oral kanserler - Diş Hekimliği Fakültesi

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi
Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi
Anabilim Dalı
ORAL KANSERLER
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi Cansu CAN
Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Candan EFEOĞLU
İZMİR-2015
1
ÖNSÖZ
Bugünlere gelmemde en büyük emek sahibi olan aileme sonsuz
teşekkürlerimi sunar,
"Oral Kanserler" konulu tezimi hazırlamamda bana yol gösteren, ayrıca
eğitim hayatım süresince de her konuda desteğini esirgemeyen değerli hocam Doç.
Dr. Candan EFEOĞLU'na, teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.
İZMİR-2015
Stj. Diş Hekimi Cansu CAN
2
İÇİNDEKİLER
1. GİRİŞ VE AMAÇ
2. GENEL BİLGİLER ............................................................................................... 2
2.1.Oral Premalign Lezyonlar ................................................................................. 3
2.1.1. Lökoplaki ............................................................................................... 4
2.1.2.Eritroplaki................................................................................................ 5
2.1.3.Liken Planus ............................................................................................ 6
2.1.4.Submüköz Fibrozis .................................................................................. 8
2.1.5.Karsinoma in situ .................................................................................... 8
2.1.6.Aktinik Şelitis .......................................................................................... 9
3.ORAL KANSERLER ........................................................................................... 10
3.1.SCC ................................................................................................................. 10
3.2.Adenokarsinoma .............................................................................................. 10
3.3.Metastatik Karsinoma...................................................................................... 11
3.4.Malign Melanoma ........................................................................................... 11
4. ORAL KANSERLERİN KLİNİK BELİRTİLERİ .......................................... 13
5. ORAL KANSERLERİN TANISI ...................................................................... 14
6. ORAL KANSERLERİN RİSK FAKTÖRLERİ .............................................. 15
6.1.Tütün ............................................................................................................... 16
6.2.Alkol ................................................................................................................ 17
6.3.Betel................................................................................................................. 18
6.4.Beslenme ......................................................................................................... 18
6.5.Ağız Hijyeni .................................................................................................... 19
6.6.Onkogenezis .................................................................................................... 19
6.7.Onkogenler ...................................................................................................... 20
6.8.Tümör Baskılayıcı Genler ............................................................................... 20
6.9.Tek Nükleotid Polimorfizmler ........................................................................ 21
3
6.10.Viral Enfeksiyonlar ....................................................................................... 21
6.11.Diğer faktörler ............................................................................................... 21
7. ORAL KANSERLERDE PROGNOZ ............................................................... 23
8.ORAL KANSERLERİN PATOLOJİSİ.............................................................. 24
9.EPİDEMİYOLOJİ ................................................................................................ 25
10. ORAL
KANSERLERİN
ERKEN
TANISINDA
DİŞ
HEKİMLERİNİN ROLÜ ................................................................................. 27
10.1.Oral Muayene ................................................................................................ 29
10.2. Oral Kanserlerin Erken Tanısında Ve Kesin Tanısında Kullanılan
Yöntemler .................................................................................................... 33
10.2.1.Rengin Değerlendirilmesi ................................................................... 33
10.2.1.1.Toluidin Mavisi ile Boyama Yöntemi .................................... 33
10.2.2.Lüminesans Analizi ................................................................... 36
10.2.2.1.Kemilüminesans...................................................................... 38
10.2.2.2.ViziLite ................................................................................... 38
10.2.3.Oral Eksfoliyatif Sitoloji ..................................................................... 39
10.2.4.Biyopsi ve Histopatoloji ...................................................................... 40
10.2.5.Görüntüleme ........................................................................................ 42
10.2.6.İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi ........................................................... 42
KAYNAKLAR ......................................................................................................... 44
ÖZET......................................................................................................................... 58
ÖZGEÇMİŞ .............................................................................................................. 59
4
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Oral kanserler, malign neoplazmlar arasında yer alan önemli morbidite ve
mortalite nedenlerinden olup, dünyada en sık izlenen altıncı kanser türü olduğu
bilinmektedir. İnsanlarda görülen tüm malign tümörlerin yaklaşık %4’ü oral kavite
ve boyunda meydana gelir. Oral kanserlerin %90’ını squamoz hücreli karsinomlar ve
bunların da %95’ini de 40 yaşın üzerindeki kişiler oluşturmaktadır. Son yıllarda oral
kanser hastalarının sağ kalım oranlarında çok küçük ilerlemeler kaydedilebilmiştir.
Sağ kalım oranının arttırılmasında en önemli faktör erken tanı olmasına rağmen pek
çok malign oral tümörün geç kalınmaya devam edilmektedir.(1, 2, 3, 4)
Çalışma alanımız olduğundan, oral kanserlerin erken tanısında diş
hekimlerinin önemli bir rolü vardır. Detaylı bir anamnez ve dikkatli bir muayene ile
başlayan tanı süreci hayat kurtarıcı olabilir. Bu nedenle düzenli olarak tekrarlanan
anamnez ve klinik muayene, hastalar ve diş hekimleri tarafından önemsenmeli ve
günümüzün yoğun klinik yüküne rağmen gereken özen gösterilmelidir.
Dünyadaki tüm kanser olgularının %5’ini oluşturan oral kanserler, her yıl 405
kişide tanımlanmaktadır. Ülkemizde de oral kavite ve farinks kanseri nedeniyle
kaydedilen ölüm oranları 1996’dan bu yana giderek artmaktadır. Oral kanser riski
yüksek olan bireylerin periyodik olarak kontrol edilmelerinin, ölüm oranında
azalmaya neden olduğu bilinmektedir. Söz konusu hizmetin ilk aşaması ise malign
nitelik kazanmaya yatkın olan premalign lezyonların bilinmesi, klinik olarak
tanılanma oranlarının artırılması ve malign lezyonların olabildiğince erken evrede
belirlenmesidir.(5)
Buradan yola çıkarak bu tezi hazırlarken, biz de meslektaşlarımızın konuyla
ilgili bilgilerini sınamaları ve gerekiyorsa tazelemeleri amacıyla bir ön çalışma
1
yaparak 15 soruluk bir anket hazırladık ve bu tezin sonuna ekledik. Daha ileri bir
tarihte bu ön çalışmanın (anketin) olgunlaştırılması için öncelikle fakültemiz son
sınıf öğrencilerin uygulanması ve daha sonra da çok sayıdaki meslektaşımıza
ulaşılması hedeflenmektedir. Anketin cevaplandırılmasını takiben, cevaplayanların
isimleri saklı kalmak koşuluyla sonuçlar tanımlayıcı istatistiksel analizler ile
değerlendirilecek ve kendilerine doğru cevaplar verilecektir. Daha sonra ilgilenenlere
konuyla ilgili hazırladığımız derlememiz iletilecektir. Böylece, öncelikle konuyla
ilgili farkındalığı artırmak ve daha sonra bilginin doğrudan yayımı yoluna başvurmak
amaçlanmıştır.
2
2. GENEL BİLGİLER
Her hücre doğar, çoğalır (proliferasyon), farklılaşır (diferansiyasyon) ve
zamanı gelince önceden programlanmış olan ölüm gerçekleşir (apoptozis). Tüm bu
olaylar doğal bir denge halinde sürer. Son yıllarda birçok önemli hastalığın
patogenezinde bu dengenin bozulmasının (proliferasyonun artması ve apoptozisin
azalması) rol aldığı gösterilmiştir.(6)
Mekanizması henüz tamamen bilinmemekle birlikte kanser, kısa tanımıyla
hücre çoğalmasını düzenleyen mekanizmaların çeşitli etkenlerce bozulması
sonucunda atipik hücrelerin anormal miktarlarda çoğalarak sağlıklı dokuların yerini
alması ve organizmanın fonksiyon göremez hale gelmesidir.(7) Normalde hücreler
yalnızca
gerektiğinde
çoğalmak
üzere,
büyümeyi
başlatıcı
ve
durdurucu
mekanizmalarca denetlenir.(8) İnsanlarda normal doku hemostazının sağlanması için
gerekli olay; apoptozis, diğer bir değişle, programlanmış hücre ölümüdür.(9)
Apoptozis, genetik olarak kodlanmış aktif bir olaydır ve bozulduğu durumlarda
gelişimsel, enflamatuar, dejeneratif veya neoplastik hastalıkların ortaya çıkması
kolaylaşmaktadır.(10)
Bundan sonraki aşama ise, tümör hücrelerinin hareket
yeteneklerinin artması ve buna bağlı olarak kanserin dokuya invazyonu ve
metastazıdır.
Malign değişimlere karşı kritik bir savunma oluşturan birtakım proteinler,
apoptozis mekanizması içinde yer alırlar ve tümör baskılayıcı ajanlar olarak
fonksiyon görürler.(11) Tümör baskılayıcı genlerin etkilerinin ortadan kaybolması
ise hücre ölümünü durdurur. DNA yapısı bozuk bi hücre söz konusu olduğunda
hatalı hücrelerin üremesi engellenemez ve kanser oluşumunun ilk çekirdeği meydana
2
gelir. Özellikle hızlı gelişen tümörlerde tümör baskılayıcı genlerin düzeyinin çok
düşük olduğu veya mutasyona uğradıkları gösterilmiştir.(12)
Bir diğer aktif protein grubu ise onkojenlerdir ve hücre büyümesini uyararak
görev yaparlar.(13) Onkojen genlerin en çok bilineni ras genidir. Normal durumlarda
hücre dışındaki büyüme faktörlerinin uyarılarını hücre içine taşıyan ras geni,
mutasyona uğradığında büyümeyi uyaran yollar sürekli olarak aktive edilir ve hücre
çoğalması başlar.(8) Bunun yanı sıra onkojenlerin kontrolsüz şekilde salınması
apoptotik mekanizmayı bozarak hücrenin ömrünün uzamasına neden olur.(14)
Son grup ise DNA tamirini sağlayan proteinlerdir ve mutasyonları
durumunda başka mutasyonlara neden olurlar. Ayrıca anjiogeneze etki eden ve
tümörün invaziv ve metastatik potansiyelini belirleyen, tütündeki karsinojen
maddelerin metabolize edilmesini etkileyen ya da virüslerin kanserojen etkilerine
yardımcı olan genlerin ve moleküllerin varlığı da tartışılmaktadır.(15)
Bütün bu araştırmalar sonunda geliştirilen karsinogenezin moleküler modeli,
iki özgün kromozom bölgesinde oluşan değişiklikleri temel almaktadır. Bu
bölgelerde (3p14 ve 9p21) oluşan, genom boyunca tekrarlayan kısa DNA sekansları
ve heretozigozite (kromozomun bir bölgesinin kaybı) normal dokuların malign
lezyonlara dönüşmesine neden olmaktadır.(16)
2.1.Oral Premalign Lezyonlar
Premalign terimi patolojik bir terim olmayıp, klinik gözlemlere dayanarak
kullanılan bir terimdir. Premalign lezyonlar uzun süre statik durumda kalmış, fakat
seyirleri sırasında malignite gösterebilen lezyonlardır. Bir hastalık tablosu %10’un
3
üzerinde malignite gösterirse premalign kabul edilir. Bu hastalıklar çok değişik
etyoloji, klinik özellikler ve histopatolojik görüntüye sahiptirler.(25)
Oral kansere dönüşme riski taşıyan lezyonların başında lökoplaki, eritroplaki,
liken planus, submüköz fibrozis ve karsinoma in situ, aktinik şelitis gelmektedir. Bu
lezyonlar tek başlarına görülebildikleri gibi, ‘’alan kanserizasyonu’’ teorisine uygun
olarak ikili ve çoklu halde de bulunabilmektedir.
2.1.1. Lökoplaki
Klinik ya da patolojik olarak herhangi bir hastalığa ait olmayan, kazımayla
yerinden kaldırılamayan, oral mukozadaki gri-beyaz plaklardır. Oral mukozanın en
sık görülen (%85) premalign lezyonudur.İleri yaşta (özellikle 50 yaşından sonra)
erkeklerde daha sık görülür.(26) Etyolojisi kesin olarak bilinmemekle beraber sigara,
alkol, tütün çiğneme, kandida, virüsler (HPV), oral epitelyal atrofi (demir eksikliği,
oral submüköz fibrozis, tersiyer sifiliz mukozada atrofiye yol açabilmektedir), tümör
süpressör genler (p53 gen anomalisi), oral lökoplaki gelişiminde rol oynar. Altta
yatan faktörler elimine edildikten sonra persiste oral lökoplaki için tedavi
gereklidir.(27)
Dil, bukkal mukoza ve mandibular mukoza, lökoplaki olgularının yaklaşık
yarısının yer aldığı bölgelerdir. Diğer lökoplaki olguları ise dudaktaki vermillion
hattında, bukkal mukozada ve diş etinde sıklıkla gözlenir; ancak kanserleşme
olasılığı dil, dudak vermillionu ve ağız tabanındaki lökoplaki lezyonlarından daha
fazladır.(28)
Yerleşim yerleri gibi klinik görüntüleri de değişken olan lökoplakiler, normal
mukoza üzerinde saydam, ince, gri lezyonlardan; gri/beyaz renkli, derimsi, sert,
4
beyaz plaklara dek değişen formlarda gözlenebilirler. Kimi olgularda fissürlü veya
kırışık bir görüntü olabilir, ancak hemen hepsi yumuşak kıvamlı ve düz yüzeyli
lezyonlardır. İnce, homojen ve düzgün yüzeyli lökoplakilerin, kalın, kabarık ve
fissürlü olanlara göre daha benign nitelik taşıdığı öne sürülmekle birlikte, patolojik
tanı için ensizyonel biyopsi gereklidir.(29)
13 yıllık sürede toplanan 3256 lökoplaki tanısı almış patoloji örneğinin
incelenmesi sonucunda; lökoplakinin bukkal, alveolar ve mandibular mukozada sık
görüldüğü, dudak (%24), ağız tabanı (%42) ve dilde (%24) yerleşen lezyonlarda
displastik ya da maligniteye dönüşümün daha sık olduğu belirtilmiştir. Hafif-orta
epitelyal displazi %12, ciddi epitelyal displazi %4-5, invaziv skuamoz hücreli
karsinom %3 oranında görülmüştür. Oral lökoplakili
130 hastayı içeren bir
çalışmada benzer şekilde ağız tabanı, yumuşak damak, alveolar mukoza ve bukkal
mukozadaki lezyonlarda kanser riskinin arttığı, %28 hafif-orta displazi, %4.2
karsinoma in situ, %7 verrüköz ya da skuamoz hücreli karsinom saptandığı
bildirilmiştir. Oral premalign lezyonların cerrahi eksizyon sonrası
7.5 yıllık
takibinde %11’inde karsinom geliştiği saptanmıştır.(30) Lökoplakinin malign
transformasyona uğramasını önleyecek bir tedavi yoktur.
