BİR YAŞAM BİÇİMİ OLARAK İSLAM Yazar : M. Tarık KUREYŞİ Bu kitap; aranmakta olan çareyi yani İslam’ın aydınlatıcı ışığını sunmaktadır. Birçok çağdaş bilim adamının çalışmalarının yer aldığı günümüz dünyası için faydalı olacağı umulan bu kitap, 15. asırda hâlâ ilk asırda olduğu kadar dinç, güçlü, çözüm verebilen ve yeniden yorumlanabilen bir yapıda olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu kitapta yer alan her biri ele aldığı konuyu güzel bir şekilde işleyen makaleler, herbiri kendi alanında mütehassıs olan İslam bilginleri tarafından yazıldığından dolayı İslami bilginin kazanılmasında okuyucuyu daha hevesli yapacaktır. Kitapta ele alınan konular; İslam (Genel olarak), Kur’an, Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği, İnsanlık, İslam devleti, Refah devleti, İslam’da siyasi haklar, İslamda kadın, İslamda giyim ve İslamda sanattır. Giriş: (M. Tarık Kureyşi) İslami hareket: Alın yazısı mı yoksa bir geçiş dönemi mi? İslami hareketin iç dinamikleri şu Kur’ani kavramlarla sıralanabilir. Birincisi, Allah (cc) tektir ve O’nun kanunları bütün kainatı idare eder. İkincisi, herkes kendinden mes’uldür ve ahirette sadece kendi amelleri ona fayda sağlayacaktır. Üçüncüsü, beşeriyet birdir; peygamberlik de birdir. Çünkü kaynakları birdir. Dördüncüsü, zulme karşı savaşmak gerekir. Zulüm göz ardı edilemez. Zalimler dost edinilemez. Bunlar müslümanlık bilincini oluşturan kavramların bir kısmıdır. İslam’ın Manası ve getirdiği mesaj: (Mevdudi) İslam, Allah’ın en baştan beri insanoğluna vahyettiği tek dindir. Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (as.) hep aynı dini yaymak için çalışmışlardır. Onlar dinlerin kurucuları değil, kendinden önce gelen peygamberin dinini tekrarlayan peygamberlerdir. Peygamberimiz son peygamber olması sebebiyle en son ilahi mesajı tebliğ etmiştir. Peygamberimizin üstlendiği misyon evrenseldir ve bu Kur’an’da açıkça tasdik edilmiştir. Bu, O’nun son peygamber olmasının mantıki bir sonucudur. O bütün insanlar ve çağlar için yol gösterici olmak zorundaydı. İslam tamamen akla uygun bir dindir. İslam insana her adımında yol gösterecek ahlaki bir düzen sunar. İnsanların manastırlarda aradıkları manevi değerler İslam tarafından hayatın akışı içinde sunulmuştur. Hükümet ve devlet başkanları, yargıçlar, ordu ve polis teşkilatlarının üyeleri, halkın parlamentolardaki temsilcileri, finans, ticaret ve endüstri liderleri, lise ve üniversite hocaları ve öğrenciler hepsi hayatlarını İslam’a göre düzenleyebilmeleri için gerekli rehberliği elde edebilir. İslam’da özel ve konumsal fiiller diye bir ayrım yoktur. Aynı manevi ve ahlaki değerler kişiler için hem evde hem de insanlar arasındayken geçerlidir. Kurallarda İslam’a uyulmalı, âdil olunmalıdır. Kısacası İslam’ın manası budur. Kur’an’ın Derlenmesi: (M. A. Draz) Kur’an, basit bir cildin arasında yaklaşık her biri on beş satırdan oluşan beş yüz sayfanın üzerinde bir kitap olup değişik uzunluktaki surelere ayrılmıştır. Kur’an-ı Kerim, bu halini alıncaya kadar değişik