1 Lisa yine film çekecek SÖYLEŞİ Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:91 22 Şubat - 28 Şubat 2016 S:16 bas-haber.com Suriye’de Gordion Düğümü Bölgede tansiyon yükselirken, Ankara patlaması ile daha da gerilen Türkiye-PYD ilişkilerinin içeriye de yansıması ve şiddet sarmalının daha da büyümesinden endişe ediliyor. Rusya ve ABD’nin Şam rejimi etrafında kümelenmesi üzerine Suudi uçaklarını devreye sokan Türkiye, İncirlik Üssü’nün kapatılması dahil çok sayıda seçeneği tartışıyor. Suriye’de gelinen durum, lanetli Gordion Düğümü’ne benzetiliyor. ur d .o rg TSK’nin Efrin ve Azez’e yönelen YPG’yi top ateşine tutması ve Suriye güçlerinin Türkiye - Halep koridorunu kontrol etmesi ile bölgede yeni sorunlar ve tehlikeler belirdi. Ahrar, Nusra ve ÖSO güçleri, YPG ve rejim karşısında gerilerken, Türkiye, bölgeye silahlı gruplar göndermeye ve sınıra askeri yığınak yapmaya başladı. w w w .a rs iv ak S:02 - 03 Henri J. Barkey: Suriye’ye kara harekatı mümkün değil Thomas Morawski: Dr. İkbal Dürre: YPG’nin askeri başarıları yanıltmasın Rusya Esad üzerinden Türkiye ile savaşır S:08 - 09 Suriye’deki dehşet dengesizliği BİLAL SAMBUR s03 S:04 Devlet-i âlinin emrettiği gibi olmak FERHAT KENTEL s05 Felakete kulaç atılıyor HAKAN TAHMAZ Ölümü boşa düşürmeliyiz s06 SENNUR BAYBUĞA s15 02 MANŞET BasHaber 22 SÖYLEŞİ Şubat - 28 Şubat 22016 Suriye’de Gordion Düğümü Azez’de fiili güvenlik bölgesi Türkiye, muhaliflere açılan koridorun YPG’nin eline geçmemesi için Azez ve çevresinde yeni hamlelere hazırlanıyor. Bir diğer önemli gelişme ise yeniden başlayan göç dalgaları. Türkiye’nin Azez ve çevresinde fiili bir durum yaratarak bölgede 8-9 çadır kent kurduğu ve bu çadır kentlerde 100 bine yakın sığınmacının biriktiği biliniyor. Türkiye’nin mültecileri sınırdan sokmaması ve bölgede yaptığı çadır kentlere yerleştir- Alptekin Dursunoğlu: ABD, Suudileri Suriye’de istemiyor Suriye savaşını yakından izleyen Gazeteci Alptekin Dursunoğlu, bölgedeki askeri hareketliliğe ve Suudi Arabistan’ın Suriye’ye askeri gönderme hazırlıklarına ilişkin çarpıcı tespitlerde bulundu. Dursunoğlu, ABD’nin Suudi askeri gücün Suriye’ye yerleştirilmesinin taraftarı olmadığını ve YPG’nin IŞİD’e karşı güçlendirilmesi gerektiğini dile getiriyor. Dursunoğlu, ABD’nin Esad rejiminin gitmesi yönündeki rg .o ur d ak iv rs Ciddi çatışmalar kapıda YPG’nin yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bileşenlerinden, Ceyş el Siwar (Devrimciler Ordusu) Basın Sözcüsü Ahmed Hisso, BasHaber’e TSK’nin Mennah, Meyremiye, Cindirês ve Şêy civarını bombaladığını ve Sultan Murad Tugayları’nı silahlandırdığını, sahadaki yeni gelişmelerin kara harekatının habercisi olduğunu söyledi. Sahada yoğun askeri gelişmelerin olduğunu belirten Hisso, bölgede yeni silahlı dinamiklerin oluşturulacağına inanıyor. “Ceyş el Siwar olarak, El Nusra ve IŞİD’i zayıflattık. Türkiye bu gruplara destek veriyordu. Şimdi Türkistanlı gruplar bize karşı savaşıyor. TSK’nin saldırılarına ve hamlele- .a rezervlerini koruduğunu da belirterek, bölgede dengeleri kendi lehine çevirme ve Cenevre masasına eli güçlü bir şekilde oturmaya çalışacağına inanıyor. Riyad’ın bölgedeki etkinliğini “Sünni azı dişi” diye tanımlayan Dursunoğlu, 3. Dünya Savaşı iddialarına ilişkin de, “Amerika’nın henüz siyasi niyetten öte bir fiziksel varlığı bulunmayan Suudi kara gücü konusunda “dünya savaşı çıkabilir” uyarısı yapan Rusya’yı ya ciddiye almaması ile mümkün” şeklinde konuşuyor. rine karşı kendimizi savunacağız” diyor. Bölgedeki kaynaklar ve Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de bölgede yeni askeri grupların Türkiye üzerinden Azez’e gönderildiğini iddia ediyor. BasHaber’e konuşan Efrin Savunma Bakanı Evdo İbrahim, yüzlerce Türk askerinin yanı sıra, Türkiye’nin desteklediği binlerce militanın Azez’e girdiğini bildiriyor. TSK’nin radikal gruplara verdiği askeri desteğin Azez ve Cerablus’un düşmemesine yönelik olduğunu savunan Evdo, bölgeyi ciddi çatışmaların beklediğini söylüyor. Azez ve Mera operasyonu ile eşzamanlı başlayan ‘Xabur’un Öfkesi’ operasyonu kapsamında Rakka ve Musul arasında stratejik konuma sahip Şedadê kasabası ile birlikte Dehra Jorîn, Dehra Jêrîn Um Hecera El-Şedadê köylerinin YPG’nin eline geçtiği öğrenildi. Kaynaklar, YPG’nin bir adım sonra rejim güçleri ile birlikte, IŞİD’in Suriye’deki merkezi Rakka’ya yöneleceğini belirtiyor. w ABD, ‘YPG ile devam’ mesajı verdi Öte yandan Ankara’da 28 kişinin hayatını kaybettiği patlamayı gerçekleştiren zanlının YPG’li olduğuna dair iddialar da ABD - Türkiye arasında yeni bir krize neden olurken, ABD Dışişleri Sözcüsü Kirby,”YPG ile devam” mesajı verdi. YPG’lileri “cesur Kürd savaşçılar” şeklinde nitelendiren Sözcü Kirby, ABD’nin, Türkiye’nin saldırıyı gerçekleştiren Salih Neccar’ın YPG ile bağlantılı olduğunu gösteren açıklamalarının ABD’yi tatmin etmediği mesajını verdi. Kirby, ABD’nin YPG’ye ilişkin,”Suriye içerisinde IŞİD’e karşı savaşan en güçlü grup da Kürd savaşçılar ve bunlara IŞİD’e karşı yaptıkları operasyonlarda hava desteği sağlanmıştı. Bu tür koalisyon destekleri IŞİD’le mücadele devam ettikçe sürecek” diyerek ABD’nin tavrının değişmeyeceğini söyledi. w uriye’deki savaşın kaderini Azez ve Halep’teki cepheler belirleyecek gibi görünüyor. Lübnan Hizbullah’ı, Rusya ve İran’ın desteğini alan rejim güçleri; Özgür Suriye Ordusu (OSÖ) bileşenleri, El Nusra, Ahrar el Şam ve IŞİD ile çatışmaya ve Azez - Halep bölgesinde bulunan bu güçleri geriletmeye devam ediyor. Azez’in düşüp düşmeyeceği, muhaliflere giden koridorun YPG tarafından kesilip kesilmeyeceği uluslararası diplomasinin yanı sıra dünya medyasının da önemli gündemi haline geldi. İhvanı Müslim’in silahlı kolu olan Ahrar el Şam ile El Kaide’nin Suriye’deki yapılanması El Nusra, Türkiye’ye yaklaşık 10 kilometre uzakta Azez merkezini kontrol ediyor. Kilis’in Öncüpınar Sınır Kapısı’nın tam karşısında bulunan Azez, Türkiye’nin Halep’teki muhaliflere açılan ikmal kapısı görevi görüyor. Rusya’nın hava destekli operasyonu ile Halep’in kuzeyindeki kuşatmayı kırmaya çalışan rejim güçleri stratejik öneme sahip; Biyenun, Ridyen, Mareste ve Mayer köylerinin yanı sıra Zehra ve Nubl kasabalarını da kontrol ederek muhalif grupları sahada sıkıştırıyor. Halep’in kuzeyinde Suriye Ordusu’nun operasyonlarına paralel bir şekilde YPG de Azez’e ilerliyor. Rusya’nın hava desteğini alan YPG, Mennah Havaalanı, Tel Rifat ve Mera kasabalarını alarak hem Azez’e hem de Cerablus’a doğru ilerliyor. Azez’in yanı sıra YPG’nin Cezire bölgesinde de operasyon başlattığı ve Şedadê kasabasına girdiği bildiriliyor. YPG’nin Mennah Havaalanı ve çevresinden sınırlarına taciz ateşi açtığını iddia eden Türkiye, topçu ateşi ile YPG’nin mevzilerini bombalıyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “YPG Fırat’ın batısına, Efrin’in de doğusuna geçmeyecek” açıklaması ardından TSK, Efrin ve ve Azez yakınlarında bulunan YPG’nin mevzilerini obüslerle vurmaya devam ediyor. Bombardımanda 8 sivilin hayatını kaybettiği öğrenilirken çok sayıda kişinin yaralandığı açıklandı. mesi, Ankara’nın dillendirdiği güvenli bölge planını devreye soktuğu şeklinde yorumlanıyor. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Türkiye’nin Azez ve çevresini kapsayacak 10 kilometrelik bir güvenli hat oluşturmak istediğini, bölgede 9 mülteci kampının olduğunu ve Birleşmiş Milletler’in (BM) mülteciler konusunda kendilerine yardım etmesi gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin uçuşa yasak bölge ya da güvenli bölgenin oluşturulması konusunda Almanya’nın desteğini de almış gibi görünüyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel de uçuşa yasak bölgenin Suriye krizinin çözümünde faydalı olacağı görüşünde. Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru devam eden göç dalgasını değerlendiren uzmanlara göre mülteci sorunun AB’ye karşı Türkiye’nin elini güçlendiriyor. TSK’nın YPG mevzilerini bombalaması ve sınıra 15 bin asker yığması akıllarda “Türkiye Rojava’ya ve Suriye’ye girer mi?” sorusunu getiriyor. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, geçtiğimiz günlerde, “Türkiye kendiliğinden bir şey yapmaz ama ilave bir kazanım Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturursa, buna gerekli karşılığı veririz” diyerek, Suriye’ye askeri müdahale düşüncesinin olmadığını söylemişti. w S Mehmed Salih Batırhan Dibo: ABD ve Rusya, Türkiye’nin saldırılarına sessiz kalmaz BasHaber’e konuşan PYD’nin Diş İlişkiler Sözcüsü Sihanok Dibo, Ankara patlaması sonrası yeniden patlak veren Türkiye - ABD krizine ilişkin saldırının Türkiye’nin YPG’ye MANŞET BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 3 SÖYLEŞİ karşı kullanabileceği son hamle olduğunu değerlendirdi. Dibo, ABD ve Rusya’nın Türkiye’nin YPG’ye saldırılarına sessiz kalmayacaklarına inanıyor. Öte yandan Ankara’da meydana gelen ve TAK’ın üstlendiği bombalı saldırıya ilişkin açıklama yapan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, “Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘Ankara saldırısını YPG yaptı’ suçlaması gerçeklerden uzaktır. Davutoğlu, bu açıklama ile Suriye ve Rojava’ya yönelik saldırıya zemin hazırlamak istemektedir” diyerek suçlamaları redetti. Galip Dalay: YPG, IŞİD’e yönelecek SETA Vakfı araştırma uzmanlarından Galip Dalay, da Suriye’ye yapılması konuşulan kara harekatına ihtimal vermediğini, Suriye muhalefetinin silahlı kanadı ile çatışan YPG’nin yeni operasyonlarının hedefinde IŞİD olacağını söylüyor. Dalay, “Kara harekâtını olası görmüyorum. Rejime karşı bir kara harekâtı beklemiyorum, görebildiğim kadarıyla YPG’ye karşı bir kara harekâtını ön- celer. Ancak bu da ihtimal değildir; YPG’nin bundan sonra IŞİD’in yoğun olduğu alana saldıracağını düşünüyorum” değerlendiriyor. Türkiye’nin Suriye’deki plan ve stratejilerinin başarıya ulaşmadığını kaydeden Dalay Suriye’deki krizin yansımalarının ve Türkiye’nin iç politikasına da yansdığını savunarak şöyle devam ediyor: “Çözüm Süreci’nin sona ermesinin en öncelikle nedeni Suriye’deki gelişmeleridir. Türkiye ile PKK bu noktada farklı bakış açılarına sahipti. Türkiye ile Rojava arasında yeni bir denklem kurulursa bu, Türkiye’nin elini rahatlatacak bir işlev görür.” Türkiye’nin Suriye politikasının başarısızlıkla donuçlandığını açıklayan Dalay Türkiye’nin Suriye Kürdleri ile kuracağı ilişkinin Türkiye’yi rahatlacağını belirtiyor. Erol Katırcıoğlu: Türkiye, PYD’nin yanında yer almalı Gazeteci Erol Katıcıoğlu, da Türkiye’nin Suriye siyasetinde başarısız olduğunu söylüyor Türkiye’nin PYD’ye karşı tutumunu değiştirmesi gerektiğini ifade ediyor. Türkiye’nin aynı tecrübeyi KBY ile yağadığını hatırlatarak konuya ilişkin şunları ifade ediyor: “Hala bile en akıllı seçenek PYD’de birlikte olmak olmalıdır diye düşünüyorum. Sonuç olarak kardeş hukukundan bahsediyorsak, PYD’liler de Türkiye’deki Kürdlerin kardeşleridir. Biz nasıl ki Yunanistan ve Bulgaristan’dakiler için “Türk soydaşlarımız” diyorsak, Kürdler de bu topraklarda kardeşimiz olduğuna göre onlara da aynı şeyi söylemeliyiz. Benim anlamadığım şey, Kuzey Irak meselesinde bunu yaşadık. Mesud Barzani ve Celal Talabani hakkına neler söylenmedi ki bu ülkede. Ama şimdi tek müttefiklerimiz gibi görünüyor. Bu savaş çok abartılmış ve çok yolundan saptırılmış bir yola doğru yere gidiyor.” Maksim Alissa: Suriye haritası yeniden belirlenecek Suriye’nin geleceği, Rusya’nın yeni askeri hamlelerine ilişkin BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan Ortadoğu Uzmanı Maksim Alissa, Suriye’de yaşananları yeni bir soğuk savaş olarak değerlendiriyor. Bölge devletlerinin yanı sıra ABD ve Rusya’nın da Suriye’deki krizin bir parçası haline geldiğini söyleyen Alissa, Rusya’nın güçlü bir aktör olarak Suriye’deki stratejilerini gerçekleştirmek için ABD ile perde arkasında anlaştığını belirtiyor. Alissa, “Rusya’nın saldırıları genişleyerek büyüyor. ABD’de Rusya’ya yol veriyor. Suriye’de harita değişimine gidecekler” diyerek Suriye’deki krizin uluslararası bir boyut kazandığına dikkat çekiyor. Her yerde savaş Suriye rejim güçlerinin Lazkiye’den başlattıkları operasyonlarda muhalif grupları Akdeniz’den uzaklaştırarak Kensebba kasabasını da kontrol altına aldıkları öğrenildi. Türkiye sınırından sadece 7 kilometre uzaklıktaki kasabanın rejimin eline geçmesi ile beraber Kürd Dağı’nın da içinde olduğu Lazkiye kırsalının neredeyse tamamı rejimin kontrolüne geçti. Rejim güçlerinin şu anda Kensebba’ya 15 kilometre mesafede olan İdlib’in Cisr Şuxur bölgesine yöneldiği bildiriliyor. Rusya yeni askeri yığınak yapıyor Suriye’deki iç savaşın bir diğer önemli aktörü Rusya’da, sahadaki müttefikleri ile haraket etmeye devam ediyor. Türkiye’nin desteklediği grupları bombalayan Rusya’nın rejim güçleri ile beraber Rakka operasyonuna katılacağı konuşuluyor. Bu kapsamda Rusya’nın Rojava’nın Qamişlo kentinde bulunana havaalanına büyük miktarda askeri malzeme taşıdığı söyleniyor. Rus medyası da Türkiye’nin YPG’ye saldırılarını ‘hukuk dışı bir eylem’ şeklinde verirken, Rusya’nın BM’yi “YPG’ye saldırı” gündemi ile toplaması ve BMGK’deki tüm üyelerin Türkiye’ye saldırılarına son vermesi şeklinde tutum sergilemesi Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Tahran’dan Riyad’a tehdit Suriye’deki iç savaşın bir diğer aktörü olan İran, Kabil’den başlayarak Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana’ya kadar uzanan Şii Hilali havzasına hükmediyor. İran’ın resmi haber ajansı İRNA’ya göre Suriye Başbakanı Vail El Hakki ile görüşen İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri, Halep bölgesinin kuzeyinde Suriye Ordusu’nun ilerlemelerini tebrik etiğini söyleyerek Suriye hükümetine askeri ve siyasi destek vermeye devam edeceklerini belirtiyor. Ayrıca,Hizbullah Yürütme Kurulu Başkanı Seyyid Haşim Safiyuddin’in “Suudi Arabistan ve yandaşları geçmiş deneyimlerden ders almadılar, hala inat ve bozgunculukta ısrar ediyorlar. Onlar eğer bir avuç dolarla Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da ve diğer yerlerde durumu eskiye döndürebileceklerini sanıyorlarsa şunu bilsinler ki sadece kuruntu içerisindedirler. Süreç geri dönmeyecek” şeklinde konuştuğu belirtiliyor. 03 Suriye’deki dehşet dengesizliği BİLAL SAMBUR 17 Şubatta Ankara’da Genel Kurmay, Kuvvet Komutanlıkları ve meclisin olduğu bölgede bombalı araçla büyük bir saldırı gerçekleşti. Saldırıda 28 kişi hayatını kaybederken altmışın üstünde kişi yaralandı. Devletin merkezinin merkezi sayılan ordunun kalbine yapılan bu saldırı, büyük bir meydan okuma ve mesaj niteliğindedir. Suriye savaşı, sınır tanımadan hemen her yerde etkisini gösteren sonuçlar ortaya koymaktadır. Suriye savaşının temel özelliği, bu savaşın Suriye’de değil, sınırlar ötesinde yapılıyor oluşudur. Türkiye, Ortadoğu ve Suriye’de tek sorunun PYDYPG olduğu anlayışı üzerinden hareket etmektedir. Rojava’yı ve Suriye’yi PYD tehdidi algısına indirgemek büyük bir yanılgıdır. PYD tehdidi şeklindeki bir yanılsama üzerinden Suriye’yi, Rojava’yı ve Ortadoğu’yu okumak, politika değil, çıkmazdan ve kapandan başka bir şey üretmemektedir. Medyada, Kürd kapanı şeklinde bir kavram kullanılmaktadır. Suriye’de Kürd kapanı yoktur, Kürd ve Rojava olgusu vardır. Kürdler ve Rojava olgusunu realite olarak değil, tehdit olarak algılamak kapan yaratmaktadır. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı yanına alarak Suriye’ye bir kara harekatı yapılması için ABD ve müttefiklerini ikna etmeye çalışmaktadır. Avrupa, mülteci sorununun çözülmesinden başka bir şey düşünmemektedir. Amerika, Suriye’deki savaşa daha fazla ülkenin müdahil olmasına karşı çıkmakta, savaşı mevcut devlet ve örgütlerle sınırlamaya çalışmaktadır. 