tmmob makina mühendisleri odası I.KALITE SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI BURSA EKİM 1999 mmo yayın no : 235 tmmob makina mühendisleri odası Sümer Sok. No: 36/1-A Demirtepe - Ankara Telefon : 0 - 312 - 231 31 59 - 230 11 66 - 231 31 64 Faks : 0 - 3 1 2 - 2 3 1 31 65 '. mmo(S) mmo.org.tr ISBN- 975 - 395- 346 - 1 BU YAPITIN YAYIN HAKKI TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASINA AİTTİR Dizgi: Nevriye GÜNGÖR TMMOB Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Elmasbahçeler Mah. Sabunevi SLMühendisler Işhanı No:19/116230 Osmangari-BURSA Telefon Faks e-mail BASKI Telefon : 0 -224-25211 90 - 4 Hat : 0-224-252 11 94 : bursa@bursa.mmo.org.tr. Kardelen Ofset Ltd.Şti. 0-312-435 37 90 Telefon : 0 -312- 435 37 90 TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNE ELEŞTİREL BİR BAKIŞ Semra ÇARALAN Kimya Mühendisi Toplam kalite yönetimi (TKY) anlayışını, tekellerin, "yeni dünya düzeni" adı altında, dünyayı yeniden paylaşmalarının bir dayanağı, ideolojik, politik ve ekonomik bakımdan etkinliklerini artırmanın arayışı olarak tarif edebiliriz. Doğuşundan, bugünkü üretimin, tüketimin ve sosyal yaşamın değişimlerinde oynadığı role kadar geldiğimiz süreç, TKY'nin anlamını, sermayenin egemenliğini pekiştirmeye hizmet olarak açıkça ortaya çıkardı. Ulusal devletlerin müdahalesinin etkin olduğu "iç pazara yönelik" üretimden "kendi ülken için değil, dünya pazarları için üretim yapmak zorundasın" dayatmasıyla karşı karşıya kalınmasıyla TKY'de bir çok yönüyle ayrı bir önem kazandı. Ulusal standartlar artık yetersizdi, uluslararası standartlarda üretim şartı aranıyordu. Sadece üretici değil, tüketici de, uluslararası standartlara göre tüketmek zorundaydı, yoksa sistem dışı ilan edilebilirdi. Bu standart aynı zamanda, yaşamın her alanında boyun eğilmesi gereken bir hedef durumuna getirilmeliydi. Örneğin, iş yaşamında işçiler ve diğer çalışanların, bu standartları öğrenmesi, ona uygun davranması ve onun istediği biçim ve tarzda üretim yapması gerekirdi. Yoksa, işini kaybeder, yeni iş bulamaz duruma gelirdi. Yaşamda kullanılan terminolojinin ve kavramların da bu yeni standartlara göre yeniden değiştirilmesi gerekirdi. Yeni dünya düzeninin icat ettiği bir formül, bir anahtar olarak "kalite" sözcüğüne, bu düzene uygun davranış ve üretimin temel aldığı tezler olarak ta TKY'ne başvuruluyordu. "Kalite" kelimesi, altında "kar" yatan herşeyin tarifi olarak algılanabilir. Bu kar veya kalite, tekellerin sınırsız bir soygun ve sömürüsünün, ekonomi politik olduğu kadar sosyal yaşamda da tüm ülke halklarını hegemonyası altına alan, sonsuz hırsları için kullanılmaktaydı. "Kalite herşeydir, kalitesizlik hiçbirşey'"in anlamı, tekellerin karlarına hizmet eden herşey mübah'tı, bu karlara gölge düşüren herşeyse, günah. "Kaliteli insan" aslında, "kaliteli işçi veya emekçi" idi. Bu işçi, TKY standartlarına uygun, uyumlu, haksızlıkları, yolsuzlukları, sömürüyü, zorbalıkları, açlığı ve yoksulluğu görmeyen, görse de sesini çıkarmayan, emeğinin karşılığını istemeyen, sosyal haklarına ve sendikasına sahip çıkmayan hipnotize edilmiş bir robot halini almalıydı. Bu standarda uymadığı zaman ise, "terörist", toplum-dışı, geri zekalı, embesil konumuna düşürülmeliydi. Bir dünya görüşü olarak lanse edilen "kalite" kelimesi ile, TKY'nin politik ve ideolojik alt yapısı hazırlandı. TKY ise, başta ABD olmak üzere, emperyalizmin yeni politikasını, her alanda kontrolünü gerçekleştirecek, hem de sömürüyü en ince detaylarına kadar denetleyecek ve artıracak; her derde deva bir kavram olarak "piyasaya" sürüldü. Üretimde kalite kontrolünün, hammaddeden başlayarak üretimin her sürecinde devam etmesi yetmez, tüketimin de kontrol edilir hale gelmesi gerekirdi. Tüketim ve üretim, dünya pazarları içindi, o halde, üretim ve bu üretimi yapan insanlar da dünyaya açılmalı, dünyaya egemen olan kültürü ve sosyal yaşamı benimsemeliydi. Milli ve dini "değerler", işçiler, emekçiler tarafından benimsenmeli; ama sermaye sahipleri, "kaliteli" yaşamı benimseyenler, her tür milli çıkarı da piyasaya sürüp bundan kar etmeyi, "beceri ve sermayenin uluslararasılığına inanmanın kalitesinin bir göstergesi" olarak ortaya atmalıydı. Tüm ülkeler, Dünya Bankası veya Uluslararası Para Fonu gibi, sermaye dağıtan kuruluşlardan kredi ve direktif almalıydı. Onların hegemonyasında, onların istediği üretimi veya harcamayı yapmalıydı. "Değişim rüzgarlan"na ayak uydurmalı, verimli ve karlı tüm milli işletmeleri parçalamak, bölmeli, zarar ettirir hale getirmeli, özelleştirmeli, pazarı uluslararası sermayeye açmalı; ülkenin yer altı ve yerüstü servetlerinin yağmalanmasını umursamadığını göstermeliydi. Bu yöneliş, "devlette kalite" adı altında RKissinger tarafından, 1996 yılında, Cumhurbaşkanı S.Demirel, S.Sabancı, V.Koç, gibi devlet adamları ve sanayicilerimize anlatıldı ve dikte ettirildi. Bu "kaliteli akıl verme" eylemi; Kisinger'e bir kaç saatlik konuşması karşılığı 25 bin Amerikan doları kazandırdı. İzleyenler ise; kalitenin "satın alan" için pahalı, "satan" için karlı olduğunu, ceplerinden oldukça yüksek bir meblağ ödeyerek gördüler. 87 Ülkemizde büyük sanayi kuruluşları (özel-devlet), laboratuar haline getirilerek başlatılan yıllarına raslar. TKY uygulamaları 1990-91 i TKY felsefesi, '92 Körfez Krizi sonrası, başta metal sektörü olmak üzere, otomotiv, tekstil, kimya sektörlerine ve diğerlerine yaygınlaştırılmaya başlar. Bugüne gelindiğinde ise, küçük ve orta ölçekli sanayiden, evlere kadar, kamu hizmetlerinden, devlet kurumlarına ve orduya kadar her alana yayıldığı görülür. TKY, dünyadaki tüm kaynakların ve üretici güçlerin deformasyonunu sağlayan geniş ölçekli bir politikanın ideolojisi olmasına karşın, kullanılan biçimi daha masum gösterilmektedir. Hatta, kalite kontrol sistemi gibi algılanması sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysa, toplumsal ilişkilerin bütününde dejenerasyon yaratan, kapitalist tekellerin karları için, tarihsel süreç içerisinde gelişen toplumsal değerleri (sosyalizmin değerlerini) çarpıtarak tersyüz eden ve ahlaki çöküşü kışkırtan, insanlık için tehlikeli ve acımasız bir politikadır. Aynı zamanda TKY, yalan ve demogoji üstüne inşa edilmiş bir illüzyon, bir burjuva ütopyasıdır. , ! TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN DOĞUŞU Toplam Kalite Yönetimi, hangi süreçte ve hangi ihtiyaçtan doğdu? Kısaca TKY'nin hangi süreçte ve neyin ürünü olarak doğduğuna değinecek olursak; dünyadaki emperyalist paylaşımın yarattığı uluslararası rekabette, ve bunun doğal sonucu olan 2. Paylaşım Savaşı'nda, ABD üstünlüğünün sağlanması amacıyla yapılan standardizasyon çalışmalarında ortaya çıktığı görülür. ABD Savaş Dairesi'nin mali ve teknik olarak finanse ettiği Dr. Deming ve ekibi tarafından ortaya atılan ve geliştirilen TKY anlayışı, 1950'lerden buyana "Deming Öğretisi" olarak, dünyaya yayıldı. Dr.Deming ve ekibi, dünya ülkelerini dolaşarak, "Dünyaya kaliteyi öğretme" amacıyla, kalite çemberleri, esnek uzmanlaşma, grup çalışması, işyeri sendikacılığı vb. adlar altında, ama uzlaşmacı bir kültürü sevimli hale getirerek, TKY felsefesini anlatıyordu. Özellikle Doğu halklarının milli değerlere olan bağlılığı, ilkel gelenekleri ve kültürü üstüne inşa edilen, aile işletmeciliğinin geleneksel-köleci normları canlandırılıp, kabul edilir hale getirilerek, Asya halklarının ucuz işgücünden yararlanma olanakları geliştiriliyordu. f V Deming'in ilk gittiği iddia edilen ülkenin Japonya ve ona ekonomik olarak bağlı ülkeler (Asya Kaplanları olarak da bilinen) olmasında, bir çok amaç vardı. "Japon Mucizesi" olarak dünyaya yayılan ucuz elektronik ve plastik eşya üretiminin, dünya pazarlarındaki yerine de göz diken ABD, en ucuz üretimin yöntemlerini Japonya'da geliştirmeye ve oradan dünyaya yayılmaya çalışıyordu. Değindiğimiz olanaklar dışında, esas amaç; Japon emperyalizmini dize getirmekti. ABD, dünya jandarmalığına soyunduğu 1945'lerden bu yana en büyük tehlike olarak gördüğü Sovyetler Birliği(SSCB)'ni, Japonya'yı kendi yanına alarak çökertebil irdi. • Dolayısıyla, TKY felsefesinin asıl hedefi, sosyalizmin gücünü zayıflatmaktı. 2. dünya savaşının ertesinde, ABD'nin ve Alman, İtalyan, (Avrupa) faşizminin itibarı önemli oranda sarsılmış ve sosyalizmin itibarı da bir o kadar artmıştı. 1945'lerden sonra Avrupa, Afrika ve Asya'da birçok ülkede sosyalizme yakınlık duyan, en azından kendisini de sosyalist sayan, ulusal demokratik ve halk devrimleri gerçekleşmişti. Doğu Avrupa devletlerinin birçoğunda işçi sınıfı iktidara gelmişti. Sosyalizm, dünya halklarının kurtuluş ümidi haline gelerek, kapitalist devletleri de, sosyal planlar yaptıkları, ulusal sanayilerini kurmaya çalıştıkları ve işçi ve emekçi sınıflara sosyalist ülkelerdekine benzer haklar ve yaşam standardı sağlamaya çalıştıkları bir politikayı izlemeye zorladı. ABD'nin başı çektiği emperyalist dünya, sosyalist ülkelerdeki üretici güçlerin gelişmesi karşısında sürekli irtifa kaybederek, rekabet gücünü yitiriyordu. Ama asıl önemlisi, karlarından vazgeçmek zorunda kalıyordu. Sovyetler Birliği'ndeki ekonomik gelişme hızı, 1920-40 yılları arasında, tüm kapitalist ekonomi dönemi boyunca elde edilebilen en yüksek seviyeye ulaşmış, sosyalist üretkenlik, krize de imkan tanımayan yapısıyla, alabildiğine artış kaydederek ilerliyordu. Bu gelişim, tüm kapitalist dünyada huzursuzluk kaynağı idi. 88 î t. Kapitalist dünyanın tüm çabalarına karşın, niteliğini anlayamadığı '29 krizi, kriz sonrası gelişmeler kapitalistleri daha da karamsarlığa itti. Son çare olarak sarıldıkları savaş ise, daha çok yara alarak çıkmalarını sağlamıştı. Özellikle ABD'nin Vietnam yenilgisi, kapitalist dünyayı, kurtuluş olarak yeni bir yönelime girmek zorunda bıraktı. Sosyalizmin, dünya halkları arasında kazandığı itibarı karşısında, kapitalistlerin başvurdukları Keynezyen politikaların, karlarında yaptığı azami tahribatı ise, emekçi sınıfların bu dönemde elde ettiği tüm kazanımlarına saldırarak ve emeği son kırıntısına kadar sömürerek geri kazanmak istiyordu. Ve nihayet, 60'lardan sonra SSCB'ndeki politik gerilemenin ve ardından yaşanan çöküntünün olanaklarından da azami yararlanarak, tekrar canlanabileceği bir ekonomik yapılanmaya ve ona maya olacak bir ideolojiye sarılma ihtiyacı, emperyalistlerin bugünkü güncel politikalarına yön veren etken oldu. Bu ihtiyacın ürünü olarak TKY ortaya çıkarıldı. Günümüzün politikalarında, TKY'ne, dünyayı yeniden şekillendiren ve organize eden yapısal değişimin mimarı rolü biçilmektedir. Özellikle, 1971 kriziyle birlikte dünyada, '80 sonrası ise Türkiye'de de uygulanmaya başlanan yeni liberal politikalar, TKY felsefesi ışığında, yeniden yapılanma sürecine girdi. TKY'nin ileri sürdüğü iddialara bakarsak, bunların sosyalist üretimin deneyimlerinden çalıntı biçimsel tarzların ve argümanların, yeni dünya düzenine uydurularak cilalanmış aldatıcı görüntüsü olduklarını görebiliriz. Verimlilik ve kar, bu ideolojinin tek düsturu haline getirilirken, üretkenliğin devindirici gücü olan işçi sınıfının çıkarları, hakları, yaşamı, doğrudan tekel karlarının artışına heba ediliyordu. Ama çok geniş bir işletme kültürü altında yaratılan yanılmasa ve çarpıtmalarla...Kar ve dünya pazarları için üretimin yol ve yöntemleri olarak TKY, hem kurumsal, hem de ideolojik propaganda araçlarıyla geliştirilerek, sosyal ve siyasal alanda hiçbir boşluk bırakmamak üzere, ABD'nin dünya hegemonyasının aracı haline getirilmeye çalışılıyor. TOPLAM KALİTE YÖNETİMİNİN İDDİALARI VE YANILGILARI TKY'nin iddialarından birincisi ve en önemlisi, sosyalizme alternatif bir politika olduğunu ileri sürmesidir; Ki sınıflararası çelişkileri asgariye indireceği, üretimde demokrasi ("endüstriyel demokrasi ") yaratacağı, üretkenliği arttıracağı, eşitlik ve özgürlük getireceği, yaşam kalitesini yükselteceği, iş barışını sağlayacağı, üretimin ve tüketimin kalitesini artıracağı, vs. vs. gibi pek çok iddia ile ortaya çıkan TKY ideologları ve propagandacıları, iddialarının tam tersi sonuçlar ortaya çıktıktan sonra da demagojik propagandalarını sürdürüyorlar. '89 Berlin Duvarı'nın enkazının altından, "sosyalizm öldü" teraneleriyle, tek kutuplu bir dünya yaratıcıları türedi. Dünyanın iki kutbu, sosyalizm ve kapitalizm, artık uzlaşabilir, sosyalizm öldüğüne göre, kapitalizm bu uzlaşmada tek başına istediğini yapabilirdi. Sınıf uzlaşması, işçi sınıfının sınıf olarak varlığını yitirdiği iddialarıyla, işçileri yeniden kapitalist sisteme uyumlu hale getirmenin bir teorisi olarak ileri sürüldü. "Uzlaşmaz sınıf karşıtlıkları artık ortadan kalkmıştır, işçi sınıfının en önemli özelliklerinden biri olan kollektif üretkenliği, kapitalizme uyumlu hale getirilebilir", "endüstriyel demokrasinin sağlandığı koşullarda, işçilerden en yüksek verim alınması sağlanabilir" tezleri, emperyalistlerin hayal ettiği bir dünyanın dayanaklarıydı. Oysa, üretim, büyük işletmecilikten önemli oranda parçalı ve küçülmüş bir hale, dolayısıyla işçi sınıfının üretkenliği de azaltılır duruma getiriliyordu. İşçi sınıfının üretken ve yaratıcı gücün an, TKY felsefesi ile ortaya atılan, "çalışanın emek sürecine katılımı ile yabancılaşmasının önüne geçileceği", böylece "üretimin verimliliğinin arttırılacağı", "insana değer verildiği", "üretimin her aşamasında tüm çalışanların fikri ve teknik becerilerini ürüne katmaları gerektiği",vb. üstüne tezleri ile kapitalizmin hizmetine sokulmaya çalışıldığı görülür. K.Marks tarafından derli toplu formüle edilen, komünist üretim aşamasında olması gereken üretim ilişkilerinin, kapitalistler tarafından çarpıtılmış motifleri, emperyalist karların artışı adına, TKY tarafından türetilir. Sosyalist üretimdeki kollektif çalışmanın yerine, "ekip çalışması", "grup çalışması", "Kalite Çemberi", "ISO-9000 kalite standardı"na uygun çalışma, Kaizen "tüm çalışanların sürekli gelişim sürecine katılımı" , vs.motiflerle, TKY'nin çeşitli versiyonları üretilir. 89 Kapitalizm içinde "komünist hayaller" yaymak, TKY'nin görevidir ve işçilerin işyerlerine biat etmelerinin çekici gücü olarak kullanılmak istenmektedir. f ', Oysa, verimli çalışılırsa, şirketine çok kar ettirirse, dünya pazarlarına açılma şansı yakalayacak şirketinin, "kar'ından pay alacağı" demogojisi ise, hiçbir işçi tarafından inanılmaması gereken bir yalandır. Kapitalizm işçi sınıfından, onun sınıfsal gücünün gelişmesinden çekindiği ve sınıf ideolojisini çarpıtmak istediği için, "insan", "çalışan", gibi kavramları aslında işçi sınıfının yerine kullanmaktadır. "Sınıf mücadelesi" düşüncesini, kendi ardına aldığı demokrat, burjuva, aydın ve üniversite öğretim üyelerinin literatüründen, hatta reformist işçi veya 'komünist' partilerinin tüzüklerinden bile silmek ister. * "İnsana yapılan yatırım, en değerli yatırımdır" sözü, TKY felsefesinin en popüler iddiasıdır Buradaki "İnsan", işverenlerin ve bağlı bulundukları tekellerin, yatırım yaptıkları sermayenin (ve karlarının) en değerli objesi olan işçidir. Çünkü, artı-değeri üreten tek varlık, işçidir. / Kapitalist, "çalışanlar" veya "insan" diyerek lafı ağzında ne kadar yuvarlasa da, asıl kastettiğinin işçi olduğunu, herkesten önce kendi, bilir. İşçiye "değer" verir görünür, çünkü onu sömürmesi gerekir. Ona "yatırım" yapar, çünkü onu TKY felsefesine göre eğitmesi, işyerinden gurur duymasını sağlaması ve kendisine en çok kar getirecek "verimlilikte" çok çalışması için onu ikna etmesi gerekir. Onun tüm yaratıcılığını işine, becerilerini elinden geldiği kadar fazla geliştirerek ürüne katması, patronuyla işbirliği içinde olması, ürün geliştirici öneriler için gece-gündüz düşünmesi, işinin ve ürünün kalitesinden de sorumlu olması, iş varsa çalışması, iş yoksa çalışmaması (karşılığında ücrette istememesi), gereken uyumlulukta olması, işverene sadakatle bağlılık ve manevi borçluluk içinde olması istenir. i ! Bütün bu isteklerine karşı işveren, onun elindeki tüm hakları da geri almak ister. Düzenli çalışmadığı zaman ücretini ödememek, ücretini her gün düşürmek, sigortasını yatırmamak, sendikasını ve arkadaşlarıyla dayanışmasını dağıtmak, sendikal hak olarak kazandığı sosyal imkanlarını elinden almak, onu günde 8 saat değil, işi bitinceye kadar hiç uyumadanda olsa çalıştırmak, işi olmadığı zaman ücretsiz izin vermek, izinli olduğu günler, aylar veya senelerde sigorta pirimini bile ödememek, ücret veya sosyal bir hakkını istediğinde itiraz etmeden kapı dışarı etmek, tazminatını ve kıdemini vermeden işten çıkarmak, vs.,vs., İşverenler ve tekellerin kurmaya çalıştığı işçi-işveren ilişkilerinde TKY'nin ideologları ve uygulayacıları, işçilerin üstünden teorisini kurarken, onların elindeki tüm olanakları geri almaya çalışırlar. İşverenlerin, işçiye yatırım yapmalarının yukarda saydığımız o kadar çok nedeni vardır ki, bütün isteklerinin yerine gelmesi için gece gündüz işçiyi eğitmesi gerektir. Eğitim, bu nedenle TKY'nin en büyük kuralıdır.Basın, yayın, okullar, kalite eğitimleri, kitaplar, broşürler, sinema ve tiyatro gibi kültürel faaliyetlerde, bireyciliği, kendine hayrı olmayanın hiçkimseye hayrı olmayacağı düşüncesiyle bencilliğini sürekli körüklemesi gerekir. İşçinin birbiriyle rekabetini kışkırtır, liderlik vasfını ön plana çıkarmaya çalışır. / Kalite eğitimlerinde, "Müşteri memnuniyeti" olarak anlatılan, "işçiler de birbirinin müşterisidir" fikri ile işçiler arası rekabetin alabildiğine kışkırtıldığı bir çalışma ortamı yaratılır. İşçiler arası dayanışmayı bozan ve birbirine düşman hale getirerek, işçi-işveren çelişkisinin, ki antagonist bir çelişkidir, işçilerin kendi aralarındaki çelişkiye dönüşmesi istenir. TKY, şirketlere, danışmanlık yapan firmalara (uluslararası firmalar) yüklüce ödemeler yaparak, kalite standartları almalarını şart koşar. ISO-9000'li, AS-4000'li, vs. standartlara sahip olmayanların, uluslararası pazarlara açılma şansı kalmaz. Bu nedenle KOBİ'ler, danışmanlara ve kalite eğitimlerine, çaplarını aşan ödemelere zorlanırlar. Kalite ödülleri ile başarılı bir işletme imajı, özellikle işçilerin, çalıştıkları şirketle gurur duymalarını sağlamaya yöneliktir. Ama, aynı zamanda, işçinin, şirketi için daha azimli çalışması, yani kar, beklentisi vardır.İşçi sınıfının en önemli özelliklerinden biri olan örgütlenme yeteneği ve mücadele azminin törpülenmesi için her yol denenir. "Kaliteli Devlet", onların demokratik ve sosyal haklarını, hergün "reform" adı verilen yasalarla ellerinden alır. Hakları için verdikleri mücadeleyi ise, şiddetle bastırır. 90 i / Sendikaları eritilerek, sendikal mücadelesi bastırılmayan çalışılan işçi sınıfının, uzlaşmacı bir çizgiye çekilmeye çalışılan sendika yöneticilerinin de, TKY'nin hizmetinde olmasına çalışılır. İşsizlik, yoksulluk, haksızlık, geleceksizlik, aşırı yorgunluk, güvensizlik, şiddet, baskı, en önemlisi de işten atılma korkusu. "İnsana verilen değer"in nasıl bir değer olduğunu çok iyi açıklar. Toplam Kalite Yönetimi, kapitalizmin krizine çaredir iddiası! TKY'nin bir diğer iddiası ise, kizleri önleyeceği, rekabette eşitlik getirerek "toplumsal bir barış" sağlayacağı ve toplumu, insanları mutlu edecek, refahı artıracak yeni bir dünya kuracağını iddia etmesidir. Krizin en doğal sonucu olan işsizliğin önleneceği, herkese iş bulma fırsatı doğacağını da iddia ettiği günlerde ise, 1992'94-'97 krizleri peşpeşe geliyordu. Krizlerin ortaya çıkardığı işsizlik, acılar ve yoksullukların nedeni olan kapitalizm, iş yaşamında TKY'nin hayata geçmesinde dayatmacı rolünü oynuyor ve ondan, emekçi sınıflar zararına yararlanıyordu. Emperyalizmin ana merkezlerinde, Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinde bile işsizlik, savaşlar ve krizler peşpeşe geliyordu. Krizin yükünü çeken geri kalmış ülke halkları ise, yoksullaşmayı ve işsizliği en çok yaşayanlar haline geliyordu. Toplumda barış ve refah getireceğini vaadeden yeni dünya düzeni ideologlarının, vazgeçilemez bir yöneliş olarak ileri sürdükleri TKY politikasının, yıkımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramadığı görüldü. Sözde, TKY, krize çare olarak, stoksuz üretim ve yeni iş organizasyonları ile, aşırı stoklan ortadan kaldıracak ve ucuz mal üretimini sağlayarak, yokluklara son verecekti. Dünya vatandaşı olacak herkes, dünyadaki tüm nimetlerden yararlanma olanağı elde edecekti. İşsizlik ortadan kalkacaktı, vs.vs. Dünya pazarlarında eşitlik sağlayacağını iddia eden TKY 'ne göre, her üretici, bu pazarlarda eşit olanaklardan yararlanabilirdi. Tekellerin güdümünde, onlara bağımlılığı hergün artan küçük ve orta büyüklükte binlerce şirket, büyük sermayeli şirketlere ve tekellere karşı eşit olacaktı. Bunun olanaksızlıkları, çok kısa sürede açığa çıktı. Tekeller arasında, barış sağlanacağı fikri de, Kosova'da ve dünyanın pek çok ülkesinde başlayan bölgesel çatışmalarla, sanki, "kapitalizmde savaşların kaçınılmazlığı" üstüne Marksist önderlerin sözlerini kanıtlarcasına, üstüne şeker bulanmış çürük elma gibi tutanın elinde kaldı. İşte, 10 yıla yakın bir zamandan beri, TKY'nin yaygınlaştırıldığı dünyanın bazı rakamları: Örneğin, BM Kalkınma Programı verilerine göre; -Dünyadaki 500 büyük şirket, dünya gelirlerinin % 42 'sine sahip, -Dünyadaki 10 büyük şirket, yüz küçük ülkenin cirosuna sahip, - Shell & Ericson tekelinin yıllık cirosunu geçebilen 27 ülke var. - Shell&Ericson tekelinin 400 bin km 2 lik arazisi, dünyanın 144 ülkesinin yüzölçümünden daha büyük. - İngiltere'de, bir yılda harcanan tüm paranın yarısını, 250 şirket paylaşıyor. - G.Motors'un 133 milyon dolarlık yıllık geliri, Zaire, Tanzanya, Nijerya, Pakistan, Etiyopya, Nepal, Bangladeş, Uganda, Kenya' nın toplam yıllık GSMH1 dan (toplam 9 ülkenin gelirinden) daha fazla. - General Motors, bu ülkelerin 500 milyon insanın toplam kazancından daha fazla ciroya sahip. - Dünyanın en zengin 3 kişisinin bir yıllık kazancı, en yoksul 48 ülkesinin toplam GSMH'dan daha fazla (daha zenginler). -1960 'da, zengin ülkelerde yaşayan insanların harcadığı para, yoksul bir ülkede yaşayan insanların harcadığı paranın 30 katıyken, bu oran 1995' de, 48 kat olmuş. - En zengin olan ülkelerdeki yoksullaşma, yoksul ülkelerdekinden daha fazla. ( 1997 kriziyle ABD nüfusun %19 u yoksulluk sınırının altına düşmüş. İngiltere'de % 18,5, İrlanda, Japonya, Kanada' da %11, Fransa'da % 7,5, Finlandiya'da, Almanya'da, nüfusun %6 sı yoksulluk sınırının altına düşmüş. Türkiyede bu oran % 30 olarak söyleniyor.) Bu rakamları gördükten TKY ideologlarının iddialarının inanılırlığının derecesi, bir kez daha ortaya çıkıyor. Halen sürdürülen TKY propagandalarının asılsızlığına verilebilecek sayısız örnek bulmak mümkündür. YANLIŞLAR 2000'DE DE SÜRECEK Mİ? Prof. Dr. Alp ESİN Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ülkemiz, kalite konusundaki anlayış ve uygulama yanlışlarının acı meyvelerini, giderek azalan dış satım ve artan ekonomik sıkıntılarla toplamaktadır. Günümüze egemen olan anlayışın "Yaptığın işi ilk keresinde doğru yap" olduğu göz önünde tutulursa, "Ne olduğu ile değil, ne ettiği ile öğrenen" ülkeler için 2000, yalnızca, takvimde çevrilen bir yaprak olacaktır. GİRİŞ Kalite konusundaki yanlışlarımızı, dört ana grup altında toplayabiliriz: 1- Tanım yanlışları 2- Dünyadaki gelişmeleri ciddi biçimde izlememek 3Anlayış ve uygulama yanlışları 4- Kalite politikasının olmayışı 1.T ANIM YANLIŞLARI Yapılan temel yanlış, sorunun eksik tanımlanmasıdır. Ülkemizde "kalite sorunu" olarak tanımlanan durum, gerçekte, maliyetle-dengeli kalite düzeyini sağlamakta başarılı olamamaktır. Bu sorunun en iyi göstergesi, dış satımı sürdürebilmek için (hizmet sektörü dahil), TL'nin değerini sürekli düşürmek zorunda kalmakta olduğumuzdur. Şunları asla unutmayalım: Tüm ticari etkinliklerin amacı, ürününü satabilmektir. Bunu bu gün için sağlamış ve yarınları da garanti altında olan kuruluşlar, kendi sistemleri ile, başarıyı yakalamışlardır. Bunun ötesi, yapay sorun yaratmaktır. Öte yandan, satılamayacak mal yoktur; yeter ki malın kalitesi alıcının biçtiği değere uygun olsun. Bunun matematiksel ifadesi, Değer = Kalite düzeyi/ Fiyat biçimindedir. Bu anlayış, daha kapsamlı biçimde, Şekil 1 ile anlatılmıştır. Bu şekilde, yeni ISO 9000'lerde kalitenin bir yönü olarak anılan "satış sonrası destek"de gösterilmiştir. Dolayısıyla kalite sorunu, en yalın biçimde ve anlamda, bu üçgenin alanının büyütülmesidir. Bu alanı sizden daha fazla ve daha hızlı büyültebilen her rakibiniz, pazarınızı elinizden alacaktır. Kalite Şekil 1 - Fiyat-KaliteDestek ilişkisi. Fiyat Tanım konusundaki ikinci temel yanlış, kalite sorunlarını günlük yaşantımızdaki örneklerden farklı görmektir. O zaman kuruluşlar, kaliteyi, alıcıya sunulan ürünün veya hizmetin bir erdemi olarak görmek yerine, iş yerindeki sorunlardan birisi gibi ele almaktadır. Bunun iki türlü zararı olmaktadır: a) Kuruluş, kendi eliyle yapabileceği katkıların üzerinde durmamakta, özel uzmanların vereceği akla göre hareket etmek zorunda olduğunu sanmaktadır. b) Özel uzmanlar çoğu kez o sektörün üretim etkinliklerinin ayrıntılar hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıklarından, veya basmakalıp reçetelerle hareket ettiklerinden, getirilen çözüm yolları kuruluşun kaynak ve olanakları ile tutarlı olamamaktadır. Sonuçta, özellikle ticari yönden başka sıkıntıları olan kuruluşlanımız, kalite uğraşını, ortada bir zorlama olmazsa, ya geri plana itmekte veya göstermelik yönleri ile yetinmektedir. Bu konuya aşağıda tekrar dönülecektir. 2. DÜNYADAKİ GELİŞMELERİ CİDDİ BİÇİMDE İZLEMEMEK Herkesin farkında olması gereken gelişme, tüm iş dünyasının, üç ana etmenin yarattığı gelişmelere sürekli hazır olma zorunluluğudur. Bu üç ana etmen Ingilizcedeki 3C nin (Change, Customer, Competition), karşılığı olan; Değişim, Aha, Rekabet tir 92 Dolayısıyla: H= Değişmeyen, pazardan çekilmek zorunda kalacaktır. * Alıcının gereksinim ve beklentilerini izleyip bunlara önden hazırlıklı olmayanın pazarda yeri kalmayacaktır. * Rakipsiz olduğunu sanan ve onlara saygı duymayan, onlar tarafından geçildiğini görecektir. Bu üç etmenin gereklerini en iyi biçimde yerine getirecek kalite sistemine sahip olmayan kuruluşların, gelişmelere ayak uydurabilmeleri şansı yoktur. Söz konusu üç ana etmenin gereklerinin yerine getirilmesinin temel ölçütü şunlardır: Kalite Fiyat Esneklik Çeviklik Ölçütler olmadan başarının tanımı olamaz. O zaman yapılan şeyin halk dilindeki tanımı, "Ben yaptım, oldu." biçimindedir. Bunlardan, kailte ve fiyat iyi bilinmektedir. Esneklik alıcının gereksinim ve beklentilerindeki değişimlere kendini hızla uyarlayabilmek, çeviklik ise, gelişmelerin getirdiği fırsatları değerlendirebilmektir. Elinizdeki veya kuracağınız kalite sistemi, bu açıdan, en etkili silahınız değilse, yarın için size ayak bağı olabilecek bir sisteme sahipsiniz demektir. Bu dört ölçütün hayata geçirilmesindeki araç, bir kuruluşun kalite politikasıdır. Kalite politikasından yoksun kuruluşların, özellikle kalite çabalarının büyük bölümü, savurganlıktır. Kalite politikası olmadan oluşturulan bir kalite sistemi, temeli olmayan binaya benzer; bir piyasa depreminde hiç bir işe yaramaz. 3. ANLAYIŞ VE UYGULAMA YANLIŞLARI Uzaktan bakıldığında yorum ve anlayış yanlışı olarak gözüken durumların önemli bölümü, içtensizlikten kaynaklanmaktır. Bunların üzerinde durduktan sonra, durumun değerlendirilmesini okurlara bırakıyorum. Amerikanların çok yerinde bir özdeyişi vardır: "Doktorunuzdan ve avukatınızdan bir şeyler saklanmanın anlamı yoktur." Bu özdeyişin hikmeti ortadadır. Sonuçta, doktor tanısında yanılır, avukatın savunması kısa düşer. Buna, rahatlıkla, kalite çabalarını da ekleyebiliriz. Bazılarını her zaman aldatmak mümkündür. Bazıları bazen aldatılabilir; ama herkesi her zaman aldatmak mümkün değildir. Nitekim, içtenlikle ele alınmamış kalite sorunlarına getirilen çözümler, paydaşları tatmin edemez1. Kalite konusunda ülkemizdeki içtensizliklerden birisi, sistemin belgelendirilmesinin ürün veya hizmet kalite düzeyinin belgelendirildiği anlamına gelmediğini herkese duyurmamaktır. Bunun sonucu olarak kalite çabaları, üzerinde olması gereken rotadan uzaklaşmış ve çoğu kuruluş için, belge edinme uğraşına dönüşmüştür. Yenilenen ISO 9000-1 Standardında açık yüreklilikle yapılmış olan açıklamaların herkese duyurulmaması ve yazarın değişik platformlarda dile getirdiği bu gerçeğin üzerine ağırlığı olan hiç bir kuruluşun gitmemesi, sözü edilen durumu, aynı umursamazlıkla, 2000 li yıllara da taşıyacağımızın göstergesidir. İçtensizliğin ülkemizdeki kalite çabalarına zararlı olan diğer boyutu, Toplam kalite anlayışı ve yorumudur. AB'nin tanımına göre, kalitenin iki ana bileşeni vardır (A European Quality Promotion Policy or The European way towards Excellence, EC- DOC:CERTF 95/1): 1. Alıcıya sunulan ürünün veya hizmetin, özellikleri ve fiyatıyla alıcıyı tatmin etmesini içeren, ürün veya hizmet kalitesi. 