AVRUPA KOMİSYONU TARAFINDAN HAZIRLANAN TÜRKİYE 2011 İLERLEME RAPORU’NUN SİYASİ VE EKONOMİK KRİTERLER BÖLÜMLERİNİN KAPSAMLI ÖZETİ SİYASİ KRİTERLER Demokrasi ve hukukun üstünlüğü 2010 yılı İlerleme Raporu’nda, anayasal reform paketi, Kürt meselesi, hükümetin demokratik açılım hamleleri ve darbe planları iddialarına karşı genişletilen soruşturmaların iç siyasi gündeme olan hâkimiyetine geniş yer verilirken, 2011 yılı İlerleme Raporu’nda başta basın özgürlüğü olmak üzere, düşünce ve ifade özgürlüğü, darbe planları iddialarına yönelik hukuki süreç ve KCK Davasına değinilmektedir. 12 Haziran 2011 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerin özgür ve adil bir ortamda yapıldığının belirtildiği İlerleme Raporu’nda, seçimlere katılım oranının yüksek olduğuna dikkat çekilmekte, seçim sürecinin genel olarak çoğulcu, demokratik ve hareketli geçtiği ifade edilmektedir. 2011 İlerleme Raporu’nda, darbe planları iddialarına karşı genişletilen soruşturmalara ilişkin hukuki sürece de geniş ölçüde yer verilmiştir. Raporda, başta Ergenekon ve Balyoz Davaları olmak üzere söz konusu yargılama süreçlerinin, Türkiye’de demokratik kurumların işleyişini ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmek için fırsat olarak kullanılmasının altı çizilmektedir. Ancak, aralarında eski kuvvet komutanlarının da bulunduğu 163 yüksek rütbeli subay için tutuklama kararının çıkarıldığı Balyoz Davası’na ilişkin olarak, aşırı tutukluluk sürelerine dikkat çekilmekte, bunun savunma ve adil yargılanma haklarına zarar verdiği ifade edilmektedir. Ergenekon Davası ile ilgili olarak ise, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklu olmalarının, yargılamalarda güven kaybına yol açabileceğine vurgu yapılmakta, soruşturmanın gizliliğini ihlal ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçlamalarıyla gazeteciler aleyhine açılan davalardan endişe duyulduğu kaydedilmektedir. Raporda, yargılama süreçlerine ilişkin eleştirilerin yer aldığı bir diğer başlık ise KCK Davası’na ilişkindir. Nisan 2008 tarihinden bu yana 2000’in üzerinde politikacı, yerel yönetici ve insan hakları savunucusunun tutuklu bulunduğunun ifade edildiği raporda, soruşturmanın her geçen gün genişletildiğine ancak 104 kişinin tutuklu olduğu birinci KCK Davası’nda adli sürecin, mahkemenin sanıkların ifadelerini Kürtçe olarak veremeyeceği yönündeki kararının ardından durma noktasına geldiğine dikkat çekilmektedir. Söz konusu davaya ilişkin olarak Raporda, adli gözaltı yerine sıklıkla tutuklamaya başvurulması, dosyalara sınırlı erişim, aşırı tutukluluk süreleri ve haklı tutukluluk gerekçelerinin öne sürülememesi konularının Türk yargı sistemini sekteye uğrattığı ifade edilmekte, Türk ceza hukuk sisteminin bir an önce uluslararası standartlara uyumlu hale getirilmesi tavsiyesinde bulunulmaktadır. Ayrıca raporda, Kürt siyasetçi ve yerel yöneticilerinin tutuklu olmasının, Kürt meselesi ve bu çerçevede başlatılan diyaloğu olumsuz yönde etkilediğine de dikkat çekilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 1 Raporda ayrıca, Mart 2011 tarihinde Ergenekon Davası’na bakan 3 özel yetkili savcının, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından görev yerlerinin değiştirilmesi ile Ergenekon soruşturması başta olmak üzere önemli operasyonlara imza atan istihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı’nın görev yerinin değiştirilmesine yer verilmekte; söz konusu görev yeri değişikliklerinin adli kurumlar ve hükümetin, soruşturmaların yürütülmesinde duydukları kaygı ve endişenin birer göstergesi olduğuna dikkat çekilmektedir. Anayasa 2011 İlerleme Raporu’nda Hükümet tarafından hazırlanarak parlamento tarafından benimsenen ve Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumda %58 oy ile onaylanan Anayasa değişiklik paketi ile ilgili çalışmalara devam edildiği belirtilmekte ve anayasa değişikliği, "doğru yönde atılmış bir adım" olarak görülmektedir. Anılan dönemde Anayasa ile ilgili çalışmaların Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısına ilişkin konulara ağırlık verildiğinin ifade edildiği raporda, söz konusu mahkemelerin yapılarının Aralık 2010 ve Mart 2011 tarihlerinde değiştirildiğine dikkat çekilmiş; bu değişikliklerin halihazırda Türkiye’nin Katılım Ortaklığı Belgesi ve mevcut eleştirileri karşılamaya yönelik olduğu ifade edilmiştir. Süreçte Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’na da danışıldığı vurgulanmıştır. Raporda, Eylül 2010 Referandumu ve Haziran 2011 seçimleri sonrasında, 1982 Anayasası’nın değiştirilmesine yönelik Hükümet tarafından atılan adımların memnuniyetle karşılandığı ifade edilmekte, ancak bu adımların geniş, kapsayıcı ve etkin bir istişare süreci ile desteklenemediği eleştirisinde bulunulmaktadır. Bu çerçevede Hükümetin taahhüt ettiği üzere, demokratik ve katılımcı bir danışma süreci başlatmaya çalıştığına dikkat çekilmekte, Parlamento’da konunun uzmanı akademisyen ve hukukçular ile görüşmelerin gerçekleştirildiği, sivil toplum örgütlerinden yeni Anayasa ile ilgili görüşlerinin alındığı belirtilmektedir. Avrupa Komisyonu raporunda, söz konusu istişare sürecinin, tüm siyasi partiler ve diğer sivil toplum örgütlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi konusunda daha somut adımlar atılmasına ihtiyaç duyulduğu uyarısında bulunmaktadır. Parlamento 2011 İlerleme Raporu’nun bu bölümünde 12 Haziran 2011 seçimleri sonrasında Parlamento’da yaşanan gelişmeler ve Parlamento’nun yeni yapısına yer verilmiştir. Bu çerçevede, seçimler sonrasında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oyların yüzde 49.1’ini; Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyların yüzde 25,9’unu; Milliyetçi Hareket Partisi’nin oyların yüzde 13’ünü Barış ve Demokrasi Partisi’nin desteklediği adayların ise oyların yüzde 6.7’sini alarak, TBMM’nin 24. Dönem aritmetiğini oluşturdukları ifade edilmiştir. Seçimler sonrasında 349 yeni ismin Parlamento’ya girdiği vurgulanırken, Parlamento’daki kadın sayısının 48’den 78’e yükseldiği, 45 kadın milletvekili ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Parlamento’ya en fazla kadını taşıyan parti olduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in Temmuz 2011 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerin 3. turunda, 322 oy alarak TBMM’nin 25. Başkanı olduğuna da yer verilmiştir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 2 12 Haziran 2011 seçimleri ile ilgili, seçim sürecinin genel olarak barışçı ve sakin bir ortamda geçtiği ifade edilmektedir. Raporda ilk kez bu seçimlerde, siyasi partiler ile milletvekili adaylarının, siyasi reklam yayını satın alabildiklerine yer verilirken, Mart 2011 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) siyasi parti ve adayların propagandalarında Türkçe dışındaki dilleri kullanımına izin vermesine de vurgu yapılmaktadır. Ancak Kürt kökenli seçmenlere hitap etmek isteyen bazı partilerin TRT 6’ya Kürtçe reklam taleplerinin yine YSK tarafından reddedildiği de ifade edilmektedir. Raporda ayrıca, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi’nin Türkiye’deki genel seçim ortamını bir yandan “demokratik, çoğulcu ve hareketli” olarak nitelendirirken, diğer taraftan başta ifade özgürlüğü olmak üzere, temel haklara ilişkin kaygı verici gelişmelerin yaşandığı bir ortam olarak nitelendirdiği görüşüne de yer verilmiştir. Söz konusu bölümde her yıl olduğu gibi yüzde 10’luk seçim barajı eleştirilmektedir. Seçim sistemine yönelik herhangi bir değişikliğin yapılmadığının vurgulandığı raporda, yüzde 10’luk seçim barajının, Avrupa Konseyi üye ülkeleri arasındaki en yüksek baraj olmayı sürdüğünün altı çizilmektedir. Bu konunun seçim propagandası sürecinde de siyasi partiler tarafından sıklıkla dile getirildiği ifade edilmektedir. Parlamento’nun işleyişine ilişkin olarak, TBMM’nin seçimlerin hemen öncesinde birçok yasayı kabul ettiğine dikkat çekilmekte, söz konusu yasal değişikliklerin Kopenhag Siyasi Kriterleri’nin karşılanmasına yönelik olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu çerçevede Aralık 2010 tarihinde pek çok değişikliği öngören Sayıştay Kanunu’nun kabul edildiği, Yeni Sayıştay Kanunu ile, Sayıştay’ın Türk Silahlı Kuvvetleri de dahil tüm kamu kurum ve kuruluşlarında hukuki denetimin yanı sıra mali ve performans denetimi yapmasına izin verildiği ifade edilmektedir. 2011 İlerleme Raporunda, 2009 ve 2010 yılları İlerleme Raporları’nda da değinildiği üzere parlamento usul kurallarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmalarda herhangi bir ilerleme kaydedilmediği belirtilmektedir. Raporda, Parlamento’nun performans takibi ve dış denetim mekanizmalarını yeterince yerine getirmediği eleştirisinde bulunulmakta, Parlamento ve Sayıştay arasında daha fazla işbirliği ve etkileşimli diyaloğa ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir. Parlamento’nun usul kurallarının geliştirilmesine ilişkin taslağın 2009 yılından bu yana askıda olduğuna dikkat çekilmekte; Parlamento’nun idari kapasitesine ilişkin endişelerin sürdüğü belirtilmektedir. Milletvekili dokunulmazlıkları ve bu dokunulmazlıkların kapsamı, Raporda detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu çerçevede, Eylül 2011 seçimleri sırasında muhalefetteki siyasi partilerin Ergenekon, Balyoz ve KCK Davaları tutuklularını seçim sürecinde milletvekili adayı olarak göstererek, bu adayları milletvekili olarak Meclis’e girmelerini sağlaması, Anayasa’nın 14. Maddesi’ne bağlı olarak bu konuda hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olduğu ifade edilmektedir. Mahkemelerin milletvekili seçilen tutukluları serbest bırakmaması üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi milletvekillerinin Meclis’i boykot ederek, yemin etmediklerinin hatırlatıldığı Raporda, bu konunun endişe verici olduğuna dikkat çekilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 3 Cumhurbaşkanı 2009 ve 2010 yılları İlerleme Raporları’nda olduğu üzere, 2011 İlerleme Raporu’nda da Cumhurbaşkanının siyasi partiler arasında diyaloğun geliştirilmesini ve devlet kurumlarının iyi işleyişini teşvik etmeye yönelik uzlaşmacı bir rol oynadığı belirtilmektedir. Raporda Cumhurbaşkanı’nın Kürt sorununun çözümüne yönelik bağlılığını ifade ettiği ve başta Hrant Dink cinayeti, olmak üzere bazı iç meselelerin çözümüne yönelik önemli adımlar attığı ifade edilmekte; dış politikadaki etkin rolünü sürdürdüğü vurgulanmaktadır. Hükümet 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda, Haziran ayında gerçekleştirilen seçimlerden 3 ay önce Başbakan’ın öncelikle bakanlık seviyesini hedefleyen temel bir yeniden yapılanmayı ilan ettiği belirtilmektedir. Bu bağlamda hükümetin bir AB Bakanlığı kurduğu ve ilk defa olarak bir AB Bakanı atadığı raporda vurgulanmaktadır. Yeni yapılanmanın, katılım müzakerelerinin sorumluluğunu Başmüzakereci ve Müzakere Heyeti Başkanı olarak AB Bakanı’na verdiğinin altı çizilmektedir. Raporda, hükümetin ve yerel yönetimin işleyişine ilişkin olarak da, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliklerinin uygulanmasına yönelik eylem planına start verildiğine dikkat çekilmektedir. AB sürecine ilişkin olarak raporda, hükümetin, birçok kez –özellikle de Haziran seçimlerinden sonra AB Bakanlığı’nın kurulması üzerinden – AB’ye katılım sürecine bağlılığını ifade ettiği vurgulanmaktadır. AB Bakanı’nın hükümetler arası çalışmalar ve sivil toplumun sürecin içine dâhil edilmesi bağlamında çabalarını sürdürdüğüne, Reform İzleme Grubu’nun toplantılarına devam ettiğine dikkat çekilmektedir. Raporda ayrıca, her bölgede AB işlerinden sorumlu bir vali yardımcısının atanmasına da değinilmektedir. Bununla birlikte Müktesebatın Kabulü için 2008 Ulusal Programı’nın ve 2010-2011 Eylem Planı’nın daha iyi takip edilmesinin gerektiği belirtilmektedir. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda katılım müzakerelerinin hızlandırılması, kamuoyunda farkındalık ve destek yaratılmasına yönelik yeni bir stratejinin hazırlandığı ve müzakere fasıllarında yapılacak çalışmalara yönelik 2010-2011 Eylem Planı’nın onaylandığı belirtilmekte idi. Bu seneki raporda ilerleme olmadığı belirtilen bir başka alan da özellikle finansal kaynakların transferine ilişkin olarak güçlerin yerel yönetimlere devridir. Belediyelerin hâlâ büyük oranda merkezden sağlanan gelire bağlı olması raporda eleştiri konusu olmuştur. Güneydoğu bölgesindeki KCK davasına ilişkin tutuklamaların devam ettiğine de dikkat çekilmektedir. Genel olarak raporun bu bölümünde, hükümetin 2010 değişikliklerini uygulamaya öncelik verdiği, özellikle yargı alanında seçimler öncesinde ilerleme kaydedildiği vurgulanmaktadır. Geçen seneki raporda son yıllarda reform gündeminde gözlemlenen belirgin yavaşlamanın ardından, hükümetin sınırlı da olsa, temel Anayasal reformları İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 4 hayata geçirdiği belirtilmekte, devlet kurumları arasındaki gergin ilişkilerin, siyasi kurumların düzgün işleyişi üzerinde olumsuz bir etki yaratmayı sürdürdüğü ifade edilmekte idi. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda yerel yönetimlere yetki devrini de içerecek yeni Anayasa çalışmalarının reform gündemini daha ileri bir noktaya taşıyabileceği belirtilmektedir. Bununla birlikte AB sürecine olan bağlılığın ulusal programların uygulanmasında yeterince yansıtılmadığı da eleştirilmektedir. Kamu Yönetimi 2010 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri ile bilgiye ulaşımın bir Anayasal hak haline geldiği raporda belirtilmektedir. Değişikliklere paralel olarak ombudsman kurumuna ilişkin bir yasa taslağının 2011 Ocak ayında Parlamento’ya sunulduğuna dikkat çekilmektedir. Bununla birlikte ombudsmanlık kurumunu oluşturacak yasanın henüz kabul edilmediğine de vurgu yapılmaktadır. Raporda yasa taslağının içeriği hakkında da bilgi verilmekte, ombudsmanın seçimine ilişkin olarak AB ülkelerindeki pratiğin uzlaşı ve meclisteki yüksek bir çoğunluk yönünde olduğu, askeri niteliği olan işlemlerin denetlenmesine ilişkin olarak da AB ülkelerindeki pratiğin genelde-Türkiye’deki mevcut taslaktakinin aksine- denetlenmeye yönelik olduğu vurgulanmaktadır. Raporda ayrıca, revize edilen Sayıştay Kanunu’nun, bu kuruma pek çok kamu harcaması üzerinde dış denetim yetkisi verilmesi suretiyle, kamu mali yönetimi ve denetimi kanununun uygulanmasında gelişmeye işaret ettiğine dikkat çekilmektedir. Bununla birlikte kanunun uygulanmasına yönelik kapasitenin geliştirilmesi için ilave çabaya gerek duyulduğunun da altı çizilmektedir. 2011 Şubat’ında Sivil Hizmet Kanunu’na getirilen değişikliklerle özürlü, hamile ya da yeni doğum yapmış kamu görevlilerinin yararına düzenlemeler getirildiğinin altı çizilmektedir. Geçen seneki raporda olduğu gibi bu sene de, ilerleme raporunda, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin geliştirilmesi amacıyla temel kamu hizmetlerinin online olarak görülmesi (e-Devlet) çalışmalarının da devam ettiğine vurgu yapılmaktadır. Bununla birlikte raporda, kapsamlı bir sivil hizmet reformunun gerekliliği üzerinde de durulmaktadır. 2011 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda, 2011 yılı Ağustos ayında kabul edilen ve ilgili bakanlara bağımsız düzenleyici otoritelerin tüm faaliyetlerini denetleme izni veren kararnameden de bahsedilmektedir. Bunun, rekabet, enerji ve bilgi teknolojileri gibi alanlarda görevlerin yerine getirilmesine ilişkin olarak endişe verici bir gelişme olduğu da belirtilmektedir. Raporda, yeni bakanlıkların kurulması, birleştirilmesi ya da kapatılması yöntemiyle, merkezi yönetimin yeniden yapılandırılmasına ilişkin düzenlemeden de bahsedilmekte, bu düzenlemenin Nisan 2011’de muhalefet tarafından güçlü bir şekilde eleştirildiğine vurgu yapılmaktadır. 2011 İlerleme Raporu’nda bu bölümde genel olarak kamu yönetimine ve sivil hizmete ilişkin yasal reformlarda bazı ilerlemeler olduğu belirtilmektedir. Geçen seneki raporda İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 5 ombudsmanlık kurumu, kişisel verilerin korunması ve bilgiye erişim alanlarında sınırlı ilerleme kaydedildiği, devlet memurluğunun reformu ile kamu mali yönetimi ve denetimi kanununun uygulanmasında daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği vurgulanmakta idi. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda ombudsman kurumunun oluşturulmasında dikkat gösterilmesi gerektiğinin altı çizilirken, kamu yönetimi reformu ve adem-i merkeziyetçilik için daha büyük bir siyasi desteğin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Güvenlik Güçlerinin Sivil Denetimi 2011 İlerleme Raporu’nda, Ekim 2010’da Milli Güvenlik Kurulu’nun gözden geçirilmiş bir Ulusal Güvenlik Politikasını kabul ettiği belirtilmektedir. İddia edilen “Balyoz” darbe planı soruşturmasının, çoğu Hava Kuvvetleri’nden olmak üzere ek tutuklamalarla devam ettiği vurgulanmaktadır. 2010 Anayasa değişiklikleri sonrasında askeri personelin meslekten çıkarılmasıyla ilgili Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) kararlarının sivil mahkemeler tarafından gözden geçirilmesine açılmasına da dikkat çekilmektedir. Askeri harcamaların sivil denetimiyle ilgili olarak da, Sayıştay Kanunu’nun Aralık 2010’da kabul edilmesinin harcamaların dış denetimini sağladığı belirtilmektedir; bu önemli bir ilerleme olarak kaydedilmektedir. İlerleme raporunda 2011 Ağustos ayındaki YAŞ toplantıları üzerinde de durulmaktadır. YAŞ toplantılarından önce Genelkurmay Başkanı’nın, Kuvvet Komutanları ile birlikte istifasını istediği belirtilmektedir. Kuvvet komutanlarının YAŞ toplantısında gecikmeksizin atamasının yapılmasının üst düzey komutanların atanmasında hükümetin kontrolü olduğunu doğruladığına dikkat çekildi. Bununla birlikte terfilerin sınırlı sivil denetimle Genelkurmay tarafından belirlendiği de raporda vurgulanmaktadır. Raporda ayrıca, Cumhurbaşkanı Gül’ün, ilk defa olarak Meclis başkanını ve ana muhalefet partisi başkanını Milli Güvenlik Kurulu’nun içeriğiyle ilgili bilgilendirdiğine de değinilmektedir. Askeri mahkemelerin görevleri ve yetkilerini de tanımlayan mevcut düzenlemelerin Anayasal değişikliklerin hayata geçirilmesi için değiştirilmesinin halen gerçekleştirilmemiş olması da raporda eleştirilen noktalar arasında yer almaktadır. İç Hizmet Kanunu’yla ilgili bir değişiklik olmaması da ilerleme raporunda yer verilen unsurlardan biridir. Bu hususa geçtiğimiz sene yayımlanan ilerleme raporunda da aynı şekilde yer verilmekte idi. Milli Güvenlik Kurulu’na ilişkin kanunun da değiştirilmemiş olmasına ve Genelkurmay Başkanı’nın Savunma Bakanı’na değil de Başbakan’a rapor vermesine de değinilmektedir. 2010 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda güvenlik güçlerinin sivil denetimi konusunda ilerleme sağlandığı, bu çerçevede askeri mahkemelerin yetki alanının kısıtlandığı, YAŞ kararlarının yargı denetimine açılması ve yüksek rütbeli askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünün açıldığı vurgulanmakta idi. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda ise, güvenlik güçlerinin sivil denetimi sisteminin güçlendirilmesiyle ilgili olarak, genelde iyi bir ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir. 2011 yılı Ağustos ayındaki YAŞ’ın, denetimin sağlanması yönünde önemli bir adım teşkil ettiğine dikkat çekilmektedir. Askeri İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 6 harcamaların denetiminin sıkılaştırıldığının ve gözden geçirilmiş Ulusal Güvenlik Planı’nın kabul edildiğinin altı çizilmektedir. Buna ek olarak YAŞ kararlarının sivil yargıya açılması da önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, YAŞ’ın kompozisyonu, askeri yargı sistemi ve Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu alanlarında ilave reformların gerektiği de vurgulanmaktadır. Yargı sistemi Yargı sistemindeki reformlarda, başta 2010 yılı Anayasa değişikliklerinin uygulanması olmak üzere ilerleme kaydedilmiştir. Yargının bağımsızlığına ilişkin olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Kanunu’nun Aralık 2010’da kabul edildiği ve hükümetin Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’na danıştığına değinilirken, söz konusu Kanun ve Anayasa değişiklikleri neticesinde Yüksek Kurulun daha çoğulcu ve yargı sistemini temsil eden bir yapıya kavuştuğu vurgulanmıştır. 22 üyeden 16‘sının ve 12 yedek üyenin hâlihazırda yargı makamları tarafından doğrudan seçildiği belirtilmiştir. Adalet Bakanlığı’nın etkisinin azaltıldığı belirtilmiştir. Adalet Bakanı Kurul başkanı olmayı ve Müsteşar resen üye olmayı sürdürse de, Kurulun genişlemesi ile Bakanlığın, toplam üyeliğin %10’undan daha azına sahip olduğu vurgulanmıştır. Adalet Bakanı’nın çalışmalara ya da disiplin ile ilgili genel kurul toplantılarına katılmadığı belirtilmiş; daha önceleri sahip oldukları bloke etme gücünün aksine, Bakanın ve Müsteşarın, Yüksek Kurulun karar alma sürecini engelleme imkânının bulunmadığı kaydedilmiştir. Önceleri Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Teftiş Kurulu Yüksek Kurula bağlanmıştır. Kararların isim verilmeden resmi internet sitesinde yayımlanabildiği ve bunun yargının etkili işleyişine dair yasal kesinlik ve güven kazandırdığı belirtilmiştir. Hâkimlerin meslekten atılmalarına yönelik olarak Kurul tarafından alınan kararlara karşı yargı yoluna gidilebilmesinin önünün açıldığının belirtildiği Raporda, yeni seçilen Yüksek Kurulun reform önerilerini değerlendirmek üzere illerde hâkim ve savcılarla toplantılar düzenlendiğine dikkat çekilmektedir. Yüksek Kurul üyelerinin seçimine ilişkin usuller detaylı bir şekilde yer alırken, Anayasa Mahkemesi tarafından dayatılan sistem gereği, çoğunluğun oyunu alan üyelerin tüm sandalyeleri alabileceği ve azınlığın desteklediği adayları dışlayabileceği belirtilmiştir. Yüksek Kurulun yargı dışı 4 üyesinin atamasının Cumhurbaşkanı’nın takdirine bırakıldığı; TBMM’nin bu sürece dahil edilmediğine değinilmiştir. Ayrıca, mevcut hükümlerin Baro üyelerinin Yüksek Kuruldaki daimi temsilini güvence altına almadığı kaydedilmiştir. Adalet Bakanının, Yüksek Kurul tarafından hâkim ve savcılara karşı disiplin soruşturmalarının başlatılmasını veto edebileceği, Kurulun ilk derece kararlarının yargı denetimine tabi olmadığı, hâkim ve savcıların meslekten atılmalarına yönelik kuralların netlikten uzak olduğu; mesleki performans değerlendirmelerinin fazlasıyla merkezi yapıya bağımlı olduğu eleştirileri yer almıştır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 7 Anayasa değişiklikleri ve ilgili mevzuatın parlamento tarafından kabul edilmesinin ardından kutuplaşan ortamda, yüksek mahkeme başkanları ve üyelerinin, bağımsız hâkim ve savcı derneklerinin ve bazı baroların yargı reformlarına ilişkin endişelerini dile getirdiklerine dikkat çekilmiştir. Raporda, Şemdinli davasının devam ettiği kaydedilerek; 2006 yılında daha önce davadan sorumlu olan sivil savcının görevden alınmasının, yargının bağımsızlığı konusunda şüpheler uyandırdığı hatırlatılmış ve Nisan ayında mevcut Yüksek Kurulun sivil savcıyı göreve iade ettiğine dikkat çekilmiştir. Yargının tarafsızlığı konusunda Raporda, Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun Mart 2011’de kabul edildiği ve Anayasa değişiklikleri ile birlikte Mahkemenin üyeliğini genişlettiği vurgulanmıştır. Bunun, yüksek mahkeme temsilcilerinin görece ağırlığını azaltarak, Anayasa Mahkemesi’nin hem hukuk camiasını hem de toplumu daha fazla temsil eder hale geldiğine dikkat çekilmiştir. Eski sistemden farklı olarak hâlihazırda üç üyenin TBMM tarafından seçildiğinin altı çizilmiştir. Bireysel başvuru sisteminin uygulanmasıyla Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin genişletildiği vurgulanırken, üyelik konusunda katı temsil oranı nedeniyle Mahkeme’nin halen yüksek mahkemelerin etkisi altında olmayı sürdürdüğü yer almıştır. Kuruldaki seçim sürecinin Mahkemenin siyasi tarafsızlığını bütünüyle güvence altına almadığına dikkat çekilmiştir. Cumhurbaşkanı’nın atama sürecindeki baskın rolüne dikkat çekilmiştir. Hâkim ve savcıların Anayasa Mahkemesi üyeliği için aday gösterirken aday sayısı kadar oy kullanabilmelerine ilişkin sisteme ve Baro üyelerinin seçim sürecinin Baroları tam olarak temsil etmediğine dair endişeler dile getirilmiştir. Mahkemede iki askeri üyenin yer almasının demokratik sistemde sivil bir mesele olması gereken anayasa hukuku açısından düşündürücü olduğu vurgulanmıştır. Raporda, ayrıca, mahkemelerde, hâkim, savcı ve savunmayı ilgilendiren pratik düzenlemelerin silahların eşitliği ilkesini güvence altına almadığı ve hâkimlerin tarafsızlığına gölge düşürdüğü belirtilmiştir. 