1. DiN HiZMETLERi · SEMPOZYUMU

advertisement
1. DiN HiZMETLERi
· SEMPOZYUMU
(3-4 KASIM 2007)
C iL T 1 ·
Diyanet Işleri Başkanlığı Yayınları: 763
Ilmi Eserler: 124
•
/. Din Hizmetleri Sempozyumu
•
Editör: Dr. Mehmet BULUT
•
Grafik-Tasarım: Cevdet DOGAN
•
Baskı: Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi
Ostim Örnek Sanayi Sitesi 1. Cad. 358. Sk. No: 11 06370 Yenimahalle/ANKARA
Kasım
•
2008, ANKARA
•
2008-06-y -0003-763
ISBN ~78-975-19-4374-3 (tk. No)
978-975-19-4376-7 (1. c)
•
© Diyanet Işleri Başkanlığı
•
Iletişim Adresi
EskişehirYolu 9. Km. Çankaya/ANKARA
Tel: 0312 295 72 94- Faks: 0312 284 72 88
diniyayinlar@diyanet.gov.tr
554
1
lı. Din Hizmetleri Sempozyumu
i
Post/Modern Bir Köyde Dini Olanın Açılım İmkanı,
Stratejileri ve Dili
~
Yrd. Doç. Dr.
Şevket
YAVUZ*
Yekpare ve tek boyutlu duygusal bir yaklaşım kolay genellerneleri ve çifte standartları perçinler hep; yoksa medyadaki haber başlıklarının ardındaki tarihin,
sebeplerin ve illiyetlerin "kim"ini ve "niçin"ini kavrama hususundaki çabalara
kesinlikle katkısı olmaz. Şu bir gerçek ki; seçici analizler hiçbir zaman hikayenin
tamamını yansıtamaz; Müslüman tavrının, olayların ve faaliyetlerin tam bağla­
mını sunamaz ve Müslümanların uygulamalarındaki çeşniliği açıklayamaz ...
Sonuç itibarıyla; İslam ve İslami uyaruş "islam, Batı'ya meydan okumakta", "İs­
lam' ın Modernite ile savaşı" veya "Müslüman öfkesi," aşırılığı, fanatizrni ve terörizmi şeklindeki basmakalıp yaklaşırnlara kolayca indirgenebilmektedir... Seçici (ve dolayısıyla da tarafgir) analizler aslında cehaletirnizi güçlendirmekte;
yoksa bilgimizi değil; anlayışımızı genişleteceğine bakış açımızı daraltınakta; yeni çözümlere açılma yerine problemleri giriftleştirmektedir (Esposito, The
Islamic Threat, 1999: 219). 1
1.
Giriş
ve Metodolajik Çerçeve
Modem zamanlara eşlik eden en önemli özelliklerden biri şüphesiz kapitalin/sermayenin hem sebebi, hem de sonucu olan teknolojinin varlığı, varlık kategorilerini (zaman, mekan, illiyet), bilgiyi ve davranış kodlarını yeni ve farklı bir formda ve
açılımda inşa etmesidir. Teknolojinin değişik türevlerinin özellikle başta zamanı ve
mekanı "dürmesi" (tayy-ı zaman ve mekan), bilgiyi kendi kalıplarında üretmesi şu an
içinde bulunduğumuz zaman diliminde dini alanın maruz kaldığı en önemli meydan
* Onsekiz Mart Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretinı Üyesi.
Jolın L. Esposito, The Islamic Threat: Myth or Reality? (New York-Oxford: Oxford University
1
Press, 1999; Third edition), 219. Kitabın ilk yayımlandığı tarih ile l l Eylül2001 fenomeni arasındaki ilişki gerçekten manidar.
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Bab Ülkeleri lle Mukayasesi
1555
okumalardan biridir. Bu meydan okuma teolojik veya alddevi eksenli bir durum değil
-mesela Hıristiyan teolojik argümanlan hiç değil-; aksine günlük hayatta dini olanın
metalaşbnlması (commodification), barkotlandınlması, kadastrolaştınlmasıdır. Bunlara ilave olarak özellikle ll Eylül fenarneni ve bu fenomenin ürettiği temel çerçevelerin başta, daha doğrusu yegane, hedefinin İslam ve müslüman toplumunun olduğu
artık y~dsınamaz bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır; nitekim "her
müslümanın terörist görülmediği; ama her teröristin müslüman kabul edildiği" bir
zaman diliminde gerek cami içi irşad ve tenvir faaliyetlerinde, gerek cami dışı tebliğ ve
akademik çalışmalarda ne tür bir dil kullanılabileceği, hangi stratejilerin takip edileceği önemli problem olarak bugün karşımızda durmaktadır. Diğer bir ifade ile: Hem
Post/modem süreçlerde, hem de ll Eylül fenomeninin ördüğü anlam hevenkleri
içinde dini olanın temsil, tebliğ ve taliminde ne tür metotlar ve stratejilerin takip
edilmesi gerektiği ve hangi çeşit bir dil kullanılması icap ettiği artık günümüz
müslümanının maruz kaldığı önemli sorunların başında gelmektedir. 2
"Alemlere rahmet olarak gönderilen" bir peygambere vahyedilen bir dini bu iki
tarihsel durum karşısında bu dinin dilinin ve stratejilerinin genel parametrelerini şu
noktalarda toplamak müınk:üridür: (a) Savunmacı ve özür dileyici olmayan bir dil ve
anlamlandırma metodu (episteme); (b) Modernist paradigmadaki geleneksel olanın
başında kabul edilen dine verilen statüye göre işleyen bir mantık sUsilesinin açık
ve/veya kapalı kodlamalarından uzak bir metodolajik dil; (c) Külli kategorileştirme­
lerden ırak bir din dili (i. Dahili ü. Harici); (d) Öteleyici (cinsiyet, statü, sınıf, vb.) ve
ötekileştirici (din, etnisite, bölge, vb. ) olmayan kuşatıcı ve kucaklayıcı bir mana dili.
Bu çalışmanın bu bağlamda temel tezi de bunlara bağlı olarak şudur: Post/modem
bir köyde ve terörize edilmeye teşne bir halette İslam'ın mesajını "asrın idrakine söyletecek" tavır; savunmacı ve özür dileyici olmayan bir dilden, değer skalasında "Modem" olan karşısında alt hiyerarşiye atılmış bir hrueti aşmış bir dilden, külli ve kategorik yargılamalardan uzak bir metodolojiden ve nihayet farklılıklan İslam mesajının
"yaratılış kardeşliği"nde kucaklayan müjdeci bir metot ve metodolojiden geçer. Çalışmanın sorusu da yukarıdaki tezimize bağlı olarak şöyle ortaya konulabilir:
Post/modem bir dünyada dini olanın genelde, İslam'ın özelde açılım iı:nkı1nı, dili ve
stratejileri nasıl olmalıdır? Post/modem süreçlerde ve ll Eylül fenomeni sonrası tarihsel durumda İslam evrensel ve müjdeci mesajını nasıl, ne tarz ve hangi boyutlarda
(küresel ve yerel) ortaya koyabilir?
ll. Post/modern Bir Köyün Genel
Kodları
ve Dini Olanın Tarihe
Dönüşü
1. Post/modem Bir Köyde Dinin imkanının imkansızlaştırılması
Tarihsel bir süreç ve durum olan küreselleşme, dünya ekonomik sisteminin (Modem Dünya Sistemi) ve onu temsil eden endüstri sonrası toplurnların (post-industrial
society) ve da)ıa çok politik-ekonomik "merkez"in, büyük oranda modüle ettiği ve
2
AsafHusayn, Beyand Islamic Fundamentalism (Leicester: Volavaoo Press Ltd., 1992), 25-41.
