Yollar Bize Memleket [Ukranya/Rusya 1]

advertisement
On5yirmi5.com
Yollar Bize Memleket [Ukranya/Rusya 1]
İkinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelerin savaş bittikten sonra yaralarını sarmaları,
böyle çaplı bir savaşa girip de galip ayrılmaları kadar zordu.
Yayın Tarihi : 26 Eylül 2013 Perşembe (oluşturma : 10/21/2017)
Yazanlar: Nurdal Durmuş – Gökhan Şimşek
İkinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelerin savaş bittikten sonra yaralarını sarmaları, böyle çaplı bir
savaşa girip de galip ayrılmaları kadar zordu. Buna rağmen hemen hepsi günümüz dünyasındaki güç
odaklarını oluşturan; bir şekilde sömürgelere sahip ya da tahakkümü altında ülkeler barındıran;
sanayi hamleleriyle ekonomik, siyasal ve askeri otorite sahibi olan ülkeler konumuna geldi.
YAZININ FOTO GALERİSİ İÇİN TIKLAYIN!
Böylesine büyük bir savaşın benzerini otuz yıl önce provalara etmelerine rağmen, toplamda Avrupa
nüfusunun neredeyse üçte biri kadar insanın ölmesine ve bir o kadarının da dolaylı yoldan
etkilenmesine yol açan savaşlardan üstün bir gayetle çıkabildiler. Savaşa müdahil olan tüm ülkelerin
idealleri vardı. Kimi kendi ırkının daha üstün olduğunu ispat etmek, kimi kendi insanına daha nitelikli
bir hayat yaşatabilmek, kimi toprağını genişletmek, kimi de daha büyük olmak derdindeydi. Herkes
birbiriyle savaşırken taraflardan biri olan ABD, coğrafi avantajını çok iyi kullanarak ateşi kendi
topraklarına neredeyse hiç sıçratmadı ve kendisiyle neredeyse eşit güçlere sahip ülkelerin
birbirlerini vurmalarını uzaktan izleyerek süper güç olma yolunda önemli mesafeler kat etti.
Hitler'in hem Avrupa hem de Sovyet topraklarına göz dikmesi neticesinde bahsi geçen iki taraf da
oldukça ağır bedeller ödedi. Kuşkusuz savaş ortamını fırsat bilip komşu ülkeleri işgal eden Stalin de
Hitler'le benzer genişleme düşüncelerine sahipti. Hitler'in Sovyet şehirlerini ele geçirmesi ve hatta
kısa süreliğine de olsa Sovyet madenlerini işletmesi neticesinde en ağır kayıpların verildiği
çatışmalar başlamış oldu. İki taraftan da milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Bu süreçte özellikle
İngiltere ve ABD, tarafların birbirlerini sonuna kadar yıpratması yönünde hamleler yapıyor,
zayıflayan tarafa silah yardımı yapabileceğini söylüyordu. Öte yandan Japonya, bölgesel güç olma
adına Çin ile sıcak çatışmalar yaşadı. Yetmiş yıl önce, yaşadığımız toprak plakasının iki ucunda da
savaş vardı.
Gerçek rakamı hiçbir zaman bilinemeyecek olsa da tahminen yüz milyon insan öldü, bir o kadarı da
esir düştü veya göç etmek zorunda kaldı. Birçok din ve ırktan insana katliam uygulanmasına rağmen
bugüne kadar yalnızca bir ırka/dine karşı yapılan katliamın bayraklaştırılması, savaştan sıyrılıp tek
güç olmak için büyük fırsat yakalayan ABD gibi benzer stratejiler içermektedir. Hitler Almanya’sı,
esir kamplarında kobay olarak kullandığı, işkence uyguladığı ve nihayetinde katlettiği Yahudiler
kadar, Çingenelere de benzer sonlar hazırlamasına rağmen, kendilerini ifade edebilecekleri güçlü bir
devleti ve lobisi olmadı için Çingeneler hiçbir zaman dünyanın gündeminde yer işgal edemedi.