2010 yılı raporunda olduğu gibi, bazı davalarda yüksek yargı mensuplarının ve askerlerin yargının bağımsızlığını tehlikeye atacak şekilde açıklama yapmaları konusu üzerinde durulmuştur. Yargının etkililiği bağlamında ise, Yargıtay ve Danıştay Kanunlarının tadil edildiği, hâkim ve savcı atandığı, daha fazla dairenin kurulduğu ve çalışma yöntemlerinin değiştirildiği, Yüksek Kurul tarafından yürütülen atama sürecinin şeffaf olduğu; ilk derece mahkemelerinin iş yükünü azaltmak üzere Mart 2011’de mevzuatın kabul edildiği ve 2011 bütçesindeki artışa karşın, bazı mahkemelerin ve yargı sisteminin performansını değerlendirmek üzere, Adalet Bakanlığı ve Yüksek Kurul tarafından stratejik bir çerçevenin ya da kıyas kriterlerinin belirlenmemiş olmasına dikkat çekilmiştir. Mahkemelerin parçalı yapısının kaynakların verimli kullanımını engellemesi ve 2010 İlerleme Raporu’nda vurgulandığı gibi, Haziran 2007’den beri kurulmuş olması gereken bölge istinaf mahkemelerinin henüz kurulmamış olmamalarına da dikkat çekilmiştir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 8 Başta ceza davaları olmak üzere, yığılma nedeniyle bekleyen davaların sayısına dikkat çekilmiş; duruşma öncesi gözaltıların, sanık haklarının gözetilmesi ve yargı sürecinin kalitesi açısından asgari düzeyde tutulması gerekliliğinin altı çizilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklamalarla ilgili hükümlerine gereğinden fazla başvurulduğu, gözaltı ve tutuklamalar için alternatif yöntemlerin işletilmediği yer almıştır. Yargı denetimi yerine tutuklamalara başvurulması, bilgi sızdırılması, dosyalara sınırlı erişim, gözaltı kararları için yeterli gerekçe sunulmaması ve kamu yararını ilgilendiren davalarda yetkili makamların açıklamama yapmaması gibi eksikliklere değinilmiştir. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda vurgulandığı gibi, yüksek profilli davaların soruşturma kalitesiyle ilgili endişelerin artmaya devam ettiği belirtilmiştir. Bu bağlamda, polisle jandarma ve polisle yargı makamları arasındaki ilişki ve işbirliğinin geliştirilmesi gerektiği hususu bu raporda da tekrarlanmıştır. Rapora göre, uzlaştırma sistemi etkili uygulanmamıştır. Adli Tıp Kurumu’ndaki yığılma gecikmelere neden olmaktadır. Çapraz sorgu sistemi bütünüyle uygulanmamaktadır. Yargı reformu stratejisi çerçevesinde hükümet tarafından kabul edilen tedbirlerin uygulandığı ancak mevcut stratejinin sahiplenilmesini artırmak üzere gözden geçirilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. Genel olarak, 2011 İlerleme Raporu’nda yargı sisteminde ilerleme kaydedildiği ifade edilmiştir. HSYK Kanunu ve Anayasa değişikleri ile ilerleme kaydedilse de ceza hukuku sisteminin ve bekleyen ceza davaları dâhil olmak üzere yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkililiği hakkında ek adımlar atılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Adalet Bakanı’nın, hâkim ve savcılara yönelik disiplin soruşturmaları açılmasını veto etme hakkının sürmesi, yargı işlemlerinin şeffaf olması, yargı reform stratejisinin tüm paydaşların katılımıyla gözden geçirilmesi öne çıkan hususlar olmuştur. Rapora göre, 2010–2014 Strateji ve Hareket Planı’na istinaden yolsuzlukla ilgili 28 konuda öneriler hazırlanmış ve söz konusu önerilerin hepsinin Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmış olmasına rağmen yolsuzlukla mücadele eden kurumların bağımsızlığı konusunda bir ilerleme sağlanmamıştır. Türkiye’nin, Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun 21 tavsiyesinden ‘Suçlama’ ve ‘Parti Fonlarında Şeffaflık’ başlıklı tavsiyeleri hariç olmak üzere 19’unu uygulamaya geçirdiği vurgulanmıştır. İlerleme Raporunun bulgularına göre, siyasi partilere yönelik bağış ve maddi katkılarla ilgili bazı kısıtlamalara gidilmişse de siyasi partilerin mali kaynakları konusunda şeffaflaşma sağlanamamış, siyasi partilerin genel harcamaları ve seçim kampanyası harcamalarını sınırlandıran veya denetleyen bir yasa hala çıkarılmamıştır. Raporda, Anayasa Mahkemesi’nin yalnızca siyasi partilerin mali raporlarını sunup sunmadıklarını denetlediği, ancak verilen rakamların ve belgelerin kaynağını doğrulamadığı belirtilmiştir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 9 Rapor, 2010 yılı Aralık ayında yürürlüğe giren Sayıştay Kanunu’nun kamu idaresindeki şeffaflık ve denetlenebilirliği iyileştireceğini, ancak Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın Sayıştay Kanunu’nun yetki alanı dışında bırakılmasının önemli bir eksiklik olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca şüpheli mal varlıklarının dondurulmasına ilişkin idari bir uygulama bulunmadığına dikkat çekilerek böyle bir içtihadın henüz oluşturulmamış olması İlerleme Raporu tarafından endişe verici olarak nitelendirilmektedir. Raporda ayrıca 2009 yılında Almanya’da başlayan Deniz Feneri davasında eski Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) başkanı da dâhil olmak üzere tutuklamalar yapıldığına değinilmiş, ancak iddianamenin henüz hazırlanmamış olduğu da vurgulanmıştır. İlerleme Raporu’nda, davayı soruşturan savcı ekibinin değiştirilmesi de yargıya yapılan endişe verici bir siyasi müdahale olarak yorumlamıştır. Sonuç olarak siyasi partilerin mali kaynaklarına ilişkin şeffaflık eksikliği ve siyasi dokunulmazlıkların genişliği, İlerleme Raporu’na göre en çok göze batan eksiklerdir. Türkiye’nin şeffaflık ve yolsuzluk konusundaki inceleme, yargılama, ve cezalandırmalarıyla bir içtihat oluşturmasının zamanının geldiğini vurgulayan rapor, söz konusu içtihadın oluşturulamaması halinde mevcut sorunların çözülemeyeceğinin altını çizmektedir. İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması Raporda Türkiye’nin, Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve Tacize Karşı Koruması Sözleşmesi’ni Kasım 2010’da, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Konvansiyonu’nun İhtiyari Protokol’ünü de Eylül 2011’de parlamentosunda onayladığı belirtilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç ek Protokol’ü de onaylanmayı beklemektedir. İlerleme Raporu’nun verilerine göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvurular üst üste beşinci yılda da artış göstermiş, 2010 yılı Ekim ayından itibaren de Türkiye’den 7,764 yeni başvuru yapılmıştır. Türkiye, AİHM karalarının çoğuna uymuş, 2010 yılında toplam 24.5 milyon Avro tazminat ödemiştir. Rapor, Türkiye’nin, Kıbrıslı Rumların AİHM nezdinde açıp kazandığı davalarda ödemesi gereken tazminatları henüz ödememiş olduğunu belirterek, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’ye karşı açtığı davanın da hala sonuçlanmadığının altını çizmiştir. AİHM’nin 5 Mart 2010 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu tanıdığı vurgulanarak bu tarihten bu yana Kıbrıslı Rumlarca yapılan başvuruların 200’ünün dostane çözümle sonuçlandırıldığı belirtilmiştir. Adalet Bakanlığı nezdinde bir İnsan Hakları Bölümü’nün kurulduğu, hâkim, savcı, polis ve kamu görevlilerinin insan hakları eğitimi aldıklarına da vurgu yapılmıştır. Ancak Türkiye’deki insan hakları kurumlarının Birleşmiş Milletler Paris İlkeleri ile hala uyumlu olmadığı belirtilmiş, kurulması planlanan Ulusal İnsan Hakları Kurumu’nun da söz konusu ilkelere tümüyle riayet etmediği vurgulanmıştır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 10 İlerleme Raporu’nda birçok insan hakları savunucusunun Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılandığına dikkat çekilerek söz konusu yasanın büyük bir endişe kaynağı olmaya devam ettiği saptanmıştır. Sonuç itibariyle uluslararası insan hakları hukuku konusunda belirli bir ilerleme kaydedildiği, ancak insan hakları kurumlarının Birleşmiş Milletler ilkelerine uyumlu hale getirilmediği belirtilmiştir. Sivil ve Siyasi Haklar 2011 İlerleme Raporu’nda Avrupa Konseyi İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi’nin Türkiye’ye yaptığı beşinci düzenli ziyaret sonrasında kolluk kuvvetlerinin uyguladığı kötü muamelede daha önceki yıllara göre belirli bir azalma kaydedildiği vurgulanmıştır. Ancak, söz konusu komitenin ziyaretinde özellikle gözaltına alınma esnasında kötü muamele ve şiddet iddialarının hala mevcut olduğu, göçmen barınma kamplarında da olumsuz koşulların sürdüğü vurgulanmıştır. Yine aynı bağlamda hâkim, savcı ve sağlık personeline işkence ve kötü muamele iddialarını inceleme ve belgeleme konularında eğitim verildiğinin de altı çizilmiştir. Ancak, kolluk kuvvetlerinin bazı vakalarda aşırı güç kullanmaya devam ettiği ve ateş etme yetkisini aşması sonucu ölüm vakalarının devam ettiği de belirtilmiştir. Ayrıca, kolluk kuvvetlerinin işkence gördüğünü iddia edenlere karşı davalar açtığı ve kolluk kuvvetlerinin açtığı bu davalara mahkemelerce öncelik tanındığı da raporda vurgulanmıştır. 2011 Yılı İlerleme Raporu’na göre Türkiye insan hakları ihlalleri konusunda da dokunulmazlıkla mücadelede yetersiz kalmaya devam etmektedir. Raporda 24 Eylül 1996 tarihinde Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleştirilen ve 10 mahkûmun ölümüyle sonuçlanan operasyona katılan jandarma ve polis memurlarının yargılanmasına hala devam edildiği vurgulanmıştır. Bu ve benzer olaylara karışan güvenlik güçlerinin Türk yargısı tarafından hoş görülmeye devam edildiği, bu nedenle güvenlik güçlerinin kanunsuz güç kullanmaları sonucu gerçekleşen ölümlerin bağımsız bir şekilde soruşturulamadığı ifade edilmiştir. 2010 yılı İlerleme Raporuna da konu olan ve Nijeryalı bir mülteciyi aşırı güç kullanarak öldürmek suçuyla yargılanan polis memurunun davasında hala bir gelişme olmadığı da tekrar vurgulanmıştır. Genel anlamda sivil ve siyasi haklar alanında bir yıl öncesine göre çok sınırlı bir ilerleme sağlandığı belirtilmiş, buna karşın hapishanelerde yaşanan işkence ve kötü muamele şikâyetlerinde ise geçen yıla oranla belirli bir artış olduğunun altı çizilmiştir. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısının önceki yıllara göre artmaya devam ettiği vurgulanmış, bu durumun da mahkûmların içinde bulunduğu şartların iyileştirilmesini engellediği belirtilmiştir. Hapishanelerde yaşanan bu kalabalığın ana nedeninin Türk yargısının yavaşlığı olduğunu belirten rapor, cezaevlerinde bulunan mahkûmların yüzde 47’sinin hakkında kesinlenmiş bir mahkeme kararı bulunmadığına da dikkat çekmiştir. Özellikle kız çocukların bazı hapishanelerde yetişkinlerle aynı yerde tutulduğuna dikkat çeken 2011 yılı İlerleme Raporu, çocuk ve gençlere yönelik mahkeme ve tutukevi sayısının yetersiz olduğunu da dile getirmiştir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 11 Rapora göre tutukluların gözlem standartları halen Birleşmiş Milletler (BM) seviyesine çekilememiştir. Hapishane kontrol mekanizmaları da etkin değildir. Tutukluların daha önceden bildirilmemiş görüşme hakları bulunmamaktadır. Adli Tıp Kurumu’nun çalışmasındaki gecikmelerin hasta tutuklularda kalıcı hasarlara yol açabildiği belirtilmiş, tutukluların tedavi için hastanelere sevkinde ciddi problemler olduğuna dikkat çekilmiştir. Raporda, hapishaneler tarafından düzenli olarak kullanılan hastanelerin genellikle güvenli odaları bulunmadığı ve tutukluların güvenlik görevlileri önünde kelepçeli olarak muayene edildiğine dair şikâyetlere de değinilmiştir. Avrupa Komisyonu’na göre Türk yetkililer halen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilkelerini temel alan genel kurallar koyma aşamasındadır. Hapishanelerde hala gazete, dergi ve kitaplar yasaklanmaktadır. Açık ve kapalı görüş uygulamaları kaygı uyandırmaktadır. Ziyaretlerde ve mektuplarda Kürtçenin kullanılmasına yönelik kısıtlamalar devam etmektedir. İşkenceye karşı Birleşmiş Milletler İhtiyari Protokolünün (OPCAT -Optional Protocol to the UN Convention against torture) çerçevesinde kapsamlı bir düzenleme yapılmalıdır. Rapor, 2000 yılında “Hayata Dönüş Operasyonu”nda meydana gelen Bayrampaşa olaylarına ilişkin davanın (F-Tipi cezaevine nakilleri protesto etmek için yapılan açlık eylemlerini polis zor kurtararak bastırmış, 12 kişi ölmüştü) beklemekte olduğunu dile getirmekte, bu süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bir dava kabul ettiğini belirtmektedir. Rapora göre genel olarak, artan mahkum ve tutuklu sayısı ciddi bir kalabalık yaratmakta ve tutukluluk koşullarının iyileştirilmesine engel olmaktadır. OPCAT’in yürürlüğe girmesi bu sorunların çözümünde rol oynayabilir. Sağlık hizmetlerinde yapılacak olan yeni düzenlemelerin hapishane ortamına uygun olup olmadığı sıkı bir şekilde incelenmelidir. Çocuk ve genç tutuklularla ilgili sistem acil olarak gözden geçirilmeli, hapishanelerdeki kişi sayısı ve orada geçirilen zaman azaltılmalı, tutukluluk koşullarının çocukların ihtiyaçlarını karşıladığından emin olunmalıdır. Avrupa Komisyonu bu sene de bir kez daha adalete erişim bağlamında sınırlı gelişme kaydedildiğini vurgulamaktadır. Baroların çabalarının vatandaşların adalete erişim hakları konusundaki bilinç seviyelerini artırdığına dikkat çeken rapor, kırsal kesimlerdeki ve dezavantajlı gruplardaki problemlerin devam ettiğinin altını çizmektedir. 