556 11. Din HizmeUeri Sempozyumu
genel parametrelerini sürekli ayarladığı bir süreçtir. Turizm, dünya sporlan, iletişim
ve bilişim, küresel pazann inşası (McDonaldlaşma), AİDS, insan haklan, terör, vs.
kanallarla derin bir küresellik bağlamlan ve ağlan tesis edilir. Küreselleşmenin menfi
tarafı olan politik-ekonomik dönüştürme projesi, öyle görünüyor ki, sosyo-kültürel
şekillendirio ve yeniden inşacısı olarak Postmodernizmi de projenin tamamlanması
için bir malzeme (tool kit) olarak göreve çağırır. Bu proje ile Modem Dünya Sistemi'nin madde eksenli ve "sekülerleştirilrniş-ama-meta:fizik imajlı altyapılan" tesis
edilerek, hem küreselleş/tir/menin başlatıcı ve uygulayıcı faillerinin dünya üzerindeki
kontrolünün kavramsal ve doktrinsel postulatlan temin edilir, hem de reel dönüştür­
me stratejileri ve teknikleri inşa edilir. Bu dairevi dönüştürme ve ötekileştirme süreçleri birbirini tamamlayarak mevcut yapının ve sistemin devamlılığını tahkim eder görünüyor.
Genel olarak, küresel sürece katılan bir toplumda geleneksel olan ne varsa; başta
dinsel inanç ve mensubiyetler, bir problem teşkil eder hale gelınektedir. Küresel süreçlerin sosyo-kültürel ve manevi tayin edicileri de Postmodernizmin büyük anlatılan
anlamsız kılan diskurunda adeta barkatlanarak tüketilir. Sahih ve güvenli kabul edilen
her dayanak, her çerçeve, neredeyse her açılım sulandırılarak veya diğer bir ifade ile,
içerikleri boşaltılarak sekiller kodlarla kadostralaştırılan zaman ve mekana yayılır. Ve
insanların gündelik hayatlarını metalaştınp yeni "seküler" kutsallarla daldurarak devamlılığını perçinler. Manevi olan; bir yandan flu bir mantığın flu bağlar anaforunda,
bir yandan da marketin nesneleri kalıplara dökerek azaltan haletinde savrulur durur.
Bu savruklqkta dinsel inanç ve pratikler toplum tarafından alakasız çoğu zaman irrasyonelliğin ötesinde anlamsız bir mahiyette görülebilmektedir. Bazen de insanlar bir
inancı benimseyeceği veya reddedeceği zaman gündelik ihtiyaçlan açısından uygun
olup olmadığına bakma refleksini adeta "otomasyon"laştı.rıİlar.
Sosyo-kültürel bir düzeneğin kavramsal ve yapısal çerçevesini ifade eden
Postmodernizm ve bu çerçevenin ekonomi politiğini ifade eden küreselleşme şu hususlan önceler görünüyor: (1) Çok kültürlülük ve çoğulculuk; (2) Bu çoğulluğun sürekli bir üretim, tedavül ve tüketim mekanizmalanna tabi olınak suretiyle değerleri,
inançları ve her çeşit katılığı yumuşatıp buharlaştıran bir tüketim kültürüne tahvili;
(3) Öte yandan, her türlü çoğulculuk söylemlerine rağınen yerel ve yerli geleneğin
otantikliğine ve bu otantikliğin muhafazasına imkan verecek durumu açık ve/veya
gizli yollarla kapaması; (4) Tüm çoğulculuk iddialanyla çakışan bir "öteki"nin söylem
ve pratiklerde, düşünce ve teorilerde sürekli üretimi. Bu hususlar beraberinde "üçüncü
dünya ülkeleri" olarak daha önceden varlık skalasında alt kategorilerde varlık ve varoluş serencarnı karmalaştırılanlann; diğer bir ifade ile ötekileştirilenlerin kendilerini
"sahih" yollarla tekrar tanıma, tanımlama ve kimlik şifrelerini kodlamaya giden
manevi yollarını kayganlaştıncı ve buharlaştıncı bir haleti ürefu3 ve bu haleti sürgit
3
Alan Gılbert -Josef Gugler (1992), Cities, Poverty and Development. (Oxford-New York-Toronto:
Oxford University Pres, 1992), 32.
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Batı Ülkeleri lle Mukayasesi
1557
bir küllinin kuşatıcılığına rapteder.
Küresel markete sürülen metalar ve metalaştırılan kutsallar, hem kendi fonksiifa ederek yeni "ekonomik teolojiler" kurarken, hem de m uhatap dinin ifade
ve temsillerinin içeriğini boşaltır. Bu kurma ve boşaltma fertte ve sosyal dokuda gayeye uygun vakurnlar yaratırken, özel olarak bireyde flu mantık süreçleri (fuzzy logic)ni
inşa ederek, ferdi kendinden, toplumdan, kültür ve gelenekten, tarihten, mekandan ve
yaşadığı çağdan kopanp yabancılaştıru. Bu yabancılaşma hemen her şeyi birbirine
bağlayan ''bağlam" (sıla) ve "bağ"ı (akide) kopanp attığı gibi, bu bağlanun ve bağın
daimi hatirnesi olan meta-tarihsel gayeyi de parçalayarak, materyal bir teleolojiye
dönüştürür. Kendi deruni aleminde paramparça edilen fert, sosyal planda artık herhangi bir ''bütiinleşmeye" (cann-ictima'-cenıiyet) gidecek süreci, kendi şuur altı ve
şuur dinamiklerinde kilitlenıiştir. Atomize edilen/cüzleştirilen veya paramparça edilen
birey, artık globalleştirilen kozmosta yapayalnız, dayanaksız ve barınaksız bir
"postmodern mistik" gibi "küresel manastır"da savrulur durur. Görünen o ki, bu
varoluşsal (existential) ve anla/nı/yış/nılandırma (epistemic) eksenli savrulma beraberinde, varlığın, varoluşun ve anlam ağının kendileri tarafından dizayn edilen "merkez"in ürettiklerinin "gönüllü tüketiciliği"ne ve "ucuz işçiliği"ne soyunınayı kolaylaş­
tıran bir süreci başlatır.
yonlannı
Post/modem bir dünyanın kutsal kodlannın mücessenıleşen ifadesi olan
"Madonna kültü" ve onun yerel taklitleri, şuur altı ve şuur eksenli anlama ve manalandırma dinamiklerini ve bunların alakasını inşa eden ağlannı (episteme) sekiller
kutsallar ile dokur. Flu mantığın da fonksiyonuyla fert, McDonaldlaşan markette,
kendi inanma, ümit etme, yüceitme gibi şuur altı ilıtiyaçlannı ve temayüllerini tahnin
edecek manayı, üretilen-yeniden inşa edilen-tüketilen meta pazannda aramaya koyulur. Kısaca, sosyo-kültürel sistemler üzerinde kitle tüketim teknolojilerinin etkisi artmış; barkatların hegemonil< açılınılan ile küreselleş/tiril/miş bir dünya toplumunda
gündelik yaşam ve dini alan metaların bir parçası haline gelmiştir. Küreselleşen kapitalizmin, ister sosyal tonlu olsun (Avrupa'da olduğu gibi), istersen materyal ve tamalı
ekseninde dönsün (Amerika'da olduğu gibi) döngüsel olarak ortaya koyduğu tüketim
kültüriinün sebep ve sonuçlanyla ilgili olarak ortaya çıkan sekülerleşme (materialization of everyday life) birdinin gerilemesiyle, hükünılerinin doğru veya yanlış olması ile
uğraşmasa da dinsel yaşamı içine almaktadır.
