Rum Katolik Kilisesi Dergisi – Eylül 2015 – Sayı 19 Hoş geldin Monsenyör! Mons. Paolo Bizzeti (S.J.) Anadolu Havarisel Bölgesinin yeni Episkoposu Papa Franciscus Hazretleri tarafından Anadolu Havarisel Episkoposluğu görevine atanan, Cizvit Paolo Bizzeti'nin Anadolu’da yaşayan Hristiyanlara ilk mesajı: "İçten ve mütevazı bir yürekle sizlere hizmet etmek ve çoğunlukla çok zor şartlarda cesurca sürdürdüğünüz Hristiyan yaşamınızdan öğrenmek arzusu ile sizlere geliyorum. Bana karşı merhametli olun!" Mons. Paolo Bizzeti kimdir? Peder Paolo Bizzeti 22 Eylül 1947’de Floransa – İtalya’da doğdu. 22 Kasım 1966’da Cizvit cemaatine katıldı ve 21 Haziran 1975’te papaz oldu. 12 Haziran 1982 temel yeminlerini etti. Papaz olduktan sonra, Bologna Üniversitesinde Edebiyat ve Felsefe okudu ve 1981’de mezun oldu. P. Bizzeti uzun seneler gençler ve aileler için Kutsal Kitap hakkında kurslar ve değişik seminerler organize edip ve onlara Kutsal kitabı daha iyi anlamaları için Türkiye’ye 40’dan fazla tur organize etmişti. Peder Bizzeti’nin Türkiye hakkında yazdığı 360 sayfalık bir kitabı da var. 14 Ağustos 2015’de Papa Hazretleri Fransiscus, Peder Bizzeti’yi Anadolu Havarisel Vekili ve Episkoposu ilan etti. Peder Bizzeti’nin episkoposluk töreni 1Kasım 2015’te Padova - İtalya’da gerçekleşecektir. EPİSKOPOS Havarilerin İşleri, Kudüs’te toplanan havarilerin aralarından ikisi, Petrus ve Yuhanna’yı kuzeye, halkın Tanrı sözü’nü kabul ettiği Samiriye’ye gönderdiklerini aktarır. İki havari “onların Kutsal Ruh’u almaları için dua ettiler. Çünkü Ruh daha hiçbirinin üzerine inmemişti. Rab İsa’nın adıyla vaftiz olmuşlardı, o kadar. Petrus’la Yuhanna onların üzerine ellerini koyunca onlar da Kutsal Ruh’u aldılar.” İlk dönemde havarilerin yaptığını sonra episkoposlar yaptılar. Episkoposlar, Pentekost günü Kudüs’te rüzgar ve ateş görünümünde gelen Kutsal Ruh’u alan ve Müjde’yi “dünyanın sonuna” (Hav. İşi. 1,8) kadar duyuran havarilerin ardıllarıdırlar. Kaya ve Kilise’nin anahtarlarının Episkoposun görevleri nelerdir? sahibi Petrus’un ardılı olarak Papa ve havarilerin ardılları olarak episkoposlar ebedi Episkoposluk kutsaması, bu sırrın bütün doluluğunu çoban Mesih’in işini devama gö- sunar. Episkopos imanı, havarilerce aktarıldığı ve revlendirilmişlerdir. Kilise’nin iman kilisece her an, her yerde korunduğu gibi temiz ve öğretmenleri, rahipleri ve çobanlarıdırlar. II. tam korumalıdır. Kilisenin gelişimine katkısı olmalı, Vatikan Konsili bu iman gerçeğini tekrar Papa ve diğer episkoposlarla birliği korumalıdır. vurgulamıştır. Episkopos asası episkoposun Papa’ya itaat ve sadakat sözü vermeli, yüksek rahiplik makamını kusursuzca yerine getirmelidir. çobanlık görevini sembolize eder. Episkopos kendine emanet edilmiş Episkopal hizmetine sembol olarak episkoposun başı hristiyanlara sadece önderlik etmez. Onların krizam yağı ile mesh edilir ve ona episkopos yüzüğü, arasında yer alır. Kilise tarihinin en büyük değneği ve şapkası verilir. Episkoposlar topluca episkoposlanndan aziz Augustinus bunu havarilerin birliğini temsil ederler. Görevlerini yalşöyle vurguluyor: “Sizin episkoposunuzum, nızca havarilerin başı Petrus’un ardılı Papa ile birlik sizinle Hristiyanım”. Baba olmak ve kardeş içinde yapabilirler. İncil’in duyurulması episkoposolmak episkoposun hizmetinde birleşmelidir. ların ana görevlerinden biridir. MERHAMET İŞLERİ CAN SIKICI KİŞİLERE SABIRLA KATLANMAK "Sabır adındaki büyük erdem" "Rab’bin gelişine dek sabredin... Sabredin..., yargılanmamak için birbirinize karşı homurdanmayın; işte, Yargıç kapının önünde duruyor" (Yakup 5,7-9). 1. TANRI’NIN İNSANLARA GÖSTERDİĞİ SABIR Aziz Pavlus, Roma’daki Hristiyanların gözü önüne Rabbin büyük ve hayat verici merhamet tasarısını açıklarken mecazi ama çok etkili bir dille şunları söylüyor: "Eğer Tanrı, gazabını göstermek ve gücünü tanıtmak isterken, gazabına hedef olup mahvolmaya hazırlananlara büyük sabırla katlandıysa, ne diyelim? Yüceltmek üzere önceden hazırlayıp merhamet ettiği insanlara yüceliğinin zenginliklerini bildirmek için bunu yaptıysa, ne diyelim?" (Romalılar 9,22-23). Hemen ardından, Hoşeya peygamberin sözlerini hatırlatarak bu düşünceyi yorumluyor: "Halkım olmayana halkım, sevgili olmayana sevgili diyeceğim." "Kendilerine, ‘Halkım değilsiniz’ denildiği o yerde, yaşayan Tanrı’nın oğulları diye adlandırılacaklar" (Romalılar 9,25-26). Aziz Petrus da bizi merhametle dolu Rabbin sabrına iman etmeye çağırıyor: "Rab size karşı sabrediyor, çünkü hiç kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbeye gelmesini istiyor" (II.Petrus 3,9). Başkalarının eksikliklerini ve hatalarını hoş görmemeye meyilli olan bizler aslında onlar gibi hatta bazen onlardan da fazla kusurlu ve hatalı olduğumuzun farkına varmıyoruz. Buna rağmen Allah Baba bize katlanıyor ve bizi sefaletimizden kurtarmak için İsa’yı gönderiyor. Bizim inatçılığımız, kendimizi beğenmemiz, cehaletimiz karşısında Tanrı sınırsız bir sabır gösterir, ama bizim de, O’nun gibi başkalarına karşı alçakgönüllü ve hoşgörülü olmamızı ister. 