Dünya yıllardır Hitler'in Yahudi katliamını dinlerken ve bahsi geçen katliam rakamları karşılaştırmalı
kaynaklarda büyük farklılıklar gösterirken, en az onlar kadar katledilen bu insanları anan olmadığı
gibi, bu savaşın ABD'yi getirdiği nokta da göz ardı edildi. Hitler tek başına bu savaşın günah keçisi
oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın geçirdiği süreç bir anlamda üçüncü sınıf ülkelere de kurtuluş
reçeteleri sunar; çünkü günümüzde neredeyse hiçbir ülke Avrupa'daki kadar böylesine acı bir pratik
yaşamamıştır. Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından dağılan; bünyesinden on beş kadar bağımsız
ülke ve çoğu uluslararası kamuoyu tarafından tanınmayan beş-altı mikro ülke ortaya çıkaran
SSCB'nin mirası üzerine devam eden Rusya ile dönemin güçlü toplumlarından olmasına; özellikle
nükleer enerji ve uzay araştırmaları gibi konularda önemli adımlar atmasına rağmen bugün oldukça
pasif konumda bulunan Ukrayna'ya yaptığımız on günlük seyahat, sadece coğrafya ve günlük hayat
gözlemi için değil, siyaset ve ideolojilerin toplumdaki izlerini görmemiz için de önemli bir fırsattı. Kharkiv (UKR) – Belgorod (RUS)
İki kez ertelemek zorunda kaldığımız ve son günde de güzergâhı değiştirdiğimiz seyahat planımızın
oldukça sıkıntılı bir yolculuğa dönüşeceğini tahmin edemedik. Yeni planımızda şehirlerarası ulaşımla
ilgili herhangi bir strateji yoktu. Bu çok büyük coğrafyada şehirlerarası ulaşımın biraz da spontane
gelişmesini isteyerek bir buçuk saatlik uçuşun ardından Kharkiv şehrine geldik. Kharkiv, Ukrayna'nın
Rusya'ya sınırı olan, önemli sanayi üretimine ev sahipliği yapan büyük bir şehir. Sovyet döneminin
çoğu izi korunuyor. Bunu en çok mimaride görebiliyoruz. Özellikle küçük ve iç içe evlerin toplam
konut stokunun çok büyük bir kısmını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Geliş gibi dönüşü de bu şehirden
yaptığımız için şehrin detaylı anlatımını devam yazımıza bırakıyoruz. Havaalanından tren istasyonuna gittiğimiz yolun geçen seneki futbol şampiyonasına kadar
çukurlarla dolu bir yol olup, şampiyona münasebetiyle yapıldığını öğrendiğimizde coğrafyadaki "imaj
ve ihtiyacın" ilk çatışmasına şahit olmuştuk. Şampiyona, şehirdeki birçok problemli konunun da
hızlıca iyileştirilmesini sağlamış. Halk bu şampiyonanın ülkelerine ekonomik zarar verdiğini düşünse
de futbol bahanesiyle gerçekleşen birçok icraattan da oldukça memnun. Ülkenin bürokratik yapısı
hantal olduğu için zaten yapılması gereken bir şeyin güç bela gerçekleştirilmesi bile halkı mutlu
etmeye yetiyor. Havaalanından sonra hiçbir yerde Latin alfabesiyle yazılmış levhalar görmedik.
Tren istasyonunda da böyle bir levha yoktu. (Açıkçası on gün boyunca neredeyse gittiğimiz hiçbir
yerde Latin alfabeli levhalar görmedik.) Tren istasyonuna, Tolstoy'un hayatını geçirdiği Tula şehrine
gitmek için geldik. Gideceğimiz şehre en yakın trenin öğleden sonra ikide olduğunu öğrendiğimizde
ise saat sabahın beşiydi. Sınırın ötesindeki Rus şehrinden alternatif ulaşım kanalları bulabileceğimizi
düşündük. Neticede Tula, Moskova'ya 300 kilometre mesafedeydi. Nihai amacımız akşam ya da
gece yarısına doğru Moskova'ya ulaşmaktı. Belgorod'a gitmek için bir taksiyle anlaştık. Taksi şoförü
iki saatte ilgili şehre gidebileceğimizi söylemişti. Ukrayna sınırını sorunsuz geçtik. Elbette bunda
taksicinin ruhsat arasına sıkıştırdığı paranın da payı büyüktü. Son dakikada yaptığımız tüm planın
birazdan alt üst olacağını bilmeden Rusya sınırına doğru ilerlemeye başladık. Sınır kapısı önünde
yoğun olmayan bir sıra vardı. Ukrayna plakalı araçlar ile Rus plakalı araçlar farklı gişelere
yönlendirilmişti. İlk dikkatimizi çeken şey ise Rus plakalı araçlar hiç beklemeden sınırı geçerken,
içerisinde bizim de bulunduğumuz Ukrayna plakalı araçlar ise bekliyordu. O gün Ukrayna'nın
bağımsızlık günü olduğunu, Sovyetler'den kurtulmayı kutladığını ve her yıl o günlerde Rusya'nın
mini misillemeler yaptığını bilmeden bekliyorduk. Ukrayna'nın özellikle enerji alımlarında farklı
ülkelere başvurup, Rusya'yı devre dışı bırakma girişimleri Rusya tarafından her seferinde
cezalandırılıyormuş. İktidarların arası oldukça soğuk. Bundan en çok Ukrayna'nın batı şehirlerindeki
milliyetçiler memnunmuş. Bu gerginliğin fiziki olarak içerisinde yer aldığımızı bilmeden beklemeye
devam ettik. Sınır kapısından geçmemiz için önümüzde on kadar araç vardı. Pasaport polisleriyle
iletişime geçmek pek mümkün değildi. Neden beklenildiğini soranlara “arabalarınıza gidin!” diye
bağırıyorlardı. Ukrayna gişelerindeki araçlar orta sınıf ve altıyken Rus gişelerinden geçen araçlar ise
genellikle orta sınıf ve üstüydü. Sınırı yürüyerek geçmek istedik; fakat izin vermediler. Nihayetinde
memurların bağımsızlık gününe misilleme olarak yaptığı iş yavaşlatmalarından dolayı, yedi-sekiz
saatlik bekleyişin ardından sınırı geçebildik. Bu süre zarfında Tula'ya ulaşmayı hedeflerken çıkış
noktamızın 50 kilometre kadar ilerisindeydik. Belgorod' a, Tula'ya gitmek için gelmiştik. Sınırdaki bekleyişimiz Tula'yı iptal etmemizi gerektirdi.