evrelerden geçmiştir. Hz. Peygamber tarafından alınan ve okunan vahiy ifadeleri anında vahiy katiplerince ağaç yaprakları, odun parçaları, parşömen, deri, düz taşlar, kürek kemiği gibi uygun nesneler üzerine basit tarzda yazılıyordu. Bu yazım işinde 29 kişinin yer aldığı söylenir. Bu sahabeler; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Muaviye ve Zeyd bin Sabit gibi sahabelerdi. Gelen ayetler Hz. Peygamber (sav)’in surenin devamına bazan da ortasına ekleniyordu. Hz. Peygamber, bu yerleştirmenin kendisine Cebrail tarafından dikte ettirildiğini ifade ediyordu Sonuçta Efendimiz’in hayatı müddetinde bir kaç yüz sahabe Kur’an’ı bu diziliş tarzına göre ezberlemiş bulunuyordu. Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre her yıl Ramazanda, o zamana kadar gelen ayetleri ezberden Cebrail’e dinletirdi. Efendimiz’in vefatından sonra yapılan Yemame Savaşı’nda Kur’an hafızı yetmiş sahabe şehid olunca, Kur’an’ın toplanmasına dair fikir ortaya atıldı ve buna karar verildi. Vazife Zeyd bin Sabit’e verildi. Hz. Zeyd önce bunu kabul etmedi fakat Hz. Ebubekir’in ısrarı ile kabul etti. Hz. Zeyd Efendimiz’in Kur’an’ı en son ezbere okuması esnasında hazır bulunmuştu. Hz. Osman devrin de 4 kişilik bir komite kurarak bu mushafı çoğalttı ve önemli İslam şehirlerine gönderdi. Çoğaltma anında imlasında analaşmazlığa düştüğünüz kelimeyi Kureyş lehçesinde yazın, ihtarında bulundu. Çünkü Kur’an, Kureyş lehçesinde inmişti. On dört asırdır İslam dünyasında bulunan Kur’an Hz. Osman mushafıdır. İslam’da Dinamizm Kaynakları: (Fazlur Rahman) İslam’ı diğer dinlerden ayıran husus, O’nun İslami bir devlet kurulması ile alakalı merkezi ve doğrudan ilgisinin olmasıdır. İslam’ın cihanşümul bir toplumsal düzen görüşü zorunlu olarak her şeyden önce İslam toplumunun insanlık için meydana getirilmiş, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan ve Allah’a inanan iyi bir toplum alarak kurulmasını icab ettirdi. İslam’ın dünyada toplumsal bir düzen kurmaya ağırlık vermesinin O’nun temel bir özelliği olduğunu; anacak çağdaş bazı yazarlara göre hususi manevilik arz eden kişisel bir doğruluk olduğundan bunun tamamen tesadüfi bir şey olduğunu ve son olarak bu laik tutumu reddedenlerin Peygamberimiz’in Mekke tecrübesini tamamen ruhi, Medine tecrübesini ise sosyo-politik olarak nitelendirirler. Bu her iki terim yani ruhi tarafla toplumsal eyleme yönelik vech birbirini gerektirir ve birbirine bağlıdır. İslam topumu daha Medine’de ilk oluşturulduğu günlerden beri Kur’an’ın ifadesiyle “arta bir ümmet” ve “insanlık için meydana getirilmiş iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan” en iyi toplumdur. Topluma üstünlük kazandıran özellik durmadan gelişti, büyüdü. Doğal olarak bu topluluk dünyanın o gün biline büyük bir kesimini nisbeten kısa bir süre içinde kendi denetimi altına aldı ve yayıldıkça öz dürüstlük duygusu, İslam’ın üçüncü yüzyılına varmadan kendisini kendi içine kapanı, kendine yeterli olduğu görüntüsüyle ve Allah’ı istismar etmekle yer değiştirdi ki bu