GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM GENEL EKONOMİ Sermaye Piyasası Faaliyetleri Temel Düzey Lisansı Eğitimi EKİM 2012 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Bu notlar, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği (TSPAKB) tarafından SPK Lisanslama Sınavlarına referans kaynak oluşturmak amacıyla hazırlanmıştır. Bu notlarda yer alan her türlü bilgi, değerlendirme, yorum ve istatistikî değerler hazırlandığı tarih itibariyle, Prof. Dr. Kerem ALKİN tarafından temin edilerek derlenmiş, Doç. Dr. Ertuğrul KIZILKAYA ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akif İÇKE tarafından güncellenerek geliştirilmiştir. Bilgilerin hata ve eksikliğinden doğabilecek zararlardan TSPAKB hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Bu notlarda yer alan bilgiler kaynak gösterilmek şartıyla izinsiz yayınlanabilir, ancak ticari amaçla çoğaltılamaz ve satılamaz. TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM GİRİŞ Bu kılavuzda yer alan bilgiler, Sermaye Piyasası Faaliyetleri Temel Düzey lisanslama sınavının konularından Genel Ekonomi’yi içermektedir. Kılavuz, Temel Kavramlar, Arz ve Talep Analizi, Piyasa Türleri (Reel Kesim - Finansal Kesim Ayırımı), Piyasaların İşleyiş Mekanizması ve Etkileşimleri, Para ve Maliye Politikaları, Kamu Dengesi ve Bütçe Açıklarının Finansmanı, Makro Ekonomik Göstergeler ve Yorumu olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır. Sınavlarda Genel Ekonomi ile ilgili çıkacak soru sayısı 25’tir. Katılımcılara başarılar dileriz. TSPAKB TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1 1.1 1.2. TEMEL KAVRAMLAR ------------------------------------------------------- - 3 Dünya Ekonomisinin Tarihsel Gelişimi -------------------------------------------- 4 Tüketici Dengesi Analizi ----------------------------------------------------------33 1.3. 1.4. 1.5 1.5.1 1.5.2 1.5.3 1.5.4 1.5.5 1.5.6 1.5.7 Üretici Analizi ve Optimum Faktör Bileşim Oranının Belirlenmesi ---------40 Genel Denge Analizi --------------------------------------------------------------43 Piyasa Başarısızlıkları-------------------------------------------------------------44 Kamusal Mallar -------------------------------------------------------------------45 Dışsallıklar ------------------------------------------------------------------------46 Tam Rekabet Koşullarının Gerçekleşmemesi --------------------------------47 Erdemli Mallar --------------------------------------------------------------------47 Asimetrik Bilgi --------------------------------------------------------------------47 Eksik Piyasalar -------------------------------------------------------------------50 Ekonomik İstikrarsızlıklar --------------------------------------------------------50 2 2.1 2.2 2.3 2.4 2.5 2.6 2.7 2.8 2.9 2.10 ARZ VE TALEP ANALİZİ -----------------------------------------------53 Talebi ve Arzı Etkileyen Bağımsız Değişkenler --------------------------------- 53 Arz-Talep Dengesi --------------------------------------------------------------- 55 Görünmeyen El Mekanizması --------------------------------------------------- 56 Üretici-Tüketici Rantı ------------------------------------------------------------ 57 Toplam Arz-Toplam Talep Eşitliği ----------------------------------------------- 58 Pigou Etkisi ---------------------------------------------------------------------- 59 Arz-Talep Kaymaları------------------------------------------------------------- 59 Esneklik (Elastikiyet) Kavramı ------------------------------------------------- 63 Arz ve Talep Analizinde Uygulamadan Örnekler ----------------------------- 68 Piyasa Fiyatlarının Oluşumunda Devlet Müdahalesi -------------------------69 3 3.1 3.1.1 3.2 3.3 3.3.1. 3.3.2. 3.3.3. 3.3.4. 3.3.5. PİYASA TÜRLERİ, REEL KESİM - FİNANSAL KESİM AYIRIMI, PİYASALARIN İŞLEYİŞ MEKANİZMASI VE ETKİLEŞİMLERİ --------------------------- 72 Alım-Satımı Yapılan Ürünler Açısından Piyasa Türleri------------------------- 72 Reel Kesim-Finans Kesim (Mali Sistem) İlişkileri ------------------------------ 73 Rekabet Açısından Piyasa Türleri ----------------------------------------------- 74 Tam Rekabet ve Monopol Piyasasında Firma Dengesi ------------------------- 75 Tam Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Firma Dengesi------ --- --------------- 76 Tam Rekabet Piyasasında Uzun Dönem Firma Dengesi---------- --- ---------- 80 Monopol Piyasasında Kısa ve Uzun Dönem Firma Dengesi ----- ---- ---------- 81 Monopolcü Rekabet Piyasasında Firma Dengesi-------- -- --------------------- 83 Oligopol Piyasasında Firma Dengesi-------------------------------------------- 84 4 4.1 4.2 4.3 4.4 4.5 4.6 4.7 4.8 PARA VE MALİYE POLİTİKALARI ------------------------------------88 Ekonomi Politikaları ------------------------------------------------------------ 88 Maliye Politikası ----------------------------------------------------------------- 91 Para Politikası-------------------------------------------------------------------- 94 Enflasyon Hedeflemesi ---------------------------------------------------------- 97 Daraltıcı ve Genişletici Ekonomi Politikaları ----------------------------------- 101 Para Politikası Araçları ile Makro Büyüklükler Arasındaki İlişkiler ------------ 102 Ekonomi Politikalarının Belirlenme Mekanizması------------------------------ 114 Enflasyonist Ortamda Para ve Maliye Politikalarının Belirlenmesi ------------ 105 5 5.1 5.2 KAMU DENGESİ VE BÜTÇE AÇIKLARININ FİNANSMANI -----------107 Kamu Kesimi Genel Dengesi -------------------------------------------------- 107 Kamu Kesimi ------------------------------------------------------------------- 108 1 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 5.3 5.4 5.5 Merkezi Yönetim Bütçesi ------------------------------------------------------- 108 Bütçe Açığı ---------------------------------------------------------------------- 109 Bütçe Açığı'nın Finansmanı ve Bütçe Nakit Açığı ------------------------------ 109 6 MAKROEKONOMİK GÖSTERGELER VE YORUMU ----------------------- 113 6.1 Makro Ekonomik Göstergelerin Analizi-----------------------------------------113 6.1.1 Ekonomik Büyüme İle İlgili Makro Ekonomik Göstergeler -------------------- 115 6.1.2 Fiyat Hareketleriyle İlgili Makro Ekonomik Göstergeler ---------------------- 131 6.1.2.1 2005 Yılında Yeni Fiyat Endeksleri -------------------------------------------- 133 6.1.2.2 Enflasyon Hedeflemesi ve Fiyat Hareketlerinde Son Durum-----------------135 6.1.3 Ödemeler Dengesi İle İlgili Makro Ekonomik Göstergeler -------------------- 136 6.1.4 2011 Yılına Yönelik Makroekonomik Hedefler ve Beklentiler------------------140 2 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1) TEMEL KAVRAMLAR EKONOMİ BİLİMİ: Ekonomi bir bilim dalı olarak, kaynakların sınırlı, buna karşılık insanoğlunun ihtiyaçlarının sonsuz olması nedeniyle, çeşitli sorulara yanıt arayan bir bilim dalı olarak ortaya çıkmış ve gelişme göstermiştir. Ekonomi Bilimi, bu yönüyle kısıtlı kaynaklar ile hangi malın, kimin için, ne miktarda üretileceği ve kimler tarafından tüketileceği sorularına ve fiyatın oluşum mekanizmasını algılamaya çalışan bir bilim dalıdır. Başka bir ifade ile ekonomi, alternatif kullanım alanları olan kıt kaynakların insan ihtiyaçlarını karşılamak üzere nasıl kullanıldıkları problemi ile ilgilenen sosyal bir bilimdir. İnsanların ihtiyaçlarının, bu ihtiyaçlarını karşılamakta kullandıkları kaynaklardan daha fazla olması kıtlık sorununu doğurmaktadır. İşte ihtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki dengesizlik “Kıtlık Kanunu” olarak adlandırılmaktadır. Ekonomi Bilimi çeşitli sorulara yönelik cevapları Mikro ve Makro İktisat (Ekonomi) başlıkları altında aramaktadır. EKONOMİ BİLİMİ MİKRO EKONOMİ (Fiyat Teorisi) Ekonominin Mikro Ünitelerini Ele Alır. 1. Tüketiciler: Gerçek ve Tüzel Kişiler 2. Tedarikçiler: Üretici ve İthalatçı Firmalar 3. Piyasa: Üretici ve Tüketicilerin Bir Araya Geldiği Ortam MAKRO EKONOMİ Ekonominin Makro Üniteleriyle, yani Ülke ve Dünya Ekonomisiyle İlgilenir. 1. Ekonomik Büyüme ve Kalkınma 2. Ekonomi Politikaları 3. Para Teorisi 4. Uluslararası Ekonomik İlişkiler Mikro Ekonomi: Ekonominin mikro üniteleri olarak tüketicilerin ve firmaların ekonomik davranışlarını, ihtiyaç, fayda, değer ve fiyat kavramlarının tanımlarını gerçekleştiren Mikro Ekonomi, piyasa türlerini, piyasaların işleyiş mekanizmasını ve farklı piyasa koşullarında firma dengesinin nasıl oluştuğunu da araştırmaktadır. Mikro iktisat, tek mal ya da faktöre yönelik piyasa işleyişini ve bireysel karar birimlerinin ekonomik davranışlarını incelemektedir. Tüketicinin fayda maksimizasyonu, firmaların kâr maksimizasyonu, bir mal, hizmet veya üretim faktörünün arz talep eğrileri ve piyasa dengesi, nispi fiyatların belirlenmesi gibi konular mikro ekonominin alanına girmektedir. 3 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Makro Ekonomi: Ekonominin ülke ekonomisi ve dünya ekonomisini ilgilendiren konu başlıklarını inceleyen bir ana alt daldır. İstihdam, büyüme, enflasyon, kamu dengesi, dış ticaret, ödemeler dengesi para arzı, para talebi gibi konu başlıkları makro ekonominin ilgi alanına girer. Mikro ekonominin alt dalının amacı, tüketiciler ile üretici ve ithalatçı firmaların, yani tedarikçilerin doğru ekonomik davranışlarını anlamaya çalışmaktır. Yani, tüketicilerin ekonomik davranışlarını veya kararlarını etkileyen değişkenler nelerdir? Keza, tedarikçilerin ekonomik kararlarını neye göre belirledikleri, üretimle ve ithalatla ilgili kararlarını nasıl aldıkları, firmaların kaç adet malı üretmesi gerektiği, ne kadarını piyasaya sürmeleri gerektiği de önemlidir. Ayrıca, gerek tüketicilerin, gerekse de tedarikçilerin malın piyasa fiyatının belirlenmesindeki rolleri de incelenen diğer bir başlıktır. Son olarak, tüketicilerin ve firmaların farklı piyasa koşullarında nasıl farklı davranışlar gösterdikleri, tüketicilerin ve tedarikçilerin farklı davranışlarının malın piyasa fiyatını nasıl değiştirdiği mikro ekonominin alanına girer. Bu boyutuyla bakıldığında, mikro ekonominin önemi, malın piyasa fiyatının nasıl belirlendiğini araştıran bir alt dal olmasıdır. Sözün özü, piyasa farklılaştıkça, malın piyasa fiyatı da değişmektedir. Makro ekonomi alanı ise, ekonominin makro üniteleriyle ilgilenir. 1929 Ekonomik Buhranı’na kadar ekonomi biliminde bilim adamları, mikro ekonomi alanına yönelik başlıklara ağırlık vermişlerdir. Fakat 1929 Ekonomik Buhranı dünya ekonomisinde işsizlik, deflasyon ve ekonomik daralmaya yol açınca, mikro ekonomi alanına yönelik konular göreceli olarak önemini kaybetmiş ve işsizlik, gelir dağılımı, ekonomik büyüme gibi konular öne çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, pek çok eski sömürge ülkesinin siyasi bağımsızlıklarını kazanması ve ekonomik bağımsızlık mücadelesinin başlaması, 1970’li yıllardaki petrol krizleri, gelir dağılımı sorunları, küresel yoksulluk benzeri konu başlıkları, makro ekonomi alanındaki çalışmaların daha yoğunluk kazanmasına neden oluşturmuşlardır. 1.1 Dünya Ekonomisinin Tarihsel Gelişimi Ekonomi bilimi, 16. Yüzyıl’dan itibaren Merkantilizm, Fizyokrasi felsefesinin etkisi ve 18. Yüzyıla damgasını vuran Klasik Okulun katkılarına rağmen, esas olarak Neo-Klasik Akım veya Okul ile bugünkü bilimsel çerçevesini kazanmıştır. Merkantilizm, devletçi bir felsefe okulu iken, Fizyokrasi Okulu ve Klasik Okulun daha liberal görüşleri savundukları ifade edilebilir. Nitekim, söz konusu okulların veya akımların oluşturduğu felfsefi alt yapıyı, Neoklasik Okul metamatik bilimi ile buluşturmuş ve varsayımlar cebirsel ve geometriksel bir özellik kazanmıştır. Bugünkü modern ekonominin temellerinin 16. Yüzyıl’dan itibaren atıldığın ifade etsek de, insanoğlunun uygarlık yaşamı içerisinde ekonomik konularla tanışıklığı M.Ö. 5000’li yıllara kadar uzanmaktadır. İnsanoğlu, tarıma dayalı yerleşik toplum düzenine geçtiğinden itibaren, ilkel kavim yaşantısı içerisinde dahi, temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak çeşitli malları temin etme mücadelesine girişmiş ve bir mübadele sistemi oluşturmuştur. İlkel kavim yaşantısı içerisinde ihtiyaçların karşılanmasına yönelik 4 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM olarak, trampa ekonomisi dediğimiz malın malla takas edildiği bir mübadele şekline bağlı olarak, insanoğlu ihtiyacı olan çeşitli malları temin etmeye çalışmıştır. M.Ö. 3000’li yıllara geldiğimizde ise, uygarlık yaşamındaki ve insanoğlunun zekasındaki gelişmeye bağlı olarak, bazı kavramların sorgulandığını ve trampa ekonomisi denilen takasa dayalı mübadele sisteminin yeterli gelmediği görülmektedir. Bu nedenle, insanoğlunun ekonomi ile bağlantılı olarak M.Ö. 3000’li yıllarda ilk tanıştığı kavramlar, ihtiyaç, fayda, değer ve fiyat kavramları olarak tarif edilebilir. Yani, insanoğlu artık ‘fiyata dayalı bir mübadele sistemi’ni oluşturmanın eşiğindedir. O halde, insanoğlunun beşbin yıla yakın bir süredir fiyata dayalı bir mübadele sistemi kullandığı ifade edilebilir. Bu nedenle, fiyata dayalı mübadele sisteminin ana kurgusunun, döngüsünün ihtiyaç, ihtiyacı karşılayan mal veya hizmet, ihtiyacın karşılanması ölçüsünde elde edilen fayda, faydaya dayalı mal ve hizmet değeri ve değere bağlı bir fiyatlandırma olduğu vurgulanabilir. Dolayısı ile, dünya ekonomisinin gelişimine ışık tutan kilometre taşlarını irdelemek ve ardından söz konusu kavramların anlamını tek tek ele almak yerinde olacaktır. Dünya ekonomisin tarihsel gelişmi açısından, “Küresel Rekabet” olarak ifade edilen kavramın gelişim sürecine bakıldığında, 15. yüzyılın ikinci yarısından, 16. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanan bir dönemi başlangıç noktası olarak ele almak yanlış olmayacaktır. Avrupa Devletleri arasındaki liderlik mücadelesi ve bu mücadelenin tetiklediği ticaret savaşları, aynı malı daha ucuza üretebilen ekonominin rekabette öne çıkmasına dayalıdır. Bu rekabet, hammadde ve işgücü maliyetlerini minimize etmek adına, sömürgeciliği ve köleliği kurumsallaştıran bir süreci de beraberinde getirmiştir. Bu döneme damgasını vuran Merkantilizm felsefesi, her devlete, elde ettiği ticari avantajları ve gerçekleştirdiği ihracat neticesinde elde ettiği altınlarla zenginleşen hazinesini korumak adına daha güçlü bir ordu ve donanmayı da önermektedir. Söz konusu rekabet sürecinde, bir devletin “bölgesel lider” olabilmesinin temel kuralı, “Ekonomik Güç”, “Askeri Güç” ve “Siyasi Güç” eş zamanlı ve eş ölçüde bir araya getirebilmesiydi. Bu üç temel güç unsurunu bir araya getirmeye çalışan Britanya, Fransa, İspanya ve Portekiz arasında önemli bir rekabet mücadelesi gözlendi. Osmanlı İmparatorluğu, bu rekabet sürecinde, okyanusa kıyısı olmayan devlet olma dezavantajı ile, yarıştan çekilmek durumunda kaldı. Zaman içerisinde, sömürgelerinin coğrafik dağılımını çeşitlendiremeyen İspanya ve Portekiz de bu mücadeleden çekilmek durumunda kaldılar ve 19. Yüzyılın başından itibaren “Bölgesel Rekabet” mücadelesi, “Küresel Rekabet” mücadelesine dönüşürken, masanın etrafından oturan ülkeler Britanya, Fransa, Almanya, ABD ve Japonya olarak tanımlanmaktaydı. Tam bir yüzyıl sonra, ABD’nin masanın başına geçeceği ve diğer ülkelerin onun himayesinde “kapitalizmin paylaşımında” masanın etrafında yer alacağı tahmin dahi edilemezdi. Bu noktada, ‘Küresel Rekabet’in ilk önemli aktörü olan Britanya İmparatorluğu, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” unvanını ancak 80 yıl koruyabilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa bacağı tamamlanırken, Britanya Kapitalist Sistem’in liderliğini ABD’ye devretmiştir. 5 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1750’lerden itibaren hız kazanan ve 19. Yüzyıl’da “buhar gücü”nün devreye girmesi ile birlikte, kütlesel üretimle tanışan sanayileşme süreci, dünyanın gelişmiş ülkelerinde bankacılık sektörünün gelişimine de katkı sağladı. Aynı dönemde, sanayileşme sürecinin gerisinde kalan Osmanlı Devleti, imparatorluk bütçesinin açıklarını kapatmak amacıyla dış borçlanmaya hız vermiştir. Genç Cumhuriyet ise, ekonomik bağımsızlığını kazanma adına, bir yandan sanayileşmesine hız vermiştir; bir yandan da kendi Merkez Bankasını oluşturmayı bilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte, sanayileşme sürecini önemli ölçüde üstlenmiş olan devlet, özel sektörün önünü açacak hamlelere ağırlık vermiştir. Türkiye’nin öteden beri en temel zafiyeti olan “sermaye yetersizliği”ne rağmen, özel sektör sanayileşme sürecinde üzerine düşen görevi yerine getirme becerisini gösterebilmiştir. Bu noktada, Türk ekonomisinin 1980’li yıllardan bu yana süregelen ‘liberalleşme’ dönemi çerçevesinde, ithal ikamesi dönemin etkilerini geride bırakarak, dünya ekonomisinde ürünleri ile söz sahibi olma mücadelesi verdiği bir gerçektir. 1980’li yılların başında yıllık bazda 3 milyar doları dahi zor bulan bir ihracat hacminin, 2006 yılı sonu itibariyle 82 milyar dolara ulaşacak olması, Türk ekonomisinin bu süreci, kendisine sunulan ‘imkanlar’ ölçüsünde iyi değerlendirdiğini göstermektedir. Bu noktada, 2000 yılında 27 milyar dolar seviyesindeki Türkiye’nin ihracat hacminin, 2006 yılı sonunda 3’e katlanmış olacağı da unutulmamalıdır. Bu hacimsel genişleme de, nitekim Türkiye’nin 2000’li yıllarda dünya ekonomisinde artan önemini tescil etmektedir. Aynı süreç içerisinde, Çin’in dünya ekonomisindeki rolü, Hindistan’ın konumu dikkate alındığında, her iki ülkenin 1995’de dünya mal ve hizmet üretiminin sadece % 5’ini gerçekleştiren iki ekonomi iken, söz konusu paylarını 2005 yılı sonunda ikiye katlamış oldukları da unutulmamalıdır. Üstelik, her iki ülkenin büyüme ve üretim performansının bugünkü tempoyla devam etmesi halinde, 2020 yılına doğru Çin ve Hindistan’ın dünya mal ve hizmet üretimindeki paylarının % 20’ye çıkacağı da öngörülmektedir. Sonuç olarak, 16. Yüzyıl’dan 20. Yüzyılın sonuna kadar ‘hammadde’ boyutunda gözlenen rekabet, 21. Yüzyıl’da “işgücü” ve “teknolojik beceri” rekabetine dönüşmektedir. Yani, kalifiye ve ucuz işgücünü temin edebilen ve teknoloji üretebilen ekonomiler, küresel rekabette belirleyici ülke olma özelliğini kazanmış olacaklardır. Bu nedenle, Türkiye’nin de teknoloji ve marka üreten, dünya ekonomisinde trendleri belirleyen, yerel, bölgesel ve küresel talebin beklentilerini iyi okuyan ve söz konusu beklentilere en uygun malı üretebilen bir ekonomi olması gerekmektedir. Türkiye’nin böyle bir sürece hazırlanması adına, doğru bir sanayileşme, enerji, teknoloji, istihdam ve eğitim stratejisi veya politikası oluşturması gereklidir ve AB’ye tam üyelik süreci bu yönüyle iyi değerlendirilebilir ve Türkiye’yi küresel ekonominin önemli bir aktörü yapabilir. 6 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM M.Ö. 5000’li yıllar M.Ö 3000’li yıllar M.Ö. 2000’li yıllar (1. KM. TAŞI) 15.-16. yy. (2. KM. TAŞI) Merkantilizm Fizyokrasi 18. yy 1692 Yerleşik Fiyata dayalı düzene geçiş mübadele sistemi Trampa Ekonomisi Altın ve gümüş para kullanımı Keşifler Dönemi; Dünyanın ilk Ticaret Savaşlarıyla Merkez Bankası, beraber, kölelik ve İngiltere’de sömürgecilik ortaya kuruldu. çıktı. (hammaddenin ve işgücünün kolay temini) (Küreselleşmenin Başlangıcı) 4 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 18.yy 1750 19. yy. (3. KM. TAŞI) Klasik Düşünce Okulu Sanayi Devrimi 20. yy. Neo-Klasik Okul 4. KM TAŞI 1789 Fransız İhtilali Liberal Ekonomik Model Ekonomik Buhran J. Maynard KeynesKeynesyen Okul 1929 Kapitalist Devletçi Model Kapitalist Ekonomik Sistem’in Başlangıç Noktası 4. KM TAŞI J. Maynard Keynes KEYNESYEN OKUL 5. KM TAŞI 6. KM TAŞI 1970 Monetaristler 1929 Ekonomik Buhran 7. KM TAŞI Merkez Bankası’nın Özerkleşmesi 1978-Sonbahar 2. Petrol Krizi 1980 1973 Sonbahar Dışa Açık 1. Petrol Krizi Büyüme 1990-Post-Keynesyen Neo-Liberal Model 11 Eylül 2001 Modeli Kapitalist Devletçi Model (Özel Sektör-Kamu Sektörü Beraberliği-Karma Ekonomik Model) 5 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Dünya ekonomisinin tarihsel gelişimini kısaca özetledikten sonra, ekonominin temel kavramlarının tanımlarını sırayla ele almak yararlı olacaktır. İKTİSADİ SİSTEM: Toplumu oluşturan bireylerin yetenekleri ve aldıkları eğitim ölçüsünde mal ve hizmet üretiminde görev almaları sonucunda oluşan sosyal organizasyona İktisadi Sistem (Ekonomik Sistem) denilmektedir. Bugüne kadar uygulanabilmiş veya uygulaması süren 2 ekonomik sistem, Kapitalist ve Kollektivist Ekonomik Sistem’lerdir. İlkinde makine ve teçhizatın mülkiyeti sermaye sınıfında, ikincisinde mülkiyet işçi sınıfındadır. İktisadi sistem, ulusal ekonomide ihtiyaçlar ile üretim arasında dengeyi en etkin şekilde sağladığı savunulan bir mekanizmanın bütünüdür. İktisadi sistemleri kapalı ekonomi sistemleri ve mübadele ekonomisi sistemleri olarak da iki grupta toplamak olanaklıdır. Kapalı Ekonomik Sistemler: Bu sistemde üreticiler sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak için faaliyet gösterirler. İhtiyaçların basit olması üretimde uygulanan tekniğin de ilkel seviyede kalmasına yol açar. Bir ihtiyaç ekonomisi niteliği sergiler ve ekonomik dengeye kapalı bir grup içerisinde ulaşılmasını hedefler. Mübadele Ekonomisi Sistemleri: Bu sistemde hedeflenen üretim – tüketim dengesinin bütün toplum içinde yaratılması arzulanır. Başka bir ifadeyle, halk kendi gereksinmesinden daha fazla üretimde bulunarak bu üretim fazlasını dışarıya satarak kendi üretemediği mallarla mübadele edebilir. Bunun sonucunda ise üretimde uzmanlaşma ve işbölümü ortaya çıkmaktadır. Kapitalist Piyasa Ekonomisi (Kapitalizm): Kapitalist sistemde üretim araçları özel mülkiyetin elinde olup ekonomik denge piyasa mekanizması yoluyla gerçekleşmektedir. Bu sistemde mal ve faktör, arz ve talep eden birimler kararlarında tamamen serbesttir ve kendi çıkarları peşinde koşarlar. Burada yol gösterici temel unsur mal, hizmet ve faktörlerin fiyatıdır. Kumanda Ekonomisi Sistemi - Kollektivist Ekonomik Sistem (Merkezi Plan Ekonomisi - Sosyalizm): Bu sistemde üretim araçlarının mülkiyeti işçi sınıfındadır. Ekonomik dengenin merkezi bir otorite eliyle ve bir plan aracılığıyla gerçekleştirilmesi arzulanmaktadır. Karma Ekonomik Sistem: Üretim araçları mülkiyetinin hem özel hem de kamu kesiminde olduğu, başka bir ifadeyle özel sektörün ve devleti üretimde bulunduğu ekonomik sistemdir. Devlet piyasa ekonomisi aksadığında, bölüşümde ve kaynak dağılımında etkinliği sağlamak için müdahale eder. Burada, asli unsur piyasa ekonomisi olmakla birlikte, merkezi planlamanın da yapılması söz konusudur. Bu plan kamu için uyulması zorunlu, özel kesim için yol gösterici nitelik taşır. Karma ekonomik sitemde kamu ve özel kesim birbirinin rakibi değil, birbirininin tamamlayıcısı, destekleyicisi olarak işlemektedir. İHTİYAÇ: İhtiyaç, karşılanmadığı zaman acı ve üzüntü, karşılandığında ise mutluluk (haz) veren bir duygudur. İnsanın hayatta kalabilmesi için mutlaka karşılanması gereken ihtiyaçlara (soluma, gıda, giyinme, barınma, savunma vb.) “hayati”; “biyolojik” veya zorunlu ihtiyaçlar, bu kapsama girmeyenlere ise kültürel ve sosyal ihtiyaçlar adı verilir. Bu süreç, İhtiyaçlar Hiyerarşisi veya İhtiyaçlar Piramidi ile açıklanmaya çalışılmıştır. 6 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Piramidin tabanında, zorunlu, piramidin orta bölümünde kültürel ve piramidin tepesinde sosyal ihtiyaçlar yer almaktadır. İhtiyaçların temel özelliklerini aşağıdaki gibi sıralama mümkündür: İhtiyaçlar sınırsızdır. İhtiyaçlar sürekli artma eğilimindedir. İhtiyaçların önem derecesi farklıdır, başka bir ifadeyle şiddet açısından farklılık gösterir. İhtiyaçlar alışkanlığa dönüştükçe önem dereceleri artar. İhtiyaçlar tatmin edildikçe onlara karşı duyulan istekte azalma görülür. İhtiyaçlar ve bunları karşılayacak araçlar olan mal ve hizmetler birbirinin yerine geçebilir (İkame Kanunu). Ekonomistler ihtiyaçların ahlaki boyutunu dikkate almazlar FAYDA: Mal veya hizmetlerin herhengi bir ihtiyacı giderebilme yeteneği veya derecesidir. Tüketici herhangi bir malı kullandığında bundan bir tatmin elde eder. Tüketicinin elde ettiği bu tatmine “fayda” diyoruz. Örneğin, vücudumuzun temel ihtiyaçlarını karşılama özelliğine sahip olan su faydalıdır. Fayda bir başka açıdan, herhangi bir mal ve hizmetin, taşıdığı özelliklere bağlı olarak, herhangi bir ihtiyacı giderebilme yeteneği ise, her tüketicinin aynı maldan elde ettiği fayda farklılık gösterebilir. DEĞER: Mal ve hizmetlere verilen nispi öneme “değer” denir. Birey ve/veya toplum, bir mal veya hizmetin değerini, o mal ve hizmetin sağladığı fayda, o mal veya hizmetin yeryüzünde bol veya kıt olması ve o mal ve hizmetin kalitesine bağlı olarak tayin eder. Eğer, bir malın değeri salt sağladığı fayda ile ölçülebiliyor olsa idi, suyun elmasdan daha değerli olması gerekirdi. Ancak, insanoğlu bir malın değerini belirlerken, bir mal ve hizmete tüketiciler ne kadar sınırlı ölçüde ulaşabiliyor ise, o ölçüde değer vermektedir. Yani, insanoğlunun bencil olması, sınırlı sayıda mal veya hizmete daha yüksek bir değer biçilmesine neden oluşturmaktadır. Dolayısı ile, malın sağladığı fayda, malın bol veya kıt olması ve malın kalitesi, yani üç farklı unsurun birleşimi malın değerinin belirlenmesini sağlamaktadır. Bir kez mal ve hizmetlerin değerini belirledikten sonra, ortak değer ölçüsü ile mal veya hizmetin değerini fiyata dönüştürmek artık kolay bir adım olmaktadır. Nitekim, insanoğlu tarımsal ürünleri, nesneleri, sonrasında altın ve gümüş parayı, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ise kağıt ve madeni parayı ulusal ekonomilerde ortak değer ölçüsü olarak kullanarak, onbinlerce mal ve hizmetin bireyler ve toplum tarafından belirlenmiş değerini fiyata dönüştürebilmektedir. Onbinlerce mal ve hizmetin fiyatından oluşan genel topluluğa ise Fiyatlar Genel Seviyesi veya Fiyatlar Genel Düzeyi denmektedir. Adam Smith değer kavramını iki başlıkta ele almıştır: Kullanım Değeri: Bir malın kişiye sağladığı faydanın, bir başka malın o kişiye sağladığı fayda ile karşılaştırılması sonucunda mala verilen göreceli önemi belirtir. Bir kişinin farklı mallara verdiği oransal önemi ifade eden, kişisel ve sübjektif bir değer yargısıdır. Örneğin bir kişinin elmaya pastadan daha fazla önem vermesi gibi. 7 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Mübadele (Değişim) Değeri: Bir mal veya hizmet karşılığında elde edilebilecek diğer bir mal veya hizmetin miktarı ile ölçülmesidir ve objektif ve sosyal bir değer ifadesidir. Bir malın diğer bir malla değiştirilebilme oranıdır. Örneğin 1 litre su karşılığında yarım kilo buğday alınması durumunda bu suyun buğdayla belirlenen değerinin 0,5 olduğu anlamına gelir. DEĞER PARADOKSU: İnsanların hayatlarını idame etmeleri açısından pek de önemli olmamasına rağmen, oldukça yüksek fiyatlardan alıcı bulan mallar bulunması (elmas), diğer yandan insanlar için hayati önem arz eden bazı malların ancak çok düşük fiyatlarla alıcı bulabilmesinin (su) doğurduğu çelişkiyi ifade etmektedir. Adam Smith, değer çelişkisini çözebilmek için su ve elmas örneğinden hareketle, değeri kullanım ve mübadele değeri olarak ikiye ayırmıştır. Elmas fiyatı çok yüksek (mübadele değeri yüksek) hayat için zorunlu ihtiyaç değil (kullanım değeri düşük) iken, suyun fiyatı düşük (mübadele değeri düşük), ancak hayat için zorunlu ihtiyaçtır (kullanım değeri yüksek). Ne var ki, Smith’de değer çelişkisini açıklamakta ancak kısmen başarılı olabilmiştir. Değer çelişkisinin açıklanması, “Marjinal Fayda Yaklaşımı”nın ortaya atılmasıyla mümkün olabilmiştir. Neo-Klasik İktisat Teorisine göre bir mal veya hizmetin değerini o malın toplam faydası değil, o malın tüketilen son biriminden elde edilen fayda (marjinal fayda) belirleyecektir. MAL ve HİZMET: İnsanın ihtiyaçları mallar ve hizmetlerle karşılanır. İhtiyaçları temin özelliğine sahip herşeye “mal” denir. İnsanların ihtiyaçlarını doğrudan ya da dolaylı olarak karşılama özelliği olan her şey, ekonomik anlamda mal ve hizmet kavramı kapsamında ele alınır. Hizmet insanların ihtiyaçlarını karşılayan ancak fiziki bir varlık özelliği taşımayan kıt şeylerdir. Ekmek, ayakkabı birer mal iken, berberin saç kesmesi veya doktorun hasta muayene etmesi birer “hizmet”tir. SERBEST MALLAR: İnsanların tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar bol olan, elde edilmeleri için bazı fedakarlıklara katlanılması gerekmeyen, bir çaba harcanmaksızın elde edilmesi mümkün olan veya karşılığında bir bedel ödenmesi gerekmeyen mallardır. Serbest malların maliyeti sıfırdır. Serbest mallar ekonomi biliminin analiz kapsamına girmezler. Serbest mallara örnek olarak hava, deniz suyu, güneş, çölde kum, bir kaynaktan akan su verilebilir. EKONOMİK MALLAR (KIT MALLAR): İnsanların tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar bol olmayan ve elde edilmesi için bir çaba sarfedilmesi ya da fedakarlık yapılması gereken ya da karşılığında bir bedel ödenmesi gereken mallardır. Zamanla serbest mal niteliğindeki bir mal, kıt mala dönüşebilir. Örneğin daha önce bir yol kenarında akan ve herkesin serbestçe kullanabildiği kaynak suyu, suyun aktığı toprak sahibince şişelenip satılmaya başanır ise iktisadi mal haline gelmiş olur. ÖZEL MALLAR: Tamamen piyasa sistemi içerisinde alınıp satılabilen mallardır. Özel malların en önemli özelliği üretilip tüketici tarafından kullanıldığında diğer tüketicilerin o 8 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM maldan kullanabileceği miktarın azalmasıdır. Özel malların bu özelliğine tüketimde veya kullanımda rekabet adı verilmektedir. Özel malların diğer ayırıcı özelliği ise kullanımdan dışlama veya mahrum bırakabilme özelliğidir. Bunun anlamı özel mallardan o malın bedelini ödeyenlerin yararlanabilmesi, bedelini ödemeyenlerin o malın kullanımında mahrum bırakılabilmesidir. Özel malın sadece onu satın alan kişi tarafından kullanılması söz konusu olacaktır. KAMUSAL MALLAR: Tamamen piyasa sistemi içinde üretilip satılamayan mallardır. Kamusal malların temel özellikleri, kullanımda rekabetin olmaması (ortak tüketim) ve kullanımdan dışlanamamasıdır (mahrum bırakılamama). Kamu mallarında ortak tüketim olması daha çok insanın bu malları tüketmesi diğerlerinin tüketeceği miktarı azaltmayacağı anlamına gelmektedir. Bu malların piyasa mekanizması yoluyla fiyatlanması mümkün değildir. Bu durumda özel kesim kamu mallarının üretimine kaynak tahsis etmeyecektir. Dolayısıyla devlet bu tür hizmetlerin üretiminde aktif rol üstlenir. En bilinen örnekleri olarak ulusal güvenlik, deniz fenerleri ya da çevre kirliliğinin önlenmesi sayılabilir. Kamu mallarının özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz. Toplumsal nitelikteki ihtiyaçları karşılarlar, bölünmezlik ilkesi geçerlidir yani mal veya malın faydaları bireyler arasında bölünemez, ortak veya birlikte tüketim vardır yani tüketimde bireyler arasında rekabet yoktur, piyasaya konu olmadıkları için pazarlanamaz ve fiyatlandırılamazlar, kamusal finansman gerektirirler, dışsal ekonomiler yaratırlar ve siyasi süreçte kararlarla üretim kararı alınır. FİYAT: Bir mal veya hizmetin değerinin parasal ifadesine “fiyat” denilmektedir. Herhangi bir mal veya hizmetin değeri, o ekonomide geçerli olan ortak değer ölçüsü ile parasallaştırılarak fiyata dönüştürülür. Bu ortak değer ölçüsünün mutlaka bugünkü anlamda kağıt ve madeni para olması şart değildir. İlkel kavim yaşantısında para niyetine kullanılmış tarımsal ürünler, metal parçaları, kolyeler ve altın ve gümüş para da ortak değer ölçüsü olarak değerlendirilmelidir ve kullanılmışlardır. FİYATLAR GENEL DÜZEYİ: Bir ulusal ekonomide, onbinlerce mal ve hizmetin değeri ortak değer ölçüsü ile fiyata dönüştürüldükten sonra, ortaya çıkan fiyat topluluğuna fiyatlar genel seviyesi veya fiyatlar genel düzeyi denmektedir. Ekonomideki tüm mal ve hizmet fiyatlarının belirli bir dönemdeki tartılı ortalamasını gösterir. Fiyat istikrarı, bir ulusal ekonomi için vazgeçilmez bir unsurdur. Merkez Bankası'nın asli fonksiyonu fiyat istikrarını sağlamaktır. Günümüzde, sıfıra yakın oranlarda, yani yıllık bazda % 1'lik, % 2'lik enflasyona sahip gelişmiş ekonomiler, göreceli olarak fiyat istikrarına sahip ülkeler olarak kabul görmektedir. Nitekim AB kriterine göre yıllık enflasyon oranı tavanı, en düşük enflasyon oranına sahip 3 AB ülkesinin ortalama enflasyon oranına 1,5 puanın eklenmesi ile bulunur ki, bu oranın 2002 yılı için geçerli olan değeri % 2,7’dir. Herhangi bir mal veya hizmetin piyasa fiyatı, tüketici düzeyinde malın sağladığı fayda, yeryüzünde bol veya kıt olması ve kalitesine bağlı olarak şekillenirken, üretici veya ithalatçı 9 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM firma düzeyinde aynı piyasa fiyatı malın üretimi veya ithalatı esnasında katlanılan maliyetler, firma karı ve dolaylı vergilerin eklenmesi ile şekillenmektedir. Üretici ve İthalatçı Cephesi Tüketici Cephesi Maliyetler+Kâr+Dolaylı Vergiler = Malın Piyasa Fiyatı = Malın Faydası+Bol veya Kıt Olması+ Kalitesi Bu nedenle, günümüzün modern ekonomilerinde, firmalar reklâm mecrasını kullanarak, medya aracılığı ile ürünün piyasa fiyatını tüketiciye kabul ettirme, tüketicinin söz konusu fiyatı ilgili ürün için ödemeyi kabul etmesine çalışırlarken, bir yanda da malın üretim maliyetini aşağıya çekebilmek için, üretimlerini Çin gibi ucuz üretim maliyeti avantajı olan ülkelere kaydırmaktalar. ENFLASYON VE DEFLASYON: Bir ulusal ekonomide, fiyatlar genel seviyesinin veya düzeyinin düzenli ve sürekli olarak artması veya yükselmesi sürecine enflasyon denir. Enflasyon, Latince Inflatio; yani şişkinlik kelimesinden türetilerek oluşturulmuş bir kavramdır. Mal ve hizmetlerin fiyatlarını temsil eden fiyatlar genel seviyesindeki düzenli ve sürekli azalma veya düşüş ise deflasyon olarak adlandırılır. Örneğin, Japonya yaklaşık son 10 yıldır deflasyon sorunu yaşamaktadır. Bir ulusal ekonominin enflasyon veya deflasyon tehdidinde olup olmadığı, oluşturulan fiyat indeksleri ile hesap edilir. Türkiye'de bu hesaplama, Tüketici Fiyatları İndeksi TÜFE ve Üretici Fiyatları İndeksi (ÜFE) kullanılarak hesap edilmektedir. DÖVİZ KURU (kambiyo kuru, parite): iki milli para birimi arasındaki değişim oranı yada bir yabancı paranın milli para cinsinden fiyatıdır. Bu sebeple kur, ülkeler arasındaki fiyat seviyelerini birbirlerine bağlayarak fiyat ve maliyet karşılaştırmaları yapılmasına imkan sağlar. Döviz kuru olmasa, ülkeler birbirlerinde üretilen mal ve hizmetlerin fiyat ve maliyetleri konusunda tamamen bilgisiz kalırlar. Döviz kuru, işte bu bilgisizliği ortadan kaldırır. Döviz kuru (döviz fiyatı), döviz piyasasında (kambiyo borsası) oluşur. Döviz piyasası ise daha önce de değindiğimiz gibi farklı milli paraların birbirine çevrilmesini sağlayan bir organizasyondur. Kaydi forma dönüşmemiş halde olan, ekonomik birimlerin banknot ve bozukluk olarak ellerinde tuttukları para ise efektif olarak tanımlanmaktadır. Belirli bir sepetteki ticarete konu olan benzer mal ve hizmetlerin farklı ülkelerdeki fiyatlarını birbirine eşitleyen döviz kuruna satın alma gücü paritesi adı verilmektedir. İki döviz arasında var olan ve parite olarak da tanımlanan döviz değişim kurlarına çapraz kur denilmektedir. DEVALÜASYON VE REVALÜASYON: Bir ülkenin para biriminin ulusal sınırlar içerisinde enflasyon nedeniyle değer yitirmesi sonucu, ülkenin para biriminin değerinin yabancı paralar karşısında değerinin ayarlanması ve bu nedenle ülkenin yerel para birimi cinsinden döviz kurlarının değer kazanması sürecine devalüasyon, ülkenin para birimi değer kazandığında, yabancı paralarının döviz kuru cinsinden değer yitirmesi sürecine de 10 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM revalüasyon denmektedir. İktisat teorisinde devalüasyon ve revalüasyon sabit döviz kuru sisteminin geçerli olduğu bir ekonomide resmi bir kararla ülke parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin değiştirilmesi anlamında kullanılmaktadır. Devalüasyon ve revalüasyon, yanı ülkenin para biriminin diğer ülke paraları cinsinden değerinin dalgalanması, o ülkenin rekabet durumunu derinden etkilemektedir. Bir ülkenin para biriminin yabancı paralar karşısındaki değeri Merkez Bankası müdahalesi ile korunuyor ise gerçekçi bir kurdan söz etmek zordur. Merkez Bankalarının uyguladığı farklı döviz kuru politikalarının bu anlamda etkileri görülmektedir. Para biriminin yabancı paralara veya altına dönüştürülmesine yönelik kısıtlamalar ise bir başka sorundur. KONVERTİBİLİTE: Ulusal dönüştürebilmesidir. para biriminin, diğer yabancı paralar ve altına serbestçe PARA İKAMESİ (DOLARİZASYON): Enflasyonun yükselmesi ile birlikte ulusal para biriminin taşıması gereken özellikler yıpranmaya başlar ve paranın fonksiyonlarını (değişim ölçüsü olma, hesap birimi ve değer saklama işlevleri) yerine getirememeye başlaması sonucunda ulusal para yerine yabancı para kullanımı yaygınlaşmaya başlar. Bu olgu para ikamesi ya da Dolarizasyon olarak adlandırılır. Para ikamesinin artması senyoraj gelirlerinin diğer ülkelere gitmesine yol açar. DÖVİZ KURU SİSTEMLERİ: Teoride başlıca iki temel döviz kuru sistemi vardır. Bunlar, "sabit kur sistemi" ile "serbest (veya esnek) kur sistemi" dir. Bu iki temel kur sisteminin arasında çok sayıda ara sistem vardır. Bunlar içinde en önemlisi "esneklik kazandırılmış sabit döviz kuru sistemi" dir. Burada döviz kurları sabit tutulur iken, serbest kur sisteminde döviz kuru serbest bir şekilde piyasada arz ve talebe göre belirlenir. Bu sistem saf şekliyle ancak ders kitaplarında yer almıştır. Gerçekten, döviz kurunun tamamen serbest piyasa kurallarına göre belirlendiği dönemler çok kısa ve nadirdir. 