2.1.2.Eritroplaki
Lökoplakilerin kırmızı renkli eşdeğeri olarak kabul edilen eritroplakiler,
lökoplakilerle birlikte ya da tek başlarına görülen ve kanserleşme olasılığı çok
yüksek olan lezyonlardır. WHO’nun tanımına göre oral mukozada görülen ve klinik
ve patolojik olarak başka hiçbir tanımlanabilir durumla karakterize edilemeyen, ateş
5
kırmızısı renkli, kadifemsi plaklardır. Görülme sıklığının %0,02 ile 0,83 arasında
değiştiği saptanmıştır.(31)
Klinik görünümleri farklılık gösterir. Düzgün, kadifemsi bir yüzeye sahip
veya; düzensiz, kırmızı bir zemin üzerinde serpiştirilmiş gibi duran sarı veya beyaz
odaklara sahip lezyonlar şeklinde de görülebilir.
Ağız boşluğunda sıklıkla lokalize oldukları alanlar ağız tabanı, yumuşak
damak, tonsiller plika ve dilin lateral-ventral yüzüdür. Kırmızı renkli alanlar içeren
tüm şüpheli lezyonlar gibi eritroplakiler de mutlaka biopsi ile değerlendirilmelidir.
Küçük lezyoların tamamen çıkarılması, büyük lezyonların ise seri biyopsi
alınarak kontrol altında tutulması önerilmektedir. Eritroplakilerin %70’inin
tekrarladığı ve özellikle yumuşak damakta yer alan, 4 cm’den büyük lezyonların
invaziv karsinoma dönüşme riskinin çok yüksek olduğu göz önüne alındığında,
sürekli kontrolün önemi daha da artmaktadır. Bunların da yanı sıra vitamin A,
retinoidler, bleomisin, beta karoten gibi lökoplaki tedavisinde kullanılan terapötik
ajanlar eritroplakilerde de denenmektedir.(32)
65 olgunun dahil olduğu bir seride oral eritroplaki görülen hastaların
%51’inde displazi, %40’ında invaziv kanser geliştiği bildirilmiştir.(33)
2.1.3.Liken Planus
Epitelyal bazal hücrelerin hasarlandığı mukokutanöz bir hastalıktır.
Genellikle orta yaşta görülür ve kadınlarda daha sık saptanır. Cildin yanı sıra genital
ve oral mukozada, tırnaklarda ve kafa derisinde de gözlenebilen liken planus
lezyonları, travmaya uğrayan yerlerde Koebner fenomeni (deride kazıma veya
kaşınma ile papül oluşumuna neden olabilme) olarak adlandırılan bir tanısal bulgu
6
verirler ve hiperpigmentasyon oluşturarak iyileşirler. Kimi olgularda deri lezyonları
ağız lezyonlarından sonra da ortaya çıkabilmektedir.(34)
Ağız boşluğunda birçok klinik formu görülen oral liken planusun en yaygın
tipi, birbirleriyle kesişerek karakteristik dantelimsi görüntü veren ve keratotik
çizgilerden oluşan retiküler liken planustur.
Oral liken planus lezyonlarının malign dönüşüm oranlarının %0,2-5,6
arasında değiştiği göz önüne alındığında rutin kontrollerin kanser lezyonlarının erken
tanısında önemli olacağı görülmektedir.(35)
Histolojik olarak doğrulanmış 241 oral liken planus olgusunun kayıtlarının
retrospektif olarak incelendiği bir çalışmada 10 yıllık takip sonunda %3,7 hastada
liken planus alanlarında invaziv skuamoz hücreli karsinom veya in situ karsinom
geliştiği bildirilmiş ve çoğu kanserizasyon atrofik ve/veya eroziv liken planus
alanlarında görülmüştür.(17) Benzer olarak 326 oral liken planus hastasını içeren
başka bir çalışmada %1,3 hastada ortalama 6,5 yıl sonra oral kanser gelişmiştir ve bu
hastaların çoğunun eroziv form liken planustan kaynaklandığı görülmüştür.
Tekrarlayan karsinojen uyarılarla oral liken planus kansere dönüşebilmektedir. 723
liken planus tanısı konmuş hastanın ortalama 4,5 yıllık takibi sonucunda, %0,8
hastada eroziv ya da eritematöz liken planus alanlarında invaziv kanser geliştiği
bildirilmiştir.(36) Oral liken planusun etyolojisi ve patogenezi net olarak açıklığa
kavuşturulamamıştır, ancak dışarıdan alınan bir antijene veya epitel hücrelerindeki
internal antijen değişkliklerine karşı verilen bir hücresel immun yanıttır. Çoğu zaman
olayı başlatan faktörler bilinmez ve hastalık idyopatiktir.
Bazı hastalarda liken
planus ilaçlar ve dental materyallere bir hipersensitivite reaksiyonu olarak ortaya
çıkabilir ki bu durumda idyopatik liken planustan ayırmak için ‘’likenoid
reaksiyonlar’’ adıyla anılırlar.(27)
7
Hepatit C enfeksiyonuna bağlı kronik karaciğer hastalığı olan bazı hastalarda
liken planus gelişebildiği bilinmektedir. Kemik iliği transplantasyonunu takiben,
graft
versus
host
reaksiyonlarında
mukokutanöz
liken
planus
ortaya
çıkabilmektedir.(27)
2.1.4.Submüköz Fibrozis
Oral submüköz fibrosis, özellikle Asya ülkelerinde betel cevizi çiğnemeden
kaynaklanan premalign bir lezyondur. Oral kavitede sarı ya da beyaz renkte
lezyonlar şeklinde görülebilir ve skuamoz hücreli karsinom oluşumuna öncülük
edebilir. B vitamini eksikliği gibi faktörler de etyolojide rol oynamaktadır.
Hipovaskülaritenin neden olduğu oral mukoza renginin soluklaşması, diş ve diş eti
renklenmeleri ve trismus en önemli semptomlardır. Fibroblast disfonksiyonuna ve
fibrosise rastlanır. İlaç tedavisinde antifibrotik, antienflamatuar ve antioksidanlar
kullanılır. Trismus olgularında cerrahi tedavi gerekebilir.(37)
2.1.5.Karsinoma in situ
Skuamoz hücreli karsinoma in situ, diğer bölgelerde olduğu gibi epitelyal
neoplazi spektrumunun en ciddi, en tehlikeli derecesini belirtmektedir. Lökoplakinin
tersine karsinoma in situnun lezyonları sıklıkla kırmızı kadifemsi(eritroplastik) bir
kesim içermektedir. Marshberg ve arkadaşlarının (38) yaptığı 158 erken
asemptomatik skuamoz hücreli karsinomun 143’ü (%90,5) kırmızı kısımlar
içermekteydi. Sadece 98’i (%62) beyaz kısımlar içermekteydi. Sadece 4 lezyon
yalnızca beyazdı. Katılaşma ve sertleşme invazyonun varlığını göstermektedir.
8
Eritroplastik lezyonların asemptomatik oral skuamoz hücreli karsinomun erken
görülebilen bir bulgusu olduğu sonucuna varılmıştır.
Oral karsinoma in situnun tanısı için kullanılan mikroskobik kriterler temelde
diğer müköz membranlar için kullanılanlarla aynıdır. Biyopsi sonucu karsinoma in
situ varlığında invaziv bir karsinomun periferal şekli olabileceği ihtimali de her
zaman araştırılmalıdır.(39)
2.1.6.Aktinik Şelitis
Aktinik şelitis, uzun yıllar güneş ışığına maruz kalma sonrası ortaya çıkan,
dudaklardaki enflamatuar reaksiyondur. Aktinik olarak hasarlanmış deriye benzer ve
skuamoz hücreli karsinoma dönüşme ihtimali olan lezyonlardır. Çiftçiler, rüzgar
sörfü yapanlar, dış ortamda çalışanlar, açık tenli kişiler ve tropikal ülkelerde
yaşayanlar risk grubunda yer alırlar. Alt dudakta belirsiz bir vermillion sınırı, atrofi,
beyaz renkli parlaklık ve sınırları belirgin hiperkeratotik veya eroziv alanlar
mevcuttur.(40)
Yenidoğanlarda sıklıkla salya akması şelitise neden olur. Gençlerde ve
yetişkinlerde ise ağız köşelerinde derin çizgileri olanlar risk altındadır. Bazı vitamin
ve minerallerin eksikliği, diş protezi kullanımı, candida albicans, stafilokoklar,
streptokoklar gibi enfeksiyöz ajanlarla temas da şelitisin nedenlerindendir. Ayrıca
ilaçlar da şelitise neden olmaktadır. Bunları aktinik şelitisle karıştırmamak gereklidir.
Alt dudağın aktinik keratozu olarak da tanımlanan aktinik şelitisin tedavisi
semptomları gidermeye ve skuamoz hücreli karsinomu önlemeye yönelik
olmalıdır.(40)
9
3.ORAL KANSERLER
3.1.SCC
Oral skuamoz hücreli karsinoma, genellikle oral kaviteyi döşeyen çok katlı yassı
epitelde displazi ile başlayan ve neoplazik hücrelerin bazal membranı aşarak subepitelyal
alana invaze olması ile gelişen malign bir tümördür. Klinik olarak ilk bulgu ağrısız
ülserdir ve tanı anında en sık ülsere lezyon şeklinde görülmektedir.(41) Oral bölgede en
sık görülen malign tümördür.(42) Histolojik olarak az-orta veya iyi diferansiye olarak
derecelendirilen oral skuamoz hücreli karsinom, lokalizasyonuna göre dil, dudak, sert
damak, yumuşak damak, gingiva, retromolar üçgen ve ağız tabanı şeklinde
ayrılabilir.(43) Görülme sıklığı yaşa bağlı olarak artar.(44) Burada artan yaşla beraber
azalan immün savunma, genetik değişimlerin akümülasyonu (45) ve kanserde başlatıcı
ve promoter olarak tanımlanan (fiziksel ve kimyasal irritanlar, virüsler, hormonal etkiler,
hücresel yaşlanma ve azalan immün bağışıklık) etkilere maruz kalınan zamanın uzaması
ön plandadır.(46) Özellikle sigara ve alkolün oral skuamoz hücreli karsinomanın
etyolojisindeki rolü birinci plandadır.(47) Bu nedenle tüm diğer faktörlere rağmen oral
kanserler
Dünya
Sağlık
Örgütü
tarafından
önlenebilir
kanserler
olarak
tanımlanmaktadır.(48) Tedavisinde tümörün eksizyonu ve selektif boyun diseksiyonu en
sık tercih edilen yöntemdir. Post operatif radyoterapi gerekebilir.
3.2.Adenokarsinoma
En sık minör tükrük bezlerinde, daha sonra parotis bezinde gözlenir. Uzak
metastaz yapar. Olguların %20’sinde ağrı, %25’ten fazlasında fasiyal paralizi,
10
%25’inde bölgesel metastaz, %20’sinde sistemik metastaz görülür.(24) Tedavisinde
tümörün eksizyonu ve selektif boyun diseksiyonu en sık tercih edilen yöntemdir.
Post operatif radyoterapi gerekebilir.(49)
3.3.Metastatik Karsinoma
Karsinom ve sarkomlar tüm organlara metastaz yapabilirler. Tanı konan her
adenokarsinomun yaklaşık 1/3'ü kemik metastazı yapar. Kemiklerde tümör
metastazı; doğrudan invazyon, lenfatikler, hematojen ya da doğal geçitler yolu ile
olabilir. Hematojen yol en sık görülenidir.(50)
Metastatik tümörlerde hastaların temel şikayeti ağrıdır. Hastalar ani başlayan,
hızla artan ve istirahatle geçmeyen ağrıdan şikayet ederler. Hastaları uykudan
uyandıran gece ağrıları spesifik olmamasına rağmen, metastatik karsinoma için
önemlidir. Lezyonların %25'i ağrısız bir progresyon izleyebilir ve ancak kemik
taraması veya radyografi sonrasında klinik olarak belirgin hale gelebilir veya
bulunduğu organda yaptığı hasar sonucu semptom vermeye başlayabilir.(51)
Metastatik karsinomların tedavisinde amaç ağrıyı azaltmak, patolojik kırık
gelişmesini önlemek, mobilite ve fonksiyonu iyileştirmek, yaşam kalitesini
yükseltmek ve yaşam süresini uzatmaktır.
3.4.Malign Melanoma
Kaynağını melanositlerden alan, çok hızlı ilerleyen ve metastazlarla 1-3 yılda
ölüme neden olan çok habis bir deri kanseri tipidir. Dünyanın her tarafında yaygın,
beyaz ırkta ve güneşli ülkelerde sık görülen bir hastalıktır. Dünyada artan bir sıklıkta
11
görülmektedir. Tüm deri kanserlerinin yaklaşık %4’ünü oluştururken, deri kanserine
bağlı ölümlerin %80’ini oluşturur. Açık renkli ırklarda daha sık görülür. UV yine en
önemli etkendir ve toplam etkiden çok ani, yanık yapacak derecede güçlü yüksek doz
UV daha etkilidir. Başlangıç ya normal görünen deriden (%60-65), ya nevuslardan
(%30-35) ya da lentigo malign üzerinden (%5) olur. Normal deri üzerinden olan
gelişmelerde, birden ortaya çıkan 3-4 mm çaplarında siyah bir lezyon vardır. Hasta
çok dikkatli bir gözlemci değilse, özellikle de lezyon gözden uzak bir alandaysa fark
edilmesi çok zordur ve yakalandığında genellikle vertikal büyüme vardır. Nevusların
üzerinde gelişenlerde ise nevusta 1-2 ay gibi kısa bir zamanda hızlı değişiklikler
değişimin göstergesi olabilir. En önemli değişiklikler boyut, renk ve şekil
değişiklikleridir. Bunların dışında kalan her türlü hızlı değişiklik de (yüzeyde
kabalaşma, çevrede enflamasyon vb) uyarıcı olmalıdır. Ne şekilde başlarsa başlasın
Bu hızla ilerleyerek 2-3 ayda 1 cm çapına ulaşır.
Malign melanoma için tek bir tedavi seçeneği önemlidir: Erken cerrahi tedavi.
İn situ fazda veya derinliği 1 mm altındayken yakalanıp çıkarılması prognozu çok
olumlu yönde etkileyecektir.(52)
12
4.ORAL KANSERLERİN KLİNİK BELİRTİLERİ
Oral kanserlerin ortak bir görünümü yoktur, ancak bütün oral kanserlerde
indurasyon ve fiksasyon görülür.
