KENAN ÇAYIR THE SOCIOLOGY OF DISCRIMINATION AND THE

advertisement
AYRIMCILIĞIN SOSYOLOJİSİ VE
TÜRKİYE TOPLUMU
THE SOCIOLOGY OF DISCRIMINATION
AND THE TURKISH SOCIETY
KENAN ÇAYIR
Çeviri/Translation: Suzan Bölme
LEXICON Konferans Çevirmenleri
LEXICON Conference Interpreters
1.
1.
Türkiye’de tanınmış bir figür olan siyaset bilimci
Herkül Millas (Hercules Millas), “Ayrımcılık ve
Sağlığımıza Zararları” başlıklı bir konuşmasında
babasından bahseder. Millas babası için bir
“Yunan milliyetçisiydi” der. Babasının sürekli
olumsuz anlamda kullandığı bir “Türk”
kategorisi vardır. Olumsuz genellemeler
eşliğinde babası hep “Türk böyledir, Türk’e
güven olmaz vs.” diye konuşur. Ama buna
rağmen, Millas’ın eve gelen Türk arkadaşları
ile gayet iyi anlaşır. Türk komşuları ile de arası
iyidir. Yani gündelik yaşamda Türkler ile bir
sorunu yok iken, kafasında olumsuz bir genel
Türk kategorisi vardır Millas’ın babasının.
Çocukluğunda Millas babasındaki bu çelişkiyi
anlamaya çalışır.
Hercules Millas (Herkül Millas), a political
scientist well-known in Turkey, talks about
his father in a speech on “Discrimination and
its Health Hazards”. Millas says his father
was a “Greek nationalist”. His father had
a “Turk” category, which he always used
with a negative meaning. Accompanied with
negative generalizations, his father always said
things like “Turks are like this, you can never
trust a Turk” etc. Yet, despite this negative
categorization, his father gets on very well with
Millas’ Turkish friends who visit him at home.
He also has good relations with his Turkish
neighbours. In short, while Millas’ father has
no problems with Turks in his daily life, he has
a negative mental category of Turks. When he
was a small boy, Millas has tried to understand
this contradiction in his father.
Yıllar sonra Millas doktora çalışmasında Halide
Edip, Yakup Kadri ve Ömer Seyfettin’in anılarını
ve romanlarını inceler. Bu erken Cumhuriyet
dönemi edebiyatçılarının eserlerindeki Yunan
imgesine bakar. Ve babasındaki çelişkiyi bu
edebiyatçılarda da görür. Bu edebiyatçıların
romanlarında genelde hep olumsuz bir
“Yunan” imgesi vardır. Romanlarda resmedilen
Yunan karakterler hep olumsuzdur. Ancak
anılarına baktığında yakın arkadaşları arasında
hep Rumlar olduğunu görür. Yani Millas’ın
babasında olduğu gibi bu erken Cumhuriyet
dönemi romancılarının gündelik yaşamlarında
bir sürü dostluk öyküsü vardır Rumlar ile.
Peki nedir bu gerçek yaşam deneyimlerini aşan,
olumsuz bir “Yunan” ya da “Türk” kategorisini
oluşturan şey? Nasıl oluyor da insanlar gündelik
yaşamlarında Türkler ve Rumlar ile arkadaşlık
ederken, aynı anda birbirleri hakkında olumsuz
imgelere sahip olabiliyorlar? Biliyoruz ki
bu olumsuz kategoriler erken Cumhuriyet
dönemiyle sınırlı değil, her gün yeniden ve
yeniden üretiliyor.
Ben ders kitapları üzerine çalışıyorum. Bazen
öğrencilerimle ayrımcılıkları tespit edebilmek
için basın taraması da yapıyoruz. Bunlardan
kısaca birkaç örnek vereyim. İlk örnek 1927
tarihli bir Yurt Bilgisi kitabından. Bu kitabın
yazarı Abdülbaki Gölpınarlı “içki ve sarhoş”
diye bir şiir yazar. Amacı çocukları içkinin
kötülüklerine karşı uyarmaktır. Ama şiir şöyle
biter:
46
After long years, when researching for his
doctorate dissertation, Millas examines the
memoirs and novels of Halide Edip, Yakup Kadri
and Ömer Seyfettin. He looks at the Greek
image in the works of these early republican
novelists. And he sees the same contradiction,
which he had seen in his father, in these
novelists. In their novels, there was generally a
negative “Greek” image. The Greek characters
depicted in the novels were always negative.
Yet when he looks into their memoirs, he sees
that the close friends of all these novelists
were Greeks (Rum). Hence, just like it was for
his father, the lives of these early republican
novelists included many stories of friendship
with Greeks in their daily lives.
So, what is it that transcends these real life
experiences and creates a negative “Greek”
or “Turk” category? How come Turks and
Greeks befriend each other in their daily lives
but at the same time have so negative images
of each other? We know that these negative
categorizations are not limited to the early
republican period, and are re-created every day.
I work on textbooks. Sometimes we also do
press scans with my students in order to detect
discriminations. Let me briefly give some
examples. The first example is from a Civics
(Yurt Bilgisi) textbook dated 1927. The author
of the textbook, Abdülbaki Gölpınarlı, pens a
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
Herkül Millas doktora
çalışmasında Halide Edip,
Yakup Kadri ve Ömer
Seyfettin’in anılarını
ve romanlarını inceler.
Bu erken Cumhuriyet
dönemi edebiyatçılarının
eserlerindeki Yunan
imgesine bakar. Ve
babasındaki çelişkiyi
bu edebiyatçılarda da
görür. Bu edebiyatçıların
romanlarında genelde
hep olumsuz bir
“Yunan” imgesi vardır.