Kur’an’ın açıkça Yahudi ve Hristiyan topluluklara yönelttiği bir ithamdır. Toplun içine baktığımızda birbirinden alabildiğine değişik ve birbirine bütünüyle karşıt harici ve ehli sünnet grupları oluştu. Fakat kendini islamla özdeşleştiren hiçbir grubun islam dışında tutulması mümkün değildi. Bir çok batılı gözlemci Sünniliği, teolojik sistemiyle birlikte İslami orta yol olarak, Şiiliği ise en büyük mezhep gelişmesi olarak görmüşlerdir. Harici, Mutezili ve Şii siyasi-teolojik tutumlar formüllendirilmeden önce “Sünnilik İslami orta yoldur” diye bir şey yoktu. Ki Sünnilik kendi tutumunu bu hizibci gelişmelerle olan ilişkisi içinde ve çeşitli konularda açık bir tutum takındıktan sonra belirlemeye başlamıştır. Yani bir bakıma Sünnilik bu mezhepçi gelişmelere tepki olarak doğmuştur. Dikkat etmek gerekir ki “ehli sünnet” ‘deki sünnet efendimizin sünnetini değil orta yolu ifade etmektedir çünkü neharici ve mütezili ve ne de Şiilik sünneti ifade etmez. Ebu Hanife söz gelişi mürcie olmakla suçlandığı zaman kendisini yalnız “adalet” ve “sünnet”e uyanlardan olduğunu söyler. Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği: (Cemal A. Bedevi) Bugüne kadar Peygamberimiz hakkında müslüman gayri-müslimler tarafından bir çok eleştiriler yapılmıştır. Fakat bu eleştiriler ön şartlı olmaktan kurtulamamıştır. Eleştiriler basitçe az da olsa üç döneme ayrılabilir: Münakaşalı dönem : Bu yazarlar dini ön yargılarıyla hareket etmişlerdir. Yazılar müslümanlar aleyhine öfke ve kızgınlık duyguları uyandırmak niyetiyle kaleme alındıkları için bu grubun yaklaşımları dürüst bir araştırmacı ruhu yansıtmaz. Kılık değiştirmiş savlar : Bu yazarlar kendilerinden öncekileri aşırıya kaçmakla suçlamışlar, İslam’a ve Hz. Muhammed (sav)’e açıkça saldırmaktan vazgeçmişlerdir. İslam’ı yok etmek için daha etkili silahlar geliştirmeye uğraşmışlardır. Sömürgecilik ve misyonerlik gibi. Kaçınılmaz tutarsızlık : Bu daha müsamahalıdır. Hatta bazı yazarlar İslam’ın güçlü ve uyarlanabilir bir ideoloji Muhammed (sav)’e de olumlu vasıfları olan biri olarak bakmaya başladılar. Fakat ne kadar ılımlı olurlarsa olsunlar Kur’an’ın Muhammed (sav)’in eseri ve İslami öğretilerin beşeri kaynaktan çıktığı iddia etmekten geri durmalıdır. Muhammed (sav)’in hayatı ve ahlakı hakkında adaletli ve mantıklı bir şekilde yapılan her araştırma, peygamberlik ve ilahi vahiy iddiasına hiç bir gizli dürtünün sebep olmadığını, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyacaktır. Her yere ulaşan, ruhi, ahlaki, sosyal, siyasi ve iktisadi bir devrim meydana getiren (böylece tarihin akışını değiştiren) bu kitabın şiddetli sara nöbetlerinin ürünü olmadığını söylemeye gerek yoktur. Ümmi Peygamberin Katipleri: (M. M. Azami) Araplar, islam öncesi dönemde yazı yazmanın önemini biliyorlardı. Bunun mükemmel bir insanın üç temel vasfından biri olduğunu kabul ediyorlardı. Ve Araplar arasında en asil olanlar öğretmenlik mesleğini yaparlardı. İslamın ilk devirlerinde okuma yazma bilenlerin sayısı oldukça azdı fakat Medine de Hz. Peygamberin (sav) politikası sayesinde sadece Hz. Peygamberin (sav) katipliğini yürütenlerin sayısı elli olduğu söylenir. Bu katiplerin çalıştığı yere de divan adı verilirdi. İslamın ilk devirlerinde üç divan türü vardı. 