Kanserin klinik belirtileri sertleşme, inatçı ülserasyon, doku hareketliliğinde
azalma, etkilenen tarafta progresif büyüme veya genişleme, ağrı veya disestezi,
parestezi veya fonksiyon kaybı ve servikal lenfadenopatiyi içerir.(53) Ağrı, ağız
kanserli hastalarda yaygın bir semptomdur. Başlıca şikayetlerin %30-40’ını
oluşturur. Ağrı dilde ve ağız tabanında TNM safhası ile ilgilidir. Ağrı ana
semptomlardan biri olsa da lezyonlar belirli bir boyuta ulaştıklarında ortaya çıkar ki
hastaların tıbbi yardım aramasına yol açar. Dolayısıyla kanserler erken dönemde
çoğu zaman tespit edilemezler çünkü asemptomatiktirler. Daha sonraki ve ileri
lezyonlarda semptomlar hafif rahatsızlıklardan şiddetli ağrıya kadar değişebilirler.
Oral karsinomların klinik özellikleri kırmızı lezyon (eritroplazi), kırmızı ve
beyaz mix lezyon, sertleşmiş şişlik veya ülser, çatlak ülser, kenarları kabarık
ekzofitik kitle, ağrı ya da uyuşma, dişlerde mobilite ve diş kaybı, iyileşmeyen alveol
boşluğu, lenfadenopati, trismus, konuşamama, yutma güçlüğü (odynofaji ve disfaji),
kilo kaybı, yansıyan ağrılar ve kanama olarak sayılabilir. Çoğu literatürde kanser
tedavisi sonrası semptomlar ve ağrı ilişkisi üzerine yoğunlaşılmıştır. Bir hastanın
söylemesi üzerine ilk işaretler ve semptomlar hakkında çok az araştırma
bulunmaktadır. Bu sorunu araştıran az sayıdaki çalışmalar, ağrının ilk belirti
olduğunu ya da gecikmiş semptom olduğunu, klinisyenler fark etmeden önce
gerçekleştiğini göstermiştir.(54)
13
5. ORAL KANSERLERİN TANISI
Oral kavite kanserleri kolay tanınan kanserlerdir. Bu bölge kanserleri ile
başlıca semptomlar iyileşmeyen yara, kanama, ağız kokusu, konuşma bozukluğu,
yutma güçlüğü, trismus ve kulak ağrısıdır. Bu semptomlardan bir veya birkaçı ile
başvuran hastada detaylı bir anamnez alınmasını takiben (özellikle baş boyun
kanserleri açısından risk faktörleri, geçirilmiş tedaviler vs sorgulanmalı) tam bir
KBB muayenesi yapılmalıdır. Bu hem ikincil primer lezyonların saptanması, hem de
oral kavite kanserlerinde sık gözlenen multifokal hastalığın belirlenmesi için çok
önemlidir.
Oral kavite kanserlerinde multifokal hastalıkların tanısında mutlaka bimanuel
muayene yapılmalı ve eldiven giyilerek dil, ağız tabanı, damak gibi bölgeler palpe
edilerek gözden geçirilmelidir. Ağız tabanı, özellikle arka kısımlar, dili sağa ve sola
doğru çekerek araştırılmalı ve verrüköz, ekzofitik veya ülseratif bir lezyon olup
olmadığı incelenmelidir.(54)
Lökoplaki, eritroplaki ve diğer şüpheli lezyonların tanımlanmasındaki zorluk,
lezyonların
klinik
görünümlerinin
birbirlerine
çok
benzemesinden
kaynaklanmaktadır. Friksiyonel keratoz lökoplakiye, enflamatuar lezyonlar ise
eritroplakiye benzeyen klinik özelliklere sahiptir.(55) Gözle ayırt edilmesi zor olan
premalign ve malign lezyoların erken evrede tanılanmasını sağlamak amacıyla,
çeşitli yöntem ve gereçler geliştirilmektedir. Diş hekimlerinin de bu yöntem ve
gereçleri tanımaları ve gereken olgularda doğru olarak kullanmaları, hastalığın
tanısında yaşamsal önem taşıyabilir.
14
6. ORAL KANSERLERİN RİSK FAKTÖRLERİ
Oral malignansiler kavramına ait biyolojik temeli inceleyen hayvan
çalışmalarından genetik araştırmalara dek tüm değerlendirmeler, insan epitelyal
kanserinin tek bir olaya bağlı olarak gelişmediğini ve zamanla birikerek vücudun
immün kontrolüne ve apoptozise direnen anormal hücrelerin çoğalmasına olanak
tanıyan birden fazla etkene bağlı olduğunu ortaya koymuştur.(56) Karsinogenez
klinik olarak yakınma oluşturan bir bulgu yaratana dek zaman içinde birtakım
çevresel faktörlerin etkisi ile gelişir. Bu nedenle kanserlerin çok büyük bir kısmı ileri
yaştaki ve belirli faktörlerin etkisi altındaki bireylerde daha sık görülmektedir.
Hücre DNA’sındaki aminoasit değişikliklerine ve dolayısıyla üretilen
proteinlerde değişikliğe yol açabilen mutasyonlar kanserlere sebep olur. DNA
mutasyonları özellikle oksidasyonun ve serbest radikallerin sebep olduğu hasar
yoluyla meydana gelir. Bununla beraber, DNA mutasyonlarının oranı çeşitli kanser
risk faktörlerinin etkisiyle artar. Bu risk faktörleri çoğunlukla dış kaynaklı
faktörlerdir. Bunlar başlıca tütün, alkol olmak üzere bazı olgularda betel, başka
kimyasallar, radyasyon (güneş ışığı), enfeksiyonlar (HPV), beslenme ve bağışıklık
sistemindeki sorunlardır.
Kansere dönüşmede çoğu zaman yaşam biçimi en önemli rolü oynamaktadır.
Fakat bazı kanser olgularında çevresel ve genetik faktörler değişik derecelerde
önemli rol oynayabilirler. Örneğin; nükleer kazalardan yayılan iyonizan radyasyon
(Chernobly Kazası), kansere karşı koruyan mekanizmalarda genetik değişikliğe yol
açabilmektedir. Bu koruyucu mekanizmalar şunlardır:
-Kansere sebep olabilen kimyasalları parçalayabilen karaciğer enzim genleri
(Xenobiyotik metabolize eden enzimler; XME)
15
-Kanseri hücrelerin kontrollü ölümüne yol açan genler (Tümör baskılayıcı
genler; TSG)
-Bağışıklığı koruma ile ilgili genler
Bu gibi genetik faktörler; yani kansere yol açan genler (onkogenler), her bir
bireyin kanserlere farklı biçimlerde duyarlı olduklarını gösterir. Dolayısıyla bilinen
risk faktörlerine ne kadar az maruz kalırlarsa kalsınlar, aileleri yüksek kanser riski
altında olabilen hastalar vardır. Buna karşılık bilinen risk faktörlerine çok miktarda
maruz kalnaktan açıkça zarar görmeyen insanlar da vardır.
Tütün ve alkole maruz kalma, insanların çoğunda kanser riskini büyük ölçüde
artırır. Dünya genelinde 2 milyar insan alkol tüketmektedir. 1 milyar erkek, 250
milyon kadın sigara kullanmaktadır ve 600-1200 kişi betel quid (cevizi)
çiğnemektedir. Bu nedenle birçok kanser yaşam biçimi değişikliği ile önlenebilir.(35)
6.1.Tütün
Sigara ve tütün kullanımı oral kanser etyolojilerinin başında yer
almaktadır.(32) Sigara içenlerde içmeyenlere oranla oral kanser gelişme riski 5-9 kat
artmıştır.(26)
Tütündeki
aromatik
hidrokarbonlar
ve
nitrozaminler
gibi
güçlü
kanserojenlerin yanı sıra, duman ve ısı da ağzın müköz membranlarını irrite ederek
kanser riskini artırır.
Yılda tüketilen sigara sayısı, sigaranın filtreli ve filtresiz oluşu, içerdiği katran
miktarı, tüttürme frekansı ve inhalasyon şekli ile kanser riski arasında bir ilişki
olduğu saptanmıştır. Tütünü sigara olarak kullananların yanısıra, tütün ve betel
16
yapraklarını çiğneme gibi alışkanlıkları olanlarda da oral kavite kanserleri sıklıkla
görülmektedir.
Tütün kullanımı antioksidan enzimlerden olan glutathione-S-transferaz
(GTS), glutathione redüktaz, katalaz ve glutathione peroxidaz enzimlerinde
değişikliklere yol açan serbest radikallerin ve karsinojen olan tütüne özgü
nitrozaminlerin üretimine neden olur.(9)
6.2.Alkol
Alkol kullanımı oral kanser riskini 3-9 kat artırmaktadır. Sigara ile birlikte
kullanıldığında sinerjik etki gösterir. Fazla miktarda alkol ve sigaranın beraber
tüketimi aynı miktar alkol ve sigaranın tek başına kullanımına kıyasla, oral kanser
riskini 13 kat artırmaktadır.
Alkol(etanol) kullanımı, İslamı toplumlar ve Seventh day Adventistleri gibi
diğer topluluklar hariç dünya genelinde birçok ülkede yaygındır. Alkol çeşitli
mekanizmalar sayesinde karsinojenik olabilir fakar en önemli mekanizma, alkolün
alkol dehidrogenaz (ADH) enzimi ile karsinojen olan asetaldehite oksidize olmasıdır.
Asetaldehit daha sonra aldehit dehidrogenazlar(ALDH) sayesinde asetata ayrışır. Bu
enzimlerin (ADH ve ALDH) aktivitelerindeki genetik değişiklikler alkole maruz
kalmanın sonucunu ve alkolün karsinojenliğini etkileyebilir.(57)
Alkol kullananlarda larinks dış kısmında yerleşen kanserlerin oranı, iç
kısmına yerleşenlerden daha fazladır. Bunun nedeni bu bölgenin alkolle daha uzun
süre temas etmesidir. Bu sonuç ayrıca alkolün topikal etkisinin de önemli
olabileceğini göstermiştir. Nitekim uzun süre ve yoğun olarak ağız gargarası
17
kullananlarda oral kanser riskinin arttığını gösteren çalışmalar, bu görüşü
desteklemektedir.(54)
Tütün ve alkol tüketimi, ağız tümörü oluşması ile çok fazla ilişkilidir.
ABD’de ağız kanserinin %74’ü alkol ve tütün kullanımına bağlıdır. Hodge ve
arkadaşlarının
raporuna
göre
Kentucky
popülasyonunda
alkol
ve
tütün
kullanmayanlarda ağız kanseri görülme oranı %3,4 olarak belirlenmiştir.(58)
6.3.Betel
Betel
kullanımı
dünya
popülasyonunun
%20’sinde
özellikle
Asya
toplumlarında yaygın bir alışkanlıktır. Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu areca
nut betelin insanlarda karsinojenik olduğunu uzun zaman önce saptamıştır. Khat gibi
benzer çiğneme alışkanlıkları bazı toplumlarda görülebilir. Marijuana gibi başka
psikotropik ürünlerin de karsinojenik özellikleri araştırılmaktadır.
6.4.Beslenme
Oral kanserlerin etyolojik faktörleri arasında, beslenmenin de çok önemli bir
yeri olduğu son epidemiyolojik çalışmalarda gösterilmiştir. Vitamin C içeren ve
karotenden zengin olan narenciye ürünlerinin, diyette yer alan süt ve süt ürünlerinin,
kalsiyum, vitamin E ve vitamin D nin oral-faringeal kanserlerle aralarında ters yönlü
bir ilişki bulunmaktadır.(59) Bu gıdalarda bulunan antioksidanlar, metabolik
ürünlerin nötralizasyonunda, karsinojenlerin DNA’ya bağlanmasının önlenmesinde,
kromozom bozulmalarının engellenmesinde ve kanseri indükleyen maddelerin
18
etkilerinin
baskılanmasında
rol
oynayarak
kansere
karşı
koruyucu
etki
gösterirler.(12)
6.5.Ağız Hijyeni
Oral kanser hastalarının oral hijyenlerinin belirgin biçimde kötü olduğu
gösterilmiştir. Ağız hijyeninin kötü olması, uyumsuz protezlerin ve hatalı dolgu
kenarlarının yumuşak dokuda kronik travma oluşturması da oral kavitede kanser
riskini artıran faktörler arasındadır.(12)
Oral hijyenin kanser riski üzerine yapılan araştırmalarda periodontal
hastalıkları bulunan bireylerin risk faktörünün daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Aynı araştırmada kayıp diş sayısının neoplazmik oluşumların riskini artırdığı
görülürken,
restorasyon
veya
protez
varlığının
bu
oluşumu
etkilemediği
izlenmektedir.(60)
6.6.Onkogenezis
Normal sağlıklı bir hücrenin premalign potansiyele sahip hücre şekline
dönüşmesine ‘Onkogenezis’ adı verilir. Hücrenin bağımsız çoğalabilme kabiliyeti ile
karakterize olan bir dönüşümdür. Onkogeneziste bir dizi genetik ve epigenetik(gen
değişikliği olmaksızın) değişiklikler yer almaktadır. Bu değişiklikler şunlardır:
Hücrenin
sinyalini,
büyümesini,
hayatta
kalmasını,
hareket
kabiliyetini,
anjiyogenezisini ve hücre döngüsü kontrolünü regüle eden moleküllerin salgılanması
ve fonksiyonu.
19
Kanserin ötesinde temel ve basitleştirilmiş genetik mekanizma kavramı
onkogenlerin aşırı salınımı ve TSG’lerin inaktifleşmesidir. Hücre döngüsünün
kontolü özellikle hücrelerin çoğalmasını yöneten çeşitli onkogenlerin aşırı salınımı
ve aktivitesi (amplifikasyon) nedeniyle bozulur. Hücrelerin korunmasını sağlayan
genler tümör baskılayıcı genlerdir. Bu genlerin en önemlilerinden biri büyümenin
kontrolünde kontrol noktası görevi yapan P16 genidir.(61) Diğer bir önemli TSG,
malignant hücreleri apoptozis yoluyla imha ede p53’tür.
Günümüzde microray teknolojisi araştırmacılara neredeyse bilinen tüm insan
genomundan çok fazla miktarda bilgi üretebilme yeteneği kazandırmaktadır ve
genlerdeki birçok değişikliğin onkogeneziste yer alabileceğini göstermektedir.(14)
6.7.Onkogenler
Epidermal büyüme faktörü reseptörü (EGFR) geni gibi onkogenlerin aşırı
salgılanması, hücrelerin büyümelerini, hayatta kalmalarını ve yayılmalarını artırabilir
ve kanser gelişimine yol açabilir. Tanımlanan onkogen aralığı çok geniştir ve hareket
mekanizmaları oldukça karmaşıktır.
6.8.Tümör Baskılayıcı Genler
Tümör baskılayıcı genler; hücre döngüsünü, programlı hücre ölümünü
(apoptozis), hücrenin yapışmasını ve DNA tamirini regüle ederek büyümenin
kontrolünde görev yapan genlerdir. Bu genlerin faaliyetleri mutasyonlar ve
hypermethylation gibi faktörler nedeniyle bozulabilir ve herhangi bir kanser türüne
yol açabilirler.