Diğer bir ifadeyle, küreselleş/tir/me ve Post/modem süreçler; inşa edip, tedaville
sürgit soktuğu sembolleri ve prototipleriyle, "Madonna kültü"nde olduğu gibi, direkt
olarak klasik dini geleneklerin dogmalarına, doktrinlerine, ritüellerine, vb. meydan
okumamakta; fakat dini mana ve gayenin konumlandığı şuılraltı ve şutır süreçlerine
talip olarak, şuuraltı ilıtiyaçların (ümit-korku, sevgi-nefret, kızma-acıma, vb.) koşul­
landığı ''bağlanma" esasını parçalamakta, çözmekte ve onu kendi çözünıleyici haletinde yeniden inşa etmektedir. Dolayısıyla, gündelik hayatın metalaşması, tüketim kültürünün belirleyiciliği altında inançlar, değerler ve mana şifreleri bireysel ve toplumsal
558 11. Din Hizmetleri Sempozyumu
şuur
süreçlerinden ve pratik tezahürlerinden her an buharlaşıp yok olma tehdidi ile
karşı karşıya bulunmakta ve gaye iptal edildiği için de, bir dine inarunak da neredeyse
anlamsızlaşmaktadır. Bir dine inanıldığı söylense bile bu çoğu zaman bu söz sadece
bir söylem olmaktan öteye geçememektedir. 4
Öte yandan, sembolleri ve düşünce kodlarıyla Post/modem süreçler aynı zamanda kendine has zaman, mekan ve ritüeller de inşa eder. Zamanın, "McDonald" fenomeni içinde ürettiklerini tüketmeye endeksli yapısında hız, alışverişin ve tüketimin
keyfiyetiııe göre hızlanır veya yavaşlar. Mekan veya mabet de ''büyük kapalı çarşı"nın
maddi kutsiyetiııde modellenir. 5 Bu "tüketici haz kubbesi" (consumerist pleasure
dome) ve bu kubbeniıı altında satın alma ve tüketme ritüeli, Post/modem dünyanın
küresel düzeneklerinin en önemli mekansal ve ritüel boyutudur.6 Nasıl ki, kapalı mekanda zaman "ötelenmiş"tir, aynı şekilde Post/modem mekanda da zaman, tüketimin
hızına göre yeniden kurgulanır.
Küreselleş/tiril/en Post/modem bir toplumda artık kurgulanan medyatik "kahramanlar" (Madonna, Michael Jackson [artık aforoz edilse de], gibi), ve sekiller-amakutsal "nesneler" (Coca Cola, McDonald ürünleri, gibi) üretilen ve hızla popülerleşen
figiirler dinsel figiirlerden daha fazla giiııcelleşmekte ve özel vurgularla giiıılük hayatta
karşımıza çıkmaktadır. "Merkez"in teknolojisi ve ürünleri, merkezin değerleri ile
birlikte, önce veya akabinde küreselleşen pazara geldiğinden, "çevre"leştirilenlerin
marketi, merkezin hem materyal üretim ağının, hem de fikri, bilinçsel ve inançsal
üretim kulvarının açık ve daimi mekanı halini almaktadır. Bu beraberinde, bir bireyin
veya milletin hür ve bağımsız olma dinamik ve reflekslerini anomalileştirerek,
''bağ/un/lı bir şuur ve refleks" inşa etmekte; dolayısıyla "çevre", "merkez"in ürettikleriyle (maddi ve manevi) yetinip, çizilen "kader"e rıza göstermekten başka yol ve yordamı inşa edememekte ve yeniden yükseliş manivelasını oluşturamamaktadır.
Bu ''bağ/un/lı" şufu ve refleks de, globalleştiren merkezlerin adına ve lehine onlaadeta ebedi mülkü olan ideallerin -pax, medeniyet, demokrasi, modernite, vb.kutsarunasını hayranlık formlarında "cevap üretme" (respond)ye yol açmakta; bu da
"çevre"de tutulanların kendi değer ve dinanıiklerine yabancılaşma sürecini körüklemekte. Öyle görünüyor ki, McDonaldlaşan pazarda/çevrede mana, inanç ve sosyal
arenada açılan gedikler, "çevre"niıı gelenek ve tarihinden kopmasına, manevi ve
akidevi dinanıiklerinden soğumalarına ve hatta sonuçta kimliklerinin şifresini inşa
rın
süreçler ve durumlarda dini-kültürel kimliği yeniden arama refleksleri ön
plana çıkar. Bu hususta bkz. Akbar S. Ahmed, ]innah, Pakistan and lslamic Identity: The Search
for SaZadin (London & New York: Routledge, 1977; reprinted 2000), özellikle 171-244.
5
Prototipierine özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde rastlanan devasa alışveriş merkezleri, mall veya
department store'Iar. Bu mekanlar artık modern zamaniann tekkeleri (ilk uğrarulacak yer olması
itibarı ile) ve zamanı tüketine mahalleridir.
6
Akbar S. Ahmed- Hastings Donan, Islam, Globalization and Postmodernity. London- New York:
Routledge, 1994), 199-200.
4
Kutsalın profanlaştığı
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Batı Ülkeleri lle Mukayasesi
1559
eden dinden tamamen uzaklaşmalanna yolunu aralamaktadır.7
öyle görünüyor ki; politik-ekonomik açıdan yeniden örmeyi öngören küreselve ona eşlik eden zihinsel ve kavramsal yeniden kurgulamayı öneeleyen
sosyo-kültürel bir proje olarak Post/modernizm sonucu, genelde klasik din mensuplan,8 özelde ise İslam toplumu, ciddi "kimlik parçalanması ve bunalımı"na muhataptır.
Mesela, ';globalleştirilıniş" sembollerin sürümü ve tüketimi sonucunda müslümanlar
şehirlerinde, evlerinde, arabalannda, radyo ve televizyonlannda, vb. "merkez"de üretilen ürünleri, çoğu kez kendilerini neden sırf"gönüllü tüketiciler" olarak bulundukları
hususunda herhangi bir sorgulamaya tabi tutmaksızın -mesela sadece adını "sünnetleyerek yerelleştirme" gibi- kullanmakta ve tüketmektedirler.
leşitir/me
Öte yandan, Post/modem bir köyde kadim geleneksel dinlerin kutsallanna göre
kendini konumlandırmaya çalışan bireyi ne orada ne burada bir halette konumlandı­
rır. Ne "kolektif hatıralar" artık o kadar önemlidir ne de "tarihsel söylemler" tam bir
gerçekliğe karşılık gelir. Her ne kadar "(k)utsal sekiller olanın içinde değil; aksine
kendi derinliğinde ve mehazında" 9 olduğu ifade edilse de, kutsal olan ile profan alan
garip bir birliktetikte varlığını sürdürür. Birey şuuraltında paramparça edilen hatıra,
algı, değerler ve tasavvurlanyla varlık ve kimlik şifrelerini öznesi olmayan k:ülliler
içinde kaybetmekte, sanal olanın otantiklik iddialan altında sahihlik tanımar olmaktadır.