2010 yılında olduğu gibi bu sene de adli yardım konusuna detaylıca yer veren rapor, hapishanelerde bulunanların büyük çoğunluğunun, kadın ve çocuklar dâhil olmak üzere, adli yardıma kısıtlı erişimi olduğuna dikkat çekmiştir. Ek olarak, aile içi şiddet davalarında adli yardım için istenen belgelerin kurbanların korunmasını geciktirdiği belirtilmektedir. Adli yardım için ayrılan kaynakların yetersiz ve avukat ücretlerinin düşük olduğu da vurgulanmaktadır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 12 Raporun ifade özgürlüğü bölümünde, medya ve kamuoyunda hassas olarak algılanan, Kürt sorunu, azınlık hakları, Ermeni sorunu ve ordunun rolü gibi konuların açıklıkla tartışıldığına yer verilmektedir. Aynı zamanda Adalet Bakanlığı tarafından yapılan inceleme sonucu Türk Ceza Kanunu’nda yer alan bazı maddelerin değişmesi için önerge verildiği ve 301. Madde kapsamında az sayıda davanın başlatıldığına dikkat çekilmektedir. Tüm bunlara ek olarak ifade özgürlüğü ihlallerinin endişe ile izlendiği vurgulanmakta, basın özgürlüğünün kısıtlandığına, gazetecilerin tutuklandığına dikkat çekilmektedir. Ergenekon Davası çerçevesinde yayımlanmamış bir metne el koyulmasının tüm bu endişeleri daha da artırdığı belirtilmektedir. Kürt meselesi kapsamında birçok gazeteci ve yazara dava açıldığının, bu konuda ya da Kürtçe yayın yapan gazetelere baskının sürdüğünün altı çizilirken terörizm propagandası yapma suçundan birçok solcu ve Kürt gazetecinin suçlandığı belirtilmiştir. Rapora göre Türkiye’nin ifade özgürlüğü ilkesini ihlal ettiği iddiası ile birçok konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmıştır. Ayrıca Türkiye’nin ceza hukukunda problemler bulunduğu, basın kanunu ve Atatürk’ü koruma kanununun ifade özgürlüğünü kısıtlamak için kullanıldığı da vurgulanmaktadır. Buna ek olarak rapor, yaşanan sorunların Türkiye’deki medyada bir oto-sansür mekanizması yarattığını da belirtmiştir. Avrupa Komisyonu, 2010 İlerleme Raporunda olduğu gibi, 2011 yılında da Doğan Medya Grubuna yönelik vergi cezası davasına değinmiştir. Ayrıca Orhan Pamuk’un Mart 2011’de aldığı ceza da ayrıntılarıyla aktarılmıştır. Raporda, nefret söylemi ile ilgili düzenlemeleri içeren, Türkiye’yi ve medyayı dini azınlıklara karşı söylemlerinde hassas olmaya davet eden Avrupa Konseyi tavsiye kararının uygulanmadığına değinilmiş, yeni düzenlemelere olan gereksinimin altı çizilmiştir. Rapor’da, radyo ve televizyonların yaptığı yayınlara getirilen yasaklar hakkındaki Kanun ile kısmi ilerleme kaydedildiği belirtilirken, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun verdiği kararlara ilişkin detaylı örnekler verilmiştir. Buna ek olarak web sitelerine uygulanan sansür ve yasakların da altı hassasiyetle çizilmiştir. Özet olarak Rapor, hassas görülen konularda dahi kamuoyundaki tartışmaların devam ettiğine vurgu yapmış, ancak ifade özgürlüğünün çok sayıda dava ile sekteye uğradığına, gazeteci ve yazarların maruz kaldığı baskının kaygı uyandırmaya devam ettiğine de değinmiştir. Raporda ayrıca toplanma özgürlüğü ile ilgili pozitif gelişmeler kaydedildiğine dikkat çekilmiş, Nevroz ile 1 Mayıs kutlamalarının olaysız geçtiğinin altı çizilmiştir. Buna ek olarak “Ermeni Soykırımını Anma Günü”nün de olaysız geçtiği raporda örneklenmiştir. Sonrasında ise doğu ve güneydoğuda yapılan eylemler, Kürt meselesi ile ilgili gösteriler ve YÖK protestolarında yaşananlara vurgu yapılmıştır. Komisyon, Türkiye’nin gösteri hakkı konusunda anayasal değişikliklere gitmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 13 Örgütlenme özgürlüğü ile ilgili olarak, Türkiye’nin genel olarak AB standartlarında olduğu belirtilirken gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için adım atılmadığının da altı çizilmiştir. Sivil Toplum Kuruluşlarının politika yapım sürecine katılması konusunda mesafe kat edildiği ancak halen yasal ve bürokratik engeller bulunduğu vurgulanmıştır. Düşünce, inanç ve din özgürlüğüne ilişkin 2010 ve 2011 İlerleme Raporları, Türkiye’de ibadet özgürlüğüne saygının genel olarak sürdüğünü belirtmektedir. 2010 İlerleme Raporu’nda ilk olarak düzenlenmelerinin olumlu bir gelişme olarak belirtildiği Trabzon’daki Sümela Manastırı’ndaki Ortodoks Ayini ile Van’daki Akdamar Kilisesi’ndeki Ermeni Ayini’nin ikinci kere düzenlenmesi 2011 İlerleme Raporu’nda da olumlu olarak belirtilmektedir. Bunun yanında, bu seneki ilerleme raporunda Van’da resmi olarak bir Protestan kilisesinin hizmete açıldığı belirtilmektedir. Bir önceki ilerleme raporunda da belirtildiği üzere, çeşitli devlet yetkililerinin gayrimüslim toplulukların dini liderleri ile zaman zaman buluştuğuna, özellikle Başbakan Yardımcısı’nın Patrik’i 1950’lerden beri ilk defa ziyaret etmesine olumlu bir gelişme olarak yer verilmektedir. 2010 İlerleme Raporu’nda da bahsi geçen Alevi topluluğuna yönelik düzenlenen yedi çalıştayın son raporunun Mart 2011’de açıklandığını belirten bu seneki rapor, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Alevi dinini de içinde barındıran yeni ders kitapları oluşturduğu belirtilmektedir. 2011 İlerleme Raporu’nda ayrıca, Sivas’taki Madımak Oteli’nin kamulaştırıldığı, Alevi topluluğunun burasının müze yapılmasına ilişkin talebi olduğu belirtilmektedir. 2011 ilerleme raporunda Ankara’da Kurtuluş Protestan Kilisesi Vakfı’nın kurulmasına ilişkin 2010 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının uygulandığı belirtilmektedir. Yine 2011 ilerleme raporunda, Şubat 2008’de tadil edilen Vakıflar Yasası’nın Ağustos 2011’de onaylandığı ve bugünkü yasal çerçevenin gayrimüslimlerin 1936 yılında deklare ettikleri mal varlıklarını yeniden edinebilme haklarının olduğu açıklanmaktadır. Ancak, tıpkı 2010 İlerleme Raporu’nda da belirtildiği gibi, yine din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilk ve orta öğretimde hala zorunlu ders olarak bulunması olumsuz olarak değerlendirilmektedir. Bu derslere katılmayan öğrencilere alternatif bir seçenek sunulmaması ve bu öğrencilere daha düşük notların verildiğinin rapor edilmesi eleştirilmektedir. Yine bir önceki ilerleme raporunda da olduğu gibi gayrimüslim toplulukların tüzel kişilik olarak kabul edilmedikleri için mal edinme hakkı, adalete erişim ve kaynak geliştirme gibi konularda birçok sorunla karşılaştıkları ifade edilmektedir. Bunun yanında raporda, din adamlarının eğitimi konusundaki kısıtlamaların devam ettiğine dikkat çekilmektedir. Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun hala açılmadığı vurgulanmaktadır. Bu seneki raporda da Ermeni Patrikhanesi’nin Ermeni diline ve ruhban sınıfına yönelik bir üniversite bölümü açılması teklifinin dört seneden beri İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 14 beklemede olduğu ve Süryanilerin resmi okullar dışında, gayri resmi bir şekilde eğitim aldıkları belirtilmektedir. Yine bu seneki raporda da “Ekümenik” olarak ifade edilen Fener Rum Patrik’inin “ekümeniklik” dini sıfatını her zaman kullanamadığı belirtilmektedir. Bu seneki raporda da Mart 2010’da Venedik Komisyonu’nun, bu durumun Ortodoks Kilisesi’nin özerkliğine aykırı olduğuna ilişkin verdiği karara değinilmektedir. Bu seneki raporda, çeşitli belgelerde ve özellikle kimlik kartlarında, dine ilişkin bilginin bulunmasının ayrımcılığa yol açtığı ifade edilmektedir. Tıpkı bir önceki raporda belirtildiği gibi bu raporda da Aleviler’in ibadethanelerinin tanınmamasına ve ibadethane açmakta zorluklarla karşılaştıklarına vurgu yapılmaktadır. Aynı şekilde, gayrimüslim cemaatlerin ibadethanelerine yönelik ayrımcılığın ve idari belirsizliklerin devam etmesinin, yetkililerin çeşitli ibadethane açma başvurularının reddedilmesinin ve şu anda var olan Protestan kiliselerine ve Yehova Şahitleri dua salonlarına karşı açılan davaların olumsuz gelişmeler olarak kaldığı belirtilmektedir. Mersin’de bir Yehova Şehitleri dua salonunun kapatılmasına ilişkin mahkeme kararı alındığı belirtilmektedir. Ayrıca, bu seneki raporda İstanbul ve Ankara’daki Yehova Şahitleri’nin vergiden muaf olma taleplerinin reddedildiğine yer verilmektedir. Vergi konusunda birçok bekleyen davanın bulunduğunun altı çizilmektedir. Raporda yine misyonerlerin hala ülkenin bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılandığı, 2007 yılında Malatya’da öldürülen üç Protestan’a ilişkin davanın hala sürdüğü, 2006’da Trabzon’da öldürülen Rahip Santoro davasından net bir sonuç çıkmadığı ve 2010’da İsekenderun’da öldürülen Rahip Pavodese’ye ilişkin davanın sürdüğü belirtilmektedir. 2010 İlerleme Raporu’nda da belirtildiği gibi bu seneki raporda da vicdani retçilere yönelik adli uygulamaların devam ettiği vurgulanmakta ve konuya ilişkin AHİM kararlarının uygulanmasının beklenildiği belirtilmektedir. Sonuç olarak, düşünce, inanç ve din özgürlüğüne ilişkin sınırlı bir ilerleme kaydedildiği belirtilmekte, azınlık dinlerine mensup kişilerin radikallerin tehdidi altında olduğu ifade edilmektedir. Ekonomik ve Sosyal Haklar 2011 İlerleme Raporu’nda, kadın haklarına ve cinsiyet eşitliğine ilişkin sınırlı ilerleme kaydedildiği belirtilmektedir. Bu raporda, TBMM’deki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun kadın konularına ilişkin birçok rapor yayımladığı ve kurumsal kapasiteyi artırmak için çalıştığı ifade edilmektedir. Kadının işgücüne katılım oranının 2009’da yüzde 26 olduğu ve 2010’da yüzde 27,6’ya yükseldiği belirtilmektedir. İlköğretimde cinsiyetler arası dengesizliğin gittikçe azaldığı hatta ulusal düzeyde neredeyse kapandığı belirtilmektedir. 2011 genel seçimlerinin kadının parlamentodaki temsil oranını yüzde 9’dan yüzde 14’e çıkardığı ifade edilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 15 Bu raporda ayrıca, yeni atanan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının kadın STK’ları ile diyaloğu geliştirdiği belirtilmektedir. Ancak, yine de cinsiyet eşitliğinin, namus cinayetlerinin ve erken ve zorla evlilikler dahil kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin Türkiye için en büyük zorlu alanlar olduğu ifade edilmektedir. Bu raporda, özellikle kadının siyasette, kamu yönetiminde yönetici pozisyonunda, eğitim alanında yönetici pozisyonunda, vali olarak, siyasi partilerde ve sendikalarda temsilinin genel olarak sınırlı kaldığının altı çizilmektedir. Yine kadının kötü çalışma şartları altında, kayıt dışı ve ücretsiz olarak aile işlerinde çalıştığı belirtilmektedir. İşe alımda ayrımcılıkların olduğunun rapor edildiği belirtilirken beyaz yakalı kadınlar arasında işsizliğin arttığına dikkat çekilmiştir. 