17 Şubat saldırısı, Türkiye’yi Suriye’de kara harekatı yapmaya zorlama girişimidir. Başka bir ifade ile Türkiye’nin Suriye’ye ve Rojava’ya kara harekatı yapması halinde Suriye’de savaşın sınırlanamayacağı ve kontrol edilemeyeceği hesaplanmaktadır. Suriye’de asıl istenen şey, savaş ve çatışmaların hiçbir şekilde kontrol edilememesi ve sınırlanamamasıdır. Suriye Demokratik Güçleri, Tel Rıfat ilçesini Nusra, Ahrar’üş Şam ve diğer örgütlerin elinden aldı. PYD, daha önce Menagh Havaalanı’nı Nusra Cephesinin işgalinden kurtarmıştı. Bunun üzerine Türkiye, günlerdir Obüs toplarıyla YPG ve Suriye Demokratik Güçleri’nin mevzilerine saldırmaktadır. Türkiye, Azez’in düşmesi halinde Suriye’nin geriye kalanıyla ilişkisinin kesileceğini, Kürd kantonları arasındaki birleşmeye engel olamayacağını ve Türkiye üzerinden Ceyş’ül İslam ve Ahrar’üş Şam gibi örgütlere yardım gidemeyeceğini bilmektedir. En son olarak Türkiye’den Azez’e beş yüzün üstünde savaşçının geçtiği haberleri gelmektedir. Şu anda Suriye savaşı, Azez savaşı haline gelmiş bulunmaktadır. Başka bir ifade ile Suriye’de bütün yollar şu anda Azez’e çıkmaktadır. Türkiye’nin kara harekatı yapıp Suriye ve Rojava’ya girmesini en çok DAİŞ istemektedir. Türkiye’nin Rojava’ya askeri müdahalesi, DAİŞ’in Kürdlere karşı yeniden güçlü bir şekilde savaş açması için imkan ve güç yaratacaktır. Ankara saldırısı, en çok DAİŞ’in işine yaramaktadır. PYD ve YPG’nin mevcut şartlar altında böyle bir saldırıyı gerçekleştirmek için hiçbir nedeni bulunmamaktadır. DAİŞ, Türk ordusunu Müslümanları katletmekle suçlayan yayınlar yapmaktadır. DAİŞ Terörizmi herkes için büyük tehdit olmaya devam etmektedir. Suriye’de hiçbir denge ve denklem oluşturulamıyor. Suriye bağlamında yapılan tartışmalar, daha çok kimin nereyi yöneteceği noktasına odaklanıyor. Oysa sorun kimin yöneteceği değildir. Sorun, Suriye dahil bölgenin geleceğinin dışarıda belirleniyor olmasıdır. Ortadoğu coğrafyasında her yer küçülürken, dışarıda sınırları belirleyen güçler büyümeye devam etmektedir. Suriye küçülürken Rusya büyümeye devam ediyor. Almanya büyürken Kürdistan bölgesinin bağımsızlık referandumuna karşı çıkabiliyor. Suriye savaşının dehşet dengesizlikleri, sadece Kürdistan ve Rojava’nın sınırlarını değil, varlıklarını da tehlikeye düşürebilecek tehditleri de içinde barındırmaktadır. MANŞET Referandum için kimse bize geri adım attıramaz Suriye‘de kontrol Suriye şu anda çözülme ve dağılma aşamasında bulunuyor. Bölgesel güçlerin hakim olduğu alanlar ve ayrıca uluslararası bombalayıcıların “kontrol“ ettiği küçük bir alanın dışında, artık hiç kimse kontrol edemiyor. Kesinlikle bir senaryo olduğunu söyleyemeyiz; ancak Suriye‘deki durumun temelden değiştirileceğini ve gelişmelerin kontrol altına alınabileceği inancı tamamıyla Batı’nın saplandığı bir ilizyondur. Soğuk savaş döneminden tanıdığımız gibi -sayısız çok katılımcı değişik güçlerin dışında- kesin olarak bu savaşın bir vekalet/temsili savaş olduğu nu biliyor. Bundan yola çıkarak bir dünya savaşı çıkacağı tehlikesine inanmıyorum. Bunun dışında sayısı belli olmayan bu kadar devletin, orduların katılımları çoktan beri bir dünya savaşının başladığı gibi bir görünüm de var! Kürdlerin Suriye’deki geleceği Batılı güçlerin Kürd meselesinin çö- B Süreçte Kürdlerin rolü ve Batı’nın tavrı Batı de fakto olarak mülteci krizinden dolayı, Kürdlerin durumunu Türkiye‘nin inisiyatifine bıraktı. Ancak siyasi olarak böyle değil! Türkiye ile siyasi alışverişin yapılması için şu anda mültecilere sadece “para“ olarak bakılıyor. Türkiye de ihtiyacına göre bu durumu akıllı bir şekilde kullanıyor, faydalanıyor. Kürdler, partiler üstü bir stratejiden mahrum oldukları için, komşu ülkelerde yaşayan Kürdlerin durumlarını da hesaba katarsak, Suriye‘deki Kürdlerin nasıl bir rol alacaklarına açık birşey söylenemez. Hangi siyasi planlara ortak oldukları, hangi Kürd opsiyonlarına sahip olduklarına dair fazla göze çarpmadılar. Tüm bu gelişmelerden sonra YPG‘nin askeri başarıları bizleri yanıltmasın. demokratik bir Kürdistan’ın aslında bütün bölgeyi rahatlatacağını ve şu an uğrunda yüzbinlerce insanın öldürğü ve öldürüldüğü savaşın tekrarının yaşanmamasına vesile olacağını söyledi. Mevcut devletlerin toprak bütünlüğünde ısrarın, bugüne kadar yaşanmış savaş, katliam ve enfallere zemin oluşturacağını ve mevcut sınırlarda ısrarın işlenmiş ve işlenmekte olan suçlara ortak olma anlamı taşıdığını vurgulayan Abdula, komşu ülkeleri bir yana bırakırsak bile, bu yüzden Almanya’nın ve ABD’nin tavırlarını anlamlandırmada zorluk yaşadığını söyledi. Buna rağmen KBY Başkanı Mesud Barzani’nin protesto amacıyla bu konuşmayı yapmadığı kanaatinde olmadığını dile getirerek şöyle konuştu: “Kanaatimce KBY Başkanı Sayın Mesud Barzani, zirvede konuşmaktansa birebir önemli görüşmeler gerçekleştirmeyi tercih etti. Zaten gerçekleştirdiği görüşmelerden de görüldüğü üzere orada birçok devlet başkanı ve önemli siyasi aktörlerle çok önemli görüşmeler gerçekleştirdi. Dolayısıyla rasyonel bir tavırdan dolayı Sayın Barzani’nin gerçekleştirmediği bu konuşmasından dolayı Almanya ile ilişkilerin zarar görmesine vesile olabilecek davranışlardan uzak durmak gerekir.“ “Mevcut sınırlarda ısrar suç ortaklığıdır” Bağımsızlık referandumu ve ardından gelmesini umduğu bağımsızlık ilanının sadece Almanya değil buna karşı duran diğer devletlerin de temel çelişkileri olduğunu söyleyen Uluslararası ilişkiler uzmanı Eski Irak Parlamentosu Kürd Listesi Üyesi Dr. Sirwan Abdula, Ortadoğu’da kurulacak Dr. Sirwan Abdula: İbadi’nin oyununa gelinmemeli Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin KBY’nin ihraç ettiği petrolün tamamını Bağdat’a vermesi durumunda memur maaşlarını göndereceklerini söylemesinin ardından Bakanlar Kurulu ve KBY yetkilileri İbadi’nin bu önerisini ucuz bir siyasi pazarlık olarak nitelendirerek, umut bağla- .o ur d ak iv Esad sonrası dönem Batı‘nın askeri müdahaleden sonra belirleyici bir siyasi planı olduğuna dair birşey görünmüyor. Rusya’nın derdi bölge değil, Ortadoğu‘nun “oyun meydanında“ oyun oynamak istiyor. Bu üzerinde tartışılan bütün Ortadoğu‘nun yeniden düzenlenmesi planları ve ayrıca bölgesel otonomileri mümkün kılabilecek federal alt yapıların oluşturulmasını da kapsıyor. Artık bardağın taştığını ve bu kadarının da fazla olacağını herkes biliyor. Haklar yeniden düzenlenecek ancak sadece Kürdler için değil, bu Filistinlileri de kapsayacaktır. ir taraftan KBY Başkanı Mesud Barzani’nin hükümete müdahale olarak okunabilecek köklü reform kararlarıyla ekonomik krize karşı önlemler sıkılaştırılırken, diğer taraftan ekonomik krizin giderilmesine de yardımcı olacak siyasi belirsizliğin giderilmesi için içte ittifak çalışmaları devam ediyor. 52. Münih Güvenlik Zirvesi’nde Almanya’nın referandumla ilgili olumsuz tavrı KBY’de tepkilere sebep oldu. Davetlisi olduğu zirvede Almanya’nın referandum konusundaki soğuk tavrına tepki olarak programdaki panele katılmayan KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Kürdistan halkının istemini referandumla dile getirmesiyle ilgili baskıları kabul etmeyeceklerini ifade ettiği belirtildi. KBY Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa konuyla ilgili yaptığı açıklamada Barzani’nin Münih’te birçok ülke yöneticisiyle gerçekleştirdiği görüşmelerinde KBY’nin referandum yapma hakkı olduğunu ve hiç kimsenin Kürdistan’ın geleceğinin belirlenmesi konusunda baskı kuramayacağını söylediğini bildirdi. Almanya’da ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, İngiltere Dışişleri Bakanı Filip Hamond, Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İtalya Dışişleri Bakanı Pawlo Centiloni, Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge İvanov, Irak Başbakanı Haydar Abadi, Ürdin Kralı Şah Abdullah, Lübnan Başbakanı Temam Selam, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri (UNCHR) Filippo Grandi ve daha birçok devlet yetkilisiyle görüşmeler gerçekleştiren KBY Başkanı Mesud Barzani’nin muhataplarıyla görüşmelerinde IŞİD’e karşı mücadelede Peşmerge Güçleri’ne ve savaştan dolayı yaşadığı ekonomik krizi gidermek için KBY’ye destek vermelerini ve bu yıl yapılması öngörülen bağımsızlık referandumu için Kürdistan halkının yanında olmalarını istediği belirtildi. rg Türkiye‘nin askeri müdahale olasılığı Türkiye bir başlangıcın alt kademesinde bile akılcı davranıyor, sınır ötesi askeri müdahalede aktif olmanın ne anlama geldiğini iyi anlamış. Eğer DAİŞ‘in bertaraf edilmesine, Batılı güçlerden uzak tutulmasını Türkiye başaramazsa çok büyük siyasi bir hata işlenmiş olacaktır. PKK‘ye karşı aşırı bir şekilde savaşmak ve DAİŞ’i bertaraf etmeye güya güç ve şartları yokmuş gibi göstermeye çalışmak şu veya bu şekilde uzun vadede Türkiye‘ye hiç kimse inanmayacaktır. rs Suriye’den haber akışı Suriye’de durum kaldırılamayacak ve hesaplanamayacak bir düzeyde. Çalışma şartları çok tehlikeli olduğu için uluslararası muhabirler çoktan Suriye‘yi terkettiler, çünkü hiçbir enformasyonun denetlenmesi mümkün değil. Bu da şu anlama geliyor: hangi taraftan yapılırsa yapılsın, kimin yaptığına bakılmadan artık propaganda yapma zamanı. Objektif habercilik zaten bir ilizyon, hele de savaşta ise. Aşırı derecede zaman ve çaba isteyen tarafsız haberciliği insan deneyebilir, ancak bir puzzle gibi eksik kalabilir. Hele hele hızlı internet çağında zaman-çaba-para çok nadir bulunur hale geldi. Propaganda buna teşekkür ediyor. zümünde hiçbir zaman ilgileri ve çıkarları olmamıştır. Bundan dolayı Kürdlerin akıbeti bölgesel güçlere bırakılmış, Kürdler birbirlerine karşı kullanılmış, kendileri de bu oyuna alet olmuşlardır ve olanak tanımışlardır. Parti çıkarlarının ötesinde bir Kürd stratejisi, hayallerden bahsetmiyorum, görünmüyor. Ortak bir Kürdistan‘a götürecek praktikte siyasi adımlarla aşamalı bir plan yok! .a R usya’nın Esad rejimini Rus-Türk İlişkiler Uzmanı Dr. lıp kapatılmaması, korumak üzere Suriye İkbal Dürre, Rusya-Türkiye ara- Rusya sadece söylem savaşına dahil olması, olarak değil ciddi bir sında savaş pozisyonuna geçilen biçimde sınırın kao ana dek tüm zamanların en tüm bu gelişmelerin kaynağında patılmasından yana. iyi düzeyinde olan TürkiyeTürkiye’nin Rojava Kürdleriyle Anlaşmaya en yakın Rusya ilişkilerini tamiri zor ilgili genel politikasının yattığı- oldukları nokta ise bir sürece soktu. Bölgenin en iyi ekonomi - turizm partna ve Kürdlerin güçlenip siyasi PYD ama iki ülkenin nerleri şimdi her an karşılıklı bir statü kazanmasına engel ortak paydaları önüfüzelerini ateşleyecek düzeyolma çabası olduğuna inanıyor. müzdeki dönemde de bir gerginliğe yuvarlanmış büyüyebilir. Şu an durumda. için nükleer savaş tehlikesi çıkarabilecek Türkiye müttefiki olmasına rağmen derecede çelişkiler derinleşmedi ve o Rusya-Gürcistan savaşında sessiz kalmış, aşamaya da gelmez diye düşünüyorum Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki politikaları- tam tersi nükleer silahların her iki tarafta na karşın Ukrayna’yı ve Kırım Tatarlarını da olması”nı ise birbirlerine karşı caydırıcı desteklediğini söylemiş ancak Rusya’ya bir faktör olarak görüyor. sert tek bir söz dahi etmemişti. Türk-Rus ticari ilişkilerinin tarihsel “Rusya ve ABD, YPG’yi etkin güç olarak olarak en iyi seviyelere ulaştığı günler kullanıyor” uçak düşürme olayı ile son bulmuştu. YPG’nin bir yandan ABD ile bir diğer Rusya’nın hemen bir karşılık vermemiş yandan da Rusya ile iyi ilişkiler kurmaolması içerideki endişeli bekleyişi derinsını ve Suriye’de aslında rakip olan iki leştirse de ardarda gelen Türk mallarını taraftan da yardım almasını değerlendiren protesto etmeler siyasi ve ekonomik Dürre, “YPG’yi sadece ABD ve Rusya değil köprülerin uzun bir süre daha onarılamaEsad Rejimi ve İran’da destekliyor, hatta yacağını göstermişti. Kobani’de Peşmerge’nin geçmesine izin Türkiye’nin IŞİD’in ortaya çıkışı ile vererek Türkiye bile yardım etmek zorunbirlikte Suriye siyasetinde vizyonunu kay- da kaldı. İlginç bir durum değil, herkesin bettiği, sürekli yenilgiler aldığı iç kamuoyardım etme nedeni belli. Asıl olan bu yunda tartışılsa da uluslararası güçlerin ne yardımların boyutları, nereye kadar yapacağı merak konusu. devam edeceği ve yardım eden tarafların Türkiye’nin Suriye politikalarını kobunu yaparken amaçlarının ne olduğu asıl nuştuğumuz Rus-Türk İlişkiler Uzmanı neden YPG’nin radikal İslamcı örgütlerleDr. İkbal Dürre, bütün bu gelişmelerin re karşı yürüttüğü savaş ise de her yardım kaynağında Türkiye’nin Rojava Kürdleeden tarafın artı bir amacının olduğunu riyle ilgili genel politikasının yattığını ve da düşünüyorum. Bunlar, Türkiye’nin hasSuriye’nin kuzeyinde Kürdlerin güçlenip sasiyetine karşı bir faktör olarak kullansiyasi bir statü kazanmasına engel olma maktan, süper güçlerin İslami teröre karsı çabası olduğunu ifade etti. mücadelede en etkin güçlerden birini tamamen kendi alanına almak, Suriye’de “Rusya sınırın kapatılmasından yana” tekrar kontrolü ele geçirmek için belli bir Rusya’ya karşı her açıdan daha zayıf aşamaya kadar kullanmak gibi bir dizi olan Türkiye’nin Moskova’ya karşı göstersebepler olarak sıralanabilir” diyor. diği cesareti sadece NATO üyesi olmakla açıklanmayacağına dikkat çeken Dürre, “Rusya, Esad üzerinden Türkiye ile “Türkiye için en önemli unsur güvendir. savaşa girer” Kürdlerin statü kazanmasını ise güvenTürkiye’nin tek başına Cerablus’a girelik tehdidi olarak algılamaktadır” diye meyeceğini ifade eden Dürre, “Türkiye, konuştu. ABD ve koalisyona rağmen buna kalkışaRusya ile ABD’nin düşman değil rakip maz bu pek mantıklı görülmüyor. Ama olduğunu hatırlatan Dürre, “Suriye de şu tabi ki elimizde bir Kıbrıs örneği var, o an için tam kontrollü bir süreç yok, ama zaman da ABD karşıydı. Velev ki girdi, Rusya’nın etkisi çok daha fazla. Merkezi Rusya ve İran PYD’ye desteğini artırır, hükümetin izniyle orada bulunmanın Rusya Esad’ın eliyle Türkiye’ye karşı praavantajını kullanıyor, ayrıca Türkiye taratikte bir savaşa” gireceğini ileri sürüyor. fından uçağının düşürülmesi de Rusya’nın Rusya’nın Suriye’nin geleceğinde Kürdbölgedeki askeri ağırlığını artırması için ler için ne düşündüğünü sorduğumuz önemli bir bahane oldu. Net bir ortak Dürre, Kürdlerin Suriye’nin geleceğinde senaryo yok, amaçlar farklı, en önemli siyasi olarak otonomi şeklinde yer alması fark Esad’ın geleceğine ilişkin. Diğer gerektiği Rusya’da değişik düzeylerde fark Türkiye sınırının tamamen kapatısürekli ifade edildiğini belirtiyor. Barzani Münih’te net tavır aldı: YPG‘nin askeri başarıları yanıltmasın Almanya 1. Kanal televizyonu muhabiri Thomas Morawski 1980-90 yılları arasında önce ARD‘nin Ortadoğu, sonraları ise Yugoslavya ve İsrail muhabirliğini yaptı. Sayısız kriz ve savaş bölgesinde bulunan Morawski 2009-2015 yılları arasında Viyana‘da ARD Güney-Doğu Avrupa temsilciliği görevlerini yürüttü. Tekrar merkeze dönen Morawski şu anda Münih’te genç gazetecileri eğitmek için ARD‘ye bağlı Medya Eğitim Akademisi‘nde eğitim veriyor. Ortadoğu’yu çok yakından tanıyan ve Suriye‘deki gelişmeleri yakından takip eden Morawski haber akışını, gazetecilerin çalışma koşullarını, Kürdlerin Suriye‘deki rollerini ve son gelişmeleri BasHaber’den Reşad Özkan’a değerlendirdi. HABER BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 5 SÖYLEŞİ ARD muhabiri Thomas Morawski: w Rusya, Esad üzerinden Türkiye ile savaşır 22 SÖYLEŞİ Şubat - 28 Şubat 42016 w Dr. İkbal Dürre: BasHaber w 04 KBY Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, KBY Başkanı Barzani’nin Münih’te birçok ülke yöneticisiyle gerçekleştirdiği görüşmelerde referandum yapma hakklarının olduğunu ve hiç kimsenin Kürdistan’ın geleceğinin belirlenmesi konusunda kendilerine baskı kuramayacağını söylediğini bildirdi. mamalarına rağmen bu öneriyi kabul ettiklerini belirttiler. Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin önerisiyle ilgili de BasHaber’e konuşan Uluslararası Llişkiler Uzmanı Eski Irak Parlamentosu’nun Kürd Listesi Üyesi Dr. Sirwan Abdula, İbadi’nin oyununa gelmemesi için Kürdistan Bölge Hükümeti’ne uyarılarda bulundu. Bağdat’ta görev yaptığı dönemde İbadi’nin Parlamento’nun Mali Komisyon Başkanı olduğunu ve yakinen tanıdığını, Başbakan olmadan önce KBY’nin bütçesinin azaltılması için Parlamento’ya sürekli önerilerde bulunduğu için defalarca İbadi’yle tartıştığını, Hükümet’in İbadi’nin önerisine uyup petrolü SOMO vasıtasıyla Bağdat’a vermesi durumunda İbadi’nin yine bütçeyi göndermeyeceğini söyledi. Hakim Serhan: Bağdat kendi hukukunu çiğniyor Konuyla ilgili BasHaber’e açıklamalarda bulunan Irak Parlamentosu Mali Komisyon Üyesi PDK’li Hakim Serhan Slêmaney, Bağdat’ın ‘para yok’ diye KBY bütçesi ve maaşları göndermemesinin doğru bir gerekçe olamayacağını, genel bütçenin giderleri karşılamada yetersiz kalmasına rağmen en azından elindeki paranın yüzde 17’sini gönderip Erbil’e ilişkilerini uzlaşıya müsait bir düzeyde tutabileceğini ve en önemlisinin de parayı göndermemesinin anayasa ihlali olduğunu söyledi. Parlamento Mali Komisyon Üyesi olmasından dolayı tüm gelişmelerden haberdar olduğunu dile getiren Slêmaney, Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin ‘Tüm petrolü Bağdat’a yollarsanız, biz de bütçe payını göndeririz’ açıklamasının Bağdat’ın pişmanlığının göstergesi olduğunu savundu. 05 Devlet-i âlinin emrettiği gibi olmak FERHAT KENTEL Daha baba Hafız El Esad zamanında, Suriye “terörist devlet” olarak tanınırdı. Hama’da yaptığı korkunç katliamın ötesinde, memleketin yarısını “Muhaberat” örgütünün elemanı yapan, muhaliflerini takibe alan, kontrolü altındaki çeşitli örgütler tarafından öldüren bir ülke oldu Suriye. Şimdi de rejimin tepesindekiler iktidarlarını korumak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Milyonlarca insanı öldürerek, gene milyonlarca insanı yersiz yurtsuz göç yollarına dökerek... Suriye üzerine Barbarlık Devleti adında bir kitap yazan ve Suriye’nin terörizmini açıkça dile getiren Fransız araştırmacı Michel Seurat, Suriye tarafından kontrol edilen İslami Cihad adlı bir örgüt tarafından Lübnan’da kaçırıldıktan sonra 1986 yılında öldürüldü. Yani Suriye yıllardır terörist... Türkiye komşularla “sıfır sorun” politikası güderken de Suriye teröristti. Öte yandan Putin de ellerine kan bulaşmış bir adamdı... Çeçenistan’ı yerle bir ederken ve orada yapılan katliamları yazmaya çalışan gazeteciler ve işine gelmeyen işadamları ortadan kaldırılırken acımasız bir diktatördü... 1864 soykırımında Çerkes kanlarıyla sulanan Soçi’de Kış Olimpiyatları düzenlenirken ve bizimkiler kendisiyle ahbaplık yaparken de aynı adamdı. Türkiye’ye kadar kolları uzanan, Rusya’nın Kafkasya politikasını eleştiren herkesi tehdit eden ve Putin’i “Allah tarafından gönderilmiş ve önünde herkesin eğilmesi gereken bir nimet” olarak gören kukla Kadirov’u Çeçenistan’ın başına yerleştiren de Putin’di... O zamanlar bizim buralarda ses seda çıkmadı. Grozni’nin yeniden ihyası için paracıklar gündeme gelince “Ağbi iş varsa yapalım!” hallerindeki kahraman akıncılarımız inşaatçılarımız vesilesiyle maddeleşen “milli çıkar” seferberliğimiz vardı o zaman... tabii ki... Bu arada Çeçenistan Fahri Konsolosu Medet Önlü Türkiye’de öldürtüldü ve üç yıldır dava sürünüyor... Medet Önlü’yü kim öldürttü acaba?Çeşitli dostluk gösterilerinden sonra, şimdi bir anda Türkiye bu dostlarda düşmanlarını keşfetti... Hatta artık onlarca başka düşmanımız var... Hikmetinden sual olunamayan devlet-i âlimiz, dün herkesin ne mal olduğunu bildiği, ama kendisinin dost bildiği ülkeleri bugün düşman ilan etti. Kendisi karar verdi; şimdiki düşman ülke Suriye’de kendine bir gelecek kurmaya çalışan Kürd örgütlerini terörist ilan etti ve bizim hep beraber onun “keşiflerine” uymamızı bekliyor. Düne kadar vatandaşlığı bile olmayan insanların varoluş mücadelesinde sürdürdüğü politikalara tahammül edemiyor. Düne kadar sınırların ötesinde vatandaşlığı olmayan bu insanların derdini dert edinmemiş bir devlet, bugün geleceklerini inşa eden insanların “Kürd oluşumu”nu dert ediniyor. Ezberler otomatiğe bağlanmış durumda... Ya devlet-i âlinin yaptığı tanımlara uyacaksınız, sonra o tanımlar 180 derece değiştiği zaman gene uyacaksınız ya da “hain”, “terörist” gibi sıfatların boynunuza asılmasını göze alacaksınız... Milli çıkarları kendi ezberlerine göre tanımlamış ve “başka çıkar tanımam” diyen bir gücün dediğine uyacaksınız yani...Bir zamanlar başka birilerinin “sözde vatandaş” dediğine benzer şekilde “sözde aydın” olmak istemiyorsanız, onun emrettiği gibi olacaksınız. Şimdi bir takım derin alçakların yaptığı Ankara bombalamasını “Kürd, PKK, YPG, PYD, ulusal, uluslararası” bir adrese yollayıp, bugüne uygun olarak inşa edilen politikaya inanmamız bekleniyor. Ama en azından aylardır Suriye sınırını aşmak için müttefikler bir türlü ikna edilememişken, şimdi içimizi rahatlatarak savaş yapmak ve “sınırlarımızın ötesinde bir Kürd oluşumuna izin vermemek” için somut bir gerekçe yakalanmış görünüyor. Oysa, sınırlarımızın Irak tarafında, bir zamanlar hiç duymak bile istemediğimiz “Kürd oluşumu” bugün neredeyse nasıl tek dostumuz olduysa, Suriye tarafında da başka bir “Kürd oluşumu”nun müstakbel bir dostumuz olmaması için hiçbir neden yoktu. Ve hâlâ yok... HABER ABD, Erbil’i Irak’la kalmaya zorlamaz sözlerle oyları kazanmayı hedefleseler de seçildikten sonra daha sorumluluk sahibi ve tedbirli olurlar Kürdlerin bu mezhep savaşında ABD’ye yakın bir pozisyonda oldukları çok açık. Diğer yandan Kürdistan’ın gaz ve petrol zenginliklerini Avrupa’ya ve Batı dünyasına taşıması İran ve Rusya’ya alternatif olabilir mi? ABD, Saddam Hüseyin’i devirip Irak’ın bütünlüğünü zayıflatarak ülkedeki Sünni otoriteyi yerinden etmesi sonucu hezeyan içindeki bir grup Sünni’nin IŞİD destekçisi olması babında IŞİD’den sorumlu. Bu ABD, IŞİD’i destekliyor anlamına gelmez. Hatta bunun tam tersi gerçek olandır. Kürdistan, Batı’ya petrol satabiliyor, ama Suudi Arabistan, İran ve Irak’ın dâhil olduğu diğerleri halen önemli petrol ihracatçısı ülkeler konumundalar. Kürdistan’ın yeteri kadar petrolü, ya da petrol ihraç etme imkânı olmadığından diğer büyük petrol ihracatçılarının yerini alması zor görülüyor. seçimlerde daha seçilebilir görülen Cumhuriyetçi adaylar, her ne kadar Donald Trump Cumhuriyetçi tabana diğer adaylardan daha cazip geldiği için Cumhuriyetçi adaylığı kazanacak gibi görülmesine rağmen. Cumhuriyetçilerin Ortadoğu takviminde ne var, Cumhuriyetçilerin Ortadoğu’daki öncelikleri ne olacak? Cumhuriyetçiler ABD’nin askeri gücünün tamamıyla Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı daha kavgacı bir tutumla sahaya inecekleri görüntüsünü veriyorlar. Hillary Clinton Cumhuriyetçilere göre müdahale konusunda daha az istekli olsa da, herhangi bir müdahale ya da ABD askeri gücünü kullanma konusunda tamamen isteksiz olan Bernie Sanders!a göre daha müdahaleci. Her halükarda, ABD Başkanı olacak Cumhuriyetçinin aday olduğu zamana göre Başkan seçilince daha temkinli olacaktır. Adaylar sert Barzani demeçlerinde “gerekirse ABD’ye rağmen devletimizi kuracağız” diyor, bu yaklaşımın ABD’deki karşılığı nedir? ABD Barzani’yi desteklemekte çünkü Barzani zor kullanarak değil, başarıyla güvenliği sağlaması ve barış yanlısı yönüyle bilinir ve bunu pek çok defa ispatlamıştır. Bu tam ABD’nin istediğidir. Başka birinin olması sorunlar yaratabilirdi. erkezi Erbil’de bulunan Kürdistan Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (IRDK) Ocak ayında Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkenti Erbil’de 850 denek üzerinden insanların yolsuzluk, siyasi ve ekonomik kriz ile KBY’nin gündeminde yer alan diğer konular hakkındaki tutumlarını ele alan bir alan araştırması gerçekleştirdi. Vatandaşların KBY Başkanı Mesud Barzani ve Peşmerge’ye güven duyduğu sonucunun ortaya çıktığı araştırmaya göre Erbil gibi bir yerde Goran Hareketi’nin krizlerin başat aktörü olarak tanınmlanması beklenirken, tersine vatandaşların krizlerin çözülememesinde adres olarak PDK’yi göstermesi, araştırmanın çarpıcı sonuçlarından bir tanesi. Erbil’le sınırlı olması en büyük eksikliği olarak ön plana çıkan araştırma sonuçlarına göre, Erbil halkının, sorunların temel sebebinin artık IŞİD değil ekonomik kriz ve bu krizi hala çözememiş olan siyasi partiler ve parlamento olduğuna kanaat getiriyor. Özerk bir enstitü olmakla birlikte hükümet desteğiyle, KBY’den dış ülkelere ve özellikle Avrupa’ya insan göçü, siyasi tutum ve yoksulluk gibi birçok alanda araştırmalar gerçekleştiren IRDK, bu anketinde siyasi krizlerin yanı sıra yolsuzluk konusuna da değinmiş. .o ur d Cumhuriyetçilerin Kürdlerin haklarına saygı duyacakları gibi bir beklentiniz var mı? Her iki parti de Irak’ta barış ve istikrar için birleşik kalmasını düşünür gibi görülüyor. Lakin her ikisi de KBY Irak’tan bağımsız olmak isterse herhangi bir baskıyla KBY’yi Irak’la beraber kalmaya zorlamazlar krizlere yaklaşımını ortaya çıkarma amacı olduğunu ve IŞİD’le savaşta olduğu gibi uluslararası toplumun KBY’deki ekonomik krizin çözümünde de yardım edeceğini düşünenlerin oranının yüzde 30 gibi düşük bir oran olduğunu söyledi. Giderilmesine Mustafa Turan rg Seçimin galibinin Demokrat Parti olması durumunda, DP Ortadoğu’da Obama Yönetiminden farklı politika izler mi? Clinton Ortadoğu’ya Obama’ya oranla daha müdahaleci olacaktır, bununla birlikte Sanders Obama’ya göre daha az müdahaleci olacaktır. ak ABD’de seçmen eğilimi hangi yöndedir. İbreler kimden yana. ABD’deki geleneksel iki dönem kuralı işleyecek mi? Yani Cumhuriyetçilerin başa gelmesi söz konusu mudur? Cumhuriyetçilerin adayı kesinleşti mi? ABD Başkanlık Seçimlerini kimin kazanacağı konusunda bir öngörüde bulunmak için henüz çok erken. Buna rağmen, Donald Trump halen en güçlü Cumhuriyetçi aday olmaya devam ediyor. Diğer bir nebze şansı olan Cumhuriyetçi adaylar Ted Cruz, John Kasich, Marco Rubio ve belki halen Jeb Bush’u içeriyor. Elbette bir Cumhuriyetçi aday ABD Başkanlığını kazanabilir, ama tüm seçim dinamiklerini hesaplandığında ibre muhtemelen bir Demokrat adayın kazanacağı yönde daha güçlü gösteriyor. En güçlü konumdaki Demokrat aday Hillary Clinton, ama Bernie Sanders şu ana kadar kendisine yakın takipte kalarak rekabeti zorluyor. Her ne kadar Sanders Demokrat adaylığını kazanabilecek olsa da, Başkanlık seçimini kazanmak Sanders için çok zor olur, çünkü kendisi çok solcu. Diğer taraftan, Cumhuriyetçi adaylığı kazanması halinde Başkanlığı kazanmak Cruz için de çok zor olur, çünkü kendisi çok sağcı. Trump ve Clinton farklı partilerden olmalarına rağmen daha geniş insan kitlelerine hitap ediyorlar. Fakat Trump pek çokları tarafından aşırı sağcı ve barış için tehlikeli görüldüğü için ABD Başkanlığını kazanması çok daha zor olur. Kasich, Rubio ve Bush, genel M iv KBY Başkanı Mesud Barzani’nin referandumun ABD seçimlerinden önce yapılması için talimat verdiği biliniyor. ABD Başkanının kim olacağının Kürdistan’ın iç siyasetini bu kadar ilgilendirmesinin sebebi nedir? Kürdistan’ın bağımsızlık referandumunun ABD Başkanlık seçimlerinden önce yapılması aslında yeni seçilecek ABD Başkanı’na bir emrivaki olmakla beraber, ona bir eylemin sonucunu göstererek herhangi bir erteleme, ya da itirazı boşa çıkartmayı amaçlamaktadır. ABD’nin, dünyadaki en önemli ülke olma özelliğini elinde tuttuğunu savunan Michael Gunter, bu nedenle ABD’de 8 Kasım 2016’da yapılacak Başkanlık seçimlerinin tüm dünya için önem taşıdığını söyledi. Kürd- ABD ilişikileri hakkında konuşan Tennessee Teknoloji Üniversitesi Siyasal Bilgiler Profesörü Michael Gunter, “ABD Barzani’yi destekliyor çünkü Barzani zor kullanarak değil, başarıyla güvenliği sağlaması ve barış yanlısı yönüyle bilinir ve bunu pek çok defa ispatlamıştır. Bu tam ABD’nin istediğidir” dedi. Prof. Gunter BasHaber’in sorularını yanıtladı. 07 Halk Peşmerge ve Barzani’ye güveniyor rs İsa Bakurî .a Türkiye 2. Ankara katliamıyla sarsılmaya devam ediyor. Beş ay içinde benzer beş büyük terör saldırısının gerçekleşmiş olması Türkiye’nin Ortadoğu politikalarının bir sonucu olduğu çok açık. Son dönemde hızla terör saldırılarının hedef ülkelerinden birinin Türkiye olmasını salt bölgedeki jeopolitik konumuzla izah etmek nafile bir çabadır. Türkiye kendi kendini hedef ülke haline getirdi. Küresel güçler Türkiye’nin bu durumundan çok yönlü yararlanmak için çaba sarf ediyorlar. Her bir küresel güç kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’ye ayar vermeye çalışıyor. Türkiye, Ortadoğu’da Sünni mezhebi eksen ve merkeze alan oyun kuruculuğuna soyundu. Irak işgalinde ABD’nin Irak’ta yapmak istediğine benzer bir şeyi Ortadoğu’da gerçekleştirmek üzerine Arap baharı sonrasında “şahlandı”. ABD’nin Irak savaşında Saddam’ı devirmeyi başarmış olmasına rağmen büyük bir başarısızlık yaşamasından doğru dersler çıkarmadı. Aksine Cumhurbaşkanı kısa bir süre önce 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de zamanında çıkaramamış olmasını bölge politikası açısından büyük bir engel oluşturduğunu açıkladı. Bu yanlış politik eksen esas olarak iki yanlış üzerine oturuyor. Birincisi 2010 referandumu sonrası AK Parti’nin içine sürüklendiği güç zehirlenmesine yol açan benim “milli otoriterleşme” diye tanımladığım yönelime girmesi ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendiren dinamikleri yanlış okumasıdır. Kendini “Arap Baharı”nın estirdiği rüzgârın cazibesine fazla kaptırdı. Ortadoğu’da Türkiye ve Şii devletlerin oluşturduğu yay biçimdeki çemberle ve Kürd uyanışının yarattığı sosyal, siyasal dinamizmin arasına sıkışmış Sünni otoriter hegomonik yapılanmada ısrarcı olmaya devam ediyor. Bölge gerçekliğiyle uyumlu olmayan ve bölge sosyolojini kavramaktan uzak bu yaklaşım küresel güçlerin yönelimleriyle çeliştiği gibi zaman zaman sert çatışmalara yol açıyor. Bu, terör saldırılarının hedef ülkesi olmaya elverişli zemin hazırlıyor. 2. Ankara katliamı bu anlamda tek bir aktörün ve oyun kurucunun planı olarak aynı zamanda düşünmek bugüne kadar olup biteni kavramamaktır. Bu saldırının Türkiye’yi Suriye savaşının doğrudan parçası olmaya sürükleyerek, Sünni eksenli politikasının açmazının pazara çıkarmasını arzulayanların dâhil olduğu bir terör saldırısı olma olasılığı yüksek. Türk devleti bir kez daha Kürd kartıyla vuruldu. AK Parti hükümeti bunun çok rahat ve kolay alıcısı oldu. Adrese teslim katliamdan Kürd düşmanlığı heybesini doldurmaya çalışıyor. Türkiye felakete kulaç atıyor. Türkiye PYD-YPG’yi yakın menziline aldı. Suriye savaşında PYD-YPG güçleri Türkiye’nin hedefine oturtuldu. Türkiye’nin bu savaşta stratejik müttefikleriyle yolları ayrılmış gözüküyor. Türkiye’nin Kürd korkusu içerde ve dışarıda Kürdleri sınırlandırma politikası biçiminde somutlaşıyor. En kötüsünden olası Rojava sınırında insansız bölge oluşturma savaşı yürütülüyor. 21. Yüzyılda Ortadoğu’nun biçimlenmesinde önemli bir dinamizme ve siyasal pozisyona sahip olan Kürdleri sınırlama veya ötekileştirme siyaseti her alanda çoğulculuktan uzak yaklaşımın bir türevidir. Türkiye bu yaklaşımın bir sonucu olarak çözüm sürecini akamete uğrattı. 