T.C. SÜLEYMAN DEMiREL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESi ..., IV. KUTLU DOGUM SEMPOZYUMU (TEBLİGLER) 19-20 NİSAN 2001 ISPARTA S.D.Ü. İLAHİYAT FAKÜLTESi YAYlNLARI NO: 10 BİLİMSEL TOPLANTlLAR YAYlN NO : 4 TERTİP HEYETi i ·; Başkan : Prof. Dr. İsmail YAKIT (Dekan) Sekreter : Yrd. Doç. Dr. Kemal SÖZEN Üyeler : Prof. Dr. Mustafa ÇETİN Prof. Dr. M. Orhan ÜNER Doç. Dr. M. Saffet SARIKAYA ISBN 975-7929-46-8 DİZGi Ayşe SERİM KAPAK S.D.Ü. Basın ve Halkla İlişkiler BASKI Ali ÇOLAK Yayınlanan Tebliğierin Sorumluluğu Yazariarına Yayınlanan tebliğler Aittir. kaynak gösterilmek şartıyla iktihas ve atıf şeklinde kullanılabilir ©SDÜ ilahiyat Fakültesi Isparta-2002 İSTEME ADRESi S.D.Ü. ilahiyat Fakültesi Merkez KampüsüISPARTA Tel : (0.246) 237 10 61 Fax: (0.246) 237 10 58 1I HZ. PEYGAMBER TASAVVURUMUZUN DÖNÜŞÜMÜ: P ARADİGMA'DAN PARAGON' A, PARAGüN'DAN KOZMİK İLKE'YE Prof. Dr. Mehmet Hayri KIRBAŞOGLU* Tarihinin en ciddi krizlerinden birini yaşamakta olan İslam Dünyası, köklü bir zihniyet değişikliği geçirmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet her geçen gün kendisini giderek daha fazla hissettirmeye başlamıştır. Acilen gerçekleştirilmesi gereken bu zihniyet değişikliğine hangi noktalarda ihtiyaç duyulduğunun tespiti için, öncelikle, bugüne kadar vukfı bulan gelişmeleri gözden geçirmek ve aksaklıkların, tıkanıkların nerelerde ortaya çıktığını belirlemek yerinde olur. Bu tür bir zihniyet analizini, İslam düşüncesinin hemen her alanında gerçekleştirmek gerekli ise de, Sünnet-Hadis-SiyerŞemail alanının öncelikli alanların başında geldiği rahatlıkla ifade edilebilir. Bu alanda daha da dar çerçevede bir konu seçmek gerekirse, Müslümanların Peygamber tasavvurlarından daha uygun bir örnek olamaz. Zira sadece Müslümanların on dört asır boyunca oluşturdukları çeşitli Peygamber tasavvurlarımn analizi bile, şu an İslam dünyasının yaşadığı düşünce krizine yol açan tıkanmalarm teşhisi için bize pek çok ipucu sunacaktır. Kur'an'ın Allah, ahiret, din, vahiy, kitap v.b. temel kavni.ınlarıyla mukayese edildiğinde, Peygamberlik yönü hiiriç Hz. Muhammed'in (s.a.v) kimliği ön plana çıkmış görünmemektedir. Kur'an'ın bize sunduğu Peygamber tasavvurunu kısaca "Paradigına" kavramıyla özetlemek mümkündür. Yeryüzünde yaşamış bir insanın, bir Allah elçisi olarak inananlara örnek model teşkil ettiğini ifade etmekten öte bir anlamı olmayan bu anlayış, zaman içerisinde ''Paragon" yani en mükemmel örnek, diğer bir ifadeyle "İnsan-ı kamil (Süperınan)" düzeyine doğru bir gelişme kaydetmiştir. Fakat bu gelişme bu noktada durınamış ve daha da ilerleyerek nihayetinde, bütün kozmos'un varlık sebebi ve mayası olan kozmik bir güce (Nfir-ı Muhammed!- Muharnmediye) dönüşmüştür. Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. Bu dönüşümü sağlayan mekanizmaların tahlilinin, bugünkü zihniyet problemlerinin teşhisinde önemli ipuçları sağlayacağından emin olabiliriz. Zira bu dönüşüm sürecinde insani olanın insanüstü; tarihi olanın tarih üstü, hata edebilir olanın hata etmez, bölgesel olanın evrensel, değişebilir olanın değişmez statüsüne yükseltildiğini; tarihte yaşamış gerçek bir insanpeygamber anlayışından mitolojik bir Peygamber anlayışına geçişe zemin hazırlandığını görüyoruz. 1 Bu geçiş sıradan bir değişim olmayıp, derin epistemolojik ve metodolajik kökleri de olan bir sürece işaret etmektedir. Şimdi bu süreci izlemek için başa, yani Kur'an'a dönelim. Kur' a.n'ı baştan sona okuyan bir kimse, Hz. Peygamberin, normal insan özellikleri ve davranışları sergileyen bir şahsiyet olduğu yönündeki vurgusunu da hemen fark eder. Gerçekten de Kur' an titiz bir şekilde incelendiğinde O'nun (s.a.v) insanüstü herhangi bir özellik taşırlığına dair en küçük bir imada bile bulunmadığı açıkça görülür. Bazılarına göre, onun diğer insanlardan ayrıcalıklı olduğunu ima eder görünen ayetler incelendiğinde de, aslında bu ayrıcalığın vahiy alan bir elçi olmaktan öteye geçmediği görülecektir. 