Ön Söz Yerine: FELSEFE İLE Felsefe özel bir bilgi ve insanlık başarısıdır. Bu yüzden oluşup gelişebilmesi için bilinçli bir dikkat ve çabaya ihtiyaç vardır. Felsefi bilgi ise diğer bilgi türlerinden ayrılır ve bilgi üzerine bilgi olmak gibi bir özgünlüğü vardır. Bu yönüyle felsefe; diğer insanlık başarılarından ayrı kendine özgü bir hususiyet taşır. Zira o, bütün diğer bilgi ve etkinliklerin değerini ve anlamını araştırır. Dolayısıyla öteki bilgi türleri veya bilim dalları yöneldikleri konuyu ne oldukları bakımından araştırırken; felsefe, üst bir bakış ve değerlendirme ile insan açısından (o konunun bilgisinin yanı sıra) değeri ve anlamını da sorgular. Böylece felsefe, en temelde, insanoğlunun anlam arayışına bir cevap girişimi olarak betimlenebilir. Zira insanoğlu sadece nasıl sorusunun cevabını merak etmez. Niçin sorusu da en az nasıl kadar onu ilgilendirir ve meşgul eder. Yeryüzünde ölümlü bir hayata niçin doğuyor olduğumuz, nasıl dünyaya geldiğimizden daha çetin ve çetrefil bir meseledir. Keza yeryüxi zünde savaş ve şiddetin varlığını araştırmak yanında, bunların nasıl ortadan kaldırılabileceğini ve insanca bir düzenin nasıl kurulabileceğini tasarlamak ve tahakkuk ettirmek de “felsefe ile” meselelere bütüncül olarak bakabilmeyi gerektirmektedir. Görülüyor ki “felsefe ile” tema ve sorunlara yaklaşmak; insanoğluna ufuk kazandırmakta ve alternatif bir dünya kurmak hususunda umuda dönüşmektedir. Olması gerekeni paranteze alarak sadece olan ile yetinmek, daha insanî ve erdemli olanı düşünmek ve tasarlamaktan insanı alıkoymaktadır. Oysa felsefe ile bakmak; daima bir umut ve çıkış yolunun var olduğunu göstermekte ve onu bulup kurtulmak için şevk ve cesaret vermektedir. Bu yanıyla felsefeyi ütopik bulanlar, reel-politik karşısında çocuksu bir iyimserlikten öte bir etkisinin olmadığını ve olamayacağını düşünenler vardır veya olabilir. Fakat unutulmaması gereken en temel husus “insan gerçeği”dir. Zira insan, herhangi bir nesne değildir. İnsan, zamanda şimdiye mekânda da buraya hapsolmuş veya hapsedilebilecek bir varlık da değildir. İnsan, zamanı üç boyutlu olarak yani geçmiş, şimdi ve gelecek bağlantısını kurarak bir bütün şeklinde idrak edip yaşayabilen biricik varlıktır. Bu yönüyle insan, şuurlu bir varoluş sergiler. Hafıza ile sürekliliğini tesis eder ve bir kimlik ve kişilik sahibi olur. Ayrıca kendi kendisini seçen ve gerçekleştiren yegâne varlık olarak da bir bilinç geliştirir. Bu varlık bir varoluşa sahiptir. Varoluş; insanın seçimlerinde özgür olması ve sonuçlarını sorumluluk ile üstlenmesi ile gerçekleşir. Böylece insaxii noğlu varlık düzeni içerisinde varoluşunu gerçekleştirme imkânına sahip özel bir varlık olarak ortaya çıkar. Varoluş imkânı özne olmakla tahakkuk ettirilebilir. Özne olmak da, varoluşun sorumluluğunu üstlenebilmek pahasına kazanılabilir. Böylece varoluş bilinci ve gayreti insanoğlunu herhangi bir fert olmaktan çıkararak onu bir şahıs (kişi/özne) haline getirir. “Felsefe ile”, insanı ve onun eliyle ortaya konulmuş olan kültürü anlamaya çalışmak, beraberinde, onu bir değer varlığı olarak görmeyi de getirmektedir. Bugün dünyanın felsefeden beklediği temel katkı; değerlerin fark edilmesi ve insanca bir düzenin kurulabilmesi için bilinç yaratmasıdır. İdeolojiler, önyargılar ve bağnaz zihniyetler yerine felsefe ile konuların/sorunların ve kavramların ele alınması, zihinsel bir farkındalık ve kavrayışa vesile olacaktır. Felsefenin zor ve anlaşılmaz meseleleri konu edindiği yolundaki peşin hükmün artık terk edilmesinin zamanı gelmiştir. O yüzden felsefecilerimiz toplumun ve insanlığın karşısına çıkarak “felsefe ile” çağımızı, olayları, sorunları ve kavramları yeni baştan değerlendirmek durumundadırlar. Bunu söylemek, her şeyin “felsefe ile” yerli yerine oturtulabileceği iddiasından ziyade “felsefe ile” değerlendirme ve anlama gayreti içerisine girebildiğimizde, toplumumuzun ve bütün bir insanlığın daha iyi ve güzele doğru bir arayışa yönelebileceği tespiti ve ümidini dile getirmektir. Kısacası “felsefe ile” düşünmek ve düşünerek, bir değer adına, bir değer kaygısıyla eylemek, insanoğlunu bir kimlik xiii numarası olarak görmek yerine, onu bir kişilik ve özne olarak görmeyi sağlayacaktır. Dolayısıyla “felsefe ile” insana bakmak; onu bir “değer öznesi” ve “ahlak kişisi” olarak görmeyi beraberinde getirecektir. Zira ancak “felsefe ile”, insanın ontik ve otantik varlığı temellendirilerek, varoluşu anlamlandırılabilir. “Felsefe ile” başlığını taşıyan bu mütevazı çalışmayı okuyucusuyla buluşturabilmek için pek çok insanın yardım ve katkılarını gördüğümü ve onlara teşekkür borçlu olduğumu büyük bir memnuniyetle itiraf etmek durumundayım. Başta annem ve babam olmak üzere yetişmemizde emeği geçen ve bize bir şey öğretmeye ve katmaya gayret eden bütün öğretmenlerim ve hocalarıma İlkokul öğretmenim Sayın Yücel Terzi Hanımefendi’nin şahsında teşekkürü zevkli bir vazife addediyorum. Ayrıca daima heyecan ve hevesle bir şeyler almak isteyen, yeri geldiğinde desteklerini esirgemeyen bütün öğrencilerime de Sinan, Rabia ve Uğur’un şahsında teşekkür ediyorum. Her zaman olduğu gibi bu işin de yükünü paylaşarak hafifleten eşim Doç. Dr. Fulya Bayraktar’a, kitabımızın kapağında tablosunu kullanmamıza izin veren değerli sanatçı Prof. E. Yıldız Doyran’a ve özenli çalışmaları ile düşünce hayatımıza hizmet eden Aktif Düşünce Yayınları ailesine de teşekkürlerimi sunarım. 14.09.2014 Ankara xiv