 1922 yılı Temmuz ayında örgütlü bir şekilde ortaya çıkacaktı. Bir başka deyişle Meclis’teki örgütsüz muhalefet, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun 10 Mayıs 1921 tarihinde kurulmasından neredeyse 14 ay sonra örgütlü hale gelebilecekti. İkinci Grup’un örgütlenmesinde esas itibarıyla başkomutanlık kanunu etkili olacaktı. Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak İcra Vekilleri Heyeti’nin de doğal başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın yetkileri başkomutanlıkla birlikte iyiden iyiye genişleyecekti. Meclis’in yetkilerinin Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya devri konusunda bir hassasiyete 576 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.306, 16 Mayıs 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.318-320, 19 Mayıs 1921. 261 sahip olan grup üyeleri esasında Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığına değil, O’nun Meclis’in yetkilerini kullanmasına karşı çıkacak ve bir diktatörlüğe gidileceği endişesine kapılacaktı. Grup mensupları, yakın zamanda tecrübe edilmiş bir Enver Paşa örneği ortada dururken bütün yetkilerin Mustafa Kemal Paşa’da toplanmasını doğru bulmayacaktı. Hüseyin Avni Bey, 30 Nisan 1923 tarihli Tevhid-i Efkar gazetesinde grubun kurucuları olarak kendisiyle birlikte Mersin mebusu Salâhattin ve Sivas mebusu Vasıf Beylerin de aralarında bulunduğu yedi kişinin adlarını verecekti. Aynı yerde İkinci Grup’un amaçları ise ‘Misak-ı Milli dairesinde vahdet (birlik) ve istiklâl-i millinin istihsal ve temini (milli bağımsızlığın sağlanması)’, ‘kavanin-i mevcudenin (mevcut kanunların) hakimiyet-i milliye esasına göre tadil ve ıslahı (değiştirilip düzenlenmesi)’, hukuk-ı umumiyenin masuniyeti ve muhteremiyeti (milletin haklarının dokunulmazlığı ve değerli olması)’ olarak açıklanacaktı. Bununla beraber Hüseyin Avni Bey bu mülâkatında bütün Meclis üyelerinin birlik beraberlik içinde olması gerekirken bir Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasının ve bazı mebusların grubun dışında bırakılmasının ikinci bir müdafaa-i hukuk grubunun kurulmasını gerekli kıldığını da söyleyecekti.577 Demirel, uzun süre bireysel çıkışlar yapmak suretiyle çoğunluğu etkilemeyi tercih eden muhaliflerin fiilen örgütlenmelerinin en önemli nedeni olarak Birinci Grup’un önemli konuları Meclis’ten geçirebilmek amacıyla Selâmet-i Umumiye Komitesi adıyla gizli bir örgüt kurmasını göstermekte,578 Aslan da İkinci Grup mebuslarını kendi içinde bir ayrıma tabi tutmaktadır. Buna göre, grup mensupları saltanatçı ve hilafetçi mebuslar, Mustafa Kemal Paşa’nın gittikçe artan otoritesi nedeniyle onun diktatör olacağı endişesine kapılıp da şahsına muhalif olanlar, İttihat ve Terakki’yi yeniden ihya 577 578 “Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in Beyanatı”, Tevhid-i Efkar, 30 Nisan 1923. Demirel, Birinci…, s.381. 262 etmek isteyen müfrit ittihatçılar, Birinci Grup’a alınmadığı için kırgınlık duyan mebuslar ve Birinci Grup içerisinde rahatsız olup ayrılanlardan oluşmaktadır.579 Şerafettin Turan ise İkinci Grup mebusları arasında tam bir fikir birliği olmadığını ve dinci, saltanatçı, ittihatçı ya da muhafazakâr olarak bilinen üyelerin sırf muhalif oldukları için bir aradaymış görüntüsü verdiğini ifade etmekte, bu iddiasına da grubun oluşmasından önce üyelerinin 1921 Anayasası ile başkomutanlık kanununa karşı çıkmalarını dayanak göstermektedir.580 Bir grup muhalefeti olarak öne çıkan ve iktidara gelme amacı taşımayan İkinci Grup 19 Ocak 1923 tarihinde yayım hayatına başlayan Tan gazetesi ile görüşlerini yaymaya çalışmıştı. Sadece duyarlı olduğu konularda muhalefet yapan İkinci Grup mensuplarının Milli Mücadele’nin başarıya ulaşacağı zamana kadar Meclis’te bütünlüğün temini amacıyla olağanüstü duyarlı davrandığını söyleyen Demirel, grubun kendisine farklı bir isim almak yerine İkinci Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini benimsediğinin altını çizmektedir.581 Bu noktada kendisine kısmen katılmakla birlikte grubun duyarlı olduğu başkomutanlık ve icra vekilleri heyetinin seçimine dair kanunların ele alındığı oturumlarda bu kaygıyı ikinci plana attıklarını, başkomutanlık kanununun Meclis gündemine ilk kez geldiği gizli oturumda ret oyu veren 14 mebusun açık oturuma geçildiğinde kabul oyu vermesi dışında bir birliktelik havası estirmediklerini söylemek yerinde olacaktır. Bununla beraber Demirel’in kurulmasından önce sert muhalefetiyle öne çıkan grup üyelerinin söylemlerine değil de eylemlerine bakması daha doğru olacaktır. Gerçekten de Meclis üstünlüğü ilkesini ihlal edecek her türlü girişimin karşısında durduğu gözlenen İkinci Grup, Meclis’in yetkilerini kendisinde toplayan Mustafa 579 Aslan, Türkiye…, s.82-83. Turan, Türk…, c.II, s.259. 581 Demirel, Birinci…, s.391-392. 580 263 Kemal Paşa’nın kişisel bir egemenlik peşinde olduğu kanaatindeydi. Bununla beraber İkinci Grup’un kurulmasına giden süreç, Müdafaa-i Hukuk Grubu nizamnamesinin esas maddesindeki, hükümetin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre teşkili meselesinden doğmuştu. Farklı düşünen mebuslar Müdafaa-i Hukuk Grubu’ndan ayrılmış, dışarıda kalan mebusları da yanlarına almak suretiyle yeni bir grup kurmuştu. Büyük Millet Meclisi bu iki grubun çatışmalarına sahne olmuş, yol arkadaşlarının aralarındaki anlaşmazlıklar da bu noktada daha net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Her ne kadar vitrinde Salâhattin ve Hüseyin Avni Beyler görünseler de İkinci Grup’taki esas etkili isimlerin Rauf ve Kara Vasıf Beylerin olduğuna dair bir kanaat hakimdi. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta İkinci Grup’un etkin bir üyesi olan Samsun mebusu Emin Bey’in kendisine Rauf Bey’in İkinci Grup’u tahrik ve teşvik ettiğini söylediğini, bu işin sehpaya kadar gidebileceği kendisine hatırlatılınca da Rauf Bey’in, ölüme kadar kendileriyle beraber olduğunu ifade ettiğini aktarmaktadır.582 Rauf Bey, İkinci Grup ile nasıl bir ilişkisi olduğu sorusu bizce cevaplanması gereken önemli bir sorudur. Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’taki ifadelerine karşın Demirel, Rauf Bey’in grubun üyesi dahi olmadığını, bu nedenle lider olmasının mümkün olmadığını söyledikten sonra Birinci Grup üyesi olan Rauf Bey’in o sıralarda Mustafa Kemal Paşa ile ciddi bir çatışmaya girmediğini de hatırlatmakta, İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne de Birinci Grup’un desteği yanında İkinci Grup mensuplarının benimsemesiyle seçildiğine dikkati çekmektedir.583 İkinci Grup’un şiddetli eleştirilerle Mustafa Kemal Paşa’yı bunalttığı günlerde İcra Vekilleri Heyeti Reisi olan Rauf Bey de Mustafa Kemal Paşa’dan rahatsız 582 583 Nutuk, s.422. Demirel, Birinci…, s.21. 264 olduklarını dile getiren İkinci Grup mensuplarının şikâyetleri karşısında üzüldüğünü ve kendisinin her iki tarafı da idare etmeye çalıştığını söylemektedir.584 Mustafa Kemal Paşa tarafından İkinci Grup’un perde arkasındaki ismi olarak görülen Rauf Bey bu sözleri ile kendisine yatıştırıcı bir misyon yüklemektedir. Bizce de Rauf Bey’i İkinci Grup’un lideri olarak gören yaklaşımlar doğru değildir. Zira resmen Birinci Grup üyesi olan Rauf Bey, İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçildiği günlerin öncesinde ve sonrasında her ne kadar kendisinin (Mustafa Kemal Paşa) diktatörlüğe gidebileceği endişesi içindeki İkinci Grup mensuplarıyla ortak kaygıları taşısa da Mustafa Kemal Paşa ile net bir yol ayrımına girmemiş, Birinci Grup içerisinde Mustafa Kemal Paşa ile uyum içinde çalışmaya devam etmiştir. İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçildiği sırada ise Mustafa Kemal Paşa ile konuştuktan sonra hem Birinci Grup tarafından desteklenmiş, hem de muhalif İkinci Grup üyelerinin desteğini almıştır. İkinci Grup mebusları 8 Temmuz 1922 tarihinde bağımsız bir İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti’nin kurulduğu, vekillerin de Meclis Başkanı tarafından aday gösterilmeksizin yeniden Meclis tarafından gizli oy ve salt çoğunluk ile ayrı ayrı seçileceği bir tasarıyı Meclis’ten geçirdikleri sırada Rauf Bey ret oyu kullanmıştır.585 Rauf Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki yol ayrımının netleştiği Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde ise artık İkinci Grup’tan söz etmek mümkün değildir. 584 Kandemir, Hatıraları…, s.64-66. 8 Temmuz’daki oylamaya 184 mebus katılmış ve 124 kabul, 46 ret, 14 de çekimser oy kullanılmıştı. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, 8 Temmuz 1922, Birinci Dönem, c.21, s.238. Rauf Bey’in ret oyu için bkz. s.241-242. 585 265 c) Kâzım Karabekir Paşa’nın Tepkisi Büyük Millet Meclisi’nde Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması Meclis’teki muhalif mebuslar yanında ülkedeki bazı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini de rahatsız etmişti. Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin ve Cemiyet’in Erzurum şubesinden Hoca Raif Efendi’nin bu noktadaki bazı çekince ve endişelerini586 11 Temmuz 1921 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya aktarmıştı. Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun devletin şekli ve idaresini değiştirecek bir siyasi hedef belirlediğini ve Sivas Kongresi’ndeki esasların aksine hilafet ve saltanata ait bir kayıt içermeyen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu kendisine rehber aldığını söylemiş, bu grubun cemiyet unvanının gerçek sahibi olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin genel vazifeleri ile tezat teşkil ettiğini ifade etmişti. Kâzım Karabekir Paşa’ya göre ‘en hayati endişe’ hilafet ve saltanattan vazgeçilerek bir emrivaki şeklinde cumhuriyetçiliğe geçileceği endişesiydi ve hayat ve bağımsızlığı boğarak düşmanların işine yarayacak olan bu tehlikeli işten kesinlikle sakınmak gerekmekteydi. Kâzım Karabekir Paşa, ayrıca Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun hilafet ve saltanat şeklini cumhuriyete dönüştürme amacı taşıdığını ve bunun da bir kargaşaya yol açacağını iddia etmiş, devlet şekliyle ilgili değişiklik girişimlerinde mülki ve askeri rical ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden görüş alınması ve fevkalade bir mecliste bu görüşlerin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiş, son olarak da Mustafa Kemal Paşa’nın 586 Raif Efendi, ülkede 1920 yılı sonlarında etkisi hissedilen sosyalizme karşı bir tedbir olmak üzere 16 Ocak 1921 tarihinde arkadaşlarıyla birlikte Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’ni kurmuştu. Erzurum Kongresi’nin toplanmasında emeği geçen Hoca Raif Efendi’nin başını çektiği Cemiyet, hükümetin halkçılık programı altında Meclis’e sunduğu anayasa tasarısı ile Türkiye Komünist Fırkası’nın kurulmasını sola ve Cumhuriyete doğru bir gidiş olarak görmüştü. Meclis’te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasının ardından sertleşen Cemiyet, Mustafa Kemal Paşa tarafından dikkatle izlenmişti. Mustafa Kemal Paşa, 11 Nisan’da Muhafaza-i Mukaddesat ibaresinden rahatsızlığını Kâzım Karabekir Paşa aracılığıyla dile getirmişse de, Raif Efendi, Kâzım Karabekir Paşa’nın ricasını kabul etmemişti. Hükümetin aldığı sert tutum nedeniyle gelişme gösteremeyen Cemiyet, Meclis’te İkinci Grup’un kurulmasının ardından bu gruba destek vermişti. Bkz. Güneş, Birinci…, s.194-197; Nutuk, s.397-398. 266 nerede durması gerektiğini söylemişti: “Bendeniz, zat-ı samilerinin … bu kabil siyasi, grup ve fırkalara intisaben veyahut efkar-ı umumiyece her türlü muhalefet ve münakaşalara zemin-i müsait olabilecek cereyanlara iştirakten beri kalmasına ve yalnız mücahede-i milliyemizin nazım ve reis-i tabiisi olarak bulunmasına bilhassa taraftarım.” 587 Mustafa Kemal Paşa, Temmuz ayı sonlarında Kâzım Karabekir Paşa’ya çektiği telgraflarla yol arkadaşının tereddütlerini izale etmeye çalışmış, Anayasa’da halkçılık ilkesinin yer almasının zamanın gereği olduğunu, bundan Cumhuriyet anlamı çıkarmanın yanlış olduğunu, Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun esas amacının kesinlikle Cumhuriyet ilan etmek olmadığını ve saltanat şeklinin Cumhuriyete inkılâp edeceği söylentisinin Raif Bey’in bir vehminden ibaret olduğunu söylemişti. Bununla beraber son telgrafında Türkiye’nin başında bir halife ve hükümdar sultan bulunacağını ve asıl meselenin bu sultanın hukukunun tespiti veya yetkilerinin sınırlandırılması olduğunu ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Grubu dışında kalanların Celâleddin Arif ve Hüseyin Avni Beyler ile serbest hareket etmek isteyen bir kısım zevattan ibaret olduğunun altını çizmişti. Bütün bu eleştiriler ve ikna çabaları Kütahya-Eskişehir Savaşları’nın kaybedildiği ve ordunun Sakarya’nın doğusuna çekildiği sıralarda yaşanmıştı. 1 Ağustos’ta bir tel daha gönderen ve Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu neden kurduğunu anlatan Mustafa Kemal Paşa, düzensizlik ve anarşi nedeniyle Meclis’te bir iş yapılamadığından şikayet etmiş, mebusların bir çoğu ile yaptığı çok sayıda özel görüşme neticesinde, bu durumdan ancak kendisinin de içinde olduğu bir grup kurmak suretiyle çıkılabileceği kararına varıldığını, bununla beraber yürütme yetkisini de taşıyan bir Meclis’in reisinin çoğunluk fırkasının bir mensubu olmasının doğal olduğunu ifade etmişti.588 Bu 587 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1088-1090. Atatürk’ün Tamim…, s.406-410; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1092-1094; Tunçay, Türkiye…, s.36. 588 267 haberleşmelerde görülen fikir ayrılıkları Kâzım Karabekir Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’yı saltanat ve hilafet ile cumhuriyet konularında karşı karşıya getirecek, Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte bu esaslı fikir ayrılığı yol arkadaşlığının sonunu getirecekti. d) Meclis Gruplarının Siyasi Mücadelesi Teşkilat-ı Esasiye ve başkomutanlık kanunlarına göre Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Millet Meclisi dışında İcra Vekilleri Heyeti’ne başkanlık ediyor olması yanında Meclis’in yetkilerini kullanma hakkını da elinde bulundurması İkinci Grup’un endişesini beraberinde getirmiş, bunu bir tahakküm olarak algılayan muhalif mebuslar bazı tedbirler alma çabası içine girmişlerdi. Bu iki Meclis grubu arasındaki ilişki, Birinci Grup’un iktidar, İkinci Grup’un ise sert söylemli bir muhalefet fırkası hüviyetinde olduğu bir ilişki idi. Mustafa Kemal Paşa Birinci Grup’un başında bulunurken, belirgin bir lideri olmayan İkinci Grup’ta Hüseyin Avni Bey biraz daha ön planda idi. Velidedeoğlu, iki grup arasında kalpakların giyilmesinde dahi bir farklılık olduğunu, Birinci Grup mensupları kalpaklarını yanlamasına giyerken, İkinci Grup üyelerinin ise kalpaklarını sivri tarafları öne gelecek şekilde giydiklerini söylemektedir.589 Bu iki grup adından da anlaşılacağı üzere birer siyasal fırka değilse de birbirleri ile olan ilişkileri bakımından iktidar ve muhalefet fırkaları gibi görünmekteydi. Bu nedenle iktidar fırkası saydığımız Birinci Grup, muhalefetin temsilcisi İkinci Grup’un hemen her konuda şiddetli eleştirilerinden nasibini almaktaydı. 589 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu, Çağdaş yay, İstanbul, 1990, s.221. 268 İki grup arasındaki mücadelenin ilk örneğini Heyet-i Vekile seçimleri usulü üzerinde görmekteyiz. 2 Mayıs 1920 tarihinde kabul edilen İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimine ilişkin kanunun590 ardından vekiller, 3 ve 4 Mayıs günlerinde mebuslar arasından tek tek oylama yapılmak suretiyle Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından seçilmişti. Bu hükümet sisteminde vekillerin her biri ayrı ayrı ve hepsi beraberce genel kurula karşı sorumluydu. Mebuslar arasından aday olan vekillerin yine mebuslar tarafından teker teker ve salt çoğunlukla seçilmesi usulü nedeniyle değişikliğin yapılacağı 1920 yılı Kasım ayına kadar geçen altı aylık sürede vekiller arasında tam bir dayanışma temin edilememiş ve sık sık vekil değişikliği yaşanmıştı. Bazı vekillerin izinli ya da görevli olarak Ankara’dan ayrılmak durumunda kalması nedeniyle, bunların yerine ya başka bir vekil vekâleten görevlendirilmiş ya da yeniden seçim yapılmıştı. Yapılan seçimler sonucunda arzu edilmeyen kimselerin de vekâlete gelebilme ihtimali vardı. Örneğin, 4 Eylül 1920 tarihinde yapılan Dahiliye Vekilliği seçiminde Mustafa Kemal Paşa tarafından desteklenen Refet Bey değil, Halk Zümresi tarafından desteklenen Yeşilordu Cemiyeti’nin etkili ismi Nazım Bey seçilmişti. Her ne kadar Mustafa Kemal Paşa kendisini istifaya zorlamak suretiyle Refet Bey’in seçilmesinin önünü açtıysa da bu usul olduğu sürece aynı şeylerin yaşanmayacağının bir garantisi yoktu. Bir başka örnek de iki ay izin alarak Erzurum’a giden Celâleddin Arif Bey’den boşalan Adliye Vekâleti Vekilliği seçimiydi. Salt çoğunluk sağlanamadığı için 1 Kasım 1920’de tam üç kez yapılan seçimler sonucunda Vekiller Heyeti’nin arzusu hilafına bu göreve seçilen Abdülkadir Kemali Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisiyle çalışamayacağını söylemesi üzerine henüz görevine başlamadan istifa etmek 590 durumunda kalmıştı. Hükümetin desteklediği adayların vekilliğe TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.184-186, 2 Mayıs 1920. 269 seçilemediğini gösteren bu örnekler, yürürlükteki vekillerin seçilme usulünün yeniden ele alınmasını bir zorunluluk haline getirmişti. İcra Vekilleri Heyeti’nin suret-i intihabına dair kanunun ikinci maddesine yönelik değişiklik Çorum mebusu Fuat Bey ve arkadaşlarının verdiği bir teklif üzerine 4 Kasım 1920 tarihinde yapılmış, böylece Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın Meclis’e karşı elini güçlendiren bir adım atılmıştı. Bu değişikliğe göre vekillerin Meclis Başkanı tarafından gösterilen adaylar arasından gizli oy ve salt çoğunluk ile seçileceği hükmü kabul edilmişti.591 Böylece 2 Mayıs 1920 tarihinde vekillerin adaylar arasından gizli oy ve salt çoğunluk ile Meclis tarafından seçileceği hükmü, 4 Kasım 1920 tarihinde değiştirilerek vekillerin Meclis Başkanı’nın göstereceği adaylar arasından seçileceği kararı alınmıştı. Değişiklik görüşmeleri sırasında bu girişimi Meclis’in yetkilerini kısıtlama olarak gördüğünü söyleyen Hasan Basri (Çantay) Bey ile Mehmet Vehbi Bey dışında aleyhte söz söyleyen olmamıştı. Ancak daha sonraki dönemde bu değişiklik ile Meclis yetkilerinin kısıtlandığını öne süren İkinci Grup mensupları değişikliği şiddetle eleştirerek kanunun değiştirilmesi için girişimlerde bulunmaya başlayacaktı. Bu değişiklikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın aday göstereceği isimler arasından vekil seçmekten rahatsızlık duymaya başlayan muhalif İkinci Grup mensupları Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından aday gösterilen vekilleri dikkate almayınca seçimlerin yapılmasında gerekli sayının bulunamaması gibi sorunlar yaşanacaktı. Ayrıca kanuna aykırı olarak kendi adaylarına oy vermek sureti ile hükümet kurulmasına engel olmaya çalışan muhalifler vekil seçimlerini sekteye uğratmaya başlayacaktı.592 Bu durum özellikle Meclis’in üçüncü toplantı yılının 591 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.5, s.271-272, 1 Kasım 1920; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.5, s.291-300, 4 Kasım 1920. 592 Örneğin, Refet Bey’in istifasıyla boşalan Dahiliye Vekâleti için Mustafa Kemal Paşa, 21 Nisan 1921 tarihinde üç aday belirlemiş, aynı gün yapılan ve 207 mebusun katıldığı oylamada Adana 270 başladığı 1922 yılı Mart ayından 8 Temmuz 1922 tarihindeki vekillerin seçimi ile ilgili değişikliğe kadar şiddetini arttırarak devam edecekti. Muhalif mebuslar 1922 yılı Nisan ayı sonlarında İcra Vekilleri Heyeti’nin görev ve yetkileriyle ilgili bir kanun tasarısı hazırlayacak ve vekillerin Meclis’e karşı sorumlu olacağı bir kabine sistemi isteyeceklerdi. Bu tasarı encümen tarafından kabul edilmeyince de 8 Temmuz 1922 tarihinde bağımsız bir İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti’nin kurulduğu, vekillerin de Meclis Başkanı tarafından aday gösterilmeksizin Meclis tarafından gizli oy ve salt çoğunluk ile ayrı ayrı seçileceği bir tasarıyı Meclis’ten geçirmeyi başaracaklardı. 184 mebusun katıldığı ve Refet Paşa’nın kabul, Rauf Bey’in ret oyu verdiği oylama ile muhalifler 46 ret, 14 çekimsere karşılık 124 kabul oyu sonucunda değişikliği Meclis’ten geçirecekti.593 Böylece, kanunu yeniden ilk haline döndüren İkinci Grup mensupları, Birinci Grup üzerinde önemli bir zafer kazanacaktı. Aday gösterme yöntemi iptal edilince vekiller ayrı ayrı istifa edecek, Rauf Bey de işte bu kanun değişikliğinden sonra 12 Temmuz 1922 tarihinde yapılan seçimler sonucunda oylamaya katılan 204 mebusun 197’sinin oyunu alarak İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti’ne seçilecekti. Bu değişiklik ile hükümetin Meclis üzerindeki eli zayıflayacak, Mustafa Kemal Paşa’nın yetkileri azaltılacak, 9 Temmuz’da Fevzi Paşa başkanlığındaki Vekiller Heyeti istifa edecekti. İşte Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilmesi yanında, Ali Fuat Paşa’nın da Moskova Büyükelçiliği için mebusu Zekai Bey 95, Niğde mebusu Ata Bey 79, Antalya mebusu Vefa Bey de 3 oy almıştı. 30 mebusun çekimser kaldığı oylama sonucunda çoğunluk için ihtiyaç duyulan 104 oya ulaşılamadığından yeniden seçim yapılmış, 205 mebusun katıldığı bu yeni seçimde 112 oy alan Ata Bey Dahiliye Vekili olmuştu. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.10, s.58-64. Bir başka örnek de 29 Nisan 1922 tarihinde yapılan İktisat Vekilliği seçimiydi. 169 mebusun katıldığı oylamada çoğunluk sağlanmasına rağmen 84 mebus çekimser kalmış, seçimden bir sonuç alınamamıştı. Çekimser oyların yüksekliği Hüseyin Avni Bey’in Meclis Başkanı’nın aday göstermesi yönteminin resmen düştüğü ve Meclis’in bu kanunu yırttığı yorumunda bulunmasına neden olacaktır. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s.441-442, 29 Nisan 1922. 593 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s.444-445, 29 Nisan 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, 8 Temmuz 1922, Birinci Dönem, c.21, s.238-242. 271 çıktığı yoldan dönerek Müdafaa-i Hukuk Grubu Reisliği görevine seçilmeleri bu gelişmelerden sonra olacaktı. Ali Fuat Paşa, Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ni kabul etmeme ihtimaline karşı Mustafa Kemal Paşa tarafından Birinci Grup’un adayı olarak düşünülecek ve Moskova’ya hareketini bu nedenle bir süre erteleyecekti.594 İkinci Grup’un güçlü bir şekilde ortaya çıktığı bu günlerde, 16 Temmuz 1922 tarihinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu da içtüzüğünde bazı değişiklikler yapma ihtiyacı duyacak, doğal başkanlığı üstlenen Mustafa Kemal Paşa’nın önerisi üzerine Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Başkanlığı’na Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa seçilecekti.595 Bu değişiklikten sonra İkinci Grup, vekil seçimi konusundaki engellemelerinden vazgeçecekse de, bekleneceği üzere muhalefetine devam edecekti. Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisi olduğu kabinede İkinci Grup mebuslarından yalnız Celâlettin Arif Bey Adliye Vekili olarak yer alabilecekti. Celâlettin Arif Bey, kısa süre görev yaptığı Adliye Vekilliği’nden 16 Ağustos’ta ayrılacak, kendisinden boşalan vekillik için yapılan seçimi Mustafa Kemal Paşa tarafından desteklenen Ali Sururi Bey değil, İkinci Grup tarafından desteklenen Kayseri mebusu Rıfat Bey kazanacaktı.596 Vekiller arasındaki dayanışmayı önleyen bu değişiklik ile İkinci Grup mensuplarının Birinci Grup üzerinde önemli bir başarı kazandığına değinmiştik. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu konuya değinirken 8 Temmuz tarihli değişiklik ile İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden uzaklaştırıldığını ve vekillerin kendi göstereceği adaylar arasından seçilmesinin ortadan kaldırıldığını söyleyecekti. Ancak bu düzenleme ile Mustafa Kemal Paşa’nın Anayasa’nın dokuzuncu maddesiyle kendisine verilen İcra 594 Cebesoy, Moskova…, s.454-455. Vakit, 18 Temmuz 1922; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar-Büyük Zaferden Lozan’a Lozan’dan Cumhuriyete, Temel Yay., İstanbul, 2007, s.63-64. 596 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.22, s.196, 16 Ağustos 1922. 595 272 Vekilleri Heyeti’nin de başkanı olduğu hükmünde bir değişiklik yapılmamıştı. Değişikliğin ardından İkinci Grup, Hüseyin Avni Bey’in Meclis İkinci Başkanlığı’na seçilmesi örneğinde olduğu gibi destekledikleri kişileri seçtirmeyi başaracaktı. Saltanatın kaldırılmasından sekiz gün sonra, 9 Kasım 1922 tarihinde, Şer’iye Vekili olan Mehmet Vehbi Bey’den boşalan Meclis Birinci Reis Vekilliği’ne de, 199 mebusun 192’sinin oyunu alan Hüseyin Avni Bey seçilecekti.597 Bundan tam bir ay sonra 9 Aralık 1922 tarihinde Refet Paşa’nın yerine İstanbul’da Ankara’nın temsilcisi olarak görev yapmak üzere ayrılan Adnan (Adıvar) Bey’den boşalan Meclis İkinci Reisliği için yapılan seçimler sırasında da İkinci Grup’un bir güç gösterisi söz konusu olacaktı. Birinci Grup’un adayı olan Ali Fuat Paşa, 11 Aralık 1922’de 192 oydan 117’sini alarak seçilecek, aynı seçimde Kâzım Karabekir Paşa’ya da 64 oy çıkacaktı. Ne var ki Ali Fuat Paşa bu görevi yerine getirebilmek için yeterince oy almadığını söyledikten sonra küçük yaşta ve daha sonraki mesleki yaşamı boyunca aralarında herhangi bir sorun yaşanmadığını söylediği Kâzım Karabekir Paşa ile adeta bir anlaşmazlık ve rekabet hissi varmış gibi bir görüntü vermemek için bu görevi kabul etmek istemeyecekti. Kâzım Karabekir Paşa da, dört beş günden beri bir kısım arkadaşlarının kendisine bu görevi kabul etmesi için müracaatta bulunduğunu, ancak arkadaşlarından henüz barış yapılmadığı için kendisini affetmelerini istediğini ve bazı arkadaşları ile görüşemediği için bu oyların kendisine verildiğini söyleyecekti. İki gün sonra yapılan seçimlerde kullanılan 204 oyun Ali Fuat Paşa ancak 118’ini alabilecek, İkinci Grup’un oyları 81 oy alan Hariciye Eski Vekili Yusuf Kemal Bey’e gidecekti. Anlaşıldığı üzere İkinci Grup 597 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.438, 9 Kasım 1922. 273 mensupları bu yolla bir güç gösterisi yapmayı tercih edecekti.598 Öte yandan Hüseyin Avni Bey, Birinci Grup mebusları sayıca üstün olmasına ve Refik (Saydam) Bey’i aday göstermesine rağmen Meclis Başkan Vekilliği’ne Lozan Konferansı’nın devam ettiği günlerde bir kez daha seçilme başarısı gösterecekti. Muhalif İkinci Grup mebuslarının bu tutumu nedeniyle ilerlemekte zorluklar yaşayan Mustafa Kemal Paşa da muhaliflerin tasfiye edileceği bir seçim süreci için düğmeye basacaktı. e) Başkomutanlık Kanunu Görüşmeleri 10 Temmuz 1921 tarihinde Yunan ordusunun Bursa ve Uşak tarafından taarruzuyla başlayan ve Türk ordusunun Yunanlılar karşısında Eskişehir ve Kütahya savaşlarını kaybederek Sakarya’nın doğusuna çekilmesiyle devam eden günler, Ankara’nın büyük moral bozukluğu yaşadığı, endişenin son haddine ulaştığı ve yukarıda da bahsedildiği üzere Meclis’in Ankara’dan Kayseri’ye dahi taşınmasının düşünüldüğü günlerdi. 2 Ağustos 1921 tarihli gizli oturumda cepheden gelen bir mebus heyetinin raporu görüşülmüş, iki gün sonra ise askeri olarak yapılması gerekenler konuşulurken hem bir başkomutanlık makamının gerekli olduğu hem de Meclis Başkanı’nın bu vazifeyi üzerine alması konusunda ortak bir görüş ortaya çıkmıştı. Bir başka deyişle mebuslar Mustafa Kemal Paşa’yı ordunun başında görmek istediklerini söylemişti. Mersin mebusu Salâhattin Bey, “Efendiler bizi zafere nail edecek saik kimdir? Kim ise o zat zaferi istihsale müvekkildir. Meclis-i Milli namına çalışacak olan bu zatın intihabı lazımdır… bir başkumandan vekili istiyoruz… Başkumandanlık vezaifini bir zatın deruhte 599 etmesi lazımdır.” ifadelerini kullanmıştı. 598 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.25, s.301, 9 Aralık 1922; c.25, s.335-336, 11 Aralık 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.25, s.361, 13 Aralık 1922. 599 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.157-162; 4 Ağustos 1921. 274 Mustafa Kemal Paşa’ya göre kendisini başkomutan olarak görmek isteyen muhalifler iki gruba ayrılmıştı, birinci grup zaten yenilmiş bir ordunun başına geçmesini isteyenler, ki bunlar kendisinin harcanacağını hesap etmekteydi, diğer grup ise kendisine gerçekten inananlardı. Bazıları da Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının gerçekten ülkenin aleyhine olacağını düşünmekteydi. Zira ordunun bir de Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı altında yenilmesi eldeki son umudun da sonu anlamına gelmekteydi.600 Başkomutanlık konusu gündeme geldiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutan değil de başkomutan vekili olması ve Meclis’in yetkilerinin bir kişiye devredilip devredilemeyeceği konusunda itirazlar dile getirilmişti. Esasında muhalifler Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutan olmasına değil, Meclis’in yetkilerinin kendisine verilmesine itiraz etmişti. Başkomutan vekili unvanına karşı çıkan Mustafa Kemal Paşa da, başkomutana böyle bir yetki vermenin doğru olmadığını, bu nedenle başkomutanlık süresinin üç ay ile sınırlandırılması gerektiğini, üç ay sonra uzatma söz konusu olduğunda bunun yine Meclis’in iradesine bağlı olacağını söyleyerek muhalifleri ikna etmişti. Gizli oturumda 13’e karşı 169 oyla kabul edilen teklif açık oturumda tartışma yaşanmadan, 184 mebusun tamamının oyu ile kabul edilmişti.601 Anlaşılacağı üzere gizli oturumda ret oyu kullanan 13 mebus memleketin o zor günlerinde Meclis’te bir fikir birliği sağlandığı izlenimi vermek için açık oturumda kabul oyu kullanmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bu yetkileri aldıktan sonra zor da olsa Sakarya Savaşı’nı zaferle sonuçlandırmış, böylece Meclis’te sorunların askıya alındığı kısa süreli bir bahar havası yaşanmıştı. 600 Nutuk, s.406. TBMM Gizli Celse Zabıtları, 5 Ağustos 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.18-19, 5 Ağustos 1921. 601 275 Uzatma görüşmelerinin yapıldığı her oturumun, tartışmaların hararetlendiği sıkıntılı zamanlara dönüşeceği başkomutanlık kanununun süresi 5 Kasım’da dolacak ve kanunun üç ay daha uzatılması 31 Ekim 1921 tarihli gizli oturumda Meclis gündemine gelecekti. Görüşmeler sırasında kanunun çıkartıldığı sırada Meclis’te olmayan Hüseyin Avni Bey söz alarak Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın bir de başkomutanlık ile yıpranmaması gerektiğini ve yalnız Meclis Başkanı olarak kalması gerektiğini söyleyecekti. Maddi ve manevi kuvvetin bir kişiye verilmesinin bir millet için zayıflık anlamına geldiğini, sorumluluğu taşıyan bir vekiller heyeti bulunduğunu ve Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanı sıfatı ile bir sorumluluğu olmadığını söyleyen Hüseyin Avni Bey, sorumluluk gerektiren bu görevin başarısızlıkla sonuçlanması halinde Paşa’nın başkanlıktan da düşürüleceğini, bununla beraber kendisinin sorumlu tutulmasının ve başkanlıktan düşürülmesinin istenmediğini ve bütün dünya tarafından tanınan Mustafa Kemal Paşa’nın yıpratılmaması gerektiğini ilave edecekti. Aralarında Trabzon mebusu Hüsrev (Gerede), Bolu Mebusu Tunalı Hilmi, Kozan mebusu Fevzi (Çakmak) Beyler ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in de bulunduğu bir çok mebus kanunun uzatılması yönünde görüş belirteceklerdi. Öte yandan Erzurum mebusu Süleyman Necati Bey ordunun ihtiyacının giderilmesine katkısı olmadığı gerekçesiyle kanunun ikinci maddesiyle verilen başkomutanlık yetkilerinin kaldırılmasına yönelik bir teklif verecek, on altı mebus da oylamanın isim belirtilerek yapılması yönünde bir teklif sunacaktı. Neticede birçoğu İkinci Grup’ta yer alacak mebusların tutumuna rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının 152 kabul, 12 ret ve 3 çekimser oy sonucunda üç ay süre ile uzatılması kabul edilecekti. Aynı gün yapılan açık oturumda 276 da herhangi bir tartışma yaşanmadan yine oy çokluğu ile uzatma gerçekleşecekti.602 Muhalif mebuslar bu defa tavrını açıkça ortaya koymakta bir sakınca görmeyecek ve Ağustos ayında dışarıya verilmek istenen birlik beraberlik mesajı, kanunun bu ilk uzatması gerçekleşirken verilmeyecekti. Bu noktada Hüseyin Avni Bey’in yukarıda bahsedilen konuşmasında bir tehdit havası sezildiğini söylemek yerinde olacaktır. Hüseyin Avni Bey, konuşmasında adeta mebuslara ‘Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığını uzatırsanız, bununla beraber ordunun bir başarısızlığı söz konusu olursa, bunun sorumlusunun Mustafa Kemal Paşa olacağını bilmelisiniz.’ kabilinden sözler saf edecek, bütün dünya tarafından bilinen Paşa Hazretlerinin Meclis başkanlığının da önüne geçmeyin’ mesajı vermeye çalışacaktı. Bu sözleri söylerken ileride İkinci Grup adı altında örgütlenecek olan mebusların desteğini de arkasında hissettiğini belirtmek gerekir. Aksi halde ilk başkomutanlığının ardından zaferle neticelenen Sakarya Savaşı’nın getirdiği bahar havası nedeniyle Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığını engellemeye yönelik sözler söylememesi gerekecekti. Öte yandan Hüseyin Avni Bey’in bu tutumunun, Meclis yetkilerini, velev ki zaferler de getirse, herhangi bir kimseye vermek istememe anlayışından kaynaklandığının altını çizmek gerekir. Hal böyleyken gelişmelerin Mustafa Kemal Paşa lehinde ilerlediği bir zamanda Hüseyin Avni Bey’in, bu anlayışını destekleyecek gerekçeler bulması gerekecek ve bu defa Paşa’nın yıpratılmaması gerektiği tezini işleyecekti. Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının süresi 5 Şubat’ta bir kez daha dolacağından 2 Şubat 1922 tarihinde konu Meclis gizli oturumunda ele alınmıştı. İlk sözü fevkalade tedbirlerin fevkalade zamanlara mahsus olduğunu söyleyen Hüseyin Avni Bey almış ve bir kez daha tek sorumlunun Mustafa Kemal Paşa olmasının 602 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.413-430, 31 Ekim 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.6, 31 Ekim 1921. 277 kendisini yıpratacağını ileri sürmüştü. Esasında Hüseyin Avni Bey, Meclis’in yetkilerini kullanmaya devam edecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığa devam etmesinden duyduğu hazımsızlığı bir kez daha 'kendisini yıpratmayalım’ şeklindeki sözleriyle örtmeye çalışmıştı. Tunalı Hilmi Bey’in, Hüseyin Avni Bey’in bir muhalif olduğu ve bu nedenle cevap vermeye bile gerek olmadığı şeklindeki cevabının ardından kanun teklifinin yine aynı şartlarda uzatılacağı kabul edilmişti. Gizli oturumda kısa süren görüşmenin ardından başkomutanlığın uzatılması konusu 4 Şubat’ta Meclis açık oturumunda ele alınmıştı. Önceki açık oturumlarda hiç tartışma yaşanmamışken bu defa durumun değiştiği görülmüştü. Muhalif Karahisarı Şarki (Şebinkarahisar) mebusu Mustafa Bey gizli oturumdaki tekliften farklı bir başkomutanlık teklifi getirmiş, başkomutanın Meclis yetkilerini kullanma hakkını içermeyen, yalnız Büyük Millet Meclisi ordusunu kumanda etmesini içeren bu teklif tartışmaları beraberinde getirmiş, Mersin mebusu Salâhattin Bey de bu teklifin Meclis yetkisini azaltmayan bir teklif olduğunu ve olağanüstü yetkileri gerektiren olağanüstü bir durum olmadığını söylemişti. Gizli oturumda kabul edilen teklif görüşülürken Salâhattin Bey oylamanın isim belirtilerek yapılmasını istemiş, oylama yapılıp kanunun kabul edildiği açıklanınca kanunun cebren kabul edildiği ve başkanlık istibdadı gibi değerlendirmeler yapılmış, oturumu yöneten Musa Kâzım Efendi de kanunun kabul edildiğini söyleyerek oturuma son vermişti.603 Başkomutanlık kanununun üçüncü kez uzatılması görüşmeleri Meclis’in 4 Mayıs 1922 tarihli gizli oturumuyla başlamıştı. Görüşmeler başladıktan sonra söylenenleri milletin de duymasını istediklerini söyleyen muhalif mebuslar konunun gizli oturumda ele alınmasına karşı çıkmış, ancak Musa Kâzım Efendi’nin yönettiği 603 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.675-677, 2 Şubat 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.16, s.202-204. 278 oturumda gizli oturum yapılması kararı alınmıştı. Başkomutanlık kanununun çıkarıldığı Sakarya Savaşı’ndan önceki durumun artık olmadığını söyleyen muhalifler, özellikle başkomutana Meclis’in yasama yetkisini veren ikinci maddenin yasadan çıkarılmasını önermişlerdi. Amacın düşmanı yurttan atmak olduğunu söyleyen Hüseyin Avni Bey, başkomutanlık gerekli ise bunun ayrı bir kanunla verilmesi teklifinde bulunmuş, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Meclis’in gerekli gördüğü bir zamanda vermiş olduğu yetkiyi geri alması gerektiğini savunmuş, Mersin mebusu Salâhattin Bey de ikinci madde kaldığı müddetçe muhalif olacağını dile getirmişti. Bununla beraber muhaliflere göre, başkomutan bu yetkiyi yanlış kullanmış ve Tekalif-i Milliye uygulamalarında yolsuzluklar yapılmıştı. Meclis İkinci Reisi Rauf Bey muhaliflere, başkomutanın yetkilerinin geri alınmasının güvensizlik anlamına geleceğini, bunun hem içeride hem de dışarıda olumsuz bir etki bırakacağını ve kanunun yenilenmesi gerektiğini ifade etmişti. Vaktiyle verilen yetkilerin geri alınmasının başkomutanlık için zaaf anlamına geleceğini söyleyen Fevzi Paşa’nın verdiği cevaplar da muhalefetin eleştirilerini bitirmemişti. 17 imzalı bir önerge vererek ikinci maddenin kaldırılmasını isteyen muhaliflerin bu önergesi 12 çekimser, 73 kabul ve 91 ret oyu ile kabul edilmemiş, bundan sonra kanunun üç ay daha uzatılması oy çokluğu ile kabul edilmişti.604 Başkomutanlık kanunu çıkarılırken gizli oturumda oylamaya katılan 182 mebusun 13’ü, ilk uzatmada ise 159 mebustan 12’si ret oyu kullanmıştı. 1922 yılı Mayıs ayına gelindiğinde muhalif mebusların ikinci maddenin iptalini isteyen önergesine 73 kabul oyunun çıkması muhaliflerin hatırı sayılır bir oranda güçlendiği anlamına gelmekteydi. Yine de muhaliflerin teklifi reddedilmiş ve kanunun olduğu gibi uzatılması yönündeki teklif 604 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.309-330, 4 Mayıs 1922. 279 oy çokluğu ile kabul edilmişti. Gizli görüşmenin tamamlanmasından sonra vakit geçirmeden açık oturuma geçilmiş, Hüseyin Avni Bey, çok gerekli bir zamanda geçici bir süre için verilmiş olan yetkilere artık gerek kalmadığını ifade etmiş, konuşmasının ardından maddeler tek tek oylanarak kabul edilmişti. Ne var ki kanunun tamamı üzerine yapılan oylamaya muhalifler katılmadığı için kanunun kabulü veya reddi için yeter sayı olan 161’e ulaşılamamış, bu nedenle kanunun 4 Mayıs’ta kabulü mümkün olmamıştı.605 Meclis’in ertesi gün toplanmaması, kanunun süresinin dolduğu 5 Mayıs’ta da uzatılamaması ve Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının resmi olarak sona erdiği anlamına gelmekteydi. 5 Mayıs’ta Vekiller Heyeti üyelerinden Fevzi ve Kâzım Paşalar ile Rauf, Fethi ve Yusuf Kemal Beylerle bir görüşme yapan Mustafa Kemal Paşa bu görüşmenin ardından durumu Kâzım Karabekir Paşa’ya da bildirmiş, Ankara dışında bulunduğu süre içerisinde Meclis’te ordunun yetkilerine müdahale eder biçimde muhalefetin arttığını söylemiş, ertesi günkü oturumda da sonucun olumsuz çıkması durumunda ne yapılması gerektiği konusunda yol arkadaşının fikrini sormuştu. Kâzım Karabekir Paşa cevabında doğu ordusu ve halkının hükümete bağlılığını bildirerek, içeriye ve dışarıya karşı Meclis’in varlığının gerekli olduğunu, ancak birliğin de sağlanması gerektiğini söylemiş ve muhaliflerin hedefleri konusunda bilgilendirilmesini istemişti.606 Muhaliflerin tavrı yüzünden başkomutanlığın süresinin açık oturumda uzatılmamış olması Mustafa Kemal Paşa’yı harekete geçirmişti. 