2. Ürünü veya hizmeti sunan kuruluşun, alıcısına saygısı, sorumluluk duygusu ve daha iyi şeyler sunabilme endişesinden gelen, kuruluş olarak kalitesi. Bu iki bileşen temelde tümleşik ise de, ilki kesinlikle önceliklidir. Hiç bir sistem anlayışı veya kalite "gurusunun" söylemleri, ticaretin yaşamsal kuralını değiştiremez: Kimse, kalitesini beğenmediği ve parasının karşılığını aldığına inanmadığı bir ürünü veya hizmeti (aldanma dışında) satın almaz. Konuya yumurta-tavuk, tavuk-yumurta esprisi ile yaklaşılması çok yanıltıcı olur. Alıcı-sağlayıcı ilişkilerini başlatan ilk bileşen, sürdürülmesini sağlayan ikinci bileşendir. Örnek olarak, ülkemizin önde gelen kuruluşlarına bakınız. Lisansla çalışan bu kuruluşların birlikte çalıştıkları firmalar arasında, ürünü veya hizmeti ile rekabet yarışında yeri olmayanı var mı? Nitekim bu gerçek, hem ISO 9004-1 (0.2 93 Kuruluşun amaçları bölümünde hem de ISO 9000 Standartlarının herbirinin (9001-9003) Giriş sayfasında açık ve seçik biçimde duyurulmuştur: i "Amaçlarına varabilmek için bir kuruluş, ürünlerinin kalitesini etkileyen teknik, yönetsel ve insana ilişkin etmenlerin, ister demirbaş, yazılım, süreçden geçmiş malzemeler isterse de hizmet olsun, kontrol altında olmasını sağlamalıdır. (ISO 9004-1)" "Bu Uluslararası Standard'da, ISO 9001 ve 9003'de olan kalite sistemi gereklerinin teknik (ürün) gerekleri tümleyici oldukları, (seçenek olmadıkları) vurgulanır. Bu ilkeler, yazar tarafından, şu basit kurala indirgenmiştir: Sıfatlarla kalitenin tanımı, zamirlerle sorumluluk dağıtımı olmaz! Bu kuralın yerine getirilmesi ise, ancak, ciddi ve gerçekçi kalite planı yapabilmekle o\s ıdır. Ürününe her yönü ile egemen olmayan bir kuruluş, gerçekçi kalite planı yapamaz. Nitekim, kalite planının önemi her geçen gün artmakta ve kuruluşlar arası işbirliğinde en önemli belge konumuna gelmektedir (Yenilenen ISO 9000 ler, AQAPlar, QS 9000, ISO/TS 16949). ı f Ülkemizde, ikinci bileşen, değişik kılıklara sokularak, diğer bileşeni hemen tümüyle gölgeleyecek biçimde, gündemde tutulmaktadır. Bunun değişik nedenleri vardır. Şöyleki: Güçlü lisansörlerle çalışan kuruluşların zaten ilk bileşen bağlamında sorunları yoktur ve olamaz da; çünkü lisansörün izni olmadan ürüne veya hizmete müdahale edemezler. Onların kalite geliştirme etkinlikleri, doğal olarak, ikinci bileşenin doğrultusundadır. - İkinci bileşen, süslü tekerlemelere, sloganlı yaklaşımlara ve her yöne çekilebilen öğütlere uygundur. İlk bileşen doğrultusunda akıl verenin ne kadar az olduğu, öte yandan dünyanın dört bir yanından ikinci bileşen doğrultusunda akıl öğretenlerin yurdumuza aktığı dikkatinizi çekmiyor mu? Sırlarını paylaşmakta, haklı olarak, çok hasis olan ileri düzeydeki ülkelerin bu konuda bu derecede yardım sever olmaları, ilk bileşeni yerine oturtamamış ülkelere ikici bileşenin önemli bir yarar sağlamayacağına inanmalarıdır. , j Bazı çevrelerce yadırganabilecek bu iddiamın en sağlam dayanağı, kalite sisteminin duraksamasız en büyük adlarından olan Ishikawa'nın ünlü kitabıdır.2 Bu kitabın, herkes tarafından dikkatle okunması ve değerlendirilmesi şarttır. Çünkü bu ilkeler, ISO 9000 gündemde olsun veya olmasın, her sistem için geçerlidir. Bunlar özümsemeden kurulan kalite sistemlerinin istenileni ve beklenileni veremeyeceği ortadadır. Özümseme süreci ise, slogansal kalite çalışmaları ile geçiştirilemeyecek kadar derindir3. Kalite sistemi standardlarındaki giderek sektöre-özelleşme akımı, bizi gaflet uykusundan uyandırmalıdır. Günümüzde tartışılan ürün kalitesinin temel yönünün bilincinde olmamak da, sürdürülen yanlışlar arasındadır. Yenilenen ISO 9000 Standardların (ISO 9000-1) getirdiği çok yararlı bir yaklaşım, bir ürünün kalite düzeyinin etkileyen etmenleri kalitenin yönleri olarak gruplandırmış olmasıdır.4 Günümüzde tartışma konusu olan kalite düzeyi, duraksamasız, tasarım kalitesidir. Çünkü, bir ürünün kalite düzeyi ve maliyeti, temelde, tasarım aşamasında belirlenir. Bu nedenle, bir ürünün yalnızca üretim kalitesini sağlayarak teknolojiyi yakaladığını sanmak, büyük yanılgıdır. Güçlü teknolojinin kaynağı olan kuruluşların dünyanın dört bir yanında lisans anlaşması yapmakta sakınca görmemelerinin bir anlamı yok mudur? Dolayısıyla, tasarımı kendine ait olmayan ürünler için maliyet ile dengeli kalite sağlanması, çoğu kez, lisansla çalışan kuruluşu aşan bir sorundur. Bu savın da en iyi kanııtı, yine Japonyadır.Bu ülkenin geçmişi incelendiğinde, basit taklitçilikle geçinen ve ürünleri alay konusu olan Japonya'nın kalite konusunda devleşmesi, kendi tasarımlarını yapabilmesinden sonradır. Kendi ürünlerimizin tasarımına geçmeden dünya pazarlarındaki konumumuzu sürdürmenin pamuk ipliğine bağlı olduğunu unutmamalıyız. En iddialı olduğumuz giyim sektöründe dahi yüz yüze gelinen sorunlar, artık bir şeyler anlatabilmelidir. Dünyanın ticaret devleri arasına girmeyi başaran Kore, Çin ve Taivvan gibi ülkelerin KOBİ niteliğindeki kuruluşlarından, tasarımı bu ülkelere ait, olan ne çok ürün satın aldığımız ortadadır. SONUÇ İleri ülkeler, 2000 yılının kalite sistemi standardlarına yeni boyutlar getirmek üzere iken, biz ne yapıyoruz? Üzülerek söylemek gerekirse, gelişmiş ülkeler 1991-1994 yılları arasında yenilenmiş ISO 9000 Standardlarını dahi terk etmekte ve kendilerini 2000 li yıllarının standardlarına hazırlamaktadır. Yenilenen AQAP'lar, ISO 9000 Standardlarına, ürünü ön plana çıkartan, yeni gerekler getirmiş1'-. QS 9000, kalite çabalarının üründen ayrık olamayacağını en canlı kanıtıdır. Nitekim ABD'deki üç otomotiv devinin yanı sıra, Avrupa ülkeleri de ISO/TC 16949 ile bu akıma ayak uydurmak zorunda kalmıştır. QS 9000'nin etkisi ile, sektöre-özel standardlar giderek ağırlık kazanmaktadır. Bu durum, ürüne dayalı olmayan kalite sistemi anlayışının bir işe yaramadığının açık kanıtıdır. Nitekim, yukarıda sözü edilmiş olan AB raporunda, sertifika almış kuruluş sayısı ile bir ülkenin dış satımı arasında paralellik olmadığı açık ve seçik biçimde vurgulanmakta ve Avrupa kalite politikasının saptanmasında bu gerçeğin gözden kaçırılmamasının gerektiği üzerinde 94 . j / i / ' durularak, belgelemenin ana amaca hizmet eder duruma getirilmesinin üzerinde durulmaktadır. Ülkemizde ise, çok kuruluş, bırakınız 2000'nin getireceklerinden, ISO 9000-1 ve ISO 9004-1 ve ISO 9004-2 Standardlarının varlığından ve değişikliklerin sonucu ISO 9001-9003 Standardlarındaki beklentilerden habersizdir. Tüm yenilenen kalite sistem standardlarının öngördüğü biçimde, kalitenin kilit (veya kritik) öğerlerine dayalı planı hazırlayamayan ve bu kilit öğeler içinde, standardlaşmış ürünler için en baş konuma gelmiş güvenilebilirliğin gereklerini yerine getiremeyen kuruluşlar için, 2000 yılı değişik olmayacak; ama 2000 geçmişin yanlışları ile girildiğinde, ödenecek bedel çok daha ağır olacaktır. Yanlışlarından ders alınmasının geliştirilmesinin temel gereklerinden biri olduğu unutulmamalıdır. kalite olan yılına kalite KAYNAKLAR ESİN, A. (1996), System for Stakeholders, Eurepean Quality, v3, nol, s4. ISHIKAWA, K. (1985), What is Total Quality Control, The Japanese Way, sayfa 40, Prentice Hall,Inc. ESİN, A. (1992), "Kalite Sağlama Çabalarının Kritik Boyutları" İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Ekim, s 5-9 ESİN, A. (1999), ISO 9000'nin Işığında Toplam Kalite, MMO yayını No 216 ESİN, A. (1993a), ISO 9000 Requirements as Regards Small Industry, Proc. Int. Conf. on Machining Technology in Asian & Pasifte Regions, Guangzhou. ESİN, A. (1993b), Küçük ve Orta Ölçekli Şirketlerde Kalite Yönetimi ve Uygulaması, ISO 9000 Forum Sempozyumu, İstanbul, Standard s379, Temmuz, si 17 ESİN, A. (1996), System for Stakeholders, Eurepean Ouality, v3, nol, s4. ESİN, A. (1996), Kalite Planı Olmadan Kalite Sistemi Olabilir mi?, MM. Vogel, Temmuz s64. ESİN, A. (1996), A Method to Combine QFD and Process FMEA, Özel Seminer, Macaristan Kalite Derneği, Kalite Haftası Toplantısı, Kasım 12-14, Budapeşte. ESİN, A. (1998) ISO 9000 Anlayış ve Yorumunz Güncel mi?, Mühendis ve Makine., Kasım özel sayı ESİN, A. ve BEKİROĞLU, Ö. (1999), Will QS 9000 Meet AH Requirements? Eurepean Quality dergisinde yayınlanmak üzere sırada. 95 ÜRETİM; AMA NE İÇİN VE NASIL? Necdet UTKANLAR Bureau Veritas, Bursa Bölge Müdürü İnsanoğlunun, seri üretime başladığı ilk günden günümüze kadar gelen süre içerisinde geçirdiği "üretim" evrimine bir göz attığımızda çok değişik ve ibret verici kesitler görmekteyiz. Ne idi bunlar? Her şeyden önce, aç bir pazar ve gittikçe büyüyen bir talep yaratarak ve tüketimi sonsuz körükleyerek, Taylorist bir yaklaşımla sanayi üretimine "merhaba" d iyen insanoğlu, farkına vararak veya varmayarak, bilinmez yepyen ikapıları önünde açtı. Bu ilk aşamada hedef, sadece üretmek ve derhal çok ama çok miktarlarda satmaktı. Yaptı da. Ancak insanoğlu, kendi yaşam standardını daha çok arttırmak ve daha çok kazanmak adına bunları yaparken, içinde yaşadığı çevreyi, içinden geldiği "doğayı" unutmuştu. "Üreten" insanını unutmuştu. Sadece ve sadece üretiyordu. Çevre kirleniyordu, insanlar iş kazalarında veya hastalanarak ölüyordu, minik minik çocuklar iş yerlerinde çalıştırılıyordu; kimin umurundaydı? Bu zaman içerisinde, insanoğlu "insanoğlunu" yeniden keşfetmeye başladı. İnsana değer vermeden, çevresine değer vermeden bir yere varamayacağını ve hatta uzun vadede her şeyini kaybedeceğini çok açıkça gördü. Zaman değişti ve alışageldiğimiz birçok şey de değişiyordu. Ve biz de değişiyoruz, üstelik, değişmeye mecburuz da. îyi güzel de, bu değişimi ne gibi bir yol izleyerek gerçekleştireceğiz? İşte bu değişimleri, üretim yapan veya hizmet sunan organizasyonlardan, kendilerinin uluslar arası varlıklarını sürdürebilmeleri için uymaları gereken unsurları tanımlayan standartlar dizileri bizlerin gözleri önüne sermekte. Böylelikle, kendimiz için bu disiplinler çerçevesinde bir sistem oluşturur iken, aynı zamanda, uluslar arası anlamda ortak bir dil, ortak bir frekans ve ortak bir anlayış kurma fırsatını da bulmak mümkün oluyor. KALİTE YÖNETİM SİSTEMİ Evet, üreteceğiz ve satacağız. Öncelikle bunu yapabilmemiz için, ortaya koyduğumuz ürün veya hizmetin, kendisinden beklenen nitelikleri karşılamasını sağlamamızın yanı sıra, gelecekte ürünümüzden istenmesi muhtemel nitelikleri de bünyesine katabilme yetenek ve becerisine sahip olabilmemizi ve aynı zamanda, maliyetleri daima yukarı çeken hata tekrarlarını önleyebilecek faaliyetleri gerçekleştirebilmemizi bizden talep eden ve bu çalışmaları sistematize eden "Kalite Güvence Standartları" ile karşılaşıyoruz. İşin enterasan tarafı, bugün uygulamaya alınmış olan bu "Kalite Güvence" oluşumlarının Dünya'da ilk kez, askeri anlayış ve beklentiler doğrultusunda doğmuş olmasıdır. Nitekim, 1963 yılında MIL-Q 9858 olarak ve daha sonra, 1968 yılında AQAP serisi olarak ilk "Kalite Yönetim Sistem Standartları" ile karşılaşıyoruz. Bu standartların ise sivilleşerek, bugün anladığımız ISO 9000 standatlar düzeyinin temelinin atılmasını, 1979 yılında BS 5750 ile görüyoruz. Bu sistem standartlarının, özelinde incelendiğinde, "müşteri tatmini" odaklı olduğu görülür. Bu standartlar, üretici firmanın müşterisi ve taşeronları arasındaki ilişkileri düzenler. Burada her şey, müşteri isteklerinin doğru olarak eksiksiz anlaşılmasının ve bu isteklerin, ortaya çıkan hataların tekrarının önlenmesi veya çıkması muhtemel hataların oluşmadan önlenerek maliyetlerin düşürülmesi suretiyle, en ekonomik yoldan karşılanmasına odaklanmıştır. Müşteri, her şeyin önünde gelmektedir ki, bu da doğaldır. Çünkü kuruluş, yaşamını sürdürebilmek için bu müşteri grubuna muhtaçtır. Müşterisi olmaksızın bir yere ulaşmasının mümkün olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. İ ,. j / , Kalite sistemlerinin gelişmesinde, işin bu noktada kalmadığını görmekteyiz. Pazar üstünlüğünün korunabilmesi ve rakiplere göre daha kuvvetli bir seviyeye gelme arayışı, rakiplerin yakın takibini beraberinde getirmekte ve hatta daha da ileri giderek, müşteri istek ve beklentilerinin gelecekte neler olabileceğini müşteriden de önce bilerek, o'nu herkesten önce pazara sunarak "yaratılan kalite"nin sahibi olmak temel odak noktası haline gelmiştir. Tüm gayretler, küreselleşen dünyanın "İmhacı rekabeti" ortamında, rakipten bir adım önde olmak içindir. İş bu kadarla da kalmamaktadır. Otomotiv endüstrisi bir adım daha ileri giderek, ISO 9000 standardının üzerinde kendi sektörel beklenti ve özel taleplerini ekleyerek, kendilerine özgü bir kalite sistem şartları silsilesini oluşturarak, "QS 9000" tanımlaması ile ana sanayiye sunuş yapan yan sanayicilerinin kullanımına sunarak, bu standarda uyulmasını talep etmektedir. Özünde, "hata önleme", "sürekli gelişme" ve "israfın ve değişkenliğin azaltılması" esaslarına dayanan bu standart aynı zamanda, kalite araçlarının etkin ve katma değer yaratan bir şekilde kullanılmasının prensiplerini de beraberinde getirmektedir. Otomotiv ana sanayinin bir bölümünü tarafından kabul bu standart, Japon ana sanayinin de katılımının da sağlanması suretiyle, tüm dünya otomotiv sanayinin ortak standardı olacak şekilde hazırlanan TS ISO 16949 standardına dönüşecektir. i / ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ Müşterinin koşulsuz tatminini esas alan tüm bu standart ve kılavuzlar aslında, başlangıç aşamasında bir noktayı göz ardı etmekte idi. "Çevre"yi, Üret, en yüksek verimlilikte, en süratli ve en fazla üret ve sat Endüstri devriminin ilk günlerinden başlayıp, yakın tarihimize gelene kadar insanoğlu, sadece üretime ve daha fazla kazanabilmek için "müşteri tatmini" ne odaklanmış idi. Kimsenin "çevre"sine dönüp, bakacak hali yoktu. "Nasılsa çevre kendisini ı | ı 96 1 yeniliyor" diye düşünülüyordu herhalde. Ancak, kirlilik öyle boyutlara geldi ki, doğa kendisini kurtarabilmek için yavaş yavaş insanoğlunu tehdit etmeye başladı. Artık "çevre"mizi de düşünmenin zamanı gelmiş, hatta geçiyordu bile. Yukarıda açıklandığı üzere, "kalite"yi sağlayarak müşteriyi tatmin ederken, üretimimizi çevreyi kirletmeden yapmanın yollarını bulmalıydık. İşte bu noktada ISO 14000 Çevre Yönetim Sistemi ile tanıştık. Kuruluşun çevre boyutlarını analiz ederek konuyu ele almaya başlayan bu sistem, çevre üzerinde oluşabilecek risklerin ortadan kaldırılması veya azaltılmasına yönelik düzeltici, iyileştirici ve önleyici faaliyetlerin yönetimini kapsamaktadır. Hatta bunu da aşarak, "acil durum planlaması" faaliyetlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesini de içermektedir. Hedef, mavi gökyüzü, temiz toprak ve içilebilir su ortamında, yaşayan ağaçlar ve yaşayan kuşlar arasında bu üretimi gerçekleştirmektir. İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ Artık sadece üründe istenilen kaliteyi üreterek ve çevreye, ihtiyaç duyulan koruyucu yaklaşımı göstererek işin içinden çıkamadığımız bir ortama girdik. Buraya kadar önemli bir unsuru unuttuk; çalışan insanı "Farkı, insanın yarattığını" zaman içerisinde öğrendik. Son yıllarda artan ve hatta "imhacı" bir hale dönüşen rekabet koşullarına bağlı olarak işletmeler, pazardaki güçlerini, sadece isimleri ve imajları ile arttıramayacaklarını acı deneyimler sonucunda açıkça anlamışlardır. Bu tür baskılar altındayken de organizasyonların, katma değeri ortada açıkça ve doğrudan görünmeyen sağlık ve güvenlik gibi bazı konulara yatırım yapmak istememelerinin nedenlerini anlamak pek de o kadar zor değildir. Bunun yanı sıra, sağlık ve güvenlik konularını biraz daha inceleyince, bu tür kuruluşların aslında hiç de gerçekçi olmayan ekonomilerle uğraştıkları görülür. "İnsan"ı ilgilendiren aktivite ve faaliyetlerin son 30-40 yılda çok hızlı bir değişime girdiğini ve hatta bu değişimlerin son 10 yılda giderek arttığına şahit oluyoruz. Her şeyden önemlisi, kuruluşlar sağlık ve güvenlik konularına yatırım yapmanın sadece maliyetlerini azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda rekabet ortamında iş verimliliklerini arttırdıklarını görerek bu konuya gereken önemi vermeye başlamışlardır. Sağlık ve güvenlik yönetim sistemi ile çalışmanın asıl kazancının fınansal boyutu anlatılmakla beraber, insani boyutunun büyüklüğü ve etkisi hiçbir zaman unutulmamalıdır. Doğaldır ki, çekilen acının, üzüntünün ve kederin maliyeti finansal olarak ifade edilemez. Uzuv kaybı veya ölümle sonuçlanan bir kazada geriye dönüş olmadığı gibi "keşke..." demek için artık çok geçtir. Aslında her kaza "geliyorum" demektedir. Araştırmalar, ölümcül bir kazanın altında büyük bir buzdağının bulunduğunu göstermektedir. Böyle bir kazanın öncesinde, 30 iş kaybına yol açan veya tıbbi müdahale gerektiren kaza, 300 kayıtlara geçen kaza ve 300 000 ucuz atlatma veya güvensiz hareket bulunmaktadır. Halen iş güvenliği konusunda uluslar arası düzeyde kabul gören üçüncü taraf belgelendirmeye esas bir standart mevcut değildir. Belgelendirme kuruluşlarının yayınladıkları standartlar vardır. Bu standartlar yayınlanmadan önce, BS S800 esas alınarak belgelendirmeler gerçekleştirilmiştir. Bu tür belgelendirmenin en yüksek yararı, risklerin azaltılmasının yanı sıra, çalışanların motivasyonunun arttırılması ve iş performansındaki artıştır. Pazardaki güvenilirlik imajı, ayrıca olumlu etkilerden birisidir. AHLAKLI ÇALIŞMA KURALLARI 2O.yüzyılın sonlarında, iş dünyası yepyeni bir standart ile tanıştı. Kalite ile başlayan (ISO 9000), çevre ile devam eden (ISO 14 000) ve işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili konuları kapsamaya başlayan standartlar zinciri, uluslar arası ahlaklı çalışma koşullarının belirlenmesi ile tamamlanıyor (SA8000). Bu standardın içeriğini gözden geçirdiğimizde, belki de en önce düşünülmesi gereken konuların gündeme gelmesi, en sona kaldı diye düşünmeden edemiyoruz. Çalışma standartları ve çalışma hakları, yüzyılın başından beri, başta hukuk olmak üzere birçok disiplinin konusu olmuştur. Günümüzde, özellikle Avrupalı ve Amerikalı tüketici için, kullandığı ürünün hangi koşullarda üretildiği artık çok önemli bir seçim kriteri olmaya başlamıştır. 9O'lı yıllarda çok sayıda firma çalışanlarını sömürdüğüne veya çocuk işçi çalıştırdığına dair verilerin basına yansımasıyla ciddi oranda pazar payı kaybetmektedir. Sivil örgütler, tüketici ve basın tarafından gelen bu taze ve güçlü baskı, sadece firmaların kendi bünyesinde değil, firmanın işbirliği yaptığı bütün üretim zincirini kapsamaktadır. Gelişmiş ülkenin büyük firması, ucuz işçilik gibi sebeplerle üretimini üçüncü dünya ülkelerine kaydırırken, iş zincirindeki bütün firmaların çalışma koşullarının sorumluluğunu da, bu yeni güç sayesinde üstlenmek zorunda kalmıştır. İşte bu noktada, iş dünyası, uluslar arası kabul edilebilir ahlaklı çalışma düzeyini belirleyecek bir standarda ihtiyaç duymuştur. Bu ise SA 8000 standardının ortaya çıkmasını sağlamıştır. SA 8000'in temel amacı, "çalışan haklarını küresel olarak iyileştirmek"tir. Uluslar arası kabul görmüş standartlar dilinde ve bütün sektörleri kapsamak üzere kaleme alınmıştır. Standart, sekiz hassas sosyal konuya değinmekte ve bu öngörmektedir. Bu sekiz konu, ana başlıkları ile; 97 sekiz konuyu yönetmek üzere bir sistem kurulmasını -Çocuk işçiler -Zorla çalıştırma -İşçi sağlığı ve iş güvenliği -Sendikal haklar -Ayrımcılık -Disiplin etkinlikleri -Çalışma saatleri -Maaşlar • t SA 8000 standardı, hızla uluslar arası bir karakter kazanmış ve uygulanmaya başlamıştır. Bir yönetim sisteminin temel yapısı, kazaen veya tesadüfen oluşamaz. Büyük bir çalışmayı, yaygınlaştırmayı ve köklü bir gelişmeyi içerir. Artık üretirken, kaliteyi sağlamamızın yanı sıra, çevremizi ve çalışanlanmız ile ahlaklı çalışma ilkelerini göz ardı edemeyceğimiz açıktır. 98 TÜRKİYE'DE ÜRÜN VE SİSTEM BELGELEME 1. GİRİŞ "Ürün" Belgeleme ile "Sistem" belgeleme farklı kavramlardır. Tarihsel gelişim sürecine bakıldığında bunun nedeni anlaşılır. Günümüzde TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ (TYK) olarak adlandırılan yaklaşım aslında yeni olmayıp sadece kavram netleştirilmesi ve dil birliği sağlanması amacıyla yeni bir makyajla sunulmakta olan bir dizi yönetim sürecinin toplamıdır. Sistemsel bir yaklaşımı içeren bu tarz yönetimin ahlaki açıdan da bilimsel açıdan da doğru uygulanmış ileri aşamalarında klasik yönetim piramidi tersine dönmekte ve gerçekten "kendi kendini yönetme" olgusu toplumun üstün çıkarlarını da gözeten bir şekilde gerçekleşmektedir. "Sistem"i belgelendirme ihtiyacı ise bu "doğruluk" kavramının genel kabul görmüş bir yöntemle tescilini ifade eder. TKY'nin altında ürün ve hizmetlere ilişkin bir varsayım yatar. O da işini severek ve içtenlikle benimseyerek yapan insanların yaptığı her işin, dolayısıyla da ürettiği her ürün ve hizmetin kaliteli yani "iyi ve doğru, güvenilir" olacağı varsayımdır. "Ürün" belgelendirilmesi de bu olgunun genel kabul gören bir yöntemle tescilidir. Özetlersek, ÜRÜN KALİTESİ: • Şartname ve Standartlara Uygunluğu *Ürünün Teknik Performans Parametrelerinin •Kullanılan Malzemelerin Özelliklerinin *Çok Karmaşık Nitelikler Taşıyan Ürünlerde Özel Şartlar (Örnek Savunma Sanayiii) *Uyumun Değerlendirilmesi •Belgelendirme (Sertifikasyon) *Eşkredilendirme (Akreditasyon) Standartlara bağlanmış bir KALİTE YÖNETİM SİSTEMİ ise: *Mevcut ile Standart arasındaki Uyumun Değerlendirilmesi •Belgelendirme (Sertifikasyon) *Eşkredilendirme (Akreditasyon) Burada söz konusu olan İLKE şudur. "DENETİM /ONAY BAĞIMSIZ ERK TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLMELİDİR." İşbu nedenle otorite niteliğinde bir "Yetkin" kurum gereklidir. Burada bir parantez açarak ülkemizdeki durumu ele alalım. Ülkemizdeki kalite sorunları çok ve kapsamlı olmasına rağmen bizim deneyim ve inancımız bunların çözümünün, doğru teşhisler ve yaklaşımlar yürekten benimsendiğinde, hiç de zor olmadığı ancak biraz zaman aldığı doğrultusundadır. "Önce İnsan" geldiğini kabul etmeliyiz. O zaman sosyolog Sayın Emre Kongar'ın ülkemiz insanını dünyadaki diğer insanlardan bugün için farklı kılan bir özelliği ile yüzleşmek zorundayız. Bunun adı "Güven Bunalımı" dır. İnsanlarımızın içinde büyümüş olan korkular "özgüven" zayıflatmakta hatta yok etmektedir. Yönetim uzmanlarımızdan Sayın Tınaz Titiz'in de sık sık belirttiği gibi bu "korku" insanları ezberciliğe ve körü körüne taklitçiliğe sığınmaya itmektedir. Özgüveni zayıf kişiler başkalarına da güven duymaz ve ilgi göstermez. Böyle olunca da genel bir sevgisizlik ve şefkate susamışlık kendini belli eder. Psikolog Sayın Acar Baltaş bu durumda insanlarımızın "alıngan" ve "dayatmacı" davranışlarda bulunarak ve herhangi bir öneri getirmeksizin "eleştirici" davranarak ki bu çok kolaydır, kendini güçlü ve iyi hissetmeye çabaladığının altını çizer. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Arif Verimli de bir gazeteye bundan 5-6 yıl önce verdiği bir beyanatta ülkemiz nüfusunun % 17'sinin bu tip hastalıklar nedeniyle yatarak tedavi görmek durumunda kaldığını belirtmiştir. Bence, bu doğru ise, yaklaşık 2 katı insanın da marjinal konumda olduğunu varsaymak pek yanlış olmayacaktır. O zaman nüfusun % 50 sinden fazlasının iç dünyasında ciddi sorunları var demek pek yanlış sayılmaz. Büyük deprem ile de bu eminim ki çok daha fazlalaştı. Bu verilerle son 10 yılda biyoloji, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve telekomünikasyon dallarındaki müthiş bilgi patlamasının verilerini birleştirdiğimiz zaman yönetim anlayışımızın değişmesi gerektiği gözükmektedir. İnsanların ruh sağlığının iyileşebilmesi için kendi sağlığına özen göstermesi, çalışması ve işini zevkle severek yapması özendirilmelidir. Bunun için ikna edici, bilinçlendirici. sosyalleştirici eğitimler katılımcı, paylaşımcı, hoşgörülü ve anlayışlı bir ortamda gerçekleştirilmelidir. "Kalite Yolculuğu" dediğimiz işte 99 bugünkü kuralcı, emredici, dayatmacı yönetim ortamından tanımladığımız gibi bir ortama geçiş sürecidir. Bu işi gerçekten büyük bir başarı ve kazançlarla 1986-96 arasında gerçekleştirmiş bir sanayi şirketi örneği gerek o tarihler arasındaki Sanayi Kongrelerinde gerekse 4-7 Haziran 1995 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen 9'uncu Dünya Verimlilik Kongresinde bildirilerle tarafımdan anlatılmıştır. Son söz: Deprem bölgesindeki bu şirketin çalışanlarının deprem sonrasında büyük bir hızla gerçekleştirdiği organizasyonlarla (ki 5 yıldır buna hazırlanıyorlardı) dayanışması yörede hayranlık uyandırdı. Ama en önemlisi bu dayanışmanın o şirket çalışanlarının yaşam kalitesine olan elle tutulur somut katkısıydı. "Kalite Yolculuklarf'nın meyvelerinden birini toplamışlardı. TANIMLAR •ÜRÜN: Üretilen mal (yazılım veya donanım olabilir) veya hizmettir. *SİSTEM : Belirli bir faaliyetten istenen sonucun alınabilmesi için gerek duyulan ve birbirleriyle ilişkili birden fazla sürecin işlevsel bir paket halinde düzenlenmesidir. *BELGELEME: Birinci partide mevcut bir ürün veya sistemin belirli bir standarda uyumunun denetlenmesi ve değerlendirilmesi sonucunda, yetkilendirilmiş yetkin bir üçüncü parti kurum veya kuruluşça, bulguların önceden istenen düzeyde olduğunun topluma (ikinci parti) bildirimi amacıyla, yazılı belge düzenlenerek güvence verilmesidir. *EŞKRELENDİRME: Bir kurum veya bireyin niteliklerinin güvenilir olduğunun yetkin bir kurum tarafından onaylanması, kabul edilmesi ya da standart olarak tanımlanmasıdır. GÜNCEL DURUM ÜRÜN BELGELEME •Gönüllü *Zorunlu •Yasal •Yasal gibi (Örneğin anlaşmalar gereği) •AT Yönergeleri doğrultusunda belirlenmiş bazı ürünlerde ilgili ulusal ve uluslar arası sağlık ve iş güvenliği standartlarına uyumun test edilerek denetim ve onayını kapsayan CE (Avrupa'ya uyum) markalaması •Avrupa dışında, NATO bünyesinde STANAG •Şartnamelere göre •Standartlara göre ÜRÜN BELGELEME •UYUMUN DERECELENDİRİLMESİ (Assessment): •Örnek almak •Test etmek •Kontrol etmek •Değerlendirmek •Doğrulamak •Uyumun güvencesi •Tedarikçinin ifadesi •Belgelendirme •Kayıt olmak •Eşkredilendirmek •Onaylanmak •Bunların bileşimleri ÜRÜN BELGEME •UYUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ (Evaluation) Bir ürünün, sürecin veya hizmetin öngörülmüş şartları ne oranda karşılayabildiğinin sistematik bir şekilde incelenmesi •TEST: Öngörülmüş bir yönteme uyum açısından, belirli bir ürün, süreç veya hizmetin bir veya birden çok özelliğinin belirlenmesi için yapılan teknik işlem •İNCELEME (İnspection): Gereğine göre ölçüm, test, metroloji gibi yöntemlerle desteklenmiş gözlem ve yargılarla gerçekleştirilen bir uyum değerlendirilmesi 100 , j >. ÜRÜN BELGELEME *Uyumu derecelendiren kurum T e s t edici laboratuar: Bir veya daha çok sayıda testi yapabilen laboratuar. •İNCELEMEYİ YAPAN KURUM ÜRÜN BELGELEME *Eşkredilendirme: Yetkin bir kurumun bir kişi veya kuruluşun belirli işleri yapacak yetkinlikte olduğunu resmen kabul edebilmek için uyguladığı yöntem *DUYUM (Notification): Uyum derecelendirme şartlarını, AT direktiflerinde yer aldığı şekli ile, yerine getirecek bir belgelendirme kuruluşunun bir ulusal EEA otoritesi tarafından belirtilmesi Eşkredilendirme Avrupa (Cen) Std. Uluslar arası Iso/Casco »Laboratuarlar EN 45001 (Genel nitelikte, kalibrasyon ve test in) •İnceleyici Kurum EN 45004 (İnceleyici kurumların işletim kriterleri) •Ürünler EN 45011 (Ürün belgelendirme kurumları hk. Genel kriterler) •Kalite Yönetim Sistemleri EN 45012 (Kalite sistemi belgelendirme kurumlan hk.krterler) •Çalışanlar EN 45013 (Bireylerin belgelendirilmesini yapan kurum kriterleri) ISO/IEC Guide25 ISO/IEC Guide 39 ISO/IEC Guide 65 ISO/IEC Guide 62 ÜRÜN BELGELEME *TASARIM AŞAMASI •Prototip testi •Teknik dokümantasyonun irdelenmesi •Kalite Sisteminin derecelendirilmesi *ÜRETtM AŞAMASI •Kontrollar •Noktasal testler •Kalite Sisteminin derecelendirilmesi (ISO 9000 ve ASQC gibi) SİSTEM BELGEME •Genel •Ortak kural ve yöntemlerin benimsenmesi •Kurumun kendi kendini değerlendirmesi •Yetkin bir derecelendirme kurumunun söz konusu kurumu dışarıdan denetlemesi •Sonucun ilgililere yazılı belge ile bildirilmesi •Gönüllü (Örneğin ISO 9000, "Üçlü Sorumluluk-Responsible Çare") •Zorunlu •Yasal •Yasal gibi (Sektörel anlaşmalar örneğin otomotivdeki QS 9000) •Standartlara göre •Şartnamelere göre GELECEĞE BAKIŞ ÜRÜN BELGELEME Eskiden ürünlerin istenen nitelikte olup olmadığı ulusal şartlara uygunluğa göre kararlaştırılır idi. Şimdi bir Kalite Sistemi bütünlüğü ile ele alınıyor. 1 Avrupa içindeki kural ve yöntemlerde birlikteliği sağlamak (CE markalama ile oldu sayılır) 101 2. 3. Başka kıtalardaki belgelendirmeleri tanımak (güncel uğraşı) Dünya çapında yönergeleri birbiri ile uyumlu bütünsel şekle getirmek (hedef) SİSTEM BELGELEME Önümüzdeki dönemde çeşitli sistem belgelendirmelerinde iki eğilim dikkat çekmektedir. Birinde sektörel bazlı gönüllü standartlar (otomotivdeki QS-9000 ve Kimya Sanayiindeki Üçlü Sorumluluk (Responsible Çare) gibi ve yine bunlara bağlı olarak kendi kendini derecelendirmeler görülürken, ikincisinde kuruluş-içi yönetim sistemlerinin bütünselleştirilerek entegre bir belgelendirmeye gidilmesi olgusu söz konusudur. Örneğin, ISO 9000'in 2000 yılında çıkması beklenen revizyonunda çevre ve işçi sağlığı yönetim sistemleri ile ortak niteliklerin çoğaltıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca "Toplumsal Sorumluluk" SA 8000 ile de insan ile sistemler bütünleştirilmektedir. Böylece, gizli gümrük duvarları oluşturan standartlar, erken ve içten davranmayı bilenler için kaleyi İçerden fethetme olanağı da yaratmaktadır. Dikkat çeken bir diğer akım ise, hizmet sektörlerinde KALİTE SİSTEMLERİ yaklaşımına olan ciddi ilginin giderek artmakta oluşudur. Örnekler; • • • • • • • Tıp Eğitim Sigorta Hazır yemek Bankalar Nakliye Diğerleri SONUÇ Özellikle 17 Ağustos Depremi sonrasında, toplumsal çıkarın önemini kavrayan daha çok sayıda Türk insanının gücünü sivil toplum örgütlerinde odaklayarak sosyal sorumluluk kavramını her tür plan, program ve faaliyette daha etkin kılması çok kuvvetli bir olasılıktır. Bu etkilerin, öncelikle, mimari tasarım ve yapılanma ile sağlık ve acil durumlara hazırlıklı olma konularında görüleceği beklenebilir. Ürün ve hizmetlerde de bu eğilimlerin yansımaları ve etkileri devam edecek ve küreselleşecektir. Dolayısıyla, pazarlama ve ticarette, yetkin üçüncü partilerin vereceği güvence değerini arttırarak koruyacaktır. Danışmanlar, laboratuarlar ve belgelendirme kuruluşlarında iş sahaları genişlemeye devam edecektir. Daha iyiyi getireceğine inanılan olumlu rekabette şu unsurlar rol oynayacaktır. Coğrafya (Küresel, yöresel, ulusal, yerel) İş sektörleri (Tüketici, sanayi, kıyıötesi vb.) Ürün kategorileri (Tıbbi, mekanik vb.) Teknoloji (Malzeme, mekanik, elektronik vb.) Belgelendirme sistematiği (Küresel, sınıfsal, ulusal vb.) Karmaşıklığı (Yalın,büyük sistem, vb.) Kritiktik derecesi (Hatanın olası sonucu) Kapsamı (Kullanışlı, güvenli oluşu vb.) Yarattığı katma değer (Yetkinlik, sigorta, imaj, pazar payı vb.) Öngörem ediklerim iz Türkiye'de Kalite Kurumsallaşması ve Politikalar konuların' ele aldığımızda "Önce İnsan" inancını pekiştiren yerel ve ulusal uygulamalar ile bir Ulusal Yüksek Akreditasyon Kurulunun oluşumunu önemsediğimizi vurgulamalıyız. 