2. MESİH’İN SABRI İnsanların arasına gelerek, çadırını aramıza kurarak (Yuhanna 1,14) İsa bize Allah Baba’nın merhametle ve sabırla dolu gerçek çehresini gösterdi. Bazı anlarda, öğrencilerinin ısrarlı inançsızlıkları ve katı yüreklilikleri karşısında İsa sınırsız bir sabır göstermek zorunda kalmıştır: "Ey imansız ve sapmış kuşak! Sizinle daha ne kadar kalıp size katlanacağım?" (Luka 9, 41). İsa’nın sabrı, bizim sefaletimizin ve zayıflığımızın tamamıyla bilincinde olmasından kaynaklanıyordu. "İsa kayıktan inince büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Çobansız koyunlara benzeyen bu insanlara acıdı ve onlara birçok konuda ders vermeye başladı" (Markos 6, 34). İsa, insanların suçluluğuna katlanma kapasitesini, yüce bir şekilde çektiği acılar ve ölümüyle gerçekleştirdi. Yargıçlarının önünde, Hanna ve Kayafa olsun veya Pilatus’un, Hirodes’in önünde; askerlerin hiddeti, alayları, budalalığı karşısında İsa susuyor ve onları kendi hallerine bırakıyor. Onu tükürüğe boğuyorlar, sakalını koparıyorlar, onu tokatlıyorlar ve o susup onları kendi hallerine bırakıyor. Ona kral elbisesi giydirip alay ediyorlar, karşı çıkmıyor: böylece dikenli taç dünya üzerindeki kudretinin, böylesine korkunç acılar çeken kudretinin amblemi haline geliyor. Çarmıha gerilip yukarı kaldırılınca "ne yaptıklarını bilmeyen" (Luka 23,34) bu kişiler için Allah Baba’ya bir dua da yükseltiyor. İsa Mesih’in bu sabrı Yeşaya tarafından ‘Yahve’nin Kulu’nun acılarını tasvir ederken bildirilmişti; ‘Günahlarımızdan ötürü o yaralandı, fesatlarımızdan ötürü o zedelendi; bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti.... Ona kötü muamele ettiler… O baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı.... Halkımın isyanı ve hak ettiği ceza yüzünden yaşayanlar diyarından atıldı..." (Yeşaya 53, 5-8). İsa böylece insanların kötülüğüne karşı Tanrı’nın verdiği yanıt haline gelmiştir: sabır ve bağışlama. Kötülük yapanlara ve bize eziyet edenlere bizim vermemiz gereken yanıt da bu olmalıdır. 3. BİZİM SABRIMIZ VE TAHAMMÜLÜMÜZ Havari Yakup, mektubunda, bize sabır önerirken Eyüp’ün, bütün kötü olaylar karşısında sakin bir şekilde: "Allah’tan iyilik kabul edelim de kötülük kabul etmeyelim mi?... Rab verdi ve Rab aldı; Rab’bin ismi mübarek olsun!" (Eyüp 2, 10; 1,21) dediğini hatırlatıyor. "Kardeşler, Rab’bin adıyla konuşmuş olan peygamberleri sıkıntılarda sabretme örneği olarak alın. İşte, dayanmış olanları mutlu sayarız. Eyüp’ün nasıl dayandığım duydunuz. Rab’bin en sonunda onun için neler yaptığını bilirsiniz" (Yakup 5, 10-11). Yeremya bize karşı kötülük edenler için dua etme örneği veriyor: "Rabbim, senin kızgınlığını onlardan döndürmek üzere, onlar için iyilik söyleyeyim diye senin önünde nasıl durduğumu hatırla" (Yeremya 18, 20). Daha zengin bir öğreti, İsa’nın kendisinden, Onun Dağdaki Konuşmasından geliyor. "Sağ yanağınıza bir tokat atana öbürünü de çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün. Sizden birşey dileyene verin, sizden ödünç isteyenden yüz çevirmeyin" (Matta 5, 39-42). Aziz Pavlus bizi şuna teşvik ediyor: "Tanrı’nın kutsal ve sevgili seçilmişleri olarak yürekten sevecenliği, iyiliği, alçakgönüllülüğü, sabır ve yumuşaklığı giyinin. Birbirinize karşı hoşgörülü davranın. Eğer birinizin ötekinden bir şikâyeti varsa, Rab’bin sizi bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın" (Koloseliler 3, 12-13). Nedeni sevgidir, Tanrı’nın tek hayatı ve İsa’nın bize bıraktığı buyruk olan sevgi "sabırlıdır, şefkatlidir, kötülüğü anmaz, haksızlığa sevinmez ama gerçek olanla sevinir" (I. Korintoslular 13, 4-6). Ancak Aziz Pavlus özel bir sabır tahammül tarzını öne sürüyor: Allah’ın hükümdarlığı için tüm yaşamını kardeşlerinin hizmetine adayan havarinin tarzı. Artık yaşlıdır, hapistedir ve havarisel deneyimle dolu olarak sevgili öğrencisi Timoteyus’a şöyle yazar: "Tanrı sözünü duyur. Zaman uygun olsun olmasın, bu görevi sürdür. İnsanları tam bir sabırla eğiterek ikna et, uyar, isteklendir" (II.Timoteyus 4,2). Yine Korintli Hristiyanlara yazarken, gerçek havarinin zulümlerin karşısında sahip olması gereken nitelikleri şöyle sıralıyor: "Kendi ellerimizle çalışıp emek veriyoruz. Bize sövenler için iyilik diliyoruz. Zulmedilince sabrediyoruz" (I. Korintoslular 4, 12). Gerçekten de özellikle zulüm anlarında Rab’be olan sevgimiz ve İsa’nın haçını taşımamız sınanır. Yalnızca Kilise’nin yüzyıllar boyunca karşılaştığı büyük zulümler değil aynı zamanda hem Kilise dışında, hem Kilise içinde karşılaştığımız günlük zulümler de buna dahildir. İsa’nın kendisi örneği vermiştir: "Kendisine sövüldüğü zaman sövgüyle karşılık vermezdi. Elem çektiğinde kimseyi tehdit etmez, ama davasını, adaletle yargılayan Tanrı’ya bırakırdı" (I. Petrus 2,23). 4. SABRIN MEYVELERİ: KENDİNİ TESLİM, HUZUR VE NEŞE Rab hiçbir sınamayı bizi sevgide olgunlaştırmak amacı dışında göndermez veya izin vermez. Para her zaman bulanık bir şeydir: aynı banknotu hem iyi bir şey yapmak için, hem de kötü bir şey yapmak için kullanabiliriz; ama ister bir insandan ister olaylardan geliyor olsun acının içinde her zaman derin bir iyilik yönü vardır: bizi sevgide büyütür, bizde alçak gönüllülüğü, sabrı, gerçekten bizden olan bir şeyler verme arzusunu uyandırır, bunu Rabbin çektiği acılarla kurtarmasına bağlar. Başkaldırma, intikam, adaletsizlik karşısında duyulan öfke Ruhumuzun bulanmasına neden olurken, aksine sabır ve sevgiyle dolu tahammül bize sınırsız bir neşe, huzur, kendimizi Tanrı’ya teslim etme isteği iletir. Kendini teslim etme yalnızca zayıf kişilerin basitliği, kötülüğe tepki göstermeye cesareti olmayan veya tepki göstermek istemeyenlerin kendini bırakması değildir; her şeye rağmen hem yüreklerinde hem de sonuç olarak karşısındakinin yüreğinde iyiliğin hüküm sürmesini isteyen kişinin cesur erdemidir. "Kötülüğün