Köşe Yazıları – 22/12/2016 SABAH Fazla Kurcalama Engin Ardıç Soruları varmış, biliyorsunuz... Merak ediyorlar... Aslında merak etmiyorlar tabii de, maksat hınzırlık olsun. Soruyorlar: "(başkanlık sisteminde) Cumhurbaşkanı geçerli oyların çoğunluğuyla seçilir... Bu, milletin yüzde 51'inin altındaki bir temsil oranıyla dahi seçilebileceği anlamınagelir..." Evladım, cumhurbaşkanı "ilk turda" yüzde 51'le seçilecek. Gerçi, değişebilir ve hemen de değişmesi gereken genel başkanınız "yüzde 92'den az olursa tanımayız" dedi ama tanımayıp da ne yapacağını kimse merak bile etmedi. Ciddiye alan yok yani. Cumhurbaşkanı, ilk turda hiçbir aday yüzde 51'i tutturamazsa, ancak o zaman ikinci turda "geçerli oyların çoğunluğuyla" seçilecek. Bu, Fransa'da da böyle. Ama orada kimse "diktatör geliyor" diye ağlamıyor. İki sene önceye dönelim... Diyelim ilk turda Erdoğan yüzde 49'da kaldı, İhsanoğlu yüzde 30 aldı, Demirtaş da yüzde 21... Seçim iki hafta sonraya, ikinci tura kalacaktı. İkinci turda diyelim AKP seçmeni küstü, Erdoğan yüzde 30'a düştü, İhsanoğlu da oylarını yüzde 30'a çıkardı, fakat Demirtaş oy patlaması yaptı, yüzde 40 çekti... Demirtaş cumhurbaşkanıydı! İtiraz edecek miydiniz? Buna hiçbir hakkınız olmayacaktı. Ne yapacaktınız, sokağa mı dökülecektiniz? Diyorlar ki: "Milletin tümünü değil belirli bir siyasi görüşe sahip kısmını temsil edeceği açıktır." Milli Şef'iniz acaba milletin kaçta kaçını temsil ediyordu? Celal Bayar kaçta kaçını? Asker cumhurbaşkanları kaçta kaçını? Cemal Gürsel'in 27 Mayıs cuntasından başka temsil ettiği bir güç mü vardı? Cevdet Sunay ordudan başka neyi temsil ediyordu? Fahri Korutürk'ü oraya millet mi getirmişti? Fazla kurcalamayın, altında kalırsınız. Bu adama kimse dur demeyecek mi? Adam göz göre göre yalan söylüyor, gözümüzün içine baka baka. Bile bile mi yapıyor bunu, hepten mi cahil, hiçbir uyarıya mı aldırmıyor, yoksa işi inada mı bindirdi, karar veremiyorum. "Biz cumhuriyeti kurarken demokrasiyle taçlandırdık" demiş. Hani bunu İnönü taa 1945'te yapmıştı yahu? Daha önce demokrasi varsa, 1945'te neye geçtiniz, Göztepe'den Kazlıçeşme'ye mi? Atatürk'ün "işe Köy Enstitüleri'ni kurarak başladığını" söyleyebilecek kadar da ya cahil ya yalancı bu adam. Ama bu memleketin hiçbir hali artık bizi şaşırtmıyor, çünkü beri tarafta da "Yeniçeri Ocağı'nı Atatürk'ün kapattığını" sanan var, böyle bir "tüvit" okudum geçen gün. Cehalet paçalardan akıyor. STAR Erdoğanfobizm: Tedavisi gayr-ı kabil patolojik bir olgu Mehmet Metiner Gökyüzünden bir meteor taşı düşse bunu Erdoğan’ dan bilen patolojik bir kafa yapısı var. Sahiden Erdoğanfobizm, CHP’ nin başını çektiği eski Türkiye bloğu mensupları tarafından salgın bir hastalığa dönüştürülmek isteniyor. Her şeyin müsebbibi olarak Erdoğan gösteriliyor. Terörün müsebbibi olarak da Erdoğan gösteriliyor. Zaman zaman bunu kaba ve açık bir dille yapıyorlar, zaman zaman da terör dolayısıyla milletin öfkesinin yoğunlaştığı dönemlerde daha sofistike ve örtük bir dille yapıyorlar. Kılıçdaroğlu’ nun, “ Anayasal değişikliklerden vazgeçersiniz terör biter” veya “ Başkanlık ısrarı AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 teröre neden oluyor” biçimindeki sözleri işte bu anlayışın bir ürünü. Bir farkla: Sofistike değil ama örtük. Darbe sürecinde de aynı şeyi yapmışlardı. Darbe gecesinde hiç beklemedikleri şanlı millet gerçekliğiyle karşı karşıya kalınca, “ Biz de darbeye karşıyız, FETÖ’ nün kökü kazınmalı” dediler. Üzerinden çok zaman geçmeden de tornistan ettiler. Bu kez, “ Böyle darbe mi olur? Bu bir senaryo, bir tiyatro… Erdoğan’ ın, kendi Başkanlık emelini gerçekleştirmek için tertiplediği bir oyun” demeye başladılar. Gene her şeyin müsebbibi olarak Erdoğan’ ı ve AK Parti Hükümeti’ ni suçlayan bir dil… Sözde FETÖ’ nün kökü kazınsın istiyorlar ama gerçekte, kökünü kazımak istediğimizde de karşımıza dikilip, “ Herkesi FETÖ’ cü diye etiketlendirip kamudan atıyorsunuz, hapse tıkıyorsunuz, zulüm işliyorsunuz, masumların canını yakıyorsunuz” yollu suçlamalar getiriyorlar. FETÖ’ ye bu yolla arka çıkıyorlar açıkçası ama kendilerini gizlemek için de, “ FETÖ’ cülerin kökü kazınsın!” yollu ön demeçler veriyorlar kurnazlıkla. Bize dedikleri şu: Önce örtük bir dille, sonra açık ve kaba bir dille bunu demekten kaçınmadılar. FETÖ’ yle mücadele edin ama gazetelerini ve televizyonlarını sakın kapatmayın! Terör için de gerekçeleri aynı. PKK ile mücadele edin ama zinhar gazetelerine ve televizyonlarına dokunmayın! Güya Erdoğan, milleti, kendi Başkanlık isteği doğrultusunda safına geçirmek için devletin ve milletin tehlikede olduğu algısını oluşturmaya çalışıyormuş! Terör bunun bir enstrümanıymış! *** Ülkemizde her Allah’ ın günü bir terör eylemi gerçekleşiyor neredeyse. Bazen PKK’ lı alçaklar, bazen DEAŞ’ lı teröristler, bazen de FETÖ’ cü haşhaşiler tarafından… Ana muhalefetin başkanı veya sözcülerine bir bakıyorsunuz önce teröre şiddetle karşı olduklarını açıklıyorlar. “ Terörle mücadele konusunda sonuna kadar Hükümetin yanındayız, ne istiyorlarsa getirsinler, destek verelim” diyorlar. Tam “ bravo, işte bu!” demenize fırsat bırakmadan, ertesi gün boca ediyorlar eski genlerini ve alışkanlıklarını: “ Erdoğan ve AK Parti Hükümeti Suriye’ nin içişlerine karışmasaydı bütün bunlar olmazdı. Erdoğan’ ın Başkanlık sevdası ülkeyi bu hale getirdi. Erdoğan Başkanlık ısrarından vazgeçmezse kan dökülür, terör devam eder.” Kapatırsanız, dokunursanız karşınızda bizi bulursunuz… Gerekçeleri hazır: Demokrasi! Medya ve ifade özgürlüğü! Yani FETÖ’ nün ve PKK’ nın gazete ve televizyonlarını kapattığımız andan itibaren karşımıza dikilen bir CHP var. Kılıçdaroğlu’ na “ DEAŞ’ ın bir partisi Meclis’ te olsun ister misiniz, DEAŞ terör örgütünü öven ve devlete/hükümete zalim ve katliamcı diye saldıran gazeteleri ve televizyonları olsun ister misiniz?” diye soracak olsanız kıyameti kopartır. Bu kez “ Demokrasilerde buna izin verilmez!” der. *** Terör örgütleri arasında fark gören ve bazı terör örgütlerini koruyan/kollayan bu tavrın nasıl bir Erdoğanfobizme yaslandığını görüyoruz. Rusya Büyükelçisi’ ni alçakça ve kalleşçe öldüren FETÖ’ cü haini el-Nusracı yapmak için CHP Genel Başkan Yardımcısının sarf ettiği çaba, kimlerin gerçekte kimlerle iş tuttuğunun delili. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 Erdoğanfobizm, Türkiye düşmanlığına savrulmuş tedavisi gayr-ı kabil patolojik bir olgu. AKŞAM Yaşadıklarımızın anlamı ne? darbe girişimi başarısız olunca “altın vuruş” olarak devreye girmişti. 15 Temmuz da başarısız olunca, bu sefer büyük kentlerin, sadece asker ve polisimizin değil, sivillerin de hedef alındığı terör saldırıları ve suikastlar tertiplenmeye başlandı. Markar Esayan Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bu hepimizin gözleri önünde ve maalesef yine çok kanlı bir biçimde gerçekleşiyor. Aslında böyle olmak zorunda değildi. Hiçbir zaman da değildir. Her zaman daha başka türlü seçenekler vardır. Ancak henüz insanoğlu, özellikle gücü elinde daha çok bulunduranlar bu yöntemin dünyayı bir felakete götürdüğünün farkında değiller. Maalesef gelişmiş Batı ülkelerinde bu konuda bir atalet var. Dünya kaynakları üzerindeki rekabet yine kanlı bir boğazlaşmayı başlattı. Suriye, Irak, Libya ve pek çok bölgede olanlar bunun bir tezahürü. Yüz binlerce, milyonlarca insan bir bilgisayar oyunu oynanır gibi hegemonya mücadelesine kurban ediliyor. Türkiye de bu hegemonya savaşında hedef olan merkez ülkelerden birisi. Yaşadığımız terör saldırıları, şehitlerimiz, son olarak da Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’ un haince bir suikasta kurban gitmesi aynı sürecin parçaları. Terör saldırılarıyla Türkiye’ nin toplumsal barışı ve devlet organizasyonu akamete uğratılmak, bunun üzerinden de kontrol edilmek isteniyor. 15 Temmuz, daha önceki 17/25 Aralık gibi birçok Bu noktada, tüm terör örgütlerinin, birbirleriyle ne kadar tezat dursa, hatta Suriye’ de birbirleriyle savaşıyor gibi yapsalar da, aslında aynı merkez veya merkezlerden yönetildiği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Bu arada, evvelki gün Moskova’ da Suriye krizi için toplanan zirve ile Büyükelçi Karlov’ un suikastı doğrudan bağlantılıydı. Nitekim uçak krizi de Rusya ile birlikte Cerablus harekâtının yapılmasından hemen önceye denk getirilmişti. Suikast da, bu savaşı bitirecek potansiyele sahip Türkiye, Rusya ve İran arasındaki zirveye odaklı yapıldı. Daha önceki uçak krizinden ders çıkarıldığı için, bu ağır provokasyon iki ülkenin sağduyusu ve liderlerin işbirliğiyle aşıldı. Zirve her şeye rağmen ve aslında suikasta, onun amacına cevaben zamanında gerçekleştirildi. Zirveden Suriye konusunda ortak çalışma konusunda önemli bir mutabakat çıktı. Mutabakat bu üç önemli ülkenin süreçte işbirliği yapması, garantörlük, Suriye’ nin toprak bütünlüğü ve terör örgütlerinden temizlenmesi üzerinden gerçekleşti. Cenevre’ de havanda su döven zirvelerin bundan sonra çözüm odaklı olarak Astana’ da yapılması konusunda ise daha önce anlaşılmıştı. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 Tabii ki Türkiye’ nin 2013’ ten itibaren uğradığı komplike saldırılar, ülkenin son 14 yılda yaşadığı güçlenme ve bağımsız karar alma yeteneğinin artması nedeniyle de yaşanıyor. Ancak unutmayalım ki, Türkiye’ de ne olursa olsun, bu hesaplaşmaya SSCB’ nin dağılması ve Soğuk Savaş dengelerinin bozulmasıyla zaten yaşanacaktı. Lakin, eğer Türkiye şu son 14 yıllık sıçramayı gerçekleştirmese, ülke liderliği konusunda Erdoğan gibi güçlü bir aktöre sahip olmasa, devlet millet bütünleşmesi sağlanmasaydı, biz bugün ülkemizin uğradığı operasyonları sadece çaresizce seyrediyor olabilecektik. Ülke bugün yaşadığı acılardan çok daha fazlasını yaşayacak, ancak elden çok daha az şey gelecekti. Şanslıyız ki, bu hesaplaşma Türkiye 2001 krizini yaşarken, koalisyonlarla yönetilirken gerçekleşmedi. Erdoğan'a gönülden bağlı teşkilatı var. Dünya üzerinde belki milyarlarca seveni var Erdoğan'ın; milyonlarca tutkunu var. O'nu görmeyi, iki kelam etmeyi, elini sıkmayı, hatta bir anlık göz teması kurmayı büyük bir mutluluk, çok büyük bahtiyarlık vesilesi olarak gören epeyce insan var. Kürsüye çıktığında O'nu pür dikkat dinleyen, meydanlara çıktığında O'nu görmenin sevinciyle kendinden geçen, sokağa çıktığında O'na dokunmak için can atan geniş yığınlar var. Bunu en çok da bir Umre sırasında müşahede etmiştim: O'nu, sevenlerinden 'koruyabilmek' için, Suud Polisi Kabe Avlusu içinde etten duvar örmek zorunda kalıyordu. Oluşan izdiham nedeniyle Erdoğan sadece bir umre yapabiliyor, mü'minleri rahatsız etmemek için, avluda Kabe'yi seyredebilme saadetinden bile mahrum kalıyordu. Yine de yalnız Erdoğan... Kalabalıklar içinde yapayalnız... Meclis’ e gelen cumhurbaşkanlığı sistemine bir de bu gözle, aslında tamamen bu gözle bakmakta fayda var. Yalnızlığı kimsesizlikten değil... Yalnızlığı, anlaşılamamaktan... YENİ ŞAFAK Derdini, meselesini, davasını, kavgasını çok sarih, çok açık, çok anlaşılabilir şekilde anlatıyor oysa... Ama yine de anlaşılamıyor... Yalnızlık Aydın Ünal Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, kendisinin de dile getirdiği yalnızlığı 'kimsesizliğinden' kaynaklanmıyor. Eşi Sayın Emine Erdoğan, çocukları, torunları her an Erdoğan'la birlikteler; her an, Erdoğan'ın kavgasının içindeler. Cumhurbaşkanı'nın yanında çok sayıda çalışanı var; kurucusu olduğu bir parti, o partinin Türkiye'ye ve dünyaya yayılmış ve “Cesur olun!” diyor Erdoğan, “haklıysanız, Allah'tan başka hiç kimseden korkmayın!” diyor... Ama her seferinde, kalabalıkların önüne bir cesaret abidesi olarak geçmek zorunda kalıyor. “Dik durun!” diyor Erdoğan, “yalpalamayın!” diyor... Ancak, her seferinde, her arkasını döndüğünde, eğilip bükülenleri, kırılıp dökülenleri görüyor. “Özgüvenli olun!”, “İnanıyorsanız, AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 üstünsünüz; başınızı öne eğmeyin!” diyor Erdoğan, ama her seferinde, Allah'ı unutup fani güçlere boyun eğenleri, ezilenleri, kimliğini, kişiliğini, imanını pazarlayanları görüyor. O büyük kalabalıklar içinde, mütemadiyen hayal kırıklıklarına şahit oluyor, ihanetlere maruz kalıyor, naz, kapris, kompleks, küskünlük, kırgınlıkla mücadele ediyor Erdoğan... En çok da, “her nerede olursanız olun, işinizi yapın, işinizi iyi yapın!” diyor Tayyip Erdoğan... İş bulduğu gün müsteşar olmak isteyen, teşkilata girdiği gün milletvekili seçilmek isteyen, seçildiği gün bakan olmak