102 KAYNAKÇA 1. CE işareti "İhracatta pasaport" CE Consultancy Europe Euracon 2. Kalite ve Akreditasyon Milli Konseyi 25.02.1997 tarih ve 95183 sayılı yazısı. 3. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı "Dış Ticaret Yönüyle Gümrük Birliği El Kitabı 4. 9.ncu Dünya Verimlilik Kongresi, İstanbul 4-7 Haziran 1995 Bildirileri (MPM) 5. Det Noske Veritas "Ürün Belgelendirme" Notları, 1999 6. Bureau Veritas Quality International Tanıtım Semineri Notları, 3/1999 7. Koçel, Tamer İŞLETME YÖNETİCİLİĞİ, YÖNETİCİ GELİŞTİRME ORGANİZASYON VE DAVRANIŞ, İstanbul Üniversitesi İİE yayın 101, İstanbul 1984 8. Kongar, Emre 21 .nci yüzyılda Türkiye İstanbul 1998 9. Titiz, Tınaz BEYAZ NOKTA Çalışmalan ve Hürriyet İnsan Kaynakları Eki yazıları 10. Baltaş, Acar Hürriyet Gazetesi İnsan Kaynaklan Eki köşe yazılan 103 MESLEK KURULUŞLARI VE KALİTE Dr. İrfan YAZMAN I- MESLEK KURULUŞLARI Meslek kuruluşları neredeyse meslekler kadar eskidir denilebilir. Ortaya çıkışlarında ve gelişmelerinde içe ve dışa dönük çeşitli etkenler rol oynamıştır: - Meslek mensupları arasında dayanışma - Ortak ihtiyaçların karşılanması - Üretici-tüketici arasındaki çıkar çatışmasında dengenin kurulması - Tüketiciye kaliteli ürün sunulması - Ücret veya fiyat tarifelerinin tespit edilmesi - Mesleğin öğrenilmesi, öğretilmesi ve icrasının kurallara bağlanması - Ehliyet ve belgelerin düzenlenmesi - Meslek mensuplarının bir sicilinin tutulması - Haksız rekabete karşı korunma - Mesleğin saygınlığının korunması - Örgüt içi disiplinin sağlanması Siyasal iktidarlar dahil çeşitli çıkar gruplarına karşı ortak çıkarların korunması ve savunulması; bir baskı grubu olarak hareket edilmesi - Örgüt üyelerine hizmet sunulması gibi. Yukarıdaki etkenler örnek olsun diye sıralanmıştır. Bunların hepsinin eşzamanlı ortaya çıktığı söylenemeyeceği gibi, sayıları da zaman zaman çoğalma veya azalma gösterebilir. Bunlarla meslek kuruluşlarının görevleri arasında bir paralellik vardır. , f i / Meslek kuruluşları hemen her toplumda önce geleneksel olarak karşımıza çıkar. (x) Giderek yasama organlarının ilgisini çeker ve hukuksal düzenlemelere konu olurlar. Roma Hukuku'ndan beri hukukçuların terk etmediği bir ayırım vardır: kamu hukuku - özel hukuk ayrımı. Meslek kuruluşları da hukukun bu her iki kesiminde karşımıza çıkar: kamu hukuku tüzel kişisi ve özel hukuk tüzel kişisi olarak. Eğilim gene de birinciden yanadır, hele zorunlu üyelik söz konusu olunca. Üyeliğin zorunlu olmadığı özel hukuk tüzel kişisi olarak örgütlenmiş meslek kuruluşlarına örnek olarak, giderek sayılan artan sanayici ve işadamları dernekleri gösterilebilir. Kişiler topluluğu olarak örgütlenme için hukukun öngördüğü olağan tip dernek olmakla beraber, son yıllarda bu amaçla vakıf olarak da örgütlenildiğine sıkça rastlanmaktadır. Bu sonuncu sunun nedenleri ve meşruiyeti üzerinde ayrıca durulmaya değer. İşçi ve işveren sendikaları ve üst kuruluşları (Konfederasyonları) da gönüllü üyelik esasına dayalı özel hukuk tüzel kişileridir; özel bir yasa olan Sendikalar Kanunu'na tabi olmakla beraber, bunlara bazı hallerde Medeni Kanun ve Dernekler Kanunu da uygulanabilir. ı / "Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları" Anayasamız'a göre (m. 135), "kanunla kurulan ... kamu tüzel kişilikleridir." Gene Anayasa m. 123 f.3 gereğince "Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur." i i ı i I Anayasa tarafından verilen bu yetki yasa koyucu tarafından zaman zaman kullanılmış ve çıkarılan özel yasalarla çok sayıda meslek kuruluşu kurulmuştur. Yasa düzeyindeki bu düzenleme yapılırken bir yandan ekonomideki klasik sektörler ayırımından hareket edildiği görülür: ziraat odaları, sanayi odaları, ticaret odaları, esnaf ve sanatkar odaları ve bunların üst kuruluşlarında olduğu gibi. Öte yandan hizmetler kesiminde öne çıkan belli başlı akademik mesleklerin de (bir başka adlandırmayla, serbest mesleklerin de) bu düzenlemede etkili olduğu gözlemlenir: tabip odaları, barolar, mimar ve mühendis odaları, eczacılar, noterler, serbest muhasebeci ve mali müşavirler, yeminli mali müşavirler ve daha başka meslek mensuplarının oda ve üst kuruluşları örneklerinde olduğu gibi. (x) Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait ahilik, ftilüvvet. lonca ve gedik kavram ve kurumlan tarihimizden verilebilecek örneklerdir. 104 , j Bu örneklerin hepsinde gözlemlenen ortak bir olgu da, gerek mesleklerin icrasında, gerek meslek kuruluşlarının faaliyetinde, kamu yararının ve kamu hizmeti karakterinin kendini belli etmesidir. Meslek kuruluşlarının kendi kuruluş yasalarında bunların görevleri ayrı ayrı ve bazen çok ayrıntıya iner biçimde sayılmıştır. Bu görevleri tüm meslek kuruluşları için geçerli olmak üzere 3 ana başlık altında toplamak mümkündür. 1. Kamu Erkinin Kullanılmasına İlişkin Görevler : Örneğin; zorunlu üyelik, belge düzenleme yetkisi, bazı sicillerin tutulması yetkisi, bunlarla ilgili kayıt, aidat vb. ücretleri tahsil yetkisi, meslek eğitimini düzenleme" yetkisi, meslekle ilgili ehliyet, ruhsat, unvan vb tevcihi, sınav ve belgeleme yetkisi, uzlaşma/tahkim yetkileri gibi. Çağdaş toplumlarda meslek kuruluşları kamu erkini özerk birer yönetim olarak kullanırlar. Devletin veya idarenin bunlar üzerindeki vesayeti asgari düzeydedir. 2. Temsil Ettiği Topluluğun Başka Bir Deyişle, Üyelerinin, çıkarlarını Temsil Etmek Görevi: Bu görevler, toplumsal yaşamın her alanında söz konusudur. Örneğin, yargı önünde üyelerini temsil, yasaların oluşumuna katılım, parlamentolarda lobicilik, idare karşısında temsil ettiği kitlenin çıkarlarını savunmak, hükümetlerin ekonomik ve sosyal politikalarının oluşumuna katkıda bulunmak ve ağırlığını koymak gibi. Kısaca bir çıkar grubu veya baskı grubu olarak hareket etmek. Bu hareketin çevresi ulusal devletle, merkezi ve yerel yönetimlerle sınırlı olmayıp, uluslararası alanı da kapsar genişliktedir. Uluslararası ilişkileri de içerir. 3. Üyelerine Hizmet Sunma Görevi: Örneğin; üyelerinin bilgiye ulaşmalarını kolaylaştırmak; mesleki ^ilgiler, meslek eğitimi, meslekte ilerleme eğitimi, danışmanlık hizmetleri sunmak; üyelerini teşvik edici ve destekleyici yardımcı kuruluşlar kurmak ve işletmek gibi. Yukarıda üç başlık altında özetlenen görev gruplarının hepsi de ayrı ayrı önemlidir. Sonuncu gruba giren hizmetlerin daha da geliştirilmeye muhtaç olduğu gözlemlenmekte ve üyelerin meslek kuruluşlarından beklentileri olarak, alan araştırmalarınca da doğrulanmaktadır. Bunlar arasında da özel bir önem taşıyan görev, üyelere sunulması gereken danışmanlık hizmetleridir. İşte kalite kavramı, kalite yönetimi ve toplam kalite yönetimi kavramları bu alanda yer alır. II. KALİTE İnceleme konumuz açısından kalite, bir üründe bulunması veya bulunmaması gereken niteliklerdir. Bu niteliklerin bir kısmı objektif olarak ölçülmeye elverişli iken, diğer bir kısmı sübjektif değer yargıları ile ölçülmeye elverişlidir. Dolayısıyla kalite kavramı bileşik bir kavramdır. Belirleyici olan da, ürünün, yani bir mal veya hizmetin, alıcısı yahut tüketicisi dediğimiz kişinin sübjektif beğenisi ve tatminidir. Çeşitli dillerdeki, "müşteri kıraldır," "müşteri velü nimetimdir" türü sözler buna işaret eder. Objektif nitelikler, norm veya standartlara kolayca bağlanabilirken, sübjektif olanlarda bu iş daha zordur. İşte bu yüzden günümüzde "kalite-yönetimi" veya "toplam kalite yönetimi" kavramları sıkça duyulur olmuştur. Duyulmakla da kalmayıp, günlük yaşamamıza girmiştir. Yüksek kaliteli mal ve hizmet üretmek, bu ürünlerin kalitesini kontrol etmek ve güvence altına almak, günümüze ait bir buluş da değildir. Her meslekte, mesleki eğitim, bilgi, beceri, ehliyet ve deneyime verilen önem, aynı zamanda kaliteye verilen önemin de bir göstergesi olmuştur. Bu, kalite kavramının meslek mensubuna ve ürüne dönük yüzüdür. Oysa kalite kavramının bir de ürünün alıcısına veya tüketicisine, kısaca "müşteri"ye dönük yüzü vardır. Müşterinin bütün taleplerini ve beklentilerini karşılayan yüksek kaliteli bir üründen söz edebilmek için, sadece imal edilen ürüne dönük kalite kriterlerini uygulamak yeterli değildir. Bir de müşteriye dönüp bakmak lazımdır. Kalitenin ölçülmesi, daha müşteri ile ilk temastan başlar ve üretimin ve işletmenin tüm basamakları boyunca sürer ve teslimden sonra da müşteri hizmeti olarak devam eder. O halde kalite anlayışı, patrondan başlayarak, işletmenin tüm çalışanları için bir yükümlülük olarak karşımıza çıkar. Bu anlamda kalite, aynı zamanda çok geniş kapsamlı bir yönetim görevidir. İşte yeni olan da budur: sipariş öncesinden teslim sonrasına kadar "kalite yönetiminin" hakim olduğu bir üretim süreci. Bu anlayış, işletmenin tüm çalışanlarında bir "zihniyet değişikliği" gerektirir. Bir işletmede böyle bir kalite yönetiminin oluşturulmasına yardımcı olmak için DIN/EN/ISO 9000 v.b. gibi standartlar vardır. Standartların bir yararı da, böyle bir sistemi objektif olarak denetlenebilir kılmaktır. Bu da, böyle bir "belge"ye itimat eden müşteri için bir güvencedir. 105 Kalite, rekabetin güvence altına alındığı piyasa ekonomisinde önem taşır. Tekelleşmenin olduğu yerde kalite ihmale uğrar. "Sadece müşteri kalite hakkında hüküm verebilir" sözü, pazar ekonomisinin belki de demokratik boyutuna işaret eder. III. ÖZELLİKLE ESNAF - SANATKAR VE KOBİLER AÇISINDAN MESLEK KURULUŞLARI VE KALİTE İLİŞKİSİ Yukarıda 1 no.lu başlık altında, meslek kuruluşlarının üyelere hizmet sunma görevleri arasında danışmanlık hizmetlerinin özel bir önem taşıdığı ve kalite kavramının da burada yer aldığı belirtilmişti. (x) Esnaf-sanatkar işletmeleri ve KOBİ'ler ISO 9000 ve kalite yönetimi kavramlarını hala şüpheyle karşılamaktadırlar. Kalite yönetiminin kurulması ve uygulanması bu işletmeler için büyük güçlüklerin aşılması demektir. Oysa piyasa koşulları ve ana sanayi-yan sanayi ilişkisi giderek zincirleme olarak küçük işletmelerin de ISO 9000'e uygun kalite yönetim sistemini belgelemelerini gerekli kılmaktadır. Küçük işletmeler kalite yönetimi sistemlerinin bir ,moda hatta bir dayatma olduğuna inanmakta, bunun gereklerini zaten yerine getirdiklerini iddia etmekte ve böyle bir belgenin alınması için harcanacak para ~ ve zamana yazık olacağını düşünmektedirler. Bu düşünce tarzında gözden kaçan şudur: kalite yönetimi sistemi deyince, sadece ürünün veya onun imal edildiği yerin kalitesi anlaşılmamalıdır. Piyasaya kötü kalite! ürün süren zaten er veya geç pazardan silinmeye mahkumdur. Kalite yönetimi sisteminin uygulanmasında ise, bir yandan işletmedeki iş akışının optimal hale getirilmesi, bir yandan çalışanlar ve müşterilerle işbirliği ve bütün bunların bütün çalışanlar tarafından tüm işletme, büro, atölye, şantiye ve işletme dışı hizmetlere aktarılması söz konusudur: - İşin teslim vadesi çok uzunsa ve ekonomik değilse, atölyenin tam kapasite çalışması neye yarar? - Montaj sırasında, şantiyede veya müşteri nezdinde imalat hataları ortaya çıkacak olduktan sonra, atölyenin yüksek prodüktivitesi neye yarar? - Ustanın çok iddialı oluşu, yanında çalışanlar tarafından ürüne yansıtılamıyorsa neye yarar? - Müşteri bir daha gelmiyorsa ve potansiyel müşteriler de kaçırılıyorsa, müşterinin siparişi neye yarar? - Çalışanların sayısının düşük tutulması, işyeri sahibi ustanın, zaman baskısı altmda kaçanı kovalar tempoda önemli görevler altında ezilmesi ve hiç zamanının olmaması sonucunu doğruyorsa, neye yarar? Sırf zaman kazanmak için önceden ayrıntılı bir plan yapmaktan vazgeçmek, atölyede habire doğaçlama üretim yapılması ve hataların düzeltilmesi için zaman israf edilmesi halinde, neye yarar? Esnaf sanatkar da ömür boyu öğrenmek zorundadır: İşletme nasıl doğru yönetilir? Müşteriye doğru dürüst muamele nasıl yapılır? Personelden daha iyi nasıl yararlanılır? Daha verimli nasıl çalışılır? Kalite yönetim sistemi, bu açıdan bakıldığında, bir işletme yönetimi vasıtasıdır. Bugün ISO 9000 ihtiyari bir norm da olsa, ana sanayi yan sanayi ilişkisi içinde birincilerden gelecek talep ve beklentiler veya kamu ihalelerinin şartnameleri v.b. giderek bu normun uygulanmasını zorunlu hale getirebilirler. ISO 9000 normundan, işletmenin tüm birimlerini ve tüm çalışanlarını kapsayan bir toplam kalite yönetimine geçiş kolay değildir. Ama küçük işletmeler bu konuda büyük avantaja sahiptirler: karar alma ve bilgi ileti simin deki sürat, iş akışı ve personel üzerinde kolayca bir toplu bakışa sahip olma imkanı gibi. (x)Bu konuda fazla bilgi için bakınız: 1.) "Türkiye'de Esnaf Santakar ve KOBİ'leri Temsil Eden Meslek Kuruluşları İçin Yeni Bir Görev: Örgütlenmiş Danışmanlık Hizmetleri", Yayına Hazırlayan Dr.İrfan YAZMAN, TES-AR Yayınları No:24, Ankara 1998 2.) "Kalite ve Standartların Esnaf-Sanatkar Açısından Önemi", Yayına Hazırlayan:Dr.İrfan YAZMAN, TES-AR Yayınları No:25 Ankara 1998 106 Küçük işletmeler, kendi üstlerine uygun elbise gibi sistemler geliştirebilirler. Bürokrasiye boğulmadan, işletmedeki iş akışının kalite bakımından önem taşıyan kesimleri üzerine yoğunlaşma, ISO 9000 normlarına göre mümkündür. Bir esnaf-sanatkar işletmesinin veya KOBİ'nin toplam yeterliği, ürettiği ürünün ölçü alet ve vasıtaları ile kontrol edilebilen kalitesi tarafından belirlenmez. Belirleyici olan insan, teknik ve örgüt unsurlarının kalitesidir. Bunlar içinde de sonucu etkileyen insan unsurudur. Başarının anahtarı, işyerindeki çalışma atmosferinde (ekip çalışması, birimler ve fonksiyonlar arası iletişim) ve bireyin diğer bireylere, ürüne, işletmenin bütününe ve müşteriye bakış tarzında aranmalıdır. ISO 9000 normlarına göre bir kalite yönetimi sistemi, doğru anlaşıldığı ve doğru uygulandığı takdirde, bir işletmeye toplam kalite yönetiminin girmesi için en önemli katkıdır. "Kalitede" veya "kalitesizlikte" firmanın bütün birimlerindeki tüm yönetici kadrosunun ve tüm çalışanların payı vardır. Her birey kaliteyi kendi etki alanı içinde oluşturur ve bundan sorumludur. Bu kural, yönetim için olduğu gibi, satın alma, nakliye, pazarlama,geliştirme ve üretim/atölye için de geçerlidir. Zaman bakımından dar boğazlar ve sabırsızlık, esnaf-sanatkar işletmelerinde sürekli ve ödün vermeyen bir iyileştirme sürecinin, kalite yönetimi sistemi çerçevesinde adım adım kurulması karşısındaki engellerdir. Esnaf-sanatkar işletmeleri, problem çözer tarzda çalışmaya alışmışlardır ve dışarıdan gelen dayatmalara karşı koyarlar. Bu nedenle bir kalite yönetimi sisteminin aktarılması, esnaf-sanatkar zihniyetine ters düşer. Oysa uygulama göstermiştir ki, bu güçlük aşılabilince, başarı gelmektedir. En iyisi, işletmenin patronunun bu kalite yönetimi denilen sistemle yoğun bir biçimde meşgul olmasıdır. Bunun hedef ve amacını bir yönetim vasıtası olarak teşhis edince sıra kendi işletmesi için somut hedefleri formüle etmeye gelir. Ancak bundan sonradır ki, işletmeye yönetimi, çalışanları, sürekli ve inandırıcı bir ikna kampanyası ile motive edebilecektir. Esnaf-sanatkar kesiminde yöneticilerin görevi, biraz hayal gücü ve ince bir duyarlılıkla kalite düşüncesinin önünü açmaktır. Kalite, kafaların içinde yeşerir. İyi örnekler her zaman iyi sözlerden daha etkili olmuştur. O halde hedef, kaliteyi sözle değil, yaparak ve yaşayarak göstermek olmalıdır. Bugün Türkiye'de esnaf-sanatkar ve KOBİ'ler iki büyük kuruluşun çatısı altında toplanmışlardır. TESK ve TOBB. Esnaf ve sanatkar siciline kayıtlı olanların sayısı üç milyonun çok üzerindedir. Ticaret ve Sanayi Odalarının üye sayısı da 700.000'i aşmış olup bunların da % 90'dan fazlası KOBİ'lerdir. Küçük işetmelerin kalite konusunda bilgilendirilmeleri, konuyu benimsemeleri ve bu konuda mesafe almaları in mensup oldukları meslek kuruluşları yol gösterici olmalıdır. Bunun da yolu, meslek kuruluşlarının üyelerine danışmanlık hizmeti vermelerinden geçer. Meslek kuruluşlarının üyelerine hizmet sunma görevleri arasında danışmanlık başta gelir. Bir yanda danışmanlıkla görevli Devlet Kuruluşları, öte yanda özel danışmanlık firmaları bulunsa bile, meslek kuruluşlarının kendi bünyelerinde üyelerine hizmet vermek için danışmanlık birimleri de bulunmalıdır. Gelişmiş ülkelerde bu uygulama yaygındır. Esnaf -sanatkar kesiminde Federasyonlar düzeyinde daha çok teknik konularda, Birlikler düzeyinde daha çok işletme ekonomisi alanında danışmanlık birimleri kurulabilir ve uzmanlaşabilirler. İşletme ekonomisi alanına giren ve danışmanlık ihtiyacı duyulan konular özetle; -İşyeri kurma, devretme, devralma, tasfiye etme, -İşletme yönetimi, -Yatırım, finansman,kredi,teminat, teşvik, vergi,muhasebe, -İş hukuku, idare hukuku, mali hukuk, meslek eğitimi hukuku, -Pazarlama, ihracat, fuarcılık -Çevre koruma -Meslek eğitimi olarak sıralanabilirler. Teknik danışmanlık konuları ise: -İşyeri yerleşim planı, işyeri donanımı -Ulaşım ve taşımacılık -Kapasite planlaması 107 -İş güvenliği -Bakım, imalat teknikleri, malzeme bilgisi -Kalite yönetimi, güvencesi ve kontrolü, standartlar -Teknoloji transferi olarak sıralanabilirler. Ticaret ve sanayi kesiminde de büyücek odalar nezdinde danışmanlık birimleri örgütlenmelidir. Büyük işletmeler pek çok konuda olduğu gibi kalite konusunda da kendi başlarının çaresine bakabilmektedirler. Oysa Türk ekonomisi, esnaf-sanatkar ve KOBİ ağırlıklı bir yapıya sahiptir (% 98!), İşte bu işletmelere kalite konusunda kendi meslek kuruluşları yol gösterici olmalıdır. Bu danışmanlık hizmetinin kurulması ve işletilmesinde Devlet meslek kuruluşlarına destek verilmelidir. Gelişmiş ülkelerde yapılan da budur. Pazar ekonomisini uygulayan bütün ülkelerdeki ekonomik ve sosyal politikalar içerisinde KOBİ'leri teşvik politikası özel bir yere sahiptir. Pazar ekonomilerinde büyükler lehine bozulan dengenin, esnaf-sanatkar ve KOBİ'ler lehine düzeltilmesi, AB ülkeleri dahil, tüm ülkelerin ortak politikasıdır. Türkiye'nin de bu konuda farklı bir seçeneği yoktur. 108 TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİNİN KALİTE ALANINDA ÇALIŞMALARI İsmet ÖZTUNALI TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Özet: Bildiride, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ( TMMOB ) tanıtılmış, ürün ve hizmet kalitesi ile mühendis ve mimar eğitiminde kalite, yeterlilik ve yetkinlik alanlarındaki çalışmaları belirtilmiştir. GİRİŞ: Anayasamızın 135.Maddesi " ... belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbiriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ... " kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarım tanımlamaktadır. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) de bu madde kapsamına giren, 7303 sayılı Yasa, 66 ve 85 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameler ile değişik 6235 sayılı yasa ile 1954 yılında kurulmuş ve "Türkiye sınırları içinde meslek ve sanatlarını icraya kanunen yetkili olup ta mesleki faaliyette bulunan yüksek mühendis, yüksek mimar, mühendis ve mimarları teşkilatı içinde toplayan" tüzel kişiliktir. TMMOB Yasasında "Kamu hizmetlerine yarar bir kuruluş olan Birliğin kuruluş amaç ve hedefleri " şöyle belirtilmiştir. - Bütün mühendis ve mimarları ihtisas kollarına ayırmak ve her kol için bir oda kurulmasına karar vermek; Bu suretle aynı ihtisasa mensup meslek mensuplarının bir Odanın bünyesinde toplamak; merkezde idare heyeti, haysiyet divanı ve murakıplar gibi görevlilere yetecek kadar üyesi olmayan Odanın merkezini, Umumi Heyetin belirleyeceği yerde açmak; - Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak,mesleki faaliyetlerini kolaylaştırma, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbiriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakım korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak; - Meslek ve menfaatleriyle ilgili işlerde resmi makamlarla işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak, meslek ile ilgili bütün mevzuatı, normları, fenni şartnameleri incelemek ve bunlar hakkındaki görüş ve düşünceleri ilgililere bildirmektir. -Belirtilen yasal değişikliklerden sonra düzenlenen TMMOB Tüzüğü 3"üncü maddesi (b) fıkrasında " kamunun ve ülkenin çıkarlarının korunmasında, yurdun doğal kaynaklarının bulunmasında, korunmasında ve işletilmesinde, tarımsal ve sınai üretimin arttırılmasında, ülkenin sanatsal ve teknik kalkınmasında gerekli gördüğü tüm girişim ve etkinliklerde bulunmak" görev ve yetkisi yer almıştır. -Belirtilen hükümlere uygun olarak Mühendis Odaları kendi uzmanlık alanlarına giren yüzlerce Türk Standardının oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. - Türk Standartları Enstitüsünün 1960 yılında kuruluşundan 1981 yılına kadar Genel Kurula katılarak, görüş, düşünce ve önerilerini belirtmişlerdir. TSE yasasında 1981 yılında yapılan bir değişiklikle TMMOB'nin TSE Genel Kuruluna katılması önlenmiştir. Bu tutumu şimdilik tartışmıyoruz. TMMOB Kurulduğu tarihten bu yana yukarıda anılan yasa ve tüzük hükümlerine dayanarak, kalite alanında pek çok çalışma yapmıştır. ( Süreç izlenmek istenirse, TMMOB Makina Mühendisleri Odası yayını olan, " Akreditasyon, ürün ve Hizmetlerin Belgelendirilmesi için TMMOB'nin Görüş ve Önerileri yayınından yararlanılabilinir.) 109 Bu tebliğde, kalitenin saptanmasına yönelik belgeleme (sertifika) ve akreditasyon konuları üzerinde durulacak ve öneriler belirtilecektir. KALİTE BELGELEME, AKREDİTASYON KAVRAMLARI Kalite, " Bir ürün veya hizmetin belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama kabiliyetine dayanan, özelliklerinin toplamıdır. " (ISO- Uluslararası Standardizasyon Örgütü- No: 8402 Kalite Sözlüğü) Bazı referans kaynaklarda, kalite, " kullanıma uygunluk', " amaca uygunluk" veya " müşterinin tatmini " yada " isteklere uygunluk" olarak ta belirtilmektedir. Ürün veya hizmet kalitesi, tasarım, üretim, servis ve bakım gibi birbiri ile ilişkili faaliyetlerin her aşamasından etkilenir. TEKNİK YÖNETMELİK: Ürün/mamul karakteristiklerini veya bunlarla ilgili işleme veya üretim / imalat metodlarını ve bunlara uygulanan idari hükümleri kapsayan, uygulanması : zorunlu belgelerdir. Bu belge aynı zamanda, belli bir ürün, işleme veya üretim / imalat metodu için ambalajlama, markalama veya etiketlemeye ilişkin terminilojiyi, sembolleri ve talimatları tamamen veya kısmen içerebilir. (DTÖ Teknik Engeller Anlaşması). (Bu düzenlemeler " teknik mevzuat " adı ile de anılmaktadır ). STANDART: Yetkileri tanınan bir kuruluş tarafından, ürün veya ilgili işleme ve üretim metotları için ortak ve tekrarlana gelen kullanımlar amacıyla oluşturulan kuralları, yöntemleri ve özellikleri içeren belgedir. Açıklayıcı Not: Anlaşmada standartlar ihtiyari, teknik düzenlemeler ise zorunlu belgeler olarak tanımlanmıştır. Uluslararası standardizasyon kuruluşları tarafından hazırlanan standartlar konsensusa dayanırlar. Bu anlaşma, aynı zamanda konsensusa dayanmayan belgeleri de kapsamına almıştır. ( DTÖ Teknik Engeller Anlaşması). UYGUNLUK BELGESİ: Tanımlanan bir ürün, işlem veya hizmetin ilgili standart veya diğer bir dokümana göre yeterli güveni sağladığını belirten, belgelendirme sistemi kurallarına .göre yayınlanmış dokümandır. ( Görüleceği gibi Avrupa Topluluğu düzenlemesinde de uygunluk, yalnızca standardına uygunluk değildir. "Üçüncü Şahıs" kaydına dikkat çekerim ). BELGELENDİRME KURULUŞU: Uygunluk belgelendirmesini yapan kuruluştur. MUAYENE KURULUŞU (Belgelendirme için): Belgelendirme kuruluş adına muayene hizmetlerini yürüten kuruluştur. Test laboratuvarlarının, belgelendirme ve muayene kuruluşlarının rolü: Bu kuruluşlar uygunluğun temininde, güvenin oluşturulmasında ve kamu çıkarlarının korunmasında önemli bir rol oynarlar. Bu gibi kuruluşların yeterlik ve kaliteleri üye ülkeler arasındaki dağılımlarına göre farklılık göstermektedir. Avrupa'da farklı kapasiteye, yasal stratejiye ve saygınlığa sahip olana 10.000'den fazla test laboratuvarı ve 1.000'den fazla belgelendirme kuruluşu bulunduğu tahmin edilmektedir. AKREDİTASYON: Belgelendirme, test ve muayene kuruluşlarının üçüncü bir tarafça belirlenen teknik kriterlere göre düzenli ve aralıklarla denetlenmeleri ve değerlendirilmeleri demektir. Akreditasyon, belgelendirme kuruluşlarına güvenilirliğin tesisi ve devamı sağlamak için önemli bir araçtır. Denetleme ve değerlendirme sonucunda bir "onay" işlemi yapıldığından akreditasyon = onay olarak anılmaktadır. Bu bildiride, akreditasyon = onay konusu, belgelendirmenin onayı, mühendislik- mimarlık eğitiminin onayı, yeterlilik ve yetkinlik onayı kapsamında ele alınmıştır. ÜRÜN VE HİZMET BELGELENDİRİLMESİ VE TMMOB Belgelendirme çeşitleri: Genel olarak üretici " birinci kişi " sayılır. Bu bakımdan " birinci kişi belgelendirmesi " doğrudan doğruya üreticinin kendine uyguladığı bir belgelendirme olmaktadır. Örneğin; Üretici, ürünlerinin nitelikleri hakkında doğrudan ürün üzerindeki kayıtlan, ya da bir etiket, tanıtmalık ya da bir başka surette düzenlemelerle alıcılarına bilgi verir. Bu "birinci kişi belgelendirmesi" denilmektedir. Günümüzde bunun yerine " Öz Belgelendirme" deyimi yaygınlaşmaktadır. ( Anlaşıldığı gibi, " kalite " standart değildir. "Standart"ta kalite değildir. Uluslararası Kalite Akademisi Müdürü Dr.VValter Masing, " standart da önemlidir ancak, daha fazla standart demek, daha fazla kalite demek değildir. Standarlar da gereklidir ama ilerleyen teknolojiye ayak uydurması imkansızdır " demektedir.) ( Dünya Gazetesi, 3 Kasım 1981). 110 Büyük alıcı kuruluşların kendi iç belgelendirme sistemlerini kurdukları görülmekte ve alıcı belgelendirmesi denen bir uygulama ile satıcının kalite değerlendirmesi yapılmaktadır. Savunma alımları, ulaştırma, iletişim, kesimleri bunlar arasında sayılabilir. Bu uygulamamın alıcı kuruluşlara getirdiği yük nedeniyle bu işi bir anlaşma ile tek bir "üçüncü kişi" belgelendirme örgütüne bırakmaları konusunda güçlü bir eğilim olduğu söylemektedir. Üretici ve alıcıdan ayrı, yetkili ve bağımsız bir kuruluşun belgelendirmesine "üçüncü kişi belgelendirmesi" ya da daha yaygın deyimiyle " bağımsız kuruluş belgelendirmesi " denilmektedir. KALİTE SİSTEMİ VE KALİTE GÜVENCESİ: Bir kuruluşun ( organizasyonun ) performansında temel faktör, ürün ve hizmetlerinin kalitesidir. Dünyada müşterinin kalite açısından beklentilerinin giderek daha sıkı olma eğilimi yaygınlaşmaktadır. Bu görüşle birlikte, ekonomik performansa ulaşılabilmesi ve bunun sürdürülebilmesi için kalitedeki sürekli gelişmenin gerekliliği kabul edilmektedir. Bu gerekliliğin kabuğu ile ISO ( Uluslararası Standardizasyon Örgütü ) ISO 9000 serisi düzenlemelerini yapmıştır. ISO 9000 : Kalite Yönetimi ve Kalite Güvencesi Standartları - Seçim ve Kullanım Kılavuzu. ISO 9001: Kalite Sistemleri - Tasarım/ Geliştirme, Üretim, Tesis ve Hizmette Kalite Güvencesi Modeli. ISO 9002: Kalite Sistemleri - Üretim ve Tesiste Kalite Güvencesi Modeli. ISO 9003: Kalite Sistemleri- Son Muayene ve Deneyler İçin Kalite Güvencesi. ISO 9004: Kalite Yönetimi ve Kalite Sistemi Elemanları Kılavuzu. Not: Bu düzenlemelerin hazırlanış amacı kuruluşlar tarafından uygulanan kalite sistemlerini standardize etmek değildir. KALİTE SİSTEMİ: Kalite yönetiminin uygulanması için gerekli olan kuruluş yapısı, sorumluluklar, prosedürler, prosesler ve kaynaklardır (ISO 9000). KALİTE GÜVENCESİ: Ürün veya hizmetin kalite için belirlenen istekleri karşılamak maksadıyla yeterli güveni sağlaması için gereken planlı ve sistematik faaliyetlerin bütünüdür (ISO 9000) AQAP: Savunma sanayiye dönük üretim yapan endüstriyel kuruluşların, istenilen kaliteyi temin etmek için uyacakları kuralları içeren düzenlemelerdir. Tamamı on dört olan dokümanlar, Şartname Tipi, Rehber Tipi ve Açıklama Tipi olmak üzere üçe ayrılmaktadırlar. Sunuşun amacı bakımından Şartname Tipi olanlardan, AQAP-110, AQAP-120, AQAP-130 ISO düzenlemeleri sıra ile 9001, 9002,9003 muadilleridir. Üretimin değerlendirilmesi ile ilgilidirler. UYGUNLUĞUN BELGELENDİRİLMESİ:Tanımlanmış bir ürün, işlem veya hizmetin, belli bir standart veya ayrı bir dokümana göre yeterli uygunlukta olduğunun üçüncü şahıs tarafından gösterilmesi faaliyetidir.