2. Dinin ve MedeniyetinImkanlarını Kuşatmak: Dinin Canlanış Maceraı ve
Terörize Edilen islam/Müslüman/islam Medaniyeti
Tüm küreselleşme diskurlannın ve sosyo-kültürel bir süreç ve fenomen olarak
Post/modernizmin pratiklerinin tüm eşitlikçi, çoğulcu, demokrasi vurgulanna rağ­
men garip bir paradaksun emperyal bir proje ekseninde göreve çağrıldığı gerçeği ile
insanlık bugün karşı karşıya. Bu proje de sekiller-ama-kutsal eksende yoğrulan bir
ideoloji olan "teröroloji" ve onun "ötekileştirdikleri"nin küresel-hatta-Post/modem
bir köydeki acınası durumunu adeta meşrulaştırır. Bugün ilginç bir mantık oyunu ile
"her teröristin müslüman olmadığı; ama her müslümanın terörist görüldüğü" bir
köyde insanlık yaşamak durumunda. Bu tarihsel durum; aslında bir yandan son çeyrek asırdır adeta "Tann'nın intikaını"m tarihten alan bir tarzda tarihe ve zamana dönüş sürecine giren dinin ve dini olanın açılım süreçlerine şahitlik etmekte. Bu noktada
şu soru sorulabilir: Acaba dini olan dönüş maceraının serencamından güç ve otoriteyi
birkaç asırdır ellerinde tutan "merkez"in bir endişesi mi var da ısrarla dini tecrübenin
en ideali ve son otantikliğini temsil eden bir dini ısrarla "terörize" ederek tarihten
7
Husayn, 25-36.
Bu hususta bkz. Bryan S. Turner, Oryantalizm, Kapitalizm ve İslam, çev. Ahmet Demirhan (İs­
tanbul: İnsan Yayınlan, 1991).
9
Niels C. Nielsen, Jr. Fundamentalism, Mythos, And World Religions (New York: State U ni. Press,
1993).
8
560
lı. Din HizmeUerl Sempozyumu
kaçırınaya çalışıyor?
Neden şimdi ve bu zamanda bu ötekileştirme cereyan etmektedir? Ve yine neden emperyal ve küresel birtakım hedef ve idealler hep "medeniyet"
gibi külli olana raptedilerek tedaville sokuluyor? "Tanrı'yı öldüren" bir dünya neden
ısrarla "Tanrı'nın elini kıyamete zorlayacak" süreçleri talıkim ediyor? Ve neden
müslümanlar hep ötekileştirilip, varlıkları değer hiyerarşisinin alt katmanlarında karmalaştırılanları temsil etmek zorunda?
Modernizmin tüm evrensellik iddiaları ve bu iddiaların akıl, sanat ve etik ekseninde varlığa ve insanlığa Modem öncesi zamanlarda yaşanmayan bir saadet ve huzur
getireceğini dillendiren geleceğe endeksli "altın çağ" projelerinin gerçekliğinin dddi
manada tükendiği I. ve II. Dünya Savaşları ve onları takip eden Soğuk Savaş, Vietnam
Savaşı, I. ve II. Körfez Savaşları vb. sonucunda insanlık varlık olarak maddenin hengamesinden mananın kuşatıcılığına ve irrasyonel oluşuna adeta koşarak gitti.
Moderııitenin ve onun epistemik (anlam ve anlayış) örgüsünü ifade eden Aydınlanma
Dönemi (1650-1796)'nin öngördüğü rasyonalite ve "aklın aygıtsal kullanımı"
(instrumental reasoning) aslında "irrasyonel olan"ın önemini, yaratıcılığını ve fedakarlığını adeta insana yeniden hatırlattı. Savaşlar, egoizm, hodbinlik, hazcılık veya kısaca
insani olanın yalııız beşeri alana hapsedilişi, manaya olan susamışlığı, dini olana akacak sosyal haleti adeta mahmuzladı. Ve din tekrar tarihe dönüş emareleriııi göstermeye başlar veya daha doğrusu epistemolojik ve teleolojik kıırgusu itibarıyla aynı paradigma üzerine oturan _iki "sanal" düşmanın (kapitalizme karşı komünizm veya sosyalizm) taraflarından birinin diğeri tarafından katarılan yakıtının tükenmesiyle ideolojik
olarak men-suplarının veya kutuplara ayırdıklarının öylece ortada kalakalması durumunda di~] olanın kendini yeniden zoraki tarihte bulınasıdır adeta yaşanan insanlık
tecrübesi. Yalııız buradaki sorun şu idi: Metafizik tonu ağır olan ve dini tarihin ötesinde var kılmaya çalışan bir dini tasavvur ve tecrübe ile dini; hem bu dünyanın, hem
de ötelerin anlamını ve anlarnlandırılınasını mümkün kılan ve varlığın ve varoluşun
gayesini iki dünyaya verdiği dengeli değer sebebiyle en ideal tarzda konumlandıran bir
dinin (İslam) bu süreçteki rolü ne olacaktı? İnsanların günlük hayatlarıyla hemhal
olan bir dini geleneğin dayandığı bu teolojik ve pratik tavrıydı aslında mevcut "merkez"in rahatsızlığı. Veya diğer bir ifade ile politik-ekonomik-askeri-sınai kompleksin
üzerinde varlığını sürdüren "merkez"in ve ona bağlı "yarı merkez"in, "çevre" ve "yarı
çevre"de olup bitenleri kendi emperyal ve hegemonik çıkarları açısından tehdit edebilecek yegane diskuru ve tarihsel pratiği öneeleyen yegane din olan İslam idi ve bu
dinin inşa ettiği medeniyet dairesindeki "dini canlanma" "ön alıcı darbeler" ile tüketilmeliydi. Bunun için de bu canlanmanın "sanal" !virtual olanları üretilerek medya
desteği, emperyal diskıırlar ve teknolojilerle dünya "spritüel pazarı"na sürülıneliydi.
Bin Ladin'den Taliban'a uzanan çizginin arka plclııı bu şekilde okıınduğunda mensuplarının bazılarının gerçekten de dini olanı yeniden inşa ettikleri heyulasına
inandırılınış ol~a da- adeta şöyle bir durum ortaya çıkınakta: Zaten birkaç asırdır içinde bulundukları girdabın yarattığı telaş psikolojisi ile kendini tarihte ve coğrafyada
tam olarak .ifade edemeyen müslüman toplumlar, ideolojilerin tahakkümünün tü-
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Batı Ülkeleri lle Mukayasesi
1561
kenıneye başladığı bir zaman diliminde bu sefer de "sanal" olarak kendilerinin olduğu
iddia edilen ifadeler veya "medeniyet içi olası tezahürler" ile bir başka kolektif telaş
psikozuna düşmektedirler. İşte bu tarihsel durum bugün müslüman toplumların maruz kaldığı en büyük ve kuşatıcı meydan okumalardan birisidir.
Tam bu konjonktürde, çalışmanın başında da ifade edilen tezi müteradifleriyle
ifade edecek olursak: Post/modem bir köyde veya "duvarları kalkan bir sınıfta"
terörize edilmeye teşne bir haletle İslam'ın mesajını "asrın idrakine söyletecek" tavır;
savunmacı ve özür dileyici olmayan bir dilden, değer skalasında "Modem" olan karşı­
sında alt hiyerarşiye atılmış bir haieti aşmış bir haietten, külli ve kategorik yargılama­
lardan uzak bir metodolojiden ve nihayet farklılıkları İslam mesajının "yaratılış kardeşliği"nde kucaklayan müjdeci bir metot ve metodolojiden geçecektir.
lll. Post/modern Bir KöydeDinin Açılım Arayışları: imkan, Dil ve Stratejiler
Denemesi
Prensip olarak hiçbir klasik dinin şiddet ve terörü öngörmediği hakikatinden hareketle, ll Eylül fenomenini ve onun dayandığı "teröroloji" ideolojisinin doğasını
deşifre etmek önemli bir vazife olsa gerek. Modem zamanlarda yaşananların aksine,
tarihin hiçbir döneminde yeraltında olana göre yerüstündeki varlık, oluş ve fenomenlerlu ötekileştirildiği görülmedi. Öyle görünüyor ki, küresel güç merkezlerinin şiddetle
ihtiyaç duydukları enerji kaynakları ve enerji koridorlar ve dahi bunların güvenlik
altında tutulması ilgiverant kavgasının özünde yer almakta ve buna göre dini-teolojik
kurgular devreye sokulmakta. Bu kurgularla, hem geniş halk kitleleri, dinin bütüncül,
kuşatıcı ve sorgulanamaz karakteriyle kuşatma altına alınınakta, hem de mevcut güç
kombinasyonları sorgulanmadan varlıklarını ve kuvvetlerini tahkim etmektedirler.