6 Mayıs 1922 tarihinde konu başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşlarıyla ‘hususi hasbıhal yapmak’ amacıyla yapılmasını teklif ettiği gizli celsede ele alınmıştı. Konuşmasına rahatsızlığı nedeniyle görüşmelere katılamadığını, tutanakları incelediğini ve 605 606 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s. 519-522, 4 Mayıs 1922. Atatürk’ün Tamim…, 461-462; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1233-1234. 280 görüşmelere katılanlar kadar bilgili olduğunu söyleyerek başlayan Mustafa Kemal Paşa kanunun uzatılması aleyhinde konuşanlara karşı sert cevaplar vermeye başlamıştı. İlk olarak Meclis’in yetkilerini gasp ettiği eleştirisine karşı Meclis’in kendisinin eseri olduğunu ve eserini küçültmek değil, yükseltmekle görevli olduğunu söylemiş, kendisinin ‘başkomutanlığı bana verin’ şeklinde bir talebinin olmadığını, bu talebin kendisine Meclis tarafından geldiğini ve Meclis’in yetkilerini gasp etmek gibi bir düşüncesinin hiçbir zaman olmadığını ifade etmişti. Meclis’teki muhalefet nedeniyle başkomutanlığın bir veya iki gün boşlukta kaldığını ve halihazırda ordunun komutansız olduğunu dile getiren Mustafa Kemal Paşa, orduyu komutansız bırakamayacağı için başkomutanlıktan vazgeçemeyeceğini ve muhalefet nedeniyle iki gündür kanuna aykırı olarak komutanlık yaptığını söylemişti. Engellemelerin sadece bu kanunun uzatılması konusunda değil, vekil seçimi gibi başka konularda da yapıldığını ve hükümetin iş göremez hale getirildiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Sakarya arifesinden daha tehlikeli bir zamanda bulunduklarını, bu anarşi ile keşmekeşe bir son verilmesi gerektiğini söylemiş ve milletin mebusları Meclis’e bunun için göndermediğinin altını çizmişti. Mustafa Kemal Paşa’dan sonra söz alan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa, başkomutanlık kanununun ilk çıktığı zaman gizli görüşmede ret oyu veren mebusların açık oturumda dışarıya karşı kuvvetli görünmek gerekçesiyle kabul oyu verirken, son açık oturumda kanunun uzatılmasını engellediklerine dikkat çekmiş ve muhaliflerin bu engelleme girişimlerinden vazgeçmelerini istemişti. Salâhattin ve Hüseyin Avni Beyler ise önceki gizli celsede yaptıkları konuşmaların yanlış anlaşıldığını, Mustafa Kemal Paşa’yı yormamak için ona fazla yetki vermek istemediklerini ve niyetlerinin muhalefet yapmak olmadığını söylemişlerdi. Bu 281 konuşmalar gerginliği azaltsa da Hüseyin Avni ve Salâhattin Beylerin başkomutanın yetkilerinin Meclis’e devredilmesi noktasındaki itirazları devam etmişti. Meclis kararına karşı geleceği şeklinde algılanabileceği düşüncesiyle başkomutanlığı bırakmayacağına dair önceki sözlerini düzeltme ihtiyacı duyan Mustafa Kemal Paşa da konuşmalarını yumuşatmış ve kendisinin bu görevi bırakmasına Meclis’in razı olmayacağını söylemişti. Hüseyin Avni Bey, Meclis’te anlaşmazlık çıkmasını istemediklerini ancak Birinci Grup’un kurulması ile zaten bir anlaşmazlığın ortaya çıktığını söyledikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın, vekillerin seçimiyle ilgili aday gösterme usulünden vazgeçmesi ve kanunun kendisine tanıdığı olağanüstü yetkileri yeniden Meclis’e devretmesi halinde sorunun kendiliğinden çözüleceğini söylemişti. Salâhattin Bey de Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı devam ettirmesini, bununla beraber ikinci madde ile kendisine verilen yetkileri Meclis’e devretmesi gerektiğini ifade etmişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa yeniden söz almış ve başkomutana verilen yetkinin hiçbir şekilde sorgulanmaz bir yetki olmadığının altını çizmişti. Görüşmenin yeterli görülmesinin ardından geçilen açık oturumda Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının üç ay daha uzatılması 15 çekimser ve 11 ret oya karşı 175 oyla kabul edilmişti.607 Başkomutanlık kanununun uzatılması konusundaki son görüşme Temmuz ayında gerçekleşti. Kanunun Mustafa Kemal Paşa’ya olağanüstü yetkiler veren ikinci maddesi muhaliflerin isteği üzerine değiştirildi. Böylece Büyük Taarruz’dan yaklaşık 607 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.334-353, 6 Mayıs 1922; Açık oturumda kabul oylarının 177 olduğu açıklanmışsa da kabul oyu veren mebusların listesinden bir kontrol yapıldığında kabul oyu veren mebus sayısının 175 olduğu görülmektedir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.19, s.527-530, 6 Mayıs 1922. Demirel, 4 Mayıs’ta yapılan oylamada hazır bulunan 98 Birinci Grup üyesi mebustan sadece 74’ünün kabul oyu verdiğini, 6 Mayıs’taki oylamada ise 123 Birinci Grup üyesi mebusun 120’sinin kanunun uzatılması lehinde oy kullandığını söylemektedir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa’nın katıldığı oturumların üyeler üzerindeki etkisini göstermektedir. Öyle ki bu etkinin İkinci Grup için de geçerli olduğu söylenebilir. Zira ilk oylamada 34 mebusun tamamı aleyhte oy kullanırken, ikinci oylamada 13 kabul, 9 çekimser, 10 da ret oyu çıkmıştı. Bkz. Demirel, Birinci…, s.301-302. 282 bir ay önce 20 Temmuz 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı süresiz olarak uzatılmış oldu. Esasında muhalefeti memnun eden ve başkomutanın yetkilerini Meclis’e geri veren bu değişikliği Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi istemişti. O gün başkomutanlık kanununun 4 Ağustos’tan itibaren üç ay daha uzatılmasını öngören yasa teklifi Meclis gündemine geldiğinde Mustafa Kemal Paşa yumuşak bir konuşma yapmıştı. Yasada başkomutana verilen olağanüstü yetkilerin ordunun maddi ve manevi gücünü arttırmak, sevk ve idareyi tarsin için verildiğini, ancak artık buna ihtiyaç kalmadığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, ordunun manevi kuvvetinin herhangi bir tedbire gerek bırakmayacak şekilde en yüksek derecede olduğunu, böyle bir makamın zaferin elde edilmesine kadar devam edeceğini ve zaferden sonra yüce heyetiniz içinde milletin bir bireyi olmakla mutlu olacağını söylemişti. 608 Mustafa Kemal Paşa’nın neden böyle bir konuşma yaptığının cevabını ileride görüleceği üzere yol arkadaşları ile Refet Bey’in Keçiören’deki köşkünde yapılan görüşmede aramak lazımdır. Mustafa Kemal Paşa bu sözleri ile kendisine muhalif olanlara karşı taktiksel bir yol izlemişti. Böylece yetkilerin geri verilmesi nedeniyle Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı tartışma yaşanmadan süresiz olarak uzatılmış oldu. Başkomutanlık kanununun uzatılması her gündeme geldiğinde İkinci Grup mensuplarının şiddetli eleştirilerine muhatap olan Mustafa Kemal Paşa, seçim kararı alınıp da yeni seçimlere gidileceği belli olana kadar İkinci Grup mebuslarının bu eleştirilerine katlanmak durumunda kalmıştı. Özetle 31 Ekim 1921, 4 Şubat 1921 ve 6 Mayıs 1922 tarihlerinde üç ay süreyle uzatılan Mustafa Kemal Paşa’nın 608 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.430-435, 20 Temmuz 1922. Kanunun süresiz olarak uzatılması üzerine yol arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa’ya bir tel gönderen Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in olumlu bir yola girdiğini, başkomutanlık yetkilerinin belirsiz bir süre için uzatıldığını ve birkaç gün içinde cepheye gideceğini söylemişti. Bkz. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1282. 283 başkomutanlığı, Meclis yetkilerinin geri verilmesinin ardından 20 Temmuz 1922 tarihinde artık süresiz olarak uzatılmış oldu. 3.3. MİLLİ MÜCADELE SIRASINDA YOL ARKADAŞLARININ ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER a) Milli Mücadele Sırasında Rauf Bey’in Üstlendiği Görevler Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığını haber almasının ardından Ege bölgesi üzerinden Ankara’ya, oradan da Ali Fuat Paşa ile birlikte Amasya’ya giden Rauf Bey, Amasya Kararları’nın alındığı tarihi günlerin ardından Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Sivas üzerinden Erzurum’a gitmişti. Erzurum Kongresi’nde Temsil Heyeti’ne seçilen Rauf Bey, yine Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Erzurum’dan Sivas’a, Sivas’tan da Ankara’ya gelmişti. Bilindiği gibi Rauf Bey, Amasya’dan itibaren en yakınında bulunduğu yol arkadaşı Mustafa Kemal Paşa’dan İstanbul’da toplanacak olan Meclis-i Mebusan’a katılacağı zamana kadar ayrılmamıştı. Rauf Bey’in İstanbul’a gitmesiyle birlikte mebus seçilmesine rağmen güvenlik gerekçesiyle Meclis-i Mebusan’a katılmayan ve gelişmeleri Ankara’dan takip etmeye çalışan Mustafa Kemal Paşa’nın istekleri Rauf Bey aracılığı ile İstanbul’da bulunan Milli Hareket temsilcilerine iletilmekteydi. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a giden arkadaşlarından istediklerinin yerine getirilmesi noktasında iyi bir sınav vermeyen Rauf Bey, İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği 16 Mart 1920 tarihinde tutuklandıktan sonra Harbiye Eski Nazırı Mersinli Cemal Paşa ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa gibi kimselerle birlikte Malta’ya götürülmüş, eski Sadrazam Sait Halim Paşa’dan ordu komutanlarına, İsmail Canbulat gibi eski nazırlardan mebuslara, Hüseyin Cahit ve Ahmet Emin gibi gazetecilere, tehcir 284 suçlusu olarak getirilen subaylara ve hatta Kafkasya’dan getirilen milliyetçilere kadar çoğunluğu İstanbul Hükümeti tarafından tutuklandıktan sonra İngilizlere verilen 115 kadar tutuklu ile birlikte yirmi ay kadar süren bir sürgün hayatı yaşamaya mecbur edilmişti.609 23 Ekim 1922’de Anadolu’da bulunan İngiliz esirleri ile Malta’daki Türk esirlerinin değişimi konusunda İngilizler ile anlaşılması610 üzerine 1 Kasım 1922 tarihinde İnebolu’dan serbest bırakılan Rauf Bey, 4 Kasım günü bir kafile içerisinde Ankara’ya doğru yola çıkmıştı.611 İki yıla yaklaşan bu sürgün hayatından sonra Ankara’ya dönen Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 15 Kasım’da Meclis’e gelerek yeni mebuslarla tanışmış, şiddetli alkışlar eşliğinde kürsüye gelerek genel kurula hitap eden bir konuşma yapmıştı.612 Rauf Bey, 11 Kasım 1921’de Ankara’ya gelmiş,613 ilk olarak 14 Kasım’da Meclis’te istifası okunan Amasya mebusu Ömer Lütfi Bey’den boşalan Nafia Vekilliği’ne 17 Kasım’da seçilmişti. Seçimlerde çoğunluk için gerekli olan 84 mebusun oyunu Rauf Bey almış, 55 mebus çekimser kalmış, adaylıktan çekildiğini açıklamış olan Mersin mebusu Salâhattin Bey’e 12 oy çıkmış, öteki adaylara da ikişer üçer oyun verildiği açıklanmıştı. Kullanılan 167 oydan 84’ünü almayı bu görevi yerine getirmek için yeterli görmediği gerekçesiyle 21 Kasım’da istifa eden Rauf Bey’in istifası Meclis tarafından kabul edilmemiş ve aynı gün yapılan seçimlerde 163 mebusun 162’sinin oyunu alan Rauf Bey istifasını geri alarak görevine başlamıştı.614 609 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.304; Jaeschke, Kurtuluş…, s.182. Anlaşma, Malta’da tutuklu bulunan 51 Türk ile Anadolu’da tutuklu 17 Britanya vatandaşının mübadelesini öngörüyordu. Bkz. Jaeschke, Kurtuluş…, s.193-194. 611 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.311-312. 612 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.218-219, 15 Kasım 1921. 613 Sarıhan, Kurtuluş…, c.IV, s.337. 614 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.206, 14 Kasım 1921; c.14, s.252-254, 17 Kasım 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.14, s.286-289, 21 Kasım 1921; Rauf Bey hatıralarında Nafia Vekâleti seçimleri için 14 Kasım’da yapılan oylamada kendisine 86 oy verildiğini gazetede gördüğünü söylemekteyse de tutanaklarda kendisine verilen oy sayısının 84 olduğu görülmektedir. Bkz. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.338. 610 285 O günler Meclis’te Birinci ve İkinci Grup mebusları arasında tartışmaların yaşandığı günlerd1. Ordunun epey zamandır pasif durumda olduğunu ve bir türlü taarruza geçilmediğini ileri süren muhalifler, Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa’nın Meclis’te yapılan gizli oturumda verdiği cevaplara rağmen itirazlarına devam etmiş, her fırsatta eleştirilerinin şiddetini arttırmıştı. Nafia Vekilliği’nde uzun süre kalmayan Rauf Bey, yokluklar içinde bulunan memleketin imarı için yapabileceği bir şey olmadığını ve işin ehline verilmesi gerektiğini ileri sürerek 7 Ocak’ta istifa etmeyi tercih etmişti. Meclis’teki muhalefetin yanında Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa da Ankara’da alınan kararlardan memnun olmadığını belirtmekteydi. Gerek Kâzım Karabekir Paşa’nın gerekse Meclis’teki muhalefetin çıkış noktası esasında devlet ve hükümet işlerinin Meclis tarafından idare edilmesi gerekirken tek elden idareye doğru kaydırılması şeklindeydi.615 Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in istifasını Nutuk’ta Rauf Bey’den farklı bir şekilde ele almakta ve bu istifanın başka bir yönüne dikkati çekmektedir. Sakarya Savaşı’nın üzerinden üç dört ay kadar sonra bazı muhalif seslerin yükseldiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Malta’dan döndükten hemen sonra Nafia Vekâleti’ne getirilen Rauf Bey ile Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti üyeliğine getirilen Kara Vasıf Bey’in de buna katkı verdiğini, hatta Rauf Bey’in Vekiller Heyeti’nde, Vasıf Bey’in de Grup Heyeti’nde, takip edilen askeri siyasetin ne olduğu konusunda izahatta bulunduğunu söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa askeri siyasetin tam bağımsızlığın kazanılmasına kadar mücadele etmek olduğunu, bu meselenin ne Vekiller Heyeti ne de grupta müzakere ve tartışma konusu yapılmasına izin vermediğini, bu durumun da Rauf ve 615 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.368-370. 286 Vasıf Beylerin istifalarını doğurduğunu ifade etmektedir.616 10 Ocak tarihli dilekçe ile Refet Paşa da o günlerde Milli Müdafaa Vekilliği’nden istifa etmiş, sağlık gerekçesiyle gerçekleştiği bildirilen istifa iki gün sonra Meclis’te duyurulmuştu. Aynı gün ilk olarak Meclis’in 7 Ocak 1922 tarihli gizli oturumunda açıklanan Rauf Bey’in sağlık nedenlerinden kaynaklandığı bildirilen istifası, bir kez daha duyurulmuştu.617 Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’dan boşalacak vekilliği Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya önerdiyse de bu öneri karşısında kendisinin Doğu’dan alınmak istendiği kuşkusuna kapılan Kâzım Karabekir Paşa, Rusların bu tercihten kuşkulanacağı ve bunun İngilizlerin işine yarayacağı gerekçeleriyle vekillik teklifini reddetmişti.618 Mustafa Kemal Paşa’ya karşı olan muhalefet, sadece neden saldırıya geçilmediği ve Gazi’nin cepheye gitmek yerine neden Ankara’da kaldığı gibi sözlerin ortalıkta dolaşmasından ibaret değildi. Bununla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın hem Meclis Başkanı hem de Başkomutan olup olamayacağı dile getirilmekte ve kurulacak bir harp encümeninin bu meseleyi çözüme kavuşturması istenmekteydi. Rauf Bey’in istifasının o sıralarda ortalıkta dolaşan nedeninin işte bu harp encümeninin toplanmaması olduğu da söylenmekteydi. Öyle ki Milli Müdafaa Vekili Refet Bey de aynı zamanda istifa etmiş, Erzurum’da bulunan Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da encümenin toplanması yönündeki isteklere destek vermişti.619 616 Nutuk, s.420-421. Rauf Bey’in istifası Meclis’in 7 Ocak 1922 tarihli gizli oturumunda açıklanmış, istifa gerekçesi olarak da sağlık nedenleri gösterilmişti. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.588. 617 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.2, s.588, 7 Ocak 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.16, s.16, 12 Ocak 1922. 618 Atatürk’ün Tamim…, s.448; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1174-1176. 619 Aydemir, Tek…, c.II, s.459. 287 Rauf Bey’in Nafia Vekilliği’nden sonra üstleneceği vazife 1 Mart 1922 tarihinde 239 mebustan 191’inin oyu ile seçileceği Meclis İkinci Reisliği olmuştu.620 b) İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey İkinci Grup’a mensup vekillerin 8 Temmuz 1922 tarihinde kabul edilen İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimine ilişkin değişiklik teklifinden yukarıda bahsetmiştik. Bu değişiklikle birlikte artık İcra Vekilleri Reisi ile vekillerin Meclis Başkanı’nın göstereceği adaylar arasından değil, gizli oy ile Meclis tarafından seçileceği usulü kabul edilmişti. Bu değişikliğin ardından Fevzi Paşa Hükümeti, 9 Temmuz’da istifa etmiş, üç gün sonra da bu göreve Birinci ve İkinci Grup’un oyları ile Rauf Bey seçilmişti. Mustafa Kemal Paşa, önceki günlerde Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti ile olağanüstü bir toplantı yapmış, toplantıda hükümeti Rauf Bey’in kurması konusunda bir eğilim ortaya çıkmıştı. Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, İcra Vekilleri Heyeti’nin seçiminden önce de Rauf Bey ile görüşmüş, Meclis Başkanı tarafından onaylanmayan vekiller heyeti kararlarının bir geçerliliği olmadığı ve bu nedenle İcra Vekilleri Heyeti başkanlığının bir yetkisi ve serbestisi bulunmadığından yakınan Rauf Bey’e mebuslar tarafından tercih edildiğini söylemişti. Hem Müdafaa-i Hukuk Grubu hem de İkinci Grup üyeleri tarafından hükümeti kendisinin kurması yönünde bir eğilimin ortaya çıkması üzerine Rauf Bey, başka bir isim üzerinde uzlaşılmasını tavsiye ettiğini ve hükümeti kurma görevini kabul etmediğini ifade etmektedir. Bununla beraber hükümetin kurulamadığı iki günün ardından Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından ikna edilişini şu şekilde anlatmaktadır: “Üçüncü günün akşamı, Mustafa Kemal Paşa beni Meclis’teki odasına davet etti: 620 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.18, s.20, 1 Mart 1922. 288 ‘Rauf Kardeşim,’ dedi.’Niçin istinkâf ediyorsun, görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?’ ‘Söyleyeyim Paşam,’ dedim.’Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Hâlbuki benim imanım, bu orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi katiyen kabul edemem.’ Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla: ‘Kardeşim, ben namussuz muyum?’ deyince ben hayret ettim. ‘Ben böyle bir şey söylemedim.’ ‘O halde, sana namusumla söz veriyorum. Heyeti Vekile reisliğini kabul et, hükümet kur, senin hiçbir işine karışmayacağım.’ dedi ve hakikaten dediğini yaptı.” Meclis’te bulunan 204 mebusun 197’sinin oyunu alarak İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı’na seçilen Rauf Bey, alkışlar arasında kürsüye gelerek yaptığı teşekkür konuşmasında “…uhdeme tevdi buyurduğunuz vazifeyi hakkıyla ifaya Allah huzurunda kasem ediyorum. Milletimizin amali ve şeriat-i Ahmediyenin gösterdiği tariklerden inhiraftan Allah beni muhafaza buyursun. Her hususta rehberim, Müzaheret-i İlahiye ve Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin ruhaniyeti olacaktır.” sözlerini sarf etmiş ve ertesi gün de Meclis İkinci Reisliği görevinden istifa etmişti.621 Rauf Bey, 12 Temmuz 1922 tarihinden 4 Ağustos 1923 tarihine kadar İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti görevini üstlenmiş,622 bu görevi sırasında saltanatın kaldırılması ve Lozan’da anlaşmaya varılması gibi çok önemli gelişmeler yaşanmıştı.623 Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığı’na seçildiği günler Meclis’te muhalefetin sesini yükselttiği ve taarruz hazırlıklarının son aşamasına geldiği günlerdi. Kısa süre sonra başlayan taarruzla birlikte zaferin ayak sesleri de 621 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.359, 12 Temmuz 1922; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.371. 622 Nutuk, s.441-442. 623 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.359, 12 Temmuz 1922. 289 duyulmaya başlamıştı. Rauf Bey, İcra Vekilleri Heyeti Başkanı olarak o günlerde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’dan gelen müjdeli haberleri624 Meclis’e duyurmuş, ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan Muharebelerinde üstün hizmet gösteren bazı kimselerin Meclis tarafından takdirname ile ödüllendirilmesi, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’nın müşirliğe, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile ordu komutanları Nurettin ve Yakup Şevki Paşaların da ferikliğe terfi ettirilmesi gibi çalışmalara öncülük etmişti.625 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, Yusuf Kemal Bey’in rahatsızlığı nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti tarafından Hariciye Vekilliği’ne tayin edilmiş, Yusuf Kemal Bey’in daha sonra izinli sayılması nedeniyle yapılan Hariciye Vekâleti Vekilliği seçimini de kazanmıştı. 16 Ağustos 1922 tarihinde yapılan ve 157 mebusun katıldığı ilk seçimde Rauf Bey 155 oy almış, ancak toplantı yeter sayısına ulaşılamadığı için bu seçimden bir sonuç alınamamıştı. Aynı gün yapılan ikinci seçim sonucunda Rauf Bey 177 mebustan 173’ünün oyunu alarak Hariciye Vekâleti Vekilliği’ne seçilmişti.626 Rauf Bey, İcra Vekilleri Reisliği devam ederken İsmet Paşa’nın 3 Kasım’da Lozan Konferansı için izinli sayılması nedeniyle Hariciye Vekâleti Vekilliği’ni bir kez daha üstlenmiş, 6 Kasım’da yapılan seçim sonucunda oylamaya katılan 205 mebusun 178’inin oyunu almıştı. İkinci kez başlayan Lozan Konferansı görüşmeleri nedeniyle İsmet Paşa bir kez daha izinli sayılınca 15 Nisan 1923 tarihinde bir seçim daha yapılmış, oylamaya katılan 183 mebusun 176’sının oyunu alan Rauf Bey vekâlet vekilliğine bir kez daha seçilmişti.627 624 Atatürk’ün Tamim…, s.470-481. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.III, s.371, 401, c.IV, s.18. 626 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.22, s.171-172, 181-182, 196, 16 Ağustos 1922. 627 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.404, 6 Kasım 1922; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.29, s.156-159, 15 Nisan 1923. 625 290 c) Milli Mücadele Sırasında Kâzım Karabekir Paşa’nın Üstlendiği Görevler Milli Mücadele’nin başlamasından önce, Mustafa Kemal Paşa henüz İstanbul’da iken Kâzım Karabekir Paşa merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanlığı’na tayinini yaptırmayı başarmış, Milli Mücadele süresince de bu bölgede kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın 7/8 Temmuz 1919 gecesi 3. Ordu Müfettişliği görevinden alınmasından sonra, kendisinden boşalan yere vekâleten getirilen Kâzım Karabekir Paşa, yukarıda da değinildiği üzere Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in telkinleriyle 15. Kolordu Komutanlığı da uhdesinde kalmak üzere bu görevi kabul etmişti. Ne var ki İstanbul Hükümeti, Kâzım Karabekir Paşa’nın ordu komutanlığı yetkilerinden rahatsızlık duymuş ve 3. Ordu Müfettişliği’ni lağvederek Kâzım Karabekir Paşa’yı sadece 15. Kolordu Komutanı olarak bırakmıştı. Kâzım Karabekir Paşa’nın, uhdesindeki 15. Kolordu Komutanlığı’nın Şark Cephesi Komutanlığı’na dönüştürülmesi neticesinde üstlendiği yeni görev esasında bir isim değişikliği neticesinde gerçekleşmişti. İstanbul’un işgalinin şiddetlendirildiği 16 Mart 1920 tarihinde, bir aksi seda olarak Karadeniz üzerinden Bolşevik ordularıyla temas sağlamak amacıyla Batum’da Bolşevikliğin ilan edilmesi teklifinde bulunan Kâzım Karabekir Paşa, bu tarihten sonra Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak ve Kafkaslara inen Kızılordu ile birleşmek amacıyla bir harekât yapılması konusunda Ankara’dan ısrarlı bir şekilde izin istemiş, ancak Mustafa Kemal Paşa tarafından yukarıda Sovyet Rusya ile ilişkiler bağlamında bahsedilen gerekçeler nedeniyle 1920 yılı sonbaharına kadar kendisine izin verilmemişti. 28 Nisan ve 6 Mayıs 1920 tarihlerinde Büyük Millet Meclisi’nden Doğu Cephesi Komutanlığı’nın kurulmasını talep eden Kâzım Karabekir Paşa, Haziran ayında bu teklifinin kabul edildiği cevabını almış ve harekâtın başlamasından evvel Şark Cephesi Komutanlığı’na 291 getirilmişti. Böylece 15. Kolordu Komutanlığı Şark Cephesi Komutanlığı’na dönüştürülürken, Kâzım Karabekir Paşa da cephe içinde yer alan bütün askeri ve sivil makamlar üzerinde yetkili kılınmış628 ve Doğu Harekâtı’nı başarıya ulaştırmıştı. Milli Mücadele süresince Kâzım Karabekir Paşa’nın üstlendiği görevler kendisinin Mustafa Kemal Paşa’nın teklifini kabul etmemesi nedeniyle bu görevlerden ibaret kalmıştı. 10 Ocak 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa’ya Refet Paşa’nın istifasıyla boşalacak olan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni üstlenmek üzere Ankara’ya gelmesi davetinde bulunmuştu. Kesin zaferden önce Doğu’dan ayrılmasının tehlikeli olacağı düşüncesiyle bu teklifi hayretle karşıladığını düşünen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini Doğu’dan ayırmak için uğraştığı kanaatine vardığını söylemektedir. Bununla beraber Kâzım Karabekir Paşa, kendisinin Doğu’dan ayrılmasının herhangi bir kişinin yapabileceği Müdafaa-i Milliye Vekâleti gibi bir vazife için değil, ancak askeri ve siyasi bir zaruret halinde gerçekleşebileceğini ifade etmekte, doğudaki çalışmasından endişe duyan birkaç kendini bilmez nedeniyle henüz bitmediğini düşündüğü görevini bırakarak Ankara’ya gitme niyetinde olmadığını belirtmektedir. Israr edilmesi halinde bir mebus olarak Meclis’te çalışma yolunu seçeceğini söyleyen629 Kâzım Karabekir Paşa’nın bu davete icabet etmemesinin en temel nedeni kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Paşa’ya karşı hissettiği güvensizlik idi. Öte yandan Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne Kâzım Paşa’nın seçilmesi ile de bu mesele kapanmış, böylece aynı zamanda Edirne mebusu da olan ve doğudaki görevi nedeniyle Milli Mücadele süresince Meclis tarafından izinli sayılan Kâzım Karabekir Paşa’nın Ankara’ya gelme durumu o gün için ortadan kalkmıştı. 628 629 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.825. A.g.e., s.1174-1176. 292 Milli Mücadele sırasında kendisini Ankara’ya getirebilecek bu teklifi kuşkuyla karşılayan Kâzım Karabekir Paşa, ancak Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden sonra 15 Ekim 1922 tarihinde Ankara’ya gelecektir. d) Milli Mücadele Sırasında Ali Fuat Paşa’nın Üstlendiği Görevler Milli Mücadele’nin başlangıcında Milli Hareket’in sırtını dayadığı iki önemli askeri güçten birinin başında 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa vardı. Milli Hareket’in telgraf haberleşmesinin sağlanması yanında Sivas Kongresi’ne delege toplanması için canla başla çalışan Ali Fuat Paşa’nın varlığı, Temsil Heyeti’nin Sivas’tan Ankara’ya gelmesinde de önemli bir etken olmuştu. Amasya Kararları’nın alınmasından sonraki günlerde Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in, 26 Haziran’da ordu müfettişliklerinin kadro ikmallerinin engelleneceği yönünde bir genelge yayımlaması üzerine, Dahiliye Nazırı Ali Kemal’i düşmanla işbirliği yapmak suretiyle milletin direnme gücünü kırmaya çalışmakla suçlayan bir karşı genelge yayımlayan Ali Fuat Paşa, İstanbul’a askeri olarak ilk karşı çıkışı gerçekleştiren kişi olmuştu. 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın tavırlarını hoş karşılamayan İstanbul Hükümeti kendisini bu görevden uzaklaştırmak istemiş, Ali Fuat Paşa da tıpkı Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliği görevi sırasında olduğu gibi mümkün olduğunca görevinin başında kalmaya gayret etmişti. 28 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nezareti kolordulara Ali Fuat Paşa’nın, kendisine verilen görevleri tam olarak yerine getirmediği ve daha da içinden çıkılmaz karışıklıklara sebebiyet verdiği için azledildiği ve halefinin gideceği zamana kadar yerine Ankara’da bulunan Ahmet Hulusi Paşa’nın vekâlet edeceğini bildirmiş, ancak 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa komutayı hiçbir şekilde terk etmediği gibi, Ahmet Hulusi Paşa’yı uyarmak 293 suretiyle kendisinin görevi kabul etmesine engel olmuştu. Bu defa Harbiye Nezareti, Ali Fuat Paşa’nın yerine Kiraz Hamdi Paşa’yı atamış, ancak Paşa’nın Ankara halkı ve subayları tarafından istenmediği bildirilince Ankara’ya söz geçiremediğini düşünen İstanbul Hükümeti 2. Kolordu’yu lağvetme kararı almıştı. Ali Fuat Paşa, Sivas Kongresi’nin 9 Eylül tarihli oturumunda Batı Anadolu’daki tüm milli güçlerin bir çatı altında toplanması amacına yönelik olarak Batı Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Komutanı olarak görevlendirilmiş, ne var ki yeni unvanını kullanması fiilen mümkün olmamıştı. 1919 yılı Kasım ayında Sivas’ta yapılan Komutanlar Toplantısı’na katılan Ali Fuat Paşa 1920 yılı Haziran ayı sonlarında da Batı Cephesi Komutanlığı’na getirilmişti. Bu yeni görevini beş ay kadar sürdüren Ali Fuat Paşa, 1920 yılının Kasım ayında Sovyet Rusya’ya büyükelçi olarak atanmıştı. Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınmasında düzenli orduya geçilmesine engel olan sıkıntıların Ali Fuat Paşa ile çözülemeyeceğine dair kaygılar ön plana çıkmıştı. Bu kaygıları arttıran gelişmelerden biri de Ali Fuat Paşa’nın, Yunan ordusunun Gediz taraflarındaki bir fırkasına saldırı düzenlemek için Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ne bir teklifte bulunmasıyla başlamıştı. Yukarıda da bahsedildiği üzere Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin saldırıya sıcak bakmamasına rağmen taarruzda ısrar eden Ali Fuat Paşa, 1920 yılı Ekim ayı sonlarında başarısızlıkla neticelenen saldırı planını uygulamaya koymuştu. Ne var ki ertesi gün Bursa taraflarında karşı saldırıya geçen Yunanlılar, hem Yenişehir ve İnegöl’ü işgal etmiş, hem de diğer bir cepheden Dumlupınar’a kadar ilerlemişti. Başarısız taarruzun ardından komutanlık nüfuzu zedelenen Ali Fuat Paşa bu görevinden alınırken kendisini rencide etmeyecek bir yol bulunmalıydı. Ali Fuat Paşa’nın, Moskova Büyükelçiliği gibi o sırada büyük önem verilen bir göreve 294 getirilmesiyle de bu mesele çözüme kavuşturulmuş oldu. Öte yandan Sovyet Rusya ile olan dostluk münasebetlerini geliştirmenin ve bu ülkeden gelebilecek yardımlara kapı aralanabilmesinin ne denli önemli olduğu Milli Mücadele’nin ilerleyen zamanlarında ortaya çıkmıştı. Fahir Armaoğlu, Moskova Büyükelçiliği’ne getirilen Ali Fuat Paşa’ya Sovyet Rusya ile ittifak yapma, bu olmaz ise bir dostluk anlaşması ile yardım sağlama, Sovyet Bolşevizmi ile Enver Paşa ve eski İttihatçıların Anadolu’ya sokulmamaları ve Sovyet Rusya’yı olduğunca idare etmek gibi dört önemli görev verildiğini, Ali Fuat Paşa’nın da bu görevleri önemli ölçüde yerine getirdiğini söylemektedir. Ali Fuat Paşa’nın görevleri arasında sayılan ittifak meselesi söz konusu dahi olmamış, Bolşevizm ile Enver Paşa ve eski İttihatçıların ülkeye sokulmaması görevleri ise Moskova Anlaşması’nın 8. maddesinde yer alan tarafların birbirlerinin hükümetleri aleyhine faaliyette bulunan hiçbir grup ve örgüte izin vermeyecekleri ifadesiyle dolaylı olarak çözülmüştür.630 21 Kasım 1920 tarihinde Moskova Büyükelçiliği görevine getirilen Ali Fuat Paşa, 1920 yılı Aralık ayı başında Ankara’dan ayrılacak, Kâzım Karabekir Paşa tarafından karşılandığı Kars’ta, Ruslarla yapılması planlanan bir anlaşma için yola çıkan Hariciye Nazırı Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki bir heyetin kendilerine katılmasının ardından 19 Şubat 1921 tarihinde Moskova’ya varacaktı.631 Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa, Sovyet Rusya ile yapılan Moskova Konferansı görüşmelerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni temsil edenler içinde yer almış ve 16 Mart 1921 tarihli bu anlaşma ile Sovyet Rusya Misak-ı Milli’yi resmen tanımıştı. 630 Fahir Armaoğlu, “Ali Fuat Cebesoy ve Türk-Sovyet İlişkileri”, Ali Fuat Cebesoy’u Anma Paneli (10 Ocak 1994), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1994, s.8-10. 631 Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara, 1982, s.129-143, 158-163; Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1008-1009. 295 Ali Fuat Paşa’nın Moskova Büyükelçiliği’nden ayrılması Sovyet Fevkalade Emniyet Teşkilatı’nın (ÇEKA) silahlı bir timinin 1922 yılı Nisan ayında büyükelçiliğe ait bir binaya baskın yaparak Sovyetler aleyhine casusluk belgelerini taşıyor gerekçesiyle bir çantaya el koymasıyla başlayan sürecin sonunda Ankara’ya gelmesinin ardından gerçekleşmişti. 19 Haziran’da Sovyet Rusya’nın yaşananlardan üzüntü duyduğunu bildirmesi üzerine bu ülke ile yaşanan sorunlar tatlıya bağlanmış, Ali Fuat Paşa da Moskova’ya dönmek üzere yola çıkmıştı. Bununla beraber Ankara’da yaşanan bazı görev değişiklikleri Ali Fuat Paşa’nın çıktığı yoldan dönmesine neden olmuştu. Mustafa Kemal Paşa Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’nı bırakarak Cemiyet’in fahri başkanlığını üstlenmiş, kendisinden boşalan yere de Ali Fuat Paşa seçilmişti. Ali Fuat Paşa’nın bu göreve seçildiği günler İkinci Grup’un güçlü bir şekilde ortaya çıktığı ve 8 Temmuz 1922 tarihli değişiklik ile Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından gösterilecek adayların vekil seçilmesi usulüne bir son verildiği günlerdi. Rauf Bey bu değişikliğin ardından her iki grubun da desteğiyle İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne seçilmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu da içtüzüğünde bazı değişiklikler yapmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Başkanlığı’na Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa seçilmişti. İşte bu görev Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden önce Ali Fuat Paşa’nın üstlendiği son görev idi. Ali Fuat Paşa’nın zaferden sonra üstleneceği ilk görev ise, Refet Paşa’nın yerine İstanbul’da Ankara’nın temsilcisi olarak görev yapacak olan Adnan (Adıvar) Bey’den boşalan Meclis İkinci Reisliği olacaktı. 296 e) Milli Mücadele Sırasında Refet Bey’in Üstlendiği Görevler Albay Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma Vapuru ile Samsun’a gidenler arasında Milli Mücadele’nin liderinden sonraki en kıdemli askerdi. Henüz İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa kendisine merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Komutanlığı’nı teklif etmiş, Samsun’a çıktıktan sonra kendisinden Samsun Mutasarrıflığı’nı da üstlenmesini istemişti. Refet Bey, birkaç kez haber gönderilmesine rağmen Amasya Toplantısı’nın ancak sonlarına yetişebilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesiyle metnin altına belli belirsiz bir işaret koymuştu. Amasya Toplantısı’ndan sonra Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’le birlikte Sivas’a giden Refet Bey, yol arkadaşlarını uğurladıktan sonra kolordusunun bulunduğu bu şehirde kalmıştı. Temmuz ayı ortalarına doğru Refet Bey’in 3. Kolordu Komutanlığı İstanbul Hükümeti tarafından görevden alındığının bildirilmesi sonrasında sona ermişti. Amasya’da komutanın hiçbir şekilde terk olunmayacağı yönünde alınan karar ortada iken Refet Bey, görevi Selahattin Bey’e devretmiş, İstanbul’a gitmemek için askerlikten de istifa etmiş, Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmayan bir dizi yanlışa imza atmıştı. Mustafa Kemal Paşa kongre için Sivas’a vardığında kendisini karşılayanlar arasında Refet Bey’i görememiş ve kendisinin nerede olduğunu sordurmuştu. Ankara’da olduğu öğrenilen Refet Bey kongrenin başlamasından birkaç gün sonra Sivas’a gelmiş ve Canik temsilcisi olarak kongreye dahil olmuştu. Kongre sırasında manda lehinde uzun bir konuşma da yapan Refet Bey, oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’ne seçilmişti. Amasya Kararları’na onay vermesinden kısa süre sonra İstanbul’a giden 2. Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın ardından Kolordu Komutanı Selahattin Bey de İstanbul’a 297 gitmiş, böylece Konya ve çevresi Milli Hareket aleyhtarı Vali Cemal Paşa’nın kontrolüne bırakılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın bölgede duruma hakim olması için görevlendirdiği Refet Bey daha Konya’ya ulaşmadan, gelişmelerden haberdar olan ve mahkûmlardan bir kuvvet oluşturmayı planlayan Vali Cemal Bey halkın harekete geçmesi üzerine 26 Eylül’de İstanbul’a kaçmak durumunda kalmıştı. Refet Bey’in Konya’dan sonraki çalışmaları, 1919 yılı Kasım ayından ertesi yıl Mart ayına kadar bulunduğu Batı Anadolu’da olmuştu. Refet Bey’in burada bulunma nedeni esasında Yunan ilerlemesine karşı bir cephe oluşturulması amacına yönelikti. Ne var ki bir yandan Temsil Kurulu ile bağlantısı kaybolan, öte yandan Demirci Mehmet Efe’den komutayı almayan veya almasına izin verilmeyen Refet Bey, Temsil Heyeti’nin aksi yöndeki kararına rağmen bir Fransız torpidosuyla İstanbul'a giderek bazı arkadaşları ile görüşmeler yapmış, başına buyruk bu tavırları nedeniyle de Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisini çekmişti. Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde ülkeyi bir iç savaş dalgası sarmıştı. Bu süreçte Ankara’ya çağrılan Refet Bey, Bolu ve Düzce çevresindeki isyanların kontrol altına alınmasına önemli katkılar vermişti. 1920 yılı Ağustos ayında Ankara’ya gelen Refet Bey, Hakkı Behiç Bey’in istifasıyla boşalan Dahiliye Vekilliği için Mustafa Kemal Paşa tarafından 4 Eylül 1920 tarihinde aday gösterilmiş, 204 mebusun katıldığı oylama, Tokat mebusu Doktor Nazım Bey’in 66, Refet Bey’in de 65 oy almasının ardından salt çoğunluk sağlanamadığı için bir sonuca ulaşmamıştı. Aynı gün yapılan ikinci seçimde Refet Bey 65 oy alırken, 98 oy alan Nazım Bey Dahiliye Vekili seçilmişti. Konya’da olduğu için seçimler sırasında Meclis’te olmayan Mustafa Kemal Paşa, seçimlerin yapılması için kendisinin gelmesinin beklenmesini söylemişse de bu gerçekleşmemişti. Nazım Bey’in seçilmesinden memnun olmayan 298 Mustafa Kemal Paşa kendisini istifaya zorlamış, Nazım Bey de seçilmesinin üzerinden iki gün sonra sağlık durumunu gerekçe göstererek istifa etmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı nedeniyle gerçekleşen bu istifanın ardından 6 Eylül 1920 tarihinde Dahiliye Vekili olarak seçilebilen Refet Bey, kullanılan 187 oyun 131’ini almıştı.632 Dahiliye Vekilliği’nin üzerinden bir ay dahi geçmemişken Konya ve çevresinde etkili olan Delibaş Mehmet İsyanı patlak vermiş, isyanı bastırmakla görevlendirilen Refet Bey, 16 Ekim’de Bozkır’a girmiş ve iç savaşın Büyük Millet Meclisi’nce kazanıldığını ilan etmişti. 1920 yılı Kasım ayında Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı’ndan alınması sonrasında Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi’ni Batı ve Güney Cepheleri olmak üzere ikiye ayırmış, Güney Cephesi Komutanlığı’na da Refet Bey’i getirmişti. Gerek düzenli ordunun kurulması gerekse Çerkez Ethem İsyanı’nın bastırılmasındaki gayretleri nedeniyle paşalığa yükseltilen Refet Bey, 1921 yılı Nisan ayında emrindeki kuvvetlerle Aslıhanlar civarında bulunan bir düşman alayına saldırmış, ancak muharebenin sonucunu yanlış yorumlamıştı. Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte Refet Paşa’nın karargâhına giden Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından gördükten sonra Refet Paşa komutasındaki Güney Cephesi’ni de Garp Cephesi’ne bağlamış ve Refet Paşa’dan başka bir görevlendirme için Ankara’ya gitmesini istemişti. Yol arkadaşı için Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni düşünen Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’nın başkomutanlık makamı olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ni istemesi ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ni kabul etmeyeceğini söylemesi üzerine tavrını koymuş, herhangi bir görevi kalmayan Refet Paşa da Kastamonu taraflarında dinlenmeye çekilmişti. 632 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.514-518, 4 Eylül 1920; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.3, s.589-592, 6 Eylül 1920. 