20
6.9.Tek Nükleotid Polimorfizmler
Tek Nükleotid Polimorfizmler (SNP) sağlıklı bireylerde herhangi bir olumsuz
etkiye sahip olmayan fakat hastalık eğiliminin bir işareti olan ve hastaları genetik
olarak tanımlamada kullanılabilen değişik DNA sekanslarına sahip olan gen
alanlarıdır. DNA tamir enzimlerindeki tek nükleotid polimorfizmler kanser
gelişiminde rol oynayabilirler.(62)
6.10.Viral Enfeksiyonlar
Oral kanserlerin de viral kaynağa bağlı bir hastalık olup olmadığı, 20 yılı
aşkın bir süredir araştırılmaktadır ve viral organizmaların oral kanserlerin
etyolojisinde rolü olabileceğini gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bununla birlikte
aksi yöndeki bulguları bildiren ve çelişkili sonuçlar gösteren araştırmalar da
literatürde yer almaktadır.(32) Oral kanserlerin oluşumuna katkısı olduğu düşünülen
başlıca virüsler, herpes virüs grubu içinde yer alan Ebstein-Barr (EBV/Human herpes
virüs 4/HHP4), human papilloma virüs(HPV) ve human herpes virüsleridir (herpes
simpleks, human herpes virüs-8, human herpes virüs-6).(17)
6.11.Diğer faktörler
Kronik aktinik maruziyeti: Dudak kanseri riskini artırdığı saptanmıştır.
Plummer-Vinson sendromu: Demir eksikliği anemisi, disfaji ve özefagial
webden oluşan bu sendromda orofarinks ve özefagus kanseri olguları bildirilmiştir.
21
Fanconi anemisi (FA): Fanconi Anemisi %90’ın üzerinde aplastik anemi,
%10 civarında da lösemi veya solid tümörler ve multipl konjenital defektler ile
birlikte olabilen otozomal resesif bir hastalıktır. Kromozomal instabilite, özellikle
klinik tablonun çok fazla fikir vermediği olgularda iyi bir tanı kriteri olarak
kullanılmaktadır. Baş boyun kanseri gelişme riski 500-700 kat artmıştır. %14 FA’li
hastada 40 yaşına geldiğinde baş boyun kanseri gelişir.
Pozitif aile öyküsü: Bir ya da daha fazla birinci derece akrabasında baş
boyun kanseri görülen bireylerde baş boyun kanseri görülme riski 2-4 kat artmıştır.
Bu risk artışı sigara ve alkol kullanımı gibi bilinen risk faktörleri olan bireylerde
daha belirgindir. Benzer şekilde 487 hastayı içeren bir olgu-kontrol çalışmasında aile
öyküsünün oral-faringeal kanser eğiliminde hafif bir artışa yol açtığı, özellikle sigara
içen erkeklerde riskin arttığı bildirilmiştir.
İmmünsüpresyon: Renal transplant alıcılarında lökoplaki, saçlı lökoplaki,
gingival hiperplazi, displazi ve dudak kanseri riski artmıştır. HIV pozitif hastalarda
oral kanserlerin daha genç yaşta ve daha sık görüldüğü, daha agresif seyrettiği
gösterilmiştir.(54)
22
7. ORAL KANSERLERDE PROGNOZ
Oral kanserlerde prognozu belirlemede Amerikan Kanser Ortak Komitesi’nin
tanımladığı (American Joint Committee on Cancer staging) ve 2002’de yeniden
gözden geçirdiği TNM evreleme sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem temel olarak
primer tümörün boyutu ve lokal yayılımı (T), boyundaki lenf nodlarının boyutu ve
sayısı (N) ve uzak metastaz (M) olup olmadığı üzerine kurulmuştur. Her türdeki oral
kanser için lezyonun evresi, boyunun durumu, metaztaz olup olmaması istatistiki
olarak anlamlı verilerle prognozu etkilemektedir. Bunların yanında tekrarlayıcı
hastalık varlığı, ikinci primer varlığı, cerrahi sınır pozitifliği prognozda
önemlidir.(63)
Baş boyun kanserlerinde en önemli prognostik faktör servikal lenf nodlarının
durumudur. Bu oral kavite kanserleri içinde geçerlidir (64,65). Boyundaki tek bir
lenf nodunda metastaz varlığı hastanın survini yaklaşık %50 düşürmektedir (64).
Dolayısıyla servikal lenf nodlarının doğru tedavisi hasta için kritik önem taşır.
Lezyonlar başlangıçta ağrısızdır ve bu nedenle hasta tarafından ihmal
edilebilir. Kanser ilerleyerek sağlıklı oral dokularda harabiyet oluştukça ağrı şikayeti
de başlar. Oral kanserlerin erken dönemde tanınıp tedavinin sağlanmaması
durumunda düzeltilmesi mümkün olmayan deformasyonlara, hatta ölümlere sebep
olabilir.
23
8.ORAL KANSERLERİN PATOLOJİSİ
Dünyadaki tüm kanser olgularının %5’ini oluşturan oral kanserler, dünyada
en sık görülen altıncı kanser türü ve her yıl dünya çapında bildirilen 200.000’in
üzerinde yeni olgu ile, ciddi bir halk sağlığı sorunudur . Olguların 2/3’ü gelişmekte
olan ülkelerde görülmektedir. Batı ülkelerinde daha nadir görülür ancak mortalite
oranı ve görülme insidansı modern tıp hizmetlerine rağmen azaltılamamıştır. Bu
durum insanların, oral kanser açısından en önemli risk faktörleri olan tütün, alkol,
betel ve genetik polimorfizmlere olan eğilimlerini ve bunlarla etkileşimlerini açıkça
göstermektedir. Bu olgularda malign potansiyele sahip oral epitelyal lezyonlar
tanımlanmıştır. Klinik, mikroskobik, immünohistolojik ve moleküler safhalar
açısından oral kanserin histopatolojisi hala tartışılmaktadır.(66) En sık görüldüğü
bölge oral mukoza olmasına rağmen, farklı bölgelerde de prekanseröz lezyonlar
gelişebilmektedir.
24
9.EPİDEMİYOLOJİ
Oral kanserler genelde 45 yaşın üstündeki kişilerde ortaya çıkar ve erkeklerde
kadınlara göre 2 kat daha fazla görülür. Dünyada 20 farklı coğrafik bölge temel
alınarak yapılan tahminlerde 2002’de dünyada 10,9 milyon yeni kanser olgusu
bulunduğu ve bunların 2/3’ü erkek olmak üzere 274,000’inin oral kanser olgusu
olduğu öne sürülmektedir.(67) Ülkemizde ise mevcut kayıt sisteminin yeterli
olmaması nedeniyle kanser sıklığı hakkında tam olarak doğru bilgilere ulaşılması
mümkün değildir. Ülkemizde 1982 yılında kanser bildirimi zorunlu hastalıklar
listesine alınmış ve bu bildirimin Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Kanser Savaş Daire
Başkanlığı’na yapılması istenmiştir.(68) Ancak 1999 yılı itibariyle bildirim oranları
35-40/100.000 civarındadır. Gerçek sıklık tahminleri ise bu sayının 150-200/100.000
olduğu; yani yılda 100.000 civarında yeni olgu teşhis edildiği yolundadır (68, 69).
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre de yıllık kanser sıklığı, gelişmekte olan
ülkelerde 260/100.000 iken gelişmekte olan ülkelerde 102/100.000’dir. Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde yaşam uzunluğundaki artışlarla kanser sayısında da artışlar
beklenmektedir.(69) Fırat ve Hayran’ın 1990-1992 yılları arasında hastanelerde yatan
hastaları inceleyerek yaptıkları istatistik sonuçları ise erkeklerde oral kavite ve
farinks kanserini %3,11 kadınlarda ise %2,32 olarak göstermektedir. Bu sonuçlarla
erkeklerde en sık görülen kanserler sıralamasında oral kavite ve farinks kanserleri
birlikte 9., kadınlarda ise 10. sırayı almaktadır. Kanserden ölüm yüzdelerine
bakıldığında, 1992 yılında ilk sırada %41 ile kalp hastalıkları yer almakta ve
kanserler %10,9 oranı ile 3. sırada bulunmaktadır. Yine aynı yıl oral kavite ve farinks
kanserinden dolayı beklenen ölüm ise erkeklerde %0.14 ve kadınlarda %0.09
oranındadır.(70)
25
Yapılan bir çalışmaya alınan hastaların %90’ı 40 yaş üzerinde idi. Howell ve
ark 40 yaşın altındaki hasta oranını %5 olarak bildirmiştir.(71) Bu çalışmadaki 20
yaş altındaki tek olgu, tonsilinde mukoepidermoid karsinom olan 4 yaşındaki hasta
idi. Oral kanserler en sık 6. dekatta izlenmektedir. Oral kanserli olguların %29’unu
6. dekattaki hastalar oluşturmaktadır. Bu durum diğer kanser gruplarında da
benzerlik göstermektedir. Sağlık Bakanlığı’nın verilerinde tüm kanserler göz önüne
alındığında olguların %27,6’sı 6. dekatta yer almaktadır. Olgulardaki ağız tabanı
kanserlerinde durum biraz farklıdır ve bu kanserler en sık 5. dekatta görülmektedir.
Dil kanserli olgulara bakıldığında da 6. dekat hakimiyetinden ziyade 4., 5. ve 6.
dekatlarda birbirine yakın görülme sıklıkları izlenmektedir.(72) Olgu serisinde
bukkal kanserlerdeki olguların eşitliği dışında, diğer oral kavite kanserlerinin
erkeklerde görülme sıklığı belirgin düzeyde yüksek izlenmiştir. Erkek/Kadın oranı
2.13 olarak saptanırken, oran en yüksek dudak kanserlerinde, en düşük bukkal
kanserlerde saptanmıştır. Oral skuamoz kanserler tüm kanserlerin %2-4’ünü
oluşturmaktadır ve yaklaşık olarak erkek kanserlerinin %4’ü, kadın kanserlerinin
%2’si oral kanser olarak rapor edilmiştir.(70, 71, 73) Başka bir çalışmada oral kavite
erkek populasyonunda en sık tanımlanan 7. kanser bölgesi iken; kadın
populasyonunda en sık kanser izlenen ilk 10 bölge içinde yer almamıştır. Yine aynı
çalışmada kansere bağlı ölümler içinde hem erkek popülasyonda, hem de kadın
popülasyonunda ilk 10 bölge içinde yer almamıştır.(73)
26
10. ORAL KANSERLERİN ERKEN TANISINDA DİŞ HEKİMLERİNİN
ROLÜ
Ağız kanserleri, diğer kanserler içinde önemli mortalite ve morbidite
nedenlerinden biridir ve erken dönemde tanı edildiğinde potansiyel olarak önlenebilir
olmasına rağmen insidansı son yıllarda oldukça artmıştır.(74) Ağız kanseri tanısı
konan hastaların sadece %50-55’i 5 yıl veya daha fazla yaşama şansına sahiptir.(23)
Bu oranın düşük olmasının sebebi tanının, hastalığın ileri aşamalarında konulması,
sık lenf nodu metastazı ve lezyonun lokal invazyon özelliğidir. Ağız kanserlerinin
tanısında ve yönlendirilmelerinde meydana gelen gecikmenin nedeni hastadan ya da
hekimden kaynaklanabilir.
Toplumun çoğunun ağız kanserlerini belirtilerini ve olası etkenlerini
bilmemesi hasta hatası iken, yanlış tanı ve yönlendirmedeki gecikmeler hekim
hatasıdır.
Ağız kanserlerinin erken tanısı hastalığın prognozu ve tedavisi açısından çok
önemlidir. Eğer erken tanı edilerek tedavi sağlanmazsa fonksiyon kaybına, tedavi
sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformitelerine ve hatta ölümlere
neden olabilir.(34) Ağız mukozasında görülen hiperkeratotik, eritemli veya ülserli
alanlar, başlangıç halindeki kanserlerin belirtisi olabilir. Özellikle ağız kanserlerinin
en hızlı ilerlediği bölge olan ağız tabanı ve dil bölgesinde dikkatli olunmalıdır.(75)
Uzun süre iyileşmeyen lezyonlara şüphe ile yaklaşılarak mutlaka biyopsi yapılmalı
ve biyopsi sonucu malignite açısından negatif olsa bile, klinik şüphe devam ediyorsa
yeni bir biyopsi alınmalıdır.
Ağız çok kolay ulaşılabilir bir bölge olmasına karşın lezyonların üçte
ikisinden fazlası geç dönemde tanı edilmekte, bu da yüksek mortalite oranına ve daha
27
agresif cerrahi tedavilere neden olmaktadır.(35) Gecikmiş kanserlerde 5 yıllık yaşam
süresi %10’lara kadar düşer.(7-76) Diş hekimine düzenli aralıklarla gidilmesi ağız
kanserlerinin erken dönemde yakalanması açısından çok önemlidir. Ayrıca diş
hekimlerinin hastaları kanser risk faktörleri konusunda bilgilendirmesinin, sigara ve
alkol kullanımının azaltılası/bıraktırılması konusunda motive etmelerini ve diğer
daha az bilinen risk faktörleri konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlamalarının,
hastalığın insidansının azaltılması faydalı olacağı düşünülmektedir.
2006 yılında yapılan bir çalışmada skuamoz hücreli karsinoma saptanan 17
hastanın
lezyonları
erken
dönemde
fark
edemedikleri,
lezyonların
hafif
seyretmesinden dolayı basit ağır yaraları olarak değerlendirdikleri ve hekime
başvurmadan önce kendi kendilerini çeşitli ilaçlar ile tedavi etmeye çalıştıkları
belirtilmiştir.(77) Genel olarak ağız kanseri hastaları, ağızlarındaki lezyonu ilk fark
ettiklerinde hekime başvurmak yerine bir süre lezyonun kendi kendine iyileşmesini
beklemektedirler. Bu durum tanı ve tedavide gecikmeye neden olarak sağ kalım
oranını olumsuz yönde etkilemektedir. Ağız kanserli hasta sayısı her geçen gün
artmaktadır.
Kanser araştırma kurumları tarafından toplanan istatistiklere göre ağız kanseri
erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha yaygındır. (74) 40 yaşını aşmış insanlarda
görülme olasılığı daha fazladır. Ancak son zamanlardaki araştırmalar bu hastalığın
genç hastalarda ve kadınlarda gittikçe daha yaygın hale geldiğini ortaya
koymaktadır.(22-78) Bu nedenle tüm yaş gruplarında dikkatli olunmalıdır. Ağız
kanserleri toplumda çok iyi bilinmemektedir. Bu nedenle farkındalığın artırılması,
diş hekimlerinin rutin muayenelerinde özellikle de risk grubunda bulunanlarda
mutlaka ağız kanseri bulgularına bakmaları gerekmektedir. Hertrampf ve arkadaşları
2011 yılında yaptıkları çalışmada hem diş hekimlerinin hem de toplumun ağız
28
kanserleri
konusundaki
farkındalıkları
araştırmışlardır.