Kurgulanan bir sekiller teoloji, güç kombinasyonlarının ortaya koydukları söylem,
pratik ve kurumlarıyla din ve medeniyet eksenli tavır belirlemekte; bu tavra da yine
din ve medeniyet eksenli reaksiyon gösterilmekte. Sonuç ise, insanlığı hızla felakete
götüren süreçlerin çığ gibi büyütülmesidir.
Bu noktada, ''bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmeye karşılık geldiğini"
bir barış ("i"slam) muştusunun ve buna bağlı insanları ötekileştire­
rek terörize eden güç kombinasyonlarının gerçek amaç ve hedeflerini deşifre etmek
aslında Post/modem bir köyde dinin açılım arayışlarına da ipucu verecek mahiyettedir. Buradan da iki asırdır tanımlanan, kategorilere ayrılıp parsellenen, varlıkları dinleri ile kadostralaştırılan Müslümanlık ve Müslüman toplumunu edilgen durumdan,
etken ve kurucu bir aktör halinde yeniden inşa etmek gerektiği hususu bir fariza olarak ortaya çıkar. "Sanal" aktörlerin tarihsel sorumluluklarını da göz ardı etmeden
şunu ifade etmek mümkün görünüyor: I. ve II. Körfez Savaşları ve Teröre Karşı Savaş
(War-On-Terrorism) vb. adlarla "merkez"de kotarılan savaş ekonoınisi teknolojileriyle
Müslüman toplumların tarihe anomalik bir tarzda değil de normal ve kendi din ve
medeniyetinin tüm ifade kodları (a. Temsiller; b. Tezahürler) ile tarihe dönüşünü
geciktiriliyor adeta. İşte bu noktada teziınizi yeniden dillendirecek olursak: Post/ moısrarla vurgulayan
562
Jı. Din Hizmetleri Sempozyumu
dem bir köyde dini olanın açılım iınkanı., stratejileri ve dili şu şekilde olmalıdır:
1. Savunmacı ve Özür Dileyici Olmayan Bir Dil ve Anlamiandırma Metodu
(Episteme)
Tarihin değişik dönemlerinde de bazen rastlansa da özellikle Aydınlanma Dönemi ile entelektüel boyutlan şekillenen Modernite'nin yarattığı tarihsel durum, Müslüman toplumlan bir şekilde "özür dileyici" 1 apolojetik bir ha.Iete sürükler. Bu ha.Iet,
Osmanlı'nın çözülme dönemlerinden başlayıp çöküş devirlerinde daha da bariz bir
şekilde ortaya çikar. ll Eylül2001 fenomeninden sonra da müslüman birey ve toplumlar özür dileyici bir psikolojiyi sürekli taşıyorlar. Kendileri adına üretilen ve tedaville sokulan "sanal" ve "emperyal" teknolojilerin ürünü olan "İslam prototipleri" ile
kendi aralannda mesafe yaratmak için müslümanlar bugün adeta özür dileyici bir
ha.Ieti bir karakter haline getirmiş bulunuyorlar.
öyle ki; küreselleş/tir/menin hızlandığı özellikle geçen asrın son on yılında dünya
küre ölçeğinde alt-üst oluşlara ve tahavvüllere sahne oldu. Soğuk Savaş'ın bitişi, "çift
kutuplu" bir dünyadan "tek kutuplu dünya"ya dönüş, asırlarca Batılı şuuraltındaki
"barbaroi" vasıflı "öteki"nin Islamofobia ile kıvamlanarak üretilmesi geçen asrın son
·on yıllık kısa bir maceraı olarak sayılabilir. İçinde bulunulan yüzyıl, bu derin dönüşüm sancılarına çok daha vahim sonuçlar açacak bir facia ve onun getirdiği talihsiz bir
süreç ile tanıştı: ll Eylül fenomeni. Bu fenomenin -olay ve hadiseden öte-, epifanileri;
Irak ve Mganistan örneklerinde olduğu gibi, müslüman toplumlan ve İslfımi geleneği
daha çok <!erinden etkilerneye devaın edecek görünüyor. Bu tarihi fenomenin tezahürleri (terÖre küresel savaş, ön alıcı darbeler, vs.) sekiller bir ideolojiyle kutsanır ve .
meşrulaştırılır. Bu süreçte mevzubahis ideoloji ile, küresel çapta "ötekileştirilen"
müslüman toplum ve birey, ilginç bir kırılma ile "medeniyet içi" kavga ve çatışmaya
sürüklenmekte. Her "terör" epifanisi, kategorik ve toptancı yaklaşımlar sebebiyle,
sürekli müslüman (İslam olarak okunmak üzere) bireylere/gruplara fatura edilir ha.Ie
gelir. Müslüman birey ve toplumun buna verdiği cevap da -beklendiği gibi- savunmacı ve özür dileyici bir üslılpladır. Adeta müslüman toplumlar, kolektif olarak küresel
süreçte "günah itirafçısı" ha.Ietinde tutularak küresel dönüştürme ve sömürü mümkün
kılınıyor gibi. Göründüğü kadanyla· müslüman birey ve toplumlar daha bir süre daha
kendi kendini katmanlara ayıran ve sınıflaştıran özür dileyici ve savunmacı ha.Ietten
kurtulaınayacak.
Her müslümanın terörist görülmediği; aına her teröristin müslüman yapıldığı bir
kolektif ha.Ietin veya sosyal durumun ürettiği hasıla şu: Müslüman öyle veya böyle
özür dilemek zorunda; varlığından ve yaşaınından sıklıkla birilerine adeta hesap vermek durumunda. Eskiden olmadığı kadar müslüman birey, Üsaıne b. Ladin, vb. kurgulanan terör prototipierinden kendini uzak tutmaya çalışmakta ve özür dileyen ha.Ieti
artık bir karakter; hatta bir kader haline getirmiş bulunmakta. Burada sorun, her şey­
den önce, takdim edilen prototipierin gerçekliği veya rol modelliği değil; müslüman
toplumun kendini gönüllü "günah itirafçısı" konumuna yerleştirmesidir.
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Batı Ülkefert lle Mukayasesi
1563
Çözüm olarak da şu ifade edilebilir: Müslümaniann kendilerinden menkul meş­
ruiyetle İslam adına "öıfu-dileyict" ve "savunmacı" tavırdan uzaklaşarak, İsiann epistemolojisini, akide ve etik ile yağurarak ve varlık kodlarını bu hasılaya göre yeniden
inşa etmek; İslam'ın gerçeğini, zaman-mekan kavramını, kozmosunu, değerler yelpazesini değişen şartlar, bağlar ve bağlamlan da göz önüne alarak, temel kaynaklar çerçevesinele yeniden yapılandırmak bir ihtiyaç olarak görünüyor. Bu hususta iki örnek
verirsek:
Örnek 1 (Televizyondaki bir Açık Öğretim programından):
Konuşmacı: "İslam dini ile rasyonalizm arasında tam bire bir örtüşme vardır; zaten İslam, rasyonalist düşüncenin temellerini de atmıştır."