2 Nitekimi Kur'an bir yandan Hz. Peygamber'in normal bir insan olduğunu ısrarla yurgularken, öte yandan müşriklerin ondan istedikleri mucize gösterme taleplerini de kesin bir dille reddetmektedir. 3 Daha açık bir ifadeyle, Kur'an-ı Kerim de Hz. Peygamber'in insanüstü olduğuna veya önceki peygamberler gibi mucizeler gösterdiğine dair, doğrudan veya dalaylı hiçbir bilgi yoktur. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki, sadece ontolojik açıdan değil, kalitesi açısından bile Hz. Peygamber insanüstü ve erişilmez bir kişilik olarak sunulmamaktadır. Gerçi hepimiz onun "en yüce bir ahlil.k üzere olduğu" ve onun insanlar için "en güzel örnek teşkil ettiği" hususunda aynı inancı payiaşıyorsak da, bu söylemin dayandığı ayetler yakından incelendiğinde onun en yüce değil "yüce" bir ahlak üzere; yine en güzel örnek değil "güzel" bir örnek olduğundan bahsedildiği görülmektedir. Müslüman zihninin yaptığı bu müdahale ile, artık Kur'an'ın tamamen beşer kapasitesi içerisinde sunduğu ve bu şekliyle Müslümanlar için bir örnekmodel (Paradigma) olma dışında hiçbir insanüstü nitelik atfetmediği Hz. Peygamber, artık bir paradigma olmaktan çıkarılarak Paragon yani "en mükemmel ve kusursuz insan" olarak algılanmaya başlamıştır. Bunun davranışlarının Bu süreç Hz. Peygamberle de sınırlı kalmamış; sahabe, ulemii, özellikle dericiil-i gayb'ı içerecek şekilde genişletilmiştir. meşiiyıh, evliya ve 2 Bkz; 2, el-Bakara, 159; 3, Ali İmriin, 164; 16, en-Nahl, 43; 17, el-İsrii, 93; 18, el-Kehf, 1 10; 21, el-Enbiya, 7, 107; 25, el-Furkiin, 7; 33, el-Ahziib, 21, 40; 41, Fussılet, 6. 3 Bkz; 17, el-İsrii, 59. 130 sonucunda, onunla ilgili eserlerde, fizik olarak Hz. Peygamberin en güzel, en güçlü, en bilgili, kısaca kusursuz ve benzersiz olduğu teması işlenıneye başlamış; öte yandan da giderek hızlanan bir başka süreçte, fevkaHide mucizevi olaylar da ona nispet edilmeye başlanmıştır. Bu sürecin ne kadar hızlı işlediğinin en açık delili ise, ilk kaynaklarda neredeyse bir elin parmakları sayısını geçmeyen mucize rivayetlerinin, bugün gelinen noktada 3500 civarında bir sayıya ulaşmış olmasıdır. Ama Müslümanların muhayyilesi burada da durmamıştır. Çünkü mucizeler aslında peygamberlerin inanmayanlara karşı davalarını ispat sadedinde Allah'ın inayetiyle gösterdiği harikulade olaylar iken; iş bununla sınırlı kalmamış ve bizzat Hz. Peygamberin fiziki varlığının mucizevi bir niteliğe büründürülmesine kadar varinıştıi. Bu yapılırken de, geçmiş peygamberlere ait mucizevi özelliklerin birer benzerinin Hz. Peygambere de izafe edilmesi gibi bir yol izlenmiş görünmektedir. Nitekim Hz. Peygamber'in de- Hz. İsa gibi- beşikte konuştuğu, gibi karanlıkta da görebildiği, keza arkasında iğne deliği gibi iki delik olup, elbisenin altından bile arkasını görebildiği, Hz. Aişe'nin sabah karanlığında kaybolan iğnesini Hz. Peygamberin yüzünün ışığında arayıp bulduğu, Hz. Peygambere, Adem'den buyana yaşamış olan bütün insanların toplam aklından fazlasının verildiği, vücudunun gölgesinin olmadığı, ona otuz kırk erkeğin cinsel gücünün verildiği, ğaitasının yok olup kaybolduğu, yani yerin onu yuttuğu ve oradan mis gibi kokular geldiği, eti yenen bir koyunun kemiklerinden onu tekrar dirilttiği, yine -Hz. İsa gibiölüleri dirilttiği, dilsiz olanı konuşturduğu, görmeyenin gözlerini açtığı, parmaklarından su fışkırdığı, hayvanların dile gelip onunla konuştuğu, ağaçların ona selam verdiği v.s. 4 ileri sürülmüştür. Artık Hz. Peygamber Kur'an'ın tasvir ettiği normal bir insan olmaktan tamamen çıkarılmış ve