299 Milli Mücadele sırasında hem siyasi hem de askeri görevler üstlenen Refet Paşa’nın ilk Dahiliye Vekilliği 21 Mart 1921 tarihine kadar devam etmişti. Hadisatın daha uzun süre görevine dönmesini geciktireceği ve ülkenin dahili işlerinin bu kadar uzun süre vekâleten yapılamayacağını belirterek yazdığı 18 Mart 1921 tarihli istifası üç gün sonra Meclis’te okunan Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifini kabul etmemesiyle başlayan süreçte bir müddet atıl kalmış, 30 Haziran 1921 tarihinde Dahiliye Vekilliği’ne bir kez daha seçilmişti. Atâ Bey’in sağlık nedenleriyle Dahiliye Vekilliği’nden istifası üzerine 226 mebusun katıldığı, 63 mebusun da çekimser kaldığı seçimde 19 oy alan İsmail Safa Bey karşısında 139 oy alan Refet Paşa, ikinci kez Dahiliye Vekilliği’ne seçilmişti.633 Refet Paşa’nın üstlendiği bir başka görev de 5 Ağustos 1921 tarihinde getirildiği Müdafaa-i Milliye Vekilliği idi. Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığa seçildiği gün Refet Paşa da bu göreve getirilmişti. Oylamaya 175 mebus katılmış ve Refet Paşa 167 mebusun oyunu almıştı. Refet Paşa, Fevzi Paşa’nın Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’ne getirilmesi nedeniyle boşalan Müdafaa-i Milliye Vekilliği’ne seçildiği sırada Dahiliye Vekili olarak da görev yapmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa, Dahiliye Vekâleti için uygun bir aday bulununcaya kadar Refet Paşa’ya bu görevi vekâleten sürdürmesini önermiş, Meclis de kendisinin bu önerisini kabul etmişti. Refet Paşa, Fethi Bey’in 10 Ekim’de bu vekâlete seçileceği zamana kadar Dahiliye Vekâleti Vekilliği’ni, 12 Ocak 1922 tarihinde sağlık gerekçesiyle istifa edeceği zamana kadar da Müdafaa-i Milliye Vekilliği’ni sürdürmüştü.634 633 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.9, s.169, 21 Mart 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.11, s.79-85, 30 Haziran 1921. 634 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.12, s.20-21, 5 Ağustos 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.13, s.133-136, 10 Ekim 1921; TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.16, s.16, 12 Ocak 1922. 300 Refet Paşa’nın Müdafaa-i Milliye Vekilliği’nden istifası Rauf Bey’in Nafia Vekâleti’nden istifasının hemen ardından gerçekleşmişti. 4 Ocak 1922 tarihinde Meclis’te yapılan bir gizli oturumda Refet Paşa Başkomutanlık ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti’nin cephede değil de Ankara’da oturduğu, ordu adına işlerin iyi gitmediği, Mustafa Kemal Paşa’nın hem Meclis Başkanlığı hem de başkomutanlığı üstlenmesinin bazı zorlukları olduğu ve İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa’nın Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ni bırakmasının Erkan-ı Harbiye işleri için iyi olacağı şeklinde bir dizi eleştiride bulunmuştu. Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın bütün bu söylenenlerin bir sakıncasının olmadığını söylemesinin ardından istifa sürecine girmişti. Mustafa Kemal Paşa ise yukarıda da bahsedildiği üzere istifa etmeye hazırlandığını söylediği Refet Paşa’nın Rauf Bey ile aynı gün istifa ettiğine dikkati çekmişti.635 Mustafa Kemal Paşa’ya muhalefet eden Refet Paşa ile Rauf Bey’in sağlık nedenleri nedeniyle istifaları açıklandıktan sonra Salâhattin Bey’in başını çektiği ve çoğunluğunu İkinci Grup üyesi mebusların oluşturduğu 45 mebusun Meclis tarafından Refet Paşa’ya bir takdirname verilmesi teklifi kabul edilmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın bunun teşekkür şeklinde yorumlandığına dair bir Büyük Millet Meclisi Riyaseti tezkeresi okunmuş, takdirnamenin yalnız savaş meydanında görev yapanlara başkomutanlığın inhası ile yer ve zaman söylemek suretiyle verilebileceği ifade edilmişti. Hüseyin Avni ve Salâhattin Beyler gibi takdirname verilmesini teklif eden bazı muhalif mebuslar ise Meclis’in teklifi kabul ettiğini söyleyerek takdirnamede ısrar etmiş, oturumu idare eden Musa Kâzım Efendi de uzamasına izin vermeden konuyu kapatmıştı.636 635 636 Nutuk, s.420-422. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.16, s.16-17, 41-42, 12 Ocak 1922. 301 Keçiören’deki evinde münzevi bir hayat yaşamaya başlayan ve Milli Mücadele’nin bundan sonraki safhasında vazifesiz kalmış olan Refet Paşa, Büyük Taarruz öncesinde kendisine teklif edilen 1. Ordu Komutanlığı’nı da kabul etmemişti. Kendisinin etkin bir vazife alması ise ancak zaferin ardından Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine Doğu Trakya’nın teslim alınması için görevlendirilmesi ile olmuştu. f) Zaferden Sonraki Durum Mustafa Kemal Paşa zaferden sonra İzmir’de iken, Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık görevinin savaşla birlikte sona erdiği ve siyasi işler ile diplomasinin bundan böyle hükümete bırakılması gerektiği yönünde bir fikir hakimdi. Ne askeri, ne de siyasi ve diplomatik vazifesinin bittiğini düşünmekte olan Mustafa Kemal Paşa ise bu günlerde fikir alışverişinde bulunmak üzere Vekiller Heyeti’ne bir davette bulunmuş, bunun üzerine İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey İzmir’e gitmişlerdi.637 Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Reisi sıfatıyla İzmir’e giden bir diğer isim olan Ali Fuat Paşa, kendilerinin İzmir’e davet edilmelerinin Gazi’nin ortaya çıkan yeni şartlarda ülkenin genel siyasetini kendileriyle birlikte gözden geçirmek istemesi neticesinde gerçekleştiğini söylemektedir.638 Rauf Bey’e göre ise Türkiye Büyük Millet Meclisi, zaferin ardından İcra Vekilleri Reisi’nin Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan olan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunması gerektiği düşüncesindeydi. Bu amaçla konu 18 Eylül 1922 tarihinde gizli oturumda ele alınmış 637 638 Nutuk, s.452; Aydemir, Tek…, c.III, s.32. Cebesoy, Siyasi…, s.112-113. 302 ve Meclis, yalnız İcra Vekilleri Heyeti Reisi ile Hariciye Vekili’nin Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere İzmir’e gitmesini kararlaştırmıştı.639 İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya Refet Paşa’nın Trakya’nın teslim alınması işinde görevlendirilmesini teklif etmiş, Mustafa Kemal Paşa da bu teklife olumlu yaklaşmıştı.640 Rauf Bey, Refet Paşa’nın zafer dolayısıyla terfi ettirilmesini istemişse de, Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruz esnasında aktif bir görevde olmayan Refet Paşa’nın terfi ettirilmesine onay vermemişti. Bununla beraber Refet Paşa için uygun bir görev düşüneceğini ve kendisinin İzmir’e davet edilmesini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’nın geldiği günün akşamında ve Refet Paşa ile görüşemeden İzmir’den ayrılmıştı. Bu durum Mustafa Kemal Paşa’nın Refet Paşa aleyhinde bir tutum içerisinde olduğu izlenimi vermişse de Mustafa Kemal Paşa, Ankara’dan Bursa’ya giderken yanına Refet Paşa’yı da almış ve kendisini Doğu Trakya’nın teslim alınmasıyla görevlendirmişti. Milli Mücadele devam ederken kendisine verilen görevleri beğenmeyerek iki defa görevsiz kalan Refet Paşa, Milli Mücadele’nin zaferle taçlandığı günlerin ertesinde Mustafa Kemal Paşa tarafından bir kez daha kucaklanmış ve o günlerde çok önemli bir görev olan Trakya’nın teslim alınması işiyle vazifelendirilmişti. Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele sırasındaki tavırlarından rahatsız olduğu Refet Paşa’yı tıpkı Samsun’a giderken yanında götürdüğü gibi, İstiklâl Harbi’nin bitiminden sonra da sahiplenmiş, ne var ki ilerleyen süreçte Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın nezdinde şüpheyle bakılan bir kimse olmaktan kurtulamamıştı. Aşağıda da bahsedileceği üzere Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde yapılmış olan görüşme de Mustafa Kemal Paşa’nın bu kanısını güçlendirmişti. 639 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.784-789, 18 Eylül 1922; Kandemir, Hatıraları…, s.74. 640 Kandemir, Hatıraları…, s.85. 303 Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den Ankara’ya içinde Rauf ve Yusuf Kemal Beyler ile Avrupa’dan dönmüş olan Fethi Bey’in de olduğu bir grupla dönmüştü.641 17 Ağustos 1922’de gizlice ayrıldığı Ankara’ya lideri olduğu Milli Mücadele’yi askeri bir zaferle süsledikten sonra muzaffer bir komutan olarak 2 Ekim’de dönen Mustafa Kemal Paşa, 4 Ekim’de Meclis’te bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında mütevazı bir tavır sergileyen Mustafa Kemal Paşa zaferin kendisine değil, Büyük Millet Meclisi’ne ait olduğunu söylemiş ve kendisinin yalnızca bir asker bağlılığı ve itaati ile Meclis’in emirlerini yerine getirdiğinin altını çizmişti.642 g) İstanbul’un Teslim Alınması ve Refet Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 9 Ekim 1922’de Doğu Trakya’nın teslim alınmasıyla görevlendirilen643 Refet Paşa, 19 Ekim’de Gülcemal vapuru ile vardığı İstanbul’a halkın sevinç gösterileri yanında bir bayram havası eşliğinde ayak basmıştı. Yukarıda bahsedildiği üzere kendisinin gelişinden iki gün önce Sadrazam Tevfik Paşa Bursa’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup yazmak suretiyle barış konferansına İstanbul Hükümeti ile Büyük Millet Meclisi’nin birlikte davet edileceğinin bilindiğini ifade etmiş ve milletin selameti için yapılacak savunmanın birlikte hazırlanması amacıyla güvenilir bir temsilcinin gizli bir şekilde İstanbul’a gönderilmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın bu talebine sert karşılık vermiş ve Büyük Millet Meclisi ordularının kazandığı zaferin bir neticesi olarak yapılacak barış konferansında Türkiye devletini yalnız Büyük Millet 641 Akşam, 1 Ekim 1922; Kandemir, Hatıraları…, s.86. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.264-277, 4 Ekim 1922; Atatürk’ün Söylev…, c.I, s.265. 643 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.23, s.341, 9 Ekim 1922. 642 304 Meclisi’nin temsil edeceğini ve Meclis tarafından meşru görülmeyen heyetlerin temsil hakkının olmadığını ifade etmişti.644 Refet Paşa, henüz vapurda iken Veliaht Abdülmecid Efendi’nin yaverinin “Veliahd-ı saltanat adına hoş geldiniz.” şeklindeki sözlerine “Hilafet makamının veliahdıdırlar. Hilafet makamını kurtarmak ise ilan ettiğimiz hedeflerin birisidir.” karşılığını vererek Ankara’nın artık Padişah’ı tanımadığını ilan etmişti. Sadrazam adına kendisini karşılayan yaverlere Anadolu’nun İstanbul’da bir sadrazam tanımadığını söyleyen Refet Paşa, bununla beraber eski ve muhterem bir devlet adamı olan Tevfik Paşa’ya olan hürmetlerinin bildirilmesini istemişti. Nuri Ali Bey’in Refet Paşa’yı zat-ı şahane adına selamlamasına “Hilafet makamına dini duygularımı iletirsiniz.” karşılığını veren Refet Paşa, Padişah’ın tanınmadığını bir defa daha göstermişti. Fatih türbesini ziyaretinde ise İstanbul Şehremini Ziya Bey tarafından şehir ve Dahiliye Nazırı adına selamlanan Refet Paşa “Hükümetim, tamamen halk tarafından idare olunan demokratik bir hükümettir. Ben hükümetim adına bir Dahiliye Nazırı tanımıyorum.” cevabını vermiş, özetle karşılaştığı durumlarda Ankara’nın tutumunu net bir şekilde ortaya koymuştu. Bununla beraber Refet Paşa, halife olarak seçilmesinden sonra Abdülmecid Efendi ile samimi bir dostluk görüntüsü vermiş, “halife hazretlerinin en kalbi ve en ubudiyetkar duygularla ellerini öptüğü” şeklindeki sözleri ile yeni dönemin ruhuna uygun olmayan bir tavır içine girmiş, bu yönüyle Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekmişti.645 Refet Paşa, 29 Ekim’de Padişah Vahdettin’le görüşmesinde kendisine kişisel bağlılığını bildirmiş, Ankara’dan aldığı talimat üzerine İstanbul Hükümeti’nin 644 Atatürk’ün Tamim…, s.501; Cebesoy, Siyasi…, s.160-161. Nutuk, s.269; Aydemir, Tek…, c.III, s.57-58. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul temsilcisi Refet Paşa, 25 Ekim tarihli demecinde barıştan sonra Kanun u Esasi’nin değil, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun geçerli olacağını, milli hakimiyetin kuvvet ve kudretinin hilafet makamının dayanağı ve kuvveti olduğunu, bununla beraber bir Cumhuriyet vücuda getirmeyi de hiç bir zaman düşünmediklerini ifade etmişti. Bkz. Tevhid-i Efkar, 26 Ekim 1922. 645 305 istifasını istemiş ve Ankara’nın saltanatın ilgası ve bir halifenin seçimini istediğini söylemişti. Bir emrivaki saydığı bu isteği reddeden Vahdettin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul’da tam olarak kontrolü sağlayacağı zamana kadar İstanbul Hükümeti’nin görevine devam etmesini istemişti. Yeniden görüşüp görüşemeyeceklerini soran Vahdettin’e Refet Paşa, düşmanlarının tenkitinden korktuğu için bunun mümkün olmadığını söylemiş ve düşmanların o sıradaki konuşmalarını uzattığını bahane ederek kendisini tenkit edeceği cevabını vermişti.646 3.4. YOL AYRIMININ NETLEŞMESİ a) Keçiören Görüşmesi Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından yaşanan sevinç kısa sürmüş, Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın saltanat ve hilafeti kaldıracağı yönündeki söylentiler nedeniyle bazı mebuslar endişeye kapılmıştı. Milli Mücadele sırasında memleketi saran tehlikeye karşı birleştirici bir atmosfer oluşmuş, bu nedenle arka plana itilen düşünce farklılıkları kendisini bu yeni döneme girmeden hemen önce göstermeye başlamıştı. Endişeye kapılan mebuslar arasında daha önce cumhuriyete gidileceği endişesiyle Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf gönderen ve bu gidişi sakıncalı bulduğunu ifade eden Kâzım Karabekir Paşa’dan başka İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ile Refet Paşa da vardı. Esasında o güne kadar yol arkadaşlarının bu türlü endişeleri söz konusu olmuşsa da Kâzım Karabekir Paşa dışında bu endişesini Mustafa Kemal Paşa’ya söyleyen olmamıştı. Kâzım Karabekir Paşa dışındaki yol arkadaşlarının bu anlamda kabuğunu kırdığı ve Mustafa Kemal Paşa ile olan fikir ayrılıklarını netleştirdiği yer Refet Paşa’nın Keçiören’deki evi 646 Jaeschke, Türk…, c.II, s.4-5; Sarıhan, Kurtuluş…, c.IV, s.783. 306 olmuştu. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu Keçiören Görüşmesi’ne temas etmiş, Rauf Bey’in kendisi ile bir gün Refet Bey’in Keçiören’deki evinde bazı önemli konuları görüşmek istediğini ve Ali Fuat Paşa’nın da bu görüşmede bulunması için kendisinden izin istediğini aktarmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeden “…Rauf Bey’den dinlediklerimin hülasası şuydu: … Meclis saltanat makamının ve belki de hilafetin ortadan kaldırılması endişesi ile müteezzidir. (sıkıntı çekmektedir.) Sizden ve sizin gelecekte alacağınız vaziyetten şüphe etmektedir. Bu sebeple Meclisi ve dolayısıyla milletin umumi efkârını tatmin etmeniz lüzumuna inanıyorum.” şeklinde bahsetmiş ve saltanat ve hilafete dair kanaatini sorduğu Rauf Bey’den şu cevabı almıştı: “Ben, saltanat ve hilafet makamına vicdanen ve hissen bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın nimeti ve ekmeği ile yetişmiş, Osmanlı devletinin ricali arasına girmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim. Padişaha sadakatimi muhafaza etmek borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem icabıdır. … Umumi mütalaam da şudur: Bizde umumi vaziyeti tutmak güçtür. Bunu ancak herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam temin edebilir. O da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı kaldırmak, lağvetmek, onun yerine başka bir mahiyette bir varlık yerleştirilmesine çalışmak, felaket ve hüsranı mucip olur. Asla caiz değildir.” Rauf Bey’in cevabının ardından Mustafa Kemal Paşa’nın kanaatini sorduğu diğer bir yol arkadaşı Refet Bey de Rauf Bey’e katıldığını ifade etmiş, padişahlık ve hilafetten başka bir yönetim şeklinin söz konusu olmayacağını söylemişti. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’nın bu noktada ne düşündüğünü öğrenmek istemişse de Moskova’dan yeni döndüğünü, genel durumu ve fikirleri yeterince tetkike zaman bulmadığını belirten Ali Fuat Paşa’dan kesin bir fikir beyan etmemekte mazur olduğu cevabını almıştı. Fikir beyan etme sırası, fikri en çok merak edilen yol arkadaşına, Mustafa Kemal Paşa’ya gelmişti. “Mevzu-i bahis ettiğiniz mesele, bugünün meselesi değildir. Meclis’te bazılarının telaş ve heyecanına da yer yoktur.” diyen ve bu yöndeki sözlerini Meclis’te de söyleme konusunda arkadaşlarını temin eden Mustafa Kemal Paşa, aşağıda da bahsedileceği üzere ertesi gün Meclis 307 huzurunda sözünü yerine getirmişti. Nutuk’ta “Umumi vazifemin emrettiği noktayı ifa ve tatbik etmek lazım geldiği zaman da, asla tereddüt etmedim.” diyecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın yol arkadaşları ile olan konuşmasından üç buçuk ay kadar sonra saltanat kaldırılmıştı.647 Ali Fuat Paşa’ya göre sabaha kadar sürmüş olan bu görüşmede, en baştan itibaren var gücüyle çalışanlar, bir oldu bitti karşısında kalıp kalmayacakları noktasında çok sayıda mebusun kafasında olan tereddütleri Mustafa Kemal Paşa’ya söylemiş ve kendisinden Milli Mücadele sona erdikten sonraki vaziyetinin ne olacağını öğrenmek istemişlerdi. Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa, yol arkadaşlarından mebusları nasıl tatmin edebileceği noktasında tavsiye istemiş, mebusların tereddütlerini gidermenin yolunun Paşa’nın gelecekle ilgili samimi düşüncesini açıklamasından geçtiği cevabını alınca da mebusları teskin edecek beyanatta bulunacağını söylemişti. 5 Ağustos’ta süresi dolacak olan başkomutanlık kanununun uzatılması görüşmeleri sırasında Mustafa Kemal Paşa söz verdiği gibi bir konuşma yapmış ve zaferden sonra milletin serbest bir ferdi olarak kalacağını dile getirmişti. Mustafa Kemal Paşa vaat ettiği gibi bir konuşma yapmışsa da, kanunun süresiz olarak uzatılmasına ilişkin düşüncesinden kendilerine bahsetmemişti.648 Ali Fuat Paşa’nın anlatımında dikkatimizi çeken nokta detaylı sayılabilecek bir şekilde bu görüşmeden bahsederken saltanat ve hilafete dair konuşulanlardan hiç bir şekilde bahsetmemesi, netameli sayılabilecek bu konuya girmekten şiddetle kaçınmasıdır. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, Rauf Bey o gün bazıları nezdinde üstlendiği bir vazifeyi yerine getirmiş, kendisinin Meclis huzurunda alacağı vaziyete dair söyledikleri nedeniyle iyi bir iş çıkarmış ve arkadaşlarından takdir görmüştü. Buna 647 648 Nutuk, s.454-455; Aydemir, Tek…, c.III, 54-55. Cebesoy, Siyasi…, s.77-81. 308 karşılık Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi de o güne ait tarihi vazifesini yerine getirmişti.649 Görüşmenin yapıldığı günler Sakarya Savaşı’nın üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen saldırıya geçilmemesi nedeniyle İkinci Grup’un şiddetli eleştirilerle Mustafa Kemal Paşa’yı bunalttığı günlerdi. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, işte o zor günlerde Mustafa Kemal Paşa’dan rahatsız olduklarını dile getiren İkinci Grup mensuplarının şikayetleri karşısında üzüldüğünü ve kendisinin her iki tarafı da idare etmeye çalıştığını söylemektedir. Öyle ki, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanı olarak devletin başı olması yanında bir de başkomutanlığın verilmesi halinde diktatörlüğe geçiş yapacağı endişesindeki muhalifler kanunun uzatılmasına karşı çıkmakta, Rauf Bey de kendi ifadeleriyle bunlara söz anlatamamaktaydı. Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Keçiören’deki köşkünde yapılan görüşmenin esas nedeni de buydu. Bu görüşmede yol arkadaşları Mustafa Kemal Paşa’nın, sahip olduğu yetkiler nedeniyle ileride memleketi herhangi bir oldu bitti karşısında bırakmayacağını Meclis’e anlatması durumunda sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağını söylemişlerdi. Rauf Bey’e göre Mustafa Kemal Paşa sabaha kadar süren bu toplantıdan memnun ayrılmış, ertesi gün Meclis’te kendisinden beklenen konuşmayı yapmış ve başkomutanlık meselesi hem de süresiz bir uzatma yapılmak suretiyle halledilmişti.650 Yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile ayrılığına giden süreçte safları netleştiren bu görüşme acaba ne zaman yapılmıştı? Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu görüşmeden saltanatın kaldırılması meselesine değinirken bahsetmekte, görüşmenin saltanatın kaldırılmasından önce olduğu, anlatımından anlaşılmakla beraber kesin bir 649 Nutuk, s.456. Kandemir, Hatıraları…, s.64-66. Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından İkinci Grup’un perde arkasında kalan ismi olarak görülürken, Rauf Bey’in anılarında kendisine yatıştırıcı bir misyon yüklemesi oldukça dikkat çekicidir. 650 309 tarih ortaya çıkmamaktadır. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmede arkadaşlarına zaferden sonra alacağı vaziyete dair verdiği sözü ertesi gün tuttuğunu da ilave etmektedir, ki bunun Meclis zabıtlarından bulunması söz konusudur. Rauf Bey de Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’i tatmin eden bu konuşmasından bahsetmekte, başkomutanlık görüşmelerinin yapıldığı günlerde gerçekleştiğini söylediği görüşmeye dair net bir tarih vermemektedir. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın görüşme sırasında saltanat ve hilafet hakkında ne düşündüğünü sorması üzerine Moskova’dan yeni döndüğünü söyleyen Ali Fuat Paşa’nın bu sözleri görüşmenin ne zaman yapıldığı konusunda bir ipucu vermektedir. Ali Fuat Paşa’nın Moskova’dan Ankara’ya 2 Haziran 1922 tarihinde döndüğü dikkate alınırsa görüşmenin bu tarihten sonra yapıldığı göz önüne alınmalıdır. Yol arkadaşları içinde görüşmenin geçtiği tarihten açık olarak bahseden tek kişi olan Ali Fuat Paşa, görüşmenin başkomutanlık görüşmelerinin son kez uzatıldığı günün hemen öncesinde yapıldığını, yani 19 Temmuz 1922 akşamından başlamak üzere ertesi günün sabahına kadar sürdüğünü söylemekte, tetkiklerimize göre doğru bir tarih vermektedir. Rauf Bey de Ali Fuat Paşa gibi görüşmenin başkomutanlık kanununun uzatılmasından hemen önce yapıldığını söylemektedir. O halde Ali Fuat Paşa’nın Moskova’dan döndüğü 1922 yılı 2 Haziran tarihi ile saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihi arasında gerçekleşen ve başkomutanlık kanununun uzatılmasıyla neticelenen Meclis görüşmelerinin tarihine bakmak gerekmektedir. Bahsedilen aralıkta uzatmanın gerçekleştiği tek tarih 20 Temmuz 1922 tarihi olduğuna göre görüşme bu tarihten bir gün önce gerçekleşmiştir. Bununla beraber görüşmenin 19 Temmuz akşamından 20 Temmuz sabahına kadar sürdüğünü gösteren tartışmasız en güçlü kanıt Mustafa Kemal Paşa’nın görüşme sırasında arkadaşlarına söz verdiği gibi 310 Meclis’te yapmış olduğu zaferden sonra alacağı vaziyete dair yaptığı konuşmadır. 20 Temmuz 1922’de başkomutanlık kanununun uzatılmasına ilişkin son görüşme yapılmış, kanunun Mustafa Kemal Paşa’ya olağanüstü yetkiler veren ikinci maddesi muhaliflerin isteği üzerine değiştirilmiş ve Büyük Taarruz’dan yaklaşık bir ay önce Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı süresiz olarak uzatılmıştı. Başkomutanlık kanununun 4 Ağustos’tan itibaren üç ay daha uzatılmasını öngören yasa teklifi Meclis gündemine geldiğinde Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkarak bir konuşma yapmıştı. Yasada başkomutana verilen olağanüstü yetkilerin ordunun maddi ve manevi gücünü arttırmak, sevk ve idareyi tarsin için verildiğini ancak artık buna ihtiyaç kalmadığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, ordunun manevi kuvvetinin herhangi bir tedbire gerek bırakmayacak şekilde en yüksek derecede olduğunu, böyle bir makamın zaferin elde edilmesine kadar devam edeceğini ve zaferden sonra yüce heyetiniz içinde milletin bir bireyi olmakla mutlu olacağını söylemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın zaferden sonra milletin bir bireyi olmaktan bahsetmesi önceki akşam verdiği sözü yerine getirmesi anlamına gelmekteydi. Esasında Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuşması yol arkadaşlarına Keçiören Görüşmesi sırasında verdiği söze uygun bir şekilde muhalifleri yatıştırmak amacına yönelik bir konuşmaydı. 20 Temmuz 1922 tarihini taşıyan bu konuşmasının ilgili bölümlerinde Mustafa Kemal Paşa “… o gün kıymetli İzmir’imiz, güzel Bursa’mız, makarr-ı hilafet ve saltanat olan İstanbul’umuz, Trakya’mız Anavatana iltihak etmiş olacaktır. O mesut günün hululünde bütün milletle beraber Heyet-i Celileniz ve ben de Heyet-i Aliyeniz içinde bir fert ve bir aza olarak bittabi en büyük saadetleri idrakle müşerref olacağız. Efendiler; Makam-ı Riyasetinizde bulunmakla mübahi olan acizleri o gün iki kere mesut olacağız. İkinci saadetimizi temin edecek olan husus benim bundan üç sene evvel dava-yı mukaddesemize başladığımız gün bulunduğum mevkie rücu edebilmekliğim imkânı olacaktır. (alkışlar) Hakikaten 311 sine-i millette serbest bir ferd-i millet olmak kadar dünyada bahtiyarlık yoktur. Vakıf-ı hakayık olan, kalp ve vicdanında manevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamatın hiçbir kıymeti yoktur. Sözlerime hitam verirken mevzuu müzakere edilecek kanunda bu salahiyetin merfu olmasını nazar-ı dikkatte bulundurmanızı rica ederim.” ifadelerini kullanmıştı. 651 Bütün bu tespitler ışığında Keçiören Görüşmesi’nin Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığının uzatıldığı 20 Temmuz 1922 tarihinden bir gün önce yapıldığı ve ertesi gün sabaha kadar sürdüğü netlik kazanmaktadır. Öte yandan gerek Zeki Sarıhan’ın Kurtuluş Savaşı Günlüğü, gerekse Jaeschke’nin Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi adlı eserlerinde bu önemli görüşme ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Aydemir ise bu görüşmenin 10-13 Ekim tarihlerine rastlaması gerektiğini652 ve görüşmenin üzerinden on beş gün kadar sonra saltanatın kaldırıldığını söylemekte, ne var ki görüşmenin tarihi noktasında yanılmaktadır. 3.5. SALTANATIN KALDIRILMASI VE YOL ARKADAŞLARI a) Saltanatın Kaldırılması Milli Mücadele, hilafet ve saltanat makamlarının kurtarılması amacıyla gerçekleştirilmişse de Mustafa Kemal Paşa saltanat ve hilafetin kaldırılacağına dair ip uçlarını Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü 24 Nisan’da yaptığı ve yukarıda değindiğimiz uzun konuşmasında vermiş, henüz iç isyanların yaşandığı, Milli Hareket’in Ankara’da ayakta kalmaya çalıştığı bir zamanda şu ifadeleri kullanmıştı: “… hilafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet hasıl olduktan (kurtarılması başarıldıktan) sonra Padişahımız ve Halife-i Müslimin Efendimiz her nevi cebir ve ikrahtan (baskı ve tehdit) azade (kurtulmuş) ve tamamıyla hür ve müstakil olarak kendini milletin ağuş-ı sadakatinde (sadık kucağında) gördüğü gün Meclis-i Alinizin (Yüce Meclisinizin) tanzim edeceği esasat-ı 651 652 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.21, s.430-435, 20 Temmuz 1922. Aydemir, Tek…, c.III, s.53-55. 312 kanuniye dairesinde (kanuni esaslar gereğince) vaz’ı muhterem ve mübeccelini ahzeder. (saygın ve 653 yüksek yerini alır)” Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılacağını bu sözler içerisinde anlatmıştı anlatmasına ama, o sırada kimsenin bunu anlaması beklenemezdi. Bu sözlerin gerçeğe dönüşmesi için üzerinden iki buçuk yıl kadar bir sürenin geçmesi, Milli Mücadele’nin başarıyla neticelenmesi ve Mustafa Kemal Paşa için zaferin verdiği muzaffer komutanlık gücünün kullanılması da gerekecekti. Saltanatın kaldırıldığı zamanda dahi toplum böyle bir girişime hazır değildi. Bununla beraber Padişah’ın Milli Mücadele sırasındaki tavrı saltanatın kaldırılması konusunda ortamı hazırlayan etkenlerden biri idi. Müthiş bir zamanlama ustası olan Mustafa Kemal Paşa, eline geçen fırsatı çok iyi bir şekilde değerlendirdi. Lozan Barış Konferansı için itilaf devletlerinin hem TBMM hem de İstanbul Hükümeti’ni davet etmesi, saltanatın kaldırılmasını beraberinde getiren süreci başlattı. Sadrazam Tevfik Paşa, 18 Kasım’da toplanacağı duyurulan konferansa yönelik ortak bir hazırlık yapılması gerektiğini öne sürerek, bazı temasların gerçekleşmesi amacıyla 29 Ekim’de Büyük Millet Meclisi Riyaseti nezdinde bir müracaatta bulunmuştu. Bu müracaatın devamında vatanın menfaati uğrunda ülke yönetiminde bir birliğin sağlanması için çalışılmasının farz olduğu ve bu amaçla yapılacak müzakerelere hazır olduğu mesajını iletmişti. Bununla beraber iç savaşı körükleyen ve Sevr Anlaşması’nı kabul eden bir saltanat yerine, egemenliğin halka ait olduğu bir yapıya geçilmesi ve saltanatın kaldırılarak mevcut ikili yapıya bir son verilmesi noktasında Ankara’nın tutumu kesindi. Mustafa Kemal Paşa bu durumu Nutuk’ta “Bu müşterek davet keyfiyeti saltanat-ı şahsiyenin lağvı muamelesini, kati olarak intaç etti.” cümlesi ile açıklamaktaydı.654 653 654 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.1, s.31, 24 Nisan 1920. Nutuk, s.454. 313 Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan tarihli konuşmasında Vahdettin için ‘Cihan Padişahı olan Efendimiz Hazretleri’ diyen Mustafa Kemal Paşa, aynı yılın Eylül ayı sonlarında Meclis’te yapılan bir gizli görüşme sırasında “Esir olan adam padişah olamaz. Biz öteden beri diyoruz ki, halife ve padişahımız kuvvet ve kudret-i şer’iyesini istimalden memnudur, (kullanmaktan men edilmiştir) hainane hareket ediyor. Binaenaleyh 655 bu mesele ile iştigal caiz değildir.” ifadelerinde geçen ‘hainane hareket ediyor’ ibaresini Nutuk’ta daha da sertleştirecek, saltanatın kaldırılması ve Vahdettin’in kaçışından bahsederken sabık sultan için ‘hain’, ‘alçak’ ve ‘sefil’ gibi sıfatlar kullanacaktı. Büyük Millet Meclisi konuyu, Tevfik Paşa’nın müracaatından bir gün sonra Pazartesi gününe denk gelen 30 Ekim 1922 tarihinde gündemine almıştı. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’dan gelen 17 ve 29 Ekim tarihli telgrafları Meclis’te okumuş ve Anadolu ile İstanbul’un konferansa ayrı ayrı katılması halinde İngilizlerin bundan faydalanacağı endişesiyle böyle bir davet yapıldığının altını çizmişti. Tevfik Paşa, telgrafında konferansa her iki tarafın da davet edileceğinin malum olduğunu söyledikten sonra konferanstan önce önemli maddelerin kendi aralarında müzakere edilmesinin ve milletin haklarının orada birlikte savunulmasının yararlı olacağını, bu amaçla kendileriyle görüşmek üzere duruma vakıf bir kişinin İstanbul’a gönderilmesinin temenni edildiğini ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa da kendisine Teşkilat-ı Esasiye ile şekli ve mahiyeti tespit edilen Türkiye Devleti’nin sorumlusunun Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu, Meclis ordularının kazandığı zaferin bir sonucu olarak toplanan konferansta Türkiye Devleti’nin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edebileceğini, bu gerçek karşısında meşru ve hukuki olmayan heyet ve kimselerin, o güne kadar olduğu gibi, o günden sonra da bu gibi işlerden çekinmelerinin önemli bir sorumluluk olduğunu söylemişti. İkinci bir 655 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.1, s.136, 25 Eylül 1920. 314 telgraf ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İstanbul arasında gerçek bir ayrılığın olmadığını söyleyen Tevfik Paşa, Meclis’in belirleyeceği bir kimsenin özel bir talimatla bir an evvel gönderilmesini, bu olmaz ise İstanbul heyetinde yer alan Ziya Paşa’nın Ankara’ya gönderilebileceğini ifade etmişti. Bu telgrafların okunmasından sonra gerek Birinci, gerekse İkinci Grup üyesi çok sayıda mebus İstanbul ve Padişah hakkındaki eleştirilerini dile getirmişti. Daha sonra Rıza Nur başta olmak üzere tamamına yakını Birinci Grup üyesi 79 mebusun imzaladığı 6 maddelik bir teklif ile Osmanlı Devleti’nin padişahlık idaresiyle birlikte tarihe karıştığı, Türkiye Devleti adıyla genç, dinç, milli bir halk hükümeti esasları üzerine TBMM Hükümeti’nin kurulduğu ve bu hükümetin esir bulunan hilafeti ecnebilerin elinden kurtaracağı gibi hükümlerin Meclis tarafından kabulü istenmişti. Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşalar ile Rauf Bey’in de teklifin altında imzaları vardı. Büyük Millet Meclisi o gün hararetli tartışmalara sahne olmuş, her tartışma ortamında kendini gösteren İkinci Grup’un liderlerinden Hüseyin Avni Bey, teklifin encümende görüşülmesi gerektiği teklifinde bulunmuştu. Tartışmaların devamına fırsat vermek istemeyen Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa, usul hakkında söz söyleyenlere sert karşılık vermiş, söz almak isteyenlere de söz hakkı vermeyerek hemen oylamaya geçmek istemiş, ancak İkinci Grup üyelerinin, teklifte hilafetin durumunun yeterince açık olmadığı gerekçesiyle oylamaya katılmayarak engelleme girişiminde bulunması nedeniyle bir sonuç alamamıştı. Ad belirtilerek yapılan oylamada, oylamaya katılan 136 mebusun 132’si kabul, 2’si ret, 2’si de çekimser oy kullanmışsa da 161 yeter sayısına ulaşılamamış, bu nedenle saltanatın kaldırılması noktasındaki görüşmeler bir sonraki oturuma kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa ve yol arkadaşlarından Sivas mebusu Rauf Bey, Edirne mebusu Kâzım Karabekir Paşa ile Ankara mebusu Ali Fuat Paşa da 315 teklifin kabulü yönünde oy kullanmıştı.656 Büyük Millet Meclisi tarafından Doğu Trakya’nın teslim alınması için görevlendirilmiş olan Refet Paşa, o sırada İstanbul’da olduğu için görüşmelerde yer almamıştı. Toplantının olmadığı 31 Ekim’de özel temaslar ve kulis çalışmaları yanında iki grup arasında uzlaştırma toplantıları da yapılmıştı. Saltanatın kaldırılmasına dair görüşmeler 1 Kasım 1922 tarihinde yeniden başlayacak, Sinop mebusu Rıza Nur Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında kararlaştırıldığı üzere teklifinin 6. maddesinde bir değişiklik yapacak, buna göre hilafet makamı Türklere ve Osmanlı hanedanına ait olacak ve Meclis hanedan içinden uygun birisini bu makama seçecekti. Öte yandan Hüseyin Avni Bey ve 25 arkadaşı da saltanatın kaldırılması ve hilafetin korunması gerektiğini içeren bir başka önerge verecekti. İkinci Grup’un teklifinin verilmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa söz alarak halifeliğin tarihiyle ilgili uzun bir konuşma yapacak, Türk ve İslam Türkiye Devleti’nin dünyanın en bahtiyar devleti olacağını ifade etikten sonra iki ayrı önergenin birleştirilmesini isteyecekti. Oturumu yöneten başkanın kimseye söz vermeden her iki teklifi müşterek encümene göndermeyi oylatmasının ardından teklifler müşterek encümene havale edilecekti. Hemen toplanan müşterek encümende önergeler birleştirilecek, saltanat ve hilafetin ayrılmaz bir bütün olduğunun ileri sürüldüğü, saltanat olmaksızın hilafetin mümkün olup olmadığı, bununla beraber güçten ve hükümetten yoksun bir halifenin caiz olmadığı gibi konularda yaşanan tartışmaların uzaması üzerine Mustafa Kemal Paşa söz alarak sert bir konuşma yapacak ve Vahdettin’i alçak ve cellat olarak nitelendirecekti. Saltanatın kuvvetle alındığını, Türk milletinin hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil 656 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.269-298, 30 Ekim 1922. 316 aldığını ve artık milletin egemen olduğunu hatırlatarak, bunu kabul etmeyen bazı kafaların kesilmesi pahasına657 saltanatın kaldırılacağını söyleyecekti. Bu tehdit konuşmasının ardından tartışmaların etkisi azaltacak ve müşterek encümen mazbatayı Meclis’e sunacaktı. Mazbatanın Meclis’e gelmesiyle birlikte Meclis hükümeti sistemi ile hilafetin birlikte nasıl sürdürüleceği noktasında bazı tartışmalar yaşanacaktı. Mustafa Kemal Paşa ile Hüseyin Avni Bey’in konuşmalarının ardından ve encümenin teklifinin Meclis’te kabul edilmesinden sonra, saltanatın ve halifeliğin birbirinden ayrılmasını ve saltanatın 16 Mart 1920’den beri kaldırılmış sayılmasını öngören teklif şiddetli alkışlar arasında kabul edilecekti. Başkanın, teklifin oybirliği ile kabul edildiğini açıklamasından sonra Lazistan mebusu Ziya Hurşit ‘Ben muhalifim’ diye bağıracaksa da kendisi ‘buna söz yok’ denilerek pek dikkate alınmayacaktı. Öte yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım gününün Mevlit Kandili’ne rastlamasını öne çıkaran İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’in önerisiyle o gece ve ertesi günün bayram olarak sayılmasını prensip olarak kabul edecekti. Sonuç olarak saltanat kaldırılırken Türkiye Büyük Millet Meclisi, o zamana kadar pek çok noktada anlaşmazlık yaşayan iki grubun uzlaşmasına sahne olacak, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın tarihe karıştığını ilan eden Meclis kararı ile Sivas Kongresi’nden sonra ortaya çıkan ve Meclis’in açılmasıyla birlikte fiilen ortada olan ikili yapıya bir son verilecek ve Cumhuriyet’in ilanı yolunda önemli bir adım atılacaktı. 658 657 Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta da yer alan bu konuşmasının ilgili bölümü şöyleydi: “… Bu, behemehâl olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” Bkz. Nutuk, s.459. 658 Saltanat’ın kaldırıldığı iki maddelik karar şu şekildeydi: 1. Teşkilat-ı Esasiye Kanuniyle Türkiye halkı, hukuk u hakimiyet ve hükümranisini (egemenlik ve hükümranlık haklarını), mümessil-i hakikisi olan (kendi gerçek temsilcisi olan) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i manevisinde (manevi kişiliğinde), gayr-i kabil-i terk ve tecezzi ve ferağ (başkasına terk edilemez, parçalanamaz ve vazgeçirilemez) olmak üzere temsile ve bilfiil istimale (fiilen kullanmaya) ve irade-i milliyeye istinat 317 Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılması sırasında halifeliğin devam etmesi gerektiğini savunmuş, Cumhuriyet’in ilanı ve hilafetin kaldırılması gibi konularda düşündüklerini açığa vurmamış, ‘milli sır’ çizgisinden sapmayarak tedbirli davranmıştı. Zira Birinci Meclis’in amacı yalnız vatanı ve milleti değil, hilafet ve saltanatı da kurtarmak idi. Bu nedenle başlarda hilafet ve saltanata açık bir şekilde karşı çıkış söz konusu olmamış, birlik ve beraberliği sağlamaya yönelik bir tavır içinde olunmuştu. Böylece hilafetçi mebusların muhtemel bir erken tepkisi önlenmişti. Bununla beraber saltanat kaldırılırken Osmanlı hanedanının hilafeti devam ettireceği, ancak halifenin TBMM tarafından seçileceği de karara bağlanmıştı. Böylece halifenin durumu da netleşmiş, İstanbul’da oturan ve dini bir liderlik dışında yetkisi ve gücü olmayan bir halife profili ortaya çıkmıştı. b) Saltanat’ın Kaldırılması Noktasında Yol Arkadaşlarının Tavrı Yol arkadaşları saltanatın kaldırılması sırasında oluşan ortak görüşe dahil olmalarının da ötesinde genel itibarıyla saltanatın kaldırılmasını savunan bir çizgide durmuşlardır. Konunun Meclis gündemine geldiği 30 Ekim Pazartesi günü yapılan görüşmeler sırasında söz alan Mustafa Kemal Paşa, toplantı sırasında Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey’den saltanatın kaldırılması yönünde konuşmalar yapmalarını istemişti. Edirne mebusu Kâzım Karabekir Paşa doğudaki görevi nedeniyle Milli Mücadele süresince Meclis tarafından izinli sayılmış, 15 Ekim 1922 tarihinde Ankara’ya gelmiş, ertesi gün de Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bursa’ya etmeyen (dayanmayan) hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nden başka şekli hükümeti tanımaz. Binaenaleyh (bundan dolayı) Türkiye halkı hakimiyet-i şahsiyeye müstenit olan (kişisel egemenliğe dayanan) İstanbul’daki şekli hükümeti 16 Mart 1336’dan (1920) itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil (karışmış) addeylemiştir.” 2. Hilafet, Hanedan-ı Al-i Osman’a ait olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşat ve aslah (en olgun ve layık) olanı intihab olunur. (seçilir) Türkiye Devleti makam-ı hilafetin istinatgahıdır. (dayanağıdır)” Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.304-316, 1 Kasım 1922. 