1- Yazışma divanı; Şahadet getiren herkesin ismi buraya kaydedilirdi. 2- <![endif]>Ordu divanı; Savaşa çıkacak olan müminlerin isimleri kaydedilirdi. 3- <![endif]>Haraç divanı; O zamanki devletin gelirini teşkil eden ganimetlerin kaydı tutulurdu. Peygamberimiz bizzat kendisi katiplik müessesesinin, düzenli ordunun, vergi toplama sisteminin ve aynı zamanda yabancı dilleri Arapçaya Arapçayıda yabancı dillere çeviren bir tercüme dairesinin temellerini atıyordu. İslam ve İnsanlık: (Hamuda Abdalati) İslam iyiye tabi olmayı Allah (cc) ‘ın rızasını kazanmayı ve şeriatına bağlanmayı hedefler. Bu tanım müslüman bir bireyin köklü ve derin iç bağımlılığı demek olan İslamın asıl özünü ön plana çıkarmaktadır. İslam seçme özgürlüğüne yer verir mi? Diye sorulabilir. İslamda insan iman ve amel yolunu seçme hürriyetine sahiptir. Bu hürriyet mutlak olmadığı gibi tamamen de yoksanamaz. İslamın tüm ilahi dinlerin özü, esası ve Ademden (as.) Hz. Muhammed’ e (sav) kadar tüm peygamberlerin yüklendikleri misyon olduğundan emin olabiliriz. Bazı din ve felsefeler insanı; doğumdan ölünceye kadar mahkum edilmiş sıradan adi bir yaratık veya ifrata giderek tanrı olarak görmüşlerdir. İslama göre insan; Allah (cc) tarafından sorumlu bir varlık olarak seçilen, belirli mükellefiyetleri yerine getirmekle yükümlü, yaratanına karşı sorumlu, ruhi ve ahlaki değerlerle donatılmış yegane varlıktır. İslam Devleti ve Refah Devleti: Benzerlikler ve Farklılıklar (Munzir Kehf) Son zamanlarda refah devleti üzerine bir eleştiri furyası başladı. Refah devletinde aşırı vergilendirme, müteşebbis sınıfın bu yüzden ülkelerini terk durumunda kalması ve bir asalak sınıfın ortaya çıkması gibi tenkitlerdir. İslam refah devletine talip olduğuna göre nedir? İslami refah toplumu. Refah devletinin vasıfları; 1- <![endif]>Üretimi artırmak, ekonomiyi geliştirmek, verimi yükseltmek. 2- <![endif]>Doğum oranını kontrol altında tutmak. 3- <![endif]>Azınlıkları toplumun bütününe entegre edebilmek. 4- <![endif]>Gelir eşitsizliğini ortadan kaldırıp milli geliri kontrol altında tutmaktır. Ayrıca refah devleti, refah ve mutluluğu faydacı bağlamda tanımlar. İlk İslam devleti Medine’de Peygamber Hz. Muhammed (sav) ve ilk dört halife zamanında teşekkül etti. Bu İslam devletinin temel ilkeleri kur’ an ve sünnette bulunmaktadır. İslam devletinin özü, hükümranlığı tamamen Allah (cc) ‘a aittir. İdn Haldun İslam devletinin fonksiyonunu “Toplumu dünyevi ve uhrevi işlerinde, şeriatın emirlerini yerine getirmeye bağlı kılmaktır” şeklinde açıklamaktadır. İslam devleti için en önemli olay İslamın muhafazası ve Allah’ın (cc) dininin hakimiyetidir. Halbuki refah devletinde esas mesele fakirlere sosyal hizmetler sunmak ve koruyucu sağlık, eğitim, yaşlılar pansiyonu gibi sosyal hizmetler temin ederek “ekonomik eşitliği” mümkün