insanüstü bir varlık haline dönüştürülmüştür. Bu amaçla onun vücuduna dair her şeyin (kan, idrar, saç-sakal, tükürük, balgam v.s.) de kutsallaştırılmasıyla5 , bu dönüşümün eksik yönleri de tamamlanmıştır. tıpkı aydınlıkta olduğu Ne varki insan muhayyilesi sınır tanımamaktadır. Bu insanüstükutsal Peygamber de Müslümanları tatmin etmemiş ve bu dünyanın fiziki sınırları dışına çıkararak Hz. Peygamberi kozmosun yaratılışının fızlkl sınırları dışına çıkararak Hz. Peygamber' i kozmosun yaratılışının amacı ve ilk maddesi haline getirebilmek için kolları sıvamışlardır. Bu işte en başarılı 4 Geniş 5 Geniş bilgi için bkz; Hacı Musa Bağcı, Hz. Peygamberin Beşeri Yönü (A.Ü.İ.F. bilgi için bkz; es.Suyüt'l, Yayımlanrnamış el-Hasaisıı'l-Kııbra (Lübnan, Tsz). 1.53-71; II.67-91. doktora tezi, Ank.,1999), s.215-261. 131 (!) ve en önde gidenler ise kuşkusuz Tasavvuf ehli olmuştur. Onlar kendilerine mahsus bir ~ilem tasawuru geliştirmişler ve bu tasawurda Hz. Peygamber'e, kozmosun yaratılışının çekirdeği olan kozmik bir güç olarak merkezi bir yer vermişlerdir. Buna göre Allah kendi nurundan latif ve azim bir cevher var edip, ondan bütün kainatı bir tertip içinde yavaş yavaş yaratmıştır. Buna ilk cevher, kulli akıl veya Nur-ı Muhammed!- Hakikat-ı Muhammediye adı verilmiştir ki, bütün cisimlerin ve ruhların başlangıcını ve kaynağını oluşturmuştur. 6 Allah'ın kendi nurundan yarattığı bu nur O'nun (c.c) huzurunda yüz bin sene kalmış, bu süre içerisinde Allah (c.c) gecegündüz (?) yetmiş bin defa bu nuru düşünmüş ve daha sonra bu nurdan bütün varlıkları yaratmıştır. 7 Bu yaratılışın tafsilatı ise şöyledir: ·.: "Allah kendi nurundan bir parça aldı. Daha gökler, yer, arş, kfirsi, cennet ve cehennem yaratılmadan 324 bin sene önce o nurdan Muhammed'in (s.a) ruhunu yarattı. ( ....) Sonra bir ağaç yarattı. Ona "yakin ağacı" ismini verdi. Ağacın dört dalı vardı. Muhammed'in (s.a) ruhunu bu ağacın üzerine koydu. Ruh ağacın üzerinde kırk bin sene Allah'ı tesbih etti. Sonra bu ruhun karşısında bir ayna yarattı. Muhammed'in ruhu aynaya baktı, suretini en güzel bir şekilde gördü ve beş defa secde etti. İşte bu secdeler Ümmet-i Muhammed'e farz kılınan seedelerin esasını oluşturmaktadır. Sonra Hak nurdan zincirlerle arasında asılı olan nurani bir kandil yarattı ve Muhammed'in ruhuna, kandil içine yerleşmesini emretti. Ruh Allah'ı en güzel isimleriyle tesbih etmeye başladı. Her bir isim için bin yıl tesbilite bulundu. Ralıman ismine ulaşınca Allah rahmetle O'na baktı. Bunun üzerine rUh-ı Muhammed! Allah'tan haya sebebiyle terledi. Her ter damlasından, birinin ruhu yaratıldı. Sonra ruh tesbilı-i ilahi ile meşguliyete devam etti. Kahhar ismine ulaşınca, başınet-i ilahiyeden dolayı mürnin ve kafirlerin sayılarınca ter döktü. Bu terler onların ruhları oldu. Allah'ın istediği kadar ruhlar bu makamda kaldılar. Sonra Hak Taala onları ruhlar aleminden cisimler alemine göndermeye başladı. Her bir ruha hikrneti gereğince bir beden yarattı. Ademi, cesedini de insanların bedensel gelişme ve üremelerine bir anahtar olarak yarattı. Bunun için Adem cismani belirişlerin başlangıcıdır. Bu sebeple ki Peygamberimiz (s.a) alem ağacının tohumudur; arş, kfırsi, levh ve kalemden önce gelir. ( ..... )Hz. Peygamber (s.a) kılinatın aslı, özüdür. 8 6 Yrd.Doç.Dr. Alırnet Yıldırım, Tasavvujiın Temel Öğretilerinin Hadisteki Dayanakları (Ank., 2000), s. 96, I 14. 7 A.g.e.,s.l 14. 8 A.g.e., s.117 132 Bu anlayışın Kur'an'ın kozmogonisi ile uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur. Bilakis bunun Gnostik - Manih(k)eist kültürle, Yunan Felsefesi (Sudür nazariyesi, Faal Akıl, Akl-ı Küll'i) veya Hristiyan kültürle etkileşim sonucu ortaya çıktığına dair ciddi iddialar vardır. 