(Avrupa Normu;EN45Ol 1 ). UYGUNLUK DEĞERLENDİRMESİ ESASI: Dolaylı ve dolaysız olarak, teknik yönetmeliklerin veya standartların gereklerinin yerine getirildiğinin tespiti için doğrudan veya dolaylı olarak kullanılan esastır. Açıklayıcı Not: Uygunluk değerlendirmesi esasları, diğerleri meyanında, numune alma esasları, test ve kontrol esaslarını; kayıt, akreditasyon ve onay ile bunların kombinasyonlarına ilişkin esasları içerir. Uygunluk Değerlendirmesi Esasları, Merkezi Hükümet Kuruluşları, Yerel Hükümet Kuruluşları, Hükümet Dışı Kuruluşlarca uygulanır. (Belirdiği gibi, uygunluğun değerlendirmesi yalnızca standardına uygunluk değildir. Ülkemizde, Yerel Hükümet Kuruluşları yoktur. Merkezi Hükümet Kuruluşları ve Hükümet Dışı Kuruluşlarca uygunluk değerlendirmesi esaslarının uygulanmasına dönük düzenlemelere ihtiyaç vardır). TMMOB'nin yaptığı ve daha doğrusu bazı Mühendis Odalarının yaptıkları belgelendirme "bağımsız kuruluş, belgelendirme bağımsız kuruluş, belgelendirmesi" dir. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Teknik Engeller Anlaşmasına göre belgelendirme işlemi. Hükümet ya da hükümet dışı kuruluşlarca yapılmalıdır. Bu hüküm hükümet dışı bir kuruluş olarak TMMOB için önemlidir. 111 Belgelendirme alanında, • Test Laboratuvar, • Ürün ve Hizmet, • Sistem, • Personel Belgelendirmesi işlemleri Avrupa Normu EN 45000 serisi kapsamında yapılmaktadır. TMMOB'de yapılan bir çalışma ile TMMOB nine Sistem Belgelendirme alanında etkin bir düzenleme içinde olması önerilmişse de uygulama olmamıştır. Ülkemin için önemli olan bir hususta Ulusal Akreditasyon Konseyinin kurulmasıdır. Bu konuda hazırlanmış bir yasa tasarısı yasalaşmamıştır. TMMOB anılan tasarı hakkında görüşme önerilerini TBMM'ye göndermiştir. Ulusal Akreditasyon konseyi oluşmadıkça ulusal belgelendirme kuruluşları da kurulamamaktadır. Bu hal, Türkiye'nin çevre ve tüketicinin korunması ile ihracat ve ithalatında zararına olmaktadır. MÜHENDİSLİK VE MİMARLIK EĞİTİMİNDE KALİTE Toplumsal yaşamda çok önemli rolleri olan ve kamu kaynakları kullanan yüksek öğretim kurumlanmn topluma karşı daha fazla sorumlu kılınmaları yönündeki eğilim seksenli yıllardan itibaren güçlenmeye başlamıştır. 29 Mart 1985'de Birleşik Krallık'ta Sir Alex Jarrat başkanlığında bir komite tarafından hazırlanan rapor bu bakımdan dünya yüksek öğretim tarihinde önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. Nitel ve nicel performans göstergeleri tabiri ilk kez Jarrat Raporu adı verilen bu raporda kullanılmış bu tür göstergelerin kalite ve verimliliği ölçmede kullanılması önerilerine raporda yer verilmiştir. Jarrat Raporu'ndan bu yana geçen 15 yıl içerisinde akademik değerlendirme kalite kontrol ve akreditasyon hemen tüm ülkelerde yüksek öğretimin gündemine girmiştir Bir çok ülkede bu amaçla yeni kurum ve kuruluşlar oluşturulmuş ve yöntemler geliştirilmiş, ABD ve Birleşik Krallık gibi bazı ülkelerde üniversiteler eğitim ve araştırma faaliyetlerine göre değerlendirilerek sıralanmış, bu sıralamaların kamuoyuna duyurulması rutin hale gelmiş ve nihayet bir çok ülkede kaynak tahsisi performans göstergeleri ile ilişkilendirmeye başlanmıştır. Özellikle araştırma fonlarının tahsisi neredeyse tamamen kurumların ve öğretim üyelerinin münferit performanslarına endekslenmiştir. (Mühendislik ve Mimarlık eğitimi yükseköğretim içinde olduğundan yüksek öğretime dönük kalite içinde değerlendirilmiştir.) Kalitenin kısaca "müşteri tatmini yada memnuniyeti" olarak kabulü eğitim için de geçerlidir. Buna göre müşterileri sıralayabiliriz: Öğrenci ve veliler, çeşitli kamu ve özel sektörler, üst eğitim ve araştırma kuruluşları, ulusal toplum ve ulusal devlet, evrensel toplum ve evrensel bilim. Müşterilerin memnuniyeti günün şartlarına, ihtiyaçlarına ve gelişen teknolojiye paralel olarak sürekli değişmektedir. Eğitim yalnız bu günkü müşterilerini değil, yakın gelecekteki müşteri tiplerinin ve taleplerinin neler olabileceğini saptamak durumundadır. Eğitimle ilgili her türlü düzenleme ve faaliyetlerinin müşterilerin memnuniyetine dönük olması gerekir Bunu sağlamanın bir aracı olarak akreditasyon konusu ortaya çıkmıştır. Kurumsal Onay (Akreditasyon) Eğitim kurumlarının eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma konularına ne kadar önem verdiklerini, hukuki, idari, mali ve genel akademik yapılarının ne kadar güçlü ve işlerinde ne kadar ciddi ve güvenilir olduklarının saptanmasına yöneliktir. Onaylanan kurum için: Belirlenmiş beyan edilmiş bir amacının olduğu; amacını gerçekleştirmek için yeterli kaynak bulunduğu; amacını gerçekleştirdiği; amacım gerçekleştirmeye devam edebileceği; saptanmış olur. Program Onayı (Akreditasyonu) Eğitim kurumlarında yürütülmekte olan meslek programlarının niteliklerinin incelenmesine dayalıdır. Programla ilgili her türlü eğitim - öğretim - bilimsel araştırmaların ayrıntılı incelemesi yapılmaktadır. Fikir vermek için aşağıda program onayı için kriterler sıralanmıştır: a- Genel Kriterler Programın bağlı olduğu fakültedeki ve ilgili olduğu diğer bölümlerde ki öğretim elemanlarının sayı, nitelik, deneyim, statü bakımından değerlendirilmesi; programın genel olarak mühendislik kavramına uygunluğu; programın konumu; öğrenci işleri; yönetim sistemi, altyapı olanakları; bölüme verilen destekler. b- Program Kriterleri Kriterlerin kapsadığı alanlar; programda görevli öğretim elemanları (sayı; nitelik, ders, yükleri); müfredat programı ( 112 / programın amaç ve içeriği, zorunlu temel mühendislik bilimi dersleri, mühendislik proje dersleri ); laboratuar uygulamalı dersler ; bilgisayar kullanımı; benzeri diğer hususlar... Meslekte Uzmanlık ve Profesyonellik Sertifikası Onayı (Akreditasyonu) Ülkelerin pek çoğunda mühendislik diploması sahiplerine mezun olur olmaz meslek uygulama yetkisi ve sorumluluğu verilmektedir. Bazı ülkelerin ise yeni mezunların, devlet veya özel sektör kanunlarında meslek uygulayabilmeleri için lisans düzeyinde görmüş oldukları temel meslek eğitimin tamamlayıcısı niteliğindeki uzmanlık veya profesyonellik sertifika programını da başarmaları gerekli görülmektedir. Uygun bir işyerinde belirli bir çalışmaya ağırlık veren ve ayrıca birkaç yıl süreli lisans sonrası eğitim zorunluluğu bu ülkelerdeki müşteri memnuniyetinin bir güvencesidir. ( Bu çalışmada konu aşağıda ayrıca işlenmiştir). ÖRNEK UYGULAMALAR 1. Amerika Birleşik Devletleri'nde mühendislik programlarının akreditasyonu ABET (The Accredition Board of Engineering and Technology ) kurumu tarafından yapılmaktadır. ABET tamamen gönüllü bir kuruluştur. Lojistik ve koordinasyon işlevi gören çok az sayıdaki ücretli personelinin dışında tüm faaliyetler gönüllülük esasına göre sürdürmektedir. ABET Mühendislik Akreditasyon Komisyonu'nda genellikle meslek odaları ve mesleki kuruluşlar yer almaktadır. 2.İngiltere'de bütün üniversitelerin en önemli gelir kaynaklan devlet bütçesinden aktarılan kaynaklardır. Devlet, üniversitelerde yürütülmekte olan eğitimin ve yapılmakta olan araştırmaların kalitesini denetleme ve değerlendirme görevini de esas kaynağı tahsis eden kuruma vermiştir. ( Bu kurum kısaca HEFC dir.) - Kurum içinde " Eğitim ve Öğretimi değerlendirme" birimi bulunmaktadır. İngiltere'de de program onayına meslek kuruluşları katılmaktadır. İngiltere'de " kurum onayı" yükseköğretim kalite kurulu (HEQC) tarafından yapılmaktadır. HEQC Rektörler Komitesince seçilmiş üyelerin yönetiminde, hükümetten bağımsız, üniversitelerin kalite ve verimliliklerini denetleyen, kanunla yetkili kılınmış bir üst kuruluştur. Bir yükseköğretim kurulunun kurulması, tanınması için bu kurulun Eğitim Bakanlığına " olumlu" rapor vermesi şarttır: Örnekler; Hollanda, Fransa, Avusturya örnekleriyle arttırılabilir, ÜLKEMİZDE DURUM VE TMMOB 2547 sayılı yükseköğretim kanununun II. Maddesinde sözü edilen üniversiteler arası kurulun en önemli asli görevi olarak " Yükseköğretim planlaması çerçevesinde üniversitelerin eğitim- öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerini koordine etmek, uygulamalarını değerlendirmek, yükseköğretim kuruluna ve üniversitelere önerilerde bulunmak" belirtilmiştir. Bu üst kuruluşun faaliyetlerini içinde kalite yönünden değerlendirme yetkisi ve görevi bulunmamaktadır. Son yıllarda ülkemizde açılan çok sayıda üniversite, fakülte, yüksekokullarını faaliyete geçmiş olması, bunlara pek çok yenilerinin de eklenecek olması, bu kurumların ve mevcutların faaliyetlerinin kalite yönünden değerlendirmeye tabi tutulması gereğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Örneklerde dikkati çekmiştir. Mühendislik ve Mimarlık Eğitiminin kalite değerlendirilmesinde Odalar yer almaktadır. TMMOB'un konuyu düzenlediği Eğitim Sempozyumunda ele alacaktır. Bu nedenle, sunulan bildiri üzerine yapılacak tartışmalar yararlı olacaktır. Not: Ülkemizde bazı üniversiteler ( ODTÜ, Bilkent) ABETe bazı bölümlerini akredite ettirmişlerdir. İngiltere'de uygulanan kalite değerlendirme sisteminin uygulanması için bir çalışma yaptırılmıştır. Ancak, İngiliz modelinin tatbiki olanağı bulunamamıştır. YETKİNLİK VE YETERLİLİK (Sertifikalı Mühendis, Mimar) Türkiye'de mühendislik ve mimarlık, 28 Haziran 1938 tarih ve 3458 Sayılı Yasa ile düzenlenmiştir. Yasaya göre, mühendislik ve mimarlık unvanı ve selahiyeti ile sanat icra etmek için, mühendislik veya mimarlık tahsiline dayalı diploma sahibi olmak gerekli ve yeterlidir. Lisans eğitimini bitirip diploma alan herkes, isterse bir günlük deneyimi bile olmasın, sınırsız imza yetkisine sahip olmaktadır. Bu halin hem mühendislik mimarlık yönünden hem de toplum yönünden sakıncalı olduğu açıktır. 113 Yetkin Mühendislik Yetkin mühendis, profesyonel mühendis, uzman mühendis ya da sertifikalı mühendis nitelemeleriyle adlandırılarak anılmaktadır. Önemli olan bu adlandırma ile oluşumun, mühendis kalitesini yükselten düzenlemeyi belirtmesidir. Buna göre artık üniversite, akademi veya yüksek okuldan alınmış diploma meslek uygulaması için yeterli olmayacak, mühendis, hukuksal bir düzenlemeye dayalı olarak belirlenmiş süre sonunda bilgi ve deneyimlerini belgelerle kanıtlayarak gireceği sınavı başarmak durumunda olacaktır. Başarı sonunda verilecek sertifika ile alanında mesleğini uygulayabilecektir. Yetkinlik Belgesi geçerlilik süresi (örneğin 5 yıl) saptanmakta bu süre içinde de periyodik meslek içi eğitimle sürekli gelişme sağlama yoluna gidilmektedir. Sürekli gelişme programına katılmayanların sertifikası yenilenmemektedir. j t. Yetkin mühendislik, İngiltere, ABD, Kanada ve Avustralya'da uygulanmaktadır. Buralarda bulunan düzenlemelerde, mezuniyetten kaç yıl sonra anılan unvanın elde edilebileceği, meslek içi eğitim, tecrübe edinilmesi program ve süreleri ile sınav şekil ve uygulamalarına ait bilgiler bulunmaktadır. Edindiğimiz bilgiye göre diploma aldıktan sonra sertifikalı mühendis oluncaya kadara beş yıl gerekmektedir. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ". Yetkin Mühendislik Yasa Taslağı " hazırlamış ve incelemeye sunmuştur. Avrupa Mühendisliği (EUR-ING) TMMOB'nin ulusal üye olma sürecinde bulunduğu Avrupa Ulusal Mühendislik Birlikleri Federasyonu (FEAM)'nun en etkili çalışma alanlarından birisi de Avrupa Mühendisi (EUR- ING) unvanı vermesidir. FEANI temel mühendislik eğitiminin olması gereken minimum seviyesini gözönüne alarak mühendislerin mesleklerini Avrupa ölçeğinde rahatça uygulayabilmeleri için minimum yeterlilik standartları yerleştirmeye çalışan bir kayıt sistemi oluşturmuştur. f >•• Avrupa Mühendisi diploması için oluşturulan bu kayıt sisteminin yapısı aşağıdaki iki öğeye oturtulmuştur. 1) Eğitim: Kayıtlı herhangi bir mühendis mühendislikteki temel bilgilerin yanı sıra kendi dalıyla ilgili bilgisayar, matematik ve fizik konularında yeterli bilgiye sahip olacak şekilde bir eğitim almış olmalıdır. 2) Mühendislik alanında deneyim: Başvuru sahibinin mühendislik alanında en az iki yıllık mesleki deneyimi olmalıdır. Avrupa Mühendisliği kaydı için başvuran kişilerde toplam 7 yıllık bir mühendislik formasyonu aranmaktadır. Bu 7 yılın en az üç yılı FEANI tarafından akredite edilmiş bir Üniversite veya Mühendislik okulunda alınacak eğitimdir. En az iki yılı mesleki deneyim süresi aradaki iki yıl da mezuniyet sonrası eğitim veya tanınmış mühendislik kurumlarında mühendislik stajı için geçen sürelerdir. / Yukarıdaki şartlan sağlayanlara "EUR-ING" unvanını gösterir DİPLOMA ve bir SERTİFİKA verilmektedir. Sertifikada; kişisel bilgiler alınan eğitim ve mesleki deneyim ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Avrupa Mühendisi (EUR-ING) unvanını alanlar FEAM Etik Kurallara uymak zorundadırlar. (Avrupa Mühendisi kayıt işlemleri 1987 yılında uygulamaya konmuş ve 1995 yılına kadar yaklaşık 18000 mühendise Avrupa Mühendisi unvanı verilmiştir. Bu sayı Aralık 1996 itibari ile 21516 olmuştur.) Mimarlık Alanı Mimarlık alanında da eğitim sonrası düzenlemeler zorunlu bir gereklilik olarak görülmektedir. Mezuniyet sonrası bir yada iki yıllık staj süresinin yeterli olabileceği düşünülmektedir. Mühendislik ve Mimarlıkta Mesleki Yeterlilik 3194 Sayılı İmar Kanununu değiştirmek için yapılan çalışmalar içeriğinde " Mühendislik ve Mimarlıkta Mesleki Yeterlilik kanun taslağı da bulunmaktadır. Taslak , " mühendislik ve mimarlık hizmeti yapan meslek mensuplarına mesleki yeterlilik belgesi ve imza yetkisi verilmesi " amacını belirtmektedir. Belli bir süre mesleki faaliyetten sonra sınavda başarılı olmak öngörülmektedir. Konuyu belirtmemin! amacı, mühendislik - mimarlık alanında Lisans eğitiminin yeterli görülmemesinin bir diğer örneğini vermektir. 114 i / Yetkinlik ve yeterlilik konulan tartışmalar yararlı olacaktır. da yukarıda bahsettiğim Eğitim getirilmektedir. Bu bildiri vesilesiyle yapılacak KAYNAKLAR • KALİTE SÖZLÜĞÜ, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) Yayım, Aralık 1991, TS 9005. • Dünya Ticaret Örgütü (I~TÖ) Kuruluş Anlaşması ve Eklerinden Ticarette Teknik Engeller Anlaşması, T.C. Resmi Gazete 25 Şubat 1995 gün ve 22213 sayılı ( Mükerrer). • Dünya Ekonomi - Politika Gazetesi, Ege Bölgesi Sanayi Odası'nda Kalitenin Ulusal Ekonomiye EN 45 Katkısı adlı Konferans yayım, 3 Kasım 1981. • Avrupa Topluluğu 000 serisi standartlardan EN 45 Ol 1. • Türk - AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel ihtisas Komisyonu Sınai Mevzuat Alt Komisyonu Raporu, Ankara Ekim 1994. • Kalite Yönetimi ve Kalite Güvencesi Standartları - Seçim ve Kullanma Kılavuzu, TS- ISO 9000 / Aral ık 1991. • AQAP'lar, NATO Kalite Temini, T.C. MSB Savunma Sanayii Yayını, Ankara 1988, • Önce Kalite Dergisi, Kalite Derneği Yayını, İstanbul ( 1992'den bu yana muhtelif sayıları). • KÖKSOY Mümin, Prof. Dr. Yüksek Öğretimde Kalite ve Türk Yüksek Öğretimi İçin Öneriler, İstanbul 1998 • YETİŞ Nükhet, Prof.Dr. Mühendislik Eğitiminde Kalite Güvence Sistemleri, 2000'lı Yıllara Girerken bilgi Çağında Nasıl Bir Mühendislik Eğitimi, EMO Kongre Yayını, İstanbul Şubesi 1999 • GÜRÜZ Kemal YÖK Başkanı, Türk Yüksek Öğretim Sistemi, Mart 1999 • SCHACHTERLE Lance, Worcester Politeknik Enstitüsü, ŞEFİ ( Avrupa Mühendislik Eğitimi Derneği ) Yıllık Konferansından, 1998 • WHİTWELL AJohn, İngiltere İnşaat Mühendisleri Enstitüsü, İMO Sertifikalı İnşaat Mühendisi Çalışmaları, Haziran 1997 • KASAPOĞLU K.Erçin, Derleme, 21.Yüzyılda Mühendislik, Hacettepe Üniversitesi Mühendislik. Fakültesi Kuruluşunun 25. Yılında Yapılan Panel, Ankara 1998 115 MMO İZMİR ŞUBESİ KALİTE DANIŞMA MERKEZİ Nazan SAYAR MMO İzmir Şubesi Kalite Danışma Merkezi Sorumlusu Ülkemizde kalite kavramının değerlendirilmesi, gerçek anlamda bir kalite gelişmesi elde edilmesi için destek hizmetleri alt yapısının oluşturulması gereklidir. Bu alt yapının sağlanabilmesi için ülkemizdeki kamu kurum ve kuruluşlarının, özel kuruluşların büyük çaba harcamaları gerekmektedir. Bu düşünceden hareketle 1992 yılının Ağustos ayında Makina Mühendisleri Odası izmir Şubesi ülkemiz ve özellikle de bölgemiz sanayi ve hizmet sektörüne hizmet etmek, ulusal kalite politikası ve stratejilerinin oluşumuna katkıda bulunmak, dış piyasalardaki rekabet olanaklarını arttırmak, kalite bilincini yaymak, ülkemizde kalite felsefesini yerleştirmek, bu felsefe ile hareket edebilecek elemanlar yetiştirmek, gelişmeleri yakından izlemek amacıyla bünyesinde Kalite Danışma Merkezini oluşturmuştur. Kalite Danışma Merkezinin Amaçları Merkezimizin amaç ve hedeflerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: • Ülkemiz ve bölgemizde kalite bilincinin oluşmasına katkıda bulunmak. • Kalite felsefesini benimsemiş elemanlar yetiştirmek. • Yoğun rekabet ortamında ülkemiz ve bölgemiz kuruluşlarının yaşamlarını sürdürüp, gelişmelerine katkıda bulunmak. • Ülkemiz kalite politikalarının ve stratejilerinin oluşumunda yer almak. • Ülkemiz endüstri ve hizmet kuruluşlarına kalite konusunda teknik ve bilgi desteği sağlamak. • Teknoloji ve kalite konusunda araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunarak yeni teknolojileri ve kalite olgusundaki değişmeleri izlemek • Birikimlerimizi ve tecrübelerimizi üyelerimize, meslektaşlarımıza ve kuruluşlara aktarmak. • Kalite ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içine girerek ortak çalışmalarda bulunmak Yedi yıldır faaliyetlerini sürdüren Merkezimiz çok sayıda uzman ve mühendisle işbirliği yaparak bölgemiz ve ülkemiz endüstri ve hizmet kuruluşları için kalite bilincinin, sistem yaklaşımının, toplam kalite anlayışının yerleşmesine yönelik danışmanlık, eğitim, yayın vb. hizmetlerde bulunmuştur. ISO 9000 Kalite Güvence Sistemleri, İstatistiksel Kalite Kontrol, Kuruluş İçi Tetkik Sistemi, Firmaların özel Kalite Problemleri, Business Process Reengineering gibi konularda firmalara danışmanlık hizmetleri verilmiştir. Merkezimiz, işletmelerde ISO 9000 Kalite Güvence Sistemlerinin kurulması yönünde verdiği danışmanlık hizmetlerine bu alanda misyonunu tamamladığı inancıyla 1998 Ağustos ayından itibaren son vermiştir. Kalite Bülteni 5 yıl boyunca, her ay yukarıda saydığımız amaçlar doğrultusunda, bölgemizdeki 1500'ü aşkın firmaya, 128 İşyeri Temsilciliğimize, tüm Oda Birimlerine ve Endüstri Mühendisi üyelerimize ücretsiz olarak gönderilmiştir. CE Marking, Business Process Reengineering, Simülasyon, Metroloji ve Kalibrasyon gibi konularda uzmanlık ve araştırma grupları oluşturan merkezimiz, oluşturduğu birikimi yayın, seminer, söyleşi, konferans vb. yöntemler ile bölgemiz kurum ve kuruluşlarına aktarmıştır. Sürekli ve hızla gelişen teknolojiyi kavrayıp yorumlamak, özellikle teknolojinin tasarımından uygulanmasına kadar her aşamasında yer alan mühendisler için kaçınılmaz bir gereksinimdir. Ülkemizde, üniversitelerdeki eğitimin genç mühendisleri bu yolun neresinden başlattığı çok değişken ve tartışmalıdır. Ancak nereden başlanırsa başlansın mutlak olan, bilgilerin yenilenmesi gerekliliğidir, iş yerindeki uygulamalarda yer almak deneyim kazandırmakla birlikte bu gereksinimi sağlamada tek başına yeterli olmamaktadır. 116 Meslek odalarının bu süreçte yerinin çok önemli olduğu gerçeğinden hareketle, Makina Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, kuruluş amaçları doğrultusunda sürekli eğitim çalışmalarına yer vermektedir Düzenlenen eğitim konulan Kalite Güvence Sistemleri ile sınırlı kalmayıp, zaman içinde Yönetim Geliştirme, İnsan Kaynakları ile Endüstri ve Makina Mühendisliği disiplinlerine ait diğer konulara yayılmıştır. Yeni konular, sanayide, yönetim ve organizasyon alanında ve teknolojideki sürekli izlenen gelişmeler doğrultusunda belirlenmiştir. Zaman zaman da üyelerden ve sanayideki firmalardan gelen talepler yönlendirici olmuştur. Başlangıçta Merkez çalışanlarının girişimleriyle başlayan uzman eğitimcilerle ilişkiler, Merkezin çalışmalarının olumlu bir çizgiye oturması ve bölgede tanınması ile yeni uzmanların Merkeze birlikte çalışma önerisiyle gelmesiyle artmıştır. KALİTE DANIŞMA MERKEZİNCE DÜZENLENEN EĞİİTMLER ISO 9000 KALİTE GÜVENCE SİSTEMLERİ DOKÜMANTASYONU ISO 9000 KALİTE GÜVENCE SİSTEMLERİ TEMEL BİLGİLENDİRME HATA MODU VE ETKİLERİ ANALİZİ (FAILURE MODE EFFECTS ANALYSIS - FMEA) İSTATİSTİKSEL KALİTE KONTROL KALİTE ÇEMBERLERİ KALİTE GELİŞTİRME TEKNİKLERİ KURULUŞ İÇİ KALİTE DENETİMİ QS 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME TAGUCHI VE DENEY TASARIMI OUALITY FUNCTION DEPLOYMENT PROJE YÖNETİMİ (PROJECT MANAGEMENT) BARKODLU BİLGİ TOPLAMA SİSTEMLERİ ÇALIŞMA (İŞLETME) SERMAYESİ YÖNETİMİ STOK YÖNETİMİ ÜRETİM KAYNAK PLANLAMASI (MRP - MRP II) TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİ: TZY (SUPPLY CHAIN MANAGEMENT) VERİMLİLİK YÖNETİMİ SEMİNERİ YATIRIM PROJELERİ HAZIRLAMA VE DEĞERLENDİRME FİNANSÇI OLMAYAN YÖNETİCİLER İÇİN FİNANSMAN BUSINESS PROCESS REENGINEERING FİNANSAL TABLOLAR ANALİZİ TOPLANTI YÖNETİMİ MALİYET MUHASEBESİ SATIŞ YÖNETİMİ STRATEJİK PAZARLAMA YÖNETİMİ DEĞİŞİM, KATILIMCI YÖNETİM VE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ ENDÜSTRİ İŞLETMELERİNDE ARAŞTIRMA ve GELİŞTİRME YÖNETİMİ HOSHIN PLANLAMASI VE YEDİ YÖNETİM ARACI ETKİN EKİP ÇALIŞMASI İLK KADEME YÖNETİCİLERİ SEMİNERİ İŞLETMELERDE VERİMLİLİK ARTTIRMA TEKNİKLERİ LİDERLİK ve MOTİVASYON TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ ve SORUN ÇÖZME UYGULAMALARI PROBLEM ÇÖZME ve KARAR VERME TEKNİKLERİ TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ IŞIĞINDA ÜRETİM YÖNETİMİ TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ ve SÜREKLİ GELİŞTİRME (KAIZEN) 117 • • • • • • • • • • • • • • • FİNANSAL YÖNETİM YARATICI PROBLEM ÇÖZME SANATI YENİ ÜRÜN GELİŞTİRME VE PAZARLAMA YÖNETİM BECERİLERİNİN GELİŞTİRİLMESİ YÖNETSEL ZAMANIN YÖNETİMİ PERFORMANS YÖNETİMİ HİZMET SEKTÖRÜNDE İLETİŞİM ve DAVRANIŞ GELİŞTİRME HİZMET SEKTÖRÜNDE MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ İLETİŞİM VE GRUP SÜREÇLERİ İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ İNŞAN VE DAVRANIŞ GELİŞTİRME MÜŞTERİ ETKİLEŞİMİNDE DAVRANIŞ GELİŞTİRME ve İLETİŞİM ÖNCE İNSAN KALİTESİ PERSONEL SEÇİMİ VE PERSONEL SEÇİMİNDE KULLANILAN TESTLER ŞİRKET KÜLTÜRÜ İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ • ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ • ISO 14000 ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ • DENİZDE PETROL SAÇINTILARI İLE MÜCADELE TEKNİKLERİ • GÜVENLİ İŞ ORTAMI YARATMAK • İŞİTME SAĞLIĞI VE GÜRÜLTÜDEN KORUNMA • YANGINLA MÜCADELE TEKNİKLERİ VE UYGUN SİSTEM TASARIMI • İŞ KAZALARININ OLUŞUMU VE SINIRLANDIRILMASI, ARAŞTIRMA VE ÖNLEME TEKNİKLERİ • YÜKSEK YERLERDE YAPILAN ÇALIŞMALAR VE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER MESLEKİ EĞİTİM • ASANSÖR AVAN ve UYGULAMA PROJELERİ HAZIRLAMA TEKNİK ESASLARI ve ASANSÖR YÖNETMELİĞİ SEMİNERİ • BİLGİSAYAR KONTROLLÜ TAKIM TEZGAHLARI (CNC) PROGRAMLAMA KURSU • DELME, TORNALAMA, FREZELEME İÇİN TAKIMLAR VE KESİCİ UÇLAR KURSU • ENDÜSTRİ, ÇEVRE VE YAPILARDA GÜRÜLTÜ KONTROLÜ • ENDÜSTRİYEL TESİSLERDE MAKİNA PERFORMANSINA DAYALI VE BİLGİSAYAR DESTEKLİ BAKIM PLANLAMASI • GENEL ARMATÜR, BUHAR TESİSATLARI ve BUHAR CİHAZLARI • ENERJİ YÖNETİMİ KURSU • AC / DC GERİLİM / AKIM KALİBRASYONU (Uygulamalı) • BASINÇ KALİBRASYONU (Uygulamalı) • BELİRSİZLİK HESAPLARI • BOYUT (Kumpas - Mikrometre - Mihengir) KALİBRASYONU (Uygulamalı) • BOYUT (Mastar Blokları - Gage Blok) KALİBRASYONU (Uygulamalı) • GENEL METROLOJİ VE KALİBRASYON • OSİLOSKOP KALİBRASYONU (Uygulamalı) • SICAKLIK (Pt ve Isıl Çift) KALİBRASYONU (Uygulamalı) • TERAZİ KALİBRASYONU (Uygulamalı) TEKNİSYENLERE YÖNELİK EĞİTİMLER • SOĞUTMA TESİSLERİN İŞLETİLMESİNDE YARDIMCI PERSONEL YETİŞTİRME KURSU • TEKNİSYENLER İÇİN KAYNAK TEKNOLOJİSİ KURSLARI (ÖRTÜLÜ ELEKTROD KAYNAĞI) (GAZALTI ve TOZALTI KAYNAĞI) 118 i / / j /. / • • İŞ MAKİNALARI OPERATÖR YETİŞTİRME KURSU SANAYİ TİPİ KAZANLARIN İŞLETİLMESİNDE YARDIMCI PERSONEL KURSU Kalite Danışma Merkezince açılan eğitimler YIL 1996 1997 1998 1999 (30 Eylül itibariyle) Açılan Eğitim Sayısı 58 82 36 16 Katılımcı Sayısı 788 1172 408 223 Kalite Danışma Merkezi ayrıca 3 yıl boyunca etkinlik alanı içerisindeki üniversitelerin Makina ve Endüstri Mühendisliği Bölümleri son sınıf öğrencileri için, meslek yaşamında gerekli olan ancak, okuldaki öğrenimleri sırasında edinemedikleri güncel bilgi eksikliklerini hafta sonları düzenlediği ücretsiz seminerlerle bir ölçüde gidermeye çalışmıştır. Bu kapsamda bugüne kadar düzenlenen 33 seminere 646 öğrenci katılmış ve katılım belgeleri verilmiştir. KDM 1996-98 DONEMİ ÖĞRENCİLERE YÖNELİK EĞİTİM ETKİNLİKLERİ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 KİŞİSEL LİDERLİK DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME ISO 9000 DOKÜMANTASYON DİYALOG TEKNİĞİ DİYALOG TEKNİĞİ DİYALOG TEKNİĞİ METROLOJİ VE KALİBRASYON METROLOJİ VE KALİBRASYON ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME ISO 9000 TEMEL BİLGİLENDİRME BUSINESS PROCESS REENGINEERING (BPR) 14 BUSINESS PROCESS REENGINEERING (BPR) 15 16 17 BİREYSEL GELİŞME HEDEFLERLE YÖNETİM BUSINESS PROCESS REENGINEERING (BPR) 18 19 20 21 22 23 28 29 30 31 32 STRATEJİK YÖNETİM BİREYSEL GELİŞME HİDROLİK PROBLEM ÇÖZME TEKNİKLERİ PNÖMATİK YATIRIM PROJELERİ HAZIRLAMA VE DEĞERLENDİRME EŞ ZAMANLI MÜHENDİSLİK EŞ ZAMANLI MÜHENDİSLİK ISO 9000 K.G.S. TEMEL BİLGİLENDİRME ISO 9000 K.G.S. TEMEL BİLGİLENDİRME İLİŞKİLERDE UYUM VE BOYUN EĞME GRUP DİNAMİKLERİ BİREYSEL GELİŞME PAZARLAMA VE SATIŞ TEKNİKLERİ BARKODLU VERİ TOPLAMA SİSTEMLERİ 33 34 KİŞİLERARASI ETKİ VE SOSYAL GÜÇ METROLOJİ VE KALİBRASYON 24 25 26 27 03 MAYIS 1996 04 MAYIS 1996 10 MAYIS 1996 11 MAYIS 1996 02 KASIM 1996 02 KASIM 1996 09 KASIM 1996 16 KASIM 1996 16 KASIM 1996 30 KASIM 1996 21 ARALIK 1996 21 ARALIK 1996 8MART1997 30 KİŞİ DEÜ MAK. 30 KİŞİ DEÜ MAK. 30 KİŞİ DEÜ MAK. 30 KİŞİ DEÜ MAK. 28 KİŞİ DEÜ MAK. 9 KİŞİ CE MAK 37 KİŞİ DEÜ END 29 KİŞİ DEÜ MAK 11 KİŞİ CBÜ MAK 36 KİŞİ DEÜ END 27 KİŞİ DEÜ MAK 17 KİŞİ CBÜ MAK 11 KİŞİ DEÜ MAK. 8 MART1997 15 MART 1997 22 MART 1997 6 KİŞİ CBÜ MAK. 33 KİŞİ DEÜ END. 32 KİŞİ DEÜ END. 29MART1997 12 NİSAN 1997 26 NİSAN 1997 3 MAYIS 1997 10 MAYIS 1997 17 MAYIS 1997 32 KİŞİ DEÜ MAK. 13KİŞİDEÜ+CBÜMAK. 8 KİŞİ DEÜ+CBD MAK 21 KİŞİ DEÜ+CBÜ MAK. 10 KİŞİ DEÜ END 22 KİŞİ DEÜ+CBÜ MAK 24 MAYIS 1997 25 EKİM 1997 1 KASIM 1997 15 KİŞİ DEÜ END 5 KİŞİ DEÜ END 15 KİŞİ DEÜ+CBÜ MAK 6 ARALIK 1997 21 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK. 13 ARALIK 1997 20 ARALIK 1997 7 Mart 1998 15 Mart 1998 23 Mayıs 1998 21 KİŞİ DEÜ END. 4 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK. 19 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK 17 KİŞİ DEÜ+CBÜ+EÜ MAK 17 KİŞİ DEÜ END. 26 Aralık 1998 12 Aralık 1998 26 Aralık 1998 katılım yok katılım yok 5 KİŞİ DEÜ+CBD MAK 119 KALİBRASYON ve METROLOJİ EĞİTİM MERKEZİ Ölçme teknolojisinin iyi bilinmesi uygulanması kadar, ölçme ve kontrolde kullanılan aygıtların izlenebilirlik zinciri içinde kalibrasyonunu sağlamak, bu amaçla gereken örgütü ve laboratuvarları kurmak, kurdurtmak her ülke yönetimi için kaçınılmaz bir zorunluluk sayılmaktadır. Pek çok ülke endüstrileşmelerinde^ bu darboğazı aşarak uluslararası pazarlardaki yerlerini almışlardır. Küçük- Orta ölçekli işletmelerin elindeki sayısı bilinmeyen ölçü ve kontrol aletlerinin tamamına yakını ile lisans - know-how ile çalışmayan büyük işletmelerindekin önemli bir oranı kalibrasyondan yoksundur. Bu aletlerin ne durumda oldukları, kaliteye olumsuz yönde ne ölçüde etkili olduğu bilinmemekte, pek çok kuruluş yetkilileri kalibrasyonu, ayar - sıfırlama ile karıştırmaktadırlar. • ölçme ve kalibrasyondaki belirsizliklerin ve hataların göz önüne alınamadığı ölçümler güvenirlikten yoksundur. Sistematik biçimde, izlenebilirlik kuralı içinde kalibrasyondan geçmemiş aygıtlarla yürütülen kalite çalışmalarından ve sonuçta ürünlerin kalitesinden kuşku duyulması normaldir. Bu düşünceler doğrultusunda Kalite Danışma Merkezimiz ülkemiz ve özellikle de bölgemizdeki sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılayacak ikinci derecede kalibrasyon merkezinin kurulması çalışmalarını başlatmıştır. Kurulacak kalibrasyon merkezi için fizibilite raporları hazırlanmış, cihaz temin edilecek firmalar ve UME ile temasa geçilmiştir. Merkez TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi ile ortaklaşa olarak hayata geçirilmiştir. : Merkez kalibrasyon işleviyle birlikte, firmalarda kalibrasyon işleri ile uğraşan kalite kontrol görevlilerine yönelik eğitim hizmetlerinde de bulunmaktadır. Ege- Kaimem Kalibrasyon ve Metroloji Eğitim Merkezi de açıldığı 1997 yılından bu yana düzenlediği 26 eğitimde toplam 133 katılımcıyı belgelendirmiştir. Bunların yanında ara teknik elemanlara yönelik kurslar da sürekli olarak düzenlenmektedir. Yukarıdaki tüm eğitimlerin yanı sıra sayısız ücretsiz seminer ve düzenlenmiştir. bilgilendime toplantısı İNSAN KAYNAKLARI MERKEZİ İşletmelerin günümüzde benimsedikleri en önemli strateji unsuru "insan" olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada ifade edilen insan belirli konularda teknik formasyona sahip ve yetişmiş elemanlar olarak algınlanmalıdır. Ülkemizde kişilerin bu formasyonlara ya da teknik kapasitelere sahip olabilmeleri için gerekli çalışmaları üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri v.b. kurumlar yerine getirmektedir. Fakat çok genç bir nüfusa sahip bir ülke olarak ne gençlerimiz bu olanaklardan yeteri kadar faydalanabilmece ne de yukarıda ifade edilen kurumlar asli olan görevlerini tam olarak yerine getirebilmleleri mümkün olabilmektedir. Diğer yandan ülkemizin sahip olduğu ekonomik gücü de gözönünde bulundurmamız gerekmektedir. Yaşanan bu eksiklikleri giderebilmede sahip olduğumuz tüm olanakları kullanmak kaçınılmazdır. özellikle yeni mezun olmuş ya da diğer üyelerine yönelik olarak hazırlanan meslek içi eğitim programlarının düzenlenmesi ve bu eğitimlerin sürekli olarak yenilenmesi mühendis kimliğini taşımakta olan birçok birey açısından kendilerini yenilemede büyük bir destek sağlamıştır. Diğer yandan üniversitelerin mühendislik fakültelerinden mezun olan ve profesyonel iş yaşamıyla ilk kez karşı karşıya kalan mühendislerimizin en önemli sorunlarından birisi de iş bulma süreciyle ilgili olarak yaşadıklarıdır, özellikle iş bulma sürecinde özgeçmiş hazırlamada yaşadıkları sorunlar ya 120 /. j / i da eksiklikler mühendislerin kimi zaman iş bulmalarını engellemektedir. Örneğin mühendise ait bazı bilgilerin özgeçmişlerde yer almaması, iletişim yollarının belirtilmemiş olmaması v.b. Bir başka sorun ise iş görüşmesi öncesinde mühendis adaylarının görüşme öncesinde yaşadıkları strestir. Ne yapacağını bilememe, heyecan, işe ve işletmeye ilişkin sorulacak soruların başlangıçta sorulmaması ve bu eksikliklerin mühendislere işe başladıktan sonra bir sorun olarak geri dönmesi mühendisleri ilk iş deneyimlerinde sıkıntıya düşürmektedir. Dışarıdan bakıldığında genel olarak bir sorun olarak görülmese de MMO izmir Şubesi bünyesinde mühendislerle yapmış olduğumuz görüşmelerde bunların ciddi birer sorun olarak yaşandıkları saptanmıştır. Tüm bunları gözönünde bulunduran Kalite Danışma Merkezimizin öncülüğünde Şubemizde bir İnsan Kaynakları Merkezi kurulmuş, hizmetlerini sürdürmektedir. SONUÇ Tüm bu etkinliğe rağmen gereksinimlerin içeriği sürekli değiştiği ve arttığı için yapılanlar hiçbir zaman yeterli olmamaktadır. Ya da en azından biz böyle görmemekteyiz. Bir meslek odasının sonsuza giden gelişme yolunda üyelerinin gereksinimlerini karşılaması ancak kendisini sürekli geliştirmesi ile mümkün olabilir. Şubemiz de bu ilke ile çalışmalarını sürdürmektedir. 