2011 İlerleme Raporu, orta öğrenimdeki cinsiyet ayrımının arttığına da dikkat çekmekte ve medya tarafından cinsiyete dayalı ayrımcılığın sürdürüldüğünü belirtmektedir. 2011 İlerleme Raporu’nda kadına yönelik şiddetin ve namus cinayetlerinin artmakta olduğuna vurgu yapılmaktadır. Özellikle, yargı, emniyet ve sağlık mensupları ile yasa uygulayıcılarına yönelik eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarına ihtiyaç olduğu belirtilmekte olup aile mahkemelerinin kapasitelerinin yetersiz oluşu eleştirilmektedir. 2011 İlerleme Raporu, nüfusu 50 bin ve üzeri olan tüm yerleşim yerlerinin belediyeleri tarafından kurulması öngörülen kadın sığınma evlerine de geniş yer vermektedir. Konuya ilişkin gerekliliklerin yerine getirilmediği, yeterli sayıda kadın sığınma evi açılmadığı, gerekli mekanizmaların oluşturulmadığı ve bu düzenlemeleri yapmayan belediyelerin de hiçbir şekilde cezalandırılmadığı eleştirilmektedir. Sığınma evlerinden veya benzer kurumlardan ayrılan kadınların durumunu takip eden bir sistemin bulunmadığı belirtilmektedir. Raporda, cinsiyet eşitliğine ve kadına yönelik şiddete ilişkin ulusal eylem planının uygulanmasının yeterli insan ve finansal kaynağı olmadığı için gerçekleşemediği ifade edilirken cinsiyet meselelerine yasa yapıcıların ve kamu yönetimlerinin ortak bir şekilde bakması gerektiği belirtilmiştir. Yine raporda, kamuya mal olmuş birçok kişinin ve çeşitli mahkeme kararlarının “kadının kendi davranışları ve kıyafetleri nedeniyle tacize, tecavüze ve şiddete maruz kaldığını” belirttiği yer almaktadır. Bağımsız kadın STK’larının raporlarında, kamu kurumlarının muhafazakar değerleri yücelten kadın STK’larına daha fazla iltimas göstererek ayrımcılıkta bulunduklarının belirtildiği ifade edilmektedir. Sonuç olarak, kadın haklarının korunması, cinsiyet eşitliğinin savunulması ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin büyük zorluklar olarak durduğu, namus cinayetlerinin, erken ve zorla evliliklerin, aile içi şiddetin ciddi sorunlar olarak kaldığı belirtilmektedir. Konuya ilişkin daha fazla eğitimin ve bilinçlendirme çalışmalarının, özellikle polise yönelik olarak gerektiğinin altı çizilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 16 Çocuk haklarına ilişkin, İlerleme Raporu’nda, 2010- 2011 döneminde çocukların okul öncesi eğitime katılım oranının ve öğretmen sayısının arttığına dikkat çekilmiştir. İlköğretime kayıt oranının artmasıyla birlikte toplumsal cinsiyet ayrımının ilköğretimde azaldığının gözlenildiği de ifade edilmiştir. Ancak Orta öğretime katılım oranının kızlardan daha çok erkeklerde artması üzerine orta öğretimde toplumsal cinsiyet ayrımının biraz fazlalaşmış olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından imzalandığı hususu da vurgulanmıştır. Ancak, özellikle çalışanlardaki mevsimlik göçlerin ve Roman çocuklarının okuldan ayrılma oranının endişe kaynağı teşkil ettiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda, çocukların okuldan ayrılmalarını engellemek amacıyla risk altındaki çocuklar için geliştirilen erken uyarı sisteminin daha etkin bir şekilde kullanılması gerektiği konusu dile getirilmiştir. Raporda değinilen bir diğer husus da, ilköğretim ve orta öğretime katılım oranında çok önemli bölgesel farklılıkların bulunması keyfiyetidir. Raporda, çocuklar arasında yoksulluk oranının yüksek olduğuna yönelik uyarıda bulunulmuştur. 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda özel ihtiyacı olan çocukların eğitimlerine ilişkin bir yasanın kabul edildiği ancak, bu yasanın uygulanması için gerekli kaynakların sağlanması ve uygulamayı denetleyecek bir sistemin geliştirilmesinin gerektiği vurgulanmıştır. Çocuklara yönelik şiddet ile mücadele etmek için etkin bir mekanizmanın geliştirilmediğine dikkat çekilmiştir. 2010 Yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, bu yılki raporda da çocuk işçiliğinin engellenmesi konusunda yeterli adım atılmadığı eleştiri konusu olmuştur. Çocuk adaleti konusunda, 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda, Haziran 2010 tarihli Terörle Mücadele Kanunu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanun hükümlerine getirilen değişikler ele alınmıştır. Bu kapsamda, gösterilere katılarak terör örgütü propagandası yapmaktan veya güvenlik kuvvetlerine direnç gösteren çocukların terör örgütü üyesi olmak suçundan yargılanamayacağı hususu hatırlatılmıştır. Yeni düzenlemelere göre, Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan bazı “ağırlaştırıcı durumlar”ın çocuklara uygulanamayacağının ve onların çocuk mahkemeleri ya da çocuk ağrı ceza mahkemelerinde yargılanmalarının öngörüldüğü, ancak yasanın uygulanmasının tamamlanmadığına dikkat çekilmiştir. Çocuk Koruma Kanunu’nca, 81 ilde çocuk mahkemelerinin kurulması gerekmektedir. Mayıs 2011’e kadar, toplam kurulan çocuk mahkemeleri 75’e ulaşmıştır, ancak bunların sadece 60’ı faaliyet göstermektedir. Bununla birlikte, yasal olarak toplam 20 çocuk ağır ceza mahkemesi kurulmuştur ve bu mahkemelerinin sadece 11’i faaliyettedir. Bu bağlamda, İlerleme Raporu’nda, çocuk mahkemeleri olmayan illerde ise, çocukların yetişkinler için oluşturulan mahkemelerde yargılanmaya devam edildiklerine dikkat çekilmiştir. Buna ilaveten, çocukların duruşma öncesi tutuklulukları için çoğu illerde uygun şartların sağlanmadığı ve çocuk mahkemelerinde duruşmaların uzun sürmesi eleştirilmiştir. Genel olarak, tüm alanlarda, özellikle eğitim, çocuk işçiliği ile mücadele, sağlık, idari kapasite ve koordinasyon alanlarında daha fazla girişimlerde bulunması gerektiği İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 17 vurgulanmıştır. İlerleme Raporu’nda ayrıca daha fazla çocuk mahkemelerinin kurulmasının yanı sıra çocukların tutuklanmasının asgariye indirilmesi ve daha uygun şartların sağlanması için çağrıda bulunulmaktadır. Sosyal olarak savunmasız ve/veya engelli kişilere ilişkin, ulaşılabilirlik stratejisi ve buna ilişkin eylem planının kabul edildiği belirtilmiştir. Ancak 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda engelli kişilere yönelik pozitif ayrımcılık için yapılan anayasa değişikliklerine rağmen buna yönelik önlemlerin alınmadığına dikkat çekilmiştir. Ayrıca, 2010 Yılı İlerleme Raporu’nda da olduğu gibi, engelli kişilerin hakları hakkında Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ve İhtiyari Protokolü’nün uygulanmasını izlemek için gerekli ulusal mekanizmasının bu sene de oluşturulmadığı belirtilmiştir. Bununla beraber, bu alanda, olumlu gelişme olarak engellilerin kamu sektöründe istihdam edilmesinde önemli girişimlerde bulunulmasına işaret edilmiştir. Ancak engelli kişilerin hala eğitim, sağlık, sosyal ve kamu hizmetlerine erişmekte sıkıntı yaşadıkları da belirtilmiştir. Ayrımcılığın önlenmesi ilkesi Anayasa’da ve birçok yasal düzenlemelerde güvence altına alınmış olsa da, esasında ayrımcılığın önlenmesine ilişkin kapsamlı bir yasal düzenlemenin bulunmadığı ve mevcut yasal çerçevenin halen AB ile uyumlu olmadığı hususları eleştirilmiştir. Türkiye, eşcinselliği bir suç olmaktan çıkarmayı, eşcinsellere yönelik yasa dışı infazlar ve diğer kanunsuz öldürülmeleri önlemeyi amaçlayan BM kararında değişiklik öngören AB teklifini desteklememiştir. Raporda, lezbiyen, eşcinsel, biseksüel ve transeksüellerin (LGBTT) bireysel haklarına yönelik eleştirilere bu sene de geniş yer verilmiştir. LGBITT toplumu, halen ayrımcılık, tehdit ve şiddet suçlarına maruz kalmaya devam etmektedir. Cinsel tercihleri nedeniyle işten çıkarılma şeklindeki ayrımcılık vakaları halen görülmektedir. 2011 Yılı İlerleme Raporu’nda, polislerin LGBTT bireylere yönelik uyguladığı şiddet ve mahkemelerin LGBTT cinayetlerinde “haksız tahrik” yapıldığı gerekçesiyle zanlı ve suçluların lehine uygulamalarda bulunması ağır bir şekilde eleştirilmeye devam edilmektedir. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, bu yıl da Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde eşcinselliğin “psikoseksüel” bir hastalık olduğu ve eşcinsellerin askerlik hizmeti için elverişsiz olduğu yönündeki kararları eleştirilmiştir. Bu alanda dikkat çeken bir diğer olumsuz gelişme olarak da, Kasım 2010’ta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği uluslararası bir konferansta,”homoseksüelliğin” toplumu tehdit eden bir hastalık olarak tanımlanması gösterilmektedir. Genel olarak, sosyal açıdan savunmasız ve/veya engelli kişilerin durumunu iyileştirmek için çabalara devam edildiği, ancak sosyal ve ekonomik hayata katılımların daha çok teşvik edilmesi gerektiği Raporda belirtilen önemli bir husus olmuştur. İlerleme Raporu’nda ayrıca işçi hakları, sendikalar ve ayrımcılıkla mücadele gibi alanlarda birçok sorunların bulunduğuna dikkat çekilmiştir. İşçi hakları ve sendikalara ilişkin mevcut yasal çerçevenin halen AB ve ILO Sözleşmeleri ile uyumlu olmadığı hususu eleştirilmiştir. Raporda, özel sektördeki işçilerin ve kamu çalışanlarının örgütlenme, toplu sözleşme görüşmelerinde bulunma ve İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 18 grev yapma haklarına ilişkin önemli engellerin halen bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte, Ekonomik ve Sosyal Konseyin anayasal bir temel kazanmasına rağmen henüz toplanmadığı da belirtilmiştir. Raporda, sosyal tarafların istihdam ve sosyal alanlarda belirlenen politikalara ve yasalara katılımlarının güçlendirilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Raporda değinilen ve eleştirilen bir diğer husus da, öğrenciler, emekliler, çiftçiler ve adliye memurlarına örgütlenme hakkının halen tanınmamış olmasıdır. Mülkiyet hakları konusunda, 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’na getirilen değişikliklerin Ağustos 2011’te kabul edilmesiyle birlikte, Gayrımüslim cemaatlere ait vakıfların Tapu dairesine kendi adlarına kayıt olmalarına imkân tanınarak bu konuda önemli bir ilerleme kaydedildiği belirtilmiştir. Raporda, söz konusu Vakıflar Kanunu sayesinde, 181 gayrimenkulün Gayrımüslim cemaat vakıfları adına kaydı yapılmıştır. Raporda, Bozcaada’daki bir Rum Ortodoks kilisesinin mülkiyet haklarının ihlal edildiği yönündeki Mart 2009 tarihli AİHM kararının Türkiye’nin Mart 2011’te uyguladığı belirtilmiştir. Raporda bahsi geçen bir diğer dava sonucu kapsamında, Haziran 2010’da AİHM kararına göre, Türkiye’nin haksız bulunması üzerine, Büyükada Rum Yetimhanesi arazisinin tapularının Patrikhane’ye verilmesine ilişkin gelişme de yer almıştır. Süryanilerin mülkiyet konusunda yaşadığı sorunlar, 2010 yılındaki Rapor’da olduğu gibi, bu yılki Rapor’da da yer almıştır. Bu kapsamda, örneğin, Mor Gabriel Ortodoks Manastırı arazisinin mülkiyeti ile ilgili davanın sürdüğü Rapor’da belirtilmiştir. 2010 Yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Yunan vatandaşlarının mülkiyet tescili işlemlerinde, Türk makamlarının bazı uygulanmaları nedeniyle sorunlarla karşılaşılmaya devam edildiği vurgulanmıştır. Raporda ayrıca devlet tarafından ülke çapında el koyulan Katolik kilisesinin mülklerine de değinilmiştir. Ayrıca, 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’nun uygulanmasında bazı gecikmeler ve usule ilişkin sorunlarla karşılaşıldığı belirtilmiştir. Birleşen vakıfların mülklerinin, Kanunda yapılan değişikliklerin kapsamı dışında bırakıldığı ifade edilmiştir. Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu’nun mülkiyet haklarına ilişkin Mart 2010 tarihli tavsiyelerinin uygulanmasının halen askıda olduğu hususu da eleştirilmiştir. Azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunması 2011 Türkiye İlerleme Raporu’nda, 2010’dakinde olduğu gibi, Türkiye’nin azınlıklara yaklaşımının kısıtlı olduğu vurgulanmakta ve Türkiye’nin Birleşmiş Milletler ile Avrupa Konseyi’nin ilgili uluslararası anlaşmalarına katılmadığı hatırlatılmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele konularında çalışan kurum veya mekanizmaların bulunmadığının da altı çizilmektedir. Rum azınlığın durumunun değişmediği, Gökçeada ve Bozcaada adaları dâhil olmak üzere, eğitim ve mülkiyet haklarıyla ilgili sorunlarla karşılaşmaya devam edildiği yine raporda vurgulanmaktadır. 