Aynı konuşma tarzı
ve üslubu Modem zamaniann demokrasi, insan hakları, vb.
diğer kavramları için de sıklıkla medyada ifade edilmektedir. öyle bir İsiann bilgi ve
değerler
yelpazesi varsayılıyor ki, her şey ve herkes için birebir örtüşen bir anlam,
anlayış ve anlamiandırma kurgulanıyor. Sanki İslam insanlığın her ortaya koyduğu
mirasa uymak zorundayınış gibi elastiki bir İslam bilgi formu oluşturulnıakta; bu
formla hem mevzubahis ideoloji, felsefe, görüşe, vb. meşruiyet kazandırılmakta, hem
de "her şey olan, hiçbir şeydir" fehvasınca İsiann epistemolojiyi izafileştirilmekte.
Örnek 2 (Televizyon programından):
Konuşmacı: "İslam terörist yetiştirmez; İslam'la terör yan yana getirilemez."
Bu ve benzeri "savunmacı" ve çoğu zaman da "özür dileyici" olan tavır aslında ne
İslam'ı savunuyor ne de İslam'ın evrensel hakikatini yüceltiyor. Sadece mevcut paradigmaya göre İslam'ı kurgulamak ve konumlandırmak isteyenlerin değirmenine su
taşıyor; yani her iddiayı, mürldeinin kalıplarıyla reddetme, iddiayı ters yönden ispatlamadır, aslında. Mevcut statüko içinde, gücü elinde tutan politik-ekonomik "merkez"
(şirket-ülkeler), uluslar arası güç dengelerinin iç içe geçmiş güç-bilgi kombinasyonlarında yaratılan "tampon objeler" (buffer objeds; Bin Ladin, el-Kaide, vb.) ile İslam'ı
"teröroloji" ile çarmıha germekte, verili düzen içinde de tutuşturulnıaya çalışılan "medeniyetler içi" kavgaya odun taşımakta. "Fantezi ötekiler" kanalıyla "gerçek ötekiler" e
ulaşınaya ve onları birinciler kanalıyla kontrole dayanan bu yapıyla, "merkez"deki
güç-bilgi pirarnidi sağlamlaştırılıp, devamlılığı temin edilir.
Dolayısıyla "çifte karşıtlıklar" üzerine oturan dışlayıcı bir paradigmaya en iyi alternatif yeni bir anlam, anlamiandırma ve anlayışın inşaıyla mümkün olabilecektir.
"Özür-dileyici-olmayan" bu anlayış, yeni-fakat-kiasikle bağlantılı bir bilgi manzumesinin ve değer kodlarının kurulmasında çok önenıli bir rol oynayacaktır. Kendi hakikatinin açılımını, sürekli savunmacı bir halet ile, özür-dileyici bir tutum ile, ya da
reaksiyoner 1 retçi bir tavır ile konurolandıran anlayış yerini "iddia ve dava" sahibi bir
anlayışa bırakması gerekir. Özür-dileyici olmayan, iddialı bir anlam ve anlamiandırma
prensibi; İslam mesajının özündeki adalet ve bunun varlık ve olaylara yansımasını
medeniyetler içi ve arası iletişimde, evrensel kardeşliğin (ümmet) ve dayanışmanın
564 J 1. Din H"ızıneHeri Sempozyumu
(ta•anıj) ana mihveri haline dönüştürmede katkısı olacakhr. Kısaca ifade edilecek
olursa, en iyi savunma, taarruz değil; kendi iddiasını usanmadan dillendinnedir; yani
davasının iddiasında müddei olmaktır bu metot.
2. Modemist Paradigmadaki Geleneksel Olanın Başında Kabul Edilen
Dine Verilen Statüye Göre işleyen Bir Mantık Silsilesinin Açık ve/veya
Kapalı Kodlamalarından Uzak Bir Metodolajik Dil
Genel olarak, dini olanı; Modemite ve Modernizmin paradigmalanna göre daha
alt katmanlarda değerlendiren -çoğu zaman- bir şuur dışı refleks müslüman toplumlarda da bir şekilde hakimdir. Acaba dini ve manevi olan "çifte karşıtlık" gereği maddi
ve sekiller olanı dışlar mı? Veya dini olan sekillerin yanmda bir sığıntı mıdır? Ya da
dini olan var ve meşru olabilmesi için modemist çerçeveye oturması mı gerekir? Aslında bu saçaklı ve parçalı mantık silsilesi müslüman toplurnlara Modemite süreçlerinin açık ve/veya kapalı dayattığı bir kolektifhalettir. Ve bu haletin genel dinamizmi de
ya/ya da mantalitesine göre işleyen düşünce kalıplanndadır. Müslüman birey ve toplumlar bir yandan İslam'ın kuşatıcılığından, bütüncülüğünden ve evrenselliğinden
bahsederken, diğer yandan da bir şekilde ilerlemed·tarih skalasında islamı olanı veya
dini alanı geleneksel olanın potasma atarak değerlendirmeye başlarlar. Sorun, öyle
görünüyor ki, bir proje olarak Modernizmin ve içinde bulunulan ve küresel yapısal bir
sürece karşilık gelen Post/modernizmin kurgusal paradigmalannda yer alan "mevcut
olan rağmen ve karşı" diyalektiğinde yatmakta. Neden ya/ ya da mantığını Müslüman
da kabul et:pıek durumunda olsun ki?
Bu mantalitenin bir uzantısı olarak aslında Modemite'nin bedenlere, kimliklere,
metinlere ve varlıklara hükmetme arzusunun dayandığı evrensellik ve küllilik talepleridir. Yani bedenin donanundan ve görünümünden varlığın kategorilerine kadar tüm
alanlar Modemite'nin kuşatıcılığı ile karşı karşıya kaldığında, geleneksel olanın yeri ve
mevkii nerede olacakhr ve sınırlan nereye kadardır, sorusu önemli bir soru olarak
yerini alacakhr. Sorun, öyle görünüyor ki, Modemist mantığın ve epistemolojisinin
ya/ya da şeklinde işleyen çatış/tır/macı diyalektiğini İslam'ın güzeli, doğruyu, hakkı,
hakikati "yitik değer" olarak konumlandıran "hem 1 hem de" kucaklayıcılığı ile değiş­
tirmek Diğer bir açılım ile; hem Modemite ile gelen güzellikler varsa -mesela aklın bir
dereceye kadar aygıtsal kullanımı- onlara talip olabilmek, hem de gelenekteki "solmaz,
eskimez yeniieri zamana ve geleceğe taşıyabilmek
3. Külli Kategorileştirmelerden Irak Bir Din Dili (i. Dahili, ii. Harici)
a. İç öteleme: Din dilindeki ana sorunlardan biri de dilin zaten küllileştirici vasfı.­
nm da etkisiyle çoğu zaman iç ve dış külli kategoriler inşa etmesidir. islam adına açık­
lamalarda bulunan bir konuşmacı çoğu zaman konuştuğu ve bir hüküm olarak koyduğu hususun aslında müslüman tarihinin sonraki dönemlerinde bilgiye ve bazen de
akideye dahil edilen bir nokta olduğunu göz ardı ederek konuşur. Bu da İslam'ın evrenselliğiııe ve dinin özellikle Post/modem bir köy halini alan dünyadaki kuşatıcılığı-
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Bab Ülkeleri lle Mukayesesi
na gölge
düşürür.