121 ÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ FİRMALARDA Fİ KUÇUK ÜRETİMDE SÜREÇ PLANLAMASININ ROLÜ HAZIRGİYİM SEKTÖRÜNDE UYGULAMALAR Dr.Gülşen Erenler ÇAKAR / G.Ü. Mesleki Eğitim Fakültesi Türkiye' de küçük işletmeciliğe dayalı, istihdam ve üretimin önemli dinamikleri olduğu varsayılan KOBİ' ler işletmelerin % 98'ini, toplam işgücünün % 46.5 'ini istihdam etmekte, toplam katma değerin % 37'sini sağlamaktadırlar. Tüm bu katkılarına rağmen toplam yatırım içerisindeki paylan ise sadece % 26.5 'tir. Bu oran gelişmiş ülkelerde % 37 ile % 44 arasında değişmektedir. Bu rakamsal değerlerin yanında hangi ekonomik ve siyasi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, fınans yapılarındaki hareketlilik ile ekonominin en uygun dönemlerinde dahi ortama uyum sağlama, organizasyon yapılarındaki sadelik, kişisel inisiyatif kullanma, öğrenme, yeni teknolojilere ve yeniliklere açık olma nedenleriyle de krizlerden daha az etkilenme özelliklerine sahiptirler. Ayrıca GATT ve Gümrük Birliği'nin getirdiği rekabetin aşılmasında da olumlu katkılarının olacağı varsayılmaktadır. Ancak TMMOB Makına Mühendisleri Odasının yaptığı "Anadolu Sanayileri" araştırmasında ; söz konusu işletmelerin küçük olanlarının zanaat türü üretimi yaptıkları diğerlerinin ise eski teknolojiye dayalı, yalnızca bir ürün üretmeye yönelik bant sisteminin uygulandığı üretim türünün yaydın olduğu saptanmıştır. Üretime yönelik bu saptamalardan hareketle işletmelerin söz konusu varsayımları gerçekleştirmeleri , kalkınmanın dinamiği ve öncüsü olmaları oldukça zor gibi görünmektedir (Kişoğlu ve arkadaşları, 1998). , j Bu bildirinin amacı; her ne kadar varsayımlarla hareket edilse de sağladığı istihdam olanakları ve cirosu bakımından ülkenin en önde gelen üç sanayii dalı içerisinde yer alan ve emek yoğun öncü sektör olarak görünen hazır giyim sektörünün büyük bir bölümünü oluşturan KOBİ'lerde süreç planlamasının rolünü ortaya koymak; Emek kaybını önleme amacıyla hazır giyim sektöründeki KOBİ' lerde süreç planlamasının hangi düzeyde uygulandığı sorularına yanıt aramaktır. HAZIRGİYİM SEKTÖRÜNDE KOBİ'LER Tekstil ve hazır giyim sektörünün dünyadaki trendine bakıldığında; üretim, tüketim ve ihracatın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru kaydığı gözlenmektedir. Özellikle de Çin ve Asya ülkelerine kayış daha da belirgindir. Bu gelişme yada kaymanın temelinde düşük maliyet unsuru varmış gibi görünse de temel noktanın sektörün çevreyi kirletici niteliği nedeniyle gelişmiş ülkelerin bu süreci yaşamak istememeleri ve az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelere devretme istekleri vardır. Bununda ötesinde gelişmiş ülkelerin söz konusu sanayiine yönelik makine - ekipman üretiminde yoğunlaşma istekleri, teknolojileri ellerinde tutma arzuları önemli bir gerçektir. Türkiye deki hazır giyim sektörü de gelişmiş ülkelerin istek ve arzularını gerçekleştirmelerinde hem stratejik açıdan coğrafi konumu ve hem de işgücü maliyetlerinin düşüklüğü bakımlarından en uygun ortamlardır. Hazır giyim sektörünün önemli bir özelliği dünya genelinde küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşmasıdır. Dikkat edilirse uluslar arası yatırımcı firmalar arasında çok az sayıda hazır giyim firması vardır. Küçük ölçekli firmaların yoğun olması ve esneklik ihtiyacı nedeniyle taşeronculuk ve lisans anlaşmaları gibi eşitlik dengesine dayanmayan yatırımlar daha yaygındır (DRI Europe,1995:54). Gelişmiş ülkelerin teknolojiyi ellerinde tutmaları, sınır ötesi faaliyetlerini taşeronculuk ve lisans anlaşmalarına göre gerçekleştirmeleri, az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerin teknoloji üretememelerini, dışa bağımlılıklarının devam etmesini ve buna bağlı olarak ta moda ve marka üretememe sorunlarıyla iç içe yaşamaya terk edildikleri de bir gerçektir. Acı olan şudur ki bu konumda kalmaya devam edildiği süre boyunca sektör gelişmiş ülkelerin örgütsüz, düşük ücretli emek tercihleri sonucu daha uzun yıllar bu hizmeti vermeye devam edecek gibi gözükmektedirler. i j f. Ancak yukarıda sıralanan olumsuzluklar ve rekabeti etkileyen faktörlere rağmen imalat sanayii firmalarının % 21.3 'ünü, istihdamın % 31.7 ' sini, üretim değerinin % 13.5 'ini (DİE,1996), ihracatın % 29.6 'sini oluşturan tekstil ve hazır giyim sektörü (TİM, 1996), ihracat ve istihdam açısından ülke ekonomisindeki ağırlıklı yerini açıkça koymaktadır. Genellikle KOBİ' ler den oluşan sektörün Sektörel Dış Ticaret Şirket sayısındaki artışlar (11), kendi markası ile ihracat yapan firma sayısındaki artışlar sektörün önemini ve gücünü ortaya koyan ip uçlarıdır. Hazır giyim sektörü güçlü ve zayıf yönleri ile birlikte nitelikli işgücü, finansman, teknoloji, üretim teknikleri vb. sorunlarla iç içe yaşamaktadır. Üretimden kaynaklanan emek, makine-teçhizat-hammaddeye dayalı kayıpların önlenmesi ise süreç planlaması ve tasarımı ile mümkündür. Süreç kavram olarak belirli bir amaca yönelik girdileri belirli ve tek- 122 • f • • ,'•' rarlanabilir bir sırada ve ölçülebilir şekilde kullanarak, müşteri için bir anlam ve değer oluşturabilecek çıktıyı üreten işlemler bütünüdür. Süreç analizi; • • • Üretim aşamalarını öğrenilmesi, Üretim aşamalarını n özümlenmesi, Kuruluşun mevcutları ve üretim yeteneklerinin (malzeme, makine.işgücü) günümüz gelişmeleri ışığında sorgulanması ve firma tahlillerinin genelden özele analitik bir şekilde indirgenmesini sağlar. Süreç tasarım ve planlaması istenilen ürünün , istenilen kalite , miktar ve zamanda belirlenen maliyetle üretilmesi için üretim yapısının, üretim süreci içinde yer alacak işlemlerin, bu işlemlerde kullanılacak makine, araç, gereç ve teknolojinin belirlenmesi ile ilgili kararlardan oluşur (Üreten, 1998:173) Kalite; bir ürünün veya hizmetin belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama yeteneğine dayanan özellik ve karakteristiklerin toplamıdır. Üründe kaliteyi sağlamak, üretim sürecinin bir bütün halinde düşünülmesi, süreç planlaması ve tasarımına bağlıdır. Hazır giyim firmalarında süreç planlamasını zorunlu kılan nedenleri şöyle sıralamak mümkündür. Üretim sisteminde faaliyetler yoğunlaşmış ve karmaşıklaşmıştır. İşletme işi faaliyetlerde koordinasyon zorluğu yaşanmaya başlanmıştır. İşletmeler arası bağımlılık artmış, ilişkiler gelişmiştir. Müşteri ihtiyaçlarında artış başlamıştır. Tedarik ve dağıtım faaliyetlerinde genişleme vardır. Kalite, fiyat ve hizmette rekabet yoğunlaşmıştır. İşletmelerin en ekonomik düzeyde üretim yapabilmesi için malzeme, makine, zaman ve emek kayıplarının minimum düzeye indirilmesi zorunluluğu vardır. Ancak organizasyonların süreç planlama ve tasarım kararlarını etkileyen faktörleri göz önünde bulundurmaları gerekir. Bunlar; talep yapısı, dikey entegrasyon derecesi, ürün hizmet hacmi, otomasyon düzeyi, ürün hizmet kalitesi. Süreç tasarımında yukarıdaki faktörler göz önüne alınarak şu işlemler gerçekleştirilir. 1. 2. 3. 4. 5. Tasarım ve üretim aşamaları belirlenir. Her aşamada seçenek süreçler belirlenir. Seçenek süreçlerin uygun olanları seçilir. Seçenek üretim süreçleri içerisinde ayrıntılı analiz yapılır. Değerlendirilir ve en uygun üretim süreci seçilir. Hazır giyim sektöründe malzeme hataları ve üretimden kaynaklanan hataların birleşerek ürün yapısına katılmasından doğan kalite sorunları önemli şikayetlere ve emek kayıplarına yol açmaktadır. Bu nedenle süreç planlaması ve tasarımı sektör için önemli bir faktördür. YÖNTEM Türkiye' de ekonominin dinamizmi olduğunun 199O'lı yıllarda farkına varıldığı KOBİ' ler, diğer ülkelerde önemli ölçeklerde desteklenmekte ve korunmaktadırlar. Sanayiin kılcal damarları olduğu, öncü sektörlerin özelliklede de kazır giyim sektörünün çoğunluğunu oluşturmaları KOBİ' lere yönelik farklı amaçlar taşıyan bölge, sektör, il, organizasyon, üretim süreçleri, teknoloji vb. düzeylerde araştırmalar yapılmasına da ortam hazırlamıştır. Bu bildirinin hazırlanmasında da işgücü, hammadde, makine araç-gereç açısından hayati önem taşıyan süreç planlaması ve tasarım , emek yoğun bir sektör olması nedeniyle hazır giyim sektörü baz alınarak sorgulanmıştır. Çalışma öncelikle bir model olarak ele alınmıştır. Bu nedenle araştırma kapsamında denek sayısı az tutulmuştur. Araştırma üç farklı ilde yürütülmüştür. Ankara firmaları fason üretim yapmadıkları için,iç pazara üretim yaptıkları için tercih edilmişlerdir. (12 firma) İstanbul firmaları fason üretim yaptıkları için tercin edilmişlerdir.(4 firma) Denizli firmaları iç ve dış pazara üretim yaptıkları ve tekstil sektörü ile iç içe yaşadıkları için tercih edilmişlerdir. Araştırma verilerine literatür taraması ve anket yöntemi ile ulaşılmıştır. Elde edilen veriler bilgisayar ortamında değerlendirilmiştir. Araştırmanın bu aşamasında iller bazında bir ayrışmaya gidilmemiştir. ARAŞTIRMA BULGULARI Araştırma kapsamındaki firmalar ile ilgili şu saptamalar yapılmıştır: 123 • • • • • • Firmalann %55'i 1991 den sonra kurulmuştur. Firmalann %50' si limitet şirkettir. Firmalann %45'inde 1-5 arasmda idari personel çalışmaktadır. Çalışanlarm % 66.6'sı lise düzeyinde eğitim almıştır. Firmalann % 50'sinde 30 ve daha yukan üretimde çalışan personel vardır. Bunlann % 51.4'ününeğitim düzeyi ilkokuldur. Firmalann % 45'inde süreç planlamasından sorumlu kişiler yöneticilerdir. Firmalar süreç planlamasını malzeme, makine, zaman ve emek kayıplannı önlemek amacıyla ve ürün cinsine bağlı kalarak yapmaktadırlar. FİRMALARIN UYGULADIKLARI SÜREÇ AKIŞ YAPILARI AKIŞ TİPİ ÜRETİM PARTİ TIPI ÜRETİM ATELYE TİPİ ÜRETİM %40 PARTİ TİPİ SİPARİŞE GÖRE ÜRETİM %35 FİRMALARIN UYGULADIKLARI SÜREÇ PLANLAMA TEKNİKLERİ °/20 • İŞLEMLER SÜREÇ ŞEMASI %J0 • SÜREÇ AKIŞ GRAFİĞİ °/<50 [SÜREÇ AKIŞ ŞEMASI Firmalann uyguladıklan süreç akış yapılanna bakıldığında atölye tipi üretim yapılarını tercih ettikleri,üretimden kaynaklana kavıplan önlemek amacıyla süreç planlama tekniği olarak işlemler tablosunu kullandıklan anlaşılmaktadır. 124 FİRMALARIN MAKİNE-ARAÇ-GEREÇ SEÇİMİNDE DİKKAT ETTİKLERİ HUSUSLAR %50 %40 • KAPASİTESİ VE KULLANIM KOLAYLIĞI •GEREKEN İŞGÖREN ÖZELLİĞİ EüSAHİP OLDUĞU ESNEKLİK DERECESİ FİRMALARIN SÜREÇ KARARLARINA ETKİ EDEN FAKTÖRLER TALEP YAPISI OTOMASYON ÜRÜN HİZMET ÜRÜN HİZMET DÜZEYİ KALİTESİ VE HACİM ESNEKLİĞİ MÜŞTERİYE TEMAS DERECESİ Araştırma kapsamındaki firmaların makine-araç-gereç seçiminde kullanım kolaylığı olan ma kınalan tercih ettikleri, süreç kararlarını ise daha çok müşteri ve talep yapısının etkilediklerini belirtmişlerdir. SON ÜÇ OLARAK; Gelişmiş ülkelerin tekstil ve hazır giyim sektörünü çevreyi kirletici özellikleri nedeniyle bu süreci yaşamak istememeleri, bu süreci az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere devretme istekleri, sektöre yönelik makina-ekipman üretiminde yoğunlaşmak istemeleri , söz konusu teknolojileri ellerinde tutma istekleri üretim süreci az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kaymış ve bunlardan biride Türkiye olmuştur. Taşeronculuk ve lisans anlaşmalan gibi yöntem ve yatırımlarla gerçekleştirilen üretimde ise Türkiye'nin teknoloji üretmesinin ve dışa bağımlılıktan kurtulmasımn güç olduğunu görmek yanlış olmayacaktır. 125 Emek yoğun bir sektör olması, hammaddeden kaynaklanan kayıpların ciddi boyutlara varması doğaldır ki beraberinde emeğinde kaybını gündeme getirmekte, istihdamı daraltmakta işten çıkarılmalara yol açmaktadır Bunun için: • • • • İşçi sınıfı eğitimden yoksun bırakılamaz ilkesinden hareket ederek,süresini,türünü, niteliğini işçilerin belirlediği , işçiyi kendisine ve işine yaklaştırıcı bir düzeyde hizmet içi eğitim verilmelidir. Makine ve ekipmanda gerçekleştirilecek bir yenileşme faaliyetinin, fiziksel ve zihinsel emeği bütünleştirici rol oynamasına, çalışmanın niteliğini arttırmasına, iş süreçlerinin kısaltılmasına ve istihdamı daraltıcı değil aksine tam istihdam ortamlarının yaratılmasına yönelik olmasına özen gösterilmelidir. Sektörde yüksek nitelikli ve yüksek ücretli, örgütlü emeğe dayalı bölgesel düzeyde sanayi yapılanmalarına gidilmelidir. Öncü sektör ve ihracatın lokomotifi olarak görünen hazır giyim sektöründe daha yüksek değere ulaşılmak isteniyorsa uluslar arası boyutta marka oluşturma çabalarına hız verilmeli, yetenekli, yaratıcı kurum, kişi, kuruluşlara fırsat yaratılmalıdır. YARARLANILAN KAYNAKLAR -Ansal, Hacer., "Üretim Organizasyon Biçimi Olarak Anadolu Kaplanları ve Dünyadaki Benzerleri", TMMOB Makine Mühendisleri Odası 97 Sanayi Kongresi, 1998,Ankara. -DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı. -DRI Europe, "typical Forms of Transnational Investments by EU Firms Outside the EU ", Panaroma of EU Industry, Special Feature, 1995:53. -KİŞOĞLU ,Sevil.,G.Çakar.,A.Öncü.,A.Köse.,TMMOB Makine Mühendisleri Odası 97 Sanayi Kongresi,"Anadolu Sanayileri Araştırma raporu", 1998,Ankara. -TİM,Türkiye İhracatçılar meclisi -ÜRETEN,Seviç,.İşlemlerYönetimi,1998,Ankara. 12:6 f ..': , I PANEL "TÜRKİYE'DE KALİTE KURUMSALLAŞMASI VE POLİTİKALAR" Oturum Başkanı: EMİN KORAMAZ TMMOB Makina Mühendisleri Odası Başkanvekili Sempozyum Sekreteri Remzi ERİŞLER Panelin Konusu Türkiye'de Kalite Kurumsallaşması ve Politikalar. Fakat, çok kısa bir anıyı burada anlatmak istiyorum; çünkü, anlatmak biraz farz oldu. Şükrü Er diye bir makine mühendisi var, geçmişte TMMOB'un da Genel Sekreterliğini yapmış , yaşlı tabii, bizlerden çok büyük ve deneyimli bir üyemiz. Onun başından geçen bir anı. Türkiye'ye Alman bir bilim adamı geliyor ve bu burulmalar konusunda bir konferans verecek; ama, çok bilimsel ve spesifik bir konu; yani, çoğu kimseyi ilgilendirmeyen bir konu bu. Salona gelecek ve bizim Şükrü bey de bakıyor salonda kimse yok, Almanlara karşı ayıp olmasın diye iniyor, alt katlarda bir yerden ilgisiz böyle insanlardan topluyor 25 kişi getiriyor oraya, Alman konferansı veriyor, sonra çıkıyor, her şey bitiyor "ya" diyor "dünyayı dolaştım, beni hep 2 ya da 3 kişi dinlerdi" diyor, "bu çok spesifik bir konu; ama, Türkiye'de bu kadar ilgiyi hayretle karşıladım" diyor. Bir de şöyle bir olay oluyor, Şükrü bey verecek konuşmacı, geliyor salona 1 kişi var, o da tabii "1 kişi de olsa biz bunu veririz" diyor yani, "görevdir" diyor ve okuyor bildirisini, tam giderken salonda 1 kişi var o da gidiyor kapıyı tutuyor, kilitliyor "Şimdi sen dinleyeceksin, bende diğer konuşmacıyım" diyor. Şunun için söyledim. Bu sempozyum için epey çaba harcadık biz; gerçekten, parasızda bir sempozyum, sanıyorum içeriği de iyi, katılım daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum, duyurusunu da yaptık; başka ne yapmak gerekirdi bilemiyorum. Protokolü göremedik; ama, bence daha da iyi oldu, daha sade, içten bir ortamdı bu. Panelin tartışmalı geçmesini diliyorum. Yaptığım bazı konuşmalardan da bazı konuşmacıların çok katı davrandığını, çok radikal şeyler söylediğini aldım; fakat, bu çok iyi bir şey; yani, nereden baktığınıza bağlı gerçeklerin yorumlanması, herkese göre değişebilir, her çağa, her düzeye göre değişebilir; ama, buraları erdemli, onurlu ve özgür ortamlar, çıkıp konuşmak serbesttir, her türlü düşünce burada temsil edilebilir, ifade! edilebilir. Bunu tekrar belirtmek istiyorum ve oturumu yöfletmek üzere TMMOB Makina Mühendisleri Odası Başkan Vekili Emin Koramaz'ı davet ediyorum. Buyurun. 127 EMİN KORAMAZ (Oturum Başkanı) - Sevgili konuklar, dostlar; sempozyumumuzun son oturumu olan panelimizi açıyorum. Panelimizin konusu "Türkiye'de Kalite Kurumsallaşması ve Politikalar" Ben konuşmacıları masaya davet ediyorum okuduğum sırayla. Prof. Dr. Alp Esin ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümünden, Doç. Dr. Hüseyin Uğur TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Ulusal Metroloji Enstitüsünden, Ahmet Altekin KAL-DER Bursa Şubesinden, ismet öztunalı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinden, Ahmet Parlamış TSE Bursa Bölge Müdürlüğünden. Ben panelistlerimize "hoş geldiniz" diyorum yeniden. Değerli konuklar, iki gündür, uzunca bir süre iki gün kalite konusunu tartıştık. İnsanoğlunun tarihini incelediğimizde insanoğlunun tarihinin doğaya karşı bir mücadele tarihi olduğunu biliyoruz. Bu mücadelenin merkezinde de özellikle 19.Yüzyıldan sonra biz mühendisler varız. Biz Makine Mühendisleri Odası olarak bir uzmanlık alanımız olduğu için kalite konusuyla oldukça ilgiliyiz. Her iki yılda bir TMMOB Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği adına yapmış olduğumuz Sanayi Kongrelerinin vazgeçilmez bir alt başlığı kalite konusu. Yine 1995 yılından itibaren kalitenin bir alt başlığı olan ölçüm bilim konusunda Eskişehir'de ölçüm Bilim Kongreleri düzenliyoruz, yine bu kongre 7-8 Ekim 1999 tarihinde Eskişehir'de yeniden gerçekleştirilecek. 45 yıllık bir tarihi olan Mühendis ve Makina Dergimizin her yıl periyodik olarak bazı sayıları kalite konusuna ayrılır; yani, kalite konusunda yapmış olduğumuz çalışmalar oldukça fazla; ama, bütünlüğü kalite olan, kalite konusunda adı kalite olan bir sempozyumu Bursa'da ilk kez gerçekleştiriyoruz ve bununda mutluluğunu duyuyoruz sizlerle birlikte bu sempozyumu gerçekleştirmekten ve tamamlamak üzere olmaktan, ilginç bir tesadüf, Osmanlılar zamanında kalite konusunda ilk şahadetnamede Bursa'da yayınlanmış, değerli hocalarımız bilirler, adı da "Kanunnameyi İktisabı Bursa" 1502 yılında bu belge yayınlanıyor, yine biz de bu sempozyumu Bursa'da gerçekleştiriyoruz. . f Sempozyumun başladığı andan itibaren çeşitli noktalarıyla panelimizin konusu tartışıldı. Belki de bu oturumlardan en ilginci, en çok ilgi çekeni insan kalitesi üzerine yapılan oturumdu. Yaşam kalitesine yapılan bu vurgu, yaşadığımız Marmara Depreminde kaybettiğimiz, bunca canı kaybettiğimiz Marmara Depreminde ülkemizde sistemin ne hale geldiğini gözler önüne serdi belki de. Türkiye'de sanayileşme ve demokratikleşmenin ilk adımının atılmaya başlaması yaklaşık 50 yıllık bir süreç. Bu süreç aynı zamanda ülkemizde sistemin iflasının da bir göstergesi, kalite açısından da durum böyle. j Sempozyumda yapılan tartışmalardan izlediğim kadarıyla, özellikle tüm konuşmacıların üzerine vurgu yaptığı konu, kalite deyince sadece ürüne ve sisteme yönelik verilen ya da alınacak belgelerin yeterli olduğunun sanıldığı bildiriliyor tüm konuşmacılar tarafından. Biraz belki de öyle oldu, özellikle 80'li yılların başından itibaren NATO Konsepti çerçevesinde askeri tesislerde başlayan sistem kalitesi belgesi almak bir virüs gibi toplumun tamamına yayıldı. Karakollar, emniyet müdürlükleri ISO 9000 belgesi alır oldular, hatta bazı belediyeler seçildikleri zaman belediyeleri Toplam Kalite Yönetimiyle yöneteceklerini vaat ederek seçim kazandılar, Bursa Belediyesi de bunun en tipik örneği. Ancak, şunu görüyoruz, parçalı yapılar, parçalı gidişler bir tarafından, sadece bir tarafından tutma sorunları çözmüyor, her şey eski tas eski hamam devam ediyor. Açılış konuşmasında da belirtmiştim, kalite bütünlüklü bir kavram, bütünün doğru işlemesi için bütünü oluşturan her parçanın birbirleriyle ilişkisi ve parçaların niteliğinin nitelikli olması bütünün niteliğinin de artmasına hizmet verecek. j / Ülkemizde her konuda olduğu gibi kalite konusunda da parçalı bir yapı var. Şöyle bir araştırdığımızda kalite konusunda kendilerine kuruluş yasalarıyla görev yüklenen kurumlara baktığımızda Sanayi ve Ticaret Bakanlığını, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını, Orman Bakanlığını, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığını, TSE'yi, TÜBiTAK'ı, Ulusal Meteoroloji Enstitüsünü, Milli Prodüktivite Merkezini, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliğini ve TOBB'u görüyoruz, üniversiteleri görüyoruz. Her biri kendi alanında kuruluş yasalarıyla yetkilendirilmiş bütün bu kurumlar ürün belgelendirme, eğitim, sistem belgelendirme, ürünün denetlenmesi konularında bir dizi faaliyette bulunuyorlar. Ancak, bunca 128 kurum varken ülke genelinde kurumsal bir yapı oluşturulamıyor. Meclis saflarında yıllardır bekleyen Ulusal Akreditasyon Yasası bir türlü çıkartılamıyor. Neden çıkartılamıyor acaba bu yasa? Bu tasan eğer yasallaşırsa sorunun çözümüne ne ölçüde katkıda bulunacak? Bu model ülkemize uygun mudur? Ülkemizin geleceğe yönelik kalite politikaları neler olmalıdır? İşte bugün burada üniversitelerimizin, Türk Standartları Enstitüsünün, Ulusal Metroloji Enstitüsünün, sanayimizin, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği temsilcisinin katıldığı bu panelde bu konuyu işleyeceğiz ve siz değerli katılımcıların da görüşlerini alacağız. Saat 18.00'de salonu boşaltmamız gerekiyor, bizden sonra başka bir programı varmış otelin, onun için de zamanı çok verimli kullanmamız gerekiyor, 150 dakikamız var yaklaşık, bu 150 dakikanın ilk 80 dakikasını 20'şer dakika konuşmacılarımıza sırasıyla bırakacağım, 20 dakika salona açacağım tartışmayı, kalan zamanı da konuşmacılara sizden gelen soruları yanıtlaması ve ilk turda eksik bıraktıkları konuları tamamlamaları için ikinci bir süre vereceğim. Ben ilk sözü Prof. Dr. Alp Esin'e vermek istiyorum ve kayıtlara alındığı için özgeçmişini bir kez daha okumak istiyorum. 1962 yılında ODTÜ'den lisans, 1963 yılında yüksek lisans, 1967 yılında Londra Üniversitesinden doktora derecesini almış kendileri. Tasarım, malzeme, üretim, kalite uzmanlık alanları olup, bu konuda 60'ın üzerinde yayını var. 1992 yılından beri yoğun biçimde kalite sistemleri ve uygulamaları üzerinde çalışmış, İstanbul Sanayi Odası, KOSGEB ve ODTÜ'nün bu konudaki etkinliklerinde görev almıştır. Buyurun efendim. Prof. Dr. ALP ESİN (ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü) - Efendim izninizle ben önce kurumsallaşmadan ne anladığımı sizlere açıklayayım, ümit ederim katılırsınız. Türkiye'de kalite konusunda benim gözlemlerime göre yapılan en büyük yanlışlardan biri kalite çabalarını, insanın normal insanın kaliteye ilişkin özelliklerinden farklı uhrevi bir konu gibi görmek. Halbuki günlük yaşamımızdaki sorunlarla, kalite sorunları arasında birebir ilişki var. Onun için bunları gereksiz değişik boyutlara getirip, değişik çözüm yollan aramak bizi verimsizliğe itiyor. Kurumsallaşmayı ben şöyle anlarım. Bir kişi, tamam, çok kibar ve nazik bir insandır, baktığınız zaman, hani asalet bir elbise gibi üstüne oturur, hatta yaptığı göreve bakarsınız, dersiniz ki "hayret, bu görevi nasıl yapıyor" çok daha değişik üst görevlere layık görürsünüz. Bir kurumda da kalite kurumsallaşmışsa elbise gibi üstüne oturur. Hatta bu konuda biraz daha iğneyi batıralım, kibarlık taslayana Anadolu tabiriyle ne derler "kırıldın" derler. Baktığınız zaman kalite çabası içinde olan birçok kuruluşa "amma da kırıldın" demeye geliyor; çünkü, üstünde eğreti duruyor. Bu konudaki ikinci gözlemim de şu: Bir şeyi kaliteli yapan iyi, kolay ve zarif yapar. Bunun en yakın örneğini sporda görüyoruz. Bakın bir Hagi, Michael Jordan en zor hareketleri büyük bir kolaylıkla ve zarafet içinde yapıyor. İşte bir kuruluşta kalite eğer o kuruluşun özü haline dönüşmüşse kalite konusunda yaptığı her iş hiçbir çaba göstermesini gerektirmeden güzel, zarif ve göze hoş gelen biçimde yapılır, bilmem bu tanıma katılıyor musunuz?.. Bu noktaya ulaşmadan hiçbir kuruluşta biz kalite kurumsallaşmıştır diyemeyiz. Bunun değişik nedenleri var. Dün sanıyorum ki ben burada yoktum, çok daha değişik boyutlarda tartışılmış, tabii ki bir ülkede, bir kuruluşun varabileceği kalite düzeyi o ülkenin günlük yaşam düzeyinden fazla uzağa düşmez, örneğin, bazı sanayi kuruluşlarına gittiğimizde bakıyorum öğle yemeğinde bulaşık yıkanan yerde el yıkanıyor veya hiç elini yıkamadan işçi sofraya oturuyor. Bir gün dedim ki sahiplerine 129 "Beyefendi çapak yiyen bir işçinize siz parçanın çapağını temizle alıcıya ayıp olur" kavramını nasıl verirsiniz dedim, adam çapak yiyor dedim. Ufak ufak şeyler kaliteye yol açar. Aynı şey şehircilik hizmetlerimizde de oluyor. Ben her zaman şunu söylemişimdir. Fırınları, lokantaları denetlettirdiğimiz memurlar, evlerindeki temizlik anlayışı nedir?.. Kendi evinde olmayan bir temizlik anlayışını siz 9'dan 5'e kadar memur olarak uygulamasını nasıl beklersiniz. Dolayısıyla kalitenin kuruluşlarımızda kurumsallaşmasının temel koşulu birey olarak hepimizin yaşadığı, doğduğu, büyüdüğü yerlerde kalitenin topyekün gelişmesidir. Bunların ilgili politikalara veya sorunlara baktığımızda kuruluşun büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre ortaya değişik boyutların çıktığını görüyoruz. Bunların duraksamasız tabii başında, üst yönetimin tutumu geliyor. Türkiye'de özellikle küçük sanayi dediğimiz bölümde bu kalite konusunda üst yönetim dışarıdan bir zorlama olmazsa, anket sonuçlarının da gösterdiği gibi kalite konusunda bir duraksama içinde; yani, uysun mu, uymasın mı. Bu duraksamanın en büyük nedenlerinden biri de psikolojik, bunu da açık seçik kabul etmemiz lazım. Yeni gelişmelere; yani, sabah vurguladığım gibi değişime ayak uydurmak isterse uyduramıyor; çünkü, kabul edelim bu değerli sanayicilerimizin çoğunluğu genç yaşta bu işe atılmış, emek vererek kuruluşu bir noktaya getirmiş; fakat, bundan daha öteye giderse kuruluşun kendi elinden çıkacağını zannediyor; yani, ben şuna benzetirim. Bir anne-baba düşünün, 12-13 yaşına kadar çocuğunu büyütmüş, ondan sonra diyorsunuz ki "bundan sonra bu çocuğu sen büyütecek ehliyette değilsin, bu çocuğu başkasına ver, başkası büyütsün" Türkiye'de bu çok ciddi bir küçük sanayici problemidir, yani, bu değişimi isterken çok dikkatli olmak gerekiyor; çünkü, onlar psikolojik olarak, haklı olarak bu değişimi kuruluşlarının elinden gitmesi biçiminde görüyorlar. Bu da ister istemez eski alışkanlıklarına neden oluyor. Mesela çırak kullanılırken meslek liselerinden yetişmiş veya eleman kullanılırken çırak demeyelim, çok ilkokul mezunu kullanmalarının önemli bir nedeni, onları kendi anlayış ve biçimlerine göre yetiştirebilmelerinden gelen kolaylık; çünkü, öbür taraftan geleni kendi biçimlerine uyarlamaları hemen hemen imkansız oluyor veya zor oluyor. Halbuki öbürünü aldığı zaman küçük yaştan itibaren kuruluşun iyi veya kötü alışkanlıklarını da birlikte ediniyorlar. Bu şimdi kalitenin kurumsallaşması açısından Türkiye'de önemli bir problem. İkincisi, alıcıların değişkenliği; yani, bunu da kabul edelim. Kalitenin düzeyini alıcı tayin eder. Bilhassa küçük sanayicimiz değişken alıcı kesimiyle karşı karşıya, bir kısmı haklı olarak geliyor kaliteli ürün yahut kalite düzeyi yüksek ürün istiyor, bir kısmı geliyor "çabuk ver, nasıl olursa olsun" diyor. Bunu bir işyeri iki başlı canavar olamaz, her alıcının değişkenliği bizim bilhassa günübirlik yaşayan küçük iş yerlerimizi en başta tehdit eden noktalardan biri; yani, buralarda kalitenin kurumsallaşmasını istiyorsak, bunları bulundukları şu andaki durumdan kurtarıp, organize edip, gerçek anlamda bir yan sanayici haline getirmemiz lazım. Aksi halde bu değişkenlikle bizim özlediğimiz biçimde ve düzeyde kalite sistemi kurabileceklerine inanamıyorum. Diğer korkularından bir tanesi de, Türkiye maalesef bu konuda çok geç kaldı. Gerek ingiltere, gerek Almanya olsun bu ISO 9000 veya benzeri kalite sistemlerini küçük sanayiye uyarladı, hani sofrada daha basitleştirerek söylediğim gibi bunun farzını sünnetini ayırdı küçük sanayici için. Biz bunu yapmıyoruz, yapmayınca küçük sanayicinin karşısına 22 tane şekilci maddeyle çıktığımız zaman sanayici haklı olarak korkuyor. Halbuki bunların bir çoğunu farkında dahi olmadan uyguluyor ve bu konuda ISO 9000'lerinde zaten bir zorlaması yok. Bir iş doğru yapıldıktan sonra diyor, bunu nasıl doğru yaptıracağın senin kullanacağın yöntem beni ilgilendirmez, yeter ki her zaman doğru yapıldığını bana göster diyor, mesele bu kadar basit. Bunun yerine biz şekilcilik istiyoruz, hatta İSO'nun bu şekilciliği geçmişte o kadar sıkıydı ki, bir firma ingiltere'de, sonradan bilimsel makale olarak yayınlamış, tek kişilik bir firma ISO 9000 belgesi alıyor, bunu alabilmek için diyor, sağ elimle oturdum sipariş verdim, sol elimle şikayet mektubu yazdım, şunu yaptım, bunu yaptım; yani, evrakı tamamladım bir kişilik firmaya ben ISO 9000 aldım. ISO 9000'in tabii kendine göre gerekleri var, fakat, 130 kabul edelim ki bu kalite sistemleri temelde büyük firmaları hedef almışlar. Dolayısıyla bunun da küçük firmalara uyarlanması konusunda dikkatli olmamız lazım. Diğer önemli bir nokta da kalitenin kurumsallaşmasında bilmem dikkatinizi çekiyor mu, kullanılan teknoloji veya üretimin biçimi çok önemli; yani, üretim bir sürece dayalıysa büyük bir çoğunluğu otomasyon veya mekanizasyon şeklinde problem çözümleniyorsa bu gibi kuruluşlar, dikkat edin büyük kuruluşlarımız dahil, kaliteyi yakalamakta veya belirli kalite düzeyine ulaşmakta kolaylaşmıştır. Çünkü, sabah bahsettiğim gibi İSO'nun bahsettiği kalitenin yönlerinden tasarım ve üretim kalitesinin büyük bir bölümü sistemin tasarımıyla esas sistemi kuran firma tarafından halledilmiştir. Demek ki ortada kalite sorunu sistemin iyi JDir şekilde işletilmesine kalıyor. O bakımdan bu tartışmanın bu gözle de görülüp, bu ayrıntılara inilmesinde yarar olduğuna inanıyorum. İsterseniz konuşmaların gelişine göre tekrar devam ederiz. BAŞKAN - Sayın hocama teşekkür ediyorum. İkinci konuşmacıya geçmek istiyorum. İkinci konuşmacımız Ahmet Altekin, kendisi "Kalite konusunda sanayi gözüyle" diye birtakım bilgiler verecektir, Ahmet beyin özgeçmişini okuyacağım. Shefild Üniversitesinden metalürji mühendisi ve Piza Üniversitesi italya'da kalite yönetim mastırı yapmış. 