International Journal of Language Academy ISSN:2342-0251 DOI Number: http://dx.doi.org/10.18033/ijla.2452 Volume 4/4Winter 2016 p. 219/241 THE PRINCIPLES OF FAITH IN Article History: Received 11.10.2016 Received in revised form 18.10.2016 Accepted 25.10.2016 Available online 15.12.2016 YUNUS EMRE Yunus Emre’de İmanın Esasları Mehmet Emin BARS1 Abstract Yunus Emre is one of the biggest poets of Turkish literature, his poems have been used about 8 centuries since 13’th century. Although his common fame we don’t have enough information about his life. Even today, there isn’t a written divan which was written Yunus Emre’s term. His poems lived for a long time and were written after a long time himself, the information about Yunus is in hagiographic sources. When Yunus’s divan examined, we can see mysticism in poem’s theme. While Yunus Emre was showing mysticism thought with Turkish to large public mass, he beneffited from public’s culture. He served to public the hardest thoughts of mysticism with a pure language by pouring them in public culture’s mold. So he won the love end sympathy of large public mass. Yunus used the mysticism in his poems with his divines which were full of lyrical, to broaden the audience he appealed to, he used advices which audience could understand easily Yunus Emre was accepted as the biggest poets of mysticism literature. In the researches he examined mostly hearth world, geography human understanding, tombs, the place of public culture, interpretation of some poems according to various methods, the importance of linguistics. So in this study not focused on so far, but faith should be seen as an important step in the determination of his mystical thought, topic is discussed. Islamic belief formed the basis of Yunus’s mysticism is one of the attributes to his beter and right understanding. In our article is processed the terms of faith which located heavily in Yunus’s verses. Key Words: Yunus Emre, verse, mysticism, faith. Özet XIII. yüzyıldan bu yana yaklaşık sekiz asırdır şiirleri dilimizden düşmeyen Yunus Emre, Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Bu yaygın şöhretine rağmen onun hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bugün dahi yaşadığı dönemde yazılmış bir divanı elimizde bulunmamaktadır. Yunus’un şiirleri uzun müddet dillerde yaşamış, kendisinden çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Yunus’la ilgili bilgiler daha çok menkıbevî kaynaklarda yer almaktadır. Yunus’un Divan’ı incelendiğinde şiirlerindeki temanın tasavvuf olduğu görülecektir. Yûnus Emre, tasavvuf düşüncesini geniş halk kitlelerine Türkçe ile sunarken o kitlenin kültüründen yararlanmıştır. Tasavvufun ifadesi en güç düşüncelerini sade dille ve kolayca halk kültürü kalıbına dökerek halka sunmuştur. Böylece geniş halk kitlelerin sevgi ve sempatisini kazanmıştır. Tasavvufu şiirlerinde işleyen Yunus, lirizmle dolu ilahileriyle, hitap ettiği kitleyi genişletmek için halkın rahatlıkla anlayabileceği nasihatlere yer vermiştir. Yunus Emre, Tasavvuf edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilmesine rağmen yapılan çalışmalarda çoğunlukla gönül dünyası, coğrafyası, insan anlayışı, mezarları, halk kültüründe yeri, bazı şiirlerinin çeşitli yöntemlere göre tahlili/yorumlanması, dilbilim açısından önemi gibi hususları incelenmiştir. Bu yüzden bu çalışmada bu güne kadar üzerinde fazlaca durulmamış; ancak onun tasavvufî düşüncesinin belirlenmesinde önemli bir basamak olarak görülmesi gereken iman konusu ele alınmıştır. Yunus’un tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturan İslam inancı onun daha doğru ve iyi anlaşılmasını sağlayacak niteliklerden biridir. Makalemizde Yunus’un dizelerinde yoğun biçimde işlenen imanın şartları incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Yunus Emre, dize, tasavvuf, iman. 1Dr., Öğretmen, MEB., e-posta: m_e_bars_21@hotmail.com International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 220 Mehmet Emin BARS Giriş Yunus Emre (1240-1320/21), Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biridir. XX. yüzyılın başlarına kadar Türk aydınınca âdeta yok sayılmıştır. Bu yüzyıldan itibaren onunla ilgili çok şey yazılıp çizilmiş, eserleri üzerine birçok çalışma yapılmıştır. E. J. W. Gibb, Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş, Mustafa Tatçı bu alanda çalışma yapanlardan ilk akla gelenleridir. Yunus Emre konusunda yapılmış olan çalışmalar ele alındığında bu çalışmalarda bazı eksikliklerin varlığı görülmektedir. XIII. yüzyıldan bu yana yaklaşık sekiz asırdır şiirleri dilimizden düşmeyen Yunus, Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Bu yaygın şöhretine rağmen onun hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bugün dahi yaşadığı dönemde yazılmış bir divanı elimizde bulunmamaktadır. Yunus’un şiirleri uzun müddet dillerde yaşamış, kendisinden çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Yunus’la ilgili bilgiler daha çok menkıbevî kaynaklarda yer almaktadır (Sevgi, 2012: 100). Yunus Emre, Tasavvuf edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilmesine rağmen yapılan çalışmalarda çoğunlukla gönül dünyası, coğrafyası, insan anlayışı, mezarları, halk kültüründe yeri, bazı şiirlerinin çeşitli yöntemlere göre tahlili/yorumlanması, dilbilim açısından önemi gibi hususları incelenmiştir. Bu yüzden bu çalışmada bu güne kadar üzerinde fazlaca durulmamış; ancak onun tasavvufî düşüncesinin belirlenmesinde önemli bir basamak olarak görülmesi gereken iman konusu ele alınmıştır. Yunus’un tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturan İslam inancı onun daha doğru ve iyi anlaşılmasını sağlayacak niteliklerden biridir. Makalemizde İslam dininde imanın şartları incelenmiştir. “XIII. yüzyılda maddî-manevî boşluk içindeki insanları, tasavvufun şefkatli kollarıyla kucaklamak isteyen Yunus Emre, bunun için başlıca araç olarak şiiri görmüştür. O, mayasındaki şairlik cevheri sayesinde öğreticilik gayesini lirik şiirlerle süslemiştir. Yunus Emre şiirlerine ilahî bir ruh ve ahenk vermiştir… Bu sebeple ilahileri birer lirizm şaheseridir. Onun ilahilerinde didaktizm ve lirizm paralelliği dikkat çeker” (Gökalp, 2009: 486). Tasavvufu şiirlerinde işleyen Yunus, lirizmle dolu ilahileriyle, hitap ettiği kitleyi genişletmek için halkın rahatlıkla anlayabileceği nasihatlere yer vermiştir. Yunus Emre, yaşadığı dönemin özelliklerini eserlerinde sergilemiştir. Bu özelliğiyle Yunus, Türkçenin XIII-XV. yüzyılları arasındaki dönemini ihtiva eden “Eski Anadolu Türkçesi”nin en önemli temsilcilerinden biridir. Yunus’un dili Türkçenin ağırlıklı kullanıldığı Türk-İslâm dilidir. Türkçeyi büyük bir ustalıkla kullanan Yunus, Türkçenin bir edebiyat dili olmadaki üstün gücünü ortaya koymuştur. “Yûnus, çağına göre bilgi ve zekâ düzeyi yüksek bir insandı. Medrese eğitimi görmüş, devrinin bilimlerini, Arapçayı, Farsçayı, dört kitabı, hadisleri, peygamber kıssalarını, Vahdet-i Vücûd’u, skolastik felsefeyi, mitolojiyi ve daha pek çok şeyi öğrenmişti… Yûnus, hiçbir zaman şairlik iddiası içinde değildir. O, içinde durmadan çağıldayıp gürleyen duygu ve düşüncelerini, kimi zaman da telvîn hâllerini dışa vurma, Allah, evren, tecelliler ve insanî nefs ile ilgili öğretilerini yayma düşüncesindedir. O da, tıpkı diğer sufi şairler gibi, bunun için en uygun edebiyat formu olan şiiri seçmiş ve bunu en etkili propaganda aracı olarak kullanmıştır” (Cin-Babacan, 2013: 58). Yunus’un yaşadığı XIII. yüzyılda ilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak da Farsça kullanılmıştır. Selçuklular dönemi Anadolusu’nda eserlerinde Türkçe kullananların sayısı fazla değildir. Mevlâna Farsça ile yüksek kültür çevrelerini, Hacı Bektaş Arapçası ile ilim çevrelerini etkilerken Yûnus Emre de Türkçesiyle geniş halk kitlelerini aynı düşünce etrafında toplamıştır. Bu dönemde daha çok dinî, tasavvufî ve ahlakî mahiyette eserler verilmiştir. Yunus, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının uluslararası seviyeye çıkmasını sağlayan önemli birkaç şahsiyetten biridir. “Yazılı kaynakların yok saydığı Yûnus Emre’yi asırlar International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 221 sonrasında dahi canlı, diri tutan sırrın iki temel noktası bulunmaktadır. Buna göre öncelikle Yûnus Emre bir mutasavvıftır. O, tasavvuf kaynağından beslenmiş; düşünce yapısı, tasavvufun fikrî temelleri üzerine kurulmuştur. İkinci olarak Yûnus Emre bir halk adamıdır, halk kültürünün içinden gelmiş, yüzünü de halka çevirmiştir. İşte Yûnus’u bizim Yûnus yapan iki temel kaynak” (Torun, 2005: 18-19). Yunus’un Divan’ı incelendiğinde şiirlerindeki temanın tasavvuf olduğu görülecektir. Tasavvuf ise en geniş manasıyla bir İslâm mistisizmidir. Tasavvuf düşüncesinin ideal tipi, İslâm peygamberi Hz. Muhammed (sav)’dir. Yunus Emre, tasavvuf düşüncesini geniş halk kitlelerine Türkçe ile sunarken o kitlenin kültüründen yararlanmıştır. Tasavvufun ifadesi en güç düşüncelerini sade dille ve kolayca halk kültürü kalıbına dökerek halka sunmuştur. Böylece geniş halk kitlelerin sevgi ve sempatisini kazanmıştır. 1. İslamiyet ve İnanç Esasları İslamiyet’te inanç esasları “amentü” kelimesiyle ifade edilir. Amentü, İslam dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden bir terimdir.