Romanlarda resmedilen
Yunan karakterler hep
olumsuzdur. Ancak
anılarına baktığında
yakın arkadaşları
arasında hep Rumlar
olduğunu görür. Yani
Millas’ın babasında
olduğu gibi bu erken
Cumhuriyet dönemi
romancılarının gündelik
yaşamlarında bir sürü
dostluk öyküsü vardır
Rumlar ile.
Hercules Millas examines
the memoirs and novels
of Halide Edip, Yakup
Kadri and Ömer Seyfettin.
He looks at the Greek
image in the works of
these early republican
novelists. And he sees
the same contradiction,
which he had seen in
his father, in these
novelists. In their
novels, there was
generally a negative
“Greek” image. The Greek
characters depicted in
the novels were always
negative. Yet when he
looks into their memoirs,
he sees that the close
friends of all these
novelists were Greeks
(Rum). Hence, just like
it was for his father,
the lives of these early
republican novelists
included many stories of
friendship with Greeks in
their daily lives.
Olumsuz Yunan imgesi ders
kitaplarıyla sınırlı
değil, basında da birçok
örneğe rastlamak mümkün.
Örneğin, Ege’de bir ada
satılığa çıkartılmıştır.
Yunanistanlılar bu
adayı almak isterler.
Bir gazete bunu şu
başlıkla verir: “Yunanın
boş hayali”. Ya da Ege
Denizi’ndeki balık
çiftlikleriyle ilgili
bir anlaşmazlığı bir
gazete “Yunanlıların
gözü Ege’den” başlığıyla
aktarır.
“Ne hak korkusu var ne yurt kaygısı,
İçki düşmanımız bir Yunan kadar”
Günümüze geldiğimizde bu olumsuz nitelemeler
devam eder. Örneğin 2005 yılındaki ders kitabı
reformundan önce bir lise dilbilim kitabında
yazar Türkçe’yi şu kelimelerle över:
“Türkçe’de ne İtalyanca’nın birbirini takip eden
y’leri ve şiddetli r’leri, ne de Rumca’nın yılan
hışırtısını andıran peşpeşe sin kullanımları;
peltek s ve z’leri vardır.”
Olumsuz Yunan imgesi ders kitaplarıyla sınırlı
değil, basında da birçok örneğe rastlamak
mümkün. Örneğin, Ege’de bir ada satılığa
çıkartılmıştır. Yunanistanlılar bu adayı almak
isterler. Bir gazete bunu şu başlıkla verir:
“Yunanın boş hayali”. Ya da Ege Denizi’ndeki
balık çiftlikleriyle ilgili bir anlaşmazlığı bir
gazete “Yunanlıların gözü Ege’den” başlığıyla
aktarır.
Şimdi aynı soruyu yine sorabiliriz: Gündelik
yaşamdaki birçok olumlu deneyime rağmen,
nedir bu kafamızdaki olumsuz imajları yaratan
şey? Ders kitabı yazarlarına “içki düşmanınız
bir Yunan kadar” diye yazdıran, gazetecileri bir
genel “Yunan” kategorisiyle konuşturan unsur
nedir?
2.
The negative Greek
image is not limited
to textbooks, and it
is possible to come
across many examples
of it in the press. In
one example, an island
in the Aegean Sea is on
sale. Greeks want to buy
this island. A newspaper
gives this news with
the following headline:
“Greek’s pipedream”.
Or, a dispute regarding
the fish farms in the
Aegean Sea is covered by
a newspaper under the
headline “Greek Eye on
the Aegean”.
Ayrımcılığın nedenlerini ortaya koyan çok
farklı teoriler var. Psikolojik teoriler var, sosyal
psikolojik ya da sosyolojik teoriler var. Hepsine
değinmeye imkân yok bu sınırlı zamanda. Bunlar
arasında belki melez sayılabilecek Toplumsal
Baskınlık Kuramına göre toplumlarda bir ya da
birkaç grup diğerlerine göre baskındır. Daha
güçlüdür, kaynakları kontrol edendir. Ve bu
baskın grup kendi meşruiyetini sağlamak için
meşrulaştırıcı ideolojiler kullanır. Bu ideolojiler
ile baskın grup kendi görüntüsünün, kendi
eylemlerinin, kendi dilinin normal olduğunu ve
bunların dışında kalanların normdan saptığını
ortaya koyar.
Bu baskın grup bazen Türk’tür, bazen
Yunanlı’dır, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi.
Bazen beyazdır, erkektir, başı açıktır (toplumuna
göre başı kapalı olandır), heteroseksüel olandır.
Bu baskın gruplar kendi eylemlerinin, kendi
varlıklarının meşruiyetini de bazı ideolojilerle
üretir.
poem named “içki ve sarhoş” (drink & drunk).
His purpose is to warn children about the evils
of spirits. Yet here is how the poem ends:
“Ne hak korkusu var ne yurt kaygısı,
İçki düşmanımız bir Yunan kadar”
[“There is no fear of God or concern for the
hearth,
Liquor is our enemy as much as a Greek”]
These negative descriptions have continued
till the modern day. For example, before the
textbook reform of 2005, the author praises the
Turkish language with the following words in a
Linguistics Textbook for High Schools:
“Türkçe’de ne İtalyanca’nın birbirini takip eden
y’leri ve şiddetli r’leri, ne de Rumca’nın yılan
hışırtısını andıran peşpeşe sin kullanımları;
peltek s ve z’leri vardır.”
[“The Turkish language does not have the
sequential –y’s of Italian or their violent –r’s,
neither does it have the Greek’s tandem of
–sin’s that resemble the hissing of a snake, nor
their lisped –s’s and –z’s.” ]
The negative Greek image is not limited to
textbooks, and it is possible to come across
many examples of it in the press. In one
example, an island in the Aegean Sea is on sale.
