Mâ‘ûn Suresi Konformizm Bağlamında Dinsel ve Politik Prof.Dr.Şaban Ali DÜZGÜN duzgun@ankara.edu.tr Günümüzde farklı siyasal tercih sahiplerinin Mâ‘ûn suresini, politik eleştiri kültürünün bir parçası haline getirdiklerine şahit oluyoruz. Siyasi bir partinin yöneticilerinin, Ani Harabeleri’nde Cuma namazı kılması üzerine, derhal bu sûreye atıfta bulunan rakip partiden bir bakan, bunu mürâîlik olarak etiketleyen bir çıkış yaptı. Aslında Sûre’de ‘salat’ olarak anılan terim namaz değil, Allah’a yönelme ve niyaz anlamındadır, zira bu sûre indiğinde namaz henüz farz kılınmamıştı, ama burada işin bu yönü üzerinde duracak değilim. Mâ‘ûn Sûresi bağlamında benim dikkat çekmek istediğim başka ilginç bir nokta var: O da, din üzerinden maddî/manevî kazanç sağlamayı hedefleyenlerin, daha yalın ifadesiyle dini, halkı sömürme ve kendilerine itibar sağlama aracı olarak kullananların eleştirilmesinde tarihte de Mâ‘ûn Sûresi’ne referansta bulunulmuş olmasıdır. Örnekse, İslam düşüncesinde önemli bir yer tutan Amirî’nin (ö.381/992) el-İ‘lâm bi menâkibi’l-İslâm (İslam’ın Faziletlerini Bildirim) adını verdiği politik risalesinde, dini politikacılara payanda yapan fakihleri eleştirmesidir: “Onların bir zamanlar övgüyü hak eden işleri, Allah’ın âyetleri bağlamında (Mâ‘ûn sûresi) yeniden okunduğunda kınanmayı hak etmektedir: “’Allah’a niyazda bulunanlara yazıklar olsun ki, onlar bu yaptıklarının (neleri gerektirdiğinin) farkında değildirler. Sadakat gösterisinde bulunurlar ama bunu desteklemek için hiçbir şey yapmazlar.’” Aynı bağlamda vurucu bir eleştiriyi de büyük şair Ebu’l ‘Alâ’ el-Me‘arrî (ö.449/1057) Lüzûmiyât’ta yapmaktadır: “Onlar kutsal kitaplarını okurlar, ama hakikat bana bunların baştan sona kurgu olduğunu fısıldamakta, Ey akıl, sen (sadece) hakikati söylersin. O halde yok olun ey (dini) gelenekleri uydurup da yorumlayanlar. Bir haham, uydurduğu hikayelere yüksek bahalar biçtiğinde öğrencileri arasında sapkın sayılmaz, www.haberlotus.com Tek arzusu kadınlara kavuşmak ve uydurduğu yalanlarla zenginliklere boğulmaktır. ...” Benzer bir eleştiriye Gazalî’de rastlamaktayız. Âlimleri peygamberlerin mirasçıları olarak gösteren Peygamber Hadisini andıktan ve “Allah’a götüren yolu aydınlatanlar, gerçek âlimlerdir,” dedikten sonra Gazalî, kendi zamanında bu nebevî mirası yüklenmesi gerekenlerin ortalıklarda hiç görünmediğini, aksine meydanlarda âlim diye geçinenlerin şeytanın ayartmasıyla şerre giden yolları döşediklerini sızlanarak anlatmaktadır: “Bunlardan her biri, şerri hayr, hayrı da şer gösterecek şekilde kendi kişisel çıkarını öne çıkarmaktadır. Bu tutum dinî bilgi olarak görüp ardına düşeceğimiz bilginin ortalıktan çekilmesine sebep oldu. Bu da dünyayı aydınlatacak olan hidayet ışığının sönmesine yol açtı. Bu ışık yokluğunun yarattığı körlükle, (vurgu benim, ŞAD) bu sahte âlimler insanları, yegâne bilginin, yöneticilerin kontrolünde üretilen bilgi (fetvâ hükûmetin) olduğu inancına sürüklediler.” Gazalî‘nin şikâyeti, hem hüküm ve fetva’dan hem de bütün varlığını bunların varlığına bağlayan âlimlerden ve otoriteyi (hükmü) ellerinde bulunduranlardandır. Dinin toplumsal yaşamdaki yerini hükümler ve fetvalar üzerinden kuran ve böylece dinin ruhunu katleden böyle bir hüküm ortamında iş görmek istemeyen gerçek âlimler, konformist bir tutum takınarak iktidara meşruiyet kazandırmak ve hakikati siyasal erke bağlı/bağımlı hale getirmektense, bu sürecin dışında kalmayı tercih etmişlerdir. İktidara yargıçlık yapmayı reddettiği için hapsedilen Ebû Hanîfe, fıkhın toplumun vicdanını karartma aracına dönüştürüleceği endişesiyle, aynı şekilde, yargıçlığı reddeden ve 10 yıl sürgün hayatı yaşayan Süfyân-ı Sevrî ve nihayetinde dinin kabuğu olarak gördüğü fıkıh ve hükümler tarafından ele geçirilen dinin ruhunu ihya etmek için medreseden firar eden Gazalî bu yolun öncüleridir. Bilimsel düşünceyi Doğu’dan göçe zorlayan, bu konformizmdir. Batı’nın karanlık çağları olarak anılan 800-1300 yılları arasında tam 500 yıl Doğu’da Rönesans’ı ve Orta Çağ aydınlığını yaratan İslam coğrafyası, göçe zorladıkları bilimin kendi vatanına dönüşünün yolunu açarak işledikleri günahın kefaretini ödeme durumundadır. Şimdi zaman, Doğu’ya akıl tutulması yaşatan ve Mâ‘ûn suresinde eleştirilen ve âliminden siyasetçisine kadar birçok insanı esir alan mürâîliği bir kenara bırakma ve hakikatin aydınlığında iş görme zamanıdır.