“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve’l-yevmi’l- âhiri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî mine’llâhi teâlâ ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti hakk eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh.” şeklinde geçen amentünün Türkçe anlamı şu şekildedir: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.” İtikadî esasların hepsi amentü terimiyle ifade edilir. Amentüde sıralanan bu iman esasları Kur’an’da çeşitli ifadelerle yer almıştır. Bu durum Bakara/177 suresinde şöyle ifade edilmiştir: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”Benzer ifadeler Nisâ/136’da şu şekilde yer alır: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” Bu ayetlerde değişik şekillerde sıralanan iman esasları Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahirete iman olmak üzere beş ilkede toplanmıştır. Amentü metninde bulunan kader, hayır ve şerrin Allah’tan olduğu inancı bunlar arasında zikredilmemiştir.“İman esaslarını âmentü formülünde olduğu gibi topluca konu edinen bazı âyet ve hadislerde kadere imanın yer almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebilen özelliğine bağlı olsa gerektir. Yoksa Mu’tezile’nin ve günümüzdeki bazı araştırmacıların iddia ettiği gibi… İslam’da kader inancının bulunmayışından dolayı değildir. Nitekim özellikle kader inancı üzerinde duran başka ayet ve hadisler de vardır… Dinî bilgilerin öğretilmesinde ilk sırayı alan ve ilk devirlerden beri öğretilegelen Ehl-i sünnet’in geleneksel itikad metni olan âmentünün, başta Cibrîl hadisi olmak üzere, Hz. Peygamber’in ‘iman nedir?’ sorusuna verdiği değişik cevaplardan… derlendiği anlaşılmaktadır” (Yavuz, 1991: 29). International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 222 Mehmet Emin BARS 2. Yunus Emrede İnanç Esasları 2.1. Allah’a İman Kâinatı yaratan/idare eden yüce bir varlık inancı ilkel dinlerden beri birçok inanç sisteminde yer almıştır. Yaşayan en düşük kültür seviyesine sahip olduğu kabul edilen Avustralya’nın güneydoğusundaki ilkel kabilelerin yüce bir varlığa inandıkları görülmüştür. Asurluların inanışına göre küçük tanrılar, yüce tanrı Asur’un karşısında gerçek birer varlık olmayıp, onun farklı isimler almış görünümlerinden ibarettir. Çin dinlerinde önceleri monoteizmi andıran bir tanrı inancı hâkim idi. Sonraları çok tanrıcı anlayışa kaymalar olmuştur. Eski Mısır dininde güçlü bir tanrı inancı bulunmaktaydı. Eski Yunan tanrı anlayışına politeizm hâkimdi. İlkel bir tabiata tapınma karakteri taşımış, tabii güçler şahıslaştırılmıştır. Zerdüştilik öncesi İranlılar Hindularla temelde aynı inancı paylaşmıştır. Zerdüşt’ün getirdiği anlayışa göre tanrı yüce ve tektir. Her yerde hazır ve nazırdır. Bozkır Türk topluluğunun asıl dini Gök Tanrı inancıdır. Bu inanç sisteminde “tengri” yaratıcı ve mutlak kudret sahibidir. Yüceliğini belirtmek maksadıyla “semavî” olarak nitelendirilmiş ve genellikle Gök Tanrı diye anılmıştır. İnsanların hayatını o idare eder, emrine uymayanları cezalandırır, yaşam ve ölüm onun iradesine bağlıdır. İnsanlar fani, o ezelî ve ebedîdir. Bütün bu vasıfların yanında tanrı birdir. Türklerin İslam dinini kısa zamanda ve kitleler halinde benimsemelerinde onların eski inançları ile İslam’daki “tanrının birliği” ilkesi arasında bir yakınlık görmelerinin etkisi büyüktür (Topaloğlu, 1989: 471-473). Kur’an’da Allah’ın varlığı ve birliği konularında verilen bilgiler, bu düşüncenin insanlar tarafından tabii olarak bilinip benimseneceği esasına dayanır. İslam literatüründe tevhide aykırı inanışlar, şirk kelimesiyle ifade edilmiştir. Kur’an baştan sona Allah’ın varlığını, birliğini, yüceliğini ifade eden, şirki reddeden ayetlerle doludur. Her sûre adeta onun varlık ve birliğini insanlara duyurmak için indirilmiştir. Bu konuda tarafımızdan sadece Bakara sûresinden bazı örnekler verilecektir. Çünkü Allah’ın birliğini, gücünü ifade edilen ayetler bir makalenin sınırlarına sığmayacak derecede fazladır. Bakara sûresinde Allah şu vasıflarla anılır: Şüphesiz Allah’ın her şeye hakkıyla gücü yeter (20). O, yeri biz insanlar için döşek, göğü bina yapan, gökten su indirip onunla bizlere rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse bile bile Allah’a ortaklar koşulmamalıdır (22). Allah herkesin gizli tuttuklarını da açığa vurduklarını da bilir (77). Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. İnsanlar için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır (107). Şüphesiz Allah insanların bütün yaptıklarını görür (/110). Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır (115/142). Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır (/116). O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir (/117). O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir (137). Allah her şeyi en iyi bilendir. Yaptıklarımızdan habersiz değildir (140/149). Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir (143). Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter (148). Ona iman edenler, sabrederek ve namaz kılarak ondan yardım dilerler (153). Her kim gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir (158). Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanların üstünedir (161). Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (173/182). Allah, kullarına kolaylık diler, zorluk dilemez (185). İnsanlar Allah’a karşı gelmekten sakınırlarsa kurtuluşa ererler (189)… “Allah lafzı, esmâ-i hüsnâyı meydana getiren diğer isimler ve genel olarak ulûhiyyet bahisleri Müslüman milletlerin dinî hayatında önemli bir yer tuttuğu gibi onların edebiyat, kültür ve sanat hayatına da büyük çapta tesirler icra etmiştir” (DİA, 1989: 499). Bu konuda edebiyatta günlük konuşma dilinden başlayarak müstakil edebî nevilere ve edebî mazmunlara kadar çok geniş bir alanda pek çok eser meydana getirilmiştir. Allah lafzı Arapça dışında en çok Türk dilinde kullanılmıştır. Özellikle Osmanlı Türkçesi’yle yazılmış International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 223 dinî ve tasavvufî manzum ve mensur eserlerde yoğun biçimde birçok kelime, deyim ve atasözünde kullanıldığı görülmektedir. Türk edebiyatında Cenab-ı Hak’la ilgili konular halk, divan, yenileşme devri edebiyatında yoğun biçimde işlenmiştir. Türk kültür ve edebiyatında Allah’ın varlığını, birliğini, isim ve sıfatlarını, bunların çeşitli tecellilerini, övgüsünü konu edinen çeşitli edebi türler meydana gelmiştir. Yunus, şiirlerinde İslam dininin iman esaslarına geniş biçimde yer verir. Yunus kâinatı yaratan ve idare eden tek bir yaratıcının varlığını kabul eder. Yunus’ta güçlü bir Tanrı inancı mevcuttur. Bu Tanrı Allah’tır, her şeye gücü yetendir. Merhametli ve adildir. Tüm varlıkları yaratan odur. Onun izni olmadan hiçbir varlık hareket edemez. Ezelî ve ebedîdir. Bu inanç eski Türklerin yaratıcı ve kudret sahibi olan Gök Tanrı inancıyla da büyük benzerlikler taşır. İnsanların hayatını idare etmesi, ceza/mükâfat verici olması, yaşam/ölümün onun iradesine bağlılığı, ezelî ve ebedîliği, bir olması gibi nitelikleri bu benzerliklerden bazılarıdır. Yunus şirke şiddetle karşı çıkar. Yunus için iki dünya da güllük gülistanlıktır. Allah’ın yardımı olduktan sonra gam ve kaderin ne olduğunu bilmez. Allah zindanları gül bahçelerine, gam ve kederleri neşe ve sevince çevirir: İki cihân zındânısa gerek bene bostân ola Ayruk bana ne gam gussa çün ‘inâyet dostdan ola (4/1)2. Yunus, Allah aşkıyla doludur. Aşk tüm yaşamının tek gayesidir. Aşksız bir hayat onun için gerçek manada ölümdür. Miskin Yunus’a verilen öldürücü zehir (dünyada onu Allah’tan uzaklaştırabilecek her türlü söz, davranış, meta) onun umurumda değildir. Allah aşkı bu zehrin ilacı, panzehiridir. İlim, amel, ibadet, zikir vs. aşk ile yapılınca bir değer kazanır. Aşksız yapılan amellerin Allah katında değeri yoktur. Miskîn Yûnus zehr-i kâtil ‘ışk elinden tiryâk olur ‘İlm ü ‘amel zühd ü tâ’at pes ‘ışksuz helâl olmaya (5/7). Yunus, Allah’ın söylediklerini yaptığında gönlündeki pasların silindiğini ifade eder. Gönlünün pasını silen ibadetlerle artık dünyada üzülmeye değer bir şey kalmaz. Allah’ı dinleyen, üzüntüyü, yası unutur: Ayruk bize yas eylemez gönlümüzi pas eylemez Hak’dan gelen görklü âvâz andan gelen ündür bana (7/2). Yunus’un aklı Allah’ın hikmetleri karşısında şaşkına dönmüştür. Çıktığı her yol, dilinden çıkan her söz onu Allah’a götürmektedir: Senden sana varur yolum senden seni söyler dilüm Allah sana irmez elüm bu hikmete kaldum tana (7/4). Yunus aşk ile doludur. Allah’ın aşkından uzaklaşması, dergâhından sürülmesi onun için imkânsızdır. Çünkü onun aşkından başka aşk, dergâhından başka dergâh yoktur. Yukarıda ifade edildiği üzere tüm kapılar ona çıktığına göre, onun kapısından başka gidecek kapı da olmayacaktır. Allah’tan uzaklaştığını ifade edecek kişi yalan söylüyordur; çünkü nereye giderse gitsin o her yerdedir: Bu çalışmada yer verilen beyitler, Mustafa Tatçı’nın “Yûnus Emre Dîvânı II (Tenkitli Metin)” adlı çalışmasından alınmıştır. Parantez içinde verilen numaralardan ilki beytin şiir numarasını, ikincisi beyit numarasını göstermektedir. 