Greeks want to buy this island. A newspaper
gives this news with the following headline:
“Greek’s pipedream”. Or, a dispute regarding
the fish farms in the Aegean Sea is covered by
a newspaper under the headline “Greek Eye on
the Aegean”.
Now we can ask the same question: despite
many positive experiences in the daily life,
what is it that creates this negative image in
our heads? What is the element that makes
the author write “liquor is our enemy as much
as the Greek”, or make journalists speak of a
generalized “Greek” category?
2.
There are many different theories on the causes
of discrimination. There are psychological
theories, as there are socio-psychological
or sociological theories. It is not possible to
address all of them in such a limited time.
According to the Social Dominance Theory,
which can perhaps be considered as a hybrid
among all these theories, in every society, there
are one or more dominant groups. These groups
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
47
Bu ideoloji bazen Herkül Millas’ın babası ya da
Türkiye’deki ders kitapları ve basın örneklerinde
olduğu gibi milliyetçiliktir. Gündelik yaşamda
temas edilen yakın arkadaşlar Türk ya da
Yunanlı olduğu halde olumsuz bir Türk ve Yunan
imgesi oluşturabilir bu ideolojik milliyetçi bakış.
Ya da bazen bu ideoloji cinsiyetçiliktir, ırkçılıktır,
ageism’dir (yaş ayrımcılığı), heteroseksizmdir...
Bu listeyi çoğaltabiliriz.
Nefret duygusu insanda vardır. Örneğin
ıspanağı deneyip sevmeyen bir insan
“ıspanaktan nefret ediyorum” diyebilir.
Nefret edebilir. Ancak nefret, bir ideolojinin
parçası olduğunda, insanlar kendilerini ve
ötekini, ideolojinin belirlediği bağlamda
konumlandırmaya başlarlar. Nefret, bir kimliğin
parçası olduğunda, o kimlik kendisini nefret
edilen gruptan bağımsız olarak tanımlayamaz.
Yukarıdaki örnekler de Yunan karşıtı olmanın
Türk milli kimliğinin bir parçası olduğunu ve
tersinin Yunan kimliği için de geçerli olduğunu
gösteriyor.
3.
Ayrımcılığı meşrulaştıran bu ideolojiler
çerçevesinde toplumsal gruplar arasında şöyle
ilişkiler doğar. Birkaçına değinirsem:
Öncelikle baskın grup alt konumlu
grupları isimlendirebilir, tanımlayabilir ve
damgalayabilir. Çünkü bu güce sahiptir. Zaten
güç dengesizliğini de bu damgalayabilme
niteliğinden anlarız. Örneğin alt konumlu,
madun gruplar kendileri “türban” kelimesini
kullanmasalar da “türbanlılar” olarak
tanımlanabilir. Ya da “Çingeneler” olarak
tanımlanabilir.
Bu damgalama ile birlikte baskın grup alt
konumlu gruplarla ilgili kalıpyargılar üretir.
“Sarışınlar...”, “Ermeniler”, “Kürtler...”,
“Araplar...” ile başlayan cümleler o grupla ilgili
bir kalıpyargı içerir. Sokağa çıkıp “Araplar....”
ile başlayan bir cümleyi tamamlamalarını
istesek insanların çoğu hemen “...pistir” diye
tamamlarlar. İşte bu Araplar hakkında üretilen
bir kalıpyargıdır. Örneğin başka bir kalıpyargıya
göre de “Çingeneler hırsızdır”.
Kalıpyargılarla uğraşmanın zor tarafı şudur:
Kalıpyargılar bir kısım doğruluk payı içerirler.
“Çingeneler hırsızdır” kalıpyargısı: Evet,
48
are stronger, and control the resources. And this
dominant group uses legitimizing ideologies
to ensure its own legitimacy. Through these
ideologies, the dominant group demonstrates
that its own appearance, actions and language
are normal, and those deviating from them are
deviations from the norm.
This dominant group is sometimes Turkish and
sometimes Greek, as in the above examples.
Sometimes it is white, male, with or without
head covering (depending on the society), or
heterosexual. These dominant groups also
produce the legitimacy of their own actions and
entities with various ideologies.
Nefret, bir ideolojinin
parçası olduğunda,
insanlar kendilerini ve
ötekini, ideolojinin
belirlediği bağlamda
konumlandırmaya
başlarlar. Nefret,
bir kimliğin parçası
olduğunda, o kimlik
kendisini nefret edilen
gruptan bağımsız olarak
tanımlayamaz.
This ideology is sometimes nationalism, as seen
in the Hercules Millas’ father or the textbooks in
Turkey or the examples from the Turkish press.
Although the close friends of daily interaction
may be either Turkish or Greek, this ideological
nationalistic view can create a negative Turkish
or Greek image. Sometimes, this ideology is
sexism, racism, ageism or heterosexizm... It is
possible to add to this list.
The feeling of hate is inherent in the human
being. A simple example is that a person who
tries spinach and does not like it can say “I hate
spinach”. He/she can hate. But when hatred
becomes a part of an ideology, people start
to position themselves and “the other” in the
context imposed by that ideology. When hate
becomes a part of an identity, that identity
cannot define itself independently from the
hated group. The examples above also show
that being Anti-Greek is a part of the Turkish
national identity, and that the reverse is also
valid for the Greek identity.
3.
Within the framework of ideologies that
legitimize discrimination, some particular
relations develop between social groups, some
of which I will address here.
First of all, the dominant group can name,
define and stigmatize the groups at the bottom,
because they have this power. It is this ability
to stigmatize from whence we understand the
imbalance in power. The subordinate groups
located at the bottom of the hierarchy can be
defined as “Turban-wearers” even if the group
itself does not use the word “turban”. Or they
may be defined as “gypsies”.
