ERDOĞAN TOPRAK HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU 10 OCAK 2017 HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU ANA BAŞLIKLAR 1. BAŞBAKANIN BAĞDAT VE ERBİL ZİYARETLERİNDEN SONRA YAPILAN ORTAK AÇIKLAMALAR, HÜKÜMETİN IRAK POLİTİKASINDA RADİKAL BİR DÖNÜŞÜME YÖNELDİĞİNİ GÖSTERDİ. PKK’NIN ŞENGAL’DEN ÇEKİLMESİ KONUSUNDA VARILAN MUTABAKAT BAŞİKA ÜSSÜNÜN IRAK ÜSSÜ OLDUĞUNUN KABULÜ, OLUMLU ADIMLAR. 2. KKTC MEDYASINDA DİLE GETİRİLEN İDDİALARA GÖRE, CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN UZLAŞMAZLIK DURUMUNDA “KKTC’Yİ İLHAK REFERANDUMUNA” GÖTÜRECEĞİ, TÜRKİYE’DE OLASI ANAYASA REFERANDUMU ÖNCESİNDE BÖYLE BİR ADIMI DEVREYE SOKMAYA HAZIRLANDIĞI DİLE GETİRİLİYOR. 3. DOĞU AKDENİZ’DE İSRAİL’DEN MISIR’A, LÜBNAN’DAN, YUNANİSTAN, İTALYA’YA KADAR YAŞANAN KRİTİK GELİŞMELER, KIBRIS-CENEVRE MÜZAKERELERİNİ BİR ENERJİ PAZARLIĞINA, DOĞAL GAZ ZENGİNLİĞİNİN PAYLAŞIMI MÜCADELESİNE, YENİ ORTAKLIK, İTTİFAK VE EKONOMİK PAY SAVAŞINA DÖNÜŞTÜRMEKTEDİR. 4. ASTANA’DA YAPILACAK SURİYE MÜZAKERELERİ ÖNCESİNDE BEŞAR ESAD’IN YAPTIĞI “HER KONUDA MÜZAKERE MASASINDA GÖRÜŞMEYE HAZIRIM” AÇIKLAMASI ÖNEMLİ BİR SİYASİ-STRATEJİK HAMLEDİR. TÜRKİYE-İRAN ARASINDA BİR MÜCADELENİN İZLERİNİN AÇIĞA ÇIKMASI, FARKLI SENARYOLARI GÜNDEME GETİREBİLİR. 5. SURİYE’DE HEM ŞİİLERİ HEM DE KÜRTLERİ KARŞISINA ALAN TÜRKİYE AÇISINDAN TEK MÜTTEFİK, “ÖSO” GÖRÜNÜYOR. ANCAK FIRAT KALKANI İLE ELE GEÇİRİLEN ALAN GENİŞLEDİKÇE KONTROLÜ GÜÇLEŞİYOR VE ÖSO YETERSİZ KALIYOR. BU DA TSK’NIN KAYIPLARININ ARTMASINI GÜNDEME GETİRİYOR. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 1 6. FIRAT KALKANI’NDA EN BÜYÜK ASKERİ KAYIPLARI TÜRKİYE VERDİ. TSK’NIN ŞEHİT SAYISI 47’YE YÜKSELDİ. RUSYA’NIN 23, ABD’NİN İSE 1 KAYBI VAR. CUMHURBAŞKANI EL BAB’IN DÜŞMESİNİN YAKIN OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİ, OYSA ÇATIŞMALAR UZUYOR! 7. SON ÜÇ KHK İLE GETİRİLEN DEĞİŞİKLİKLER VE DÜZENLEMELER, AKP İKTİDARININ OHAL UYGULAMASINDAN KOLAY KOLAY VAZGEÇMEYECEĞİNİ, SİYASİ AMAÇLARLA İKTİDARINI PEKİŞTİRMEK, TOPLUMU VE KURUMLARI BASKILAMAK İÇİN SONUNA KADAR KULLANMAYA DEVAM EDECEĞİNİ GÖSTERİYOR! 8. ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINDA OLAN MİLLİ PİYANGO İDARESİ’NİN, ŞANS OYUNLARININ, TÜRKİYE JOKEY KULÜBÜ’NÜN 49 YILLIĞINA VARLIK FONU’NA DEVREDİLMESİ, OHAL’İN VE KHK YETKİSİNİN “AMAÇ DIŞI İSTİSMARI” KONUSUNDA SOMUT BİR ÖRNEKTİR. HUKUKA, ANAYASAYA VE YASALARA AYKIRIDIR! 9. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNİN MADDELERİNE GEÇİLMESİ İÇİN YAPILAN OYLAMADA 338 KABUL OYU ÇIKMASI, AKP’Lİ BAZI VEKİLLERİN “GİZLİ OY” İLKESİNE RAĞMEN OYLAMAYI SİYASİ ŞOVA DÖNÜŞTÜRMELERİ, OLAYIN CİDDİYETİNDEN NE KADAR BİHABER OLDUKLARINI GÖSTERMEKTEDİR! 10. TBMM’DE ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ HAKKINDA HÜKÜMET ADINA KONUŞMA YAPAN ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ’IN 1923 ANAYASASINA, ATATÜRK ANAYASASINA DÖNÜLDÜĞÜ YÖNÜNDEKİ SÖZLERİ, SAMİMİYETTEN VE GERÇEKLİKTEN UZAK, KAMUOYUNU YANILTMAYA DÖNÜK İFADELERDİR! 11. ÖZEL SEKTÖR BORÇLARININ ULAŞTIĞI VAHİM TABLO, HÜKÜMETİ PANİKLETTİ! MB, ŞİRKETLERİN DÖVİZ BORÇLARI VE DÖVİZ VARLIKLARIYLA İLGİLİ ÇALIŞMA BAŞLATTI. ADALETSİZ OLAN, KAMUÖZEL İŞBİRLİĞİ (KÖİ) YATIRIMLARINDA YANDAŞ MÜTEAHHİTLERİN KUR RİSKLERİNİN, “HAZİNE” TARAFINDAN ÜSTLENİLMİŞ OLMASI! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 2 12. TÜRKİYE, DÜNYA BANKASI VERİLERİYLE GSYİH’SINA GÖRE EN FAZLA TUTARDA KÖİ YATIRIMI YAPAN ÜLKELER ARASINDA İLK SIRALARDA YER ALIYOR. MB, AÇIKLADIĞI SON FİNANSAL İSTİKRAR RAPORU’NDA BU KONUYA HÜKÜMETİ FAZLA KIZDIRMAMAYA ÇALIŞARAK, DİKKAT ÇEKMEK ZORUNDA KALDI! 13. 2017’DE İHRACATTA OLAĞANÜSTÜ BİR İYİLEŞME BEKLEMENİN, MEVCUT SİYASİ VE EKONOMİK KOŞULLARDA GÜÇ OLDUĞUNU ÖNGÖRMEK OLANAKLI. EKONOMİ BAKANLIĞI’NIN İHRACAT BEKLENTİ ENDEKSİ SONUÇLARI, BU YILIN İLK ÜÇ AYINDA İHRACATTA İYİLEŞME BEKLENTİSİNİN ZAYIFLADIĞINI GÖSTERİYOR. 14. YILSONUNDA RESMİ GAZETE’DE KRİTİK BİR BAKANLAR KURULU KARARNAMESİ YAYINLANDI. 31 ARALIK 2017’YE KADAR ESK’YA SIFIR GÜMRÜKLE, 500 BİN BAŞ DAMIZLIK OLMAYAN BESİ VE KASAPLIK HAYVAN İTHALATINA YETKİ VERİLİRKEN, ÖZEL SEKTÖRÜN BESİLİK HAYVAN İTHALATINA DA KAPILAR ARDINA KADAR AÇILDI 15. HÜKÜMETİN İLAN ETTİĞİ “MİLLİ TARIM PROJESİ” İLE YERLİ BESİCİLİK VE TARIMSAL ÜRETİM YOK EDİLME SÜRECİNE GİRDİ! KUR ARTIŞLARINA PARALEL OLARAK ARTAN YEM FİYATLARI YERLİ BESİCİNİN MALİYETLERİNİ YÜKSELTİYOR. SIFIR GÜMRÜKLE İTHAL EDİLEN ET VE CANLI HAYVANLA REKABET GÜCÜ ZORLAŞIYOR! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 3 DETAYLAR BAŞBAKANIN BAĞDAT VE ERBİL ZİYARETLERİNDEN SONRA YAPILAN ORTAK AÇIKLAMALAR, HÜKÜMETİN IRAK POLİTİKASINDA RADİKAL BİR DÖNÜŞÜME YÖNELDİĞİNİ GÖSTERDİ. PKK’NIN ŞENGAL’DEN ÇEKİLMESİ KONUSUNDA VARILAN MUTABAKAT BAŞİKA ÜSSÜNÜN IRAK ÜSSÜ OLDUĞUNUN KABULÜ, OLUMLU ADIMLAR. Cumhurbaşkanının Irak Başbakanı Haydar el İbadi ile yaptığı telefon görüşmesiyle, tansiyonu düşürülen Türkiye-Irak ilişkilerindeki gerginlik, Başbakan Binali Yıldırım’ın İzmir’deki terör saldırısı nedeniyle bir gün gecikmeli gerçekleşen Bağdat ziyaretinde önemli ölçüde eritildi. Başbakan Yıldırım ile Irak Başbakanı İbadi arasında bir saati aşkın süren görüşme devam ederken, Irak Devlet Televizyonu’nun iki Başbakanın Başika konusunda anlaştıklarını ve Türk askerlerinin Irak’tan çekileceklerini duyurması bu ziyaretin en sıcak gelişmesiydi. Başika konusunda yaşanan gerginliklerle kopma noktasına gelen Türkiye-Irak ilişkilerinin Türkiye’nin attığı geri adımla normalleşmeye yönelmesi ve Başbakanın “Başika bir Irak üssüdür” açıklaması varılan mutabakatın içeriğini de ortaya koyuyor. Diğer yandan ortak bildiride; IŞİD terörüne karşı işbirliği vurgusu, Musul’da Irak ordusunun yürüttüğü operasyona destek açıklaması, Irak’ın toprak bütünlüğüne, egemenliğine saygı ifadeleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP hükümetinin Türkiye-Irak ilişkilerini “olması gereken noktaya getirmek konusunda” radikal bir değişime ve dönüşüme gitmek zorunda kaldıklarının resmi olarak ifade edilmesidir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 4 Cumhurbaşkanının, Musul operasyonu ve TSK’nın da müdahil olması ile ilgili açıklamalarının, Lozan, Misak-ı Milli vb. konularındaki önceki iddiaların tümüyle terk edildiği, iki Başbakanın düzenlediği ortak basın toplantısı ve sonrasında yayınlanan resmi ortak bildiri ile teyit edildi. Bağdat’tan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin başkenti Erbil’e geçen Başbakan Yıldırım, burada da Bölgesel yönetimin Başbakanı Neçirvan Barzani ve Başkan Mesut Barzani ile bir araya geldi. Ziyaret öncesinde, bölgesel yönetimin Başbakanı Neçirvan Barzani’nin PKK’nın Şengal’den çekilmesi çağrısı yapması ve bu olmadığı takdirde, Peşmerge güçleriyle, PKK’yı Şengal’den (Sincar) çıkartacaklarını ilan etmesi, Türkiye’ye verilmiş önemli bir mesajdı. Irak - Suriye sınırındaki stratejik kasaba Şengal, aslında Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin sınırları içinde değil. Bağdat yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda… Yezidilerin çoğunlukta olduğu Şengal’in IŞİD tarafından işgal edilmesine karşı Peşmerge güçleri ve PKK’ya bağlı HPG milisleri ile PYD-YPG’nin ortak harekâtı sonrasında IŞİD’in buradan çıkartılması ardından, PKK da bu durumu fırsat bilerek bu stratejik kentte kalıcı hale geldi ve yerleşti. Buradan hem Kuzey Irak’a hem de Kuzey Suriye’ye yönelik konumunu güçlendiren PKK, aynı şekilde Türkiye’ye yönelik saldırılar için de Şengal’i üs konumuna getirmiş durumda. Bağdat yönetimi gerçekte kendi sorumluluğundaki bu kentte daha önce Yezidileri IŞİD’e karşı koruyamadığı gibi, sonrasında da IŞİD’in bertaraf edilmesinde sorumluluğu Barzani ve diğer Kürt güçlerine bıraktı. Dolayısıyla her ne kadar Bağdat’ın sorumluluğunda olsa da Şengal’deki fiili durum Barzani yönetiminin denetiminde. PKK’nın varlığını sonlandırılması da bu çerçevede Barzani yönetiminin görevine dönüşmüş durumda. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 5 Erbil’deki görüşmede Başbakan Yıldırım’ın bunun üzerinde ısrarla durması ve Barzani yönetiminin de PKK’nın Şengal’den çıkartılacağı konusunda verdiği sözle sorun şimdilik çözülmüş gibi görünse de asıl PKK’nın çekilip, çekilmediğinin somutlaşması sonrasında gerçek durum ortaya çıkacak. Başbakan Binali Yıldırım’ın Ankara’ya dönüşünde yaptığı açıklamada Barzani ve Peşmerge güçlerinin verdiği sözü gündeme getirerek, “PKK’nın Şengal’den çıkarılmaması durumunda biz Türkiye olarak kendimiz gereğini yaparız” demesi de bu açıdan kararlılık ifadesi. Irak Başbakanının da, Irak topraklarından Türkiye’ye yönelik hiçbir terör saldırısına onay verilmesinin söz konusu olamayacağı, buna izin verilmeyeceğini ifade etmesi bu ziyaretin diğer kazanımı. Diğer yandan ekonomik ilişkilerin hızlandırılması ve enerji işbirliğinin artırılması konusunda alınan kararların yaşama geçirilmesi durumunda, en azından ülkemizin Irak’taki kayıplarını telafisi yolunda umutlu ve olumlu gelişmeler beklenebilir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 6 KKTC MEDYASINDA DİLE GETİRİLEN İDDİALARA GÖRE, CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN UZLAŞMAZLIK DURUMUNDA “KKTC’Yİ İLHAK REFERANDUMUNA” GÖTÜRECEĞİ, TÜRKİYE’DE OLASI ANAYASA REFERANDUMU ÖNCESİNDE BÖYLE BİR ADIMI DEVREYE SOKMAYA HAZIRLANDIĞI DİLE GETİRİLİYOR. 9 Ocak’ta başlayan, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Rum Lider Nikos Anastasiadis'in Cenevre’de gerçekleştirdikleri müzakerelerde, adanın geleceğine dair pazarlıklar devam ediyor. Daha önce Mont Pellerine’de bir hafta süren ve anlaşmazlıkla sonuçlanan müzakerelerde toprak, mülkiyet, tazminat ve yönetimin paylaşılması gibi çok hayati konularda anlaşma sağlanamamıştı. Bu kez aynı konu başlıkları bir kez daha ele alınıyor. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı görüşmeler öncesinde Ankara’da bir dizi görüşmede bulundu ve Türkiye’nin garantörlüğünden, TSK’nın adadaki varlığından vazgeçilmesinin söz konusu olamayacağını söyledi. Buna karşılık Rum-Yunan tarafının ısrarla üzerinde durduğu konuların başında ise bu iki konu geliyor. Diğer yandan Rum tarafı, KKTC’den daha fazla toprak tavizi, yönetimde temsil konusunda da “ikinci sınıf bir konumu kabullenmesini” bekliyor. Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide, müzakereler başlarken yaptığı açıklamada “Kıbrıs'ta barışcıl bir çözüm güç ama mümkün” diye konuştu. 12 Ocak’ta Türkiye, Yunanistan ve İngiltere olmak üzere üç garantör ülkenin de katılacağı genişletilmiş görüşmeler yapılacak. Bu görüşmeler öncesinde Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, müzakerelere katılmaya hazır olduğunu açıkladı. Türkiye’deki mevkidaşı Başbakan Binali Yıldırım’ın bu müzakerelerde tamamıyla devre dışı olduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanını arayıp telefon görüşmesi yaptığının açıklanmasıyla, açığa çıktı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 7 Cumhurbaşkanı, son dönemde doğrudan dış politikada inisiyatif alarak, Başbakanı, Dışişleri Bakanını geri plana itmiş durumda. Irak Başbakanı İbadi’yi araması gibi, Yunanistan Başbakanı Çipras’ı da telefonla araması, bu açıdan devletlerarası protokol ve mevkidaşlarıyla muhatap olma konusunda, Cumhurbaşkanının “FİİLEN BAŞKAN” gibi davrandığını ortaya koyuyor. 12 Ocak'ta garantör ülkeler Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın da katılımıyla genişletilmiş görüşmelere geçilmesi planlanırken, bu görüşmelere AB yetkililerinin yanı sıra BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerden temsilcilerin de katılması bekleniyor. Daha önceki değerlendirmelerimde kapsamlı şekilde dile getirdiğim gibi, Cenevre’deki müzakerelerin ana konusunu mülkiyet oluşturuyor. 1974 yılında adanın bölünmesi ile Türk ve Yunanlı Kıbrıslıların diğer tarafta kalan mal varlıkları konusu çözüme ulaştırılmaya çalışıyor. Bunun yanı sıra, ‘yeniden birleşmenin maliyeti, sınırların belirlenmesi‘ başlıkları da müzakerelerin diğer kritik konularını oluşturuyor. Güney Kıbrıs Rum Lideri Nikos Anastasiadis’in Cenevre müzakereleri öncesinde yaptığı açıklamada “Türkiye'nin sorumluluğunu üstlenerek, Kıbrıs'ın çözümünde verdiği vaatleri yerine getirmek zorunda olduğunu” söylemesi, kapalı kapılar ardında Rumlara ve Yunanistan’a bazı vaatlerde bulunulduğunu akla getiriyor! Buna karşılık, görüşmeler öncesinde, KKTC ve Kıbrıs Rum medyasında dile getirilen haber ve yorumlarda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa görüşmeleri, Başkanlık tartışmaları ve olası Anayasa referandumunda “siyasi nema ve tarihe geçmek” için Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı da dahil bir dizi farklı planının olduğu iddiaları yaygın şekilde öne sürülüyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 8 Türkiye’de uzun yıllar medyada yazarlık ve yöneticilik yapan, Kıbrıslı deneyimli gazeteci-yazar ve dış politika yorumcusu Metin Münir daha da ileri giderek, Cenevre müzakerelerinde bir uzlaşı noktasına gelinemezse, “2017’nin KKTC’nin son yılı olabileceğini” savunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın dostu Putin’in Kırım’da yaptığı gibi Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı da dahil çok radikal bazı adımlar atabileceğini” öne sürüyor. Münir, Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye ile birleşme ya da katılım yönünde bir referandumun gündeme getirilebileceğini, bunun sonucunun da KKTC’nin mevcut ekonomik ve siyasi konjonktüründe, AKP’ye yakın durmaya çalışan KKTC hükümetinin ve Rumlarla birleşmektense, Türkiye’ye katılmaya daha sıcak bakan geniş bir “Milliyetçi-Anavatancı” Kıbrıs Türkünün varlığı nedeniyle, “olumlu” çıkacağını öngörüyor. Daha da ileri giderek, KKTC İçişleri Bakanlığı’nda, TC vatandaşları tarafından yapılan KKTC vatandaşlığı başvurularında patlama yaşandığını, 30 bin TC vatandaşının, yakında KKTC vatandaşlığına alınacağını dile getiriyor. Münir’in Cumhurbaşkanının çok yakın çevresindeki bir kaynağına dayandırdığı bir ifadeye göre ise; “Atatürk Hatay’ı Türkiye’ye kattı. Erdoğan da Kıbrıs’ı ilhak eden lider olmak istiyor.” KKTC ve Rum medyasında giderek yoğunlaşan bu tezlere karşı dile getirilen “uluslararası konjonktürün ilhaka uygun olmadığı, ABD ve AB’nin buna karşı çıkacağı, Rusya’ya olduğu gibi Türkiye’ye yaptırım ve ambargo uygulayacağı” şeklindeki yaklaşımlara ilişkin olarak ise; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığı referanduma götürebildiği takdirde, bunu garantilemek için tarihe kahraman olarak geçmek, siyasi nemasını elde etmek için KKTC’de böyle bir adım atmaktan çekinmeyeceği, uluslararası konjonktürü kale almayacağı, Irak ve Suriye’deki mevcut durum, IŞİD terörü, mülteci sorunu gibi nedenlerle, ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 9 ABD ve AB’nin böyle bir adımın atılması durumunda Erdoğan’a ve Türkiye’ye yaptırım uygulamak konusunda, çekimser davranabileceği, ilhak için bir referandumun gündeme gelmesi halinde, Erdoğan ve AKP hükümetinin, KKTC üzerinde, ekonomik, siyasi, askeri tüm gücünü devreye sokacağı” görüşleri sıralanıyor. Bu tartışmaların KKTC’de ve Güney Kıbrıs’ta ciddi bir hal alması üzerine, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Cenevre’de yaptığı açıklamada; “Bizim ne Güney Kıbrıs’a