1944 yılında yürürlüğe giren Bretton Woods Sistemi ile döviz kurunun istikrarı amaçlanmış ve sık olmayan kur değişmeleri olan "sabit fakat ayarlanabilir" kur sistemi kabul edilmiştir. 1971 yılında doların altına çevrilebilirliğinin kaldırılması ile bu sistem çökmüştür. 1976 yılında IMF'nin Jamaika'da yapmış olduğu toplantıda yeni bir sistem geliştirilerek, devamlı sabit kurlar reddedilerek "gözetimli dalgalanma" sistemi getirilmiştir. Bütün döviz kuru sistemlerinde temel amaç, döviz kurunun belirleniş şekli ne olursa olsun ödemeler bilançosunu belirli bir süre dengede tutan denge kurlarını belirlemektir. Altın Para Standardı (1880-1914): Her ülkenin parasının değeri belirli ağırlıkta saf altın olarak tanımlanmış ve bu fiyata altın paritesi denmiştir. Böylece her ülkenin parası otomatik olarak birbirine bağlanmış olur. Altın ihraç noktası: ulusal paranın değeri (ulaşım masrafı dahil) altın paritesi fiyatını aştığında diğer ülkeler buraya altın satarlar. Tersi durumda da altın ithal nktasında diğer ülkeler altın alıp götürürler. Sabit Döviz Kuru Sistemi en iyi şekilde "altın para standardının" geçerli olduğu sistemlerde işlemiştir. Dünya da ilk altın standardı uygulamasına 1821 yılında İngiltere'de başlanmıştır. Daha sonra Fransa ve ABD 1850'lerde altın standardını kabul etmiş, İtalya, Belçika ve İsviçre'de bu sisteme aynı 11 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM tarihlerde geçmiştir. Almanya 1870'de sisteme katılmış. Rusya, Avusturya, Macaristan ve Japonya ise 1895'de altın standardını uygulamaya başlamışlardır. Sabit Döviz Kuru Sistemi (Fixed Exchange Rate System): Sistemin temel özelliği döviz kurlarının belirli bir düzeyde sürdürülmesidir. Esnek Döviz Kuru Sistemi – Serbest Değişken Kur Sis. – Dalgalanan Kur Sis. – Yüzen Kur Sistemi: Serbest kur sisteminde ülke parasının değeri, tamamen serbest bir şekilde işleyen arz ve talep mekanizmasına terkedilmiştir. Döviz kuru, döviz piyasalarında rekabetçi piyasa koşulları altındaki bir mal gibi arz ve talep şartlarına göre günlük olarak belirlenir ve döviz kurunun belirlenmesine kamunun müdahalesi yoktur. Esnek kur sisteminde dalgalanma derecesine göre "serbest" ve "gözetimli dalgalanma" olarak iki temel grup vardır: Serbest dalgalanma (Free Floating): Döviz kuru hiçbir müdahale olmadan döviz arz ve talebine göre belirlenir. Gözetimli (Yönetimli) Dalgalanma (Managed Floating): Gözetim amacı açısından iki türlü dalgalanma vardır: o Temiz dalgalanma: Döviz kurlarına müdahale ve gözetim, sadece kısa dönemli düzensiz, aşırı dalgalanmaların ortadan kaldırılmasına yönelik olup kurlar ilke olarak serbest dalgalanmaya bırakılmıştır. Merkez Bankasının denetimi altında yürütülen arz ve talebe göre değişen kurlara, aşırı kabul edilen dalgalanmaların oluşması durumunda Merkez Bankasının piyasaya döviz alış-satışlarıyla müdahale edilmesi söz konusudur. o Kirli dalgalanma: Döviz kurlarına müdahale ve gözetim ekonomik açıdan ülkenin rekabet gücünü koruması yani ithalatın azaltılması – ihracatın arttırılması için yapılmaktadır. Gözetimin kaynağı açısından dalgalanma, hükümetin veya kamu otoritesinin kararı, uluslararası anlaşma ve uluslararası otoritenin kararı ile dalgalanma olmak üzere üç türlüdür. Esneklik Kazandırılmış Sabit Döviz Kuru Sistemleri: Esneklik kazandırılmış sabit kur sisteminde pariteler zaman içinde ayarlanabilir. Ayarlanabilir pariteler sistemi, bir "bağlantı" sistemi olup ülke parasının değeri, bir diğer para birimine göre belirlenir ve zaman içinde değiştirilebilir. Ayarlama, "tekli" veya "sepet" bağlantısı şeklinde iki temel esasa göre yapılır. Tekli bağlantıda ülke parası en fazla ticaret yapılan ülke parasına bağlanır. Sepet bağlantısında ise, ülkelerin dünya ticaretindeki payları ağırlık olarak alınıp, para birimi bu ülkelerin paralarından oluşan sepete bağlanır. Günümüzde sepet bağlantısına verilecek en güzel örnek, Özel Çekme Hakları'dır. IMF tarafından yaratılan ve üye ülkelerin kotaları çerçevesinde üye ülkelere rezerv sağlamak amacıyla tahsis edilen rezerv şekline özel çekme hakları (SDR) adı verilmektedir. Ayarlanabilir pariteler sisteminde para ayarlamaları parite üzerinde yapılan ayarlama ve parite çevresinde yapılan ayarlama olarak iki temel gruba ayrılır. 12 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM ORTAK PARA ALANLARI: Yakın bir ekonomik ilişki içerisinde olan bir grup ülkenin ulusal paralarını sabit kurlarla birbirine bağlayıp öteki paralara karşı dalgalanmaya bırakmaları ile oluşan bölgedir. Ülke paraları ararsındaki kurlar sabittir. SABİT VE ESNEK KUR SİSTEMLERİNDE EKONOMİ POLİTİKASI: İktisat literatüründe sabit ve esnek kur sistemlerinde para ve maliye politkalarının etkinliği üzerinde tartışma söz konusudur. Özellikle Mundell-Fleming modeline göre sermaye hareketliliğinin tam olduğu varsayımı altında iç denge (tam istihdam-fiyat istikrarı) ile dış dengeyi (ödemeler bilançosunda denge) eş anlı olarak sağlayacak iktisat politikaları sabit veya esnek kur sistemlerinde çok farklı sonuçlar üretebilmektedirler. Sabit kur ve tam sermaye mobilitesi söz konusuysa, para politikası etkin değildir. Eksik istihdamdan tam istihdama ulaşmak için genişlemeci para politikası uygulanırken ekonomide dış açık oluşur. Buna karşı daraltıcı para politikası uygulanmak zorunda kalındığından eksik istihdama geri dönülür ve sadece döviz rezervleri azalmış olur. Buna karşın, aynı varsayımlar altında maliye politikası etkindir. Kamu harcamaları artırıldığında milli gelir tam istihdama yönelir ve ekonomide dış fazla oluşur. Söz konusu dış fazlayı eritecek biçimde genişletici para politikası uygulandığında milli gelir daha da artar. Esnek kur ve tam sermaye mobilitesi söz konusuysa, para politikası etkindir. Genişletici para politikası uygulandığında ülke içinde faizler düşer ve milli gelir artar, ancak dış açık oluşur. Dış açık döviz kurunu yükseltmeye başlayınca üretim dış talep yoluyla canlanır ve milli gelir artar. Ancak aynı varsayımlar geçerliyken maliye politikası etkin değildir. Genişletici maliye politikası dış fazla yaratmakta ve bu durumda döviz kurları da düşmeye başlamaktadır. Bu durumda üretim olumsuz etkilenecek ve müdahale öncesindekine benzer bir eksik istihdamda denge kurulacaktır. FİYAT TEORİSİ: Fiyat herhangi bir malın mübadele veya değiş tokuş değeridir. Uygarlık tarihi boyunca insanoğlu malların ve hizmetlerin değerlerinin kökenlerini ve değerlerinin birbirlerinden farklı oluşlarının nedenlerini merak etmişlerdir. Fiyat teorisi de, mal ve hizmet fiyatlarının nasıl oluştuğunun analiz edilmesidir. Fiyat teorisi tüketici dengesi, firma dengesi ve piyasa dengesi ana başlıklarını kapsayan görüşlerin toplu ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. PİYASA DENGESİ: Piyasa dengesi, bir malın talep edilen miktarı ile arz edilen miktarının birbirine eşit olduğu durumu eder. Geometrik olarak denge, piyasa talep ve arz eğrilerinin kesiştiği noktada oluşur. Diğer bir deyişle tüketicilerin almak istedikleri mal miktarının, üreticilerin arz etmeye hazır olduğu miktara eşit olması piyasa dengesinin oluştuğunu gösterir. FİRMA DENGESİ: Firmanın amacı kârını maksimize etmektir. Kâr, genel olarak firmanın toplam gelirinin (satış hasılatı) toplam maliyeti aşan kısmı şeklinde ifade edilebilir. Firmanın kârını maksimize ettiği durum aynı zamanda firma dengesinin oluştuğu durumu ifade etmektedir. Firmanın kârını maksimize edebilmesi için gerekli koşul marjinal maliyetin marjinal hasılata eşit olmasıdır. 13 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM TÜKETİCİ DENGESİ: Tüketicinin mal ve hizmetleri kullanarak fayda sağladığını biliyoruz. Tüketicinin amacı ise, belli şartlar altında ulaşabileceği en yüksek faydaya ulaşmaktır. Bu amaca ulaştığında tüketici dengededir. Bu durumda tüketici dengesi; tüketicinin belli şartlarda en yüksek tatmini elde ettiği durumdur. Tüketici Dengesi açısından iki önemli kavram, Kayıtsızlık Eğrileri ve Bütçe Doğrusu kavramlarıdır. PİYASA DENGESİ: Piyasa dengesi, bir malın talep edilen miktarının arz edilen miktarına eşit olması durumudur. Piyasanın dengede olması için satıcıların satmak istedikleri veya satmayı planladıkları, miktarın fiilen sattıkları miktara ve alıcıların satın almak istedikleri veya satın almayı planladıkları miktarın, fiilen satın aldıkları miktara eşit olması gerekir. E Noktası’ndaki Piyasa Dengesi’ne karşılık gelen fiyata Piyasa Denge Fiyatı, miktara ise Piyasa Denge Miktarı denir ki, Q0 noktasında arz (S) ve talep (D) miktarı birbirine eşit olacaktır. Malın piyasa fiyatına (P) dayalı olarak piyasa dengisinin oluşabilmesi için, malın piyasa fiyatı (P) dışında kalan, arz ve talep fonksiyonunda yer alan; yani arz ve talep miktarını etkileyen bağımsız değişkenlerin sabit kabul edilmesi gerekir. Bu durum, Ceteris Paribus ilkesi ile açıklanır. P P0 S(Arz) E Piyasa Dengesi D(Talep) Q(Miktar) 0 Q0 E = Piyasa dengesi P0 = Piyasa denge fiyatı Q0 = Piyasa denge miktarı PİYASA EKONOMİSİ: Üreticilerin ve tüketicilerin, arz ve talep koşullarına bağlı olarak aldıkları ekonomik kararlara uygun kaynak dağılımının gerçekleştiği ve Kamu’nun payının minimum olduğu bir yapıdır. Neoklasik ve Neoliberal Okulun hararetle savunduğu bir ekonomik yapıdır. KISA DÖNEM FİRMA MALİYETLERİ: Kısa Dönemde firmalar mal ve hizmet üretimi esnasında toplam sabit maliyetlere ve toplam değişken maliyetlere katlanırlar. Her ikisinin toplamı firmanın Toplam Maliyeti’ni verir. 14 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Toplam Maliyet: Toplam maliyetler firmanın belirli bir üretim seviyesine ulaşabilmesi için katlanması zorunlu olan maliyetleri ifade etmektedir. Toplam maliyet, toplam sabit maliyet ile toplam değişken maliyetlerin toplanması ile elde edilir. Toplam maliyet eğrisi dikey ekseni kesiyor ise, bu nokta toplam sabit maliyetleri verir. Belirli bir üreim miktarında toplam maliyet ile toplam değişken maliyet arasındaki dikey uzaklık, toplam sabit maliyetlere eşit olur. Maliyet Toplam Maliyet Toplam Değişken Maliyet 300 Toplam Sabit Maliyet 100 Miktar 1000 Örneğin, yukarıdaki grafikte firmanın 1000 birim mal üretmesi durumunda, katlandığı toplam maliyet 300 TL’dir. Bunun 100 TL’si toplam sabit maliyet olduğuna göre, toplam değişken maliyet 200 TL olacaktır. Toplam Sabit Maliyet: Üretim olsun veya olmasın firmanın katlanmak zorunda olduğu maliyetlerdir. Üretim artışı ya da azalışı ile birlikte değişmeyen, yani firmanın üretim miktarından bağımsız olan maliyetlerin toplamını göstermektedir. Firma hiç üretimde bulunmasa dahi sabit maliyetlere katlanmak zorundadır. Bu nedenle, dikey eksende bir değer noktasından başlayarak, Q üretim miktarı yatay eksenine paralel olarak hareket eden bir doğruyla temsil edilir. Maliyet K Toplam Sabit Maliyet Eğrisi 0 X Miktar Toplam Değişken Maliyet: üretim oldukça ortaya çıkan bir maliyettir ve bu nedenle sıfır orijininden başlar. Üretim miktarının değişmesi ile birlikte değişen üretim maliyetlerinin toplamını gösterir. Firmanın kısa dönemde belirli bir miktarda üretim yapabilmesi için 15 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM kullandığı üretim faktörlerine yaptığı ödemelerdir. Firma hiç üretim yapmaz ise sıfır olur, üretimle birlikte orijinden başlayarak artar. Maliyet Toplam Değişken Maliyet Eğrisi L Miktar Ortalama Sabit Maliyetlere (Birim sabit maliyet): Belli bir üretim hacminde katlanılmak zorunda olunan toplam sabit maliyetin üretilen birim sayısına bölünmesi yoluyla ulaşılır. Birim sabit maliyet üretim arttıkça değişen ve azalan bir eğridir. Yani, üretilen birim arttıkça, üretilen mal başına birim sabit maliyet azalır. Ortalama Değişken Maliyet (Birim değişken maliyet): belirli bir üretim hacminde toplam değişken maliyetin üretilen birim sayısına bölünmesi yoluyla bulunur. Birim değişken maliyet, üretimin belirli bir aşamasına kadar sabit bir değer olarak giden, belirli bir aşama geçildikten sonra küçük bir sıçrama ile yine sabit bir değer olarak devam eden ve adeta merdiven şeklindeki yükselen bir doğruyla temsil edilir. Ortalama Toplam Maliyet (SRAC: Ortalama maliyet veya birim maliyet): Ortalama maliyete, belli bir üretim hacminde katlanılmak zorunda olunan toplam maliyetin üretilen birim sayısına bölünmesi yoluyla ulaşılır. Parça başına maliyet veya birim maliyet olarak da adlandırılır. Önce azalan sonra artan bir eğridir. Maliyet Marjinal Maliyet Ortalama Maliyet Ortalama Değişken Maliyet Ortalama Sabit Maliyet Miktar Marjinal Maliyet: Üretilen mal miktarının bir birim arttırılmasının toplam maliyette ortaya çıkardığı ek artış marjinal maliyet olarak tanımlanır. Toplam maliyet fonksiyonunun birinci 16 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM türevine eşittir. Marjinal maliyet eğrisi, ortalama maliyet ve ortalama değişken maliyet eğrilerini her zaman minimum noktalarında keser. Tam Kapasite: Bu terim firmanın kısa dönem ortalama maliyet eğrisinin minimum noktasına denk düşen üretim hacmini tanımlamak amacıyla kullanılmakta ve kurulu bir tesiste üretilmesi mümkün olabilecek farklı miktarlar arasında ortalama maliyeti en düşük seviyeye getiren üretim hacmini ifade etmektedir. UZUN DÖNEM FİRMA MALİYETLERİ: Uzun dönem firmanın bütün üretim faktörleri miktarını gereği gibi değiştirmesine olanak tanıyacak bir dönemi ifade eder. Firma üretim planlaması yapmak için gerekli zamana sahiptir. Uzun dönem firmanın varolan tesislerinin sayısını, ölçeğini arttırıp azaltabileceği bir kısmını satabileceği dönemdir. Bu dönemde firma için tüm maliyetler değişir niteliktedir, dolayısıyla sabit maliyet diye bir şey ortadan kalkar. Uzun dönemde azalan verim yasası işlemez çünkü tüm girdileri birden arttırmak mümkündür. Uzun dönemde girdilerin bileşim oranlarının değişmediği bir üretim fonksiyonu söz konusudur. Firma için, ancak ölçeğe göre getiri olgusu söz konusu olacaktır. Firma için çözülmesi gereken sorun, uzun dönemde gerçekleştirmeyi planladığı üretim miktarını kendisine sağlayacak üretim tesis ölçeğini oluşturmaktır. Bu dönemde, üretim tesisi ölçeğini arzuladığı gibi değiştirebilen firma, her yeni tesis ölçeğinde, kısa dönem üretim koşulları ile yüz yüze kalır. Dolayısıyla uzun dönem kısa dönemlerin yan yana gelmesiyle oluşur. Uzun Dönem Toplam Maliyet (LRTC): Kısa dönem toplam maliyet fonksiyonlarının en düşük toplam maliyet noktalarının geometrik yeridir. Uzun Dönem Toplam Maliyet Eğrisi kısa dönem toplam maliyet eğrilerine zarf (onları alttan saran) olan bir eğridir. Uzun Dönem Toplam Maliyet Eğrisini Eşürün analizinde firmanın optimum faktör kullanımını belirlerken ortaya çıkan genişleme yolu aracılığıyla elde etmek mümkündür. Bu eğri, herhangi bir üretim düzeyinin mümkün olan en düşük maliyetini gösterir. Uzun Dönem Ortalama Maliyet (LRAC): Uzun dönem ortalama maliyet eğrisi, kısa dönem ortalama maliyet eğrilerinin her birine teğet olan bir zarf eğrisi biçiminde ortaya çıkar. Uzun dönem ortalama maliyetler, tesis çapıyla ilgili tüm ayarlamalar yapıldıktan sonra, her üretim seviyesinin en düşük ortalama maliyetini gösteren eğridir. Faktör fiyatları ve teknolojinin sabit olduğu kabulü altında, uzun dönem ortalama maliyetler tüm üretim faktörlerinin değişmesi neticesinde her üretim düzeyi için minimum ortalama maliyetlerden oluşmaktadır. Firmanın planlama eğrisi veya finansman eğrisidir. Firmalar gelecekle ilgili kararlarında tesis çaplarından her birini dikkate alabilir. Tesislerden biri seçilince yeniden kısa dönem analizine dönülmüş olur. Firmalar uzun dönemde planlar, kısa dönemde üretim yapar. Firmalar uzun dönemde ölçek kararları alırken, kısa dönemde kapasite kullanım kararları alırlar. Uzun Dönem Marjinal Maliyet Eğrisi (LRMC): Firmanın üretim düzeyini bir birim daha artırması halinde toplam maliyetteki artışı gösterir. Uzun Dönem Toplam Maliyet Eğrisi eğrisinin bir noktadaki eğimidir. Tesis çapıyla ilgili karar verildikten sonra üretim hacmini bir birim arttırmanın Uzun dönem toplam maliyetlerde neden olacağı değişmeyi gösterir. Optimum Çapta Tesis: Firmaların kısa vadede tesis ölçeğini değiştirememelerine karşın, uzun vadede kendilerine en yüksek karı getirebilecek olan tesisin, hangi ölçekte olacağına 17 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM karar vermeleri gerekecektir. Optimum çapta tesis kavramı, uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin minimum noktasında ona teğet olan kısa dönem ortalama maliyet eğrisinin temsil ettiği tesisi ifade etmek için kullanılmaktadır: Ölçeğe Göre Getiri: Uzun dönemde firmaların tüm üretim faktörlerini arttırılması mümkün olacaktır. Ölçeğe göre getiri kavramı, tüm üretim faktörlerinin (girdilerin) aynı oranda arttırılması veya sabit bir katsayı ile çarpılması yoluyla üretim ölçeğinin değiştirilmesinin sonucunda ürün (çıktı) miktarında ortaya çıkan değişikliği ifade etmektedir. Üretime katılan faktörlerin her birinin belli bir oranda arttırılması durumunda; ürün miktarındaki artış oranı faktörlerde yapılan artış oranına eşit ise “ölçeğe göre sabit getiri”, üründeki artış oranı faktörlerde yapılan artış oranından büyük ise “ölçeğe göre artan getiri”, üründeki artış oranı faktörlerde yapılan artış oranından düşük ise “ölçeğe göre azalan getiri“ söz konusu olmaktadır. Uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin azaldığı kısımda ölçeğe göre artan, yatay olduğu kısımda ölçeğe göre sabit ve arttığı kısımda ölçeğe göre azalan getiri bulunmaktadır. Ölçek Ekonomileri (İçsel Ekonomiler): Firmanın Üretim ölçeğinde ortaya çıkan artış nedeniyle firmanın maliyetlerinde sağladığı tasarrufları ya da üretim veriminde sağlanan 18 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM artış pozitif ölçek ekonomileri ve genelde sadece ölçek ekonomileri olarak adlandırılır. Pozitif ölçek ekonomileri, üretim ölçeğindeki büyüme neticesinde firmanın sağladığı tasarruf ve maliyet avantajlarını gösterir. Firma uzun vadede ölçek ekonomilerinden faydalanıyor ise, uzun dönem ortalama maliyet eğrisi devamlı azalan bir seyir izler. Negatif ölçek ekonomileri ise firmanın üretim tesisi ölçeği belirli bir düzeyin üzerine geçtiğinde, daha önce ölçek ekonomisi olarak ifade edilen faktörlerin bir kısmının ters yönde işlemeye başlamasıdır. Bu olumsuz faktörler uzun dönem ortalama maliyetlerin yükselmesine neden olmaktadır. Dışsal Ekonomiler: Firmanın maliyetleri üzerinde etkili olmakla birlikte firmanın kendi içerisindeki davranışlarından kaynaklanmayan, firmanın faaliyetleri dışında, endüstri ölçeğine bağlı olarak içinde bulunduğu piyasadan sağladığı avantaj veya dezavantajlara verilen addır. Pozitif dışsal ekonomiler bir endüstri büyüdükçe, endüstrideki firma sayısı ve toplam üretim hacmi arttıkça, o endüstride faaliyette bulunan firmaların maliyetlerinin düşmesine yol açan avantajlardır. Negatif dışsal ekonomiler ise, bir endüstrinin gelişmesi ve büyümesi neticesinde, maliyetlerin artmasına yol açan, firmanın dışından kaynaklanan ve genellikle endüstride sayısı artan firmaların birbirlerine verdikleri zararlardan kaynaklanan, dezavantajları ifade etmektedir. FİRMA DENGESİ: Kar, belli bir miktar ürünün satışından elde edilen para veya satış hâsılatı ile o miktar ürünün maliyeti arasındaki farktır. Karlılık, işletme sermayesinin erimemesi için mutlaka ulaşılması gereken bir değerdir. Firmanın amacı karın maksimize edilmesidir. Kronik enflasyonun geçerli olduğu ülkelerde ise yalnızca kar etmek yeterli değildir, aynı zamanda enflasyonun üzerinde bir kar gerekli ve zorunludur. Firmanın karının maksimum olmasının ilk şartı, Marjinal Maliyet’in (MM) Marjinal Gelir’e (MG) eşit olmasıdır. Bu koşul, özelliği ne olursa olsun, tüm piyasa türleri için geçerlidir. İkinci şart ise, bu eşitliğin sağlandığı yerde Marjinal Maliyet Eğrisi’nin yükselen bir eğri olmasıdır. Bu koşul da tüm piyasa türleri için geçerlidir. Firma maliyetleri, hammadde, işgücü, makine-teçhizat, enerji ve finansman maliyetlerinin birleşiminden oluşur. Üretim Faktörleri’nin elde edildiği piyasa koşulları, firmanın ürününü satarken katlandığı reklam ve pazarlama maliyetleri, toplam ve dolayısı ile marjinal maliyet değerini doğrudan etkiler. Ancak, malın satıldığı piyasanın türü, yani piyasanın rekabet veya eksik rekabet piyasası olması marjinal maliyet değerlerini doğrudan etkilemez. Mal ve hizmetin satıldığı piyasa türü ise firma gelirlerini, yani hem toplam geliri, hem ortalama geliri, hem de marjinal geliri etkiler. Tam Rekabet Piyasası’nda satılan her mal veya hizmetin firmaya sağladığı Marjinal Gelir ve Ortalama Gelir, Tam Rekabet Piyasası’nın özellikleri gereği hem birbirine eşit; hem de malın piyasa denge fiyatı olan Po’a eşittir. Bu nedenle, marjinal gelir ve ortalama geliri temsil eden geometriksel şekil Po noktasından başlayıp, Q miktar yatay eksene paralel hareket eden bir doğrudur. Toplam Gelir ise Marjinal Gelir’e eşit olan Po değerinin satılan miktar miktarı ile (Q) çarpılması ile bulunur. Dolayısı ile, Toplam Gelir değerlerini temsil eden geometriksel gelir, 45 derecelik bir açıyla O orijininden başlayıp yukarı doğru tırmanan bir doğru ile temsil edilir. 19 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Bir eksik rekabet piyasası türü olan Monopol Piyasası’nda ise, marjinal maliyet ile ortalama maliyet değerleri birbirinden ayrılır. Monopol piyasasında Ortalama Hasılat Eğrisi ile Talep Doğrusu birbirinin üstüne çakışıktır. Çünkü, Monopol Piyasası’na hakim olan Monopol Firma, piyasaya tek başına hakim olsa da, firmanın elde edeceği gelir asla o piyasadaki tüketicilerin toplam satın alma gücünü geçemez. Monopol Piyasası’nda marjinal gelir ile marjinal maliyetin kesiştiği noktada oluşan firma dengesi, Tam Rekabet Piyasası’nda oluşan fiyatın hayli üstündedir. Bu durum, tüketici için rekabet şartlarının önemini teyit eder. ÜRETİM: İnsan ihtiyaçlarını gidermekte kullanılacak mal hizmetlerin yaratılması, elde edilmesi veya meydana getirilmesi sürecidir. Mal veya hizmetlerin üretimi üretim faktörleri kullanılarak gerçekleştirilir. Ekonomi bilimi, mal ve hizmetlerin üretilmesinde kullanılan üretim faktörlerini doğal kaynaklar, emek, sermaye ve girişim üretim faktörleri ile tanımlamıştır. Üretilen malların bir kısmı ileride kullanılmak üzere bozulmadan saklanıyorsa, saklanan bu kısma "stok” adı verilir. ÜRETİM OLANAKLARI EĞRİSİ: Üretim Olanakları Eğrisi; üretim faktörlerinin miktarı ve teknoloji sabitken, bir toplumun üretebileceği ve üretemeyeceği mal demetlerini ayıran bir sınır çizgisidir. Eğrinin sağındaki noktalar, üretilemeyecek mal demetlerini gösterir. Eğrinin solundaki noktalarda ise, kaynaklar ya tam kullanılamamakta, ya da kötü kullanılmaktadır. Yani, ‘Atıl Kapasite’ durumu söz konusudur. Eğrinin sola kayması, savaş ve doğal afet nedeniyle üretim olanaklarının yok olması anlamına gelir. Sağa kayması ise teknolojik ilerleme anlamına gelir. Buğday A C D E B 0 Otomobil Üretim olanakları eğrisi, orijine içbükey bir geometriksel şekildir ve bir ulusal ekonominin elindeki kısıtlı üretim olanakları ile, bu grafikte seçtiğimiz örnekler doğrultusunda, buğday ve otomobilden ne kadar üretileceğini gösterir. Yukarıdaki şekilde A noktası, bir ulusal ekonominin elindeki kısıtlı üretim olanaklarının tümünün sadece buğday üretmek için kullanması halinde buğdaydan maksimum kaç birim üretileceğini; B noktası, eldeki kısıtlı üretim olanaklarının tümünün sadece otomobil üretmek için kullanması halinde otomobilden maksimum kaç adet üretileceğini 20 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM göstermektedir. C noktası, üretim olanakları eğrisi üzerinde herhangi bir noktadır. Eldeki kısıtlı üretim olanaklarının hem buğday hem de otomobili üretmek amacıyla dağıtıldığını gösterir. D noktası, ekonominin bugünkü üretim olanaklarıyla gerçekleştirilemeyecek bir üretim seviyesini temsil eder. E noktası, ekonominin potansiyel üretim seviyesinin altındaki bir üretim düzeyini temsil eder. Sonuçta, A ve B noktaları arasındaki üretim olanakları eğrisi, bu ekonominin ne kadar mal ve hizmet ürettiğini gösterir. Fırsat maliyeti, bir malı üretmek için bir başka malın üretiminden vazgeçilen miktar olarak tanımlanabilir. Örneğin, biraz daha otomobil üretmek için, buğday üretiminin bir kısmından vazgeçmek gibi. Fırsat maliyeti, bu anlamda daha fazla otomobil üretildiğinde, üretiminden vazgeçilen buğdayın sağlayacağı avantajlardan vazgeçmenin bir bedelidir. AZALAN VERİM KANUNU VE MARJİNAL ÜRÜN: Ulusal ekonomilerde, ister firma bazında, isterse de ülke ekonomisi bazında Azalan Verim Yasası geçerlidir. Her ne kadar, Adam Smith ‘Artan Verimlilik’ anlayışını gündeme getirmiş olsa da, günümüzde, tarımsal üretimde ve sanayi üretiminde artan nüfusa bağlı olarak David Ricardo'nun dile getirdiği ve savunduğu bir kavram olarak, ‘Azalan Verim Yasası’ geçerlidir. Firma bazında, doğal kaynaklar, emek ve sermaye üretim faktörleri, yani hammade, işgücü ve makine-techizat miktarı arasında oluşturulan hassas dengeye Optimal Faktör Bileşim Oranı, diyoruz. Eğer, üç üretim faktörü arasındaki hassas denge bozulup, bir veya iki üretim faktörünün miktarı sabit tutulur iken, birinin miktarı arttırılır ise, bu o firmada üretim esnasında yakalanmış olan verimlilik seviyesinin azalmasına neden teşkil eder. Bu nedenle, verimlilik azaldıkça üretim maliyetlerinin de arttığı görülür. Marjinal Kaynak Maliyeti, bu anlamda her bir ek faktör kullanılması sonucu firmanın maliyetinde meydana gelen artışlar olarak da tanımlanabilir. Makro çerçevede ise, bir ülkedeki genel verimliliği tanımlamak için toplam faktör verimliliği kavramı kullanılmaktadır. Başka bir ifadeyle, üretim sonucunda ulaşılan ürünün söz konusu üretim faaliyetlerinde kullanılan girdilere bölünmesiyle hesaplanmaktadır. Bu bağlamda, işgücüne nazaran sermaye stokunun daha hızlı artması sermayenin derinleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Firma mal ve hizmet üretmeye, ürettiği ürünlerden para kazanmaya devam ettikçe yeni kararlar verir. Bu nedenle firmanın üretimi esnasında katlandığı maliyetler önemlidir. Firmanın mal ve hizmet üretirken katlandığı maliyetleri verimlilik önemli ölçüde etkiler. Firma ne kadar yüksek bir verimlilikle çalışıyorsa, dolayısıyla üretim faktörlerini ne kadar etkin kullanıyorsa, o kadar da karlı çalışıyor demektir. O halde, firmanın kullandığı her birim üretim faktörünün, firmanın toplam üretimine verimlilik anlamında katkısını ölçmek gerekir (yüksek verim-düşük maliyet-yüksek kar). Marjinal Ürün (Marjinal Verim - MÜ): Firmanın her bir üretim faktörünün, firmanın toplam üretimine verimlilik anlamında yaptığı katkıya Marjinal Ürün denir. Marjinal Fiziki Ürün üretime katılan son birim değişken üretim faktörünün toplam fiziki üründe yol açtığı değişikliktir. Marjinal ürün toplam üründeki (toplam hasıla) değişmenin, faktör miktarındaki değişmeye oranlanmasıyla bulunur. Marjinal Ürün orijinden başlayan, çok hızlı artan ve aynı hızla azalan, bir noktada da yatay eksenle kesişen geometriksel şekildir. 21 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM MÜ, ÖÜ, TÜ (MP, AP, TP) TÜ= Max. MÜ= max. (Optimal Faktör Bileşim Oranı) OÜ 0 1 4 7 8 MÜ= 0 (Gizli İşsizlik Bölgesi) İşçi Sayısı MÜ Yukarıdaki grafikte yer alan örnek firma, küçük ve sınırlı sayıda işçi çalıştıran bir firmadır. Firmada, 4. işgücüne kadar verimlilik artmaktadır ve 4. işgücünün firmaya verimlilik anlamında katkısı maksimumdur. 5. işgücünden itibaren her katılan işgücünün firmaya verimlilik anlamında katkısı azalmaktadır. Sonuçta, 8. işgücünün MÜ katkısı, 0(sıfır)dır. Söz konusu değerleri göz önüne alarak; 4. işgücüne kadar her istihdam edilen işgücünün MÜ değerinin bir öncekine göre daha yüksek olduğunu dikkate aldığımızda, Toplam Ürün (TÜ) Eğrisi, 4. işgücüne kadar artarak artan bir seyir izleyecektir. Fakat 4. işgücünden itibaren MÜ değerleri azaldığından dolayı TÜ eğrisi azalarak yükselişini sürdürecektir. Eğer firma, 8. işgücünde MÜ=0 olmasına rağmen işgücü istihdam etmeye devam ederse, bu noktadan sonra istihdam edilen her işgücünün MÜ değeri negatif (-) olduğu için, TÜ eğrisi düşüşe geçecek ve belirli bir sayıdaki işçinin istihdamı sonrası sonra 0’a (sıfır) ulaşacaktır. MÜ=0’dan sonra firma işgücü istihdam etmeye devam ederse, bu bölge Gizli İşsizlik Bölgesi olarak adlandırılır. Bunun nedeni; MÜ=0 noktasından sonra istihdam edilen her işgücünün, ücret almasına rağmen firmanın toplam üretimine verimlilik anlamında katkısının olmamasıdır. Yani, söz konusu işgücü çalışıyor görünmesine rağmen, gizli işsizliğe neden olacaktır. Bu durumda firmaların, işçi maliyetleri artar. 22 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Ortalama Ürün (OÜ) Eğrisi’ni oluşturan değerler ise, TÜ eğrisinin üzerindeki değerlerin işgücü sayısına bölünmesiyle bulunur. OÜ eğrisi, MÜ ve TÜ eğrisiyle beraber 1. işgücünde aynı noktadan başlayan; ama MÜ’e göre daha yavaş bir tempoda artan, maksimum olduğu noktada MÜ Eğrisi tarafından kesilen ve o noktadan sonra düşüşünü yavaş bir tempoda sürdürerek, TÜ eğrisiyle aynı noktada 0’a (sıfır) ulaşan bir geometriksel şekildir. Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da, Optimal Faktör Bileşim Oranı’dır. MÜ Eğrisi’nin maksimum olduğu nokta, Optimal Faktör Bileşim Oranı’nın yakalandığı noktadır. Optimal Faktör Bileşim Oranı, mal ve hizmet üretiminde kullanılan 3 üretim faktörü olan; doğal kaynaklar, emek ve sermaye ya da diğer bir deyişle hammadde, işgücü ve makine ve teçhizat arasında en yüksek verimlilikle çalışmayı sağlayacak hassas bir dengenin oluşturulduğu veya yakalandığı bir üretim seviyesi anlamına gelir. Firma, Optimal Faktör Bileşim Oranı noktasında birim başına en yüksek karlılıkla çalışmaktadır. Ancak bu nokta, firmanın toplam kârının da maksimum olduğu nokta anlamına gelmez. Bir firmanın üretimin belirli bir noktasında birim başına en yüksek kârlılıkla çalışması demek, firmanın toplam karının maksimum olması anlamına gelmez. Optimal Faktör Bileşim Oranı’nda firmanın toplam karı maksimum değildir. Maksimum karlılık için MÜ Eğrisi’nin yatay eksenle buluştuğu, yani en son istihdam edilen işgüçünün sağladığı MÜ değerinin sıfır olduğu noktaya kadar firmanın üretimine devam etmesidir. MÜ Eğrisi’nin maksimum olduğu noktada sadece bir birim malın kârı maksimize olmuştur. Önemli olan, firmanın tüm kapasitesi ile toplam karını maksimize etmesidir. ÜRETİM FAKTÖRLERİ: Firmaların mal ve hizmet üretimi gerçekleştirmek için kullanmak zorunda oldukları her unsur üretken kaynaklar veya üretim faktörleri olarak adlandırılılır. Βu faktörler, üretimi gerçekleştirmek için kullanılan Doğal Kaynaklar (Hammadde ve Toprak), Emek (İşgücü), Sermaye (Milli Servet) ve Girişim (Teşebbüs) üretim faktörleridir. Doğal kaynaklar üretim faktorü, hammadde ve topraktan oluşur. Toprak tarım ve taş ve toprağa dayalı sanayi benzeri alanlarda hammadde olma ve mal ve hizmet üretimi için kurulacak bir tesisin inşaası için gerekli olan arazi anlamında gayrimenkul olma özelliği ile ortaya çıkar. Emek insanın kafa ve vücut çabasıdır. Emek üretim faktörü bir ulusal ekonomide istihdam edilen işgücünü temsil eder. En vasıfsız iş gücünden en tepe yöneticiye kadar üretimde görev alan her birey emek faktörü içerisinde yer alır. Bir bireyin emek üretim faktörü içerisinde yer alması, alın teri karşılığında ücret alması ile mümkün olabilir. Sermaye üretim faktörü, bir ulusul ekonomide mal ve hizmetlerin üretilmesi, üretildikten sonra tüketim merkezlerine taşınması ve tüketilmesi için kullanılan tüm alt ve üst yapı unsurlardır. Binalar, demirbaş, yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar, makinalar, taşıt araçları, içme suyu veya doğal gaz sistemleri, yani yer üstünde ve altında bulunan tüm fiziki 23 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM unsurlar sermaye üretim faktörü kapsamına girer ve tüm bu değerlerin toplamı Milli Servet’i temsil eder. Girişim üretim faktörü ise, diğer üç üretim faktörünü piyasalarından temin eden ve mal ve hizmet üretimini organize eden faktördür. Mal ve hizmet üretiminin gerçekleşmesi için yatırım yapan ve birikimlerini kaybetme riskini göze alarak mal ve hizmet üretiminde görev alan üretim faktörüdür. Bir nevi orkestra şefidir. Üretim faktörleri GSMH’nın yaratılmasına sağladıkları katkı nedeniyle Milli Gelir'den bir pay almaya hak kazanırlar. Milli Gelir'den doğal kaynaklar üretim faktörünün aldığı paya rant, emek üretim faktörünün aldığı paya ücret, sermaye üretim faktörünün aldığı paya faiz ve girişim üretim faktörünün aldığı paya ise ise kar geliri diyoruz. Milli Gelir ülkenin ulusal sınırları içerisinde mal ve hizmet üretiminde görev alanlara ödediğimiz faktör gelirlerini tanımlamaktadır. Eğer, Türk vatandaşı olup, dünyanın başka ülkelerinde mal ve hizmet üretiminde görev alan insanlarımız var ise, örneğin yurt dışındaki işçilerimiz, onların yabancı ülkelerde kazandıkları üretim faktör gelirlerini Türkiye'ye göndermeleri halinde, yurtdışından gelen rant, ücret, faiz veya kar cinsinden faktör gelirlerine ise Dış Alem Faktör Gelirleri denilmektedir. GSMH: Gayri Safi Milli Hâsıla, kabaca bir yıl içerisinde bir ulusal ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin toplam katma değerine, ithalattan elde edilen vergi gelirleri ve net dış âlem faktör gelirlerinin eklenmesi ile bulunan bir değerdir. Bir ulusal ekonominin ulusal sınırlar içinde ve dışında yarattığı bir yıla mahsus en büyük değerdir ve genellikle bir ülkenin uluslar arası alanda ekonomik performansını göstermektedir. Gayri Safi Milli Hâsıla’nın üretilmesinde Milli Servet kullanılır. Türkiye'nin tahmini milli serveti 2,5 trilyon dolar civarındadır ve Türkiye her yıl milli servetinin % 7,5 ile 10'u arası bir GSMH yaratmaktadır. Oysa ABD'de bu oran % 50 seviyelerindedir. Yani, Türkiye verimlilik açısından sorunlu bir ekonomidir. GSMH, iki şekilde hesap edilmektedir. Nominal GSMH ve Reel GSMH. Eğer, GSMH hesaplamanın yapıldığı yıl geçerli olan mal ve hizmet fiyatları; yani cari fiyatlar kullanılarak hesap ediliyorsa, içinde enflasyon veya deflâsyondan kaynaklanan deformasyonu da taşıyor demektir. Bu nedenle, fiyat hareketlerinin aldatıcı etkisinden temizlemek için ayrıca Reel GSMH hesaplanır. Reel GSMH; belirli bir baz yılın mal ve hizmet fiyatları dikkate alınarak, yani Türkiye için enflasyondan arındırılmış olarak hesap edilen bir GSMH değeridir. Bir yılın nominal GSMH değeri, enflasyondan, daha doğru bir değişiklikle fiyatlardaki dalgalanmalardan arındırılarak, Reel GSMH değerine dönüştürülecek ise, bunun için Deflatör kullanılır. GSMH Deflatörü, nominal serileri reel serilere dönüştürmek amacıyla kullanılan bir endekstir. 2002 yılı için hem nominal cinsinden, hem de reel cinsinden GSMH hesaplamak mümkündür. 24 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM MİLLİ GELİRİN DENGEYE ULAŞMASI Keynesci Modern Makro Ekonomide Ulusal Gelirin Dengesi Toplam Talep ile Toplam Arzın birbirine eşit olduğu noktada kurulur. Toplam talep toplam arz eşitliği denge koşulu olarak toplam harcamaların toplam gelire eşit olması anlamına gelecektir. Toplam Talep: Özel ve kamu kesimi tarafından yapılan tüm tüketim ve yatırım harcamalarını kapsayan bir fonksiyondur. Tüketim harcamaları zorunlu ve ihtiyari olarak ayrılabilir. Literatürde zorunlu tüketim otonom tüketim veya gelirden bağımsız tüketim olarak da tanımlanmaktadır. Yatırım harcamaları ise otonom veya diğer bir deyişle gelirden bağımsız niteliktedir. Diğer yandan tüketim harcamalarının ve tasarruf harcamalarının toplamı milli gelire eşit olacaktır. Denge ulusal gelir düzeyinden daha düşük gelir düzeylerinde, denge ulusal gelirinin sağında, ekonomide toplam talep fazlası oluşacaktır. Bu durumda toplum ürettiğinden çok harcama yapıyor demektir. Başka bir ifadeyle, toplam planlanan harcamalar toplam üretimi aşmakta ve ekonomide bir harcama fazlası oluşmaktadır. Toplam talep fazlasının oluşması halinde, firmaların ellerindeki mal stokları giderek eriyecek ve girişimciler üretimlerini arttıracaktır. Bu durumda istihdam da bir artış toplam talebi de kısmen artıracak ve sonuçta ekonomi başlangıç denge ulusal gelir düzeyinde dengeye ulaşacaktır. Toplam Arz: Girişimcilerin ürettiklerinin satışından elde edecekleri hasılatın bu malları üretirken katlandıkları maliyetleri karşılayacağı, maliyetlerle gelirin eşitlendiği 45o’lik bir doğru biçiminde gösterilir. Her noktada yaratılan gelir ile toplam harcamalar (efektif talep) birbirine denktir. Toplam arz üzerindeki her noktada, üretilen mal ve hizmetlerin üretim maliyeti, bu malların satışı sonucu elde edilmesi beklenen satış hasılatına eşittir. Dolayısıyla Toplam Arz Eğrisi, bir ekonomide umulan çeşitli satış hasılatlarında ne kadar mal ve hizmet üretilmek istendiğini gösterir. Denge ulusal gelir düzeyinden daha büyük gelir düzeylerinde, toplam arzın toplam talebin üzerinde olması ile ekonomide toplam arz fazlası oluşur. Bunun anlamı bu gelir düzeyinde, toplam harcamaların toplam üretimi satın almaya yetmemesidir. Toplam Arz fazlasının oluşması durumunda, ekonomideki firmaların ellerinde mal stoklarının birikmesi nedeniyle, üreticiler üretimlerini daraltır, işten çıkarmalar nedeniyle istihdam daralır ve toplam talepte kısmen bir azalma yaşanır. Sonuçta ekonomi yeniden başlangıçtaki denge ulusal gelir düzeyinde dengeye oturur. TA, TT TA Toplam Talep Fazlası Toplam Arz Fazlası TT=C+I+G+(X-M) Kararlı Denge: Denge sadece Y* da oluşur Y1 Y* Y2 Yd 25 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Deflasyonist Açık: Denge Ulusal Gelirinin Tam İstihdam Gelir Düzeyinin altında oluşması durumunda ekonomide ortaya çıkan harcama açığına deflasyonist açık denir. Deflasyonist açık reel çıktı düzeyinin tam istihdam çıktı düzeyine çıkması için toplam harcamaların arttırılması (TT ↑) gereken miktarıdır. Keynesyen ekonomistlere göre, bu durumdaki bir ekonominin kendiliğinden tekrar tam istihdam dengesine ulaşması mümkün değildir. Deflasyonist açık durumunda, Keynesci bir hükümetin yapması gereken şey, toplam talebi sağ yukarı doğru kaydırmak yani toplam harcamaları arttırarak (otonom yatırımlarla – kamu harcamalarıyla) ekonomiyi tam istihdam gelir düzeyinde dengeye getirmektir. TA, TT Tİ Sınırı Y* Yp TA TT1 Deflasyonist Açık TT0 GSMH Açığı Yd DEFLASYONİST AÇIK Enflasyonist Açık: Denge Ulusal Gelirin denge düzeyinin Tam İstihdam Gelir Düzeyinin ötesinde (sağında) oluşması durumunda ekonomide ortaya çıkan harcama fazlasına enflasyonist açık denir. Reel çıktının tam istihdam düzeyine inmesi için toplam harcamaların azaltılması (TT ↓) gereken miktarıdır. Ekonomide denge ulusal gelirinin tam istihdam sınırının ötesinde dengeye gelmesi, sadece mal-hizmetlerin fiyatlarındaki artıştan kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda Keynesci bir hükümetin toplam harcamaları kısıp, toplam talebi sol aşağıya doğru kaydırmak suretiyle ekonomiyi tam istihdam düzeyinde, dengeye getirmesi gerekmektedir. TA, TT Tİ Sınırı TA TT0 Enflasyonist Açık TT1 Yp Y* Yd ENFLASYONİST AÇIK 26 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM IS-LM Analizi: Keynesyen Gelir-Harcama Modelinin uygulanan iktisat politikalarının faizler üzerindeki etkilerine tam bir açıklama vermemesi üzerine yeni bir model olarak IS-LM analizi geliştirilmiştir. Modeli geliştiren iktisatçılardan biri olan John R. Hicks, Keynes’in görüşlerini Klasik Teori’nin temel ilkeleri ile bağdaştırarak adeta iki teorinin sentezini yaptığı için bu model “Neo-Klasik Sentez” olarak da anılmaktadır. IS-LM analizinde ekonominin iki önemli kesimi, para ve mal piyasalarının eş anlı olarak dengesinin gösterilmesi amaçlanmaktadır. Her iki piyasanın da hem faiz oranı (r) hem de reel milli gelir (Y) ile ilişkili olduğu ortaya konmak suretiyle, aynı grafik düzlemde gösterilmesi söz konusudur. Faiz oranı r Para Piy. LM r Mal Piy. IS O Milli Gelir Y Y IS eğrisi ya da mal piyasasının dengesi, her bir (Y) milli gelir seviyesinde oluşan yatırım tasarruf eşitliğine (I = S) dayanır. LM eğrisi ise para piyasası dengesini gösterir. LM eğrisi her bir ulusal gelir (Y) seviyesinde ortaya çıkan para arzı para talebi eşitliğinde (Ms = Md) para piyasası dengesini dikkate alır. Milli gelir değişimlerine bağlı olarak söz konusu dengelerin değiştiği ve dolayısıyla da faiz oranlarının bu değişimden etkilendiği düşünüldüğünde, her bir milli gelir seviyesinde oluşan dengenin türevi olarak ortaya çıkan faiz oranı (r) ilişkilendirilir. Buna göre; mal piyasasında Y artınca faiz oranı düşer, para piyasasında ise Y artınca faiz oranı artar. Karşılıklı etkileşim hangi milli gelir seviyesinde hangi faiz oranının belirleneceğini ortaya koyar. Milli gelir seviyesini değiştirmeye yönelik iktisat politikalarının sonuçları bu analizde rahatlıkla ortaya konulabilir. Ekonominin genel dengesi mal ve para piyasalarının eşanlı olarak dengeye ulaştığı denge faiz haddi ve denge ulusal gelir düzeyinde kurulur. Denge Geliri mal ve para piyasalarının eşanlı temizlendiği noktada kurulur ki, bu IS, LM eğrilerinin kesiştiği noktadır. Para politikaları LM eğrisi, maliye politikaları ise IS eğrisi üzerinde etkili olmaktadır. Genişlemeci para politikaları LM eğrisini sağa, sıkı para politikaları LM eğrisini sola kaydıracaktır. Genişlemeci maliye politikaları IS eğrisini sağa, daraltıcı maliye politikaları IS eğrisini sola kaydıracaktır. Örneğin devletin kamu harcamalarını artırması ve bunu yeni tahvil ihracı ile finanse etmesi veya vergileri düşürmesi mal piyasasını etkiler ve IS sağa kayar (Şekil A). Bu durumda milli gelir artar ve faiz oranları da artar. Eğer sadece para piyasasını etkileyecek bir politika izlenirse, örneğin para arzı artırılırsa, LM sağa kayar, faiz oranları düşer, milli gelir ise artar (Şekil B). 27 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM (Şekil A) (Şekil B) AS-AD Analizi: IS-LM analizinin eksikliğini gidermek yönünde ortaya konulan analizde AS (Toplam Arz) ve AD (Toplam Talep) arasındaki etkileşim ele alınır. Bu analizde önceki makroekonomik modellemelerde yer almayan fiyatlar genel seviyesi (P) olgusu da analize dahil edilmiştir. Buna göre AD eğrisi IS-LM analizinde fiyatlarla ilgili değişimden yola çıkılarak elde edilir. Eğer denge milli gelirde, yani üretim hacmi ve para arzı veri iken fiyatlar (P) azalırsa, paranın reel alım gücü artacağından LM sağa kayar ve milli gelir seviyesi artar. Bir başaka deyişle fiyatlar düşerken talep açısından bakıldığında milli gelir artar. AS eğrisi ise, bir ülkede üreticilerin yani AS’nin fiyatlara yönelik tavırlarını ortaya koyar. Bu açıdan bakıldığında, arz edenler içinde bulundukları koşullara göre üç farklı tepkide bulunabilirler. Eğer Keynes’in tanımladığı türden bir efektif talep yetersizliği içinde iseler, fiyat artışlarından bağımsız bir şekilde üretimi artırma eğiliminde olurlar (Keynesyen Aralık). Yani eksik kapasitelerini talep artışı ile karşılaştıkça kullanmaya yönelirler. Kapasite sınırına yaklaştıkça kısa dönemde üretimi artırabilmek için yükselen maliyetlerle çalışırlar, bir başka deyişle azalan verim yasasına tabidirler. Bu açıdan bakıldığında ancak fiyat artışları olduğunda üretimi artırabilirler (Ara Aralık). Tam istihdam sınırına ulaşıldığında ise, artık kısa dönemde üretimi daha fazla artırmak mümkün değildir ve talep artışları sadece fiyatları (P) yükseltir (Klasik Aralık). Fiyatlar P AD’’’ Toplam Arz AS AD’’ AD’ Toplam Talep AD O Reel Milli Gelir Y AS-AD analizi genişletici maliye politikalarının fiyatlar genel düzeyi üzerindeki etkisini de gösterebilmektedir. Buna göre, kamu kesimi harcamalarını artırarak AD üzerinde olumlu bir ivme yaratır. Diğer bir anlatımla AD sağa kayar. Eğer ekonomi Keynesyen aralıkta ise, yani 28 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM işsizlik ve efektif talep yetersizliği sorunu varsa sağa kayan AD ile milli gelir ve istihdam artacak ancak enflasyon sorunu olmayacaktır. Genişletici maliye politikaları ilerleyen dönemlerde AD’yi ara aralığa ulaştırır ki bu durumda artan kamu haracamalrıyla sağa kayan AD fiyatları da artırmaya başlayacaktır. Milli gelir tam istihdam sınırına ulaştığındaysa genişlemeci maliye politikası sadece enflasyona neden olacaktır. BÜYÜME HIZI: Ekonomik Büyüme Hızı Oranı, 2007 yılının 3. Çeyreği’ne kadar Reel GSMH değerleri karşılaştırılarak hesaplanmıştır. Bir ulusal ekonomide, bir önceki yılın aynı çeyreğine (dönemine) göre veya yıllık bazda, bir önceki yıla göre ulusal ekonominin daha fazla mal ve hizmet üretmeyi başarması, ekonomik büyüme olarak tanımlanabilir. Eğer, karşılaştırma Nominal GSMH değerleri üzerinden yapılırsa aldatıcı olacaktır. Çünkü, içinde enflasyonun aldatıcı etkisi taşyacaktır. Bu nedenle, gerçek ekonomik büyüme hızını, yani Reel Ekonomik Büyüme Hızını, ya da kısaca büyüme hızını ölçmek için Reel GSMH değerleri karşılaştırılır ve bir önceki yılın aynı çeyreğine (dönemine) göre veya bir önceki yıla göre Reel GSMH değeri artmışsa, ekonomi büyümüş kabul edilir. Böylece, geliri artan toplum da daha fazla tüketme olanağına kavuşur. Tekrarlamak gerekirse, Reel GSMH’da bir önceki döneme göre meydana gelen yüzde artış oranına “ekonomik büyüme oranı” denmektedir. Yani, 2006 yılının Reel GSMH oranı, 2005 yılının Reel GSMH oranına bölündüğünde veya oranlandığında çıkan yüzdesel değişim değeri, o ekonominin ekonomik büyüme hızıdır. Bununla birlikte, 8 Mart 2008 tarihinde TÜİK tarafından yapılan açıklama doğrultusunda, Türkiye’de ekonomik büyüme hızının hesaplanma yöntemi değişmiş ve artık hesaplamanın GSYH değerleri üzerinden yapılacağı duyurulmuştur. DURGUNLUK, RESESYON, DEPRESYON: Eğer, bir ulusal ekonomide ekonomik büyüme yavaşlıyor ise bu durum durgunluk (stagnation) olarak tanımlanır. Kabul edilebilir ölçüde kısa bir zaman dilimi için (6 ay ile 1 yıl arası) ekonomik büyümede bir gerileme yaşanır ise, örneğin ulusal ekonomi iki çeyrek (dönem) arka arkaya negatif büyüme gösterir ise, bu durum resesyon olarak tanımlanmaktadır. 2007 yılının ikinci yarısından bu yana, ABD ekonomisi için bu süreç tartışılmaktadır. Eğer ekonomik büyümede gözlemlenen gerileme şiddetli ve derin ise ve uzun bir zaman dilimini kapsıyor ise, bu tür bir gerileme ise depresyon olarak tanımlanmaktadır. Örneğin, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve 2001’de Türkiye’nin yaşadığı kriz gibi. KONJONKTÜR DALGALANMALARI: Ulusal ekonominin reel üretim hacminde gözlemlenen iniş ve çıkışlar konjonktür veya konjonktür dalgalanmaları olarak adlandırılmaktadır. Konjonktür ekonomideki büyüme ve daralma dönemlerinin dönüşümlü olarak yaşanmasını ifade etmektedir. Konjonktür dönemi dört aşamadan meydana gelir: tepe, daralma, dip ve genişleme. Keynesyenlere göre konjonktürel dalgalanmaların temel nedeni toplam talebin (harcamaların) daralması ya da genişlemesidir. Ekonomiyi tam istihdam dengesine yöneltebilmek için devletin ekonomiye müdahalesini öngörmektedirler. Monetaristler ise ekonomideki konjonktürel dalgalanmaların önemli ölçüde para arzındaki değişikliklerden doğduğunu düşünmektedirler. Bu nedenle, istikrarlı bir para arzının ekonomik istikrar 29 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM açısından daha uygun olacağını düşünürler. Para arzı hiçbir zaman mal ve hizmet arzından (büyüme oranından) daha büyük hızla artmamalıdır. Reel konjonktür teorisi ise ekonomik dalgalanmaların ardında yatan temel faktör verimlilikte ortaya çıkan tesadüfi dalgalanmalardır. Söz konusu bu süreci ise genel olarak teknolojik değişmelerin harekete geçirdiği kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, temelde yeniklasik ekonomistlerin görüşlerini kabul etmekle birlikte, parasal değişkenlerin ekonomik ajanların eksik bilgiye sahip olması durumunda bile reel ekonomik değişkenleri etkileyemeyeceği noktasına yenilik getirmektedir. Konjonktür dalgalanmalarının temel kaynağı, reel ekonomik faktörlere bağlanmakta ve teknolojik değişmeler ön plana çıkarılmaktadır. Yine de para miktarındaki değişmeler bazı etkiler yaratabilmektedir. Ekonomideki para miktarı artarsa toplam talep değişir ve bu nedenle üretimde geçici bir artış yaşanır, ancak uzun vadede konjontürün yönü ve aşamaları üzerinde belirleyici etkisi yoktur. PHİLLİPS EĞRİSİ: A. William Phillips'in ortaya koyduğu bir yaklaşım olması nedeniyle, onun soyadı ile anılan bu analiz, bir anlamda içinde enflasyonun şişkinliğini barındıran nominal ücretler ile istihdam seviyesi arasındaki ters orantılı ilişkiyi tanımlamaktadır. Pek çok ekonomist bu ilişkiyi, bir ölçüde enflasyon ile işsizlik arasındaki ters orantılı ilişkiyi tanımlayan bir analiz olarak ele almayı tercih etmiştir. Yani, her ulusal ekonomi bir miktar işsizliği azaltmak için bir miktar enflasyona, bir miktar enflasyonu azaltmak için bir miktar işsizliğe katlanmak zorundadır. STAGFLASYON: İngilizce durgunluk (stagnation) ve enflasyon (inflation) kelimelerinin birleştirilmesinden üretilmiş olan stagflasyon, ekonominin durgunluğun yaşandığı bir ortamda yüksek bir enflasyon ve işsizliği de beraber yaşaması sürecidir. Yani, üç ekonomik sorun bir arada yaşanmaktadır. Bu durum, Phillips Eğrisi yaklaşımının da artık 1970'li yılların dünyasında geçerli olmadığını göstermiştir. Özellikle, Vietnam Savaşı ile birlikte ABD ekonomisinde görülen sorunlar ve Petrol Krizi ile birlikte dünyanın önde gelen ekonomilerinde 1970'li yıllarda gözlemlenmiş bir özel ekonomik dengesizlik sürecidir. MİLLİ GELİR: Ekonomi Bilimi'nin tanımladığı dört üretim faktörü olan doğal kaynaklar, emek, sermaye ve girişim üretim faktörlerine dağıtılan rant, ücret, faiz ve kar gelirlerinin 30 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM toplamı Milli Gelir'i verir. Milli Gelir, GSMH değerinden Amortismanlar ve Dolaylı Vergiler düşürüldükten sonra bulunan bir değerdir. Milli Gelir, üretim faktörleri arasında, her bir üretim faktörünün mal ve hizmet üretimine kattığı ve hakettiği pay kadar dağıtılabiliyorsa, yani bir haksızlık söz konusu değilse, bu duruma Adaletli Gelir Dağılımı diyoruz. Eğer, bir veya birden fazla üretim faktörü milli gelirden hakettiğinden daha fazla pay alıyor ise, bu duruma Gelir Dağılımı Adaletsizliği diyoruz. TÜKETİM: Milli Gelir'den kabaca direkt vergilerin düşürülmesi ile, Kullanılabilir veya Harcanabilir Gelir'e ulaşılır. Kullanılabilir Gelir bireyler ve kurumlar tarafından iki şekilde kullanılır; Tüketim Harcamaları ve Tasarruflar. Mal ve hizmetlerin insan ihtiyaçlarını doğrudan doğruya giderecek şekilde kullanılmasına “tüketim” denir. Bu kullanımın parasal değeri tüketim harcamalarını oluşturur. TASARRUF: Kullanılabilir Gelir'den tüketim harcamalarının karşılanmasından sonra, bireyler ve kurumlar tarafından halen harcanmamış bir artık değer kalır ise, bu değer tasarruf olarak adlandırılır. Makro ekonomide Toplam Yurtiçi Tasarruflar ifadesi ile geçer. Tasarruf Paradoksu ise, halkın daha yüksek oranda tasarruf etmesi ile tüketim harcamalarının azalmasının, yatırım harcamalarında da daralmaya neden olması nedeniyle, ekonomik büyümenin yavaşlaması ve tasarrufların azalmasıdır. Yani, tasarruf eğiliminin artması uzun vadede toplam tasarrufların azalmasına yol açmaktadır. Bu durum bir paradokstur. Bir ülkenin ulusal tasarrufları yatırımların finasmanında kullanılmaktadır. Ancak söz konusu yatırımlar=tasarruflar denklemi devletin var olmadığı ve dışa kapalı bir ekonomi bağlamında geçerlidir. Eğer devlet varsa ve dışa açık bir ekonomi söz konusu ise bu dengede değişme söz konusu olacaktır. Örnek vermek gerekirse, kamu kesimi bütçe açığı ve/veya dış ticaret açığı varsa yatırımlar tasarrufları aşabilecek ve dış dünyanın tasarruflarının kullanılması söz konusu olacaktır. Eğer kamu kesimi bütçe dengesi ve dış ticaret dengesi varsa yatırımlarla tasarruflar eşitlenecektir. KALKINMA: Ekonomik büyüme ülkenin üretim hacmindeki bir artıştır. Dolayısıyla ekonomik büyüme sadece sayısal bir kavram olarak ele alınmaktadır. Oysa ekonomik kalkınma ekonomideki niteliksel gelişmelerdir. Ekonomik kalkınma toplumun yaşam standartlarında, üretilen malların kalitesinde veya üretim organizasyonunda iyileşmeler yaşanan bir ortamı ifade etmektedir. İSTİHDAM: Bir ulusal ekonomide, mal ve hizmet üretiminde görev almak üzere çalıştırılmaya hazır nüfusa istihdam denmektedir. Neo-klasik iktisatçılar ulusal ekonominin her zaman Tam İstihdam seviyesinde, yani tüm üretim faktörlerinin optimal ölçülerde üretimde kullanıldığı varsayımını kabul etmişlerdir. Oysa, 1929 Buhranı sonrası, Keynesyen İktisatçılar ekonominin eksik istihdam koşullarında da çalışabileceğini ve dengede olabileceğini öne sürmüşlerdir. İŞSİZLİK: Çalışma ve gelir sağlama kararında olan bireylerin, hizmetlerinden yararlanmak üzere çalıştırılmalarına “istihdam” denmektedir. Çalışma isteğine ve yeteğine sahip olup, 31 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM cari ücret haddi ile çalışma saatlerini kabul ettiği halde iş bulamayan kimseye “işsiz” denir. Toplam işgücü içerisinde işsiz olanların yüzdesine ise “işsizlik oranı” denmektedir. İşsizliğin çeşitli türlerinden bahsetmek mümkündür. İşsizlik türleri; kısmi ve yaygın, geçici ve sürekli olmak üzere tasnif edilebilir. Kısmi ve geçici işsizlik, yer ve meslek değiştirme sırasında belirir. Bu türden işsizliğin en tipik olanı “konjonktürel işsizlik”tir. Konjonktürel işsizlik, üretim hacminde zaman zaman ortaya çıkan daralmaların yarattığı işsizliktir. Ekonominin bütün sektörleri ile toplu ve devamlı olarak durgun bir düzeyde kaldığı dönemlerde ise “yapısal işsizlik” belirir. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO normlarına göre bir başka tanım 'Eksik İstihdam'dır. Buna göre, eğer istihdam istatistiklerinin hesaplandığı dönem içerisinde kişi tümüyle işsiz kalmış ise, bu durum işsizlik kavramı ile, aynı dönem içerisinde sadece 15 gün çalışmış ise eksik istihdam olarak tanımlanmaktadır. Yani, işsizliğe göre eksik istihdamın tek farkı kısa bir süre için çalışmış olması, ama geri kalan zamanda işsiz olmasıdır. Bu nedenle, kimi zaman gerçek işsizliği hesap etmek için işsizlik oranı ile eksik istihdam oranını toplamak uygulaması görülmektedir. İşsizlik sorunu bağlamında tartışılan başka kavramlar da söz konusudur. Örneğin işgücü bir ulusal ekonomide fiilen çalışanların sayısı ile işsiz olanların sayısının toplamından oluşmaktadır. Bir ülkedeki işsizlik oranının hesaplanması için her şeyden önce o ülkedeki işgücünün sayısının belirlenmesi gerekmektedir. İşgücü 15-65 yaş arasında olan ve çalışma arzusunda olanların toplam nüfus içerisindeki payı ile gösterilmektedir. Kısaca, bir ekonomide fiilen bir işyerinde çalışanlar ile işsiz sayısının toplamından oluşur. İşgücüne dahil olmayan nüfus, iş aramayıp işbaşı yapmaya hazır olanlar ve iş aramayıp işbaşı yapmaya hazır olmayanlardan (mevsimlik çalışanlar, ev hanımı, öğrenci, emekli, irad sahibi, çalışamaz halde olanlar) oluşmaktadır. İşgücüne Katılma oranı: İşgücü içerisinde yer alan kurumsal olmayan sivil işgücü oranıdır. İşgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusa oranıdır. Bağımlılık oranı ise çalısan bir kişinin ürettiğinin ortalama olarak kaç kişi tarafından tüketildiğini ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle, bir ülkedeki bağımlı nüfusun (çocuk, çalışma özelliğinden yoksun hasta ve özürlüler ile emeklilerin toplamı) çalışan nüfusa oranıdır. Bağımlılık oranının artması, çalışanların yükünün artması anlamına gelmektedir. Söz konusu durumda tasarruf eğilimi azalmakta ülkedeki ekonomik büyüme hızı yavaşlamaktadır. Doğal İşsizlik Oranı: Doğal işsizlik oranı ekonominin normal bir performans gösterdiği durumlarda ortaya çıkan işsizlik oran şeklinde tanımlanmaktadır. 1960’lı yıllarda ortaya atılan söz konusu kavram, konjonktürel işsizlik dışında, yeni iş arayan arızi işsizler, mevsimlik işsizler, başka bir kente gitmedikleri için işsiz kalanlar gibi geniş bir kitleyi içermektedir. Okun Yasası: Gayri safi yurtiçi hasıladaki büyüme oranı ile işsizlik oranı arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Büyüme oranı potansiyel ulusal hasılanın büyüme trendini aştığında 32 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM işsizlik oranının azalacağını ifade eder. Buna göre, fiili büyüme oranı potansiyel hasılanın büyüme oranını aştığı her % 1 için, işsizlik oranı % 0,5 oranında azalma gösterecektir. Mutsuzluk Endeksi = (Enflasyon oranı + İşsizlik oranı); Bir ekonomideki enflasyon oranı ile işsizlik oranının toplanmasıyla oluşturulan bir makro ekonomik performans endeksidir. GELİR DAĞILIMI: Milli gelirin ülke nüfüsu bağlamında nasıl bölüşüldüğünü ele alan kavramı ifade etmektedir. Bireysel gelir dağılımı, toplam nüfusu oluşturan yüzdelik kısımların GSMH’den aldıkları % oranları başka bir ifadeyle milli gelirin bireyler arasında nasıl dağıldığını gösterir. Genelde Lorenz eğrisi aracılığı ile gösterilir. Lorenz Eğrisi: Nüfusun belirli bir yüzdesinin gelirden aldığı yüzdeyi kaçını aldığını gösteren noktaların birleşimiyle elde edilen eğridir. Gini Katsayısı: Eş bölüşüm doğrusu ile Lorenz Eğrisi arasındaki taralı alanın eş bölüşüm doğrusu altında kalan üçgenin alanına oranıdır. Gini Katsayısı = (Taralı Alan) / S (ABC). Başka bir tanımla bir ulusal ekonomide milli gelirin dağılımının adaletli olup olmadığının ölçümünde kullanılan katsayıdır. Toplam Gelir Birikimli % B %80 %60 Eş Bölüşüm Doğrusu %40 %20 A Lorenz Eğrisi %20 %40 %60 %80 C Nüfus Birikimli % LORENZ EĞRİSİ 1.2 Tüketici Dengesi Analizi Tüketici fayda maksimizasyonu peşinde koşmaktadır. Tüketicinin sınırlı geliri ile kullandığı mal ve hizmetlerden elde ettiği faydasını maksimize etmesi sonucunda ulaştığı denge durumunu ifade eder. Tüketicinin fayda maksimizasyonu peşinde koşması “Homo Economicus” varsayımına dayanmaktadır. Homo Economicus (İktisadi İnsan) Varsayımı: Homo Economicus iktisadi akılcı (rasyonel) insan anlamına gelir ve iktisattaki tüketicinin, tam bilgiye sahip olması, seçici olması, çoğu aza tercih etmesi ve tercihler arasında tutarlı olması özelliklerine sahip olduğu kabulünün yapılmasıdır. Bu varsayım gereği, tüm ekonomik birimler kişisel çıkarlarını maksimize etmek için çaba sarfedeceklerdir. 33 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Tüketici Dengesi açısından iki önemli kavram, Kayıtsızlık Eğrileri ve Bütçe Doğrusu kavramlarıdır. Bu kavramlara geçmeden önce toplam fayda ve marjinal fayda kavramlarını tanımlamakta ve aralarındaki ilişkiyi belirlemekte yarar bulunmaktadır. Toplam fayda (TU): bir maldan belirli bir miktarda tüketildiğinde tüketilen bütün birimlerden sağlanan faydaların toplamı veya bir malın tüketilen tüm birimlerinin tüketiciye sağladığı faydaların toplamıdır. Marjinal fayda (MU): bir malın tüketilen ek bir biriminin, daha önce tüketilen birimlerden elde edilen toplam fayda da yol açtığı değişiklik olarak ifade edilir. Tüketicinin tükettiği son birim malın toplam faydasında yol açtığı değişikliktir. Marjinal Fayda toplam fayda fonksiyonunun tüketilen mal miktarına göre birinci türevidir. Azalan Marjinal Fayda Yasası: Tüketici bir malın kullanımını eşit miktarlarda artırdığında, tüketilen her ek birim malın sağladığı fayda olan marjinal faydasının, azalacağını, yani her ek birimin marjinal faydasının bir önceki birimden daha az olacağını ifade eder. Toplam faydanın maksimum olduğu tüketim miktarında marjinal fayda sıfıra eşit olur. Toplam faydanın maksimum, marjinal faydanında sıfıra eşit olduğu tüketim düzeyi “Doyum Noktası” olarak adlandırılır. TU, MU TU maksimum ise MU = 0; Doyum Noktası TU MU X Malı KAYITSIZLIK EĞRİSİ (FARKSIZLIK – EŞ FAYDA EĞRİSİ) : Bir tüketiciye aynı toplam fayda düzeyini sağlayan farkı mal bileşimlerini ifade eden noktaların birleştirilmesi yoluyla elde edilen eğridir. Tüketici kayıtsızlık eğrisi üzerindeki hiçbir noktayı (mal bileşimini) aynı eğri üzerindeki başka bir noktaya (mal bileşimine) tercih etmez, tamamen kayıtsızdır. Kayıtsızlık Eğrileri’nin temel özellikleri dikkate alındığında; 1. Kayıtsızlık eğrileri orijine dış bükey (konveks) eğrilerdir. 2. Kayıtsızlık Eğrileri birbirlerini kesmeden sonsuza doğru giderler. 3. Aynı kayıtsızlık eğrisi üzerinde (E1) olmamız koşuluyla, farklı X ve Y malı tüketim miktarlarını temsil eden farklı kombinasyon noktaları (A,B,C), aynı toplam faydayı sağlar. 34 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Aynı kayıtsızlık eğrisinden yararlanan farklı tüketicilerden birisi, şahsi tercihleriyle A noktasındayken, 2. tüketici B noktasını, 3. tüketici ise C noktasını tercih edebilir. Her 3 tüketicinin de tercihleri farklı olsa da kendi tüketici dengelerini aynı eğri üzerinde arıyorlarsa, her 3 tüketici de aynı toplam faydayı elde eder. Aynı kayıtsızlık eğrisi üzerinde bir noktadan diğerine geçildiğinde toplam fayda düzeyi değişmez. 4. Her kayıtsızlık eğrisi, bir soldaki kayıtsızlık eğrisine göre daha yüksek bir toplam faydayı, bir sağdaki kayıtsızlık eğrisine göre ise daha düşük bir toplam faydayı temsil eder. (TFE3 > TFE2 > TFE1) 5. Kayıtsızlık eğrileri negatif eğimlidir. Kayıtsızlık eğrilerinin sol yukarıdan sağ aşağıya doğru inme nedeni, tüketicinin aynı fayda düzeyinde kalmak için bir maldan tükettiği miktarı azaltırken diğer maldan tükettiği miktarı artırmak zorunda olmasıdır. Kayıtsızlık Paftası: Bir tüketicinin değişik tatmin seviyelerini gösteren çok sayıda kayıtsızlık eğrisinin bir araya getirilmesiyle oluşan eğriler topluluğudur. İki farklı malın yer aldığı kayıtsızlık düzleminde yer alan her noktadan muhakkak bir farksızlık eğrisi geçer. Y malı KAYITSIZLIK EĞRİLERİ KAYITSIZLIK PAFTASI Io I1 I2 X malı Hangi kayıtsızlık eğrisinin tüketici için doğru eğri olduğunu ise, Bütçe Doğrusu ile ilgili kayıtsızlık eğrisinin teğet olduğu noktaya bakarak anlayabiliriz. MARJİNAL İKAME ORANI (MRS): Kayıtsızlık eğrisinin bir noktadaki eğimi şeklinde tanımlanabilir. İkame bir malın bir diğeri yerine kullanılmasıdır. Tüketicinin aynı toplam fayda düzeyinde yani aynı kayıtsızlık eğrisi üzerinde kalabilmesi için, malların birinden bir birim daha fazla tüketmesi durumunda, diğer maldan vazgeçilmesi gereken miktar arasındaki ilişkiyi gösterir. Başka bir ifadeyle marjinal ikame oranı, farksızlık eğrisi üzerinde bir nokta etrafında tüketicinin bir malı, diğer bir mala tercih ettiği değişim oranını ifade etmekte, yani aynı kayıtsızlık eğrisi üzerindeki ikame ilişkisini göstermektedir. Marjinal ikame oranı ayrıca tüketilen malların marjinal faydaları oranına eşit olacaktır. Bu fonksiyonel ilişkileri aşağıdaki gibi ifade edebiliriz: MRSxy = [ - ∆Y / ∆X ] = [ - dY / dX ] = [ MUx / MUy ] [Px: X malının fiyatı, Py: Y malının fiyatı, MUx: X malının marjinal faydası, MUy: Y malının marjinal faydası] 35 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Bütçe Doğrusu ise; en basit ifadesiyle bir tüketicinin cebinde sınırlı geliri, bütçesini, satın alma gücünü temsil eder. Bütçe doğrusunun eğimi nispi fiyatları, yani X ve Y mallarının fiyatlarının birbirine oranını verir. Bütçe doğrusu; gelirin tamamının harcanması durumunda, X ve Y mallarından alınabilecek miktarlar bileşimini gösterir. Bütçe Doğrusunun fonksiyonu; G = Px qx + Py qy (G: Gelir, qx ve qy mal miktarları) (Y) (G / PX) Bütçe Doğrusunun Eğimi: tanα = Px / Py α (G / PX) (X) Bütçe Doğrusundaki Değişmeler ve Kaymalar: Yatay Eksendeki Malın Fiyatının Düşmesi: Yatay eksende gösterilen malın fiyatı düşer ise, bütçe doğrusu yatıklaşır ve bütçe doğrusunun yatay eksenle yaptığı açı azalır. Çünkü tüketici elindeki aynı miktardaki para ile fiyatı ucuzlayan x malından daha fazla alabilecektir. Yatay Eksendeki Malın Fiyatının Artması: Yatay eksende gösterilen malın fiyatı yükselir ise (Gelir, zevkler ve diğer malın fiyatı değişmez iken), bütçe doğrusu dikleşir ve bütçe doğrusunun yatay eksenle yaptığı açı artar. Y Y X X Malının Fiyatının Düşmesi (Py ↓) X X Malının Fiyatının Artması (Px ↑) 36 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Dikey Eksendeki Malın Fiyatının Artması: Dikey eksendeki y malının fiyatı yükselir ise, bütçe doğrusu yatıklaşır. Dikey Eksendeki Malın Fiyatının Düşmesi: Dikey eksendeki y malının fiyatı düşer ise, bütçe doğrusu dikleşir. Y Y X Y Malının Fiyatının Artması (Py ↑) X Y Malının Fiyatının Düşmesi (Py ↓) Tüketicinin Nominal (Parasal) Gelirinin Azalması: Malların fiyatları ve tüketicinin zevkleri değişmez iken tüketicinin nominal gelirinin azalması durumunda, bütçe doğrusu paralel bir şekilde sol aşağı doğru kayar. Bütçe doğrusunun eğimi yine değişmez, çünkü nispi fiyatlar değişmemiştir. Tüketicinin Nominal (Parasal) Gelirinin Artması: Malların fiyatları ve tüketicinin zevkleri değişmez iken tüketicinin nominal gelirinin artması durumunda, bütçe doğrusu paralel bir şekilde sağ yukarı doğru kayar. Bütçe doğrusunun eğimi değişmez, çünkü nispi fiyatlar değişmemiştir. Y Y X Tüketicinin Gelirinin Azalması (G↓) X Tüketicinin Gelirinin Artması (G↑) 37 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Tüketicinin nominal gelirinin ve malların fiyatlarının aynı oranda artması durumunda bütçe doğrusunda her hangi bir değişme ortaya çıkmayacaktır. Aşağıdaki şekilde, A Noktası, cebimizdeki sınırlı gelirle X Malı’ndan alınabilecek maksimum miktarı, B Noktası ise yine aynı şekilde Y Malı’ndan alınabilecek maksimum miktarı temsil eder. Bütçe Doğrusu’nun sağa kaymasının nedeni, tüketicinin gelirinin artması veya X ve Y Malı’nın fiyatının gerilemesi, yani deflasyon etkisidir. Sola kaymanın nedeni ise tüketicinin gelirinin gerilemesi veya enflasyon olarak özetlenebilir. X malı Tüketici Dengesi A A1 X0 X1 E E4 E1 E1 0 Y1 Y0 B1 E2 E3 Y malı B A ve B noktaları arasındaki Bütçe Doğrusu’nun, tüketicinin 1000 TL’lik sınırlı gelirini gösterdiğini kabul edersek; A-B bütçe doğrusu ile E2 kayıtsızlık eğrisinin teğet olduğu E denge noktası Tüketici Dengesi olarak adlandırılır. E Tüketici Dengesi Noktası, tüketicinin cebindeki sınırlı geliri aşmadan, X Malı’ndan X0 ve Y Malı’ndan Y0 adet tüketerek maksimum toplam faydayı sağlamasıdır. Her tüketicinin amacı elindeki sınırlı gelirinin tümünü kullanarak maksimum toplam faydayı sağlamak olduğundan, tüketici E Noktası’nda dengeye gelir. Tüketici dengede elindeki sınırlı geliri ihtiyaçlarını karşılayan mallar arasında öyle dağıtırki, her mala harcadığı son liranın marjinal faydalarını birbirine eşitler. Ancak, tüketicinin gelirindeki bir azalma veya malların fiyatlarındaki yükselme nedeniyle Bütçe Doğrusu’nun sola kayması, azalan gelirin A1B1 Bütçe Doğrusu ile temsil edilmesine neden olur. Böylece tüketici, yeni gelirine veya yeni mal fiyatına göre tekrar dengesini kurar ve E1 noktasında dengeye gelir. 