2 International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 224 Mehmet Emin BARS Ben ‘ışkundan ırılmayam dergâhundan sürülmeyem Bundan dahı giderisem senünile varam sana (7/5). Kişi dünyanın malına mülküne aldanmamalıdır. Kulluk edilecek, sevilecek tek varlık Allah’tır. Allah’a ise derin sevgi ile ulaşılabilir. Tek bakî kalacak yoldaş Allah’tır: Aldanma mâla davara kulluk eyleye Hakk’a yara Seviyile bile vara bâkî yoldaş olanı gör (22/6). Zaman sürekli akıp gitmektedir. Gece ile gündüz birbirini takip etmekte, insanoğlu çok şeyler yaşamaktadır. Ancak meydana gelecek her şey Allah’ın emrine uygun biçimde gelişir. Kim ne yaparsa yapsan her zaman Allah’ın dediği olacaktır. Çünkü tek güç sahibi odur: Dün gider gündüz gelür gör niçesi uz gelür Emr-i Hakk’un ser-be-ser cihâna düp-düz gelür (23/1). Yunus’a göre Hakk’ı görecek tek göz gönül gözüdür. Allah’a ancak gönülle yani aşkla varılır. Başımızın üzerinde bulunan göz ancak maddî varlıkları görür. Maddenin arkasındaki manayı görmek, kavramak önemlidir. Sadece gece gündüz Hakk’ı düşünen, her zaman onunla olan bir gönül Hakk’a erebilir: Yûnus imdi sen Hakk’a ir dün ü gün gönlün Hakk’a vir Gönül gözi görmeyince bu baş gözi görmeyiser (24/5). Yunus, aşkı oka benzetir. Bir gönül ne kadar katı ve sert olursa olsun Allah’ın aşkıyla yumuşar, narinleşir, merhametle dolar. Aşk her derdin devasıdır. Aşka düşen gönül kendi varlığından geçer, kendini ona (Allah’a) verir: Dost senün ‘ışkun okı key katı taşdan geçer ‘Işkuna düşen ‘âşık cânıla başdan geçer (70/1). Yunus için Allah’ı bilmek demek dünya için tasalanmamayı da beraberinde getirir. Çünkü o varsa her şey var, o yoksa hiçbir şey yoktur. Varlıklar onunla var olur, değer kazanır. Gönlünde iman taşımayan gönül ölüdür, cansızdır: Dünyâ için gussalanan mescid göricek tutınan Anda îmânsuz bulınan Allâh’ı bir bilmeyendür (99/4). Bezm-i Elest, Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabirdir. Bezm-i Elest terkibi,“Ben sizin rabbiniz değil miyim?” hitabının yapıldığı ve ruhların da “Evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi A’raf süresinin 172. ayetinden alınmıştır. Ayetin meali şöyledir: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da, ‘Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.” Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerinde Cenab-ı Hakk’ın Hz. Adem’den, Ademoğullarından, çeşitli peygamberlerin ümmetlerinden Hak yoldan sapmayacakları konusunda söz aldığı ve onlarla bir nevi antlaşma akdettiği ifade edilir (Yavuz, 1992: 106). Yunus deyişlerinde Bezm-i Elest’e de değinir. O, Bezm-i Elest’te Allah’a verdiği sözü unutmamıştır. Hangi makamda dahi olduğunu bilmeden verdiği Allah’ın birliği ve Resul’ün hak olduğu sözünü bize anımsatır: International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 225 Ezelîden dilümde uş Tanrı birdür Hak’dur Resûl Bunı böyle bilmeziken bir ‘aceb makâmdayıdum (168/2). Yunus, Mecnun iken Allah onun Leyla’sıdır. Aşk kadehini yudumlayan Yunus, Leyla’sını gönlündeki tahta oturtmuştur. Hiçbir mekâna sığmayan Allah, mü’minin gönlüne sığar: Mecnûn kadehin aldum Leylî gönline taldum Çün Hakk’ı ‘ıyân bildüm andan sınura geldüm (178/11). Yunus aşkın şarabını içtiğinden beri aklını yitirmiş, nerede olduğunu bilmemiştir. Kendini bilmeyen Yunus, Allah’ın aşkıyla yok olmuştur. Onu bulan her şeyi bulmuştur, onu yitirenin neyi kalmıştır ki?: ‘Işkun şarâbın içeli kandalıgum bilimezem Şöyle yavı kılam beni isteyüben bulımazam (189/1). 2.2. Meleklere İman Melekler, Allah’ın emirlerine tam itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlıklardır. “Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi vahye dayanan dinlerde Tanrı ile insan arasındaki mesafe vurgulanarak ilişki kurma fonksiyonu meleklere yüklenmiştir… Melekler güçlerini daha üstün bir kaynaktan alan, dolayısıyla bağımsız olmayan, görevlendirilip yollanan, kendilerini gönderen yüce kudretle gönderildikleri insanlar arasında aracı olan iyi nitelikteki ruhanî varlıklardır” (Erbaş, 2004: 37). Melekler kuvvet ve derece açısından büyük ilahlardan aşağı bir statüde bulunurlar. İnsanı iyi veya kötü yönde etkileme gücüne sahip olan bazı varlıkların mevcudiyeti inancı çok eski zamanlardan beri çeşitli dinlerde vardır. Bütün Yahudi mezhepleri meleklerin varlığını kabul etmektedir. Hristiyanlık’taki melek inancı da büyük oranda Yahudilik’tekine benzemektedir. “Melek inancı, pozitivist ve determinist anlayışlara karşı varlığın sadece maddî ve görünen nesnelerden ibaret olmadığını ortaya koyup mânevî ve ruhanî alemlerin mevcudiyetini ispat ettiği için bütün dinlerde olduğu gibi İslâm’da da önem taşımaktadır” (Özervarlı, 2004: 41). Kur’an-ı Kerim’de meleklerle ilgili çokça bilgi verilmektedir. Kur’an’a göre Allah’ın meleklerine düşman olan kişi Allah’ın da düşmanıdır (Bakara/98). Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş kişilerin üstünde, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti vardır (Bakara/161). Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman etmektir (Bakara/177). Allah, melekler ve ilim sahipleri, Allah’tan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ederler ( Âl-i İmrân/18). Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, İsa’yı doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler (Âl-i İmrân/39). Melekler, Meryem’e gelir, Allah’ın onu seçtiğini, tertemiz yaptığını ve onu dünya kadınlarına üstün kıldığını haber verir (Âl-i İmrân/42). İslam ordusu Bedir’de son derece güçsüz iken Allah onlara beş bin melekle yardım eder (Âl-i İmrân/123-125).İnsanların canlarını almakla görevli melekler vardır (Nisâ/97). Allah, peygambere indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna melekleri şahit tutar (Nisâ/166). Allah bazı melekleri insanlar üzerine koruyucu olarak gönderir (En’âm/61). Allah’ın elçileri olan melekler kurulan tuzakları yazarlar (Yûnus/21). İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar (Ra’d/11). Melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler (Nahl/49). Meleklerin bir kısmı arşı taşırlar ve onun çevresinde Rablerini hamd ederek tespih ederler, ona inanırlar ve inananlar için bağışlanma dilerler (Mü’min/7). Rabblerinin yanında bulunan melekler, gece gündüz hiç usanmadan onu tespih ederler (Fussilet/38). Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar (Necm/26). Cehennem ateşinin başında International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 226 Mehmet Emin BARS gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır (Tahrîm/6). Yunus Emre imanın esaslarından olan meleklerin varlığını kabul eder. Çeşitli şekillerde Allah tarafından görevlendirilen melekleri deyişlerinde işler. Yunus dev, peri, insan ve melek tüm varlıkların Allah’ın huzurunda durduklarını ve yüce yaratıcılarını sevdiklerini belirtir: Dîv ü perî ins ü melek sever seni her mahlûkât Hayrân olup ileyünde turmış durur hûr u melek (144/4). Yunus, dizelerinde meleklerin gökte bulunduklarını belirtir. Melekler sadece gökte bulunmazlar. Her yerde Allah tarafından görevlendirilirler. Yeryüzü ve gökyüzü onların bulundukları mekânlardandır. Yüce varlıkların hep yukarıda, gökte bulunmalarını tasavvur etme düşüncesi Yunus’ta da kendisini gösterir. Eski Türk inanışında gökte bulunan varlıklar kutsal, iyi, yüce kabul edilirken; yeraltında bulunanlar kötü ruhlar olarak düşünülmüştür. Bu inanışın izlerini aşağıdaki mısralarda bulmak mümkündür: Yılduzıdum bunca zamân gökde melâik arzûmân (169/9). Halâyık bunda gelmedin gökler melâik tolmadın (172/2). Araf suresi 206. ayette belirtildiği üzere Allah’ın katındaki melekler ona ibadet etmekten büyüklenmezler. Onu tespih ederler ve yalnız ona secde ederler. Yunus aşağıdaki mısralarda meleklerin her birinin gökte Allah’ı zikrettiklerini ve bundan büyük bir zevk aldıklarını belirtir. Melekler günah işlemezler. Sadece Allah’ın emirlerini yerine getirirler: Gördüm gögin meleklerin her biri bir cünbişdedür Hak Çalab’un zikrin ider İncîl ü Kur’ân benem (177/5). Yunus dizelerinde vahiy meleği Cebrail’e değinir. Cebrail, ilahî emirleri, meleklere ve peygamberlere ulaştıran vahiy meleğidir. Yahudilik ve Hristiyanlık’ta da İslamiyet’tekine benzer şekilde büyük meleklerden biri olarak kabul edilir. Kitab-ı Mukaddes’te ismi geçen üç melekten biridir. Yahudilik’te Tanrı’nın buyruklarını yaratıklara bildirip elçilik görevi yapar. Hristiyanlık’a göre peygamberlere insan şeklinde görünerek Tanrı’dan vahiy getiren büyük bir melektir. İslam dininde Cebrail, Hz. Peygamber’e ilahi emirleri bildiren vahiy meleğidir ve dört büyük melekten biridir. Cebrail Kur’an-ı Kerim’de “Cibril, Ruhu’l-kudüs, Ruhu’l-emin, Ruh, Resul” şeklinde isimlerle ifade edilir (Yavuz-Ünal, 1993: 202). Ayetlerde belirtildiğine göre Cebrail üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Necm/5-6), değerli, güçlü ve Arş’ın sahibi katında itibarlı, orada bulunan meleklerce itaat edilen, güvenilir bir elçidir (Tekvîr/19-21). Meryem’e bir insan şeklinde görünmüştür. Ona Rabbinin bir elçisi olarak tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildiğini belirtir (Meryem/17-19).Hz. İsa doğduktan sonra Allah’ın emriyle ona destek olmuştur. Hz. Peygamber’e Kur’an’ı vahyedip öğretmiştir. Hz. Peygamber tarafından “açık ufuk”ta ve “sidretü’l münteha”da aslî hüviyetiyle görülmüştür. Hz. Peygamber’in dostu, müminlerin destekleyicisidir. Kadir gecesinde meleklerle birlikte yeryüzüne iner, ahirette insanlar hesaba çekilirken mahşerde saf saf dizilen meleklerin yanında bulunur. Hz. Peygamber’e Kur’an’ı öğreten ve değişik konularda hükümler bildiren odur. Bazen Hz. Peygambere ve sahabilere insan şeklinde görünür. İlk defa Hira dağında, Hz. Peygamber’e gelip aslî sûretinde görünmüş, onu kuvvetle sıkarak okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmiştir (Yavuz-Ünal, 1993: 202). Yunus, Allah’ın âşıkları arasında Cebrail’i şu şekilde anlatır: ’Işkıla çalındı kalem ‘ışka yesir durur âlem ‘Âşıklar arasında Cebrâîl dahı hicâb durur (47/3). International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 227 Yunus insandaki ruh halinin değişkenliğini kendisini örnek vererek açıklar. Yunus bir an olur Cebrail misali her tarafa Allah’ın emirlerini taşımak suretiyle rahmet saçar; bir an olur yolunu kaybeder, şaşkına döner: Bir dem döner