yama, ne de TC’ye vilayet olma gibi bir siyasetimiz vardır. Öyle bir şey söz konusu olamaz. Türkiye’nin 800 bin kilometrekareye yaklaşan toprağı var. Kıbrıs’ın küçük toprağına ihtiyacı olduğunu düşünmem. Türkiye’nin 81 vilayeti var 82’nciye ihtiyacı olduğunu da düşünmem. Akıncı’nın Tayfur Sökmen olma düşüncesi de yoktur, olamaz” dedi. Cumhurbaşkanlığından ve hükümetten, bu tezlerle ilgili, ilhak iddialarına yönelik, tarafları ve uluslararası kamuoyunu ikna edecek bir açıklamanın yapılmaması, sessizliğin tercih edilmesi, Türkiye’nin KKTC’yi ilhak gibi bir düşüncesinin olmadığının resmi olarak açıklanmasından geri durulması dikkat çekiyor! Müzakereler sonucu oluşturulacak devletin, siyasi olarak eşit haklara sahip iki federal devletten oluşması öngörülüyor. KKTC tarafı “dönüşümlü Cumhurbaşkanlığı” konusunda taviz vermeyeceğini ifade ediyor. Şayet müzakerelerden bir anlaşma çıkarsa, uzlaşılacak anlaşma metni ve oluşacak yeni yapı Türk ve Rum kesimlerinde ayrı ayrı referanduma götürülecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 10 DOĞU AKDENİZ’DE İSRAİL’DEN MISIR’A, LÜBNAN’DAN, YUNANİSTAN, İTALYA’YA KADAR YAŞANAN KRİTİK GELİŞMELER, KIBRIS-CENEVRE MÜZAKERELERİNİ BİR ENERJİ PAZARLIĞINA, DOĞAL GAZ ZENGİNLİĞİNİN PAYLAŞIMI MÜCADELESİNE, YENİ ORTAKLIK, İTTİFAK VE EKONOMİK PAY SAVAŞINA DÖNÜŞTÜRMEKTEDİR. Cenevre müzakereleri başlamadan ve Erdoğan’ın olası uzlaşmazlık durumunda KKTC’yle birleşme yada ilhak planlarının hazır olduğu yönündeki iddiaların yoğun olarak tartışılmaya başlandığı bir süreçte, Doğu Akdeniz’de peş peşe yaşanan bazı kritik gelişmeler de Güney Kıbrıs, Yunanistan, Rusya, Mısır ve İsrail’deki “enerji” adımlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, Cenevre’den çıkacak sonuçları ve sonrasındaki muhtemel gelişmeleri daha da önemli kılıyor. Son iki hafta içersinde Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, bulunan, işletmeye alınan ve keşfedilip, işletmeye alınmayı bekleyen doğal gaz yatakları konusunda İtalyan devlet enerji şirketi ENI ile Mısır arasında varılan mutabakat çerçevesinde Mısır’ın Zohr bölgesinde keşfedilen 850 milyar metreküplük doğal gaz rezervlerinin bu yılsonunda işletmeye alınacağı açıklandı. Yine İsrail’in Leviathan bölgesinde keşfedilen doğal gaz yataklarının kısmen 2019 yılında üretime geçeceği ilk aşamada yıllık 12 milyar metreküp doğal gazın piyasaya sürüleceği duyuruldu. Geçen yılın Aralık ayı sonlarında, İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasında iki yıl önce oluşturulan enerji birliği ortaklığı buluşması gerçekleştirildi. Güney Kıbrıs karasularında bulunan doğal gaz rezervlerinin işletilmesi, İsrail ve Güney Kıbrıs doğal gazının ortak boru hattı inşasıyla, İtalya üzerinden Avrupa’ya sevki konusundaki projeye hız verilmesi bu üçlü buluşmanın en kritik gündem başlıklarından birisiydi. Üç ülke, bu konuda AB Komisyonu Enerji Komiseri ile de bir araya gelerek, projeye hız kazandırmayı kararlaştırdılar. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 11 Cenevre’nin hemen öncesinde peş peşe yaşanan ve hepsi doğal gazenerji başlıklı bu gelişmeler, Doğu Akdeniz’deki doğal zenginliklerin çıkarılması ve paylaşılması konusunda da yeni bir sürecin devreye konulduğunu işaret ediyor. Bu açıdan Cenevre müzakereleri sonrasında bir uzlaşının gündeme gelmesi, Birleşik Kıbrıs Federasyonu’nun hayata geçmesi halinde KKTC’nin de bu sürece dahil olması söz konusu olacak. Uzlaşmazlık durumunda, KKTC karasularındaki doğal gaz rezervleri için Güney Kıbrıs-KKTC ve Türkiye karşı karşıya gelecek. Varlığı iddia edilen, olası ilhak planının devreye sokulması durumunda bu kez Erdoğan ve AKP hükümeti, KKTC’ye ait karasularındaki doğal gaz rezervleri konusunda doğrudan devreye girmeye kalkabilecek. Güney Kıbrıs doğal gaz rezervlerinin sondajı, keşfi ve işletimi konusunda Rum kesimi ile anlaşmaya varan Rusya da sürecin bir parçası durumunda ve böyle bir ortamda Rusya-Türkiye arasında nasıl bir yaklaşımın olabileceğini de bugünden kestirmek güç. Özetle, Cenevre’deki Kıbrıs müzakerelerini, sadece bir toprak pazarlığı, 1974’ten bu yana süren bir anlaşmazlığı giderme çabaları, 43 yıldır ayrı yaşayan Kıbrıslı Rumları ve Türkleri zorla bir arada yaşamaya ikna toplantıları olarak görmek, müzakerelere sadece böyle bir misyon yüklemek kanımca yanlış ve eksik olacaktır. Gelinen noktada, Cenevre müzakereleri aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının, yılda on milyarlarca dolara ulaşabilecek bir enerji zenginliğinin de paylaşımı ya da paylaşılamaması ve yolları ayrılması pazarlığıdır! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 12 ASTANA’DA YAPILACAK SURİYE MÜZAKERELERİ ÖNCESİNDE BEŞAR ESAD’IN YAPTIĞI “HER KONUDA MÜZAKERE MASASINDA GÖRÜŞMEYE HAZIRIM” AÇIKLAMASI ÖNEMLİ BİR SİYASİ-STRATEJİK HAMLEDİR. TÜRKİYE-İRAN ARASINDA BİR MÜCADELENİN İZLERİNİN AÇIĞA ÇIKMASI, FARKLI SENARYOLARI GÜNDEME GETİREBİLİR. 23 Ocak’ta Türkiye-İran ve Rusya’nın katılımıyla Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılacağı açıklanan Suriye müzakerelerine Esad yönetimi temsilcilerinin yanı sıra, üç ülkenin üzerinde mutabık kaldıkları Suriyeli muhalifler de katılacak. Muhalif gruplardan bazılarının halen katılım konusunda kesin kararlarını vermedikleri dile getirilirken, Türkiye’nin karşı çıkmasıyla PYD ve Suriyeli Kürtler masada olmayacak. Buna karşılık Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın birkaç gün önce bazı Fransız Parlamenterleri Şam’da kabulü ve Fransız medyasına yaptığı açıklamalar, Astana Zirvesi öncesinde, kritik önemde siyasi-stratejik hamle niteliğinde. Esad, ‘her konuda müzakere etmeye’ hazır olduğunu ilan ederken, bu tavrıyla ‘uzlaştırıcı ve uzlaşmacı’ bir kimlik sergiliyor. Suriyeli muhalif grupların, Türkiye ve Rusya’nın arabuluculuğunda gerçekleşecek olan görüşmelere katılıp katılmayacakları henüz kesinleşmedi. Türkiye, Rusya ve İran, muhalif temsilcilerin seçimi ve masada kimlerin yer alacağı konusunda müzakereleri sürdürüyor. Esad’ın bu konuda bir rezerv koymaması, her konuda müzakereye hazır olduğunu açıklaması, özellikle Türkiye’nin gündeme getirdiği bazı rezervler karşısında Esad’ı daha uzlaşmacı ve ılımlı konuma oturttu. Türkiye’nin “muhaliflerin kimliği ve seçimi konusunda” Suriye rejiminden daha seçici ve itirazcı bir konumda görülmesini gündeme getirdi. (Türkiye’nin talebi; PYD’nin katılmaması, Hizbullah’ın terör örgütü sayılması ve müzakereler dışında tutulması vb…) ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 13 IŞİD ve Nusra’nın ateşkese ve muhaliflere dahil edilmeyeceği zaten en baştan ilan edilmişti. Beşar Esad bu açıdan yaptığı açıklamada, Batı ülkelerini ve Suudi Arabistan’ı terör örgütlerine ve muhaliflerine destek vermekle de suçladı, Astana masasına çağrılan muhaliflerin “temsil niteliği ve meşruiyetinin” sorgulanması gerektiğini ifade etti. Esad ile görüşen Fransız parlamenterler ise Şam’daki görüşmelerde Esad’ın kendilerine barış sürecinden son derece umutlu olduğunu, silahları bırakmaları şartıyla, muhaliflerle görüşmeye hazır olduğunu söylediğini, Türkiye'nin Suriye politikasından şikâyetçi olduğunu belirttiğini aktardılar. Esad’ın Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güvenmediğini ısrarla vurguladığını dile getiren Fransız parlamenterler, “Esad, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye politikaları nedeniyle kendisini ve ülkesini çok zayıf düşürdü. Erdoğan, şu anda benim ülkem de dahil, bütün Arap devletlerinden fazla siyasi suçluyu cezaevlerinde kilit altında tutuyor. Erdoğan’a güvenmiyorum, sonuçta o bir İslamist” dediğini ifade ettiler. Bu açıklamalar, Astana masasında en zayıf halkanın Türkiye olduğunu, İran ve Rusya’nın sayesinde Türkiye’nin o masada yer aldığını gösteriyor. Daha önce Cenevre ve Viyana’da yapılan Suriye müzakerelerinde, Türkiye ile birlikte Suudi Arabistan ve Katar, öncelikli müzakere başlığının “Esad’ın iktidardan gönderilmesi, rejimin muhaliflere devri” olması konusunu ön koşul olarak sunmuş, Türkiye bunu “kırmızı çizgisi” olarak ilan etmişti. Şimdi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esad konusunda herhangi bir ön koşul öne sürmeksizin Astana Zirvesi’ne gideceğini açıkladı. Astana’daki toplantıya Amerika davet edilmezken, Rusya, Amerikalı yetkililerin daha sonraki toplantılara davet edilebilme olanakları olduğunu belirtti. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 14 SURİYE’DE HEM ŞİİLERİ HEM DE KÜRTLERİ KARŞISINA ALAN TÜRKİYE AÇISINDAN TEK MÜTTEFİK, “ÖSO” GÖRÜNÜYOR. ANCAK FIRAT KALKANI İLE ELE GEÇİRİLEN ALAN GENİŞLEDİKÇE KONTROLÜ GÜÇLEŞİYOR VE ÖSO YETERSİZ KALIYOR. BU DA TSK’NIN KAYIPLARININ ARTMASINI GÜNDEME GETİRİYOR. Suriye’de Türkiye ve Rusya’nın garantörlüğünde geçen ay ilan edilen ve 7 silahlı muhalif grubun imzaladığı ateşkesin sürekliliği, Astana Zirvesi’nin başarısı açısından da kaçınılmaz. Bu noktada Türkiye ve İran arasındaki zaman zaman yükselen gerilim önemli bir etken! Hükümet, Moskova mutabakatında ve sonrasında Suriye’de Şii Milislerin ve Hizbullah’ın ateşkesi ihlal ettiğini, bu grupların “terör unsurları arasında sayılmasını” gündeme getirdi ancak buna İran’dan şiddetli itiraz geldi. İran tarafı, ateşkesi bozanların, rejim karşıtı muhalif silahlı güçler olduğunu, Hizbullah ve Şii Milislerin Suriye’deki “meşru rejimi devirmeye çalışan muhalif gruplara karşı, rejimin yanında savaştıklarını, terör eylemlerinde bulunmadıkları gibi, teröristlerle mücadele ettiklerini” açıklayarak, Türkiye’ye tepkisini ortaya koydu. Türkiye-İran geriliminin tırmanması ve sürecin bir etnik-mezhep kamplaşması üzerinde şekillenmesi ciddi riskler yaratabilir. Hükümet her ne kadar, Suriye’de çözümün etnik ve mezhebi temelde olmaması gerektiğini savunuyor olsa da, sahadaki fiili görüntüde, Türkiye ve TSK’nın destek verdiği “ılımlı muhalif” diye nitelendirilen grupların tamamı ÖSO da dahil olmak üzere Sünni-Selefi gruplar. Bu durumda Türkiye ve İran, Şii ve Sünnilerin “hamiliği” konusunda karşı karşıya konumdalar. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 15 Diğer yandan Moskova Mutabakatında Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda yapılan ısrarlı vurgu ile Kuzey Suriye’de PYD önderliğinde, ABD destekli oluşturulmasına çalışılan Bölgesel Kürt Federasyonu ve Kantonların ayrı bir özerk bölge şekline dönüşmesinin kabul edilmeyeceği, Rusya, İran ve Türkiye tarafından onaylanmış oldu. Buna karşılık, ABD’nin bugüne kadar PYD-YPG ve bu grubun ağırlıkta olduğu Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) verdiği destek de ortada. 20 Ocak’tan itibaren koltuğa oturacak olan yeni Başkan Trump’ın bu konuda izleyeceği politika giderek daha da önem kazanıyor. Bir yandan ABD’nin Suriye’de “Esad’la uğraşmaması, IŞİD’le mücadeleye odaklanması” gerektiğini söyleyen Trump, diğer yandan da Kürtlere çok ciddi sempati duyduğunu, onlara her türlü desteği vereceğini açıklamıştı. Bu aşamada, Trump yönetiminin, Kürtlere yönelik politikasının izleyeceği yön, bir yandan IŞİD ile mücadelede ABD ile Türkiye’yi yanyana getirirken, diğer yandan Kürtler konusunda karşı karşıya getirebilir. Son dönemde İncirlik üssünün kapatılması konusunda dile getirilen görüşler, Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ın üssün kapatılabileceğini söylemesine karşın, ertesi gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun gündemde böyle bir konunun bulunmadığını açıklaması, bu konuda da Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında bir görüş ayrılığı ve çatlağın varlığını gösteriyor. Diğer deyişle, ABD ile yeni dönem ilişkiler konusunda, hükümet ile Cumhurbaşkanlığı arasında bazı görüş ayrılıkları olduğunu, bu konuda oluşturulmuş bir ortak politikanın var olmadığını, günlük gelişmelere göre taktik adımlar ve söylemlerin gündeme getirildiğini gözler önüne seriyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 16 FIRAT KALKANI OPERASYONUNDA EN BÜYÜK ASKERİ KAYIPLARI TÜRKİYE VERDİ. TSK’NIN ŞEHİT SAYISI 47’YE YÜKSELDİ. RUSYA’NIN 23, ABD’NİN İSE SADECE 1 KAYBI VAR. CUMHURBAŞKANI EL BAB’IN DÜŞMESİNİN AN MESELESİ OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİ, OYSA ÇATIŞMALAR UZUYOR, KAYIPLAR ARTIYOR! 24 Ağustos’ta başlayan Fırat Kalkanı Operasyonu’nda Türkiye’nin askeri kayıpları her geçen gün artıyor. TSK’nın sadece destek vermesi, sahada IŞİD ile ÖSO’nun savaşması üzerine inşa edilen harekât planında, beş aylık sürede TSK’nın kayıpları son olarak 2 askerimizin daha şehit düşmesiyle 47’ye yükseldi. Eylül 2015’te Suriye’de doğrudan devreye giren ve ağırlıkla hava operasyonlarıyla Suriye Ordusuna destek veren Rusya’nın bu ülkedeki askeri varlığı Hmeymim hava üssü ve Tartus Deniz üssü de dahil olmak üzere 4 bin. Buna karşılık Rusya’nın 2015 Eylül’ünden bu yana Suriye’deki askeri kayıplarının sayısı 23 olarak açıklandı. Son olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’daki askeri varlıklarını azaltma kararını açıkladı. İlk aşamada Amiral Kuznetsoz uçak gemisi ve donanmaya ait bazı gemilerle, üslerdeki askeri personel en minimum seviyeye indirilecek, Suriye ordusunun ağırlığında yürütülecek operasyonlara Rusya hava desteği ve Suriye ordusuna danışmanlık, eğitim hizmetleriyle destek verecek. 2014 yılından bu yana önce Suudi Arabistan’daki, sonra Erbil’de kurduğu üslerden, IŞİD’e karşı hava operasyonlarına başlayan ABD ise 2015 Temmuz’unda Türkiye’nin İncirlik üssünü açmasından sonra operasyonel ağırlığını İncirlik’e taşıdı. Almanya da İncirlik’te asker ve savaş uçağı bulunduruyor. İngiltere ise Güney Kıbrıs’taki üslerden yine savaş uçaklarıyla operasyonlara katılıyor. Almanya ve İngiltere şu ana kadar operasyonlarda hiç kayıp vermediler. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 17 ABD ise Kuzey Suriye’de PYD-YPG kontrolündeki bölgelerde ağırlıkla olmak üzere, 300 askeri danışman ve eğitmeni bölgede bulundurduğunu açıkladı. Bu askeri danışman ve eğitmenler, PYD-YPG ağırlıklı DSG güçlerini eğitiyor. Doğrudan çatışmalara katılmayan ABD’nin 300 askeri danışmanından üç yıldan bu yana kaybettiği asker sayısı sadece 1! Toplam sayısı 400 olarak açıklanan ÖSO güçlerine zırhlı araçlar, tanklar ve hava desteği ile karadan ve havadan destek veren TSK’nın şehit sayısı Ağustos ayından bu yana belirttiğim gibi 47’ye ulaştı. Aynı şekilde çok sayıda yaralı askerimiz de tedavi altında. Milli Savunma Bakanı’nın açıklamasına göre de 3 askerimiz IŞİD’in elinde. Diğer yandan Suriye’deki iç savaştan bu yana, IŞİD katliamlarında, intihar saldırılarında, Reyhanlı ile başlayan, ardından Suruç, Diyarbakır, Ankara, İstanbul, Sultanahmet, İstiklal Caddesi, ŞanlıurfaAkçakale, Gaziantep ve son olarak İstanbul-Reina katliamı ile birlikte kaybettiğimiz sivil yurttaşlarımızın sayısı ise 300’e yaklaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir ay önce El Bab’ın düşmesinin an meselesi olduğunu, El Bab’tan sonra, Rakka ve Menbic’e ilerleneceğini açıklamıştı. Şimdi El Bab’ta kayıplarımız ve IŞİD saldırıları her geçen gün artıyor. Hükümet, koalisyon güçlerinin El Bab’ta TSK’ya destek vermemesinden yakınıyor. ABD ise daha önceki değerlendirmelerimde aktardığım gibi “Fırat Kalkanı’na siz kendiniz karar verdiniz, bizden yardım ve destek istemediniz. Şimdi bizi destek vermemekle