Şimdi doğrudan Moskova'ya gidecektik. Tren istasyonundaki gişe memuru seyahatimizi
renklendirecek şeyler söylüyordu; zira Moskova'ya giden tren az önce hareket etmişti ve o tren
Kharkiv'den kalkan öğleden sonra iki treniydi. Sonraki tren de gece yarısı hareket edecekti.
Tren istasyonun yanındaki otobüs durağında oturmuş birbirimize gülüyorduk. Belgorod, kasaba
izlenimi veren, sevimsiz bir şehirdi. Durağa yanaşan dolmuş ve otobüslerin tamamına yakını Sovyet
döneminden kalmaydı. Buradan otobüsle Moskova'ya gitmek için bilet aldık. Otobüsümüzün
kalkmasına beş saat vardı. Sırt çantalarımızla yürümeye başladık. Turistik bir şehir olmadığı için
yabancı oluşumuz dikkat çekmişti. Sürekli birileri bir şeyler anlatmaya, bir şeyler satmaya
çalışıyordu. Bu coğrafyada aleyhinize olan bir şeye ilk duyuşta inanmamak gerektiğini bankada
döviz bozdururken anladık. Gişedeki kadın memur, paranın üzerinde işaret kaşesi olduğu için yüzde
onluk kesinti yapmasının gerekli olduğunu söylemişti. Aynı bankanın bir kilometre ilerisindeki diğer
şubesinde ise aynı paraları komisyonsuz bozdurabildik. Yine bazı korsan taksiciler bu şehirden tren
dışında hiçbir şekilde Moskova'ya ulaşamayacağımızı, 750 kilometrelik yolu uygun fiyata
götürebileceklerini anlattı. Oysa otobüs biletleri cebimizdeydi. Beş saat boyunca gezme fırsatı
bulduk. Daha sonra birçok yerde gördüğümüz gibi burada da sokak pazarcıları gördük. Kafanızda büyük
pazar yeri ya da tezgâhlar canlanmasın. Elinde iki patates, bir domates olan ya da bahçesinden iki
üç kilo sebze toplamış olan herkes yere gazete sermiş, ürünlerini satmaya çalışıyordu. Şehirde
epeyce dilenci vardı. Kuşkusuz nefes alınabilecek, gezilecek yerleri de olmalıydı; fakat hem yorgun
hem de kısıtlı bir zamana sahip olduğumuzdan şehirle ilgili tüm izlenimlerimiz yürüdüğümüz yollar
nispetinde kaldı. Yolculuğumuzun on iki saat geçeceğini öğrendiğimizden beri yemek olayını en
sona saklamıştık. Derli toplu bir yerde yemek yedikten sonra durakta oturmaya başladık. Yanımıza
gelip bizimle iletişime geçmeye çalışan yaşlı ve oldukça alkollü bir adam vardı. Türk olduğumuzu güç
bela kabul ettikten sonra "Eşhedü, bismillah, ekber " gibi anlayabildiğimiz kelimelerle birlikte
telaffuzunu Arapçaya benzetmeye çalıştığı Rusça kelimeler de söyleme başladı. Bu diyaloğun
nereye gideceği belliydi. Yukarıda bahsettiğimiz dilencilerden biriyle karşılaşmıştık. Durak, epeyce
uzun, bazı şehirlerarası yolcuların da kullandığı bir yerdi. En yenisi yirmi yıllık bir sürü otobüs, yolcu
indirip bindirdi. Aralarında elli yıllık araçlar da vardı. Böylesine bir araçla on iki saatlik yol nasıl geçer
diye düşünürken otobüsümüz geldi. Diğerlerine göre nispeten yeni sayılan; fakat Türkiye'deki
şehirlerarası otobüslerden eski bir otobüstü. Yolculuğumuzun Türkiye'deki gibi belirli zaman
dilimlerinde, belirli tesislerde verilecek molalarla geçeceğini düşünmüştük. Bunun büyük bir yanılgı
olduğunu otobüs şoförünün sigara içmek için kuytu bir köşede dörtlüleri yakarak durması
sonrasında anlamıştık. Bir tesis molası, üç-dört yol kenarı sigara molası sonrası sabah sekiz gibi
Moskova'ya geldik. Otobüsten iner inmez hissettiğimiz soğuk, her taraftan yükselen dumanlar,
koşuşturan insanlar ve sadece gri tonların hâkim olduğu bir fotoğraf karesiydi içinde
bulunduğumuz.
Not düşelim: Bu fotoğrafı devam yazımızda anlatmaya çalışacağız. Bakalım Moskova'da neler
olmuş… Yazar Blogları için:
Nurdal Durmuş: www.nurdaldurmus.com
Gökhan Şimşek: www.gokhansimsek.com.tr
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Yollar Bize Memleket [Ukranya/Rusya 1]
Download