Cebrâil’e rahmet saçar her mahfile Bir dem gelür gümrâh olur miskîn Yûnus hayrân olur (49/13). İnanışa göre Cebrail Miraç’tan önce Hz. Peygamber’in kalbini hikmetle doldurmuştur. Aşağıdaki dizeler bu daveti ve Miraç’tan önce Hz. Peygamber’in kalbini hikmetle doldurmasına göndergede bulunur: Cebrâîl da’vet kılınca Mi’râc’a Muhammed’i Mi’râcında diledügi ümmetinün varıdır (81/3). Yunus dört büyük melekten biri olan İsrafil’den de dizelerinde bahseder. İsrafil dört büyük melekten biri olup kıyamet gününde sura üflemekle görevlidir. Ayetlerde kıyametin kopmasından bahsedilirken, dağların Allah tarafından toz gibi savrulacağı, onların yerini dümdüz bomboş bir alanın alacağı, hiçbir tümseğin kalmayacağı, o gün kendisinden yan çizmenin mümkün olmayacağı davetçiye (İsrâfil’e) uyacakları belirtilir (Tâ Hâ/ 105-108). Peygamberi yalanlayanlar, nefislerinin arzularına uyanlar o davetçinin (İsrafil’in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar (Kamer/3-7). Kur’an’da yer alan “üfleme” görevini ifa edecek ve insanları hesap meydanına çağıracak olan meleğin İsrafil olduğu hususunda İslam âlimleri arasında ittifak vardır. Bundan dolayı sur ve nakürden bahsedilen her ayette zımnen bunları üflemekle görevli olan İsralfil’den de söz edilmektedir. İsrafil kıyamet gününde yapacağı görev açısından tanımlanarak “melekü’ssûr, sahibü’l-karn” olarak da nitelendirilmiştir. Rivayetlere göre İsrafil, Allah’ın “üfle!”emrini beklemektedir. Görevini yaparken sağında Cebrail, solunda da Mikail bulunacaktır (Cebeci, 2001: 181). Yunus dizelerinde İsrafil’in bu görevini hatırlatır. İsrafil surunu üflediğinde tüm mahlukat hesap meydanına toplanacaktır. Surun sesi o kadar yüksek çıkacak ki kulaklar bu sesten duymaz olacaktır. Tüm insanlar başları açık, ayakları yalın biçimde toplanacaklardır: İsrâfil sûrın urıcak mahlûkât turu gelicek Senün ününden artuk kulagum işitmeye (3/8). İsrâfil sûrını ura cümle mahlûk turı gele Dirilüben haşre vara anda kâzî Sübhân ola (9/2). İsrâfil sûrın ura halâyık turı gele Baş açuk yalın ayak ıssılar ola katı (385/6). Azrail de Yunus’un dizelerinde yer alır. Azrail dört büyük melekten can almakla görevli olanıdır. Yahudilik’e göre ölüm meleği yaratılışın ilk gününde var edilmiştir. Mekânı göklerdedir, on iki kanadı vardır. Ölüm anında kılıcını çekmiş olarak kişinin başucuna gelir. O, Mesih tarafından yok edilecektir. Hristiyanlık’taki umumî melek inancı Yahudilik’ten alınmıştır. Onlarda da ölüm meleğinin varlığına ve görevlerini ifa edişine Yahudilik’e benzer inanışlar mevcuttur (Kılavuz, 1991: 350-351). Azrail kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçmemektedir. Secde suresinin 11. ayetinde insanların canını almakla görevli olan melekten ölüm meleği diye bahsedilir. Ölüm melekleri, kötülüklerden korunan müminlerin ruhlarını alırken “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” (Nahl/32) derken, kötülük işlemek suretiyle kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “Haydi tadın yangın azabını” derler International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 228 Mehmet Emin BARS (Enfal/50). Yunus Azrail’in can almaya geldiğinde kimsenin buna engel olamayacağını vurgular. Azrail’in heybetine kimse dayanamaz. O geldiğinde halktan yardım beklemek boşunadır: Çün ‘Azrâil ne tuta assı kılmaz ana-ata Kimse döymez o heybete halkdan meded irmez ola (6/2). Aşağıdaki dizelerde Azrail hakkında Yahudilik inancının tesirlerini görmek mümkündür. Azrail’in elinde kılıcıyla can almaya geleceği belirtilir. O geldiğinde kimsenin aklı başında kalmayacaktır: Gele sana cân alıcı dahı cân alur kılıcı ‘Aklunı başdan alıcı bir dem amân virmez ola (6/3). Yunus, Azrail canımızı almaya gelmeden önce tedbirimizi almamız gerektiği hususunda bizleri uyarır. Çünkü Azrail geldikten sonra artık yapacak bir şeyimiz kalmayacaktır: Ölüm haberi gelmedin ecel yakamuz almadın ‘Azrâil hamle kılmadın gel dosta gidelüm gönül (160/9). Madem insanoğlu ölümün geleceğini biliyor, Azrail tarafından tatlı canının alınacağına inanıyor, o halde böyle gafil biçimde durmak neden?: Ölüm hakdur bilürsin niçün gâfil olursın ‘Azrâil kasd idiser günâhlu tenümüze (311/6). Yunus “Kiramen Kâtibin” olarak bilinen meleklerden de söz eder. Bu melekler insanların söz ve davranışlarını kaydeden meleklerdir. Değerli yazıcılar anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de ceza ve mükâfat günü olarak nitelendirilen kıyametin meydana gelişi anlatılırken insanların üzerinde muhakkak bekçiler, değerli yazıcıların olduğu; onların, yapmakta olduklarımızı bildiği belirtilir (İnfitâr/10-12). Biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek insanların yaptıklarını alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın (Kâf/17-18). Allah, hakkı kabul etmeyenlerin sırlarını ve gizli konuşmalarını duyar. Onların yanlarındaki elçiler (melekler) yaptıkları gizli açık her şeyi yazmaktadırlar (Zuhruf/79-80). “İlmi her şeyi kuşattığı halde Allah’ın amelleri yazmak üzere melekleri görevlendirmesinin insanları sorumluluk gerektiren bütün düşünce, söz ve tutumlarında dikkatli olmaya teşvik etmesi, kıyamet günü hesap sırasında dünyada yapılanlarla ilgili somut delillerin bulunması, hakla bâtılın, haklı ile haksızın herkes tarafından belgeleriyle birlikte bilinip ayırt edilmesi gibi hikmetlere bağlı olduğunu söylemek mümkündür” (Üzüm, 2002a: 60). Bu melekler Yunus’un ifadesiyle yaz kış demeden sürekli yazarlar, yazmaktan usanmazlar. Biri insanın sağ, diğeri sol omzundadır; sağdaki hayrı, soldaki şer işleri kaydeder. Bunların kalemlerinin aşınmaması, kâğıtlarının/mürekkeplerinin tükenmemesi ile insanların yaptıkları büyük küçük her şeyi kaydederken buna engel olacak hiçbir şeyin olmayacağı anlatılır. İnsan nerede, ne zaman bulunursa bulunsun melekler yazmaya devam ederler: Ol ferişteler adı Kirâmen Kâtibîndür Yazmakdan usanmazlar armazlar yaz u kışda Birisi sag omzunda birisi sol omzunda Birisi hayrun yazar birisi şer cünbişde Kâğıdları dükenmez ne hod mürekkebleri International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 229 Aşınmaz kalemleri kâimlerdür ol işde Hem meyhâneye varur hem büt-hâneye girür Bunlar saklarlar seni sen gâfilsin bu işde (301/9-12). Münker ve Nekir ölümden sonra insanları sorguya çekeceği belirtilen iki melektir. Yunus şiirlerinde bu iki meleği de anar. Kur’ân-ı Kerîm’de kabir hayatına işaret eden ayetler bulunmakla birlikte Münker ve Nekir’den söz edilmemektedir. Münker ve Nekîr “tanınmayan, şiddetli ve korkulu olan” demektir. “Sorgu meleklerine Münker ve Nekir adının verilmesi, kâfirlerle münafıklara karşı şiddetli davranıp kalplerine korku salan bir görüntüye sahip olmalarından ötürüdür” (Toprak, 2006: 15). Yunus kabre varınca bu meleklerin geleceğini, kendisini sorgulayacağını belirtirken Allah’tan işini kolaylaştırması için yardım diler: Yûnus kabre vardukda Münker-Nekir geldükde Bana su’âl sordukda dilüm döne mi yâ Rab (15/5). İnsan dünyadan ahiret yurduna hiçbir şey götüremeyecektir. Mezara konulduğunda dünya malı geride kalacak, Münker ile Nekir’in sorgusu başlayacaktır. Onların sorguları pek sert olacaktır: Mâl u mülkden ayrılup sine varasın turup Münker ü Nekir gelüp su’âl idiser katı (385/3). Yunus dizelerinde Harut ile Marut adlı iki melekten de bahseder. Harut ile Marut, Kur'anı Kerim’de de adları geçen ve insanlara sihir öğrettiklerine inanılan iki melektir. Harut ve Marut kelimeleri Kur’an’da bir ayette geçer: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, ‘Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme’ demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!” (Bakara/102). Hadis, tarih ve tefsir kitaplarında ayrıntılı biçimde yer alan Harut ile Marut kıssası farklı isimlerle İslam’dan önceki dinlerde de görülür. Müfessirler, Bakara suresinde geçen ayetin sihir öğretmenin ve öğrenmenin sakıncalarını vurguladığı konusunda ittifak etmişlerdir. Ayette, onların Babil’de bulundukları ve günah olduğu konusunda uyarıda bulunarak insanlara sihir öğrettikleri belirtilir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Abdullah b. Ömer’den nakledilen bir hadise göre Hz. Adem, Allah tarafından yeryüzüne indirildiğinde, melekler Allah’a, “Bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?”derler. Allah da onlara,“Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim.”der. Melekler, kendilerinin Ademoğlundan daha itaatkâr olduklarını söyleyince de Allah yeryüzüne göndermek üzere aralarından iki melek seçmelerini ister. Harut ve Marut seçilerek yeryüzüne indirilir. Zühre çok güzel bir kadın şeklinde karşılarına çıkınca melekler ona sahip olmak ister. Kadın, Allah’a ortak koşmaları şartıyla tekliflerini kabul eder. Melekler bunu reddeder. Kadın önce bir çocuk getirir ve onu öldürmelerini ister, melekler bunu da kabul etmez. Daha sonra içki getirir ve bunu içerlerse tekliflerini kabul edeceğini söyler. Melekler içkiyi International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 230 Mehmet Emin BARS içip sarhoş olunca kadınla zina edip çocuğu öldürürler. Meleklerden dünya veya ahiret azabından birini seçmeleri istenince dünya azabını seçerler (Demirci, 1997: 263). Yunus dizelerinde Harut ile Marut’un birer melek olduğunu belirtir. Yukarıda Zühre ile geçtiği belirtilen hadiseye göndergede bulunur. Melekler, Zühre’ye aldanınca Allah’ın emrini unutmuşlardır: Gör Hârût-Mârût neyidi Hazret’de ferişteyidi Nasîbin ‘ışka aldurup makâmın zühreye vire (307/3). Gökdeki Hârût-Mârût ‘ışk içün indi yire Zühre yüzin göricek unıtdı Rahmân’ını (398/6). 