38 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Tüketici Denge Koşulu – Fayda Maksimizasyonu Koşulu: Denge noktasında malların marjinal faydalarının birbirine oranı, fiyatlarının birbirine oranına (nispi fiyat) eşit olmalıdır, bu noktada marjinal ikame oranıda (MRS) nisbi fiyatlara eşit olur. Tüketici Denge Koşulu: (MUx / MUy) = (Px / Py) = MRSxy Gelir Tüketim Eğrisi: Tüketicinin parasal gelirinin, sonsuz küçük miktarlarda artırılmasıazaltılması durumunda, faydayı maksimize eden yeni denge noktalarının geometrik yerini gösteren eğriye Gelir Tüketim Eğrisi adı verilmektedir. Başka bir ifadeyle, tüketicinin zevkleri ve malların fiyatları değişmez kabul edildiğinde, nominal gelirin sürekli artması veya azalması neticesinde, tüketicinin faydasını maksimize eden farklı mal bileşimlerinin yani yeni denge noktalarının birleştirilmesi vasıtasıyla elde edilen eğriye, gelir tüketim eğrisi denmektedir. Y Malı Gelir GELİR TÜKETİM EĞRİSİ B ENGEL EĞRİSİ C U2 A U1 U0 X Malı X Malı Engel Eğrisi veya Gelir Talep Eğrisi: Gelir tüketim eğrisinden yararlanılarak her iki mala yönelik engel eğrileri türetilebilir. Engel eğrisi, dikey eksende tüketicinin gelirinin, yatay eksende ilgili maldan tüketicinin kullandığı miktarların gösterildiği bir çizimdir ve gelirle ilgili malın tüketimi arasındaki ilişkiyi gösterir. Bu durumda Engel Eğrisi, X ve Y gibi iki malın fiyatlarının ve tüketici tercihlerinin değişmemesi durumunda, tüketicinin her bir farklı nominal gelir düzeyinde talep ettiği X veya Y malı miktarını göstermektedir. Fiyat Tüketim Eğrisi: Malların fiyatlarındaki değişmeler, bütçe doğrusunun eğiminin de değişmesi anlamına gelir ve nispi fiyatlardaki değişmenin etkilerini yansıtır. Bir malın fiyatının sürekli değişmesi halinde, tüketicinin faydasını maksimize eden yeni denge noktalarının geometrik yeridir. Bu eğri, iki maldan sadece birinin fiyatı değiştiğinde, tüketicinin her iki mala olan talebini nasıl değiştirdiğini ortaya koyar. Fiyat Tüketim Eğrisi üzerindeki her noktada tüketici hem faydasını maksimize eder hem de gelirinin tamamını harcar. Fiyat Tüketim Eğrisinden bireysel talep eğrisini elde edebiliyoruz. Bireysel talep eğrisi aynı tüketicinin sadece fiyatı değişen malın, tüketim miktarına yönelik reaksiyonunu gösterir. Bireysel talep eğrisi bir tüketicinin her bir fiyat düzeyinde faydasını maksimize edecek mal miktarını veren eğridir. 39 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1.3. Üretici Analizi ve Optimum Faktör Bileşim Oranının Belirlenmesi Bir firma kârını maksimize eden üretim miktarını belirlediğinde, söz konusu üretim miktarını en düşük maliyetle üretebilmesi de gerekli olacaktır. Bu noktada firmaların maliyetlerini minimize etmesini sağlayacak optimal faktör bileşim oranını nasıl belirleyeceğini, başka bir ifadeyle optimal faktör bileşimi seçimini nasıl gerçekleştireceğini analiz etmek gerekecektir. Optimum faktör bileşiminin, yani firmanın iç dengesinin belirlenmesinde üretim fonksiyonundan türetilen “eş-ürün eğrisi” ve firmanın bütçesi ile her bir üretim faktöründen ne kadar alabileceğini gösteren eş-maliyet doğrusu” kullanılmaktadır. Üretim fonksiyonu: Üretim teknolojisinin değişmediği durumda belirli zaman birimi başına kullanılacak girdi miktarları ile elde edilecek en yüksek çıktı (ürün) miktarı arasındaki ilişkiyi sistematik biçimde ortaya koyar. Üretim fonksiyonunda, veri bir faktör bileşimi ile en yüksek üretimin elde edilebileceği en uygun teknolojinin seçildiği ve böylece teknolojik etkinliğin gerçekleştiği kabul edilir. Eşürün Eğrisi: Aynı toplam üretim miktarını gösteren girdi bileşimlerinin girdi düzlemindeki geometrik yeridir. Eğri üzerindeki her nokta eşit üretim düzeyini belirleyen girdi bileşimlerini ifade eder. Değişik girdi miktarlarıyla elde edilebilecek aynı ürün miktarını gösteren eğridir. Eşürün eğrilerinin özellikleri: Bir eşürün eğrisinin üzerindeki tüm noktalar aynı üretim düzeyini gösterir. Sürekli negatif eğimlidirler. Sol yukarıdan sağ aşağıya inerler. Birbirlerini ve eksenleri kesmezler. Orijine göre dış bükeydirler. Orijinden uzaklaştıkça eşürün eğrilerinin ifade ettiği toplam üretim miktarı artar. 40 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM K Faktörü X3 X2 X1 L Faktörü Marjinal teknik ikame haddi (MRTS): eşürün eğrilerinin bir noktasındaki eğimine denir. MRTS eşürün eğrisi üzerinde bir girdiyi artırdığımızda, ürün miktarının değişmemesi için diğer girdilerden ne kadar vazgeçilmesi gerektiğini gösteren değişim oranıdır. MRTS faktörlerin marjinal fiziki ürünlerinin oranına eşittir. Eşmaliyet Doğrusu: Firmanın değişik girdileri kullanırken veri faktör fiyatlarında maksimum harcama seviyesini gösterir. Başka bir ifade ile, eşmaliyet doğrusu firmanın elindeki bütçe ile fiyatları veri olan iki faktörden satın alabileceği (maksimum miktarları ifade eden) çeşitli bileşimleri gösteren noktaların geometrik yeridir. Negatif eğimlidir ve eşmaliyet doğrusunun eğimi nispi faktör fiyatlarını (PL/PK)gösterir. K Faktörü Eşmaliyet Doğrusunun Eğimi: tanα = PL / PK α L Faktörü Üretici Dengesi veya Optimal Faktör Bileşim Oranının Belirlenmesi; Maliyet Minimizasyonu veya Çıktı Maksimizasyonu Koşulu: Eş-ürün eğrisi ile eş-maliyet doğrusunun birbirine teğet olmasıdır. Firma kârını maksimize edecek optimum faktör bileşimine ulaşmak için, faktörlere harcadığı parayı iki faktör arasında o şekilde dağıtacaktır ki birisine harcadığı son lira ile, ikincisine harcadığı son liranın toplam ürüne yaptığı katkıları (marjinal ürünleri) birbirine eşit olur. Firmanın Bütçesinin Değişmesi: Faktörlerin fiyatları ve teknoloji değişmez iken, firmanın bütçesinin artması yani o malın üretimine daha fazla kaynak ayırmaya karar vererek ölçeğini büyütmesi ve daha fazla maliyete katlanmaya hazır olması durumunda, eşmaliyet doğrusu paralel şekilde sağa doğru kayar. 41 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Genişleme Yolu: Faktör fiyatları sabit iken, bir firmanın çeşitli üretim hacimlerinin minimum maliyetle gerçekleştirilmesini sağlayan optimum faktör bileşim noktalarının geometrik yeridir. Firmanın ölçeğini büyüttüğü her yeni bütçesiyle, minimum maliyetle üreteceği maksimum üretim düzeyini gösteren optimum faktör bileşim oranlarını ifade eden denge noktalarının (D1, D2, D3) birleştirilmesi yoluyla bulunmaktadır. Bu durumda genişleme yolu, eşürün paftası ve girdi fiyatları değişmezken, firmanın değişik maliyet imkanlarına göre ortaya çıkan üretici denge noktalarının geometrik yeridir. K GENİŞLEME YOLU D3 D2 D1 X3 X2 X1 L Ekonomik Rant: Söz konusu kavram günümüzde toprak dışındaki üretim faktörlerinin de rant elde edebileceğini kabul etmesi ile, rant kavramına daha genel bir anlam kazandırılmasından doğmaktadır. Ekonomik Rant, bir şeyin fırsat maliyetinin üzerinde elde ettiği her türlü ödemeyi içerir ve bir üretim faktörü sahibinin geliridir. Bu gelir faktör sahibinin faktörü kullandırması için kabul edeceği miktarın üstüdür. Transfer Kazancı: Bir faktörün arz esnekliği sıfır olduğunda o faktörün elde ettiği tüm gelir ekonomik rant kapsamında ele alınır ve ekonomik rant bu durumda maksimum düzeyde olur (Şekil A). Bir faktörün arz esnekliği sonsuz olduğunda ise o faktörün elde edeceği ekonomik rant sıfır olur ve sadece transfer kazancı elde eder (Şekil B). Bir faktörün belirli bir istihdam yerinde kalmasına yetecek olan ödeme miktarına transfer kazancı veya transfer fiyatı denir. Örneğin, bir endüstri bir emek türünü istihdam edebilmek için belli bir ücreti mutlaka ödemek zorunda ise ve bunun altındaki ücretlerde hiç kimse orada çalışmak istemiyorsa o ücret düzeyi emeğin o endüstriye transfer fiyatıdır. Faktörün fiyatı faktörün transfer kazancından büyük olduğunda, ikisi arasındaki fark ekonomik rantı oluşturur (Şekil C). 42 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Pf Pf S Pf Ekonomik S Rant Transfer Kazancı Ekonomik Rant S D D qf Şekil A: Arz Esnekliği Sıfır Tüm Gelir Ekonomik Rant qf Şekil B: Arz Enseliği Sonsuz; Tüm Gelir Transfer Geliri Transfer Kazancı D Şekil C: Ekonomik Rant ve Transfer Geliri qf 1.4. Genel Denge Analizi Leon Walras tarafından geliştirilen genel denge analizi, ceteris paribus varsayımının devreden çıkarılması suretiyle, ekonomideki tüm karar birimlerinin davranışlarının eş anlı olarak ele alınmasıyla bir ekonomideki tüm iktisadi olaylar arasında mevcut olan ilişkilerin ortaya koyulması için kullanılan ve dolayısıyla tüm ekonomik olayların açıklanmasını sağlayan bir analiz yöntemidir. Bu analiz, mal ve faktör piyasalarındaki tüm fiyat ve miktarların eşanlı olarak belirlenmesine olanak tanır ve her şeyin her şeyi belirlediği varsayılarak, bu etkileşim açıklanmaya çalışılır. Genel denge, bir ekonomide tüm mal, hizmet ve faktör piyasalarının aynı anda dengeye gelmesidir. Genel dengenin sağlanması toplumsal refahın en üst seviyede olduğunu gösterir. Bir ekonomide genel denge üretimde ve tüketimde etkinliğin aynı anda sağlanması durumunda sağlanır. PARETO OPTİMALİTE KRİTERİ: Buna göre, bir toplumda en az birinin refah düzeyini azaltmaksızın, diğer kişilerin (ya da en az bir kişinin) refah düzeyini yükseltme olanağının bulunmaması durumunda, o toplumda optimum refah düzeyine ulaşılmış demektir. Bir ekonomide optimum refah düzeyine üretimde ve tüketimde etkinliğin eş anlı olarak sağlanması sonucunda ulaşılabilir. TÜKETİMDE (BÖLÜŞÜMDE -MÜBADELEDE) ETKİNLİK – Pareto (Optimal) Etkin Dağılım: Üretimin tüketiciler arasında optimal bölüşümü anlamına gelmekte ve tüketicilerin ulaştıkları maksimum tatmin düzeylerini veren optimal dağılımın, o toplumda bir kişinin refah düzeyini azaltmadan bir başka kişinin refah düzeyinin artırılmasının imkansız olacak şekilde, mal ve hizmetlerin tüketiciler arasında dağıtılmış olması durumunu ifade etmektedir. Malların tüketiciler arasında etkin bir şekilde dağılması için, tüm tüketiciler için, mallar arasındaki marjinal ikame oranı aynı olması gereklidir. Anlaşma Eğrisi (Sözleşme Eğrisi – Etkin Tüketim Eğrisi): Tüketiciler arasında mal değişiminin durduğu ve pareto etkin olarak adlandırılan teğet noktalarının birleştirilmesi suretiyle elde edilen eğriye verilen addır. Başka bir ifadeyle, iki bireyin iki malı etkin olarak paylaştıkları bileşimlerin geometrik yeridir. İki ayrı tüketicinin kayıtsızlık eğrilerinin tersten birbirine teğet olduğu noktaları birleştiren eğridir. Anlaşma eğrisi, kişilerin iki mal arasındaki marjinal ikame hadlerinin birbirine eşit olduğu noktaların geometrik yeridir. Anlaşma eğrisi üzerindeki bir noktadan diğer bir noktaya geçildiğinde, bir kişinin fayda düzeyinin arttırılabilmesi için diğerininki muhakkak azaltılmak zorunda kalınır. 43 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM ANLAŞMA EĞRİSİ X Malı I0B I1B I4A I2B Y Malı I3A I3B I1A Y Malı I2A I0A X Malı I Kayıtsızlık eğrilerini gösterir. Üretimde Etkinlik: Optimal kaynak dağılımının sağlanmasını ve toplumda varolan üretim faktörlerinin çeşitli malların üretim alanları arasında optimum dağılımının gerçekleşmesini ifade etmektedir. Pareto optimalite kriteri gereği üretimde etkinliğe, elde edilen ürünlerden bir tanesinin dahi üretim miktarının azaltılmadan, diğerinin miktarının arttırılmasının olanaksız olduğu durumda ulaşılacaktır. Başka bir ifadeyle, Üretim düzeyinin maksimuma erişmesi neticesinde sağlanan optimum faktör dağılımının, faktörlerin üretim alanları arasındaki dağılımını değiştirerek en az bir malın üretimini, diğer malların üretimini azaltmaksızın, arttırmak imkanının bulunmaması durumunda gerçekleşecektir. Bunun sağlanması halinde, üretim sürecine katılan tüm üretim faktörlerinin marjinal teknik ikame oranları birbirine eşit olacaktır. Etkin Üretim Eğrisi (Üretimin Anlaşma Eğrisi veya Bağıt Eğrisi): Eksenlerde emek ve sermaye faktörlerinin bulunduğu bir grafikte, iki üreticinin eşürün eğrilerinin birbirine teğet olduğu üretimde etkinliğin sağlandığı noktaların birleştirilmesi yoluyla elde edilen eğriye verilen addır. İki ayrı üreticinin eşürün eğrilerinin birbirine teğet olduğu noktaların geometrik yeridir. Etkin üretim eğrisi üzerinde bir noktada bir malın üretim miktarını arttırmayı arzuladığımızda, diğer malın üretiminden muhakkak bir miktar azaltmak durumunda kalırız. ETKİN ÜRETİM EĞRİSİ Emek Faktörü (L) Y0 Y1 Sermaye Faktörü (K) X4 Y2 X3 Y3 X1 Sermaye Faktörü (K) X2 X0 Y0,1,2,3 ve X0,1,2,3,4 eşürün eğrilerini gösterir Emek Faktörü (L) 44 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1.5. Piyasa Başarısızlıkları Piyasa başarısızlığı kavramı bir ekonomide Pareto optimumunun (Pareto etkinliğinin) veya genel dengenin sağlanmaması halini tanımlamaktadır. Günümüzde piyasa başarısızlığı kavramı ekonomik birimler arasındaki koordinasyon başarısızlığını ifade etmektedir. Dolayısıyla piyasa başarısızlığı, piyasadan gelen fiyat sinyallerine hassasiyetin bulunmaması durumu olarak tanımlanan yapısal katılıklardan doğmaktadır. Piyasa başarısızlıkları devletin ekonomik hayatta üzerine alması gereken işlevler ve kişisel ve kamusal sorumluluk ve hakların çerçevesinin belirlenmesinde temel ölçütlerden biri olarak kullanılmaktadır. Piyasa başarısızlıklarına yönelik teoriler aynı zamanda devletin ekonomik ve sosyal alandaki rollerinin çerçevesini çizmektedir. Bir piyasada gerçekleşen işlemlerin etkinliğinin belirlenmesinde işlemlerin toplumsal marjinal getirisinin toplumsal marjinal maliyetine eşit ya da toplumsal marjinal maliyetinden büyük olması koşulu kullanılmaktadır. Özel ekonomik birimler açısından “Bireysel Marjinal Getiri’nin Bireysel Marjinal Maliyet’e eşit veya ondan büyük olması” etkinlik koşulunu oluşturmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinde özel ekonomik birimlerin kararları neticesinde “Bireysel Marjinal Getiri’nin Toplumsal Marjinal Yarar’a eşit olmaması” ya da “Bireysel Marjinal Maliyet’in Toplumsal Marjinal Maliyet’e eşit olmaması” hallerinin oluşması ekonomik etkinlik sorununun bulunduğu anlamı taşıyacaktır. Örneğin bir piyasada eksik rekabet koşullarının oluşması durumunda piyasa gücüne sahip olan bir şirket üretimini kısmak suretiyle piyasanın etkin işleyişine engel olabilecektir. Bu durumda “Bireysel Marjinal Getiri’nin Toplumsal Marjinal Yarar’ın altında kalması” söz konusu olacak ve piyasa başarısızlığı ortaya çıkacaktır. En önemli • • • • • • • piyasa başarısızlıkları şunlardır: Kamusal Mallar Dışsallıklar Erdemli Mallar Tam Rekabet Koşullarının Gerçekleşmemesi Asimetrik Bilgi Eksik Piyasalar Ekonomik İstikrarsızlıklar Tam rekabetin bulunmaması, ekonomik birimlerin piyasa hakkında bilgi noksanlıkları, kamusal mallar, dışsallıklar, ekonomik büyümenin sağlanamaması, gelir ve servet dağılımında adalet tartışmaları, fiyat istikrarının gerçekleştirilememesi, işsizlik, ödemeler bilançosu dengesizlikleri gibi sorunlar piyasa ekonomisinin başarısızlığı başlığı altında toplanmaktadır. Piyasa ekonomisinin bu koordinasyon başarısızlığı karşısında devletin piyasaya müdahale etmesi ve düzenlemeler yapması bir çözüm yolu olarak benimsenmiştir. 45 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1.5.1. Kamusal Mallar Piyasa başarısızlıklarının en başta gelen nedenlerinden biri olarak kamusal mallar sorunu karşımıza çıkmaktadır. Daha öncede ifade ettiğimiz gibi kamu mallarını özel mallardan ayıran en belirgin unsurlar kullanımda rekabetin olmaması ve kullanımdan dışlanamama özellikleridir. Kamu mallarında kullanımdan dışlama mümkün olmadığı için fiyat oluşturulamamakta ve bir bedel ödenmesi zorunluluğu olmadan herkes bu mal ve hizmetlerden faydalanabilmektedir. Bu durum teoride “bedavacılık sorunu” (free rider) olarak tanımlanmaktadır. Bedavacılık sorunu nedeni ile piyasa mekanizması vasıtasıyla kamu mallarının maksimum sosyal yararı sağlayacak seviyede üretilmesi mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla bir kimsenin yaptığı ödemenin düzeyinden bağımsız bir şekilde fayda sağladığı bir durumda, piyasa mekanizması gerektiği gibi işlememektedir Bedavacılık sorunu neticesinde kamu mallarından yararlandıkları halde bazı kimseler bunların finansmanına katılmamakta ve dolayısıyla da eksik arz oluşmaktadır. Bu nedenle kamusal malların bulunması, kamu kesiminin piyasaya müdahalesin için en haklı nedenlerden birisi olarak öne çıkmaktadır. Kamu mallarının diğer bir ayırıcı özelliği piyasa talebine ilişkindir. Özel mallarda piyasa talebine ulaşmak için bireysel talep eğrilerinin yatay toplamı alınmaktadır. Kamusal malların talebine ulaşabilmek için ise bireysel talep eğrilerinin dikey toplamı alınmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel mallarda her bir fiyat düzeyindeki miktarlar toplanırken, kamu mallarında miktar sabitken faydalar toplanmaktadır. Kamu mallarının piyasa fiyat mekanizmasının çalışmasını engelleyen nitelikler sergilemesi nedeniyle devlet, bu tür mal ve hizmetlerin ya üretimini üstlenmekte ve kaynakları kendisi kullanmakta ya da sübvansiyon, vergi ve düzenleme gibi mekanizmalara başvurarak üretimin en uygun düzeyde yapılmasını sağlamaya yönelik müdahalelerde bulunmaktadır. 1.5.2. Dışsallıklar Dışsallık toplumun belirli bir üyesi tarafından gerçekleştirilen bir üretim veya tüketim faaliyetinin sonucu olarak ortaya çıkan fayda ve maliyetlerin toplumun diğer üyelerine taşmasıdır. Dışsallık işlemi yapan tarafından hesaba katılmayan ekonomik işlemden doğan maliyet veya fayda olarak tanımlanır. Dışsallıklar söz konusu olduğunda piyasa ekonomisinde kaynaklar hatalı yönde tahsis edilebilmektedir. Örneğin dışsal zarar olduğunda bu mal ve hizmet üretiminde kullanılan kaynaklar ortaya çıkan zararları kapsamamakta ve bu alana gereğinden çok kaynak aktarılmasına neden olabilmektedir. Ya da benzer şekilde dışsal faydalar hesaba katılmadığında kaynak tahsisinde aksaklıklar ortaya çıkabilmektedir. Dışsal Maliyet veya Negatif Dışsallık kavramı bir kişinin ekonomik işlemlerinden dolayı diğerlerinin maliyetine katlanması durumunu ifade eder. Günümüzde negatif dışsallıklar en 46 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM çok çevre kirliliği, nükleer teknolojinin kullanımı, kimyasal atıklar alanında karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak dışsallık sorunun iki temel çözüm yolu bulunmaktadır. Birincisi kamu müdahalesine gerek kalmaksızın Özel Mülkiyet Hakları çerçevesinde dışsallık sorununun piyasada çözülme yollarıdır. Bunlar arasında en önemlileri olarak şirket birleşmelerine gidilmesi, toplumsal uzlaşma yoluyla çözüm, pazarlık yöntemini saymak mümkündür. İkincisi seçenek ise dışsallıkların özel mülkiyet hakları çerçevesinde çözüme kavuşturulamaması durumunda Kamu müdahalesi yoluyla dışsallıkların çözülmeye çalışılmasıdır. Dışsallıkların devlet müdahalesi ile çözümünde kullanılan yöntemler olarak düzenleme, vergileme, piyasa yaratılması (çevre kirliliği piyasası veya atık piyasası oluşturulması gibi), sübvansiyon uygulanması, mülkiyet haklarının yeniden düzenlenmesi öne çıkmaktadır. 1.5.3. Tam Rekabet Koşullarının Gerçekleşmemesi Gerçek hayatta bir piyasanın tam rekabet piyasası olmasını sağlayan şartların nerede ise hiç birinin tam anlamı ile sağlanması söz konusu olmamaktadır. Dolayısıyla tam rekabet piyasaları da ulaşılması olanaksız bir ütopya haline gelmektedir. Günümüzde piyasalarda haberleşme ve bilgi sağlama imkânlarının farklı olması piyasaların tam anlamıyla saydam olmasını engellemektedir. Diğer yandan aynı piyasadaki mal türleri arasında çoğu zaman benzerlik söz konusu olmamaktadır. Bu durumda bazı firmalar üstünlük elde edebilmekte ve eksik rekabet ortaya çıkabilmektedir. Günümüz piyasalarında tam rekabet piyasalarının fiyatların veri olma ve çok sayıda alıcı ve satıcı olması özelliği de geçerli olmamaktadır. Piyasalarda eksik rekabet bulunmakta ve özellikle satıcılar kendi aralarında anlaşma yoluna giderek kartel, tröst, holding gibi kurumlar oluşturmak suretiyle fiyatları arzuladıkları yönde etkileyebilmektedirler. Sonuç olarak tam rekabet piyasası modeli gerçek hayatta gerçekleştirilemediği takdirde piyasa ekonomisinin de tek başına sosyal refahı optimum seviyeye ulaştırması olanağı bulunmayacaktır. Dolayısıyla monopol, oligopol gibi eksik rekabet piyasalarının ortaya çıkması Pareto anlamında etkinliğin sağlanmasına ve genel dengeye ulaşılmasına engel olacaktır. 1.5.4. Erdemli Mallar Devlet tarafından toplumda özel niteliğe haiz kişi veya gruplara yönelik olarak bedelsiz ya da piyasa fiyatının altında sunulan mal ve hizmetlerdir. Spesifik grupların ekonomik durumunu iyileştirmek için sosyal devlet ilkesi çerçevesinde sunulmaktadır. Ucuz konut üretimi, ücretsiz sağlık, düşkün ve yaşlılara, engellilere bazı hizmetlerin sunulması örnek olarak verilebilecektir. Devlet ayrıca eğitim, sağlık gibi toplumsal olarak faydalı alanlara bireyleri teşvik edip doğru karara yönlendirmektedir. Dolayısıyla erdemli mallar bireylerin kendi çıkarı konusunda doğru kararı alıp almadığıyla ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. 47 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Erdemli mallar yaklaşımı Neo-klasik İktisat Teorisi’nin aksine, kişilerin yargısının doğru olsa dahi, kararlarının hatalı olabileceği üzerine oturmaktadır. Bu yaklaşıma göre Devlet’in bireyleri doğru karar vermeye zorlaması veya teşvik etmesi gerekmektedir. 1.5.5. Asimetrik Bilgi Bir ekonomide Pareto etkinliğinin sağlanmasının ön koşullarından birisi tam bilgi varsayımıdır. Tam bilgiden hareketle ekonomik birimler fayda ve kar maksimizasyonuna ulaşacak şekilde davranmaktadırlar. Ancak uygulamada tam bilgi varsayımı gerçekçi olmamakta ve ekonomik birimler genelde eksik bilgi ortamında karar vermek durumunda kalmaktadırlar. Asimetrik bilgi, bir işlemle ilgili olarak taraflardan birinin belli bir bilgiye sahip iken, diğer tarafın bu bilgiye sahip olmaması durumunu ifade etmek için kullanılmaktadır. Bir tarafın diğerlerine göre daha fazla bilgiye sahip olması halinde, bunu daha az bilgiye sahip olanlar aleyhine kullanması söz konusu olabilecektir. Kuşkusuz bu tür fırsatçı davranışlar, piyasaların etkinlikten uzaklaşmasına yol açabilecektir. Asimetrik bilgi problemi teknik anlamda ilk defa, G.A. Akerlof tarafından sistematik olarak iktisat literatüründe yer almıştır. Akerlof, asimetrik bilgi durumda piyasanın istenen sonucu vermeyeceğini, ters seçim ve ahlaki zaafiyet olarak adlandırılan durumların ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Akerlof kullanılmış otomobil piyasalarını inceleyerek, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi farklılığından kaynaklanan sebeplerin piyasalarda oluşturabileceği dengesizlikleri incelemiştir. Akerlof’a göre bu piyasada, otomobil satıcısı doğal olarak alıcılardan daha fazla bilgiye sahip olacak ve bu bilgi farklılığı bir “ters seçim sorunu” doğuracaktır. Söz konusu olgu “Limon Problemi” olarak ta adlandırılmaktadır. Bunun nedeni otomobil piyasasındaki sorunlu otomobillerin (Amerika Birleşik Devletleri’nde günlük dilde bu tür otomobiller limon olarak adlandırılmaktadır) neden olduğu probleme benzemesidir. Alıcılar tabi ki piyasada iyi ve kötü otomobiller satıldığını bilmektedir. Fakat hangi otomobillerin kötü (limon) hangilerinin ise iyi kalitede olduklarını bilememektedirler. Böyle bir durumda daha az bilgiye sahip potansiyel alıcılar, ancak ortalama kaliteyi yansıtan ortalama bir fiyatı ödemeye razı olacaktır. Daha kaliteli otomobillerin satıcıları ise, bu ortalama fiyatın aracın gerçek kalitesini yansıtmadığını ve otomobilin asıl değerinin bu fiyatın üstünde olduğunu düşünerek otomobillerini piyasadan çekecektir. Buna karşın düşük kaliteli otomobil satıcıları ise bu ortalama fiyatın, kendi araçlarının asıl değerinin üstünde olduğunu fark ettikleri için bu fiyattan araçlarını satmayı arzulayacaklardır. Sonuç itibariyle daha kaliteli otomobiller piyasadan çekilecek, daha kalitesiz otomobiller (limonlar) piyasada kalacaktır. Kalitesiz arabaların sayısı kaliteli arabaları geçtiğinde ise ters seçim sorunu oluşacaktır. Ters seçim sorunu taraflar arasında bir ekonomik işlem yapılmadan önce gizli bilgiden yani taraflardan birinin diğerinden daha fazla bilgiye sahip olmasından doğmaktadır. 48 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Ters seçim olgusunun ortaya çıkmasının sonucunda piyasaya gelen iyi arabaların sayısı giderek azalacak ve kullanılmış araba piyasası etkin olarak işleyemeyecektir. En çok satılan arabaların limon olması, kötü arabaların iyileri piyasadan kovmuş olması anlamına gelecektir. Ters seçim kavramı asimetrik bilgi durumunda, özel bilgiye dayanarak sözleşme yapıp, özel bilgiyi kendi lehine kullanıp, daha az bilgiye sahip olanlar aleyhine kullanmayı planlama eğilimini ifade etmek için kullanılmaktadır. Özel bilgi bir kişinin sahip olduğu, ancak başka kişilerin sahip olabilmesi için maliyete katlanması gereken bilgiyi ifade etmektedir. Ahlaki zaafiyet bir ekonomik işlemin tarafları arasında anlaşma sağlanması sonrasında tarafların birbirlerine davranışlarını tam olarak bilememelerinden kaynaklanan asimetrik bilgi sorunu nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Burada iki taraf arasındaki bir sözleşmenin bulunması, birisinin davranışının diğerinin refahına zarar vermesine yol açmaktadır. Örneğin hizmet sektöründe taraflardan birinin anlaşma yapıldıktan sonra, hizmetin sağlanması sırasında, diğer tarafı zarara uğratacak şekilde davranış ve eylemlerde bulunması söz konusu olabilmektedir. Ahlaki zafiyet olgusu özel sigorta piyasasının gelişimini engelleyen unsurlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Burada sigortalı sigorta güvencesi ile kendisine sağlanan güvence nedeni ile, sigortalamadan önce aldığı önlemleri azaltarak ahlaki zafiyet doğurmaktadır. Bisikletini sigorta ettiren kişilerin, daha önce bisikletlerini özenle kilitlerken, sigorta yaptırdıktan sonra kilitlemeyi savsaklamaları ahlaki zafiyet sorununun oluşmasına örnek olarak gösterilebilir. Asimetrik bilgi kaynaklı ters seçim ve ahlaki zafiyet sorunları finans piyasalarında da fiyat mekanizmasının düzgün çalışmasını engelleyebilmektedir. Bu kredi piyasalarında kredi tayınlaması, sermaye piyasalarında ise öz kaynak tayınlaması problemlerine yol açabilmektedir. Kredi tayınlaması, ödünç verilen fonların faiz oranının kredi arz ve talebini eşitleyememesi durumunda bankaların, mevcut kredi faiz oranını yükselerek tüm talebi karşılamak yerine, verdikleri kredi miktarını azaltmalarını ifade etmektedir. Öz kaynak tayınlaması, firmaların fon temin etmek üzere hisse senetlerini halka arz ettiklerinde, ihraç eden firma ile potansiyel yatırımcılar arasındaki asimetrik bilgi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu durumda yatırımcıların ihraca yeterince güvenmemeleri ve firmaların hisse senetlerini düşük fiyatlamak durumunda kalmaları söz konusu olabilmektedır. Limon problemi, finansal piyasalarda da ortaya çıkabilmektedir. Asimetrik bilgi nedeniyle potansiyel hisse senedi alıcısı olan bireyler, beklenen karları yüksek ve riski düşük olan iyi firma ile beklenen karı düşük ve riski yüksek bir firma arasında ayırım yapamayacaktır. Bu nedenle alıcılar, ortalama kalitedeki bir hisse senedi fiyatını ödemeye razı olacaktır. Teklif edilen fiyat, kötü kaliteli firmanın hisse senedinin fiyatı ile iyi kaliteli firmanın hisse 49 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM senedinin fiyatı arasında yer alacaktır. İyi kaliteli firmanın yöneticileri, iyi bir firma olduklarını bildikleri için, ortalama kaliteli bir firmanın hisse senedinin fiyatından hisselerini satmak istemeyecektir. Bu ortalama fiyata hisselerini satmaya razı olan firmalar ise, kötü kaliteli firmalar olacaktır. Alıcılar, kötü kaliteli firmaların hisselerini satın almak istemeyeceği için hisse senedi piyasası etkin olarak çalışmayacaktır. Sonuç itibariyle kaliteli ve finansal durumları iyi şirketlerin hisse senetlerini arz edenler piyasadan çekilecektir. Diğer yandan piyasalar kalitesi iyi olmayan şirketlerin hisse senetlerinin bir kısmını da tasfiye edecek ve bazı kalitesiz firmalar piyasadan dışlanacak ve piyasada sınırlı bir satış olacaktır. Asimetrik bilgi sorunu finansal varlık emisyonunun firmalar için çok önemli bir finansman kaynağı olmasını engelleyecektir. 1.5.6. Eksik Piyasalar Eksik piyasalar bir mal ve hizmetin arz maliyeti kişilerin ödemeye hazır olduğu tutarlardan daha düşük olduğu halde, özel kesimin belirsizlik risk nedeniyle bu malı üretmekte başarısız olması durumunda ortaya çıkmaktadır. Devletler gelecek piyasaların oluşmaması nedeniyle özellikle sosyal güvenlik gibi alanlara girmek durumunda kalabilmetedir. Ekonomik birimler bugün ve gelecekteki fiyatları bilir ve gelecekte her bir mal veya faktör için bir piyasa oluşur. Belirsizliklerin gelecek piyasaların ortaya çıkmasına mani olması ile piyasa başarısızlıkları başgösterir. Bu özellikle sağlık sigortacılığı, işsizlik sigortası, sosyal güvenlik, mevduat güvencesi alanında ortaya çıkmakta devlet özel kesimi denetleyerek, düzenleyerek müdahale etmektedir. Gelecek piyasaların oluşmamasının temel nedenleri olarak asimetrik bilgi sorununu ve piyasa oluşturmanın işlem maliyetlerinin çok yüksek olmasını göstermek mümkündür. 1.5.7. Ekonomik İstikrarsızlıklar Piyasa ekonomisi taraftarları, piyasaların ekonomik birimler arasında koordinasyon fonksiyonunu başarı ile gerçekleştirdiği ve ekonomik etkinliği sağladığını ifade etmektedirler. Günümüzde en önemli piyasa başarısızlıklarını ve piyasaya müdahalenin gerekçelerini enflasyon, deflasyon, durgunluk, işsizlik görünümünde ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlıklar ve gelir dağılımı bozuklukları teşkil etmektedir. 1929 ekonomik bunalımına kadar ekonominin sürekli olarak tam istihdamda olduğu kabul edilmiş ve devletin ekonomik hayatın doğal işleyişine müdahale etmemesi gerektiği benimsenmiştir. Ancak 1929 bunalımı ekonomik istikrarsızlıklara karşı piyasa ekonomisinin doğal işleyişinin yetersiz kaldığını gözler önüne sermiştir. Bunun üzerine Keynes’in düşünceleri dünya da kabul görmeye başlamış ve Keynesci İktisat Teorisi ekonomiye müdahalenin gerekçelerini oluşturmuştur. Keynesci anlayışla birlikte Devlet ekonomik istikrarsızlıklara karşı aktif olarak mücadele etmeye başlamıştır. 50 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Slayt 1 İnsanoğlu, değer kavramıyla tanışmasından ve malların değerini tartışmasından itibaren, M.