itham edemezsiniz. Yine de durumu değerlendireceğiz” diyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 18 Halep’in tahliyesi sonrasında İdlib’e yığılan radikal İslamcı-Cihatçı militanların sayısı katlanırken, ülkemize yönelik terör tehdidi de her geçen gün büyüyor. Suriye ordusu bu bölgede savaşmıyor. Bu bölgede IŞİD ile savaşan tek güç PYD ağırlıklı DSG güçleri. Giderek, Suriye’de ülkemiz ve silahlı kuvvetlerimiz adına riskler büyürken, haftalardır IŞİD’in yayınladığı videolarda yer alan askerlerimizle ilgili iddiaların açıklığa kavuşturulmaması dikkat çekici! Genelkurmay Başkanlığının, 1,5 aydır kendisiyle irtibat kesilen 2 astsubayımızın şehit olduğunun anlaşıldığını açıklaması, askerlerimizin Suriye’deki durumu hakkında, operasyonların nereye kadar süreceği ve kayıpların nereye varacağı konusunda endişe ve kaygıları giderek büyütüyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 19 SON ÜÇ KHK İLE GETİRİLEN DEĞİŞİKLİKLER VE DÜZENLEMELER, AKP İKTİDARININ OHAL UYGULAMASINDAN KOLAY KOLAY VAZGEÇMEYECEĞİNİ, SİYASİ AMAÇLARLA İKTİDARINI PEKİŞTİRMEK, TOPLUMU VE KURUMLARI BASKILAMAK İÇİN SONUNA KADAR KULLANMAYA DEVAM EDECEĞİNİ GÖSTERİYOR! Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, OHAL kapsamında üç yeni KHK’yı gece yarısı resmi gazetede yayımlayarak yürürlüğe koydu. Kararnamelerle 8323 kamu personelinin görevlerine son verilirken, daha önce kapatılan 374 derneğe ilave olarak 83 dernek daha kapatıldı. Yargı, polis, asker, akademisyen ağırlıklı kamu görevlilerinin işlerine son verilmesinde hangi kriterlerin esas alındığı giderek bilinmezliğe dönüşmüş durumda. Özellikle üniversitelerden atılan 36’sı profesör olmak üzere, 631 akademisyen ve 155 te idari personelin arasında, ülkemizin önde gelen ve alanında uzman bilim insanları, FETÖ ile bağlantısı olmayan öğretim üyeleri, barış için akademisyenler bildirisine imza atanlarda yer alıyor. Bu tablo, KHK yetkisinin art niyetli dönüştürüldüğünü gözler önüne seriyor. bir tasfiye aracına Emniyet personeli arasında 15 Temmuz gecesi çatışmada yaralanan emniyet amirleriyle, FETÖ’cüleri gözaltına alan emniyet mensuplarının da bulunması yine bu konuda yetki istismarı konusunu akla getiriyor. KHK’larla özel güvenlik görevlilerine verilen silah taşıma yetkisi de genişletilirken, silah taşıma yetkisi olan güvenlik görevlilerinin, görev alanlarının dışına silahla çıkmasına izin veriliyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 20 Hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen ancak yabancı ülkelerde bulunan kişiler için Resmi Gazete'de yapılan "yurda dön" ilanına rağmen üç ay boyunca yurda dönmemeleri halinde vatandaşlıktan çıkarma yetkisi Bakanlar Kurulu'na veriliyor. Bu defa da medya kuruluşlarına yönelik ağır ve baskıcı düzenlemeler KHK’larda yer alıyor. Medya kuruluşlarının lisans başvurularına getirilen 'milli güvenlik, kamu düzeninin korunması ve kamu yararı' nedeniyle ret düzenlemesi yanında, Millî İstihbarat Teşkilatı veya Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından, ortakları ile yönetim kurulu başkan ve üyelerinin terör örgütleriyle irtibatı olduğu saptanan medya kuruluşlarının lisans başvurularının reddedilmesi, yoluna gidiliyor. Medya kuruluşlarına, milli güvenlik, kamu düzeninin korunması gibi gerekçelerle uyarıda bulunulması tekrarı halinde lisans iptaline kadar ulaşacak yaptırımlar getiriliyor. Polise, sanal ortamda işlendiği iddia edilen suçlarda yargı kararı ve savcılık izni aranmaksızın internet abonelerine ait kimlik bilgilerine ulaşma yetkisi veriliyor. Hakim ve savcı alımı sınavlarında asgari 70 puan sınırının kaldırılması da yargının “yandaşlaştırılması” yönünde atılmış bir başka adımdır. Daha önceki, özel harekâtçı, Milli Savunma Uzmanı, TSK uzmanı vb. personel alımlarındaki gibi, bu defa da “İlköğretim mezunları” arasından, ihtisas gerektiren sınıf ve branşlarda çok üstün başarı belgesi alanlar; Kuvvet komutanları, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının kararı ile “uzman erbaş ve çavuş” olabilecek. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 21 YENİ KHK UYARINCA, Kuvvet Komutanları, Milli Savunma Bakanının (MSB) önerisi, Başbakanın imzası, Cumhurbaşkanının onayı ile atanacak. Yüksek Askeri Şura’nın görev alanı içinde bulunan General ve Amirallerin atanma ve terfilerinde de aynı yol izlenecek. Yani MSB önerecek, Başbakan İmzalayacak, Cumhurbaşkanı onaylayacak. MSB’nın önerisi ve Cumhurbaşkanının onayı ile komutanların görev süreleri, yaş haddine kadar birer yıl olmak üzere uzatılabilecek. Baştan beri uyarmamıza rağmen, okula, kışlaya, yargıya, ibadethanelere siyasetin sokulmaması çağrılarımıza rağmen, TSK’daki atamalarda, Kuvvet Komutanlarının seçimi, belirlenmesi ve görev sürelerinin uzatımında Genelkurmay Başkanlığı tümüyle devre dışına çıkartılıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 22 ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINDA OLAN MİLLİ PİYANGO İDARESİ’NİN, ŞANS OYUNLARININ, TÜRKİYE JOKEY KULÜBÜ’NÜN 49 YILLIĞINA VARLIK FONU’NA DEVREDİLMESİ, OHAL’İN VE KHK YETKİSİNİN “AMAÇ DIŞI İSTİSMARI” KONUSUNDA SOMUT BİR ÖRNEKTİR. HUKUKA, ANAYASAYA VE YASALARA AYKIRIDIR! Yıllardır özelleştirme kapsamında olan ve son ihalede lisansı 5 milyar dolara satılmasına karşın, alıcı grubun döviz kurlarındaki artış nedeniyle ödemeyi zamanında yapamayacağını bildirmesi üzerine iptal edilen; Milli Piyango ve Şans Oyunları İdaresi’nin lisans ve isim haklarının, gelirinin, sahip oldukları taşınmazların, Türkiye Jokey Kulübünün ve varlıklarının, At yarışı düzenleme lisansının, Türkiye Varlık Fonu’na 49 yıllığına devredilmesi ise tam anlamıyla bir yangından mal kaçırmadır. Bu kuruluşların, OHAL KHK’sı ile Varlık Fonu’na devredilmesinin “terörle mücadele” ve “darbe teşebbüsü” ile ne ilgisi var? OHAL kapsamındaki KHK’ların sadece OHAL süresi sınırlı olduğu, OHAL sona erdikten sonra yürürlükten kalkacağı yönündeki anayasa ve yasa hükümleri hiçe sayılarak, bu kuruluşların, parasal ve taşınmaz varlıklarının 49 yıllığına Varlık Fonu’na devredilmesi tamamıyla hukuka, anayasaya ve yasalara aykırıdır. Ne yazık ki; Anayasa Mahkemesi (AYM), daha en başta OHAL kapsamında çıkartılan KHK’ların, anayasaya uygunluğunu denetlemeye yetkili olmadığı yönünde, kendisini bağlayan bir karar vererek, iktidarın dilediği şekilde hukuka aykırı düzenlemeler yapabilmesine zemin sağlamıştır. OHAL yasasına ve Anayasa’daki OHAL hükmüne olan bu düzenlemenin amacı, Ağustos ayında çıkartılan her türlü mali ve idari denetimin dışında tutulması yönünde yasasına hüküm konulan, Sayıştay denetiminin dışında tutulan Varlık Fonu’na kaynak aktarmaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 23 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNİN MADDELERİNE GEÇİLMESİ İÇİN YAPILAN OYLAMADA 338 KABUL OYU ÇIKMASI, AKP’Lİ BAZI VEKİLLERİN “GİZLİ OY” İLKESİNE RAĞMEN OYLAMAYI SİYASİ ŞOVA DÖNÜŞTÜRMELERİ, OLAYIN CİDDİYETİNDEN NE KADAR BİHABER OLDUKLARINI GÖSTERMEKTEDİR! 9 Ocak 2017’de TBMM’de görüşülmesine başlanan 18 Maddelik AKP Anayasa Değişikliği Teklifinin tümü üzerindeki görüşmeler ardından maddelerine geçilmesinin 338 oyla kabul edilmiş olması, ilerleyen maddelerde ve müzakerelerde fire olasılığının gündeme gelebileceğini gösterdi. Bu yönde, milletvekillerine teklifin içeriğiyle ilgili riskleri ve ülkenin geleceği adına kapsadığı tehlikeleri anlatmaya ısrarla devam etmek durumundayız. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) müzakerelere katılıp, oylamaya katılmama tavrı, ülkemizin içinden geçtiği bu kritik tarihi süreçte onaylanması mümkün olmayan bir tarihsel yanılgı ve yanlıştır. Tek adam ve dikta rejimi üzerine kurgulanmış ve buna göre dizayn edilmiş bu değişiklik teklifinin, gizli amaçlarından birisi de laik kesimleri, laik siyaset anlayışını ve Kürt yurttaşlarımızın siyasi temsiliyle, iktidar ya da iktidar ortağı olmalarının önünü olabildiğince kesmektir. Daha önce de vurguladığım gibi “Partili Cumhurbaşkanı” dışındaki tüm maddeleri 2019’dan itibaren yürürlüğe girecek bu değişiklik teklifinde Cumhurbaşkanlığı ve TBMM üyeleri seçiminin aynı tarihte yapılmasının öngörülmesi, yürütmenin TBMM dışından oluşturulması, kabine üyelerinin Başkan tarafından seçimi ve atanması vb. düzenlemeler hep bu amaca matuftur. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 24 Değişiklik yasalaştırılabildiği takdirde, hemen akabinde devreye girecek “Partili Cumhurbaşkanı” uygulamasıyla 2019’a kadar olan sürede; HDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklama uygulamalarının daha da yaygınlaşması, Kürt siyasetinin TBMM’den büyük ölçüde tasfiyesi, 3 Kasım 2019 öncesinde bir Kürt AKP’sinin kurulması ve seçimlere girmesi, bugünden planlanmış siyasi stratejinin en önemli parçalarından birisidir. Bu sistem 3 Kasım 2019’dan itibaren tamamıyla hayata geçirilme olanağına sahip olduğunda, Cumhurbaşkanına verilen yetkiler, devletin yeniden yapılandırılması, atama yetkilerindeki sınırsızlık, kararnamelerle yasal düzenleme yapma olanağının elde edilmesi, tam anlamıyla bir “laiklik tasfiyesine” dönüşebilir! HSYK’yı oluşturma ve HSYK üzerinden Yüksek Yargıyı, Adli Yargıyı ve dolayısıyla Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) oluşturma yetkisine sahip olacak bir tek adam rejiminde açık, şeffaf, tarafsız ve hilesiz bir seçim yapılması, seçmen tercihinin olduğu gibi sonuca yansıması olanaksız hale gelecektir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 25 TBMM’DE ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ HAKKINDA HÜKÜMET ADINA KONUŞMA YAPAN ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ’IN 1923 ANAYASASINA, ATATÜRK ANAYASASINA DÖNÜLDÜĞÜ YÖNÜNDEKİ SÖZLERİ, SAMİMİYETTEN VE GERÇEKLİKTEN UZAK, KAMUOYUNU YANILTMAYA DÖNÜK İFADELERDİR! Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesi’nin, HSYK’nın, Danıştay’ın, Yargıtay’ın yapısında hiçbir değişiklik olmadığını, mevcut durumun devam ettiğini sadece sistemin adının Cumhurbaşkanlığı Sistemi olarak değiştiğini söylerken, - “Madem değişen hiçbir şey yoksa bu değişiklikte ısrar etmenin amacının ne olduğu” sorusunu yanıtsız bırakarak, gerçek amacı gizlemektedir. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın konuşmasında dile getirdiği şu ifadeleri toplumsal algıya yönelik olup, hep kullanmış oldukları bir metotdur. “Rejim değişikliği değil hükümet sistemi değişikliğidir. Rejim değişikliği söz konusu ise Cumhuriyetin niteliklerini değiştiren düzenleme olması lazımdır. Bunu açıkça ifade etmekte fayda görüyorum. Anayasanın ilk 4 maddesinde doğrudan, dolaylı bir değişim var mı, yok. Bu teklif ne yapıyor? Cumhuriyetin demokratik ve hukuk devleti niteliklerini güçlendiriyor.” Oysa Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) yapılması ile Danıştay’dan, Yargıtay’a kadar adli ve idari yargıç atamalarını yapacak kurum kontrol ve denetim altına alındıktan sonra, Danıştay ve Yargıtay’ın mevcut yapısını değiştirmenize zaten gerek kalmaz. HSK üzerinden dilediğiniz üyeleri, bu kurumlara atayabilirsiniz. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 26 Başbakanın, kendisini ortadan kaldıran bu değişikliği savunurken “Cumhurbaşkanımıza, bir Ali değil, Binali feda olsun” sözleri ise tam anlamıyla siyasi biat kültürünün zirvesidir. Başbakanın atanacak hükümetin TBMM’den güvenoyu almamasını savunurken dile getirdiği “Cumhurbaşkanı zaten halkın oyuyla seçilecek, güvenoyunu halktan alacak” ifadesi ise temelsizdir. Halkın yüzde 51’inin oyuyla seçilecek bir Cumhurbaşkanının, TBMM dışından atayacağı bakanlardan ya da bir kısmını TBMM’den seçeceği kabinesinin, Halkın yüzde 100’ünü temsil eden bir meclisin güvenoyuna ihtiyacının olmadığını savunmak bile, demokrasi ve halkın temsili kavramına gerçekte saygı duymadıklarını ortaya koymaktadır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 27 ÖZEL SEKTÖR BORÇLARININ ULAŞTIĞI VAHİM TABLO, HÜKÜMETİ PANİKLETTİ! MB, ŞİRKETLERİN DÖVİZ BORÇLARI VE DÖVİZ VARLIKLARIYLA İLGİLİ ÇALIŞMA BAŞLATTI. ADALETSİZ OLAN, KAMUÖZEL İŞBİRLİĞİ (KÖİ) YATIRIMLARINDA YANDAŞ MÜTEAHHİTLERİN KUR RİSKLERİNİN, “HAZİNE” TARAFINDAN ÜSTLENİLMİŞ OLMASI! Özel sektörün adeta patlama yapan döviz borçları ve yükümlülükleri ile ilgili durumun ayrıntılarını daha önce kapsamlı şekilde analiz ederek, gündeme gelen riskleri ifade etmiştim. 300 milyar dolara yaklaşan bu döviz borçları, son bir haftada hızlanan kur artışlarına ve 3,81 TL’ye yükselen dolar, 4 lirayı aşan Euro değeri karşısında iyice ödenemez noktaya doğru ilerliyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek MÜSİAD toplantısında, “şirketlerin kur risklerinin yönetilebilirliği” konusunda bazı tedbirler üzerinde durduklarını açıkladı. Merkez Bankası da (MB) döviz borçlusu şirketlerin gerçek durumlarını tespit amacıyla, şirketlere mektup göndererek, bilgi derlemeye başladı. Özel sektör borçlarının topyekûn ödenememesi gibi bir tabloyu, hiçbir şekilde düşünmek istemeyiz. Bu sadece döviz borçlusu şirketlerin değil, ülke ekonomisinin iflası olur! Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, döviz borçları için kur garantisi verilmesinin mevcut koşullarda söz konusu olamayacağını, bunun için çok güçlü döviz rezervlerine sahip olma yanında, cari açık sorununun olmaması gerektiğini söylüyor ve Türkiye ekonomisinin böyle bir durumunun olmadığını vurguluyor. Yani rezervlerin kur mücadelesi için yeterli olmadığını, cari açık sorunun daha da büyümesi endişesinin var olduğunu, bizzat Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı ifade ediyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 28 Hükümet, şimdi, şirketlerin döviz borçları ve kur risklerine yönelik tedbirler ve çözüm için model arayışında. Başka ülkelerin bu gibi durumlarda neler yaptığını araştırıyorlar. Muhtemelen yakında bazı kur önlemleri, döviz borçlusu şirketlere yönelik bazı kısıtlayıcı tedbirler gündeme gelecek. Ancak bu tabloda asıl yanlış ve adaletsiz olan, döviz borçlusu özel şirketler arasındaki “pozitif ayrımcılık”. AKP iktidarı, büyük altyapı, ulaşım, nükleer santral vb. yatırımlar için ağırlıkla yandaş müteahhitlere, işadamlarına döviz üzerinden alım garantisi vererek, bir anlamda onları koruma altına almış durumda. Dolayısıyla bu müteahhitler, işadamları dolar-euro nereye çıkarsa çıksın bundan etkilenmeyecekler. Kur artışının tüm yükü, devletin, hazinenin, milletin sırtına binecek! Döviz borçlusu özel sektör şirketlerinin, borçları ile döviz varlıkları arasındaki makas giderek açılıyor. Son açıklanan Ekim 2016 verileriyle, özel sektörün borçları ile varlıkları arasındaki açık döviz pozisyonu tutarı 213 milyar dolar. 2009’dan bu yana özel sektörü dövizle borçlanmaya teşvik eden ve bu tablonun ortaya çıkmasından asıl sorumlu olan AKP hükümetinin ve ekonomi yönetiminin kendisidir. Şimdi kurlar yükselişe geçince bu teşvik adeta, döviz borçlusu şirketler açısından ağır bir cezaya dönüşmüş oldu. Hükümet, dövizle borçlanmayı teşvik edince, döviz geliri olan şirketler dışında, kazancı TL’ye dayanan, buna karşılık dövizle borçlanmanın maliyeti daha düşük olduğu için dövizle borçlanan şirketler çoğunlukta. Döviz kazancı olmadığı halde, hükümetin uyguladığı politikalara güvenerek döviz kredisi kullanan ve şimdi ortaya çıkan kur artışları karşısında ne yapacağını şaşıran yüz binlerce işadamı ve şirket var. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 29 TÜRKİYE, DÜNYA BANKASI VERİLERİYLE GSYİH’SINA GÖRE EN FAZLA TUTARDA KÖİ YATIRIMI YAPAN ÜLKELER ARASINDA İLK SIRALARDA YER ALIYOR. MB, AÇIKLADIĞI SON FİNANSAL İSTİKRAR RAPORU’NDA BU KONUYA HÜKÜMETİ FAZLA KIZDIRMAMAYA ÇALIŞARAK, DİKKAT ÇEKMEK ZORUNDA KALDI! Merkez Bankası (MB), gelişen piyasalar ortalamasına göre firma borçluluğu en yüksek oranda artan ülkenin, Çin’den sonra Türkiye olduğunu vurgularken, bu durumun ortaya çıkmasında özellikle son yıllarda hızla artan Kamu Özel Sektör İşbirliği (KÖİ) projelerine dayalı sürecin, etkisi olduğunu dile getiriyor. Hükümetin çok övündüğü, üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Avrasya Tüneli, Şehir Hastaneleri, nükleer santral ve Ege, Karadeniz bölgeleri başta olmak üzere, doğayı tersyüz eden diğer enerji, madencilik projelerini bunlar arasında sayabiliriz. Hükümetin bu projelerin finansmanına sağladığı Hazine garantisi yanında, daha projeler devreye girmeden dolar ya da Euro üzerinden verilen alım garantileri, döviz borçları yükünü ve kur riskini ağırlaştıran, bu yükü neredeyse doğrudan devletin üzerine yıkarak, yandaş müteahhitleri ve işadamlarını korumaya alan bir unsur olarak şimdi karşımızda. 49 yıla kadar uzanan bu dövize endeksli borçlara verilen hazine garantileri, üretilecek mal ve hizmetlere verilen dövize dayalı alım garantileri gelecek nesilleri de bugünden ağır yükümlülükler, riskler ve borçlar altına sokmuş durumda. Merkez Bankası raporunda, döviz cinsinden kredi borcu bulunan firma sayısının yaklaşık 27 bin olduğu belirtiliyor. Raporda, toplam borcun yüzde 75’inin, 100 milyon lira üstü yabancı para borcuna sahip 1114 firmaya ait olduğu ifade ediliyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 30 Merkez Bankası’nın değerlendirmesine göre, altyapı yatırımlarında büyük oranda devlet hizmet satın alma garantisinin bulunması ve ihracat yoğun sektörlerin döviz riskine karşı döviz gelirleriyle korumaya sahip olması, bu şirketlere ortaya çıkabilecek talep ve kur artışı şoklarına karşı ek direnç sağlıyor. MB Kasım 2016 Finansal İstikrar Raporu’nda, toplam yabancı para kredilerinin yüzde 20’sini oluşturan en yüksek tutarlardaki yabancı para kredisi kullanan ilk 30 firma incelendiğinde ise yatırımların daha çok “enerji, havalimanı, otoyol, şehir hastanesi ve telekomünikasyon gibi kamu-özel işbirliği projeleri ile yüksek ihracata sahip otomotiv ve metal sanayi gibi sektörlerde toplandığı gözlenmektedir.” deniliyor. Merkez Bankası, gerçek söylemek istediklerini, eleştirilerini, büyüyen riskleri satır aralarına gizlemeye çaba göstererek diyor ki; 1114 ŞİRKET 1. Dövizde hızlanan kur artışından etkilenmesi söz konusu olan, döviz kredisi borçlusu şirket sayısı 27 Bin! 2. Bu 27 bin firmanın kullandığı toplam döviz kredisinin yüzde 75’i, TL karşılığı 100 milyon TL ve üzerinde döviz kredisi kullanan 1114 şirkete ait! 1009 Şirket 100 milyon-1 milyar TL ( 30-300 milyon dolar) 105 Şirket 1 milyar TL ve üzerinde (300 milyon doların üzerinde) ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 31 Bu şirketlerin 1009’u 100 milyon-1 milyar TL karşılığı (30-300 milyon dolar)döviz kredisi kullanmışlar, 105’i ise TL karşılığı 1 milyar TL’nin (300 milyon doların üzerinde) üzerinde döviz kredisi kullanmış. 3. Bu 1114 şirket içinde de en yüksek tutarlı döviz kredisi kullanan ve kullandıkları krediler hazine tarafından da garanti edilen 30 şirketin büyük bölümü, köprü, havaalanı, otoyol, köprü, enerji santralı, şehir hastaneleri vb. gibi devletin döviz üzerinden “alım ve fiyat garantisi” verdiği şirketler. Bu şirketler, kredileri ve hizmetleri “hazine-devlet garantili” olduğu için, risklere karşı “ek dirence” sahipler. 4. Döviz kredisi borçlusu şirketlerin 21 binin kredi borcunun TL karşılığı 10 milyon liranın altında. Bu şirketlerin özel sektörün toplam döviz borcu içindeki payları sadece yüzde 5 düzeyinde. Diğer değişle 27 bin döviz kredisi borçlusu şirketin 6 bini toplam borcun yüzde 95’ine, bunların da 114’ü toplam borcun yüzde 75’ine sahip! 5. Özel sektörün toplam döviz borcunun yüzde 95’ine ve büyük tutarlı borçların yüzde 75’ine sahip olan az sayıdaki şirketin önemli bölümü (ihracatçı, sanayici vb. olanlar dışında) “havuz müteahhidi” ya da “yandaş müteahhitler, işadamları” olarak adlandırılan şirketler. 6. Bunların aldığı altyapı, inşaat, otoyol, köprü, havaalanı, santral, şehir hastaneleri gibi KÖİ kapsamındaki projelerin hemen tamamına yakınının kredi borçları, devlet ve hazine garantili. 20-49 yıl arasında yapılan anlaşmalarla, alım garantisi verilen mal ve hizmet üretimlerinin fiyatları da yine kur garantili ve dövize endeksli. 7. Merkez Bankası “mahcup” bir ifadeyle, döviz kredisi borçlarından oluşan büyük riskin ortaya çıkarttığı ağır ekonomik tehdidin; son yıllarda hız verilen KÖİ ya da Yap-İşlet-Devret modelli milyarlarca dolar tutarındaki altyapı yatırımlarından, bu yatırımların döviz üzerinden ihale edilmesi, sözleşmelerin dolar veya Euro esasına göre yapılmasından, imtiyaz süreleri için verilen alım garantilerinin dövize endeksli olmasından kaynaklandığını, söylemektedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 32 8. Merkez Bankasının Raporu’na göre, KÖİ modelli projelerin toplam tutarı 140 milyar dolara ulaşmış durumda. Dolayısıyla sözkonusu projelerin özel sektör yabancı para borçları üzerinde, özellikle 2006 yılından itibaren “hızlandırıcı” bir etkisinin olduğu dile getiriliyor. 9. Dünya Bankası’nın Kamu-Özel Sektör İşbirliği (PPI-Public-Private Sector Investment Project) projeleriyle ilgili son raporuna (2015) göre Türkiye, KÖİ’ler açısından toplam yatırım tutarı 161 milyar dolara ulaşan başlamış ya da devam eden proje stokuyla, Brezilya ve Hindistan’ın ardından dünyada 3. Sırada. 2015 yılında ise 45 milyar dolara varan tutarla dünyada Avrupa’da ilk sırada. Şimdi, hepsi dövize endeksli bu projelerle, kur riski ve kırılganlık açısından ise ilk sırada! Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in de ifade ettiği gibi Aralık ayının son haftasında toplanan Finansal İstikrar Kurulu’nda, kabaran bu döviz kredisi riskini bertaraf etmenin yolları aranmaktadır. Hükümet ve Merkez Bankası bunun için seferber olmuş durumdadır. Vatandaşa “dövizini bozdur, TL’ye geçin” çağrıları yapan Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti, asıl ağır döviz ve kur riskinin, kendi ekonomik yanlışlarından, neredeyse 10 yıldan bu yana ekonomiyi “dolarize” etmiş olmalarından, Mega ya da Çılgın Projeleri’ni gelecek on yıllara yayılan şekilde dövizli kontratlara bağlamalarından kaynaklandığının üzerini örtmeye çalışırken, “gelin sözleşmeleri ve alım garantilerini TL olarak yenileyelim” diyememektedir. Kaynak: TCMB Finansal İstikrar Raporu Kasım 2016 http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/c6b44f97-b4c1-4cdc-a6e7e1c255d96661/Fir_TamMetin23.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACEc6b44f97b4c1-4cdc-a6e7-e1c255d96661 2015 Global PPI1 Update http://ppi.worldbank.org/~/media/GIAWB/PPI/Documents/Global-Notes/Global2015-PPIUpdate ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 33 2017’DE İHRACATTA OLAĞANÜSTÜ BİR İYİLEŞME BEKLEMENİN, MEVCUT SİYASİ VE EKONOMİK KOŞULLARDA GÜÇ OLDUĞUNU ÖNGÖRMEK OLANAKLI. EKONOMİ BAKANLIĞI’NIN İHRACAT BEKLENTİ ENDEKSİ SONUÇLARI, BU YILIN İLK ÜÇ AYINDA İHRACATTA İYİLEŞME BEKLENTİSİNİN ZAYIFLADIĞINI GÖSTERİYOR. Ekonomi Bakanlığı'nın yayınladığı İhracat Beklenti Endeksi, bu yılın ilk çeyreği için 2016'nın son çeyreğine göre 0,7 puan azalarak 109,7 puan oldu. İthalat Beklenti Endeksi ise bir önceki çeyreğe göre 1,2 puan artış göstererek 110,3 değerini aldı. DÖNEM PUAN 2016 yılının 4. çeyreği 109,7 2017 yılının 1. çeyreği 109 0,7 puan azalış! 