Diş
hekimleri
ile
karşılaştırıldığına halkın ağız kanserleri konusunda daha fazla bilgi eksiği
bulunmasına karşın hem toplum hem de hekimler için sürekli eğitim çalışmalarının
yararlı olabileceğini belirtmişlerdir.(15) Kujan ve arkadaşlarının 2006 yılında
yaptıkları bir çalışmada, genel pratisyen diş hekimleri, oral cerrahlar ve ağız
hastalıkları uzmanlarının ağız kanseri taramaları ile ilgili düşünceleri ve tutumları
değerlendirilmiş, pratisyen diş hekimlerinin uzman diş hekimlerine göre ağız
kanserleri hakkında bilgi eksiklikleri olduğu tespit edilmiştir. Pratisyen diş
hekimlerinin %41’i mezuniyet sırasındaki ağız kanseri bilgilerinin yetersiz olduğunu,
ancak
bu
eksikliğin
mezuniyet
sonrası
kurslar
ile
giderilebileceğini
belirtmişlerdir.(79) Santos ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada ağız kanserlerinin
erken tanısında hem toplumun hem de diş hekimlerinin sürekli eğitimler ile
farkındalıklarının
artırılması
gerektiği
vurgulanmaktadır.(80)
Ağız
kanserli
hastalarda bir diğer önemli konu da hastaların takiplerini. Bu hem nükslerin ham de
ikincil primer lezyonların erken yakalanabilmesi için son derece önemlidir. Cerrahi
sınırların sağlam olduğu, çıkartılan lenf nodlarında metastaz bulunmadığı rapor
edilen hastalar bile düzenli aralıklarla takip edilmelidir.(81)
10.1.Oral Muayene
1.Ekstraoral muayene
-Baş ve boynun muayene edilmesi
-Lenf nodüllerinin ve tükürük bezlerinin bimanuel palpasyonu
2.Dudaklar
-Dudak dış yüzeylerinin ve vermillion hattının muayene ve palpe edilmesi
29
-Dudak iç mukozasının muayene ve palpe edilmesi
3.Bukkal mukoza
-İç yanak hattının muayene ve palpe edilmesi
4.Gingival/alveoler mukoza
-Bukkal ve lingual yönlerdeki gingival/alveoler mukozanın muayenesi
5.Dil
-Hastaya dilini çıkarmasını söyleyerek dil dorsumunun muayene edilmesi
-Hastaya dilini yukarı kaldırmasını söyleyerek ventral bölgenin muayene
edilmesi
-Dilin gazlı bez yardımıyla tutularak dışarı ve her iki yana çekilmesi ve lateral
bölgelerin ucundan lingual tonsil bölgelerine kadar muayene edilmesi
-Dilin palpe edilmesi
6.Ağız tabanı
-Ağız tabanının muayene ve palpe edilmesi
7.Sert damak
-Sert damağın muayene edilmesi
8.Yumuşak damak ve orofarinks
-Dilin ayna veya spatül yardımıyla depreşe edilerek bastırılması ve yumuşak
damak ve orofarinksin muayene edilmesi(82)
Bireylerin çoğunluğu, uzmanlara nazaran pratisyen hekim ve diş hekimleri
tarafından daha sık muayene edilmektedir. Bu nedenle klinisyenlerin potansiyel oral
ve faringeal kanserlerin tanılanması için gereken ve yukarıda tavsiye edilen oral
kanser muayenesini daha sık uygulamaları gerekmektedir.(36) Şüpheli bir lezyon
saptandığında, bistüri ya da ufak biyopsi forsepsi ile alınan konvansiyonel bir
biyopsi, hala en güvenilir ve en detaylı bilgiyi sunan tek yöntemdir.(82) Biyopsi
30
direkt olarak birincil hekim tarafından yapılabildiği gibi, hastanın sevk edildiği KBB
uzmanı, baş boyun cerrahı, maksillofacial cerrah tarafından da yapılabilir. Ayrıca,
tanıdaki gecikmeler şüpheli lezyonların ileri evre kanser olgularına dönüşmelerine
neden olduğundan ve iyileşme şansını düşürdüğünden, erken tanıda ilerleme
kaydedilmesi için hastaların ve halkın kanser konusunda iyi bilgilendirilmesi
gerekmektedir.(36)
Gellrich ve arkadaşları, oral skuamoz hücreli karsinom nedeniyle tedavi
görmüş 1761 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada, diş hekimlerinin erken teşhis,
tedavi ve postoperatif bakım üzerindeki etkinliklerini araştırmışlardır. Elde edilen
sonuçlar diş hekimlerinin (%40), aile hekimleri (%27) ve maksillofacial cerrahlara
(%23)
göre
daha
erken
dönemde
oral
kanserleri
teşhis
edebildiklerini
göstermiştir.(83) Along ve arkadaşlarının yaptıkları araştırmaya 398 diş hekimi
katılmış ve bu hekimlerin %90’ı, 40 yaş ve üstü hastalara rutin olarak yılda 1 defa
oral kanser muayenesi yapılması gerektiğini belirtmiş ve diş hekimlerinin %99’u bu
konuda gerekli bilgiye sahip olduklarını vurgulamıştır.(84) Clovis ve arkadaşları
tarafından yapılan araştırmalarda, diş hekimlerinin %70-81’inin, 40 yaş ve
üzerindeki hastalara ilk randevuda oral kanser muayenesi yaptıkları bildirilmiştir.(53)
İngiltere’de yapılan bir çalışmada, genel pratisyen diş hekimleri, oral cerrahlar, ağız
hastalıkları uzmanları ve cerrahi diş hekimlerini içeren uzman hekimlerin, oral
kanser taramaları ile ilgili düşünceleri ve tutumları değerlendirilmiş, pratisyen diş
hekimlerinin uzman diş hekimlerine göre oral kanserler hakkındaki son gelişmeler ve
risk faktörleri hakkında birtakım bilgi eksiklikleri olduğu saptanmıştır. (85)
Gellrich ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada(84) oral kanser hastalarında
semptomların ilk ortaya çıkışı ve oral cerrahların ilk muayenesi arasında geçen
ortalama sürenin 4,9 ay olduğunu ve bu sürenin yapılan başka çalışmalardaki
31
sürelerle benzerlik gösterdiği belirtmişlerdir. Bu gecikme, hastanın ağzındaki mevcut
duruma zamanla alışmasından, lezyonun zaman içinde kendi kendine iyileşeceğini
düşünmesinden
ya
da
gittikleri
hekimlerin
semptomları
doğru
değerlendirememesinden kaynaklanmaktadır.(85) Alkol kullanımına bağlı oluşan
analjezik etkinin, tümör kaynaklı ağrıları baskılayarak hastanın mevcut duruma
alışmasında etkili olabileceği de düşünülmektedir.(84)
Son yıllarda oral mukozada görülen primer ve sekonder malign değişimlerin
erken tanısının koyulması ve sınırlarının belirlenmesini kolaylaştırmak için ‘yüksek
riskli hastalar’da uygulanan çeşitli tanı yöntemleri araştırmacılar tarafından
geliştirilmiş ve tartışılmıştır. Lugol’s iodine ya da toluidine mavisi gibi boya ve
vernikler bu sahada başarılı birer potansiyel göstermişlerdir. Ayrıca 1970’lerin
başından itibaren araştırmacıların dikkati hematoporfirin türevleri ve tetrasiklinler
gibi floresans belirleyicilerin selektif intraselüler çökelmelerine çekilmiştir.(86)
Oral kanserlerin tanısı, eksfoliyatif sitoloji veya biyopsi prosedürleri gibi
yöntemlerle de gerçekleştirilebilmektedir. Yakın geçmişteki elektron mikroskopları,
histokimya, immünoloji, kromozomal çalışmalar gibi bilimsel gelişmeler bu
prosedürlere
önemli
seviyede
spesifite
katmıştır.
Sitogenetik
çalışmalar
karsinomalarda ve lenfomalardaki hücre popülasyonlarında anormal kromozom
bileşenleri açığa çıkarmıştır. Kardeş-kromatit değişimi, kromozom hasarı ve
mikronükleus içeren hücre frekansı gibi sitogenetik son nokta çalışmaları da
kimyasal ve fiziksel mutajenlerin oral kavitedeki genotoksik etkilerini belirlemek
için önerilmiştir.(87)
32
10.2. Oral Kanserlerin Erken Tanısında Ve Kesin Tanısında Kullanılan
Yöntemler
10.2.1.Rengin Değerlendirilmesi
Klinik muayene sırasında bir lezyonun sağlıklı oral mukozadan renk farklılığı
göstermesi, premalign veya malign özellik taşımasına ilişkin ilk bulgu olarak kabul
edilebilir. Renk, gözlemcinin subjektif bir deneyimidir ve bir cisim ile ışık enerjisinin
fiziksel etkileşimine verilen psiko-fiziksel bir yanıt olarak tanımlanır.(12)
Oral mukoza lezyonlarının dijital görüntüleri üzerinde lezyonların renk ve
morfolojik
özelliklerinin
değerlendirilmesi
ve
tanıya
yardımcı
olabilecek
karakteristik bulguların araştırılması son 30 yılda gündemdedir.(16) Mattson ve
arkadaşlarının 1995 yılında yaptıkları çalışmada likenoid reaksiyon saptanan 76 ve
homojen oral lökoplakisi olan 20 hastada, dijital renkli görüntüler üzerinde görüntü
analizi gerçekleştirilmiştir. Renk özellikleri Yoğunluk-Renk-Doygunluk renk
sistemine göre;
morfolojik özellikler ise hiperkeratotik alanın sınırlarının
çizilmesiyle gösterilmiştir. Görüntü analizi, hiperkeratinizasyonu ve enflamasyonu
göstermeyi başarmıştır ve enflamatuar doku reaksiyonlarının oral likenoid
lezyonlarda daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Çalışmada sağlıklı dokuyla
karşılaştırıldığında hiperkeratinize alanların daha yüksek yoğunluk ve daha düşük
doygunluk değerlerine sahip olduğu gösterilmiştir. Buna göre, yukarıda söz edilen
parametrelerdeki değişiklikler hiperkeratinizasyonun tanısında kullanılabilirler.
Ayrıca likenoid reaksiyonlar ve lökoplakinin renk değerleri arasında fark olduğu
belirlenmiştir. Likenoid reaksiyonlarda renk, komşu sağlıklı dokudan daha düşük bir
sayısal değere sahiptir; oysa oral lökoplakide komşu sağlıklı mukozadan daha yüksek
33
bir renk değeri saptanmıştır. Histolojik değerlendirme sonuçları görüntü analizi
sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, görüntü analizinin oral likenoid reaksiyonlar ile
homojen oral lökoplaki arasındaki ayrımı %90,5 doğrulukla yapabildiği ortaya
konmuştur.(88)
10.2.1.1.Toluidin Mavisi ile Boyama Yöntemi
Toluidin mavisi, tolonyum klorit içeren bir boya maddesidir. Tolonyum klorit
solüsyon halindeyken mavi-mor renklidir, amino dimetil aminotolufenatiazonyum
kloritin çinko klorit çift tuzudur. Su ve alkolde kısmen çözünür ve hücre
çekirdeğindeki DNA ile hücre sitoplazmasındaki RNA tolonyum kloriti spesifik
olarak
sabitlediğinden,
nükleik
asitler
için
bir
boya
maddesi
olarak
kullanılmaktadır.(89) Bu özellik ise mitozun fazla olduğu hücrelerde boyanın nükleik
asitler tarafından tutulması ve mavi renkle sergilenmesine neden olmaktadır.
Boyanın displazik lezyonlarda ve malign hücrelerde tutulmasının nedenleri ise
nükleer materyalin yoğunluğunun artması, hücre kohezyonunun bozulması ve mitoz
artışıdır.(90) Bu nedenle malignleşme olasılığı olan lezyonların ve klinik muayene
sırasında gözden kaçabilecek erken dönem lezyonlarının mitoz hızlarının fazla
olması nedeniyle, bu lezyonların erken fazda belirlenmesinde, biyopsi alınacak
alanın veya cerrahi işlem öncesinde displazik epitel sınırlarının saptanmasında,
ikincil veya birden fazla kaynaklı tümörlerin araştırılmasında toluidin mavisiyle
boyama uygulamalarına başvurulmaktadır.(91)
1989’a kadar biriken verilere dayanılarak ağız skuamoz hücre karsinomlarını
belirlemede toluidin mavisi ile boyamanın etkinliğini değerlendiren bir metaanaliz;
%93-97 arasında bir hassasiyet ve %73-92 arasında bir özgüllük ortaya koymuştur.
34
Yakın zaman önce ağız kanseri tespiti için toluidin mavisi ile boyamanın genel
hassasiyetinin %78-100 arasında olduğunu, ancak özgüllüğünün %31-100 arasında
olduğu öne sürülmüştür. Güncel kanıtların analizi, toluidin mavisi hassasiyetinin
karsinomların tespitinde, displazi tespitindekinden anlamlı derecede daha yüksek
olduğunu ortaya koymuştur.(92)
Tolonyum kloritin topikal kullanımında herhangi bir yan etki veya reaksiyon
gözlenmemiştir. Wysocki ise toluidin mavisinin RNA ile reaksiyona girmesi
nedeniyle, vital olarak boyanan hücrelerin ışık gibi yüksek enerjili radyasyona maruz
kalmaları durumunda mutajenik bir etki oluşturabileceğini öne sürmüştür.(93)
10.2.1.2.Topikal Uygulama ve Gargara
Neibel ve Chomet asetik asitle dikkatlice temizlenmiş olan oral lezyonlara
%1’lik tolonyum klorit akuöz solüsyonu uygulayıp su ile çalkalamışlardır. Birkaç
dakika sonra fazlalık boyanın ortadan kaldırılması amacıyla asetik asitle
dekolorizasyondan son ağzı su ile çalkalatmışlardır. Neoplazmik olmayan skuamoz
epitelin boyayı tutmadığı, ancak malign lezyonların yoğun biçimde boyandığı
görülmüştür.