sizi yenmesine izin vermeyin, ama kötülüğü iyilikle yenin". ********** Dünya Barışı için Dua Rab, beni kendi barışın için, alet olarak kullan. Nefret olan yerde, ben seveyim. Hakaret edildiğinde, af edeyim. Geçimsizliğin olduğu yerde, aracılık yapayım. Yanılgı olan yerde, gerçeği söyleyeyim. Şüphe olan yere, inanç getireyim. Umutsuzluğun olduğu yerde, ümit vereyim. Karanlığın hakim olduğu yerde, sevgi ateşini yakayım. Ruhsal acıların olduğu yere, sevinç getireyim. Beni teselli etmemelerde, ben teselli edeyim. Beni anlamamalarda, ben onları anlayayım. Beni sevmemelerde, ben onları seveyim. Çünkü, kim kendini verirse, karşılığını alır. Kendini unutan, çok şeyler kazanır. Başkasını affeden, affedilir ve öldüğünde, sonsuz hayata kavuşur. ( Aziz Fransua ) KUTSAL KİTAP KAHRAMANLARI “Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!" “YEŞAYA” Merhabalar Sevgili Çocuklar!!!! Bu defa ki Kahramanımız Kutsal Kitapta çok önemli bir yere sahip olan YEŞEYA peygamberden bahsedeceğiz. Çoğunluk onun adını duymuşsunuzdur. Yeşeya peygamber, eski antlaşmada İsa Mesih’ten en çok bahseden kişidir. Onun hikâyesini, hayatını, neler yaşadığını merak ediyor musunuz? eee hadi o zaman başlayalım!!!!! Yeşeya peygamber İ.Ö. 8. Yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Yeşeya “Rab Kurtarır” anlamına gelir. Yeşeya halkın içinde ileri gelenlerden yani önemli bir aileden gelirdi, babasının ismi Amost’du. İki oğlu olmuştu. Yeşeya gençken bile Kral’ın önüne rahatça çıkabiliyordu. Hatta Kral’ın Kâhiniyle bile yakınlığı vardı. Yeşeya Kudüs’te, çoğunlukla sarayda yaşadı. Gençlik dönemlerinde peygamberliklerde bulundu. İlerleyen yaşlarında ise peygamberliğinin yanı sıra Kral’ın danışmanlığını da yaptı. Yeşeya halkıyla ilgili Rabden görümler alır, onlara ön bildirilerde bulunurdu. Rabden duyduklarını onlara bildirirdi. Söylediği etkili sözlerle ve davranışlarıyla halkını doğruluğa ve adalete çağırırdı. Onları uyarır, Tanrı’ya kulak vermekte gecikirlerse, felaketlerin yakalarını bırakmayacağını anlatırdı. Bunlara örnek olarak birkaç ayete beraber bakalım. Yeşeya 1,18-20 “Gelin, şimdi davamızı görelim. Günahlarınız sizi kana boyamış bile olsa kar gibi ak pak olacaksınız. Elleriniz kımız böceği gibi kızıl olsa da yapağı gibi bembeyaz olacak. İstekli olur söz dinlerseniz ülkenin en iyi ürünlerini yiyeceksiniz. Ama direnip başkaldırırsanız, kılıç sizi yiyip bitirecek. Bunu söyleyen Rab’dir”. Duydunuz mu çocuklar! Rab, Yeşeya aracılığıyla halkını uyarmakta, onlara kurtuluş yolunu göstermektedir. Ama ne yazık ki halk bunlara pek kulak asmadı çocuklar ve bunun sonucu olarak da başlarına bir sürü kötülük geldi. Peki, siz söz dinliyor musunuz çocuklar? Kilise de size Tanrı’nın sözünü iletenlerin, anne-babalarınızın sözlerini uyguluyor musunuz? Eğer kötülüklerden uzak durmak istiyorsak Rabbin uyarılarını dinlemeliyiz. Yeşeya Rabbi görme aracılığına sahip olan birisiydi. Kral Uzziya’nın öldüğü yıl Yeşeya, Rabbi, gördü. Rab Yeşeya’yı halkına aracılık yapması için çağırdı. Yeşeya da bu görevi büyük bir istekle kabul etti. Bundan sonra Yeşeya sürekli olarak Rabbin söylediklerini İsrail halkına iletti. Yeşeya, İsa Mesih’in gelişini de bildirdi. Yeşeya şöyle diyor: “İşte kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacak.” (7,14) ve dokuzuncu bölümde der ki “Çünkü bize bir çocuk doğacak, bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut’un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenliğinin ve Esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle ve doğrulukla kuracak ve sonsuza dek sürdürecek. Her şeye egemen Rabbin Gayret’i bunu sağlayacak.” Evet, bu ayetlerde gördüğümüz gibi Yeşeya, Mesih’in gelişini çok önceden bildirmiştir. Yalnız bildirmekle kalmayıp onun hakkında ayrıntılı bilgi de verir. İlk ayette İsa Mesih’in nasıl dünyaya geleceğini ve isminin ne olacağını bildiriyor. Gerçekten İsa Mesih bakire Meryem’den dünyaya geldi değil mi çocuklar? Sonraki ayetlerde de İsa Mesih’in nasıl bir kimliğe sahip olacağını açıklıyor, onun niteliklerinden bahsediyor. Yine Yeşeya 40: 10-11. ayetlerde İsa Mesih’in karakterinden bahsediyor; “İşte Egemen Rab gücüyle geliyor, kudretiyle egemenlik sürecek, ücreti kendisiyle birlikte, ödülü önündedir. Sürüsünü çoban gibi güdecek, kollarına alacak kuzuları, bağrında taşıyacak; usul usul yol gösterecek emziklilere.” Yeşeya’nın bildirileri bunlarla da kalmadı ve İsa Mesih’in çarmıhıyla ilgili de bildirilerde bulundu, açık bir şekilde yazmasa da onun acı çekeceğini belirtti. Yeşeya 52: 13-14. “Bakın kulum başarılı olacak, üstün olacak, el üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek. Birçokları onun karşısında dehşete düşüyor biçimi, görünüşü öyle bozuldu ki, insana benzer yanı kalmadı.” Yeşeya 53:12 “Bundan dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını O üzerine aldı, başkaldıranlar içinde yalvardı.” Yeşeya peygamberle ilgili başka bir özellikte, Yeni Antlaşmada Mezmurlar kitabından sonra en çok alıntı Yeşeya peygamberin kitabından yapılmıştır. Yeşeya hayatı boyunca birçok kez halkını uyardı, onlara başlarına gelecek felaketlerden bahsetti. Tanrı’nın kurtuluşunu anlattı. Ancak ne var ki İsrail halkı, onun uyarılarını önemsemedi. Çoğu kez düşmanlarla savaşmak, hastalıklarla mücadele etmek zorunda kaldılar. İsa Mesih’in geleceğini önceden bilmelerine, O’nu beklemelerine rağmen, O geldiğinde O’na inanmakta zorluk çektiler. Hala