9 Gnostik-Maniheist fıkirlerin sufiliğe girişinin (Ill./IX.yüzyılın sonlarında) ilk örneklerinden biri, Hz. Muhammed'in "Asl'i nur" olduğunu ihtiva eden nazariyedir. "Ontolojik hakikatİn Allah'tan sonra gelen unsuru" demek olan bu nur, İbn. Arabi'nin (VII./Xlll.yüzyılda) fikirleri sayesinde sufıliğin ana doktrini haline gelmiştir. 10 Daha sonraları ise, tasavvufun geniş halk kitleleri nezdinde yaygınlaşması ve bu süreçte yazılan popüler tasavvufi eserler, özellikle de tasavvuf edebiyatma ait edebi ürünler yoluyla bu anlayış iyice yerleşik bir hal almıştır. Kökleşen bu anlayışın bugün de. hala güçlü bir biçimde etkisini sürdürdüğünUn en önemli delili ise, "Sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım" sözünün bir hadis (?) olarak neredeyse hepimizin zihnine kazınmış olmasıdır. Peki yeryüzünde doğmuş, yaşamış ve ölmüş bir insan olan Hz. Peygamber, evrenin varoluş esasını oluşturduğu ileri sürülen Kozmik bir güce, niçin ve nasıl dönüş(türül)müştür? Peygamber anlayışındaki bu köklü değişimin altında yatan zihniyetin yapısı nedir? Şimdi bu soruların cevaplarını arayalım. Peygamberler, büyük düşünürler, sanat ve siyaset adamları gibi, tarihte iz bırakmış şahsiyetlerin vefatlarından sonra, kendileri ve bıraktıkları miras konusunda birtakım aşırılıkların ve sapmaların ortaya çıktığı, toplumsal muhayyilenin bu gibi şahsiyetler etrafında birtakım menkıbe ve efsaneler ürettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber'in durumu da, vefatından sonra farklı olmamıştır. Diğer din ve kültürlerdeki şahsiyetlerin başlarına gelen Hz. Peygamber'in de başına gelmiş ve tarih içerisinde önce insan-ı kamil (Paragon), sonra insanüstü mucizevi güç ve özelliklere sahip bir peygamber ve nihayet evrenin ilk ve temel unsuru olan kozmik bir ilke'ye dönüştürülmüş; yani yeryüzünde yaşamış bir insan, önce göklere ve nihayet evrenin de üzerine çıkarılmıştır. Ancak mesele tarihi-sosyolojik bir gelişmenin İslam düşüncesinde tekrar gerçekleşmesinden ibaret değildir. Bilakis .ortada daha derinde, epistemolojik ve metodolajik anzalar olduğu aşikardır. Müslümanların bu konuda yaptıkları ilk ve en önemli hata, sadece peygamber tasavvuruyla ilgili olarak değil, hemen her konuda görüldüğü 9 kg.e, s.ll9-120 lO A.g.s., s.ll9. 133 Kur'an'dan epistemolojik bir kopma yaşamış olmalarıdır. İslam'ın temel ve kurucu metni olan Kur'an'a baktığımızda, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber' in insanüstü hiçbir özellik taşımadığı ve sadece vahyin taşıyıcısı ve uygulayıcısı olarak bir model (Paradigma) olduğu açıkça görüldüğü halde; ilgi çekicidir ki, Müslümanların daha sonra benimseyecekleri peygamber tasavvuruna benzer bir şekilde, insanüstü ve mucizevi bir peygamber, hatta melek-peygamber telallisini savunanlar müşrikler idi. Bir anlamda müşriklerin mitolojik-insanüstü peygamber anlayışına karşı Kur'an son derece gerçekçi, makul ve bugünün diliyle "Modem" diye nitelendirilebilecek bir insan-peygamber anlayışını ısrarla vurgulamıştır. Ama maalesef Müslümanlar Kur'an'ın bu modern paradigmatik peygamber tasavvurunu her çağda yeniden yorumlayıp, daha da geliştirecekleri yerde, Kur'an ile olan epistemolojik kopuştan dolayı, tekrar şirk döneminin mitolojik peygamber anlayışına dönüş yapmış, bir gerileme yaşamıştır. Özetle Kur'an Ortaçağ zihniyet kalıplarını kırarak, egemen olan mitolojik zihniyeti aşma yolunda Müslümanlara modern bir bakış açısı sunmuş; ancak Müslümanlar bununkıymetini bilememişlerdir. üzere, daha ilk :ı ·.: asırlarda Bu epistemolojik kopuşun gerçekleşmesinde en büyük rolü ise, hadis rivayetlerinin oynadığı söylenebilir. Zl'ra önceki din mensupianna nazaran Müslümanlar ellerinde standart bir Kur'an metni olduğu için, Kur'anl öğretinin ciddi bir sapmaya maruz kalması söz konusu