isteyen, ders anlatmak yerine müdür, hasta bakmak yerine başhekim, nöbeti iyi tutmak yerine emniyet genel müdürü olmak isteyen, yerleri iyi süpürmeden belediye başkanı, ilçesini yönetemeden vali olmak isteyen, masayı iyi silmeden genel müdür, kısayoldan zengin, okumadan yazar, bayrak bile asmadan lider, çalışmadan emekli olmak isteyen, kifayeti olmadan ihtirasla kavrulan, oturduğu her koltuğu kendisine hak görüp ilk günden yükseklere gözünü dikenleri, “benim neyim eksik ki” diye işini yapmak yerine kapı kapı dolaşanları, makam isterken çok cesur, ama işini yaparken korkanları, risklerden çekinenleri, tehditlere boyun eğenleri görüp, nutuk atarken pek hamasi, kavga ederken sıvışanları görüp, muhtemeldir ki, yalnızlığını daha da çoğaltıyor Erdoğan... Kriz olduğunda, kavga olduğunda; cesaret, ataklık, heyecan, aşk, tutku gerektiğinde; dava için öne çıkmak, sonunu düşünmeden öne atılmak, korkmadan, kılıcını çekip, “Ya Allah” deyip sorunun üzerine atılmak lazım geldiğinde, dengeleri, konjonktürü, imajını, mülkünü, evladını, istikbalini hesaplayıp deliklere saklananları görünce; “Nasıl olsa Erdoğan gelir, kavgayı verir, meseleyi çözer” diyen konfor düşkünlerini görünce daha da yalnızlaşıyor Erdoğan. Tek başına elde ettiği zaferlerin kutlamasında, deliğinden çıkıp birbirini ezen sahte kahramanların kalabalığı yalnızlığını gidermiyor Erdoğan'ın, daha da artırıyor. “Yaşayacaksak adam gibi yaşayalım, öleceksek de adam gibi ölelim” diyor Recep Tayyip Erdoğan ve öyle yürüyor. Ama bu basit ilkeyi, polisinden askerine, işçisinden memuruna, yoksulundan zenginine, bakanından milletvekiline, bürokratından siyasetçisine kadar, anlatmakta zorlanıyor Erdoğan. “İşinizi yapın, hem de iyi yapın, cesaretle yapın” öğüdünün daha fazla anlam ifade ettiği bir başka dönem var mıdır bilmem. Ama tek çıkar yolun bu olduğu aşikar... Kıymetini bilmezsek, Allah bizden yeni bir kahramanı esirger; Erdoğan'ın yalnızlığı vuslatla bitince, işte o zaman bizim, milletimizin yalnızlığı başlar. YENİ ŞAFAK FETÖ’nün de içinden çıktığı çoklu Matruşka… Ali Saydam Algılamada kafaları karıştırıp kaos yaratmak istiyorsanız, müphemiyet zemini yaratmanız yeterli olur. Arkada çok büyük güçler olduğu zamanlarda bazen 'ters manyel' vermek, kasıtlı 'belirsizlikler' yaratmak bilhassa ele alınan yöntemlerdir. Son suikastta olduğu gibi… Ne yazık ki Komiser Colombo numarası burada sökmüyor: Bu işten kimin çıkarı olduğunu bul, bu işin arkasında kimin olduğunu da bulursun… Türk-Rus ilişkilerine zarar vermek istedikleri çok açık. Çok bilinmeyenli denklemin verdiği sonuç, her ne kadar, biraz da yarım yamalak Arapçayla attığı slogandan yola çıkarak, katili El Nusra ile ilişkilendirmeyi tercih AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 etmek isteyenler olsa da, pek çok noktadan hareket eden hakikat ışınları FETÖ'nün ayak izlerinde ve amaçlarında kesişip duruyor. Ya FETÖ'nün arkasındakiler?.. Çok bilinmeyenli denklemin en can alıcısı noktası… İçiçe geçmiş, nerede biteceği belli olmayan, sürekli arkalarından birileri çıkan çok bebekli Matruşka gibi… O zaman yanıttan soruya doğru