birçok İsrailli, İsa’ya inanmaz ve başka bir Mesih bekleyip durur. Evet çocuklar bizlerde Yeşeya’nın anlattıklarından ders alıp, Rabbin uyarılarına her zaman açık olmalıyız. Eğer bir büyüğümüz Tanrı’yla ilgili bir bildiride bulunuyorsa onu dikkatlice dinlemeliyiz. Yine Kutsal Kitabımızı okurken dikkat etmeli, Tanrı’nın mesajlarını iyice anlamaya çalışmalıyız. Anlamakta zorlandığımız zaman Tanrı’dan yardım isteyebiliriz, dua edip bize anlayış göstermesini isteyebiliriz. Tanrı bizi yanıtlayacaktır ve anlayış verecektir. Kutsal Kitabınızı düzenli okumak için zaman ayırmayı unutmayın olur mu çocuklar? Ve …. Yeşaya’nın dediği gibi “Rabbin yolunu hazırlayın!” GÖRÜŞMEK ÜZERE… RAB SİZİNLE OLSUN… Birinci yüzyıl Anadolu kiliseleri Efes Kilisesi İncil’de bahsi geçen bölümler: Elçilerin İşleri 18-19, Efesliler mektubu, 1. ve 2. Timoteos mektupları ve Vahiy 2:1-7 250,000 nüfusuyla Roma’dan ve İskenderiye’den sonra Efes birinci yüzyılın en büyük şehirleri arasında yer alıyordu. Bugün İstanbul Türkiye için ne ise, birinci yüzyıl Efesi Anadolu için oydu. Anadolu’nun en çok vergi alınan yeri ama aynı zamanda Anadolu’nun kültürel, ekonomik, sosyal ve dini merkeziydi. Dünya’nın yedi harikaları arasında yer alan Artemis tapınağı burada bulunuyordu ve Efes’teki tiyatro hala günümüzün en güzel antik eserleri arasında yer almaktadır. Efes şehri birçok İncil kahramanına ev sahipliği yapmış. Havari Yuhanna, İsa’nın annesi Meryem ve Luka buralardan geçmiş ve rivayetlere göre burada gömülü bulunmaktalar. Bu şehirde bulunan kilisenin kuruluş hikâyesi şöyledir: M.S. 42 senesinde İmparator Claudius Roma’dan Yahudileri kovan bir bildirge yayınlar ve böylece Akvila ve Priskila adındaki İsevi bir karı-koca Efes’e yerleşir. Efes’e geldiklerinde Vaftizci Yahya’nın vaftizini vaaz eden ama Kutsal Ruh’u almayan Apollos adında birisiyle tanışırlar. Apollos iman eder ve böylece Efes’teki Hristiyan cemaat kurulmuş olur. Pavlus bu şehri ikinci ve üçüncü yolculuğunda ziyaret eder ve birçok insan imana gelir. Birçok kişi putperest geçmişlerinden tövbe edip bugünün fiyatıyla on binlerce Türk Lirası değerindeki büyü kitaplarını yakar. Demetrius adındaki bir gümüşçü artık Artemis tapınağının gümüş maketlerini satamadığı için diğer gümüşçülerle beraber Pavlus’a karşı bir ayaklanma başlatır. Protestocular tiyatroyu doldurup iki saat boyunca, şehir meclisi yetkilileri onları durdurana kadar, “Efesliler’in Artemisi uludur!” diye bağırırlar (Elç. İş. 19,2341). Pavlus burada tam iki sene yaşar ve “Tiranus” adıyla tanınan bir oditoryumda ilahiyat dersleri verir. Zamanla Pavlus’un öğrencisi Timoteos, Efes Kilisesinin genç önderi olarak atanır. Efes’teki kilise çok tebliğci bir kilisedir ve yöredeki birçok kilise onların sayesinde kurulur. Mesela Epafras adındaki kardeş Kolose, Hierapolis ve büyük ihtimalle Laodikya kilise topluluklarını kurmuştur (Kol 1,7). Pavlus’un Tiranus okulundaki ilahiyat göreviyle birlikte Efes’teki imanlılar derin bir Kutsal Kitap ve ilahiyat bilgisine de sahip olmuşlardır. Nitekim Pavlus’un MS. 62 senesinde Roma’daki hapishanesinden Efeslilere yazdığı mektup bunu teyit etmektedir. Fakat zamanla bu topluluğun ilk iman sevgisi soğumaya başlar ve neticesinde Yuhanna’nın aracılığıyla Efes kilisesine bir mesaj gönderilir. Kiliseye yazılan mektupta sapkın öğretişlere karşı sağlam duruşları takdir görür fakat aynı zamanda bir uyarı verilir: “Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden uzaklaştın. Bunun için, nereden düştüğünü anımsa! Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini yerinden kaldırırım.” Kandil kilisenin hizmetini simgelemektedir. Tövbe eden ve sadık kalan imanlılara son bir vaat veriliyor: “Tanrı’nın cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme hakkını vereceğim.” Yaşam ağacının meyvesi bilgelik ve ebedi yaşamın simgesidir. Dolayısıyla mektubun mesajı şudur: asıl bilgelik ve ebedi yaşam sapkın öğretişleri yenmekten ziyade Tanrı’nın uyarısını dikkate alıp ilk sevgiye dönmekten geçer. Böyle davranacak olanlar, asıl olan ruhsal ve manevi bilgeliği ve de ebedi hayatı tatmış olacaklar. (Kaynak: www.inciltarihi.com - KK Arkeolojisi) “Rab'bin uğruna tutuklu olan ben, aldığınız çağrıya yaraşır biçimde yaşamanızı rica ederim. Her zaman alçakgönüllü, yumuşak huylu ve sabırlı olun. Birbirinize sevgiyle, hoşgörüyle davranın. Ruh'un birliğini esenlik bağıyla korumaya gayret edin.” (Efesliler 4,1-3) 8 Eylül – Meryem Ana’nın Doğumu Üstüne Vaaz Kucağınızın meyvesi ile tanınmışsınız, Rabbin bir kez dediği gibi: "Onları meyvelerinden tanıyacaksınız. İsa’nın Bakire Annesi’nin Anna’ dan doğması gerektiğinden doğa, lütuftan önce tohuma öncelik vermeyi göze alamadı; fakat lütuf meyvesini oluşturabilmesi için, kendi meyvesinden yoksun kaldı. Nitekim her yaratığın ilk doğanı olan ve "her şeyin varlığını sürdürenin" (Kol.1, 17) doğacağı o ilk doğan ananın ilk önce dünyaya gelmesi gerekmekteydi. Ey Yoakim ve Anna, mutlu ikili! Her yaratık size borçludur. Çünkü sizin için yaratık Yaratana en beğenilen armağanı, yani Yaratana tek yaraşır arı anneyi, sundu. Mutlu ol, Anna "kısır, sen ki, doğurmadın; terennüme koyul ve yüksek sesle çağır, sen ki, doğurma acısı çekmedin" (Yeşaya 54). Çok sevin, ey Yoakim, çünkü kızından bizler için bir çocuk doğdu, bizlere bir oğul verildi ve adı Melek olacaktır. Tüm dünya için yüce öneri ve kurtuluş, güçlü Allah (Yeşaya 9,6). Bu çocuk Allah’tır. Ey