Ö. 3000’li yıllardan itibaren trampa (takas) ekonomisinin yarattığı sorunlardan kurtulabilmek için, tarımsal ürünleri veya ilkel kabile yaşantısı içerisinde en fazla değer verilen nesneleri (metal parçaları, ortası delik taşları, deniz havyanlarının kabuklarından oluşan kolyelerı, hayvan boynuzlarını) para niyetine kullanarak mübadele sistemini oluşturmaya çalışmıştır. Tarımsal ürünleri para niyetine kullanmak, değerini ve miktarını kontrol altında tutmak ve kavimlerarası ticarette geçerlilik anlamında pek çok sorunu beraberinde taşımaktaydı. Bu nedenle, M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren altın ve gümüş madenlerinin karışımından elde edilen elektrumdan yapılma paraların işlem gördüğü bir mübadele sistemi devrimsel bir değişikliğin başlangıcı olarak nitelendirilebilir. Altın ve gümüş para kullanımı zaman içerisinde insanoğlunu bir kavramla daha tanıştırmıştır; Tasarruf Kavramı. FİYATIN OLUŞUM U M ALIN SAĞLADIĞI FAYD A M ALIN BOL VEYA KIT OLM ASI M ALIN K ALİTESİ M ALIN DEĞERİ ORTAK DEĞER ÖLÇÜSÜ FİYATLAR GENEL SEVİYESİ (DÜZEYİ) ARTIŞLAR (ENFLASYON) AZALIŞLAR (DEFLASYON) Slayt 2 Her ulusal ekonominin nihai hedefi, bir işletmenin bilanço eşitliğine benzetilebilecek, kaynaklar-harcamalar dengesini gerçekleştirmektir. Makro ekonomik analiz, öncelikle bir ulusal ekonominin öz kaynakları ile toplam harcamalarının birbirine eşit olmasını öngörür. Bu formül içerisinde, ülkenin iç öz kaynağı GSMH olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte, ülkenin toplam öz kaynaklarını bulabilmek için GSYİH ile Cari İşlemler Dengesi’nin toplam değerini kullanmak da mümkündür. Eğer, ülkenin iç ve dış öz kaynağı hedeflediği tüketim ve yatırım harcamalarını karşılamaya yeterli değil ise, bu durumda yabancı kaynak kullanmak kaçınılmazdır. Yabancı kaynak ise bir ulusal ekonomiye 3 şekilde gelir; birincisi doğrudan yatırım amaçlı yabancı sermaye, ikincisi portföy amaçlı yabancı sermaye ve üçüncüsü dış borçlanma. KAYNAKLAR - HARCAMALAR DENGESİ TOPLAM (ÖZ) KAYNAKLAR = TOPLAM HARCAMALAR İÇ (ÖZ) KAYNAK + DIŞ (ÖZ) KAYNAK = TÜKETİM HAR. + YATIRIM HAR. GSMH + (CARİ İŞL. DNG - N D A F GEL.) = TÜKETİM H. + YATIRIM H. (GSYİH – N D A F GEL) + (CARİ İŞL. DNG - N D A F GEL.) = TÜK. H. + YAT. H. GSYİH + CARİ İŞL. DNG = TÜK. H. + YAT. H. 51 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Slayt 3 GSMH değeri TÜİK’in tablosundan alınmaktadır. Cari İşlemler Dengesi değeri ise TCMB’nin hazırladığı Ödemeler Dengesi Tablosu’ndan alınmaktadır. Ülkenin öteden beri dış borç kullandığı dikkate alınır ise, tüketim ve yatırım harcamaları içerisinde yer almayan dış borç ana para geri ödemesinin formülün sağ tarafına eklenmesi gerekir. Eğer, dış borç ana para geri ödemesi eşitin sol tarafına negatif olarak, yabancı kaynağın altına eklenirse, yabancı kaynak (-) dış borç ana para geri ödemesi = Sermaye Hareketleri’ne eşitlenir. Sermaye Hareketleri değeri ise, eski Ödemeler Dengesi Tablosu’nda B ana başlığına karşılık gelen değerdir. Yeni Ödemeler Dengesi Tablosu’nda ise C Finans Hesabı kalemine karşılık gelmektedir. KAYNAKLAR - HARCAMALAR DENGESİ TOPLAM (ÖZ) KAYNAKLAR = TOPLAM HARCAMALAR İÇ (ÖZ) KAYNAK + DIŞ (ÖZ) KAYNAK = TÜKETİM HAR. + YATIRIM HAR. GSMH + (CARİ İŞL. DNG - N D A F GEL.) = TÜKETİM H. + YATIRIM H. YABANCI KAYNAK + (GSMH + DIŞ KAYNAK) = TÜK. H. + YAT. H. YABANCI KAY. + (GSMH + DIŞ KAY.) = TÜK. H. + YAT. H. + DIŞ BORÇ ANA PARA GERİ Ö. Slayt 4 GSMH’nın üretim faktörleri arasında paylaşımı için, amortisman ve dolaylı vergilerin çıkarılması gerekir. Böylece, Milli Gelir’e ulaşılır ve milli gelir 4 üretim faktörü arasında paylaştırılır. Milli Gelir, o an için birfiil mal ve hizmet üretimine katılan üretim faktörleri arasında dağıtılan bir gelirdir. Daha önce mal ve hizmet üretiminde görev almış ve emekliliğe hak kazanmış üretim faktörlerine sosyal güvenlik sistemi vasıtası ile yapılan ödemelere transfer ödemeleri adı verilir ki bu iki rakamın toplanması ile kişisel gelire ulaşılır. Kişisel Gelir’den direkt vergilerin düşülmesi ile de Kullanılabilir Gelir’e (Harcanabilir Gelir olarak da geçmektedir) ulaşılır. Kullanılabilir Gelir’i bireyler ve kurumlar iki şekilde kullanır; tüketim harcamaları ve tasarruflar. Tasarruflar ya sabit sermaye yatırım harcamalarının karşılanması için, ya da finansal araçlarda değerlendirilmek üzere kullanılır. Eğer, finansal araçların getirisi olarak nitelendirilen i (faiz), sabit sermaye yatırım harcamalarının getirisi olan r’ye eşit veya büyük ise tasarruf sahiplerini ellerindeki fonları finans piyasalarında değerlendirmeyi tercih ederler. İÇ KAYNAK - GSMH (PF) GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA (-) AMORTİSMANLAR (PF) SAFİ MİLLİ HASILA (-) DOLAYLI VERGİLER (FF) SAFİ MİLLİ HASILA = MİLLİ GELİR = RANT GELİRİ + ÜCRET GELİRİ + FAİZ GELİRİ + KAR GELİRİ (+) TRANSFER ÖDEMELERİ = KİŞİSEL GELİR (-) DİREKT VERGİLER KULLANILABİLİR GELİR KULLANILABİLİR (HARCANABİLİR) GELİR = TOP TÜKETİM HARCAMALARI + TOP.TASARRUFLAR FİNANS PİYASALARINA YÖNELİK YATIRIMLAR SABİT SERMAYE YATIRIMLARI TOPLAM YATIRIM HARCAMALARI 52 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 2) ARZ VE TALEP ANALİZİ ARZ: Bir malın bir satıcısının (veya satıcılarının) bir piyasada belli bir zaman süresi içinde ve başka değişkenler eşit varsayımı altında her fiyat seviyesinde satmaya hazır olduğu (veya oldukları) mal miktarını gösteren bir eğri veya tablodur. Bir malı üreten veya ithal eden firmaların her birinin ayrı bir arz eğrisi vardır. Buna firma arz eğrisi denir. Endüstriyi meydana getiren bütün firmaların arz eğrilerinin yatay toplamına endüstri arz eğrisi adı verilir. Arz eğrisi ile arz edilen miktar arasındaki ayrımı yapmak iktisatta esastır. Arz edilen miktar, arz eğrisinin bir noktasının gösterdiği miktar rakamıdır. TALEP: Bir tüketicinin, zaman birimi başına, değişik fiyat seviyelerinde bir maldan satın almaya hazır olduğu miktarları gösteren bir eğri veya tablodur. Talep, herhangi bir ihtiyacını gidermek amacıyla bir mal veya hizmet satın alabilecek güce sahip tüketici grubudur. Bu nedenle, ekmeğin talep grubu ile otomobilin talep grubu birbirine eşit olamaz. Ekonomi biliminin, esas olarak üzerinde durduğu talep kavramı ise potansiyel taleptir. Potansiyel Talep, herhangi bir ihtiyacını karşılamak için bir mal veya hizmet satınalabilecek güce sahip olan; ancak, o malı satın alıp almayacağı belli olmayan tüketici grubudur. Arz eğrisinde olduğu gibi burada da talep ve talep edilen miktar kavramlarının birbirlerinden ayrılması gerekir. Talep edilen miktar, talep eğrisinin bir noktasının gösterdiği miktar rakamıdır. Yani, belli bir fiyattan satın alınmak istenen miktardır. (Bknz. Slayt 5) PİYASALAR ARZ TALEP ARZI ETKİLEYEN FAKTÖRLER: TALEBİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER: - MALIN PİYASA FİYATI - MALIN PİYASA FİYATI - ÜRETİM VE İTHALAT MALİYETLERİ - TAMAMLAYICI MALLARIN FİYATLARI - TEKNOLOJİ DÜZEYİ - RAKİP MALLARIN FİYATLARI - ARZI ETKİLEYEN DİĞER FAKTÖRLER (Grev, Doğal Afet, Enerji Darboğazı, Döviz Darboğazı) - TÜKETİCİLERİN GELİR DURUMU - ORTAK BEĞENİ VE ALIŞKANLIKLAR 2.1 Talebi ve Arzı Etkileyen Bağımsız Değişkenler Talebi ve arzı etkileyen bağımsız değişkenlere geçmeden önce bu kavramların değişmesinin ne anlama geldiğini açıklamakta fayda var. Talep veya arz eğrisi üzerinde bir noktadan başka bir noktaya geçildiğinde, bu durum fiyata bağlı olarak talep ya da arz miktarının değişmesidir. Fiyat dışındaki diğer bağımsız değişkenlerin değişiklik göstermesi ise, bu eğrilerin bütünüyle sağa ya da sola kaymasına yol açar. 53 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Talebi Değiştiren Faktörler: Talep, bir malın değişik fiyat seviyeleri ile bu fiyat seviyelerinin her birinde talep edilecek miktar arasındaki ilişkiyi kuran bir kavramdır. Yani, talep edilen miktarlar fiyatın bir fonksiyonudurlar. Ancak bir malın talep edilen miktarını etkileyen, fiyat dışında, başka değişkenler de vardır. Ama bunlar ekonominin kısa döneminde sabit olarak varsayılırlar. Bu değişkenlerden herhangi biri değiştiği zaman da talep değişecektir. Bu değişkenler: D Demand (Talep) D = (PA, PR, PT, Y, T) i. Tamamlayıcı malların fiyatındaki değişim. Burada esas mal-tamamlayıcı mal ilişkisi söz konusudur. Her mal ve hizmet için bu tür bir ilişki söz konusu değildir. Esas mal eğer bir tamamlayıcı mal ile desteklenmesi halinde tüketicisine hizmet verebiliyor ise, söz konusu olur. En tipik örnek, otomobil-benzin ilişkisidir. Rakip malların fiyatlarındaki değişim. Gerçek hayatta başka malların fiyatları değişmekte ve bu da söz konusu malın talebini etkilemektedir. Bu durum karşısında malın talebinin ne yönde değişeceği ise söz konusu mal ve fiyatı değişen diğer mal arasındaki ilişkiye bağlıdır. Rakip malların (birbirinin yerine kullanılabilen mallar) fiyatının düşmesi bir malın talep edilen miktarının azalmasına, rakip malların fiyatlarının yükselmesi bir malın talep edilen miktarlarının artmasına neden olur. Tamamlayıcı malların (birlikte kullanılan mallar) fiyatının artması bir malın talep edilen miktarının azalmasına, aksi ise malın talep edilen miktarının artmasına neden olur. Tüketicinin parasal veya nominal gelir seviyesi. Gelirdeki bir artış malın talebini artırırken, yine gelirdeki bir düşüş de talebi düşürecektir. Toplumun ortak beğeni ve alışkanlıklarındaki (zevklerdeki) değişiklikler. Burada zevk sözü, tüketicinin tercihlerini anlatmak için kullanılmaktadır. Tüketicinin zevklerinin veya tercihlerinin değişmesi malların tüketici gözündeki önem sıralarının değişmesi demektir. Bu noktada tüketicinin gelecekle ilgili bekleyişlerine de dokunabiliriz. Bir malın gelecekteki fiyatları ile ilgili bekleyişleri tüketicinin bugünkü talebini etkileyebilir. ii. iii. iv. Arzı Etkileyen Faktörler: Tıpkı talepte olduğu gibi, arz edilen miktarlar fiyatın bir fonksiyonudurlar. Ancak bir malın arz edilen miktarını etkileyen, fiyat dışında, başka değişkenler de vardır. Ama bunlar ekonominin kısa döneminde sabit olarak varsayılırlar. Arzı etkileyen faktörler: S Supply (Arz) S = (P, C, U, W) i. Maliyetleri değiştirebilecek herşey arzı etkileyebilir. Üretim teknolojisinin değişmesi, faktör fiyatlarındaki değişimler ve benzeri değişkenler söz konusu malın maliyetine etki edebilecekleri için arzın değişmesine neden olabilmektedirler. 54 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM ii. Teknolojideki Değişim: Eğer bir üretim yapısı emek yoğun teknolojiden, sermaye yoğun teknolojiye geçmiş ise, bu durum aynı miktarda malın daha kısa bir zaman dilimi içerisinde ve daha düşük bir maliyetle üretilmesi anlamına gelir. Bu nedenle, emek yoğun teknolojiden sermaye yoğun teknolojiye geçiş, arz miktarını olumlu yönde etikeleyecektir. iii. Herhangi bir malın arzını bazı özel sebepler de (diğer değişkenler) değiştirebilir. Bir sektörde grev kararı alınması, doğal afetler, enerji darboğazı veya döviz darboğazı bunlara örnektir. Tarım ürünlerinin arzı üzerinde hava şartlarının etkisi büyüktür. Devletin bazı kurallar koyması, veya bazı kurallarda değişiklik yapması da bir malın arzını etkileyebilidiği gibi, firmaların gelecekle ilgili bekleyişleri de arzı değiştirebilir. 2.2 Arz – Talep Dengesi Arz edilen miktarın talep edilen miktara eşit olması durumuna arz – talep dengesi denmektedir. Bu eşitliği sağlayan ve farkedilir bir değişme eğilimi göstermeyen fiyat seviyesine ise denge fiyatı denmektedir. Belli bir fiyattan arz edilen miktarın aynı fiyattan talep edilen miktarı aşması durumunda ortaya bir arz fazlası çıkmakta ve bu da fiyat seviyesinin düşmesine neden olmaktadır. Yine belli bir fiyattan talep edilen mal miktarının arz edilen mal miktarını aşması durumunda ortaya talep fazlası çıkmakta ve fiyat seviyesinin yükselmesine neden olmaktadır. Piyasa ekonomisi koşullarının geçerli olduğu bir ortamda, arz-talep bir araya gelerek piyasa dengelerini oluşturur. (Bknz. Slayt 6) PİYASALAR ARZ MAKRO DENGE TOPLAM ARZ TALEP = TOPLAM TALEP [ ( TOPLAM YURTİÇİ ÜRETİM – İHRACAT) + İTHALAT] –STOKLAR = ÖZEL KESİMİN TÜKETİM HARCAMALARI + ÖZEL KESİMİNİN YATIRIM HARCAMALARI + KAMU HARCAMALARI (TÜKETİM VE YATIRIM) C+I+G(Cg+Ig) GSMH (-) NET DIŞ ALEM FAKTÖR GELİRLERİ = GSYİH GSYİH (-) İTHALAT VERGİSİ = TOPLAM YURTİÇİ ÜRETİM 55 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 2.3 Görünmeyen El Mekanizması P Arz Fazlası P1 A B E P0 P2 S C D Talep Fazlası 0 QD1 Q0 (QS2) QS1 D Q (QD2) Serbest piyasa mekanizmasını ifade eden bu kavram, Adam Smith tarafından ortaya atılmıştır. İktisadi hayatta düzeni sağlayan ve hangi malların, kimler için, ne miktarlarda üretileceği gibi temel ekonomik sorunları çözümleyen bir görünmez el (serbest fiyat mekanizması) vardır. O nedenle hükümetler ekonomik hayata müdahale etmemelidirler görüşü, Görünmeyen El Mekanizması'nın savunucusu konumundaki Neo-Klasik iktisatçılar tarafından hararetle savunulmuştur. Görünmeyen El Mekanizması sayesinde, ekonomide oluşan arz veya talep fazlalığı erir ve piyasa tekrar denge noktasına geri döner. Görünmeyen El Mekanizması talebin tamamiyle kırıldığı 1929 Büyük Buhranı esnasında, piyasaları dengesizlikten kurtarmaya yetmemiştir, bir mekanizma olarak çalışamamıştır. Yukarıdaki şekil, “ceteris paribus” varsayımı altında çizilmiştir. Şekilde, herhangi bir nedenden dolayı fiyatın P0’dan P1’e çıktığını varsayalım. Ekonominin arz ve talep tarafı buna farklı tepki verir (Fiyat arttığında arz artar / fiyat arttığında talep düşer). P S (Q0QS1) (B) P D (Q0QD1) (A) AB arası kadar Arz Fazlası = QS1 - QD1 kadar arz fazlası oluşur. Üreticiler, ellerinde kalan arz fazlasını eritmek için malın piyasa fiyatını P1’den aşağı doğru çekerler. Fiyat, P0’a doğru kaydıkça, arz fazlası erir, piyasa yeniden E noktasına ulaşır ve dolayısıyla yeniden piyasa dengesi kurulmuş olur. 56 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Şekilde fiyat, herhangi bir nedenden ötürü P0’dan P2’ye düşerse, talep artar ve CD (QD2 QS2) kadar Talep Fazlası oluşur. Bu, piyasadaki malı aniden daraltır. Bu sefer tüketiciler, daralan malı bulabilmek için o mal için daha fazla fiyat teklif ederler. Bunun sonucunda malın piyasa fiyatı yeniden yükselmeye başlar (P2P0). E denge noktasına ulaşılınca piyasa dengesi sağlanmış olur ve böylece piyasada oluşan talep fazlası tamamen erimiş olur. Ekonominin tamamen piyasanın hâkimiyetinde olduğu bir ortamda malın piyasa fiyatı, herhangi bir nedenden dolayı değişir ve bu değişim nedeniyle bir arz veya talep fazlalığı oluşur ise, bu fazlalığın erimesini sağlayan ve piyasanın yeniden dengeye ulaşmasına olanak veren mekanizmaya (otomatik çalışan mekanizma) Görünmeyen El Mekanizması denir. 2.4 Üretici-Tüketici Rantı P Tüketici Rantı S (300 TL) (175 TL) (100 TL) A E P0 B D Üretici Rantı 0 Q0 Q Talep ve arzı oluşturan alıcı ve satıcıların içerisinde piyasa denge fiyatının üstünde mal satın almaya razı tüketiciler ve malı satmaya razı üretici ve ithalatçı firmalar her zaman olacaktır. Yukarıda grafikte örnek aldığımız 37 Ekran TV piyasasında, Talep Doğrusu’nun ucundaki 300 TL hiçbir tüketicinin kabul etmeyeceği fiyatı, 100 TL ise hiçbir üretici ve ithalatçı firmanın kabul etmeyeceği fiyatı temsil etmektedir. Eğer, bir mal 175 TL’den satılıyor iken, piyasa denge fiyatı 175 TL iken, bir tüketici o mala 250 TL dahi vermeye razı iken, cebindeki 250 TL’yi bu malı satın almak için kullanmaya çoktan razı iken, eğer o malı 175 TL’den, yani piyasa denge fiyatından alıyor ise, bu tüketicinin malı razı olduğu fiyattan daha düşük bir fiyata alması nedeniyle, cebinde 75 TL kalması nedeniyle elde ettiği avantaj Tüketici Rantı’dır. Eğer, malın piyasa denge fiyatı 175 TL iken, 37 Ekran televizyonu 75 TL’ye üreten veya ithal eden bir firma, bu ürünü 50 TL kar ile 125 TL’den satmaya razı iken, bu malı piyasa denge fiyatı olan 175 TL’den satıyor ise, yani hedeflediğinden 50 TL daha fazla bir kar elde ediyor ise, üretici firmanın elde ettiği bu ek avantaja da Üretici Rantı, 57 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM denir. Kısacası, üreticinin satmayı düşündüğü fiyat ile fiili olarak mallı sattığı piyasa denge fiyatı arasındaki bu farka Üretici Rantı denmektedir. 2.5 Toplam Arz-Toplam Talep Eşitliği Bir ulusal ekonominin üretim veya ithalat yoluyla elde ettiği mal ve hizmetlerden, stok amacıyla ayırdıkları düşüldükten sonra kalan kısıma Toplam Arz, özel kesimin ve kamu kesiminin tüketim ve yatırım harcamalarının toplamına ise Toplam veya Efektif Talep diyoruz. Toplam Arz=Toplam Talep [(Toplam Yurtiçi Üretim-İhracat)+İthalat]-Stoklar=Tüketim Harcamaları+Yatırım Harcamaları [(Y-X)+M]-Stok Değişimi=C+I+G(Cg+Ig) Y (Kullanılabilir veya Harcanabilir Gelir) = C+I+G+(X-M)+Stok Değişimi Keynesgil Genel Denge olarak tanımlanacak bu formülde, Tüketim ve Yatırım Harcamaları'nın iki ana boyutu söz konusudur. Birincisi, Otonom Tüketim ve Otonom Yatırım Harcamaları, ki bu tanım GSMH veya Milli Gelir seviyesi ne olursa olsun yapılması şart olan tüketim ve yatırım harcamaları anlamına gelir. Başka bir ifadeyle otonom tüketim harcamaları tüketimin gelirden bağımsız kısmını ve otonom yatırım harcamaları da yine yatırım harcamalarının gelirden bağımsız kısmını ifade etmektedirler. İkincisi Uyarılmış Tüketim Harcamaları ve Uyarılmış Yatırım Harcamaları. Bu ifadeler ise, Milli Gelir seviyesine bağlı olarak gerçekleşen tüketim ve yatırım harcamaları anlamına gelir. Uyarılmış Tüketim Harcamaları (c.Y) ile gösterilir, ki c veya mpc marjinal tüketim eğilimidir. Uyarılmış Yatırım Harcamaları ise (i.Y) ile gösterilir, ki i marjinal yatırım eğilimidir. Bir ulusal ekonomide halkın marjinal tüketim eğilimi olan c ile marjinal tasarruf eğilimi s veya mps'nin toplamının 1'e eşit olması esasdır (c+s=1) veya (mpc+mps=1). Yani, Türk halkının marjinal tüketim eğilimi eğer 0.75 ise, bu durum halkın kullanılabilir gelirinin %75'ini tüketim harcamalarında, geri kalan %25'lik bölümü ise tasarruf olarak değerlendirdiği anlamına gelir. Keynesgil Genel Denge, makro dengede esas belirleyici olan toplam talep olduğunu vurgular. Ekonomiye ‘Kamu Müdahalesi’ni onaylar. Bu nedenle, toplam arzı temsil eden geometriksel şekil, ‘0’ orijininden başlayan ve yukarı doğru 45 derecelik bir açıyla tırmanan bir doğru ile temsil edilir. Otonom tüketim harcamaları seviyesinden başlayan ve eğimi marjinal tüketim eğilimiyle (c) hesaplanan tüketim harcamaları doğrusunun ve eğimi marjinal yatırım eğilimiyle (i) hesaplanan ve otonom yatırım harcamaları seviyesinden başlayan yatırım harcamaları doğrusunun geometriksel toplamı ile ulaşılan efektif talep doğrusu ile toplam arz doğrusunun kesiştiği nokta ise, makro dengeyi verir ve denge GSMH seviyesinin belirlenmesini sağlar. Yukarıdaki formülde, X-M, Keynesgil Genel Denge formülünün ‘dışa açık’ olmasını sağlamasının yanı sıra, mal ve hizmet ihracatından elde edilen gelirin halkın kullanılabilir gelirini olumlu etkilediğini, mal ve hizmet ithalatı için harcanan dövizin ise, halkın kullanılabilir gelirini olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Bu nedenle bir ulusal 58 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM ekonomide Marjinal İthalat Eğilimi artar ise, yukarıdaki formüle bağlı olarak, Gelir Çarpanı da azalacaktır. Klasik Genel Dengede ise, Keynesgil Genel Denge’nin aksine, arz yanlısı bir anlayışın etkisine bağlı olarak, tam rekabet piyasası koşullarında çalıştığı varsayılan emek piyasasında; denge reel ücret seviyesinde oluşan tam istihdam seviyesi, aynı zamanda ekonominin mal ve hizmet üretim eğrisinden de yararlanılarak, tam istihdam seviyesinde elde edilebilecek denge GSMH seviyesini gösterir. Keynes’in 1929 Buhranı’nı talep yetersizliğinden kaynaklanan bir buhran olarak tanımlaması, Keynesyen anlayışın ekonomide esas belirleyici olan unsurun ekonominin arz yönü değil, talep yönü olduğunu öne çıkarmıştır. 2.6 Pigou Etkisi Pigou Etkisi, fiyat ve ücretlerin esnek olması halinde, serbest piyasaların tekrar tam istihdama dönebilecek dinamikler içerdiğini açıklamaya yönelik bir yaklaşımdır. Neoklasik Genel Yaklaşım’da faiz oranı, yatırım ve tasarrufları eşitleyecek (dengeleyecek) şekilde sürekli olarak değişmektedir. Keynes’te ise, yatırımlar, önemli ölçüde dışsal faktörlerin etkisi altındadır. Tasarruflar ise gelire bağımlıdır. Tasarruf ve yatırımlar arasında fark oluştuğunda, bu fark gelirdeki değişme ile kapanmaktadır. Bu nedenle sistem, eksik istihdamda kilitlenebilmektedir. Pigou, Keynes’in servet ve tüketim arasındaki ilişkileri göz ardı ettiğini; bu ilişkilerin dikkate alınması halinde, sistemin tekrar dengeye gelebileceğini öne sürer. Buna göre, ekonomik durgunluk ortamında gerileyen fiyatlar, tüketim harcamalarını uyararak ekonomiyi dengeye yönlendirir. Pigou, tüketim ve servet arasında sıkı bir ilişki olduğunu düşünmektedir. Buna göre, parasal ücret haddinin düşmesi, fiyatlar genel düzeyinin azalmasına ve bu da toplumda adeta likit servet artışı gibi etki doğmasına neden olur. Bu durum karşısında bireyler, tüketim harcamalarını artırıp tasarruflarını azaltma eğilimine girecekler ve tasarruf-yatırım dengesi yeniden kurulacaktır. Fiyatların düşüp servetlerin artmasıyla ortaya çıkan bu tasarruf azaltıcı etkiye Pigou Etkisi denmektedir. Pigou Etkisi, sadece mal ve hizmet piyasalarındaki fiyat hareketlerini göz önüne alır ve bu yönüyle de Keynes Etkisi’nden ayrılır. 2.7 Arz-Talep Kaymaları Eğer, arz ve talep miktarı bağımlı değişkenini etkileyen ve her iki fonksiyonda da ortak bağımsız değişken olan fiyat (P) değişebiliyor, buna karşılık maliyetler, teknoloji düzeyi, arzı etkileyen diğer faktörler, tamamlayıcı malların fiyatları, rakip malların fiyatları, tüketicilerin gelir düzeyi ve toplumun ortak beğeni ve alışkanlıkları sabit ise, bir Ceteris Paribus 59 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM durumu söz konusudur. Yani, diğer bağımsız değişkenler aynı kaldığında, malın piyasa fiyatındaki herhangi bir değişikliğin arz veya talep miktarı üzerinde neden olacağı miktar değişikliği, Arz (S) veya Talep Eğrisi (D) veya doğrusu üzerinde aranır. Varsayım 1 S = ( P, C , D = ( P, U,W) PT , PR , Y , T ) Ancak, yukarıdaki varsayımın tersi bir durum söz konusu ise, yani malın piyasa fiyatı sabit, buna karşılık diğer bağımsız değişkenlerden birisi değişiyor ise, örneğin maliyet artışı veya azalışı, ya da tamamlayıcı malın fiyatının artması veya azalması söz konusu ise, bu durumda arz veya talep doğrusunun sağa veya sola doğru kayması söz konusu olacaktır. Varsayım 2 S = ( P , C, U, W ) D = ( P , PT, PR, Y, T) P S1 S E1 P1 E2 E P0 D D1 0 Q Q2 Q1 Q0 Yukarıdaki grafikte örnek aldığımız Kumaş Piyasası’nda, kumaşın fiyatının sabit olduğu varsayımı altında ( PKumaş ), kumaş sektöründeki işçi - işveren sendikaları arasında süren toplu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlandığını ve işçilerin greve gittiğini varsayalım. Dolayısıyla 2. varsayımdaki gibi, P fiyat sabit; fakat W, yani arzı etkileyen diğer faktörlerden birinin durumu değişiyor. Bu durumda üretilen mal miktarı ve dolayısı ile piyasaya arz edilen mal miktarı azalacaktır. ( S , Q Böylece grev kararı sonrası yeni arz 60 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM eğrisi, S1 olarak oluşur. Arz edilen miktar ise, Q0’dan Q1’e azalır. Kumaş arzı azaldığı fakat buna karşılık talep azalmadığı için, manifaturacılar ve kumaş dükkânları malın piyasa fiyatını arttırırlar. Yeni oluşan noktalar şöyledir: P0P1; Q0Q1; EE1. Kumaş, vazgeçilmez bir mal değildir. Dolayısıyla tüketici, söz konusu fiyat artışlarını kabul etmeyebilir ve talebini başka bir döneme erteleyebilir. Yani, kumaşa olan talep de azalabilir (Talep eğrisi sola kayar ve D1 konumunu alır); E1E2; Q1Q2; P1P0 halini alır. Dolayısıyla fiyat artışı ters tepebilir. Satıcılar yeniden, P0 fiyat düzeyini kabul eder ama daha az talebe razı olmak zorundadırlar. Eğer üreticiler, grev kararı sonrası fiyat seviyesini P0’da korusalardı, hala Q0 kadar talep olacaktı. P S E P0 E1 P1 D D1 Q 0 Q1 Q0 Bu grafikte örnek aldığımız Standart Cep Telefonu Piyasası’nda ise, yeni ve çok fonksiyonlu cep telefonlarının piyasaya çıkmasıyla birlikte standart cep telefonuna olan ilgi azalmaya başlar. Dolayısıyla tüketicilerin standart cep telefonuna olan talebinde azalma görülür (Talep eğrisi D D1 olur). Standart cep telefonuna olan ilginin azalmasıyla birlikte talep edilen miktar, Q0’dan Q1’e düşer; ancak piyasaya arz edilen standart cep telefonu miktarı değişmez. Yani, Arz eğrisi nin pozisyonu, konumu değişmez. D1 talep eğrisi ile mevcut arz doğrusunun kesiştiği yeni E1 denge noktasında, yeni bir fiyat oluşur. Yani, cep telefonu satan dükkânlar, standart cep telefonu artık ilgi görmediği için, söz konusu telefonların fiyatlarını düşürürler (P0P1 olur). Altın Kural: Eğer, malın piyasa fiyatı dışında kalan diğer bağımsız değişkenlerden herhangi birisinin değişiim olumlu bir değişim ise, bu durumda hem arz, hem de talep doğrusu veya eğrisi sağa doğru hareket eder, kayar; eğer, malın piyasa fiyatı dışında kalan diğer bağımsız değişkenlerden herhangi birisindeki değişim olumsuz bir değişim ise hem arz, hem talep doğrusu veya eğrisi sola doğru hareket eder, kayar. Örneğin, bir sektörde grev kararı arz doğrusunu, üretim aksayacağından, sola doğru kaydırır. Benzin fiyatı pahalılandığında, benzin tamamlayıcı mal-otomobil esas mal ilişkisi çerçevesinde, otomobile olan talep azalacak ve talep doğrusu sola doğru kayacaktır. 61 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Burada bir istisnasi durum, normal mal - düşük mal ayrımında kendini gösterir. Şöyle ki, bir ekonomide tüketicilerin geliri arttığında, örneğin düşük mal margarin ise, tüketicilerin gelirleri artsa da, daha fazla margarin tüketileceğine, tereyağının daha fazla tercih edildiği gözlenir. Yani, gelir arttığında, düşük malın talebi azalır ve margarinin talep doğrusu sola kayar. Buna karşılık, tereyağ normal malının talep doğrusu sağa kayacaktır. Gelir azaldığında ise, normal mal olması nedeniyle, tereyağın talep eğrisi sola kayacaktır. Gelir azaldığında normal mal olarak tereyağını alamayacak tüketiciler, düşük mal olarak margarine yöneleceklerdir. Böylece, düşük mal olan margarinin talep eğrisi sağa kayacaktır. Çünkü, tüketiciler gelirleri azalınca, yeniden margarin tüketmeye döner. Bu talep artış ve azalışları esnasında, margarinin ve tereyağının fiyatının sabit olduğu unutulmamalıdır. Bir önemli nokta bu konunun, İkame Etkisi ile karıştırılmamasıdır. İkame Etkisi: Bir tüketicinin reel geliri sabit iken, malın piyasa fiyatındaki değişimin o malın tüketim miktarı üzerinde yarattığı etkiyi tanımlar. Tüketici burada fiyatı artan malı, aynı kalitedeki bir başka mal ile ikame eder. Malın nisbi fiyatı arttığında tüketicinin o mal yerine, başka bir mal ikame etmesi durumudur. Tüketici göreceli olarak pahalılaşan bir malın yerine ucuzlayan başka bir malı ikame eder. İkame etkisi sadece ve sadece nispi fiyatlardaki değişimin etkisini ifade eder. İkame etkisi her mal için ve her zaman pahalılaşan malın yerine ucuzlayan malın yerine konması ve ucuzlayan malın tüketilen miktarının artması yönündedir. Bu kuralın istisnası da yoktur. Gelir Etkisi: Tüketicinin parasal (nominal) geliri sabitken, bir malın fiyatının değişmesi sonucunda reel gelirde ortaya çıkan değişmenin, o maldan tüketilen miktar üzerindeki etkisini gösterir. Bir malın fiyatı düşerken, tüketici eskisine oranla o maldan daha fazla satın alabilir, dolayısıyla o mal cinsinden satın alma gücü artar. Gelir etkisi tüketicinin nominal geliri sabitken fiyat düşünce, sadece ve sadece reel gelirinin artmasının tükettiği mal miktarı üzerindeki etkisini gösterir. Gelir etkisi malın normal veya düşük olmasına göre farklılık gösterir. Normal mallarda gelir arttığında tüketilen mal miktarı ararken, düşük mallarda tüketilen mal miktarı azalır. Giffen Paradoksu - Giffen Malı: Fiyat artışı sonucunda genel kural olan talep eğrisinin negatif eğimli olması yani fiyat arttığında talep edilen miktarın azalması kuralının tersine işlemesi ve talep eğrisinin pozitif eğimli olması durumunda ortaya çıkar. Bu durumda giffen malının fiyatı düşer ise talep edilen miktarı da azalır. Giffen çelişkisi 19. yy.’da sanayileşme döneminin başlarında İrlanda’da tesbit edilmiştir. Bu dönemde işçilerin ancak hayatta kalmalarına yetecek kadar düşük bir ücret alabilmeleri nedeni ile, gelirlerinin tamamına yakınını en ucuz gıda malı olan patatese harcamaları söz konusu olmuştur. Bu durumda patates fiyatlarının yükselmesi, işçilerin başka mallardan vazgeçerek beslenmek için patates tüketimini arttırmalarına yol açmıştır. Fiyatı artan patatesin talep edilen miktarınında artması olgusu Giffen Paradoksu olarak adlandırılmıştır. Veblen Etkisi: Bazı hane halklarının bazı malların fiyatları yükseldiğinde gösteriş etkisiyle o malın tüketimini talep edilen miktarını arttırmalarıdır. Yeni zenginlerin gösteriş için hareket ederek fiyatı artan malı daha fazla tüketerek zenginliklerini sergilemeleridir. Bu durumda Veblen etkisiyle talep eğrisi normal şeklinin dışında pozitif eğimli olabilir. Veblen Etkisi o malın fiyatına bağlıdır. Snop Etkisi: Kişilerin fiyatı düşen mala olan taleplerinin negatif kitle dışsallığı nedeniyle azalmasını ifade eder. Gösteriş yapmak isteyen kişiler düşük gelirlilerden ayrılmak için fiyatı düşen maldan daha az alırlar. Çünkü diğer kişilerin aynı malı satın alabilmeye 62 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM başlamalarından rahatsız olmaları söz konusudur. Bu şekilde fiyatı düşen maldan daha az alınmasına sürüden ayrılma talebi denebilir. Snop etkisi başkalarının tüketimine bağlıdır. Örnek olarak nadir bulunan sanat eserleri, siparişle üretilen bir takım özel otomobiller verilebilir. Başkalarından Geri Kalmama Etkisi: Kişilerin bir mala olan talebinin o malın diğer kişiler tarafından da satın alındığı için artmasını ifade eder. Sürüye katılma talebi topluluğa, gruba çevreye uyma amacıyla oluşan talepten kaynaklanır. Bir mal veya hizmetin başkalarına benzeme, kitleye uyma amacıyla edilmesi, modaya uymak, diğer kişilerden aykırı düşmemek için yapılan tüketimi ifade eder. Fiyat düştüğünde talep başkalarından geri kalmama etkisi ile daha da artar. Örnek olarak moda olan oyuncakları, moda kıyafetleri vermek mümkündür. 2.8 Esneklik (Elastikiyet) Kavramı Mal ve hizmetlerin arz ve talep doğruları birbirine benzemez. Çünkü, farklı mal ve hizmetlerin fiyat ve gelir gibi bağımsız değişkenlerdeki değişikliklere olan duyarlılıkları farklıdır. Bu nedenle, bir bağımsız değişkendeki yüzdesel değişimin, arz veya talep miktarı bağımlı değişkenleri üzerinde ne oranda bir yüzdesel değişim yarattığını hesap etmemizi sağlayan, o malın arz veya talep miktarının bağımsız değişkene olan hassasiyetini ölçmemizi sağlayan kavrama Esneklik diyoruz. Arz bağımlı değişkeninin fiyat bağımsız değişkenine olan duyarlılığını ölçmek mümkün iken, talep bağımlı değişkeni için, hem fiyattaki değişimlere olan duyarlılığı, hem de gelirdeki değişimlere olan duyarlılığı ölçmek mümkündür. Esneklik değerinin (Elastikiyeti) için; hesap edilmesinde kullanılan formül; Arzın Fiyat Esnekliği Q Q Arzın Fiyat Esnekliği = P P Q Malın arz miktarındaki % değişim Q P Malın piyasa fiyatındaki % değişim P formülü kullanılmaktadır. Arz esnekliği sıfır ile sonsuz arasında, değişik pozitif değerler alabilecektir. 0 < ea < 1 ise, arz eğrisi esnek değildir (inelastik). 63 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 1 < ea < ∞ ise, arz eğrisi esnektir. ea = 1 ise, birim esnek arz. Arz esnekliği sıfır etkilemeyecektir. olduğunda, bir malın fiyatındaki değişme, arz edilen miktarı Arz esnekliği bire eşit olduğunda, fiyattaki yüzde değişme her zaman arz edilen miktardaki yüzde değişmeye eşit olacaktır. Orijinden çıkan tüm doğrusal arz eğrileri üzerinde esneklik her zaman bire eşit olacaktır. Arz esnekliği sonsuz olduğunda, olası tüm arz edilen miktarlar hep aynı fiyat düzeyinden satılacaktır. Talebin Fiyat Esnekliği (Elastikiyeti) için ise; Q Q ) Talebin Fiyat Esnekliği = ( Y Y Q Malın talep miktarındaki % değişim Q Y Malın piyasa fiyatındaki % değişim Y aynı formülün önüne negatif işareti konularak, esneklik değeri hesap edilmektedir. Talebin Gelir Esnekliği (Elastikiyeti) için ise; Q Q Talebin Gelir Esnekliği = Y Y Q Malın talep miktarındaki % değişim Q Y Tüketicilerin gelirindeki % değişim Y formülü kullanılmaktadır. Talep eğrisi üzerindeki her noktada esneklik değeri farklıdır. Bunun üç istisnası vardır. Karşımızda dikey eksene paralel ve tam esnek olmayan talep eğrisi (e = 0) veya yatay eksene paralel ve tam esnek talep eğrisi (e = ∞) varsa veya ikizkenar hiperbol şeklinde her 64 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM noktasında birim esnekliğe sahip talep eğrisi (e = 1) varsa her noktada esneklik aynı kalacaktır. Esneklik ile eğrinin eğimi aynı anlama gelmemektedir. Talebin Fiyat Esnekliği'nde (Elastikiyeti'nde) 5 ayrı fiyat esnekliği vardır. Sıfır esneklik durumu, fiyat ne olursa olsun belirli bir malın hep aynı miktarda talep edileceği anlamına gelir. Bu durum, ölümcül hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar ve bir ölçüde uyuşturucu madde için geçerlidir. Çünkü tüketici o malın fiyatı ne olursa olsun, bu maldan bir miktar talep etmek zorundadır. Bu nedenle, fiyata olan duyarlılılk sıfırdır ve bu tür mallar istismara açık olan mallardır. Talebin fiyat esnekliği sonsuza eşit ise, bu durum belirli bir P fiyatından satılan malın sonsuz miktarda talep edileceği anlamına gelir ki bu bir matematiksel maldır. Çünkü hiçbir mal sonsuz miktarda talep edilemez. Eğer, P > Q ise, yani malın piyasa fiyatındaki belirli bir yüzdesel değişim, malın talep miktarında daha düşük oranda bir yüzdesel değişime yol açıyor ise, bu malın fiyata olan duyarlılığı, dolayısı ile fiyat esnekliği 1'den küçük demektir. Bu durum, zorunlu tüketim mallarında gördüğümüz bir durumdur. Eğer, P = Q durumu söz konusu ise, bu ünite esneklik demektir. Yani, malın piyasa fiyatındaki belirli bir yüzdesel değişim, malın talep miktarında aynı oranda bir yüzdesel değişime neden olmaktadır. Yana esneklik değeri 1'e eşittir. Bu kategorideki mal ve hizmetler normal mal sınıfına girer. Eğer, P < Q durumu söz konusu ise, yani fiyattaki en ufak bir değişiklik, malın talep miktarında çok daha yüksek oranda bir değişikliğe yol açıyor ise, bu durumda fiyata olan duyarlılık yüksektir; yani esneklik değeri 1'den büyüktür. Bu kategoriye ise ağırlıklı olarak lüks mallar girmektedir. Söz konusu esneklik türlerini bir de şekil yardımıyla açıklamak gerekir ise: 1) Sıfır Esneklik P D ED= 0 Ölümcül hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaç ve aşılar veya uyuşturucu madde. 0 Q Q ED= 0 Fiyat (0) da olsa (∞) da olsa söz konusu mal, fiyatı ne olursa olsun, hep belirli bir miktarda talep edilecektir. Dolayısıyla, söz konusu mal, fiyata kesinlikle duyarlı değildir. Tüketici bu mal ve hizmetleri satın alırken hiçbir zaman fiyatı bir kriter olarak alamaz. Bu tür mal ve hizmetler bu nedenle haksız kazanca, istismara açık mallardır. O yüzden bu tür ilaç ve aşıların, Sağlık Bakanlığı tarafından temin edilmesi gereklidir. 65 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 2) Sonsuz Esneklik: P ED = ∞ P D Matematiksel mal 0 Q ED = ∞ Belirli bir P fiyatından satılması koşuluyla bu mal sonsuz miktarda talep edilir (P fiyat sabittir). Böyle bir mal bugün için dünya ekonomisinde yoktur. (Matematiksel Mal). 