2011 yılı İlerleme Raporu’nda, öte yandan, matematik ve fen bilimleri kitaplarının 2010–2011 eğitim-öğretim yılı öncesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ermeniceye İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 19 çevrilerek ücretsiz dağıtıldığı belirtilmektedir. Aynı zamanda, Ermeni öğrencilerin 2011–2012 eğitim-öğretim yılından itibaren Ermeni azınlık okullarına misafir öğrenci olarak gidebilecekleri vurgulanmaktadır. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda da ifade edildiği gibi, misyonerlere ve Hıristiyanlara karşı anti-semitizmin, medyadaki nefret söylemiyle bağlantılı olarak bir sorun olmaya devam ettiği belirtilmektedir. Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin dava hakkında ise, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 14 Eylül 2010’da aldığı karara ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ocak 2011’de Devlet Denetleme Kurulu’na inceleme talimatı verdiğine atıfta bulunulmaktadır. Ayrıca, çocuk suçlulara ilişkin yapılan değişiklikler sonucu Ogün Samast’ın dosyasının Çocuk Mahkemeleri’ne gönderildiği belirtilmektedir. Genel olarak, Türkiye’nin azınlık haklarına yaklaşımının kısıtlı olduğu raporda vurgulanmaktadır. Öte yandan, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadelede mevzuatın gözden geçirilmesi gerektiğinin ve bu konulardan sorumlu bir kurumun oluşturulmasının önemli olduğunun altı çizilmektedir. Kültürel haklar konusunda, 2011 yılı içerisinde yaşanan gelişmeler ön plana çıkarılmaktadır. 3 Mart 2011’de yürürlüğe giren “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun” çerçevesinde, Türkçe dışındaki dillerde ulusal düzeyde radyo ve televizyon yayını yapılabildiği belirtilmektedir. Ancak, Başbakanlık veya Bakanlık kararları doğrultusunda geçici olarak yayınların durdurulabileceği vurgulanmaktadır. Öte yandan, yapılan yasal değişikliklere rağmen, Türkçe dışındaki dillerin kullanılmasının önünde Anayasa’dan ve Siyasi Partiler Kanunu’ndan kaynaklanan engeller olduğu hatırlatılmaktadır. Bu bağlamda, sivil toplum kuruluşlarının bir milyon imza toplayarak Meclis’e dilekçe sundukları ve tüm kısıtlamaların kaldırılmasını talep ettiklerinden bahsedilmektedir. Muş Alparslan Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulmasına YÖK tarafından izin verildiği, ancak yeterli kadro olmayışı nedeniyle yalnızca lisans düzeyinde seçmeli dersler açıldığı ifade edilmektedir. Türkçe dışındaki dilleri konuşanların, savunma veya ifadelerinin alınması safhasında, soruşturma aşamasında ve mahkemede ücretsiz tercümeden faydalanmalarının kanunla öngörüldüğü ancak bunun tam olarak uygulanmadığı belirtilmektedir. Bu kapsamda, Doğubayazıt Ceza Mahkemesi’nin Mayıs 2011’de, Doğubayazıt Belediye eski Başkanı’nı 2007 yılında parklara Kürtçe isim vererek Türkçe harflerin kullanılmasına ilişkin yasayı ihlal ettiği gerekçesiyle cezalandırdığına yer verilmektedir. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Kürt dilinin hapishanelerdeki kullanımına ilişkin güvenlik gerekçeli kısıtlamaların devam ettiğinin altı çizilmektedir. Öte yandan, Mehmet Aksoy tarafından Kars’ta inşa edilen insanlık anıtının Başbakan’ın eleştirileri neticesinde yıkıldığına yer verilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 20 Raporda Romanlarla ilgili olarak, hükümet tarafından bazı adımlar atıldığı vurgulanmaktadır. Bir önceki raporda Romanlara karşı ayrımcılığı teşvik eden “Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”daki ayrımcı maddelerin değiştirilmesini içeren bir teklif sunulduğu belirtilerken, 2011 yılında bu adımın atıldığı ifade edilmektedir. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda yer verilen “Roman Açılımı”nın sorunlara kapsamlı çözüm getirmekten uzak kaldığı ifade edilmektedir. Roman öğrencilerin okuldan ayrılma oranlarının diğer öğrencilerden yüksek olduğuna dikkat çekilirken, bu öğrencilerin okul öncesi eğitimlere erişimlerinin geliştirilmesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca, İstanbul’da gerçekleştirilen “Kentsel Dönüşüm” projelerinden kaynaklanan sorunlara da değinilmektedir. Genel olarak kültürel haklar konusunda Türkiye’nin ilerleme kaydettiği ancak Türkçe dışındaki diğer dillerin siyasi yaşamda kullanılmasında kısıtlamaların sürdüğü belirtilmektedir. Romanların durumunun iyileştirilmesine ilişkin bazı ilerlemelerin olduğu ancak kapsamlı bir politikanın bulunmadığı ifade edilmektedir. Doğu ve Güneydoğu’daki Durum 2011 yılı İlerleme Raporu’nda, GAP’ın devam ettiği vurgulanarak, ulaştırma, sağlık ve eğitim alanlarında adımlar atıldığı belirtilmektedir. Büyük baraj projelerinin ise, yaşam koşullarını, tarihi mirası ve doğal hayatı tehdit ettiği gerekçeleriyle eleştirildiğine yer verilmektedir. Kayıp kişiler Tolga Baykal Ceylan ile Cemal Kırbayır’ın durumlarının araştırılması amacıyla Şubat 2011’de Meclis tarafından bir alt-komite kurulduğu belirtilmekte ve JİTEM ile Temizöz davalarının devam ettiği ifade edilmektedir. AB’nin terörist örgütler listesinde yer alan PKK’nın terörist saldırılarının, iki defa 15 Haziran’a kadar ateşkes ilan edilmesine rağmen Nisan 2011’den sonra yoğunlaştığına dikkat çekilmektedir. 13 askerin şehit olduğu ve 7 askerin yaralandığı Silvan saldırısının siyasi atmosferi olumsuz etkilediği belirtilmektedir ve 8 asker ile 1 köy korucusunun Hakkâri’de şehit edilmesinin tansiyonu daha da artırdığına vurgu yapılmaktadır. Bu durum karşısında Türk Hava Kuvvetleri’nin PKK kamplarına yönelik sınır ötesi operasyonlara başladığı ifade edilmektedir. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda belirtildiği gibi, demokratik açılım çerçevesinde beyan edilen somut önlemlerin umulan seviyede olmadığı ve takip edilip uygulanmadığı raporda vurgulanmaktadır. İçlerinde seçilmiş belediye başkanlarının da bulunduğu pek çok yönetici ve politikacının KCK-PKK karşıtı operasyonlarda tutuklandığına da raporda yer verilmektedir. Geçen yıllarda olduğu gibi, kara mayınlarının endişe kaynağı olmaya devam ettiği bu raporda da tekrarlanmaktadır. Türkiye’nin Ottawa Sözleşmesi uyarınca, mayınlı alanlardaki anti personel mayınlarını, 1 Mart 2014 tarihini geçmemek kaydıyla, en kısa İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 21 sürede temizlemeyi taahhüt ettiği ancak bu çalışmalara henüz başlamadığıyla ilgili paragraf bu seneki raporda da korunmaktadır. 2010 yılında olduğu gibi, köy korucuları sorununun ele alınmasında adım atılmadığı da raporda vurgulanmaktadır. Bu konuda genel olarak, verilen taahhütlere rağmen, Ağustos 2009’da hükümet tarafından açıklanan demokratik açılımın kısmen takip edildiği vurgulanmaktadır. Terörist saldırıların arttığı ve bu saldırıların AB tarafından sürekli kınanmakta olduğu da belirtilmiştir. Mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişiler 2011 yılı İlerleme Raporu’nda, terör ve terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıpların tazmin edilmesi sürecinde bazı aksaklıkların yaşandığına değinilmektedir. Zarar Tespit Komisyonlarının ağır iş yüküne ve kaynak eksikliğine bağlı olarak sürecin yavaş ilerlediği tespiti bu raporda da tekrarlanmakta ve ödemelerde gecikmelerin yaşandığına işaret edilmektedir. Yerlerinden edilmiş kişilerin şehirlerdeki durumunun kaygı yaratmaya devam ettiği de raporda belirtilmektedir. Söz konusu durumu yaratan gerekçeler olarak da, koruculuk sistemi, mayınlı araziler ve iş imkânlarının kısıtlı olması gösterilmektedir. Mültecilere ilişkin olarak da, yasal çerçevenin yetersizliğine bağlı olarak, ilerlemenin sağlanamadığı belirtilmektedir. Genel olarak yerlerinden edilmiş kişilerin tazmininin devam ettiği, bununla birlikte uygulamanın etkin olmadığı vurgulanmaktadır. Geçen seneki raporda belirtildiği gibi hükümetin bu sorunu ele almak için ulusal bir strateji belirlemediğinin ve adımlarını hızlandırması gerektiğinin altı çizilmektedir. Bölgesel Konular ve Uluslararası Yükümlülükler Kıbrıs Bu bölümde geçen seneye göre genel olarak aynı ifadeler kullanılmaktadır. 2010 yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler iyi niyet misyonu çerçevesinde iki topluluğun liderleri arasındaki kapsamlı müzakerelere destek verdiği belirtilmektedir. Konsey açıklamalarında ve müzakere çerçeve belgesinde belirtildiği gibi Türkiye’den, devam eden müzakereleri BM çerçevesi içinde, ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları uyarınca ve Birliğin üzerine kurulduğu ilkeler doğrultusunda adil, kapsamlı ve yaşayabilir çözümü için aktif olarak desteklemesinin beklendiği vurgulanmaktadır. Aynı zamanda, Türkiye’nin taahhüdünün ve kapsamlı çözüme somut katkısının çok önemli bulunduğu belirtilmektedir. Türkiye’nin, Komisyon ve Konsey tarafından yapılan çağrılara rağmen Eylül 2005 Deklarasyonunda ve Aralık 2006 ile Aralık 2010 Sonuç Bildirgelerinde belirtilen İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 22 yükümlülükleri yerine getirmediği yine vurgulanmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Katma Protokol’den doğan yükümlülüklerini tam ve eksiksiz olarak yerine getirmediği ve GKRY ile doğrudan ulaştırma yollarının açılması dâhil, malların serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırmadığı hatırlatılmaktadır. Bu yılki Raporda, GKRY’nin, karasularının ve hava sahasının Türkiye tarafından ihlal edildiğini bildirdiği not edilmektedir. Öte yandan, Türkiye hükümetinin üst düzey yetkililerinin, Kıbrıs sorununun çözülmemesi halinde GKRY Dönem Başkanlığı boyunca Türkiye’nin AB ile ilişkileri donduracağı yönündeki açıklamalarına da yer verilmektedir. GKRY ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi hususunda ise yine, bir ilerleme kaydedilmediği, Türkiye’nin, GKRY’nin muhtelif uluslararası örgüte ve Silah İhracatı Davranış İlkeleri ve Çift Kullanımlı Malzeme konusundaki Wassenaar Düzenlemesi gibi düzenlemelere üyeliğini veto etmeye devam ettiği vurgulanmaktadır. Aynı zamanda Rapor’da, “GKRY, Türkiye tarafından karasuları ve hava sahası ihlali yapıldığını bildirmiştir” ifadesine yer verilmektedir. Sınır Uyuşmazlıklarının Barışçı Yollardan Çözümü Bu bölümde yine, Türkiye ve Yunanistan’ın ikili ilişkilerin geliştirilmesine yönelik gayretlerine devam ettikleri belirtildikten sonra Yunanistan Başbakanı’nın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın daveti üzerine 7–9 Ocak 2011 tarihleri arasında Erzurum’u ziyaret ettiği belirtilmektedir. Ekim 2009’dan bu yana yoğunlaşan İstikşafi görüşmeler kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın 8–10 Mart 2011 tarihleri arasında Yunanistan’ı ziyaret ederek önemli temaslarda bulunduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, geçen sene de raporda ifade edildiği şekliyle “Yunan karasularının genişletilmesi ihtimali karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1995 yılında alınan “casus belli” kararıyla ilgili tehdit(in) geçerliliğini korumakta” olduğu yine vurgulanmaktadır. Birliğin, iyi komşuluk ilişkileri ve sorunların barışçıl şekilde çözümünü olumsuz etkileyebilecek tehdit veya eylemlerden kaçınılması çağrısında bulunduğu 2009 yılı raporunda olduğu gibi ifade edilmektedir. Yunan adaları üzerindeki uçuşlar dâhil, Türkiye’nin devam eden hava sahası ihlalleri konusunda Yunanistan tarafından önemli sayıda resmi şikâyette bulunulduğu da geçen sene olduğu gibi raporda aynen yer almaktadır. Bölgesel İşbirliği 2010 yılı İlerleme Raporu’nda olduğu gibi, Türkiye’nin, Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci (GDAÜ) ve Bölgesel İşbirliği Konseyi de dâhil olmak üzere, bölgesel girişimlere aktif olarak katılmaya devam ettiği ve yürüttüğü belirtilmektedir. Aynı zamanda, genişleme ülkeleriyle ve komşu AB ülkeleriyle olumlu ilişkilerin yürütüldüğü raporda vurgulanmaktadır. Geçen yıl olduğu gibi, söz konusu ülkelerle yürütülen ilişkilere daha detaylı değinilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 23 Cumhurbaşkanı’nın 26 Nisan 2011’de, Sırbistan, Bosna – Hersek ve Hırvatistan ile üç taraflı ilişkilerde yer aldığı vurgulanmaktadır. 