21. Yüzyılın eşiğinde büyük bir yanlışa imza atıldı. Çözüm Süreci’nin başarıyla taçlandırılması doğrultusunda atılacak radikal adımlar yeni Ortadoğu’da Türk- Kürd güçlü ittifakının demokratik bir muhteva kazanmasıyla çoğulcu bir toplum yapısının temeli atılmış olacaktı. Bu fırsat kaçtı. Kolay kolay yeniden aynı fırsat doğmaz. Türkiye tam gaz aksi bir istikamette ilerliyor. Bu ilerleyişi sorasın da neyle karşılaşacağımızı bilemez hale geldik. En kötüsü de bu gidişat ısrar etmek derinde biriken Kürd karşıtlığının iç savaşa dönüşme potansiyelini de büyütmesidir. Bunun bütün Ortadoğu çapında yaşanması da ihtimal dâhilinde olan bir konudur. HABER 22 Şubat - 28 Şubat 2016 IRDK Anketi: Hükümet ve parlamentoya güven yok Doç. Dr. Michael M. Gunter: w HAKAN TAHMAZ BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 w Felakete kulaç atılıyor BasHaber w 06 Sorunların kaynağı: Yolsuzluk Araştırma hakkında BasHaber’e bilgi veren Selahadin Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Dr. Murad Hekim, Erbil’deki bu araştırmada deneklerin yüzde 87’sinin yolsuzluğu Kürdistan Bölgesi’nin çözülemeyen en büyük ve en uzun süre ömürlü sorunu olarak gördüğünü, hem hükümetin, hem de parlamentonun bu konuda pasif kalarak mevcut ekonomik krizin daha derin bir hal almasına sebeb olduklarının belirtti. Geçmişten beri insanların parlamentoya güvenlerinin az olduğunu, ama yeni kurulduğunda hükümetin güven verdiğini dile getiren Hekim, özellikle ekonomik ve siyasi krizleri çözmede başarısızlığının hükümete olan güveni de bitirdiğini söyledi. Parti medyacılığının yaygın olduğu KBY’de, medyanın bu yapısından dolayı halkın asıl gündemini es geçtiği veya kendi hizbi bakış açısıyla yansıttığı için halkın medyaya da güveninin kalmadığını belirten Hekim bu durumun sonucu olarak halkın asıl gündeminin üzeri örtüldüğünü ve çoğu zaman halkın ilgisini çekmeyen meselelerin kamuoyuna servis edildiğini söyledi. Dr. Murad Hekim, yüzde 75 oranla insanların siyasi elitlerin ve yöneticilerin sorunları çözmeye gayret etmediklerini ve yolsuzluk düzeninin varlığından dolayı bunu çözebileceklerine inanmadığını söyledi. KBY’deki siyasi ve ekonomik krizi giderme hamleleri gündemi meşgul ededursun, Erbil’de yapılan araştırma halkın gündeminin farklı olduğunu göstermekte. Ankete göre Peşmerge’nin yanı sıra halkın KBY Başkanı Mesud Barzani’ye güveninin tam olduğu ortaya çıkarken, krizleri çözemeyen hükümetin temel birleşeni olmasından dolayı halkın özellikle PDK’ye kırgın olduğu vurgulanıyor. Peşmerge ve Barzani’ye tam güven; Hükümet başarısız Erbil halkının IŞİD’i büyük bir tehdit ve sorunlar için temel unsur olarak görmesine rağmen Peşmerge’nin artık KBY’yi rahatlıkla savunabilecek bir kabiliyete kavuştuğundan dolayı IŞİD’in en önemli sorun olmaktan çıktığını dolayısıyla deneklerin yüzde 60’ının IŞİD’i sadece sorunu ağırlaştıran bir etken olarak gördüğünü açıklayan Dr. Murad Hekim şöyle konuştu: “Halkın Peşmerge’ye inancı tamdır ve halk, artık IŞİD’in mevcut sorunlar için merkez olmaktan çıktığına inanıyor. Ama Peşmerge’ye beslediği bu güven duygusunu hükümet ve parlamento için de beslediğini söyleyemeyiz. Yolsuzlukla mücadele ve ekonomik krize çözüm konusunda hükümetin çok pasif kaldığını ve böyle devam etmesi halinde hükümetin çok yıpranıp güçsüz kalacağını düşünüyor.” ‘PDK suçlanıyor’ Peşmerge’nin yanı sıra halkın KBY Başkanı Mesud Barzani’ye güveninin de tam olduğunu belirten Hekim, ayrıca hükümetin temel birleşeni olmasından dolayı halkın özellikle PDK’ye kırgın olduğunu vurguladı ve şöyle sürdürdü: “Halk, PDK’nin kendisiyle birlikte hükümeti oluşturan diğer 4 siyasi partiyle de sorunlar yaşaması, hükümet içindeki rolünün büyüklüğünden dolayı hükümetin yürütmüş olduğu politikalarda mesuliyetinin büyük olmasıduğunu düşünmesi ve bundan dolayı Bağdat’la ilişkilerde krizin büyümesinden sorumlu olarak gördüğü PDK’yi Goran Hareketi’nden daha fazla suçluyor.” “Kürdler ‚Iraklıyız’ demekten utanıyor” Araştırmada KBY’nin Bağdat’la ilişkileriyle ilgili de bir soru olduğunu anımsatan Hekim, KBY’de 30 yaş ve sonrası yeni nesillerin yarısından fazlasının artık Arapça’yı bilmediğini, halkın artık ‚Iraklıyız’ demekten utanır hale geldiğini ve dolayısıyla kendisini Irak’ın bir parçası olarak görmediğini, ama buna rağmen yüzde 55 oranındaki cevaplarda hükümetin ekonomik krizi giderene kadar Bağdat’la ilişkilerini olumlu yönde yürütmesi gerekliliği sonucunun ortaya çıktığını söyledi. Referandumu araştırma kapsamının dışında tuttuklarını belirten Hekim, bunun sebebinin halkın ekonomik ve siyasi “Genel tutum için sadece Erbil yetersiz” Araştırmalarını Erbil dışındaki Süleymaniye, Duhok, Kerkük ve Halepçe gibi büyük kentlerde de yapabilmeleri durumunda sonuçlarının farklı olma olasılığının yüksek olduğunu ve bunu gerçekleştirememelerinin araştırmanın en büyük eksikliği olduğunu vurgulayan Dr. Murad Hekim, Erbil’in KBY’nin en büyük kenti ve Başkenti olmasından dolayı ve imkanlarının bu kadarına yetmesinden dolayı araştırmalarını Erbil’le sınırlı tuttuklarını söyledi. Bu araştırmalarının dışında IRDK özellikle 2015 yazından itibaren büyük bir artış gösteren KBY vatandaşlarının yurtdışına ve özellikle Avrupa’ya göçü ile sağlık ve eğitim sistemindeki aksaklıkların tespiti amacıyla da araştırmalar yaptıklarını belirten Hekim, imkanlar elverdiğince yoksulluk, gelir dağılımı adaleti gibi değişik konularda daha kapsamlı araştırmalar yapmaya devam edeceklerini söyledi. IRDK’nin hükümet destekli ama özerk bir enstitü olduğunu, hükümet destekli olmakla birlikte araştırma neticesinde en çok eleştirilenin tarafın hükümet olmasına rağmen, tereddüt etmeden sonuçlarını yayınladıklarını ve bunun meselelere ne kadar ciddi ve nesnel yaklaştıklarının net göstergesi olduğunu vurgulayan Hekim şöyle bitirdi: “Temel amacımız üzerinde araştırma yaptığımız konuların fotoğrafını çekip bu fotoğrafı ilgili ve yetkili mercilere gösterip bu mercilerin ortaya çıkan fotoğrafa göre sorunlara çözüm üretmelerini teşvik etmektir. Bazı siyasi partilerin bizim araştırmamızın sonuçları üzerinde ciddiyetle durduklarını ve buna göre yeni projeler gerçekleştirmeye çalıştıkları bilgisini de alıyoruz.” 08 SÖYLEŞİ BasHaber 22 SÖYLEŞİ Şubat - 28 Şubat 82016 SÖYLEŞİ BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 9 SÖYLEŞİ Henri J. Barkey: Türkiye’nin Suriye’ye kara harekatı mümkün değil Suriye’nin çok ciddi bir bölgesel savaşın tuzağında olduğu iddia ediliyor katılıyor musunuz? Suriye’deki iç savaş seyrine devam ediyor; dolayısıyla şimdiye kadar büyük bir savaş çıkmadı. Bir savaşın iki tarafı vardır, ama şu anda bir tek Rusya ve Suriye’yi görüyoruz. Başka da bir taraf yok. Türkiye, ABD ve Suudi Arabistan’dan bahsediliyor, ama onlar bugüne kadar bu savaşa katılmadı. Oralarda yerel güçler var; El Nusra, Özgür Suriye Ordusu ve PYD var, bunların da dışarıdan yardım almaları çok zor. Dolayısıyla ben büyük bir savaş tehlikesi görmüyorum. Rusya ile ABD arasında Suriye’nin geleceği için bir uzlaşı var mı? Her şey bir senaryo dahilinde mi gelişiyor? Birincisi, Suriye ile ilgili görüş ayrılıkları var. İkincisi böyle durumlarda şöyle bir anlaşma var: İnsani yardım getirebilmek için Sahada birçok güç var. Sizce kontrol kimin elinde? Kontrol kimsenin elinde değil. Suriye ordusu Halep’i kuşatma altına almış şu anda. Avantaj Suriye Ordusu, İran ve Ruslarda ama bu güçlerin Şam, Halep ekseninin doğusunda bir güçleri yok; dolayısıyla bence onlar eğer Halep-Şam çizgisini ve onun batısındaki yöreleri tamamıyla kontrol altına alabilirlerse daha büyük bir kontrol sağlayabilirler. Daha fazlasını elde edebileceklerini zannetmiyorum. 4 yıllık savaşta Suriye Ordusu yeterince yıprandı. Hizbullah olsun, İran milisleri olsun Suriye’den yardım alıyor. Suriye Ordusu’nun Şam-Halep’in doğusunda savaşacaklarını zannetmiyorum. Bazı yerlerde rejimin avantajı var ama başka YPG bir yandan ABD ile, bir yandan Rusya ile iyi ilişkiler kuruyor. Suriye’de rakip olan iki taraftan da yardım alıyor. Bunu ilginç buluyor musunuz? ABD ve Rusya’nın eş zamanlı yaptığı benzer bir örnek var mı? Sizce YPG’nin hangi pozisyonu buna imkân veriyor? Rusya daha çok politik bir yardımda bulunuyor. PYD ve YPG’nin politik olarak arkasını kollamaya çalışıyor ama asıl yardım ABD’den geldi. Bölgede bir Rus-Amerikan çekişmesi var. Yani bir yerde Rusya PYD’nin ABD’nin tarafına geçmesini istemiyor. PYD ise Türkiye ve ABD arasındaki itilafı arttırmaya çalışıyor. Bence Rusya’nın politikası daha çok durumdan faydalanmaya çalışan bir politikadır. Rusya’nın uzun vadede PYD’ye destek vereceğini düşünmüyorum. Çünkü Esad Rejimiyle PYD arasında ciddi farklılıklar var. Esad-İran ve Rusya güçlerinin PYD’ye izin vereceklerini düşünmüyorum. Rusya şu an herkesin kafasını karıştırmaya çalışıyor. Ben de PYD’nin yerinde olsam verilen tüm destekleri alırım. PYD’de de kendi durumunu güçlendirmeye çalışıyor. PYD’nin çok fazla destekçisi olmadığı için herkes bir ABD’nin Suriye’nin geleceğinde Kürdler için düşündüğü bir rol var mı? Yoksa ‘önce IŞİD’i temizleyelim,sonra bakarız mı‘ diyor ABD? Amerika’nın şu anda hiçbir planı yok, asıl sorun burada ortaya çıkıyor. Ama Rusya’nın bir planı var. Esad’ı koruyor ve rejimin devam etmesini istiyor. Orada somut bir tanım var. Rusya’nın çok belirgin bir amacı .o rg ABD ile Türkiye’nin Suriye politikasında temel ayrılık noktaları var mı? İkisi de Suriye’ye aynı mı bakıyor? Türkiye için en önemli şey Esad’ın devrilmesi ve PYD’nin orada amaçlarına ulaşamaması. Bunlar en önemli iki amaçtır. ABD için en önemli amaç ise IŞİD’in ortadan kaldırılması ve Suriye’de yeni barışçıl bir rejimin ortaya çıkmasıdır. Bu nasıl olacak bunu bilmiyorlar ama. İlk önce Esad’ın devrilmesinden bahsediyorlardı, ABD’nin şu an tek temel amacı IŞİD’in alaşağı edilmesi. Türkiye için IŞİD’in ortadan kalkması değil, en büyük amaç PYD’yi mağlup etmek, Esad’ı devirmek. Dolayısıyla amaçları birbirleriyle aynı değil. ur d ak iv En son Cenevre görüşmelerine katılması konusunda o desteği esirgedi. Bu anlamda PYD, ABD için IŞİD’e karşı dönemsel bir müttefik mi? ABD açısından PYD, IŞİD’e karşı kullanılacak bir araç. Ama bir yerde de IŞİD’ten kurtulmak mümkün olursa, PYD, ABD’den Suriye’deki Kürd haklarının verilmesi için destek isteyecektir. ABD bir süre kendisini mecbur hissedecektir; dolayısıyla savaşın sonunda orada kalacak güç ABD değil, PYD olacaktır. PYD’nin düşündüğü bunun ileride politik bir yardıma dönüşeceğidir. Suriye’nin bir daha tanzim edilmesi zamanı geldiğinde PYDde talepte bulunacak. Eski Suriye bir daha olmayacak, benim gördüğüm kadarıyla küçük bir federasyon ortaya çıkacak. rs Bir senaryodan bahsedebilir miyiz? Yoksa kontrolsüz gelişen olayları mı izliyoruz. Yoksa her an bir yerde nükleer füze ateşlenebilir mi? Hayır. Senaryo olursa insanlar nereye gideceğini bilir, ama biz şuanda durumun nereye varacağını bilmiyoruz. Dolayısıyla bir senaryo meselesi ortada yok. Kaç ülkede ayaklanma çıktı, devrim hareketleri oldu ama Rusya, bölgedeki ayaklanmaları çok kötü gördü. Burada bahsettiğim Gürcistan gibi yerlerde ‘renkli devrimler’ oldu. Rusya onlara çok sert çıktı, aynı hatayı Suriye’de yapmak istemiyor. Ruslarla konuştuğumuz zaman Rusların ABD’nin Suriye’de rejim değişikliğine izin vermeyeceklerini söylüyorlar. ABD’nin de böyle bir niyeti yok. Üstelik ABD’nin Arap Baharı’nda bile böyle bir rolü olmadı. Senaryo söz konusu değil. Türkiye’de herkes her şeyin arkasında CIA olduğunu zannediyor ama böyle bir şey yok. şekilde durumdan yararlanmaya çalışacaktır. PYD ve Rusya asla aynı çizgide olamaz. .a yerlerde rejimin sözü geçmiyor. w Suriye’de yakın gelecekte neler olacak? Suudiler İncirliğe uçak yığıyor, kara operasyonu hazırlıkları var. Türkiye Rojava’ya müdahale tehdidinde bulunuyor. İki ülke de ABD’nin yakın müttefiki. İran, bu ülkeleri Suriye’den uzak durmaları için tehdit ediyor. Rusya, Türkiye’den uçağının intikamını alma peşinde. Kimilerinin dediği gibi Suriye ciddi bir bölgesel savaşın tuzağında mı? Suriye’nin ne olacağını şimdiden görmek bence çok zordur. Bir kere kara operasyonu çok zor, kolay kolay yapılacak bir şey değil. Bu ekonomik olarak da çok mümkün değil. Bu, son derece ağır zayiat verme anlamına da gelir. Kara operasyonunun amacı nedir? Türkiye kara operasyonunu kendi başına mı yapacak? Kime karşı yapacak? Suudiler de kara operasyonu yapacak durumda değil. Suudi Arabistan Yemen’de sonuçsuz bir savaşın içerisinde. Bence kara kuvvetleri yollamak çok uzun bir vakit alır. İskenderun’a gemi ile geldiler diyelim ki; ulu orta tankları topları mı taşıyacaklar. Nasıl olacak bu? Görünürde hiçbir şey yok. bölgesel ateşkeslerin düzenlenmesi üzerinde görüşler aynı olabilir. Daha doğrusu uluslararası baskıyla sivillere yönelik yapılan büyük tahribattan dolayı Rusya biraz kendisini mecbur hissediyor ateşkesler konusunda. Yine de bu Suriye’nin geleceği üzerinde bir anlaşma demek değildir. ABD, İran politikasının genişletmesinden bahsediliyor. Bunu IŞİD üzerinden endeksledi. Kısa vadede Esad’ın Şam’da kalmasına göz yumulacak mı bu da belli değil. Esad’a karşı yapılacak şeyler çok kısıtlı. Kendi askerlerini gönderemeyeceğine göre, orada Özgür Suriye Ordusu gibi örgütlere yardım ediliyor, ama onun da ne kadar zayıf olduğunu gördük. ABD, “oradaki savaşa karşı bir şey yapamıyoruz, en azından IŞİD’e karşı bir şey yapalım” düşüncesiyle IŞİD üzerine endekslendi. Bunu düşündüğümüzde PYD’nin önemi ortaya çıkıyor. IŞİD’e karşı doğru dürüst savaşan bir tek PYD var. PYD ve bazı Süni güçler yardımıyla IŞİD’e karşı mücadele veriliyor. Bunu yaparken aynı zamanda Esad ile savaşmak imkânsız hale geliyor. Dolayısıyla ABD, “illa Esad’ın gitmesi lazım” fikrini rafa kaldırdı. İlk yapmak istediği bu değil. ABD biraz da koşullara bakıyor, ‘IŞİD’den kurtulalım, sonrasını sonra düşünelim’ mealinden her şeyi geleceğe bırakıyor. Rusya için Esad rejiminin kalması daha önemlidir. Bu, onlar için en büyük bir amaçtır. Rusya ile ABD arasında bir anlaşma olduğunu görmüyorum. w Yeter Polat var; ama ABD için durum bunun tam tersidir. ABD’nin orada belirgin bir amacı söz konusu değil, ne yapacağını bilemiyoruz. ABD orada Suriye’de tamamen tarafsız davranmaya çalışıyor ve tek istediği şey bir an önce IŞİD’den kurtulmak tek amacı. Amerika’nın bir plana ihtiyacı olduğunu daha öncede söyledim. rinin PYD’ye izin vereceklerini düşünmüyorum. Rusya şu an herkesin kafasını karıştırmaya çalışıyor. Ben de PYD’nin yerinde olsam verilen tüm destekleri alırdım. PYD’de de kendi durumunu güçlendirmeye çalışıyor. PYD’nin çok fazla destekçisi olmadığı için herkes bir şekilde durumdan yararlanmaya çalışıyor. PYD ve Rusya asla aynı çizgide olamaz” diyor. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Barkey, ABD’deki Cumhuriyetçi adaylara “ileride Kürdler bağımsızlık mı, özerklik mi ilan etsin diye sorsanız hiçbir fikir beyan edemezler, şu an Cumhuriyetçilerden ciddi bir politika üretmelerini beklemenin gerçekçi olmadığını“ söylüyor. w CIA’nin üst düzey yöneticilerinden Graham Füller ile birlikte yazdığı Türkiye’nin Kürd Sorunu (Turkey’s Kurdish Question) adlı kitapla dikkat çeken Henri Barkey, Türkiye’nin Suriye’de olası bir kara harekatının mümkün görünmediğine dikkat çekerek, Suriye’nin iddia edildiği gibi ciddi bir bölgesel savaşın tuzağında olmadığını savunuyor. Washington’daki düşünce kuruluşu Woodrow Wilson Merkezi’nin Ortadoğu Program Direktörü Henri Barkey, Rusya’nın uzun vadede PYD’ye destek vermeyeceğini ileri sürdü. Esad rejimiyle PYD arasında ciddi farklılıkların olduğunu ileri süren Barkey, “Esad-İran ve Rusya güçle- Türkiye, YPG’ye karşı Suriye’nin Cerablus bölgesine girer, Ruslarla ya da Suriye ordusuyla karşı karşıya gelirse ABD ve NATO buna nasıl bir tepki verir? ABD, Türkiye’nin oraya girmesini istemeyecektir. Türkiye’nin de böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. Burada çok büyük bir kriz çıkabilir. Türkiye, kendi sınırları içerisinden top atışıyla YPG’ye saldırıyor. Niye kendi sınırlarından uçaklarla saldırmıyor? Çünkü korkuyor. Rusya’nın kendi uçaklarını düşürmesinden kor- kuyor. ABD gibi bir ülkenin desteğiyle oraya operasyon yapması söz konusu değil. Bu tamamen bir krize yol açar ve Türkiye bunu çok iyi biliyor ve yapmayacak. Türkiye bunu istemiş olsaydı kendi hava kuvvetlerini kullanabilirdi, kullanmıyor. borcu daha çok olacaktır. İleride Kürdler bağımsızlık mı, özerklik mi ilan etsin diye sorsanız Cumhuriyetçilerin bu konuda hiçbir fikri yok. Şu an Cumhuriyetçilerden ciddi bir politika üretmelerini beklemek bence gerçekçi görünmüyor. Son zamanlarda ABD’nin, IŞİD sonrası Kürdleri yüzüstü bırakabileceği endişesi belirdi. ABD, KBY’de Kürdlere doğrudan silah vermiyor, Bağdat üzerinden ilişki kuruyor. Rojava’ya da sadece mühimmat veriyor. Kürdlerin bağımsızlık referandumu tavrında da biraz soğuk davranıyor gibi görünüyor. Sizce zamanı geldiğinde ABD, geçmişte yaşandığı gibi Kürdleri Bağdat, Tahran, Şam ve Ankara’nın insafına bırakır mı? Bölgede yaşanan gelişmelerden dolayı ABD, şu an için bağımsızlık referandumunun çok akılcı olmadığını zamansız olduğunu düşünüyor olabilir. Ekonomik darboğazın yaşandığı son dönemde Kürdistan’da bağımsızlığa gitmenin akılcı olmadığı ortada. Eğer yarın Bağdat ile Erbil anlaşıp ayrılırlarsa orada ABD’nin diyeceği bir şey yoktur. ABD, orada halkların ve hükümetlerin alacakları karara karşı çıkmaz. Kürdistan’da ABD ve Türkiye büyük yatırımlarda bulundular. Kürdistan’ı bırakmak diye bir şey söz konusu olamaz. KBY’deki referandumdan bağımsızlık kararı çıkarsa, ABD bu kararı nasıl karşılar? Referandumun sonucunu biliyoruz. Kürd halkı bağımsızlık isteyecektir. Bu, gayet normal bir şeydir. Bundan kaçmamak gerekiyor. Diyelim ki halkın yüzde 90’ı bağımsızlık istedi, o sonucun çıkması hemen bağımsızlığın çıkması anlamına gelmiyor. Bağımsızlık öyle kolay bir şey değildir. Bunun için bir şekilde müzakereler yürütülmek zorundadır. Bağdat ile ilişkiler söz konusu, orada da çok sayıda Kürd yaşıyor. Referandumdan bağımsızlık çıktı diye şak diye ayrılamazsınız. Referandumun sonucu önemli değil. Referandumun sonucunun nasıl tatbik edileceği önemli; tatbikat 10 sene sürebilir bu çok önemli değil, dolayısıyla ABD’nin olumsuz bir tepki vereceğini düşünmüyorum. 