1982 yılından beri TOFAŞ'ta çalışıyor, TOFAŞ'ta giriş kontrol, teknik irtibat servis sorumluluğu, süreç ve entegrasyon proje yöneticiliği yapmış. KAL-DER Bursa Şube Başkanı. Yine TOFAŞ'ta kaliteyle ilgili KOÇ Holding Otomotiv Grubu Yan Sanayi Değerlendirme ve Planlama Geliştirme Projesi sorumluluğu, TOFAŞ ISO 9001 belgelendirme projesi sorumluluğu, TOFAŞ 2000 Projesi iyileştirme Ekipleri Rehberi oluşturmuş. KAL-DER'de ise TÜSİAD KAL-DER kalite ödülü, masa başı değerlendirme ve saha ziyaretlerinde değerlendirici, baş değerlendirici görevlerinde bulunmuş. TÜSİAD Kalite Ödülü organizasyon sorumlusu ve değerlendiricisi. Buyurun Ahmet bey. AHMET ALTEKİN (KAL-DER Bursa Şube Başkanı) - İSO'ya göre Ahmet-1, Ahmet-2 diye ayrılıp, bunun için bir talimat yazmak gereği doğmuş olabilir. Ben aslında konuşmamın bittiği zaman kurumsallaşma konusunda bir reçeteyle tabii ki bitirmiş olmayacağım; ancak, bir iki düşüncemi aktarmak istiyorum. Kurumsallaşmadan bahsettiğimiz zaman bir değişimden bahsediyoruz demektir. Çünkü, mevcut bir yapıdan başka bir yapıya doğru gitmek istiyoruz ve bu sırada nasıl politikalar uygulanmalıydı soru; yani, değişimi ne tür bir özendirmeyle kuvvetlendirebiliriz gittiğimiz yönün doğru olduğunu varsayarsak ve bunu en hızlı bir şekilde, en etkin bir şekilde nasıl gerçekleştirebiliriz; bir değişimden bahsediyoruz sonuçta. Değişim sürecine baktığımız zaman bu ister şirketler için olsun, ister toplumlar için olsun temel yönlendirici, kuralları birbirinden çok farklı değil. Değişimin pek çok nedeni olabilir ama, bunların bir analizini yaptığımız zaman iki sınıf altında toplayabileceğimizi görüyoruz. Bir tanesi değişime ikna olmaktan ötürü meydana gelen bir değişim motivasyonu, diğeri ise dış zorlamaların sonucunda meydana gelen bir değişim isteği. Dış zorlama derken burada tabii ki kasıt şu; işte benim iki şapkam var, TOFAŞ'ta şapkamı takarsam, biz yan sanayiye diyoruz ki "git kendine şu sertifikayı al, yoksa gelecek yıl senden parça almam" yahut da Avrupa Birliği diyor ki "şunu şunu yapmazsan sana böyle ürün satma hakkını vermem." Yani, zorlama derken bu tür zorlamalardan bahsediyorum. 131 Bu durumda tabii ki iki tane ayrı mekanizma gündeme gelmiş oluyor. Bunlardan bir tanesi kültürdeki değişiklik sonucu meydana gelen değişimler -ki bu da sonuçta işte birkaç yılın moda tabiriyle "paradigma" yahut da "dünya görüşü"nün değişmesi sonucu meydana gelen bir motivasyon- diğeri ise büyük çapta, hocamızın da bahsettiği gibi prosedürleri değiştirme, bir tarafta yazılmış 20 tane madde varsa, o 20 tane maddeyi herhangi bir şekilde ISO 9000 mantığında düşünürsek; acaba ben kendi kurumuma nasıl uygularım diye bir çaba ve bunda dışarıdan danışmanların yardımıyla bir tür üzerine oldurtma çabası. Tabii aslında bu zorlamanın da bir süre sonra bir kültür değişikliğine yol açma ihtimali olduğu tartışılabilir, zaten bu da çok tartışılan konulardan bir tanesi; acaba, zorlama ve sınıf geçme mantığı kendisini gerçek bir paradigma değişikliğine hakikaten bırakabilir mi. Bu noktada kurumların ve toplumun içerisindeki liderlik çok önemli oluyor; çünkü, doğru liderliği yakalayabilen bir şirket yahut da bir toplum ister dış zorlamayla gelsin, ister kendi içindeki dinamiklerle bir kendi kendini ikna yöntemiyle bir motivasyona sahip olsun, içinde bulunduğu durumu gerçekten değiştirebilecek ve değişimini de özümseyerek, benimseyerek ve sürekli hale getirecek kurumlarını, iç kurumlarını yaratarak başarmayı sağlayabiliyor. Burada tabii soru şu olabilir toplumsal açıdan düşündüğümüz zaman, şirket açısından düşündüğümüzde belki olay daha kolay, toplumsal açıdan düşündüğümüzde hangi faktörler işin içine girecek. Bunlardan bir tanesi mutlaka yasal kurumlar ve yasal çerçeveyle gelen veya resmi çerçeveyle gelen ve toplumsal fonların şu ya da bu şekilde kullanılmasını etki eden yasalar, yasal çerçeveler, özendirme teşvik tedbirleri gibi hususlar. Bir diğer husus ise, şirketin veya toplumun o kesiminin veya tüm toplumun kültürüne doğrudan hitap eden ve bunu değiştirmeye çalışan faktörler. Ben bunların arasında en önemlisini, sivil toplum örgütlerinin ortaya çıkışı, kuvvetlenişi ve toplum içerisinde gerçek bir paradigma değişikliğine yol açma açısından önemine işaret etmek istiyorum bu noktada. Çünkü, yasal zorlamalar veyahut da yasa dışı, yasal olmayan demeyeyim de, yasaların dışındaki zorlamalardan kaynaklanan motivasyon sonuçta bir sınıf geçme kültürüne yol açacaktır. Bu da sadece sınavlardan önce çalışma, teftişten önce evini, tuvaletleri vesaireyi temizleme gibi önlemlere yol açacaktır ama, iki teftiş arasında, iki denetim arasında bütün yapı olduğu gibi eskisine dönecektir. Sivil toplum örgütlerinin varlığı ise toplumun içindeki organizasyonun değişmesiyle mantık değişimine, paradigma değişimine yol açmak için en önemli faktörlerden biri olacaktır. Sivil toplum örgütleri derken, işte burada çeşitli sivil toplum örgütlerinin de bir araya geldiği bir platformu görüyoruz. Biz KAL-DER olarak kendimizi böyle bir değişikliğin motive edici bir unsuru olarak görüyoruz. Tabii burada bu platform bunun yeri değil ama, bu tür sivil toplum örgütlerinin gelişmesi için acaba resmi çerçeve nasıl tanımlanabilir, bu belki tartışılabilir ama, çok önemli olan bir nokta, ki ben konuşmamı şimdi burada kesmek istiyorum. Gerçekten bu paradigma değişikliğine yol açan bir motivasyonla değişimi sağlayacaksak sivil toplum örgütleri çok önemli. KAL-DER bu açıdan bakıyoruz çok önemli. Diğer sivil toplum örgütlerinin bu alandaki çalışmaları çok önemli ama, son olarak şunu da söyleyeyim. İlla bu tür çalışmaların etkisi kalite başlığı altında olmak durumunda değil, hatta tam tersine, şunu söyleyebilirim ki, bir Uzakdoğu şiiri var, "10 yıl bambu çiz, bambuyu unut" sonuçta çizdiğinin bambu olup olmadığını bile unutman gerekir; yani, eğer kaliteden bahsediyorsak, bir paradigma değişikliğiyle kaliteyi özümsemekten bahsediyorsak, kaliteden konuştuğumuzu bile unutmak zorundayız, öyle ki, kendi ilgi alanımızda misyonumuzun tanımlamış olduğu alandaki faaliyetlerimiz ve varlığımız zaten kalitenin kendisi hale gelmek zorunda. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum. 132 Konuşmaları bir toparlama yapmak istemiyorum, en sonunda genel bir toparlama yapmak istiyorum bu bütünlüğü bozmamak açısından; çünkü, ikinci turda tekrar söz vereceğiz konuşmacılarımıza. Ben üçüncü konuşmayı Türk Standartları Enstitüsüne vermek istiyorum. Kalitenin bir ayağını oluşturuyor, standardizasyon ayağı Türk Standartları Enstitüsünün görevi. Şu ana kadar yapılan konuşmalardan genel bir Türkiye kurgusundan ziyade işletmelerde kalitenin sağlanması açısından genel politikaları ne olmalıdırı aldık. TSE'den de bu konuda şimdiye kadar yapılan çalışmalar, kurumsallaşma konusunda yapılan çalışmalar, TSE'nin bu çalışmalar içerisindeki misyonu ne olmalıdır gibi bir herhalde sorunun cevabını alabiliriz. Ben Ahmet beyin de özgeçmişini okuyarak sözü vermek istiyorum. Kendileri TSE Bursa Kalite Müdürü. Hacettepe Üniversitesinden elektrik mühendisi olarak mezun olmuş. TSE Ankara Elektrik Laboratuarı, istanbul Kalite Müdürlüğü yapmış, yine konusuyla ilgili yüksek gerilim kablo deneyleri alanıyla ilgili Berlin'de 1 yıl Siemens'in açmış olduğu bir eğitim kursunu bitirmişler. Buyurun Ahmet bey. AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Türk Standartları Enstitüsü olarak kalitenin kurumsallaşması ve çağdaş manada bir seviyeye oturması açısından bunun öncelikle Türk Standartları Enstitüsü ilk Türkiye'de temellerin atılmasında ön ayak olmuş bir kuruluştur; yani, ben şunu hatırlıyorum, benim yaşım çok genç olmasına rağmen Türkiye'de kalite lafının hiç dolaşmadığı zamanlarda Türk Standartları Enstitüsü bir müdürlük kurdu bu manada. Bu müdürlük 3-5 yıl önce hiç kimsenin önünden geçmediği bir müdürlük idi, o zamanlar biz elektrik laboratuarında görevliydik. Bu laboratuar çalışmalarını yaparken bu müdürlükte daha ziyade arkadaşlar kaynak araştırması yapıyorlardı; yani, o konuyla ilgili olarak yılda birkaç kişinin teşrif etmediği bir bölüm idi, bundan çok değil 7-8 sene önce. Bundan sonra tabii bir atılım çalışmaları oldu, belgelendirme faaliyetleri başladı, eğitim faaliyetleri başladı paralel olarak. Şu günlerde de bir gerileme gözlemleniyor; yani, bu Türk gibi başlayıp, bir noktadan sonrada her konuda olduğu gibi çok büyük bir dinamizmle olaya başladık ve bir noktadan sonrada bir atalet içine girdik. Benim gözlemim tabii bu, şahsi gözlemim. Fakat Türk Standartları Enstitüsü bunun geleceğe birtakım yatırımlar yapması için okullarda, belki o yaştaki çocukları olanlar bilirler, kalite dersi okutulması amacıyla Milli Eğitimle birtakım ortak çalışmalar yapmış, kalite bilincinin oluşturulması için okullarda ücretsiz kitap dağıtımı ve öğretmenlere birtakım dersler verilmiş, geleceğimizin kalite bilincinde olan insanları yetiştirebilmek için birtakım teşebbüslerde bulunmuş; fakat, zannediyorum bunlarda yeterli olmamakta ki, kaliteyle ilgili eğitimler, paneller böyle boş geçmekte. Bizim sistem bilincinin oluşması açısından millet olarak da bir zafiyetimiz var gibi geliyor. Sisteme yatkın bir millet değiliz; yani, biz mutlaka bu belli bir sistemin bir açığını bulup o sistemi o yönüyle zayıflatmayı bir marifet olarak algılıyoruz nedense. Tabii sistem kurma çalışmalarında da çok bilinçsiz bir şekilde başladık. Bir sistem kurmak adı altında kâğıt israfından öteye gitmeyen, kimseye de faydası olmayan birtakım çalışmalar Türkiye'de maalesef yapıldı. Tabii bunun bu yönüyle firma sahibine ya da işletme sahiplerini buna inandırmak, kalitenin kendisi için bir kazanç sağlayacağına inandırmak bu vesileyle güçleşti. İnsanlar günden güne bu tür çalışmaları bir yasak savma hadisesi haline getirdiler. Şu anda kalite hangi noktada derseniz, bizim penceremizden bakıldığı yönüyle kalite, belli payandalarla, maalesef Türkiye'de payandalarla devam ettirilmeye çalışılıyor; yani bu konudaki dinamizm. Nedir bu payandalar? İşte gümrüklerdeki birtakım muafiyetler, birtakım kuruluşların, demin de Ahmet beyin bahsettiği gibi "ben senden şu belgen olmazsa bu malını almam" bu tür zorlamalar, bu ve benzeri. Bunlarla bir noktaya kadar gidilebilir; fakat, bunun belli bir noktada tıkanacağını hepimizin bilmesi lazım; yani, payandalarla bir mesafe alabiliriz, birtakım kamu zorlaması, birtakım rüşvetler; 133 yani, gümrükte kontrole tabi olmaksızın mal çekebilmek bir rüşvettir. Bunu belge almış bir kuruluşa tanıyorsunuz ki belge alınmasını teşvik amacıyla; fakat, bunun arkası gelmiyor, sadece gümrüğe işi düşen şirket ya da TOFAŞ'a mal satacak şirket ya da büyük müşterileri; ama, bu zorlamanın esas bence nihai tüketiciden başlaması lazım. Yani, müteşebbisleri, kuruluşları zorlayan dinamizmi nihai tüketiciden başlarsa, tabii bunun içinde bir eğitim seferberliği başlatılması lazım, bu da kendiliğinden başlayacak değil, insanın, bir kere Türk insanının demesi lazım ki ben dünyanın neresinde üretilirse üretilsin, en kaliteli mal ne ise onu kullanmaya hakkım var demesi lazım. Tabii biz öyle yetişmedik, biz yerli malıyla yetiştik veya başka şeylerle yetiştik; yani, başka politikalarla yetiştik başta biz ve bu politikalar çok sık değişti; yani, bugün için üretilen ürünler ile ilgili olarak sivil derneklerin eleştirisini almamak için üretici firmalar son derece titiz davranıyor ve bu kuruluşlardan son derece çekinirler. Birtakım kanunlarla da tüketicilerin hakkı korunmuyor; yani, kanunu çıkarıyoruz; fakat, kanunun dahi iletiminde, kanunun bilinip benimsenmesinde ve insanların hak arama noktasında göremiyoruz; yani, böyle aktif değiller ve bu kanunlar da yeterli olmuyor. Tüketici Kanunu var, tabii birçok tüketiciyi haklar tanıyor, bu konuda da maalesef, bu kanunda çıkalı birkaç sene oldu; yani, yeni de değil, pek fazla bir mesafe alamadık. Benim kanaatim Türkiye'de bu kalitenin kurumsallaşmaması, tabana yayılmaması, tabii başka politikalar da etkili; yani, bir entelektüel boyuttan aşağı indirgememekte bir sorun olarak karşımıza çıkıyor; yani, kalite sadece belli bir tabakanın işidir, onun dışındakiler kaliteyle fazla iştigal etmese de olur gibi bir zihniyet de burada tabii ki çok zararlı. Kalite toplumun her kesiminin, herkesin ihtiyacı ve kalitenin tanımı konusunda da anlaşmak lazım. Kalite, bizim tamamen ihtiyaçlarımızdan kaynaklanan bir olay; yani, bir ürünün, hizmetin ya da her ne ise bir şeyin kaliteli ya da değil tanımlamasını yapar iken biz kendi ihtiyaçlarımızı göz önünde bulundurmamız lazım; yani, biz istemeyi bilen bir toplum olamadık maalesef bu kısa süre içinde, bununda altyapı ve eğitim sistemimizin de birtakım noksanlıkları var, eksiklikleri var. Politikalarımız, tabii ki çok sık değişmesi, temel politikaların benimsenmemesi, ülkenin bir kalite politikası yok; yani, temel bir kalite politikası. Japon ürünleri için çok kısa bir geçmişte "Japon malı, tapon malı" deniliyordu; yani, kimse Japon malına dönüp bakmıyordu bile; ama, bugün Türkiye'de üretilen ürünler için "Rusya'da Türk malı satılmaz" deniliyor; yani, o şekilde ifade kullanılan işletmeler revaçta Rusya'da. Rusya gibi bir ülkede, bugün sistem olarak iflas etmiş bir ülkede "Burada Türk malı satılmaz" denmesi, oranın, işletme için bir reklam unsuru; yani, bu demektir biz kendimize bu konularda bir çeki düzen vermemiz gerekir; yani, biz ne üretirsek üretelim zamanını çoktan geçtik. Üretelim, tamam ama, satamadıktan sonra üretmenin de bir anlamı yok, kaynak israfından da öteye gidemeyiz gibi geliyor. Bilemiyorum belgelendirme konusu bizim nazarı itibarımızda tamamen ticari bir metadır; yani, belgelendirme çok önemli bir hadise değil, önemli olan kalite konusunda Türkiye'nin ulusal politikalarını benimsemesi ve bu konuda taviz vermeden ilerlemesi. Yani, bugün Türkiye ihracatında kurtlu mercimeği gönderince bir daha o mercimeği ya da üzümü gönderme şansı yok. Yani, ithalatta birtakım kontrole tabi ürünler, ihracatta da birtakım kontrole tabi. Fakat, mesela ISO 9000 belgesi alan bir firmanın ihracatta, gıdada, tarım ürünlerinde herhangi bir kontrole tabi tutulmaksızın ihraç edebilme hakkı var; yani, bu ne demektir?.. Bu bir taviz; yani, bir rüşvet bir nevi; ama, bunun sonucu olarak kalite maalesef değişmiyor. Buradan gönderdiğimiz ürünler sürekliliği olmadığı için bir kere iyi, iki kere iyi, üç kere iyi, dördüncüsünde Türk usulü olduğu için maalesef bizim ihraç ettiğimiz ülkelerde de son derece bir değişim var. Mesela Rusya'ya ihracatımız üç yıl sürekli arttıysa, ondan sonra kesik bir düşüş var ve bir daha da orayla iş yapamaz hale gelmişiz. Bunlar son derece çarpıcı istatistik veriler; yani, bizim ihraç ettiğimiz ürünlerin çeşitlenememesi, tabii ki bizim müşteriye bakış açımızdan kaynaklanıyor ve bu bence çocukluk seviyelerinden gelen bir şey. Çocuklukta biz müşteriye velinimetimizdir diye bakıyorduk ki bence bu toplam kalitenin altyapılarından biridir; ama, böyle gitmemiş belli bir zaman sonra bakış açıları müşteriye tamamen değişmiştir; yani, müşteri her an 134 i / / j j / kandırılabilecek, kandırabilirsen helal olsun müşteriyi bu bakış açısında olursak biz hiçbir yere varamayacağız ve sürekliliğimiz olmayacak. Kalite dediğimiz şey, kurumsallaşma dediğimiz şey zaten sürekliliktir. Değişim de aynı, değişim tamam değişim ama, bunu standardize edebiliyorsak, çağdaş halde koruyabiliyorsak, muhafaza edebiliyorsak değişime evet. Bir değişimin müşteri tarafından algılanma biçimi şudur. Değişim; siz belli bir hizmetin ya da ürünün daha iyisini müşteriye kabul ettirebilirsiniz; ama, onu kabul ettikten sonra bir alt versiyonunu artık o müşteriye sizin sunma hakkınız yoktur. Yani, siz tesadüfi olarak ya da daha iyi bir hammadde kullanarak daha iyisini üretip müşteriye verdiğiniz zaman bir daha kötüsünü veremezsiniz. O zaman onu, o değişimi standardize etmeniz gerekir; yani, değişimin standardizasyonu gerekir. Gelişim tamam, değişim; ama, onun da standardizasyonu, kurumsallaştırılması ve sürekli ikame edilebilmesi onun; ancak, o zaman müşteriyi başka arayışların içine itmemiş oluruz. Müşteri memnuniyeti sağlayabilmek için kaliteli ürünler sürekli üretebilmek için bunun tabii ki ilkokullardan başlayarak kalite bilincinin oluşturulması gerekir; ama, maalesef. Bir şeyimizi de anlatalım bu arada. Öğretmenlere, biz kalite dersi verelim dediğimiz zaman "ben bu yaştan sonra öğrenip kalite dersi falan veremem" gibi tepkilerle karşılaşıyoruz; yani, öğretmenler böyle derse bize bizim daha fazla yapabileceğimiz bir şey olacağını zannetmiyorum; ama, bu eğitimlerde de okulda insanın küçük yaşlarda buna ihtiyacı olduğu; yani, herkesin birey olarak ihtiyacı olduğunu, kaliteli ürünü talep etme hakkının ve bunu seçebilme, isteyebilme özgürlüğünün olması gerekir. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Biz teşekkür ederiz. Üçüncü konuşmacımız TSE'den Ahmet beydi. Bundan sonra vereceğim turda belki de Türkiye'de kurumsal bir kalite yapısı oluşturulmasında TSE'ye hangi görevler düşebilir, o noktada biraz bilgi alabilirsek belki tartışma süreçleri daha da açılacak. Ben dördüncü konuşmayı Ulusal Metroloji Enstitüsünden Sayın Doç. Dr. Hüseyin Uğur'a veriyorum. Dünkü yapılan oturumlarda kalitenin ayaklarından biri de ulusal bir kalibrasyon sisteminin kurulmasının çok önemi açılmıştı bir bildiricimiz tarafından, kalitenin bir saç ayağı olarak belirtilmişti. Hüseyin Uğur beyde bu ayağı oluşturan Ulusal Metroloji Enstitüsünün kuruluşundan itibaren çalışmalarının başında bulunuyor. Ben özgeçmişini okumak istiyorum. Chicago Üniversitesinde deneysel fizik alanında doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra 1986 yılında TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezinde proje yöneticisi olarak çalışmaya başlayan Hüseyin Uğur TÜBİTAK tarafından 1992 yılında Ulusal Metroloji Enstitüsünü kurmakla görevlendirilmiş, halen sürdürmekte olduğu bu görevin yanı sıra KAL-DER yönetim kurulu üyeliği ve 1992-1997 TÜSİAD KALDER Kalite Ödülü Yürütme Kurulu Başkanlığı görevlerini de yürütmüştür. Buyurun efendim. Doç. Dr. HÜSEYİN UĞUR (TÜBİTAK-MAM Ulusal Metroloji Enstitüsü) - Çok teşekkür ederim bana bu olanağı verdiğiniz için. Ben önce bir kurumsallaşmayı bir kurum içinde ele aldıktan sonra yine ikinci turda ülke içindeki kurumsallaşmaya değinmek istiyorum. Tabii önce bir kurumlarımızın işini bitirmemiz lazım. Eğer kalitenin bir ayağı isek, önce başkalarına nasihat ettiğimiz şeyi önce kendimizin uygulaması ve bunu doğru uyguladığımızı göstermemiz gerekiyor. 135 Benim kişisel deneyimimle hayatta başıma gelen en ürkütücü olaylardan bir tanesi 1992 yılında Ulusal Metroloji Enstitüsünü kurmakla görevlendirildim. Bir fizikçi olaraktan hemen hemen hiç yönetim deneyimi olmayan bir kişi olaraktan bana bu görev verildi, bu görevin ne olduğunu okuduğum zaman kalite ayağının çok önemli olduğunu öğrendim. Bir de bunun sonunda küçük bir ricada bulunuldu, hazır kurmuşken bunu dünyanın sayılı kuruluşlarından bir tanesi yaparsan memnun oluruz şeklinde. Tabii doğal olarak böyle bir iş alındığı zaman insanlar duvara bakarak bir şey yapamıyor, önce etrafta ne var, ne yok diye bir araştırıyor, ne gibi bilgi üretilmiş şimdiye kadar, iyi kuruluşlar nasıl bu işi yapıyorlar şeklinde araştırılıyor. Bunu araştırdıktan sonra da doğal olarak bunların bizim için uygun olanlarının Ulusal Metroloji Enstitüsünde uygulanmasına sıra geliyor. /. Ancak, herhalde fizikçi olmamın verdiği bir katılıktın diyeyim, etrafta yapılanları ve olanları, kaliteyi gördüğüm zaman ben iki nedenden dolayı bunun kurumsallaşamayacağım hissettim 1992 yılında; ama, kusurun doğal olarak bende olduğunu düşünerekten KAL-DER'e girdim, sağ olsun KAL-DER'de de yönetim kuruluna yükselttiler, çok değerli arkadaşlarla çalışma olanağı buldum ve daha sonra da TÜSİAD KAL-DER Kalite Yürütme Ödülünde olunca da çok çok değerli diyeceğim Türkiye'nin kalbur üstü insanlarıyla birebir çalıştım. Artık yavaş yavaş belli bir olgunluk dönemine geliyorum; fakat, ben hâlâ tam olarak işi anlamış değilim. O yüzden iki tane sıkıntımı ve kendi kuruluşumda bu iki sıkıntıyı nasıl çözdüğümüzü sizinle paylaşmak istiyorum. Sıkıntılardan bir tanesi Sayın Prof. Esin'in belirttiği gibi ister ISO 9000 kalite güvence sistemini ele alalım, ister güncel toplam kalite yönetimini alalım, her ikisi de bütün yükü tepe yönetime bırakıyor. Tepe yönetim bu işe inanmışsa iş yürüyor, tepe yönetim bu işe inanmamışsa ve gerekli desteği vermemişse bu iş yürümüyor. Böyle bir ortamda kurumsallaşma mümkün değil; yani, bizim Türkiye'de uyguladığımız klasik yönetim sistemindeki şudur; en altta işi yapan insanlar vardır, üretimdeki payları çok büyüktür; fakat, karar merciinde payları hemen hemen hiç yoktur, onun üzerinde artan bir hiyerarşik sistem vardır, bir de piramidin en tepesi, en tepesinde üretime direkt katkı hemen hemen hiç yoktur; fakat, kararın da büyük bir kısmı toplanmıştır. Böyle bir hiyerarşik yapınız varsa, piramidiniz varsa ve üretimle, karar mekanizmasını ayırmışsanız ve toplam kalite yönetimini ve kalite sistemini yürütmesini de en tepedeki karar merciine bırakmışsanız bunun kurumsallaşması mümkün değil diye düşündüm ben. Belki yanılıyorum; ama, benim kişisel fikrimdi. Çünkü, tepe yönetim fikrini değiştirirse veya yerinden ayrılırsa bütün sistemin çökme ihtimali çok yüksekti. Nitekim aradan geçen yıllarda ISO 9000 sisteminin başarısız olduğu yerlerde bir de kalite ödülünü almış kuruluşların, bilhassa Amerika'da kalite ödülünü aldıktan sonra iflas edebilmeleri durumunda bu tepe yönetimin ne kadar etkin olduğu, önemli olduğu ortaya çıktı. Bu birinci sorunu çözmek için biz dedik ki, yönetim sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor. Klasik bir yönetim sistemi uygularsak sonuçları da klasik olacaktır, o yüzden de değişik bir yönetim sistemi uygulayalım ki toplam kaliteyi daha yaygın bir şekilde kurumsallaştırabileiim ve bunun için de önce kendimize baktık, dedik ki biz neyiz, ne yapıyoruz. Sonradan bir fark ettik ki bizim ne olduğumuz önemli değil, bütün kuruluşlar aynı şeyi yapıyorlar, aslında hepimiz bilgiyi topluyoruz, bilgiyi derliyoruz ve bilgiyi kullanıyoruz. Otomobil yaparken elimiz otomobilin parçalarını üretiyor, Türk Hava Yollarında rezervasyon yaparken elimiz klavyede bilgisayara giriyor bilet kesiyor, kalibrasyon yaparken bir düğmeye basıyoruz bir değer alıyoruz veya tornavidayla bir onarım yapıyoruz veya bir şey yapıyoruz; ama, hiçbir şey fark etmiyor, her şey beyinden gelen emirlerle oluyor. Elimizin ne yaptığının pek o kadar önemli olmadığını düşündük, dedik ki her şey beynimizin içindeki bilgide. O yüzden biz bir bilgi kuruluşuyuz, bilgiyi alıyoruz, bilgiyi gerekirse satın alıyoruz, gerekirse derliyoruz, gerekirse üretiyoruz ve bu bilgiyi kullanarak da müşteriye hizmet veriyoruz. O yüzden biz klasik hiyerarşik bir yapıya göre olmayacağız, bilgi odaklı bir grup olacağız. Bunun için de dedik ki enstitüyü yürütmek için neler yapmamız gerekir, bunları alt alta koyduk, sonra bunları kimler yapar diye düşündük, o yaparların etrafında gruplar oluşturduk. Herhangi bir hiyerarşik, herhangi bir yapısal apolet, grupmuş, daire f j / : / t 136 başkanıymış, şefmiş, müdürlükmüş gibi şeylerden tamamen kendimizi arındırarak ne yapılması gerekiyor, o yapılması gerekenin etrafında odak grupları koyarak onlara ne yapılacağının çerçevesini çizdikten sonra dedik ki, yapılması gerekeni biz size söylüyoruz, ne yaparsanız yapın; ama, bunun sonucunu yapın. Satın almama yapacaksınız, gidin satın almanızı yapın. Bilgisayar mi kuracaksınız, onu kurun, biz karışmıyoruz ve bu şekilde kendi kendini yöneten, kendi kendine öğrenen, kendi kendini organize eden birimler oluşturduk. Enstitü müdürü olarak da benim görevimde bütün bu birimler arasındaki senkronizasyonu sağlamak. İşte böyle bir durumda dedik ki kurumsallaşma açısından daha başarılı olabiliriz; çünkü, her şey en tepedeki kişiye kalmıyor. En altta üretimde bulunan kişinin ortalama olaraktan, bir arkadaşımız şu anda yanımızda oturuyor, kendisi kalibrasyon yapan bir kişidir; ama, UME içindeki çeşitli görevlerden dolayı UME içindeki karar mekanizmasının yüzde 25'inde payı vardır ve 135 kişilik enstitünün şu anda 128 kişisi doğrudan karar mekanizmasına katılan kişilerden oluşur, geri kalan 7 kişi endirekt olarak, dolaylı olaraktan karar mekanizmasına katılır. O yüzden dedik ki kim neyi biliyorsa, işi kim yapıyorsa bütün yetki ve sorumluluğu ona verelim, yönetimi ona verelim, yönetim yaygın bir yönetim olsun ve bu şekilde kalitenin hatta adını bile telaffuz etmeden, toplam kalite bile demeden, toplam kalite öğelerinin güncel bildiğimiz, konuştuğumuz toplam kalite öğelerinin büyük bir kısmını dolaylı olarak uyguluyor hale geldik, nedeni de şu: Bir birimin gerekli performansı gösteremediği durumda o birim kaybediyor kendisini; yani, ya başkanını kaybediyor ya birisini kaybediyor ve birimlerin başkanları da aslında genellikle o birimin sözcüsü, temsilcisi niteliğinde sorumlu adı verdiğimiz kişilerden oluşuyor. İlk bariyeri; yani, her işin tepe yönetimini, tepe yönetiminin inisiyatifine, iyi niyetine ve bu işe inanmışlığına bırakma problemini bu şekilde çözdük; yani, aldık, dedik ki her biriniz kendiniz bir kuruluşsunuz, her biriniz kendiniz baştan aşağı bütün bunları uygulayacaksınız ve görevinizi yapmanız için ne uygunsa onu yapacaksınız, istediğiniz gibi de yönetebilirsiniz. ikinci problemimiz şu oldu. Kalite kelimesi bana tam açık bir şekilde gelmiyor, bir anlayabildiğim kaliteli ürün oluyor. Kalite ürün de müşterinin beklentisini yerine getiren bir olgu. Fakat, kaliteyi maniple etmek çok kolay, örneğin ben, bu konuşmanın başında size şunu söyleyebilirdim, ben fizikçiyim, bu konulardan anlamıyorum, bana son anda haber verildi, çok üzücü bir yorgunluk geçirdim, benden pek fazla bir şey beklemeyin. Bunun sonucunda bir iki konuşma yapardım, sizin beklentiniz bayağı düşük olduğu için benim konuşmamı kaliteli bulabilirdiniz veya kendimi çok büyük bir guru olarak pazarlayabilirdim, ben bu işin uzmanıyım, ehliyim, Türkiye'deki sayılı kişilerden biriyim diyebilirdim, sizin beklentinizi çok yükseltebilirdim, aynı konuşmayı yaptıktan sonra beklenti yüksek olduğu için konuşmayı oldukça kalitesiz bulabilirdiniz. O yüzden kalite bir algılama olduğundan, tam ölçülebilir bir emtia olmadığından, manüplasyona açık olduğu için kalitenin kurumlaşması da mümkün değil bu açıdan baktığınız zaman; çünkü, kişiden kişiye değişebiliyor. Aynı fiyata satılan iki ayrı marka araba eşit miktara satabiliyor, demek ki bu tamamen bir algılama olayı insanlar açısından veya herhangi bir cisim için geçerli bu. Bunu önlemek için de dedik ki biz başka bir kavrama doğru gidelim; fakat, kalite olgusunun bize getirdiklerini kaybetmeden başka bir kavrama gidelim, daha anlaşılabilir bir kavrama gidelim. Sonra kendimize sorduk, kalite kelimesindeki hata nerede diye. Kaliteli kurum dediğimiz zaman ne anlıyoruz?.. Pek aramızda karar veremedik. Kaliteli üründe epeyce şey anlıyoruz. Kaliteli birim dediğimiz zaman ne anlıyoruz, mesela bizim satın alma birimimiz kalitelidir dediğimiz zaman, ben şu anda buradaki 53, kişi gittikçe sayısı azalan gruba baktığım zaman, belki herkes bu kaliteli bir satın alma biriminden anlayışını farklı çıkartabilir veya kaliteli bir eleman dediğimiz zaman ne anlıyoruz ve bu anlayışımız homojen olmadığı için, bir dil birliğimiz olmadığı için bunun da kurumsallaşması teknik olarak mümkün değil. Daha üzerinde uzlaşabileceğimiz kavramları getirebilirsek, bu kavramlarda uzlaşmak çok daha kolay olur. Bunun için de ölçülebilir kavramların getirilmesi lazım. Bir de Metroloji Enstitüsünde çalışan kişiler olarak ölçmenin önemini de bilen kişiler olarak, ölçemediğiniz bir şeyi kurumsallaştıranlayız diyoruz, önce yönetemeyiz, sonra da kurumsallaştıranlayız ve bunun üzerine dedik ki biz enstitüde kalite kavramını geçici olarak başarı 137 kavramıyla yer değiştirelim. Başarılı enstitü, başarılı birim, başarılı eleman, başarılı ürün de diyebiliriz, kalite de diyebiliriz, başarı da diyebiliriz. Başarıyı da ölçebiliriz. Nasıl ölçebiliriz başarıyı? Çok kolay, ister birim olsun, ister kurum olsun, ister kişi olsun bunların yapması gereken bir iş var. Bunları bu noktaya getiren kişi veya gruplar bu işin ne olduğunu söylüyorlar; yani, bir eleman istihdam ettiğiniz zaman siz bu elemanın ne yapması gerektiğini biliyorsunuz. Bir birim tahsis ettiğiniz zaman bu birimin görevleri belli, Türkiye Cumhuriyeti Ulusal Metroloji Enstitüsünü kurarken de bu enstitünün ne yapması gerektiğini çok açık seçik bir şekilde söylüyor ve başarıyı ölçmek de son derece kolay; çünkü, bakıyorsunuz, hepsi ölçülebilir eğer birimlere çevrilebilirse bir dönemin sonunda, mesela yılın sonunda yapması gerekenler yapılmış mı, yapılmamış mı ve ayrılan kaynak tam olarak kullanılmış mı, fazlası mı istenmiş. Eğer önceden öngörülen kaynakta öngörülen sonuçlar alınmışsa normal bir sonuç elde ediyorsunuz, ya çok öngörülenden fazla kaynak kullanmışsanız, ya hedeflere ulaşamamışsanız başarısız oluyorsunuz, ya az kaynak kullanıp aynı sonuçlara erişmişseniz veya aynı miktardaki kaynakla daha iyi sonuçlara erişmişseniz de başarılı oluyorsunuz, ölçümü de daha kolay. • / İşte biz, kalite kavramını geçici olarak günlük hayatı kolaylaştırmak açısından başarı kavramıyla değiştirdikten sonra çok rahatladık. Ölçülebilir noktaları da indirgedikten sonra aynı kavramları içeriğini hiç değiştirmeden, hiç kaybetmeden, bunun daha kurumsallaşabileceğini belirledik ve de ISO 9000 sisteminin de bir gereği olaraktan fazla hantallaştırmadan sistemi oturup yapılması gerekenleri ölçüt kriterleri ve birçok şeyleri de kalite güvence dokümantasyonuna koyabildik. Bu tabii bizim saptadığımız iki sorun ve bu iki soruna da bizim getirebildiğimiz iki çözüm. İki sorundan fazla sorunlar olabilir. Bunlar sorun değil diyenler olabilir veya bu sorunlara mutabık olduğumuz halde çözümlerini faklı bulanlar olabilir. Ancak ben sizinle kendi deneyimimi paylaşmak istedim. Bir noktayı belki ikinci tur için bir soru olaraktan ortaya atayım. Sayın Esin bir kişinin ISO 9000 belgesi aldığını söylüyor, ben ISO 9000 belgesini yanlış okumadıysam üretimin dışında, yönetimin dışında bir de bağımsız kalite güvence kişisi olması gerekir. Sanki o standart bana minimum iki kişi gerekir gibi gösteriyor, hangi kuruluş bu ISO 9000 belgesini verdi merak ediyorum. Onu da ben ikinci turda bir tartışmayı başlatmak için bir soruyla bitireyim konuşmamı. Hepinize teşekkürler. BAŞKAN - Sayın Hüseyin Uğur'a da teşekkür ediyoruz. / ismet Öztunah'da söz sırası. Kendileri Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve özgeçmişini kısaca okuyayım. 