olduğu kadar temine çalışmaktır. Refah devleti, faaliyetlerini yürütürken zorunlu olarak iki şeye uymak mecburiyetindedir. Bunların ilki devletin sosyal idarede eşitliğe, ikinciside seçimli demokrasiye bağlı kalma ilkesidir. Öte yandan İslam devletinde İslami ideolojiden çıkarsanan iki esas zorunluluğu bulunmaktadır. Devletin şeriata riayetkarlığı ve şuraya bağlılığı. Refah devletinde parlamento uygun görürse sorunları çözecek kadar vergi koyabilir fakat İslam devletinde böyle bir olay yoktur. İslam alimleri zekatın dışında vergi koyulması sorusuna olumsuz cevap vermişlerdir. İslamda devlet kendi kaynaklarını kullanarak giderlerini temin etmek zorundadır. Ancak başka gelir kaynağı olmadığı takdirde vergilendirmeye gidebilir. İslamiyette Siyasi Haklar: (El-Tayyib Zeynenl Abidin) İnsanoğlu siyasetin sadece politikacılara bırakılacak kadar ciddi bir iş olduğunu fark ettiğinden beri siyasi haklardan bahsetmektedir. Eğer insanın özgürlüğü parçalanabilir bir şey ise, o zaman siyasi haklardan, özgürlüğü korumanın temel bir parçası olarak söz etmemiz mümkün olur. Siyasi haklar üzerine tartışılması gereken üç konu vardır. 1.Devletin yapısı. 2.Karar alma mekanizmasına katılım. 3.İnanç (iman, itikat) özgürlüğü ve görüşlerin serbestçe açıklanması. İslamiyette en temel (kesin) değer adalettir. Herkes dinleri, renkleri, ırkları ne olursa olsun, isterse bir dost, bir akraba yada bir düşman olsun adaletli bir şekilde davranılma hakkına sahiptir. İslamda yönetici olabilmek için o işi yapabilme gücü ve ahlaki yapısının güçlülüğü aranmaktadır. Seçme işini o toplumun alimleri ve toplumda siyasi güçleri temsil eden ümmetin büyükleri istişarede bulunurlar. Seçilen kişi; eğer ümmet onu kabul ederse halife olabilir. Halife şeriatten ayrılırsa müslüman hukukçular onu görevden alabilirler. Karar alma mekanizmasına katılım demek olan “şura” hakkında kuranda bahsedilir. Allah (cc) Peygamberine direkt emir olarak, müslümanlarla istişare etmesi emredilir. Şura’da görüşülebilecek konular sınırlandırılmamıştır. Vahiyle hükme bağlanmamış her mesele şura’da tartışılabilir. İnanç özgürlüğü; düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesidir. İslam, bir inancı fikri ve idraki bir mesele olarak görür ve gerçek anlamda hiçbir gücün inancı değiştirmeye yönelik zoraki bir katılımına izin vermez. Burada bahsi geçen prensipler aslında siyasi haklar değil siyasi yükümlülüklerdir. Bunlar Allah’tan (cc) başka bir kimse tarafından verilemez veya alınamaz. Bu haklar efendimiz döneminde İslam devletinin ortaya çıkışı ile açığa çıkmış ve uygulanmıştı. İslami Sosyal Düzen: Boyutları ve Özellikleri: (Hammuda Abdalati) İslam sosyal sisteminin ideolojik temeli tevhid inancı yani Allah’ın (cc) birliği inancıdır. İslam sosyal düzeninde ırk ayrımı yapmadan herkesi bir ümmet olarak kabul eder. Belli bir soyun veya ırkın diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır. Kim Allah’a (cc) daha yakınsa o daha üstündür. İslam toplumunda tek hakim Allah’tır (cc). Onun koymuş olduğu kurallar