318 gitmişti. Ekim ayı sonlarında Ankara’ya dönen ve bu nedenle Meclis’teki ilk konuşması saltanatın kaldırılması görüşmelerine rastlayan Kâzım Karabekir Paşa, “İstiklâl Harbimizde düşmanlarımızın mesaisini teshil eden ve milletimize karşı her fenalığı yapmaktan çekinmeyen bir güruhun bugün de şanlı sulhümüzü bozmak ve karıştırmak için aynı fenalığa karşı adım attığını görüyoruz.” cümlesi ile başladığı konuşmasında saltanatın kaldırılması konusunda açık bir cümle kurmamışsa da, İstanbul Hükümeti’ni kötüleyen bir konuşma yapmıştı. Ankara mebusu Ali Fuat Paşa da, kendisinden önce söz alan arkadaşlarının meseleyi yeterince izah ettiklerini, bu nedenle kendisinin yalnız bir noktaya temas etmek istediğini ifade etmiş ve “Mücadele’yi Milliyeye başladığımız tarihten bugüne kadar bizim iki düşmanımız vardı. Biri hariçten geliyordu. Diğeri de İstanbul’dan doğuyordu. İstanbul’dan maksadım Padişah, saray ve Babıalidir… Cephedeki süngülerimiz kati bir zafer istihsal ettiği halde bile hala İstanbul entrikası nihayet bulmuyor. Binaenaleyh bu meselenin bence ifade edilecek zamanı gelmiştir. Ve bunu da benden evvel söyleyen Heyet-i Vekile Reisi Rauf Beyefendi tamamen izah ettiler. Önümüzde bir sulh konferansı vardır. Daima ikilik ihdas ediliyor. Binaenaleyh bendeniz o kanaatteyim ki; düşmanların sonuncusu da bugün halledilmelidir.” ifadelerini kullanmak suretiyle saltanatın kaldırılmasını desteklediğini açık bir şekilde belirtmişti.”659 Birden fazla söz alan İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve Sivas mebusu Rauf Bey ise Mustafa Kemal Paşa’ya Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde aksi yönde görüş bildirmesine rağmen, mütareke sonrasında düşman güçlerinin İstanbul Limanı’na gelmesinin ardından milleti unutup milli hakimiyeti temsil eden Meclis’in kanuna aykırı bir şekilde feshedildiği, milletin bu tehlikeyi görerek kendisini Anavatan’da topladığı, hükümetin de meclisi toplamak zorunda kaldığı gibi konulardan bahsetmek suretiyle İstanbul Hükümeti ile Padişah’ı kötüleyen bir konuşma yapmış660 ve saltanatın kaldırılmasını talep eden teklifin 659 660 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.280-286, 30 Ekim 1922. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.285-286, 30 Ekim 1922; Nutuk, s.456. 319 altına Mustafa Kemal Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa ile birlikte imzasını atmıştı. Bununla beraber Rauf Bey, yukarıda da değinildiği üzere saltanatın kaldırılmasından sonra bir kez daha kürsüye çıkmış, Mevlit Kandili’ne rastlayan o günün bayram olarak kabul edilmesini istemiş ve teklifi alkışlar arasında kabul edilmişti. Bizce Rauf Bey için saltanatın kaldırılması, kendisini Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya getiren bir gelişme değildi. Zira Refet Bey’in evinde yapılan Keçiören Görüşmesi sırasında saltanattan yana tavır koymuş olan Rauf Bey’in düşüncesinin gelinen noktada değiştiği kanaatindeyiz. Öyle ki Milli Mücadele’yi yaşamış olan hemen herkes Padişah’ın Milli Hareket aleyhindeki tutumunun farkındaydı. Bu anlamda saltanatın kaldırılması noktasında muhalif olanlar arasında dahi birbirinden bağımsız bir fikir birliği ortaya çıkmış, en azından muhalefetin ses tonunun yükselmeyeceği bir noktaya gelinmişti. Rauf Bey de Milli Mücadele başlamadan önce, henüz İstanbul’da iken ziyaret ettiği Padişah’tan, milletin bir koyun sürüsü kendisinin ise çoban olduğu sözlerini duymuştu. Öte yandan kendisi için en uygun yönetim şeklinin Meclis Hükümeti sistemi olduğunu bildiğimiz Rauf Bey, yapılan bu düzenleme ile memleketin rotasının değiştirileceğine dair endişelerinden biraz olsun uzaklaşmıştı. Zira milli hakimiyete dayanan bir Meclis çalışmalarına devam etmekteydi, yönetim anlamında bir ikilik olduğu ortada ise de, yönetim kesinlikle İstanbul’a bırakılmamalıydı ve her şeyden önemlisi bu düzenleme ile hilafete dokunulmamaktaydı. Rauf Bey, kanaatimizce saltanatın kaldırılması ile, hilafetin hala var olmasının verdiği güven dışında milli hakimiyete dayanan bir meclisin varlığı düşüncesiyle bir fikir değişikliği noktasına gelmiş, daha birkaç ay önce Mustafa Kemal Paşa’ya söylediği sözlerden geri adım atmak durumunda kalmıştı. Bununla beraber saltanatın kaldırılmasının, milli hakimiyet düşüncesinde olduğunu 320 söyleyen Rauf Bey için şahıs egemenliğinin sona ermesi anlamında bir ilerleme anlamı taşıdığı da söylenebilir. Öte yandan müthiş bir zamanlama ustası olan Mustafa Kemal Paşa’nın Tevfik Paşa’dan gelen telgrafların ardından saltanatın kaldırılması için düğmeye basması, kendi üstünde güç tanımama noktasında hayli yol almış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin de itirazlarının önüne set çekmişti. Bu seti aşabilen itirazlar da saltanatın kaldırılmasının değil, saltanat kaldırıldıktan sonra hilafetin durumunun ne olacağı noktasında toplanmıştı. İleride de görüleceği üzere Rauf Bey saltanatın kaldırılmasına değil, Cumhuriyetin İlanı’na karşı bir tavır içinde olmuştu. Öyle ki saltanatın kaldırılması konusunda konuşurken Türkiye Büyük Millet Meclisi dışında hiçbir gücün milleti temsil edemeyeceğini ifade etmişti. Bununla birlikte hatıralarında saltanatın kaldırılmasına dair teklifin kabulünü anlatması da bu noktada sorunlu görünmemekte, Misak-ı Milli sınırları içerisinde Büyük Millet Meclisi’nden başka hükümet şeklinin kabul edilemeyeceğini söyleyen Rauf Bey, İstanbul’daki hükümet şeklinin 18 Mart 1920661 tarihinden itibaren geçerliliğini yitirdiğini içeren teklif ile saltanatın kaldırılması ve hilafetin durumu hakkındaki takririn oybirliği ile alkışlar arasında kabul edildiğini söylemektedir.662 Meclis’teki görüşmeler sırasında İstanbul Hükümeti’ni kötülemek dışında açık bir görüş belirtmemiş olan Kâzım Karabekir Paşa da anılarında zaferin kazanılması sonrasında saltanat ve hilafetin durumunun nasıl olması gerektiğine dair düşüncelerini ifade etmekte, İstanbul’un hükümet merkezi olmaması, devlet işlerine hanedanın karıştırılmaması, bununla beraber hilafetin hanedanda kalması gerektiğinden bahsetmektedir.663 661 Rauf Bey’in anılarında 18 Mart olarak geçen bu tarih Meclis zabıtlarında, olması gerektiği gibi 16 Mart olarak geçmektedir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.314, 1 Kasım 1922. 662 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.48-51. 663 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1254. 321 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin saltanatı kaldırdığını işgal güçleri komiserliğine bildirmesiyle birlikte barış konferansında Türkiye’nin yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edileceği ortaya konulmuştu. Bununla beraber yayımlanan bir tebliğ ile İstanbul’un Türk vatanının bir parçası olduğu ifade edilmiş, İstanbul’daki hükümet de 4 Kasım’da yaptığı bir toplantı ile kendi varlığının sona erdiğini kabul etmişti. İstanbul’daki vali, belediye başkanı, emniyet müdürü, jandarma komutanı gibi üst düzey yöneticiler de aynı gün Refet Paşa’yı ziyaret ederek Ankara’ya olan bağlılıklarını bildirmişlerdi.664 c) Vahdettin’in Kaçışı ve Yeni Halifenin Seçimi Saltanatın Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile kaldırılmasının üzerinden on beş gün geçmişti ki Padişah Vahdettin, Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington’a hayatının tehlikede olduğuna dair yazılı bir başvuruda bulundu.665 17 Kasım’da İngilizlerin gönderdiği bir ambulans ile Tophane’ye getirilen Vahdettin, buradan da bir istimbotla Malta’ya gitmek üzere Malaya gemisine götürüldü.666 Aynı gün Harington, İngiliz himayesini ve başka bir yere naklini isteyen Vahdettin’in bu isteğinin sabahleyin yerine getirildiğini hem yayımladığı bir bildiriyle Avrupa’ya duyurdu, hem de bu bildiriyi de ekleyerek durumu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa’ya bildirdi. Refet Paşa Vahdettin’in kaçtığını öğrendikten sonra Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’i telgrafla bilgilendirdi ve kendilerine Harington’un yazısı ile bildirisini ulaştırdı. Buna göre Vahdettin hürriyet ve hayatını tehlikede görmüş, bütün Müslümanların halifesi sıfatı ile İngiliz himayesini ve başka bir yere nakledilmesini 664 Aydemir, Tek…, c.III, s.63-64; Cebesoy, Siyasi…, s.184-185. Jaeschke, Türk…, c.II, s.12. 666 Tevhid-i Efkar, Vakit, 18 Kasım 1922. 665 322 talep etmiş ve arzusunun kabul edilmesi üzerine de bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul’dan ayrılmıştı.667 Vahdettin’in kaçışıyla birlikte yeni halifenin belirlenmesi konusu gündeme gelecek, Mustafa Kemal Paşa, Refet Paşa’ya 17 Kasım’da verdiği talimat neticesinde Abdülmecid Efendi’den 18 Kasım günü öğleye kadar bir teminat alınmasını isteyecekti.668 Mustafa Kemal Paşa, hataları olduğu kabul edilen, zaman zaman Büyük Millet Meclisi tarafından suçlanan Abdülmecid Efendi’nin Refet Paşa aracılığı ile ‘Büyük Millet Meclisi’nin hilafet ve saltanat hakkında ittihaz ettiği kararı tamamen kabul ettiğine dair’ yazılı bir teminat vermesinden sonra hilafete getirilmesinde bir sakınca görmeyecekti.669 Böylece Abdülmecid Efendi 3 Mart 1924 tarihinde hilafetin kaldırılıp, Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılmasını da içeren kanuna kadar halifelik makamında kalacaktı. 18 Kasım 1922 tarihinde konu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ele alınmıştı. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, Refet Paşa’dan gelen telgraflar ile bildiriyi okumuş ve Vahdettin’in ihanetinin tarihte bir benzerinin olmadığını söylemişti. İcra Vekilleri Heyeti’nin bu konuda bir toplantı yaptığını da ifade eden Rauf Bey, Vahdettin’in vazifeyi terk ederek düşmana sığınması ile hilafet makamının boş kaldığı ve yerine yeni bir halifenin seçilmesi gerektiği kanaatini arz ederek sözü Şer’iye Vekili Vehbi Efendi’ye bırakmıştı. Zira yeni halifenin seçilebilmesi için eskisinin yetki ve unvanının alınması, sonra yeni halifenin seçilmesi gerekliydi. Müdafaa-i Hukuk Grubu mebusları Abdülmecid Efendi’nin bir an önce halife seçilmesini istemiş, Rauf Bey de hemen yeni halife seçimine geçmek istemişti. Ne var ki bazı mebuslar, 667 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Bölüm, c.3, s.1042-1043, 18 Kasım 1922; Nutuk, s.460; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.51; Cebesoy, Siyasi…, s.190. 668 Atatürk’ün Tamim…, 503-504. 669 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3 s.1043, 18 Kasım 1922; Nutuk, s.462; Kandemir, Hatıraları…, s.92-93; Cebesoy, Siyasi…, s.191-193. 323 seçimin aceleye getirilmesi nedeniyle sinirlenmiş ve halifenin Ankara’ya getirilmesi konusunda bir yaklaşım ortaya koymuştu. Mustafa Kemal Paşa, o an için yapılması gerekenin yeni halifenin seçimi olduğu, ayrı bir konu olan ve üzerinde henüz görüşme yapılmamış bir meselenin oylanamayacağı cevabını vermişse de muhalifler, İstanbul’un işgal altında olduğunu ve yeni halifeye tek tek biat edilmesi gerektiğini ileri sürmüştü. Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey halifenin aynı zamanda meclis başkanı olmasını isteyince Mustafa Kemal Paşa, Türkiye halkının hakimiyetine kayıtsız şartsız sahip olduğu ve hakimiyetin hiçbir şekilde ortak kabul etmeyeceği cevabını vermişti. Bu konuşmaların ardından Şer’iye Vekili Vehbi Efendi’nin verdiği fetva gereğince önce Vahdettin halifelik makamından alınmış, daha sonra da oy kullanan 162 mebusun 148’inin oyunu alan Abdülmecid Efendi halife seçilmişti. Seçimde 9 çekimser oy kullanılırken, 3 oy Selim Efendi’ye 2 oy da Abdülhalim Efendi’ye verilmişti.670 3.6. LOZAN KONFERANSI a) İkinci Adam Siyaset Sahnesinde İsmet Paşa’nın siyaset sahnesinde boy göstermeye başlaması, bir yandan Mustafa Kemal Paşa’nın yeni yol arkadaşları edindiği, diğer yandan ise İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey gibi yol arkadaşları ile arasının açılacağı bir sürecin habercisiydi. Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesi ve yapılacak barış konferansında ülkeyi Mudanya’daki ilk temsilinden alnının akıyla çıkan İsmet Paşa’nın temsil edecek olması Rauf Bey için beklenmedik bir gelişmeydi. Öyle ki altına imza attığı Mondros Mütarekesi’nin izlerini, yine altına imza atacağı bir barış anlaşmasıyla silmek isteyen 670 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.562-565, 18 Kasım 1922; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.1042-1065, 18 Kasım 1922; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.52; Cebesoy, Siyasi…, s.207-210. 324 Rauf Bey, beklentileri dışında gelişen olaylar nedeniyle duygusal tavırlar içine girmekte ve kendisini İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden uzaklaştıran bir süreci başlatmaktaydı. Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Bursa’ya hareket eden Mustafa Kemal Paşa, barış konferansında Türkiye’yi temsil edecek murahhaslar heyeti başkanını Bursa’da açıklayacaktı. O zamanki beklentilerin aksine bu kişi ne İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, ne de Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey olacaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele’nin ilerleyen aşamalarında Ankara’ya gelen ve ilk kez Mudanya’da ülkeyi başarıyla temsil eden İsmet Paşa’yı tercih etmesi her ne kadar bu noktada bir beklentisinin olmadığını ifade etse de, Rauf Bey için bir hayal kırıklığı anlamına gelecekti. Lozan’da Türkiye’yi İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal ve Sıhhiye Vekili Rıza Nur Beylerin temsil etmesini isteyenler olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa’ya gitmesinden önce konunun vekiller heyeti toplantısında ele alındığını ve konferansa içinde Yusuf Kemal ve Rıza Nur Beyler ile askeri müşavirlerin de yer alacağı, İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey başkanlığında bir murahhaslar heyetinin gönderilmesinin uygun görüldüğünü, bununla beraber bu noktada bir karar alınmadığını söyleyen Özalp, konunun Bursa’da yeniden ele alındığını ve Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’yı Hariciye Vekilliği’ne getirmek suretiyle konferans heyetinin başına getirmeyi uygun bulduğunu ifade etmektedir.671 Böylece Rauf Bey başkanlığındaki heyetten vazgeçilmiş, Ankara’ya bir yazı ile bildirilen karar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından memnuniyetle karşılanmıştı. Anılarında barış konferansına gidecek 671 Özalp, Milli…, c.I, s.236-237. 26 Ekim 1922 tarihinde yapılan seçimlerde 174 mebus oy kullanmış, 20 mebus çekimser kalmış ve 155 oy alan İsmet Paşa Hariciye Vekili seçilmiştir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.208, 26 Ekim 1922. 325 murahhaslar heyetine kendisinin başkanlık etmesinin istendiğini söyleyen Rauf Bey ise konferans murahhaslar heyeti başkanlığı için Mustafa Kemal Paşa’ya İsmet Paşa’yı kendisinin tavsiye ettiğini söylemektedir. İlk olarak öteki devletleri de hariciye vekilleri temsil edeceği için bu göreve Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in memur edilmesinin uygun olacağı kanaatini dile getiren Rauf Bey, Yusuf Kemal Bey’in, ancak Rauf Bey’in başkan olarak gitmesi halinde kendisine refakat edebileceğini ileri sürmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa’ya heyet başkanlığı için İsmet Paşa’yı tavsiye ettiğini söylemektedir.672 Mudanya Konferansı sona erdikten sonra İsmet Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi Paşa Bursa’da bulunmaktaydı. Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ve o sıralarda Erzurum’dan Ankara’ya henüz gelmiş olan Kâzım Karabekir Paşa ile İstanbul’da görevlendireceği Refet Paşa’yı yanına alarak Bursa’ya giden ve Rauf Bey’in başkanlığında bir heyetin başarılı olup olamayacağından emin olamayan Mustafa Kemal Paşa, bu hayati görev için İsmet Bey’i tercih edişiyle673 ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bursa’da kaldığım günler zarfında Refet Paşa’yı malum olduğu veçhile İstanbul’a gönderdim. İsmet Paşa’yı da, heyet-i murahhasa riyaseti vazifesini ifa edebilip edemeyeceğini, mevcut bunca malumatıma rağmen bir daha tetkik ettim. Mudanya Konferansını nasıl idare ettiğini teferruatıyla anlamaya çalıştım. İsmet Paşa’nın kendisine, tasavvurlarım hakkında hiçbir kelime söylemiyordum. Nihayet müspet olarak kararımı verdim. İsmet Paşa’nın Heyet-i Murahhasa Reisi olması için daha evvel Hariciye Vekili olmasını münasip gördüm. Bunun için doğrudan doğruya Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’e hususi ve mahrem olarak yazdığım bir şifre telgrafnamede 672 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.52-53. Nutuk, s.453. Cebesoy, Rauf Bey’in Lozan’a gitmemesinin nedeni olarak farklı bir anlatım yapmaktadır. Hariciye Vekilliği de yapmakta olan Fransa başvekilinin farklı bir ismi konferansa göndereceğinin anlaşıldığını, bununla beraber galip devletlerin konferansta başvekilleri ile temsil edilme arzusunda olduklarını ve fakat sadece açılışta bulunduklarını ifade ettikten sonra şunları söylemektedir: “İcra Vekilleri Heyeti Reisi, diğer devlet teşekküllerindeki başvekillere muadildi. Bu devletler başvekillerini konferansa göndermek istemediklerine göre Hüseyin Rauf Bey’in Türk baş murahhası olarak gitmesi uygun görülmemişti. Rauf Bey, kendisinin baş murahhas olmasını arzu eden vekil ve mebus arkadaşlarına hadiseyi etraflı şekilde izah etmişti. Bkz. Cebesoy, Siyasi…, s.158. 673 326 kendisinin Hariciye Vekâletinden istifa etmesini ve İsmet Paşa’nın intihabına bizzat delalet eylemesini rica ettim. Ankara’dan hareketimden evvel Yusuf Kemal Bey bana Heyet-i Murahhasa Riyaseti vazifesini en iyi İsmet Paşa’nın yapabileceğini söylemişti. Yusuf Kemal Bey’den kendisine vuku bulan iş’arımı hüsn-i telakki ederek (kendisine yaptığım teklifi iyi karşılayarak) icabına tevessül ettiğine dair cevap aldım. İşte ondan sonra idi ki, İsmet Paşa’ya, bir emrivaki halinde Hariciye Vekili olacağını, ondan sonra da sulh konferansına Heyet-i Murahhasa Reisi olarak gideceğini söyledim. Paşa, birdenbire mütehayyir kaldı. Asker olduğundan bahsederek beyan-ı itizar etti, En nihayet teklifimi bir emir telakki ederek mutavaat gösterdi. (itaat etti)” 674 Ülkede barış konferansı konusunu düşünecek bir hariciye vekili ve hükümetin bulunduğunu söyleyen İsmet Paşa da o sıralarda konferansa gitmek gibi bir düşüncenin zihninden geçmediğini söylemektedir. Bununla beraber, Mustafa Kemal Paşa konuyu açtığı sırada Kâzım Karabekir Paşa’nın askerlerin gitmesini sakıncalı bulduğunu söylediğini, Rusların da katılması halinde Kâzım Karabekir Paşa’nın konferansa katılmak istediğini, ancak Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi lehindeki kararlı tutumundan sonra Lozan’a gideceğinin kesinleştiğini ifade etmektedir.675 Yusuf Kemal Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 25 Ekim 1922 tarihinde vekillikten istifa etmiş, İsmet Paşa da ertesi gün Hariciye Vekili olarak seçilmişti.676 İtilaf güçleri 27 Ekim’de Ankara ve İstanbul Hükümetlerini Lozan’da toplanacak konferansa davet etmiş,677 ancak İstanbul Hükümeti Ankara’nın baskısı sonucu 4 Kasım’da istifa ederek konferansa katılmamıştı. Bursa’dan gönderilen yazıya uygun olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi konuyu 2 Kasım’da yapılan gizli bir oturumda ele almış ve Lozan’a gidecek murahhaslar heyetinin hükümet tarafından seçilmesine dair teklif 121’e karşı 61 ret oyu sonucunda kabul edilmişti. Netice itibarıyla Mustafa 674 Nutuk, s.453-454. İnönü, Hatıralar, c.II, s.43-45. 676 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.24, s.198,208, 26 Ekim 1922. 677 Tevhid-i Efkar, 28 Ekim 1922. 675 327 Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda İsmet Paşa Lozan Konferansı murahhaslar heyeti başkanlığını üstlenirken, Trabzon mebusu Hasan Bey ile Sinop mebusu Doktor Rıza Nur Bey’in de murahhaslar heyetinde bulunacağı ve kendilerine geniş bir müşavir kadrosunun yardımcı olacağı da tespit edilmişti.678 b) Konferans Çalışmaları ve Barış Antlaşması Lozan Konferansı 20 Kasım 1922 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde başladı. İngiltere, Fransa ve İtalya davetçi devletler, İsviçre ev sahibi idi. Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan gibi devletlerin temsilcilerinin de hazır bulunduğu konferansın dili Fransızca idi ve Türk heyeti başkanı İsmet Paşa konferansın yapılacağı salona İngiliz Hariciye Nazırı Lord Curzon’la birlikte girmişti. Çekişmeli geçmekte olan görüşmeler sürerken Curzon’un, şartlarının kabul edilmemesi halinde konferansı terk edeceğini söylemesi karşısında İsmet Paşa olumlu cevap vermemiş, iki buçuk ay devam eden konferans bir sonuca ulaşamadan 4 Şubat 1923 tarihinde dağılmıştı. Yeniden toplanacağı 23 Nisan 1923 tarihine kadar Türkiye bir yandan muhtemel bir savaş için önlemler alırken, diğer yandan diplomatik girişimlerini devam ettirmişti. Bu girişimlerin sonuç vermesiyle yeniden başlayan konferans, üç ay kadar sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde anlaşma ile sonuçlanmıştı. Lozan Barış Anlaşmasına göre, Gökçeada ve Bozcaada dışındaki adaların Yunanistan ve İtalya’ya bırakıldığı kabul edilirken, Batı Trakya ile ilgili Türk talepleri kabul edilmemiş, Musul meselesi Milletler Cemiyeti tarafından çözülmesi için ileri bir tarihe havale edilmiş, kapitülasyonlar kaldırılmış ve Osmanlı Devleti’nin borçlarının kendisinden ayrılan devletlerle paylaşılarak taksite 678 İnönü, Hatıralar, c.II, s.47; Aydemir, Tek…, c.III, s.100; Cebesoy, Siyasi…, s.158,222; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.3, s.1003, 2 Kasım 1922. 328 bağlanması kararına varılmıştı. Öte yandan gümrük tarifelerinin beş yıl süreyle dondurulması, Türkiye’nin boğazlarda asker ve silah bulunduramayacağı, boğazların denetiminin uluslararası bir komisyon tarafından yapılacağı da karara bağlanmıştı. Yunanistan ile nüfus değişimi yapılması, ancak bu değişimin Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumlarını kapsamayacağı da barış konferansında üzerinde uzlaşılan konular arasındaydı. Lozan Barış Anlaşması ile Sevr tarihe karışmış ve Türkiye Devleti Birinci Dünya Savaşı’nın yenik devletleri arasında yıkıntıları içinden yeniden ayağa kalkabilen tek ülke olmuştu. Bununla beraber Lozan Anlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nu hukuken tarihte bırakan ve yeni Türkiye Devleti’nin temellerini de kuran bir anlaşma olmuştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi içindeki muhalif İkinci Grup üyelerinin muhalefeti Lozan Konferansı sırasında da tüm şiddetiyle devam edecekti. Mustafa Kemal Paşa İzmir’den Ankara’ya dönerken, 21 Kasım’da başlayan, ancak yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle 4 Şubat’ta kesintiye uğrayan Lozan görüşmelerinden dönmekte olan İsmet Paşa ile 18 Şubat’ta Eskişehir’de buluşacaktı. İsmet Paşa’nın anlaşmanın gerçekleşmemesi nedeniyle eli boş dönmesi yanında henüz Büyük Millet Meclisi’ni bilgilendirmeden Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelmesi İkinci Grup mebusları için şiddetli bir eleştiri nedeni olarak görülecekti. Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki hararetli tartışmalar neredeyse Meclis’in feshedileceği 1 Nisan 1923 tarihine kadar devam edecekti. Gerek İcra Vekilleri Heyeti’nden yeni talimat isteyen İsmet Paşa Meclis’i bilgilendirmeye çalışacak, gerekse Mustafa Kemal Paşa tansiyonu düşürmek için beyanatlarda bulunacak, ancak muhalefetin Misak-ı Milli’den taviz verildiğinden tutun İsmet Paşa başkanlığındaki murahhaslar heyetine ülkenin kaderinin teslim 329 edilemeyeceğine kadar varan eleştirileri durmayacaktı.679 6 Mart 1923 tarihinde, bir Salı günü yapılan Meclis görüşmeleri sırasında hız kesmeden devam etmekte olan tartışmalar karşısında çok sinirlenen Mustafa Kemal Paşa, konuşmasını bitirmiş olmasına rağmen kürsüden inmeyerek muhaliflere cevap vermeye çalışacaktı. Bazı mebusların ayakta konuşmaya devam ettiği, bazılarının da kürsünün etrafına kadar geldiği bir ortam yaşanacak, Mustafa Kemal Paşa ‘memlekete zarar veriyorsunuz’ diyerek kürsüden inecekti. Tartışmalar hararetli bir şekilde devam ederken Meclis’e başkanlık etmekte olan Ali Fuat Paşa tartışmaları engelleyemediği gibi, oturumun gizli olması nedeniyle emniyet güçlerini dahi davet edemeyecek, ancak elindeki çanı ortalığa fırlattıktan sonra o günkü müzakereler yeterli görülerek tartışmalar sona erecekti. İkinci Grup en azından murahhaslar heyetinin değiştirilmesi için müzakerelere devam edilmesini isteyecek, zira zayıflamış olduğunu düşündükleri İsmet Paşa heyetinin Misak-ı Milli üzerinden fedakârlık yapabileceği düşüncesiyle hareket edecekti.680 c) Rauf Bey - İsmet Paşa Anlaşmazlığı İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, yukarıda da bahsedildiği üzere Lozan Konferansı’nda kendisinin ülkeyi temsil etmesi konusunda bir eğilim olduğunu, öteki devletleri de Hariciye Vekilleri temsil ettiğinden kendisinin Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in görevlendirilmesini istediğini, ancak Yusuf Kemal Bey’in Rauf Bey’in başkan olması halinde kendisine yardımcı olabileceğini söylemesi üzerine heyet başkanlığı için Mustafa Kemal Paşa’ya Mudanya’daki başarılarına istinaden 679 Nutuk, s.478-480. Cebesoy, Siyasi…, s.346-350; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.4, s.173-176, 6 Mart 1923; Kandemir, Hatıraları…, s.118-120; Aydemir, Tek…, c.III, s.81. 680 330 İsmet Paşa’yı tavsiye ettiğini söylemektedir.681 Rauf Bey’in anılarında dile getirdiği bu tavsiyenin varlığına dair izleri başka bir kaynakta göremediğimiz gibi, yapıldığını varsaysak dahi bu tavsiyenin planlamalar noktasında herkesten önce harekete geçen Mustafa Kemal Paşa’yı ne kadar etkilediğini kestirmek zordur. Bizce kendisinin baş murahhas olması noktasında bir eğilim ortada iken Rauf Bey, bundan vazgeçebileceğini söyleme aşamasına, Mustafa Kemal Paşa’nın İsmet Paşa’yı tercih etmesinden sonra gelmiş olmalıdır. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, konferansın kesintiye uğramasının ardından sert eleştirilere maruz kalmasına rağmen İsmet Paşa’dan vazgeçmemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın, İsmet Paşa tarafından dahi şaşkınlıkla karşılanan bu tercihi kendisinin Rauf Bey’in baş murahhaslığını istemediğinin açık bir göstergesiydi. Mustafa Kemal Paşa acaba neden Rauf Bey’in Lozan Barış Konferansı’na gitmesini istememişti? Bizce Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’dan itibaren yol arkadaşlığı yaptığı Rauf Bey’in o zamana kadar olan yaklaşımlarından rahatsızdı. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi sırasında kendisinin başkan olmasını istemeyen, İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesinin ardından gelmesini arzu ettiği halde Ankara’ya değil de Malta’ya gitmek durumunda kalan ve Refet Paşa’nın Keçiören’deki evinde saltanattan yana tavır koyan Rauf Bey’e Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesi sonrasında barış anlaşmasıyla taçlanacak olan bir paye vermek istememişti. 23 Nisan 1924 tarihinde yeniden başlayan konferans süresince murahhaslar heyeti Ankara ile sürekli temas halinde olmuş, ne var ki çok geçmeden iki taraf arasında bir takım anlaşmazlıklar baş göstermişti. Mustafa Kemal Paşa’ya göre bu anlaşmazlıkların nedeni ‘daha ziyade ruhi ve hissi sebepler’ idi. Rauf Bey, İsmet 681 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.52. 331 Paşa’nın idare tarzını beğenmemeye başlamış, bu hissini vekillere telkin etmeye çalışmış, hatta başarısız olacağı düşünülen İsmet Paşa’nın geri çağrılmasını dahi düşünmüş, ancak bunun Meclis’te oylanmasına Milli Müdafaa Vekili Kâzım Paşa engel olmuştu. İsmet Paşa ise kendisine verilecek cevapların geciktirildiği, Başvekil ve İcra Vekilleri Heyeti’nin aldığı kararların henüz kendisine ulaşmadan Lozan’a ulaştığından şikayetçi olmuştu. Bununla beraber ilerleyen zamanlarda İsmet Paşa, düşünce ve tekliflerinin Büyük Millet Meclisi Başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’ya olduğu gibi iletilmesini de istemiş, zor durumda kaldığını söyleyerek Mustafa Kemal Paşa’ya şikâyette bulunmuş, telgraf şifresi yalnız Rauf Bey’de bulunduğu için de Rauf Bey bu şikâyetlerden haberdar olmuştu. İcra Vekilleri Heyeti Rauf Bey ile Hariciye Vekili İsmet Paşa arasında anlaşmazlık yaşanmasına neden olan konuların başında Yunanlıların işgal sırasında verdikleri zararlar için talep edilecek tazminat bedeli vardı. Rauf Bey, tazminat bedeline karşılık teklif edilen Karaağaç’ı kabul etmezken, Karaağaç’ı kabul ederek anlaşmayı tamamlamayı ve bazı taleplerin karşılanmasının mümkün olmadığını düşünen İsmet Paşa, bu noktada fedakârlık yapılması halinde öteki konularda anlaşılabileceği kanaatini taşımaktaydı. İcra Vekilleri Heyeti Reisi ile Hariciye Vekili ve Lozan Konferansı baş murahhası arasındaki anlaşmazlık konusunda Mustafa Kemal Paşa, kendi tavrının nasıl olduğunu Nutuk’ta “Tarafeyne (iki tarafa) karşı aldığım vaziyet yumuşak olmadı. Bir tarafa hak verirken diğer tarafı susturmak sistemini de tatbik etmedim.” ifadeleriyle ortaya koymuştu. İcra Vekilleri Heyeti toplantısına da katılan Mustafa Kemal Paşa, hükümetle olan anlaşmazlık nedeniyle mutabakat sağlanmaz ise dönmek kararında olduğunu bildiren İsmet Paşa’ya bir şifreli telgraf ile tazminat bedeli konusunda bir direniş olmadığını 332 söylemek ihtiyacı duymuştu.682 Tazminat konusunda Karaağaç ile yetinileceği anlamına gelen bu cevap, İsmet Paşa için Mustafa Kemal Paşa’nın kendilerini cesaretlendirmesi bakımından da çok önemli görülmüştü. İsmet Paşa ile Rauf Bey arasındaki anlaşmazlığın bir sinir harbi düzeyinde olduğunu gözler önüne sermesi bakımından aşağıdaki satırlar dikkat çekicidir. İsmet Paşa konferansın sonraki aşamalarında hükümetin tercih ettiği yöntemi 93 Harbi’nin saraydan idare edilmesine benzetmiş ve ‘Nasıl hareket edeceğim Ankara’dan idare edilecekse bırakıp döneyim de siz gelin taleplerinizi İtilaf devletlerine kabul ettirin.’ şeklinde sözler sarf etmişti. Mustafa Kemal Paşa, bu sözleri tasvip etmediğini ifade etmiş ve İsmet Paşa’ya bir telgraf çekerek sinirli bir tarzda yazıldığını söylediği bu telgraftan ötürü kendisini haksız bulduğunu söylemişti.683 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey ile Murahhaslar Heyeti Başkanı İsmet Paşa’nın anlaşmazlığının damgasını vurduğu Lozan Konferansı imza aşamasına geldiği sırada dahi anlaşmazlık devam etmekteydi. Öyle ki İcra Vekilleri Heyeti, İsmet Paşa’nın imza yetkisi talep ettiği telgrafına cevap dahi vermemişti. Netice itibarıyla İsmet Paşa’nın istediği imza yetkisi kararsızlık içindeki hükümet tarafından değil, durumdan haberdar olan Mustafa Kemal Paşa tarafından verilmiş684 ve Lozan Barış Anlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştı. İsmet Paşa, anlaşmanın imzalanmasına giden yolu açan Mustafa Kemal Paşa’ya şunları yazacaktı: “Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana merbutiyetim bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim aziz Şef’im.” Mustafa Kemal Paşa da barış 682 Nutuk, s.515-517. A.g.e., s.522; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.53-55; Aydemir, Tek…, c.III, s.123. 684 Nutuk, s.523-524; İnönü, Hatıralar, c.II, s.148-149; Aydemir, Tek…, c.III, s.124. 683 333 anlaşmasının imzalandığı gün İsmet Paşa’ya bir tebrik telgrafı gönderecekti.685 Kendisine yapılan uyarıların ardından zoraki bir tebrik kaleme alan Rauf Bey ise İcra Vekilleri Heyeti Reisi olarak son imzasını Lozan Konferansı’nın imzalanmasından bir gün sonra Lozan’da bulunan Murahhaslar Heyeti Başkanlığı’na hitaben çektiği bu tebrik telgrafının altına atacaktı. d) Rauf Bey’in İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden Ayrılması Sevr’in tarihe karıştığını ilan eden Lozan Anlaşması’nın imzalanmasının ardından İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, Meclis İkinci Reisi Ali Fuat Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmiş ve konferans sırasında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle Lozan’dan gelmekte olan İsmet Paşa’yı karşılamayacağını ifade etmişti. Rauf Bey’e göre, İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden istifa edeceğini söylediği zaman Mustafa Kemal Paşa kendisine: “Rauf'cuğum, ne söyleyeyim bilmem ki, haklısın… Bu muhit insanı ahlaksız yapıyor.” şeklinde karşılık vermişti. Bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal Paşa ile vedalaşan Rauf Bey, ertesi gün kendisi Sivas’a ulaştığında vermesi için istifanamesini Ali Fethi Bey’e bırakmıştı.686 Rauf Bey’le birlikte Çankaya’ya giden Ali Fuat Paşa’nın anlatımına bakılırsa, Rauf Bey anlaşmanın imzalandığına dair telgrafı verdikten sonra Mustafa Kemal Paşa heyecandan sapsarı kesilmiş ve gözlerini telgraftan ayırmamıştı. Bunun nedeni, Mustafa Kemal Paşa’nın, barışın imza edileceğini tahmin ediyor olsa da muhataplarının son anda sözlerinden dönebileceğini aklına getirmesiydi. Bu noktadan sonra yaşananlara dair Ali Fuat Paşa şunları söylemektedir: 685 686 Nutuk, s.524-525. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.83. 334 “Rauf Bey: Başta siz olmak üzere bu mesut günün muvaffakiyetini, Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalara borçluyuz. Bu, sizin eserinizdir. Ben sizin aranızda bir arkadaşınız olarak çalışmakla kendimi dünyanın en bahtiyar insanı telakki ediyorum. Sizlerin çok samimi surette bir araya gelerek vatanın kurtuluşu için feragat ve fedakârlıkla çalışmaya başladığınız Amasya’dan beri içimden daima ellerinizi öpmek arzusu gelmiş, fakat bunu izhar edememiştim. Şimdi bu hissiyatımı ellerinizi öpmek suretiyle açıklayacağım. Gazi: Rauf, fazla ve lüzumsuz nezaket gösteriyorsun. Daha ilk günlerde hakiki bir vatan fedaisi gibi evvela Fuat Paşa’nın yanına sonra beraberce benim yanıma gelerek ve bugüne kadar bir dakika ayrılmayarak birlikte çalışmadık mı?... Senin hizmetin de bizimkiler kadar olduğuna şüphe etmemelisin. … Getirilen kahveleri içerken Rauf Bey şu maruzatta bulundu: Paşam bugün sizi sıkmak hatırımdan geçmezdi. Fakat daha müsait zaman bulamayacağımdan düşüncelerimi arz edeceğim. Ben, sulhun imzasına kadar her şeye göğsümü siper yapmağa ve nihayete kadar çalışmağa söz azmetmiştim. Hamdolsun bugün müşterek çalışmalarımızın neticesini almış bulunuyoruz. Bildiğiniz gibi çok yorgunum. Midemden de rahatsızım. Müsaade ederseniz ikinci meclis toplanmadan yerime Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi Paşa’yı vekil bırakarak eski intihap dairem olan Sivas’a gitmek… sonra validem nezdinde bir müddet dinlenmek üzere İzmir’e gitmek istiyorum… Konuşmalarımız arasında Rauf Bey’in istifa arzusunun sebebini kendi kendine bulmaya çalışan Gazi, birdenbire bulmuş gibi tavır takınarak dedi ki: -Konferans esnasında İsmet haksız yere, seni çok kızdırdı. … O zamanki hakemliğimden senin de memnun olduğunu sanıyorum. İsmet’in o hareketleri yalnız sana değil, hepimize karşı idi. Bunda devam ederse o gün olduğu kadar bugün de onu yola getiririm. Rauf Bey: Lozan Sulhunun bundan sonraki en mühim kısmını muahedenin tatbiki teşkil edecektir. Bu sebeple İsmet Paşa’nın en az Hariciye Vekili olması lazımdır. Biz sizin partiler ve şahıslar üstünde hakiki bir hakem ve Devlet Reisi kalmanızı arzu ederiz. … Gazetelere verdiğiniz beyanattan sulh devresinde, teşkil edeceğiniz Halk Fırkasının başına geçerek, günlük politikaya karışacağınız anlaşılıyor. Biz buna taraftar değiliz. Sizin Devlet Reisliğinde hakem ve nazım rolünüzü devam 335 ettirmenizi, parti reisi olarak kendinizi yıpratmamanızı, memleket menfaatine uygun görüyoruz… Sizi fazla sıktığımdan dolayı affımı rica eder, istifamın kabulünü rica ederim. 687 Gazi: Rauf acele etme, İkinci Meclis toplanıncaya kadar düşünebilmek için vaktimiz var…” Rauf Bey’in Ali Fuat Paşa ile birlikte çıktığı Çankaya’da gerçekleşen görüşme, bize sadece kendisinin İsmet Paşa ile olan anlaşmazlıkları nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti’nden ayrılmasının nedenlerini değil, aynı zamanda Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlandırılmasına yol arkadaşlarının katkısını ve yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile geldiği yol ayrımını da göstermektedir. Mustafa Kemal Paşa da bu görüşme ile ilgili olarak Ali Fuat Paşa gibi bir anlatım yapmakta ve orada sadece Rauf Bey’in ayrılması meselesinin konuşulmadığını, bununla beraber barıştan sonrası için alacağı vaziyete dair bir konuşma geçtiğini de doğrulamaktadır. Rauf Bey İsmet Paşa’yı karşılamayacağını, müsaade edilirse seçim bölgesi Sivas’ı ziyarete gitmek istediğini söyledikten sonra yaşananları Mustafa Kemal Paşa şöyle anlatmaktadır: “Rauf Bey’e bu tarz-ı hareketine bir sebep olmadığını, burada bulunmak, İsmet Paşa’yı, bir hükümet reisine yaraşır surette kabul etmek ve vazifesini hüsn-i ikmal ettiğinden onu şifahen de takdir ve tebrik etmek muvafık olacağını söyledim. Rauf Bey kendime hakim değilim; yapamayacağım dedi ve seyahate çıkmak hususunda ısrar etti. Heyet-i Vekile Riyasetinden istifa eylemesi şartıyla seyahatine muvafakat ettim. Ondan sonra Rauf Bey’le aramızda, şu mükâleme cereyan etti: Rauf Bey: Heyet-i Vekile Riyasetinden çekilirken, sizden çok rica ederim, dedi, devlet riyaseti makamını takviye ediniz. Rauf Bey’e; dediğinizi yapacağıma kat’iyyen emin olunuz! cevabını verdim. Rauf Bey’in ne demek istediğini, ben, pek güzel anlamıştım. Rauf Bey, devlet riyaseti makamı olarak, hilafet makamını düşünüyor ve o makama kuvvet ve salahiyet teminini benden rica ediyordu. 687 Cebesoy, Siyasi…, s.405-407. 336 Rauf Bey’in benim müspet cevabımın medlulünü anlayıp anlamadığı meşkûktür. Bilahare, Cumhuriyet ilanından sonra, kendisi ile Ankara’da vuku bulan bir mülâkatımızda, ne için muarız olduğunu, yapılmış olan şeyin Ankara’dan müfarakat ederken (ayrılırken), benden yapılmasını rica ettiği ve benim söz verdiğim meseleden başka bir şey olmadığını söylediğim zaman, ben, demişti, devlet riyaseti makamını takviye ediniz derken asla Cumhuriyet ilanını tasavvur ve kastetmemiştim. Hâlbuki efendiler benim verdiğim cevabın medlulü tamamen o idi. Filhakika, bence devlet riyaseti makamı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi makamını memzuç bulundurmak, hükümet-i milliyemizin mahiyeti, hükümet-i cumhuriyet olduğu halde, onu kat’i olarak ifade ve ilan etmemek bir zaaf teşkil etmekte idi. İlk fırsatta resmen cumhuriyet ilan etmek ve devlet riyasetini, riyaset-i cumhur makamında temsil ederek kuvvetli bir vaziyet vücuda getirmek elzem idi. Rauf Bey’e bunu yapacağıma kat’iyyen söz vermiştim. Eğer maksadıma intikal edememiş ise zannederim, noksan bende değildir.”688 Rauf Bey anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın, İcra Vekilliği Reisliği’nden istifasını istediğine dair bir şey söylememektedir. Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki ciddi fikir ve görüş ayrılıklarına Lozan’ın devamı sırasında rastlandığını söyleyen Fethi Okyar ise, o sırada İcra Vekilleri Heyeti Reisi olan Rauf Bey ile aynı kabinede Hariciye Vekili olan İsmet Paşa arasındaki yazışmaların ağır tonda olması yanında temel ayrılıklar olduğu kanaatindedir. Burada Okyar, Rauf Bey’in kesinlikle taviz verilemeyeceğine dair kararlı tutumunu ilettiği bir telgraf örneğini de vermekte, bunun da ayrılıkların derinliğinin anlaşılabileceği bir örnek olduğunu söylemektedir.689 Bizce Fethi Bey, Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında yaşanan anlaşmazlıkların aynı zamanda Rauf Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasında gerçekleşen bir anlaşmazlık olduğunu ileri sürmektedir ki bu yanıltıcı bir yaklaşımdır. Öyle ki İsmet Paşa’yı karşılamak istemediği için görevini bırakmak durumunda kalan Rauf Bey, istemiş olsaydı yine İcra Vekilleri Heyeti Reisliği 688 689 Nutuk, s.527-528. Okyar, Üç…, s.340-341. 