giden bir akıl yürütmeye ihtiyacımız var demektir. Rus uçağının düşürülmesi krizinden sonra yaşadıklarımızı hatırlayın. Bu kez Rusya'yı temsil eden bir diplomata Cumhuriyet'in kalbinde suikast yaparak, hem iki ülkeyi birbirine düşürme ve hem de mevcut iktidara “Yetersizsin” mesajını bir Türk polisini araç kılıp verme küstahlığını gösteriyorlar. Bizim Kemal Bey de hemen dolduruşa hazır. Suikastla verilmek istenen mesajın borazanlığına soyunuvermiş, dün Parti Grup toplantısında bağırıyordu: Ülkeyi yönetilemez hale getirdiler!.. Bir bıraksalar Kemal beye pek bir övündüğü o ünlü “ 22 yıllık devlet memurluğu tecrübesiyle” çözüverecek her şeyi… Rusya'nın Kommersant gazetesinin yorumu şöyle: “Bir yandan böylesi bir hareket, Suriye'deki çatışmada Sünni radikallerin baş düşmanı olan Beşar Esad'ı desteklediği için Moskova'yı cezalandırma amacı taşıyor olabilir. Diğer yandan, bu saldırının Türkiye'de gerçekleşmesi de bir tesadüf değil. Ankara ve Moskova arasındaki yakınlaşma, son dönemde Suriye'deki savaşın cephelerinde yaşanan değişimi belirlemişti.” Times yazarı Roger Boyes ise Türkiye, Rusya ve İran'ın “birbirleriyle iyi dost olmasalar bile, kendilerini Suriye'deki güç bölüşümü için” konumlandırmış olduklarını ifade etmiş ve “Bölgedeki en kör diplomat bile kuralların yeniden yazıldığını görüyor” demiş. Şu tespiti, bizim derdimizi Batı'ya bu konuda biraz olsun anlatabilmiş olduğumuzun işareti gibi geldi sanki: “Şu anda Esad'ın geleceği Türk lider için biraz daha önemsiz bir öncelik. Önceliği Türkiye-Suriye sınırındaki bölgelerin, ayrı bir Kürdistan için yerleşimleri birbirine bağlamaya çalışan, Kürt YPG örgütü için bir sıçrama tahtası olmaması.” Evet, derdimiz 'Ülke güvenliği'… FETÖ'yle, PKK ve bilumum terör örgütleriyle Türkiye'nin köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı çok açık. Erdoğan ve Putin suikast için “Hain provokasyon” derken, Suriye'deki savaşa çözüm arayışıyla Moskova'da bir araya gelen üç Dışişleri Bakanı da, “Etnik köken, din ve mezhep gözetmeksizin Suriye'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne duyduğu saygı” temelinde fikir birliği içinde olduklarını ifade ettiler. Trump'ın ABD'sinin bugüne kadar uyguladıkları Suriye stratejisini değiştireceğine dair en ufak bir inancımızın olmadığını da belirtelim. Amerika Birleşik Şirketleri kendisini en kısa zamanda kendi çıkarları doğrultusunda 'formatlayacaktır'… Özellikle Kamu Diplomasi'sinden yola çıkarak iletişim konuşunda hayli özürlü olduğumuzu yıllardır söyleye gelmiş biri olarak, açık yüreklilikle ifade etmeliyim ki, ilk kez bir kriz iletişimi son derece doğru bir şekilde yönetilmektedir. İletişim kitaplarında örnek vaka olarak ele alınacak derecede başarılıdır atılan adımlar. İletişimde başarının göstergesi sadece bir tanedir: İş sonuçları… İş sonuçlarına baktığımızda iletişim ilk kez Türkiye'nin yararına iş sonuçlarına yol açacak şekilde gelişmektedir. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 MİLLİYET Bir suikastın ekonomi-politiği Cemil Ertem Şimdiye değin Londra, New York ve Frankfurt gibi merkezlerden dünya ekonomisini yönetenler yolun sonuna geldiklerini görmeye başladılar. Dolayısıyla, kendileriyle birlikte gelişmekte olan ülkeleri de uçuruma sürüklemek ve çöküşün, tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi, bir kerede ve topyekûn olmasını sağlamak gibi bir çabaları var. Bunun için de kullandıkları en önemli araç medya ağı... Ellerindeki medya organlarıyla her gün, 2008 krizinden etkilenmeyen hatta bu krizi fırsata çeviren ülkelere, operasyon çekiyorlar. Türkiye’nin, G. Kore’nin, BRIC ülkelerinin ekonomilerinin yakında çökeceğini söyleyip duruyorlar. Enflasyon, cari açık vb verilerden bir şey çıkmayınca siyasi çalkantılara, teröre sarılıyorlar. Bu da olmayınca, “Bekleyin, bugün yarın sermaye kontrolü getirecekler” diye hiç aslı astarı olmayan haberleri manşetlerine taşıyorlar. Zaten böyle bir haber yapıldıktan sonra, bunu yalanlamak bile ciddiye aldığınızı göstereceği için, size gölü atmış sayıyorlar kendilerini... Yeni-detant... Öncelikle artık şu gelişmiş ülke, gelişmekte olan ülke kavramlarına itiraz etmemiz gerekiyor. Bugün kapitalizm 19. ve 20. yüzyıllardaki krizlerinden çok daha ağır bir krizi yaşıyor ve bu kriz, sistemik bir sıfır noktasına varmadan çözülecek bir kriz değil. Bu kadar büyük bir altüst oluşun, topyekûn bir savaşla olmaması da, gelişmekte olan ülkeler denen doğu ve güney ülkelerinin ellerindeki teknolojinin batı ve kuzeye erişmesine bağlı. Dolayısıyla biz, tam şimdi, tıpkı Soğuk Savaş dönemindeki gibi yeni bir detantla karşı karşıyayız. 20. yüzyıl detantı, ABD ve Sovyetler arasındaydı. Şimdiki detant, Batı ile Doğu arasında olmaya doğru gidiyor. Bu durumda, Batı iki şey yapıyor; birincisi, kendi merkezindeki krizi Doğu’ya ihraç edip kendi yükünü hafifletiyor; bunun için de postkonvansiyonel bir savaşa (teröre) başvuruyor ve dolar bazlı finansal sistemi kullanarak yeni bir kriz tetikçiliği geliştiriyor. İkincisi, gelişmekte olan eksen devletleri birbirine düşürmeye çalışıyor. Ortadoğu’da şimdi mezhep savaşını kışkırtmaları tam da budur. Öte yandan, Türkiye-Rusya örneği (uçak düşürülmesi ve büyükelçi suikastı) çok çarpıcıdır. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’ne yapılan suikast, hiç şüphesiz ki Rus-Türk ilişkilerine yönelik olduğu kadar, her iki ülkenin iç barışına ve bölge istikrarına yönelik çok yönlü ve profesyonel bir eylem. Rus ve Türk kamuoyunun bu eylemi FETÖ terör örgütünün gerçekleştir-diğinden şüphesi yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in uçak krizinin aşılmasından sonra, başta Suriye sorunu olmak üzere, bölgedeki birçok sorunu çözmek doğrultusunda diyalog geliştirmeleri, enerji gibi çok stratejik alanlarda yatırım kararlarının hızla verilmesi bu suikastın ana nedenidir. Ama bu durum yeni bir durum da değildir. Rusya ve Türkiye ilişkileri daha önceki iki yüzyılda da Batı’nın bu tür provokasyonları sonucu bozulmuştu. 