Yoakim ve Anna, gerçekten lekesiz, kutsal ikili! Kucağınızın meyvesi ile tanınmışsınız, Rabbin bir kez dediği gibi: "Onları meyvelerinden tanıyacaksınız" (Matta 7, 18). Siz yaşantınızı Allah’ın uygun gördüğü ve sizden doğana layık şekilde yürüttünüz. Nitekim arı ve kutsal beraberliğinizde doğumdan önce, doğumda ve doğumdan sonra bakire olan o bakirelik incisine hayat verdiniz. O ki, derim ben, tek olarak aklının ve ruhun ve bedenin bakireliğini daima korumalıydı. Ey Yoakim ve Anna, en arı ikili! Siz, doğal yasanın koyduğu iffeti koruyarak, tanrısal erdemin sayesinde, doğayı aşanı elde ettiniz. Dünyaya, Allah’ın erkek tanımamış olan annesini verdiniz. Siz insan doğasında inançlı ve kutsal bir yaşam sürmekle, meleklerden daha yüce ve şimdi de meleklerin kraliçesi olan bir kızı dünyaya getirdiniz. Ey, çok güzel ve çok tatlı bakire! Ey, Adem’in kızı ve Allah’ın Annesi. Sana yaşamı veren gönül mutlu olsun! Sana sarılan kollar ve tümden bekâretini koruman için, seni iffetle öpen annenin ve babanın dudakları mutlu olsun! "Ey bütün dünya, Rabbe meserretle nida edin. Birden nida edip, meserretle terennüm edin ve hamdedin" (Mezmur 97,4). Sesinizi yükseltin, bağırın, korkmayın. Şam’lı Aziz Yuhanna (675-749) İncil’deki kadınlar KİŞİSEL İMANIN ÖNEMİ "İsa’ya eşlik eden sadık kadınlardan", üçünde iman daha kişisel olarak belirmektedir. Bunlar; kanaması olan kadın – Kenan’lı kadın – Luka’daki günahkâr kadındır. Üçünün de benzer tarafları vardır: 1- Kan kaybeden Kadın (Matta 9,18-22) Bu anlatı her üç İncil’de de, bazı farklarla yer alıyor. Matta’nın anlatısı çok özlüdür. İki simgeyi karşı karşıya getiriyor: Havra yöneticisi ve hasta kadın, töreyi ve töre dışılığı. Kadının kendini dinletmesine olanak yoktur. İsa meşguldür, Ferisilerle ve Yahya’nın şakirtleriyle tartışmaktadır. O sırada bir havra yöneticisi O’na geliyor ve ondan evine gelmesini istiyor: kızı biraz önce ölmüş. İsa - İsa’yı ancak söylentilerden onu izliyor. Kadın bu sırada ortaya çıkıyor. Çevresini büyük tanıyorlar. Onunla özel ilişkileri, bir kalabalığın sardığı İsa’nın dikkatini nasıl çekebilir? dostlukları yoktur. (Markos ve Luka’da). Her şey ona engel oluyor ve her - Ona bağlanmıyorlar, ona eşlik şeyden çok bu rakip. Zavallı adam biraz önce kızını kaybetti etmeyi düşünmüyorlar. ve herkesin önünde İsa’dan açıkça yardım istiyor. Bir - Bu karşılaşma bitince ortadan mucize yapılacaksa kuşkusuz onun hakkıdır. kayboluyorlar. Ya o? Aceleyle o adamın evine gitmekte olan İsa’yı - Bilinmeyen kadınlardır; adları yolda durduramaz. Zaten kendisi bir kadındır ve murdardır. hiçbir yerde geçmiyor. Aybaşı olan bir kadın kirli sayılırdı ve yedi gün boyunca Ona özel bir nedenle geliyorlar. dışlanırdı (Çölde Sayım 15, 19-32). O, on iki yıldır kan Hepsinin bir yarası, imanlarının kaybediyor! Tek başınadır. Ayrıca olanaksız bir şey istiyor: kaynağında bir sıkıntı vardır. Bir O murdardır ve İsa ona dokunursa O da murdar olacaktır. iyileştirici arıyorlar. Oysa İsa Hastalığının cinsi de onun İsa’dan alenen yardım etmesini hiçbir zaman imanlarını ilkel bir engelliyor. Halka karışması yasaktır. Töre dışı hareket inanışa indirgemiyor. Bu etmesini seçer. İyileşmeyi kendi kendisine gerçekleştirecek, kadınların duası hayranlığını kimse, İsa bile bunun farkına varmayacak. uyandırıyor. Her üçü için veda İsa’nın kendisine dokunmuyor, sadece giysisinin sözleri aynıdır: Esenlikle git. eteğindeki püsküllerine dokunuyor (Çölde Sayım 15,38). İmanın seni kurtardı. Demek ki İsa’yı murdar kılacak bir temastan kaçınıyor. Havra İsa onlarda örnek olacak bir iman yöneticisiyle bu kadının istekleri farklılaşıyor: kadın hiçbir görüyor. Oysa duaları kabul şey istemedi. İmanı kat kat üstündür: değersiz bir temastan görmeden önce üçünün de iyileşmeyi bekliyor. sınanması, ek bir acı duymaları "Cesur ol, kızım!" Artık cesarete gereksinimi gerekecek. Özgün saf görüşlerini olmadığı bu durumda niye bu sözler? Grekçe "tharsei" paklanmış bir iman davranışına sözcüğünün "cesaret" olarak çevrilmesi yanlıştır. Daha dönüştüren, karşılaştıkları doğrusu "İçin rahat olsun!" ya da "Güvenli ol" denmesi güçlüktür. daha uygun olurdu. İsa: "Benden başka kimse seni görmedi. Korkma, hiçbir şey söylemeyeceğim" der gibidir. "Kızım" : tüm İncil’de bu deyim yanız burada kullanılıyor. Şaşırtıcıdır: kadın ondan yaşlı olsa gerek. Niye bu deyim? Belki, bunca yıldan beri insan toplumundan dışlanmış bu kadın, şimdi büyük topluluğa, yani sadece insanlar topluluğuna değil, inananların topluluğuna da dahil edildiği için. "İmanın seni kurtardı!" iyileşmiş olmasının Mesih’in eylemi değil kendi imanının meyvesi olduğunu öğreniyor. Sessizliğe ve sadece hafif bir dokunuşa inandı: Sonsuzluğun gücünü içeren çok küçük şeyler! Bu nedenle havra yöneticisinden önce kabul görüyor. Şimdi aynı olayın anlatısını Markos’ta (5, 21-34) ve Luka’da (8,40-48) okursak, bakış açısının tersine döndüğünü görürüz: hava sertleşiyor, hem kadın, hem İsa hem Yair, hem de kalabalık için sıkıcı oluyor. İsa tutuklu gibidir. Her tarafta "sıkışmış" gibidir. Kan kaybeden kadına gelince o da bedence ve varlıkça yıkılmıştır. Hatta durumu daha kötüye gidiyor. Denemesi iman içeriyor: İsa herhangi bir doktor değildir. Markos ve Luka’da iyileştirme anında gerçekleşiyor. Kadın giysisinin püsküllerine dokunduğuna İsa ona hâkim olamıyor. Kadın iyileştiğini bedeninde hissediyor, İsa ise kendisinden bir gücün akıp gittiğini hissediyor; haksızlığa uğramış gibidir. Kadın onu istediği gibi kullandı. İsa’nın Mesih kişiliğini aşırmış gibidir. Oysa Matta’da iyileşmesi daha sonra, İsa konuştuktan sonra gerçekleşiyor. Markos ve Luka’da şakirtler alay ediyor: "Sana kimin dokunduğunu mu soruyorsun?" Markos olaya kadının gözüyle bakıyor, onun ruh durumunu anlatıyor. Luka ise, dışardan bakıyor; kadının imanı hakkında hiçbir şey sezdirmiyor. Kadın kendisinin açığa vurulduğunu görüyor. İsa önce sert görünüyor. Sonra birdenbire değişiyor: imanın seni kurtardı, diyor. Kadının inancını övmekle yanılmıyor. Kan kaybeden kadın, sefaletin ve ateşliliğin bileşkesidir: imanın simgesi. 