337 görevine devam edebilirdi. Mustafa Kemal Paşa da Lozan Görüşmeleri sırasında ortaya çıkan bu anlaşmazlık için her iki taraf arasında tarafsız bir vaziyet aldığını ifade etmekte, birisini diğerine tercih eden bir anlayış benimsemediğini söylemektedir. Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e, ‘bu hareket tarzına bir sebep olmadığını, burada bulunmak, İsmet Paşa’yı, bir hükümet reisine yakışır surette kabul etmek ve vazifesini iyi ifa ettiği için onu şifahen de takdir ve tebrik etmek muvafık olacağını’ söylemişse de Rauf Bey, ‘Kendime hakim değilim, yapamayacağım.’ cevabını vermiş, İsmet Paşa’yı karşılamak durumunda kalmadan İcra Vekilleri Heyeti Reisliği vekâletini Fevzi Paşa’ya bırakmak suretiyle seçim bölgesi olan Sivas’a doğru yola çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa Çankaya’daki bu görüşmede Ali Fuat Paşa ile yol arkadaşlarına karşı olan yaklaşımını da ortaya koyduğu bir konuşmadan da bahsedecekti: “Ali Fuat Paşa ile de kısa bir müdavele-i efkâr yapıldı. Fuat Paşa bana şöyle bir sual tevcih etti: Senin şimdi, (apotr)ların kimlerdir; bunu anlayabilir miyiz? Ben, bu sualden bir şey anlayamadığımı söyledim. Paşa, maksadını izah etti. O zaman, ben de şu beyanatta bulundum: Benim (apotr)larım yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, hizmet liyakat ve kudretini 690 gösterir ise, (apotr) onlardır. Mustafa Kemal Paşa, barışın elde edilmesinden sonra kendisini ‘milli bir sır’ olarak o zamana değin sakladığı devrimlerin gerçekleştirilmesine verecek, yeni yol arkadaşlarını ancak devrimlerin gerçekleştirilmesi noktasında kendisine destek verenler arasından seçecekti. 690 Nutuk, s.527-528. 338 3.7. MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YENİ DÖNEM HAZIRLIKLARI a) Zaferden Sonraki Yurt Gezisi 1923 yılının 14 Ocak günü Mustafa Kemal Paşa bir ay kadar sürecek bir yurt gezisine çıkacak, saltanat ve hilafet konusundaki değişikliklere dair halkın tepkisini ölçmeyi, zaferden sonra ordunun durumunu yakından görmeyi, barış yapılması halinde kurmayı planladığı Halk Fırkası için zemin oluşturmayı ve yeni bir mebus seçimi için nabız yoklamayı amaçlayacaktı.691 İzmit’te iken kendisine yeni hükümetin dini olacak mı şeklinde bir soru da sorulacak, sonradan o günün şartlarında cevap vermek istemediği bir soru ile karşılaştığını ifade edecek olan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul ve İzmir basın temsilcilerine ‘hükümetin dini olamaz’ diyemeyecek ve mecburen ‘hükümetin dini İslam’dır’ demek durumunda kalacaktı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra ise ‘laik hükümet’ tabirini ‘dinsiz’ olarak yorumlamaya meyilli olanlara bu fırsatı vermemek için Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda Türkiye Devleti’nin dininin İslam olduğu maddesinde bir değişiklik yapılmayacaktı.692 b) Seçim Kararı Alınması ve Meclis’in Feshi İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’ın İngilizler tarafından basılması ve Rauf Bey gibi bazı üyelerinin Malta’ya sürgüne gönderilmesi Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da derhal bir meclis toplamasını gerekli kılmış, İstanbul’dan gelebilen mebuslar yanında herhangi bir düzenlemeden yoksun olarak gerçekleşen seçimler neticesinde gelenlerden oluşan Büyük Millet Meclisi çalışmalarına başlamıştı. Seçim sonucunda Ankara’ya gelen mebusların çoğu Padişah’a isyan etmek pahasına, 691 692 Nutuk, s.467. A.g.e., s.475-476. 339 Anadolu’da açılacak bir meclise katılmaktan çekinmeyen gözü kara, atılgan ve cevval olmakla beraber öğrenim düzeyi yüksek olmayan kimselerdi. İstanbul’dan Anadolu’ya her türlü tehlikeyi göze alarak gelebilen mebusların cesareti de yeni seçilenlerden az değildi. Anadolu’dan gelen mebuslar daha çok şeyh, çelebi, hacı, hoca, ağa gibi kimseler olup eğitim ve kültür bakımından İstanbul’dan gelenlerden düşük seviyedeydi. Aralarındaki eğitim, kültür, yaş ve kıyafet farkına rağmen Büyük Millet Meclisi’nin bütün üyeleri yüce bir ideal uğruna düşmanın yurttan atılması noktasında kader birliği etmişlerdi. Başarılı olamamalarının karşılığını hayatlarıyla ödemeye hazır olan bu insanlar, Padişah’a isyan ve vatan sevgisi arasındaki tercihlerini isyankar olma pahasına vatanı kurtarma noktasında kullanan vatansever kimselerdi. Milli Hareket aleyhindeki tavrı ve iç savaşın aktörlerinden biri olması nedeniyle kendisine duyulan saygıyı azaltan Padişah’ın İngilizlerle işbirliğinin anlaşılmasına ve Sevr Anlaşması’nın kabul edilmesinin ortaya çıktığı zamana kadar bu mebusların çoğunluğunun amacı hilafet ve saltanatı kurtarmak suretiyle Osmanlı Devleti’nin devamını sağlamaktı.693 Muhalif İkinci Grup mebusları grup kurulmadan önce de Meclis’te istedikleri her şeyi dile getirme imkânı bulmuş, Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bu muhalif tavır nedeniyle Meclis’i ikna etmekte çoğu zaman zorluk çekmiş ve başkomutanlık kanununun uzatılması görüşmeleri sırasında olduğu gibi sert bir muhalefetle karşılaşmıştı. Bununla beraber işgalcilere karşı milli direnişi idare eden ‘Birinci Meclis’, ülkenin düşmandan temizlenmesi işini tüm olumsuz şartlara, yani gerek içerisindeki muhalif tavırlara gerekse memleketin maddi imkânsızlıklarına rağmen başarıyla sonuçlandırmış ve saltanatı kaldırarak ulus 693 Velidedeoğlu, İlk Meclis ve Milli…, 1990, s.244-245. 340 egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmuştu. İlk Meclis, bazı yasal düzenlemelerle Cumhuriyete giden yolun temellerini atmış olsa da Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması gibi çok önemli hamlelerin bu meclis ile yapılmasının imkânı kalmadığı da yaşanan süreçte anlaşılmıştı. Meclis’in yenilenmesi düşüncesi esasında yalnızca Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti’nin isteği değildi. Meclis’te muhalefeti oluşturan mebuslar da yeniden seçimlere gidilmesi ve Meclis’in dağıtılması fikrindeydi. İkinci Grup’un liderlerinden Hüseyin Avni Bey, 4 Mart 1923 tarihinde İkinci Grup’un yeniden seçilmekten umudunu kestiği ve bu nedenle Meclis’te uzlaşmaz bir tavra büründüğü yönündeki itirazlara karşı çıkmış, “Avrupa’da bir cereyan var. Türkiye’de Büyük Millet Meclisi’nde iki parti vardır. Bir parti Mustafa Kemal’in yanında, onun dalkavuğu imiş, yeni intihapta (seçimde) onlar mebus olabilecekmiş. Mebusluktan ümitsiz olanlar harbin devamını istiyorlarmış. Efendiler, dünyada bu düşünceli bir alçak tasavvur edemem.” demişti. Bir sonraki gün İkinci Grup üyesi İzmit mebusu Sırrı Bey de Misak-ı Milli dışında müzakereye yetkileri olmadığı için durumun millet oyuna sunulması amacıyla seçimlerin yenilenmesini isteyen bir teklif vermişti.694 Netice itibarıyla vatanın kurtarılması noktasında farklı kesimleri bir araya getiren ve sonuncusu Lozan Konferansı sırasında olmak üzere şiddetli tartışmalara tanıklık eden Meclis’in artık bir seçim süreci sonunda yenilenmesi fikri üzerinde bir uzlaşma söz konusu olmuştu. Burada bir noktaya daha dikkati çekmek gerekmektedir. Meclis’in yenilenmesinin istenmesinin bir nedeni de kesintiye uğramış olan Lozan görüşmeleri sonunda yapılacak bir barış anlaşmasının bu Meclis tarafından kabul edilmeyeceği düşüncesiydi. Öyle ki İkinci Grup’a mensup mebuslar daha önce hükümeti düşürmek 694 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.4, s.97, 4 Mart 1923; TBMM Gizli Celse Zabıtları, Birinci Dönem, c.4, s.141, 5 Mart 1923. 341 amacıyla Meclis’in yenilenmesini talep etmişse de Lozan görüşmeleri sırasındaki bu talep kabul görmemişti. Mustafa Kemal Paşa yeniden başlayacak olan görüşmeler için İsmet Paşa’nın başkanlığındaki murahhaslar heyetinin yeniden görevlendirilmesi kararını Meclis’ten geçirdikten sonra Meclis’in feshini gündeme getirmiş, daha önce bu yöndeki girişimi ortada olan İkinci Grup mensupları da buna itiraz edememişti.695 Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılı Ocak ayı başında çıktığı yurt gezisi sırasında Falih Rıfkı’nın bir sorusuna Meclis’in vatanı kurtarma vazifesini gerçekleştirdikten sonra vazifesini tamamlamış olacağı ve yeni seçimlere karar vermek suretiyle dağılmaya mecbur olduğu cevabını vermişti.696 Bu düşüncesine paralel olarak Milli Mücadele’nin gerçekleştirilmesinde etkin bir rol oynayan, ancak her alanda düşündüğü inkılâpları gerçekleştirmesi noktasında bir engel olarak gördüğü muhalefetin tasfiyesi suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yenilenmesi için girişimlere başlayan Mustafa Kemal Paşa, gezilerini tamamlayarak Ankara’ya döndükten sonra 1923 yılı Mart ayı sonunda yapılan İcra Vekilleri Heyeti toplantısına katılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın, seçimlere gidilmesi teklifini Meclis gündemine getirmelerini istediği Vekiller Heyeti kısa bir müzakerenin ardından bu yönde bir karar almış, aynı gece toplantıya davet edilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu İdare Heyeti de bu karara iştirak etmişti. Lozan müzakereleri sırasında muhalefetin şiddetli eleştirilerinden nasibini alan İcra Vekilleri Heyeti’nin Başkanı Rauf Bey de azim ve birliğinin gevşediğini söylediği Meclis’in eskisi gibi güven telkin edemeyeceğini, bu nedenle yenilenmesi noktasında bir fikir birliği olduğunu ifade etmişti. Mustafa Kemal Paşa ise bu konuda Nutuk’ta şunları söylemişti: “… Artık tereddüde mahal kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe millet ve 695 Tunçay, Türkiye…, s.42. Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK yay., Ankara, 1996, s.83-84. 696 342 memleketin ağır ve mesuliyetli işlerini tedvir etmeye (çevirmeye) imkân yoktur.” Sabaha kadar devam eden İcra Vekilleri Heyeti toplantısında alınan seçimlere gidilmek sureti ile Meclis’in feshedilmesi kararı 1 Nisan 1923 tarihinde 121 imzalı bir önerge ile Meclis gündemine gelmiş, İkinci Grup mebusları tarafından da tepkiyle karşılanmayan teklif ittifakla kabul edilmişti.697 Böylece Mustafa Kemal Paşa, iktidar ve muhalefet grupları arasında Lozan Konferansı’nın gidişatına paralel olarak gelişen olumsuz havaya rağmen seçim kararı almayı başarırken 1927 yılı Temmuz ayına kadar devam edecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci dönemine giden yol da açılmış oldu. c) Mustafa Kemal Paşa’nın Seçim Çalışmaları ve Halk Fırkası’na Gidiş Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin fesih kararından bir hafta sonra yapılan, Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşanın da katıldığı bir Heyet-i Umumiye toplantısında Mustafa Kemal Paşa tarafından daha önceden hazırlanan ve 1923 seçimlerinde izlenecek yolu gösteren Dokuz Umde kabul edilecekti. Burada seçim beyannamesi şeklindeki bir girişin ardından Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun Halk Fırkası’na dönüştürüleceği ifade edilecekti. İlk iki maddesinin çok önemli olduğu bu ilkeler seçim çalışmalarında kullanılacak ve Eylül ayında kurulacak olan Halk Fırkası’nın temel ilkeleri olarak ortaya çıkacaktı.698 Aynı toplantıda Umumi Heyet, Mustafa 697 TBMM Zabıt Ceridesi, Birinci Dönem, c.28, s.294-295, 1 Nisan 1923; Nutuk, s.483; Cebesoy, Siyasi…, s.362-363; Kandemir, Hatıraları…, s.124-125. 698 “Umde 1. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir … Milletin hakiki ve yegane mümessili (Türkiye Büyük Millet Meclisi) dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin haricinde hiçbir fert, hiçbir kuvvet ve hiçbir makam mukadderat-ı milliyeye hakim olmaz… Umde 2. Saltanatın ilgasına ve hukuk u hakimiyet ve hükümraninin gayri kabili terk ve tecezzi ve ferağ (terk edilmez, parçalanmaz ve devredilmez) olmak üzere Türkiye halkının mümessil-i hakikisi olan Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i manevisinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338 (1 Kasım 1922) tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin müttefikan verdiği karar layetegayyer (değişmez) düsturdur… Umde 3. Memlekette emniyet ve asayişin katiyetle muhafazası en mühim bir vazifedir. Bu gaye milletin arzu ve ihtiyacına mutabık olarak temin edilecektir. Umde 4. Mahkemelerimizin bilhassa seri 343 Kemal Paşa’nın teklifi ile seçimlerle meşgul olacak, daha doğrusu Müdafaa-i Hukuk adaylarının tespiti ile ilgilenecek bir heyet seçimi de yapacaktı. 10 Nisan 1923 tarihinde ilk toplantısını Mustafa Kemal Paşa başkanlığında Ankara İstasyonu’ndaki İcra Vekilleri Heyeti ikametgâhında yapacak olan heyet seçimlerin tamamlanmasına kadar görevini sürdürecekti.699 Bu noktada heyetin nasıl bir çalışma yaptığına bakmak faydalı olacaktır. Dokuz Umde’nin ilan edilmesinden sonra, mebus olmak isteyen kimseler umdeleri kabul ettiğini ve fikir birliği içinde bulunduklarını heyet Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya bildirecek, heyetin tespit ettiği Müdafaa-i Hukuk adayları Mustafa Kemal Paşa tarafından zamanı geldikçe açıklanacaktı. Bu yöntem sonucunda mebus olmak arzusunda bulunan ve ‘milleti iğfal edeceği’ düşünülen çok sayıda kişi dışarıda bırakılacaktı.700 Böylece Mustafa Kemal Paşa, kendisinin başkanlığındaki bu heyet ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri arasından aday belirlemek suretiyle seçimler için de ön hazırlık yapma imkânı bulmuş olacaktı. Kâzım Karabekir Paşa, seçim kurulunun ilk toplantısına kendisinin de katıldığını, bu toplantıda Mustafa Kemal Paşa’nın, milletin kendisine güvenoyu vermesini ve mebusların seçimini kendisine bırakmasını istediğini, ancak kurulun bunu kabul etmediğini söylemektedir. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın İkinci Grup’tan kimseyi listeye almadığını ve ‘ben muhalif istemiyorum’ diyerek kendisine en çok bir surette tevzii adalet edebilmeleri (adalet dağıtabilmeleri) temin edilecektir. Umde 6. Hizmet-i fiiliye-yi askeriye tenkis edilecektir… Umde 7. İhtiyat zabitlerini (yedek subaylar) hayat ve istikballerini kendilerine ve memlekete en nafi bir surette temin etmek esaslı bir hedefimizdir… Umde 8. Halk umurunun azami bir surette intacı faal, muktedir, müstakim bir silsile-i memurinin kemal-i intizamla ve usul ve kanun dairesinde iş görmesine mütevakkıf olduğundan sınıf-ı memurin bu nokta-i nazardan ikmal edilecek ve bütün şuabat-ı devlet daimi teftiş ve murakabeye tabi tutulacaktır… Umde 9. Harap olan memleketimizin süratle tamir ve ihyası zımnında devletçe ittihaz olunacak tedabirden başka inşaat ve tamirat için yer yer şirketler teşekkülü teşvik ve temin ve ferdi teşebbüsleri himayeye medar olacak ahkam vazolunacaktır…” Umde 5, iktisadi kalkınmayı içeren on maddeden ibarettir. Bu nedenle hepsinin veya bir kısmının yazılması yoluna gidilmemiştir. Bkz. Atatürk’ün Tamim…, 516-518. 699 Cebesoy, Siyasi…, s.375. 700 Nutuk, s.484. 344 sadakat gösterenleri listeye aldığını söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, böyle bir mecliste daha şiddetli bir muhalefetin ortaya çıkacağını ve aynı zamanda itilaf milletlerinin güveninin kazanılamayacağını ifade etmiştir. Seçim heyetinden bu nedenle ayrıldığını söyleyen Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarı ile heyet içinde çalışmaya devam ettiğini de belirtmiştir.701 İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey de seçimlerde aday olacakları belirleyen kurul içinde yer almadığını, partiler üstü kalmasını telkin etmesine rağmen Mustafa Kemal Paşa’ya bu telkinini kabul ettiremediğini söylemekte ve kendisini Mustafa Kemal Paşa’dan uzaklaştıran bir yola girdiğini şu sözleriyle anlatmaktadır: “…bu vaziyette seçime hazırlayan heyetin başında gece gündüz bilfiil çalışarak teferruatına kadar her işe bizzat nezaret eden Mustafa Kemal Paşa’yı, bu çalışmalarında yalnız bırakmaya mecbur oldum. Başka türlü yapamazdım. Bir hükümet başkanı olarak elbette halka şunu seçin bunu seçin diye listeler sunup, propagandalarla teşvikte bulunamazdım.” demektedir. 702 Mustafa Kemal Paşa’nın seçimler sırasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Halk Fırkası Reisi olarak seçim işleriyle bizzat meşgul olduğunu, bunun yanında başkomutanlık sıfatını muhafaza ettiğini söyleyen Ali Fuat Paşa da bu noktada getirdiği eleştirilerle yol arkadaşlarına katılmaktadır: “Mustafa Kemal Paşa’nın intihap heyetinin başında bilfiil intihap işlerine çok yakından müdahale etmesi Meclis ve hükümetin tarafsızlığını ister istemez ihlal ediyordu. Bu kuvvetle Gazi’nin pek kuvvetli şahsiyeti karşısında hiçbir kimse ve zümre ne fırka teşkiline ve ne de intihap mücadelesine kalkmamıştı. Bu tabii olmayan durumu biraz olsun telafi edebilmek için İcra Vekilleri Heyeti Reisi Hüseyin Rauf Bey, hükümetin, ben de Meclis reisi olarak işlerimizin başında kalmıştık. İntihap heyetinin icraatına iştirak etmeyerek tarafsızlığımızı muhafazaya çalışmıştık. 703 701 Kâzım Karabekir, Paşaların Kavgası, Emre yay., İstanbul, 1991, s.138. Kandemir, Hatıraları…, s.126-127. 703 Cebesoy, Siyasi…, s.377. 702 345 Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası’nın kuruluşuna esas teşkil ettiğini söylediği programa Cumhuriyet’in ilanı, Hilafet’in kaldırılması, Şer’iye Vekâleti’nin lağvı, medrese ve tekkelerin kaldırılması ve şapka giyilmesi gibi konuları koymadığını, böylece zamanından önce ‘cahil ve mürtecilerin bütün milleti zehirlemelerini’ uygun bulmadığını söylemektedir. Bununla beraber programı bir siyasi fırka için yeterli görmeyenler olduğunu, hatta bu nedenle Halk Fırkası’nın bir programı olmadığının dahi söylendiğini, ancak programın bir kitap olmasa da pratik ve esaslı olduğunu ve umdelerin fırkanın kuruluşuna ve faaliyetlerine yeterli geldiğini ilave etmektedir.704 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclis parçalanmış bir yapıya sahip olmasına rağmen içinde herhangi bir siyasal fırka yoktu. Sivas Kongresi’nde her türlü fırkacılık akımının reddedilmesi ilkesi Büyük Millet Meclisi içinde etkisini uzun müddet devam ettirmiş, Meclis’in açılmasının üzerinden üç yıla yakın bir zaman geçmesine ve Sivas Kongresi sırasındaki fırkacılığın reddedildiği o zor günlerin sonuna gelinmesine rağmen bu yolda bir adım atılması için 1922 yılı sonlarına kadar beklenmesi gerekmişti. Mustafa Kemal Paşa yapmayı planladığı inkılâpları bir fırka kurmak suretiyle gerçekleştirmek fikrindeydi. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa’nın kuracağını söylediği Halk Fırkası seçimler öncesinde hala ortada yoktu. Bu durumda seçimlere yine Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla girilmesi kararına varıldı. Bu kararın arkasında herkes tarafından bilinen ve Milli Mücadele sürecinden gelen Müdafaa-i Hukuk adı yerine, kurulması durumunda henüz ilk zamanlarını yaşayacak olan bir fırka ile seçimlere girmenin getireceği olumsuzluğun hesap edilmesi vardı. Öte yandan Büyük Millet Meclisi’ndeki İkinci Grup’un teşkilatlı bir yapısının 704 Nutuk, s.477-478; Aydemir, Tek…, c.III, s.89. 346 olmaması ve seçim bölgelerinde bu yapıdan yoksun çalışacak olmaları da Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanan Birinci Grup için sevindiriciydi. Mustafa Kemal Paşa seçimleri çok önemseyecek, hatta yayımladığı beyannameler ile seçmenlere Müdafaa-i Hukuk adaylarını seçme çağrısında bulunacaktı.705 Seçimler Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adaylarının zaferi ile neticelenecek ve Meclis’e tek muhalif mebus olarak Halk Fırkası’na ve Fırka içindeki akrabalarına rağmen bağımsız aday olarak girdiği seçimi kazanan Gümüşhane mebusu Zeki Bey girebilecekti.706 Birinci Meclis’in İkinci Grup’unun etkin üyelerinden Hüseyin Avni, Celâleddin Arif ve Mehmet Şükrü Beylerden hiçbiri Meclis’e giremeyecekti. Böylece Mustafa Kemal Paşa, yeni dönemde gerçekleştirmeyi düşündüğü devrimler için dinamik bir kadro kurma noktasında çok önemli bir aşamayı daha geride bırakacak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Nisan 1923 tarihinde alınan seçim kararının ardından 11 Ağustos 1923 tarihinde ikinci dönemine başlayacaktı. Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önce talep etmiş olduğu müfettişlik görevine başlayacak olan Ali Fuat Paşa Ankara, rahatsızlığı nedeniyle ilk gün Meclis’te bulunmayan Rauf Bey ile Kâzım Karabekir ve Refet Paşalar da İstanbul mebusu olarak Meclis’e girecekti. Bununla beraber 23 Nisan 1920 tarihinde açılmış olan Büyük Millet Meclisi’nde mebus olmasına rağmen görevi nedeniyle Milli Mücadele süresince Erzurum’da bulunan ve 15 Ekim 1922’de geldiği Ankara’da altı ay kadar mebusluk yapmış olan Kâzım Karabekir Paşa, İstanbul’dan mebus seçilmesine rağmen 1. Ordu Müfettişliği’ni tercih edecekti. Hem İzmir hem de Ankara’dan mebus seçilmiş olan Mustafa Kemal Paşa da Ankara mebusluğunu tercih edecek ve 13 Ağustos’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini 197 mebusun 196’sının 705 Atatürk’ün Tamim…, s.520-526. Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri-Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1924-1930, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2007, s.14; Velidedeoğlu, İlk Meclis ve Milli…, s.246. 706 347 desteği ile bir kez daha başkanlığa seçecekti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, seçilmesinin hemen ardından yeni döneme ilişkin de şunları söyleyecekti: “Efendiler bugüne kadar istihsal eylediğimiz muvaffakiyet, bize ancak terakki ve medeniyete doğru bir yol açmıştır. Yoksa terakki ve medeniyete henüz isal etmiş (ulaştırmış) değildir. Bize ve ahfadımıza 707 (çocuklarımıza) düşen vazife, bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir.” Gerek Meclis Başkanlığı, gerekse İcra Vekilleri Heyeti’nin seçimi konusundaki hazırlıklar, 9 Ağustos’taki Halk Fırkası Grubu toplantısında yapılmış, Başkanlık Divanı ile Vekiller Heyeti adayları bu toplantıda belirlenmişti. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığa, Ali Fuat Paşa’nın İkinci Başkanlığa getirilmesi uygun görülmüş, 14 Ağustos’ta kurulacak İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ni de Fethi Bey’in üstlenmesi kararına varılmıştı.708 Ali Fuat Paşa Meclis İkinci Başkanlığı’na 196 mebusun tamamının oyunu alarak 13 Ağustos’ta, Fethi Bey de Meclis’in açılmasından bir hafta önce istifa eden Rauf Bey’den sonra İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’ne 14 Ağustos 1923 tarihinde seçilmişlerdi.709 d) Halk Fırkası’nın Kurulması ve Yol Arkadaşlarının Tepkisi Mustafa Kemal Paşa, ‘sulhün istikrarını müteakip’ halkçılık esasına dayanan ve Halk Fırkası adını taşıyacak bir fırka kuracağını Ankara gazetelerine 7 Aralık 1922 tarihinde söylemişti.710 1923 yılının 14 Ocak günü bir ay kadar sürecek bir yurt gezisine çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın bir amacı da yukarıda bahsedildiği gibi barış 707 TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.1, s.36-42, 13 Ağustos 1923. Hakimiyeti Milliye, 10 Ağustos 1923. 709 TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.1, s.43, 13 Ağustos 1923; Yeni kabine şu isimlerden oluşmaktaydı: İcra Vekilleri Heyeti Reisi İstanbul mebusu Ali Fethi Bey, Dahiliye Vekili İstanbul mebusu Ali Fethi Bey, Şer’iye Vekili Konya mebusu Musa Kâzım Efendi, Hariciye Vekili İsmet Paşa, Müdafaa-i Milliye Vekili Karesi mebusu Kâzım Paşa, Maarif Vekili Adana mebusu İsmail Safa Bey, İktisat Vekili İzmir mebusu Mahmut Esat Bey, Sıhhiye Vekili Sinop mebusu Rıza Nur Bey, Maliye Vekili Gümüşhane mebusu Hasan Fehmi Bey, Adliye Vekili İzmir mebusu Seyit Bey, Nafia Vekili Diyarbakır mebusu Feyzi Bey, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili İstanbul mebusu Fevzi (Çakmak) Paşa. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.1, s. 60-61, 14 Ağustos 1923. 710 Atatürk’ün Söylev…, c.II, s.50-52. 708 348 yapılması halinde kurmayı planladığı Halk Fırkası için zemin oluşturmak idi. 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Anlaşması imzalanmış, bu arada seçimlerin yapılmasıyla birlikte Meclis’in yenilenmesi sürecinin sonuna gelinmiş ve sıra Halk Fırkası’nın kuruluşuna gelmişti. 9 Ağustos’ta Ankara’ya gelen ve yüzden fazla mebusun katıldığı toplantıda konuşan Mustafa Kemal Paşa, kuruluş hazırlıklarından bahsettiği Halk Fırkası’nın, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Halk Fırkası’na dönüştürülmek suretiyle kurulacağını ifade etmişti. Aynı gün Fırka’nın tüzük projesi incelenmiş ve İzmir’in kurtuluşunun ilk yıldönümü olan 9 Eylül’de Halk Fırkası resmi olarak kurulmuştu.711 Dahiliye Nezareti’ne yapılan kuruluş dilekçesinin altında umumi reis ve umumi kâtip olarak Mustafa Kemal Paşa ve Recep (Peker) Bey’in imzaları vardı. Fırka’nın amacı ‘milli hakimiyetin tahakkukuna rehberlik etmek, Türkiye’yi tam manasıyla asri bir devlet haline getirmek’ idi. Bununla beraber Halk Fırkası’nın cemiyetler kanununa göre kurulmuş siyasi bir cemiyet olduğu da vurgulanmış, Fırka’nın bir ihtilal komitesi değil, bir inkılâp fırkası olduğunun altı çizilmiş ve Fırka’dan olanların gerçekten halkçı olmaları şart koşulmuştu.712 Halk Fırkası Grubu Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 11 Eylül tarihinde toplanacak ve Fırka umumi reisliği, Fırka grubu heyeti ve Fırka umumi heyeti seçimlerini gerçekleştirecekti. Buna göre Fırka Umumi Reisliği’ne Mustafa Kemal Paşa, Meclis’teki Fırka Grubu Reisliği’ne İcra Vekilleri Heyeti Reisi Ali Fethi Bey, Birinci Reis Vekilliği’ne Karahisar (Afyon) mebusu Ali (Çetinkaya) Bey, İkinci Reis Vekilliği’ne Çorum mebusu Münir Bey ve Umumi Kâtipliğe de Kütahya mebusu Recep (Peker) Bey seçilecekti. Aynı toplantıda 8 Nisan 1923 tarihinde yayımlanan 711 712 Cebesoy, Siyasi…, s.376. Aydemir, Tek…, c.III, s.91. 349 ‘Dokuz Umde’ esas olmak üzere hazırlanan Halk Fırkası tüzüğü de kabul edilecekti.713 Mustafa Kemal Paşa’nın Halk Fırkası’nı kurarak başına geçmesi Rauf Bey başta olmak üzere yol arkadaşları tarafından hoş karşılanmayacaktı. Rauf Bey bu yöndeki düşüncesini İcra Vekilleri Riyaseti’ni bırakmasından hemen önce Çankaya’da yaptığı görüşme sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya iletmişti. Barış içerisinde başlayacak yeni siyasi hayatta siyasi kuruluşların var olmasının normal olduğunu söyleyen Rauf Bey, bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın bunlardan birinin başına geçmek suretiyle hırpalanmasını doğru bulmadığını ve kendisinin fırkalar üstü bir konumda tarafsız bir devlet başkanı olarak bulunması gerektiğini söyleyecekti. Mustafa Kemal Paşa, seçimler öncesinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu Halk Fırkası’na dönüştürmek suretiyle yeni seçimlere girme niyetinden bahsettiğinde “Fakat bizce en önemli olan, Mustafa Kemal Paşa’nın adı ne olursa olsun bir seçime girecek bir cemiyet ve fırkanın başında bulunması veya bulunmaması idi.” diyen Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın tarafsız bir devlet başkanı olarak fırkalar üstü bir konumda kalması yönündeki düşüncesini kendisiyle paylaşacak, ancak bu noktada çaba sarf ettiğini ifade ettiği Ali Fuat ve Kazım Karabekir Paşalar gibi kendisinin de başarılı olamadığını söyleyecekti.714 Ali Fuat Paşa da anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın partiler üstü kalması yönündeki düşüncesini şu sözleriyle dile getirecekti: “Yeni başlayan siyasi hayatımızda Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkasının başına geçerek kurulacak diğer siyasi fırkalarla karşı karşıya gelmek gibi bir durum iktisap etmişti. Hâlbuki fırkaların üstünde tarafsız bir devlet reisi makamında kalabilirdi. Fakat öyle olmadı. Gazi Paşa gibi memleketin büyük bir kurtarıcısı hem devlet ve hem de fırka reisi olarak iktidarda kalmış ve Hakimiyet-i Milliye’nin esasını kuracak olan siyasi 713 714 Anadolu’da Yeni Gün, Hakimiyet-i Milliye, 12 Eylül 1923; Cebesoy, Siyasi…, s.428. Kandemir, Hatıraları…, s.126-127. 350 fırkalar hayatı memleketimizde serbestçe inkişaf edememişti. Halk Fırkası da tek siyasi parti olarak yıllarca iş başında kalmıştı. Aziz ve rahmetli arkadaşım Gazi Paşa’nın tarafsız bir devlet reisi kalarak inkılâp hareketlerini daha iyi idare edeceği kanaatini hala muhafaza etmekteyim. Kim bilir, belki de ben yanılıyorum. 715 O günlerde basında yol arkadaşları gibi düşünenleri eleştiren yazılar da çıkacaktı. Örneğin Ahmet Emin (Yalman) Bey, 16 Ocak 1923 tarihli Vakit gazetesinde kaleme aldığı yazısında, “Diyorlar ki ‘Paşa Hazretleri yarın umumi hayat içinde faal bir vaziyette bulunmasın. Milli bir abide gibi milletin başı üstünde yeri olsun. Milli bir buhran dakikasında yeniden faaliyete gelsin. Daima bir münci (kurtarıcı) rolü oynasın.’ Eğer harici mücadele biter bitmez bizim için tabii bir hayat başlayacak olsaydı, bu mütalaa pek doğru olurdu. Mustafa Kemal Paşa gibi bir münci ve bir rehberi, siyasi hayatın ebedi küçüklükleri içinde görmeye kimse razı olmazdı. Fakat 716 harici müdahale bitince bizim için eski ve tabii bir hayat avdet edecek değildir.” 3.8. CUMHURİYET’İN İLANI VE YOL AYRIMININ KESKİNLEŞMESİ a) Cumhuriyet’in İlanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kurmuş olduğu Türkiye Devleti’nin yönetim şekli olan Cumhuriyet’in ilan edilmesi noktasına kolay gelinmemişti. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi Milli Mücadele’yi zaferle noktalamış, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatı kaldırmak suretiyle iki başlılığa son vermiş ve milletin gerçek temsilcisinin kendisi olduğunu ilan etmişti. Bütün bunlar, içerisindeki muhalif bir grubun varlığına ve her türlü yavaşlatma çabalarına rağmen başarılmıştı. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Milli Mücadele’yi başarıyla gerçekleştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te alınan seçim kararıyla başlayan süreçte, tasfiye edilen muhalefetin olmadığı yeni bir 715 716 Cebesoy, Siyasi…, s.377. Vakit, 16 Ocak 1923. 351 döneme başlamış, 9 Eylül 1923 tarihinde Halk Fırkası’nın kurulmasıyla birlikte de sıra Cumhuriyet’in ilan edilmesine gelmişti. Cumhuriyeti ilan etmek Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında çok daha önceden belirlenmiş bir hedefti. 29 Ekim 1923 tarihinde ulaşılacak olan bu hedefe nasıl ulaşıldığını görmek için 24 Ekim’den itibaren başlayan sürece bakmak faydalı olacaktır. Bazı mebusların eski İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’e olan bağlılığının göze çarptığı, Fethi Bey Hükümeti’nin hoş karşılanmadığı ve Hariciye Vekili İsmet Paşa’yı benimsemeyenlerin dikkat çektiği bir süreç yaşanmaktaydı. 2. Ordu Müfettişliği’ne getirilmesi kararlaştırılan Ali Fuat Paşa’nın 24 Ekim’de Meclis İkinci Reisliği görevinden istifasının Meclis’te okunduğu gün Vekiller Heyeti Reisi Ali Fethi Bey de uhdesinde bulunan Dahiliye Vekilliği’nden işlerinin yoğunluğu gerekçesiyle istifa etmiş, 25 Ekim’de toplanan Halk Fırkası Grubu, kendisinin yerine Erzincan mebusu Sabit Bey’i, Ali Fuat Paşa’dan boşalan Meclis İkinci Reisliği için de o günlerde Meclis’te bulunmayan İstanbul mebusu Rauf Bey’in aday gösterilmesi kararını almıştı.717 Halk Fırkası Grubu’nun bu tercihleri Mustafa Kemal Paşa tarafından hoş karşılanmamıştı. İşte bu aşamada harekete geçen Mustafa Kemal Paşa, hükümetin istifa ettirilmesiyle başlayan bir süreci yönetmeye başladı. 26 Ekim’de yapılan toplantının ardından Çankaya’ya çıkan ve Mustafa Kemal Paşa’nın da katılımıyla toplantısına devam eden İcra Vekilleri Heyeti toplu olarak istifa etme kararı almıştı.718 Esasında Çankaya’da topladığı Vekiller Heyeti’nin istifasını bizzat Mustafa Kemal Paşa istemiş, ancak ordunun elde tutulması önemli görüldüğünden yalnız Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili Fevzi Paşa’nın istifa ettirilmemesi ve 717 TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.39; Hakimiyet-i Milliye, Tevhid-i Efkar, 26 Ekim 1923. Aşağıda da bahsedileceği üzere Rauf Bey, Cumhuriyet’in ilanından sonra verdiği mülakatta Fırka Heyet-i Umumiyesi’nin kendisini seçmeye karar verdiğini gazetelerden öğrendiğini söylemektedir. Bkz. Tevhid-i Efkar, 1 Kasım 1923. 718 Hakimiyet-i Milliye, 28 Ekim 1923. 352 Meclis tarafından yeniden seçilmeleri durumunda vekillerin vekilliği kabul etmeyeceği kararı alınmıştı. Fethi Bey Hükümeti 27 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa’ya sunduğu istifa yazısında Türkiye’nin karşısında bulunduğu önemli iç ve dış meseleleri kolaylıkla sonuçlandırabilmesi için Meclis’in mutlak desteğini arkasına alan kuvvetli bir kabineye ihtiyaç olduğunun altını çizmiş, böyle bir vekiller heyetinin kuruluşuna hizmet etmek amacıyla istifa edildiğini bildirmişti. Vekiller Heyeti’nin istifası Meclis’in 28 Ekim tarihli oturumunda okunmuş, teşkilat ve liderden yoksun olan muhalefet yeni bir hükümet kurma çabası içinde olsa da bu çabalar bir sonuca ulaşamamıştı. Hükümet kurma çalışmaları sırasında Ali Fuat Paşa’nın İcra Vekilleri Heyeti Reisi olacağı bir kabine için de girişimde bulunulmuştu.719 8 Temmuz 1922 tarihinde yapılan değişiklik ile eski usule dönülmüş olduğundan yeni hükümetin kurulabilmesi için her vekilin Meclis tarafından tek tek seçilmesi gerekiyordu. Ne var ki, uzlaşma sağlanamadığı için hükümet bir türlü kurulamıyordu. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, İcra Vekilleri Reisi kabineyi kendisi kuracağı için bu türlü sorunların yaşanmasının önünde bir önlem olarak düşünüldü ise de esasında Mustafa Kemal’in devrimci düşüncelerinin bir ürünü idi.720 Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Muhteris hizbi hükümet teşkilinde tamamen serbest bırakıyoruz. Heyet-i hazıraya dahil vekillerden hiçbiri iştirak ettirilmeksizin kâmilen arzu ettikleri zevattan arzu ettikleri gibi bir heyet-i vekile teşkil ederek mukadderat-ı memleketi idare eylemelerinde bir beis görmüyoruz.” sözleri ile anlattığı süreçte, bir hükümetin kurulması halinde dahi bu hükümetin memleket idaresi noktasındaki liyakatine bakılacağı, hatta kendilerine yardımcı olunacağı, ancak ülke yönetimi ile Mustafa Kemal Paşa’nın planladığı yeni hedefleri hayata geçirmede bir acizlik gösterilmesi durumunda Meclis’in 719 720 Okyar, Üç…, s.342-344; TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.75-76, 27 Ekim 1923. Akşin, Türkiye’nin…, s.170-172. 353 aydınlatılması yoluna gidileceği dahi dikkate alınmıştı. Bununla beraber hükümet kurulamaz ise ülkenin içinde bulunduğu buhrandan Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile çıkılması düşünülmüştü. Hükümetin istifasından bir gün sonra Fırka İdare Heyeti toplantısına davet edilen Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim’de Çankaya’ya davet ettiği İsmet Paşa ve Müdafaa Vekili Kâzım Bey gibi az sayıda kişiye ertesi gün Cumhuriyet’in ilan edileceğini söylemişti. 29 Ekim’de Halk Fırkası Grubu’nu toplayan Mustafa Kemal Paşa, sorunun vekiller heyetinin seçim usulünden kaynaklandığını ve buna bir çözüm bulma vaktinin geldiğini ifade etmiş, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanını içeren bir teklif verilmesi kararına varılmıştı. Konu 29 Ekim’de Meclis gündemine alınmış, konuşmaların ardından oya sunulan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin teklif kabul edilmiş, böylece 1923 yılı Ekim ayı sonlarında ortaya çıkan, ancak bir türlü çözülemeyen hükümet krizi aynı gün Anayasa’da yapılan bir değişiklik sonucunda Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile sonuçlanmıştı.721 Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun devletin şekli ile ilgili maddeleri değişecek, Türkiye Devleti’nin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu anayasanın ilk maddesine girecekti. Anayasa’daki değişiklik ile yeni bir devlet başkanlığı makamı ile kabine usulü ortaya çıkacak, devletin reisi olarak kabul edilen Cumhurbaşkanı Meclis içinden ve tarafından bir seçim dönemi için seçilecek, yeniden aday olabilecek, gerekli görmesi durumunda Meclis’e ve Vekiller Heyeti’ne başkanlık edebilecekti. Cumhuriyet’in ilan edildiği tasarıya göre bir cumhurbaşkanı seçimi yapılması gerekecek ve Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden on beş dakika sonra akşam 8.45’te 158 mebusun tamamının oyuyla 721 Nutuk, s.531-534; TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.90-97, 29 Ekim 1923. 354 Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçilecekti. Bununla beraber en son 8 Temmuz 1922 tarihinde kabul edilen icra vekillerinin seçimiyle ilgili düzenleme, yani vekillerin Meclis tarafından tek tek ve gizli oyla seçileceği usulü değişecek, buna göre Cumhurbaşkanı tarafından Meclis içinden seçilecek olan başvekil, yani daha önceki İcra Vekilleri Heyeti Reisi, vekilleri kendisi belirlemek suretiyle kabinesini oluşturacak, Cumhurbaşkanı’nın onayından sonra Meclis’ten güvenoyu alacak ve vekillerin hem ayrı ayrı, hem de kabine olarak Meclis’e karşı sorumlu olacağı bir kabine sistemine geçiş yapılacaktı. Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonraki ilk kabine de oylamaya katılan 166 mebusun tamamının desteği ile 30 Ekim 1923 tarihinde İsmet Paşa tarafından kurulacaktı.722 b) Yol Arkadaşlarının Cumhuriyet’in İlanına Tepkileri Cumhuriyet’in ilanı ülke çapında memnuniyetle karşılanmışsa da birkaç saat içerisinde yapıldığı ve aceleye getirildiği gerekçesiyle bu anayasa değişikliğine eleştiri getirenler de vardı.723 Atay bu eleştirilere katılmamakta ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi konusunda önceden bir hazırlık yapıldığının belli olduğunu söylemektedir.724 Gerçekten de Cumhuriyet gökten zembille iner gibi, bir oldu bitti neticesinde ilan edilmemişti. Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken bir Avusturya gazetesi olan Neue Freie Preese muhabirine verdiği 27 Eylül 1923 tarihli mülâkatta hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu, yasama 722 Nutuk, s.534,540-541. Cumhuriyet’in ilk kabinesi şu şekilde oluşmuştu: Başvekil Malatya mebusu İsmet (İnönü) Paşa, Şer’iye Vekili Saruhan mebusu Mustafa Fevzi Efendi, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili İstanbul mebusu Müşir Fevzi Paşa, Dahiliye Vekili Kütahya mebusu Ferit Bey, Maliye Vekili Gümüşhane mebusu Hasan Fehmi Bey, Müdafaa-i Milliye Vekili Balıkesir mebusu Kâzım (Özalp) Paşa, İktisat Vekili Trabzon mebusu Hasan Bey, Adliye Vekili İzmir mebusu Seyit Bey, Maarif Vekili Adana mebusu Safa Bey, Nafia Vekili Trabzon mebusu Muhtar Bey, Sıhhiye Vekili İstanbul mebusu Refik (Saydam) Bey, Mübadele İmar, İskân Vekili İzmir mebusu Mustafa Necati Bey. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, c.3, s.103-104, 30 Ekim 1923. 723 Nutuk, s.540-543. 724 Atay, Çankaya, s.436. 355 ve yürütmenin milletin tek gerçek temsilcisi olan Meclis’te toplandığını söyledikten sonra bu iki kelimenin tek bir kelime ile özetlenebileceğini ve o kelimenin Cumhuriyet olduğunu ifade etmişti. Bununla beraber kısa süre içerisinde ülkenin fiilen aldığı şeklin kanunen de tespit edileceğinin ve bu noktadaki hükümet teklifinin Meclis’e sunulacağının altını çizen Mustafa Kemal Paşa, Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olduğunu söylerken ülkenin adını daha o gün Türkiye Cumhuriyeti olarak telaffuz etmişti.725 O sırada Anayasa Komisyonu Başkanlığı da yapmakta olan Yunus Nadi de 8 Ekim 1923 tarihli Yeni Gün gazetesinde Cumhuriyet’in yakında ilan edileceğini söylemişti.726 Bütün bunlar Cumhuriyet’in ilan edilmesinin beklenmedik bir gelişme olmadığını kanıtlamaktadır. Yol arkadaşlarının tepkilerine geçmeden önce kendilerinin Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önceki günlerdeki faaliyetlerine bakmakta fayda görmekteyiz. Rauf Bey, 1923 yılının Ağustos ayı başlarında Ankara’dan ayrılarak Sivas’a, oradan da İzmir’e gittikten sonra 13 Ekim’de İstanbul’a varmıştı. 1. Ordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da İstanbul’a dönmek üzere Sarıkamış’tan 15 Ekim’de ayrılmıştı.727 Zira Kâzım Karabekir Paşa, 1923 yılı başında uzun süren bir Anadolu gezisine çıkmış, Afyon, Konya, Sivas, Amasya, Samsun ve Trabzon yoluyla Erzurum’a varmış, gittiği yerlerde halkın yanında askeri ve sivil yetkililerle temaslarda bulunmuş ve Erzurum’dan İstanbul’a dönerken de temaslarını devam ettirmişti. Rauf Bey, İstanbul’a varışında Refet Paşa tarafından karşılanmış, iki yol arkadaşı birlikte Ankara’nın İstanbul’daki temsilcisi olan Adnan (Adıvar) Bey’i ziyaret etmişlerdi.728 Mustafa Kemal Paşa’ya orduda görev almak istediğini söyleyen Ali Fuat Paşa’ya 725 Atatürk’ün Söylev…, c.III, s.86-87. Turan, Türk…, c.II, s.294-295. 727 Hakimiyet-i Milliye, 14-16 Ekim 1923. 728 Tevhid-i Efkar, 14 Ekim 1923, 16 Ekim 1923. 726 356 gelince, kendisi Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önceki süreçte Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişliği’ne getirilmişti. Esasında Meclis İkinci Reisi ve Ankara mebusu Ali Fuat Paşa 2. Ordu Müfettişliği’ne Ekim ayı başlarında getirilmişse de, Vekiller Heyeti Reisi Fethi Bey’le yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle Konya’daki görevine gidişini ertelemişti.729 Meclis İkinci Reisliği’nden 23 Ekim 1923 tarihinde istifa eden Ali Fuat Paşa’nın istifa dilekçesi Meclis’in 24 Ekim tarihli oturumunda okunmuştu.730 Ankara’dan ayrılmadan önce Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile iki gece Çankaya’da kalarak bazı müzakerelere katıldığını söyleyen Ali Fuat Paşa, 27 Ekim 1923 gecesinde veda için bir kez daha Çankaya’ya çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa ile görüştükten sonra Ankara’dan ayrılan Ali Fuat Paşa, yeni görev yeri olan Konya’ya gitmesi beklenirken ertesi gün İstanbul’da Rauf ve Adnan (Adıvar) Beyler ile Refet Paşa tarafından karşılanmıştı.731 Ali Fuat Paşa’nın da gelmesiyle görev yeri İstanbul olmasına rağmen o günlerde Trabzon’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa dışındaki yol arkadaşları İstanbul’da toplanmıştı. Meclis İkinci Başkanlığı da yapmış olan eski mebus Adnan (Adıvar) Bey’i de yanlarına alan yol arkadaşları Refet Bey’in köşkünde Ali Fuat Paşa’dan 729 İstanbul’un kurtuluşu nedeniyle yapılan törenlere gönderilen TBMM Heyeti’nin gerektiği gibi karşılanmadığı yönündeki haberler nedeniyle konu 42 imzalı bir takrirle Meclis gündemine getirilmiş, ancak Meclis İkinci Reisi Ali Fuat Paşa bu takriri, yapılacak bir incelemenin ardından görüşülmesi için ertelemişti. Ne var ki aynı konuda ve aynı gün yapılan ikinci oturumda 90 imzalı yeni bir takrir verilmek suretiyle görüşme talep edilmesi üzerine Ali Fethi Bey ve Ali Fuat Paşa arasında bir tartışma yaşanmıştı. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.2, s.556-583. Ali Fuat Paşa’nın bu tartışma nedeniyle Meclis İkinci Reisliği’nden istifa ettiği haberi basında yer almıştı. Bkz. Tevhid-i Efkar, 11 Ekim 1923. 16 Ekim’de ise Ali Fuat Paşa’nın bilinen sebepler nedeniyle istifa ettiği haberlerinin doğru olmadığı, bununla beraber kendisinin 2. Ordu Müfettişliği’ne atanmasının kararlaştırılması üzerine yeni vazifesine getirildikten sonra istifa edeceği haberine yer verilmişti. Bkz. Tevhid-i Efkar, 16 Ekim 1923. 730 TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.3, s.10-11, 24 Ekim 1923. 731 Anadolu’da Yenigün, Hakimiyet-i Milliye, 29 Ekim 1923; Cebesoy, Siyasi…, s.433. Anadolu’da Yeni Gün, 28 Ekim tarihli sayısında Ali Fuat Paşa’nın Konya’ya gitmek üzere Ankara’dan ayrıldığını yazarken 29 Ekim 1923 sayısında tıpkı Hakimiyet-i Milliye gibi İstanbul’da karşılandığını yazmaktadır. Bkz. Anadolu’da Yeni Gün, 28 Ekim 1923. 30 Ekim tarihli Hakimiyet-i Milliye’de yer alan bir haberde ise Ali Fuat Paşa’nın İstanbul’a gayri resmi olarak ailesini ziyaret etmek için geldiği ve yakında vazifesine gideceğini söylediği okuyuculara aktarılmaktadır. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 30 Ekim 1923. 357 Ankara’da olup bitenler hakkında malumat almışlardı. Başvekil Fethi Bey’in neden istifa ettiği ve hükümetin neden kurulamadığı gibi konularda sorular sormuşlar, Ali Fuat Paşa da İsmet ve Fevzi Paşalardan birinin hükümet kurabileceğini, ancak asıl konunun hükümet kurma konusu olmadığını söylemiş ve buhranın devamı ile icra vekilleri heyeti seçimi kanununun değiştirilerek Cumhuriyet’in ilan edileceğini zannettiğini ilave etmişti.732 Yol arkadaşlarının temasları Ankara’daki kabine buhranı ile yakından ilgilenen İstanbul basını tarafından dikkatle izlenmişti. Öte yandan yukarıda bahsedildiği gibi Rauf Bey, hükümet krizinin yaşandığı günlerde Halk Fırkası Grubu tarafından Meclis İkinci Reisliği’ne aday gösterilmiş ve Ali Fuat Paşa’nın adı bir kabine listesinde başvekil olarak yer almıştı.733 Halk Fırkası Grubu tarafından Meclis İkinci Reisliği’ne aday gösterilmiş olan Rauf Bey, 28 Ekim’de Tercüman-ı Hakikat gazetesine verdiği beyanatta hükümetin istifasının kendisinin Fırka grubu tarafından seçilmesinden kaynaklandığı şeklindeki haberleri yalanlamış, kendisinin Mustafa Kemal Paşa ve Vekiller Heyeti ile ‘bazı prensip farkları’ nedeniyle bir yol ayrımına geldiği, Halife Abdülmecid Efendi ve Refet Paşa ile sıkça yaptığı görüşmeler nedeniyle bazı dedikoduların yapıldığı hatırlatılınca da Cumhuriyet’in ilan edilmesinin bir gün öncesinde şu açıklamaları yapmıştı: “Heyet-i Vekile’nin istifası ve ne olup bittiği hakkında Ankara’dan hiçbir malumat almadım. Mezun ve hasta olduğum için hiçbir şey ile meşgul olamıyorum. Burada geçen günlerim arkadaşlarımı ve ahbaplarımı görmeye bile kifayet etmiyor. İstanbul’da bazı mahfilin ne düşündüğü 732 Cebesoy, Siyasi…, s.433. Ali Fuat Paşa İstanbul’a geldiğinde sorular üzerine Vekiller Heyeti’nin istifası hakkında bir bilgisi olmadığını, istifa haberini yolda iken öğrendiğini, Meclis İkinci Reisi olması hasebiyle de Cumhuriyet meselesine tamamen ilgisiz kaldığını, o günden sonra askeri vazifesiyle meşgul olacağını ve milletin vekillerinin bu noktada milletin arzularına uygun hareket edeceğini söylemiş, Cumhuriyetle ilgili haber ve şayiaların gayri resmi bir mahiyeti olduğunu söylemiştir. Bkz. Tevhid-i Efkar, 28 Ekim 1923. 733 Anadolu’da Yenigün, ‘Dün buhran günü idi, meselenin bugün halli ihtimali galibdir’ başlığı ile duyurduğu 29 Ekim 1923 tarihli haberinde Halk Fırkası idare heyetinin tasvirlerine göre yeni hükümet reisliğine Ali Fuat Paşa’nın seçilmesinin uygun olduğunu yazmakta ve temkini de elden bırakmadan kararın yine de heyet-i umumiyeye ait olduğunun altını çizmektedir. Bkz. Anadolu’da Yenigün, 29 Ekim 1923. 358 ve neler söylediği hakkında verdiğiniz ve benden cevaplarını istediğiniz şeylere gelince, bu cevapları bilhassa böyle düşünenler vermelidir. Beni büsbütün benden ayrı gösterenlere hayret ediyorum. Meclis’te bir Rauf Bey meselesi olduğuna inanmak bile istemem. Niçin olsun? Sebep ne? Meclis’te bir ikilik olduğuna da kail değilim. Eğer bazı meselelerde ayrılık olsa bile bu ikilik değildir. Bize batıyorsunuz dedikleri ve ahvali karmakarışık gösterdikleri zaman biz düşmanı yendik. Aramızda bir post kavgası da yoktur, kimse böyle bir şey düşünmek bile istemez. Eğer herhangi bir zihinden böyle bir fikir geçerse, yazık olsun, bütün emeğimize, döktüğümüz kana derim. Böyle bir şey katiyen yoktur ve olamaz. Benim Riyaset-i Saniye’ye intihabım üzerine Heyet-i Vekile’nin istifa ettiği haberlerinin çıkarılması gülünç bir şeydir. O heyet-i Vekile ki ben bir çok sene beraber çalıştım ve hepsi beni sevdi. Gazi Paşa ile benim aramda ne gibi bir fark, nasıl bir ihtilaf mevcut olmasını istiyorlar? Sizi temin eylerim ki katiyen böyle bir şey mevcut değildir. Halife Hazretlerini ziyaret ve Refet Paşa ile buluşmam, konuşmam meselelerine gelince ben İstanbul mebusuyum. Halife Hazretleri Halife-yi Müslimin’dir. Kendisini ziyaret eylemek günah mıdır, yoksa Halife Hazretleri kimse ile görüşmekten men mi edilmiştir? Refet Paşa yirmi beş senelik 734 arkadaşımdır, … Her vakit o benim evime gelir ben de onun evine giderim...” Beyanatındaki ‘bazı meselelerde ayrılık olsa bile’ ibaresinden de anlaşılacağı üzere Rauf Bey, bu mülakatında Mustafa Kemal Paşa ile aralarında bir ayrılık yaşandığını kabul etmektedir. Bu ayrılıkların ne olduğu noktasında bir fikir yürütmek gerekirse en başta Lozan Konferansı’nın anlaşma ile neticelenmesi üzerine Rauf Bey’in Çankaya’ya çıktığı güne gitmek gerekmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere Rauf Bey, İsmet Paşa ile olan anlaşmazlığı nedeniyle kendisini karşılamak istememişti. Ali Fuat Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eden Rauf Bey, bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya kendisinin partiler üstü bir konumda kalması yönündeki düşüncesini de söylemişti. Geçen sürede Mustafa Kemal Paşa, 734 Tercüman-ı Hakikat, 29 Ekim 1923. 31 Ekim 1923 tarihli Anadolu’da Yenigün gazetesi de bu mülakata Rauf Bey’in ‘İkilik yoktur, ihtilaf yoktur, post kavgası yoktur ve olamaz’ sözlerini ön plana çıkarmak suretiyle değinmekte ve Rauf Bey’in söylediklerinin bazı bölümlerini okuyucularına aktarmaktadır. Bkz. Anadolu’da Yenigün, 31 Ekim 1923. 359 seçimlerden zaferle çıkardığı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni Halk Fırkası’na dönüştürmüş ve Fırka’nın Umumi Reisi olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın, Rauf Bey’in kendisini görmek istediği yerde olmaması bizce bu ayrılıkların başında gelmektedir. Bununla birlikte bir süredir kamuoyunun gündemini meşgul eden Cumhuriyet’e gidileceği yönündeki söylentiler de Rauf Bey için bir ayrılık unsuru olarak görülmüş olsa gerektir. Mustafa Kemal Paşa Ankara’da Cumhuriyet’in ilanına giden süreci yönetmekle meşgulken, Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlarının hiçbiri yanında değildi. Cumhuriyet’in ilan edileceğinden haberdar olmayan yol arkadaşları İstanbul’da Milli Mücadele sırasında omuz omuza, kol kola çalıştıkları Mustafa Kemal Paşa’dan ayrı düşmüşlüğün verdiği bir dışlanmışlık ve mağduriyet yaşamaktaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta Cumhuriyet’in ilan edildiği günleri kastederek ‘o sırada Ankara’da bulunmayan zevat’ olarak bahsettiği ve yol ayrımına geldiği arkadaşları için ‘salahiyetleri olmadığı halde kendilerine haber verilmeden ve rey ve muvafakatleri alınmadan Cumhuriyet’in ilan edilmiş olmasını vesile-i iğbirar ve iftirak (gücenme ve ayrılık vesilesi) addettiler.’ ifadelerini kullanması dönüşü olmayan bir yolun sonuna gelindiğinin işaretiydi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önce, bazı gazetelerden Ali Fuat Paşa’nın 28 Ekim’de İstanbul’a vardığını ve orada Rauf, Refet ve Adnan Beyler dışında daha pek çok kimse tarafından karşılandığını öğrendiğini söylemekte, bu arada basının da Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’nın resimlerini Mondros ve Kars istilası haberleri eşliğinde verdiğine dikkati çekmektedir.735 Basının ilgisi ile karşılaşan yol arkadaşlarının İstanbul’da bir araya gelişini ve oradaki çalışmalarını kuşku ile karşılayan Mustafa 735 Nutuk, s.532-534. 360 Kemal Paşa, Ankara’daki hükümet krizini başarı ile yönetmiş ve Cumhuriyet’i Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi olarak ilan etmişti. Cumhuriyet’in ilan edilmesi acaba yol arkadaşları tarafından nasıl karşılanmıştı? Yukarıda değindiğimiz gibi Cumhuriyet ilan edildiği zaman Kâzım Karabekir Paşa Trabzon’da, Rauf Bey ile Ali Fuat ve Refet Paşalar da İstanbul’da bulunmaktaydı. Bu soruya cevap bulmak amacıyla ilk sözü yol arkadaşlarından önce Cumhuriyet’in ilk başvekili olan İsmet Paşa’ya verelim. İsmet Paşa, eskiden beri ön safta bulunan ve Mustafa Kemal Paşa ile ihtilafa düşmüş olan arkadaşlarının Cumhuriyet’in zamansız ve sırasız ilan edildiği düşüncesinde olduklarını ifade etmekte, ancak yol arkadaşlarının ‘gereksiz ve istemeyiz’ demek yerine ‘aceleye getirildi’ dediklerini ve kendilerinin gerçek fikirlerinin Cumhuriyet’in ilan edilmesinden önce yaşanan tartışmalardan anlaşıldığını söylemektedir.736 Biz de bu noktada İsmet Paşa ile aynı kanaatteyiz. Kâzım Karabekir Paşa, yukarıda bahsedildiği üzere 10 Mayıs 1921 tarihinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulması üzerine 11 Temmuz’da gerek kendisinin, gerekse Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi’nin çekincelerini Mustafa Kemal Paşa’ya aktarmış, kendisine göre ‘en hayati endişe’yi hilafet ve saltanattan vazgeçilerek bir emrivaki şeklinde cumhuriyetçiliğe geçileceğinde görmüş, hayat ve bağımsızlığı boğarak düşmanların işine yarayacak olan bu tehlikeli işten kesinlikle sakınmak gerektiğini söylemişti. Kâzım Karabekir Paşa, ayrıca Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun hilafet ve saltanat şeklini cumhuriyete dönüştürme amacı taşıdığını ve bunun da bir kargaşaya yol açacağını iddia etmiş, devlet şekliyle ilgili değişiklik girişimlerinde mülki ve askeri rical ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden görüş alınması ve fevkalade bir mecliste 736 İnönü, Hatıralar, c.II, s.174. 361 bu görüşlerin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Kuşkusuz bu sözlerin söylendiği günden Cumhuriyet’in ilan edildiği güne kadar geçen sürede Kâzım Karabekir Paşa’nın düşüncelerinde bir değişiklik olduğu kanaatinde değiliz. Geçen süre içerisinde saltanattan vazgeçilmişti ama bu vazgeçiş Büyük Millet Meclisi’nde, içinde kendisinin de bulunduğu bir fikir birliği içinde temin edilmişti. Cumhuriyet’in ilan edilmesi sırasında ise aynı durum geçerli değildi. Kâzım Karabekir Paşa ile öteki yol arkadaşlarının itirazları işte bu noktada toplanmış, Cumhuriyet’in ilan edilmesine doğrudan karşı çıkılmamakla birlikte Cumhuriyet ilan edilirken kendilerine danışılmadığı şeklinde itirazlar dile getirilmişti. Cumhuriyet’in ilan edildiğini, Trabzon’da iken işittiği top seslerinin ne anlama geldiğini sorduktan sonra öğrenen Kâzım Karabekir Paşa ‘biz bunu konuşmamıştık’ demişti.737 Kendisi bilgilendirilmeden böyle bir kararın alınması Kâzım Karabekir Paşa’yı bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Öyle ki Kâzım Karabekir Paşa anılarında Ankara’ya döndüğü zaman Başvekil İsmet Paşa’nın, bu bilgilendirmenin yapılmaması nedeniyle yanlış yaptığını kabul ettiğinin altını çizmişti.738 Öte yandan Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta onayları alınmadan Cumhuriyet’e karar verilmesini bir ayrılık nedeni olarak algılayan yol arkadaşlarına getirdiği eleştirilere de cevap verme gereği duymuş ve şu ifadeleri kullanmıştı: “…İstiklâl Harbi’nin en tehlikeli günlerinde sonuna kadar fedakar arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren Mustafa Kemal Paşa, artık muzaffer bir başkumandan sıfatıyla maiyet kumandanlarına Cumhuriyet dikte ettirmiştir. Eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesiyle sun’i şahsiyetler icadı da lazım gelmişti. 739 Bunun için eski arkadaşlarını kötülemek lazımdı; bunu da hakkıyla yapmıştır.” 737 Atay, Çankaya, s.441-442. Karabekir, Paşaların Kavgası, s.234. 739 A.g.e., s.196. 738 362 Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele’nin başından itibaren telgraf ile çok defa Kâzım Karabekir Paşa’nın görüşlerini sormuştu. 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıktıktan kısa bir süre sonra kendisiyle temas kuran ve Amasya Kararları konusunda kendisini bilgilendiren, İstanbul’da açılacak Meclis-i Mebusan’a Rauf Bey’in gitmesi ve barış konferansında ülkeyi temsil etmesi konularında fikrini soran, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından önce kendisiyle istişare eden, başkomutanlık kanununun uzatılması konusunda muhalefetin engellemeleri nedeniyle hem başkomutanlıktan hem de Meclis başkanlığından istifa edeceğini söyleyerek kendisiyle dertleşen, sonucun ertesi gün de olumsuz çıkması durumunda ne yapılması gerektiğini soran ve hatta saltanatın kaldırılmasına ilişkin teklif Meclis gündemine geldiği zaman kendisinden bu yönde bir konuşma yapmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi çok önemli bir konuda Milli Mücadele’nin bu önemli komutanını hiçbir şekilde bilgilendirmemişti. Bilgilendirmiş olsaydı ne olurdu? sorusu her ne kadar bir alternatif tarih yaklaşımı olsa da, en azından yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile olan bağlarının tamamen kopmadığının bir işareti sayılabilirdi. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’nın Cumhuriyet konusundaki fikirlerini, kendisinin Cumhuriyet’e gidileceğini vaktiyle bir endişe olarak gördüğünü zaten bilmekteydi. Hal böyle iken Mustafa Kemal Paşa’nın yol arkadaşlarını bilgilendirmiş olmasının kendilerini uzaklaştırmayı geciktirmesi dışında bir etkisi olmazdı. Bu noktada ‘biz bunu konuşmamıştık’ sözünün arka planına bakmakta da fayda görmekteyiz. Buradan ‘demek ki daha önceden Mustafa Kemal Paşa ile zaferden sonrasına dair konuşmalar yapılmış ve bu konuşmalarda Cumhuriyet’ten söz edilmediği’ sonucu çıkarılabileceği gibi, ‘henüz kendileriyle konuşulmamış bir konunun bir oldu bitti neticesinde karşılarına 363 çıkarıldığı’ anlamı da çıkarılabilir. Özetle Kâzım Karabekir Paşa Cumhuriyet’in ilan edilmesi konusunda kendilerini önceden konuşulması gereken kimseler olarak görmekte, bu gerçekleşmediği için de bir kırgınlık ve hayal kırıklığı yaşamaktaydı. İşte Kâzım Karabekir Paşa örneği ile anlatmaya çalıştığımız bu nokta Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşlarının yol ayrımına geldiği noktadır. Bundan sonraki süreç yolların ayrılmasından sonraki süreç olacak, Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları, Mustafa Kemal Paşa’dan bağımsız bir şekilde bir araya gelmek suretiyle kendileri için yeni bir dönemi başlatacaklardı. Konya’daki 2. Ordu Müfettişliği görevine başlamadan önce İstanbul’a giden Ali Fuat Paşa da gece atılan toplara bir mana verememiş, Cumhuriyet’in ilan edildiğini 30 Ekim sabahı gazetelerden öğrenmiş ve Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal Paşa’ya bir tebrik telgrafı göndermişti. Cumhuriyet’in ilan ediliş şekli ile ilgili olarak da, Halife Abdülmecid Efendi’den faydalanmak ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu nedeniyle gizli çalışmak sureti ile meşruti bir saltanat fikrinde olan bir grubun varlığından bahseden Ali Fuat Paşa, bu grubun yanında Mustafa Kemal Paşa ile halifeyi rakip göstermek isteyen cumhuriyetçilerin de olduğunu söylemekte ve Gazi’nin bu nedenlerden dolayı Cumhuriyet’in ilanını bir oldu bitti şeklinde Meclis’e intikal ettirdiğinin altını çizmektedir. Bu sözleri ile Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet’i nasıl ilan ettiği sorusuna cevap veren Ali Fuat Paşa, çalışmanın çerçevesi içinde kalan, yani kendisinin Cumhuriyet’in ilanına olan tavrını da şu şekilde ortaya koymaktadır. Büyük Millet Meclisi ve hükümetinin, iç ve dış düşmanlara karşı memleketi kurtarmak için hakimiyet-i milliye esasına dayalı ‘müessisan’ bir idare olduğunu, bir Cumhuriyet olmadığını, Bolşevik devletler ile Güney Amerika devletlerinde ise Cumhuriyet idaresi altında diktatörlükler olduğunu 364 dile getiren Ali Fuat Paşa, “biz diktatörlüğü getirmeyecek esaslara dayanan bir Cumhuriyet istemiştik.” ifadelerini kullanmaktadır.740 Özellikle son cümlesi ile Cumhuriyet’in ilan edilmesini diktatörlüğe giden bir yol olarak gördüğünü açıkça söyleyen Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet’i ilan etmek suretiyle ilerleyen süreçte diktatörlüğe doğru yol aldığını belirten bir anlatım yapmaktadır. Sadece bu bakış açısı dahi Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile vatanın kurtarılması uğrunda sarf edilen çabalar dışında ne kadar farklı dalga boyunda olduğunu göstermesi bakımından dikkati çekmektedir. İstanbul gazetelerinin beklenmedik bir gelişme olarak verdiği Cumhuriyet’in ilan edildiği haberi, Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılmasından itibaren rejimin adının açıkça olmasa da fiilen Cumhuriyet olduğunu söyleyen Rauf Bey tarafından şaşırtıcı görülmemişti. Öyle ki 29-30 Ekim gecesi kendisini uyandıran top seslerinin yüze yaklaştığını fark eden Rauf Bey, içinden gelen bir hisle ‘Mutlaka Cumhuriyettir, öyle ise memlekete ve millete hayırlı olsun’ dediğini söylemektedir.741 Refet Bey’in Keçiören’deki evinde saltanat ve belki de hilafetin kaldırılacağı endişesiyle Mustafa Kemal Paşa’dan gelecekte alacağı vaziyet hakkında tatmin edici bir cevap almak isteyen, bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa’ya saltanat ve hilafet yanlısı olduğunu açıkça söyleyen Rauf Bey, kısa süre sonra saltanatın kaldırılmasına destek verdiği gibi, saltanatın Meclis kararı ile kaldırıldığı günün bayram yapılması yönünde bir teklifte dahi bulunmuştu. Bir yandan Cumhuriyet’in ilan edilmesini şaşırtıcı bulmadığını ifade eden Rauf Bey, öte yandan esasında Cumhuriyet'in ilan edilmesinden memnun olmadığını o günlerde basına verdiği bir beyanatla ortaya koymuştu. Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin ile Tevhid-i Efkâr 740 741 Cebesoy, Siyasi…, s.436-440. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.112. 365 gazetesi başyazarı Velid Ebüzziya Beylere verilen bu beyanatında Rauf Bey, Cumhuriyet’in ilan edilmesinin kendisini memnun etmiş olmasına karşılık kamuoyunda ‘halkça gayr-i mesul zevat tarafından’ bir emrivaki olarak algılandığını ifade etmişti. Bununla beraber zorunlu bir sebep nedeniyle bu ani kararın alındığı kanaatinde olduğunu belirten Rauf Bey, en yetkili müzakere mercii olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile hükümetin milleti bu noktada aydınlatması gerektiğinin altını çizmişti. Meseleyi Cumhuriyet kelimesi üzerinden değerlendirmenin doğru olmadığını da söyleyen Rauf Bey milletin refah ve istiklâlinin korunmasını ve vatanın bütünlüğünü temin eden hükümet şeklinin en iyi şekil olacağını söylemişti. Hükümetlerin iki esas üzerinde bulunduklarına değinen Rauf Bey, birinin mutlakıyet, diğerinin ise milli hakimiyet olduğunu ve kendisine göre en doğru idare tarzının milli hakimiyete dayanan tarz olduğunu da ilave etmişti.742 Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta bu sözleri eleştirmiş, kamuoyunun düşüncesine nasıl vakıf olduğunu sorduğu Rauf Bey’in, sanki kendisine en iyi hükümet şeklinin ne olduğu sorulmuş gibi bir cevap verdiğini söylemişti. Rauf Bey’in tarif ettiği hükümet şeklinin bir adı olup olmadığını sormak gerektiğini de ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in bu tanıma uyup uymadığını Rauf Bey’in söylemesi gerektiğini, eğer içtihadı, en iyi şeklin Cumhuriyet olduğu yönünde ise bunu söyleyerek bu anlaşılmaz duruma bir son vermesi lüzumunu, değilse bu şeklin ne olduğunu söylemesi gerektiğini ifade etmişti. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in müessisan bir meclisin kayıtsız şartsız hakimiyet-i milliyeyi tatbik ettiği bir hükümet şeklinin taraftarı olduğunu, bu şeklin ise Cumhuriyet değil, Cumhuriyetin ilan edilmesinden önceki şekil olduğunu söylemiş ve devlet reisliğini halifenin uhdesinde tasavvur eden Rauf Bey’in devlet 742 “Rauf Bey ile Cumhuriyet Meselesi Hakkında Mühim Bir Mülakat”, Tevhid-i Efkar, 1 Kasım 1923. 366 riyaseti makamına bir cumhurbaşkanının gelmesi nedeniyle telaşa kapıldığının altını çizmişti. Eleştirilerine devam eden Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet şeklinin bir emrivaki halinde bir günde gayr-i mesul zevat tarafından kararlaştırılmasından bahseden Rauf Bey’in ‘gayr-i mesul zevat’ ibaresi ile kendisini kastettiğini belirtmiş ve Rauf Bey’e, memleketi düşmanın işgal alanı haline getiren Mondros Mütarekesi’nin yedinci maddesini bir emrivaki şeklinde kabul ettiği zaman milletin ne kadar üzüldüğünü hissedip hissetmediği sorusunu yöneltmişti. Ayrıca taraftarları tarafından ‘Mondros Mütarekesi’ni imzalayan, fakat Lozan Muahedenamesiyle de intikamını alan Rauf Bey’ şeklinde propagandası yapılan kişinin Türk milletinin gerçek emellerine ve hislerine kendilerinden daha fazla alakalı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmemesi gerektiğini de belirtmişti.743 Burada Rauf Bey’in ‘gayr-i mesul zevat’ ibaresi ile neyi kastettiğini biraz daha açmakta fayda görmekteyiz. Rauf Bey’in Cumhuriyet’i ilan edenler için kullandığı ve Cumhuriyet’i ilan etmek mesuliyeti olmadığını söylediği kimselerin başında elbette Mustafa Kemal Paşa gelmektedir. Zat kelimesini değil de, zevat kelimesini tercih etmesi Rauf Bey’in Mustafa Kemal Paşa’yı doğrudan hedef almamak için başvurduğu bir yöntem olabileceği gibi, gerek Mustafa Kemal Paşa gerekse de yakınında bulunan kimseler için kullanılmış olsa gerektir. Zira Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınında yer alan, her konuda fikri sorulan ve Milli Mücadele’nin başlarında ikinci adam gibi görülen Rauf Bey’in, yeni dönemde kendilerine danışılmadan Cumhuriyet’in ilan edilmesi örneğinde olduğu gibi Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında bulunan kimseleri hedef alması bizce akla yatkın görülmektedir. Öyle ki Rauf Bey dahil bütün yol arkadaşları Mustafa Kemal Paşa ile 743 Nutuk, s.544-549. 367 ayrılmaları noktasında suçlu olarak Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında bulunan kimseleri gösterecektir. Beyanatı nedeniyle şiddetli eleştiriler almaya başlayan Rauf Bey, hakkındaki eleştirilerin gazeteciler tarafından hatırlatılması üzerine düşüncelerini beyanatında net bir şekilde söylediğini, bu nedenle söyleyecek başka bir sözü olmadığını ifade etmiş,744 Ali Fuat ve Refet Paşalarla birlikte 10 Kasım’da İstanbul’a gelen Kâzım Karabekir Paşa’yı Anadolu Kavağı’nda karşılamıştı.745 Öte yandan yol arkadaşlarının Ankara tarafından hoş karşılanmayan halifeyi ziyaretleri devam etmiş, Kâzım Karabekir Paşa’nın İstanbul’a gelişinden sonra hem kendisi, hem de Rauf Bey halifeye ayrı ayrı ziyarette bulunmuş, ayrıca Halife Abdülmecid Efendi Şarktan İstanbul’a dönen Kâzım Karabekir Paşa için bir ziyafet vermişti.746 Rauf Bey, yol arkadaşları Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşaların da hazır bulunduğu bir uğurlamanın ardından 14 Kasım günü İstanbul’dan Ankara’ya hareket edecek ve ertesi gün Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ve Maarif Vekili Safa Bey’le birlikle bazı mebuslar tarafından karşılanacaktı. Aynı gün Rauf Bey, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmek isteyecekse de bu ziyaret Gazi’nin rahatsızlığı nedeniyle gerçekleşmeyecekti.747 Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in İstanbul’dan Ankara’ya geldikten sonra da Halk Fırkası üyeleri nezdinde Cumhuriyet’in ilanı noktasındaki düşünceleri ile ilgili bir propagandaya giriştiğini ve Fırka üyelerini kendileri aleyhine tahrik ettiğini söyleyecekti. Kendisine göre, Cumhuriyet’in ilanının aceleye getirilmesinin meşru bir nedeni olduğu noktasından 744 Tevhid-i Efkar, 7 Kasım 1923. Hakimiyet-i Milliye, 11 Kasım 1923. 746 Anadolu’da Yeni Gün, 13-14 Kasım 1923; Hakimiyet-i Milliye, 14 Kasım 1923. 747 Hakimiyet-i Milliye Rauf Bey’in saat üçte istasyondaki reis-i cumhur dairesine bir ziyaret gerçekleştirdiğini yazmakta ise de kendisinin o gün Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesi gerçekleşmemiştir. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 16 Kasım 1923. 745 368 hareket eden Rauf Bey, Cumhuriyet meselesini yeniden Meclis gündemine aldırmayı hedefleyecek, güya meşru bir sebep bulunamayacak ve meşru bir sebebe dayanmayan Cumhuriyet’in alelacele ilan edilmesinin yanlış olduğu ortaya çıkarılacaktı. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, sıra Rauf Bey’in maksadını anlayanlara gelecek ve Rauf Bey bir Fırka toplantısında imtihana çekilecekti.748 c) Rauf Bey’in Halk Fırkası Grubu ile İmtihanı Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonraki süreçte Rauf Bey başta olmak üzere eski yol arkadaşlarını bir saldırı hazırlığı içinde görecekti. Rauf Bey’in Cumhuriyet’in ilanı konusundaki beyanatı yanında, Adnan Bey ve Refet Paşa ile birlikte Halife Abdülmecid’i ziyaretleri, halife aleyhindeki yazı ve konuşmalara karşı hakarete varan saldırıları ve hatta halife ile bir şehzadenin yönlendirmesi ile Meclis’te karşı atağa geçme hazırlığı içinde oldukları düşüncesi Mustafa Kemal Paşa’nın böyle düşünmesine neden olacaktı.749 Öte yandan Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra verdiği beyanat sırasında söyledikleri nedeniyle Rauf Bey hakkında Halk Fırkası Grubu Başkanlığı’na Cebelibereket (Osmaniye) mebusu İhsan Bey tarafından bir teklif verilecek, bu teklifte Rauf Bey Cumhuriyet’i zayıf düşürmek yanında muhalif bir fırka kurmak suretiyle Halk Fırkası’nı bölmeye 748 Nutuk, s.553-554. Esasında Rauf Bey’e tepki gösteren sadece Mustafa Kemal Paşa ve Halk Fırkası Grubu değildi. Beyanattan hemen sonra Hakimiyet-i Milliye ve Anadolu’da Yenigün’de Cumhuriyet’in aceleye getirildiğini söylemiş olan Rauf Bey’e tepkiler gösterilmişti. 2 Kasım’da Hakimiyet-i Milliye, ‘Sakarya’ya da, Afyonkarahisarı Taarruzu’na da, hakimiyet-i milliyenin ilanına da böyle bir günde karar verilmişti değil mi?’ diyerek iğneleyici bir cevap vermişti. Anadolu’da Yeni Gün başyazarı Yunus Nadi Bey de Rauf Bey’i mezarın kenarına ayağını uzatmış bir şekilde görmüş ve kendisinin bir iki gazeteciye gelişigüzel söylenmeyeceğini ifade ettiği sözlerini damdan düşercesine tabiri ile anlatmıştı. Bununla beraber Yunus Nadi beyanatının merdane bir şekilde açık olmadığını söylediği Rauf Bey’in cumhuriyet kelimesini zikretmeyi bırakın, aksine Cumhuriyet’in ilanından şikayetçi olduğunu ve kendisinden beklenecek yegane faziletin Cumhuriyeti beğenmedi ise bunu açık bir şekilde dile getirmekten ibaret olduğunu da ifade etmişti. Bkz. Hakimiyet-i Milliye, 2 Kasım 1923; Anadolu’da Yeni Gün, 4 Kasım 1923. 749 Nutuk, s.554. 369 çalışmakla suçlanacak ve meselenin bir grup toplantısında açıklığa kavuşturulması istenecekti.750 Suçlayanlar ve suçlanan 22 Kasım 1923 tarihinde sekiz saati aşan grup toplantısında kozlarını paylaşacak, daha doğrusu Rauf Bey söylediklerinden dolayı esaslı bir hesaba çekilecekti. Müzakereler başlamadan önce Rauf Bey, kendisine söz söyleyemeyeceğini ifade ettiği Mustafa Kemal Paşa’dan müdahil olmamasını isteyecek, Rauf Bey’e olumlu cevap veren Mustafa Kemal Paşa müzakereleri yalnızca izlemekle yetinecek, Fırka grup toplantısına başkanlık edecek olan İsmet Paşa ise söyleyecekleri olduğunu söyleyerek başkanlığı bir başka mebusa bırakacaktı.751 Böylece Lozan Konferansı sırasında anlaşmazlık yaşayan Rauf Bey ve İsmet Paşa, bir kez daha karşı karşıya gelmiş olacaktı. Görüşmeler sırasında ilk sözü alan ve Rauf Bey’in milletin endişesine sahip çıkmaya kalkışmasının asıl endişe konusu olduğunu söyleyen İhsan Bey, bu beyanatı ile Cumhuriyet’e karşı çıktığını öne sürdüğü Rauf Bey’e ‘gayr-i mesul zevat’ tabiri ile kimleri kastettiğini sormuş ve Cumhuriyet’in alelacele ilan edildiği eleştirisinin, bu noktada atılan adımlardan bahsetmek suretiyle yanlış olduğunu dile getirmişti. Bundan sonra kürsüye gelen Rauf Bey, ilk olarak Meclis’ten uzakta olduğu sırada verdiği bir beyanat nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlıktan duyduğu üzüntüyü dile getirmiş, Ankara’ya geldikten sonra konuyu Mustafa Kemal Paşa ile konuşmak istediğini, ancak kendisinin rahatsızlığı nedeniyle bunun gerçekleşmediğini söylemişti. Bununla beraber ortada esastan kaynaklanmayan bir yanlış anlama olsa da ortak davada hiçbir ayrılık bulunmadığını söyleyen Rauf Bey, ilkelerin uygulanması sırasında yapılan bazı hataların davayı sakata uğratabileceğini söylemiş ve varsa başka eleştirilerin dile getirilmesinden sonra hepsine birden cevap vermek 750 CHP Grup Toplantısı Tutanakları (1923-1924), yayına haz. Yücel Demirel, Osman Zeki Konur, İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., İstanbul, 2002, s.17; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.112. 751 Nutuk, s.555. 370 üzere kürsüden ayrılmıştı. Beyanatı okunduktan sonra bir kez daha kürsüye gelen Rauf Bey, Cumhuriyet’in ilanı ile neticelenen gelişmeler üzerine basın ve arkadaşlarının baskıları nedeniyle üç gün kadar bekledikten sonra hazırlıksız bir beyanat verdiğini söylemiş, o günlerde tüm mebusların Ankara’ya çağrılmasına rağmen kendisine haber verilmediği için duyduğu kırgınlığı dile getirmişti. Konuşmasının devamında milli hakimiyeti savunan bir kişinin meşruti saltanattan yana olmasının mümkün olamayacağını ifade eden Rauf Bey, mukaddes duygularının Cumhuriyet idaresinden başka hiçbir idarenin taraftarı olmasına müsait olmadığını da söylemişti. Beyanatında dile getirdiği Cumhuriyet’in acele ilan edildiği ve milleti bir endişeye sevk ettiği noktaların hala arkasında olduğunu söyleyen Rauf Bey, ‘gayr-i mesul zevat’ ibaresi ile Mustafa Kemal Paşa’yı değil, Kanun-ı Esasi Encümeni ve Heyet-i Vekile üyeleri ile birlikte birkaç mebustan oluşan Mütehassıslar Encümeni’ni kastettiğini ilave etmişti. Daha sonra sırasıyla Hamdullah Suphi, Saruhan mebusu Vasıf, Halk Fırkası Katib-i Umumisi Recep (Peker), Menteşe (Muğla) mebusu Şükrü Kaya ve Karesi mebusu Süreyya Beyler söz almış ve sonuncusu dışındakiler Rauf Bey’e karşı eleştirilerini dile getirmişlerdi. Bundan sonra kürsüye gelen Kanun-ı Esasi Encümeni Reisi Yunus Nadi Bey, Rauf Bey’in konuşmalarının tatmin edici olmadığını ve Cumhuriyet’in acele bir şekilde ilan edildiği yönündeki açıklamalarını açık bir şekilde düzeltmesi gerektiğini söylemiş, Ahmet Ağaoğlu Bey dikkatleri Rauf Bey’in halife ile olan görüşmelerine çekmiş ve eğer bilmeden söyledi ise Rauf Bey’den Cumhuriyet’in aceleye getirildiği yönündeki sözlerini geri almasını istemiş, aksi halde arkadaşlıklarının sona ereceğini ilave etmişti. Yeniden kürsüye gelen Rauf Bey, kendisiyle siyaset konuşmadığını söylediği Halife Abdülmecid’i ziyaretine dair, 371 Meclis tarafından seçilen birini ziyaret etmesinin bir sakıncası olmayacağı ve bu ziyaretin halifenin daveti üzerine gerçekleştiği sözleriyle kendisini savunmuştu. Bununla beraber Halk Fırkası’nın çoğunluğu tarafından istenmemesi halinde kararın Fırka mensuplarına ait olduğunu ve kendisinin muhalif bir fırka kurma düşüncesinin olmadığını söylemiş ve Cumhuriyetçi olduğunu bir kez daha söylemek lüzumunu duymuştu. Konuşmasının sonlarında istenmediği takdirde çekip gideceğini de söyleyen Rauf Bey, hakkındaki kararın kendisine tebliğ edilmesini istemiş ve söyleyecek başka sözü olmadığını ifade etmişti. Bundan sonra Hamdullah Suphi Bey’in, halifenin ziyareti konusundaki sözlerinin yanlış anlaşıldığına dair kısa izahatından sonra sözü Mustafa Kemal Paşa’nın rahatsızlığı nedeniyle o günlerde Halk Fırkası Vekilliği de yapmakta olan Başvekil İsmet Paşa almıştı. Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde milli davayı temsil eden kimselerin ayrılık içinde göründüğünü, bu ayrılığın nedeninin de Cumhuriyet olduğu izlenimi verildiğini söyleyen İsmet Paşa, bu durumun ülkeyi zaafa uğratacağını Rauf Bey’in de kabul ettiğini, bununla beraber Rauf Bey’in saltanat ve meşrutiyet aleyhindeki sözlerini samimi bulduğunu ifade etmiş ve “Rauf Bey! Siyaset yapıyoruz. Hataları bir bir ihtar etmeliyiz. …böyle inkılâp zamanlarında rical-i hükümet, bir rical-i siyasi herhangi bir şüphe gösteremez. Hatadır. Hata ettiniz Rauf Beyefendi!” demişti. Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Rauf Bey’in beyanatındaki ‘gayr-i mesul zevat’ ve ‘emrivaki’ ibareleri ile halkın endişeye düştüğü şeklindeki sözlerini hedef alan İsmet Paşa, Rauf Bey’den Fırka ile zıt düştüğü noktalardaki sözlerini geri alarak ya kendileri ile birlikte hareket etmesini ya da Fırka’nın dışına çıkarak Meclis’te kendilerine karşı çalışma kararını vermesini istemişti. İsmet Paşa’nın konuşmasının ardından kürsüye bir kez daha çıkan Rauf Bey, bütün cumhuriyetlerin milli hakimiyete dayanmadığı ancak bütün milli hakimiyetlerin cumhuriyet olduğunu söylemiş ve Fırka ile esasta bir ayrılık 372 olmadığının altını çizmişti. Konuşmasının sonlarında Fırka’dan atılması halinde izin alıp gideceğini ve böyle bir duruma itilmesine rağmen yeni bir fırka kurmak niyetinde olmadığını söyleyen Rauf Bey, sözlerini geri almayacağını ifade etmiş ve Fırka üyelerinin kendisi hakkında bir karar vermesi gerektiğini söyleyerek alkışlar arasında toplantıdan ayrılmıştı. Rauf Bey ayrıldıktan sonra İsmet Paşa bir kez daha kürsüye gelmiş ve Rauf Bey’in ‘Cumhuriyet halkça gayr-i mesul zevat tarafından emr-i vaki ihdas edilmiş bir şekil dedim, yanlıştır. Cumhuriyet, usulünce Büyük Millet Meclisi tarafından tamam olarak ilan olunmuş bir vücuttur.’ demesi gerektiğini söylemişti. Ancak Hamdullah Suphi Bey’in, aynı kelimelerle olmasa da Rauf Bey’in bu sözleri söylediğini, resmi bir açıklama ile bunun ilan edilebileceğini ve tutanakların yayımlanacağını söylemesinin ardından ikna olarak kürsüden inmişti. Bundan sonra da Rauf Bey’in beyanatının yeterli görüldüğüne dair teklifin okunması ve mahzurlu olanların çıkarılması şartıyla tutanakların yayımlanması esası kabul edilerek Halk Fırkası toplantısına bir son verilmişti.752 Rauf Bey’in hata ettiğinin ve Cumhuriyetçi olduğunu söylediğinin kabul edilmesini, bu nedenle Rauf Bey aleyhinde bir karar alınmamasını doğru bulmayan Mustafa Kemal Paşa, bu noktada Nutuk’ta muğlâk ifadeler kullandığını söylediği Rauf Bey’in o gün Halk Fırkası Grubu’nu tatmin etmediğini ve kendisinin Fırka içerisinde aynı duygularla çalışabileceği kanaatini hasıl etmediğini söyleyecekti. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, meseleye İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında bir anlaşmazlık olarak bakanlar müzakereleri yeterli bulacak, bundan dolayı Rauf Bey ve arkadaşlarına bir 752 CHP Grup Toplantısı Tutanakları, s.17-107; Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923-1924), İletişim yay., s.129-157; Nutuk, s.559-560; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.115. 373 süre daha Halk Fırkası’nın içinde kalarak Fırka’yı yıkmaya çalışma imkânı verilmiş olacaktı.753 Atay’a göre bu tartışma gerek Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi iken çıktığı kürsünün hakkını veremeyen, ancak şimdi bir Avrupa parlamenteri izlenimi verecek kadar kendini yetiştirdiği belli olan İsmet Paşa, gerekse tahriklere kapılmayarak soğukkanlılığını koruyan Rauf Bey için imtihanlarını başarıyla geçmek anlamına gelmekteydi. Öte yandan İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında bir hesaplaşma şeklinde geçen bu tartışma, Mustafa Kemal Paşa ve yanında toplananların muhalefete hiçbir şekilde taviz vermeyeceklerinin, muhalefet cephesinin de henüz Halk Fırkası’ndan ayrılıp da açık bir cephe alma durumuna girmediklerinin bir göstergesiydi.754 Bu grup toplantısındaki hesaplaşma ile İsmet Paşa ve arkadaşları, Rauf Bey ve çevresinde toplanan isimlere kesin bir cephe alacaktı. Cumhuriyet’in ilanı üzerine söyledikleri nedeniyle gerek Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, gerekse Halk Fırkası idarecileri tarafından endişeyle karşılanan Rauf Bey’in, her ne kadar kendi etrafında toplanan mebuslar olsa da bundan sonraki süreçte önemli bir görev üstlenmesi söz konusu olmayacak, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların müfettişlik vazifesi yaptıkları bu süreçte Rauf Bey, İstanbul mebusu Refet Paşa gibi sade bir mebus olarak çalışmalarını sürdürecekti. Bu durum Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların müfettişlik görevlerinden ayrılarak Meclis’e gelecekleri zamana kadar devam edecekti. 