3) Ünite (Birim) Esneklik: Talep Eğrisinin ikizkenar hiperbol şeklinde olması durumunda, esneklik her noktada bire eşit olacaktır. P Ed = 1 Normal Mallar; hijyenik ürünler, temizlik ürünleri, tekstil ürünleri vb ) ΔP/P ΔQ/Q D Q ed = 1 Malın piyasa fiyatındaki belirli orandaki % değişim, bu mal ve hizmetlerin miktarında aynı oranda % değişime yol açar. 4) Esnekliğin 1’den Küçük Olması: ED < 1 Malın piyasa fiyatı büyük bir değişim gösterse de talep, çok az değişmektedir. Böyle mallar zorunlu tüketim mallarıdır. Örneğin; ekmeğin fiyatının % 25 arttığını buna karşılık talep edilen miktarın sadece % 10 azaldığını varsayalım. Ya da, yine fiyat % 25 azaldığında, ekmek tüketimi % 10 artacaktır. Yani, fiyat arttığı zaman talep edilen miktar 66 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM çok az azalır veya fiyat düştüğü zaman talep edilen miktar çok az artar. Yani, her iki yönde de, talep miktarındaki değişimler sınırlı ölçüde kalır. 5) Esnekliğin 1’den Büyük Olması: ED > 1 Malın piyasa fiyatındaki çok küçük bir orandaki bir yüzdesel değişim, malın talep miktarında çok daha büyük oranda bir yüzdesel değişime neden olmaktadır. Örneğin; beyaz eşya, gayrimenkul, otomobil gibi lüks eşyalar bu kategoride yer alır. Aşağıdaki şekilde hem fiyat hem de miktar ekseninin kesen doğrusal bir talep eğrisi üzerinde her noktada farklı esneklik türleri olacaktır. Bu talep eğrisinin; Tam orta noktasında esneklik değeri bire eşittir. (birim esnek, e = 1), Sağ tarafında, yatay eksene yakın kısımda esneklik birden küçüktür. (inelastik, esnek olmayan talep, 0 < e < 1), Sol tarafında, dikey eksene yakın kısımda esneklik birden büyüktür. (esnek talep, e > 1). Yatay ekseni kestiği noktada ya da yatay eksene paralel olduğu yerde esneklik değeri sıfıra eşittir. (esnek olmayan sıfır esneklikte talep, e = 0), Dikey ekseni kestiği ya da dikey eksene paralel olduğu noktada esneklik değeri sonsuzdur. (sonsuz esnek talep, tam esnek talep, e = ). P e=∞ e >1 e=1 D e<1 e=0 Q Talebin fiyat esnekliği ile gelir esnekliği ayrı ayrı hesap edilen esneklik türleridir. Talebin fiyat esnekliği tüketici gelirinde meydana gelen değişimlere bağlı değildir. Talebin Gelir Esnekliği (Elastikiyeti) için ise; Q Q Talebin Gelir Esnekliği = Y Y 67 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Q Malın talep miktarındaki % değişim Q Y Tüketicilerin gelirindeki % değişim Y formülü kullanılmaktadır. Talebin gelir esnekliği; Sıfırdan büyük mallar normal mallardır. Birden büyük mallar lüks mallardır. Sıfırdan büyük birden küçük mallar zorunlu mallardır. Sıfırdan küçük mallar düşük mallardır. Düşük Mallar (Fakir mallar, Tali mallar): Tüketicilerin gelir düzeyi düşükken kullandıkları, gelirleri arttıkça tüketimini azalttıkları hatta vazgeçtikleri mallardır (patates, ekmek vb.). Bu tür mallarda, talebin gelir esnekliği belirli bir gelir düzeyinden sonra negatif olabilmektedir. Çapraz Talep Esnekliği; Bir malın talebinin, başka bir malın fiyatına karşı esnekliğidir ve bir malın fiyatındaki küçük bir değişiklik olması durumunda o malın rakip ya da tamamlayıcısı olan maldan talep edilen talep edilen miktardaki yüzde değişmenin, söz konusu malın fiyatındaki yüzde değişikliğine olan oranına eşit olmaktadır. Q x Q x Çapraz Talep Esnekliği exy = Py Py exy < 0 ise iki mal tamamlayıcı mallardır ve birlikte kullanılırlar. exy > 0 ise iki mal rakip (ikame) mallardır. exy = 0 ise iki mal ilişkisiz mallardır yani iki malın tüketimi arasında hiçbir ilişki bulunmaz. 2.9 Arz ve Talep Analizinde Uygulamadan Örnekler King Kanunu (Bolluk Çelişkisi): Tarım sektöründeki üreticilerin gelirlerinin, üretimin iyi iklim şartları neticesinde bol olduğu senelerde, normal ürün yıllarındaki düzeyin altına düşmesi biçiminde ortaya çıkan çelişkidir. Bu çelişki, zaten arzı esnek olmayan tarımsal malların, genellikle zorunlu ihtiyaçların karşılanması için kullanılması nedeniyle, bu tür malların talebinin de esnek olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu yasayı, “iyi ürün kötü hasılat, kötü ürün iyi hasılat” cümlesi ile özetlemek mümkündür. 68 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Örümcek Ağı Teoremi (Cobweb Teoremi): Bazı piyasalarda, fiyatlarda görülen dönemsel ve sürekli dalgalanmaları açıklamaya yönelik bir teorik yapıdır. Özellikle tarımsal işletmelerin her yıl, topraklarının ne kadarını hangi ürünlerin üretimine tahsis edecekleri kararının alınması sırasında, bir önceki yılın piyasa fiyatlarını dikkate almaları neticesinde, tarımsal mal fiyatlarının gösterdiği yıllık dalgalanmalar açıklanmaktadır. Dönemler boyunca meydana gelen fiyat dalgalanmalarının oluşturduğu şekiller örümcek ağına benzediği için bu ismi almıştır. Dönemler arası fiyat hareketleri sürekli dalgalanma, dengeye yönelen dalgalanma ve dengeden uzaklaşan dalgalanma şeklinde karşımıza çıkabilmektedir. Sürekli dalgalanma, arz ve talep eğrilerinin eğimleri birbirine eşit ise, fiyat ve miktardaki dalgalanma dönemden döneme aynı oranda değişerek, sürüp gidecek ve piyasa dengesi bozulduğu takdirde bir daha dengeye ulaşmak mümkün olmayacaktır. Dengeye yönelen dalgalanma da, bir tarımsal ürünün talep eğrisi, arz eğrisine oranla daha yatık ise (talep eğrisinin eğimi daha az ise), cari piyasa fiyatı her hangi bir nedenden ötürü denge fiyatından sapma gösterdiğinde, bu malın fiyatı yıllar süresince, giderek dengeye yaklaşan bir şekilde dalgalanma sergileyecektir. Dengeden uzaklaşan dalgalanmada ise, bir malın talep eğrisinin eğiminin arz eğrisinin eğiminden daha büyük olması (arz eğrisinin daha yatık olması) durumunda, bu malın talep edilen miktarında meydana gelen bir artış, üretim dönemlerine paralel olarak, piyasa fiyatının giderek dengeden uzaklaşan bir biçimde dalgalanma sergilemesine yol açacaktır. 2.10 Piyasa Fiyatlarının Oluşumunda Devlet Müdahalesi TAVAN FİYAT (MAKSİMUM, AZAMİ FİYAT): Hükümetin, piyasa işleyişine müdahale ederek bir piyasada malın işlem göreceği en yüksek (azami) fiyatı belirlemesidir. Amaç Tüketicilerin korunmasıdır. Bir piyasada, savaş, kuraklık, kıtlık gibi nedenlerle, fiyatlardaki aşırı yükselmenin enflasyon gibi ekonomik dengelerin bozulmasına veya sosyal sorunlara yol açabileceği düşüncesiyle, devletin ekonomiye müdahale ederek fiyatın daha fazla yükselmemesi için bir sınır koymasıdır. Bu durumda kamu otoritesi, piyasada oluşan cari fiyatın altında ve firmaların maliyet fiyatının üzerinde bir fiyatı zorunlu tutmaktadır. Px Sx P0 Talep Fazlası PT Dx XS X0 Qx XD Tavan Fiyat Uygulaması (PT) Tavan fiyat uygulamasının sonucunda piyasada “talep fazlası” oluşur. Bu durumda devletin belirlediği fiyatı ödemeye hazır olan tüm tüketicilerin o malı satın alma olanaklarının 69 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM olmaması ve (XS-XD) kadar tüketicinin piyasa dışına itilmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla arz edilen malın tüketiciler arasında dağıtılma işlevini artık fiyat mekanizması yürütememektedir. Kamu otoritesi karaborsa oluşumuna engel olmalı ve talep fazlası sorununun çözümü için (karne uygulaması, malın belirli yerlerde satılması gibi) yöntemleri devreye sokmalıdır. TABAN FİYAT (DESTEKLEME FİYATI, ASGARİ FİYAT): Devletin, piyasada işlem görecek asgari fiyatı belirlemesi anlamına gelir. Taban fiyat, cari piyasa fiyatının üzerinde bir fiyatın kamu otoritesi tarafından piyasaya dikte edilmesi anlamına gelmektedir. Taban fiyat uygulamasında, devlet üreticileri korumak amacıyla, piyasa fiyatının belirli bir seviyenin altına düşmemesini üreticiye garanti etmekte ve bunu sağlamak için çoğu durumda bizzat piyasaya alıcı olarak girmektedir. Devlet bu taban fiyatın geçerli olmasını sağlamak için, oluşacak arz fazlasını (XD-XS) piyasadan satın almak zorunda kalmaktadır. Emek piyasasında hükümetin taban fiyat uygulaması “Asgari Ücret” şeklinde adlandırılır. Bu durumda emek piyasasında ortaya çıkan arz fazlası ise işsizlik olacaktır. Px Arz Fazlası Sx PTb P0 Dx XD X0 Qx XS Taban Fiyat Uygulaması (PTb) Üretim Kotası: Devletin arz edilen mal ve hizmet miktarını sınırlayarak, tam rekabet şartlarında oluşan piyasa fiyatını üreticilerin lehine artırmasına yönelik politikalardır. Kota uygulamasının sonucunda piyasada, denge miktarının azalması, denge fiyatının artması, üretim yapan firmaların kazançlarının artması ve piyasaya başka üreticilerin girmesinin engellenmesi gibi etkiler oluşur. P Pkota P* S2 S1 Denge kota sonrası A Denge kota öncesi D Q Q kota Q* 70 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Devletin Vergi Uygulaması: Devletin bir mal, hizmet ya da faktör üzerinde vergi uygulamasıda piyasada oluşacak denge fiyatını etkileyecektir. Vergilemenin piyasa üzerindeki etkisini, üreticiler tarafından ödenmek zorunda olan birim satış vergisi uygulamasından hareketle açıklayabiliriz. Bu durumda üretici vergiyi bir maliyet artışı şeklinde algılayacak ve Arz eğrisi sola doğru “S1”e kayacak ve vergi sonrası denge d1 noktasında sağlanacaktır. Örneğimizde, 20 TL’ye satılan bir mala birim başına 10 TL satış vergisi uygulanıyor. Tüketici başta 20 TL öderken vergi sonrasında 25 TL ödüyor. O halde üretici üzerine konan 10 TL’lik satış vergisinin 5 TL’sini tüketici öder. Geri kalan 5 TL’yi de üretici öder. Sonuçta vergi sonrası denge miktarı düşer, denge fiyatı artar. S1 P S 30 d1 25 d* 20 D Q Q1 Vergi Q2 yükünün nasıl dağıtılacağı ise, arz ve talep esnekliklerine bağlıdır; Talep esnekliği arz esnekliğinden küçük ise, verginin büyük kısmı tüketiciye yansır. Talep esnekliği arz esnekliğinden büyük ise, verginin büyük kısmı üreticiye yüklenir. Talep tamamen inelastik ise, verginin tümü tüketiciye yansır. Talep esnekliği sonsuz ise, verginin tamamını üretici öder. Vergi yansıması: vergi yükünün piyasa koşulları çerçevesinde kısmen ya da tamamen başkalarına aktarılması işlemidir. 71 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 3) PİYASA TÜRLERİ, REEL KESİM - FİNANSAL KESİM AYIRIMI, PİYASALARIN İŞLEYİŞ MEKANİZMASI VE ETKİLEŞİMLERİ 3.1 Alım-Satımı Yapılan Ürünler Açısından Piyasa Türleri Nihai Mal Piyasaları Üretim Faktör Piyasaları Para ve Sermaye Piyasaları Reel Kesim Finansal Kesim Slayt 7 PİYASALAR NİHAİ MAL VE HİZMET PİYASALARI ÜRETİM FAKTÖR PİYASALARI FİNANS PİYASALARI MI SERMAYE I AK EMEK FON DOĞAL KAYNAKLAR FO N REEL KESİM IMI AK - GİRİŞİM Her ulusal ekonomi 3 önemli piyasanın, saç ayağı şeklinde, üzerinde durur. Birincisi, bir tüketicinin herhangi bir ihtiyacını giderebilecek özelliklere kavuşturulmuş mal ve hizmetlerin alım-satımının yapıldığı nihai mal ve hizmet piyasaları, ikincisi müşteriye son noktada ulaşan nihai mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan doğal kaynaklar, emek ve sermaye üretim faktörlerinin temin edildiği üretim faktör piyasaları ve ekonomideki atıl kaynakların, atıl fonların ekonomiye kazandırılmasını sağlayan finans piyasaları. Nihai mal ve hizmetlerin alım satımının yapıldığı piyasalar ile üretim faktör piyasaları ekonominin Reel Kesimi’ni oluşturur. Finans piyasalarının oluşturduğu kesime ise Finans Kesimi diyoruz. 72 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 3.1.1 Reel Kesim – Finans Kesimi (Mali Sistem) İlişkileri Reel Kesim’i oluşturan birey ve kurumlar ekonomik faaliyetleri sonucunda oluşturdukları atıl kaynağı, tasarruflarını Finans Kesimi’ne emanet ederler. Beklenti, finans kesimine emanet edilen bu atıl fonların, tasarrufların filitrasyondan geçtikten sonra, yine reel kesime kullandırılmasıdır. Reel kesimin yapacağı yatırımları finanse edecek yeterli fon arzı finansal kesim tarafından sağlanmaktadır. Birey ve kurumların gelir seviyesi ve yaratılan fon arzı arasında sıkı bir ilişki vardır. Reel kesim tarafından yapılan yatırımların geliri artırıcı bir etkisi olduğu göz önüne alınırsa, gelirdeki bu artışın da finansal kesimin arz edebileceği fon miktarını artıracağı düşünülürse bu iki kesim arasındaki karşılıklı kaynak aktarma mekanizması daha iyi anlaşılabilir. İstikrarlı bir ekonomik büyüme, bankacılık sektörü başta olmak üzere finans kesiminde çalışan kurumların faaliyet gelirlerinin en önemli güvencesidir. Finans kuruluşları ne kadar güçlü bir faaliyet geliri elde eder ise, sermaye yapıları o derece güçlü olacaktır. Güçlü bir sermaye yapısına sahip olan finans kurumları ise gelecekteki büyüme hedefleri için bir teminat teşkil edecektir. Slayt 8 1999 SONBAHARINDA TÜRKİYE EKONOMİSİ FİNANS KESİMİ REEL KESİM - TALEP MUĞLAK KREDİ HACMİ TL.: 20.6 b$ HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI DÖVİZ: 18.8 b$ TOPLAM: 39.4 b$ İÇ BORÇ STOKU: 36.5 b$ - REKABET GÜCÜ AZALIYOR - BÖLÜŞÜM BOZUK BANKACILIK SİSTEMİ TL. MEV: 31.3 b$ - İŞSİZLİK YÜKSEK - KRONİK ENFLASYON DÖVİZ FAİZ D. MEV.: 27.9 b$ TASARRUF REPO: 10.5 b$ TOPLAM: 69.7 b$ MERKEZ BANKASI - Hazine: Uygun Koşullarda Net İç Borçlanma Gerçekleştirmeye Çalışıyor. - Merkez Bankası: Hassas Dengelerin Bekçisi. - Bankacılık Sistemi: Kimsenin Almak İstediği Taşıyor. Özellikle Ekonomi Yönetimi’nin Taşımak İstemediği Riskler - Tasarruf Sahiplerinin Beklenti ve Tercihleri Piyasa Dengeleri Açısından Çok Önemli Türkiye’de 1990’lı yılların bütününde kamu kesimi genel dengesi giderek artan bir tempoda bozulmuş ve kamu açığının finansmanı için finansal sistemden ve özellikle sermaye piyasasından kullanılan kaynağın her geçen gün artması, reel kesimin finansal piyasalardan kullanabileceği kaynağın azalması ve bu bağlamda dışlanması anlamında ”Crowding-out Etkisi” (Dışlama Etkisi) yaratmıştır. Yani, elindeki tasarrufları finansal piyasalara emanet eden reel sektör, bu kaynağın 1999 yılı sonunda ancak % 40’ını, 2003 yılı sonunda ise ancak % 30’unu kullanabilir hale gelmiştir. Nitekim, 2000 yılı başında yürürlüğe giren ve 2001 Krizi sonrası, 2002 yılında kaldığı noktadan sürdürülen dezenflasyon programı bu kurgu ile başlamış ve Kamu Kesimi’nin finansman ihtiyacının azaltılmasına yönelik olarak, reel sektörün finansal piyasalardan daha etkin kaynak kullanımını hedeflenmiştir. 73 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 3.2 Rekabet Açısından Piyasa Türleri İktisat Bilimi içerisinde, bilim adamları piyasaları genel olarak üçe ayırmayı tercih etmektedirler. Bir uçta tam rekabet, öteki uçta monopol vardır. Bu iki uç arasında oligopol ve monopollü rekabet piyasalarını kapsayan eksik rekabet piyasaları bulunmaktadır. Bilim adamlarının bir kısmı ise piyasaları önce ikiye ayırmayı tercih etmektedirler. Bu iki ayrımda, bir grup piyasa rekabet piyasası, ikinci grup ise eksik rekabet piyasaları olarak adlandırılmaktadır. Bu sınıflandırmada eksik rekabet piyasaları, monopollü rekabet, oligopol ve monopol piyasalarını kapsamaktadır. i. Tam Rekabet Piyasası: Özellikle tam rekabet bağlamında, piyasada çok sayıda firmanın bulunduğu ve tek başına hiçbir alıcının ve tek başına hiçbir satıcının, piyasada oluşan fiyatı etkileyemediği piyasa çeşididir. Tam Rekabet Piyasası şu temel 5 özelliği taşır: a. Piyasada sonsuza yakın sayıda alıcı ve satıcı vardır. b. Alıcı ve satıcılardan bir kısmının piyasadan çekilmesi, piyasa dengelerini etkileyecek sonuç yaratmaz. c. Ne alıcıların, ne de satıcıların malın piyasa fiyatını tek başlarına değiştirebilme gücü yoktur. Bu nedenle, Tam Rekabet Piyasası’nda fiyat rijittir, sabit bir değerdir, bir veridir. d. Mallar türdeştir (homojendir) ve bölünebilir olma (atomize) özelliği taşırlar. e. Piyasa şeffaftır; saydamdır. Tüketiciler piyasa ile ilgili her türlü bilgiye ulaşabilmektedirler. i. Oligopol: Oligopol piyasasında az sayıda firma vardır. Oligopolcü piyasada firmaların sattığı mallar birbirlerinin aynı olabilir veya bir ölçüde birbirlerinden farklı olabilirler. Mallar birbirlerinin aynı ise bu piyasaya saf oligopol, birbirlerinden farklı ise farklılaştırılmış oligopol adı verilir. Oligopol piyasalarında bir firmanın ürettiği malın üretim miktarını, kalitesini, fiyatını belirleme ve satış miktarını artırma konularındaki bütün kararları piyasadaki öteki firmalar etkiler. Standartlaştırılmış - Saf Oligopol Piyasası: Firmaların sattığı malların çimento veya çelik sektöründeki gibi birbirinin aynı olması (homojen) durumunda söz konusu olmaktadır. Farklılaştırılmış Oligopol Piyasası: Oligopol piyasasında firmaların ürettikleri malların otomobil ve beyaz eşya sektöründeki gibi farklılaştırılmış olmas durumunda ya da benzer ama aynı olmayan malların alınıp satıldığı durumu ifade etmektedir. Günümüzde dünya piyasalarında en çok karşılaşılan piyasalar farklılaştırılmış oligopolpiyasalarıdır. 74 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM ii. Monopollü Rekabet: İçinde farklılaştırılmış fakat birbirinin yerini kolayca alabilen malları üretip satan çok sayıda firmanın var olduğu piyasa çeşididir. Monopollü rekabet piyasası, çok sayıda firma tarafından üretilen ve birbirinin yakın ikamesi olan bir grup ürünün farklılaştırılmak suretiyle homojenlikten uzaklaştırılarak, satıcının kendisine özgü bir alıcı kitlesi oluşturması durumunda ortaya çıkan piyasa türüdür. Bu piyasada firmalar ürün çeşitlendirmesine yönelerek tüketici rantının tamamını veya bir kısmını kârına eklemeyi amaçlamaktadır. Firma sayısının çokluğu her birinin piyasa payının küçüklüğü anlamına gelir. Bu da, bir firmanın bir kararının diğer firmaları etkilememesi demektir. Yani, birbirleri arasında kıyasıya rekabet etmeleri beklenen çok sayıda firma, rekabet yerine küçük Pazar payları ile ayakta kalmayı tercih etmekte ve adeta monopol firma tavrı sergilemektedirler. Bakkallar, berberler bu kapsamdaki ekonomik ünitelere örnek teşkil edebilir. Piyasaya giriş ve piyasadan çıkış nispeten kolaydır. TRP’ye benzer şekilde giriş-çıkışı engelleyen hiçbir engel yok. Bu nedenle, bu piyasada uzun dönemde ekonomik aşırı kâr yoktur. iii. Monopol: Yakın ikame imkânı bulunmayan bir malın tek satıcısının olduğu piyasa çeşididir. Monopolcü firma, malın arz miktarını değiştirerek malın fiyatını etkileme gücüne sahiptir. (Bknz. Slayt 9, Slayt 10) PİYASALAR REKABET PİYASALARI PİYASALAR EKSİK REKABET PİYASALARI REKABET PİYASALARI - ÇOK SAYIDA ÜRETİCİ TAM REKABET PİYASASI GÜNÜMÜZ REKABET PİYASALARI SATICI FİRAMALARA GÖRE ALICI FİRMALARA GÖRE -MONOPOL -MONOPSON - DUOPOL - DUOPSON - OLİGOPOL - OLİGOPSON VE/VEYA İTHALATÇI VE SATICI FİRMA - HUKUKİ MEVZUAT: * REKABET YASALARI * TÜKETİCİ HAKLARI YASASI EKSİK REKABET PİYASALARI - AZ SAYIDA ÜRETİCİ VE/VEYA İTHALATÇI VE SATICI FİRMA - TÜKETİCİYİ KORUYUCU ÖNLEMLER: * HUKUKİ MEVZUATI OLUŞTURMAK * İTHALATI KOLAYLAŞTIRMAK * ÜRETİCİ FİRMA SAYISINI TEŞVİK ETMEK BİLATERAL MONOPOL 3.3 Tam Rekabet Ve Monopol Piyasasında Firma Dengesi Tam rekabet ve monopol piyasasındaki firmalar satış gelirleri ile üretim maliyetleri arasındaki farkı, yani karı, azami kılmaya çalışmaktadırlar. Tam rekabet ve monopol piyasasında çalışan iki farklı firmanın, maliyet koşulları birbirine benzerlik arz edebilir. Çünkü üretim maliyetleri ağırlık olarak, üretim faktörlerinin piyasalarındaki değişimlere duyarlıdır. Oysa firma gelirleri iki piyasa türünde de farklılık arz eder. Tam Rekabet Piyasası’nda, firma bir adet de mal satsa, n adet de mal satsa, satılan her mal piyasa denge fiyatı P0 ‘dan satılacağı için, Tam Rekabet Piyasası’nda P0 piyasa denge fiyatı ve Marjinal Gelir ile Ortalama Gelir değerleri birbirine eşit olacaktır. Bu nedenle, Tam Rekabet Piyasası’nda firma gelirlerini temsil eden Marjinal Gelir (MR) ve Ortalama Gelir (AR), piyasa denge fiyatı olan P0 noktasından başlayıp, Q miktar yatay eksenine paralel bir şekilde çizilir. 75 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Tam rekabet piyasasında üretim yapan bir firmanın karşısında bulduğu talep eğrisinin esnekliği sonsuzdur ve miktar eksenine paraleldir. Dolayısıyla her firma, ürettiği malı piyasa fiyatından satmaya razı olduğu müddetçe elindeki malın tamamını aynı piyasa fiyatına satabilecektir. Pa Pa Sa D = AR = MR = P* P * Da qa Qa Piyasa Dengesi Firma Talep Eğrisi 3.3.1 Tam Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Firma Dengesi Kısa dönemde, firmalar tesislerini değiştiremezler. Bu nedenle karar verilmesi gereken konu en uygun üretim hacmini seçmektir. En uygun üretim hacmi ise firmaya en yüksek karı sağlayan üretim hacmidir. Şu halde, tam rekabet veya monopol piyasasındaki bir firmanın kısa dönem dengesi, karın azamileştirildiği, yani maksimize edildiği noktada gerçekleştirilir. Bunun için iki koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir. Birinci koşul, piyasa türü ne olursa olsun, kârı maksimize eden eşitliğin firmanın ürettiği mal satmaktan dolayı elde ettiği nihai geliri temsil eden marjinal gelir değerinin, en son ürettiği malın firmanın toplam maliyetine yaptığı katkıyı ifade eden marjinal maliyet değerine eşitlendiği noktada, ideal üretim seviyesinin yakalandığıdır (MR=MC eşitliği). İkinci koşul ise, bu eşitliğin sağlandığı yerde marjinal maliyetin yükseliyor olmasıdır. Bir firma marjinal gelirini marjinal maliyete eşitlediği, yani kârını maksimize ettiği üretim düzeyinde eğer; P* > AC ise, başka bir ifadeyle satış fiyatı ortalama maliyetten büyük ise firma kısa dönemde Normal Üstü Kâr (aşırı kâr) elde eder (Π > 0). P* = AC ise, firma kısa dönemde normal kâr elde eder (Π = 0). P* < AC ise, firma kısa dönemde zarar elde eder (Π < 0). 76 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM P MC AC D P* MR=AR Po A O q q* Firmanın Normal Üstü Kâr Elde Etmesi Firma karını “D” noktasında maksimize ederek dengeye ulaşır. P*DAPo dikdörtgeninin alanı firmanın toplam kârı (Π) P*Dq*O dikdörtgeninin alanı (TR) PoAq*O dikdörtgeninin alanı TC Π = S (P*Dq*O) – S (PoAq*O) Π = S (P*DAPo) (DA) veya (P*Po) uzunluğu birim başına kâr, yani ortalama kâr Firmanın sattığı her mal birimi başına elde ettiği kârdır. Firmanın pozitif kâr elde edebilmesi için, fiyat ortalama maliyetten büyük olmalıdır. Bunun için, MR eğrisinin MC eğrisini AC eğrisinin minimum olduğu noktanın sağında kesmesi gerekir. Bu aynı zamanda AC eğrisinin pozitif eğimli olduğu ve arttığı bölgedir. P MC AC P* O D q* MR=AR q Firmanın Normal Kâr Elde Ettiği Durum Firma karını “D” noktasında maksimize ederek dengeye ulaşır. Toplam hasılat “OP*Dq*” dikdörtgeninin alanı, Toplam maliyet “OP*Dq*” dikdörtgeninin alanına eşit ve ekonomik kâr sıfır olmaktadır. Normal Kâr: Bir firmanın ekonomik kârının sıfır olduğu denge durumunda, yinede bir maliyet unsuru olarak kâr elde etmesi söz konusu olur. Normal kâr firmanın kâr maksimizasyonunu sağladığı üretim hacminde ortalama hasılatın ortalama maliyete eşit 77 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM olmasıdır. Tam rekabetçi firma için bu, ortalama hasılatın, ortalama maliyet eğrisine minimum noktasında teğet olmasıdır. Normal kâr durumunda firmanın malını sattığı fiyat ortalama toplam maliyete eşit olur. Firmalar açısından normal kâr bir piyasada faaliyet gösteren firmaların, o piyasayı terk ederek diğer piyasalara yönelmelerine yol açmayacak kadar yeterli gördükleri, fakat yeni firmaları da o piyasaya girmeye yöneltmeyecek kadar düşük olan bir kârdır. Başka bir açıdan normal kâr, bir malın üretim sürecine fiilen katkıda bulunan tüm üretim faktörlerinin alternatif maliyetleri toplamına denk olacaktır. P MC AC A Po P* MR=AR D O q q* Firmanın Zarar Ettiği Durum Firma karını “D” noktasında maksimize ederek dengeye ulaşır. Toplam hasılat “OP*Dq*” dikdörtgeninin alanı, Toplam maliyet “OPoAq*” dikdörtgeninin alanına eşit ve ekonomik zarar “P*PoAD” olacaktır. Kısa dönemde zarar eden bir firma üretime devam edip etmeyeceğine karar verme durumundadır. Bu kararda da rasyonellikten uzaklaşmaz ve zararını minimize etmeye çalışır. Firma ya piyasayı terk eder ve toplam sabit maliyetleri kadar zarara katlanır, ya da üretime devam ederek uzun dönemde maliyetlerini düşürmeyi da piyasada fiyatın artmasını bekleyebilir. P MC A Po P* AC AVC MR=AR D Kapanma Noktası O q* q Firmanın Kapanma Noktası 78 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Firmanın Kapanma Noktası: Bir firmanın zarar etmesi durumunda, piyasa fiyatının ortalama değişken maliyete eşit olduğu yani ortalama değişken maliyetin minimum noktasındaki fiyat düzeyi kapanma noktasıdır. Bu fiyat düzeyinde firma, toplam sabit maliyetleri kadar zarar eder. Fiyat ortalama değişken maliyetin üstünde olduğu sürece zarar etmesine rağmen üretime devam eder, çünkü değişken maliyetlerin tümünü karşılarken sabit maliyetlerinde bir kısmını karşılayabilmektedir. Firma üretimi durdurması halinde ise, sabit maliyetlerin tümüne katlanmak zorunda olacağı için daha fazla zarar edecektir. Bu şekilde firma zararını minimize etmektedir. Eğer bir malın piyasa fiyatı ortalama değişken maliyetlerin minimum olduğu düzeyden daha düşük olursa firma bu durumda kapanma veya bu piyasayı terk etme kararı verir. Kısa Dönem Firma Arz Eğrisi: Tam rekabet piyasasında faaliyet gösteren bir firmanın kısa dönem arz eğrisi, marjinal maliyet eğrisinin ortalama değişken maliyet eğrisinin üzerinde kalan kısmıdır (aşağıdaki grafikte DD ile gösterilen eğri). Başka bir ifade ile, firmanın kısa dönem arz eğrisi marjinal maliyet eğrisinin ortalama değişken maliyet eğrisinin minimum olduğu noktanın üstünde kalan kısmıdır. Firmanın kısa dönem arz eğrisi, bir firmanın her bir fiyat düzeyinde üretmeyi veya satmayı arzuladığı (planladığı) ürün miktarlarını gösterir. Kısa dönem firma arz eğrisinin ortalama değişken maliyet eğrisinin minimum noktasından başlamasının nedeni, bu düzeyin altındaki bir fiyattan firmanın piyasaya mal satmayacak olmasıdır. Çünkü firma kapanma noktasının altındaki fiyat düzeyindeki böyle bir durumda sabit maliyetlerinin tamamını karşılayamadığı gibi değişken maliyetlerinin de bir kısmını karşılayamamaya başlar. Oysa rasyonel firmanın üretimden çekilip piyasayı terk ettiğinde sadece sabit maliyetleri kadar zarara katlanarak üretimde bulunmaya devam etmesine oranla daha küçük bir zararla kurtulması olanağı vardır. P Kısa Dönem Firma Arz Eğrisi D AVC MR=AR P MC O D q Kısa Dönem Piyasa (Endüstri) Arz Eğrisi: Kısa dönemde bir malı üreten tüm firmalar tarafından her bir fiyat düzeyinde üretilmek veya satılmak istenen mal miktarını göstermektedir. Piyasa arz eğrisi, bir piyasada o malı üreten tüm firmaların kısa dönem arz eğrilerinin yatay toplamından elde edilir. 3.3.2. Tam Rekabet Piyasasında Uzun Dönem Firma Dengesi Tam rekabet piyasasındaki bir firmanın uzun dönem dengesi ise, tesisin büyüklüğü ile ilgili, yani üretim ölçeği ile ilgili, bütün ayarlamalar yapıldıktan sonra firmaya en yüksek karı 79 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM sağlayacak üretim hacminde gerçekleşir. Bu nokta marjinal hasılat eğrisi ile uzun dönem marjinal maliyet eğrisinin kesim noktasıdır. Tam rekabet piyasasında uzun dönemde hiçbir firma aşırı kar elde edemez. Çünkü aşırı kar sağlayan endüstriye uzun dönemde yeni firmalar girer ve bu da aşırı karların erimesine neden olur. Uzun Dönem Piyasa Dengesi: Uzun dönemde tam rekabet piyasasında bir firmanın aşırı kâr elde etmesi, bu endüstride uzun dönem dengesinin sağlanmadığını gösterir. Piyasada bazı firmaların uzun dönemde aşırı kar elde ettiğinin görülmesi, yeni firmaların piyasaya girmesine yol açar endüstri arzının artmasına ve malın fiyatının düşmesine yol açacak ve bu da aşırı kârların erimesini sağlar. Dolayısıyla endüstrinin uzun dönem dengesinin sağlandığı durumda, endüstride faaliyet gösteren firmaların hepsi sıfır kârla çalışır veya yalnızca normal kâr elde eder. Uzun döenmde endüstrinin dengeye ulaşması durumunda tüm firmalar aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi dengeye ulaşacaktır. P SRMC LRMC LRAC SRAC D P* MR=AR=P* q* q fig Uzun Dönem Firma Kâr Maksimizasyon Koşulu: Uzun Dönem Piyasa Denge Koşulu: P* = LRMC= SRMC = MR LRAC = SRAC = AR Piyasa dengesinin uzun dönemde sağlanması durumunda, piyasadaki her firma üretim tesisini, optimal ölçekte kurmuş ve üretim hacmini tam kapasiteyle kullanmaktadır ve aşırı kâr elde eden hiçbir firma bulunmamaktadır. Tam rekabet piyasasında ekonomik etkinlik en üst düzeye çıkar. Tüketiciler piyasada ihtiyaçlarını karşılayan malları parça başına en düşük maliyete eşit fiyatlardan satın alacaktır. Piyasa fiyatı uzun dönem ortalama maliyetin minimum düzeyine eşit olacak ve böylece toplumun tüm kaynakları tam olarak kullanılacaktır. Firmaların kâr maksimizasyonu davranışı, aynı zamanda tüketicilerin faydalarını maksimum seviyeye çıkartan bir kaynak dağılımı ile sonuçlanır ve toplumsal refahın en üst noktaya ulaşmasını sağlar. 3.3.3. Monopol Piyasasında Kısa ve Uzun Dönem Firma Dengesi Monopol piyasası, başka mallarla ikame edilmesi nispeten güç bir malın üretiminin veya satışının tek bir firma tarafından kontrol edildiği piyasayı tanımlar. Monopol firması da, tam rekabet firması gibi kârını maksimize etme peşinde olacaktır. Monopolün kısa dönem denge koşulu yine marjinal maliyet marjinal hasılat eşitliğidir. 80 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Monopolde tam rekabette endüstrinin karşısında bulunan piyasa talep eğrisi, monopolün tek başına karşısında bulduğu negatif eğimli talep eğrisidir. Monopol Piyasası’nda; monopol konumundaki firmanın malın piyasa fiyatını değiştirebilme olanağı söz konusudur. Bununla birlikte, monopol konumundaki firmanın piyasaya tek başına hakim olması demek, istediği malı istediği fiyattan satabildiği anlamına gelmez. Nitekim, monopol konumundaki firmanın geliri de, piyasadaki tüketicilerin alım gücü ile sınırlıdır. Bu nedenle, monopol konumundaki firmanın ortalama gelir doğrusu ile (AR), tüketicilerin alım gücünü temsil eden talep doğrusu (D) monopol piyasasında firma dengesinde üst üste çakışıktır. Bu nedenle, tam rekabet ve monopol piyasasında firma dengesi, marjinal gelir (MR) ve ortalama gelir (AR) doğrularının geometrik konumlarının farklı olması nedeniyle, farklı noktalarda oluşur ve monopol piyasasında firma dengesini sağlayan piyasa fiyatının, tam rekabet piyasasına göre daha yüksek bir seviyede oluştuğu gözlemlenir. P TR maksimum, MR = 0 e>1 TR e=1 e<1 A 0 Q MR Monopolde kâr maksimizasyonu, her zaman için talep eğrisinin esnekliğinin birden büyük olduğu [e > 1] bölgede gerçekleşir. Çünkü esnekliğin birden büyük olması durumunda, malın fiyatını düşüren tekelcinin, toplam satış hasılatı artacaktır. Talebin inelastik olduğu (e<1) bölgede ise, fiyatın düşmesi toplam hasılatın da düşmesi anlamına geleceği için, tekelci hiçbir zaman talep eğrisinin inelastik olduğu bölgede mal satma girişiminde bulunmaz. Çünkü o bölgede marjinal hasılat negatif olduğu için firma satışlarını azaltarak toplam gelirlerini artırabilecektir. P,C MC P* Pm AC a b d D (AR) MR 0 Q* Q 81 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM d noktası: tekelcinin kârını maksimize ettiği noktadır ve MR = MC eşitlendiği noktada belirlenir. Q* tekelin kârını maksimize eden üretim düzeyidir. P*: tekelcinin kârını maksimize eden denge fiyat düzeyidir. Dikkat edilecek olursa tekelde denge fiyatını bulmak için önce kârın maksimize olduğu denge noktası ve üretim düzeyi bulunur. Daha sonra, fyatı bulmak için, bulunan denge üretim miktarının tamamının satılmasını sağlayacak fiyat AR eğrisinden yani tekelin karşısında bulunan talep eğrisine çizilen dikme ile bulunur. Şekil üzerinde denge “d” noktasında sağlanır, denge miktarı Q* bulunur ve bu üretim miktarının satılacağı denge fiyatını bulmak için Q*’dan çizilen dikmenin AR yani talep eğrisini kestiği nokta olan “a”nın fiyat eksenindeki izdüşümü olan P* denge fiyatına ulaşılır. “ab” uzunluğu, tekelcinin birim başına, ortalama kârını gösterir. Bunu tekelin satış fiyatı olan P*dan yani ortalama hasılatından, birim başına maliyetini ifade eden ortalama maliyeti “bQ*” uzunluğunu düşerek buluruz. S(P*aQ*O) dikdörtgeninin alanı: Tekelin Toplam satış geliri TR’dir. S(PmbQ*O) dikdörtgeninin alanı: Tekelin Toplam maliyeti TC’dir. S(P*abPm) dikdörtgeninin alanı: Tekelcinin toplam kârını gösterir. Monopol piyasasında uzun dönem dengeye baktığımızda, endüstriye başka firmaların girişi engellendiği için aşırı kârların elde edilmesi her zaman mümkündür. Dolayısıyla, monopolün gelir dağılımını bozucu etkisi bulunmaktadır. Buna ek olarak monopolün optimal kaynak dağılımını bozucu etkileride bulunmaktadır. Monopolde, tam rekabetteki durumdan farklı olarak, uzun dönemde kurulan tesisin optimum büyüklükte tesis olması gerekmez. Ayrıca, yine tam rekabettekinden farklı olarak bu tesisin tam kapasite ile kullanılması da gerekmez. Diğer yandan monopol tam rekabet piyasasına göre daha az üretim yapar ve bunu daha yüksek fiyattan satar, bu şekilde üretimin kısılması üretim faktörlerinin ekonomide en yüksek üretimi sağlayacak şekilde endüstriler arasında dağılımını engelleyecektir. Doğal Tekel: Ölçeğe göre artan getirinin bulunması veya optimal üretim için tesis ölçeğinin çok büyük olduğu alanlarda zaman içerisinde tek firma egemen olmakta ve doğal tekel oluşmaktadır. Böyle bir piyasada bir firmanın tesis ölçeği büyüdükçe ortalama maliyeti düşecektir. Bu durumda tesis ölçeği en büyük firma, diğer firmaları zarar ettirecek ve onları piyasadan kovacak düşük fiyatlardan malını arz edebilecek ve bu yolla tekel konumuna gelebilecektir. Bu gibi durumlarda bir mal veya hizmetin çok sayıda firma tarafından üretilmesi yerine, tek bir firma tarafından üretilmesi daha düşük bir maliyetle gerçekleştirilebilecektir. Ancak böyle bir durumda özel firma tekelci konumunu tüketicilerin aleyhine kullanarak üretimi kısıp daha yüksek fiyatlama yaparak ülke kaynaklarının eksik istihdamına yol açabilir. Bu nedenle devletler genellikle doğal tekel niteliğindeki piyasaları düzenlemekte veya fiyatlara müdahale etmektedirler. Doğal tekele örnek olarak bir şehirdeki elektrik veya doğal gaz dağıtımı işletimini ve içme suyu şebekesi işletimini vermek mümkündür. 