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
When hatred becomes a
part of an ideology,
people start to position
themselves and “the
other” in the context
imposed by that ideology.
When hate becomes a part
of an identity, that
identity cannot define
itself independently from
the hated group.
Kalıpyargılarla
uğraşmanın zor tarafı
şudur: Kalıpyargılar
bir kısım doğruluk
payı içerirler.
“Çingeneler hırsızdır”
kalıpyargısı. Evet, roman
vatandaşlar arasında
hırsızlar vardır. Ancak
kalıpyargılar bir
grubun tüm üyelerini
aynılaştırır, insanları
bireysel özelliklerinden
soyutlayarak damgalanmış
grubun üyesi haline
getirir. Bu da birçok
toplumsal alanda
dışlanmalar doğurur.
Roman vatandaşlar arasında hırsızlar vardır.
Ancak kalıpyargılar bir grubun tüm üyelerini
aynılaştırır, insanları bireysel özelliklerinden
soyutlayarak damgalanmış grubun üyesi
haline getirir. Bu da birçok toplumsal alanda
dışlanmalar doğurur. Bir Roman iseniz, bu
kalıpyargı yüzünden emek piyasasına girmeniz
zordur. Örneğin Kuştepe’de yapılan bir
çalışmada Roman bir genç şunları anlatır. Bir
gün Şişli taraflarında bir tekstil atölyesinde iş
bulur. “İşe başla ama gelirken ikametgâhını
getir” derler. Ertesi gün ikametgâhında Kuştepe
yazdığını gören işyeri sahibi çocuğu “Roman
mısın?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca,
“kusura bakma, seninle çalışamayız” der.
Dolayısıyla Romanlar hakkındaki bir kalıpyargı,
o grubun tüm üyelerinin yaşam şansını, iş
yaşamını etkiler.
Aslında ne baskın grup ne de alt konumlu
gruplar homojendir. Ancak baskın grup
karşılarındaki grubu, o grubun en kötü
üyelerinin özellikleriyle tanımlar ve
homojenleştirir. Baskın grupta da hırsızlar
vardır. Baskın grup (gücünden dolayı) kendisini,
kendi grubunun en iyi üyelerinin özellikleriyle
özdeşleştirirler. Örneğin Selendi’de Roman
vatandaşlara karşı gerçekleştirilen linç
girişimine bakalım. Buradaki iddia Romanların
tefecilik yaptığı idi. Evet, tefecilik yapan
Romanlar olabilir ama Roman olmayanlar
arasında da tefecilik yapanlar vardır. Oysa
baskın grup Romanları en kötü üyeleriyle
tanımlayabilir, homojenleştirebilir ve sonuçta
da kolayca linç girişimini başlatabilir.
The challenging side of
dealing with stereotyped
judgements is that some
of these stereotyped
judgements contain a
measure of truth. Take
the stereotyped judgement
of “gypsies are thieves”
for example. Yes, there
are thieves among our
Romani citizens. However,
stereotyped judgements
similarize all members of
a group, strip the person
from his/her individual
characteristics and turn
him/her into a member
of a stigmatized group.
This, in turn, results in
exclusions in many social
spheres.
Aslında toplumsal hiyerarşisi, gruplar arasındaki
güç dengesizliği sorgulanmayan toplumlarda
önyargı, ayrımcılık gibi konular pek toplumsal
bir mesele haline gelmez. Ya da damgalanmış
gruplar kendileri ile ilgili kalıpyargılara uygun
rollere talip oldukça sorun olmaz. Örneğin
Türkiye’de bir eşcinsel şarkıcı ya da modacı
olabilir. Sorun, örneğin bir eşcinselin siyasetçi
olmak istediğinde, yani kendi kalıpyargısı ile
uygun olmayan bir role talip olduğunda ortaya
çıkar. Başörtülü insanlar üniversitelere girmeye
başladığı anda tartışılmaya başlanır. Yani başını
örten kalıpyargısına uymayan bir eylemde
bulunduklarında.
With this stigmatization, the dominant group
creates stereotyped judgements related to
subordinate groups. Sentences beginning
with “Blondes...”, “Armenians”, “Kurds...”,
“Arabs...” etc all contain a stereotyped
judgement about that group. If we ask people
on the streets to complete the sentence
“Arabs....” most of them will likely complete
is as “…are filthy”. This is a stereotyped
judgement produced with regard to Arabs.
According to another stereotyped judgement,
“gypsies are thieves”.
The challenging side of dealing with
stereotyped judgements is that some of these
stereotyped judgements contain a measure
of truth. Take the stereotyped judgement of
“gypsies are thieves” for example. Yes, there are
thieves among our Romani citizens. However,
stereotyped judgements similarize all members
of a group, strip the person from his/her
individual characteristics and turn him/her into
a member of a stigmatized group. This, in turn,
results in exclusions in many social spheres. If
you are a Roma, you will have difficulty entering
the labour market because of this stereotyped
judgement. For example, in a survey in Kuştepe,
a young Roma tells his story. One day he finds
a job at a textile workshop in the vicinity of
Şişli. They say, “You can start working but bring
your certificate of domicile with you.” The next
day, seeing that his domicile is in Kuştepe, the
employer asks: “Are you Roma?” “Yes,” says
the boy, and then the employer says “sorry, we
cannot work with you.” Hence, a stereotyped
judgement about the Roma affects the working
life and chance of survival of all the members of
that group.
In fact, neither the dominant groups nor
the subordinate groups are homogeneous.
However, the dominant group defines and
homogenizes the other group based on the
characteristics of its worst members. There
are also thieves in the dominant group.