753 754 Nutuk, s.561. Atay, Çankaya, s.446. 374 3.9. YOLUN SONU a) Yol Arkadaşlarının Meclis’te Toplanması Rauf Bey’in Halk Fırkası Grubu toplantısında hesaba çekildiği 22 Kasım 1923 günü İsmet Paşa hazırlanmakta olan bir kanundan bahsedecekti. Encümenlere havale edilen bu kanun, mebus olan komutanların vaziyeti ve ordunun siyasetten ayrılması hakkında olacaktı.755 1924 yılının 1 Kasım günü açılacak Meclis’in ikinci toplantı yılının hemen öncesinde memur statüsü olan mebuslar bir seçim yapmak durumunda kalacak, bu nedenle Budapeşte elçisi Hüsrev (Gerede) Bey Urfa mebusluğundan, Londra elçisi Zekai (Apaydın) Bey Aydın mebusluğundan ve Berlin elçisi Sami Paşa da Sinop mebusluğundan ayrılmak durumunda kalacaktı. Komutanların ordu ile siyaset kurumu arasında bir tercih yapmasının istenmesi, bu kanunla Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar gibi komutan mebusların hedef alınması, yol ayrımından sonraki süreçte yol arkadaşlarını Meclis çatısı altında yeniden bir araya getiren bir gelişme olacaktı. Memurluk görevi olan mebusların iki iş arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmasını bir işaret olarak yorumlayan yol arkadaşları, askerlikle siyasetin birbirinden ayrılması için de bir çalışma olacağını tahmin ederek bir takım girişimlerde bulunacaktı.756 Öte yandan bunun yol arkadaşlarını bir araya getiren bir neden mi olduğu sorusunun Mustafa Kemal Paşa için cevabı hayır olacaktı. Zira Mustafa Kemal Paşa’ya göre yol arkadaşları zaten çoktandır devam eden bir planı uygulamaktaydı. Bu planın farkına varan Mustafa Kemal Paşa, komutanlardan ordu ile milletvekilliği arasında bir seçim yapmalarını isteyecek, bunun üzerine Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarla birlikte 3. Ordu Müfettişi Cevat ve Yedinci Kolordu Komutanı Ferik Cafer Tayyar Paşalar milletvekilliğini 755 756 Aydemir, Tek…, c.III, s.158. Goloğlu, Devrimler…, s.71-72. 375 tercih edecekti.757 26 Ekim 1924 tarihinde artık mebus olarak hizmet edeceğini belirterek 1. Ordu Müfettişliği görevinden istifa eden Kâzım Karabekir Paşa’nın gerekçesi, bir senelik vazifesi sırasında verdiği raporların dikkate alınmadığı şeklinde olacaktı. Bu istifadan dört gün sonra mebusluğu tercih edeceğini belirten Ali Fuat Paşa, merkezi Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişliği’nden istifa edecekti.758 Askeri görevlerini bırakan bu iki yol arkadaşının, mebusluk dışında başka görevleri olmayan ve zaten Meclis’te bulunan Rauf Bey ve Refet Paşa ile buluşmasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa dışındaki yol arkadaşlarının hem de bu defa Mustafa Kemal Paşa’nın karşısında yeni bir yol arkadaşlığını başlattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Cumhuriyet’i kabul eden yeni Türkiye’nin icraatlarından rahatsızlık duyan yalnız yol arkadaşları ve çevresinde toplanan isimler değildi. Ankara, aleyhinde yayımlar yapan İstanbul gazetelerinin yaklaşımından da hoşnutsuz olduğu için Türkiye Büyük Millet Meclisi oraya bir İstiklâl Mahkemesi gönderilmesi kararı almıştı.759 Ankara ile muhalif İstanbul basını arasında yaşananların bir benzeri, Ankara’yı destekleyen gazeteler ile Rauf Bey ve Refet Paşa gibi yol arkadaşları arasında kendini göstermişti. Öyle ki Ankara gazetelerindeki eleştirilerin şiddetinden bunalan Refet Paşa, mebusluktan istifa edeceği yönünde bir beyanat dahi vermiş, bu beyanatında Mustafa Kemal Paşa ile kendisi dışındaki yol arkadaşlarını yeniden bir araya getirmeyi hedeflediğini şu sözleri ile anlatmıştı: “Mustafa Kemal Paşa’yla arkadaşlarının, yalnız tatbikat hususunda aralarında meydana gelen görüş farklarından istifade ederek aralarını daha çok açmak ve kendilerini çok lüzumlu birer şahsiyet göstermek fikrini takip eden insanların, aynı tarz düşünme, eser ve izlerini şimdi de yazılı makalelerde 757 “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.144. Aydemir, Tek…, c.III, s.189; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.144. Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’nın raporlarının incelendiğini, bazılarının dikkate alındığını, bununla beraber uygulanması mümkün olmayan ve ilmi bir kıymet ifade etmeyen raporların ise dikkate alınmadığını ifade etmektedir. Bkz. Nutuk, s.567. 759 Nutuk, s.561; Goloğlu, Devrimler…, s.3. 758 376 görmekteyim. … Artık bu gibi adamların her vakit kullandığı ve memleket için zararlı olan bu silah kırılmalıdır. … Eğer iktidar mevkiine çıkmak için tek yol olan mebusluktan çekilecek olursam, bu adamlar ne söyleyecekler? İşte ben bugün onu yapıyorum. Bizlere Rauf Bey ve şürekâsı diyorlar. Bunu reddederim. Yalnız ‘Mustafa Kemal ve arkadaşları’ vardır. … Son bir işim daha vardır. O da ben müstesna olmak üzere, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarından bugün işbaşında olmayanları işbaşına getirmeye çalışmaktır. Bunlar; İsmet, Fevzi Paşalarla, Fethi Bey’le tam bir birlik halinde çalışmışlardı. Gazi Paşa’nın arzuları ile bu emelin gene pek kolay tahakkuk edebileceğine eminim.” Refet Paşa’nın bu arzusu, sadece bir arzudan ibaret kalacak ve hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Bu beyanat karşısında Mustafa Kemal Paşa’nın ve Halk Fırkası’nın etkisinde olduğu bilinen Hakimiyet-i Milliye Refet Paşa’ya hitaben: “Paşa hazretleri, bugün için yegâne korkularımız sizlersiniz. Yani Milli Mücadele’yi idare edenlerdir.” cevabını verecekti. Bu cevabın Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanması kuşkusuz Mustafa Kemal Paşa’nın da aynı düşüncede olduğu anlamına gelecekti.760 Yol arkadaşlarının bir araya gelmek suretiyle ortak hareket etmeye başladığı bu günlerde Rauf Bey ile Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların mektuplarının açıldığına ve takip edildiklerine dair şikâyetleri göze çarpmaktadır. Bu durumdan ciddi rahatsızlık duyduklarını söyleyen Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar, böyle bir zan altında göreve devam etmelerinin mümkün olmadığını ve Meclis’e gelerek bununla mücadele etmeleri gerektiği kanaatini taşıdıklarını ifade etmektedirler. Meclis’in tatilde olduğu günlerde istifa edeceğini açıklayan, ancak Meclis’in açılmasından önce Rauf Bey’in de etkisiyle istifa etmekten vazgeçen Refet Paşa ile Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra verdiği beyanatlar nedeniyle İsmet Paşa ve çevresi tarafından Cumhuriyetçi olmamakla suçlanan Rauf Bey de kendilerine katılmaktadır. Netice itibarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları, yalnızca mebusluk vazifeleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 760 Aydemir, Tek…, c.III, s.181-183. 377 bir araya gelmekte, sadece kendilerine yapılanlara karşı bir mücadele başlatma amacıyla değil, aynı zamanda hükümeti denetleme düşüncesiyle yeni bir fırka kurmaya giden süreci başlatmaktadır. Cumhuriyet’in ilanı sonrasında başlayan yol ayrımının ardından yol arkadaşlarının Meclis’te bir araya gelmesini Mustafa Kemal Paşa, kendisine karşı bir komplo olarak görmektedir. b) Bir ‘Komplo’ Girişimi Rauf Bey ile Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşaların Meclis’te bir araya gelmeye başlamasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde beliren kuşku daha somut bir hal almıştı. Dumlupınar kutlamalarının ardından Bursa ve Karadeniz sahilleri ile Erzurum çevresinde devam eden yurt gezisinden döndüğü 18 Ekim 1924 tarihinde kendisini karşılayanlar arasında Rauf ile Doktor Adnan Beyleri göremeyen Mustafa Kemal Paşa, bir kırgınlık anlamına gelen bu tavrı beklememiş ve Cumhuriyet’in ilan edildiği günlere kadar giden ‘bir komplo karşısında’ olduğuna kanaat getirmişti. Kendisine göre bu komplo bir sene kadar önce Rauf Bey’in Lozan Konferansı devam ederken İsmet Paşa ile düştüğü anlaşmazlık nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden ayrılmak durumunda kalmasından sonra başlamış, komplonun başarıya ulaşması için de önce ordunun ele geçirilmesi gerekmişti. Öyle ki Kâzım Karabekir Paşa 1. Ordu Müfettişliği’ni, politikadan hazzetmediğini ve hayatını askerlik mesleğine adamak niyetinde olduğunu söyleyen Ali Fuat Paşa da 2. Ordu Müfettişliği’ni bu nedenle tercih etmişti. Bununla beraber yol arkadaşları yanında, 3. Ordu Müfettişi olan Cevat Paşa ile bu müfettişliğe bağlı bir kolordu komutanı olan Cafer Tayyar Paşa’nın da tertibe dahil olabileceklerini düşünmüştü. Bir sene kadar ordular üzerinde çalıştıklarını söylediği yol arkadaşlarının, siyaset 378 yoluna girme planını devreye sokmak için uygun zamanı kollamaya başladıklarını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, geçen bir yıllık süre içerisinde Cumhuriyet’in ilan edilmesi ve hilafetin kaldırılması gibi yeni Türkiye’nin yönünü belli eden icraatların yol arkadaşlarını daha da kamçıladığını ve kendilerini, bazılarının zamanında hoşlanmadıklarını söyledikleri politika yolunu kullanmaya ittiğini ifade etmektedir. Bu süre zarfında İstanbul’daki bazı gazetelerden de destek gören Rauf Bey ve arkadaşları Meclis’in tatilde olduğu süre içerisinde gerek mebuslar, gerekse seçilememiş olan İkinci Grup mensupları ile milleti ifsat etmek için çalışmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, ‘milleti kendisi aleyhinde fesada vermek’le suçladığı yol arkadaşlarından Kâzım Karabekir Paşa için de şu ifadeleri kullanmıştı: “… ‘ordumuzun teali ve takviyesi için’ layihalar takdim ettiğinden bahseden ve onlar nazar-ı dikkate alınmadığından ‘teessür ve ye’sim fevkaladedir’ diyen sabık müfettiş paşa, memleketin üçte birine şamil koskoca bir orduyu, keyfinin istediği anda, beş satırlık bir kâğıtla başsız bırakmanın ne kadar hafif ve ordunun teali ve takviyesi nokta-i nazarından esas olan inzibatı ne derece muhil bir hareket olduğunun farikı 761 (farkında) görünmüyor.” c) Mustafa Kemal Paşa’nın Karşı Atağı Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta müfettişlik görevinden ayrılan Ali Fuat Paşa’yı Konya’dan Ankara’ya geldiğinde yemeğe davet ettiğini, İsmet Paşa ve Kâzım Paşaların da katıldığı bu davete Ali Fuat Paşa’nın icabet etmediğini söylemektedir. Kendisine göre, geç vakte kadar beklendiği halde Çankaya’ya gelmeyen Ali Fuat Paşa, Ankara’ya gelişi sırasında Rauf Bey tarafından karşılanmış, bazı temaslarının ardından Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletine gitmiş, orada Fevzi Paşa ile bir süre görüştükten sonra da istifasını vermişti. Mustafa Kemal Paşa’nın bahsettiği gece 761 Nutuk, s.567-573. 379 1924 yılının 30-31 Ekim gecesiydi ve Mustafa Kemal Paşa o gece, Başvekil İsmet Paşa ve Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ile komplo olarak nitelediği eski yol arkadaşlarının girişimlerine karşı nasıl tavır alacaklarını konuşmuştu.762 Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın bu davetinden haberdar olmadığını söyleyen Ali Fuat Paşa, o geceyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Gazi’nin beni 30 Ekim gecesi arattırıp da bulduramaması muhakkak etrafındakilerden bazı kimselerin suiniyetinden başka bir şeye hamlolunamazdı. Çünkü bütün geceyi herkesin malumu olduğu üzere Katib-i Umumi Saffet Bey’in evinde geçirmiş bir kimsenin, o tarihlerde buldurulamaması en az suiniyetten başka bir şeyle tefsir edilemezdi. 30-31 Ekim gecesi vehim ve suizannı tahrik edici hadiselerin bir araya geldiği göz önüne getirilecek olursa, bunlar haklı olarak Gazi’nin vehmini 763 arttırmış olabilirdi.” Mustafa Kemal Paşa’nın, 2. Ordu Müfettişliği’nden istifa etmek ve mebus olarak Meclis’e katılmak kararıyla Ankara’ya gelmiş olan Ali Fuat Paşa’yı aratmasına, Ali Fuat Paşa’nın da köşkten gelecek bir onay beklediğini söylemesine karşın, arkadaşlıkları Harp Okulu sıralarında başlayan bir Cumhurbaşkanı ve bir ordu müfettişi buluşamamıştı. O gece Çankaya’da bulunan Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Ali Fuat Paşa’nın gelmemesine üzüldüğünü ve ‘mutlaka Rauf Bey ile Kâzım Karabekir’in bir oyununa geldi. Onu alıp bulunmayacak bir yere götürmüş olsalar gerek’ demeye getiren bir düşünce içinde olduğunu söylemektedir. O zamanki küçük Ankara kasabasında bir cumhurbaşkanı ile bir ordu müfettişinin buluşamamasının usta dedektifleri dahi şaşırtacak karmaşasına da dikkati çeken ve iki arkadaş arasına hangi gizli eller tarafından kalın bir perde çekildiğinin bilinemediğini ifade eden Karaosmanoğlu, bunun İsmet 762 Nutuk, s.567-569. O günlerde Çankaya’daki davetliler arasında bulunan Atay da istifaların Mustafa Kemal Paşa üzerindeki ilk etkisinin Meclis içi ve dışında oluşan bir askeri komplo olduğunu söylemektedir. Bkz. Atay, Çankaya, s.458. 763 Cebesoy, Siyasi…, s.503. 380 Paşa’nın bir tertibi olduğu yönünde sözler duyduğunu, ancak Başvekil İsmet Paşa’nın böylesi küçük oyunlar yapmasına ihtimal dahi veremeyeceğini ifade etmektedir.764 Mustafa Kemal Paşa’nın yol arkadaşları ile Cumhuriyet’in ilanı üzerine tam bir yol ayrımına geldiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bununla beraber Ali Fuat Paşa’nın müfettişlikten ayrılmasının ardından geldiği Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın kendisiyle görüşmek istemesi, bizce Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye yıllarından arkadaşı olan Ali Fuat Paşa’yı kaybetmek istemediğinin bir göstergesiydi. Zira Mustafa Kemal Paşa, eskiden beri yakından tanıdığı Ali Fuat Paşa’yı Rauf Bey ile Refet ve Kâzım Karabekir Paşalardan farklı görmekte, kendisinin öteki arkadaşlarının etkisinde kaldığını düşünmekteydi. Bu düşüncesine rağmen Mustafa Kemal Paşa, kendisiyle görüşme imkanı bulamadığı Ali Fuat Paşa ile de bir yol ayrılığı yaşamanın önüne geçememişti. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ile görüşmeyi arzu ettiği akşam Başvekil İsmet Paşa ve Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa ile birlikte ‘komplo’ya karşı nasıl hareket edileceğini tespit etmişti. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve İstanbul mebusu Fevzi Paşa’ya mebusluğu hemen bırakmasını söylemiş, 3. Ordu Müfettişi ve Elaziz mebusu Cevat (Çobanlı) Paşa ile beş kolordu komutanına telgraf çekerek Fevzi Paşa’nın mebusluktan istifa ettiğini, kendilerinin de mebusluktan derhal istifa ederek istifalarını Meclis Başkanlığı’na bildirmelerini istemişti. Bunun kendilerini askeri görevlerine daha iyi verebilmeleri ve ordunun siyaset sahasının dışına çıkarılması bakımından gerekli görüldüğünü ifade eden 764 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim yay., İstanbul, 2009, s.60-63. Aydemir, Mustafa Kemal Paşa’nın vefatından sonra, İsmet Paşa ile Kâzım (Özalp) Paşa’ya 30-31 Ekim gecesini sormuş, İsmet Paşa o geceyi hiç hatırlamadığını söylerken Kâzım Paşa “Biz o işe daha dört ay evvel karar vermiştik” cevabını vermiştir. Bkz. Aydemir, Tek…, c.III, s.192-193. 381 Mustafa Kemal Paşa, istifaların Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’nın teklifi ile olduğunu da kendilerine söylemişti. Bundan sonra Cevat Paşa ile Yedinci Kolordu Komutanı ve Edirne mebusu Cafer Tayyar Paşa dışındaki komutanlar hemen istifa etmiş, bazı şartlar ileri süren adı geçen komutanlar ise görevlerinden azledilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni toplantı yılına başladığı 1924 yılı Kasım ayı başında yukarıda bahsedilen bütün bu gelişmeler nedeniyle ülkede iki cepheli bir ortam oluşmuştu. Askeri görevlerini bırakarak Meclis’e gelen Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar beklemedikleri bir sürprizle karşılaşmış ve ordudaki görevlerini devretmedikleri gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne alınmamış, hatta Kâzım Karabekir Paşa içeri girmesine rağmen Meclis’ten çıkarılmıştı.765 Kendisine uygun görülen bu muameleden rahatsızlık duyan Kâzım Karabekir Paşa, 1 Kasım 1924 tarihli bir yazı ile başına gelenleri Meclis’e şikayet etmiş ve hakkında bir karar verilmesini istemişti. Milli Müdafaa Vekâletine de müracaat eden Karabekir Paşa’ya, askerlik görevinde devir teslim işinin kanuni bir görev olduğu ve istifası cevaplanmadığı için askerliğinin devam ettiği cevabı verilmişti.766 Mebusluğu tercih ettikleri için müfettişlik görevlerinden istifa eden yol arkadaşları Meclis’e görevlerini devretmedikleri gerekçesiyle alınmamıştı. Bu durum karşısında işlemlerini tamamlamak üzere harekete geçen Ali Fuat Paşa devir teslim işlemini tamamlamak için 4 Kasım’da Konya’ya gitmiş ve Meclis’e ancak 10 Kasım’da katılabilmişti. Kâzım Karabekir Paşa ise 1. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Sait 765 Nutuk, s.569-572; Aydemir, Tek…, c.III, s.193-194. Meclis’in ilk toplantı yılının başladığı 1 Kasım 1924 tarihinde, 1. Ordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile 2. Ordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın askeri görevlerinden istifa ettiklerine, 3. Ordu Müfettişi Cevat Paşa ile Yedinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa’nın da askeri görevlerine son verildiğine ve bütün bu komutanların yerlerine yapılan atamalara dair başvekâlet tezkeresi okunmuş, Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Cafer Tayyar Paşaların askeri görevlerini usulünce devrettikten sonra Meclis’e katılabileceklerinin altı çizilmiştir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.10, s.6, 1 Kasım 1924. 766 Goloğlu, Devrimler…, s.76-77. 382 Paşa’nın Erzurum’dan Ankara’ya gelmesini beklemiş, işlemlerin tamamlanmasının ardından 23 Kasım’da Meclis’e girebilmişti.767 d) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından önceki süreçte Mustafa Kemal Paşa, yukarıda da bahsedildiği üzere Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları Rauf Bey ile Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalarla yol ayrımına çoktan gelmiştir. Dolayısıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasına giden sürecin anlatılması konumuz açısından yeterli olsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin bu ilk muhalefet fırkasından bahsetmek, yol arkadaşlarının yol ayrımından sonra bir siyasal fırka kurmak suretiyle yaptıkları çalışmaları göstermesi yanında konunun bütünlüğü açısından tarafımızdan faydalı görülmüştür. 1924 yılı Kasım ayı başında Meclis toplantı yılı başlarken Rauf ve Refet Bey, müfettişlik görevlerini bırakmak suretiyle Meclis’e gelen Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarla birlikte hareket etmekteydi. Bir mücadele arifesinde bulunan yol arkadaşları için arayıp da bulamadıkları fırsat Meclis’te Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’nin, bazı icraatlarındaki başarısızlığı nedeni ile verilen gensoru teklifinin ‘ben güzel tahtie (yanlışlama) severim’ diyen İsmet Paşa tarafından kabul edilmesiyle ortaya çıkmıştı.768 Rauf Bey ve arkadaşları ile Halk Fırkası Grubu arasında hararetli tartışmalara sahne olan gensoru görüşmeleri sırasında üzerinde durulan bir mesele de daha önce Halk Fırkası Grubu’nda bir hesaplaşmaya sahne olan Rauf Bey’in Cumhuriyetçiliği idi. 8 Kasım 1924 tarihinde sona eren gensoru görüşmeleri 19’a karşı 148 oy neticesinde hükümetin güvenoyu almasıyla 767 768 Cebesoy, Siyasi…, s.504. Goloğlu, Devrimler…, s.77-78. 383 sonuçlanmıştı.769 Hükümetin güvenoyu almasından bir gün sonra bu gensoruya ret oyu verenler Halk Fırkası’ndan istifa etmeye başlamış ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasına giden yol açılmıştı. Mustafa Kemal Paşa tarafından bu gensoru görüşmesi bir gensorunun çok ötesinde, komplonun bir parçası olarak görülmüştü.770 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924 tarihinde Erzincan mebusu Sabit Bey’in evinde hazırlanan bir beyanname ile kurulacaktı. Fırka’nın başkanlığına Kâzım Karabekir Paşa, Umumi Kâtipliği’ne (genel sekreterlik) Ali Fuat Paşa getirilecek, Rauf ve Adnan (Adıvar) Beyler ikinci başkanlıkları üstlenecekti. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile o zamana değin Halk Fırkası içinde kalan muhalefet ilk kez resmi bir nitelik kazanacaktı. Öte yandan Genel Sekreter Ali Fuat Paşa Fırka’nın hedefinin iktidara gelmek değil, bir muhalefet partisi olarak iktidarı tamamlamak olduğunu söyleyecek771 ve siyasi partilerin hedefleri bağlamında ilginç bir cümle kuracaktı. Başvekil İsmet Paşa, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasının ardından daha güçlü bir hükümet olma düşüncesiyle ülkeyi bir sıkıyönetim içerisinde yönetmek isteyecek, ancak bu isteği Halk Fırkası Grubu tarafından kabul edilmeyecekti. Bunun üzerine sağlık durumunu gerekçe gösteren İsmet Paşa, 21 Kasım’da istifa edecek, yeni hükümet Fethi Bey tarafından kurulacaktı. Halk Fırkası üyelerinin yeni fırkanın çekiciliğine kapılmaması için bir önlem olarak düşünülen yeni kabine İsmet Paşa kabinesine göre daha ılımlı bir kabine olarak göze çarpacaktı.772 769 TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci Dönem, c.10, 8 Kasım 1924; Nutuk, s.589. Nutuk, s.591. 771 Cebesoy, Siyasi…, s.509. 772 Tunçay, Türkiye…, s.111. 770 384 Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın yeni fırkanın kurulmasına tepkisi nasıl olmuştu? Times’ın İstanbul muhabirine verdiği özel demeçten anlaşıldığına göre Mustafa Kemal Paşa, milli hakimiyete dayanan ve özellikle Cumhuriyet idaresine sahip ülkelerde siyasi fırkaların varlığının doğal olduğunu ifade etmiş, Halk Fırkası ile yeni fırka arasında münakaşa mevzu olabilecek esaslı bir fark göremediğini, ancak teferruata ait meseleler olduğunu söylemişti.773 Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet kelimesini ağızlarına almak istemeyenlerin bu fırkaya Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adını vermesindeki samimiyeti de sorgulamış, Fırka’nın muhafazakâr iddiasıyla kurulmasına itiraz edilemeyeceğini ancak kendilerinden daha Cumhuriyetçi ve terakkiperver oldukları iddiasını kabul edilebilir bulmadığını ifade etmişti. Kendisine göre, ‘Fırka itikadat-ı diniyeye hürmetkârdır’ ifadesi altında hilafet yeniden istenmekte, yeni kanunlara karşı çıkılmakta, mecelle kâfi görülmekte, medreseler ve şeyhler korunmakta, ‘hilafeti kaldıran Mustafa Kemal’in fırkasıdır, sizi gâvur yapacak ve şapka giydirecek’ sözleri ile destek talep edilmekteydi. Öte yandan bütün bu yönleriyle eski kurumların yıkıldığını gören muhalif pek çok kesimin birleşme merkezi olan ve doğudaki teşkilat ve tahrikleri ile Şeyh Said İsyanı’na zemin hazırlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticilerinin bu gerçeklerin farkında olmadıkları da söylenemezdi. Öyle olsa dahi Fethi Bey’in kendilerini uyarması karşısında, durumun vahametinin farkına varır ve tüm dinlere karşı hürmetkâr olduklarını söyleyerek özgürlüklerin genişliği noktasından meseleyi ele almazlardı.774 Şeyh Said İsyanı sonrasında Fethi Bey kabinesinin aldığı tedbirler yeterli görülmeyecek ve yaşanan hükümet değişikliği sonucunda ilk icraatı üç maddeden 773 774 Atatürk’ün Söylev…, c.III, s.109-110; “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, c.IV, s.209. Nutuk, s.591-593. 385 oluşan ve iki yıl geçerli kalacağı belirtilen Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarmak olan İsmet Paşa Hükümeti kurulacaktı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da programındaki “İtikadat-ı diniyeye hürmetkârdır.” maddesi nedeniyle Şeyh Said İsyanı’nı tahrik ettiği gerekçesiyle 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılacak ve yol arkadaşları bundan sonra Meclis çatısı altında bağımsız birer mebus olarak görev yapmaya devam edecekti. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından bir yıl kadar sonra 15 Haziran 1926 tarihinde İzmir’e gidecek olan Mustafa Kemal Paşa’ya bir suikast girişiminde bulunulacağı ortaya çıkarılacak, soruşturmanın genişlemesi ile birlikte işin boyutları bu suikast girişiminin Ankara’dan tertiplendiğine kadar gidecekti. Mustafa Kemal Paşa, bu suikast girişimini şahsından ziyade Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’in esaslarına yapılmış sayacak, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır …” sözünü bu olay üzerine söyleyecekti. İstiklâl Mahkemesi tarafından şüpheli görülerek haklarında tutuklama kararı verilenler arasında rahatsızlığı nedeniyle 1926 yılı Haziran ayı sonlarında Meclis’ten izin alarak yurt dışına gittiğini ve tedavisini bitirdikten sonra Londra’ya geçtiğini söyleyen, ne var ki haberdar olduğu suikast girişimi nedeniyle kendisini kurtarmak için yurt dışına gitmekle suçlanan Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar da olacaktı. Rauf Bey, mahkemenin ülkeye dönmesi için yaptığı çağrıları dikkate almayacak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na hitaben yazdığı mektuplarda mebusların dokunulmazlığı kaldırılmadan tutuklanmalarını bir hükümet darbesi olarak gördüğünü söyleyecek ve Meclis Başkanı’nın, mahkemenin Cumhuriyet’e ve anayasaya aykırı olan bu tutumuna engel olması gerektiğinin altını çizecekti. İzmir suikastı girişimi 386 davasındaki yargılamalar ise 27 Haziran’da İzmir’de Elhamra Sineması’nın bulunduğu binada başlayacaktı. Sanıklar, suikastı gerçekleştirecek olanlar, bunları teşvik eden baş tertipçiler, herhangi bir iştirakleri olmamakla beraber Ankara ve Mustafa Kemal Paşa’ya cephe almış ve şüpheli davranışları sezinlenmiş olan eski İttihatçılar ile yol arkadaşlarının başını çektiği Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ileri gelenleri olarak sınıflandırılabilir ise de, kamuoyunda en çok kaygı uyandıran yargılamalar suikast planından haberdar olmalarına rağmen bunu yetkililere bildirmemekle suçlanan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası liderlerinin yargılamaları olacaktı. Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar, tutuklandıkları zamandan İzmir’e getirilmelerine kadar bir takım kaba muamelelere maruz kalacaklar, bununla beraber mahkemeye getirilirken halkın sevgi gösterileri ve subayların selam durdukları sahneler yaşanacaktı. 13 Temmuz’da tamamlanan yargılamalar, aralarında eski İttihatçıların da bulunduğu 18 kişinin idama mahkûm edilmesi yanında suikast girişiminden haberdar olduğu halde bunu haber vermemekle suçlanan ve yurt dışında olması münasebetiyle gıyabında on yıl sürgün cezasına çarptırılan Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları için beraatla sonuçlanacaktı. Beraatlarına karar verilmiş olan yol arkadaşları, her ne kadar mebuslukları devam ediyor olsa da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne pek devam etmeyecek, 1927 yılının Eylül ayında yapılan seçimlere katılmayacaklardı. Refet Paşa 1926 yılı sonlarında mebusluktan istifa edip kendi isteği ile emekliye ayrılırken, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar 1927 yılı ocak ayı başlarında kendilerinin izni alınmaksızın askerlikten ilişikleri kesilmek suretiyle emekliye sevk edilecekti. 387 SONUÇ Mustafa Kemal, Ali Fuat, Kâzım Karabekir ve Refet Paşalar ile Rauf Bey, Milli Mücadele sırasında Amasya Kararları’nın altına imza atmak suretiyle hem işgal güçlerine hem de İstanbul Hükümeti’ne isyan bayrağı açan yol arkadaşları idi. O günlerde zaten İstanbul’da bulunan Rauf Bey dışındaki yol arkadaşları Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından hemen sonraki Kasım ve Aralık aylarında İstanbul’a gelmişlerdi. Milli Mücadele’nin liderliğini üstlenecek olan Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918 tarihinde geldiği İstanbul’da ülkenin içinde bulunduğu çıkmazdan nasıl kurtarılacağına dair çareler ararken, aynı dertten muzdarip olan arkadaşları ile yolunu birleştirmiş, Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşlığının temelleri de mütareke İstanbulu’nda atılmıştı. Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırı iken altına imza attığı mütarekenin müzakereleri sırasında kendisine verilen sözlerin tutulacağı zannına kapılan, ancak mütarekenin ardından yaşanan işgaller nedeniyle büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Rauf Bey, kendisini bu hayal kırıklıklarını ortadan kaldıracak çözüm arayışlarına vermiş, İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınındaki isimlerden biri olmuştu. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in Ali Fethi ve İsmail Canbulat Beylerle birlikte çözüm arayışlarının merkezi olan Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yapılan toplantılara o sıralarda kolordusunu Konya’dan Ankara’ya getirme çabası içinde olan Ali Fuat Paşa ile Jandarma Genel Komutanı Refet Bey de katılmıştı. İlk olarak Tevfik Paşa kabinesini düşürmek suretiyle kendisinin harbiye nazırı olacağı bir kabinenin kurulması için gayret gösteren Mustafa Kemal Paşa, bu amaçla Padişah Vahdettin ile de birkaç kez görüşmüş, ancak arkadaşlarıyla birlikte gösterdiği çabalar bir sonuca ulaşmamıştı. Bunun üzerine liderliğini üstleneceği Milli 388 Mücadele’yi başlatmak üzere Anadolu’ya geçmenin yollarını aramaya başlayan Mustafa Kemal Paşa, gerek Harbiye yıllarından arkadaşı olan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, gerekse o günlerde tayinini Tekirdağ’dan Erzurum’a aldırmayı başaran Kâzım Karabekir Paşa tarafından Anadolu’ya davet edilmişti. 15. Kolordu Komutanlığı’nı üstlenmek üzere gideceği Erzurum’a hareketinden önceki günlerde Mustafa Kemal Paşa’yı Şişli’deki evinde ziyarete etmek suretiyle Anadolu’ya davet eden Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a varmasından bir ay önce Trabzon’a, oradan da Erzurum’a ulaşmış, Ali Fuat Paşa ise kolordusunu Konya Ereğlisi’nden Ankara’ya nakletmeyi başarmıştı. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın iki yol arkadaşı başında bulundukları kolordularla Milli Mücadele’nin lideri için iki önemli dayanak noktası olmuştu. Samsun’a çıktıktan sonra Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalarla temas kurmak suretiyle Anadolu’da başlayan direniş hareketlerini bir çatı atında toplamaya yönelik çalışmalar yürüten Mustafa Kemal Paşa, ordu komutanları ile bağlantılar kurmak yanında İzmir’in işgalinin protesto edilmesi gibi bir takım girişimlerde de bulunmaya başlamıştı. Bu girişimlerden rahatsızlık duyan İngilizler, kendisinin geri çağrılması için hükümete baskı yapmaya başlarken Mustafa Kemal Paşa bir yandan Milli Hareket’in bir an önce bireysel bir hareket olmaktan çıkarılması için uğraş vermiş, diğer yandan da oyalama taktikleriyle vazifesini mümkün olduğunca uzatmaya çalışmıştı. 22 Haziran 1919 tarihi Milli Mücadele’nin yol haritasının çizildiği bir tarih olması yanında tezin kapsamında ele alınan Amasya Askeri Örgütü’nün kurulduğu ve temelleri İstanbul’da atılan yol arkadaşlığının resmen başladığını kabul ettiğimiz tarih idi. Askerlik mesleğinden istifa ederek Batı Anadolu üzerinden Ankara’ya gelen, burada Ali Fuat Paşa ile buluştuktan sonra Amasya’da Mustafa Kemal Paşa’ya 389 mülaki olan Rauf Bey, örgütün o sırada asker olmayan tek üyesiydi. Refet Bey, toplantının sonlarına doğru Amasya’ya gelirken, Kâzım Karabekir Paşa alınan kararlara telgrafla destek verdi. İstanbul Hükümeti’nin askeri örgüt ve komutanları değiştirmesine izin verilmeyeceği ve bir işgal durumunda İstanbul ile temas kurulmadan savunma yapılacağının belirtilmesi yanında silahların teslim edilmeyeceği ve askeri örgütlerin kaldırılmayacağı gibi Mondros Mütarekesi’ne aykırı kararlar hem hükümete hem de itilaf güçlerine isyan edildiği anlamına gelmekteydi. Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevi kendisi Erzurum’da iken son bulurken 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa yol arkadaşlığına yakışır bir şekilde, Mustafa Kemal Paşa’ya bağlılığını bildirmiş ve kendisini bir lider olarak kabul ettiğini göstermişti. Öte yandan 23 Temmuz 1919 tarihinde başlayan Erzurum Kongresi’nde ulusal nitelikte kararlar alınmış ve bir Temsil Heyeti oluşturulmuştu. Elaziz Valisi Ali Galip’in tehdidine rağmen Sivas’ta yapılan kongrede Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar ülke çapına yayılacak şekilde genişletilmiş, İstanbul Hükümeti ile her türlü iletişim kesilmesinden sonra İstanbul’da bir hükümet değişikliği yaşanmış ve yeni kabinenin Temsil Heyeti ile arasındaki buzların eritildiği kısa süreli bir bahar havası yaşanmıştı. Misak-ı Milli’nin kabulünü gerçekleştiren Meclis-i Mebusan çalışmalarına devam ederken İstanbul’un işgalinin şiddetlendirilmesi kararının alınması ise 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da açılacak bir meclisin ve yeni bir devletin habercisi olmuştu. Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde ülkede bir iç savaş yaşanmakta, İstanbul’un desteği ile Milli Hareket aleyhinde pek çok isyan dalgası yurdu sarmaktaydı. Devam etmekte olan iç savaş sırasında Yunan saldırıları da başlamıştı. 390 Genel itibarıyla Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesini temin eden savaşlar, arka planda kalmayı yeğleyen İngilizlerin desteğini almış olan Yunan güçleri ile yapılmıştı. Büyük Millet Meclisi’nde özellikle İkinci Grubun sert muhalefetine rağmen başkomutanlık yetkilerini kullanma hakkını elde eden ve Sakarya Zaferi’nden sonraki uzun bir hazırlık sürecinin ardından yapılan taarruzu bizzat yöneten Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunu zafere taşımış ve Mudanya’da imzalanan mütareke ile de Türk İstiklâl Harbi kesin bir askeri zaferle neticelenmişti. Milli Mücadele’nin çeşitli zamanlarında Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasında bir takım görüş farklılıkları yaşanmışsa da bunların hiçbiri yol arkadaşlarını yol ayrımına getiren bir düzeyde olmamıştı. Ne var ki zaferin kazanılmasının ardından ‘milli sır’ olarak sakladığı düşüncelerini hayata geçirmeye başlayan Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılması örneğinde olduğu gibi hemen olmasa da zaman içerisinde yol arkadaşları ile arasının açıldığı bir süreci yaşamıştı. Yol ayrımının Milli Mücadele sırasında yaşanmamış olmasının nedeni, var olma yol olma mücadelesinin verildiği bu sürecin birleştirici atmosferi içerisinde bir takım olumsuzlukların arka plana itilmesiydi. Zira Milli Mücadele sırasında toplumun bütün kesimleriyle birlikte yol arkadaşlarının da temel amacı işgal altındaki ülkeyi kurtarmaktı. Milli Mücadele’nin sonlarına yaklaşırken gerçekleşen Keçiören Görüşmesi sırasında o günlerde henüz Ankara’ya gelmemiş olan Kazım Karabekir Paşa dışındaki yol arkadaşları bir anlamda eteklerindeki taşları dökmüş, Mustafa Kemal Paşa’nın zaferden sonra alacağı pozisyona dair kaygılarını ortaya koymuş ve yol ayrımının netleştiği bir süreci başlatmışlardı. Bu netleşme, Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden sonra gerçekleştirilen devrimlerin, hangi safta olduklarını 391 açıkça ortaya koyan yol arkadaşları ile yapılmasını imkan dahilinde görmeyen Mustafa Kemal Paşa açısından olmuştu. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın ‘milli sır’ çizgisini devam ettirmesi nedeniyle o günlerde bir yol ayrılığı yaşanmamıştı. Bir zamanlama ve fırsatları değerlendirme dehası olan Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin fiilen sona ermesinden hemen sonra gerçekleşen saltanatın kaldırılması sürecinde yol arkadaşlarının desteğini almıştı. Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinin getirdiği prestijin de verdiği güçle yeni bir toplum düzeni inşa etme noktasındaki gizli ajandasını uygulamaya koymaya başlayan Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları ile kesin bir yol ayrımına Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte gelmişti. Bu noktada bir alternatif tarih yaklaşımı sergilemek gerekirse Mustafa Kemal Paşa saltanatı kaldırmamış, Halk Fırkası’nı kurmak suretiyle başına geçmemiş, yol arkadaşlarının beklentisine uygun olarak partiler üstü bir konumda kalmayı tercih etmiş, Cumhuriyet’i ilan etmemiş, en azından bu noktada kendilerinin fikrini almış olsaydı, kuvvetle muhtemel yol arkadaşları ile bir yol ayrımına gelmezdi. Bizce bu durum yol ayrımının ne pahasına gerçekleştiğini gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekicidir. Lozan Konferansı’nda ülkeyi temsil eden İsmet Paşa ile yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle İcra Vekilleri Heyeti Reisliği’nden ayrılmak durumunda kalan Rauf Bey, Cumhuriyet’in ilanını aceleye getirilmiş bir karar olarak görmüş, Kâzım Karabekir Paşa da aynı konuda ‘biz bunu konuşmamıştık’ demişti. Yeni dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın tarafsız kalmasını arzu eden ve Halk Fırkası’nın başında bulunmasını doğru bulmadıklarını söyleyen yol arkadaşları İstanbul’da bir araya gelerek toplantılar yapmışlardı. Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların ordu komutanlıklarını bırakarak Meclis’e gelmeleri, Refet Bey’in Rauf Bey tarafından 392 ikna edilerek istifa etmekten vazgeçmesi yeni bir mücadeleye hazırlanıldığı izlenimi vermişti. Mustafa Kemal Paşa bu durumu komplo olarak nitelemiş ve aldığı önlemlerle komplonun önünü almaya çalışmıştı. Yol arkadaşlarının bir araya gelişi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na giden süreci de başlatmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın eski yol arkadaşları bu yeni fırka çatısı altında muhalefetlerine resmi bir nitelik kazandırmışlardı. Programındaki dini inançlara hürmetkâr olduğu yönündeki bir madde nedeniyle muhaliflerin toplanma yeri olabileceği düşünülen bu yeni fırka Şeyh Said İsyanı’nı tahrik ettiği gerekçesiyle İstiklâl Mahkemesi kararı ile kapatılmıştı. 1926 yılı Haziran ayında Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’de yapılması planlanan suikast girişimi gerekçesiyle başlatılan soruşturmanın ucu yol arkadaşlarına da dokunmuş, o günlerde yurt dışında bulunan Rauf Bey dışındaki isimler tutuklanmış, yargılamalar sonucunda beraat etmişler ve siyaseten tasfiye oldukları bir süreci yaşamışlardı. Milli Mücadele’nin ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin lideri Mustafa Kemal Paşa, eski yol arkadaşları ile Milli Mücadele yıllarında hilafet ve saltanatı kurtarmak gayesiyle omuz omuza vermiş, zaferden sonra da daha önce kurtarmaya çalıştığı kurumları ortadan kaldırma çabasına girmişti. Her ne kadar saltanat ve hilafetin hüküm sürdüğü, yüzyıllardan beri devam etmekte olan bir toplumun parçası da olsa Mustafa Kemal Paşa’nın devrimci bir kişiliği vardı. Bu devrimci kişilik kendisini yol arkadaşlarından ayıran en önemli farklılık idi. Yol arkadaşları da tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi Osmanlı Devleti’nin en iyi eğitim kurumlarında öğrenim görmüş, okul yıllarından itibaren imparatorluğun sorunları ile yakından ilgilenmiş ve İkinci Meşrutiyet Devrimi’ni gerçekleştiren İttihat ve Terakki’nin içinde bulunmak suretiyle istibdat olarak gördükleri yönetime karşı tavır almışlardı. Ne var ki 393 devrimcilik başka bir şeydi. Biz mütareke İstanbulu’ndan itibaren çözüm arayışları için bir araya gelen ve Amasya’da askeri bir örgüt kurmak suretiyle elini taşın altın koyan arkadaşların yolun sonuna gelmelerinin en önemli nedenini, zaruretten doğmuş olan ve bütünsel kalkınmayı amaçlayan bir aydınlanma hareketi olarak da adlandırılan devrimlerin hayata geçirilmeye başlanmasıyla açıklamaktayız. Esasında Mustafa Kemal Paşa da yol arkadaşları ile arasının açılmasına neden olarak gerçekleştirilen devrimleri göstermekte ve bu noktada Nutuk’ta şu ifadeleri kullanmaktadır: “Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelebilen tekamülatına, kendi fikriyat ve ruhiyatının ihatası hududu bittikçe bana mukavemet ve muhalefete geçmişlerdi.” 