2.3. Kitaplara İman Kitap kelimesi Kur’an-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Ayetlerde kelimenin başlıca şu anlamlarda kullanıldığı görülür: 1. Vahiy: Peygamberlerden her birine indirilen vahiylerin bütünü özel isimlerinin yanında kitap ile de anılır. Kur’an’da kitap üç ilahî kitaptan (Kur’an-ı Kerim, Tevrat, İncil) her biri için de kullanılır. 2.Amel defteri: İnsanların dünyadaki inançlarının ve fiillerinin kaydedildiği yazı, belge anlamındadır. 3. Levh-i mahfûz: Bütün varlık ve olaylar hakkındaki ilahî bilgileri, hükümleri ve yasaları kapsayan belge, metin, kitap (Üzüm, 2002b: 121-122). Kur’an’da geçen “ehlü’l- kitab” ise genellikle Yahudi ve Hristiyanlar için kullanılmıştır. İslam dininin iki kaynağını Kur’an ile sünnet teşkil eder. “Dinin amelî hayata ilişkin hükümlerinin delillerini, bunların sabit olma yollarını ve hükme delâlet yönlerini belirlemeyi konu edinen fıkıh usulünde Kur’an kaynaklar hiyerarşisinin başında yer alır ve ‘kitap’ denildiğinde kural olarak şer’î hükmün kaynağı olması yönüyle Kur’an kastedilir” (Bardakoğlu, 2002:122). Yunus Emre, dizelerinde dört kutsal kitabı Kur’an düşüncesine uygun biçimde anar. Bu kitapların aslı aynıdır. Allah’ın kullarına karşı emirlerini kapsar. Yunus’a göre bir kişi Allah tarafından gönderilen kitapları ne kadar çok okursa okusun, erenlere gerekli değeri vermezse bunların bir faydası olmayacaktır: Gökden inen dört kitâbı günde bin kez okurısan Erenlere münkirisen dîdâr ırak senden yana (10/4). Yunus dizelerinde İncil3, Zebur4 ve Tevrat5’a da değinmesine rağmen en çok Kuran’dan bahseder. Kur’an, İslam dininin kutsal kitabıdır. Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla 3Hz. İsa’ya verilen ilahi kitabın Kur’an’daki adıdır. İncil kelimesi, Ahd-i Cedid külliyatı içinde ilk defa Pavlus tarafından kullanılır. Pavlus’un incili Mesih’in ölümü ve dirilişi üzerine temellendirilmiştir. Ahd-i Cedid yazarları incil kelimesine genellikle “Mesih tarafından insanlığa getirilen ve havarilerce vaaz edilen kurtuluş müjdesi, İsa Mesih’in doktrini” manasını yüklemişlerdir. Daha sonra kelime, İsa Mesih’in şahsını ve faaliyetlerini anlatan ilk Hristiyan yazıları için kullanılmıştır. Günümüzde hem Hristiyan mesajını hem de Mesih’in hayat ve öğretisini içeren kitapları ifade etmektedir. Hristiyan inancına göre Hz. İsa İncil’i yazmamış, sadece tebliğ etmiş ve havarilerden onu tebliğ etmelerini istemiştir. Nitekim uygulamada da İncil yazıya geçirilmeden önce şifahen nakledilmiştir. Hz. İsa Filistin’i dolaşarak İncil’i tebliğ etmiştir. Zamanla Hz. İsa’yı bizzat görenlerin sayısı azalmaya ve Hristiyanlık yayılmaya başlayınca İncil’in yazıya aktarılması zarureti doğmuştur(Harman, 2000: 270271). 4 Kur’an’da Hz. Davud’a indirilen kutsal kitaba verilen addır. “Dâvûd’un Zebûr’u yetmiş ayrı makamda okuduğu, bu esnada İsrâiloğulları’nın âlimlerinin, halkın, cinlerin ve şeytanların gelip sıralar halinde arkasında durduğu, yabani ve yırtıcı hayvanların onun yakınına kadar geldiği, kuşların ona gölge yaptığı, o sırada suların akmayı ve rüzgârın esmeyi kestiği rivayet edilmiştir” (Gürkan, 2013: 172). International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 231 mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e indirilmiştir. Kur’an kendisinden bahsederken birçok yerde “el-kur’ân” ve “el-kitâb” kelimelerini kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğunu gösterir. Hz. Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ etmiş, ardından bunu vahiy kâtiplerine yazdırmıştır. Yazılı kültüre uzak olan Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri sayesinde nâzil olan ayet ve sureleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmemişlerdir (Birışık, 2002: 385). Böylece Kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebu Bekir’e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye “Mushaf” adı verilmiştir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. “Kur’an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır. Kur’an’ın âhengi, Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içerdiği için mûcize olmasının önemli bir parçası sayılmıştır. Onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mûcize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir” (Görgün, 2002: 389). Kaf Dağı, dünyayı çepeçevre sardığı söylenen efsanevî bir dağdır. Simurg adlı efsane kuşu burada yaşar. Sembolik anlamda uzak mekânlar için kullanılır. Yunus Hakk’tan geldiğini, rehberinin Allah’ın kelamı olduğunu söyler. Böyle olunca Kaf Dağı misali erişemeyeceği menzil yoktur. Tüm cisimler onun emrindedir. Çünkü o Hakk’a tabidir, Hakk’ın emrinde olan kişinin, dünya emrine girer: Kaf Tagı zerren degül ay u güneş bana kul Aslum Hak’dur şek degül mürşiddür Kur’ân bana (12/2). Kuran’ın Allah kelamı olduğu Yunus tarafından şöyle anlatılır: Çü Kur’ân gökden indi anı Allâh buyurdı Andan haber virsene hâ kitâbdan ötersin (248/3). Yunus ilme güvenmeyi tehlikeli görür. Kişi ilmine güvenirse bu onun hakikatleri görmesine perde olur. Ahirette neler kazanacağı üzerine hesap yaptırır. Gerçekte kulun yaptığı ibadetler onu tek başına cennete götürmeye yetmez. Kul ancak Allah’ın rahmetiyle cenneti kazanır. Âlim bunu unutmamalıdır. Cennete götürecek tek şey aşktır. Allah aşkını gönlünde taşıyan derviş, hakikate ulaşmıştır: ‘İlim hod göz hicâbıdur dünyâ âhret hisâbıdur Kitâb hod ‘ışk kitâbıdur bu okunan varak nedür (37/4). Yunus dört kitabın aslının, temel öğretilerinin bir olduğunun farkındadır. Dördü de Allah’ın kelamıdır. Ancak ilk üçü bozulduğu için dördüncüsü Kur’an indirilmiştir. Tüm varlıklarda bu kitaplarda anlatılan gerçekler görülmektedir: Tevrât’ıla İncîl’i Zebûr’ıla Furkân’ı Bunlardagı beyânı cümle vücûdda bulduk (133/6). Kur’ân-ı Kerîm’de Yahudilerin kutsal kitabına verilen addır. Tevrat’ın biri Yahudilere, diğeri Samirîlere ait olmak üzere iki versiyonu vardır. Tevrat’ın milâttan önce III. yüzyılla milâttan sonra IV. yüzyılda klasik birçok dilde tercümesi yapılmıştır (Adam, 2012: 42). Kur’an’da Tevrat çoğu İncil’le birlikte geçmektedir. Tevrat İsrâiloğullarına indirilen bir kitaptır. 5 International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 232 Mehmet Emin BARS Elif, Allah’ın birliğinin sembolüdür. Kitaplarda anlatılan esasların başında da Allah’ın bir oluşu, eşi ve benzerinin bulunmaması gelmektedir. Yunus bu hakikatı şu veciz sözlerle ifade eder: Dört kitâbun ma’nîsi tamâmdur bir elifde Bâ didürmen siz bana bâ diyicek azaram (171/3). Kur’an kişilerin Allah’ın hoş görmeyeceği işlerden sakınmalarını ve acizliklerini itiraf etmelerini öğütler. İnsanlar tembelliği bırakmalı, kurtuluşa ermek için Allah’a tevbe etmelidir: Kur’ân eydür ki vâttakû gine eydür ki tezra’û6 Kâhil olup oturmagıl tîz tevbeye gelmek gerek (137/8). 2.4. Peygamberlere İman Peygamber, Allah’tan vahiy yoluyla aldığı bilgileri ve emirleri tebliğ eden, insanları Allah’ın dinine çağıran yüksek özelliklere sahip seçilmiş kişilerdir. Peygamberlerin bir kısmı Kur’an’da zikredilmekle birlikte bir kısmından hiç bahsedilmemiştir. Bu durum ayette şöyle anlatılır: “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar” Mü’min/78). Peygamberlerin ilki Hz. Adem, sonuncusu Hz. Muhammed’dir. Peygamberlerin bazı nitelikleri vardır. Bu özellikleri şöyle sıralamak mümkündür: a. Mucize göstermek: Peygamberler mucizelerle bilinebilir. b. Vahiy almak ve tebliğ etmek: Vahiy alan peygamber, diğer insanlar tarafından tecrübe edilmesi mümkün olmayan bir şekilde bazı ilahî bilgileri idrak eder, bunların kendisine Allah tarafından gönderildiğini anlar. c. Beşerî niteliklere sahip olmak: Peygamberler mucize gösteren ve Allah’tan vahiy alan bir kişiler olmakla birlikte uluhiyyet vasıfları taşımaz. Her insan gibi onlar da doğar, yaşar ve ölür. d. Allah tarafından seçilmiş olmak: Peygamberler Allah tarafından seçilmiş üstün nitelikli kişilerdir. e. Günah işlemekten korunmuş olmak: Peygamberler bilinçli şekilde günah işlemekten korunmuştur. f. Doğru sözlü ve güvenilir olmak: Peygamberler doğru sözlü ve kendisinden emin kimselerdir (Yavuz, 2007b: 259-261). İslamiyette nübüvvet veya risalet terimleri “Allah’ın vahiy yoluyla öğrettiği bilgileri ve O’nun emirlerini insanlara ulaştırıp ilâhî elçilik görevini yapma teşkil eder… Nebevî güce sahip olan insan ‘faal akıl’la doğrudan ilişki kurmasını sağlayan aklî, hayalî ve nefsî güçleri sayesinde bilinmeyen hususlara ulaşır, görünmeyen sûretleri algılar ve nesneleri değişikliğe uğratabilir” (Yavuz, 2007a: 279). Allah’ın elçi olarak seçip görevlendirdiği kişiye nebi yanı sıra resul de denir. Cenab-ı Hak, insanlara yaratılıştan itibaren peygamberler vasıtasıyla doğru yolu gösteren vahiyler ve bunları içeren kitaplar indirmiş, ilk peygamber olarak da Hz.Adem’i seçmiş, onun ardından sırasıyla birçok peygamber göndermiştir (Bakara/31-87; Al-i İmran/33; En’âm/42; Yûnus/47). Allah tarafından yol gösterici olarak gönderilen peygamberlere inananlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir (Bakara/38). Allah peygamberlerine karşı gelenlerin düşmanıdır (Bakara/98). Peygamberler, Allah’ın ayetlerini okur, ümmetlerini her türlü kötülükten arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir (Bakara/151). Onlar birer melek değildir (En’âm/9). Peygamberlerin görevi insanları sadece müjdelemek ve uyarmaktır (En’âm/48). Müftüoğlu (2011: 205) “tezra’û” kelimesinin muhtemelen okuma hatasından dolayı ayetteki (En’âm/43) şedde hazfedilerek kayıtlara geçmiş olabileceğini belirtir. Ayetin aslında şedde vardır ve ona göre kelimenin doğrusu “tezar ra’û” şeklinde okunmalıdır. 