değildi. Gerçekten de Kur' an metni ne kadar zorlanırsa zorlansın, ondan, insan üstü, mucizevi, hele kozmik bir peygamber tasavvuruna ulaşmak mümkün değildir. O halde bu sapmanın sorumlusu, beşeri müdahalelere kapalı olan Kur'an metni olamaz, olsa olsa beşeri müdahalelere tamamen açık olan bir başka epistemolojik alana, yani hadis rivayetlerine ait olabilir. Zira tarih boyunca sayıları giderek artan ve 3500'ü bulan mucize rivayetleri; Hz. Peygamberin insanüstü oluşu ve nihayet kozmik ilke haline gelişi; bütün bunlar, içeriği Kur'an dışı kaynaklardan gelen bilgi ve tesirlerle doldurulmuş olan rivayetlerle desteklenmiş, bazen de onlardan beslenmiştir. Daha geç dönemlerde ise iş çığinndan çıkmış ve popüler dini eserlerde " .... rivayet edilir ki .... " denilerek, kaynağı meçhul rivayetlerle, eksiklikler ve boşluklar doldurulmuş, son rötuşlar yapılmıştır. Bu rivayetlerin bugüne kadar ciddi bir tetkikinin yapılamamış olması 11 , büyük bir eksikliktir; Ayrıca bu rivayetlerin epistemolojik değerinin sorgulanmamış olması da, bir başka eksiklik olarak ortada durmaktadır. ll Bu konuda Ahmed Yıldırım'ın daha önce adı geçen eseri ile, yine geçen doktora tezinin istisna olduğunu burada belirtelim. adı 134 Hacı Musa Bağcı'nın tür rivayetlerin toplumsal muhayyilenin urunu olduğu Ancak bu tespite ilaveten, bu toplumsal muhayyilenin nasıl, niçin ve hangi mekanizmalar dahilinde işlediğine de bakmak gerekir. Bu muhakkaktır. Ortaçağ kültürünün sözlü kültür olduğu ve sözlü kültür aktanınında ve nesnelerin gelecek kuşaklara abartılı bir biçimde tasvir edilerek iletildİğİ hatırianacak olursa12 Müslümanların tarih boyunca Hz. Peygamber ve aynı şekilde sahabe, mezhep imamları, veliler v.b. hakkında birtakım olağanüstü olaylar, menkıbeler ve efsaneler icad etmiş olmaları, Kur'an'ın ruhuna pek uymasa da - çağın ruhuna ve mantalitesine uygun ve beklenebilecek bir gelişmedir. Gerek Hz. Peygamber, gerek önceki peygamberler ve gerekse diğer şahsiyetler hakkında Hadis Literatürü başta olmak üzere, Siyer, Şemail, İslam Tarihi, ·refsir ve Vaaz türü eserlerde · görülen ve bugün için mitolojik anlatımlar olduğu aşikar olan pek çok rivayete rastlanması, bu eserleri yazanların bu tür rivayetleri kabullenebilecek bir zihniyet ve mantaHteye sahip olduklarını göstermektedir. olayların Hz. Peygamber tasavvurundaki bu fevkalade dönüşümün diğer bir sebebi ise, geçmiş peygamberlere ve dmi şahsiyetlere izafe edilmiş olan olağanüstü niteliklerin ve mucizevi olayların aynısının veya benzerinin Hz. Peygambere de izafe edilmesi suretiyle, onu diğer peygamberler ve müntesipleri karşısında yüceitme amacından kaynaklanan yaklaşımdır. Toplurnda mevcut dinler arası rekabetin, peygamberler arası rekabete, bunun da peygamberlerin üstünlük yarışına sokulmasına yol açmış olma ihtimali de hayli yüksektir. 13 Bir yandan bu gibi gelişmeler yaşanırken, öte yandan yine İslam'ın diğer din ve kültürlerle karşılaşmasından sonra, İslam entellektüellerinin, bilhassa Nübüvvet müessesesini inkar edenler başta olmak üzere çeşitli dini gruplara karşı Hz. Peygamberin peygamberliğini ispat yolunda yoğun bir mücadeleye giriştikleri bilinmektedir. Bilhassa Mu'tezile'nin bu konuda öncü bir rol oynadığı ve bu amaçla pek çok eser yazdıkları da bilinmektedir. Sünni kelamında da önemli bir yer tutan "İsbatu'n-Nubuvve (Peygamberliğin İspatı)" konusu tartışıhrken, peygamberlerin ismeti konusu da ele alınmıştır. Aslında sadece peygamber(ler)'in Allah'tan aldıkları vahyi hiçbir değişiklik yapmadan aynen nakletmeleri şeklinde anlaşılması gereken "İsmet" kavramının anlam alanı genişletilmiş ve peygaınber(ler)'in asHi 12 Bu konuda geniş bilgi için Walter Ong'un Sözlü Kiiltiir- Yazılı Kültür (İstanbul 1999) eserine bakılabilir. adlı 13 Bu ihtimalin gerçekleştiği en son örneklerden birisi kuşkusuz Süleyman Çelebi'nin "Mevlid"idir. Burada bu eserin yazılış sebebi de hatırlanmalıdır. 