Bazen Sünni
düşüncenin
1565
önemli bir prensibi adeta -her ne kadar
konuşmacı tarafindan en makul ve meşru olarak kabul edilse de- İslam'ın doğuş yılla­
rındaki bir prensip gibi lanse edilmesi. Nitekim bu hususta bir örnek oldukça manidar
görünüyor.
Örnek:
Bir İJahiyat fakültesindeki öğrencilere bir ankette sorulan bir soru:
Hz. Peygamber hangi mezheptendi?
Cevap: Ehl-i Sünnet mezhebinden.
Bu cevap öğrencilerin yüzde 20'si tarafindan bu şekilde cevaplandınlıyor.
Bu da külli kategorileştirmelerin özellikle dini olanın açılımında açabileceği tamir
edilemez hatalan gözler önüne sermesi açısından oldukça önemli olduğunu göstermektedir.
b. Dış öteleme: Harici külli kategorileştirmeler de oldukça yaygın bir şekilde kullanılınaktadır din dilinde. Örnek olarak şu verilebilir: İslfuni ilimierin bazılannın özellikle tasnif ve telif edildiği dönemlerdeki diğer medeniyetlerle "savaş halindeki bir
medeniyet" kolektif şuuraltısının ve algısının açık veya gizli anlamlandırma etkisiyle
külli hıristiyan, yahudi!musevi prototipierinin çizilmesi, "vasıfsal öteki" algısının bir
şekilde küllilerin aklı donduran lojiği ile "ontolojik öteki"ne tahvili. Bazen de bu tür
külli kategorileştirmelere topografyanın statikliği de eklenerek dini alanın ve varlık
alanının kadostralaştınlması ile karşılaşılıyor. Mesela "Batı" kavramının objesinden
çok bu kavramı istihdam eden süjenin bu kavramı çoğu zaman -farkında olsun veya
olmasın- İslam'ın topografya karşıtıymış gibi bir anlayışın yansıması olarak kullanmasL
4. öteleyici (Cinsiyet, Statü, Sınıf, vb.) ve ötekileştinci (Din, Etnisite,
Bölge, vb. ) Olmayan Kuşatıcı ve Kucaklayıcı Bir Mana Dili
a. Ötelemeyen din dili ve stratejisi: Öteleme sorunu; daha çok kendi kültür ve
medeniyet havzasında olanların varlık ve değer skalasında kendisi dışındakileri dışla­
ması veya aşağı derekede telakki etmesi probleınidir. Çoğu zaman bilinçli veya bilinçsiz olarak, söylem ve pratiklerde kendisini ele veren bu sosyo-psikolojik durum genel
olarak cinsiyet, mezhep, ırk, dil, vb. hususlarda açığa çıkar. Din dilinin ve özellikle de
küresel köyde bu dilin kullanımında nasıl dikkat edilmesi gerektiği oldukça açıktır. Bu
hususta birkaç örnek vermek gerekirse:
Örnek 1 (Bir radyo programından):
X: Geçenlerde senin de tanıdığın Z İstanbul'a geldi, namazında, orucunda iyi bir
insan ... kendisiyle ticaret yapabilirsin ...
Y:Nereden?
X: Mardin' den ...
566
lı. Din Hizmetleri Sempozyumu
Y: O da mı Kürt ? (ırk ötelemesi)
Örnek 2 (Bir televizyon programından):
X:
yın
Çocuklarınızı
camiye getirin,
sakın
ola ki bir
yaramazlıklan
olursa
kanşma­
...
Y: Hocam, çok gürültü de olsa karışmayalım mı?
X: Hayır, sonra çocuklan camiden soğutursunuz; tutun
tirin camiye ... (cinsiyet ötelemesi)
oğlunuzu,
torununuzu ge-
Sayısız
örnekler verilebilecek öteleme problemi veya Hz. Peygamber'in diliyle ifade edilecek olursa Cahiliye emaresi, her şeyin ve herkesin merkezinde gören egoist ve
dayatmacı "Ben"in veya "Biz"in varlığı ve oluşu bu merkezden hareketle ve aşağıda
vehmederek inşa etmesinin bir sonucudur. Bu dil; din dilirıde olması gereken kuşatıcı­
lığa ters olduğu gibi, dinin hakikatinde yer alan adalet anlayışının ve kardeşlik tasavvurunun da muhalifidir. Ve özellikle "tüm teröristlerin müslüman görüldüğü" bir
tarihsel durumda bu söylemin ve pratiğin hangi tür değer yargılarını depreştireceği de
açıktır. Ve şu gerçek kaç asırdır bir sorun olarak yerli yerinde durmaktadır: Müslüman toplumu kadın problemini öteledikçe modem tavrın aşağılamasından kendini
kurtaramaz.
b. "ÖtelQJ.eştirmeyen" dinin açılım iıııkanı ve dili: Ötekileştirme sorunu da faklı
manevi ve maddi kültür havzasına (hars), ayrı medeniyet anlayış halesine bağlı insanlar üzerinde gerçekleştirilen bir sorundur. Ötekileştirilen varlık, yatay bir hiyerarşiden
daha çok, dikey hiyerarşiye (aşağı-yulcin) göre konumlandırılır. Bu anlayışta "öteki",
tarihi öznenin kendi varlık ve meşruiyetiııi, kimlik ve korkulannın dayanağını temsil
eder. "ötekileştirilenler" oldukça tarihi özne kendisini koruma altında hisseder; her ne
kadar ötekiler şerrin ve kötülüklerin kaynağıysa da, onlar aynı zamanda "merkez"deki
tarihi süjenin psikolojik korunma duvarlandır. Ötekileştirmeye örnekler:
Örnek I:
Dirllerin genel durumuyla ilgili olarak, mutlak hakikat bazında konu, kavram ve
prensipierin ele alınışı ve dinlerin hiyerarşileştirilmesi; ''benim dirıim seninkinden
üstündür" gibi çocuksu refleksierin bilinçli veya bilinçsiz tezahür etmesi. Konu, hakikate götüren yolda dinlerin bir vasıta olduğu ve ilk peygamber olan ilk insandan günümüze kadar tüm dini tecrübenin bu aranan hakikate erişmede bir "yol" olduğu, ve
"alemlere rahmet olarak gönderilen "Son Resül"ün getirdiği mesajın da aranan bu
hakikatin kırılmış, örselenmiş ve bukağılanmış parçalarını bir araya getirmek olduğu
şeklirıde bir sunu her zaman, öyle görünüyor ki, daha doğru ve uygundur. Yani bir
dini, mesela Yahudilik ve Hıristiyanlık, yatay veya dikey olarak hiyerarşileştirmek,
aslında zımnen onun mensuplarını hiyerarşileştirmek demektir; kaldı ki, bir dinin
belirli bir devirde, muayyen bir teolojisi günümüzde ne kadar ve hangi boyutta o dinin mensuplan tarafından paylaşıldığı da ayrıca problemi daha da derinleştirir. Bundan da öte, tarihsel bir dinin isim olarak mensuplaruıa verilen vas~sal durum, nereye
Ülkemizdeki Din Hizmetlerinin Batı Ülkeleri lle Mukayesesi 1567
kadar ve ne derecede ontolojik bir kurtuluşa kapı aralar veya imkan verir, konusu da
ayrı bir problem olarak önümüzde durmaktadır.