2011 İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin ortak güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde AB tarafından Bosna-Hersek ve Kosova’da yürütülen askeri operasyonlara katkı sağlamayı sürdürdüğü ifade edilmektedir. EKONOMİK KRİTERLER İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı Ekonomi politikasının temel unsurları Türkiye’nin ekonomi politikasının, ihtiyatlı kamu maliyesi idaresi ve iyi düzenlenmiş finansal sektörü ile açık, büyük oranda piyasa odaklı bir ekonominin sürdürülmesi için oluşturulduğunu belirten raporda; daha fazla reform yapılması ihtiyacını ve taahhüdünü içeren Katılım Öncesi Ekonomik Program’ın Nisan 2011’de Komisyon’a sunulduğu ifade edilmektedir. Haziran 2011’de göreve başlayan yeni Hükümetten, ekonomi yönetiminde, beklenenden daha güçlü olan ekonomik toparlanmadan kaynaklanan dengesizlikler ile başta vergilendirme ve istihdam alanlarındaki yapısal reformlara odaklanması beklenmektedir. Önceki ilerleme raporlarında da ifade edilen, Hükümet kurumları arasında ekonomi alanında sorumlulukların paylaşımı açısından bölünmüşlüğün devam etmesi; bu durumun bütçe planlamasının koordinasyonun ve orta vadeli politikaların oluşturulmasını zorlaştırması sürmektedir. Sonuç olarak, ekonomi politikasının temel hedefler konusundaki uzlaşının sağlam olduğu tespit edilmektedir. Makroekonomik istikrar Bu bölümde geçen yıldan bu yana yaşanan makroekonomik büyüklüklerdeki gelişmelere yer verilerek, büyüme, cari işlemler açığı, kamu borç stoku, işsizlik ve enflasyon gibi verilerdeki değişimler ele alınmaktadır. 2010 yılında hızlı bir toparlanma yaşayan Türkiye ekonomisi yüzde 9 oranında büyürken bu büyüme 2011 yılının ilk yarısında da devam etmiş ve yüzde 10,2 olarak gerçekleşmiştir. Raporda düşük reel faizle ivme kazanan güçlü iç talep, güçlü sermaye girişleri ve banka kredilerinde hızla artan büyüme gibi etkenlerin ekonomik faaliyetleri tekrar artırdığı belirtilmektedir. Ekonomik toparlanmanın itici gücünün özel sektör olmayı sürdürdüğü tespiti, 2011 yılının ilk yarısında yüzde 10,8 artan özel tüketim, GSYİH’nin yüzde 15’ini oluşturan ve yıllık olarak yüzde 31,3 oranında artan özel yatırımlar örnekleriyle desteklenmektedir. Haziran ayıdaki genel seçimlere rağmen kamu harcamalarının kontrol altında kaldığına dikkat çekilen raporda iç tüketim talebindeki hızlı artışın ticari açık ve cari açığın artmasına sebep olduğu dile getirilmektedir. Raporda ayrıca 2010 yılında satın alma gücü paritesi ile ölçülen kişi başı GSYİH’nin AB ortalamasının yüzde 48’ine tekabül ettiği yer almaktadır. Sonuç olarak, büyük ölçüde güçlü iç taleple ivme kazanan ekonomi 2010 yılında ve 2011 yılının ilk yarısında büyümüştür. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 24 2010 yılında üç kat artarak GSYİH’ye oranı yüzde 6,6’ya erişen cari açığın 2011 yılında da artmaya devam ettiğine dikkat çekilerek, bu durum mal ticaretindeki açığın artmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bunun yanında, Merkez Bankası’nın kredi artışını kısıtlama çabalarına ve TL’nin göreceli olarak zayıflığına rağmen güçlü iç talep ve yüksek küresel emtia fiyatları ithalat kalemini artırmıştır. Siyasi krizde olan ülkelere yapılan ihracatın düştüğünü belirten rapor, diğer bölgelere yapılan satışların artışını vurgulamaktadır. Merkez Bankası kayıtlarına göre 2011’de resmi döviz rezervlerinin yüksek kalmış, bunun sebebi olarak portfolyo girişlerinin sürmesi, bankaların ve şirketlerin yeterli finansmana erişimi olarak gösterilmiştir. Sonuç olarak, güçlü iç talep nedeniyle ithalat artmaktadır bu da ticari açığı ve cari açığı artırmaktadır. 2009 yılında yüzde 14 olan işsizlik oranın 2010 yılında yüzde 11,9, Mayıs 2011’de ise yüzde 9,4’e düşmesine dikkat çeken raporda tarım alanındaki istihdamın aynı kalmasına rağmen genç istihdamının arttığı belirtilmektedir. Ancak kadınların işgücüne katılımının düşük seyretmesi sorunu sürmektedir. Genel olarak sıkı istihdam yasalarının işverenleri yeni eleman alımından caydırması ve kayıt dışı çalışmanın sürmesi raporda getirilen eleştiriler arasındadır. Sonuç olarak, güçlü ekonomik kalkınma güçlü istihdam artışına ve işsizlik oranında önemli bir düşüşe sebep olmuştur. 2009 yılında yüzde 6,5 olarak açıklanan enflasyon oranı 2010 yılında yüzde 6,4 olarak gerçekleşmiş, bunun yanında 2009 yılında yüzde 5,9 olan üretici fiyatları 2010 yılında yüzde 8,9’a yükselmiştir. 2011 yılında enflasyonun inişli çıkışlı seyrine dikkat çeken rapor güçlü iç talep, artan dünya yakıt ve gıda fiyatları ile zayıf para birimi kombinasyonunun enflasyonu artırabileceği uyarısında bulunmaktadır. Güçlü enflasyonist baskılar ve artan cari açık nedeniyle para politikasının ayarlanmasının giderek zorlu hale geldiğine işaret eden raporda Merkez Bankası’nın düşük faiz oranları, geniş faiz koridoru ve yüksek ticari banka zorunlu rezerv karşılığı oranlarını kombine ederek para politikasındaki duruşunu değiştirdiği belirtilmektedir. Merkez Bankası’nın yaptığı müdahalelerin kısmen başarılı olduğunu dile getiren raporda döviz kurunun zayıfladığı ancak zorunlu karşılık oranının artırılmasının kredi artışını yavaşlatmakta başarılı olamadığı, bu durumun yüksek emtia fiyatlarıyla birlikte Türkiye’nin artan cari açığını beslemeye devam ettiği tespit edilmektedir. Rapor 2010 yılında ve 2011 yılının ilk yarısında bütçe performansının başarılı olduğuna dikkat çekmekte, bu başarıda güçlü iç talebin dolaylı vergi gelirlerini artırmasının payını vurgulamaktadır. 2010 yılında reel vergi gelirleri yüzde 35 oranında artarken faiz dışı fazla üç katına çıkmıştır. Hükümetin orta vadeli programında bütçe açığının GSYİH’ye oranının 2011 yılında yüzde 2,8 olarak öngörüldüğünü dile getiren rapor, vergi affı programıyla toplanacak vergilerle bu oranın daha düşük gerçekleşebileceğini iddia etmektedir. Rapora göre bu gelişmeler ışığında maliye politikası, yüksek cari açığı düşürmeyi hedefleyen para politikasını destekleyebilecektir. Maliye politikasının doğru yolda olduğu tespitinde bulunan raporda 2010 yılında kamu borcu stokunda azalma olduğu dile getirilmektedir. Yeni bir Sayıştay Kanunu ve yeni Devlet Yardımları Kanunu’nun kabul edilmesi dâhil şeffaf ve daha etkin kamu hizmetleri ve bütçelendirmesi için yeni girişimlerde İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 25 bulunulduğunu belirten raporda bir önceki rapor döneminde Kamu Mali Yönetimi Kanunu’na ilişkin sıralanan eleştirilerin tekrar edildiği görülmektedir. Buna göre bütçelendirme sürecinde hesap verebilirlik, verimlilik ve şeffaflığı artıracak kısımlar eksiktir. Daha önceki rapor döneminden bu yana devam eden bir başka sorun tüm vergi idaresi fonksiyonlarının Gelir İdaresi Başkanlığı altında birleştirilememesidir. Söz konusu birleştirmenin amacı, denetleme kapasitesini güçlendirmek ve standart risk temelli denetleme tekniklerinin artan ölçüde kullanımını kolaylaştırarak şeffaflığı artırmak ve kayıt dışılığın azaltılmasıdır. Kriz sırasında Türkiye’nin para ve maliye politikası programlarının başarılı olduğunu belirten raporda, krizin Türkiye’yi ciddi ölçüde etkilemesine rağmen daha önce yapılan reformların sonuç verdiği, böylece hızla güçlü ekonomik büyümeye geri dönüldüğü ifade edilmektedir. Ancak yeterli olmayan ayarlamalar nedeniyle ekonomik toparlanmadan tamamıyla yararlanamadığı eleştirisi getirilmektedir. Raporda getirilen öneriler ise mali şeffaflık konusunda daha fazla ilerleme sağlanması, mali ve parasal politikanın ayarlanması, enflasyon hedeflemesi hususunda daha fazla çaba gösterilmesi ve mali disiplinin korunması olarak sıralanmaktadır. Piyasa Güçlerinin Etkileşimi Düzenleyici ve denetleyici kurumların başlıca sektörlerde halen faaliyet gösterdiği belirtilen raporda otomatik fiyat mekanizmalarının nihai kullanıcı fiyatlarının maliyet temelli metoda bağlı olduğunun varsayıldığı doğalgaz ve elektrik sektörlerinde uygulandığı ifade edilmektedir. Güdümlü fiyatların Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) sepetinde toplam ağırlığının halen yüzde 4,5’ini oluşturduğu, buna karşın, Haziran 2011’deki Parlamento seçimlerinden önce hükümetin global fiyat değişliklerinin elektrik tüketimi ve doğal gaz fiyatlarını bir yıl boyunca etkilemesine izin vermediğini ve bu şekilde otomatik fiyat mekanizmasını etkin bir şekilde askıya aldığını kaydetmektedir. Düzenleyici çerçeveye rağmen, hükümet kurumlarının ulaştırma sektöründe, özellikle de sivil havacılıkta fiyatları belirleme eğiliminde olduklarına işaret edilmektedir. Başta enerji olmak üzere, temel rol oynayan hizmetlerin, serbestleştirilmesinin bu sektörde, birçok başarılı özelleştirme faaliyetlerine zemin hazırlayarak finansal krizden sonra birçok özelleştirme faaliyetinin gerçekleşmesine imkan verdiği belirtilmektedir. 2010 yılında gerçekleştirilen özelleştirme faaliyetlerinden bahsedilerek, 2009’da 1,6 milyar Avro (GSYİH’nın % 0,4’ü) olan özelleştirme işlemlerinin 2010 yılında 2,3 milyar Avro’ya yükseldiği (GSYİH’nın %0,7’si) belirtilmektedir. 2010’da başta, iki limanın, bir tuz madeni ve altı elektrik dağıtım şirketinin özelleştirmesi olmak üzere, birçok özelleştirme anlaşmasının tamamlandığı kaydedilmektedir. Türk Hava Yolları, Türk Telekom, Pektim ve yarı kamu olan Halkbank ve Vakıfbank’ın kalan hisselerinin satışının planlandığı, diğer yandan, Ziraat Bankası ve Milli Piyango’nun satışı için henüz bir plan yapılmadığı ifade edilmektedir. Genel olarak, piyasa güçlerinin serbestçe hareket etmesi ve faaliyet göstermesi gerçekleşmektedir. Toparlanma ile özelleştirmenin de hız kazandığı ifade edilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 26 Piyasaya Giriş Çıkış 2010 yılında, işyerinin tescil sürecinin daha da etkin hale getirildiği belirtilmektedir. Bunun sonucunda işyeri açma işlemi, ortalama 6 gün sürmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’de işyeri açmanın maliyetli ve kişi başı gelirin yüzde 17,2’sine karşılık geldiğine işaret edilerek bir şirketin kalemleri ve hesaplarının remi kaydı gibi bazı ücretlerin şeffaf olmadığı belirtilmektedir. Ticaret sicili kaydının yüksek olduğuna değinilirken işyeri kapama harcının da pahalı ve zaman alıcı olduğu ifade edilmektedir. Tasfiye işlemlerinin yaklaşık 3,3 yıl sürdüğü, kurtarma oranlarının ortalama yüzde 20 olduğuna işaret edilerek bunun çok düşük olduğu kaydedilmektedir. Piyasadan çıkışa ilişkin engellerin kaldırılmasında kaydedilen ilerlemenin zayıf olduğu belirilmektedir. Yabancı yatırımcıların, başta deniz taşımacılığı, sivil havacılık, hava taşımacığında bakım işleri, karayolu taşımacılığı, radyo ve televizyon yayıncılığı, enerji, muhasebe ve eğitim olmak üzere birçok alanda sınırlamalarla karşılaştıkları ifade edilmektedir. Lisans işlemlerinin de görece olarak uzun olduğu belirtilerek, bir deponun inşası için gerekli güvenlik lisansının ve gerekli bildirim ve izinlerin tamamlanması için alınması gereken izinler ve kullanım bağlantıları için 25 farklı işlemin gerekli olduğuna örnek verilmektedir. Genel olarak, piyasadan çıkışın pahalı ve uzun olduğu ve iflas işlemlerinin halen göreceli olarak çok zahmetli olduğu belirtilmektedir. Hukuki Sistem Mülkiyet hakları alanı dahil olmak üzere, iyi işleyen bir hukuk sisteminin uzun zamandır ülkede var olduğu saptamasında bulunulmaktadır. Türkiye’de bir mülkün tescil edilmesinin altı ayrı işlem gerektirdiği ve altı gün sürdüğüne dikkat çekilmektedir. Ticari sözleşmelerin uygulanmasının uzun bir süreç olduğuna da işaret edilerek, 35 işlem gerektiği ve ortalama 420 gün sürdüğü belirtilmektedir. Ticari Mahkeme hakimlerinin ileri düzeyde uzmanlıklarının olmadığı ve bunun uzun yargılama süreçlerine yol açtığına değinilmektedir. Bilirkişi sisteminin halen paralel hukuki sistem olarak çalıştığı ancak genel kaliteyi artırmadığı ifade edilmektedir. Mahkeme dışı uzlaşma mekanizmasının nadiren kullanılmakta olduğu da eklenmektedir. Hukuki sistem ve idari kapasitenin daha fazla iyileştirilebileceği yorumunda bulunulmakta ve genel anlamda hukuk sisteminin iş çevresine etkin destek vermeye devam ettiği gözlenmektedir. Finansal