1965 ve 1967’de Shedd ve arkadaşları 50 şüpheli lezyonu olan ve 62 kanserli
lezyonu bulunan kişilerden oluşan iki grup üzerinde boyanma özelliklerini
araştırmışlardır. Niebel’in yöntemini modifiye eden ve ilk önce su ile çalkalamayı
yapmayan Shedd de tatmin edici sonuçlar elde etmiştir. Eritroplazik karsinoma in
situ, erken evredeki küçük invaziv karsinoma, büyük invaziv karsinoma, lökoplaki,
malign tümörler ve inatçı postradyasyon karsinomaları hep pozitif sonuç
vermişlerdir. Daha az şiddetli olmakla birlikte displaziler de boyanmış ve hiçbir
35
hatalı negatif bulgu gözlenmemiştir. Kontrol grubundaki bireylerde sağlıklı olanların
hiçbiri boyanmamış olmasına rağmen dilin dorsunumunun girintileri arasına ve dişi
çevreleyen diş eti oluğuna boyanın girebildiği ve yutkunma sırasında yumuşak
damağı boyayabildiği gözlenmiştir. Enflamatuar lezyonlarda yükse oranda hatalı
pozitifler konusunda ek bilgilere ulaşılana dek yöntemin kullanımına temkinli
yaklaşmayı önermişlerdir.(90)
10.2.2.Lüminesans Analizi
Lüminesans, bazı maddelerin ısıları değişmeksizin elektromanyetik ışınım
yaymasıdır. Diğer bir değişle, herhangi bir cismin dış bir kaynaktan herhangi bir
şekilde aldığı enerjinin bir kısmını elektromanyetik ışınım olarak salmasıdır.
Floresan belirteçlerinin seçici olarak intrasellüler çökeltiler oluşturması 1940’ların
başından beri araştırıcıların dikkatini çekmiştir ve porfirinlerin malign dokuya
meyilli
oldukları
görülerek
bu
özelliğin
malign
neoplazmların
tanısında
kullanılabileceği gösterilmiştir.
Leonard ve Beck oral kavite, farinks, hipofarinks ve larinks neoplazilerinin
tanısında intravenöz olarak uygulanan hematoporfirin türevlerinin etkinliğini
incelemişler ve değerlendirdikleri 29 lezyonun tümünde karakteristik kırmızı
floresans saptayarak yöntemin güvenilir olduğunu ortaya koymuşlardır. Yöntemin en
belirgin dezavantajları ise tümör sınırlarının tam olarak belirlenememesi ve
hematoporfirin
türevlerinin
uygulanmasından
fotosensitizasyon meydana gelmesidir.(90)
36
sonra
deride
günlerce
süren
10.2.2.1.Kemilüminesans
Anormal dokunun ışığı absorbe etme ve yayma biçimi sağlıklı dokudan çok
farklıdır. Serviks muayenesinde kullanılan spektroskopi ise bu esasa dayanan ve bir
probdan servikse yayılan bir ışık yardımıyla dokuların sağlıklı veya hastalıklı olarak
sınıflandırılmasını sağlayan bir yöntemdir. Servikal dokuda hastalığın çeşitli
evrelerinde
hemoglobin
konsantrasyonunda,
mukozal
kalınlıkta,
kapiller
perfüzyonda, hücrenin berraklığında ve nükleer büyüklüğünde farklılaşmalar gibi
çok küçük biyokimyasal ve yapısal değişiklikler oluşmaktadır. Dokuyy %3-5’lik
asetik asit uygulamasından sonra keratinizasyonu artmış olan veya nükleer oranları
yüksek olan hücreler, ışığı daha güçlü biçimde yansıtmakta ve beyaz renkli olarak
görünmektedirler.(77)
Asetik asit sağlıklı skuamoz epitele uygulandığında, seyrek nükleoz içeren
yüzeysel hücre tabakasında çok az koagülasyon olur. İnvaziv kanser alanları ise
epitelde bulunan çok sayıda indiferansiye hücreden dolayı yüksek protein içerirler ve
bu nedenler koagülasyona uğrayarak ışığın epitel içinden geçmesini engellerler.
Sonuçta epitel yoğun olarak beyaz görünür.(90)
10.2.2.2.ViziLite
VizİLite oral kanser oluşması açısından risk taşıyan hasta gruplarında
geleneksel baş boyun muayenesine yardımcı olarak kullanılan bir ‘oral lezyon
tanımlama ve belirleme sistemi’dir. Jinekolojide kullanılan benzer bir kemilüminesan
ışık kaynağı (ViziLite) ile oral mukozal lezyonların görülebilirliğinin artırıldığı öne
sürülmektedir.
37
ViziLite (Zila Pharmaceuticals, Phoenix, Az, USA) en iyi bilinen sistemdir ve
birçok kesitsel çalışmada yüksek bir hassasiyete (%100) sahip olduğu görülmüştür.
Çünkü tüm hastalar daha önce çıplak gözle muayene edilerek saptanmış mukoza
lezyonları sergilemişlerdir. Bununla beraber özgüllüğü (%0-14) ve pozitif kestirim
değeri çok düşüktür. Bu prosedürün lezyonun bazı görsel yönlerini, yani sınırlarının
keskinliği ve parlaklığı, güçlendirdiği görülür. ViziLite malignant ve premalignant
oral lezyonların tanımlanmasına yardımcı olmaz ve bu nedenle toluidin mavisi ile
birleşmesinin daha sonra hatalı pozitif sayısını azalttığı öne sürülmüştür. Her ne
kadar bu testin özgüllüğü ve pozitif kestirim değeri artmış olsa da literatürde bu
karışımın çok az bilimsel kanıtı bulunmaktadır.
Toluidin mavisiyle boyamada olduğu gibi, ViziLite uygulaması da hücre
çekirdeğini temel almaktadır ve düşük frekanslı ışık karşısında sağlıklı ve kanserli
dokuda hücre çekirdeğinin ışığı yansıtma özelliğinin farklı olduğu esasına
dayanmaktadır.(8)
Epstein ve arkadaşları da ViziLite’ın etkinliğini araştıran çalışmalarında
kırmızı renkli lezyonların görülebilirliğinde herhangi bir artış olmamasına rağmen,
beyaz renkli lezyonlarda veya beyaz komponentleri olan lezyonlarda parlaklığın ve
sınırların belirginliğinin arttığını göstermişlerdir.(12) Aynı araştırma ekibi bir diğer
çalışmasında da ViziLite kullanımı ile lökoplakilerin daha kolay tanılandığını, ancak
eritroplakiler için bu tür bir bulguya ulaşılmadığını ortaya koymuşlardır.(47)
Farah ve McCullogh 55 hasta üzerinde yaptıkları bir pilot çalışmada ViziLite
kullanımının oral beyaz lezyonların intraoral görülebilirliğini artırdığını, ancak
lezyonların yapısı, niteliği ve malignansi potansiyeli hakkında bilgi vermede yetersiz
kaldığını göstermişlerdir.(94)
38
10.2.3.Oral Eksfoliyatif Sitoloji
Oral smearlerdeki sağlıklı ve anormal (premalign ve malign) hücrelerin
geometrik özelliklerini değerlendirmek amacıyla klasik morfometrinin kullanıldığı
1950’lerden beri oral eksfoliyatif sitoloji ilgi çekmektedir. Bununla birlikte
1960’ların
ortalarında
prekanseröz
ve
erken
kanseröz
oral
lezyonların
belirlenmesinde eksfoliyatif sitolojinin rolünü araştıran çalışmalar, hatalı negatif
oranının çok yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmalarda eksfoliyatif
sitoloji, yöntemin kendisine ait sınırlılıklar nedeniyle başarısız bulunmuştur.
Herhangi bir sitolojik değerlendirmenin sevsitivitesi potansiyel olarak nadir olan
anomalilerin mikroskop slaytında gözle dikkatlice araştırılması esasına dayalıdır. Bu
ise kimi zaman çok az sayıdaki küçük anormal hücrenin binlerce sağlıklı hücre
arasından taranmasını gerektirir. Oral mukozal anomalilerde bu sınırlılıklar daha da
artmaktadır. Çünkü sitolojik örnekleme için kullanılabilir olan hücre sayısı, keratin
tabakası tarafından azaltılır ve oral kavitedeki yüksek epitelyal dönüşüm hızı daha
fazla sayıda sağlıklı hücre dökülmesine ve böylece smeardeki anormal hücrelerin
daha da seyreltilmiş olmasına yol açar.
Keratinizasyonu fazla olan oral premalign lezyonların aksine benekli
lökoplaki veya eritroplaki gibi malign dönüşüme uğrama olasılıkları daha fazla olan
lezyonlar eksfoliyatif sitoloji ile örnek toplamaya uygundur.
OralCDx fırça biyopsisi (OralCDx Laboratories Inc., Suffern, NY, ABD)
bilgisayar destekli fırçalama kullanılan bir oral transepitelyal biopsi sistemidir. Bu
teknik, displazi veya kanser için zararsız görünen ağız epitelyal anormalliklerini
tarayacak şekilde tasarlanmıştır. Sistemin anormal hücre tespitinde hassasiyeti %52100 ve özgüllüğü %29-100 arasındadır. Genel olarak OralCDx tekniğinin displastik
39
lezyonları aşırı tahmin ettiği ve çok sayıda hatalı pozitif sonuçlar ürettiği
görülmektedir. Ağız fırça biyopsisini ağız lezyonlarının taranmasında asgari derece
invaziv standart bir metot olarak kullanmayı tekrar düşünmek gerekir. Şüpheli
mukozal lezyonlarla karşılaşan birçok klinisyen neoplaziyi ekarte etmede güvenilir
olmayan bir prosedür üstlenmek yerine biyopsi yapmayı tercih eder.
Bununla beraber sitoloji örnekleri kantitatif sitomorfoloji, nükleer DNA
içerik analizi, immünohistokimyasal tümör işareti tanımlama ve moleküler analiz
kullanılarak incelenebilir. Yakın zaman önce RNA’nın eksfoliyatif hücrelerinden
çıkarılabileceği ve eksfoliyatif sitoloji yoluyla elde edilen RNA’nın sağlıklı
toplumlarda kansere duyarlılığını saptamada karsinogenezin ilk işaretlerinden tespit
etmede kullanılacağı gösterilmiştir ve bu nedenler önerilmektedir. Epigenetik
değişiklikler (promotör hipermetilasyon), genomaik kararsızlık ve heterozigozite
(LOH) kaybı mikrouydu kararsızlığı (MSI) ve sınırlı fragman uzunluğu polimorfizm
(RFLP) kullanılan diğer moleküler işaretlerdir.(15)
10.2.4.Biyopsi ve Histopatoloji
Şüpheli malignant lezyonlara kesin bir tanı koyabilmek için biyopsi yapmak
zorunludur. Potansiyel malignant ve malignant oral lezyonlarda doğru tanı
biyopsinin kalitesine, yeterli klinik bilgiye ve biyopsi sonuçlarının doğru
yorumlanmasına bağlıdır. Ağız biyopsi örnekleri ezme, fulgurasyon, enjeksiyon veya
yanlış sabitleme ve dondurma gibi birçok insan eserinden etkilenebilir. Bu insan
eserlerini önlemede kullanılan hem cerrahi aletler hem de cerrahi tekniklerin
seçilmesiyle ilgili tartışmalar vardır.
40
Termal sitolojik olaylar diagnostik biyopsi örnekleri elde etmek için CO2
lazer ışını kullanmasını tehlikeye atar. Bu olaylar özellikle displastik değişiklikleri
değerlendirirken önemli olabilir çünkü lazer yoluyla kesilen sınırlar boyunca
meydana gelen termal hasar sitolojik atipi meydana getirebilir.
Deneysel çalışmalar insizyon biyopsisinden sonra 1 ve 2.evre ağız skuamoz
hücre karsinomundan (OSSC) boyun metastazları sıklığının arttığını ve bir klasik
skalpel kullanılan insizyon biyopsilerinden 15 dakika sonra periferal kanda OSCC
tümör hücrelerinin varlığını tespit etmişlerdir.
İlaveten klinisyenlerin insizyon biyopsisinden sonra özellikle OSCC’nin bazı
formları ve homojen olmayan lezyon olgularında biyopsinin gerçekleştirildiği
bölgeye bağlı olarak eksik tanı koyma olasılığının bilincinde olmaları gerekir.
Toluidin mavisi büyük lezyonlarda biyopsi bölgesi seçimine yardımcı olabilir ve
çoklu biyopsilerde yanlış tanı yüzdesini azaltır. Eksizyon biyopsisi teorik olarak daha
üstündür çünkü klinik yönden anormal tüm bölgede histopatolojik muayene yapmak
mümkündür. Bununla beraber eksizyon biyopsisi, malignant lezyonlarda eksik tedavi
ve iyi huylularda aşırı tedavi riski taşır. Primer tümörlerin birçok histolojik
özelliklerinin, malignansi derecesi ve istila derinliği gibi, tümörlerin tekrarlaması,
lenf bezi tutulumu ve sebebe özgü sağkalım konusunda bir prognostik değere sahip
olduğu gösterilmiştir. Dolayısıyla bir insizyon biyopsisinin, tümörün ilerleyen
kenarının bir kısmını içerecek şekilde yeterli ölçüde ve derinlikte olması önemlidir.
En ideali derin kenar dahil edilmesidir fakat bu mümkün değilse (büyük tümörlerde)
periferal kenar çoğu zaman geçici değerlendirmeye olanak verecek kadar yeterlidir.
Aynı zamanda displaziyi derecelendirmek, bireysel farklılıklar ve/veya eğitim
geçmişi yüzünden gözlemciler arası değişkenlikten olumsuz yönde etkilenir.(95)
41
10.2.5.Görüntüleme
Dental panoramik tomografi (DPT), bilgisayarlı tomografi (CT) ve manyetik
rezonans görüntüleme (MRI) klinik değerlendirmeyi ve primer tümör ve bölgesel
lenf bezlerinin incelenişini desteklemede sıklıkla kullanılır. CT, kemiğin tümör
tarafından istila edilişini değerlendirmede tercih edilen tekniktir. Konik ışın
bilgisayarlı tomografi (CBCT) lezyonunun çene kemiklerini istila ve yayılma
derecesini saptamak için ağız kanserli hastaların ameliyat öncesi incelemesini sağlar
ve bu konuda bir alternatiftir. CT’den daha düşük maliyet ve daha düşük radyasyon
dozu gibi avantajlara da sahiptir. CBCT, ağız kanserinin ameliyat öncesi
görüntülenmesinde ve cerrahi rezeksiyonun planlanmasında yararlı olabilir. MRI,
yumuşak doku istilasının, nörovasküler destek infiltrasyonunun ve servikal lenf bezi
tutulumunun boyutunu değerlendirirken daha çok bilgi vericidir.(80)
10.2.6.İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi
Baş boyun bölgesinde lokalize bir şişlik, enflamatuar bir olaya, kiste, benign
ya da malign bir tümöre ait olabilir. Hastanın anamnezi, klinik muayene ve bulgular,
laboratuvar sonuçları bu kitle ile ilgili bazı bilgiler verebilir.