135 hiçbir hata ve günah işlemeyecekleri şeklinde bir anlam verilerek14 kusursuz insan (İnsan-ı kamil) anlayışına da zemin hazırlanmıştır. Bütün bunlar ise, Hz. Peygamberin normal bir insan olarak bazı hatalar yapabileceğine dair örneklerle dolu olan Kur'an'ın peygamber öğretisinin göz ardı edilmesi pahasına yapılmıştır. ·.: Mitolojik ve kozmik bir peygamber imajının oluşumunda, halk vaizlerinin (kussas) de önemli bir rol oynadıklarını göz ardı etmemek gerekir. Geçimini bu işten sağlayan, dolayısıyla halktan gelecek maddi yardırnlara bel bağlayan bu sınıf, cemaatin sayısını çoğaltmak ve ilgiyi üzerine çekmek için, pek çok konuda olduğu gibi Hz. Peygamber konusunda da duyulmamış, görülmemiş, olağanüstü ve mucizevi hikayeler uydurarak popülaritelerini arttırma Cihetine gitmişlerdir. Onların kişisel çıkar elde etmek amacıyla uydurdukları bu tür hikayeler, maalesef seçmeci ve eleştirel zihniyetten uzak, nakil ve rivayet düşkünü bazı ilim adamları(!) tarafından yazdıkları eseriere de doldurulmuştur. Aslında bu tür hikayelerin çoğu, kaynağı meçhul ve anonim halk rivayetleri olduğu halde, ilerleyen asırlarda ilmi zihniyetin zaafa uğramasıyla, ulema bile hiçbir inceleme ve araştırma yapma gereği duymadan bunları \(abullenmişlerdir: 15 yaşanan ' zihniyet dejenerasyonunun bir başka yönü de ortaya çıkmaktadır ki, o da, sırf şahsi çıkar (popülarite, şöhret, makam, mevki, maddi çıkar) amacıyla Kur'an'ın peygamber telakkisinin bir tarafa bırakılması ve Hz. Peygamberin hatırasını ve mirasını gelecek nesillere aynen taşıma gibi bir endişe taşımak şöyle dursun, bu mirasa karşı vurdumduymaz, hatta bir anlamda vefasızca ve saygısızca davranılmış Bu noktada, olmasıdır. Peki bütün bu analizierin bugün bizim için bir anlamı var mıdır? Bu sorunun cevabı son derece nettir: Bu analizler bugün hala geçerliliğini korumakta olup, İslam dünyasının düşünce krizinin temellerine işaret etmektedir. Zira bugün de İslam dünyasına egemen olan peygamber tasavvuru ve onun dinamikleri, ortaçağınkiyle hemen hemen aynıdır. Bu peygamber telakkisinin anotimisini şöylece özetlemek mümkündür: Kur' an' ın evren ve insan anlayışından kopuk, akıl ve mantık dışı/ötesi ve mitolojiktir. Yaslandığı epistemolojik ve metodolojik anlayış ise, yine Kur'an dışı ve ona aykırı bilgi kaynaklarından, kaynağı ve sıhhati şüpheli ı4 15 Bu konuda bkz; Hacı Musa Bağcı, a.g.t., s.360-378. Hz. Peygamberin mucizevi özelliklerine dair es-Suyuti'nin el-Hasais'inden yaptığımız nakiller burada tekrar örnek olarak zikredilebir. Aslında benzer malzemeyi benzer bir zihniyetle kabullenen, hatta savunan ve bunları peygamberliğin delilleri olarak sunabilen daha pek çok ulemamız (!)vardır. 136 nakil ve rivayetlerden beslenen, nakilci, seçmeci ve literalist bir niteliktedir. eleştirel olmaktan uzak, İşte ontolojik, epistemolojik ve metodolajik alanlardaki birçok sağlıksız yaklaşımı bünyesinde barındıran bu tür bir zihniyet, bugün de, sadece peygamber anlayışı alanında değil, hayatın hemen her alanında egemen durumdadır. Bugün İslam dünyası pek çok konuda Kur'an ile bağlarını koparmış bir vaziyette, Ortaçağ anlayış ve yorumlarının esareti altındadır. Dolayısıyla evrene, insana, topluma ve tarihe bakışı da sağlıksızdır. Yine İslam dünyası bugün geçmişten miras aldığı "akıl tutulması" nın etkisinden hala kendisini kurtaramamış durumdadır. Özellikle Sünniliğin din alanında akıl-mantık'ın kullanımına soğuk bakması, hatta bazen bunu yasaklaması, akılcı kelamı doğmii.tik bir kelama çevirmiş olması, felsefeyi mahkum etmiş olması, hür düşünceyi baskı altına almaya çabalaması; akıl-mantık dışı bir