Yet the dominant group, due to its power,
identifies itself with the characteristics of its
best members. For example, let us take a look
at the attempted lynching of Romani citizens
taking place in Selendi. The claim was that the
Romani were involved in usury. Yes, there may
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
49
4.
Aslında son yıllarda Türkiye’de olan da
budur, yani toplumsal gruplar arasındaki
güç dengelerinin değişmesidir. Türkiye hızlı
bir toplumsal dönüşüm geçiriyor. Mevcut
toplumsal gruplar alışılagelen sınırları ve
yerleşik kavramları sorguluyorlar; farklı
toplumsal gruplar yeni rollere talip oluyor, yeni
mekânlarda boy gösteriyorlar. Bu durumun
daha önce yaşandığı her toplumda olduğu gibi
Türkiye’de de sancılı bir sürece şahit oluyoruz.
Hem gruplar içinde hem de gruplar arasında
sert tartışmalar yapılıyor; sürekli yeni sınırlar
çiziliyor.
Daha somut konuşursam, siyasal alandaki
kutuplaşma söylemine rağmen Türkiye’de
son yıllarda toplumsal gruplar arasında
yakınlaşmaların olduğu görülüyor. Son yıllarda
dindar gruplar orta sınıflaştılar ve laik gruplarla
fiziksel, mekânsal bir yakınlaşma içine girdiler.
Artık farklı toplumsal gruplar aynı mekânları
paylaşmak zorunda: Meclis’i, Nişantaşı’nı,
üniversite kampüslerini paylaşmak zorundalar.
Bunlara ilaveten özellikle 1990’lardaki köy
boşaltmaları sonucu Kürt nüfus Türkiye’nin
Akdeniz ve Batı bölgelerine göç etmek zorunda
kaldı. Dolayısıyla Türk ve Kürtler arasındaki
temas arttı. Bunun dışında Aleviler, Romanlar
kamusal görünürlük kazanmaya ve eşit
yurttaşlık haklarını talep etmeye başladılar.
Ermeniler (her ne kadar Arus Yumul’un deyişiyle
Hrant’tan sonra kamusal alanda olmasalar da)
son yıllarda kamusal görünürlük kazandılar.
Tabii bu yeni kamusal görünürlükler bir taraftan
yeni bir demokratikleşme potansiyeli taşıyor.
Ancak öte yandan toplumsal gruplar birbirine
yakınlaştığı, kaynakları paylaşmak gerektiği,
yerleşik kimlik tanımlarını sarstığı için yeni
toplumsal çatışma potansiyeli de barındırıyor.
5.
Türkiye’de hakim bir görüş ya da Türkiye
toplumunun kendisi ile ilgili kalıpyargısı,
“toplumun hoşgörülü” olduğudur. (Hoşgörü
kavramındaki hiyerarşik imânın da altını
çizmek gerek burada). Bazı kesimler şöyle
düşünüyorlar: “Türkiye hoşgörülü bir
toplumdur” ama son yıllarda “bazı aydınlar
etnik meseleleri kaşıdığı için” ya da “dış
50
be a Romani engaged in usury, but there also
are usurers among those who are not Romani.
Yet the dominant group can define the Romani
based on their worst members, can homogenize
them and then finally can start a lynching
attempt.
Indeed, topics like prejudice or discrimination
do not usually become social issues in
societies where social hierarchy and the power
imbalances between groups are not questioned.
Or no problem arises as long as the stigmatized
groups act in accordance with the roles given
to them with stereotyped judgements. For
example, there may be a homosexual singer
or fashion designer in Turkey. The problem
occurs when a homosexual for example aspires
to become a politician, i.e. aspires to take up
a role that is not appropriate in view of the
stereotyped judgement. When women wearing
the head veil started to enter the universities,
they immediately became a topic of debate,
because their action was discordant with the
stereotyped judgement associated with them.
Türkiye hızlı bir
toplumsal dönüşüm
geçiriyor. Mevcut
toplumsal gruplar
alışılagelen sınırları
ve yerleşik kavramları
sorguluyorlar; farklı
toplumsal gruplar yeni
rollere talip oluyor,
yeni mekanlarda boy
gösteriyorlar. Bu durumun
daha önce yaşandığı her
toplumda olduğu gibi
Türkiye’de de sancılı bir
sürece şahit oluyoruz.
Hem gruplar içinde hem
de gruplar arasında sert
tartışmalar yapılıyor;
sürekli yeni sınırlar
çiziliyor.
4.
Indeed, this is what has been happening in
Turkey in the recent years: a change in the
power balance between social groups. Turkey
is going through a rapid social transformation.
Existing societal groups are questioning the
widespread concepts and usual boundaries;
different social groups put themselves in for
new roles and show up at new places. As in
all societies that have gone through the same
process, we witness a painful process in Turkey.
There are harsh debates both within and
between groups; and new boundaries are drawn
every day.
To speak in more concrete terms, despite the
polarization discourse in the political sphere,
it is seen that there are convergences between
social groups in Turkey in the recent years. In
the recent years, religious groups have become
middle class, and have entered into a physical
and spatial convergence with laic groups.
These different social groups now find they
have to share the same venues. They have to
share the parliament, Nişantaşı (a quarter in
Istanbul famous for its jet-set), and university
campuses. Additionally, particularly as a
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
Turkey is going
through a rapid social
transformation. Existing
societal groups are
questioning the
widespread concepts
and usual boundaries;
different social groups
put themselves in for
new roles and show up
at new places. As in
all societies that have
gone through the same
process, we witness
a painful process in
Turkey. There are harsh
debates both within and
between groups; and new
boundaries are drawn
every day.