Ancak olguların
çoğunda kesin tanı koyabilmek için morfolojik muayene gerekli olmaktadır. Ayrıca
preoperatif değerlendirmede de kesin tanı, cerrahi tedavinin ve tekniğin
belirlenmesinde büyük önem taşımaktadır. Böylesi hastalarda insizyonel biyopsi
tümörün, çevredeki avasküler alanlara yayılmasına neden olmaktadır. Bunun yanı
sıra oluşturulacak flepler açısından yetersizliklere de neden olabilmektedir. İnce iğne
42
aspirasyon biyopsisi (İİAB) bu dezavantajlara sahip olmayan bir tanı yöntemi olarak
gündeme gelmektedir.(96, 97, 98, 99, 100, 101)
İİAB'nin doğruluk oranı literatürde %90'nın altında değildir (102). Yalancı
pozitif sonuçlar yok denecek kadar azdır. Testin güvenilirliği ve basitliği İİAB'nin en
önemli özelliklerinden birisidir. Hekimin tekniği öğrenmesi çok kolaydır (98, 103,
104). Poliklinik şartlarında lokal anestezi gerekmeksizin seri olarak yapılır.
Komplikasyon riski çok düşüktür. Yetersiz değerlendirilen veya tedavinin seyrinin
sık sık kontrol edilmesi gereken durumlarda İİAB defalarca tekrarlanabilir (98).
Tekniğin kısa, çabuk değerlendirilebilir olması, hasta açısından da sonucun çabuk
öğrenilebilmesini
ve
tanı
hakkındaki
anksiyetesinin
ortadan
kalkmasını
sağlayacaktır.
Bu tanı yönteminin bu kadar doğru sonuç vermesi, basit ve çabuk bir teknik
olmasına karşın, tümörün iğne yolunca yayılma riskinin varlığı, hekimleri testin
uygulanması konusunda tereddütlere sevk etmektedir. Ancak bu şekilde rapor
edilmiş olguların sayısı on binlerce vakalık seriler içinde üçü geçmemektedir.(105)
Tüm bu verilerin ışığı altında, İİAB'nin hekimler için önemli tanı
kriterlerinden biri olduğunu görmekteyiz. Her ne kadar İİAB'de ilk hedef lezyonun
malign olup olmadığının ayırt edilmesi olsa da, girişim özellikle başarılı sitologların
elinde spesifik tanı değeri de taşımaktadır. Ancak aspirasyonun özenle yapılması ve
dikkatle değerlendirilmesi, klinik muayene ve değerlendirmenin tam olması,
klinisyen ve sitoloğun tam bir uyum içinde çalışması doğruluk ve güvenilirlik
oranının yüksek olmasını mümkün kılacaktır.
43
KAYNAKLAR
1.
Bungaard T, Bentzen SM, Wildt J, Sørensen FB, Sogaard H, Nielsen JE.
Histopathologic stereologic, epidemiologic, and clinical parameters in the
prognostic evaluation of squamous cell carcinoma of the oral cavity. Head
Neck. 1996 Mar-Apr; 1996,18 (2),S: 142-52.
2.
Regezi JA, Schiubba JJ. Oral Pathology. Clinical- Pathological Correlations
2nd ed. W.B. Saunders Company, Philadelphia, 1993
3.
Epstein JB. Oral Cancer In: Greennberg MS, Glick M. (eds) Burket’s Oral
Medicine Diagnosis and Treatment 10th ed. Hamilton. BC Decker Inc, Ontario,
2003, S: 194-234.
4.
Parker SL, Tang T, Bolden S, Wingo PA. Cancer Statistics. CA Cancer J Clin.
1997, 47,S: 5-27.
5.
Kaya A.(2007) Oral mukozal malignansilerin erken tanısında kullanılan noninvaziv yöntemlerin karşılaştırılması ve değerlendirilmesi E.Ü.Diş Hekimliği
Oral Diagnoz ve Radyoloji A.D. Doktora Tezi.
6.
Nagata S, Golstein P. The Fas death factor. Science 1995, 267,S: 1449-56
7.
Cooper GM.(1996) The cell: A molecular aproach. ASM Press Washington
DC., Sinauer Associates, 2th ed, Inc. Sunderland, Massachusetts.
8.
Winn DM. (1995). Diet and nutrition in the etiology of oral cancer. Am J Clin
Nutr., 61: 437445
9.
Scully C.(1992). Oncogenes, onco-suppressors, carcinogenesis and oral cancer.
Br dent J,1992, 173,S:53-59
44
10.
Gürdal P, Hildebolt CF, Akdeniz BG.(2001). Technical report: The effects of
different imade formats and image-analysis software programs on dental
radiometric digital evaluations. Dentomaxillofacial Radiology, 2001,30,S:50-55
11.
Bookstein R, Demers W, Gregory R, Maneval D, Wills K. P53 gene therapy in
vivo of hepatocelluler and liver metastatic colorectal cancer. Seminars in
Oncology, 1996:23: 66-77.40 4. Bouquot JE, Gorlin RJ. Leukoplakia, lichen
planus and other oral keratoses in 23,616 white Americans over the age of 35
years. Oral Surg, 1985, 61,S:373-381
12.
Duffy MJ. Can molecular markers now be used for early diagnosis of
malignancy? Clin Chem, 1995, 41 ,1410-1413.
13.
Berta GN, Ghezzo F, D’Avolio A, Zulian P, Carbone V, et al.(1997)
14.
Jordan RC, Daley T. Oral squamous cell carcinoma: new insights. J Can Dent
Assoc, 1997, 63,S: 517-518.
15.
Llewellyn CD, Johnson NW, Warnakulasuriya KAAS. Risk factors for
squamous cell carcinoma of the oral cavity in young people a comprehensive
literatüre review. Oral Oncol, 2007, 37,S: 401-418.
16.
Ebstein JB, Zhang L, Rosin M.(2002) Advences in the diagnosis of oral
premalignant and malignant lesions. J Can Dent Assoc, 2002,68,S: 17-21.
17.
National Institutes of Health Consensus Development Conference on Oral
Conplications of Cancer Therapies: Diagnosis, Precention and Treatmen.
Bethesda, Maryland, April 17-19, 1989. NCI Monogr 1990, 9,S: 1-184
18.
Shiboski CH, Schmidt BL, Jordan RC. Tongue and tonsil carcinoma:
increasing trends in the US population ages 20-44 years. Cancer 2005, 103,S:
1843-1849.
45
19.
Kingsley K, O’Malley S, Ditmyer M, Chino M. Analysis of oral cancer
epidemiology in the US reveals state-specific trends: implications for oral
cancer prevention. BMC Publich Helath. 2008, 10,S:8-87.
20.
Bagan J, Sarrion G, Jimenez Y. Oral cancer: clinical features. Oral oncol 2010,
46,S: 4147.
21.
World cancer report(2003) Lyon, France: International Agency for Research on
Cancer 2003.
22.
Kowalski LP, Franco EL, Torloni H, Fava AS, de Andrade Sobrinho J, Ramos
G, Oliveira BV, et al. Lateness of diagnosis of oral and oropharyngeal
carcinoma: factors related to the tumour, the patient and health professionals.
Eur J Cancer B Oral Oncol 1994, 30B(3)S:167-73
23.
Razak AA, Saddki N, Naing NN, Abdullah N. Oral cancer survival among
Malay patients in Hospital Universiti Sains. Malaysia, Kelantan. Asian Pac J
Cancer Prev 2010,11(1)S:187-91.
24.
Tanyeri H, Ofluoğlu D, Karataşlı G, Yılmazer R. Oral Kanserlerin Erken
Teşhisinde Diş Hekimlerinin Rolü: İki Olgu Nedeniyle. İstanbul Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi 2008, 42(3-4),S: 11-16.
25.
Ünür M, Onur D.O: Ağız Hastalıklarının Tanı ve Tedavisi, İstanbul. 2003, S:94
26.
Hazarey VK, Erlewad DM, Mundhe KA, Ughade SN. Oral submucous
fibrosis: study of 1000 cases from centra india. J Oral Pathol Med,
2007,36,S:12-17.
27.
Chapter 9 Keratoses and related disorders of the oral mucosa. Oral Pathology
Fourth edition 2005. JV Soames and JC Southam. Oxford University Press
Great Clarendon Street, Oxford OX2 6DP.
46
28.
Bouqout JE, Gorlin RJ. (1986) Leukoplakia, lichen planus and other oral
keratoses in 23,616 white Americans over the age of 35 years. Oral Srug,
1986,61,373-381.
29.
Melrose RF.(2001) Premalignant oral mucosal diseases. J Calif Dent Assoc,
2001,29,593-600
30.
Prof. Dr. Bahar Sezer Arşivi , EGEYA, 2013
31.
Regezi
JA,
Scuibba
J.(1993)
Oral
pathology.
Clinical-Pathological
Correlations. 2. Baskı. W.B. Saunders Company, Pennsylvania, ABD.
32.
Wanda C. Gonsalves, M.D., Angela C. CH, D.M.D., and Brad W. Neville,
D.D.S.Medical University of South Carolina, Charleston, South Carolina(2007)
Common Oral Lesions
33.
Mashberg
A, Samit A. Early diagnosis of asymptomatic oral and
oropharyngeal squamous cancers. CA Cancer J Clin 1995, 45,S:328-351
34.
Katta R. (2000). Lichen Planus. Am Fam Physician,2000,61,S:3319-3324,
3327-3328
35.
Alpöz E, Dündar N.(Eylül 2005). Oral liken planus: Etyolojisi, patogenezi ve
malignansi potansiyeli üzerine bir derleme. İzmir Diş Hekimleri Odası Bilimsel
Dergisi 2-6.
36.
Eisen D. The clinical features, malignant potential and systemic associations of
oral lichen planus: a study of 723 patients. J Am Acad Dermatol 2002,46, 207214
37.
Clin
Cosmet
Investing
Dermatol.
2015
April
13;8:193-204.
Doi:
10.2147/CCID. S80576. eCollection 2015
38.
Shofer W.G, Hine, M.K. and Levy, B.M.: A textbook of Oral Pathology. 4. Ed.
W.B. Sounders Comp. 1983, S: 112-127
47
39.
Çalışkan C. Oral Kavitede Skuamoz Hücreli Karsinoma, bitirme tezi, Ege
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, İzmir, 2001
40.
Ronald LM. Clinical presentation of actinic keratoses and squamous cell
carcinoma. J Am Acad Dermatol 2000;42:8-10.Falco OB, Plewig G, Wolff
HH, Burgdorf WHC. Diseases of the Lips and Oral Mucosa. Dermatology. 2nd
Ed, New York: Springer-Verlag Berlin Heidelberg, 2000,1163-1194.
41.
Falaki F, Dalirsani Z, Pakfetrat A, Falaki A, Saghravanian N, Nosratzchi T,
Pazouki M. Clinical and histopathological analysis of oral squamous cell
carcinoma of young patients in Mashhad, Iran: a retrospective study and review
of literatüre. Med Oral Patol Oral Cir Bucal 2011, 16,S:473-477
42.
Karadeniz AN. Baş-boyun ve Tiroid Kanserleri. In: Topuz E, Aydıner A, Karadeniz
AN, editörler. Klinik Onkoloji. İstanbul: Tunç Matbaası, 2000, 161-200
43.
Başerer N. Oral Kavite Kanserleri In: Engin K, Erişen L (eds). Baş-Boyun
Kanserleri 1.Baskı Nobel Matbaacılık, İstanbul, 2003, 237-270
44.
Bilgel N. Baş-boyun kanserlerinin epidemiyolojisi In: Engin K, Erişen L (eds).
Baş-Boyun Kanserleri 1.baskı Nobel Matbaacılık, İstanbul, 2003, 33-6
45.
Wogan GN, Hecht SS, Felton JS, Conney AH, Loeb AL. Enviromental and
chemical carcinogenesis. Seminars in Cancer Biology, 2004, 14, 473-86.
46.
Epstein JB. Oral cancer In: Greennberg MS, Glick M. (eds) Burket’s Oral
Medicine Diagnosis and Treatment 10th ed. BC Decker Inc, Ontario, 2003,
194-234.
47.
Warnakulasuriya S, Sutherland G, Scully C. Tobacco, oral cancer, and
treatment of dependence. Oral Oncol, 2005, 41,S: 244-60.
48.
WHO Global Oral Health Programme, The World Oral Health Report 2003,
Geneva, 2003.
48
49.
Türker M, Yüceltaş Ş: Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Cerrahisi, Atlas
Kitapçılık, İzmir, 1997, S: 332-350.
50.
Bates SE: Clinical applications of serum tumor markers. Ann Intern Med.
1991, 5,115(8),S:623-38.
51.
Wagner G: Frequency of pain in patients with cancer. Recent Results Cancer
Res 1984, 89,S:64-71.
52.
Or N, Kotoğyan A Habis tümörler. Dermatoloji’de Yaz. Tüzün Y, Kotoğyan A,
Aydemir EH ve ark. Nobel Tıp. İstanbul. 1994, 652-84
53.
Bookstein R, Demers W, Gregory R, Maneval D, Wills K. P53 gene therapy in
vivo of hepatocelluler and liver metastatic colorectal cancer. Seminars in
Oncology, 1996:23: 66-77.40 4. Bouquot JE, Gorlin RJ. Leukoplakia, lichen
planus and other oral keratoses in 23,616 white Americans over the age of 35
years. Oral Surg, 1985, 61,373-381
54.
Banu Öztürk, Uğur Coşkun, Emel Yaman, A. Osman Kaya, Ramazan Yıldız,
Mustafa Benekli, Süleyman Büyükberber. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara, TURKEY(2009). Oral kavite kanserlerinde
risk faktörleri, premalign lezyonlar ve kemoprevensiyon
55.
Kumari R, Arun C, Goyal PK. Karyoanomalic frequency during radiation
therapy. J Cancer Res Ther. 2005, 1, 3
56.
Stich HF, San RH, Rosin MP, Adaptation of the DNA-repair and micronucleus
tests to human cell suspensions and exfoliated cells. Ann. N.Y. Acad. Sci.
1983, 40793-105
57.
Position paper. Periodontal considerations in the Management of Cancer
patients. J Periodontol 1997, 68,S: 791-801
49
58.
Bookstein R, Demers W, Gregory R, Maneval D, Wills K(1996). p53 gene
therapy in vivo of hepatocelluler and liver metastatic colorectal cancer.
Seminars in Oncology, 1996,23,S: 66-77
59.
Furrer VE, Benitez MB, Furnes M, Lanfranchi HE, Modesti NM. Biopsy vs
superficial scraping: detection of human papilloma virüs 6, 11, 16 and 18 in
60.
Ha PK, Califano JA. The role of human papilloma virüs in oral carcinogenesis.
Crit Rev Oral Biology Med 2004, 115,S: 188-96
61.
Rubenstein EB, Peterson DE, Schubert M, Keefe D, McGuire D, Epstein J,
Elting LS, Fox PC, Cooksley C, Sonis ST. Clinical practice guidelines fort he
prevention and treatment of cancer therapy-induced oral and gastrointestinal
mucositis. Cancer 2004, 100,S: 2026-2046
62.
Engelmeier RL and King GE. Complications of head and neck radiation
therapy and their managemant. J Prosthet Dent 1983, 49, 514-522
63.