Ömek2:
Dinlerin, dini fenomenin ve dinle ilgili kutsalların sunumunda kullanılan sembol
ve işaretierin bu "ötekileştirici" anlayışa hizmet etmesi. Aşırı ve gereksiz bir biçimde,
mesela haç sembolünün, tarihi bir savaşın (Yeşilçam'ın meşhur Battal Gazi,
Malkaçoğlu vb. filınlerindeki gibi) cereyanında istihdam edilişi, ekonomi-politiğe göre
kurguların kurumsal din olgusunun, dini olan ve dinin şuur altı refleksler ve donanımlarla ilgili algılaması ile karıştırarak özelde mevzubahis dine, genelde de dini olana
karşı dönüşlü bir ötekileştirmenin cereyan etmesi.
Öte yandan modem süreçlerin dayandığı değişim ve ilerleme fikrine paralel olarak dinleri ve din mensuplarını varlık skalasının gerilerine atmak da aynı tarz bir ötelemedir. Nitekim "primitiflerin dini, modemlerin bilimi" gibi bir varlık ve bilgi hiyerarşileştirilmesiyle tezahür eden bu "ötekileştirme" aslında açık ve seçik bir ontolojik
değersizleştirmenin bir örneğini sunar bize. Yaşanan ve yaşanmakta olan bazı menfi
olayların (savaşlar, katliarnlar, sürgünler, vs.) faturasını bunları yapanların politikekonomik-askeri-sınai kompleksine gönderme yaparak açıklamalar getirilecekken,
konunun ısrarla din ve medeniyet ekseninde ele alınması aslında öte yandan
müslümanların kendi ayaklarına kurşun sıkması anlamına gelmektedir.
Kısaca ifade edilecek olursa, medeniyetler içi ve arası farklılıkları zenginlik vesilesi
olarak anlarnlaştıran ve bu zenginlikleri "hayırda yarışın" fırsat ve imkanları olarak
temeliendiren bir din dili ve stratejisi "teröroloji"nin Armageddon'a doğru hızla taşı­
dığı kiiresel köyün toptan yıkımının önünde bir alternatif olabilecektir.
IV. Sonsöz Yerine
Her ne kadar dini olan geleneksel olan kategorisinde değedendirilse de
Post/modem bir dünyada din ve dini alan sekiller-ama-kutsal bir paradoksluk ile
yeniden tarihe dönmeye çalışır. Diğer bir ifade ile, dini olanı tarih dışına sürgün eden
modem süreçler, kendi sekiller kutsallarını sekiller din ekseninde inşa ettikten sonra
bunları Post/modem bir flıllukta tekrar sekiller-ama-kutsal ucubeliğe döndürdü. Aslında kiireselleş/tiril/en köyde Post/modem sosyo-kültürel ve epistemolojik proje
politik-ekonomik-askeri-sınai kompleksin dışındaki tüm unsurları değişken ve bağımlı kılmaya çalışmakta; bunların başında da aslında din ve dini alan gelmekte.
Önce çatış/tırma/cı projelerin hengamesinde yorgun biten kiiresel köyün sakinleri, akabinde "tarilıin sonunu" Batı ekseninde maddi ve kapitalist tavrın tükenişine
raptedilmesine şahit oldular. Tarilıin gerçekten "sonu"na mı geliyoruz? ll Eylül fenomeni ve bu fenomenin sekiller teolojisi olan "teröroloji", dini bir teoloji olarak
kendini konumlandırmakta ve bir asırdır dünya güç dengeleri arasında sayılmayan bir
dini ve medeniyetini "ötekileştirerek" kendi güç ve otoritesini tahkim etmekte. Dini,
teolojik ve medeniyet eksenli cevap almak üzere kurgulanıp üretilen teröroloji, bu-
568 11. Din Hizmetleri Sempozyumu
birey, toplum, ülke, kültür ve medeniyetin hafizasını ve daya"ara kültler" ve "tampon entite ve söylemler" ile dönüştürerek, "merkez" güç
kombinasyonlarına eklemlemekte. ''Tann'nın elini kıyamete zorlayan süreçler''in
başında, öyle görünüyor ki, din ve medeniyet eksenli külli ötekileştirmeler ve bu eksende gerçekleştirilen kitlesel ve bölgesel yıkım ve kıyıınlardır. Bu külliler ile gerçekte
gizlenmek istenen başka ilişki ve dengeler olduğu gerçeğine bağlı olarak, koskoca bir
medeniyeti ve onun milyarları bulan mensuplarını sürekli gözetim ve zan altında
tutan bir tavır, ancak Cihadistleri de yanlarına sanal kurguları ile alan
Armagedonistlerin işine yaramaktadır.
nunla
"çevre"leştirilen
naklarını
Tüm bu hengamenin ardında yatan gerçek aslında şu olsa gerek: Dini olanın tarihe dönme fırsatının doğduğu Soğuk Savaş öncesi on yıl ve sonraki on yıllarda bu dönüşün anomalileştirilmesi için bir projedir devrede olan. Bu proje, birkaç asırdır geri
kalmış olmanın da telaşıyla kendi gerçek ve tarihsel ifadelerini ortaya koyamayan
İslam medeniyetini, "dinleştirilen ideolojilerin" iflas ettiği bir zaman diliminde abnormal tepkilerle tekrar ucubeleştirerek tarihin dışına atma projesidir. Bu proje; insanlığın barbar eksenli geçinişine gönderme yaparak, tüm insanlığın ortaklaşa inşa
ettiği medeniyeti İslam'ın yıkmayı planlarlığına imada bulunur. Veya "öteki"nin zaman ve mekan kodlarını ilerlemeci tarih kurgusunda gerilerde bir yerlerde konumlandırarak adeta vaat edilen bir intikamın pratiğe aktanmını ifade eder.
İslam'ın din olarak, müslümanların birey ve toplum olarak maruz kaldığı bu tarihsel ve küresel meydan okuma karşısında müslümanların görevi şu olsa gerek: Israrla terörle ö~deşleştirilen İslam'ın temel esaslarında yer alan evrensel dayanışma ve
diyalogu (ta'aruj) sürekli olarak ortaya koymak, insanlığı "evrensel kardeşlik"te kucaklayan ve "yaratandan ötürü yaratılanı hoş gören" bir anlayış ve anlamlandırmayı
küresel ınisyon haline dönüştürmek gerekiyor. Bu dönüşüm de her şeyden önce bizzat
kendi dinaınikleriyle demokratikleşen, temel hak ve hürriyetlere saygılı ve hukukun
üstünlüğüne inanan müslüman kimliğinin yeniden tarihe dönüşüyle mümkün görünüyor. Diğer bir ifade ile, güç merkezlerinin sürgit ürettikleri çatış/tır/macı söylem ve
pratiklere insana ve yaratılana sevgiyi düsturlaştıran bir anlayışı ınisyoıılaştırmak ile
meydan okumak. Bunun için de saVllllillacı ve özür dileyici olmayan bir dil ve anlamlandırma metodunu (episteme) geliştirmek; modernist düşüncedeki geleneksel olanın
başında kabul edilen dine verilen statünün yeniden aklı ve vahyi dengeye oturtan bir
metodolajik dil geliştirmek; tüm külli kategorileştirmelerden ırak bir din dilini (i.
Dalıili, ii. Harici) kendi tarihsel ve medeniyet tecrübemizden yeniden devşirmek ve
öteleyid (cinsiyet, statü, sınıf, vb.) ve ötekileştirici (din, etııisite, bölge, vb.) olmayan
kuşatıcı ve kucaklayıcı bir manadilini küresel köyde "genel geçer manevi akçe" haline
tahvil etmektir.
Download