2. Kenan’lı Kadın (Mat 15, 21-28) ve (Mar.7, 24-30) Kan kaybeden ağzı sıkı kadının tersine Kenanlı kadın şamatacıdır. Kenanlıdır, yani çok tanrılı, puta tapar, soyu nedeniyle saygınlığı yitirmiş biridir. Kimse İsa’ya öyle gırtlaktan çıkan bir sesle yalvarmamıştı. Matta’nın kullandığı "kraugazein" sözcüğü Kutsal Kitapta nadir kullanmıştır. Mesela başrahiplerin ve koruyucuların "Çarmıha çakılsın" haykırışları için kullanıldı. Bu deyim köpek havlamalarını andırıyor ve bunda şaşılacak bir şey yoktur, çünkü Yahudiler Kenanlılar hakkında "köpekler" diyordu. Demek ki İsa ve şakirtlerinin grubunu izleyen bu kadın bir hayvan gibi: "Bana acı !" diye bağırıyor. Acısını paylaşmak istiyor ve İsa’ya seslenmek için Yahudi olan: "Davut’un Oğlu" ibaresini kullanıyor. Gerekirse ilahlarını inkâr etmeye hazırdır. İsa cevap vermiyor. Susuyor. Duymamış gibi yapıyor. Fakat kadın daha yüksek sesle bağırıyor. Öyle ki şakirtler araya giriyor: "Sal şunu, gitsin". Bir köpek salınır gibi. Gitsin ve biz rahat edelim. Niye rahatsızlar? "Arkamızdan bağırıp duruyor." Burada kullanılan Grekçe fiil değişiktir "Krazein" doğuran kadının bağrışıdır. İsa’nın Çilesinin sonundaki bağrışıdır. Nihayet İsa konuşuyor. Fakat şakirtlerine sesleniyor: Sadece İsrail’in çocukları için geldi. "Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunları için geldim". Milliyetçi bir sözdür. Sözün kısası Allah Yahudi’dir! O zaman kadın ayaklarına kapılıyor. Sadece dua etmiyor, tapınıyor. Fakat burada da Grekçede bir sözcük oyunu vardır. Tam anlamıyla çevrilse "yatmış köpek gibi kapanmak" denmesi gerekirdi. Metinin okunuşta iki anlamı vardır. Dinsel anlam: İsa’nın Mesih’liğinin algılanışı ve din dışı anlam: ölüme terk edilmiş bir hayvanın yalvarışı. İstek küçülüyor: bana yardım et. Bana acımanı istemiyorum, sadece bana yardım et. Fakat İsa oralı değil. Reddinin nedenini de açıklıyor: "Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru olmaz." Kadın "köpek" olmaya devam ediyor; oysa "koyun" olan Yahudiler "çocuk" oluyor, İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un soyundan çocuklar. Bu söz çok serttir. Kadın hâlâ direniyor. Bu adamın acımasına inanmıştı. Karşısında bir yobaz buluyor. Buna rağmen İsa’nın acımasızlığı cesaretini yitirmiyor. İsa’da, İsa’ya rağmen Mesih’i görüyor. Gözlerini açan bir mucize değil, engeldir. Onun ısrarı İsa için imanının kanıtıdır. İsa’nın suyuna gidiyor: İsa’nın tüm dediklerini kabul ediyor. Evet, çocukların ekmeği alınmaz; fakat efendilerinin sofrasından düşen ekmek kırıntıları küçük köpeklere yetiyor. Çocuk efendi oldu. En büyük saygınlığın yönünde bir gelişmedir. İsa’nın birbirinden ayırdıklarını, Efendileri ve küçük köpekleri kadın yaklaştırıyor. O da söz oyunlarından anlıyor... kurion (efendi) ve kunarion (küçük köpek) arasındaki ses benzerliği aynı damın altında oturanların arasındaki yakınlığını ifade ediyor. İsa’nın, İsrail’le çok tanrılı halklar arasına çektiği set yıkılıyor. Ev, birliğin ve malla sözlerin kolay dolaşımın simgesidir. "Ey kadın, imanın büyük". İncil’de eşi olmayan bir yüz seksen derecelik dönüş. İsa’nın söylediğinin tersini yaptığı biricik durumdur. Kadının bu iradesi karşısında baş eğiyor ve reddinden vazgeçiyor. Tüm engellerden yengin çıkan hayran olunacak bir kadın direnişi: putperestliğinden, şakirtlerin sabırsızlığından ve her şeyden daha acı İsa’nın anlamayışından ve reddinden galip geldi. Gizlilikten hoşlanan Markos kadını o denli yüksek sesle bağırtmıyor. Olay bir evde cereyan ediyor. Kadın SuriyeFinike ırkındandır. Suriye Finikesi bir Roma eyaleti olduğu için bu isim Markos’un okuyucularına yabancı gelmiyor. Putperestlikten gelen okuyucularına Kenan adı anlaşılmaz olurdu. Tersine bir putperest kadın onları birinci derecede ilgilendiriyor. İsa’nın ayaklarına kapanıyor. Normal bir yalvarma şekli. İsa onu sert bir şekilde reddetmiyor. Önce çekinceliğini açıklıyor. Putperestlerin sırası sonradan gelecek. "Bırak önce çocuklar doysun. Suriye-Finikeli kadın bunu olağan karşılıyor. Fakat birden "tekna" (soydan çocukları yani İsrail) sözcüğü yerine "pedia" (yaşça çocuklar, yani herkes) sözcüğünü kullanıyor. Soy zinciri yok ediliyor. Yeni sözcük birbirleriyle oynayan ve birbirlerini seven çocukları ve yavru köpekleri yaklaştırıyor. Bir sözcüğün değiştirilmesi Mesih’in milliyetçi sözlerine evrensel bir kapsam kazandırıyor: gerçi birileri ekmeği, diğerleri kırıntılarını yiyecek, fakat bir çocuk sofrasının birliğinde. Burada İsa kadının direnişi ve ısrarından çok cevabın kurnazlığına hayran kalmıştır. 