6 International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 233 Peygamberler insan topluluğunun yanı sıra cinlere de gönderilmiştir (En’âm/130). Onlar mucizeler gösterirler (İbrâhim/9). Yunus dizelerinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e değil ondan önce gelen, isimleri Kuran’da geçen birçok peygambere de değinir. Bu peygamberlerle ilgili olaylara çeşitli telmihlerde bulunur. Bu durum Yunus’un geniş bir birikime sahip olduğunun da göstergesidir. Yunus dizelerinde şu peygamberlerin isimlerini anar: Adem, Şit, İdris, Nuh, İbrahim, İsmail, Yakub, Yusuf, Eyyub, Musa, İsa, Davud, Süleyman, Lokman, İlyas, Yunus, Zekeriyya, Muhammed. Yunus peygamberlerden dünyanın kıymetsiz olduğunu, ona değer verilmemesi gerektiğini öğrenmiştir: Dünyâyı bırak elden dünyâ hicâb bu yolda Biz velîden nebîden eyle işitdük haber (39/2). Peygamberlerin sayısı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Halk arasında yaygın olarak kabul edilen yüz yirmi dört bin peygamberin geldiği inancını Yunus da dizelerinde tekrar eder: Bu yüz yigirmi dört bin nebîlerle Bile Mi’râc u Tûr münâcâtun var (48/12). Yunus’ta derin bir peygamber sevgisi vardır. Nitekim son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in Allah tarafından getirdiği hakikatlerin her biri birer mücevher kadar kıymet taşımaktadır. O dinin direği, peygamberlerin başıdır: Peygamberler serveri dîn diregi Muhammed Gör ne gevherler kodı bizüm kânumuza (311/2). Yunus Hz. Muhammed (sav)’in mucizelerine de değinmiştir. Miraç hadisesi dizelerinde şu veciz ifadelerle dile getirilir: Ol Hak Habîbi Mustafâ Mi’râc’a idicek sefer Ol dem cânum fikr eyledüm ol sırrını duyan benem (187/10). Yunus aşağıda yer verilen dizelerinde birçok peygambere değinmiş, başlarından geçen önemli olaylara göndergede bulunmuştur: Yire bünyâd urulmadın Âdem7 dünyâya gelmedin Öküz balık eylenmedin ben ezelî andayıdum Eyyûb8’ıla derde esîr iniledüm çekdüm cezâ Belkîs’ıla taht üzere mühr-i Süleymân9’dayıdum Yûnus10’ıla balık beni çekdi deme yutdı bile İblis, yılanın dişleri içinde cennete girer. Yasaklı meyveyi yemesi için Havva’yı kandırır. Havva, Adem’i etkiler, o da meyveyi yer. Bunun üzerine Allah tarafından cennetten çıkarılır, dünyaya indirilirler (Pala, 1995: 19). 8 Sabır timsalidir. Dünya saadetine sahip olur. Allah onu imtihan etmek için tüm malını elinden alır. Evlatları birer birer elinden alınır. Hastalanır, vücudunda yaralar açılır. Tüm bunlara karşı şükreder, sabreder. Sabır imtihanını kazanır, kendisinden alınanların tümü geri verilir (Pala, 1995: 174-175). 9 Süleyman, Sebe Melikesi Belkıs’a davetiye gönderir. Belkıs devletinin ileri gelenleriyle Süleyman’ı ziyaret eder. Bu ziyaret esnasında Hz. Süleyman’ın emri üzerine veziri Asaf, Belkıs’ın tahtını getirtmiş. Süleyman tarafından İslam’a davet edilen Belkıs kabul eder ve Süleyman’la evlenir (Pala, 1995: 490-491). 7 International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 234 Mehmet Emin BARS Zekeriyyâ11’yıla kaçdum Nûh12’ıla tûfândayıdum ‘Asâyıla Mûsâ13’yıla kaçdum çıkdum Tûr Tagı’na İbrâhîm14’ile Mekke’ye bünyâd bıragandayıdum İsmâ’îl15e çaldum bıçak ana kâr itmedi Hak beni âzâd eyledi koçıla kurbândayıdum Yûsuf16’ıla ben kuyıda yatdum bile çekdüm cezâ Ya’kûb17’ıla çok agladum bulınca figândayıdum Mi’râc gicesi Ahmed’ün dönderdüm ‘Arş’da na’linin Üveys18’ile urdum tâcı Mansûr19’ıla urgandayıdum (168/4-10). Yunus halkını Allah’a inanmaya davet eder. Onlar karşı çıkınca öfkelenir, Ninova şehrini terk eder. Bir gemiye biner. Geminin gitmemesi üzerine denize atılır. Büyük bir balık tarafından yutulur. Pişman olur. Balığın karnında kırk gün tevbe eder. Allah onu affeder, balık tarafından sahile bırakılır (Pala, 1995: 571-572). 11 Meryem’in dayısıdır. Rivayete göre oğlu Yahya’nın öldürülme fermanı çıkınca ona yardım eder. Düşmanlarından kaçıp Beyt-i Mukaddes’te bir kavak ağacının içine gizlenmiş. Eteği dışarıda kalmış, şeytan bunu gösterince Yahudiler tarafından kavak ağacıyla birlikte kesilmiştir (Pala, 1995: 580). 12 Hz. Nuh uzun yıllar kavmini imana davet eder. Kendisine pek az kişi inanır. Sonunda kavmine beddua eder. Kendisine Allah’tan bir gemi yapması emredilir. Sudan uzak bir yerde gemi yapar. Gemi bitince müminlerle birlikte gemiye biner. Yanına her çeşit hayvandan birer çift alır. Tufan olur, su her tarafı kaplar. Yeryüzünde insanlar ve hayvanlar tamamen yok olur. Tufan alt ay sürer. İnsanlar Nuh’un üç oğlundan türer (Pala, 1995: 432). 13 Hz. Musa İsrailoğullarının davranışları karşısında çok üzülür. Allah tarafından Tur Dağı’na çağrılır. Kırk gün boyunda Tur Dağı’nda yalnız başına ibadet eder, vasıtasız olarak Allah’ın kelamını işitir. Musa, Firavun tarafından sihirbazlıkla suçlanır. Firavun’un sihirbazları Musa’yı küçük düşürmek için ellerindeki ipi bırakırlar, ipler yılan olur. Musa da asasını bırakır, asa büyük bir yılan olup bütün yılanları yutar (Pala, 1995: 402-403). 14 İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i Mekke civarına bırakır. Burada kendisine Allah’ın Kâbe’yi inşa etme emri erişir. Oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi bina ederler (Pala, 1995: 274). 15 İbrahim peygamberin ilk oğludur. İbrahim bir çocuğu olursa onu Allah’a kurban edeceğini söylediği için, İsmail’i kurban etmek üzere süsleri hazırlar. İsmail büyük bir teslimiyet gösterir. İbrahim bıçağı birkaç kez sürmesine rağmen bıçak kesmez. O sırada Cebrail tarafından bir koç getirilir, onu kesmesi söylenir(Pala, 1995: 289). 16 Yusuf’un eşsiz güzelliği Aziz’in karısı Zeliha’yı büyüler. Yusuf Zeliha’nın tekliflerini reddeder. Bir gün Zeliha odasına girer. Yusuf ondan kaçarken gömleği yırtılır. Yusuf dışarı çıkınca Aziz’i karşısında bulur. Zeliha Yusuf’un kendisine saldırdığını söyleyerek onu zindana attırır. Yusuf zindanda rüya yorumlamaya başlar. Mısır hükümdarının rüyasını doğru tabir eder, zindandan çıkarılır (Pala, 1995: 572). 17 İshak Peygamberin oğludur. 12 oğlu dünyaya gelmiştir. Oğulları içinde Yusuf ile Bünyamin aynı anneden doğmuşlardır. Babasının ölümünden sonra Kenan ilinde kalıp onun yerine geçer. Allah ona peygamberlik verir. Kardeşlerinin Yusuf’u kuyuya atmalarından sonra onun hasretiyle Beytü’l-Ahzen (Hüzünler Evi) denilen kulübesinde yıllarca ağlar, ağlamaktan gözleri kör olur (Pala, 1995: 566). 18 “Üveys’in arş-ı alada bulunan bir tacı vardır. Allah bu tacı Üveys’ten almak için Cebrail’i ona yollar. Üveys günahkâr kulların yarısının affedilmesi karşılığında onu Allah’a verir. Cebrail nurdan bir zincirle tacı arşa asar. Hz. Peygamber miraca çıktığında nurdan asılı zincirle arşa asılı duran tacı görür. Hz. Peygamber bu tacın sahibini sorar, Cebrail bunun Üveys’e ait olduğunu; Allah’ın, ümmetin yarısının affedilmesi karşılığında bunu Üveys’ten aldığını söyler. Peygamber, tacın sahibinin yalnızca içinde ak bir beni olan el ayasını görür. Hz. Peygamber, Üveys’i görmek ister; ama Allah onu dünyada da ahirette de göremeyeceğini bildirir” (Bars, 2013: 175-176). 19 Edebiyatta çokça anılan ünlü sufidir. Tasavvuf yolunda zühd ve itikaf ile çabucak ilerler. Hakkında birçok menkıbe meydana gelir. Tasavvuf yolunda “fenafillah”a ulaşır. Ene’l-Hak (Ben 10 International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 235 2.5. Ahiret Gününe İman Ahiret, dünya hayatından sonra başlayıp ebediyen devam edecek olan ikinci hayattır. Ahiret hayatı, dünya hayatından değişik, ölümsüz bir hayattan, ebediyet alemine ait çeşitli merhaleler ve hallerden oluşur. Ahiret inancı, iptidaî kavimler dahil, tanrının varlığını kabul eden bütün din ve düşünce sistemlerinde mevcuttur. Ancak bu inanç sistemlerinde ölümden sonraki hayatın mahiyeti ve tasviri hakkında birbirinden farklı görüşler bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim, ahiret akidesini büyük bir kuvvetle telkin etmektedir. Bunun yanında dünyadan el etek çekmeyi de tasvip etmez. Dünya ile ahiret arasında denge kurmak gereklidir. İnsan ahirete hazırlanırken dünya nimetlerinden nasip almayı da unutmamalıdır (Kasas/77). Kur’an’ın tasvirine göre dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Ahiret yurdu ise gerçek hayattır (Ankebût/64; Hadîd/20). Şüphesiz bu dünya hayatı ancak geçici bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir (Mümin/39). “İslâm akaidinin üç ana esasından (Allah, peygamber, âhiret) birini teşkil eden âhiret inancı her şeyden önce insanda sorumluluk duygusu meydana getirmekte ve bu yönüyle hem hukukî hem de ahlakî müeyyide olmaktadır. Dünya hayatında insanın zorluklarla, haksızlıklarla mücadele ettiği halde bunları ortadan kaldıramadığı, neticede elem çektiği bir gerçektir. Mutlak adaletin tecelli edeceği, iyiliğin mükâfatlandırılması için bütün engellerin ortadan kalkacağı ebediyet âleminin varlığına inanmak, insan için büyük bir teselli kaynağı ve yaşama sevincidir” (Topaloğlu, 1988: 545). Yunus Emre, ahiret hayatıyla ilgi birçok merhaleyi dizelerinde dile getirir. Kıyamet, sur, haşir, mahşer, mizan, sırat, amel defteri, cennet, cehennem gibi ahiret hayatını ilgilendiren kavramları sıklıkla işler. Yunus bu dünyada olan her şeyin daha güzelinin, aslının öbür dünyada olduğunu belirtir. İki dünyanın varlığından şüphe edilmemelidir: Bu dünyâda hod ne ola âhiretde bulunmaya Bilürsin iki cihânda kimsene gümân tutmaya (3/12). Allah aşkı Yunus’un yaşam kaynağıdır. Bu aşka sahip olan kişi için dünya ile ahretin bir önemi yoktur. Onun ahiretten endişesi yoktur; çünkü Allah sevgisi bütün endişelerden kişiyi kurtarır: Dost ‘ışka ulaşalıdan dünyâ âhiret bir oldı Ezel-ebed sorarısan