uygulanır ve ideolojik olarak hedefler kur’an’da belirlenmiştir. İnsanın en büyük ve tek gayesi Allah’ın (cc) ismini bütün dünyaya yaymak ve tebliğdir. İslamın ekonomik sistemi ne kapitalist ve nede komünisttir. Esas olarak insaf ve merhameti alır. Herkes çalıştığının karşılığını alır. Haksız kazanç yolları faiz, tefecilik haram sayılıp yasaklanmıştır. Toplumun refahı için kullanılacak doğal kaynaklar toplumun öz malıdır. Ve toplum bunlardan yoksun bırakılamaz. Fakat tamamen asalak çalışmadan kazanan sınıfın doğması islamda engellenmiştir. İslami sosyal sistem hukuki olarak kur’an ve sünnete dayanır. Kaynağı ilahidir. Kişisel hak ve hürriyetler garanti edilmiş, üstünlük ve onur teşvik edilmiş, ahlaksızlık ve her türlü suistimale karşı savaş ilan edilmiştir. Temel esaslar üzerinde basiretli ve hür yargıyı esas alan islam kargaşa ve mesnetsiz yargılamayı yasaklamıştır. Bu sistem itidal ve elastikiyet temellerine, hak ve görevlerin adilane dağılımını ve mevcut alternatif ve imkanların becerikli ve akıllıca kullanımı esasına dayanır. Tüm bunlar islami sosyal sistemin Allah’ın (cc) rızası ve hoşnutluğuna dayanan, Kur’an ve sünnet öğretilerinin harmonik bir unsuru olmasındandır. Cinsiyet Unsuruna İslami Bir Bakış: (M. Ebu Saud) Canlılar hayatlarını idame ettirmek için üremeleri gerekmektedir. Üreme olabilmesi için erkek ve dişiden gelen iki hücrenin birleşip yeni bir canlıyı oluşturması gerekmektedir. Öyleyse çiftleşme veya evlilik basit anlamda bir varlık yasasıdır. İnsanlarda üreme erkekten gelen (y) ve dişiden gelen (x) kromozomlarının birleşmesiyle olmaktadır. Bu kromozomlardan ağır basana göre insanlar erkek veya dişi olmaktadır. Kız çocuklar doğduklarında annelik iç güdüsüyle, erkek çocuklar ise babalık içgüdüsüyle doğmaktadır. O yüzden kız çocuklar küçükken bebeklere daha çok ilgi ve alaka gösterirler ve kızlarda şefkat ve merhamet erkeklere nispeten daha çoktur. Bayanlar genellikle nazik, narin, çocuk sevgisiyle dolu ve duygusal yapılı, baylar ise haşin, güçlü, cesur ve sağlam görünüşlüdürler. Bu da toplumda kadınlar ve erkekler arasında belli bir ayrımın oluşmasına sebebiyet verir. Bu, anaokulundan üniversiteye kadar ve hayatın her kolunda bayanları daha çok, fazla güç gerektirmeyen işlere erkekleri ise güç gerektiren işlere yönlendirmiştir. Evlilik hayatın devam ettirilmesi için gerekli bir faktördür. Bir müslüman evliliği her şeyden önce Allah (cc) emrettiği için yapar, ayrıca duygusal ve cinsel tatmin, gerilimi azaltma, meşru nesil üretimi ve toplumsal nüfuz gibi faydaları bulunmaktadır. Kadın islamla ailede gerçek yerini bulmuş ve kavramıştır. Eski Hrıstiyan medeniyetinde kadın, satılan bir meta, Musevi medeniyetinde ise, ruhsuz bir insan olarak kabul edilmiştir. Yüzyılımızda ise kadına özgürlüklerde ifrata kaçılmış ve sonuçla ancak “medeni fuhuş ve zina” kepazeliğinin girdabında buldular kendilerini. İslamın Kadına Bakışı: (C. M. Zarabozo) Kadın asırlar boyunca sömürülmüş ve kötü muameleye tabi tutulmuştur. Bunun sebeplerinden biri kadın