Türkiye’de hakim bir
görüş ya da Türkiye
toplumunun kendisi ile
ilgili kalıpyargısı,
“toplumun hoşgörülü”
olduğudur.
mihraklar Türkiye’yi bölmeye çalıştığı için” bu
Kürt sorununu, Ermeni sorununu konuşmaya
başladık. Dolayısıyla aslında son yıllarda
konuşmaya başladığımız sorunların hep yapay
bir sorun olduğu dile getiriliyor bazı kesimler
tarafından.
Öncelikle şunun altını çizmek lazım:
Farklılıkların, etnik grupların tartışılmaya
başlanması Türkiye’ye has bir durum değil.
Modernliğin bu ileri aşamasında, küreselleşen
dünyada mevcut ulus-devlet yapısı ve kimliği
içindeki farklılıkları barındırmak için yeterli
gelmiyor. Nitekim Fransa da “Fransız olmak
nedir?” diye resmi bir tartışma başlattı.
Alman’lık tartışılıyor. Daha makro bazda Avrupa
kimliği tartışılıyor: Avrupalı kimdir?
Son gelişmeler, farklı etnik, cinsel, dinsel gruplar
eşit bir şekilde barındıracak yeni bir “Biz”
anlayışı geliştirmemiz gerektiğini gösteriyor.
Of course, these new public visibilities carry
a new democratization potential. However, it
also carries the potential for new social conflicts
due to the convergence between social groups,
the necessity to share resources, and the
established identity definitions.
5.
Sorular ve cevaplar
The dominant view in Turkey or the stereotyped
judgement of the Turkish society regarding
itself is that it is a “tolerant” society. (Here, it
is necessary to underline the hierarchical belief
embedded in the concept of tolerance). Some
public segments think that “Turkey is a tolerant
society”, yet in the recent years, “since some
intellectuals scratch the ethnic issues” or “since
foreign powers are trying to divide Turkey” we
have started to talk on this Kurdish issue and
Armenian issue. Hence, some segments say
that these problems, which we have started
to discuss in the recent years, are nothing but
artificially created problems.
Modernliğin, ulaştığı her aşamada yeni
toplumsal kategoriler üreterek aslında
toplumsal grupların baskın ve alt konumlu
olma konumlarını yeniden ve yeniden
kurguladığı söylenebilir mi? Bu açıdan
baktığımızda şu anda yaptığımız tartışma da
yeni ayrımlar ve ayrımcılıklar üretmeye aday
gibi görünür... Bu döngüden bir nebze olsun
sıyrılabilmek için, konuşmanızın sonunda sözünü
ettiğiniz dil ve tahayyül üretiminde ne türden
referanslara dayanmak gerekir? Ya da aslında bu
döngüden sıyrılabilmek mümkün müdür?
First of all, I would like to underline that the
start of public discussions on differences and
ethnic groups is not something specific to
Turkey. In this advanced phase of modernity,
the existing nation-state structure and identity
falls short in accommodating all the differences
within it in the globalizing world. Likewise,
France has started an official debate on what it
is to be French. The concept of being a German
is also being discussed. On a more macro level,
the European identity is being discussed. Who is
a European?
Bugün sorunumuz tam da “referans
noktası” arayışıdır. Modernliğin klasik evresi
diyebileceğimiz 1960 ya da 1970’lere kadar
belirli referans noktalar vardı. Ulus-devletler,
ulus-devlet yurttaşlığı belirli bir çerçeve
Recent developments show that we have to
introduce a new concept and understanding of
“Us” that will accommodate different ethnic,
sexual and religious groups on equal basis.
Evet elimizde bazı evrensel doğrularımız var,
ama şunu kabul etmek gerekir ki farklı bağlılık
ve vatandaşlık biçimlerini barındıracak, hem
farklı etnik grupları barındıran ama aynı
zamanda etnik kör bir toplumsal düzenimiz,
yereli yok etmeyecek bir evrensel dilimiz ve
muhayyilemiz yok.
Nefret söylemiyle ve suçlarıyla mücadele etmek
böyle bir evrensel dil geliştirme yolundaki en
önemli faaliyetlerden biri şüphesiz...
The dominant view in
Turkey or the stereotyped
judgement of the Turkish
society regarding
itself is that it is a
“tolerant” society.
result of displacement of villagers in 1990s, the
Kurdish populace was forced to immigrate to
Mediterranean and Western parts of Turkey.
Hence the contact between Turks and Kurds has
increased. Furthermore, Alevis and Romas have
started to gain public visibility and demand
equal civic rights. The Armenians (although are
no more in the public domain after the Hrant
incident according to Arus Yumul) have gained
visibility in the public domain in the recent
years.
Yes, we have some universal truths in our
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
51
sağlıyordu ya da bizler sağladığına inanıyorduk.
Sosyalizm gibi ideolojiler eşitlik gibi belirli
idealleri taşımayı sağlıyordu. Ama günümüzün
hızla küreselleşen ve değişen dünyasında
artık eski referans noktaları işe yaramıyor.
Artık ulus-devlet, okul, aile gibi birçok kurumu
yeniden düşünmek zorundayız. Modernleşme
sürecinde ortaya çıkan problemlerle
yüzleşmeliyiz. Zaten modernleşme projesi
kendi içinde birçok çelişkiyi de barındırıyordu.
Örneğin “ulus-devlet” ve bununla ilişkili
“milli eğitim” insanları özgürleştirme yerine
standartlaştırıcı bir işlev gördü; farklılıkları
törpüleyen, baskılayan, toplumsal eşitsizliklerin
üzerini örten bir süreç yaşandı. Bugün bize
ortak bir kimlik ve duygulanım sağlayacağını
düşündüğümüz ulus-devlet şemsiyesi
üzerimizden kalkıyor. Ve bugün birbirimize
baktığımızda farklılıklarımızı tanımadığımızı,
birbirimizin hikâyesini bilmediğimizi görüyoruz.