3. Luka’nın günahkâr kadını (7, 36-50) Tüm İncil yazarları yağ sürme olaylarını anlattı, ancak Luka diğer üçünden ayrılıyor. Burada her şey farklıdır: ortam, durumlar, kişiler, niyet, ruh. Luka’nın anlatısı "İncil’deki kadınlar” incelememizin dört bölümünü eşit oranlarda düzenliyor: zinada yakalanan kadında olduğu gibi günhkâr kadın sessiz kaldığı bir tartışmanın merkezindedir. Hizmette bağlılık: günahkâr kadın ev sahibinin yerine geçiyor ve onun yerine misafir perverlik görevlerini yerine getiriyor. İmanın duası: Bu kadın yalvarıyor ve İsa onun istediğini yapıyor ve kan kaybeden kadınla Kenan’lı kadın için kullandığı aynı sözlerle ona veda ediyor. Anlatı daha sonra, özellikle Beytanya yağ sürmesinde göreceğimiz iman beyanlarının habercisidir. Onun hareketi çileyi önceden bildiriyor ve tapınıyor: tüm beşeri isteklerin ötesinde bir litürji ve bir peygambersel beyanın yoğunluğunu içeriyor. Bu dört seviye büyük bir ustalıkla birbiriyle karışıyor. "Ferisilerden biri İsa’yı yemeğe çağırdı." Bu Ferisi kimdir? İsa’yı davet etmekteki amacı neydi? Ona göre İsa kimdir? Rablerin arasındaki sonsuz tartışmaların biriyle karşılaşmamız beklenebilirdi. Ferisi İsa’yı onu gözetmek ve hatalarını yakalamak için davet etmemiş miydi? Kadının içeri dalışı yemeğin düzenini altüst ediyor. Fakat bir açınlamaya ve sorularımızdan ikisinin yanıtlanmasına neden olacak: Ferisi kimdir? ve İsa kimdir? Kadın girişini sevgisinin anlaşılmaz bir gösterişiyle yapar. Ferisi şaşırıyor, fakat edepsizce saydığı hareketler yapan kadını kovmuyor. Ne var ki günahkâr kadın onu ilgilendirmiyor. Gözettiği İsa’dır ve O’nun hatalı bir hareketini yakalamak istiyor. Günahkâr kadın ona bu fırsatı veriyor. Çünkü İsa rezaleti görmez görünüyor. "Bu adam peygamber olsaydı kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı." Hem de gerçekten kördür. Kim olursa olsun bir fahişe olduğunun farkına varırdı: çözülmüş saçları, zamansız girişi, hareketlerinin küstahlığı... Oysa İsa peygamberlik yapıyor. Ferisi’ nin aklındakilerini seziyor. Hatta peygamberin ötesinde biridir. Yemeğin sonunda bulunanlar : "Kim bu adam? Günahları bile bağışlıyor" diye soruyorlar. Fakat kadına bakalım. Gözyaşlarıyla İsa’nın ayaklarını ıslatıyor, kokuyu ayaklarına boşaltıyor, ayaklarını da duruluyor: sefaletini bu şekilde ifade ediyor. Dört safhada liyakatsizliğini belirtiyor: Gözyaşları, günahın onda yarattığı acıyı ifade eder; Onları silen saçlar, acıyı, günahı pakladığında bağışlanmayı ifade eder; Öpücükler, yaşama yeni bağı ifade eder; Güzel koku çürümezlik ve özdeksizlik kavramlarını içerir. Sefaletinden çıkarılmış, paklanmayı elde etti ve Allah’ın samimiyetine girdi. Yakarmadan kabule yükseliyor. Fakat bir şey daha yapıyor: İsa’ya peygamberlik düzeyinde tanıklık ediyor. Ölümünü ve dirilişini anlatıyor: gözyaşlarıyla yası silen ve kefen gibi saran saçlarla bedenin yıkanması, koku sürmesiyle cenaze merasimini. Bu kadın ne yaptı? Yalvardı mı? Kutladı mı? Bağışlanma, gösterdiği sevginin nedeni midir? Yoksa neticesi midir? Bağışlandığı için Allah’a hamt ediyor, bağışlanması için değil: "Çok olan günahları bağışlanmıştır. Çok sevgi göstermesinin nedeni budur." Acaba İsa bağışlanmayı tespit etmekle mi yetiniyor? Daha önemli olan iki davranış arasındaki aykırılıktır: armağanın bolluğunda İsa’nın davranışı ve yargılayan ve mahkûm eden Ferisinin davranışı. Ferisi bir rakibi davet etti ve onu gözetliyor, oysa günahkâr kadın İsa’da insanlığı günahından kurtarmaya gelenini görüyor. Sevgi, günah, bağışlama: bir üçgenin üç köşesini oluşturan üç gerçeklik gibidir. 4. Zebedi oğullarının annesi (Matta 20, 20-23) Diğer üç kadın gibi o da geliyor, İsa’nın ayaklarına kapanıyor ve İsa hizmete hazırdır: "Ne istiyorsun?" Ancak burada mekanizma tıkanıklık yapıyor. İstediğini alamayacak. Hata nerede? İman tanıklığından çıkmış olmasındadır. Davranışı kesinlikle tapınmayı ifade etmiyor. Birincisi oğullarıyla birlikte geldi. Niye onlar kendileri dilemiyorlar? Ve İsa, annelerine değil onlara cevap veriyor. Sonra bu anne, diğer kadınlar gibi, bir felaketin neticesinde gelmedi. Onun istediği bir ayrıcalıktır, oğulları için yüksek mevkiler. Son olarak çocuklarının geleceği ve İsa’nın kimliği hakkında yanılıyor. Onda, Allah’ın Oğlu sıfatıyla bağdaşmayan sözü geçen bir insan görüyor. İsa istediğini yerine getiremez. Bu konuda İsa ancak sıkıntı verebilir. RABBİN UMUTLA DOLU CEVAPLARI SEN DİYORSUN Kİ ALLAH ALLAH ŞÖYLE DER KUTSAL KİTAP İmkânsız Her şey mümkündür Luka 18:27 Çok yoruldum Sana rahat(huzur) veririm Matta 11:28-30 Hiç kimse gerçekten beni sevmiyor Ben seni seviyorum Yuhanna 3:16 Dayanamıyorum yapamayacağım Lütfum sana yeter II. Korintlilere12:9 Sorunların üstesinden gelemiyorum Yolunu düze çıkarırım Sül.Özdeyişleri 3:5-6 Yapamam Her şeyi yapabilirsin Filipililere 4:13 Gücüm yetmez. Beceremiyorum. Gücüm her şeye yeter II. Korintlilere 9:8 Değmez Ona değecek Romalılara 8:28 Kendimi affedemiyorum Seni affederim I. Yuhanna 1:9 İdare edemiyorum Tüm ihtiyaçlarını ben karşılarım Filipililere 4:19 Korkuyorum Ben sana korkaklık ruhu vermedim II Timoteus1:7 Hep ümitsiz ve endişeliyim Tüm kaygılarınızı bana yükleyin I. Petrus 5:7 Yeterince akıllı değilim Sana bilgelik verdim I. Korintlilere 1:30 Kendimi yalnız hissediyorum Seni asla terk etmeyeceğim ve yüzüstü bırakmayacağım İbranilere 13:5 Gençler için Dini Muhabbetler NE İÇİN İNANABİLİRİZ? * Bu soruya cevap vermek için her şeyden önce kendimize başka bir soru sormalıyız: “Neden yeryüzündeyiz?” Tanrı’yı tanımak ve sevmek, o’nun isteğine göre iyi olanı yapmak ve zamanı geldiğinde cennete erişmek için yeryüzündeyiz. İnsan olmak; Tanrı’dan gelmek ve Tanrı’ya dönmek