2016 seçimlerine giren Cumhuriyetçi ve Demokrat aday adaylarının tümü, Kürdlerin IŞİD’e karşı kahramanlığını övüyor, ‘doğrudan silah verelim’ diyorlar. Ancak Kürdlerin kendi kaderini tayin etme hakkı söz konusu olduğunda bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyor? Kürdler ABD için sadece piyade askeri olarak mı görülüyor? Cumhuriyetçi adayların tamamına Kürdistan’ın nerede olduğunu sorun, hiçbiri size cevap veremez. ABD seçimlerinde çok farklı şeyler söylenebilir. Cumhuriyetçi adaylar Ortadoğu’yu bilmiyor, onların söylediklerine kulak vermemek lazım diye düşünüyorum. Genel olarak IŞİD’e karşı PYD’nin iyi savaştığını ve yardımcı olduğu biliniyor. PYD’ye karşı bir borç hissediliyor, bunu kolay kolay unutmayacaktır ABD. Hele hele yarın öbür gün Rakka düşerse –ki Rakka’nın düşmesi PYD ile PYD’nin yanındaki Suni güçlerle olacaktır- ABD’nin PYD’ye karşı KBY’de ciddi bir mali sıkıntı var. Bağdat, Kürdlere karşı bütçe kesintisini şantaj olarak kullanıyor. Kürdlere sığınan 1 milyondan fazla sığınmacı var. Kürdler, IŞİD’e karşı büyük bir savaş sürdürüyor. Birçok batılı siyasetçi ve fikir adamı, “Kahraman Kürdler Batı dünyasının değerlerini koruyor” diyor. Ancak para ve silaha ihtiyaçları var. Memur ve Peşmerge maaşlarını ödeyemiyor. Batı sadece güzel sözlerle övüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Söylediklerinizde haklısınız, bir söz var; konuşmak ucuzdur diye. Fakat Avrupa’da da ciddi bir kriz söz konusu. Ancak oralara neden yardım götürülmediği kısmını ben de bilmiyorum. ABD, halen Irak’ın bir bütün olduğunu düşündüğü için her şeyin Bağdat’tan geçmesi gerektiğine inanıyor. Erbil’le de çalışıyor, Erbil’de konsolosluk var; ama direkt Peşmerge’ye yardım etmiyor, Irak Hükümeti’nin kurumsal kişiliğini zedeleyecek bir şey yapmaktan korkuyor. Bir şekilde yardım etmeye çalışıyor, o şüphesiz. Yardım etmeyi sürdürüyor, ama daha fazlasını yapar mı bilmiyorum. Herkes şu anda ABD’den yardım istiyor. 09 Nasıl gönüllü asimile olunur? ÖZTEKİN ÇAÇAN Dedem 1913’te 30’lu yaşlarında Diyarbekir’e yerleşirken diğer akrabaları Bitlis Hizan’da kalmış. Dedem Diyarbekir’de bir türlü Türkçe’yi öğrenemiyor. Zaten sokakta çalıştığı, hamallık yaptığı içinde gerek duymuyor öğrenmeye. Nenem için de durum pek farklı değil. Nenem Bitlis’in merkezinden muhacirlik katarına 1916’da sekiz yaşındayken bir “kimsesiz” olarak katılıyor. Nenemin muhacirlik katarında sığındığı aile Bitlis yerlisi. Diyarbekir’de olduğu gibi Bitlis merkezinde de özellikle evlerde pek Kürdçe konuşulmaz. Dolayısıyla askeri hastanede çamaşırcılık yapan nenem de bir türlü Kürdçe öğrenemiyor. Dedem Kürdçe’den başka dil konuşmazken, nenem de Türkçe’den başka dil öğrenmiyor, öğrenemiyor anlayacağınız. Böyle bir evlilik nasıl yürür, nasıl ilerler diye sorabilirsiniz. Ama insanın insana mecburiyeti, çaresizliğin, fukaralığın mecburiyetleri böyle bir evlilik de yaptırıyor. Dedemin vefatından sonra 1960’lı yıllarda bir gün kapı çalınıyor ve dede tarafından akrabalarımız Hizan’dan gelip bize kavuşuyor. Neredeyse tek kelime Türkçe bilmeyen akrabalar ile neredeyse tek kelime Kürdçe bilmeyen akrabalar nasıl anlaşır. Bizim ev örneğinde bunu defalarca yaşadım. Herkes utangaç, herkes mahcup. İlk selamlaşma anında gözler bir türlü çakışmaz. Hele çocuklarda durum çok daha vahimdir. Çocuklar ne diyeceklerini nasıl konuşacaklarını nasıl davranacaklarını bilemez. Analarının eteğinin dibinden ayrılmazlar. Aynı ’kandan’ oldukları akraba çocuklarına bir türlü kavuşamazlar. Anlatmaya çalıştığımız konu sadece ailelerle sınırlı olmayan şeyler de var tabi. Genel anlamda köylülük ve kentlilik diye bileceğimiz var olma, yaşama biçimleri Kürdler’de uzunca yıllar uyuşamadılar. Kentliler, köylüleri “geri ve ilkel” bulurken, köylüler de kentlileri “yozlaşmış” kabul ettiler. 70’li, 80’li yıllarda okumuş fazlaca Kürdçe bilmeyen şehirli Kürdler köylü Kürdler’e göre genelde daha baskın konumdadır. Psikolojik üstünlük onlardadır. Ama 80’lerin sonu, 90’lar ve 2000’lerde durum değişir. Siyasal Kürdlük toplum içerisinde yayıldıkça dilin önemi yeniden keşfedilir. Bu defa köylü Kürdler şehirli ya da Kürdçe bilmeyen Kürdleri beğenmez olur. Defalarca “Diyarbekirli olup da nasıl Kürdçe bilmezsin” itirazı ile karşılaştım. Bazen de Kürdçe bilenler kendi aralarında grup dinamiği oluşturur, siz her türlü dışında kalırdınız. Ama gün dönüp zaman değişmeye başlayınca. Üniversite yıllarında bizlere dil üzerinden hava atıp bizi dışlayan arkadaşlarımızın çoğu evlenip çoluk çocuğa karıştı. Ve maalesef “gönüllü asimilasyon” onlarda da başladı. Kürdçeyi bir “varlık-yokluk” sebebi olarak gören bu arkadaşlarımız çocuklarına Kürdçe öğretmediler. Birde köylerini terk eden kent varoşlarına yerleşen “köy-kentlilerimiz” var tabi. Onlarda da durum aynı; “gönüllü asimilasyon” devam ediyor ve yeni nesil Kürdçe bilmiyor. Bugün büyük kent varoşlarına ya da Diyarbekir’de herhangi bir sokağa girdiğinizde Kandil Dağı’na çıkmış gibi olursunuz. Çocukların isimleri Beritan, Heval, Botan’dır. Ama sadece 60 öğrencili ana dil okulumuz ne tesadüf ki “21 Şubat Anadil günü”ne birkaç gün kala kapatılmaktadır. Siyasal anlamda ciddi kıskançlıklarımız, inadımız, direngenliğimiz olmasına rağmen dil, kültür vb alanlarda aynı durumda değiliz. Devlet politikalarının amacı ve hedefi belli. Ama artık bizler en azından evlerimizde “gönüllü asimilasyona” bir son vermeliyiz artık. Çocuklarımıza dil öğretmeliyiz. Yoksa köyden gelen akrabalarımızla, kentli ve köy-kentli akrabalarımızın arasına yeni mahcubiyetlere engel olamayız. Akraba çocuklarımızı analarının dizinin dibinden alıp onlarla oyun oynayamayız. Sonunda ben gibi bir şey çıkar ortaya ve ben kendimden bu konularda hiç memnun değilim. BasHaber “Çoğulcu bir katılımla anayasa yapılabilir” Anayasa’nın bu şekilde yapılamayacağının altını çizen HDP’li vekil, “bu konuda eğer gerçekten bir Anayasa masası olacaksa, ya da bu masa ile devam edilecekse bir dayatmadan vazgeçilmesi lazım. Bu masada bütün taleplerin, özgürlüklerin, hakların, tartışılması gerekiyor. Sadece masanın tartışılması da yetmiyor, bu konunun önündeki engellerin de açılması gerekiyor” dedi. Kamuoyunun ve demokrasi güçlerinin bir bütün olarak sürece dahil olması gerektiğini “Dogmatik yaklaşımlarla da bu iş çözülmez” CHP’nin Anayasa yapım sürecinde olması gerektiğini söyleyen ve CHP’yi Anayasa’nın 4 Maddesi üzerinden eleştiren Danış Beştaş, “tabi, dogmatik yaklaşımlarla da bu iş çözülmez, ilk 4 maddeyi tartışmayız, sadece tek idari sistemi tartışırız, diğer talepleri tartışmayız yaklaşımı da demokratik bir yaklaşım değildir. Her şey tartışılır, ama neticede önemli Ahmet İyimaya “Yeni bir anayasa da çözmeyebilir” Anayasa meselesinde iki önemli rezervlerinin olduğunun altını çizen Bülent Tezcan, Anayasa’nın ilk 4 Maddesi’nin tartışılmasını doğru bulmadıklarını ifade ederek, “bu ilkeleri tartışmadan da yeni bir Anayasa yapılabilir” dedi. Yeni bir Anayasa’nın da problemleri çözemeyeceğini dile getiren Tezcan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Darbe hukuku ve onu tahkim eden, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran, darbe kültürüyle yoğrulmuş bir hukuk düzenini de temizlememiz gerekir. Yani, Anayasa altı mevzuatı, yasaları da temizlememiz gerekir. Bu çerçevede de bir çalışmanın prensipte bir karara bağlanması lazım diye belirttik. Bu konuda yeterli karşılığı bulmayın- Meral Danış Beştaş Bülent Tezcan Murat Özdemir “Şu an erken seçimi gerektirecek bir durum yok” Yarı ‘Başkanlık Sistemi’nin de, konvansiyonel sistem ve ‘Başkanlık Sistemi’nin de tartışılabileceğini söyleyen İyimaya, “tartışılması herhangi bir sistemin benimsenmesi anlamına gelmiyor, sonuçta CHP istemediği sistemi oy vermeyerek bloke edebilirdi. Bu tavrıyla CHP engelleyemez. 330 parlamenter yeni bir Anayasa için uzlaşırsa referanduma gidilir. Erken seçime parlamento kararıyla gidilebilir, şu an erken seçimi gerektirecek bir durum yok” diyerek CHP’yi eleştirdi. “Dört partinin olacağı bir mutabakat güçlü olur” Üç partinin sağlayacağı bir mutabakatın 4 partinin ortaya koyacağı mutabakat kadar güçlü olamayacağını vurgulayan Ahmet İyimaya, “ama 3 partinin sayısal toplamı açısından mutabakat için yeter şarttır. 3 partinin sayısı yeni Anayasa yapmaya fazlasıyla yetiyor olsa da demokratik meşruiyet bakımından ana muhalefet partisinin de katılması arzulanır, fakat cebren CHP’yi dâhil edemeyiz. İşte demokrasi de budur” dedi. “Hukukun tamamen bittiği bir dönemi yaşıyoruz” Soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesini birilerinin istemediğini vurgulayan Eren, sözlerine şöyle devam etti: “Gizlilik kararı almakla olayı unutturmak, dosyayı sürüncemede bırakarak geçmişte olduğu gibi faili meçhul dosyalar haline getirmek istiyorlar. Bu şekilde olayı kişiselleştirerek, olayın arkasındaki güçleri, ilişkileri, devletin içindeki güçleri ile olayı yapanlar arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasını ur d .o rg “Gelin bir ay içinde çözelim, demiştik” AKP dışındaki üç partinin de parlamenter demokraside ısrar ettiğini vurgulayan Tezcan, “eğer AKP bu ısrarından vazgeçmeyecekse somut olarak geçen dönemde de dört siyasi partinin mutabakatıyla kabul edilen 60 madde var; yargı bağımsızlığını sağlayacak hükümleri de dâhil ederek gelin bir ay içerisinde bu çalışmayı tamamlayalım diye teklif etmiştik ve bu halen geçerlidir” şeklinde konuştu. AKP’li İyimaya: Türkiye’de tek rejim vardır, o da demokrasi TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun AKP’li üyesi Ahmet İyimaya da yeni Anayasa konusunda yaptığı değerlendirmede şunları dile getirdi: “Milletimiz 1886 yılından beri bizzat Anayasa yapamadı. Ya bürokratlar yaptı, ya askeri yönetimler yaptı, sivil siyaset sadece yapılan anayasaları kısmen değiştirmekle yetindi. İlki 2011 yılında olmak, diğeri de şimdi olmak üzere sadece 2 defa tümden yeni anayasa yapılması kararı alındı, toplum bu isteği diri tutuyor. Bu durumda 330’un üzerindeki milletvekiliyle diğer partiler bir Anayasa yapabilirler. Türkiye’de tek rejim vardır, o da demokrasi. Hükümet sisteminin farklı olması rejim değişikliği anlamına gelmez. Demokratik ülkelerdeki tüm hükümet sistemleri demokratik rejimlerdir. fotoğrafları ortaya çıktı. Ancak Başbakan çıkıp ‘olayı gerçekleştirmeden yakalayamayız’ diyebiliyor.” D iyarbakır, Suruç ve Ankara, Sultan Ahmet ve geçtiğimiz hafta yine Ankara’daki patlamalar ile ilgili verilen gizlilik kararı ve yayın yasakları nedeniyle avukatlar dosyalara ulaşamıyor. Dosyalar ‘5271 sayılı CMK’nin 153/2 maddesi (2) müdafinin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet Savcısı’nın istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir’ hükmü ile gizlilik kararına bağlanıyor. 150’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği ve yüzlerce kişinin yaralandığı patlamalarla ilgili savcılık soruşturmaları devam ediyor. Ancak, 4 patlamanın üzerinden aylar geçmesine rağmen, dosyalara konulan gizlilik kararları nedeniyle patlamalar, herkesin bildiği ‘sır’ olarak ortada duruyor. 5 Haziran’da Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Diyarbakır’da düzenlediği mitingde patlayan iki bomba sonucu 5 kişi yaşamını yitirmiş, onlarca kişi de yaralanmıştı. Diyarbakır patlamasıyla ilgili görülen davanın müdahil avukatlarından Serhat Eren, defalarca savcılığa gittiklerini ve savcılığın da gizlilik kararı olduğu gerekçesi ile kendilerine soruşturma süreci hakkında herhangi bir bilgi vermediğini söyledi. Kanuna göre hiçbir şekilde saklanamayacak olan belgelerin tüm taleplere rağmen verilmediğini ifade eden Eren, “Sadece gizliliğin devam ettiğini söylüyorlar” dedi. Davayla ilgili nelerin yazıldığını, kimlerin ifadesinin alındığını bilmediklerini aktaran Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarafımıza bir bilgi verilmiyor. Yasaya göre bilirkişi raporları, otopsi tutanağı yer gösterme tutanağı, ifadeler hiçbir şekilde saklanamaz. Gizlilik kararı verilse dahi bunlar gizlenemez. Biz buna yönelik de dilekçe yazdık. Buna rağmen ulaşamıyoruz. Yasal olarak ulaşmamız gereken bilgilere ulaşamıyoruz. Bu konularda etkili bir soruşturma yapılmış olsaydı, faillerin bulunması olayın ve arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılması konusunda biz devletin iradesinin güçlü olduğunu söyleyebilirdik.” ca bu çalışmanın devam edemeyeceği ortaya çıktı, Meclis Başkanı da komisyonu dağıttı.” ak CHP’li Tezcan: Parlamenter rejim devam etmeli CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan ise, CHP’nin komisyonda tutumunu çok net ifade ettiğini belirterek, parlamenter sistem üzerine dayalı bir Anayasa’nın yapılması gerektiğinin altını çizdi. Tezcan, şunları söyledi: “CHP olarak tutumumuzu çok net belli ettik, parlamenter sistem üzerine dayalı bir anayasa yapılması gerekir. Rejim değişikliği tartışması şu an bir kişinin Başkanlık rejimi üzerine, diktatörlüğünü kurma hesabı üzerinden şekilleniyor, bunu doğru bulmuyoruz.” Komisyonun ismini eleştiren CHP’li vekil, başından beri komisyonun ismine ‘Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Süreci ve Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu’ diye baktıklarını söyledi. Anayasa masasında özellikle AKP ve Erdoğan’ın bir planının olduğunu ifadesini kullanan Tezcan, “komisyon bir yandan çalışacak, diğer yandan Haziran ayında Başkanlık rejimi için uygun konjonktür yakalanınca komisyon dağıtılacak. Aynı senaryo 2 yıl önce de tekrarlandı. Şimdi aynı filmi tekrar oynatmak istiyorlar, aynı senaryoyu tekrar yazmışlar, bizi de o senaryonun içinde figüran olarak kullanmaya çalışıyorlar” dedi. 11 Gizlilik kararı yeni katliamlar demek rs HDP’li Beştaş: AKP süreci bağlamak istiyor Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda HDP’yi temsil eden Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş, Anayasa masasının dağıldığını, bu konuda hem Başbakan’ın, hem de TBMM Başkanı’nın ayrı ayrı çağrılarının olduğunu söyledi. Masanın dağılmasının başlı başına bir sorun olduğunu dile getiren Danış Beştaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Burada AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı bu süreci tamamıyla kendisine bağlı yürütmek istiyor ve şu an Türkiye’de yaşanan gelişmeler ‘Başkanlık Sistemi’ni Anayasa’ya getirme isteminin yan olguları. Hükümet yetkililerinin ve farklı isimlerin bu konuda yapmış olduğu açıklamalar kamuoyunun bilgisi dâhilindedir.” AKP’ye yakın medyanın ‘ya kaos ya Başkanlık’ şeklindeki manşetlerini de hatırlatan Danış Beştaş, “bunların tümü halkı ‘Başkanlık Sistemi’ne ikna etme, aksi halde yaşanamaz koşullar yaratılacağına dair mesajlar içeriyor” şeklinde konuştu. “Kürd sorununun çözümü Anayasa masasındadır” Anayasa yapım sürecinin tümüyle Anayasa’ya aykırı oluğunu dile getiren ve bunun Anayasa’yı askıya almak anlamına geldiğini ifade eden HDP’li Beştaş, “dünyanın hiçbir yönetiminde, ‘Başkanlık Sistemi’ de dahil, hiç kimsenin sahip olmadığı yetkiler kullanılıyor. Bu tabloyu, Anayasal yetkilerle donatmak, mevcut durumu anayasal dayanağa kavuşturmak istiyor. Ama bu mevcut durumda demokrasinin kırıntısı yok, hak ve özgürlüklerin hiçbir