Etnik, dinsel, cinsel kimlik çoğulculuğu içinde
nasıl bir arada yaşayabilen toplum olacağımızı
tartışıyoruz. Farklılıkları konuşmak tabii yeni
kategoriler üretiyor. Ancak her yeni kategori
muhakkak yeni ayrım ve ayrımcılık anlamına
gelmez. Burada dikkat etmemiz gereken
en önemli nokta özcülüğe düşmemek. Yani
kimliklerimize, değişmeyen, başka kimliklerle
karışmasını engelleyen bir öz atfetmemek.
Kategorilerin, kimliklerin ve ayrımların özcü bir
niteliği olmadığını bildiğimiz sürece çoğulcu
bir yapı kurabiliriz. Kimlik politikalarının
sekterciliğinden kurtulabiliriz.
Soruyu tekrar edelim: Peki böyle bir toplum
hangi referans noktasına dayanmalıdır? Şunu
kabul etmek gerekir ki bugün ne Türkiye’de ne
Avrupa’da böyle genel kabul görmüş bir çerçeve
ve referans noktamız var. Modernlik projesinin
krizidir bu. Uzun yıllar evrensel değerleri Batı
üretmiştir, ancak bugün Avrupa ülkeleri kendi
göçmenlerini, Müslüman nüfusunu eşit bir
şekilde içerecek bir çerçeve geliştiremiyor.
Avrupa evrensel değerleri paylaşmak yerine
kendi içine kapalı bir kaleye dönüşüyor. Evet,
hâlâ elimizde insan hakları, farklı kültürlerin
tanınması gibi evrensel kriterler var. Ancak farklı
kültürlerin tanınması meselenin sonu değil
başlangıcıdır. Sorun hâlâ farklılıklarla birlikte
nasıl barışçıl bir toplum yaratacağımızdır.
52
hands, but we have to accept that we do not
have a social order that can accommodate
different forms of bonding, different forms of
citizenship, and different ethnic groups while
being ethnic-blind, or a universal language or
vision that will not destroy the local level.
Combating hate speech and crimes is no doubt
one of our most important activities on the way
to develop such a universal language...
Questions and answers
Can it be said that at every phase it reaches,
modernity creates new social categories and
in effect keeps re-designing the dominant or
subordinate positions of social groups? Looking
from this perspective, this discussion here
also appears as a candidate for producing new
discriminations and differences... In order to
free the discussion even a little from this cycle,
what kind of references should be used when
creating the language and vision you mentioned
in the final part of your speech? Or, is it possible
to get out of this cycle?
Today, our problem is exactly that: the search
for a “reference point”. There were several
specific reference points until 1960s or 1970s,
the period which can be termed the classical era
of modernity. Nation-state and nation-state
citizenship provided a certain framework, or
we believed so. Ideologies such as socialism
ensured conveyance of specific ideals such
as equality. But in today’s rapidly globalizing
and changing world, the old reference points
no longer work. Now we have to rethink on
many of the institutions, such as the nationstate, school and family. We have to face the
problems arising during the modernization
process. The project of modernization already
contained a lot of contradictions within itself.
For example, the “nation-state” and the related
“national education” served as standardizing
agents instead of freeing people; the world
went through a process that smoothed and
repressed differences and that covered up social
inequalities. Today, the nation-state umbrella,
which we thought would give us a common
identity and affection, is being lifted. And today,
when we look at each other, we see that we do
not know our differences and we are not familiar
with each other’s stories. We are discussing
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
Bugün birbirimize
baktığımızda
farklılıklarımızı
tanımadığımızı,
birbirimizin hikayesini
bilmediğimizi görüyoruz.
Etnik, dinsel, cinsel
kimlik çoğulculuğu
içinde nasıl bir arada
yaşayabilen toplum
olacağımızı tartışıyoruz.
Farklılıkları konuşmak
tabii yeni kategoriler
üretiyor. Ancak her yeni
kategori muhakkak yeni
ayrım ve ayrımcılık
anlamına gelmez.
Burada dikkat etmemiz
gereken en önemli nokta
özcülüğe düşmemek.
Yani kimliklerimize,
değişmeyen, başka
kimliklerle karışmasını
engelleyen bir
öz atfetmemek.
Kategorilerin,
kimliklerin ve ayrımların
özcü bir niteliği
olmadığını bildiğimiz
sürece çoğulcu bir
yapı kurabiliriz.
Kimlik politikalarının
sekterciliğinden
kurtulabiliriz.
Today, when we look
at each other, we see
that we do not know
our differences and we
are not familiar with
each other’s stories.
We are discussing how
we can become a society
that can live together
with a pluralism of
ethnic, religious and
sexual identities. Of
course, talking about
differences produces new
categories. However,
not every new category
means new separations
and discriminations.
What we have to avoid
here is essentialism,
i.e. attributing our
identity an essence that
remains rigidly unchanged
and that does not allow
blending in or mixing
with other identities.
As long as we know that
categories, identities
and differences do not
have an essentialist
character, we can build
a pluralistic structure.
We can get rid of the
sectarianism of identity
policies
Sorun hala farklılıklarla
birlikte nasıl
barışçıl bir toplum
yaratacağımızdır. Sorun
Avrupalı kimliğini
Müslümanları ve İslam’ı
içerecek şekilde
çoğulculaştırmak ve
yeni bağlılık biçimleri
yaratmaktır. Türkiye
bağlamında ise sorun
Türk kimliğini Kürtleri,
Ermenileri ve diğer
farklılıkları içerecek
şekilde yeniden
tanımlamak ve insanlara
bağlanacakları yeni
toplumsal bir çerçeve ve
tahayyül yaratmaktır.