demektir. Ebeveynlerimizden çok daha öncesinden gelmekteyiz. Cennetin ve yeryüzünün bütün mutluluğunun yuvası olan Tanrı’dan geliyoruz ve o’nun ebedi ve sınırsız mübarekliğine bekleniyoruz. Bu aradaki süreçte ise bu dünyada yaşıyoruz. Bazen Yaradan’ın yakınlığını hissederiz, sık sık da hiçbir şey hissetmeyiz. İşte yeniden Yaradan’a, yani yuvamıza giden yolu bulabilmemiz için Tanrı bizleri günahtan kurtaran, her kötülükten özgür kılan ve şaşmaz bir şekilde gerçek yaşama yönlendiren Oğlu’nu bizlere gönderdi. O, “ Yol, Gerçek ve Yaşam’dır” (Yu 14,6). * Acaba kendimize hiç sorduk mu “Tanrı bizleri neden yarattı?” Tanrı bizleri özgür ve cömert sevgisiyle yarattı. İnsan sevdiği zaman yüreği coşkundur. Sevincini başkalarıyla paylaşmak ister. Bu özelliği Yaradan’dan almıştır. Tanrı bir gizem olduğu halde biz insani olarak O’nun hakkında düşünüp şöyle diyebiliriz; “Coşkun” sevgisinden bizleri yarattı. Sonsuz sevincini, sevgisinin yarattıkları olan bizlerle paylaşmak istedi. Neden Tanrı’yı arıyoruz? Tanrı yüreklerimize O’nu aramak ve bulmak arzusunu koydu. Aziz Augustinus şöyle diyor; “Bizleri Kendin için yarattın, yüreğimiz Sende dinlenmeden huzura kavuşmayacaktır.” Tanrı’ya yönelik bu arzuya DİN diyoruz. Bir insanın Tanrı’yı araması normaldir. Gerçeğe ve sevince yönelik çabası sonuçta onu tamamen taşıyan, tamamen mutlu eden ve tamamen hizmetine alana yönelik bir anlayıştır. İnsan, ancak Tanrı’yı bulduğu zaman tam anlamıyla kendinde olur. “Gerçeği arayan kişi, farkında olsa da olmasa da Tanrı’yı aramaktadır” (Azize Edith Stein). Tanrı’nın varlığını aklımızla anlayabilir miyiz? Evet. İnsan aklı Tanrı’yı kesinlikle tanıyabilir. Dünya kökenine ve hedefine kendi içinde sahip olamaz. Var olan her şey, insanın gördüğünden daha fazlasıdır. Dünyanın düzeni, güzelliği ve gelişimi kendinden öteye, Tanrı’ya işaret etmektedir. Her insan gerçek, iyi ve güzel olana açıktır. İçinde, kendisini iyiye yönelik olarak iten ve kötüden uyaran vicdanının sesini duymaktadır. Kim bu yolda makul şekilde ilerlerse Tanrı’yı bulur. Mantıklarıyla O’nu tanıyabilecekleri halde insanlar Tanrı’yı neden inkâr ediyorlar? Gözle görülmeyen Tanrı’yı tanımak ve kabullenmek insan ruhu için büyük ve zor bir olgudur. Çoğu insan bundan çekinir. Bazıları ise Tanrı’yı kabul etmek istemezler, çünkü O’nu kabul ettikleri zaman yaşamlarını değiştirmek zorunda olduklarını bilirler. Kim Tanrı konusunun anlamsız, çünkü çözülemez bir soru olduğunu söylüyorsa kolaya kaçıyor demektir. İnsan Tanrı’yı Kavramlar ve terimlerle anlatabilir mi? Mantıklı bir şekilde O’ndan bahsedebilir mi? Biz insanlar sınırlı olduğumuz ve Tanrı’nın sonsuz büyüklüğü asla kısıtlı insani kavramlara sığmayacağı halde, yine de doğru bir şekilde Tanrı hakkında konuşabiliriz. Tanrı hakkında bir şeyler söyleyebilmek için mükemmel olmayan tasvirler ve sınırlı düşünceleri kullanırız. Tanrı hakkında her söz, dilimizin Tanrının büyüklüğünü anlatmaya yetkin olamayacağı koşuluna tabidir. Bu nedenle Tanrı hakkındaki konuşmamızı hep daha da arıtmalı ve iyileştirmeliyiz. Papa Franciscus'tan Katolik Dünyasına Suriyeli Sığınmacılar İçin Çağrı 6 Eylül Pazar günü Aziz Petrus Meydanı'nda halka seslenen Papa, "Ülkelerindeki savaş ve açlıktan kaçan, yaşama umuduyla yollara düşen on binlerce sığınmacının trajedisi karşısında İncil, çaresizlere, terk edilenlere komşuluk etmemizi ve onlara umut vermemizi öğütler" dedi. Suriyelilere "Cesur olun ve ülkenizde kalın" demenin yeterli olmadığını belirten Papa, "Vatikan'dan başlayarak Avrupa'daki her bir dini topluluk, her bir manastır, her bir ibadethane, sığınmacı bir aileye kapılarını Aziz Petrus’un halifesi ve Katolik açabilir" diye konuştu. aleminin ruhani lideri Papa "Geldiğiniz topraklarda kan akıtan çalışmaların Franciscus, tüm Hristiyanlara ve durması, insanları vatanlarını terk etmek özellikle Avrupa'daki Katoliklere, zorunda bırakan nedenlere müdahale edilmesi ve Episkoposlara, papazlara ve bu kişilerin topraklarında kalmaları ya da geri manastırlara, ülkelerindeki savaş dönmeleri için koşulların iyileştirilmesi ve yokluktan kaçmaya çalışan Iraklı amacıyla uluslararası camianın ilgisini ve Suriyeli sığınmacılara kapılarını yöneltmesi için bir çağrıda bulunuyorum. açma çağrısında bulundu. Cömertlik ve liyakat ile adalet ve sulh için çalışan herkesi teşvik ediyor ve cesaretlerinin kırılmamasını diliyorum. Vatandaşlarının büyük kısmının barış istediği, hatta bazen bu isteği dile getirmek için gücü ve sesi bile kalmayan halkların siyasi liderlerine sesleniyorum. "VATİKAN'DAKİ KİLİSELER DE İKİ MÜLTECİ AİLEYE AÇILACAK" Papa, "Avrupalı episkopos kardeşlerimin, gerçek pastörlerin, bağlı oldukları episkoposluklarını bu çağrımı desteklemeye çağırıyorum ve bunu, Merhamet'in, “Tanrı’nın” ikinci adı olduğunu hatırlayarak yapalım" açıklamasını yaptı ve tüm Vatikan’daki kiliselerin de iki mülteci aileyi misafir etmelerini istedi. "MÜLTECİLERE KAPILARI KAPATMAK BİZİM GÜNAHIMIZDIR!" Mültecilere kapıların kapatılmasını da eleştiren Papa, "Biz genellikle kendi içimize kapanmış ve bükülmüşüz, burada ulaşılamaz ve misafirperver olmayan adalar oluşturuyoruz. En temel insan ilişkilerinde bile, karşılıklı açılma konusunda bile kapasitesizlik ortaya konuyor. Çiftler kapalı, aile kapalı, grup kapalı, kilise kapalı, ülke kapalı, bu Tanrı değildir, bu bizim günahımızdır" diye konuştu. Ya biz, Aziz Corç Kilise Cemaati olarak Papa’nın teklifine nasıl cevap verebiliriz?