esamesi okunmuyor, tümüyle merkezi, tek insan yönetimine dayanan bir krallık sistemi gibi aslında. Gelecek günlerde bu istemi nasıl devam ettirecekler, gerçekten bu konuda önemli bir süreçteyiz” dedi. Bu konuda en önemli noktalardan birisinin Kürd sorununun çözümü, devam eden savaş ve Türkiye’nin demokrasi çıtasının gitgide artan düşüşü olduğunu belirten Beştaş, tüm bunların çözümünün Anayasa masası olduğuna dikkat çekti. olan her kesimin söz hakkının, öneri hakkının, bu tartışma zemininde her yere ulaşma hakkının ve herkesin masaya ulaşma hakkının sağlanmasıdır” ifadelerini kullandı. .a eclis Başkanı İsmail Kahraman’ın başkanlık ettiği Anayasa Uzlaşma Komisyonu, ‘Başkanlık Sistemi’ tartışmalarıyla tıkanan 2011 yılındaki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun kaderini yaşadı. Başkanlık tartışmalarının komisyona getirilmesine tepki gösteren CHP masadan kalktı. Komisyonun görev alanına ilişkin maddesinin görüşmesi sırasında CHP’li üyeler, “İlk 4 maddenin değiştirilmemesi, darbe hukukundan arındırılması ve parlamenter sistemin esas kılınması” koşullarının yer almasını istedi. Bu konuda MHP’li ve HDP’li üyeler ‘Başkanlık Sistemi’ne karşı olduklarını, parlamenter sistemin güçlenmesinden yana olduklarını vurguladı. AKP’li üyeler ise “biz hükümet sistemi olarak ‘Başkanlık Sistemi’ni önereceğiz. Bizim önereceğimiz sistemi baştan devre dışı bırakmak doğru olmayacaktır” dedi. de ifade eden Danış Beştaş şunları söyledi: “Temel taleplerimizden biri de buydu zaten, şeffaf ve katılımcı bir yöntemle Anayasa yapımının devam ettirilmesi ve yönetilmesi gerekiyor. Hükümet ve Cumhurbaşkanı ise tam aksi yönden bir kampanya yapıyor. Ne istedikleri, hangi yöntemle yapmak istediklerini söylüyorlar, ama masayı da bir göstermelik masa olarak düşünüyorlarsa bu konu gerçekten kabul edilemez bir durum. Gelecek günlerde partiler durumlarını, bakışlarını açıklayacaklar, hem CHP, hem MHP, hem bizim; hem de hükümetin bu konuda çağrısı var, ama hükümetin bu çağrısının içini doldurması gerekiyor.” w M Rumet Serhat HABER 22 Şubat - 28 Şubat 2016 Avukatlar: Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3. kez sessizce toplandı, ancak gürültü ile dağıldı. Yeni Anayasa için masaya oturan ve ömrü uzun olmayan komisyon CHP’nin masadan kalkmasıyla son buldu. HDP, CHP ve AKP’li komisyon üyeleri, anayasa çalışmaları hakkında BasHaber’in sorularını yanıtladı. w Anayasa ‘masası’ da kurulmadan dağıldı! BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 iv ANAYASA w 10 HDP’nin Diyarbakır’daki mitingi ile başlayan canlı bomba ve katliam girişimleri, Suruç, Ankara, Sultan Ahmet ve yine Ankara ile devam etti. Dava dosyalarına bakan avukatlar soruşturmalara getirilen “gizlilik kararının” ellerini bağladığını ve bu tür katliamların devam etmesine zemin hazırladığını söylüyor. engelleyen bir tutumla karşı karşıyayız. Dosya gizleniyor. Sadece devletin sorumluluğunu ortadan kaldıracak ve aynı zamanda devletle ilişkisini koparacak bir mecrada soruşturmayı yürütmek istiyor. Onun için tüm bu dosyalar devletin sorumluluğunu tamamen ortadan kaldıracak, ilişkilerin ortaya çıkmasını engelleyecek bir mecraya sokup dosyalar ondan sonra önümüze konacak. Hukukun tamamen bittiği bir dönemi yaşıyoruz.” Suruç Katliamı Davası IŞİD’in saldırılarına maruz kalan Kobanê’ye geçmek isteyen bir grup SGDF’li genç, Kobanê’ye geçmek için Suruç’ta Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yaptığı sırada meydana gelen patlama sonucu, 34 kişi hayatını kaybetmiş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştı. Suruç Katliamı’nın ardından başlatılan soruşturmaya Şanlıurfa 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından gizlilik kararı getirilmişti. Sezin Uçar: Katliamın yapılacağına dair kanıtlar mevcut Suruç Katliamı davası müdahil avukatlardan Sezin Uçar, Suruç Katliamı soruşturmasının, diğer katliam soruşturmaları ile bağlantılı olduğunu söyledi. Yapılan işlemlerin aynı olduğunu aktaran Uçar, faillerin bulunması ve katliamın aydınlatılması yerine, daha çok katliam mağdurlarının, yaralılarının gözaltına alındığı bir dönemi yaşadıklarını ifade etti. Davayla ilgili taleplerinin şuana kadar karşılanmadığını söyleyen Uçar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ankara Katliamı yaşanmadan önce failin ailesine ulaşılıp faille ilgili bazı araştırmalar yapılmasını talep ettik. Olay yerinde kimi incelemelerin yapılması gerektiğini, kamera kayıtlarının incelenmesi gerektiğini söyledik; maalesef bunların hiçbiri yapılmadı. Failin ailesine gidilmemesi neticesinde katliam yaşanmış oldu. Suruç ve Ankara katliamlarının failleri kardeş ve daha önce Adıyaman’da El Kaide’ye yönelik soruşturma kapsamında her ikisine yönelik işlem yapılmış ve birbirleri ile bu suçu işleyeceklerine yönelik yapmış oldukları telefon görüşmeleri dosya içerisinde mevcut.” “Yeni katliamlara zemin” Yeni katliamlara zemin yaratılmak istendiğini ifade eden Uçar, şunları aktardı: “Diyarbakır Katliamı’nın failleri yargılanmış olsaydı Suruç Katliamında 34 insan hayatını kaybetmezdi. Suruç Katliamı tüm boyutları ile soruşturulmuş olsaydı Ankara Katliamı yaşanmazdı. Çok açık ki soruşturmaları yürüten savcılar da bu suça ortak olmuş pozisyonda, başka gerekçesi olmaz. Failler devletin bilmediği kişiler değil. Adıyaman soruşturmasında hepsinin İlke Işık: Bütün bağlantılar açığa çıkarılmalı Ankara Katliamı davasının müdahil avukatlarından İlke Işık da gizlilik kararına tepki göstererek, “Gizlilik kararı ile birlikte, biz de dosyada şuan neyi takip ediyorlar, neyi inceliyorlar bilemiyoruz. Biz de basın yolu ile bilgi sahibi oluyoruz. Birkaç temel talebimiz var. Bu dosya sadece oradaki birkaç bombacı ile çözülemeyecek bir dosya. Bütün bağlantıların açığa çıkarılmasını istiyoruz. Benim çocuğum bombacı oldu diye polise başvuran aileler varmış, yapılan istihbaratlar varmış bunları hep sonradan öğrendik” dedi. Katliamla ilgili tüm delillerin soruşturmaya dahil edilmesi gerektiğini ifade eden Işık, “Ancak bu yapılmıyor. Buna dair dilekçeler de sunduk. Bu insanlar nasıl bu kadar rahat dolaşıp, Ankara’ya kadar gelebiliyorlar. Bunun araştırılması gerekiyor. Ankara Valiliği, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve yetkililerin sorumluluğu var. Bunların dahil edilmesini istiyoruz ancak taleplerimiz karşılık bulmadı. Olay anında gaz kullanımı durumu var. Ve bunun yaşanan facia ve katliamı ağırlaştırdığına ilişkin tespitler var. Oraya polisler nasıl ve kimin emriyle geldi, tüm bunların dosyaya dahil edilmesini istiyoruz” şeklinde konuştu. “Jet hızıyla gizlilik kararı” Soruşturma dosyasına ilişkin tüm taleplerinin de reddedildiğini söyleyen Işık, şuan için nasıl bir çalışma yürütüldüğünü bilmediklerini aktardı. Katliama ilişkin hızlıca gizlilik kararının verildiğini de söyleyen Işık, sözlerini şöyle sürdürdü: “Katliamdan hemen sonra jet hızıyla verilen gizlilik kararının kaldırılması için defalarca başvurduk.” Otopsi raporu gibi diğer raporların da kendilerine verilmediğini ve bu konuda da defalarca talepte bulunduklarını ifade eden Işık, “Şu anda onlarca müvekkilim var hayatını kaybetmiş olan ve müvekkillerimin ölüm sebebinin ne olduğuna dair bilgi sahibi değilim. Tamamen hukuksuz bir şekilde bunlar bize verilmiyor. Kamu çalışanları dahil edilmiyor. Olay esnasında kullanılan gaz, olayla ilgili olarak ele alınmıyor ve dosyaya dahil edilmiyor. Gizlilik kararları bu tür tüm toplumu ilgilendiren dosyalarda yapılan ilk şey. Hiçbir işe yaramadığını bu katliamlardan da anlayabiliyoruz. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç bunlar eğer tüm boyutları ile araştırılmış olsaydı Ankara Katliamı’na ilişkin bir şeyler bulunabilirdi” diye konuştu. HABER Özcan Purçu: Romanlar partiler üstü bir mesele Aydınlatılması Kürd sorununun çözümüne bağlı Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi cinayeti soruşturma dosyasında bir ört Ayaklı Minare’nin çatışilerlemenin olmadığına dikkat çeken malarda zarar görmesini proAv. Neşet Girasun, soruşturmanın testo etmek üzere minarenin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nı önünde gerçekleştirilen basın açıklaaşan bir boyutta olduğunu, ması ardından çıkan silahlı kargaşaTürkiye’nin demokratikleşmesiyle da başından aldığı kurşunla yaşamını aydınlanabileceğini, aksi durumda yitiren Diyarbakır Barosu Başkanı faili meçhul olarak kalabileceğini Tahir Elçi’nin soruşturmasında belirtti. Cinayetin aydınlatılması için bir gelişme olmadığını vurgulayan Uluslararası Af Örgütü ‘Tahir Elçi için Elçi’nin aile Avukatı Neşet Girasun, Adalet!’ adıyla bir kampanya başla“Henüz dosyada faili ortaya çıkarıp bizi sonuca götürecek bir gelişme tarak herkesi imzaya davet etti. “Olay Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nı aşıyor” Savcılığın soruşturmayı bağımsız yürütmekle yükümlü olduğunun altını çizen Girasun, “Soruşturma makamlarının faili ortaya çıkarmaya istekli olduklarını düşünmüyorum. Soruşturmada bir ilerleme yok ve bu süreçte bu soruşturmanın aydınlatılabileceğini de düşünmüyorum. Çünkü bu dosya Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nı aşan bir dosya ve sadece onlar karar veremez diye düşünüyorum” dedi. Elçi’nin öldürülmesinin bir milat olduğunu belirten Girasun, “Elçi’nin ölümünden iki saat sonra Sur’da, ardından da Cizre ve Silopi’de sokağa çıkma yasakları başlatıldı ve o günden beri orda savaş yaşanıyor. Bir savaş konsepti başlatıldı. Bu açıdan da bakıldığında, aslında Elçi’nin öldürülmesinin bu konseptten bağımsız olmadığını görebiliriz” diye belirtti. Af Örgütü’nden ‘Tahir Elçi için Adalet!’ kampanyası Öte yandan, Uluslar arası Af Örgütü, 28 Kasım 2015 tarihinde öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması için ‘Tahir Elçi için Adalet!’ adıyla bir kampanya başlattı. Kampanyaya ilişkin BasHaber’e konuşan Af Örgütü Türkiye Şubesi Kampanya ve Aktivizm Koordinatörü Ece Milli, ‘Tahir Elçi için Adalet’ kampanyasını başlatmalarının sebebinin Elçi’nin öldürülmesi olayıyla ile ilgili derhal etkin ve bağımsız bir soruşturma yürütülmesi olduğunu, 11 Aralık’da başlattıkları bu eylemi Mayıs ayına kadar devam ettirmeyi planladıklarını, şimdiye kadar 50 bine yakın imza topladıklarını ve kampanyaya katılmak isteyenlerin www. acileylem.org.tr adresinden ulaşabileceğini belirtti. Romanlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal piramidin en altında yaşayan, en yoksul ve en çok dışlanan gruplarından. Türkiye kamuoyunun çoğunlukla dışladığı, mağduriyetlerine kayıtsız ve sesiz kaldığı Romanlar, 1 Kasım 2015 seçimleri ile bir ilk yaşadılar. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez bir Roman vekil olarak seçilen Özcan Purçu, Roman vatandaşlar arasında büyük bir coşkuyla karşılandı. C .o rg umhuriyet tarihi boyunca temsil sorunu yaşayan ve varlıkları zaman zaman kabul edilmeyen Kürdler, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar, Çerkezler, Aleviler, Ezidiler vb birçok etnik grup, 1 Kasım 2015 seçimlerinde kısmi de olsa temsil hakkını elde ettiler. Bu durum temsil sorununu çözemese de etnik yapıların mevcut sorunlarının merkeze taşınmasında değerli adımlar olarak görülmekte. Romanlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal piramidin en altında yaşayan, en yoksul ve en çok dışlanan gruplarından biri. Türkiye kamuoyunun çoğunlukla dışladığı, mağduriyetlerine kayıtsız ve sessiz kaldığı Romanlar, 1 Kasım 2015 seçimleri ile bir ilk yaşadılar. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez Meclis’e giren Roman vekil Özcan Purçu, Roman vatandaşlar arasında büyük bir coşkuyla karşılandı. TBMM Katip Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Özcan Purçu, Romanlarla ilgili yaptığı çalışmaları, mevcut sorunları, çözüm önerilerini ve 64. Hükümet Programı’nda yer alan ‘Master Eylem Planı’nı BasHaber’e değerlendirdi. ur d ak “Olayın aydınlatılması Kürd sorununun çözümüne bağlı” Elçi soruşturma dosyasının aydınlatılmasının aydınlık bir Türkiye için bir milat olabileceğine dikkat çeken Girasun, “Kürd sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için bir kanal açabilir. Çünkü şöyle bir bağlantıda var sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde en aktif kişi Tahir Elçi idi. Bölgede yaşanan sorunlarda ilk intikal eden kamuoyu oluşturan ve basını bilgilendiren kişi olması bir takım çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Çünkü Elçi’nin öldürülmesinin ardından uygulanan yasak ve savaş konseptinde onun boşluğunu dolduran kimse çıkmadı. Bu cinayete belki bu açıdan da bakmak gerekiyor. Bu süreçte Elçi’nin olmamasını istediler” diye konuştu. Soruşturma dosyasındaki gelişmelerin Türkiye’deki gidişata bağlı olduğunu vurgulayan Girasun, Türkiye’nin mevcut savaş pozisyonunu terk edip demokratikleşmeye doğru evrilmesi durumunda, Elçi cinayetiyle birlikte tüm faili meçhul cinayetlerin aydınlatılabileceğini, aksi durumda bu soruşturmanın yerinde sayacağını ve faili meçhul olarak kalacağını söyledi. 13 Ercan Ekinci iv yok. Soruşturmanın ilerleyebilmesi için dosyada şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmış kişilerin olması, bu kişilerin tespit edilip gözaltına alınması veya tutuklanmış olması gerekiyor. Böyle bir durum söz konusu değil ve en önemli sıkıntı da bu” dedi. Mahkemeden delil toplamak için talepte bulunduklarını söyleyen Girasun, talepleriyle ilgili hukuki prosedürün yerine getirilmediğini ve soruşturma dosyasına nasıl bir işlem uygulandığı konusunda da taraflara her hangi bir bilgi verilmediğini kaydetti. Soruşturma kapsamında yoğun şüphe altında olduğu için özellikle bir polis memurunun tutuklanmasını istediklerini söyleyen Girasun, “Ancak bu polis memurunun sadece tanık sıfatıyla ifadesi alındı ve herhangi bir işlem yapılmadı. Dosyadaki incelemelerimize göre bahsi geçen polis memuru yoğun şüphe adlında olan biriydi. Eldeki delillere göre failin sözkonusu polis olduğu konusunda güçlü işaretler var, çünkü o sokakta 28 polis vardı ve büyük bir ihtimalle onlardan biridir” dedi. Olayda kaç silahın kullanıldığına ilişkin Amerika’ya görüntü gönderdiklerini söyleyen Girasun, “Analiz için Amerika’ya gönderdiğimiz görüntülerden amaç kaç farklı silahın kullanıldığı kaç atışın yapıldığına dair net bir bilgi elde etmekti” dedi. Yapılan sıradan bir açıklamada çok sayıda polisin ve kameranın olmasının da olağandışı olduğunu vurgulayan Girasun, “O kadar polisin orda olması ilginç. Küçücük bir sokağa Emniyet, İstihbarat ve Güvenlik Şube’den bir çok kişi ve kamera vardı. MİT’in gizli kamerası da orda kayıtta olabilir. Devlet, emniyet, savcılık dahil bütün soruşturma makamları bir bütün isterse bu soruşturmayı aydınlatabilirler. Ama kanaatimizce cinayet aydınlatılmak istenmiyor” diye kaydetti. rs D Reyhan Akgün .a Bugün birçok meselenin Cumhuriyetle birlikte bir sorun haline gelerek kronikleşmesinin temel sepeblerinden biri çok dilli, çok kültürlü, çok dinli ve çok etnisiteli bir imparatorluktan monist bir ulus devlete evrilmesi sonucu meydana gelen yapılanmanın ve anlayışın ilerleyen zamanlarda bazı konularda düzelmeyerek bir çocukluk hastalığı olarak devam edip günümüze kadar gelmesidir. Bunu gerçekleştirmek için müesses nizam, önce ideolojik araçları kullanmış, bunun yetmediği ve işlemediği yerde ise askeri araçları devreye sokmuştur. Devlet düzeni bu amaçları gerçekleştirmeye uygun biçimde yapılandırılmış, birçok kurum buna göre dizayn edilmiştir. Bu yapılanmadan etkilenen kurumların başında ise siyaset kurumu gelmektedir. Bu nedenle siyaset kurumu sorun çözücü olmaktan ziyade bizatihi kendisi hep sorunlu olmuştur. Milliyetçi partiler, Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan, 1930’lu yılların tekçi, devletçi, merkeziyetçi devlet politikalarıyla şekillenerek, merkezi otoritenin Kürdler başta olmak üzere tüm halklar için tekçi bir dil, kültür ve idare sistemini aynen benimsemiş ve 21. Yüzyılda bu politikalarını hala sürdürmek istemektedir. Bu gün eskiye nazaran biraz yumuşamış olmakla beraber süregelen bu politika