3.3.4. Monopolcü Rekabet Piyasasında Firma Dengesi Monopolcü rekabet piyasası çok sayıda firma tarafından üretilen ve birbirinin yakın ikamesi olan bir grup ürünün farklılaştırılmak suretiyle homojenlikten uzaklaştırılarak, satıcının kendisine özgü bir alıcı kitlesi oluşturması durumunda ortaya çıkan piyasa türüdür. Birbirinden bağımsız olarak hareket eden çok sayıda alıcı ve satıcı bulunmaktadır. Bu piyasanın en önemli özelliği, farklı satıcıların malları farklılaştırmasıdır. Piyasaya giriş ve 82 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM çıkış nispeten kolaydır. Tam rekabet piyasasına benzer şekilde piyasaya giriş ve çıkışı engelleyen hiçbir engel yoktur. Bu nedenle, monopolcü rekabet piyasalarında uzun dönemde aşırı kâr yoktur. Monopolcü rekabet piyasasında firmalar kendilerine özgü bir tüketici kitlesine sahip olduğu için, kısa dönem dengesi belirlenirken monopolcü gibi davranırlar. Kar maksimizasyonu koşulu yine marjinal gelirin marjinal maliyete eşit olmasıdır. Uzun Dönemde sıfırdan büyük bir ekonomik kar varsa piyasaya yeni firmalar girer. Bu mala olan talebin daha fazla marka tarafından paylaşılması anlamına gelir talep eğrisi sola kayar. Karlar sıfıra eşitleninceye kadar piyasaya girişler sürer. Tüm firmalar bu durumda olduğundan artık bu noktadan sonra piyasaya yeni firmalar girmez. Çünkü hiçbir firma aşırı kâr elde edemez. Piyasaya giriş ve çıkışın serbest olması ve fiyat rekabeti yapılabilmesi nedeniyle uzun dönemde aşırı kârlar ortadan kalkar. Monopolcü rekabet piyasası kaynak dağılımını bozucu etkiler doğurmaktadır. Uzun dönem dengesi sağlandığında üretim tam rekabet üretiminin altında kalmaktadır. Firmaların optimumdan küçük tesisler kurmaları ve bunları eksik kapasite ile çalıştırmaları sözkonusudur. Kıt kaynakların önemli kısmı, bu şekilde etkin olarak üretim yapabilecekleri alanlardan alınkonmaktadır. Bu husus liberal ekonomilerin en zayıf noktalarından biri olarak eleştirilmektedir. Monopolcü rekabet piyasaları kaynakların üretim alanlarında optimal dağılımını ve toplum refahının olumsuz yönde etkilemektedir. Diğer yandan monopolcü rekabet piyasasında ürün farklılaştırma çabası, reklam harcamalarını arttırmakta, kıt kaynakların reklamlara yöneltilmesi toplum açısından kaynakların israf edimesi anlamına gelmektedir. Monopolcü rekabet piyasasının olumlu bir yönü ise, ürün farklılaştırma çabalarının teknolojik gelişmeye ve malların tüketici gereksinmelerine en iyi cevap verebilecek şekilde uyarlanmasını teşvik edebilmesidir. 3.3.5. Oligopol Piyasasında Firma Dengesi Oligopol piyasası homojen veya farklılaştırılmış bir malı satan, birbirine bağımlı olan az sayıda satıcının faaliyette bulunduğu piyasa türüdür. Bu piyasada az sayıda satıcı firmanın faaliyet göstermesi, her firmanın davranışının ve aldığı kararların, diğer firmaları da etkilemesine yol açmaktadır. Firmalar pazardan pay alma çabasında alacakları kararlar için rakiplerin tepkilerini tahminde bulunmalıdır. Bu piyasalarda, yeni firmaların pazara girmesi teorik olarak mümkündür. Ancak piyasaya giriş engelleri vardır. Oligopol piyasalarında, firma dengesine ilişkin genel kabul gören model bulunmamaktadır. Bu çerçevede çok kısıtlayıcı varsayımlar etrafında bir takım yaklaşımlar geliştirilmiştir. Rekabetçi davranışlar üzerine oturtulan oligopol teorilerinin ortak varsayımları, mallar homojen olması, girdilerin tam rekabet şartlarında temin edilmesi, firmaların aralarında anlaşma yoluna gitmemesi ve her firmanın reklam, miktar ve fiyat politikasında bağımsız hareket etmesidir. 83 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Cournot Modeli: İlk ve en çok tanınan düopol teorisi A. Cournot (1838) tarafından geliştirilmiştir. Modelde sıfır maliyetle maden suyu üreten iki firmanın karşılıklı stratejileri analiz edilmiştir. Cournot Modelinin Varsayımları şunlardır: Firmaların satış maliyetleri sıfırdır. Piyasa talep eğrisi doğrusal ve kesin olarak belirlidir. Firmalar rakip firmanın satış (üretim) miktarını veri olarak alırlar ve buna göre kendi satış seviyelerini belirlerler. Firmalar birbirlerinin kararlarından etkilendiklerini bilir, ancak aralarında anlaşmaya gitmez, bağımsız hareket eder. Tepki Eğrisi: O malı üreten rakip firmanın veri kabul edilen üretim düzeylerinde bir firmaya en yüksek karı sağlayan üretim miktarlarını gösteren eğridir. Tepki Eğrisi bir firmanın üretimi arttırırken rakip firmanın üretimini azaltmak zorunda olduğunu gösterdiği için, iki firmanın tepki eğrisi de negatif eğimlidir. Cournot Noktası: modelin üretim düzeyi açısından çözümünü gösterir. Denge tepki eğrilerinin kesiştiği noktada oluşur. Her iki firmada tam rekabet arzının 1/3’ünü satar. Uzlaşmacı davranışlara dayalı oligopol teorileri oligopolcü firmaların, aralarındaki rekabetten tarafların zarar görmesi konusunda tecrübe edinince, aralarında ortak kârın maksimizasyonuna yönelik anlaşmalar yapmaları durumunu açıklamaya çalışmaktadır. Böyle bir durumda oligopolcü firmalar biraraya gelerek monopolcü gibi hareket etmekte, aralarında rekabeti engelleyici anlaşmalar yapmaktadır. Bu tür anlaşmalar çoğu ülkede yasaktır, buna rağmen açık veya gizli olarak firmaların ortak hareket etmelerinin engellenmesi zordur. Fiyat Liderliği Modeli: Oligopolcülerin, rekabet etmek yerine anlaşmayı benimsemeleri ve firmaların güçlerinin eşit olmaması durumunda, zayıf firmaların daha güçlü olan firmanın liderliğinde hareket etmelerini ifade eder. Kısaca bazı oligopolcülerin fiyat belirlerken işbirliğine yöneldiği modeldir. Bu durumda, lider olarak kabul gören firmanın fiyat 84 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM konusundaki kararlarına, piyasadaki diğer firmalar da uymayı tercih ederler. Fiyat liderliği şeklindeki davranış tarzı, gerçek ekonomik yaşamda en sık karşılaşılan oligopol piyasası türüdür. Temel özellik, lider firmanın marjinalist kurallara göre fiyatını belirlemesidir. Marjinal maliyetin marjinal hasılata eşit olması koşulu liderin fiyatı oluşturmada davranış kuralını ifade eder. Lider firma kârını bu şekilde maksimize eder. Diğer firmalar için, liderin belirlediği bu fiyat veri olacağı için, bu firmaların kâr maksimizasyonu yapmaları söz konusu değildir. Eğer bunların kârları maksimum ise bu sadece rastlantıdan ibarettir. Kartel: Bir sektörde faaliyet gösteren oligopolcü firmaların aralarında rekabeti azaltmak suretiyle, bileşik (ortak) karlarını maksimize etmek amacıyla aralarında açık yada örtük olarak anlaşmaya varmalarıdır. Anlaşan firmalar ortak karı maksimize etmek veya piyasayı paylaşmak amacıyla dışarıya karşı tekel gibi hareket ederler. Kartelin çalışmalarını düzenleme görevi ise, ortak bir örgüte verilir. Anlaşan firmalar tüzel kişiliklerini korur ancak, sadece anlaşma yaptıkları konularda ortak hareket etmeyi taahhüt ederler Karteller, üretim miktarları, fiyatlar, bölgeler ve bir malı ucuza ithal edip yurtiçinde pahalıya satmak gibi konular üzerinde anlaşabilirler. Dünya çapında bir kartele örnek olarak petrol ihraç eden ülkelerin petrol üretim miktarını kararlaştırmak için kurdukları OPEC’i göstermek mümkündür. Tröst: Tröstde Kartelde olduğu gibi bir sektörde faaliyet gösteren oligopolcü firmaların aralarında rekabeti azaltarak aralarında anlaşmaya varmaları sonucunda oluşmaktadır. Firmalar aralarındaki rekabeti ortadan kaldırarak tek bir firma gibi hareket etmektedir. Tröstün kartelden en önemli farkı firmaların bağımsız hareket etme kabiliyetlerini önemli ölçüde kaybetmeleridir. Yönetimin tek bir merkezde toplanması sözkonusu olmaktadır. Genellikle tröst, bir firmanın aynı piyasadaki diğer firmaların hisse senetlerinin yarısından fazlasını ele geçirmesi ile gerçekleşir. Burada girişimlerin artık bağımsız hareket etmeleri olanağı yok denecek kadar azalmıştır. Uzun dönem piyasa dengesinin sağlanması durumunda oligopol piyasasına yönelik eleştirilere gelecek olursak. Oligopoller kaynak ve gelir dağılımında bozucu etkilere yol açar ve yüksek reklam harcamalarına başvurulması nedeniyle eleştirilir. Az sayıda firmanın bulunması, üretimin fiyatı yükseltmek amacıyla kısılmasına yol açmaktadır. Bu da tam rekabet piyasasına göre fiyatın yüksek, üretim miktarının ise daha düşük olmasına neden olmaktadır. Firmaların karlarını yükseltmek için üretimi kısmaları, üretim faktörlerinin toplumun tercihlerine uygun mal ve hizmet bileşimini sağlayacak şekilde dağıtılmasını engellemektedir. Oligopolcü firmalar negatif eğimli talep eğrisiyle karşı karşıya olduğundan fiyat marjinal maliyetten büyük olmakta ve bu nedenle oligopol piyasasında etkinlik sağlanamamaktadır. Diğer yandan piyasaya girişin mümkün olmaması, uzun dönemde de aşırı karın sürmesine olanak verir ve bu toplumdaki gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler. Oligopol piyasalarının yol açtığı diğer bir etkinsizlikte, firmaların kendi mallarını daha farklı gösterebilmek için reklam harcamalarını artırmaları ve bu yolla kıt kaynakları israf etmeleridir. 85 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Schumpeter-Galbraith Hipotezi: Oligopol piyasasına yönelik alternatif bir yaklaşım getirmektedir. Schumpeter ve Galbraith oligopol piyasası uzun dönem dengesinde ekonomik etkinliğin sağlanmadığı eleştirilerine karşı çıkmaktadırlar. Bunlara göre oligopol piyasası teknolojik gelişmeyi hızlandırmaktadır. Bunun nedeni daha büyük ölçekteki firmaların AR-GE harcamalarına daha fazla finansman kaynağı ayırabilmelerinde yatmaktadır. Bu firmaların ortaya çıkardığı buluşlar ve yeni ürünler sayesinde ekonomik büyüme hızlanmaktadır. Sonuç olarak oligopol piyasası iktisadi büyüme üzerinden toplumsal refahı arttırabilmektedir. YOĞUNLAŞMA VE PİYASA YAPISI: Piyasa yapısı, piyasadaki satıcılar arasındaki rekabetin derecesine göre piyasaları sınıflandırmanın bir yoludur. Dünya ekonomisindeki piyasalar incelendiğinde, daha çok rekabetçi piyasalar ile tekel piyasası arasında oluşan monopolcü rekabet ve oligopol piyasası yapılarının yer aldığı görülür. Bir piyasa yapısının tam rekabet piyasasından veya tekel piyasasından hangisine daha yakın olduğunu veya firmalar arasında anlaşma ortamı olup olmadığını piyasa yoğunlaşma oranı ile ölçebiliriz. Uygulamada en çok başvurulan yoğunlaşma oranı yöntemleri N-firma Yoğunlaşma İndeksi (CRn) ve Herfindahl-Hirschman Yoğunlaşma İndeksidir (HHI). N-firma Yoğunlaşma İndeksi (CRn): Bir endüstride en çok paya sahip “n” tane firmanın endüstri toplam satışlarındaki yüzde payı olarak tanımlanır. Bu yöntemdeki amaç bir endüstride en büyük, ilk 2, ilk 4, ilk 8 firmanın piyasa payları toplamının hesaplanarak piyasayı ne ölçüde kontrol edebildiklerinin belirlenmesidir. n-Firma Yoğunlaşma İndeksi değeri, tam rekabette yaklaşık sıfır iken tekelde 100’dür. Çoğunlukla tercih edilen dört firma bazında hesaplanan dört firmanın yoğunlaşma oranıdır (CR4) ve bu indeks ilgili endüstrinin piyasa yapısını gösterir. CR4 Yoğunlaşma Oranı İndeks Değerine Göre Bir Endüstrideki Piyasa Yapısı CR4 < 40 Tekelci Rekabet Piyasası CR4 > 40 Oligopol Piyasası 40 < CR4 < 60 Zayıf Oligopol Piyasası CR4 > 60 Güçlü Oligopol Piyasası Herfindahl-Hirschman Yoğunlaşma İndeksi (HHI): HHI endüstrideki her firmanın piyasa paylarının karelerinin toplamına eşittir. Endüstride tek bir firmanın bulunduğu tekel piyasasında HHI = 1002 = 10000 değerini alır. Bir endüstride faaliyet gösteren firma sayısı arttıkça indeks değeri küçülür (10000/n). Tam rekabet piyasasında HHI sıfıra yaklaşır. Örneğin, ABD’de banka birleşme ve satın alma işlemlerinde HHI değerleri dikkate alınır. HHI değerinin belirli bir limiti aşması durumunda bu birleşmelere izin verilmediği görülmektedir. HHI’nın 1800’ü aştığı oligopolistik endüstrilerdeki şirket birleşmelerine, ancak çok titiz bir incelemeden sonra izin verilmesi söz konusu olabilmektedir. 86 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Uygulamada HHI Katsayıları ve Piyasa Yapıları HHI < 1000 Tam Rekabet Piyasası 1000 < HHI < 1800 Tekelci Rekabet Piyasası HHI > 1800 Oligopol Piyasası 87 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 4) PARA VE MALİYE POLİTİKALARI 4.1 Ekonomi Politikaları Politika, kelime anlamı olarak belirli bir hedefe ulaşmak veya belirli bir sorunu çözmek amacıyla bir takım araç ve yöntemlerin bir araya getirilmesi süreci olarak tanımlanabilir. Dolayısı ile, bu tanımdan hareket edildiğinde, ekonomi politikası, ekonomide belli hedefleri gerçekleştirmek (refah düzeyinin arttırılması, verimliliğin sağlanması) veya belirli sorunları çözmek amacıyla (işsizlik, yoksulluk) belirli ekonomik araç ve yöntemlerin bir araya getirilmesi sürecidir, şeklinde tanımlanabilir. Demokratik bir ülkede, partiler sorunlara çözüm modelleri ve araçları ile halkın karşısına çıkıp oy isterler ve hükümete geldiklerinde bu politikaları uygulamaya çalışırlar. Bunun bir sonucu olarak, Hükümetler ekonomi politikaları açısından en yüksek siyasi sorumluluğu taşırlar. Bununla birlikte, Hükümet adına ekonominin yönetimi, ekonomiden sorumlu bakanlar ve onlara bağlı üst düzey bürokratlardan oluşur. Tüm dünya uygulamalarına bakıldığında, Hazine Bakanlığı, ABD ve İngiltere’de mevcut bulunan AngloSakson geleneğe göre Hazine sekreterliği en kritik bakanlıktır. Türkiye’de Hazineden Sorumlu Devlet Bakanlığı olarak yürütülmektedir. Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomide kamu maliyesi işlemleri tek bir bakanlığa bağlanmış iken, 1980’li yılların başından itibaren Türkiye’de Maliye Bakanlığı ile Hazine işlemleri iki ayrı bakanlığa bölünmüştür. Bunun yanı sıra, kamuda çalışan personelin özlük hakları ve kamu sendikaları ile pazarlık bir devlet bakanlığına, kamu adına finans kurumlarını ve sektörleri denetleyen özerk kuruluşlar ve özelleştirme bir devlet bakanlığına, dış ticaret bir devlet bakanlığına bağlanmıştır. Ayrıca, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve Bayındırlık Bakanlığı unutulmamalıdır. Yani, Türkiye’de ekonominin yönetimi parçalı bir model ortaya koymaktadır ve siyasi partiler bu parçalı modeli birleştirmeyi öngörmektedirler. Türkiye’de ekonomi politikalarının belirlenmesinde ve mevcut ekonomi politikalarında dar veya geniş kapsamlı revizyonda en önemli kurumlardan birisi Yüksek Planlama Kurulu’dur (YPK). Yüksek Planlama Kurulu, başbakanın başkanlığında toplanan, bünyesinde ekonomiden sorumlu bakan ve onlara bağlı üst düzey bürokratları barındıran, sekreteryalığını bir ölçüde Devlet Planlama Teşkilatı’nın gerçekleştirdiği bir önemli kurumdur. Türkiye’yi hedeflere taşıyacak, sorunlara kesin çözüm üretecek her türlü ekonomi politikasının tespiti ve revizyonu bur kuruldan geçmekte ve yapı olarak Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye niteliğindeki kararlarına benzer şekilde, YPK’da belirlenen hususlar Bakanlar Kurulu’na gelmektedir. YPK’nın kararlarının Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girebilecek özellikte olanları, Bakanlar Kurulu onayı sonrası Resmi Gazete’ye gönderilerek yürürlüğe konulmakta, yasal değişiklik gerektirenleri ise, Bakanlar Kurulu onayı sonrası, bir yasa tasarısı olarak Meclis Başkanlığı’na sunulmaktadır. Yüksek Planlama Kurulu’nda onaylanan ve Bakanlar Kurulu tarafından kabul gören ekonomi politikalarına yönelik ana çerçeve, bu noktada, gerek Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 88 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM gerekse de Maliye Bakanlığı açısından, para ve maliye politikası uygulamasında dikkate alınması gereken öncelikleri temsil etmektedir. Yüksek Planlama Kurulu, her yıl en yoğun çalışma periyodunu ağustos ayı ortasından ekim ayı ortasına kadar gösterir ve bu dönemde bir sonraki yılın programı ile bütçesi oluşturulur. Bu çerçevede, Yüksek Planlama Kurulu’nun önemli yetkilerinin yanı sıra, hiç değişmeyen üç görevi unutulmamalıdır. Birincisi, Türkiye’nin kalkınma planlarına son şeklini vermek; ikincisi söz konusu kalkınma planları çerçevesinde her yıl uygulanan ve ertesi yılın başında yürürlüğe girecek ‘yıllık program’a son şeklini vermek ve üçüncüsü ertesi yılın başında yürürlüğe girecek bütçeye son şeklini vermek olarak özetlenebilir. Bu noktada, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Bayındırlık Bakanlığı gibi bünyesinde yatırımcı kuruluşları barından bakanlıklar ve Devlet Su İşleri, Karayolları gibi kuruluşların yatırım bütçeleri için çetin bir pazarlık ortaya koyarlar; tüm bu bütçe hazırlık süreci eylül ayı sonunda tamamlanarak, maliye bakanının Bakanlar Kurulu’na yapacağı sunuma hazır hale gelir. Bakanın sunumu sonrası, Bakanlar Kurulu’nda onaylanan bütçenin en geç 17 Ekim akşamına kadar Meclis Başkanlığı’na sunulması gerekmektedir. Aksi durumda, Hükümet Anayasa kuralına uymamış sayılır. Yüksek Planlama Kurulu’nun, gerçekleştirdiği çok sayıda ekonomi politikası çalışmasının yanında, rutin olarak gerçekleştirdiği bu çalışmalarda, 2005 yılından itibaren bazı tarihsel adımlar atılmıştır. Birinci önemli değişiklik, Türkiye’nin planlama modeli üzerinde gerçekleşmiştir. Cumhuriyet kurulalı beri, 1933-1937 ve 1938-1942 5 yıllık sanayileşme planları dahil, Türkiye 1963’den günümüze 5 yıllık kalkınma planları ile gelmiştir. 2006 yılında 9’uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı’nın yürürlüğe girmesi beklenirken, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik için müzakerelere başlaması resmiyet kazanınca, 2005 yılında, Türkiye’nin kalkınma planlarının Avrupa Birliği (AB) Bütçesi’ne paralel gitmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Bu noktada, AB’nin bütçesi 7 yıllıkken, Türkiye’nin kalkınma planı 5 yıllıktır. Bu noktada, Türkiye’nin bütçesinin de 7 yıllık olmasına karar verilir. Ayrıca, AB’nin yeni bütçesi 2007 yılında yürürlüğe girecek ve 2013 yılına kadar sürecektir. Bu noktada, Türkiye’nin 9. Kalkınma Planı’nın da 2007 yılında yürürlüğe girerek, 2007-2013 döneminde uygulanmasına karar verilir. Böylece, 2006 yılı bir geçiş yılı olur. Bu noktada, bu yılın başından itibaren Türkiye’nin 9’uncu Kalkınma Planı 7 yıllık olarak yürürlüğe girmiştir ve ayrıntıları DPT’nin internet sitesinde yer almaktadır. İkinci bir tarihsel adım ise, kalkınma planının içeriğini değiştirmek olmuştur. Daha önceleri Türkiye’nin kalkınma planları içerisinde büyüme, enflasyon, bütçe, istihdam, dış ticaret gibi alanlarına yönelik makro ekonomik hedefler yer almış, ancak yaşanan bir ulusal ve/veya uluslararası krizle, daha plan döneminin başında bu hedeflerin anlamsızlaştığı görülmüştür. Bu nedenle, yeni kalkınma planında Türkiye’nin başta AB’ye tam üyelik perspektifi olmak üzere, hedeflere ulaşmak adına nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiği belirlenmiştir. Bu nedenle, DPT’nin kamuoyu ile geleceğe dönük makro ekonomik hedefleri paylaşmasını sağlamak amacıyla, kalkınma planı modelinin yanı sıra, ‘stratejik planlama’ modeline geçilmiştir. Yani, 2006-2008, 2007-2009 ve 2008-2010 dönemlerini kapsayacak şekilde, her yıl bir yıl ileriye gidecek şekilde, DPT hedefleri sürekli revizyondan geçen ve dinamik bir özellik gösteren söz konusu stratejik planları kamuoyu ile paylaşacaktır. Bu 3’er yıllık stratejik planlar ‘Orta Vadeli İstikrar Programı’ olarak adlandırılmıştır. Keza, söz konusu 3’er 89 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM yıllık Orta Vadeli İstikrar Programı (OVİP) detayları da DPT’nin internet sitesinde yer almaktadır. Ekonomik makro planlamasında, Yüksek Planlama Kurulu ölçüsünde ağırlıklı bir rolü olmasa da, diğer bir önemli kurum da Özelleştirme Yüksek Kurulu’dur (ÖYK). Özelleştirme Yüksek Kurulu, kurul üyelerinin kararları çerçevesinde, hangi kamu kuruluşun, ne zaman ve hangi yöntemle özelleştirileceğine karar vermektedir. Söz konusu özelleştirme yöntemleri olarak da, Blok Satış Yöntemiyle Özelleştirme Halk Arz Yöntemiyle Özelleştirme İlgili Kamu Kuruluşunu Parçalara Bölerek Özelleştirme öne çıkmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de en yaygın olarak kullanılan yöntem, blok satış yöntemidir. Bu yöntemle, özelleştirme ihalesine talip olan bir yerli veya yabancı özel kuruluş veya konsorsiyuma, en iyi teklifi vermesi koşulu ile, ilgili kamu kuruluşunun hisselerenin % 50’den fazlası satılmakta ve söz konusu kamu kuruluşunun yönetimi özel sektöre geçmektedir. Son dönemde, Hükümetlerin Türkiye’de tercih ettikleri bir başka özelleştirme metodu ise, hisselerin belirli bir bölümünü yerli ve yabancı yatırımcılara ‘Halka Arz’ yoluyla satmaktır. Bu noktada, ilgili kamu kuruluşunun hisselerinin % 50’den fazlası hala kamunun elindeyse, aslında söz konusu kamu kuruluşunun bir kısım hissesinin halka arzı, tam olarak özelleştirildiği anlamına da gelmemektedir. İlgili kamu kuruluşunun parçalara bölünerek özelleştirmesi modelinde, Sümerbank mağazaları, SEKA fabrikaları, limanlar ve Tekel’in sigara ve alkollü içecekler bölümlerinin parçalara ayrılarak satılması örnek gösterilebilir. Coğrafi zorunluluklar veya tapli yerli ve yabancı yatırımcıların beklenti ve talepleri böyle bir parçalanmayı gerektirmektedir. Özelleştirmede süreç, özelleştirilmesine karar verilen kamu kuruluşunun değerini belirleyecek ihaleye çıkmak, bu ihaley kazanan ve bu alanda ihtisaslaşmış bir uluslararası finans kurumu ile fiyatın belirlenmesi ve ardından halka açık olarak ve genellikle televizyonlar karşısında esas özelleştirme ihalesinin yapılması olarak özetlenebilir. Sürecin son noktasında, Rekabet Kurulu ve Danıştay onayları da gerekebilmektedir. Tüm idari ve hukuki süreç tamamlandıktan ve dosya Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca onaylandıktan sonra, devir işlemi gerçekleştirmektedir. İlk karardan, son aşamaya kadar, sürecin bütünü ÖYK adına Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Bu çerçevede, Hükümet en önemli siyasi sorumluluğu taşıyarak ve onun adına TCMB’nin bağımsız bir kurum olarak dahil olduğu ‘Ekonomi Yönetimi’nin güdümünde yürüyen ekonomi politikalarına, YPK ve ÖYK tarafından da şekil verilmektedir. Ancak, bu süreçte Devlet Planlama Teşkilatı’nın rolü unutulmamalıdır. DPT; hem sekreteryalık göreviyle, hem de geleceğe dönük mikro ve makro projeksiyonlarıyla kritik öneme sahip kilit kuruluştur. Bu nedenle, ekonomi politikası değişikliğine gidilme aşamasında, söz konusu model değişikliğinin çeşitli yönlerinin ekonometrik olarak DPT’ye denetlendirilmesi kritik önemdedir. Ayrıca, belirlenen ekonomi politikalarının beklenen hedeflere ulaşılmasına imkan verip vermediği, mutlaka hesaplanan makro ekonomik göstergeler ile takip edilmelidir. Bu noktada, eski adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü, yeni adıyla Türkiye İstatistik Kurumu’nun 90 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM (TÜİK) katkısı çok önemlidir. Çünkü, TÜİK en kritik ekonomik ve demogreafik verileri hesap etmektedir. Bununlu birlikte, TÜİK dışında, TCMB, Maliye Bakanlığı, DPT, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı gibi kurumlar tarafından açıklanan makro verilerin de hayli önemli ve yol gösterici olduğu unutulmamalıdır. Bu noktada, açıklanan veriler hedefe göre önemli bir sapma olduğunu işaret ediyor ise, söz konusu ekonomi politikasının hızla gözden geçirilmesi yararlı olacaktır. Kullanılan araç ve yöntemlere bağlı olarak ekonomi politikaları, para politikası, maliye politikası ve direkt kontrol politikaları (fiyat kontrol politikaları ve dış ticaret kontrol politikaları) olarak üçlü bir ayırıma tabi tutulabilir. Bu noktada, ayrıntılarına değineceğimiz para ve maliye politikası araçlarından yararlanarak, bir ülkenin kendisini deflasyonist bir baskıdan veya enflasyonist bir baskıdan kurtarmaya çalıştığı da görülmektedir. Ancak, şöyle bir farkla ki, eğer ilgili ülke ekonomisi enflasyonist baskı altında ise, aynı para ve maliye politikaları ekonomiyi daraltıcı boyutta uygulanacak; eğer ekonomi deflasyonist bir baskı altında ise, bu defa aynı para ve maliye politikası araçları ülke ekonomisini genişletici, canlandırıcı boyutta uygulanacaktır. Bu çerçevede, deflasyonist politika izleyen en tipik ülke ekonomisi örneği Japonya’dır. Enflasyonla mücadele eden bir ülke, faizleri yükseltip, ekonomideki likiditeyi daraltarak sıkı bir para politikası, vergi oranlarını arttırıp, kamu harcamalarını azaltarak sıkı bir maliye politikası izlerken, Japonya faiz seviyesini yıllık bazda % 0,1’e getirerek ve parasal genişleme ile tüketimi canlandırmaya, kamu maliyesi alanında ise vergi oranlarını azaltıp kamu harcamalarını arttırarak deflasyonla mücadele etmeye çalışmaktadır. Yani, enflasyonla mücadele eden bir ekonomiye göre aynı para ve maliye politikası araçlarını tersine kullanmaktadır. 1970’li yıllardan bu yana, enflasyonla mücadeleyi öngören programlarda iki ana kategori öne çıkmaktadır: Ortodoks Anti-Enflasyonist Politikalar ve Heterodoks Anti-Enflasyonist Politikalar. Ortodoks programlar, IMF'in alışılagelmiş enflasyonla mücadele programları olarak ifade edilebilir. Bu programlar enflasyonla mücadelede gereken başarıyı çoğunlukla yakalayamamıştır. Bu nedenle, alışılagelmiş yöntemlerin dışına taşan ve radikal bir uygulamayı gerektiren Heterodoks programlar zaman zaman öne çıkmıştır ve çoğunlukla başarılı olmuştur. Bu iki farklı programda ekonomik reformlar benzerlik arzederken, esas farkı reform sürecine geçiş öncesinde uygulanan stabilizyon süreci oluşturmaktadır. Heterodoks programlar, toplumsal uzlaşı içerisinde, tek bir partinin Meclis'te çoğunluğu elinde bulundurduğu periyodlarda, ekonomideki tüm fiyat türlerinin dondurulması suretiyle enflasyonda radikal bir düşüşü sağlayan 18 aylık programlar olarak da tanımlanabilir. 4.2 Maliye Politikası Kamu Kesimi, bir yandan yaptığı harcamalar ile geliri artırıcı etki yaparken bir yandan da topladığı vergiler ile geliri düşürücü bir etkiye sahiptir. Devletin istihdam, gelir, fiyat seviyeleri gibi makro ekonomik değişkenleri etkileyebilmek için kamu harcamalarını (cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları) ve kamu gelirlerini (vergi gelirleri, 91 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM vergi dışı normal gelirler, özel gelir ve fonlar) kullanması maliye politikası olarak adlandırılmaktadır. Örnek vermek gerekir ise, kamu harcamalarını artırarak ve/veya halktan ve kurumlardan toplanan verginin yükünü azaltarak ulusal ekonomideki toplam tüketim harcamalarını artırmaya yönelik olarak izlenen maliye politikasına genişlemeci maliye politikası, kamu harcamalarını azaltarak ve/veya vergileri artırarak toplam tüketim harcamalarını azaltmaya yönelik politikaya da daraltıcı maliye politikası denmektedir. Maliye politikasının etkinliği iki temel faktöre bağlıdır: Yatırım harcamalarının faiz hadlerine olan duyarlılığı Talep edilen para miktarının faiz hadlerine olan duyarlılığı. Maliye Politikası araçlarını Kamu Maliyesi Gelir Araçları ve Kamu Maliyesi Harcama Araçları olarak ikiye ayırabiliriz. Kamu Maliyesi Gelir Araçları 3 temel başlıktan oluşur. Bunlar sırasıyla Vergi Gelirleri, Vergi Dışı Normal Gelirler ve Özel Gelir ve Fonlar’dan oluşur. Vergi Gelirleri doğal olarak kamu kesiminin toplam gelirlerinin önemli bir bölümünü kapsamaktadır. Doğrudan veya Direkt Vergi Gelirleri ile Dolaylı veya İndirekt Vergi Gelirleri olmak üzere iki ayrı gruptan oluşmaktadır. Doğrudan veya Direkt Vergiler, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Götürü Usülde vergilendirilen mükelleflerden alınan ve Gelirden Alınan Vergiler’den oluşan grubu ve Motorlu Taşıtlar Vergisi, Çevre Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi, Emlak Vergisi gibi, mükellefin doğrudan vergi dairesine veya ilgili birimlere ödediği veya bir kurum aracılık etse de, ne kadarlık bir vergi ödediğine vakıf olduğu vergi türlerini temsil etmektedir. Dolaylı veya İndirekt Vergiler ise, mal ve hizmetlerin fiyatlarının içerisine yedirilmiş ve çoğunlukla ne kadar ödediğimizi bilemediğimiz vergilerdir. Söz konusu vergi gelirleri arasında en çok bilinenlerin Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, Akaryakıt Tüketim Vergisi ve Banka ve Sigorta Muamele Vergisi olarak sıralanabilir. 1980’lerin sonuna doğru direkt vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı % 70, dolaylı vergilerin payı % 30 iken, 2000’li yıllarda söz konusu ana vergi gruplarının toplam içerisindeki rollerinin değiştiği gözlenmektedir. Oysa, daha dengeli bir vergi sistemi için direkt vergilerin toplamdaki payının arttırılması önemlidir. Türkiye’nin vergi gelirleri açısından bir diğer kritik sorunu ‘kayıt dışı’ ekonominin varlığıdır. TÜİK’in resmi verileri, Türkiye’de 23 milyon civarındaki çalışan kesimin % 50’den fazlasının kayıt dışı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, Türkiye hem gelir vergisi açısından, hem de sosyal güvenlik sistemi prim ödemeleri açısından önemli bir kayba uğramakta, potansiyel gelir kaybı yaşanmaktadır. Vergileri başka bir bakış açısıyla sınıflandırmak gerekirse şunlar karşımıza çıkmaktadır: gelirden alınan vergiler (gelir vergisi, kurumlar vergisi), servetten alınan vergiler (motorlu taşıtlar vergisi, veraset intikal vergisi), mal ve hizmetlerden alınan vergiler (katma değer vergisi, özel tüketim vergisi) ve dış ticaretten alınan vergiler (gümrük verisi, ithalde alınan KDV). 92 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Kamu kesiminin vergi gelirlerinin zaman içinde tahsilatı söz konusudur. Eğer ülkede enflasyonist bir dönem yaşanıyorsa söz konusu vergi tahsilatlarının reel değeri azalamaktadır. Bu etkiye literatürde Tanzi etkisi veya Olivera-Tanzi etkisi denilmektedir. Vergi Dışı Normal Gelirler ise, adından da anlaşılacağı üzere, Kamu Kesimi’nin vergi kapsamına girmeyen, ancak düzenleme ile elde etmeye alışık olduğu gelirlerdir. Devlet Patrimuvanı Gelirleri en önemli örnektir. Devletin sahip olduğu menkul ve gayrimenkullerin satışından ve/veya kiralanmasından elde edilen gelirler bu kapsama girer. Kıymetli evrak denilince, Hazine’nin ihraç ettiği bono ve tahviller sadece akla gelmemelidir. Vatandaşın Devletten temin ettiği Nüfus Cüzdanı, Ehliyet, Pasaport, Diploma, Tapu Senedi gibi belgeler de yine Kamu’nun vatandaşa belirli bir bedel karşılığında kullandırdığı belgelerdir ve bu kıymetli evraklardan da gelir elde edilir. Taşınmazların satılması ve kiralanmasından elde edilen gelirler ise malumdur. Ayrıca, Trafik ve Vergi Cezaları’nın da; devlete ait iştiraklerin kazançlarından düşen pay da Vergi Dışı Normal Gelirler kapsamındadır. Özel Gelir ve Fon Gelirleri ise Türkiye’nin bir kez elde ettiği gelirlerden ve 2000 yılı başına kadar sayıları 75 iken, bugün tasfiye sürecinde olan Fonlar’dan gelen gelirlerden oluşmaktadır. 1. Körfez Savaşı esnasında, Türkiye’nin uğradığı zarar nedeniyle yapılan hibe yardımları ve 17 Ağustos Depremi nedeniyle bir defaya mahsus olmak üzere gerçekleştirilen Bedelli Askerlik uygulamasından elde edilen gelirleri Özel Gelirler kapsamında örnek olarak gösterebiliriz. Kamu Kesimi Harcama Araçları ise 4 ayrı bölümden oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla, Personel Harcamaları, Diğer Cari Harcamalar (Devletin Güvenlik Harcamaları ile Diğer Kamu Kurumlarının rutin, günlük tüketim ve demirbaş harcamalarından oluşur), Yatırım Harcamaları (Kamu’nun Milli Servete katkı anlamında kalıcı olan sabit sermaye harcamaları) ve Transfer Harcamaları’ndan oluşur. Transfer Harcamaları 25 alt harcama kalemi ile en yoğun kalemdir ve bu kalemler içerisinde yer alan Faiz Harcamaları, KİT’lere transferler, Emekli ve İhracatçılara Vergi İadesi, Sosyal Güvenlik Kuruluşları’na transferler, Tarım Desteklemesi gibi ana kalemler nedeniyle Kamu’nun en çok harcama yaptığı alandır. Dolayısı ile, yukarıda sıralanan 3 temel gelir kalemi ile 4 temel harcama kalemini kullanarak, ekonomi yönetimi ya Türkiye’de olduğu gibi enflasyonla mücadeleye katkı sağlayan bir daraltıcı maliye politikası, ya da Japonya’da olduğu gibi deflasyonla mücadele adına genişletici maliye politikası izleyebilmektedir. Daraltıcı maliye politikasında vergi oranları arttırılarak, devletin elde ettiği gelirler arttırılarak ve harcamalar kısılarak kamu kesiminin enflasyon etkisi sınırlandırılmakta, kamu açığı azaltılmaya çalışılmaktadır. Genişletici maliye politikalarında ise halktan toplanan vergi azaltılarak, vergi oranları düşürülerek halkın tüketim eğilimi güçlendirilmekte, tüketim teşvik edilmekte, ayrıca kamu harcamaları arttırılarak, kamu kesiminin iç talebi desteklemesi sağlanmaktadır. İradi maliye politikası: Toplam talebi değiştirmek ve ekonomiyi istikrara kavuşturmak için kamu harcamaları ve vergilerde bilinçli olarak değişiklikler yapmaktır. Genişlemeci veya daraltıcı maliye politikaları bu kapsamdadır. Ancak bazı ekonomistler söz konusu iradi 93 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM maliye politikalarının ekonomide bazı önemli sorunların çözülmesi halinde etkin olacağını iddia etmektedirler. Bu sorunlar maliye politikaların belirlenmesinde siyasi otoritenin takdirinin önemi, ekonomik tahminlerin doğruluk derecesi ve uygulama aşamasında ortaya çıkan gecikmelerdir. Dolayısıyla iradi maliye politikalarında beklenen başarıya ulaşmak çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Bu bağlamda tartışılan bir başka kavram ise otomatik istikrar sağlayıcılardır. Bunlar bir ekonomide toplam talepteki bir değişikliğin gelir düzeyi üzerindeki etkisini azaltan her türlü mekanizmalardır. Maliye politikası söz konusu olduğunda otomatik istikrar sağlayıcılar doğal olarak vergiler ve kamu harcamalarıdır. Vergiler açısından en güçlüden itibaren kurumlar vergisi, tüketim vergileri ve servet vergileri şeklinde sıralanmaktadır. Kamu harcamalarında ise söz konusu sıralama işsizlik tazminatı, destekleme alımları ve diğerleri biçiminde yapılabilir. 