zihniyeti beslediği gibi, ortaçağa ait mitolojik zihniyetin etkilerini 21.yy' da bile sürdürebilmesini mümkün kılmıştır. Dolayısıyla İslam dünyasının özellikle d1n1 düşünce alanında hala aklı dışlayan, nakil-rivayet düşkünü, rivayetler konusunda seçmesi ve eleştirel olmaktan uzak, kaynak bilincinden ve metodolojisinden yoksun, literalİst bir yaklaşımın, zihniyetin esiri olduğunu tereddütsüz ifade etmek mümkündür. Aslında bu durumu çok kısa bir şekilde özetlemek gerekirse, denebilir ki, İslam dünyası şu anda takvim yılı olarak 21. yy' da yaşıyor görünse de, zihniyet ve mantalite olarak hata büyük ölçüde Ortaçağ'da yaşamakta olup, Batı'dan zihniyet açısından - en az 2 - 3 asır geride bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle İslam dünyası henüz kendi aydınlanmasını gerçekleştirememiş bir durumdadır. Bu problem İslam dünyasının çoğuuluğunu oluşturan din'e bağlı kesimler için söz konusu olduğu kadar din'e soğuk, uzak, hatta karşı olan ve kendilerini laik, solcu, milliyetçi, liberal, v.s. olarak nitelendiren çağdaş (!) kesimler için de söz konusudur. Nitekim İslam! kesim d1n1 nitelikli hurafelerin, çağ dışı anlayış ve uygulamaların zebfınu iken; çağdaşlık iddiasındaki kesimler de, modern hurafelerin astrolojinin, modern falcıların, ruh çağırma seanslarının, hatta bazı kesimlerde, satanİzın gibi sapmaların pençesinde kıvranmaktadır. Müslümanlar peygamberlerini ve diğer din! şahsiyetleri efsanev!, mitolojik ve mucizevi birer şahsiyet haline getirirken; farklı ideoloji ve dünya görüşlerinin sahipleri de kendi idol, önder ve büyük şahsiyetlerini şu veya bu biçimde kutsallaştınp, insanüstü kılınanın çabası içerisine girınektedirler. Mesela ilk gruptakiler din! şahsiyetleri, şeyhleri, üstadları, ağabeyleri karizma zırhı ile kuşatmaya çabalarken; ötekiler de parti, grup ve cemaat liderlerini ve diğer önde gelen şahsiyetlerini aynı şekilde yüceitme peşinde 137 koşmaktadırlar. Yine öncekiler d1n1 liderlerin, şeyhlerin, üstadların kabirierini türbeye dönüştürüp ziyaretgah haline getirerek, buralardan meded umar bir hale gelirken; öteki kesimler de kendi önder şahsiyetlerinin kabirierini modem birer türbeye dönüştürüp, oraları birer modem ziyaretgah ve meded kapısı haline getirmektedirler. Dindar olanı olmayanı ile İslam toplumları ölülerden meded umar bir halde bulunmaktadırlar. Hulasa çağdışılık akıl dışılık, bir zamanlar örümcek kafalı olmakla itharn edilen dindarlara lıas değildir; toplumumuzda çağdaşlık iddiasında bulunan kesimler de aynı çağdışılık-akıl dışılık ithamma haklı çıkaracak davranışlar ve zihniyetler sergilemektedirler. Gazeteler, dergiler, radyo ve televizyonlar her gün bu dediklerimizi doğrulayan örneklerle dolup taşmaktadır. Böylesi sağlıksız bir zihniyetin egemen olduğu İslam dünyasının ve onun bir parçası olan Ülkemizin, bugün içinde bulunduğu durum, yaşadığı siyasi, ekonomik ve entelektüel krizler burada yapılan eleştiriterin haklılığını göstermektedir. ·.: Buradan hareketle, içinde bulunduğumuz gerçeklikle de bağlantı kurmak gerektiği inancımızı ifade etmek istiyoruz. Zira üniversiteler ve üniversitelerde yapılan bilim~el araştırmalar ve faaliyetler, toplumun problemlerine çözümüretmede öncü rolü üstlenmek zorundadırlar. Özellikle gelişmemiş ülkeler için bu zorunluluk daha da fazladır. Onun için bizim de bu sempozyumdan mevcut problemlerimizin çözümüne yönelik tespit ve tekliflerle çıkrnamız gerektiğine inanıyoruz. 