Kürdlerin inkarına dayalı, Türkiye’de yaşayan herkesi Türk sayan, bütün farklılıkları teke indirgeyen bir yaklaşım ve politikadır. Her ne kadar dünyadaki gelişmeler, Türkiye’deki değişimler ve Kürd hareketinin verdiği mücadele sonucu bu tartışma kısmen aşılmış olsa bile bu politikada ısrar etmeye devam eden parti ve grupların varlığı biliniyor. Bu çizgi Türkiye’deki Türkçü ve milliyetçi damarı temsil etmesi bakımından dikkatle izlenmesi gereken eğilim olmaya devam ediyor. Türkiye’de yapılan yanlış uygulamalar, oluşan kamplaşmaların kurumlara yansıması, 13 yıllık hükümet döneminde, yürütme gücü olarak iktidarın toplumsal sosyolojiden ziyade siyasal beklentilerini baz alarak yasa yapma ve yönetme isteği ülkenin önemli sorunlarını bir türlü çözüme kavuşturamayarak sistemi tıkama noktasına getirmiş; yapılan yolsuzluk, usulsuzluk ve rüşvet olaylarıyla siyaset iyice kirlenmiş ve itibar kaybetmiş; bürokrasi lehine yaşanan iktidar kayması vesayetçiliği bizat iktidarın kendisi tarafından yürütür hale getirmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında, on üç yıllık AKP iktidarının bütün bu olumsuzluklara rağmen alternatifsiz hegemonik bir güç haline gelmesi, devleti ele geçirerek otoriterleşmeye başlaması, Kürd meselesinde tekarar güvenlikçi politikalara dönmesi toplumun çeşitli kesimlerince kaygıyla izlenmektedir. Tam da böyle bir süreçte bütün halkların katılımı ve birlikteliğyle ortaya çıkmış olan HDP toplum için yeni bir umut ışığı olmuşken 1 Kasım’da ortaya çıkan sonuç bu tabloyu bir nebzede olsa sarsmıştır. Türkiye’nin en önemli sorunu Kürd sorunu olduğu herkesin malumu. İktidarın Kürd sorununu getirdiği nokta için, kısa bir açıklama ve örnek yeterli olacaktır sanırım. Günlerdir kasabalar, ilçeler, il merkezleri muhasara altıda. Anayasa “Temel haklar ancak yasayla sınırlandırılabilir’ diyor. Oysa Silvan’da, Cizre’de, Yüksekova’da, Varto’da, Sur’da, Lice’de vb birçok yer tank topla kuşatıldı, çoluk çocuk denmeden sivil halk ateş altında kaldı baskıya maruz kaldı. Bundan halkın seçilmiş temsilcileri bile paylarını aldı. Kendi vatandaşına hakaret eden bir devlet, kendi insanlarını tehdit eden bir ordu kendisini korumakla mükellefken kendi insanlarına hakaret eden bir polis gücü insanlarını, vatandaşlarını bir arada mı tutar, yoksa onları böler mi? Zaten yaşalarından dolayı aidiyet bağı zayıflamış olan insanların bağlılıklarını bu yaşananlar kökünden söküp atmaz mı? ROMANLAR BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 13 SÖYLEŞİ Amnesty’den ‘Tahir elçi için Adalet!’ w AHMET ÖZER 22 SÖYLEŞİ Şubat - 28 Şubat12 2016 w Türkiye’nin kronik sorunları ve çözümü BasHaber w 12 “Romanlar karar alma süreçlerinde de yer almalı” Türkiye’de Roman hakları konusunda uzun yıllar çalıştığını belirten CHP İzmir Milletvekili Özcan Purçu, Romanların dernekleşmesi, ulusal ve uluslararası düzeyde temsil edilmesinde büyük çaba sarf ettiğini söyledi. TBMM çatısı altında Romanlarla ilgili çalışmalarına devam etmesinden ve ilk Roman vekil olmasından dolayı mutluluk duyduğunu belirten Purçu, “CHP İzmir Milletvekili olmam, özellikle Roman vatandaşlarımızın sorunlarının görünür kılınması açısından çok önemli bir adımdır. Ardından 26. Yasama Dönemi’nde TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi seçilmem büyük bir sevinçle karşılandı. TBMM’de ilk ve tek Roman vekil olarak bulunuyor olmam aynı zamanda büyük bir sorumluluğu beraberinde getiriyor. Görevimi sorumluluk bilinciyle yapmaya gayret ediyorum” dedi. Roman vatandaşların yanı sıra ezilen, dışlanan, ötekileştirilen herkesin sesi olacağını kaydeden Purçu, “niceliksel anlamda temsiliyet yeterliliğinden söz edemeyiz. Atılması gereken çok adım var. Romanların sadece parlamentoda değil karar alma süreçlerinin her kademesinde yer almaları sağlanmalı” şeklinde konuştu. “Romanlar en temel haklardan mahrumlar…” Romanların en temel insan haklarından mahrum kaldığını dile getiren CHP’li vekil, içlerinden gelen biri olduğunu ve bu sorunların beklemeye, ötelemeye gelmeyecek kadar acil bir öneme sahip olduğunu vurguladı. Mevcut sorunların acilen çözülmesi gerektiğinden hareketle girişimlerde bulunduğunu aktaran Özcan Purçu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Telefonum 24 saat susmuyor. Cezaevinden yazanlar, maddi destek isteyenler, ilaç parasını ödeyemediği için eczaneye kimlik bırakmak zorunda kalanlar, ‘oğlumu madde bağımlılığından kurtarın’ diyenler… Sadece İzmir’den değil Türkiye’nin her yerinden talep geliyor. Bu taleplerin başında işsizlik, barınma, sosyal yardımlardan yararlanamama geliyor. İnsanlar en çok iş bulmam için arıyor, günübirlik çözülmesi gereken sorunları iletiyor.” “Ayrımcılığa maruz kalmak Romanlar için başat sorun” Roman vatandaşların barınma gibi büyük bir problemlerinin olduğuna dikkat çeken Purçu, Romanların hayatın birçok alanında ayrımcılığa maruz kaldığını ve yok sayıldığını belirtti. Romanların hala çadır ve barakalarda kapısız, penceresiz, kar kış demeden ayakta kalmaya çalıştıklarını belirten Özcan Purçu, ekmek götürecek evi olmayan, bugünü ve yarını olmayan vatandaşların olduğunu kaydetti. Purçu konuşmasının devamında, “eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması, okul terki, çalışmak zorunda bırakılan okul çağı çocukları, erken evlilikler, ekonomiksosyal-kültürel imkanlardan mahrumiyet, kentsel dönüşüm sorunların başında geliyor. Dışlanmak, ayrımcılığa maruz kalmak, yok sayılmak Romanlar için başat sorun… Önce bakış açısının değişmesi gerek, Roman mahallelerinde kentsel felaket diyebileceğimiz dönüşüm projeleri değil yerinde dönüşüm projelerine ihtiyaç var. Hükümetin bir türlü atmadığı adımları atması gerekiyor. Masa başından takiple, sözde açılımlarla, samimi olmayan söylemlerle sorunlar çözülmez” dedi. “Eğitim, istihdam ve iskan öncelikli” 64. Hükümet Planı’nda yer alan “başta eğitim, istihdam ve iskân sorunları olmak üzere Roman vatandaşların sorunlarının çözümüne hız verilmesi ve her türlü ayrımcılık zemininin ortadan kaldırılması” vaadini de değerlendiren CHP Milletvekili Purçu, Romanların sorununu çözmek için samimi olmak, tarafları dinlemek, sorunları yerinde tespit etmek, farklı seslere açık olmak ve sorunu siyasallaştırmadan çözülmesi gerektiğini söyledi. Roman meselesinin temel ve partiler üstü bir mesele olduğunu vurgulayan CHP’li Vekil, sözlerini şöyle sonlandırdı: “TBMM Genel Kurul’da söyledim, Roman meselesi partiler üstü bir konudur ve tüm partilere görev düşmektedir. TBMM’de AKP grup, muhalefetin her öneriye ret oyu kullanıyor, çözüm sunamadıkları gibi çözüm içeren önerileri de dikkate almıyor. Kendine yakın olanlardan fikir almak, plan ve projeler için taraflı davranmak sorunun çözülmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. En temel insan hakları ihlallerinin yaşandığı günümüzde, en temel insan haklarından mahrum bırakılan Roman vatandaşlarımızın sorunlarına hükümetin çözüm bulacağına inanmak mümkün değil. 14 SÜRYANİLER BasHaber 22 SÖYLEŞİ Şubat - 28 Şubat14 2016 Zilfa’nın hikayelerinden ‘Devrimci meslek’ hastalığı Ceset kokusu bastıran İncir Ağacı Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Yayın Koordinatörü: Yeter Polat Haber Merkezi: Mustafa Turan, Mehmet Emin Kan, Mehmet Salih Batırhan, Çimen Gümüş, Adem Özgür Mardin’e yerleşme Nurgül Çelebi, roman kahramanı Zilfa’yı yakından tanımak ve yaşadığı yerleri gözlemlemek için Mardin’e giderek Süryani köylerini gezmiş, insanlarla tanışıp sohbetler etmiş, sofralarına misafir olup mutluluklarına, hüzünlerine ortak olmuş: “Mardin ziyaretim Süryanilerle aramda müthiş bir duygusal bağ oluşturdu. Ben de İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal bir Süryani torunuydum. Zilfa’ya bir vefa borcu olarak onun kültürünü ve anadilini yaşatmam gerektiğine karar vermem de bu zaman zarfında gerçekleşti. Bunun için Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan Süryanice kursuna kaydoldum ve Mardin’e yerleştim. Bu durum hayatım için önemli bir dönüm noktası oldu. Kursa yazılmamın ardından Süryani Dili ve Kültürü Ana Bilim Dalı bünyesinde yüksek lisans programı açılınca burada akademik kariyerimin de ilk adımını atmış oldum. Ruhsal yeniden keşfimin başat mertebesine eriştiğim dönemdi. Mardin’in birçok kadim halka ev sahipliği yapmış olması ve bunun ortaya çıkardığı mistik havası da ayrı bir büyü kattı bu serüvenime.” Ceset kokusuna çare: İncir Ağaçları Memleketi Kerboran veya Süryanice ismiyle Kfar Boran’ın, Seyfo’nun en kanlı biçimiyle yaşandığı yerlerden biri olduğuTel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. 1 Çaçan Amedi .o rg 9 Aralık 2000 yılında Türkiye cezaevlerinde yapılan ve çok sayıda tutuklunun yaşamını yitirmesine neden olan “Hayata dönüş operasyonlarıyla“ amaçlanan olmadı ve operasyonlarda mağdur olan insanlar bugün aramızda yaşamaya, yaşamak için direnmeye devam ediyorlar. Ölü statüsünde serbest bırakılanlar da Wernicke - Korsakoff (WK) sendromuna yakalanmış durumda. Ya da WK olmamışsa bile durumu onlar kadar ağırlaşmış insanlar aramızda yaşıyor, hayatı paylaşıyorlar. WK gibi ağır hastalık altında bile üretenler var. WK’liler arasında Esmahan Ekinci, İdris yiğit gibi yazarlar ve Birtan Güven gibi ressamlar da var. Bu yazımızda Refik ve Ömer Ünal kardeşlerden ve dayanışma evinden, evde kalan diğer direnişçilerden söz edeceğiz. Ardından WK hastaları ve eski mahkûmlarla dayanışma ağından ve özelde WK’li hastalarla ilgili çalışmalara değineceğiz. Az önce cümle içerisinde ve “insan” yerine kullandığımız “varlık“ sözcüğü zihninizi bulandırmasın. Refik Ünal’ın sık kullandığı bir kelime. Refik’in bu kelimeyi oldukça tutarlı bir kullanma biçimi var ve kendisi dâhil bütün insanları “varlık“ olarak adlandırıyor. Kendilerine operasyon sürecinde ‘yokluk’ dayatılan, “öldüler artık” diyerek cezaevinden tahliye edilen ama bugün var olan bir insanın kullanabileceği en güzel kelime sizce de “varlık“ değil mi? Sağmalcılar Cezaevi’nde 2000 yılında su bile içemez hale gelmiş ’Refik varlık.’ Refik arkadaşlarının bulduğu bir yöntemle vücut derisinin sürekli ıslak tutulmasıyla yani deriden su alarak yaşatılabilmiş bir süre. Refik bugün bütün heybetiyle yaşıyor. Hayatta kalabiliyor ama cezaevinden çıktıktan ur d ak iv rs .a ti. Hastalık süreci ve hastanelerde geçirdiğim yıpratıcı dönem zarfında yaşadığım ruhsal çöküntüler, buhranlar hayata bakış açımı değiştirdi. Şunu çok iyi anladım ki acı çekmeden, ateşin içinden geçmeden pişmek mümkün değildi. Ben de bunu yaşadım. Hamdım, ateşe düştüm, piştim. Hayat felsefem varoluşumu, var edilişimi sorgulamaya başladığım an itibariyle değişti. Artık salt yaşayan ve kendisine sunulan ya da dayatılan kadere razı gelen bir Nurgül yoktu.” “Asli görevim ötekileri anlatmak” Yazarken okuyucunun bilmediği, duymadığı bir konuya değinmek, onlardan gizlenmiş tarihsel olaylara yer vermek, hatta hiç karşılaşmadıkları farklı kültürlere dair bilgiler sunmak istediğini, ezilmiş, ötekileştirilmiş, yadırganmış, yok sayılmış, katledilmiş halkları tanımalarına vesile olmak okurlarına vermek istediği en önemli şey olduğunu belirten Yazar Nurgül Çelebi, kulaktan dolma bilgiler kadar varlıklarından haberdar olunan veya hiç haberdar olunamayan halkların varlığı ve etnik, kültürel farklılıkları konusunda farkındalık yaratmanın kendisinin asli görevi olduğunu söylüyor. Çelebi, yeni romanıyla ilgili de şunları ifade ediyor: “Yeni romanımda bir Ezdi ve bir Arap Nusayri karakterlerine yer verdim. Ancak bunu yaparken onlarla oturup kalkmadan, onlarla vakit geçirmeden hiçbir şekilde adım atmadım. Okuyanlara mümkün olduğunca saf bilgi sunmak ve yazdıklarımı özümsemeleri için yol göstermek istedim. Sanırım bunda da başarılı oldum. Ancak her şeyden öte okuyanlara aşkı sunmaya çalıştım. Zira aşk, sevgi ve gerçek önyargıları ortadan kaldırmaya yetecek en güçlü silahlardır. Keza bu topraklar yaratıcı tohumları yeşertecek en bereketli topraklardı.“ Mardin’de yaklaşık dört yıl kalıp İstanbul’a geri döndüğümde artık eski Nurgül olmadığını söyleuyen yazar, yüreği ve ruhunun Mardin’in sarı hüznüne hapsolduğunu söylüyor: “Bu yüzden hasretle geri dönüşlerim oldu ve olmaya devam ediyor. Artık Mardin olmadan bir yaşam düşünmem mümkün değil, olmayacak da.” w “Hamdım, ateşe düştüm, piştim” Kendini tanıma sürecini yazma istemiyle başlayan yazma eyleminin gün geçtikçe geliştiğini ve ete kemiğe büründüğünü belirten Çelebi şöyle devam ediyor: “Yazma hevesim beni etkinliklere katılmaya itti. Bundan dolayı Milliyet Gazetesi’nin Türkiye genelinde düzenlediği ‘Onur Güvener Öykü Yarışması’na katıldım ve ödülle onurlandırıldıktan sonra kitap yazıp yayımlama kararı aldım. Çünkü edebiyatın artık hayatımın ta kendisi olduğunu görüyordum. Yine de çalkantılı süreçler de oldu. Henüz kendimi bulamadığımı düşünüp duruyordum. Bir yerlere savrulup duran ruh halim zaman zaman kendi olma yolumdan sapmama neden oldu. Bu yüzden tekrar başladığım üniversite yıllarımda yazma eylemini rafa kaldırdım. Üniversite üçüncü sınıfa yaşadığım sağlık sorunları ve geçirdiğim ameliyatlar, benliğimi bulma yolculuğumda beni en çok etkileyen süreç- Yazar Nurgül Çelebi, geçirdiği rahatsızlıktan dolayı eve kapanmak zorunda kalır. Bu arada büyük babaannesi Zilfa’nın hayat hikâyesini duyar ve ‘İncir Ağacı’ roman serisini yazmaya koyulur. Süryanilerin maruz kaldığı Seyfo’yu ve dönemin Süryani yaşamına ışık tutar. 400 kişinin öldürüldüğü bir Süryani köyünde ceset kokularına çare olması için ekilen incir ağaçları romanın ana konusu olmuş. w uh sağlığının bozulması ardından üniversite öğrenimini de yarıda bırakıp eve kapandıktan sonra ruhsal bir hesaplaşmaya giren Yazar Nurgül Çelebi, bu kapanma sürecinde insani bencil kalıplarını kırıp, aslında kendisinin de bir parçası olduğu diğerlerinin hikayelerine, acılarına ortak olma dürtüsü gelişiyor. Yazma serüveninin bu eve hapsolma süreci ile büyük bir ivme kazandığını ve bu sürecin kendisi için büyük bir birikime vesile olduğunu dile getiren Çelebi, hiçbir zaman girmeye cesaret edemediği iç dünyasının kapılarını aralamaya ve orada bulunan zihinsel zenginliği üst benliğine giydirmeye neden olduğunu söylüyor: “Yaşadığım travma ve sağlık sorunları beni eve mahkûm etmişti. Üniversiteyi bırakmak zorunda kaldım. Dolayısıyla kendimle baş başa kaldığım en uzun süre önümde uzanıyordu. Yalnızlaşmayla ruh dünyam değişti, gelişti. Bu değişimler içimde bir yerlerde hapsolmuş üzeri örtülmüş diğer Nurgül ile tanıştım. Bencil yanım törpülenirken insancıl yanım güçlenmişti. Belki de bu yüzden artık çevremdeki insanların acılarını da görmeye ve hissettiklerini anlamaya başlamıştım. Süryani olan büyük babaannem Zilfa’nın, Seyfo’da (Sürynai Katliamı) yaşadığı büyük acıya duyarsız kalamadım. Böylece onun hayat hikâyesinin arkasından gitmeye karar verdim. Ve hikâyem böylece başlamış oldu.