Engin K, Erişen L (editör). Baş-boyun kanserleri. 1nci Baskı, Ankara: Nobel
Tıp Kitabevi, 2003,235-70.
64.
Lim YC, Lee JS, Choi EC. Perifacial lymph node metastasis in the
submandibular triangle of patients with oral and oropharyngeal squamous cell
carcinoma
with
clinically
node-positive
neck.
Laryngoscope
2006,116(12),S:2187-90.
65.
Shingaki S, Takada M, Sasai K. Impact of lymph node metastasis on the
pattern
of
failure
and
survival
in
oral
carcinomas.
Am
J
Surg
2003,185(3),S:278-84.
66.
Walker DM, Boey G, McDonald LA. Oral Pathology & Oral Medicine,
University of Sydney and Anatomical Pathology, ICPMR Westmead Hospital,
Westmead, NSW, Australia
50
67.
Parkin DM, Bray F, Ferlay J, Pisani P. Global cancer statistics, 2002. CA
Cancer J Clin, 2005, 55 S: 74-108.
68.
Tuncer İ, Burgut R, Bozdemir N, Coşar EF. Türkiye’de Kanser Sıklığı.1.baskı
TÜBİTAK, Adana, 1994, 28-35.
69.
World Health Organization International classification of diseases for oncology
(ICD-0) World Health Organization, Geneva,1990.
70.
Fırat D, Hayran M. Cancer Statistics In Turkey and In The World 1990-1992.
1st ed. İz Matbaacılık, Ankara, 1992
71.
Howell RE, Wright BA, Dewar R. Trends in the incidence of oral cancer in
Nova Scotia from 1983 to 1997. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol
Endod 2003,95(2),205-12 (PMID: 12582362)
72.
T.C. Sağlık Bakanlığı: Kanser istatistikleri. http://www.saglik.gov.tr/sb/
default.asp?sayfa=ozelistatistik&id= 131&kelime=&page=. 1999
73.
Landis SH, Murray T, Bolden S, Wingo PA. Cancer statistics, 1999. CA
Cancer J Clin 1999,49(1)S:8-31, 1. (PMID: 10200775)
74.
Ebstein JB and Stevenson-Moore P. Periodontal disease and periodontal
management in patients with cancer. Oral Oncol 2001, 37, 613-619
75.
Barker GJ. Current practices in the oral management of the patient undergoing
chemotherapy or bone marrow transplantation. Support Care Cancer 1999, 7,
17-20
76.
Dreizen S, Daly DE et al. Oral complications of cancer radiotherapy. Postgrad
Med 1977,61, 85-92
77.
Fulton JS, Middleton GJ et al. Management of oral complications. Semin
Oncol Nurs 2002, 18, 28-35
51
78.
Larsson A, Warfvinge G. Malignant transformation of oral lichen planus. Oral
Oncology 2003, 39, 630-631
79.
Lockhart PB and Clark J. Pretherapy dental status of patients with malignant
conditions of the head and neck. Oral Surg Oral Med Oral Pathol 1994, 77,
236-241
80.
Mealey BL, Semba SE, et al. Dentistry and the cancer patient: Part 1-Oral
manifestations and complications of chemotherapy. Compendium 1994, 15,S:
1252, 1254, 1256 passim; quiz 1262.
81.
Bagan A. And Peterson DE. Risk factors for ulcerative oral mucositis in cancer
patients: unanswered questions. Oral Oncol 2003, 39, 91-100
82.
Strensward J, Clark D, Palliative medicine-a global perspective. In: Doyle D,
Hanks G, Cherny N,Camlan K, editors. Oxford textbook of palliative medicine.
3rd ed. Oxford: Oxford University Press; 2004, S:11- 19-24
83.
Clovis JB, Horowitz AM, Poel DH.Oral and pharyngeal cancer: practices and
opinions of dentists in British Columbia and Nova Scotia. J Am Dent Assoc
2002, 68, 421-5
84.
Gellrich
NC,
Suarez-Cunqueiro
MM,
Bremerich
A,
Schramm
A.
Characteristics of oral cancer in a central European population: defining the
dentist’s role. J Am Dent Assoc. 2003, 134, 307-14
85.
Jemal A, Clegg LX, Ward E, Ries LA, Wu X, Jamison PM, et al. Annual report
to the nation on the status of cancer, 1975-2001, with a special feature
regarding survival. Cancer 2004, 101, 3-27
86.
Betz SC. A Comparative Study of Normal Inspection, Autofluorescence and 5ALA-Induced PPIX Fluorescence for Oral Cancer Diagnosis. Int J Cancer
2002, 97, 245-52
52
87.
Kumarı R, Arun C, Goyal PK. Karyoanomalic frequency during radiation
therapy. J Cancer Res Ther. 2005, 1, 3
88.
Sonis ST, Elting LS, Keefe D, et al. Perspectives on cancer therapy-induced
mucosal injury – Pathogenesis, measurement, epidemiology, and consequences
for patients. Cancer 2004, 100, 1995-2025
89.
Shiboski CH, Schmidt BL, Jordan RC. Tongue and tonsil carcinoma:
increasing trends in the US population ages 20-44 years. Cancer 2005, 103
1843-1849.
90.
Kaya A.(2007) Oral mukozal malignansilerin erken tanısında kullanılan noninvaziv yöntemlerin karşılaştırılması ve değerlendirilmesi E.Ü.Diş Hekimliği
Oral Diagnoz ve Radyoloji A.D. Doktora Tezi.
91.
Sonis ST, Woods PD, et al. Oral complications of cancer therapies.
Pretreatment oral assesment. NCI Monogr 1990, 9, 29-32
92.
Warnakulasuriya S. Global epidemiology of oral oropharyngeal cancer. Oral
Oncol. 2009, 45(4-5), 309-16
93.
Steele TO, Meyers A. Early detection of premalignant lesions and oral cancer.
Otolaryngol Clin North Am 2011, 44(1), 221-9
94.
World cancer report(2003) Lyon, France: International Agency for Research on
Cancer 2003
95.
Razak AA, Saddaki N, Naing NN, Abdullah N. Oral cancer survival among
Malay patient in Hospital Universiti Sains Malaysia, Kelantan. Asian Pac J
Cancer Prev 2010, 11(1), 187-91
96.
Patt BS, Steven DS, Vuite F : Role of fine-needle aspiration in the evaluation
of neck masses. Medical Clinics of North America 1993, 77 (3) , 611-623.
53
97.
Platt JC, Davidson D. Neion CL, Weisberger E : Fine needle aspiration biopsy
: an analysis of 89 head and neck masses. J Oral Maxillofac Surg .
1990.,48,720-706
98.
Silverman JF, FIinley JL. O'brien KF, Dabus DJ, Park HK, Larkin EW, Norris
UT ; Diagnostic accuracy and role of immediate interpretation of fine needle
aspiration biopsy specimens from various sitcs. Acta Cytologica . 1989, 33 (6) ,
791-796.
99.
Ünal A, Gürkan Y, İnce Ü, Özgün T : Baş ve boyun kitlelerinin aspirasyon
sitolojisi. Türk ORL Arşivi 1991,29,176- 178.
100. Wilson JA, Mclntyre MA, Von Haacke NP ; Fine needle aspiration biopsy and
the otolaryngologist. The Journal of Laryngology and Otolagy 1985, 101,595600
101. Young JA, Archibald SD. Shier KJ: Needle aspiration cytologic biopsy in head
and neck masses. The American Journal of Surgery 1981,142,484-489.
102. Sismanis A, Strong MS. Merriam J : Fine needle aspiration biopsy diagnosis of
neck masses. Otolaryngologic Clinics of North America, 1980, 13 (3) , 421429.
103. Coertel Y, Zorsky PE : Fine needle aspiration as a means to rost-effective
health care, Southern Medical Journal , 1993,86 (3) ,282-284
104. Yılmaz O, Saatçi M, AktürkT, Cuhruk Ç : Parotis kitlelerinde iğne aspirasyon
biopsisi. Türk Otolarengoloji Arşivi l . 1993 ,(2) , 72-75
105. Özeri C, Sami E, Eryılmaz A, Dere H, Kocaoğlu A. Gürel T, Doğru H ; Baş
boyun kanserlerinde ince iğne aspirasyon biopsisisinin tanısal değeri,20. Ulusal
Otolarengoloji Kongresi Tutanakları 1989, s:108-109.
54
Diş Hekimleri İçin Oral Kanser Farkındalık Testi (Ön Çalışma)
1.
Aşağıdakilerden
hangisi
ya
da
hangilerine
oral
kanser
şüphesiyle
yaklaşılmalıdır?
a.
14 günde iyileşmeyen ağız ülserleri.
b.
Dilin lateralinde (yan yüzeyinde. ve posteriöründe dil hareketlerini
sınırlayan sert ülser.
c.
Palpasyonda ele gelen çapı 1cm den büyük kitle varlığı
d.
Kırık dişlerin uzun süreli irritasyonuna bağlı oluşan keratotik (beyaz ve
kalınlaşmış mukoza. lezyonlar
2.
3.
Aşağıdakilerden hangisi oral kanserlerin en sık görünen türüdür?
a.
Verrüköz karsinom
b.
Squamoz hücreli karsinom
c.
Tükrük bezi karsinomları
d.
Malign melanom
Aşağıdakilerden hangi ikisi oral kanserlerin majör etyolojik faktörleri (sebepleri)
arasında sayılabilir?
4.
5.
a.
Kötü ağız hijyeni
b.
Aşırı alkol tüketimi
c.
Malnutrisyon
d.
Sigara kullanımı
Oral kanserler hangi yolla ya da yollarla yayılım gösterir?
a.
Direkt (komşu dokulara doğru.
b.
Kan yolu ile
c.
Kanserli hücrelerin solunum yoluna aspire edilmesiyle
d.
Lenfatik sistem ile
Aşağıdakilerden hangisi ya da hangileri oral kanserlerin etyolojik faktörleri
arasındadır?
a.
HPV
b.
Tütün çiğneme
c.
Kötü oral hijyen
d.
Malnutrisyon
55
6.
Ağız içindeki ülserler, ne kadar zaman içinde iyileşmediğinde biyopsi
alınmalıdır?
7.
a.
3 ay
b.
7 gün
c.
4 hafta
d.
14 gün
Aşağıdakilerden hangisi ya da hangileri oral kanserlerin tedavisinde kullanılan
yöntemlerdendir?
8.
9.
a.
Brakiterapi
b.
Radyoterapi
c.
Cerrahi
d.
Hormon tedavisi
Aşağıdaki oral mukoza lezyonlarından hangisi premalign olarak kabul edilir?
a.
Eritroplaki
b.
Lökoplaki
c.
Eroziv liken planus
d.
Karsinoma in situ
Aşağıdakilerden hangisi dudak kanserine sebep olabilecek olan kötü
alışkanlıklardan değildir?
a.
Sigara kullanımı
b.
Pipo kullanımı
c.
Betel çiğneme
d.
Dudak emme
10. Aşağıdakilerden hangisi oral kanserin belirtilerinden değildir?
a.
İnatçı ülserasyon
b.
Lezyon çevresinde sertlik ve mukozal hareketlilikte azalma
c.
Ağrı
d.
Trismus
11.Oral kanser tanısı konan hastaların 5 yıllık sağ kalım oranı nedir?
a.
%10
b.
%25
c.
%50
d.
%90
56
12. Aşağıdakilerden hangisi ya da hangileri oral premalign lezyonlardan değildir?
a.
Lökoplaki
b.
Liken planus
c.
Kronik kandidiazis
d.
Verrüköz karsinoma
13. Aşağıdakilerden hangisi submüköz fibrozise neden olan majör etkendir?
a.
Betel çiğneme
b.
Sigara kullanımı
c.
Aşırı alkol tüketimi
d.
Kötü ağız hijyeni
14. Aşağıdakilerden hangi ikisinin birlikte görülmesi, sinerjik etki göstererek oral
kanser görülme riskini yüksek oranda artırır?
a.
Acı gıda tüketimi ve yanak-dudak ısırma
b.
Kötü ağız hijyeni ve malnutrisyon
c.
Onkogenler ve onkogenezis
d.
Sigara ve alkol kullanımı
15. Oral kanserlerin klinik görünümleri ve tanı koyma konusunda yeterli bilgiye
sahip olduğunuzu düşünüyor musunuz?
a.
Evet
b.
Hayır
1.A
10.C
2.B
11.C
3.B-D
12.C-D
4.Hepsi
13.A
5.A-B
14.D
Cevaplarınızı kontrol ediniz.
57
6.D
7.A-B-C
8.Hepsi
9.D
ÖZET
Oral kanserler, cilt kanserinden sonra baş boyun bölgesinde ikinci sıklıkta
gözlenen kanser çeşidini oluşturur. Bu bölgede gelişen malignitelerin yaklaşık %90’ı
çok katlı yassı epitelden gelişen squamoz hücreli karsinomlardır.(17) İnsidansının
yaş ile birlikte arttığı ve hastaların %95’inden fazlasının orta yaşın üzerinde olduğu
bildirilmekle beraber, genç hastalarda da ağız kanseri sıklığı artmaktadır.(18)
Skuamoz
hücreli
karsinom
erkeklerde
kadınlara
oranla
iki
kat
fazla
görülmektedir.(19) Skuamoz hücreli karsinom ağız kavitesinde en sık dilin
lateralinde ve ağız tabanında gelişmektedir.(20) Etyolojik faktörlerin başında da
sigara ve alkol kullanımının gelmesine karşın, son yıllarda virüslerin, özellikle de
Human Papilloma Virüs’ün (HPV), ağız kanserine yol açtığı bildirilmektedir.(21)
Son yıllardaki erken tanı ve tedavi olanaklarındaki gelişmelere rağmen, tanıda
(olguların %60-70’i) geç kalınmakta, bu durum hem daha agresif cerrahi girişimlerin
yapılmasına, hem de fonksiyonel ve kozmetik açıdan daha az kabul edilebilir
sonuçların elde edilmesine neden olmaktadır.(22) Skuamoz hücreli karsinomun
prognozu kötü olup 5 yıllık sağ kalım oranı oldukça düşüktür. Bunun da olguların
çoğunun geç evrede tanı almasından kaynaklandığı belirtilmiştir.(23) Ağız
kanserlerinin erken tanısında en önemli görev diş hekimlerine düşmektedir. (24) Diş
hekimleri, tüm hastalarda ve özellikle ağız kanseri ile bağlantılı risk faktörlerine
sahip hastalarda, şikayet ne denli basit olursa olsun şüpheci olmalı, anamnez ve
klinik muayenede sabırlı ve dikkatli davranmalıdır.
58
ÖZGEÇMİŞ
1992 yılında Aydın’da doğdum. İlköğrenimimi Ahmet Yesevi İlköğretim
Okulu’nda, lise öğrenimimi Nazilli Anadolu Lisesi’nde tamamladım. 2010 yılında
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım.
59
Download