4.3 Para Politikası Para politikası, her ülkenin Merkez Bankasının çeşitli makro hedefleri gerçekleştirmek ve/veya çeşitli makro sorunlara çözüm yaratmak amacıyla çeşitli parasal araçlar vasıtası ile uyguladığı politikayı ifade etemktedir. Dünyada, bağımsız, yarı bağımlı ve tam bağımlı Merkez Bankacılığı uygulamalarına bağlı olarak, para politikasının etkinliği Merkez Bankasının pozisyonuna göre farklılık arzetmektedir. Yani, bir ülkenin Merkez Bankasının bağımsızlığı ile para politikasının etkinliği arasında doğru orantılı bir ilişki söz konusudur. Piyasa ekonomisi mantığının benimsenmiş olduğu bir ekonomide Merkez Bankası’nın özerkliği çok önemlidir. Özellikle, 5 Kasım 2001 tarihinde yürürlüğe giren son düzenleme TCMB’na bağımsızlık konusunda yeni olanaklar sağlamaktadır. Merkez bankasının bağımsız olması gerektiğini savunanlara göre en önemli gerekçe, bağımsız bir merkez bankası aracılığıyla para politikasının enflasyonist yanlılığının engellenebilmesidir. Merkez bankalarının bağımsızlığına karşı çıkanların görüşleriyse şu şekilde özetlenebilir: Bir ülkede para politikasının, kimseye karşı sorumluluk taşımayan bir seçkinler grubu kontrolünde yürütülmesi demokratik değildir. Merkez bankası yöneticilerinin, hesap verme konusunda, sorumluluk sahibi olmamaları durumunda, ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Merkez bankası bağımsızlığının iki boyutu vardır: - Politik bağımsızlık: Siyasi otoritenin ya da toplumdaki diğer baskı gruplarının etkisinde kalmaksızın serbestçe karar alabilmesidir. - Ekonomik bağımsızlık: İzlenecek hükümet politikalarına kredi verilmesi yada diğer biçimlerde destek sağlanması konusunda, hükümetten gelen taleplere direnebilmeyi ifade etmektedir. Merkez Bankası faiz ve döviz kuru silahını kullanarak, ekonomideki parasal büyüklükleri etkiler; parasal büyüklükleri baskı altında tutar veya parasal büyüklükler üzerindeki baskıyı hafifletir. Para politikası kararları alınırken ekonomi yönetiminin ve onun bir parçası olarak 94 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Merkez Bankası’nın temel hedefi enflasyona neden olmaksızın tam istihdam düzeyine ulaşmak ve bunu sürdürmektir. Parasal büyüklüklerin ve ekonomideki likiditenin daha hızlı genişlemesini ve faiz oranlarının düşmesini sağlamaya yönelik para politikasına genişlemeci para politikası, para arzındaki artışı yavaşlatmayı, hatta para arzını daraltmayı ve faiz oranlarının yükselmesini sağlamaya dönük para politikasına da daraltıcı para politikası denmektedir. Genişlemeci para politikasına verilebilecek belk de en iyi örnek 2008 küresel finans krizi çerçevesinde ABD Merkez Bankası Federal Reserve (FED)’in uyguladığı miktar genişlemesi (quantitative easing) politikasıdır. Önce kısa vadeli faiz oranlarını sıfır kadar düşüren FED daha sonra çeşitli menkul kıymetlerin alımını öngören 2 farklı doğrudan alım programıyla genişlemeci para politikası uygulamaktadır. Bu kapsamda FED bilançosu da çok ciddi anlamda büyümüştür. Dünyanın önde gelen bazı dğer merkez bankaları da bu bağlamda FED benzeri politikalar izlemektedirler. Para politikasının etkinliği iki anahtar etmene bağlıdır: Reel para talebinin faiz oranına duyarlılığına. Yatırım talebinin faiz oranına duyarlılığına. Özellikle para talebinin faizlere duyarlılığı para politikasının etkinliği açısından önemlidir. Diğer taraftan uygulanacak para politikasının sistematik açıdan tasarımı da son derece önemli bir başka konu başlığıdır. Bu bağlamda merkez bankaları uygulayacakları para politikasının öncelikle nihai hedefini belirleyeceklerdir. Söz konusu hedef makroekonomik amaçlardan biri olacaktır. Genellikle merkez bankaları bu aşamada fiyat iskrarının tercih ederler. Sonraki aşamada nihai hedefi etkileyecek ve aynı zamanda da merkez bankası tarafından kontrol edilebilen bitişik hedef belrlenecektir. Bu aşamada geçmişte genellikle para miktarı benimsenirken günümüzde özellikle kısa vadeli faiz oranları tercih edilmektedir. Merkez bankaları bir taraftan da gösterge büyüklükler seçerek politikalarının etkinliğini kontrol etmek istemektedirler. Bu tip gösterge olarak likidite büyüklükleri (kredi hacmi), faiz oranları veya iktisadi beklentiler seçilebilmektedir. Merkez Bankası temelde beş temel para politikası aracı kullanmaktadır. Bunlar, Zorunlu Karşılıklar Oranı (Bankacılık sisteminin topladığı mevduatların belirli bir kısmının Merkez Bankasında tutulmasını öngören para politikası aracı) Disponibilite Oranı (Mevduat kabul eden bankaların nakit veya likiditesi yüksek varlıklar bulundurma zorunluluğu öngören para politikası aracı) Reeskont Oranı (Bankalar tarafından iskonto edilmiş bir senedin Merkez Bankası tarafından iskonto edilmesini öngören para politikası aracı) Açık Piyasa İşlemleri (Merkez Bankasının ikinci el sermaye piyasalarında alım-satım vb. işlemler yapmasını öngören para politikası aracı) Bankacılık Sisteminin Yönlendirilmesi Ulusal ekonomi birbirinden farklı Para Arzı tanımlarını bünyesinde bulundurur. Merkez Bankası elindeki beş adet para politikası silahı ile ya para arzlarını daraltarak, ya da 95 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM genişlemesine izin vererek hedeflere ulaşılmasına, makro değişkenlerin etkilenmesine çalışır. Para Arzı tanımları 2007 yılından itibaren değişmiştir. Eski tanımlar şöyleydi: M1 Para Arzı = M2 Para Arzı = M2Y Para Arzı = M3A Para Arzı = M3 Para Arzı = M3Y Para Arzı = Dolaşımdaki Para (Dolaşıma Çıkmış Banknot + Madeni Para – Banka Kasaları) + Vadesiz Ticari Mevduat + Vadesiz Tasarruf Mevduatı + Vadesiz Diğer Mevduat + TCMB’deki Mevduat M1 Para Arzı + Vadeli Ticari Mevduat +Vadeli Tasarruf Mevduatı + Vadeli Diğer Mevduat M2 Para Arzı + Döviz Tevdiat Hesapları M2 Para Arzı + Resmi Mevduat M3A Para Arzı + TCMB’deki Diğer Mevduat M3 Para Arzı + Döviz Tevdiat Hesapları Yeni tanımlara göre ise, M1 Para Arzı Dolaşımdaki Para (Emisyona Çıkan Banknot+ Madeni Para – Banka Kasaları) ile Vadesiz Mevduat’ın (Mevduat Bankaları, Katılım Bankaları ve TCMB’deki TL+Yabancı Para YP) toplamından oluşmaktadır. M2 Para Arzı M1 Para Arzı’nın üzerine yukarıda parantez içerisinde sıraladığımız banka gruplarının Vadeli TL ve Yabancı Para (YP) Mevduatı’nın toplamının eklenmesiyle bulunuyor. Ve, son Para Arzı tanımı olan M3 Para Arzı ise, M2 Para Arzı’nın üzerine Repo İşlem Hacmi’nin ve Para Piyasası Fonları’nın (B Tipi Likit Fonlar) eklenmesi ile bulunmaktadır. M1 = Dolaşımdaki Para + Vadesiz Mevduat (TL, YP) M2 = M1 + Vadeli Mevduat (TL, YP) M3 = M2 + Repo + Para Piyasası Fonları (B Tipi Likit Fonlar) Dolayısıyla, M2 ile M2Y Para Arzı tanımları yeni M2 Para Arzı içerisinde yedirilmiş gözükmektedir. M3A Para Arzı kaldırılmıştır ve M3 Para Arzı’nın tanımı ise tümüyle değiştirilmiştir. Bu nedenle, artık yeni Para Arzı tanımlarının dikkate alınması gerekmektedir. Eğer, TCMB Analitik Bilançosu incelenir ise, Türk Cumhuriyet Merkez Bankası’nın yarattığı en büyük parasal değer ise Merkez Bankası Parası olarak ifade edilebilir ki Merkez Bankası Parası içerisinde Rezerv Para’yı da içermektedir. 96 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Arz Açısından (Merkez Bankası) Para Arzı Tanımları: Emisyon + Bankalar Zorunlu Karşılıkları + Bankalar Serbest Mevduatı + Fon Hesapları + TCMB Nezdindeki Banka Dışı Kesim Mevduatı = Rezerv Para Rezerv Para + Açık Piyasa İşlemleri = Parasal Taban Parasal Taban + TCMB Nezdindeki Kamu Mevduatı = Merkez Bankası Parası Özellikle, IMF ile 1994 yılından bu yana gerçekleştirilen stand-by anlaşmalarına bağlı olarak, Merkez Bankası’nın klasik bilanço mantığına dayalı olarak hazırlanan ve haftalık periyotta yayımlanan Merkez Bankası Vaziyet (Aktif-Pasif) Durumu, daha etkin izlenebilir olması açısından Analitik Bilanço’yla takibe ağırlık verilmiştir. Bu çerçevede, Vaziyet’in Aktif ve Pasif’inde yer almakta olan kalemler, Analitik Bilanço’nun Aktif ve Pasif tarafında dört ana kalem altında birleştirilmiştir. İdeal bir Merkez Bankası Analitik Bilançosunda Aktiflerin önemli bir kısmının Dış Varlıklar’dan oluşması, Pasifte ise ağırlığın Merkez Bankası Parası’nda olması arzu edilir. TCMB, bu konuda önemli bir ilerleme kaydetmiş olmakla birlikte, yine de henüz ideal dengeyi oluşturamamıştır. Aktif ANALİTİK BİLANÇO DIŞ VARLIKLAR İÇ VARLIKLAR Pasif TOPLAM DIŞ YÜKÜMLÜLÜKLER MERKEZ BANKASI PARASI 4.4 Enflasyon Hedeflemesi Enflasyon hedeflemesi, gerek gelismiş ülkelerde, gerekse gelismekte olan ülkelerde başarısı kanıtlanmıs ve giderek artan sayıda ülke tarafından uygulanan bir para politikası rejimidir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (Merkez Bankası), 2002 yılı başında para politikasının genel çerçevesine iliskin yaptığı duyuruda, para politikasında nihai hedefin enflasyon hedeflemesine geçmek olduğunu, ancak gerekli ön koşullar tamamlanmadan enflasyon hedeflemesine geçilmesinin rejimin güvenilirliğini daha baslamadan sarsacagını ve bu nedenle enflasyon hedeflemesine geçiş için, para politikasının etkinligini kısıtlayan unsurların zayıflamasının beklenecegini vurgulamıştı. Aynı duyuruda, enflasyon hedeflemesi rejimine geçilene kadar “örtük enflasyon hedeflemesi” uygulanacağı belirtilmisti. Bu doğrultuda, Hükümet ile birlikte enflasyon hedefleri saptanmıştır. Kısa vadeli faiz oranları enflasyonla mücadelede etkin olarak kullanılırken, para tabanı da ek bir çapa olarak belirlenerek, enflasyon hedeflerinin güvenilirliğinin artırılması amaçlanmıştır. Uygulanan bu politika; Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yolunda atılan adımlar, mali disiplin ve süregelen 97 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM yapısal düzenlemelerin de katkısıyla, fiyat istikrarı yolunda önemi yadsınamaz kazanımları da beraberinde getirmiştir. Geçen süre zarfında, dalgalı kur rejimine uyum artmış ve enflasyon hedeflemesi rejimine geçis için elverişli bir ortam oluşmasına yönelik önemli mesafeler alınmıştır. Bu noktada, enflasyon hedeflerinin tümüne ulaşılmış, güvenilirlik artmış, enflasyon bekleyişleri hedeflere yakınsamıştır. Ekim 2005 itibariyle gerek yeni TÜFE Endeksi’nin yıllık yüzdesel değişim oranı, gereksede yeni ÜFE Endeksi’nin yıllık değişim oranı son 30 yılın en düşük seviyesine ulaşmıştır. Enflasyonla mücadelenin önemli bir saç ayağı olarak, Kamu borç stokunun çevrilebilirliğine ilişkin tartışmalar geçmişte ekonomideki gündem maddeleri arasında ilk sıralarda yer alırken, yine 2005 yılından itibaren büyük ölçüde gündemdeki önemini kaybetmiştir. Yani, Kamu Maliyesi’ne yönelik disiplinin sürekliliği konusundaki kaygılar büyük ölçüde hafiflemiştir. Yine, söz konusu dönemde, finansal piyasaların derinliği artmaya başlamış, finansal kesimin kırılganlıgı azalmıştır. Ekonomik istikrarda alınan mesafeler ters dolarizasyon sürecinin baslamasını sağlamış, zaman zaman kesintiye uğrasa ve alınması gereken daha mesafe olsa da, portföy tercihlerinde Türk parası cinsinden yatırımların ağırlığı artmaya başlamıştır. Yine bu süreçte, Türk lirasından altı sıfır atılarak Türk Lirası’na geçilmiştir. Para reformu olarak adlandırdığımız bu adım, elde edilen kazanımların kalıcılığına duyduğumuz güvenin bir göstergesi olmuştur. Orta vadeli programın açıklanması, Avrupa Birliği ile tam üyelik amaçlı müzakere sürecinin başlaması ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapılan anlaşmayla birlikte temel makroekonomik değişkenlerin öngörülebilirliği daha da artmaya başlamıştır. 2001–2005 döneminde, enflasyon hedeflemesi rejimine geçilmesi açısından ön koşullardan bir diğeri olan para politikasında kurumsal alt yapının iyileştirilmesi konusunda da çok önemli adımlar atılmıştır. Bu süreç içinde Merkez Bankası, kurumsal çerçevesini etkinleştirmiş, iletişim politikasını daha net ortaya koymus, bilgi setini genişletmiş ve enflasyon öngörü yöntemlerini geliştirmiştir. Ayrıca geçen zaman içinde, Merkez Bankası bağımsızlığı konusunda uygulama anlamında önemli mesafe alınmış; bu gelişme, kronik enflasyonist sürece tekrar dönülmeyeceği konusundaki bekleyişleri de güçlendirmiştir. Bütün bu gelişmeler, enflasyon hedeflemesi rejimine geçilmesi için ön koşulların büyük oranda oluştuğuna ve doğru zamanın yaklaşmakta olduğuna işaret etmistir. Gerek Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı fiyat endekslerinde yapmış oldugu değişiklikler, gerekse gerçekleştirilen para reformu nedeniyle, Merkez Bankası, 2005 yılında da enflasyon hedeflemesi rejimine geçmemiş, ancak bu dönemi enflasyon hedeflemesi rejimine geçiş için son hazırlık dönemi olarak ilan etmiştir. Bu hazırlık döneminde para politikasının daha da kurumsallaşması yönünde atılan adımlar, para politikası stratejisi uygulamasını enflasyon hedeflemesi rejimine bir kademe daha yaklaştırmıştır. Söz konusu dönemde, Para Politikası Kurulu toplantıları önceden belirlenen ve kamuoyuna ilan edilen tarih ve saatte yapılmaya ve faiz kararları bu toplantılardan sonra ve toplantıdaki görüşler de dikkate alınarak açıklanmaya başlanmıştır. Kararların ardından ise, Para Politikası Kurulu üyelerinin de görüşlerini içeren ve kararın gerekçesi niteliğinde bir metin gecikmeksizin yayımlanmaya 98 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM başlanmıştır. Bu metinler sadece mevcut kararı gerekçelendirmekle sınırlı kalmamıs, faiz oranlarına iliskin kararların gelecekte izleyecegi seyre ilişkin sinyaller de vermiştir. Yine bu dönemde kurum içinde organizasyon yapısı yenilenmiş ve para politikasına ilişkin görev tanımları netleştirilmiştir. Sonuç olarak, son dört yıllık dönemde özellikle de son bir yıl içinde para politikasının öngörülebilirliği belirgin bir ölçüde artmış, kurumsal altyapı ve şeffaflık konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 2006 yılında para politikası kurumsallaşma süreci çerçevesinde enflasyon hedeflemesi rejiminin uygulamasına geçmiştir. Bu rejim ile birlikte, son yıllardaki “düşen enflasyon” sürecinden “fiyat istikrarı” sürecine doğru ilerlenmesi planlanmaktadır. Bu kapsamda, önümüzdeki dönemde para politikasının genel çerçevesinde, enflasyon hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için izlenecek politikalar konusunda giderek artan bir açıklık ve hesap verme söz konusu olacaktır. Merkez Bankalarının birincil ve öncelikli amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Enflasyon hedeflemesi ise, fiyat istikrarına ulasılabilmesi amacıyla uygulanan ve giderek yaygınlaşan bir para politikası stratejisidir. Akademik yazında birçok farklı tanım bulunsa da, uygulamalara bakıldığında, enflasyon hedeflemesi rejimini diger rejimlerden ayıran iki ana unsurun bulunduğu görülmektedir: 1. Enflasyon hedeflemesi rejimi uygulayan Merkez Bankaları, enflasyon hedeflerini rakamsal olarak açıklamakta, bu hedeflere ulasmayı taahhüt etmekte ve açıklanan hedeflere ulaşılamaması durumunda kamuoyuna hesap vermekle yükümlü olmaktadırlar. 2. Para politikası kararlarının ekonomiyi etkilemesi belli bir süre gerektirdiginden, Merkez Bankaları bugünkü enflasyonu değil, gelecekteki enflasyonu kontrol edebilmekte, bu amaçla belirli zaman aralıklarıyla enflasyon tahminleri olusturmakta ve bu tahminleri kamuoyu ile paylaşmaktadırlar. Bu nedenle, enflasyon hedeflemesi rejimi çoğu zaman “enflasyon tahmini hedeflemesi” olarak da adlandırılabilmektedir. Bu doğrultuda, öngörülerin enflasyon hedefi ile tutarlılığı ve hedeften sapma konusundaki riskler kamuoyuna anlatılmaktadır. Türkiye’de uygulanan para politikası kademeli olarak enflasyon hedeflemesi rejimine yaklaşmıştır. 2006 yılında ise şeffaflık ve hesap verebilirlik alanında atılacak yeni adımlar ile, uygulanacak olan para politikası artık enflasyon hedeflemesi rejimi olarak tanımlanacaktır. Diğer ülke örnekleri ve Türkiye’nin geçmiş deneyimleri incelendiğinde, enflasyon hedeflemesi rejiminin para politikasında bir son olmadığı; aksine, kesintisiz bir “gelişme” sürecinin bir parçası olduğu görülmektedir. Kuskusuz, bu gelisme süreci sadece politika uygulayıcıları için değil, tüm ekonomik birimler için de geçerlidir. Bu süreçte kamuoyu ile karşılıklı etkileşimin ve bilgi paylaşımının artması, rejimi daha işlevsel ve etkin kılacaktır. Bu doğrultuda, Merkez Bankası açısından önümüzdeki dönemin başlıca gündem maddeleri, şeffaflığın, hesap verebilirliğin ve öngörülebilirliğin artırılması olacaktır. Önümüzdeki dönemde uygulanacak para politikasının ana ilkeleri şu şekilde ifade edilebilir. 99 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Merkez Bankası, enflasyon hedeflemesi rejimi konusunda 2000 yılından bu yana çalışmalarını sürdürmektedir. Türkiye’de enflasyon hedeflemesi rejiminin ana çerçevesi oluşturulurken, bu rejimi uygulayan 20’yi askın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin deneyimlerinden faydalanılmıstır. İncelenen ülke örnekleri, tarihsel, kültürel, ekonomik ve siyasal farklılıklar nedeniyle, “her ülkeye uygun tek ve en iyi uygulama” olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla, enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde genel yapı olusturulurken, Türkiye’ye özgü bir modelin oluşturulması gerektigi göz önüne alınmıştır. Kamuoyu tarafından kolay anlaşılabilirliği ve iletisim açısından avantajları göz önüne alınarak, enflasyon hedefi “nokta hedef” olarak belirlenmiştir. Toplumun her kesimi tarafından kolaylıkla takip edilebildigi ve günlük yasam maliyetini iyi ölçen bir gösterge olduğu için, enflasyon hedefinin Tüketici Fiyat Endeksi üzerinden tanımlanması tercih edilmistir. Bu doğrultuda, hedeflenen değişken 2003 temel yılı Tüketici Fiyat Endeksi’nin yıllık yüzde değişimi ile hesaplanan yılsonu enflasyon oranıdır. 2006 yılından itibaren üç yıllık bütçe uygulamasına geçildigi göz önüne alındığında, üç yıllık bir hedef patikasının açıklanmasının, enflasyon hedeflerinin içsel tutarlılığını ve diger makroekonomik projeksiyonlarla uyumunu artıracağı düşünülmektedir. Bu nedenle, enflasyon hedeflemesi rejiminin bu ilk aşamasında hedefler üç yıllık olarak ilan edilmektedir. Belirlenen hedef aralıklarının dışına çıkılması durumunda, Merkez Bankası bunun nedenlerini ve alınması gereken önlemleri ayrı bir raporla Hükümete sunacak ve bu raporu kamuoyu ile paylaşacaktır. Belirsizlik aralığının oluşturulması ile “orta vadeli bakış” arasında da yakın bir ilişki vardır. Enflasyonu belirgin şekilde artıran veya azaltan geçici dışsal şoklarla mücadele edilirken makroekonomik dalgalanmaların en aza indirgenebilmesi açısından da, nokta hedefin etrafında referans olarak alınabilecek bir “belirsizlik aralığına” ihtiyaç duyulmaktadır. Merkez Bankası açısından orta vadede önemli olan, enflasyondaki geçici dalgalanmalardan ziyade, enflasyonun kademeli olarak asağı inerek bir yıl içinde % 5, iki yıl içinde ise % 4 civarına gelmesi ve belirli bir istikrara kavuşmasıdır. Dikkat edilirse, bu tür bir uygulamada orta vadeli enflasyon hedefi ön plana çıkmaktadır. Büyük dışsal şokların enflasyon üzerindeki geçici etkilerine anında tepki verilmemekte, orta vadeli hedeflere vurgu yapılarak politika tepkisi zamana yayılmaktadır. Bu bağlamda, Merkez Bankası, enflasyonu hedeften uzaklaştıran bir şokun yaşanması durumunda, bu şokun nasıl algılandığını (hangi oranda kalıcı hangi oranda geçici nitelik tasıdığının degerlendirilmesi gibi) kamuoyuna açıklıkla anlatacak, hedefe tekrar yakınsamaya yönelik politikaları uygulamakla kalmayacak, aynı zamanda, yapılması gerekenleri de siyasi otorite ile paylaşacak ve hedefe ne kadar zaman içinde tekrar yakınsanacağı konusunda kamuoyuna bilgi verecektir. TCMB’nin bu konuda, her 3 ayda bir, hedef enflasyondan sapılması durumunda, Hükümet’e ve kamuoyuna açıklanmak üzere kaleme alacağı mektup, TCMB’nin 5 Kasım 2001 tarihli yasasının 42’nci maddesi gereği hazırlanacaktır. Söz konusu mektup, ayrıca stand-by süreci gereği, IMF’e takdim edilecektir. (Kaynak: TCMB Web Sayfası; Temel Politika Metinleri Başlığı Altında; Enflasyon Hedeflemesi Rejimi’nin Genel Çerçevesi ve 2006 Yılında Para ve Kur Politikası) 100 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 4.5 Daraltıcı ve Genişletici Ekonomi Politikaları Daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınmış olan para ve maliye politikası araçları, eğer ekonomi enflasyonist bir süreç içerisinde ise ekonomiyi daraltmak amacıyla; eğer ekonomi deflasyonist bir süreçte ise (Japonya örneğinde olduğu gibi) ekonomiyi genişletmek ve canlandırmak amacıyla kullanılabilmektedir. Yani, ülke Merkez Bankası kontrolundaki zorunlu karşılıklar, disponibilite ve reeskont oranını yüksetmek suretiyle ve Açık Piyasa İşlemleri (APİ) yoluyla sisteme Hazine kağıdı satarak (doğrudan satım yöntemi) veya repo ihalesi gerçekleştirerek, ekonomideki likiditeyi daraltabilir. Böylece, tüketime yönelecek ve enflasyonu kamçılayacak bir likiditeyi halkın cebinden çekmiş (strelize etmiş) olur. Örnek vermek gerekir ise, Merkez Bankası'nın reeskont oranını yükseltmesi, daraltıcı bir para politikası adımı olarak bankaların da ticari kuruluşlara uygulayacakları iskonto oranını etkiler ve yükselmesine neden olur. Zorunlu karşılık oranını yükselterek, Merkez Bankası enflasyonla mücadele açısından para çarpanını düşürmeye çalışır. Aynı şekilde, kamu gelirlerini arttırmak için vergi oranlarının yükseltilmesi ve kamu harcamalarının kısılması yoluyla, daraltıcı bir maliye politikası uygulanması suretiyle, kamu harcamalarının ve onun da ötesinde kamu açığının enflasyonist etkisi minimize edilmeye çalışılır. Eğer, söz konusu olan örneğin Japon ekonomisi ise, Merkez Bankası ekonomiyi deflasyonist etkiden kurtarmak için, ekonomiyi rahatlatmak ve hareketlendirmek için genişletici para politikası uygular ve zorunlu karşılık, disponibilite ve reeskont oranlarını düşürerek sisteme likidite girmesine çalışır. Ayrıca, kamu gelirlerini azaltıcı ve kamu harcamalarını arttırıcı bir genişletici maliye politikası uygulanması gerekir. Örneğin, vergi oranları düşürülerek vatandaşın cebinde daha fazla para kalması sağlanarak tüketim teşvik edilir. Merkez Bankası ekonomideki temel dengeler sabit iken, genişletici para politikası uygulayarak, örneğin bir Açık Piyasa İşlemi olarak, bankalardan devlet tahvili satın alması, ekonomideki likiditeyi arttırıcı etki yaratacaktır. APİ yoluyla bankacılık sisteminden Hazine kağıdı satın alındığında (doğrudan alım yöntemi) bankacılık sisteminin rezervleri artacaktır. Başka bir ifadeyle, Merkez Bankası piyasadan hazine bonosu satın alarak aktifini genişletmiş ve bunu da para arzını (Merkez Bankası parası) genişleterek yapmıştır. Merkez Bankası bu tarz bir müdahale ile piyasadaki faiz oluşumu sürecine de işlerlik kazandırmaktadır. Piyasa cari faiz oranları denge düzeyinin üzerindeyse Merkez Bankası doğrudan alım ile süreci harekete geçirir. Bu süreçte tahvil talebi artmakta, bu artış da tahvil fiyatı yükseltmekte ve faiz oranını ise düşürmektedir. Merkez Bankasının reeskont oranını düşürmesi ticari bankaların Merkez Bankası'ndan kredi kullanma maliyetlerini, bankaların da reel sektöre kredi kullandırma maliyetini azaltır. Faiz oranlarını düşürmekte halkı tasarruftan tüketime yönlendirmek için bir araç olarak kullanılabilir. Ancak, Japonya faiz oranlarını öyle bir seviyeye düşürmüştür ki, ekonomi Likidite Tuzağı'na düşmüştür. Yani, ekonominin aktörlerinin çok düşük olan faiz seviyesine olan duyarlılıkları sıfırlanmıştır. Faiz seviyesine tepki vermemektedirler. Kısacası, para arzındaki artışların yatırım ve tüketim harcamaları üzerinde etkili olmadığı ekonomik ortam likidite tuzağı (kapanı) olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, ekonomideki aktörler faiz oranlarının taban seviyede olduğunu düşünmekte ve faizlerin yükselmesini 101 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM beklemektedirler. Bu durumda ise parasal genişleme faizler üzerindeki etkisini kaybetmiş, para politikası etkinsizleşmiştir. Merkez Bankaları dışsal para arzı artışları yaşandığında söz konusu ekonomik gelişmelerin para politikası üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek amacıyla defansif (dengeleyici) açık piyasa işlemlerine gidebilmektedirler. Başka bir ifade ile, Merkez Bankası kendi kontrolünde olmayan ekonomik gelişmelerin etkilerine karşı para politikasını savunmaktadır. Bu işlemlere verilebilecek en uygun örnek “sterilizasyon” işlemleridir. Örneğin Merkez Bankası döviz kurunda oluşan değişime müdahale ederken diğer taraftan da APİ yoluyla parasal tabanda değişiklik olmasını engelleyebilir ki bu politikaya sterilizasyon veya sterilize edilmiş müdahale denilmektedir. 4.6 Para Politikası Arasındaki İlişkiler Araçları ile Makro Büyüklükler Günümüzde Merkez Bankalarının asli hedefi fiyat istikrarı olarak tanımlanmaktadır. TCMB de söz konusu hedefi benimsediğini ısrarla vurgulamaktadır. Merkez Bankası'nın iki önemli silahı olarak döviz kurları ve faiz hadlerindeki gelişmelerin makro değişkenler üzerindeki etkisi şu ana başlıklar altında toplanabilir: Merkez Bankası elindeki para politikası ile ekonominin aktörlerinin beklenti ve tercihleri üzerinde etkili olmaya çalışır. Özellikle, enflasyonla mücadele programının uygulandığı bir ekonomide, bu mücadelede başarı yakalanabilmesi açısından beklenti ve tercihleri yönlendirmek önemlidir. Merkez Bankası uyguladığı para politikası ile fiyat istikrarını hedefler. Fiyat istikrarını zedeleyebilecek bir etki yaratmaması koşulu ile, Merkez Bankası diğer makro büyüklükler üzerinde etkili olabilecek para politikası değişiklikleri gerçekleştirebilir. Yani, Merkez Bankası fiyat istikrarı olumsuz yönde etkilenmediği müddetçe ekonomide kaynak arz ve talebindeki dengesizlikleri gidermeye çalışır. Örneğin, enflasyonist beklentileri kırmak için 2000 yılında faizleri % 6.5'e kadar yükselten FED, 2001 yılında ekonomi durgunluğa sürüklenince, enflasyonist baskının hafiflemesine bağlı olarak, fiyat istikrarını tehdit edecek bir etkinin var olmaması nedeniyle, faiz haddini % 1.75'e kadar düşürmüştür. Ancak, bunun altında bir faiz haddinin fiyat istikrarını zedeleyebileceği beklentisi ile faiz haddini daha aşağı çekmemektedir. Merkez Bankası faiz haddi silahını, toplumun veya bir başka değişle ekonomide gerçek ve tüzel kişilerin tasarruf-tüketim tercih kanalını etkilemek için kullanır. Yani, faiz haddini düşürerek, deflasyonist bir ortamda ekonominin aktörlerini daha fazla tüketime, enflasyonist bir ortamda ise faizi yükselterek ekonominin aktörlerini tasarruf etmeye teşvik eder. Para Politikasının kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde de önemli bir etkisi vardır. Döviz kurlarındaki artışın enflasyona paralel seyretmediği, kur artışının baskı altında 102 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM tutulduğu periyodlarda, yüksek faiz kısa vadeli sermaye hareketlerini artırıcı etki yaratır. Bu nedenle, portföy amaçlı sermaye girişinde görülen yoğunlaşma 'Sıcak Para Girişi' olarak nitelendirilir. Faiz hadleri düşük seviyedeyken bir kur sıçraması ise sermaye çıkışına neden olmaktadır. Bu tür ani sermaye çıkışları Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin azalmasına ve kritik gelişmelere sebebiyet vermektedir. Kısa vadeli faizler Konsolide Bütçe hedeflerini de etkiler. Merkez Bankası faiz uygulamasında bütçe hedeflerini ve Hazine'nin borçlanma maliyetini gözetmek zorundadır. Faiz haddinin gereğinden fazla yükselmesi ve bu nedenle Hazine'nin hedeflenenin üzerinde bir faiz ile borçlanması, bütçenin faiz ödemeleri kaleminde sapmaya ve bütçe hedeflerinin tutturulamamasına yol açacaktır. Faizlerde dalgalanma bankacılık sektörü açısından ciddi belirsizliklerin oluşmasına yol açar. Merkez Bankası elindeki para politikası araçları ile istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme sürecini sağlayabildiği ölçüde, sürdürülebilir bir büyüme, bankacılık sektörü ve sermaye piyasasında faaliyet gösteren şirketlerin düzenli faaliyet geliri elde etmeleri anlamına gelir. Düzenli faaliyet geliri ise şirketlerin sermaye yapılarının güçlenmesi anlamına gelir. Güçlü bir finans sistemi ise gelecekteki büyüme sürecinin bir garantisidir. Dolayısı ile para politikasının bir başka önemli hedefi finansal sistemin sağlıklı bir yapı içerisinde olmasıdır. İstikrarsız bir ortam finansal sistemin de sağlıklı yapısını zedelemekte, tasarruf sahiplerinin endişeleri finansal sisteme emanet edilen kaynağın vadesinin kısalmasına ve finansal sistemdeki risklerin daha da artmasına yol açmaktadır. Ekonomide yatırım-tasarruf dengesi bozulup tasarruf açığı oluştukça reel faiz seviyesi yükselme eğilimi gösterir. Bu tür yapısal sorunlar para politikası vasıtası ile atlatılmaya çalışılır. Reel faizlerin yükselmesi, halkın tasarruf eğilimini güçlendirdiğinden ve risk algılamasını yükselttiğinden paranın dolanım hızını düşürür. Paranın devir hızının azalması ise vergi gelirlerinin azalmasına ve bu nedenle bütçe hedeflerinde sapmaya neden olacaktır. Ülkenin yerel parasının uygulanan kur politikası nedeniyle değerlendiği ve rekabet gücünün gerilediği bir ortamda, ihracat hacminde görülebilecek gerilemeler dış ticaret açığının büyümesine ve ihracata yönelmiş şirketlerin faaliyet gelirlerinin azalması nedeniyle vergi gelirlerinde kısmi azalmaya neden olacaktır. Bununla birlikte, ithalat ucuzlayacağından maliyet enflasyonu baskısı kısmen azalır. Ülkenin yerel parasının uygulanan kur politikası nedeniyle değer yitirmesi ise rekabet gücünün artmasına ve bu nedenle dış ticaret dengesinin, cari işlemler dengesinin ve bütçe dengesinin olumlu yönde etkilenmesine yol açacaktır. Ancak, eğer ihracat amaçlı üretim ithal hammadde ve girdilere bağımlı ise, yerel paranın değer kaybetmesi üretim maliyetlerinde artışa yol açarak maliyet enflasyonu baskısını arttırabilir. Makro Denge açısından çeşitli makro büyüklükler arasındaki sebep-sonuç ilişkisi ise şöyle özetlenebilir: Rekabet gücü gerileyen bir ekonomide bütçe gelirleri reel olarak gerileme riski ile karşı karşıyadır. Gelir dağılımında artan deformasyon makro dengelerin tesisini zorlaştırır. Sermaye hareketleri ekonominin makro dengesini etkileyici sonuçlar yaratır. Büyük miktarda sermaye girişi tüketim ve yatırım harcamalarında artışa, büyüme ve enflasyon 103 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM oranının yükselmesine, önemli miktarda sermaye çıkışı ise harcamaların daralmasına, büyüme ve enflasyon oranının gerilemesine yol açabilir. Ülkenin rekabet gücünün artması, gerek cari işlemler dengesi, gerekse de bütçe dengesini olumlu yönde etkileyebilir. Ekonominin aktörlerinin beklentilerinin olumsuzlaşması halinde, hedeflenen büyümenin gerçekleşememesi, işsizlik ve enflasyon seviyesinin beklenenin üzerine çıkmasına yol açabilir. Ekonomide öngörülenin üzerinde bir daralma, vergi gelirlerinin beklenenin altında kalmasına yol açarak, bütçe açığının ve borçlanma ihtiyacının artmasına yol açacaktır. Finansman açığının büyümesi ise reel faizleri yukarı itici bir baskı oluşturacaktır. Beklenenin üzerinde aşırı büyüme ise, ilk etapta vergi gelirlerini olumlu yönde etkilese de, enflasyonist baskının artmasına neden olmasından dolayı, orta vadeli beklentileri olumsuz yönde etkileyecektir. Bu arada, ham petrol fiyatlarının yükselmesi gibi global dengesizliklerin dışı açık bir ekonomide yaratacağı olumsuz etkiler göz ardı edilmemelidir. Cari İşlemler Açığı'nın beklenenden fazla olması halinde, bu açığın yaratacağı belirsizlik ve tedirginlik bono faizlerinin yukarı yönde hareket etmesine yol açar. Eğer, cari işlemler açığındaki sapmanın yaşandığı dönemde, ülke ekonomisi aynı zamanda dış borçlanmada da zorluk çekiyor ise, bu durumda cari işlemler açığının finansmanı iç borçlanma yoluyla bulunacak kaynak ile finanse edilecek etmektir ki; bu durumda iç borçlanma maliyetleri bir kat daha artacaktır. Net sermaye girişi olmaması halinde, cari işlemler açığının büyümesi döviz rezervlerinde daha yüksek bir erimeye yol açacaktır. Fiyat istikrarı korunamıyor ise, yerel para hızla değer yitiriyor ise, yabancı para talebi ve tüketim harcamaları artış eğilimi gösterir. Kısa vadeli dış borçların döviz rezervleri aleyhine artış eğilimi göstermesi, ekonominin aktörlerinin beklentilerini olumsuz yönde etkiler. Maliye Politikası'nın başarısı makro dengeleri tesis etmek açısından önemlidir. Bütçe açığının büyümesinin engellenememesi halinde, kamu kesimi borçlanma gereğinin artması, sonraki yıllardaki bütçe gerçekleşme beklentilerini de olumsuz yönde etkiler. Enflasyon ve büyüme hedeflerindeki olası sapmaların bütçe büyüklükleri üzerindeki etkileri göz ardı edilmemelidir. Bütçe performansı açısından gelir hedefinin yakalanması, harcama disiplini kadar önemlidir. Büyüme hızının beklenenin altında gerçekleşmesi veya bir ekonomik kriz sonrasında şirket karlarının ve tüketim harcamalarının azalması nedeniyle bütçe gelirlerinde olası sapmalar, bütçe harcamaları disiplini için ek önlemleri gündeme getirebilir. Aksi taktirde, bütçe açığı hedefi sapma gösterecektir. 4.7 Ekonomi Politikalarının Belirlenme Mekanizması Genellikle toplam talebi değiştirme açısından maliye politikasının para politikasından daha etkili olduğu kabul edilmektedir. Çünkü para politikasının toplam harcamaları etkilemesi, ancak yatırımlar yoluyla, yani dolaylı biçimde olmaktadır. Oysa maliye politikasında bu 104 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM etkiler dolaysızdır. O bakımdan bazı durumlarda para politikasının dış denge, maliye politikasının da iç denge amacıyla kullanılması daha uygun olabilir. 4.8 Enflasyonist Uygulamaları Ortamda Para Ve Maliye Politikası Enflasyonun kontrol altına alınmasında para-maliye politikası tartışması gündeme gelmektedir. Keynesciler enflasyonun kontrol altına alınması için para politikasının tek başına yeterli olamayacağını, daraltıcı maliye politikasının da gerekli olduğunu savunurlar. Monetaristler ise daraltıcı maliye politikasıyla dar para politikasının aynı anlama geldiğini ileri sürerek önce parasal genişlemenin durdurulması yönünde bir politik iradenin oluşturulması gerektiğini söylerler. Monetaristler, hükümetlerin bilerek ve isteyerek kamu kesiminin ekonomide ağırlığını yükselttiklerini ve bu yüzden enflasyonla mücadelede başarısız olduklarını savunurken, Keynesciler maliye politikaları kamu açıklarını daraltma amacına yönelmediğinden, enflasyondan çıkılamadığını söylüyorlar. Dünyada günümüze kadar uygulanmış en yaygın iki enflasyonla mücadele programı modeli, Ortodoks ve Heterodoks anti-enflasyonist program modelleridir. (Ayrıntılar için slaytlara bakınız) (Bknz. Slayt 11, Slayt 12, Slayt 13, Slayt 14, Slayt 15, Slayt 16, Slayt 17, Slayt 18) 105 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 106 TSPAKB