“ Wernicke - Korsakoff’un ‘varlıkları’ yaşıyor nu anımsatan Nurgül Çelebi, kitap serisine verdiği ‘İncir Ağacı’ isminin oldukça hassas bir konuya gönderme niteliği taşıdığını, büyüklerinden dinlediği acı hikâyelerin kendisini etkilediğini ama onu en çok etkileyen olayın ise yaklaşık 400 kişinin yaşadığı bir Süryani köyünün tüm sakinlerinin bir gecede öldürülmesi, cesetlerinin verilmemesi, günler süren çabalar sonunda verilen cesetlerinin gömülmesine rağmen etrafa ceset kokusunun yayılması ve bu kokuyu gidermesi için ekilen incir ağaçları hikayesi olduğunu söylüyor: “Acının boyutunu anlamam konusunda beni dürten bir metaya dönüşmüştü İncir Ağaçları. Böylece kökleri altında yatan yaklaşık 400 Süryani’nin ruhuyla beslenen incir ağaçları, yazdığım roman serisine de adını vermiş oldu. Yazdıklarımı Seyfo’da öldürülen ve mezarlarının başında incir ağaçları dikilen binlerce Süryani’nin anısına adadım. Onların ruhuna üflenecek en ufak bir duada dahi etkim olursa ne mutlu bana.” w R Gültekin Çelik YAŞAM BasHaber 22 Şubat - 28 Şubat 2016 15 SÖYLEŞİ 2000 yılında Türkiye cezaevlerinde yapılan “Hayata dönüş operasyonları“ sırasında yaşananlarla nasıl yüzleşilir? Devam eden mahkemeler nasıl sonuçlanır bilinmez ama operasyonun esas mağdurları olan direnişçiler “saflardaki” yerlerini koruyor, Wernicke - Korsakoff sendromuna kapılanlar rahatsızlıklarına “devrimci meslek hastalığı” deyip yaşamak için direnmeye devam ediyorlar. sonra yardım almadan yürüyemiyor, yemek yiyemiyor. Ölüm orucu sonrası tedavi sürecinde yapılan olumlu müdahalelere bağlıyor bugünkü yaşamını. Direniş sonrası yaşanan müdahalelerde özellikle B1 vitamini takviye edilmediği için birçok direnişçinin WK hastası olduğunu belirtiyor. Refik sağlığını yeniden kazanmasında Çapa Tıp Fakültesi’nin, dayanışmanın önemine vurgu yapıyor ama ruh sağlığını yakalaması konusunda felsefeyi de es geçmiyor: “Kendimi yeniden felsefeyle kurdum, hafızamı felsefeyle yeniden kazandım, toplumla iletişimimi onun üzerinden geliştirdim.” Düzenli olarak takip ettiği Özgür Üniversite’nin felsefe seminerlerinin yaşamındaki önemini anlatıyor. Refik’e biraz takılmak istiyorum. ‘Türkiye’den bugünkü koşullarda filozof çıkar mı?’ diye soruyorum. Cevap çok net “çıkar” diyor ve çok iyi takip ettiği bir isim veriyor. Ben ’çıkmaz’ diyorum ama o diretiyor ’çıkacak’ diyor. Refik’in aktüaliteyi, gündemi ve felsefeyi çok iyi takip ettiği her halinden belli oluyor. Sözün burasında lafa karışan ve WK’den muzdarip olan Refik Ünal’ın kardeşi Ömer ise kendini yaşama bağlayan temel faktörün internet ve facebook olduğunu belirtiyor. Direniş dönemi sonrasında uzun süre kendine gelemeyen Ömer şimdilerde pek evden çıkamıyor. Koltuk değnekleriyle yürümeye çalışıyor ve çoğunlukla bilgisayar başında, hafızası ve yaşamıyla ilişki tazeliyor. Cezaevi sonrası ilk dönemlerinde kendisini sürekli dışarıdan gören olayları ve mekânları dışarıdan algılayan psikolojik nörolojik durum yaşamış. Özne bunalımına girmiş. Kendisini hep dışarıdan algılamış. Durumunu anlamaya çalışan nörologlar bu durumuna nörolojik, psikologlar tanılar koymuşlar. Kimi uzmanlar ise ikisini birleştirip nöro-psikolojik demişler. Ömer bu durumlarını aşıp kendini bulduğu, içindeki özneyi keşfettiğinde ise belki de en doğru tanımlama ortaya çıkmış. Sonuca “mucize” demişler. 2000 ve 2001 direnişçilerinden örnekler veriyor Ömer. İsmail Hakkı Sadıç’tan söz ediyor. Bu arkadaşımız yaşamdan koptuğu anlarda kolundan “iki kıl çeker ve onu ölmediği konusunda ikna ederdik” diyor. Günnaz Kuruçay’ın ise uzun süre ‘var mıyız/yok muyuz’ sorusu ile cebelleştiğini anlatıyor. Yukarıda okuduğunuz sohbeti yapmak için geçtiğimiz hafta WK hastaları ve eski mahkûmlarla dayanışma ağının WK hastaları ve diğer direnişçiler için oluşturduğu dayanışma evini ziyaret ediyorum. Dayanışma evinde düzenli olarak dört kişi yaşıyor. Sohbet sırasında salonun ortasında duran sehpa koltuklara doğru biraz daha yaklaştırılıp üzerine bir tabak börek birkaç tabak bisküvi indiriliyor. Refik ve diğer ’varlıklarla’ sohbet bitmiş ama o kadar insana aslında yetmeyecek bisküviler ve börekler bitmemişti. Siyasi anlayışım hayat görüşüm birçok noktada uyuşmasa bile devrimcilere en çok da bu yüzden saygı duyuyorum. Onlar son lokmayı diğer yoldaşlarına kalsın diye tabağa terk eder. Bu devam durum ettiği sürece bu ülkede onların da hiç bitmeyeceğini görüyorum. Wernicke-Korsakoff sendromu 1887 yılında Rus psikiyatr S. Korsakoff ve 1900 yılında Nöroloji Uzmanı Carl Wernicke tarafından, hastalar üzerindeki klinik-patolojik gözlemlere dayanılarak tanımlanan bir hastalıktır. Aşırı alkol tüketimi (alkolizm) veya açlık nedeni ile meydana gelen tiyamin (B1 vitamini eksikliği) hafıza kaybı gibi beden işlevlerinde düzensizlik durumudur. Bu hastalarda Demans’a benzer bulgular görülmekte, uzun süreli belleğe yönelik ciddi problemler yaşanmaktadır. Cezaevlerinde ölüm orucuna, uzun süreli açlık grevlerine girenlerde sık görülen bir hastalıktır. 15 Ölümü boşa düşürmeliyiz SENNUR BAYBUĞA Bizi içine alan helezonik dalganın orta yerinde debelenmeye devam ettiğimiz bir haftayı daha geride bıraktık. Bir kadının, bir başka kadının ölü beden fotoğrafını büyüterek meclis kürsüsünden paylaşmasının üzerinden de bir hafta geçti, inadına, hesap soracağız, mutlaka soracağız, o güzel günler geri gelecek ‘ünlem’li işaret ettiğimiz cümlelerin tümünün üzerinden de henüz on dakika geçti. Tek tek ölen, öldürülen, infaz edilen, tecavüz edilen, bomba ile parçalanan insanların fotoğraflarını görüyorum. Fotoğraflarını, ona sorulmadan ortaya dökülen mahremiyetlerini ve aslında bunun insana değil bir davaya ‘hizmet etmekten’ başka amacının olmadığını hepinizin bildiği paylaşımlarınızı görüyorum. Her kalem oynatışınızda, aslında isimlerinin bile olmayacağını biliyorum. Mor bir iç çamaşırından başka bize hiçbir şeyini bırakmayan o kız çocuğunu ve o meclisteki fotoğrafı bu ülkedeki siyaset hayatıma ne olduğu ile ilgili sorulan her soruya cevap olarak bilincimin bir yerinde saklı tutacağım, bana bu oldu... Felaket filmlerini düşünüyorum. Bütün dünyayı yok eden bir lanetli kötülük, bir doğal felaket, bir canavarlaşmış insan tipi çıkar ortaya. Sonra bir kahraman çıkar belki de bir avuç sıradan insan kahramanlaşır sonrasında filmin. Ya da film tümden o felaket üzerine kurulur, örümcekli ormanlar, kurumuş ağaçlar, balçık tarlaları, doğmayan güneş, gri bir çöl. İnsanların ve insanlığımızı terketmenin sonuçları olarak kimi bize bir ders vermek için çekilmiş bu filmlerin çoğunun sonunda bir şey olur; birden filmin sonuna doğru, onca kötülükten ve felaketten sonra, kumların, balçıkların, doğmayan güneşlerin ortasında o sonsuz lanetlenmiş insanların canlıların içinden birden küçük bir yeşillik parçası filizlenir, ya da bir çocuk doğar. Bu geleceğe verilen mesajla film ‘mutlu sona’ ya da bence ‘umuda’ bağlanır ve her felaketin çıkarılan dersleri çıkarıldıktan sonra, ölümlerden, yok olmalardan, büyük acılardan sonra bir filize, bir yeni doğuma bağlanabileceği ve hayatın oradan tekrar yeniden üretilebileceği duygusu, düşüncesi bize verilir. Ancak öyle bir son bizi rahat uyutur yatağımızda o gece belki. Ve şimdi, aylardır bu coğrafyanın her yanını kaplayan bu griliğin ve herkesin alışarak bu renkle güne başladığı zamanlarda, her şeyden önce ufkumuzu değiştirerek bizden çalınmaya çalışılan o güneşi tekrar ışıtmanın yolu var. Cümlelerini ünlemle bitiren bütün duygudaşlarım, kimi aynı şeylere üzüldüğüm dostlarım, kimi git gide artık tahammülümün kalmadığı eski yol arkadaşlarım, bizi içine alan bu kara delikten çıkmazsak bir daha asla yeni bir doğum olmayacak bu topraklarda biliyorsunuz değil mi. Savaşın bir siyaset olmadığını, savaşın sadece insanı, canlıyı, binalarımızı, anılarımızı yok eden bir felaket olmadığını, savaşın aynı zamanda dilimizi, gülen gözlerimizi, kelimelerimizi ve doğurma yetimizi de yok eden bir felaket olduğunu görüyor musunuz? Ve savaşın en az iki taraf arasında olduğunu görüyor musunuz, aslında yöntem olarak savunulan savaşın sadece kazanan tarafı ile ilgilendiğinizi görüyor musunuz. Savaşın bir siyaset biçimi olmadığını gerçekten görüyor musunuz. Sözünüzün aslında bittiğini, umut vaadedemediğinizi, yeni bir şey inşa etmekten ne kadar uzak olduğunuzu, o nedenle ölümün aslında hepiniz için bir intihar seçimi olduğunu, o silahlarla, silah kullanarak yaptığınız her şeyin ama her şeyin aslında bir intihar olduğunu, kimin kimi önce öldürdüğünün artık git gide önemini hepiniz için de yitirdiğini görüyor musunuz? Sokaklarda hayatı savunduğumuz zaman, bu saldırılara hep beraber ölerek değil, başka türlü karşı çıkmanın yolunu bulduğumuz ve gülümseyerek birbirimize anlatmaya başladığımız zaman, silahlarımızı bırakıp ellerimizde ışıklı fenerlerle, gerekirse öldürülmeyi de seçtiğimiz zaman, biz bu savaşın bir tarafı olmayacağız. Yeniden filizlenen dile, hayata, hayatta ısrara dair ne varsa tümüne merhaba demek için, öldürmeyi bırakalım, unuttuğumuz bütün güzel cümleleri tekrar kurmak için, haydi. 16 SİNEMA BasHaber 22 SÖYLEŞİ Şubat - 28 Şubat16 2016 Diyarbakır bombası iki bacağını almıştı Lisa film çekmeye devam edecek ur d .o rg Tedaviden sonra sinema Diyarbakır’da bacaklarını kaybettiği patlamaya dair bir film yapmak istediğini belirten Lisa, kendi öyküsü dahil olmak üzere patlamada hayatını kaybeden ve yaralanan insanların öykülerini çekecek. Tedaviye odaklandığını ve sonra bütünüyle sinemaya yoğunlaşacağını sözlerine ekleyen Lisa, yapacağı projede kendisini de anlatacağını belirterek, “Bende halkın bir parçasıydım ve bunu yaşamak zorunda kaldım. Bir bedel de ben ödedim. Elbette kendimi de anlatacağım. Eğer her şey yolunda giderse bu projede kendimi de ve kendim gibi diğerlerini de anlatacağım” dedi. ‘Kısa filmimde de kendim gibi Kürd çocuklarını anlattım’ İki yıl önce çektiği kısa 20 dakikalık filmin montajının hala bitmediğini ifade eden Lisa, Zimanê Çiya isimli bu kısa filmi asimilasyon ve Kürdçe üzerindeki yasaklara vurgu yaparak çekmiş. Kısa filminde bir çocuğun annesine ve tüm köye rağmen Türkçe öğrenmeme ısrarını anlatan Lisa, bu hikayede bir parça kendisi ve tüm Kürd çocuklarını anlattığını belirterek, “Benim gibi bir sürü Kürd çocuğu var, okula giderken Türkçeyi öğrenen. Bize zorla Kürdçe düşünmek yerine Türkçe düşünmek öğretildi. Bende kendimce sorunun kaynağını göstermek istedim” dedi. .a rs iv ak ilgi duymaya başlayan Lisa, daha sonra bu enstrümana konu olan filmlere merak salarak bir süre sonra kendisini sinema dünyasında bulur. En büyük hayali Kürd kadınlarının öykülerinden oluşan Kürdçe uzun metrajlı film yapmak olan Lisa’nın patlama sonrası değişen hayatının yanında hayallerinin önceliği de değişir. Ve çok istediği kadın öyküleri filminin yerini patlamada kendisiyle beraber yaralanan insanların öyküsü alır. Lisa’nın tedaviden sonra ilk fırsatta yapmak istediği şey, kendisi ve yanında yaralananların öykülerini sinemaya taşımak. Hayallerine ulaşmak için her yolu deneyeceğini ve bacaklarının kopmuş olmasının kendisine engel olmayacağını söyleyen Lisa, bir yandan da bölgede süren savaş ortamında böyle bir çalışmanın önceliği olamayacağını belirterek, “savaş olmazsa yaparım. Ama şu an Kürdistan coğrafyası savaş içinde. Ve bu durumda hayallerimizi, sinemayı pek düşünemiyoruz” diyor. Ailede iki bacağı kopmuş tek kişi Lisa değil. 1997 yılında Lisa’nın abisinin ayakları da karda donduktan sonra kangrene dönüşüyor ve kesiliyor. Lisa 18 yıl sonra abisinin kaderini paylaşıyor. w Patlamada yaralananların tümünün tedavisi yapıldı Ortadoğu Sinema Akademisi’nin yoğun talep üzerine Lisa ve patlamada yaralanan 7 arkadaşı için başlatılan “Birbirimizin eli ayağı olalım” kampanyası sonucu diğer 7 kişinin tedavisi yapılırken, daha uzun soluklu bir tedavi gereken Lisa’nın tedavisi Almanya’da devam edecek. Kampanya ile 7 kişinin tedavileri sağlanırken, Lisa için gerekli olan 140 bin liranın bir kısmı da tamamlandı. Geriye kalan kısmının ise Almanya’da kendisine destek olan kurum ayarlayacak. 25 gündür Almanya’da olan ve tedavisi bitene kadar orada kalacak olan Lisa, şu anda sadece tedaviye odaklandığını söylüyor. w iyarbakır ‘da 7 Haziran seçimlerine 2 gün kala HDP’nin düzenlediği mitingde patlayan bombalar 5 kişinin ölümüne 400 kişinin de ağır yaralanmasına neden olmuştu. O patlamalarda genç yönetmen Lisa Çalan da bacaklarını yitirdi. Lisa Çalan, protez bacak ameliyatı için şu anda Almanya’da gün sayıyor. Lisa her durumda film çekmeye devam edeceğini bir köşede oturup beklemeyeceğini söylüyor. Bir süre önce tedavi için Almanya’nın Göttingen kentine giden Lisa, bir yıllık bir tedavi sonrası yeni bacaklarına kavuşacak. Henüz 28 yaşında iken iki bacağından olan Lisa, maruz kaldığı bombalı saldırıda yarım kalan hayalleri de bu protez bacaklar ile yeniden vücut bulacak. Patlama sonrası ilk ameliyatı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ikinci ameliyatı ise Memoriol Hastanesi’nde gerçekleşen Lisa, tedavisine Almanya’da devam edecek. Her gün iki saat protez alıştırması yapan genç sinemacının bir yıl sonra protez tedavisi bitecek ve film çekmeye devam edecek. 5 yıllık sinema hayatında bir kısa filme imza atan ve çok sayıda uzun metrajlı film, belgesel ve dizi projesinde yer alan Lisa’nın sinema aşkı önce çaldığı otantik enstrüman Erbane ile başlıyor. Erbane ile film müziklerine Diyarbakır’da HDP’nin seçim mitingine düzenlenen bobmalı saldırıda iki bacağını kaybeden sinemacı Lisa Çalan, Almanya’da protez tedavisi bittikten sonra hayallerine kaldığı yerden devam edecek. İki uzun metrajlı film projesi olan Lisa, “İki bacağımı kaybettim diye oturmayacağım. Daha çok mücadele edeceğim. Çünkü engel insanın kafasında, beynindedir. Engel iki bacağında, kollarında ve gözlerinde değildir. Beyninde engel olanlar bizi bu hale soktu” dedi. w D Çimen Gümüş Yaşadıkları sinemaya yansıyacak Uğradığı saldırı ardından umutsuzluğa yenik düşmediğini aksine bir kadının ne kadar güçlü olabileceğini kendinde gördüğünü belirten Lisa, yaşadıklarının ardından yenilendiğini ve iradesinin sağlamlaştığını ifade ederek, “Kendi gücümün farkına vardım. Bir kadın hakikaten güçlü olabiliyor, bacakları olmasa da güçlü durabiliyor” diyor. Patlama sonrası ayakta durmasını sağlayan çok büyük bir dayanışma ile karşılaştığını belirten Lisa, “Bu da perspektif olarak sinemaya yansıyacaktır. Bende, hayata ve sinemaya bakışımda değişiklikler oldu. Filmlerimi çekmeye başlayınca bunu göreceğim” diyor. ‘Her şeyi hatırlıyorum’ HDP’nin büyük seçim mitingine katılan ve mitingden ayrılırken yanaştığı bomba döşeli çay ocağının önünde ilerleyemez. Büyük bir heyecanla katıldığı mitingden başka bir program için erken ayrılmanın verdiği hüznü içinde kalabalık arasında ilerlerken bir anda patlamanın olmasıyla birkaç dakikalık bir baygınlık geçirir ve sonra kendine gelir. Patlamanın olduğu anı hiç unutmadığını belirten Lisa, o günü şöyle anlatıyor: “Gözlerimi açtığımda her yer kan içindeydi ve insanlar koşuşturuyordu. Başta ne olduğunu anlayamadım. Sonra durumu fark ettim. Yaralı olduğumu gördüm ama bacaklarımın koptuğunu düşünmedim. Kırık olabileceğini düşündüm. Sonra bakınca ikisi de yoktu. Çok sayıda yaralı vardı ama hepsi ayaktaydı. En ağırlarından biri de bendim. Hastaneye gitmemiz uzun sürdü. Çabuk gidelim diye bağırıyordum. Polis saldırıyor ilerleyemiyoruz dediklerini hatırlıyorum. Baştan sona her şeyi hatırlıyorum. Bilincim yerindeydi ve hiçbir şey aklımdan gitmedi. Hastaneye vardık ve gözlerimi açtığımda iki bacağımda yoktu.” ‘Her patlamayı içimde hissettim’ Lisa’nın bacaklarını kaybettiği Diyarbakır patlamasının ardından Suruç’ta bir Ankara’da iki defa bombalar patladı. Çok sayıda insanın sakat kaldığı patlamalarla ilgili Lisa, şunları söylüyor: “Ben her patlama sonrası yaşananları hissedebiliyorum. Bu korkunç bir şey ve sürekli kabus olacak bir şey. Hayatım boyunca böyle bir travmayı yaşayacağımı biliyorum. Korkunç bir duygu bu ve zihnin en derinine işliyor. Bu nedenle sonraki patlamaların fotolarına hiç bakmasam da oradaki durumu yaşadım. İçinde hissettim. Hatta bu patlamalarda uzuvlarını kaybedenlerle görüşmek istedim. Yaşadığım için nasıl bir acı olduğunu biliyorum. İlk fırsatta hepsiyle tek tek konuşmak istiyorum. 9 aylık bir tecrübem var ve elimden geldiğince bununla nasıl başa çıkılabileceğini anlatmak istedim. Hiçbirini tanımıyorum ama hepsi kardeşim.” ‘Kafasında engel olanlar bizi bu hale getirdi’ Patlamanın ardından iki bacağı kopan ve hayatı değişen 28 yaşındaki sinema yönetmeni Lisa, şöyle devam ediyor: “En çok hesap sorması gereken biz kadınlarız. Bunu illa elimize silah alarak veya savaşarak yapmamız gerekmiyor. Sinemayla, yazıyla, resimle savaşmanın bin bir yolu var. Her kadın kendi farkındalığını ortaya koyarsa, dayanışma sergilerse herkesten de hesap sorulabilinir. Ben bu hakkı kendimde görüyorum. Bunu hayal ediyorum. İki bacağımı kaybettim diye kös kös yerimde oturmayacağım. Daha çok mücadele edeceğim. Çünkü engel insanın kafasındadır. Beynindedir. İki bacağında, kollarında ve gözlerinde değildir. Beyninde engel olanlar bizi bu hale soktu. Ankara ve Suruç patlamasının nedeni de bu. Bir mitingde, yani şenlik alanında bacaklarımızı ve kollarımızı kaybettik.”