Sektördeki Gelişmeler 2001 yılında yaşanan krizden sonra, büyük ölçüde düzenleyici ve denetleyici çerçevede gerçekleştirilen iyileşme sonucu, bankacılık sektörünün küresel finansal krize karşı dayanıklılık gösterdiği belirtilmekte, risk oranlarının sağlamlığını sürdürdüğü de eklenmektedir. Bankaların yapısına da değinilen raporda, bankaların sektörde egemenliğini sürdürdüğü, paylarının 2009’da %79,6’dan 2010’da %80,4’e çıktığı, buna karşılık, sigortacılık sektörünün payının %3,6’dan %2,7’ye indiği (payı % 1,5 düzeyinde kalan özel emeklilik planlarının payı dahil olmak üzere) belirtilmektedir. Diğer yandan, toplam piyasanın % 3,6’sını oluşturan hisse senedi piyasası aracılarının (yatırım şirketleri, karşılıklı fonlar, yatırım ortaklıkları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, risk sermayesi fonları) payının sınırlı kaldığına dikkat çekilmektedir. Hisse senedi İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 27 piyasasının sermayelendirmesinin 2009’da GSYİH’ının % 36,2’sinden 2010’da %41,1’e yükseldiği de tespit edilmektedir. Bankacılık sektörü varlıklarının GSYİH’ya göre 2009’da %87,6’dan 2010’da %91,2’ye (Merkez Bankası hariç tutularak) yükseldiği belirtilmektedir. Toplam bankacılık sektörü içinde kamunun sahip olduğu bankaların payının 2009’da %30,1’den 2010’da % 29,6’ya indiği, ülke içindeki özel bankaların payının %49,4, yabancı bankaların payının % 13,5 olduğuna değinilmektedir. Kamu bankalarının planlanan özelleştirmesinde ilerleme sağlanamadığına dikkat çekilmektedir. Ekonomik toparlanmayla bağlantılı olarak, hızlı kredi genişlemesi sayesinde finansal aracılık faaliyetlerinin hız kazandığı belirtilmektedir. Bankacılık sektörü kredilerinin 2009’da GSYİH’nın % 41,2’sinden 2010’da GSYİH’nın %47,6’sına yükseldiği ifade edilmektedir. Raporda, bankacılık sektöründe kredi türlerindeki genişleme sıralanarak artış hacmi ortaya koyulmakta, kurumsal kredilerin (GSYİH’nın 20,7’si), KOBİ kredilerinin (GSYİH’nın yüzde 11,3’ü) ve tüketici kredilerinin (GSYİH’nın % 15,6’sı) ekonomik faaliyette göreceli ağırlıklarını artırdıklarına işaret edilmektedir. Diğer yandan, 2009’da %54’ten 2010’da %55,8’e yükselen mevduat artışının daha sınırlı düzeyde kaldığı belirtilmektedir. Hisse senedi piyasalarında işlem gören başlıca borç araçlarının değerinin 2009’da % 38,2’den 2010’da %34,9’a hafifçe indiği de tespit edilmektedir. 2010 ve 2011’de daha fazla özel kredi ihracı olmakla birlikte 31 Mart 2011 itibariyle bu araçların toplam hisse senedi piyasasının %1,3’üne karşılık geldiği belirtilmektedir. Finansal aracılık hizmetlerinin etkinliğinin iyileştirildiği belirtilen raporda, toplam bankacılık sektörü kredilerinde ödenmemiş kredilerin payının 2009’da %5,3 iken, 2010’da %3,2’ye inerek kriz öncesi düzeylerine geri döndüğüne işaret edilmektedir. Hafif bir azalmaya karşın, bankacılık sektöründe sermaye yeterliliği, 2009’da %20,5, 2010’da %18,9 olmak üzere kanuni seviye olan %12’nin oldukça üstünde iyi bir durumda kaldığı belirtilmektedir. Diğer yandan, raporda bankacılık sektöründe yoğunlaşma düzeyi “orta” olarak nitelenmektedir (Bankacılık toplam varlıklarının %60’ının en büyük beş bankaya ait olduğu kaydedilmektedir). 2011’un ilk çeyreğinde bankacılık sektörü kârları ciddi şekilde erirken, sektörün uygun maliyetli ve kârlı kaldığına işaret edilmektedir. Raporda, genel olarak, sektörün finans sektörünün geçmişte yapılan reformlar sayesinde önemli ölçüde güçlü bir yapı sergilediği sonucuna varılmaktadır. Birlik içinde rekabetçi baskı ve piyasa güçleriyle mücadele edebilme kapasitesi İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı Raporda, iç taleple ilgili gözlemde bulunularak, iç talebin gücünün durgunluktan hızlı bir toparlanmaya geçişi desteklediği ve ekonominin şoklara dayanıklılığını teyit ettiği belirtilmektedir. Ancak aynı zamanda cari açığın da hızla artmasına yol açtığı ve Türkiye ekonomisinde birtakım dengesizliklerin geri gelmekte olduğunun habercisi olduğu ifade edilmektedir. Ekonomik toparlanmayla birlikte yapısal reformların gerçekleştirilmesi için bir fırsat ortaya çıktığına da işaret edilmektedir. Daha fazla büyümenin ise faaliyet ve üretim artışı eksikliği nedeniyle geri kaldığı kaydedilmektedir. Genel olarak, İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 28 ekonomide güçlü toparlanmanın piyasa mekanizmalarını bozmadığı yorumunda bulunulmaktadır. Beşeri ve fiziki sermaye Bu bölümde, öncelikle eğitim reformu üzerinde durularak, Ulusal Kalkınma Planı’nın (2007-2013) ana parçası olan eğitim reformuna ilişkin programın uygulanmakta olduğu belirtilmektedir. Eğitim için, eğitimin talebe cevap vermesi ve eğitim sisteminin geliştirilmesi amacıyla modernizasyon ve reform olmak üzere iki temel önceliğin ortaya koyulduğu ifade edilmektedir. Raporda, eğitim sistemindeki eksiklere de yer verilmekte, bazı ilerlemeler olmasına ve başarılı öğrencilerin iyi performans göstermesine karşın Türk öğrencilerin büyük bölümünün temel yetenekler ve problem çözmede yeterlilik düzeyinin çok düşük olduğu ifade edilmektedir. Yüksek öğrenime katılımın uluslararası standartlara göre düşük olduğu da eklenmektedir. 20-24 yaş arası gençlerin % 45’inin üniversiteye gittiği, bu oranın da beş yıl öncesine göre 8 puan yüksek olduğu saptanmaktadır. Reformların ve eğitim harcamalarındaki artışın eğitim hedeflerine ulaşılması ve okullaşma oranı üzerinde olumlu etkisinin olmasına karşın eğitimin kalitesine ilişkin önemli problemlerin mevcut olduğu ifade edilmektedir. Raporda işgücüne ilişkin de değerlendirmelerde bulunulmakta, istihdam piyasasına giren genç nüfusa iş imkânları sağlanması için yüksek düzeyde istihdam yaratılması gerektiği belirtilmektedir. Genel olarak Türk işgücünün, eğitim ve mesleki eğitim sistemindeki süregelen sorunlar ve parçalı piyasa yapısı nedeniyle büyük ölçüde düşük vasıflı olduğu ifade edilmektedir. Gençler ve kadınlar için istihdam imkânları artarken bunların alan ve etkilerinin halen çok düşük olduğu belirtilmektedir. Raporda fiziki sermaye oluşumunu destekleyen yatırımlara ilişkin sayısal verilere de yer verilmektedir. Sabit sermaye oluşumu oranının 2009’da %16,9’dan 2010’da %18,7’ye yükseldiği belirtilmektedir. Kamu yatırımlarındaki artışın göreceli olarak küçük olduğu (GSYİH’nın %3,7’sinden % 3,9’a), bunun yanında özel sektör yatımlarının GSYİH’nın %13,2’sinden %14,9’una yükseldiği kaydedilmektedir. Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım girişinin (brüt) (DYY) 5861 milyon Avro’dan 6738 milyon Avro’ya yükseldiği belirtilmektedir. Yabancılar tarafından gayrimenkul alımlarının 2010’da toplam DYY’nin %28’ine yükseldiğine işaret edilmektedir. Hükümetin resmi hedefinin araştırma geliştirme harcamalarının 2010 yılına kadar GSYİH’nın %2’sine artırılması olmakla birlikte, 2009’da GSYİH’nın %0,85’ine yükseldiği göz önüne alındığında mevcut verilerin, bu hedefin oldukça altında kaldığı belirtilmektedir. Elektrik tüketiminde artışın son beş yılda her yıl ortalama %6 olduğu ve ilave enerji yaratıcı kapasitenin tesis edilmediğine dikkat çekilmektedir. Altyapı yatırımlarındaki artışın mütevazi olduğu belirtilirken genel olarak ülkenin beşeri ve fiziki sermayesinin ileri düzeye yükseltilmesinde bir ilerleme kaydedilmediği ifade edilmektedir. Sektör ve işletme yapıları Raporda başlıca sektörlerdeki istihdama ilişkin gelişmelere yer verilmekte, 2009’daki önemli artışı takiben tarımdaki istihdamın 2010’da %25’te sabitlendiği belirtilmektedir. Sanayi sektöründe (inşaat da dahil olmak üzere) istihdam yaratıldığı ve toplam işgücü İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 29 içinde tarımsal işgücünün %26,3’e çıkarak kriz öncesi döneme geldiği belirtilmektedir. Hizmetler sektöründe işgücünün 2009’da %50’den, 2010’da %48,6’ya yükseldiği de kaydedilmektedir. İşgücü piyasalarının ekonomik toparlanmaya çabuk ayak uydurduğu ve 2010’da toplam istihdamın %6 arttığı da belirtilmektedir. Aynı zamanda, tarımsal üretimin 2010’da GSYİH’nın %8,4’ünde göreceli olarak sabit kaldığı gözlenmektedir. Sanayinin GSYİH’ye (inşaat dahil olmak üzere) katkısının diğer sektörlere göre daha hızlı artarak GSYİH’nın % 26’sına ulaştığı, hizmetlerin GSYİH’ye katkısının ise hafif bir azalışla %64’e indiği belirtilmektedir. Enerji sektöründeki özelleştirmeler de raporda değinilen başka bir alandır. Elektrik ve doğal gaz sektörlerindeki serbestleştirmede kaydedilen ilerlemenin düzensiz olduğu ifade edilmektedir. Elektrik dağıtımına ilişkin özelleştirme programının 2010’da tamamlandığı not edilmektedir. Yenilenebilir enerji yatırımının desteklenmesi amacıyla uzun zamandır beklenen ve bir önceki kanununda değişiklik getiren, yenilenebilir enerjiye ilişkin kanunun 2011 yılı Ocak ayında çıkarıldığı belirtilmiştir. Gaz sektöründe ise bir gelişme yoktur. Zorunlu gaz monopolünü elinde bulunduran BOTAŞ’ın yeniden yapılandırılması Doğalgaz Piyasası Kanununda öngörülen sürede tamamlanmamıştır. Telekomünikasyon piyasasındaki rekabet düzeyi sınırlı kalmıştır. Genişbantta ve sabit telefon pazarında diğer operatörlerin oranı değişmemiştir. Genel olarak, Türkiye’nin ekonomik toparlanmasında sanayi sektörünün itici güç olduğu ifade edilmektedir. Devletin rekabet edebilirlik üzerine etkisi Devlet yardımları alanında uzun zamandır beklenen ilerlemenin kaydedildiği ifade edilmektedir. Devlet yardımlarının izlenmesi ve denetlenmesi hakkında kanunun kabul edildiği belirtilmektedir. Devlet Yardımları Kurumu’nun işlevsel hale geldiği, kapsamlı bir devlet yardımları envanterinin ve bütün yardım planlarını müktesebatla uyumlu hale getirecek bir eylem planının oluşturmasının beklendiği ifade edilen raporda, şirketlerin rekabet edebilirliğine ilişkin kuralların, Temmuz 2012’de yürürlüğe girecek Ticaret Kanunu’nun kabulü ile esnetileceğinin beklendiği ifade edilmektedir. Kamu alımları politikalarının düzenleyici çerçevede getirilen istisnalar ile zayıflatıldığına dikkat çekilmektedir. Genel olarak, devlet yardımlarının izlenmesi ve denetlenmesine ilişkin yeni kanunun ve Devlet Yardımları Kurumunun faaliyete geçmesinin şeffaflığı artırması ve devlet yardımlarının azalmasını sağlaması beklenmektedir. AB ile ekonomik bütünleşme Malların ve hizmetlerin ihracat ve ithalat değerleriyle ölçülen, ekonominin açık olmasına ilişkin düzeyin 2009 ve 2010 yıllarında %47,7 ile değişmediği belirtilmektedir. Türkiye’nin toplam ticaretinde AB’nin payının 2009’da %42,6’dan 2010’da %41,7’ye indiği saptanırken Türkiye’nin toplam ihracatında AB’ye ihracatın payının 2009’da %46’dan 2010’da %46,2’ye hafifçe yükseldiği saptanmaktadır. Buna karşın, Türkiye’nin ithalatı içinde AB’nin payının %42,6’dan %41,7’ye düştüğü kaydedilmektedir. Doğrudan yabancı yatırımlarda ise AB’nin 2009’da %79 ve 2010’da %76 ile Türkiye’ye başlıca kaynak olmaya devam ettiği ifade edilmektedir. Türkiye’ye AB’den gelen gayrimenkul İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 30 yatırımları ve diğer yatırımlar hariç olmak üzere yabancı sermaye yatırımlarının arttığı belirtilmektedir. Türkiye’nin ihracatında Kuzey Afrika’nın payının %9,9’dan %8,2’ye indiği, Yakın ve Orta Doğu ülkelerinin payının ise %18,8’den 2010’da %20,5’e yükseldiği kaydedilmektedir. Genel olarak, AB ile ticaret ve ekonomik bütünleşmenin geçen yıllarda olduğu gibi yüksek seviyelerde seyretmeye devam ettiği ifade edilmektedir. Reel ücretlerdeki gelişmelere dayanılarak, birim işgücü maliyetlerinde arştın işgücü verimliliğine benzer hızda artış gösterdiği saptanmaktadır. Aynı zamanda, 2010’da nominal döviz kurunun değer kazanmasına yol açan baskıların olduğu gözlemlenmektedir. Mayıs 2011’de Liranın, %50 ABD Doları ile %50 Avro’dan oluşan bir sepete karşı nominal olarak %3 değer kazandığı kaydedilmektedir. Reel anlamda da, üretici ve tüketici fiyatlarındaki gelişmelerle düzeltilen liranın %5 oranında güçlendiği ifade edilmektedir. Genel olarak, standart verilerin, Türkiye’nin ihracatta rekabet gücünün bir parça gerilediğini ortaya koyduğu belirtilmektedir. İKTİSADİ KALKINMA VAKFI İKTİSADİ KALKINMA VAKFI 31