dün ile bugündür bana (7/8). Aynı düşünce aşağıdaki dizelerde de dile getirilmiştir. Aşk kişiyi dünya malının hırsından da ahiret korkusundan da uzak kılar: ‘Âşık bir kişidür bu dünyâ mâlın Âhiret korkusın bir çöpe saymaz (113/6). Yunus, dünyanın geçici bir mekân olduğunun farkındadır. Onun için önemli olan baki âlemdir. Asıl vatana giderken eli boş gidilmemelidir. Dosta giderken hazırlıklı gitmeli, ahiret için gerekli azık hazırlanmalıdır: Fânî dünyeden geçerüz bâkî mülkine geçerüz Armagan gerekdür dosta yüklü yükin dutsun dimiş (122/3). Hakk’ım) dediği için muhalifleri tarafından münkir kabul edilir. Hapse atılır, sekiz yıl hapiste kalır. Kamçılanır, vücudu parçalanarak öldürülür, darağacına çekilerek teşhir edilir (Pala, 1995: 226). International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 236 Mehmet Emin BARS Kişi dünyada sahip olduklarını gerçek varlık olarak görürse yanılır. Dünya malı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Bu dünya ancak bir oyalanma yeridir. Varlığı ile yokluğu aynıdır. Gerçek varlık öbür dünyada sahip olunacak olanlardır. Bu nedenle orada değer taşıyacak varlık kazanmaya bakılmalıdır: Ne (durur) dünye çoklıgı eşkere (durur) yoklıgı Varlık sarâyın hakîkat âhireti bilmek gerek (137/3). Yunus’un gözü dünyada değildir. O biran önce gerçek âleme gitme arzusu taşır. Çünkü öbür âlemde kendisini daha güzel bir hayat beklemektedir. O, bunun özlemini duyar: Koyam bu dünyâyı gidem çün âhrete sefer idem Ol uçmakda hûrîleri ben yana yoldaş eyleyem (197/2). Bu dünyada iken kişi bekanın tadarikini görmelidir. Ölmeden önce ölmeli, dünya bizi terk etmeden biz onu terk etmeliyiz. Ne mutlu o kişiye ki yüzünün akıyla ahirete göç eder: Bu fenânun terkin ura ol bekânun kaydın göre Zihî devletlü cân anun yüz agıla varan kişi (372/2). Yunus dünyaya dalmayı tehlikeli görür. Dünyaya dalmak kişiye ahiretini unutturur. İki emniyet bir gönülde olmaz. Dünyayı gönlüne koyan kişi ahiretini kaybeder. Ahirette mutlu olmak için dünya sevgisi gönülden çıkarılmalıdır: İy dünyâya aldanan hayırla ihsân kanı Unutdun âhireti şefkatla îmân kanı (396/1). Madem dünya fani, gelen gidiyor; o halde fena mülkünü terk etmek gerektir. Dünyaya veda edip ahiret yolunu tutmalıdır: Gelen geçermiş n’idelüm gelün âhrete gidelüm Bu fenâyı terk idelüm esenledüm dünyâm seni (413/4). 2.6. Kadere, Hayır ve Şerrin Allah’tan Geldiğine İman Kader, Allah’ın nesneleri ve olayları özellikle sorumluluk doğuran beşerî fiilleri, ezelde planlayıp zamanı gelince yaratması anlamına gelen bir terimdir. Allah’ın yarattığı mahlukata ilişkin planını ve tabiatın işleyişini gerçekleştirmesini ifade eder. Literatürde kader ve kaza kelimeleri birlikte kullanılır. “Bu iki terim âlimlerce farklı şekillerde tanımlanır. Sözlükte ‘gücü yetmek; planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek; rızkını daraltmak’ gibi mânalara gelen kader, ‘Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi’ diye tarif edilir. ‘Hükmetmek; muhkem ve sağlam yapmak; emretmek, yerine getirmek’ anlamlarındaki kazâ ise ‘Allah’ın nesne ve olaylara ilişkin ezelî planını gerçekleştirmesi’ şeklinde tanımlanır” (Yavuz, 2001: 58). Kur’an’da bütün nesne ve olayların belli bir düzen içinde gerçekleşmesi ilahî sıfatlarla irtibatlandırılır. Bunlar ilim, irade ve kudret gibi zatî; yaratma, yaşatma, öldürme, hidayete erdirme, saptırma gibi fiilî sıfatlardır. Kaderle yakından ilgili olanların başında ilim sıfatı gelir. Allah insanların içlerinde gizlediklerini, fısıltılarını, gaybı çok iyi bilendir (Tevbe/78). Allah, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilendir (Nahl/19). Yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah’ın emri bunlar arasından inip durmaktadır, Allah her şeye kadir ve her şeyi ilmiyle kuşatmıştır (Talâk/12). Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin dünyada duracakları yeri de öldükten sonra International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 237 emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta Levh-i Mahfuz20’da yazılıdır (Hûd/6). Allah dilemedikçe, bizler kendimize dahi ne bir zarar ne de fayda verebiliriz. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler (Yûnus/49; A’râf/34). Allah dilediğini, dilediği şekilde yaratır. O, dileyenin iman dileyenin inkâr edebileceğini bildirmiştir. Eğer isteseydi herkes iman ederdi; ancak insanları kendi irade ve tercihleri konusunda serbest bırakmıştır. İnsan, irade ve gücünü iman/itaat yahut inkâr/isyan doğrultusunda kullanmasına bağlı olarak müminlerle kâfirler hakkında farklı ilahî fiiller gerçekleşir. Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır (İbrahim/27). Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost yoktur (Kehf/17; Zümer/23). Allah, bize imanı sevdirmiş ve onu gönüllerimize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve İslâm’ın emirlerine karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir (Hucurât/7). Buna karşılık Allah, inkâr edip buyruklarına karşı çıkanların kalplerini ve kulaklarını mühürler (Bakara/7; En’âm/25). Hakkı duymalarına engel olmak için kulaklarına ağırlık verir. Onlara şeytanları dost yapar (A’râf/27). Hayır kelimesi “iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak” gibi anlamlara gelip şerrin karşıtı olarak kullanılır. Hayır kelimesi Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmekte, yer aldıkları ayetlerin konularına göre az çok farklı anlamlara gelmektedir. Kelime iyi, güzel, değerli, faydalı ve mal, mülk gibi arzulanan şeyler gibi kapsamlı bir anlamda kullanılmaktadır. Yine maddî anlamlarda refah, bolluk, zenginlik gibi kavramları belirtecek şekilde de geçmektedir. Kur’an’da manevî nimet kabilinden olan şeyler de hayır kelimesiyle ifade edilmiştir. İslam düşünürleri, hayır ve şer problemini hem ontolojik planda hem de ahlakî anlamda geniş ve sistemli bir şekilde ele almışlardır. İbn Sina hayır ve şer meselesini, ontolojisinin temelini oluşturan Allah’ın inayet ve cömertliliğiyle bağlantılı olarak ele alır. Ona göre Allah, imkân âlemindeki en yüksek derecesiyle hayır düzenini düşünür. Allah cömertliğinin bir sonucu olarak âlemdeki her varlığa genel düzen içindeki yeri bakımından layık olduğu hayrı eksiksiz verir. Bununla birlikte İslam düşünürleri şerrin yokluğunun da savunulamayacağını ifade etmişlerdir. Bir insanın suda boğulması veya ateşte yanması birer şer ise de bunlar su ve ateşin yaratılışında birinci derecede amaçlanmış hususlar değildir. Bunlar, genel hayır düzenini ve hayrın mutlaklığını sarsacak sıklıkta vuku bulmayıp rastlantılar yoluyla ortaya çıkan kötülüklerdir (Çağrıcı, 1998: 44-45). Şer kavramı Allah’ın emri ve insanın selim fıtratıyla bağdaşmayan kötü ve zararlı şey anlamında bir kelam terimidir. Kötü olmak, kötülüğe meyletmek, kötülük yapmak gibi anlamlara gelir ve hayrın karşıtıdır. “Dinî literatürde Allah tarafından yasaklanıp karşılığında ceza tertip edilen inanç ve davranışlar, günahlar şer diye nitelenir” (Yavuz, 2010: 539). Ayetlerde insanın kendisi için neyin hayır neyin şer olduğunu bilemeyeceği vurgusu yapılır. Bir şey bizim için hayırlı iken, onu hoş görmeyiz. Yine olur ki, bir şey bizim için kötü iken, onu severiz. Allah en iyisini bilir, biz insanlar bilemeyiz (Bakara/216). İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir (İsrâ/11). Eğer Allah, insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu (Yûnus/11). Yunus yukarıdaki açıklamalara uygun biçimde hayır, şer, kader ve kaza kavramlarını dizelerinde kullanır. Yunus kişinin yaptıklarının kendisinden bilmemesi gerektiğini belirtir. Allah dilemedikçe kul hiçbir şey işleyemez. Kul diler, hayır ve şerri Allah yaratır: Yûnus bu sözleri kogıl kendözünden elün yugıl Allah kudretiyle olacak şeylerin üzerinde yazılı bulunduğu levhadır. Allah önce levh ile kalemi yaratmıştır. Kalem bu levhaya kâinatta olacak her şeyi yazmıştır. İnsanların kaderi Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. Zamanı gelince yazılı olan her şey aynen meydana gelecektir. Bu levha yedinci kat gökte bulunmaktadır (Pala, 1995: 346). 20 International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 238 Mehmet Emin BARS Senden ne gele bir digil çün Hak’dan ola hayr u şer (28/9). Yeryüzünde ve kendi nefislerimizde uğradığımız hiçbir musibet yoktur ki, Allah onu yaratmadan önce, Levh-i Mahfuz’da yazılmış olmasın (Hadîd/22). Yunus kişioğlunun dünyada duracakları yeri de, öldükten sonra konulacakları yerin de Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğunu anlatır. Kişi şeytanın ve nefsinin yönlendirmesiyle doğru yoldan sapar. Kişioğlunun bu işleri yapması için ona bu gücü veren Allah’tır. Ancak azan kulun kendisidir: Levh üzere kimdür yazan azduran kimdür yâ azan Bu işleri kimdür düzen bu su’âle cevâb nedür (89/3). Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile Allah’tan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır (Sebe/3). Yunus’a sürekli ilahî aşkının sarhoşluğunun nereden geldiği sorulur. Onun kaderi Bezm-i Elest’te, Levh-i Mahfuz’da böyle yazıldığından kendisinin başka bir yolda olması da mümkün değildir: Çok sorarlar Yûnus’a nice ‘ışk esrükligi N’itsün ezel bezminde öyle çalındı kalem (202/9). Yunus aşka düştüğünden beri sarhoştur. Bu sarhoşluk onu hamlıktan kurtarmış, aşk odunda pişirmiştir. Pişen Yunus’un aklı o zaman başına gelmiş, hayırla şerri birbirinden ayırmıştır: Esritdi ‘ışka düşürdi ben hamıdum ‘ışk bişürdi ‘Aklum başuma divşürdi hayrı şerden seçer oldum (208/3). Allah kullarına asla zulmetmez, kullara ancak işlediklerinin karşılığı verilir (Yasin 36/54). Yunus, nefsinin sözünü dinlemediğinden beri şer işlerden uzaklaşmış, bütün endişelerinden kurtulmuş, tüm işlerini hayra çevirmiştir: Hayra döndi benüm işüm endîşeden âzâd başum Nefsün başını kesüben şer işlerden kaçar oldum (208/4). Allah göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilir. Yaptıklarımızı hakkıyla görür (Hucurât/16-18). Dolayısıyla Allah, kişinin ne yapacağını önceden bildiği için bunları yazmıştır. Kişinin başına ezelde ne yazılmışsa o gelecektir. Kişinin başına gelecek olan, önceden yazıldığı için gelmeyecektir. Allah kişinin yaptıklarını bildiği için bunları önceden yazmıştır. Bunun için kimsenin tasalanmasına da gerek yoktur: Yûnus imdi gam yime n’idem ne kılam dime Gelür kişi başına ezelde ne yazıla (335/20). Kader probleminin odak noktasını oluşturan insanların fiilleri konusunda Kur’an’da dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceği (Kehf/29) ifade edilir. İtaat ve isyan insanın iradesine bağlıdır, kişiler işledikleri ameller karşılığında cennete veya cehenneme gireceklerdir. İnsanların yaptıkları iyi işler lehlerine, kötü işler aleyhlerinedir (Secde/1920; Sebe’/37-38): Hayrum şerüm yazılısar ‘ömrüm ipi üziliser Sûret benden bozulısar âh n’ideyim ‘ömrüm seni (405/7). International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 239 3. Sonuç Amentü, İslam dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden bir terimdir. İtikadî esasların hepsi amentü terimiyle ifade edilir. Amentüde sıralanan bu iman esasları Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ifadelerle yer almıştır. Ayetlerde değişik şekillerde sıralanan iman esasları Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahirete iman olmak üzere beş ilkede toplanmıştır. Amentü metninde bulunan kader, hayır ve şerrin Allah’tan olduğu inancı bunlar arasında zikredilmemiştir. Bazı âyet ve hadislerde kadere imanın yer almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebilen özelliğine bağlı olsa gerektir. Yunus Emre’nin şiirleri incelendiğinde İslam dininin iman esaslarına geniş biçimde yer verdiği görülmüştür. Yunus kâinatı yaratan ve idare eden tek bir yaratıcının varlığını kabul eder. Bu yönüyle Yunus’ta güçlü bir Tanrı inancı mevcuttur. Bu Tanrı Allah’tır, her şeye gücü yetendir. Merhametli ve adildir. Tüm varlıkları yaratan odur. Onun izni olmadan hiçbir varlık hareket edemez. Ezelî ve ebedîdir. Bu inanç eski Türklerin yaratıcı ve kudret sahibi olan Gök Tanrı inancıyla da büyük benzerlikler taşımaktadır. İnsanların hayatını idare etmesi, ceza/mükâfat verici olması, yaşam/ölümün onun iradesine bağlılığı, ezelî ve ebedîliği, bir olması gibi nitelikleri bu benzerliklerden bazılarıdır. Yunus şirke şiddetle karşı çıkmaktadır. Yunus dizelerinde meleklerin da varlığını kabul eder. Vahiy meleği Cebrail’e, kıyamet gününde sura üflemekle görevli İsrafil’e, can almakla görevli Azrail’e, insanların söz ve davranışlarını kaydeden Kiramen Kâtibin meleklerine, ölümden sonra insanları sorguya çekeceği belirtilen Münker ve Nekir’e değinmiş, bu meleklere dizelerinde Kur’an’da anlatılan özelliklerine uygun olarak yer vermiştir. Yüce varlıkların hep yukarıda, gökte bulunmalarını tasavvur etme düşüncesi melek inancında da Yunus’ta kendisini göstermiştir. Yunus, şiirlerinde dört kutsal kitaba geniş biçimde yer vermiştir. İncil, Zebur ve Tevrat’a da değinmesine rağmen en çok Kuran’dan bahsetmiştir. Yunus dört kitabın aslının, temel öğretilerinin bir olduğunun farkındadır. Yunus dizelerinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e değil ondan önce gelen, isimleri Kuran’da geçen birçok peygamberden (Adem, Şit, İdris, Nuh, İbrahim, İsmail, Yakub, Yusuf, Eyyub, Musa… ) bahsetmiştir. Bu peygamberlerle ilgili olaylara çeşitli telmihlerde bulunmuştur. O, bütün peygamberlerin Allah’ın elçisi olduğuna inanmıştır. Yunus, Kur’an-ı Kerim’in de birçok ayetinde büyük bir kuvvetle telkin ettiği ahiret hayatıyla ilgi kıyamet, sur, haşir, mahşer, mizan, sırat, amel defteri, cennet, cehennem gibi birçok merhaleyi şiirlerinde dile getirmiştir. Yunus’un İslam akidesinin temel inançlarını geniş biçimde dizelerinde işlemesi belli bir eğitim sürecinden geçtiğini de göstermektedir. Yunus devrinin bilimlerini, dört kitabı, peygamber kıssalarını, Vahdet-i Vücûd’u öğrenmişti. O, geniş bir bilgi birikime sahipti. Onun okumayazma bilmediği düşüncesi halk inancının bir yansıması olmalıdır. Kaynakça Adam, B. (2012). Tevrat. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 41. 40-45. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Bardakoğlu, A. (2002). Kitap. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 122-126. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Bars, M. E. (2013). Veysel Karanî ile ilgili menkıbeler ve romanlar üzerine metinlerarası bir inceleme. Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı. Birışık, A. (2002). Kur’an. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 383-388. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 240 Mehmet Emin BARS Cebeci, L. (2001). İsrâfil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 23. 180-181. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Cin, A.; Babacan, V. (2013). Yunus Emre’nin Risaletün Nushiyye’si ve Divan’ı üzerine yeni bir inceleme. Mediterranean Journal of Humanities, III/2, 57-69, DOI: 10.13114/MJH/201322470. Çağrıcı, M. (1998). Hayır. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 17. 43-46. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Demirci, K. (1997). Hârût ve Mârût. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 16. 262264. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. DİA. (1989). Allah-Edebiyat. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 2. 499. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Erbaş, A. (2004). Melek. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 29. 37-39. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Gökalp, H. (2009). Risâletü’n-Nushiyye’de tahkiyevî unsurlar. Turkish StudiesInternational Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, 4/2, 485-521. Görgün, T. (2002). Kur’an-Mahiyeti. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 388389. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Gürkan, S. L. (2013). Zebûr. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 44. 171-173. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Harman, Ö. F. (2000). İncil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 22. 270-276. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Kılavuz, A. S. (1991). Azrâil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 4. 350-351. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Kur’an-ı Kerim Meâli (Hazırlayanlar: H. Altuntaş; M. Şahin). (2011). Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Müftüoğlu, Ö. (2011). Yunus Emre’nin insanla ilgili dizelerine yansıyan Kur’an kültürü. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 36, 201-216. Özervarlı, M. S. (2004). İslâm İnancında Melek. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 29. 40-42. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Pala, İ. (1995). Ansiklopedik divan şiiri sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları. Sevgi, A. (2012). Yunus Emre’de insan sevgisinin evrensel niteliği üzerine. Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, 7/1, 99-103. Tatçı, M. (1997a). Yûnus Emre dîvânı I (inceleme). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Tatçı, M. (1997b). Yûnus Emre dîvânı II (tenkitli metin). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Topaloğlu, B. (1988). Âhiret. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 1. 543-548. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Topaloğlu, B. (1989). Allah. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 2. 471-498. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241 Yunus Emre’de İmanın Esasları 241 Toprak, S. (2006). Münker ve Nekir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 32. 1415. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Torun, A. (2005). Yûnus Emre ve halk kültürü. Millî Folklor, 68, 18-31. Üzüm, İ. (2002a). Kirâmen Kâtibîn. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 5960. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Üzüm, İ. (2002b). Kitap. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 121-122. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş. (1991). Amentü. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 3. 28-30. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş. (1992). Bezm-i Elest. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 6. 106108. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş. (2001). Kader. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 24. 58-63. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş. (2007a). Nübüvvet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 33. 279-285. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş. (2007b). Peygamber. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 34. 257262. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş. (2010). Şer. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 38. 539-542. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. Yavuz, Y. Ş.; Ünal, Z. (1993). Cebrâil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 7. 202204. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi. International Journal of Language Academy Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241