75 Yıllık Cumhuriyet tecrübesinde işleri rast gitmeyen toplumumuzun, son yaşadığı toplumsal, siyasal ve ekonomik kriz, bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu krizin bizim sempozyumumuz ve özellikle benim tebliğim açısından da bir değerlendirmesini yapmak, yapmaya çalıştığımız zihniyet analizi ile bu son kriz arasında bir bağlantı kurmak son derece anlamlı ve yararlı olacaktır. Yaşadığımız krizin pek çok sebebi olmakla birlikte, en önemli iki aksaklık bilhassa göze çarpmaktadır: Sistemdeki tıkanıklık ve Ahlaki dejenerasyon. Sistemler aklın ürünüdür. İyi ve sağlıklı bir sistem ancak, akılcı ve gelişmiş kontrol mekanizmalarıyla oto kontrolü sağlayabilen bir sistemdir. Böyle bir sistemin geliştirilmesi insan aklının gücüne bağlıdır. Ancak insan aklı ne kadar mükemmel bir sistem geliştirirse geliştirsin, aynı akıl mutlaka birtakım zaaflar ve boşluklar keşfedip, sistemi devre dışı bırakabilmektedir. Bunun en çarpıcı örneklerini siyasi partiler sisteminde, bankacılık sisteminde, parlamento sisteminde, adalet sisteminde; ekonomi, siyaset, bürolerasi ve medya ilişkilerinde hepimiz çok açık bir şekilde gördük, goruyoruz. Bu durumda en ıyı sistemin bile sağlıklı işleyebilmesinin, uygulamaya, yani sistemi uygulayacak olan irısan unsuruna sıkı sıkı bağlı olduğunu görmekteyiz. Bu noktada mükemmel bir sistemin 138 bile istenen sonucu vermesinin, ahlaki -vicdanı yönden iyi donanmış, ahlak! değerler açısından yüksek standarta sahip bireylerle ancak mümkün olduğu, bütün dünyada yaşanan pek çok krizde açıkça ortaya çıkmış olan önemli bir husustur. Seküler bir temele dayalı bir ahlak anlayışının çıkar yol olmadığını gerek Batıda yaşanan tecrübeler, gerek ülkemizde uygulanan eğitim sisteminin ürettiği insan modeli bizlere göstermiş bulunmaktadır. Bunu söylemekle seküler eğitimin ürettiği insan tipinin mutlaka ahlaksız, dine dayalı eğitimin ürettiği insan tipinin mutlaka ahlaklı olduğunu kasdetmiyorum. Elbette seküler ateist olan her insan ahlaksız olmadığı gibi, dindar olan her insanda zorunlu olarak ahlaklı değildir. Ama Aliya İzzetbegoviç'in Doğu ve Batı Arasında İslam adlı eserinde isabetli bir şekilde ifade ettiği gibi, dindarlık ile ahlak arasında doğru orantılı bir ilişkiden zorunlu olarak söz edilmese de, ahlak! standartları yüksek bireylerin yetişmesinde ve ahlak bilincinin kökleşmesinde en önemli, en etkili ve en başta gelen, "Din" faktörüdür. Bu gerçeği tam olarak idrak etmek, bugün her zamankinden daha fazla hayat! önemi haiz bulunmaktadır. Sözün özü, bugün karşı karşıya bulunduğumuz çıkmazdan kurtulabilmek için zorunlu olan zihniyet değişikliğinin iki anahtar kavramı bizce Kur'an ve Akıl'dır. Toplumsal her türlü dejenerasyonun önünü alacak en az kusurlu bir sistem/veya sistemlerin teşkili, akılcı yaklaşımların benirnsenmesini zorunlu kılarken, bu sistemin sağlıklı ve dürüst bir şekilde çalışması da bireylerin vicdanlarında, ahlak! ilkelerin egemenliğinin sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu ilkeleri inanan insanlar İslam adına, Kur'an adına; inanmayanlar ise evrensel ahlak ilkeleri veya tabii hukuk'un evrensel ilkelerini benimsernek suretiyle içselleştirebilirler. Burada önemli olan, adına Kur'an ahlaki veya başka bir şey denmesi değil, muhtevadır. Bu muhtevii üzerinde dindar, seküler, sağcı, solcu, milliyetçi, liberal, ateist v.s.toplumun bütün kesimleri bir konsensusa ulaşmadıkça, en iyi sistemlerin bile suistimaliere maruz kalmasının önü alınamayacaktır. Unutmamak gerekir ki sadece aklı ile değil, kalbi ve vicdanı ile de insandır Çağdaş eğitim modern bir akil inşa edebilirse de -ki ülkemizde bunun da gerçekleştiğini söylemek zordur- seküler temele dayalı bir ahlak anlayışı oluşturmada başarılı olamayacaktır. Ahlak bilincinin en güçlü kaynağı ve destekçisi daima din olduğu içindir ki, bugün her zamankinden fazla ona muhtaç olduğumuz ortadadır. Bu konuda bize rehberlik edecek en önemli yol gösterici ise, akıla sonuna kadar kapıları açan Kur'an'dan başkası değildir. Hz. Peygamber'in de bütün insanları davet ettiği işte budur. 139