The problem is still how
we will create a peaceful
society living together
with differences. The
problem is to pluralize
the European identity in
a way that will encompass
Muslims and Islam, and
create new forms of
bonding. In the Turkey
context, the problem is
to re-define the Turkish
identity in a way that
will encompass Kurds,
Armenians and other
differences, and to create
a new social framework
and vision with which
people can bond.
Sorun, Avrupalı kimliğini Müslümanları ve
İslam’ı içerecek şekilde çoğulculaştırmak ve
yeni bağlılık biçimleri yaratmaktır. Türkiye
bağlamında ise sorun, Türk kimliğini Kürtleri,
Ermenileri ve diğer farklılıkları içerecek şekilde
yeniden tanımlamak ve insanlara bağlanacakları
yeni toplumsal bir çerçeve ve tahayyül
yaratmaktır.
Sosyal bilimler, özellikle modernlikle ilişkileri
düşünüldüğünde bu dilin ve tahayyülün
üretiminde nasıl bir işlev görürler? Sosyal
bilimlerin kurguladıkları dil ve kavramların bu
anlamda dönüştürücü bir işlevi olabilir mi? Ve
yine bu açıdan bakıldığında sosyal bilimlerin ya
da sosyal bilimin dilinin ve kavramlar aracılığıyla
ortaya koyduğu toplum tahayyülünün/
tahayyüllerinin aslında modernliğin geldiği
aşamalarda toplumsal ve siyasal olanın
kurgusunda doğrudan ya da dolaylı bir işlevi
hatta misyonu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Farklı kimliklerin tanındığı ama kimlik
politikalarını aşan eşitlikçi bir dil ve tahayyülün
üretiminin en önemli araçlarından biri sosyal
bilimlerdir. Unutmayalım ki, yüz-yüzelli
yıl önce insanlar kendilerini bir ulus olarak
tahayyül etmiyorlardı. Birbiriyle iletişimi sınırlı
milyonlarca insanın, kendilerini aynı ulusun
bir parçası olarak düşünmesini sağlayan
unsurlar neydi diye düşündüğümüzde karşımıza
edebiyat, gazete ve sosyal bilimler çıkar. Sosyal
bilimciler toplum üzerinde çalışmalar yapar ve
ürettikleri kavramlar toplum arasına yeniden
dolaşıma girer. Dolayısıyla toplumsal aktörler
ve sosyal bilimler arasında bir etkileşim olduğu
söylenebilir. Nasıl ideolojiler insanlara dünyayı
anlamak için bir dil sağlıyorsa, sosyal bilimler
de bugünün yeni toplumsal gerçekliklerini
anlamakta ve geleceğin toplumunu inşa
etmekte kilit rol oynayabilirler. Bunun için
de deneyimlerimizi modernlik bağlamına
oturtarak tartışmak, kimliklerin gelişimini
tarihselleştirmek ve kimliklerin çoğulcu
yapısının ve melez niteliklerinin altını çizmek
gerekir.
how we can become a society that can live
together with a pluralism of ethnic, religious
and sexual identities. Of course, talking about
differences produces new categories. However,
not every new category means new separations
and discriminations. What we have to avoid
here is essentialism, i.e. attributing our identity
an essence that remains rigidly unchanged
and that does not allow blending in or mixing
with other identities. As long as we know that
categories, identities and differences do not
have an essentialist character, we can build
a pluralistic structure. We can get rid of the
sectarianism of identity policies
Now let’s repeat the first question: On which
reference points should such a society be
based on? We have to accept that there are
no such generally-accepted reference points
in Turkey or in Europe. This is the crisis of
the project of modernity. For long years, the
universal values have been produced by the
West, yet today European countries fail in
developing a framework that will equally
include its immigrants and its Muslim populace.
Instead of sharing universal values, Europe is
transforming into a tightly closed castle. Yes,
we still have universal criteria such as human
rights and recognition of different cultures etc.
Yet recognizing different cultures is not the end
but the beginning of the issue. The problem is
still how we will create a peaceful society living
together with differences. The problem is to
pluralize the European identity in a way that
will encompass Muslims and Islam, and create
new forms of bonding. In the Turkey context,
the problem is to re-define the Turkish identity
in a way that will encompass Kurds, Armenians
and other differences, and to create a new social
framework and vision with which people can
bond.
What is the role of social sciences in the creation
of this language and vision, considering in
particular its relations with modernity? Can the
languages and concepts developed by social
sciences play a transformative role? And again
from this perspective, can we say that social
sciences or the envisaged society highlighted
through its language and concepts have a direct
function, even a mission, in building the social
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
53
and political aspects at the stage of modernity
reached?
Social sciences are one of the most important
tools in producing an egalitarian language and
vision that recognizes identities but transcends
identity policies. We should keep in mind that
people did not envisage themselves as a nation
100-150 years ago. Literature, newspapers
and social sciences were the elements that
caused millions of people who had limited
communication with each other to think
themselves as a part of the same nation. Social
scientists work on the society, and the concepts
they produce are re-circulated in the society.
Hence, it can be said that there is an interaction
between social actors and social sciences.
Just as ideologies provide a language with
which people can understand the world, social
sciences can play a key role in understanding
the new social realities of today and building the
society of the future. Hence, we have to discuss
our experiences on the basis of a modernity
context, historicize the development of
identities and underline the pluralistic structure
and hybrid qualities of identities.
54
AYRIMCILIK, NEFRET SUÇU, NEFRET SÖYLEMİ: KAVRAMSAL ÇERÇEVE
DEFINING DESCRIMINATION, HATE SEPEECH AND HATE CRIME
Download