ve erkek arasındaki fizyolojik fark, ikincisi maddi değerlerin ön plana çıktığı sistemlerde kadına saygının olmaması. İslamda kadına gerçek değeri verilmiştir. Allah (cc) Kuranda evlilik veya karı koca arasındaki ilişkiden bahsederken, onu sevgi, şefkat ve karşılıklı münasebeti olan iki insan arasındaki ahenk olarak tanımlar. Bu böyleyken bazı müslümanlar islam adına kadınlara kötü davranırlar. Bunun sebebi kur’an ayetlerinin ve bazı hadislerin yanlış aksettirilmesindendir. Efendimiz veda hutbesinde “Kadının ancak ahlaksız hareketlerinden dolayı çok açık bir şekilde suçlu bulunduğu ve başka çare kalmadığında dövülmesini” vasiyet etmiştir ve “acı vermeyecek “ şekilde uygulanmasını emretmiştir. Erkek sadece hanımının geçimini sağlamakla sorumlu değil aynı zamanda yemek pişirmek, temizlik gibi evin bütün ahvalinden sorumludur. Bunları hanımına yükleyemez., hanımı yapmıyorsa yapmadığı için azarlanamaz. Dikkate alınması gereken bir başka hususta eğitimdir. Peygamberimiz, erkek olsun kadın olsun bütün müslümanlara eğitimin bir ödev olduğunu söylemiştir. Ve bu eğitimin sağlanması kocanın bir görevidir. İslam’da Giyimin Ölçüsü: (C. A. Bedevi) İslam’da müslüman kadın ve erkeğin uyması gereken belli ölçüler vardır ve bunlar kur’an ve sünnet ile sabittir. Buna göre müslüman kadın örtünmede şu hususlara dikkat eder. 1.Örtünün kapsamı: kadınlarda el ve yüz hariç vücudunun bütün yerlerinin örtülmesi gerekir. 2.Bolluk: Vücut hatları belli olmayacak şekilde bol olması gerekir. 3.Kalınlık: Derinin rengini ve vücudun hatlarını göstermemesi gerekir. 4.Bütün görünüş: Giysi öyle olmalıdır ki yabancıyı tahrik etmesin. 5.Diğer ölçüler: Erkeklerin giysileri gibi olmamalıdır, Kafirlerin giydiği tip elbiseleri giymemelidir, şöhret, gurur ve kibre sokmamalıdır. Müslüman erkeğin giyimindeki ölçüler; 1.Avret yerini tamamen kapamalıdır. 2.Elbise üzerinde cezbedecek şekilde bir düzenleme olmamalıdır. 3.sade olmalıdır. İslam Sanatı: Doktrini ve Oluşumu (M. Abdul’wahhab) İslam sanatı hicretle birlikte ortaya çıkmıştır. İslam sanatı haricindeki sanatların karakteristiği olan dans, rol yapma, şarkıcılık, ressamlık, heykelcilik vb.. şehvetle ilgili anlam taşımaz. Sanat burada mimari olarak düşünülür. Bazı oryantalistler İslam sanatının bazı dış sanat akımlarından etkilendiğini söylerler fakat bunu hata olduğunun delili yapılan ilk mescid olan Kuba mescididir. Bu mescidde oluşturulan mihrab, minber ve kürsü bizzat efendimizin talimatıyla vahyi olarak yerleştirilmiştir. Oryantalistlerin görüşüne göre İslam sanatı motive etmez bilakis sanata engel olur. Bu hatalı bir görüştür. Bütün sanat dallarının esin kaynağı ilham iledir. Fakat İslam sanatını kaynağı dinidir. İnsan; Allah (cc) sanatındaki mükemmelliği gösteren bir sanat eseridir. Müslüman sanatçılar Allah’ın (cc) yaratıcılığını taklit etmekten kaçındıkları için heykelcilikle uğraşmadılar. Bir süsleme sanatı olarak “hat sanatı” da kur2an tarafından müslümanlar arasında motive edildi. İslam mimarisinden sonra bu sanat kusursuz sanattır.