775 Mustafa Kemal Paşa yalnız Milli Mücadele’nin değil, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak güçlü, yeni bir toplum inşa edilmesi sürecinin de lokomotifi idi. Türkleri Anadolu’dan çıkarmayı Milli Mücadele sırasında başaramayan Batılıların bu amaçlarından vazgeçmedikleri bir zamanda Mustafa Kemal Paşa Türk insanının en az batılılar kadar eğitimli, batılılar kadar kültürlü, onlar kadar sanayileşmiş ve üretken olması gerektiğini, Türklerin Trakya ve Anadolu’dan atılmasının önüne bunun gerçekleştirilmesi halinde geçilebileceğine dair bir düşünce içindeydi. Akşin’e göre bu anlamda devrim, Türk halkını kul olmaktan çıkarıp yurttaşlığa götüren bir süreç olması yanında, Türklerin Anadolu ve Trakya’da yaşayabilmesinin temel şartı idi.776 Kuşkusuz bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın devrimci düşüncelerinin henüz Harp Okulu yıllarından başlayan bir süreç içerisinde oluştuğunun altını da çizmek gerekmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın düşünsel olarak etkilendiği olayların başında feodal bir monarşi düzeninin ulus devlete dönüşmesiyle sonuçlanan Fransız 775 Nutuk, s.11. Sina Akşin, “Atatürk Dönemi ve Devrimi Üzerine Bazı Notlar”, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, s.160. 776 394 Devrimi gelmektedir. Mustafa Kemal Paşa, Fransız Devrimi öncesindeki Montesquieu ve Descartes gibi düşünürler ile devrimin büyük düşünürü Rousseau’yu da okumuş777 ve bu devrimin en önemli sonucu olan ulus devlet anlayışını benimsemişti. Nutuk’ta Samsun’a çıkmaktaki amacını ‘hakimiyet-i milliyeye müstenit bir devlet kurmak’ olarak açıklayan ve Milli Mücadele boyunca milli irade kavramını dilinden düşürmeyen Mustafa Kemal Paşa, vatanın kurtuluşunun ancak milletin azim ve kararı ile mümkün olabileceğinin altını çizmiş, Milli Mücadele’nin en zorlu günlerinde dahi seçimlerin yapılması ve Meclis’in açılması için büyük gayret sarf etmişti. Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası taraftarlarının etkili olmaya çalıştığı, sık sık söz alarak bu yönde tahşidatlar yaptığı, ülke adına endişe duyanların ümitlerinin dibe vurduğu bir zamanda dahi mandaya bakışı farklıydı. Onun için başka bir devletin hamiliğini istemek doğru değildi. Ancak Sovyet Rusya gibi yabancı bir devletin yardımı kabul edilebilirdi. Aksi halde o devletin eline düşülmüş olur ve tam bağımsızlıktan hiçbir şekilde söz edilemezdi. Milli Mücadele sırasında ya istiklâl ya ölüm anlayışı ile hareket eden Mustafa Kemal Paşa’nın idealinde hep milli hakimiyete dayalı tam bağımsız bir ulus devlet kurmak vardı. İşte tam da bu nedenle devlet kurtarıldıktan, bağımsızlık temin edildikten sonra bir kenara çekilip gelişmelere seyirci kalacak değildi. Yapılması gereken çok iş vardı, sıra milleti çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracak devrimlerin hayata geçirilmesine gelmişti. Batılılar kadar eğitimli, batılılar kadar kültürlü, batılılar kadar modern bir toplumun inşa edilmesi Milli Mücadele sırasında kendisine yol arkadaşlığı yapanlar ile başarılamazdı. Zira yeni dönemde ideallerine koşarken kendisine engel olacak değil, destek verecek kimselere ihtiyaç vardı. 777 Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yay., Ankara, 1999, s.13-14. 395 Yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa liderliğinde vatanın kurtarılması ve bağımsızlığın temin edilmesine odaklandığı Milli Mücadele günlerinde dahi Mustafa Kemal Paşa bağımsızlıktan sonra atacağı adımların hesabını yapmaktaydı. Bununla beraber Rauf Bey ile Kazım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet ve devrimler konusundaki fikirlerini az çok tahmin etmekte iseler de Mustafa Kemal Paşa’nın çok daha ileri gidebileceği kanaatinde değillerdi. Oysa bir devrimin gerçekleştirilmesi tahminleri aşan, beklentileri yerle bir eden bir süreçti. Gerçekten ortada bir devrim olmasaydı, yol ayrımının Mustafa Kemal Paşa’nın diktatör olmasının önünü açmaya ve hatta arkadaşlarını tasfiyeye yönelik bir çaba olduğu söylenebilirdi. Ne var ki yeni bir toplum inşa etme sürecinde ayak direyenlerin, ‘bize sorulmadı’ şeklinde alınganlık gösterenlerin dikkate alınması söz konusu olamazdı. Mustafa Kemal Paşa bir devrim gerçekleştirmekteydi. Devrim sürecinde yol arkadaşları ile olduğu gibi bir takım kopuş ve yol ayrılıklarının yaşanması kaçınılmazdı. Eğer devrim köklü bir değişim ve dönüşüm hareketi ise bu değişim ve dönüşümden memnun olmayanların bulunması doğal karşılanmalıydı. Bununla beraber toplumsal yapıda gerçekleştirilen değişimlerin çok partili demokratik bir yolla yapılması da mümkün değildi. Bu nedenle hazin bir kopuşu simgeleyen yol ayrılığı, yakın arkadaşların farklı kulvarlara savrulması çerçevesinde değil, yeni bir toplum düzeninin inşası sürecindeki düşünsel farklılık çerçevesinde değerlendirilmelidir. Mustafa Kemal Paşa dışındaki yol arkadaşları tıpkı ittihatçılar gibi sistemin kökten değişimiyle ilgilenmemiş, saltanat ve hilafetin durumunu ele almak suretiyle yapılacak bir değişiklikten yana olmamıştı. Kendilerine göre mevcut olan eksiklerinin düzeltilmesi yola devam etmek için yeterliydi. 1908 Devrimi’ni 396 gerçekleştiren ittihatçılar Padişah’ın yönetsel yetkilerini azaltmayı başarmışlarsa da, hiçbir zaman saltanat ve hilafeti nihayete erdirmeyi düşünmemişlerdi. Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’in ittihatçılığı da bu düzeydeydi. İşte tam da bu nedenle Rauf Bey, yol ayrımını netleştiren Keçiören Görüşmesi sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya babasının halifenin ekmeğini yediğini söyledikten sonra bu noktada bir nankörlük yapamayacağını ifade etmişti. Kâzım Karabekir Paşa da Büyük Millet Meclisi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulmasından sonra Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgrafta en hayati endişeyi hilafet ve saltanattan vazgeçilerek bir emrivaki şeklinde cumhuriyetçiliğe geçileceğinde gördüğünü ifade etmişti. Milli Mücadele’nin fiilen sona ermesinin hemen ardından Ankara’ya gelmek için Mustafa Kemal Paşa’dan izin isteyen Kâzım Karabekir Paşa gelişinin asıl amacını, hükümet şekli hakkındaki kararını öğrenmek istediği Mustafa Kemal Paşa’yı, zaferin ardından bir cazibe merkezi haline gelecek olması nedeniyle etrafına üşüşecek kimselerin zararlı kaprislerinden uzaklaştırmak olarak açıklamıştı. Bununla beraber hükümet şeklinin ne olacağına dair verilecek kararlarda kendisinin de bulunmasını kendisi için bir vazife addetmişti.778 Mustafa Kemal Paşa ise ne Rauf Bey gibi bir minnet içinde olmuş, ne de Kâzım Karabekir Paşa gibi hilafet ve saltanattan vazgeçilmesini hayati bir endişe olarak görmüştü. Bilakis sonunun geldiğini henüz Harbiye sıralarında iken gördüğü devletin yerine cumhuriyetle idare edilen, çağdaş uygarlığı hedefleyen, bu arada saltanat ve hilafete yer vermeyen yeni bir devlet kurma hedefine doğru koşmuştu. Bu yönüyle Mustafa Kemal Paşa yalnız yol arkadaşlarından değil, Osmanlı kültürü ile yetişmiş öteki kimselerden de ayrı bir yerde durmaktaydı. 778 Karabekir, İstiklâl Harbimiz, c.II, s.1289. 397 Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları değişime taraftar olmakla birlikte değişimin bir ihtilal biçiminde olmasına taraftar değildiler. Vaktiyle Abdülhamid istibdadına karşı ittihatçılar içerisinde yer almak suretiyle saflarını belli eden yol arkadaşları ilerleyen süreçte ittihatçıların nasıl bir despotizme kaydığına da şahit olmuşlardı. Bu anlamda yol arkadaşlarının ilerlemeye taraftar olan, ancak bunun tedrici bir ilerleme olması gerektiğini düşünen bir pozisyonda kaldıklarını söyleyebiliriz. Tam da bu nedenle yukarıda ele aldığımız başkomutanlık kanunu görüşmeleri sırasında, bütün yetkileri elinde toplayan Mustafa Kemal Paşa’nın ittihatçılar örneğinde olduğu gibi bir tek adam yönetimine doğru gittiği endişesini İkinci Grup üyeleri yanında yol arkadaşları da yaşamışlardı. Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının ardından başlayan yeni dönemde dışlandıkları düşüncesinde olan yol arkadaşları, Milli Mücadele’ye verdikleri büyük katkının küçük gösterildiği ve adeta her şeyi Mustafa Kemal Paşa tek başına yapmış gibi bir hava estirildiği kanaatine kapılmışlardı. Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından yol arkadaşları ile Mustafa Kemal Paşa’nın arası kapanmaz bir şekilde açılmış, kendi aralarında defalarca bir araya gelmek suretiyle ne yapmaları gerektiği konusunda değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Merkezinde düşünsel farklılıkların olduğu bir yol ayrımı sonrasında kendilerini Meclis çatısı altında yeni bir hamle yapmaya odaklayan yol arkadaşları böylece bir muhalefet fırkası kurmaya giden süreci de başlatmışlardı. Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşları arasındaki bir başka fark da yetiştikleri aile, çevre ve sosyal ortamlar idi. Mustafa Kemal, bilindiği gibi Makedonya bölgesi içinde yer alan Selanik’te dünyaya gelen ve maddi imkânsızlıklar içinde yaşayan bir ailenin küçük yaşlarda babasını kaybeden tek erkek çocuğu idi. Selanik Vakıflar İdaresi’nde 398 kâtiplik ve gümrük memurluğundan sonra kereste tüccarlığı ile meşgul olan babası Ali Rıza Efendi, kereste tüccarlığında başarılı olamayınca tuz ticareti yapmak istemiş, tuzları elden çıkaramayınca ticari ümitleri ile birlikte kendine olan güvenini de kaybetmiş, yeniden memurluğa dönme girişimleri sonuç vermeyince kendisini içkiye vermiş ve yakalandığı bağırsak veremi hastalığı ile üç yıl mücadele ettikten sonra muhtemelen kırk yedi yaşında hayatını kaybetmişti.779 Babasının vefatının ardından ailenin ekonomik durumu daha da bozulunca Zübeyde Hanım iki çocuğunu yanına alarak Selanikli bir eşrafın çiftliğinde kâhya olarak çalışan kardeşi Hüseyin Ağa’nın yanına gitmiş, Mustafa Askeri Rüştiye’de okurken de Ragıp Bey adında birisi ile evlenmişti. Annesinin evlenmesine karşı tepki olarak uzak bir akrabasının yanında kalmaya başlayan Mustafa Kemal, kabul sınavlarına girdiği Manastır Askeri İdadisi’ni kazanmış ve parasız yatılı olarak eğitimine bu okulda devam etmişti. Mustafa Kemal’in Harp Okulu’na gitmeden önceki dönemlerde yaşadıkları ile yol arkadaşlarının yaşadıkları arasında önemli bir farklılık söz konusu idi. 1882 yılında İstanbul’un Küçük Mustafa Paşa semtinde dünyaya gelen Kâzım’ın (Karabekir) geçmişi Karaman ili Kâzımkarabekir ilçesine yerleşmiş bir Selçuklu Türk ailesine dayanmaktaydı. Babası, Kırım savaşına gönüllü olarak katılarak büyük yararlılıklar gösteren ve kahramanlıklarından ötürü İngilizler tarafından ödüllendirilen Mehmet Emin Paşa idi. Kırım Savaşı sonrasında orduda kalarak paşalığa kadar yükselen Mehmet Emin Paşa, Kâzım henüz on bir yaşında iken, bir kolera salgını nedeniyle hayatını kaybettiğinde Mekke Vali Vekilliği yapmaktaydı.780 1881 yılında İstanbul’da dünyaya gelen, öteki yol arkadaşlarından farklı olarak denizci bir aileye mensup olan Hüseyin Rauf’un geçmişi Kafkasya’da Anapa eyaletine bağlı 779 780 Aydemir, Tek…, c.I, s.30,41. Karabekir, İttihat…, s.9. 399 Zahumkale’nin Zafriye kasabasına dayanmaktaydı. Dedesi Kırım Savaşı’ndan sonra İstanbul’a yerleşen Hüseyin Rauf’un babası Meşrutiyet’in ilanından vefatına kadar iki dönem Ayan Meclisi üyeliği de yapmış olan Koramiral Mehmet Muzaffer Paşa idi.781 1882 yılında İstanbul Üsküdar Salacak’ta doğan ve yine asker bir aileye mensup olan Ali Fuat’ın babası ise Birinci Büyük Millet Meclisi hükümetinde Nafıa (Bayındırlık) vekilliği de yapmış olan Ferik İsmail Fazıl Paşa, dedesi 93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Tuna Orduları Umum Komutanlığı yaparken şehit düşen Müşir Mehmet Ali Paşa idi.782 Anne ve babasının isimlerini bilmekle beraber Refet’in babasının mesleğinin ne olduğuna ve nasıl bir aile içinde yetiştiğine dair kesin bir bilgimiz yoktur. Nerede doğduğu konusunda farklılıklar göze çarpsa da bizzat kendisi tarafından doldurulan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilen kısa hal tercemesinde 1881 yılında İstanbul’da doğduğu yazılıdır. Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşalar ile Rauf Bey imparatorluğun başkenti olan İstanbul’da doğmuşlar ve genel itibarıyla Mustafa Kemal Paşa ile kıyaslanamayacak ölçüde maddi rahatlık ve iyi bir sosyal çevre içinde yetişmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa Türk toplumunun değişim ve dönüşümünü gerçekleştirmeyi hedefleyen düşüncelerini en baştan açıkça ortaya koymamış, ‘milli sır’ çizgisinden sapmayarak tedbirli davranmış, nihai fikirlerini en yakın arkadaşlarından dahi gizlemişti. Öyle ki Milli Mücadele hilafet ve saltanatı kurtarmak amacıyla gerçekleştirilmiş, saltanatın kaldırılacağı zamana kadar Padişah’a sadık olduğu izlenimi vermiş, saltanat kaldırılırken halifeliğin devam etmesi gerektiğini savunmuş, Cumhuriyet’in ilanı ve hilafetin kaldırılması gibi konularda da erken hareket etmek 781 782 Kutay, Osmanlıdan…, s.37-45. Cebesoy, Sınıf…, s.19. 400 suretiyle gelmesi muhtemel tepkilerin önünü kesmişti.783 Gerçi daha Erzurum’da iken zaferden sonrasına dair Mazhar Müfit Bey’e ‘milli sır ifşası’ olarak gördüğümüz hedeflerinden bahsetmişti ama bu durum yalnız iki kişi arasında cereyan eden ve Mustafa Kemal Paşa’nın gizli tutulmasını istediği bir not aldırma işinden ibaretti. Buna göre henüz Milli Mücadele’nin Erzurum günlerinin yaşandığı bir dönemde Mustafa Kemal Paşa, bir gece yarısı Mazhar Müfit Bey’e hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını, padişah ve hanedan hakkında vakti geldiğinde gereken işlemin yapılacağını, tesettür ve fesin kaldırılarak medeni milletler gibi şapka giyileceğini, bir de Latin alfabesinin kabul edileceğini söylemişti.784 Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele boyunca hem Mustafa Kemal Paşa’ya destek vermiş, hem de bazı durumlarda Mustafa Kemal Paşa’yı uyarmak gibi pozisyonda kalmıştı. Bu durumdan büyük rahatsızlık duyduğunu tahmin ettiğimiz Mustafa Kemal Paşa, izlediği yöntem ile Kazım Karabekir Paşa’nın itirazlarını yumuşatmasını bilmişti. Doğu Harekâtı ile Ermenilerin etkisiz hale getirildiği 1920 yılından sonra asıl tehlike batıda olmasına rağmen Kazım Karabekir Paşa Erzurum’da kalmış, bölgesinden ayrılıp Batıya gelmek istememişti.785 Bununla beraber Milli Mücadele sırasında hemen her konuda fikri alınan Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele sonrası dönemde giderek fikri daha az alınan bir pozisyonda kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa, öteki yol arkadaşlarının fikrini sormadığı Cumhuriyet’in ilanı sürecinde, Cumhuriyet konusundaki düşüncelerini bilmekte olduğu Kâzım Karabekir Paşa’ya da bir şey söylememişti. Kâzım Karabekir’in 783 Örneğin, Mustafa Kemal Paşa 1921 yılı Haziran ayında Diyarbakır’dan kendisine bayram tebriki gönderen Şeyh Sunusi’ye ‘Bugünkü savaşımız İslam’ın kurtuluşu içindir’ ifadelerini kullanmıştı. Bkz. Atatürk’ün Tamim…, s.384. 784 Kansu, Erzurum’dan…, c.I, s.131-132. 785 Zeki Çevik, Milli Mücadele’de “Müdafaa-i Hukuk’tan Halk Fırkası’na” Geçiş (1918-1923), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2002, s.187. 401 Siyasal Hayatı adlı doktora çalışmasında Ali Çiftçi bu noktada şunları söylemektedir: “Karabekir gururuna düşkün ve kişiliğine önem veren birisidir. Övülmek, takdir edilmek onun hoşuna giden bir davranıştır. Anadolu’da mücadeleye ilk atılanlardan birisi olması ve askeri yetenekleri kendisine büyük ün kazandırmıştır. Dolayısıyla çevresi Mustafa Kemal ile olan ilişkilerinde de kendisini bu nitelikleriyle sürekli etkilemek istemektedir. Enver Paşa’nın Meşrutiyet İnkılabından bir süre sonra kişisel otoritesini kurması, özgürlüklerin kısıtlanması ve Birinci Büyük Savaş’ta Enver Paşa’nın denetimden uzak atıldığı maceralar Karabekir’in anladığı ve benimsediği hürriyet ve yönetim anlayışına uygun değildir. Karabekir’in çevresi de Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni bir Enver Paşa örneği ortaya çıkıp çıkmamasında kendisinin Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü gereği anahtar konumda olduğunu ona sürekli telkin etmektedirler… Karabekir istişareye dayalı yönetimi savunmakta ve bu bağlamda kendisini de Mustafa Kemal’in en başta danışacağı kimselerden biri olarak gördüğünü 786 hissettirmektedir.” Bu yaklaşımlar Kâzım Karabekir Paşa’nın zihnindeki Mustafa Kemal Paşa’nın diktatörlüğe gideceği düşüncesinin temelinde yatan nedenleri, Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal Paşa’yı denetleyici bir role bürünmesini ve hatta zaferden sonraki süreçte hissettiği dışlanmışlık duygusunu açıklaması bakımından dikkat çekicidir. İttihat ve Terakki’nin içinden gelen bir kimse olarak Enver Paşa örneğini yakından görmüş olan Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir Enver Paşa olmasından endişe etmişti. Kâzım Karabekir Paşa, 1922 yılı Ekim ayında Mustafa Kemal Paşa ile gittiği Bursa’da Fevzi Paşa’nın kendisine, İsmet Paşa ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’yı diktatör yapma kararında olduklarını söylediğinden de bahsetmektedir.787 Bununla beraber bu iddia İsmet ve Fevzi Paşalar tarafından doğrulanmamış, Kâzım Karabekir Paşa’nın anılarında bir iki cümlelik bir dipnot ile sınırlı kalmıştır. Rauf Bey’in endişesi de Mustafa Kemal Paşa’nın bir diktatörlüğe doğru gittiğini düşünmesinden ileri gelmekteydi. Cumhuriyet’in ilan edilmesini aceleye getirilen bir 786 787 Çiftçi, Kâzım…, s.153. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.1290. 402 karar olarak gören Rauf Bey’e göre Cumhuriyet nasıl böyle acele bir şekilde ilan edildiyse bir başka gün de halifelik kaldırılacak ve diktatörlüğe giden yol açılacaktı. Yol arkadaşlarının Mustafa Kemal Paşa ile yaşadıkları yol ayrımının nedenlerinden biri de kendilerini dışlanmış hissettikleri yeni bir döneme girilmesiydi. Milli Mücadele sırasında fikirleri dikkate alınan yol arkadaşları Cumhuriyet’in ilan edilmesi konusunda olduğu gibi kendilerinin dışarıda bırakıldığı bir karar sürecinin başladığı kanaatine kapılmışlar ve bir dışlanmışlık hali yaşamışlardı. Kendilerine göre olması gereken içinde kendilerinin de bulunacağı katılımcı bir yönetim anlayışının temin edilmesiydi. Bu anlamda yol arkadaşları için en ideal idare şekli Cumhuriyet’ten ziyade hilafetin Osmanlı hanedanında bulunduğu meşruti bir monarşi idi. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Bey’in endişelerini haklı çıkarabilecek kişisel özellikleri de yok değildi. Nutuk incelendiğinde Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gitme kararı almasından Milli Mücadele’nin sürdürülmesine, zaferin kazanılmasından devrimlerin gerçekleştirilmesine kadar yapılanların Mustafa Kemal Paşa’nın inisiyatifi ile yapıldığını gösteren bir anlatım göze çarpmaktadır. Kuşkusuz Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele’nin zaferle neticelenmesinden sonra muzaffer bir komutan olarak geldiği Meclis’te yaptığı konuşma örneğinde olduğu gibi, kazanılan başarının Meclis’e ait olduğunu söylediği istisnai konuşmaları da vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın Kâzım Karabekir Paşa’nın iddialarına dayanak teşkil eden kişilik özelliklerinden bahsederken Milli Mücadele’nin başarılmasındaki aslan payının kendisinde olduğu gerçeği kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Milli Mücadele’den ve sonrasında yapılan yeniliklerden bahsederken kendisini ön plana çıkaran, Erzurum Kongresi sırasında kendisi gibi bir lidere ihtiyaç duyulduğunu belirten ve kendisini 403 Milli Hareket’in lideri olarak takdim edecek hiçbir fırsatı kaçırmayan bir Mustafa Kemal Paşa’dan söz ediyoruz. Amasya Kararları alınırken yol arkadaşları ile birlikte elini taşın altına koyan Mustafa Kemal Paşa, ilerleyen süreçte kongrelerde başkan olmak ve tüm yazışmaların kendisine yapılmasını temin etmek suretiyle liderliğini perçinleyici bir yol izlemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın bu türlü tavırları Kâzım Karabekir Paşa’yı kendisince haklı bir endişeye sevk etmiş olmalıdır. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın milli irade ve milli hakimiyet gibi vurgu yaptığı başka özellikleri de vardı ve nedense bu özellikleri başta Kâzım Karabekir Paşa olmak üzere yol arkadaşları tarafından görmezden gelinmişti. Bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın nasıl bir lider olduğu sorununun cevabı bizce önem arz etmektedir. Acaba Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinden bahsederken yol arkadaşlarını kaygılarında haklı çıkaran bir diktatörden mi söz ediyoruz? Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği, her ne kadar tek adam modeline uygun görünen bir yönü olsa da esasında monarşiyi ve teokrasiyi dışlayan, bununla beraber temsile önem veren güçlü bir liderlik modeli idi.788 Yol arkadaşlarına göre zaferin kazanılmasından sonra Mustafa Kemal Paşa’nın etrafı çıkarcı ve dalkavuk kimseler tarafından sarılmış, Milli Mücadele sırasında büyük katkılar sağlayan silah arkadaşları dışlanmaya başlanmıştır. Zaferden sonraki süreçte Kazım Karabekir Paşa, Milli Mücadele sırasında ön saflarda bulunanların arka plana itildiği, ön saflarda bulunmayan ve önceden muhalif konumda bulunanların da ön saflara geçtiği düşüncesindedir.789 Bu yaklaşım Mustafa Kemal Paşa gibi lider bir kişiliği, etrafını saran ‘dalkavuklar’ tarafından kolayca yönlendirilebilir bir düzeye indirmektedir ki, bunun da kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Bizce burada kabul 788 789 Çiftçi, Kâzım…, s.163. Karabekir, Paşaların Kavgası, s.141-142. 404 edilebilir olan Mustafa Kemal Paşa ile eski yol arkadaşlarının düşünsel, ideolojik ve siyasal anlamda aynı dalga boyunda buluşamamasıdır. Yeni bir devletin mimarı olan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında, kuşkusuz kendisiyle ortak düşünceleri paylaşan veya kendisine güvenen kimselerin bulunması son derece normaldir. Bu noktada basit bir arkadaşlık ilişkisi üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse, temel özne ve bir çekim merkezi olan Mustafa Kemal Paşa gibi bir kişiliğin eski arkadaşlarından kopuşu sonrasında, bu eski arkadaşların bir dışlanmışlık hissi içerisinde yeni arkadaşları suçlaması anlaşılabilir bir durum olsa gerektir. Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’ye yol arkadaşlarından sonra katılmış olan İsmet ve Fevzi Paşalar gibi kimselerle yoluna devam etmişti. Öyle ki bu kimseler Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüklerine itiraz etmemiş ve devrimleri hayata geçirme sürecinde kendisinin yanında yer almışlardı. Yol arkadaşları ise zaferden sonra ülkenin rotasının çizilmesinde kendilerinin de söz sahibi olmaları gerektiğine inanmıştı. Amasya’dan itibaren İngilizler tarafından tutuklandığı İstanbul’a gidene kadar Mustafa Kemal Paşa ile yediği içtiği ayrı girmeyen Rauf Bey, Milli Mücadele’nin başından itibaren neredeyse her konuda fikri sorulan Kâzım Karabekir Paşa, Milli Mücadele’nin Ankara’daki sağlam kalesi Ali Fuat Paşa ve Bandırma Vapuru’nun Mustafa Kemal Paşa’dan sonraki en kıdemli yolcusu Refet Paşa hizmetlerinin karşılığını zaferden sonra da görmek istemiş, ancak beklemedikleri bir şekilde Mustafa Kemal Paşa yeni bir toplum inşasına başlamıştı. Bununla beraber bu inşa sırasında kendilerine hiçbir şey sorulmamıştı. Cumhuriyet’in ilan edilmesine kadar bu işin idare edilebilir bir tarafı vardı, ancak ülkenin yeni yönetim şeklinin belirlenmesi gibi hayati bir konuda kendilerine danışılmadan karar verilmesi yol arkadaşları için tam bir hayal kırıklığı anlamına gelmekteydi. Milli Mücadele 405 sırasında yol arkadaşlarını yakından tanıma imkanı bulan Mustafa Kemal Paşa ise Kâzım Karabekir Paşa’nın itirazlarını, Rauf Bey ve Refet Paşa’nın başına buyruk sayılabilecek yaklaşımlarını, Ali Fuat Paşa’nın da bu arkadaşları ile olan yakınlığını bilmekte ve yol arkadaşlarına karşı devrimlerin gerçekleştirildiği süreçte de aynı yaklaşımı sergilemeyi yavaşlatıcı ve engelleyici bir etken olarak görmekteydi. Bu anlamda Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları arasındaki yol ayrılığı kişisel sebeplerden değil, yeni bir toplum düzeni kurma noktasında düşünsel bir farklılıktan kaynaklanmaktaydı. Vatanın kurtarılması ve milletin bağımsızlığının temin edilmesi amacıyla başlayan bu yol arkadaşlığının sonunu getiren temel neden yol arkadaşları ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki bu düşünsel farklılık idi. Şayet yol arkadaşları da yeni dönemde İsmet ve Fevzi Paşalar gibi bir noktada durabilseler idi, kuşkusuz böyle bir ayrılıktan söz etmek mümkün olmazdı. 406 ÖZET Amasya Askeri Örgütü, 1919 yılı Haziran ayında Amasya’da bir araya gelerek vatanın kurtarılmasının reçetesini hazırlayan Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet Beylerden oluşan Milli Mücadele’nin öncü kadrosudur. Mondros Mütarekesi’nin ardından başlayan işgaller ülkede çözüm arayışlarını beraberinde getirmiş, yol arkadaşları da beklenen felaketin farkına herkesten önce varmıştı. İstanbul’daki siyasi çabalarından sonuç alamayan Mustafa Kemal Paşa’nın yönünü Anadolu’ya dönmesiyle birlikte Milli Mücadele başlamış, bir ay kadar sonra Amasya’da bir araya gelen arkadaşlar bir ‘yol arkadaşlığı’ sürecini başlatmışlardı. Amasya’da milli bir hareket oluşturmak suretiyle hem işgal güçlerine hem de İstanbul Hükümetine meydan okunmuş ve Milli Mücadele’nin bir yol haritası çizilmişti. İstanbul’da temelleri atılan ve Amasya’da bir askeri örgüt havasında başladığı kabul edilen bu yol arkadaşlığı Milli Mücadele sırasında yaşanan kimi anlaşmazlıklara rağmen Milli Mücadele’nin son dönemlerine kadar devam etmişti. Milli Mücadele’nin birleştirici atmosferi içinde arka plana atılan fikri uyuşmazlıklar nedeniyle zaferin ardından başlayacak yeni dönemde sarsıntıya uğrayacak olan yol arkadaşlığı, Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüklerini hayata geçirmesiyle birlikte bir yol ayrımını beraberinde getirmişti. Yeni dönemde Mustafa Kemal Paşa, yeni bir toplum düzeni kurma düşüncesinin Milli Mücadele sırasındaki yol arkadaşları ile hayata geçirilmesinin zorluğunu yaşamış, bu nedenle yoluna yeni yol arkadaşları ile devam etmişti. Bu çalışma Milli Mücadele’nin öncü kadrosu olan Amasya Askeri Örgütü üyelerini yol arkadaşlığından yol ayrımına getiren süreci ele almaktadır. 407 ABSTRACT In Amasya, July 1919, Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Rauf and Refet met to discuss the prospects of saving the Turkish homeland. In that meeting, they established the Amasya Military Organization, the leading circle in Turkish Nationalist Movement. Following the Armistice of Mudros, a series of invasions led them to evaluating the situation immediately, seeking a way out. Failed in political efforts in İstanbul, Mustafa Kemal Pasha oriented his focus to Anatolia, forming the National Independence Movement. A month later, Mustafa Kemal and his companions met up in Amasya, setting the course of a long term fellowship. In detail, the foundation of national movement in Amasya meant as much to much challenge the Istanbul Government as to resist the occupying forces, and provided the guides of action for the independence movement. Designed in Istanbul and started in Amasya as a militant organization, this fellowship saw the final victory, surviving through rough-and-tumble course of the movement. The most significant reason for its continuance was that the unifying milieu of the National Movement had contained and enveloped inner disputes. At the dawn of the victory, the new era brought the fellowship to crumble, especially because ideological differences began to crystallize. The fellowship took a fatal blow after Mustafa Kemal Pasha came to put his plans into action. Seeing his plans stumbling all due to the good old fellows back from the National Movement, Mustafa Kemal parted the waters, turning new friends into fellows for the rest of the way. This dissertation examines the processes that set this fellowship apart. 408 KAYNAKÇA a) Zabıtlar ve Süreli Yayımlar Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Dördüncü Devre-i İntibahiye. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Birinci ve İkinci Dönem. Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, Birinci ve İkinci Dönem. Alemdar Akşam Anadolu’da Yeni Gün Ati Hadisat Hakimiyet-i Milliye Harp Tarihi Vesikaları Dergisi İkdam İleri İrade-i Milliye İstiklâl Memleket Minber Peyam Sabah Takvim-i Vakayi Tanin Tasvir-i Efkar Tercüman-ı Hakikat 409 Tevhid-i Efkar Vakit Yakın Tarihimiz Yeni Gazete Zaman b) Kitap ve Makaleler Abalıoğlu, Yunus Nadi, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998. Adıvar, Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi, İstanbul. Akbulut, Dursun Ali, Erzurum Kongresi Hakkında Belgeler, Erzurum Valiliği yay., Erzurum, 1989. Akgün, Seçil Karal, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve (Ermeni Meselesi’ne Dair) Raporu (Kurtuluş Savaşı Başlangıcında), Kervan Kitapçılık, İstanbul, 1981. ________________, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Temel yay., İstanbul, 2006. Akın, Rıdvan, TBMM Devleti (1920-1923)-Birinci Meclis Döneminde Devlet Erkleri ve İdare, İletişim yay., İstanbul, 2008. Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-Mutlakıyete Dönüş (19181919), c.I, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1998. , İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-Son Meşrutiyet (19191920), c.II, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 1998. , İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele-İç Savaş ve Sevr’de Ölüm, c.III, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2008. 410 , Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj yay., Ankara, 2001. ___________, “Atatürk Dönemi ve Devrimi Üzerine Bazı Notlar”, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2011, s.158-165. ___________, “Erzurum Kongresi Üzerine”, Yakın Tarihimizi Sorgulamak, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2011. Alpkaya, Faruk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923-1924), İletişim yay., İstanbul, 2009. Arıkoğlu, Damar, Hatıralarım, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul, 1961. Armaoğlu, Fahir, “Ali Fuat Cebesoy ve Türk-Sovyet İlişkileri”, Ali Fuat Cebesoy’u Anma Paneli (10 Ocak 1994), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1994. Aslan, Yavuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Kuruluşu, Evreleri, Yetki ve Sorumluluğu (23 Nisan 1920-30 Ekim 1923), Yeni Türkiye yay., Ankara, 2001. Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1997. ____________________, Nutuk Vesikalar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1991. ____________________, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2006. ____________________, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2006. Atay, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet Gazetesi yay., İstanbul, 1998. _____________, Çankaya, Pozitif yay., İstanbul. Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, 3 cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999. Bardakçı, Murat, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998. 411 Baron Kress von Kressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, Askeri Matbaa, İstanbul, 1943. Baykal, Bekir Sıtkı, Heyet-i Temsiliye Kararları, TTK yay., Ankara, 1989. _______________, Erzurum Kongresi ile İlgili Belgeler, TİTE yay., Ankara, 1969. Bayur, Yusuf Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri-Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi yay., 1998. Belen, Fahri, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1916 Yılı Hareketleri, c.5, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1965. Cebesoy, Ali Fuat, Milli Mücadele Hatıraları, Temel yay., İstanbul, 2000. ______________, Moskova Hatıraları, Kültür ve Turizm Bakanlığı yay., Ankara, 1982. ______________, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel yay., İstanbul, 2000. ______________, Siyasi Hatıralar-Büyük Zaferden Lozan’a Lozan’dan Cumhuriyete, Temel Yay., İstanbul, 2007 __________________, “Atatürk İle Milli Mücadele Arkadaşları Sulhtan Sonra Neden Anlaşamadılar?”, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.224-231. CHP Grup Toplantısı Tutanakları (1923-1924), yayına haz. Yücel Demirel-Osman Zeki Konur, İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., İstanbul, 2002. Çevik, Zeki, Milli Mücadele’de “Müdafaa-i Hukuk’tan Halk Fırkası’na” Geçiş (1918-1923), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 2002. Çiftçi, Ali, Kâzım Karabekir’in Siyasal Hayatı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2005. Çoker, Fahri, Türk Parlamento Tarihi-Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem (19191923), c.III, TBMM Vakfı yay., Ankara, 1995. 412 Demirel, Ahmet, Birinci Meclis’te Muhalefet-İkinci Grup, İletişim yay., İstanbul, 2009. Dursunoğlu, Cevat, Milli Mücadele’de Erzurum, Erzurum Kitaplığı yay., İstanbul, 1998. Erden, Ali Fuad, Birinci Dünya Harbi’nde Suriye Hatıraları, İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2003. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademedeki Düzey Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1972. Giritli, İsmet, “Kemalizm Milli Hakimiyet ve Cumhuriyet Demektir.”, Atatürk Yolu, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1995. Goloğlu, Mahmut, Erzurum Kongresi, Nüve Matbaası, Ankara, 1968. ______________, Sivas Kongresi, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2008. ______________, Devrimler ve Tepkileri-Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1924-1930, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2007. ______________, Üçüncü Meşrutiyet, Başnur Matbaası, Ankara, 1970. Gökbilgin M. Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, c.II, Türkiye İş Bankası yay., Ankara, 1965. Güneş, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2009. Gürler, Hamdi, “Atatürk’ün Silah Arkadaşlarının Nutuk Üzerine Değerlendirmeleri”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, sayı 8, Güz 2008, s.147-162. İğdemir, Uluğ, Heyeti Temsiliye Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1989. ___________, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK yay., Ankara, 1999. 413 İnan, Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK yay., Ankara, 1996. İnönü, İsmet, Hatıralar, 2 cilt, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1987. Jaeschke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, 2 cilt, TTK yay., Ankara, 1989. ________________, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, çev. Cemal Köprülü, TTK yay., Ankara,1986. Kandemir, Feridun, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Sinan Matbaası, İstanbul, 1965. Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, 2 cilt, TTK yay., Ankara, 1988. Karabekir, Kâzım, Hayatım, Emre yay., İstanbul, 1995. ______________, İstiklâl Harbimiz, Yapı Kredi yay., İstanbul, 2008. ______________, İstiklâl Harbimizin Esasları, Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi, İstanbul, 1951. __________________, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909, Emre yay., İstanbul, 1982. __________________, Paşaların Hesaplaşması, Emre yay. İstanbul, 1992. __________________, Paşaların Kavgası, Emre yay., İstanbul, 1991. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl, İletişim yay., İstanbul, 2009. Karay, Refik Halit, Minelbab İlelmihrab, Tan Gazetesi ve Matbaası, İstanbul, 1964. Kaya, Halit, Refet Bele’nin Askeri ve Siyasi Hayatı (1881-1963), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2008. 414 Kocatürk, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, TTK yay., Ankara, 2000. Kutay, Cemal, Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf Orbay 1881-1964, 5 cilt, Kazancı Matbaacılık, İstanbul, 1992. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş yay., çev. Boğaç Babür Turna, Ankara, 2010. Liman von Sanders, Türkiye’de 5 Yıl, Kesit yay., İstanbul, 2006. “Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İngilizleri Ürkütmüştü!”, Yakın Tarihimiz, c.I, sayı 12, s.353-355, 17 Mayıs 1962. Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1990. Okyar, Fethi, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman yay., İstanbul, 1980. Orbay, Rauf, “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, c.I-IV, sayı 1-52, İstanbul, 1962-1963. Özalp, Kâzım, Milli Mücadele, c.I, TTK yay., Ankara, 1998. Özbudun, Ergun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1992. Özçelik, Ayfer, Ali Fuat Cebesoy, Akçağ yay., Ankara, 1993. Özdemir, Mehmet, Refet Bele, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1992. Özgül, M. Cemil, Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’daki Çalışmaları (27 Aralık 1919-23 Nisan 1920), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1989. Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 4 cilt, TTK yay., Ankara, 1993. Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilâli, c.I, Kastaş A.Ş. yay., İstanbul, 1987. 415 Simavi, Lütfi, Sultan Mehmed Reşat Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim (Osmanlı Sarayı 1909-1918), Şehir yay., İstanbul, 2007. Soysal, Mümtaz, Dış Politika ve Parlamento, Sevinç Matbaası, Ankara 1964. Süslü, Azmi-Balcıoğlu, Mustafa, Atatürk’ün Silah Arkadaşları-Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1999. Şengil, Mizyal Karaçam, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Düşünce Akımları (1920), Cem Yayınevi, İstanbul, 1996. Şimşir, Bilal N., Atatürk’ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, TTK yay, Ankara, 1991. Taşkıran, Cemalettin, Milli Mücadele’de Kâzım Karabekir Paşa, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1999. Tengirşenk, Yusuf Kemal, “Milli Mücadelede Ruslarla İlk Temasımız”, Yakın Tarihimiz, c.IV, s.97-100. Tevetoğlu, Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1971. Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması 19231931, Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul, 1999. Turan, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, c.II, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009. _____________, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yay., Ankara, 1999. Türkgeldi, Ali Fuad, Görüp İşittiklerim, TTK yay., Ankara, 1987. Türk İstiklâl Harbi-Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki Harekat, c.II, Kısım I, II. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995. Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921), c.VI, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1974. 416 Unat, Faik Reşit, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Birinci Devresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunun Kuruluşuna ve Çalışmalarına Ait Bazı Vesikalar”, Tarih Vesikaları Dergisi, c.3, sayı 13, Ağustos 1944. Uzun, Hakan, Atatürk ve Nutuk, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006. Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, İlk Meclis, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayımcılık A.Ş, İstanbul, 1999. ______________________, İlk Meclis ve Milli Mücadele’de Anadolu, Çağdaş yay., İstanbul, 1990. “Yeşil Ordu Cemiyeti” Yakın Tarihimiz, c.I, sayı 3, s.69-72; sayı 4 s.101-104; s.5, s.133-135; sayı 10, s.297-298. Yılmaz, Önay, Bandırma Yolcuları-Mustafa Kemal İle “Kurtuluş” Destanını Başlatanların Öyküsü, Alfa yay., İstanbul, 2008. 417