100’ün üzerinde gerçekleşen İhracat Beklenti Endeksi, Türkiye’nin önde gelen ihracatçı firmalarının 2017 yılının 1. çeyreğinde ihracatın artacağı yönünde beklentilere sahip olmalarına karşın, bu beklentinin düşüşe geçtiğine işaret ediyor. İthalat Beklenti Endeksi ise geçen çeyreğe göre 1,2 puan artış göstererek 110,3 oldu. Ekonomi Bakanlığı ihracatçı şirketlerle yapılan anketlerde, 2017 yılının 1. çeyreğinde, 2016 yılı 4. çeyreğine göre, gelecek 3 aya ilişkin ihracat ve ihracat sipariş beklentilerine ilişkin eğilimin azalış yönünde olduğunun ortaya çıktığını açıkladı. Buna karşılık, ihracat beklentisinde bu yılın ilk çeyreğindeki azalışa rağmen, geçen yılın ilk çeyreğine göre, 9,1 puanlık bir atışın gerçekleşmiş olmasını da olumlu olarak değerlendirmek gerekir. İthalat beklentisinde ise 1,2 puanlık bir yükseliş gerçekleşmesini ihracata nazaran, ithalatta daha hızlı bir yükseliş beklentisine bağlamak mümkün. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 34 Dış ticaretteki beklentilerin Ekonomi Bakanlığı anketinde de ciddi bir hızlanma ya da iyileşme göstermemesi, daha yılın başında ihracatçıların, ithalata dayalı sanayicilerin bu yıldan fazla ümitli olmadıklarının somut göstergesidir. Yine de iyimser bir bakış açısıyla her iki endeksin de (ihracat ve ithalat) beklenti düzeyinin 100’ün üzerinde olması yılın gelecek dönemleri için bir umudun muhafaza edilmeye çalışıldığını bize işaret etmektedir. İHRACAT BEKLENTİ ENDEKSİ İTHALAT BEKLENTİ ENDEKSİ ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 35 YILSONUNDA RESMİ GAZETE’DE KRİTİK BİR BAKANLAR KURULU KARARNAMESİ YAYINLANDI. 31 ARALIK 2017’YE KADAR ESK’YA SIFIR GÜMRÜKLE, 500 BİN BAŞ DAMIZLIK OLMAYAN BESİ VE KASAPLIK HAYVAN İTHALATINA YETKİ VERİLİRKEN, ÖZEL SEKTÖRÜN BESİLİK HAYVAN İTHALATINA DA KAPILAR ARDINA KADAR AÇILDI Bakanlar Kurulu’nun 31 Aralık 2016 tarihli kararnamesiyle uygulamaya sokulan düzenlemeler çerçevesinde, besilik-kasaplık hayvan ithalatında gümrük vergisi yüzde 60’tan yüzde 10’a düşürülerek özel sektörün ithalat yapmasına kapılar açıldı. Aynı kararnamede Et ve Süt Kurumu’na da (ESK) yılsonuna kadar “sıfır” gümrükle 500 bin, besilikkasaplık canlı hayvan ithal etme izni verildi. Kurban bayramlarında bile artık, kurbanlık hayvanların karaborsaya düştüğü, Makedonya’dan, Bosna-Hersek’ten on binlerce canlı kurbanlık ithal edildiği bir ülkede, hayvancılığın, yerli besicinin ayakta kalması ne kadar mümkün? AKP hükümetleri iş başına geldiğinden bu yana en büyük darbeyi Türkiye’nin tarım ve hayvancılığına indirdi. Canlı hayvan ithalatının yanı sıra, kırmızı et ithalatına da geçtiğimiz yıllarda yaşanan et sıkıntısını ve et fiyatlarındaki yükselişi gerekçe göstererek izin veren iktidar, yerli üreticiyi “terbiye etmek” bahanesiyle, hayvancılığı, besiciliği tümden bitirme yolunu seçtiler. Yerli besiciden esirgenen destekler, teşvikler kâğıt üzerinde kalırken, milyarlarca dolarlık ithalatla, Fransız, Hollandalı, Uruguaylı, Arjantinli, ABD’li ve Afrikalı üreticiler Angus’tan Buffalo’ya çeşitli yabancı ırklardaki canlı hayvan ithalatıyla zengin edildi. Hâlâ dünyanın en pahalı etinin tüketildiği Türkiye’de; Et ve Balık Kurumu’nu, Süt Endüstrisi Kurumu’nu, Zirai Donatım Kurumu’nu, Yem Sanayii’ni özelleştirip, kapatanlar bunun vebalini Türk çiftçisine, besicisine, tüketicisine ödetiyorlar. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 36 Özelleştirme sonrası yeniden yapılandırmaya gidildiği öne sürülerek kurulan ESK’nın, besiciye destek ya da katkı vermesini bırakın, doğrudan imtiyazlı ithalat imkânlarıyla, yerli besiciyi yok etmenin aracına dönüştü! Yem, ot, saman bulamadığı için hayvancılığı terk etmek zorunda kalan binlerce üreticiyle ESK adeta rekabete girişirken, hükümet hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz yıllarda da ot, sap ve saman ithalatına izin verdi. Meralar, yaylalar “kentsel dönüşüm” adı altında ranta ve imara açılınca, hayvanlarını otlatacak mera, yayla bulamayan besiciler, çiftliklerinin kapısına kilit vurdular. Geçen yıl ESK’ya 570 bin besilik-kasaplık hayvan ithali için sıfır gümrükle izin veren hükümet, özel sektörün ithalatına karşı ise gümrük vergisi indirimine gitmemişti. Bu yıl ise yayınlanan son kararname ile özel sektöre de yüzde 60’tan, yüzde 10’a düşürülen gümrükle ithalat kapısı açıldı. Ancak, özel sektör yüzde 10 gümrükten bile şikâyetçi ve sıfır gümrükle ithalat yapacak olan ESK ile rekabet edemeyeceklerini, fiyatlarının ister istemez ESK’dan en az yüzde 10 daha yüksek olacağını belirterek, kendilerine de “sıfır gümrükle” ithal olanağı tanınmasını istiyorlar. Et ithalatının ülke hayvancılığına en büyük kötülük olduğunu, sadece eti ithal edilen hayvanların, derisi, iç organları, değerlendirilebilecek diğer tüm organlarının ithal edilen ülkede kaldığını dile getiren besiciler, bu politikanın ülke ekonomisine en küçük bir katma değer katkısının olmadığını ifade ediyorlar. Sırf tüketmek içim milyarlarca dolarlık et ithal ederek, başka ülkelerin besicilerini zengin etme politikasından hükümetin hiçbir ders çıkartmadığı alınan bu son 500 bin hayvan ithalatı kararıyla da açık şekilde ortaya çıkıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 37 HÜKÜMETİN İLAN ETTİĞİ “MİLLİ TARIM PROJESİ” İLE YERLİ BESİCİLİK VE TARIMSAL ÜRETİM YOK EDİLME SÜRECİNE GİRDİ! KUR ARTIŞLARINA PARALEL OLARAK ARTAN YEM FİYATLARI YERLİ BESİCİNİN MALİYETLERİNİ YÜKSELTİYOR. SIFIR GÜMRÜKLE İTHAL EDİLEN ET VE CANLI HAYVANLA REKABET GÜCÜ ZORLAŞIYOR! Tarımsal üretimin de gerilemesine paralel olarak arpa, yulaf, mısır üretimindeki düşüş ithalatı zorunlu kılıyor. (2016’nın 3. Çeyrek Büyüme hızı eksi yüzde 1,8 olurken, tarımdaki küçülme eksi 7,7 olarak açıklanmıştı.) Yerli üreticiden esirgenen destekler, teşvikler, kaynaklar, yabancı arpa, mısır, yulaf, saman üreticisinin cebine gidiyor. Son dört-beş ayda hızlanan kur artışlarına paralel olarak hızla yükselen yem fiyatları nedeniyle, yerli besicinin maliyetleri daha da yükseliyor, sıfır gümrükle ithal edilen etle, canlı hayvanla rekabet gücü tümden ortadan kaldırılıyor. 2018 yılından itibaren “sertifikasız tohumun yasaklanması” uygulaması bile tek başına, yerli tohumculuğu, Anadolu’nun dört bir yanında yüzyıllardır biriktirilen yerli tohum kültürünü yok edecek bir adımdır. Sadece TÜİK’in şu verileri bile, 15 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin, ülke hayvancılığını, besiciliğini getirdiği noktayı gözler önüne sermektedir: YIL 2002 2015 YABANCI BÜYÜKBAŞ 1 milyon 859 bin 786 6 milyon 385 bin 343 YERLİ BÜYÜKBAŞ 3 milyon 586 bin 163 1 milyon 874 bin 925 ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 38 Geçen yıl ithaline izin verilen 570 bin yabancı hayvan ve bu yıl sonuna kadar ESK’ya verilen 500 bin ithal izni yanında, özel sektörün ithalatında da yüzde 10’a indirilen gümrükle yapılacak yabancı ırk hayvan ithalatı sonrasında bu tablo daha da vahim bir hal alacaktır. TÜİK, “2016 Hayvancılık Sayıları Verilerini” açıkladığında kötüleşmenin hangi noktaya ulaştığı somut olarak görülecektir. bu Ne yazık ki, Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) başta olmak üzere, Süt ve Et Üreticileri Birliği (SETBİR) ve üreticinin, besicilerin diğer demokratik kitle örgütleri, çatı örgütleri suskun ve iktidarın bu politikalarına karşı seslerini çıkartamaz haldedir. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU | 10 OCAK 2017 39