1930 yılında doğmuş, 1952 yılında İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirmiş. Orman örgütü ve Bayındırlık Bakanlığı ile Devlet İstatistik Enstitüsünde çalışmış, Türk Standartları Enstitüsü ve Milli Prodüktivite Merkezinde yönetim kurulu üyeliği yapmış, DPT standart ve kalite proje çalışmalarına katılmış, Türk Mühendis Mimar Odaları Birliğinde genel sekreterlik ve yönetim kurulu üyelikleri yapmış, halen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin yönetim kurulu üyesi. Ben panel konusuyla ilgili kendisine söz veriyorum. Türkiye'de kalite kurumsallaşması nasıl olmalıdır, geleceğe yönelik kalite politikalarımız nasıl şekillenmelidir. Buyurun. İSMET ÖZTUNALI (TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi) - Efendim, dinlediğiniz gibi bu toplantıya katılanların galiba en yaşlısıyım. Üstelik de bakıyorum bakıyorum, galiba tek sakallı da benim. Tabii bunlar bana kendimi sizlere dinletmek fırsatı veriyor, hem en yaşlı, hem de sakallıyı dinleyeceksiniz. 138 t Sayın Koramaz'ın takdimiyle ben iki Ahmet bey arasındayım, bir Sayın Ahmet bey, bir Sayın Ahmet bey, benim adım da İsmet, böylelikle karşınızda met'ler çoğunlukta bulunuyor. Sayın Koramaz'ın açış konuşmasında birçok kurumlarda ve kuruluşlarda kaliteyle ilgili görevler olduğunu belirttiler. Biz, Mühendis Mimar Odaları Birliği olarak Nisan ayında bir Mühendislik Mimarlık Kurultayı düzenliyoruz, o kurultaya giderken yaptığımız bir çalışmada, bakın bu fiyakalı çalışmanın adı da "Mühendislik Mimarlık Kurultayı Akreditasyon Ürün ve Hizmetlerin Belgelendirilmesi için TMMOB'nin görüş ve önerileri." Yani, dikkat ettiğiniz gibi yarısı Galatasaraylı, yarısı Fenerli, böyle bir uzlaşma sağlamışız. Bu çalışmayla bir tarama yapılınca şunları gördük. Mesela ülkemizde bu kurumlaşma hakkında hukuksal düzenlemeler var mı diye merak ederseniz, gördük ki Sanayi ve Ticaret Bakanlığının; sanayi mamullerinin kalite kontrolünü yapmak ve yaptırmak, sanayiyi geliştirmek için kalite kontrolü merkezi kurmak veya kurdurmak, işletmeleri gelişen teknolojik şartlara uygun şekilde üretimde bulundurmak, bakanlıkla ilgili kalite kontrol sistemlerinin kurulmasını geliştirmek, sağlamak, koordine etmek. Tarım Bakanlığının da benzer görevleri var. Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı da diyor ki, gıda maddelerinin muayenesine mahsus laboratuarlar tesis etmek. Türkiye Bilimsel ve Araştırma Kurumunun bir mensubu sizlere Ulusal Metroloji konusunda sunuşlarda bulundu, tabii ki TÜBiTAK'ın başka uğraş ve laboratuarları da var. Türkiye Odalar Borsalar Birliğinin de ticaret mallarının vasıf ve keyfiyetini araştırıcı laboratuarlar kurmak ve kalite yeterlik belgesi vermek. TSE'nin standart yapmak görevleri var. Ayrıca 1980'den sonra ilave edilen büyümeye göre de standart ve kaliteli üretimi teşvik etmek için belgelemek görevleri de var. Devam edersek benzer görev ve yetkiler verilmiş. Hukuksal alandaki bu düzenlemelerle gene bakanlıklar ve kuruluşlar bünyesinde sağlanmış kurumsal düzenlemelerin ortaya getirdiği çalışmalarla da bugünlere gelmişiz, isterseniz bu hukuksal düzenlemeleri böylece belirttikten sonra ve birazda bu panele kızıştırmak ve ısıtmak için bazı konulara değinmek istiyorum. Sayın TSE temsilcisi Ahmet beyefendi, TSE'nin kalite deyimine, kalite kavramına bir başlangıcı olduğunu söyledi yanlış anlamadıysam; yani, kalite TSE ile başlar anlamında galiba, öyle anlıyorum. Halbuki ben size öğleden evvel sunmaya çalıştım, biz 1960 yılında kalite belgesi vermişiz, neye vermişiz? Pergele vermişiz. Demek ki o yıllarda biz kaliteyi konuşuyor muşuz. Daha bizden de evvel 1950lerde 5590 Sayılı Kanunla kurulmuş olan Ticaret ve Sanayi Odalar Birliğinde de kalite konuşulmaya başlanmış. Şu halde; yani, kalite bizle başlar gibi bir yaklaşımı uygun bulmadığımı söylemek istiyorum. Diğer bir ifadeleri de bu belgelemenin ticari olduğunu ifade ettiler. Halbuki dün buradaki bir konuşmada Serdar Tan arkadaşımız, ki bende aynı kanıdayım, belgelemenin çok önemli bir boyutu tüketiciye karşıdır. Piyasaya sunulmuş çok sayıda ürünün kalitesini, niteliklerini, içeriğini tüketicinin saptamasını bekleyemezsiniz. Tüketici ya duyduğu, kendisine anlatıldığı bilgilerle hareket etmektedir veyahut da görüşe göre, görüntüye göre fiziksel olarak muayene ve deneylerine dayalı bir değerlendirme yapmakta; fakat, asıl ürünün içeriğinde kimyasal olarak, mekanik olarak, mukavemet olarak olan vasıflarını tüketici bilememektedir. Şu halde tüketici nasıl bilecek, tüketici güvenilirliği nasıl sağlanacak diye baktığımız zaman belgeleme olayı ortaya çıkıyor. Eğer bir ürün yetkili ve etkili bir kuruluş tarafından üreticinin iddia ettiği özellikleri içeriyorsa ve bu kuruluşta bunları bir belgeyle somut olarak ortaya koyuyorsa bu tüketicinin korunması için çok önemli bir olaydır. Size şimdi bir durum anlatayım. Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı bu deprem olayından sonra bazı düzenlemeler yapıyor. Bu düzenlemelerden size iki tane örnek vermek istiyorum. Bir tanesi diyor ki, şantiyeye gelen inşaat malzemelerinin uygunluğunu denetlemek görevi vardır, kimin? Teknik uygulama sorumlusunun veya şimdi yaparlarsa, düzenleme olursa yapı denetim kuruluşunun malzemenin uygunluğunu saptamak görevi var. Peki, bu uygunluğunu saptama görevini şantiye şefi 139 veya teknik uygulama sorumlusu veya ilgili teknik eleman nasıl saptayabilecek. Şantiyeye ısı geçirgenliği falanca olan, söylenen bir malzeme geliyor, bunun böyle olup olmadığını teknik eleman nereden bilecek, işte burada olay belgeleme noktasında toplanıyor ve belgeleme gereksinmesini ortaya koyuyor. Daha güzel bir şey söyleyeyim mi size. Bayındırlık Bakanlığının yaptığı bir düzenleme daha var, orada diyor ki, yapı kullanma izni verildikten sonra; yani, bildiğiniz o iskan raporu verildikten sonra mal sahibi; yani, bina sahibi, yaptıran yapı sahibi müracaat ederse belediye, belediye sınırları içinde veya belediye sınırları dışında valilik bu yapının malzemelerinin uygun olduğunu alıcıya bildirir diyor, müracaat sahibine bildirir. Düşünebiliyor musunuz valilik, bir bina yapılmış, bu binada kullanılan malzemelerin standartlarına uygunluğunu veya kullanıma uygunluğunu müracaatçıya bildirecek, nasıl bildirecek, neye dayanarak bildirecek. İşte bütün bunlar belgeleme olayının tüketici yönünden gereğini, önemini, etkinliğini ortaya koyuyor. Bir de dediler ki, "bize karşı istek azaldı" kendileri güzel bir üslupla da onları ifade ettiler. İstek azalması konusunu biz şöyle değerlendiriyoruz. TSE uzun zaman benden belge alın, benden belge alın, standart uygunluğu belgeleyin diye duyurularda bulundu, hatta bunlar planlara kadar yansıdı, kalkınma planlarına kadar. Fakat, belli bir süre sonra görüldü ki TSE'nin verdiği belgelerle sonuca varıiamıyor, neden varılamıyor? Akreditasyon diye bir olay var, buna dayalı olarak belgelerin geçerliliği diye bir durum var, bu Türkiye'de çözülemediği için, özellikle ihracatçıların aldıkları belgeler etkinliklerini ve yeterliliklerini kaybetti. O nedenle galiba istek azalması olabilir. Galiba bundan dolayı istek azalması konusu üzerinde durulabilir, sanıyorum diğer bir turda cevap da vereceklerine göre bana söz hakkı doğacak. / j Teşekkür ediyorum. AHMET PARLAMIŞ - Müsaade ederseniz cevap verebilir miyim? BAŞKAN - Yöntem olarak önce bir salona açalım diyoruz, belki salon daha da kızıştıracaktır. Şu ana kadar yapılan konuşmalarda sayın hocamız bir işletmede kalitenin kurumsallaşması için ilk önce asgari şartların neler olması gerektiği noktasında bir çerçeve çizmeye çalıştı ve burada da en önemli unsurun istem olduğunu söyledi, önce o işletme isteyecek bunu, işletmenin yönetimi bu işe hazır olacak. Bunun dışından bir işletmede bir kalite sisteminin oturması için devletin yapması gereken işlemlerden bahsetti. En azından o işletmenin niteliği, o kalite kurumsal yapısını oluşturulmuş bir hale gelmesi için o sanayi alanında yapılması gereken birtakım da düzenlemeler olduğundan, en azından bir değişkenlik olmamasından, işletme niteliğinde bir değişkenlik beklenmemesinden belirtti. j i Sanayicimiz, en önemli unsurun zorlayıcılık, en önemli faktörün zorlayıcılık ve bundan sonra gelen kalite kültürü olması gerektiğini, eğer sivil toplum örgütleri bu ülkede yaşayan insanlar kalite konusunda bir baskı unsuru olamıyorlarsa, eğer onlar istemiyorsa, sanayiciye bir zorlayıcılık yoksa alttan, kalitenin de kolay kolay oturtulamayacağı üzerine vurgu yaptı. Ulusal Metroloji Enstitüsü yöneticimiz, UME'deki uygulamalardan bize bir kesit sundu. Kalitenin oturabilmesi açısından yapılması gerekenlerden bize bir şeyler aktarmaya çalıştı. En önemli başlıklarından bir tanesinin eğitim olduğunu, tüketicinin bilinçlendirilmesi gerektiğini, sanayicinin istemesi gerektiğini. İsmet beyde Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği adına konuşma yapan sayın yöneticimizin de belirlediği ve bu dağınık yapıda kurumların bile belki üzerine düşen görevi tam anlamıyla yapmadığı anlamına gelen, herkesin alanına müdahale ettiğini belirten ve belgelemenin kalitenin olmazsa olmaz 140 / unsurlarından biri olduğunu çizen ve ülkemizde kalite çalışmalarının çok eskilere dayandığını belirtir bir konuşmayla noktaladı. ikinci turun daha sıcak geçeceğine inanıyorum ben sizlerinde soru ve katkılarıyla; ama, şu ana kadar ülkemizde kalite konusunda bir kurumsallaşma oluşturulması noktasında her kuruma tek tek ne görevler düşebilir gibi somut bir organizasyon şeması da çizebilmiş değiliz, herkes kendi durduğu noktadan bakıyor. Belki ikinci turda daha da renklenecek panelimiz, benim en azından birtakım sorularım olacak sanayici arkadaşımıza. Ülkemizde aldığı belgeler uluslararası pazarlarda kabul görüyor mu? Buralarda, bu tip panellerde birtakım sorularla karşılaşıyoruz, sanayicimizin çifte belgeyle çalıştığı noktasında. Kalitenin itici gücü, kalitenin aynı zamanda rekabet sağlamanın bir unsuru olarak da gösteriliyor. Sanayicimiz şu anki tutturduğu kalite çizgisiyle uluslararası alanda rekabet içinde mi? Devlete düşen, işte özendirici birtakım politikalar çizmesi gerekir diyordunuz, şu ana kadar var mı böyle politikalar, gelecekte bu tür politikalar ne şekilde şekillenmesini istiyorsunuz? TSE'nin, ki standardizasyonun da kalitenin saç ayaklarından biri olduğu belirtilmişti yine dünkü panellerde. Ülkemizde standardizasyon ne aşamada? Bu tip konularında ikinci turda paneli biraz daha renklendireceği düşüncesiyle salona söz veriyorum, 20 dakika söz veriyorum, ondan sonra kalan zamanı da konuşmacılara eşit olarak yayacağım. Buyurun efendim. İsimlerinizi de belirtirseniz; çünkü, banda alıyoruz, bu tartışmayı ve sonuçlarını bir kitap şeklinde basacağız. SEMRA ÇARALAN (Kimya Mühendisi) -Ali Esin beye sormak istiyorum bir soru. Kalite, farklı anlamlarda kullanılıyor; ama özünde yaşamın içinden bakarak esas yaşamda kaliteyi sağlayabiliyor mu bu mantık? diye bir soru soracağım. Burada da yaşamda kalitede bizim çalışma yaşamındaki kalite; yani, işçi ve emekçi sınıfların sorunları, hakları, bugünkü yaşam kalitesi ne oldu ve uluslararası çalışma örgütleriyle Türkiye'deki çalışma kurallarını yok eden bir; yani, bugüne kadar varolan kuralları, yasaları yok eden bir çalışma ahlâkına doğru gidiliyor. Bu toplam kalite yönetimiyle ya da kalite anlamları olarak nitelenen yaşamın içinden kaliteyle bağlantısını sormak istiyorum; yani, ILO'nun son 158 ve 159 uncu maddelerindeki değişimle Türkiye'de buna uygun yeni çıkacak yasalar İş Yasası yaşamda kaliteyi nasıl etkileyecek anlamında. Ahmet beye de bir soru sormak istiyorum, sanayici Ahmet beye. Bu toplam kalite yönetiminin bir paradigma, bilinç değiştirmek olduğunu söyledi. O konuda gerçekten de yani doğru bir şey söyledi. Bir paradigma; ama, bu paradigma bugün gerçek reel birtakım şeyler de veriyor, bilinci değiştiriyor gerçekten. İnsan bilincini ve sınıf geçme kültürünü çok iyi veriyor; yani, bir işçiye sen bir patronsun dedirtebiliyor ya da bir patrona bende işçiyim dedirtebiliyor ya da işçiye insansın ya da insanüstü bir varlıksın diye bir atıfta bulunuyor. Siz bu paradigma olayını; yani, bilinç değiştirme anlamındaki paradigma olayını tarihten gelen bir süreçte yaşananların reddine de bağladınız galiba değil mi? Yani, tarihten gelen birtakım yaşanılmış süreçlerin reddini de getirerek; yani, bir sistem gelişmiş; ama, bu sistemdeki, değişim, gelişim sanki yokmuş gibi bir bilinç çarpıtmasına da getiriyor musunuz? Daha doğrusu ben şöyle bir şey iddia ediyorum, buna siz ne diyorsunuz şeklinde bir soru sormak istiyorum. Ben diyorum ki, sosyalizm ve kapitalizm iki ayrı sistem, bu sistemden sosyalist sistemi yok eden, bilinci o yönde, insanların bilincini çarpıtan ve insan bilincini düşünce olarak sosyalizmin varlığının yokluğu üzerine; yani, sosyalizm öldü, sosyalizmin varlığının reddi üzerine şekillendiren yeni bir bilinç değiştirmesine uğratıyor; yani, ideolojik olarak. Bu anlamda mı bir paradigmadan bahsettiniz? Onu sormak istiyorum. BAŞKAN - Soruları çok hızlı bir şekilde okursak; çünkü, başka arkadaşlarımızda söz almak isteyebilir. 141 SEMRA ÇARALAN - Bir Ahmet bey daha vardı, onu da şeyi sormak istiyorum. Türkiye'deki ekonomi politika devletçi bir ekonomi politika; yani, ulusal bir sanayiden bahsetmek bugün mümkün mü? Ulusal sanayimizi savunmalı mıyız, yoksa tamamen dünya pazarlarına bağlı mı üretim yapmalıyız? Size o kadar soruyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Biz teşekkür ederiz. Buyurun efendim. TURAN KÜLAHOĞLU (Makine Mühendisi) - Teşekkürler. Benim sorum TSE Bursa Bölge Müdürlüğünden Ahmet Parlamış beye olacak. Bilmiyorum, belki sempozyumun daha önceki sunumlarında söylenmiştir, merak ettiğim bir konu var. Türkiye'de kaç özel veya resmi kurum, kuruluş, şirket TSE ISO 9000 belgesine sahiptir? bunu öğrenmek istiyorum. Bir de TSE'nin denetim ve belge yenileme ücretleri ne kadardır? Bu ücretler gerçekten bu belgeyi sırf gümrükten daha kolay malzeme çekmek için kullanmaya değer mi bu ödenen ücret? Bir ikincisi de, buradaki konuşmalardan öğrendiğim kadarıyla Türkiye'de bir metroloji sorunu varmış, daha doğrusu ölçü aletlerinin kalibrasyonu, sıfırlanması sorunu varmış, bunun ben hiç farkında değilim. Daha önce bir Alman firmasında çalışırken böyle bir sıkıntımız yoktu, hassas ölçme odasında üç yılımı geçirdim, oranın şefiydim, her türlü ölçü aletimiz, her türlü mastarımız imalatta kullanılan, atölyede kullanılan hassas ölçme odasındaki bir üst hassasiyetteki karşılıklarla karşılaştırılarak sıfırlanırdı, kalibre edilirdi. Hassas ölçme odasının elinde bulunanlar Almanya'daki ana firmaya gönderilirdi, Almanya'daki ana firmada Alman metroloji kurumlarında aletlerini, ölçü aletlerini, mastarlarını sıfırlatma imkanına sahipti. Görüyorum ki yerli sanayide; yani, yurtdışı ortaklıkları olmayan, onlardan teknik yardım alamayan sanayiciler de birtakım süreçleri kontrol etmek için son derece gerekli olan; yani, müşterinin soyut kalite talepleri sonunda süreç içinde birtakım somut girdilere dönüşecek ve bunların da kontrolü için ölçülmesi gerekecek, böyle bir sıkıntısı var. Böyle bir sıkıntı ortada olmasına rağmen bizim bir ileriye giderek bu kuruluşlara kalite belgesi, sistem belgesi, sertifika vermemiz son derece yanlıştır. Benim talebim, sempozyum eğer bir tavsiye kararı alabilecekse, bundan sonra yerlisi yabancısı akreditasyon kuruluşlarının daha böyle altyapı sorunlarını çözememiş firmalara, daha doğrusu bunu devlet çözecek galiba TÜRK-AK denilen bir oluşumdan söz ediliyor, yani, bu arada bu zahmete boşuna girmesinler bu firmalar, böyle bir tavsiye kararı çıksın diyorum sempozyumdan. i / / Teşekkür ederim. BAŞKAN- Ben teşekkür ederim. Buyurun. j BAYRAM KAZANCI (Fizik Mühendisi) - Sayın Hüseyin Uğur beye bir soru sormak istiyorum ben. Hüseyin bey çok güzel çalışmalarından bahsetti, özellikle başarı kelimesi çok güzel bir yaklaşımdı. Ben kendisinden bir de şunu rica ediyorum. Başarı kelimesine ilk hedef belirlemede, hedeflerini nasıl belirledi; yani, hedeflerinin neler olması gerekiyordu, kuruluş aşamasında UME'nin başarıya imza atabilmesi için ilk reel hedeflerini hangi ölçüler çerçevesinde belirledi? 142 ! İkincisi ise, bütün sanayimizi de aslında problemin içerisine sokan akreditasyon konusunda bir soru sormak istiyorum. Hem UME Başkanı Hüseyin Uğur beye, hem de TSE'den Sayın Ahmet beye sormak istiyorum. Bu akreditasyon konusunda özellikle kalibrasyon yapan özel şirketlerin akreditasyonu ve bunların kabulleri. Bir de sanayinin yaklaşımı; yani, sanayi için önemli olan doğruyu bulmak, şirketin başarısı için ve doğru veriler alması için çalışma yapmak. Ama, halbuki şunu görüyoruz biz, özellikle TSE'nin UME'nin akredite ettiği belirli kuruluşları birtakım denetlemelerinde kabul etmemesi; çünkü, eğer ticari manada değerlendirildiğinde veya yetkisel manada değerlendirildiğinde böyle bir kavram kargaşasına yol açıyor ve bunun bir çözümü de yok; ama, halbuki bu kalite, toplam kalite yönetim felsefesi, tamamen şirketlerin başarıya ulaşmasına giden bir yol ise, onu sormak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Salondan başka soru sormak isteyen?.. Buyurun. GÜLSEREN KUNDURACIOĞLU (Makine Mühendisi) - İki gündür yer yer ayrılsam da sempozyumdaki bütün konuşmacıları aşağı yukarı dinledim. Şunu bekliyordum, sempozyumun sonunda, evet biz Türkiye'de bu işe başlarken; yani, kalite çalışmalarına başlarken doğru yerden başlamamışız; ama, bu sempozyumun sonunda artık nereden başlamamız gerektiğini tespit etmiş olacağımızı ya da olasılıkları ortaya koyabileceğimizi düşünüyordum; ama, kafam daha çok karıştı açıkçası, bu paradoks giderek kafamda da çözümsüz hale geliyor, insandan başlar dedik, insanı eğitmeliyiz dedik; ama, sonra dedi ki arkadaşlarımız işte bu eğitim motivasyon değil, ajıtasyon oluyor, iyi o zaman yönetim doğru yer, yönetime söylüyoruz ama, onlar da değişemiyorlar, olmuyor yönetimden başlayınca, o zaman bir belge lazım, müşteri de rahatlasın, alıcı da rahatlasın, belgede, veriyorlar belgeleri ama, çok o kadar da güvenilir değil galiba bu belgeyi koymak, sunmak, o zaman belge veren kuruluşlar akredize olsun, iyi de kim akreditasyonu versin. Tekrar başa döndük; yani, bunun başlangıç yeri neresi? İki şey daha var, mesela konuşmacılar yine onu söylediler, insandan, eğitimden başlar dedik, ilkokullarda, ortaokullarda, her neyse kaliteyle ilgili eğitim koyalım okullara dedik, öğretmenler bunu anlatsın çocuklara kalite şudur, budur diye ki onlarda kalite bilinciyle yetişsin. İyi, dört tane öğrenciyi bir sıraya oturttuk, karşısına öğretmenimizi koyduk, öğretmen şimdi onlara kalite bilinci aşılayacak, çocuğun çantasını koyacak yeri yok, kalemini, defterini tutacak yeri yok, o bilinç acaba istediğimiz gibi gelişebilecek mi kalite bilinci? Öbür taraftan imar sorunlarımızla ilgili belediyelere ve valiliklere yetki vereceğiz, onlar bundan sonra belge verecekler, bina alacak insanların da içi daha rahat olacak. Belediye, benim evim depremde çok hafif hasar gördü, belediye, Bayındırlık, inşaat Mühendisleri Odası üçü de ayrı ayrı geldiler, incelediler, üçü de oturabilirsiniz dediler; ama, benim hâlâ içim rahat değil. Üstelik binanın yapılışından bugüne kadar hiçbir belge eksiği de yok, bütün imzaları, belgeleri, her türlü dokümanları hazır; ama, benim içim hâlâ rahat değil. O zaman müşteri memnuniyetini biz sağlayamayacağız galiba. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN -Teşekkürediyoruz. Bir sorudan ziyade bir katkı oldu ama, bu konuşmalar çerçevesinde herhalde tüm konuşmacılar görüşlerini bildireceklerdir. 143 Buyurun. FERİYAL ARNAS IŞIK (Makine Mühendisi) - Kalite politikası Türkiye'nin yok diye hem Sayın Alp Esin hocamız, hem TSE'den gelen arkadaşımız, daha önce de söylendi. Kalite politikası Türkiye'nin neden yok? Olması için kimlerin ne yapması gerekiyor? BAŞKAN - Tüm konuşmacılara değil mi efendim. FERİYAL ARNAS IŞIK - Evet, her kim isterse yanıtlayabilir. / BAŞKAN - Salondan söz almak isteyen?.. Buyurun. NAZAN ŞENOL (Endüstri Mühendisi) - Sayın TSE temsilcisine bir sorum olacak. Kurumunuzda endüstrinizin başarısını ölçen, başarınızı değerlendiren bir çalışma var mı? Bunu merak ediyorum. i Teşekkür ederim. / BAŞKAN - Soru sormak isteyen ya da katkıda bulunmak isteyen?.. Son 5 dakikamız var salon için. Yaklaşık 1 saatlik zamanımız var panelimizin bitmesine 60 dakika. Ben biraz açabileceğimizi düşünüyorum, ben ikinci turda konuşmacılara yine bir 20'şer dakika söz vereyim diyorum. Çünkü, sorular bayağı da arttı ve belki de ilk turda bir ısınma turu oldu, konuya da tam gelemedik. Yine aynı sırada söz vereceğim Alp hocadan başlayarak. Semra Çaralan'ın sorusu vardı size, bunun dışında genel sorular vardı. Buyurun, ilk turda eksik kaldığınız konuları da konuşabilirsiniz. Prof. Dr. ALP ESİN (ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü) - Evet efendim, Sayın Uğurun bir sözüne katılıyorum, yaptığımız en büyük yanlışlardan biri güneşin altında ne varsa kalite sorununun içine çektik, öyle bir tanım, öyle bir şişme oldu ki, şimdi neresinden başlayıp, neresinden bitireceğimizi o nedenle bilemiyorum. Yani, hepimiz o kadar çok boyutlu hale getirdik, buna birazda profesyonel çıkarlar neden oldu ve dolayısıyla şu anda hakikaten Türkiye'de tanım olarak bir kalite kavramı keşmekeşi var. Şunu söyleyeyim, 30 sene önce tasarım dersinde verdiğim notlar geçen gün elime geçti. Bugün kalite adına söylenmiş ne varsa, 30 sene önceki notlarımın içinde varmış. Şimdi garip bir dünya oldu, bir kısım şeyler alınıyor, tamamen kavram olarak sanki yeni bir şey sunuluyormuşçasına değişik açılardan şu veya bu şekilde toplumu etkilemek veya belirli bir kitleye ulaşmak için yeniden sunuluyor. Bilhassa Türkiye gibi bir toplumda bunun müthiş zararları oluyor. Tekrar ettiğim bir nokta var. Kalite sorununun günlük sorunlardan bir farkı yok. Onun için kurumlaştırmanın bunu, herhangi bir sorunu ne yapacağız, önce farkına varacağız; yani, adını ne koyarsanız koyun, kalite sorunu olarak rahatsız edecek, kişileri rahatsız etmiyorsa zaten ortada bir sorun yoktur, ikincisi, kişiler soruyu kabullenecek; yani, diyecek ki bizim sorunumuz var, bu konuda çözmemiz gereken bir problem var. Şu veya zorlamayla, aşırı propagandayla, şunla bunla, bu ikisini en azından yurdumuzun batı illerinde ve endüstrinin geliştiği illerimizde çözdük, onun için buradaki bazı konuşmaları Türkiye çapında genelleştirmemiz mümkün değil. 144 j j /. Üçüncü, en önemli boyuta gelince, bir sorunu çözmek için çözme sorumluluğunu üstlenecek kişileri bulacaksınız. İşte Türkiye'de şu andaki açmaz o noktada başlıyor. Sorunun varlığını, devlet yönetimi olsun, şehir yönetimi olsun, fabrika yönetimi olsun herkes kabul ediyor. Fakat, çözme sorumluluğunu üstüne alacak yeterli sayıda, açık söylüyorum, elemanımız yok. Sonra öyle bir rekabet edici dünyada yaşıyoruz ki herhangi bir çözüm yolu geçerli değil, getirdiğiniz çözüm yolu rakiplerinizin çözümlerinden daha iyi olmak zorunda. Biz kalitenin, açık söylüyorum, hizmet sektöründe olsun, teknik sektörde olsun, üretim sektöründe olsun, işte bu boyutu içine girdik ve bunun sıkıntısı içindeyiz. Bunun da nedeni ürettiğimiz ürünlere, açık yüreklilikle konuşalım, egemen değiliz. Ben birçok büyük kuruluşumuza sordum, dedim ki, bütün rakiplerinizin iyi ve kötü yanlarını biliyor musunuz, sayamadılar. Bugün gidin, dünya çapında rekabete soyunmuş firmalara rakiplerinin eksiği fazlası neyse ezbere bilir. Artık kalite ve rekabet yarışı bu noktaya geldi. Buna kendimizi hazırlamadan bazı dediğim gibi zaten kendinden olması gereken şeyleri ortaya çıkararak kalite yarışında önemli bir noktaya geldiğimizi sanmak hayal olur, nitekim işte dış satımda aldığımız sonuçlar bunu destekler nitelikte, bir kere bu çok önemli nokta. Sizin sorunuza gelince, kalite politikası şöyle önemli. Bir ülkenin sorunları her aklına gelenin aklına geldiği biçimde çözülürse bugünkü durum olur. Devletin kalite politikası olacak demekteki kastım bu. Bu fabrikada da böyle, niçin üst yönetim diyorum. En alta bu indirgeniyor, sorumluluk en alttaki kişiye veriliyor. Şu bardağın kenarında diyelim ki ufacık bir çapak var, bunu kıracak mıyım ben, yoksa ikinci kalite mal diye pazara mı süreceğim. Üst yönetim ya bana bu yetkiyi verecek ya bunun açık seçik tarifini yapacak. Ben bunu kırarsam kınanırım, bir başka yönetim pazara sürersem kınar. Türkiye'nin; yani, bütün kuruluşlarımızda lisansla çalışanların dışında temelde benim gördüğüm problem bu. Kuruluş kendisine kimlerle nasıl yarışacağını bilmeden bir kalite yarışı içine giriyor, açık seçik bunun adı konacak. Rakibim şunu yapıyor, ben bu yarışta varsam, şunu şunu şunu ondan daha iyi yapacağım; yani, problemi kabullendik mi, o halde nasıl çözeceğimizin üstünde duracağız. Maalesef Türkiye'deki eğitime çok değiniyoruz. Türkiye'deki eğitimin bizi getirdiği en kötü nokta Türkiye problemleri tanımak ve çözmek yolunda kendi olanaklarıyla büyük bir acz içinde, bunu inkar etmeyelim. Çünkü, bir Avrupalıya bakıyorsunuz, şu bardağın kenarı kırık dediğiniz zaman herkes bakıyor kırık diyor, bizde yok canım diyor bal gibi bardak, içilir, öbürü diyor ki sen öyle görüyorsun hiçbir şeyi yok, bir başkası diyor ki bu bardak atılır. Biz bir kere sorunları tanımlamakta ortaklaşa hareket edemiyoruz, halbuki sorun ortada, işte bu da bir genel yapı eksikliğinden ortaya çıkıyor. Bu bakımdan kaliteyi kurumlaştıracaksak, tekrar ediyorum, iyi kötü geçmişteki deneyimlerimizle bugün Türkiye hakikaten sorunlarının farkına varmıştır; ama, şu andaki darboğazımız sorunları rekabet edebilecek biçimde çözüm yolları üretebilmektir. Bunu yapamadığımız taktirde her zaman tekrar tekrar bu noktaya geri döneceğiz. Yani, şu anda, tekrar ediyorum, olay teknik boyutludur ve teknik sorumluluğu olan kişilere bu kalite konusunda çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Şimdilik bu kadar. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. ikinci sözü Ahmet Altekin beye veriyorum. AHMET ALTEKİN (KAL-DER Bursa Şube Başkanı) - Bana yöneltilmiş iki tane spesifik soru var, daha doğrusu bir tane spesifik soru var, bir tane de kendi üzerime alındığım bir şey var onu cevaplamak istiyorum. Aslında Semra hanımın bir sorusu vardı, soruyu anlamaya çalıştım ama, doğru anladığımdan emin olmak için tekrar edeceğim. Diyor ki soru; toplam kalite yönetimi diye siz işçileri öyle bir kandırıyorsunuz ki işçi olduklarını unutup her şeylerini patronlara veriyorlar, aslında bu sömürünün 145 daha yoğunlaşması için bir araçtan başka bir şey değil, öyle mi? Sonuçta, okuyorum. Dolayısıyla toplam kalite yönetimi burjuva sömürüsünün işçi sınıfının içine girip onları parçalamak ve daha sefil hale getirmek için kullandığı "Truva Atı"ndan başka bir şey değildir, öyle değil mi gibi parapireyz ediyorum. Tabii siz böyle demediniz ama nazik olarak, soruyu doğru anlamaya çalıştım. Ama, ben önce ona cevap vermek istemiyorum, önce Gülseren hanıma bir cevap vermek istiyorum. Bir paradoksun içine girdik dedi, nereden başlayacağımızı, değişimi nerede koparacağımız sorusunun cevabını çıkartamıyoruz. Ben ona kısaca cevap vermek istiyorum ama, arkasından Hüseyin beyin yaptığı gibi biz kendi içimizde bir organizasyonu nasıl yapıp bu sorulara nasıl cevap bulmaya çalıştık, belki daha somut bir örnek teşkil edeceği için aydınlatıcı olabilir. Ben ilk kısımda da demiştim ki, kendi kendime bu ikinci tur için böyle pas atarak, en sonda bir yerde takılıyoruz, bir paradigma çıkıyor, bir paradoks çıkıyor ortaya, üst yönetim bunu değiştirmeli diyoruz; ama, üst yönetim kendi zaten değişemiyor, ortam ona müsaade etmiyor, peki bu değişim nereden gelecek. Sonuçta ister istemez değişim uygulamanın içerisindeki kişilerin kendi paradigmalarını değiştirerek çevrelerini de değiştirmeleriyle birlikte gelecek; yani, ben başka bir çözüm bulamıyorum. Bu tabii çok karmaşık, neredeyse felsefi bir cümle oldu ama, ne demek istediğimi bir örnekle anlatacağım. Biz Bursa Şubesini kurduğumuz zaman KAL-DER Bursa Şubesini, karşımızdaki en önemli sorulardan bir tanesi yerel bir kalite ödülünün düzenlenmesiydi. Benim bireysel olarak böyle bir düşüncem vardı bunun çok önemli olduğuna dair. Daha biz kuruluş için ortamı denerken BUSİAD'tan böyle bir talep, hatta emrivaki geldi, "biz kalite ödülü veriyoruz; ama, bunu mutlaka sizinle bihikte vereceğiz" adını bile koymuşlardı. Buna karşılık İstanbul'a gittiğimiz zaman merkezdeki arkadaşlarımızın çeşitli haklı çekinceleri vardı, acaba yerel bir kalite ödülü, yerel politikaların etkisi altında kötü yönetilerek yarardan çok zarar getirebilir mi gibi. Bunun için ne yaptık?.. Şube yönetim kurulu bir hedef ortaya koydu; ama, eğer her şeyi kendisi yönetmeye kalksa ahtapot gibi kafadan bacaklı bir organizasyonun tekrarı olurdu bu, dolayısıyla değiştirmeye çalıştığımız paradigmanın güçlendirilmesi haline gelirdi. Bunun üstüne bir komite kurduk, bu gönüllülerden oluştu, bu modelin TÜSİAD KAL-DER Kalite Ödülünde kullanılan modelin yaygınlaşmasını isteyen insanlar birkaç kişi bir araya geldi tekrar ve bunun in bir uygulama prosedürü ortaya çıkartıldı. Stratejik olarak bu işte ortak olacak olan kurumlar ve kişilerle tekrar görüşüldü. Bunlar kimdi? Her şeyden önce BUSİAD bu değerlendirmede görev alacak olan, gönüllü olarak görev alacak olan eğitimli KAL-DER değerlendiricileri KAL-DER Genel Merkezi Yönetim Kurulu ve bunlarla ortaklaşa konuşma sonucunda ortaya çıkan bir prosedür uzlaşması oldu. Uyulandı. Tekrar bir geri beslemeyi esas olarak gene hala bu gönüllü komite yürütüyor idi. Bu geri beslemenin sonucunda yönetim kurulunun önünde giden değerlendirmemiz yönetim kurulunda tartıştığımız, İstanbul'la birlikte tartıştığımız bir yerel kalite ödülünün hedefi ne olabilirdi diyerek ilk ağızda koyduğumuz hedeflerle göz önüne alındı. Ortaya kuvvetli yönlerimiz çıktı ve mutlaka eleştirilmesi gereken alanlar çıktı ve çevrim şu an için tamamlandı, yeni bir sürecin başındayız. Bu kurumsallaşma açısından hala önemli bir problemi karşımıza çıkartıyor. İkinci yıl ve ondan sonraki yıllar acaba biz bu sürecin başarılı yanlarını daha da iyi hale getirerek sürdürecek şekilde bir yapıya oturtturabilir miyiz? Gerek insani, gerek parasal ve diğer kaynaklarını düzenli hale getirebilir miyiz? Yani, kısacası acaba biz bu işi kurumsallaştırabilir miyiz sorusu hala karşımızda ve bunun cevabını da tam olarak bilmiyoruz. Ama, burada -tabiri caizse- olayı kopartacak olan nedir? Biz, şunu gördük ki, insanlar çok yoğun işleri olduğu halde burada çalışan insanların hepsi sanayide görevli insanlar ya da büyük bir kısmı sanayide görevli insanlar, çok uzun saatler çalışıyorlar; ama sonuçta ortaya konmuş olan bir hedefe varabilmek için büyük bir kişisel çabayla kendi organizasyon şekillerini değiştirdiler, farklı bir organizasyon güdülemesiyle ortaya bir eylem çıkarttılar. Bu eylemin sonucunda gördük ki Bursa'da sanayinin önde gelen birtakım kuruluşları bu sürecin içerisine tam da ne olduğunu bilmeden geldiler; ama, bu süreç tamamlandığı zaman gördük ki o Kuruluşlarda bir düşünce değişikliği meydana gelmişti, bunun kalcı olup olmayacağını bilmiyoruz henüz; ama, bir damla, göle bir kaşık yoğut çalmış olduğumuzu hissediyoruz. 146 / / f i Organizasyon açısından burada çalışan gönüllüler, bu komite çok şaşırdı; Çünkü, 25 kadar, bir kısmı da Bursa'nın dışında az sayıda bile olsa, değerlendiriciyi biz çok uzun saatlerde zor koşullarda çalıştırttık. Daha önce adına bakarak TÜSİAD KAL-DER kalite modelinin yanına bile yaklaşmayacak olan 7 tane kuruluşun üst düzey yöneticileri de dahil olmak üzere bir sürü yöneticisine kalite konusunda doğru olduğuna inandığımız düşüncelerin eğitimini almaya ikna ettik. Dolayısıyla bir faaliyet sonuçta faaliyeti yapanlara ve faaliyetten etki edenlere bir değişiklik ortamı yarattı. Paradoksu nasıl kıracağız?.... Paradoksu ancak bir liderlik vasıtasıyla ortaya çıkan bir eylemin etkisi altında, eylemin hem aktif hem de pasif bir anlamda yahut da yarı pasif aktörlerin hayatta yaşadıklarından öğrenmelerini sağlayacak bir ortamı yaratarak kırabileceğiz; yani, paradoksu kıracak olan bu. Bu soru hala kurumsallaşma konusunda, ben yalnızca kendi sürecimize bakarak söylediğim; yani, kendimizi önüne koyduğum soruların cevabını bize vermiyor, bu cevapların hiçbir yerde olduğunu da zannetmiyorum; ama, sonuçta resmi olsun ya da olmasın pek çok kuruluşun üzerine belki görevler düşecek; ama, burada şu ortaya çıkıyor. Liderlikten bahsederken de şunun altını çizeyim, burada Ahmet, Mehmet yahut da bir genel müdürden de bahsetmiyorum, toplum içerisinde liderliği görüyoruz ki aslında kurumsallaşma halinde örgütlenmeye başlayan gönüllü bireyler de meydana getiriyor. Dolayısıyla, bir sivil toplum örgütü bir değişmenin lideri haline gelebiliyor; ama, bu liderlik tabii ki kazanılan bir şey, bu aktörlüğü en iyi kim yerine getirebilirse, toplumda, nereden gelirse gelsin, sonuçta o noktada da liderliği almış olacaktır. Tabii bu örgütlenme gönüllü olmayan bir örgütlenme olan şirket organizasyonunun içine baktığımız zaman farklı şekiller alacak. Dolayısıyla, aslında birden fazla örgütlenme şekli, faaliyet şekli ortaya çıkabiliyor. Belki çeşitli noktalardan bakarsak farklı çözümler de ister istemez söz konusu olacak; ama, temel görüşler aynı. Burada neye bakıyoruz biz, temel görüşler derken de takım çalışması, yaratıcılık, belli bir yaklaşımla problem çözme, dinleme ve empatik davranma, dolayısıyla görüyoruz ki zaten başarıya ulaşabilmek için ve bu paradigma değişiminin adını alacak noktalara varabilmek için bu faaliyetlerin bu şekilde yürümesi lazım. Ben buradan yola çıkarak da Semra hanıma cevap vermek istiyorum. Problem çözmeye nasıl yaklaşıldığı, sınıf kültürünün ötesinde bir insanlık sorunudur. Problem çözmeye, izlenimlerimizle problem çözme şeklinde de yaklaşabiliriz ya da sahada toplanmış gerçek verileri bilimsel yöntemlerle değerlendirmek şekliyle ve o anki dengelerin yaratabileceği en iyi uzlaşmayı arayarak empatik düşünerek de yaratmaya çalışabiliriz. Problemler karşısında nasıl tavır aldığımız, ideolojik tavrımızdan, sınıf tavrımızdan da öte insanlığın temel düşünce mekanizması ile, dünyayı algılama mekanizmasıyla bağlıdır. Böyle düşünmezsek sosyalist kültür ve bilim gibi bir noktada düşüncelerimizi eğer çözüm noktasına getirirsek, kıta tektoniğini reddeden Sovyet Polit Bürosunun durumuna düşeriz. Kısaca hatırlatayım, belki bu gerekli olacak, böyle bir tartışmayı açmak istemiyorum bizi çok saptıracağı için; ama, Sovyet Polit Bürosu kıta tektoniğinin emperyalist kapitalizmin bir ürünü olarak ele aldığı -Stalin döneminde- Stalin'i sevip sevmemek de önemli değil; ama, sonuçta Sovyetler Birliği bilimsel olduğunu düşündüğü bambaşka bir teorinin her tarafta Sovyetler Birliğinin etkisi altında olan her tarafta galebe çalması için politik müdahalede bulundu; ama, en son İzmit depreminde gösterdi ki tektonik olayı gerçekti. Dolayısıyla bilime baktığımız zaman, bilimsel yaklaşıma girdiğimiz zaman bunun sosyalizmi yahut da kapitalizmi yoktur. Bunun yorumlanış tarzında tabii ki dünya görüşleri farklı noktalara gelecektir; ama, toplam kaliteyi sonuçta sınai üretimin varmış olduğu bir yönetim anlayışını sosyalizm yahut da kapitalizm ikilemi içerisinde anlamaya çalışırsak konuyu anlayamayız. O yüzden bence bu sorunun cevabı aslında veyahut da bu sorunun tartışılacağı bir platform bile bence burası değil. Doğrudan doğruya bunu başka platformlarda belki tartışmak gerekebilir. 147 Ben son bir noktanın altını çizmek istiyorum, ufak bir katkıda bulunmak istiyorum daha doğrusu belgelendirmede. Belgelendirmenin toplumsal önemi açısından ben söylenenlere katılıyorum. Belki bir hatırlatmaya gerek var, özellikle dinleyiciler açısından. Belgelendirmede yalnızca kalite belgesinden ziyade toplumun eleman, eleman kalifikasyonu, öğretim birimlerinin müfredat kalifikasyonu gibi hususların da yaygınlaştığını belki hatırlatarak sorunu aydınlatmak daha geniş kapsamlı olacak. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Aslında toplam kalite yönetimiyle ilgili bu sempozyumda bir oturum gerçekleştirdik. Tabii ki herkes kendi tarafından bakıyor, sanayici kendi gözlüğüyle bakacak, çalışan, emek kesimleri kendi gözlüğüyle bakacak. Tabii ki sanayicinin temel görevi kârlılığını artırmaktır. Emek kesiminin de yapması gereken örgütlü bir şekilde haklarının budanmaması, daha da artırılması için çalışmalarda mücadele içerisinde bulunmaktır, bu da güçler dengesine bağlı. Demokrasinin de ne olduğu, demokrasinin sınırlarının ne kadar geniş olduğu da bu örgütlü kesimlerin toplumlardaki güçler dengesine bağlı bir olay. Kapitalist bir sistemde tabii ki hakim üretim ilişkilerinin kapitalist üretim ilişkileri olduğu bir sistemde kapitalizmin gelişmesi noktasında yapılan her düzenleme kârlılığı artırmaya yönelik. Eğer bizim karşısında duran kesimlerin örgütlülüğü çok karşı durabilecek bir konumda değilse; ama, bu bizim panelimizin konusu bu değil, başka bir tartışma başlatmamak gerekir, bu tartışmaları zaten bundan evvelki sempozyumlarda yaptık. Kurumsallaşma ve ülkemizin izlemek durumunda olacağı politikalar da tartışılacaktı burada. Feryal hanımın bir sorusu vardı, ki cevap buldu mu bilmiyorum. Türkiye'nin neden bir kalite politikası yok. Acaba hangi konuda politikası var, bütünlüklü, değişkenlik göstermeyen, kalite politikasını diğer politikalardan ayrı düşünebilir miyiz? Eğitim politikasıyla, kalite politikasının ilişkisi ne kadardır? İstihdam politikasıyla ne kadardır? İl kalkınma politikasıyla ilintisi nedir? Bunlar var mı? Ama, sempozyumun başından beri bütün bu kesimleri ayrı ayrı tartıştık. Bu panelde de en çok soru TSE'ye geldi aslında, tabii sistemin doğru işlememesinin sorumlusu o sistemin bir parçası olan sanki bir enstitüye aitmiş gibi bütün aksaklıkların, bütün yanlışlıkların sorumlusunu karşımızda ilk gördüğümüz yetkilide aramak durumundayız belki de, sorular oraya geldi ama, ben kendisine söz veriyorum, bütün sorulara da cevap vermek zorunda da değilsiniz. Ama, 20 dakika boyunca süreniz var, buyurun efendim. AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Bütün sorulara memnuniyetle cevap vermek isterim eğer süre yeterli olur ise. Başta Türkiye'nin politikası, kalite manasındaki politikasının olmaması, "hangi konuda var ki" de kalite politikasına yok elemek daha doğru olur herhalde; yani, Türkiye'nin bir devlet politikası eğitim konusunda var mı veyahut da adalet konusunda var mı, bunları sormamız herhalde yeterli bir cevap teşkil eder. Türkiye'nin birçok alanında, sağlıkta da olduğu gibi devlet politikası olarak belirlenmiş politikaları yok; çünkü, Türkiye iyi yönetilmiyor; yani, Türkiye belli bir politika, organizasyon ve ihtiyaç duyulan dokümantasyon zinciri adı altında yönetilmiyor. Türkiye günü birlik siyaset sanatına göre yönetiliyor; yani, "dün dündür bugün bugündür"e göre yönetiliyor, onun için Türkiye'nin bu şekil politikaların olması dahi mümkün değil. İkincisi, Türkiye'de kamu kuruluşlarının rekabete açılıp açılmaması konusu ya da özelleştirme gerekip gerekmediği konusunda ben Türkiye Radyo Televizyon Kurumunu örnek vereyim. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu uzun yıllar rekabet şansından yoksun yaşadı ve bu rekabete açıldığı noktada da rekabet edememe gibi bir çelişki içine düştü, neden? Uzun yıllar tekel olarak var idi, rekabet açıldığı zamanda o anda rekabetçi bir ortamda ne yapacağını bilemez hale geldi. Bugün için ben siz şunu da söyleyeyim Türk Standartları Enstitüsü de ulusal belgelendirme teşkilatı olarak maalesef rekabete açık değil, kanunen böyle. Bu bir handikaptır bizim önümüzde ; yani, belgelendirme, ben dedim ki 148 ticari bir metadır, bu dürüstçe söylemek gerekirse ticari bir metadır. İyi yapabilenler ayakta kalır, yapamayanlar silinir ve gider. Eğitim, gene hakeza aynı. Eğitim kuruluşları, iyi eğitim verenler kalır, kötü eğitim verenler talep edilmez ve zaman içerisinde talep edilmediği zaman müşteri tarafından onun da artık kuruluşun kurulma anlamı kalmamış demektir. Burada biz dönüp dolaşıp müşteriye dönüyoruz; yani müşteri odaklı olmak zorundayız; yani, müşterinin istediği. Ben dedim ki birtakım ithalatta, ihracatta veyahut da müşteri ilişkilerinde kolaylıklar sağlanması için belgelendirme, bunlar payandadır dedim. Ama asıl olan şey politika müşteriye yönelik olması, yani kuruluşun bu tür kolaylıklardan istifade etmek için değil, kendi menfaatleri doğrultusunda belge alması için. ikinci bir husus, mesela Hüseyin bey çok güzel ifade etti "kalite" dedi, "diyelim başarı" olsun. Evet kalite bizim çerçevemizden baktığımız anda yönetim standartlarıdır; yani, kalite sadece bir bayraktır. Yani, kalite dediğimiz laf, içi boş bir şeydir aslında, herkes kendisi istediği gibi kullanır; ama, kalitenin standardizasyon anlamında yönetim pratiğidir. Yönetimin standartlaştırılmış halidir. Kalite dediğimiz şey odur. Kalite diyoruz ama, aslında bizim demek istediğimiz şey yönetim standartlarıdır; yani, bir işletmenin hangi şartlar gereğince yönetilmesi gerektiğini birtakım deneyimler aracılığıyla uluslar arası bir tecrübe tarafından yazıya dökülmüş ve bu ISO tarafından neşredilmiş ve tüm ülkelerde bu standart aynı ile kullanılmakta; yani, bunun herhangi bir millisi falan yok, ISO tarafından yayınlanmış ISO 9000 yönetim standartları serisidir, kalite standardı değildir; ama, biz kalite diye isimlendiriyoruz. Bu bir bayraktır. Tabii bunun yerine başarı da koyabilirsiniz, o da doğrudur; yani, başarıyı ölçersiniz. Bizim ölçtüğümüz şey tetkiklerde yönetim olgunluğunun derecesidir; yani, yönetim,iyi bir yönetim pratiği var mı; yani, standardın şartlarını karşılıyor mu, değil mi. Soruların yoğunlaştığı noktalardan bir tanesi de akreditasyon konusu, yalnız bu noktada notifikasyonu bilmemiz lazım, yetkili kılma hadisesi. Ben şimdi bunları açıklamadan önce isviçre'de bir seyahatimde, tetkik için iş amaçlı bir seyahatti, burada ben baş tetkikçi olarak Selborus güvenlik sistemleri üreten bir şirketin tetkikinde açılış toplantısını yaptım, hemen akabinde yönetim temsilcisinin bana sorduğu soru şu; "sizin bizi ziyaret etme sıklığınız ne olacak?" dedi; yani, ne kadar da bir geleceksiniz demek istedi. Bende dedim ki "niçin böyle bir soru sordunuz?" "Bizim 6 tane daha kalite belgemiz var, siz 7 nci olacaksınız" dedi. Nereden bu 6 tane belge, Avrupa ülkelerinden; yani, bugün biz Gümrük Birliği üyesiyiz, onlar Avrupa Topluluğu üyesi. Nereden? ingiltere'den, Almanya'dan, Fransa'dan, nereye ihracat yapacaksa oralardan; yani, 6 tane belge almışlar, biz 7 nci belgeyi verecek kuruluşuz. Yani, şimdi biz, bu noktada biraz insaflı olmamız lazım; yani, Türkiye'de bizim Avrupa'da belgelerimiz ne kadar geçiyor. Onların kendi aralarında ne kadar geçiyorsa, bizimki de o kadar geçiyor. Bugün onlar bizi en az 20'ye yakın belge Avrupa'dan, 7 tane Amerika'dan firma Türk Standartları Enstitüsünden kalite belgesi almıştır; yani, ISO 9000 belgesi almıştır yönetim standartlarını uyguladığı için. Türkiye içinde 1 000'e yakın kuruluş, 1 000'i geçen bir kuruluş, sayısı her gün gün itibariyle değişiyor, bugün 6 tane kalite müdürlüğü bünyesinde her hafta belgelendirme çalışmaları yapılıyor ve bu çalışmalarda her hafta belki 6-7 tane, 10 tane, 20 tane firma sayısı artıyor; yani, bu artışa rağmen bu yeterli değil tabii. Türkiye'de ben şunu da söyleyeyim, mesela İstanbul'da İMES Organize Sanayi Bölgesinde, bir sanayi bölgesinde 1 500 tane orta ölçekli; yani, bu belgeyi alabilecek yeterlikte olabilecek kuruluş var, Türkiye'de bu sayılar tabii çok az. Mesela bugün dünya ölçeğiyle kıyasladığımız zaman da Türkiye'deki sayı çok az; ama, benim bakış açımdaki şey mesela bu topluluğun bu kadar az olması; yani, kaliteye talebin neden olmadığı, burada çok fahiş fiyatlarla bir eğitim vermiyoruz. Değil mi yani, burada gönüllülük esasına göre kaliteyle ilgili bila ücretle toplanan bir topluluk. Böyle olmamalı; yani, daha kalabalık olmalı, salonda izdihamdan girilmemeli. Böyle ilk defa yapılan, bu kadar titizlikle hazırlanan bir topluluk. 149 Bir diğer konu da, benim kaliteye talebin neden azaldığı yönündeki gözlemim. Mesela, Nazan hanımın gösterdiği son asetat da eğitim alan kişi sayısıyla, eğitim verilen konu sayısında sürekli bir azalış var. Tabii bunlara neden talep düşüyor acaba? bu soruyu sormamız lazım. Kaliteye ilgi neden azalıyor? Tabii ki bir deprem şoku yaşadık, bu yüzden olabilir. Tabii ki ekonomik bir bunalım dönemindeyiz, belki bu da geçerli sebeplerden biri olabilir. Yalnız şu noktada kalite azalması, kaliteye olan ihtiyacımızın bittiği anlamında değil; yani, buradaki politikamız bizim kaliteli ürüne Türk insanının layık olduğunun, Türk insanının nerede üretilirse üretilsin en kaliteli ürün ne ise onun getirilip burada tüketimine sunulması gerektiğini. Eğer ki kaliteli ürün gelir ise bunu daha önceki politikalardan da biz bunu üretmek zorunda kalacağız daha iyisini. Yoksa bizim ürettiğimizin pazarda şansı olmayacak; yani, rekabet kalitenin önünü açacak bir müessesedir. O zaman biz rekabetin önünü tıkayan engelleri kaldırmamız lazım; yani, strateji bu olmalı. Bizim stratejimiz rekabetin önünde ne var ise onu alıp oradan kaldırmak lazım. Türk Standartları Enstitüsü ne görev yapıyor kanunla belirlenmiş. O görevlerin önünde de bence rekabete açık olmalı. Belgelendirme konusunda, eğitim konusunda, vesaire, her konuda açık olmalı, ki kendi gelişimini tamamlayabilsin, daha ileriye gidebilsin. Başarı, Türk Standartları Enstitüsünde personelin başarısıyla ilgili olarak yapılan bu çalışma sadece belli konularla sınırlıdır; yani, her konuda her personelin tek tek performans ölçüm kriterlerine göre değerlendirilmesi gibi çok böyle şey mümkün değil zaten; çünkü, çok değişik görevler vardır, kimisi standart satışı yapar, kimisi ithalata uygunluk belgesi tanzim eder. Onun için özel herkes kendi, müdürlük bazına indirgenmiştir bu, personelinin başarısını, yaptığı işi anket çalışmaları ya da kendi gözlemleri sonucunda bir performans değerlendirmesi yapar. Ama, zannediyorum çok yeterli, etkin bir çalışma olduğunu da iddia etmeyeceğim. Notifikasyon konusu, yetkili kılma hadisesidir; yani, bu bir ulusal otorite olayıdır. Ulusal otorite Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi der ki "ben şu kuruluşu akreditasyon üzerine yetkili kılıyorum" yani, yetkilendirmeyi yapacak kuruluşun seçimi. Burada işte söylüyoruz TÜRK-AK diyoruz, Kalite Akreditasyon Milli Konseyi diyoruz, Türk Akreditasyon Konseyi diyoruz, bir sürü taslak var; ama, her ne ise artık bir tane Türkiye'de yetkili kılacak müessesenin tayin edilmesi gerekir ki inşallah bu da önümüzdeki günler içinde Meclisten çıkacak; yani, yetkili kılacak kuruluş seçilecek önce. Sonra bu yetkili kılacak kuruluş akreditasyon yapabilecek; yani, konularına göre personel, ürün, sistem ne ise; yani, konularına göre yeterliliği belirleyecek, belgelendirmeyi, sertifikasyonu yapacak kuruluşların tespit edilmesi. Bu Türk Standartları olur, KAL-DER olur, herhangi, kimi seçerse, kimi yetkili kılarsa; yani, hangi konuda, kalibrasyon konusunda, der ki "şu kuruluş notifiye edilmiştir" yani yetkili kılınmıştır. j / j /. / BAŞKAN - Yetkili kuruluşların belirlenmesinde aranacak bir kıstas yok mudur? Ne ölçüde yetkili kılınabilir? AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Notifiye edilmiş kuruluş belirleyecektir onu; yani, siz bir kere yetkili kılacaksınız kanunen. Bununla ilgili mesela akreditasyon konseyi diyoruz, bu konsey birçok, mesela Almanya'da 19 tane konsey var, bazı Avrupa ülkelerinde bir tek konsey var, bütün konularla ilgili yetkili kılma görev kanunen ona verilmiştir gibi. Yani, burada, Türkiye'de de zannediyorum incelediğim taslakta bir tek konsey var, personel, kalibrasyon, deney, laboratuarları, ürün, personel vesaire konularda alt dalları var, bu dallarla da ilgili komiteler var, o komite mesela diyelim ki personel akreditasyon komitesi. O komite eğitim verebilecek kuruluşuların yetkilendirilmesini yapacak, kuruluşları seçecek. Mesela, diyecek ki, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği kaliteyle ilgili eğitim verebilir, MESS Türkiye'de kaliteyle ilgili eğitim verebilir, şu kuruluş veremez. Yani, bunlar, şunlar verebilir diyebilecek bir konsey ihtiyacı var Türkiye'nin, bu konsey zaten Meclisin otorite için. Şu anda bu nasıldır? Bu şu anda kanunen Türk Standartları Enstitüsüne verilmiştir. Şu anda belgelendirmeye yetkili Türkiye'de tek kuruluş vardır, o da Türk Standartları Enstitüsüdür. 150 i Belgelendirme, kalibrasyon konusu kanunda özellikle açık ve seçik olarak ifade edilyor değil; yani, Türkiye'de kaliteyle ilgili her türlü tedbiri alır diye ifade ediliyor. Kalitenin geliştirilmesiyle ilgili tedbiri alır, belgelendirme sertifikasyon hizmetlerini yapar diyor. Kalibrasyonu da nasıl anlarsanız o şekilde açık bırakmış. Kanunda birtakım açıklıklar var, ben kabul ediyorum. Bu kanun değişmesin diyen de değiliz; yani, kanun değişsin ve bir açıklık getirilsin. Türkiye'nin önü açılsın. Ama, şunu da ifade edeyim; yani, Avrupa'da, Türkiye'de TSE'nin belgesi kabul edilmiyor diye bir şey benm duymadım. Türk Standartları Enstitüsünden de böyle belge almak; yani mevzuatı yerine getirmeden o kadar kolay değildir; yani, siz standardı uygularsanız hak edersiniz. Eğer ki ben hiçbir şey yapmadan bir ithalatta bana kolaylık verin de ben şu belgeyi alayım diye bir şey söz konusu değildir; yani, bu da Türk Standartları Enstitüsünün güvenilirliğidir; yani, o bizim şahsi meselemizdir. Ben, eğer ki, her önüme gelen belge dağıtırsam o belgeyi ben ucuzlatırım; yani o belge talep edilmez hale gelir, o bizim problemimiz. Niye? O zaman artık ben talep edilmez hale gelirim. Biz onun güvenilirliğini ve itibarını artırmak için uğraşan kişileriz; yani, ben kalite belgesinin itibarı ile çalışırım, o benim sorumluluğum. Burada tabii ki, yalnız şunu da söylemek istiyorum. Herkes kendi ulusunun belgesini ister. O Selberus'tan Almanlar niye kendi belgesini ister; çünkü, her ulus kendi akreditasyon konseylerinin yetkili kıldığı otoriteler tarafından tetkik edilen kuruluşların belgesini ister, neden? Bu ticari bir olaydır; yani, bir kuruluşun Türkiye'de de var, 3 tane kuruluştan, 4 tane kuruluştan belge alması hadisesi. Bu tabii ki burada birtakım hesaplar var. Herkes neden istiyor? Birtakım herkesin kendine göre hesabı var, ticari bir metadır. Yani, bunu dürüstçe konuşmak lazımdır, değildir, o zaman bila ücret yapmamız lazım bunu; yani, biz yapmıyoruz karşımızdaki kuruluşlarda yapmıyor; ama, biz makul bir düzeyde bu hizmetlerin verilmesini istiyoruz, neden? Ulusal politikamız gereği Türk Standartları olarak. Biz; yani, sadece zengin kuruluşların, büyük kuruluşların belge alması için çok yüksek fiyatlar belirleyebilirdik, biz bunun tabana yayılması için her yıl ucuzlatıyoruz fiyatı, her yıl geriye çekiyoruz, bunu tabana yayıp her yıl daha çok firmayla bu hizmeti görmek, politikamız bu kuruluş olarak. Bu anda cevaplamamış olabildiğim soru varsa hatırlatırsanız memnun olurum. BAŞKAN - Yalnız çok az bir zamanınız kaldı, eğer 5 dakikada hemen sorulara cevap verirseniz. SALONDAN - (Soru banda yansımadığından yazılamadı) AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Yok, hayır kapalı bir şey değil. Bu kuruluşta çalışan sayısına göre değişmekle beraber 300 milyon ile 1 milyar arasında bir belgelendirme ücreti değişmektedir; yani, 300 milyon da olabilir, 1 milyar da olabilir, bu 1 yıl için ilk aşamada tüm masraflar dahil, ikinci aşamada zannediyorum artık müracaat ücreti falan alınmadığı için daha da aşağıya iniyor. 3 yıl verilen uluslararası bir belgede herkesin verdiği gibi bizde 3 yıl süreyle veriyoruz, 3 yıl sonunda yeniden belgelendirme. Kusura bakmayın, soruları unutmuş olabilirim. BAŞKAN - "Kaç kuruluş ISO 9000 belgesine sahip?" demişti. AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Onu söyledim zannediyorum. 1 000'in üzerinde kuruluş belgeli Türk Standartları Enstitüsünden. BAŞKAN -Teşekkürediyoruz. Söz sırası Sayın Hüseyin Uğur'da. Ben, Ahmet beyin bıraktığı yerden devam etmesini rica edeceğim özellikle. 151 AHMET PARLAMIŞ (TSE Bursa Kalite Müdürü) - Son olarak kalite belgesinin Hamurabi Kanunlarında da kalite belgesi veriliyordu. Ben kalite belgesi Makine Mühendisleri Odasını küçümsemiyorum, yanlış anlaşılmasın takdir ediyorum, kaliteyle ilgili her türlü çabayı takdirle karşılıyorum; ancak, kalite belgesi verilmesinin temeli standarda göredir. Bu standartların yayınlanma tarihi 1981'dir. Türkiye'de bu standartların 1981 yılında yayınlandığı zaman 1987 yılına gelene kadar kimse alıp da kapağını açıp bakmamıştır, ben onu ifade etmek istedim. 1991 yılında ilk belgelendirmeyi Türk Standartları Enstitüsü yapmıştır. Bakın 4 yıl bu standartlar revize olmuştur 87'de, 4 yıl gene hiçbir kimse bir şey yapmamıştır. 81'de ilk yayınlanmıştır gene kimse bir şey yapmamıştır. Nereye kadar gelmiştir bu, 90'dan sonra belgelendirme faaliyetleri başlamıştır, ben onu ifade etmek istedim. Değilse, Odalar Birliği vermiştir daha önce kalite belgesi, Türk Silahlı Kuvvetleri kalite belgesi vermiştir, bunlar tabii ki onlar kalite belgesi değildir gibi bir mantığım yok; ama, ISO 9000; yani, uluslararası belgelendirmeye temel teşkil eden bir belgelendirme sistemi olarak ilk defa Türk Standartları Enstitüsü 1991 yılında belge vermiştir. BAŞKAN - Söz sırası Hüseyin Uğur'da, gerçi konu konuyu açıyor da asıl tartışmamız gereken olayı belki bir yerde de kaçırıyoruz, önemli olan kimin kalite belgesi verdiği değil, önemli olan kimin belgelendirme yaptığı değil. Bu kalite belgesi veren, belgelendirme yapan kuruluşlarda, organizasyonlarda aranması gereken evrensel ölçekler neler olmalıdır? Bu işlemleri gelişmiş ülkelerde yapan organizasyonların yapısı ne şekildedir? Bence aramamız gereken temel şey bu olmalı. Tabii ki 1954 yılında kurulan odamız, Makine Mühendisleri Odası TSE bu işe başlamadan kalite belgeleri veriyordu. Makine Mühendisleri Odası yasasından aldığı güçle bunu yapıyordu. Ülke sanayiinin ulusal yararlar doğrultusunda gelişmesi için her konuda girişim ve faaliyette bulunmakta. O kadar açıktır ki, ülke sanayisinin bir parçasıdır kalite ve kalite belgelerini Makine Mühendisleri Odası da verebilir. Belgede önemli olan aranır olmasıdır, kabul görür olmasıdır, toplumun tüm kesimlerinin üzerinde konsensüsünün sağlanmış olması gereklidir, insan gözünü kırpmadan alabilmelidir, güvenebilmelidir ve dolaşabilirliği olmalıdır o belgenin. Acaba ülkemizde bunlar var mı? Bence bu TÜRK-AK Kanunu çerçevesi içerisinde bunlarında tartışılması gerekiyor, UME'de bir tarafı aslında kalitenin bir ayağını oluşturuyor yaptığı işlemler. j j / Ben aslında sizin bıraktığınız yerden Hüseyin beyin devam etmesini istiyorum. Buyurun efendim. Doç. Dr. HÜSEYİN UĞUR (TÜBİTAK-MAM Ulusal Metroloji Enstitüsü) - Teşekkürler. O noktaya gelmeden önce bir iki düzeltme yapmak istiyorum. Ahmet beyin konuşmasında şu anda banda da alıyoruz, sonra bunun tutanakları da yayınlanacak, kendisinin sıkıntıya düşmesini istemem. Şöyle ki, 1992'den 1999'a kadar Başkanlığı döneminde Sayın Arıyörük Rusya'nın TSE belgesi olmadan hiçbir ürün kabul etmediğini söylemişti devamlı. Bu Meclisteki sanayi komisyon tutanaklarına kadar da girdi, hatta Danimarka'nın bile Rusya'ya mal satmak için TSE'den belge aldığını söylemişti, 152 /