1853-2016 1853 yılında Kırım Savaşı’nın başladığı bu önemli tarihte Britanya, Osmanlı İmparatorluğu’na giderek artan oranda ihracat yapıyor ve bu ihracatın en az 2/3’si İstanbul dahil Karadeniz üzerinden gerçekleşiyordu. Bundan dolayı İstanbul ve özellikle Çanakkale boğazları çok önemli ticari geçişleriydi... O zaman da bütün Batı basını Osmanlı ve Rus imparatorluklarının AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 yakınlaşmasının çok tehlikeli olacağını ve boğaz geçişlerinin İngiltere denetiminde olması gerektiğini yazıyorlardı. Kırım Savaşı bunun savaşıdır. O zaman İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım Savaşı’nda yanında duruyor gibi yapmıştı; Rusya amacına ulaşamamış ama Osmanlı İmparatorluğu Kırım Savaşı’nda ağır yaralanmış ve bu büyük yara onun parçalanmasına yol açmıştı. Ancak şimdi durum farklı, Türkiye, 1853’teki Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha güçlü ve avantajlı ve Rusya ise Batı’nın 1853’te onu düşürdüğü tuzağa düşmeyecek kadar olan biteninin farkında... Öte yandan, Irak, (Musul-Kerkük ve Basra), Hazar-Kafkasya ve Türk Akım ile Rus kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı’ya ulaşacağını ve bunun Almanya’nın Doğu Avrupa üzerindeki hegemonyasını sarsacağını biliyoruz. Bundan dolayıdır ki Almanya da Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesinden yana değil. Şimdi eğer Türkiye-Rusya, Doğu Avrupa’dan Kafkasya’ya kadar olan bölgede asgari müştereklerde anlaşırlarsa bu, 21. yüzyılın en büyük ticari ve ekonomik entegrasyonlarından biri olur. İşte Rus Büyükelçi’ye yapılan suikastın arkasında tam da bu vardır. Rus büyükelçiye suikastı bir FETÖ üyesi polis yaptı, FETÖ’nün lideri ABD’de korumalı bir kampüste yaşıyor, Almanya’nın Frankfurt kenti ise FETÖ’nün Avrupa başkenti gibi çalışıyor. Her şey açıktır. TAKVİM Parmak izi! Ergün Diler Rusya'nın Ankara Büyükelçisi KARLOV'u vuran katilin, bu kadar açık net FETÖ'cü olamayacağını dün anlatmaya çalıştım. Oluyorsa bir nedeni var dedim... Böyle önemli karakterlerin öldürülmesinin arkasında, alınacak siyasi sonuçların hesabı yatar. O katili bulan, eline silah veren, eğiten ve günü geldiğinde kullanmak için hazırlayan bir AKIL vardır. Ve genelde bu işler, TÜRKİYE içinden büyük destek bulur... Aksi, pek mümkün de değil... FETÖ'cüler cinayet işler mi? Elbette işler! İşlediler! Herkes gibi. Ama böylesine önemli bir cinayette devlette sicili bulunan ve ilişkileri çok hızlı bir şekilde açığa çıkartılacak bir FETÖ'cü kullanmanın mantığı yoktur! Tetiği çektirenler, katilin FETÖ'cü olduğuna inanmamızı istemektedirler! Çünkü FETÖ ile ilgili ciddi bağlantılar ortadadır. Ama Türkiye'nin yakın tarihi bunlarla doludur... Böylesine kritik cinayetleri, arka planını ve sonuçlarını tek bir yazıya sığdırmak pek mümkün değildir... Dün Putin'in sözcüsü Peskov konuştu. İlk günkü kararlılığın yerini soğukkanlılık almıştı. Peskov şunları söyledi: "Araştırma sonuçlanana kadar, Büyükelçimizi kimin öldürdüğünü söylemek ve herhangi bir sonuca ulaşmak için henüz erken..." Dün yazımda "Rusya büyükelçisi KARLOV'u vuran FETÖ'cü... İlişkileri ortada! Bunu kullanan gücün bu kadar saçmalık içerisinde olmayacağı aşikar! Böyle bir saldırıda FETÖ'cü kullanmak akıl dışı... Sadece birilerinin işine yaramaz! Bilderberg'i yapan büyük patronlara... Acaba bir güç, Türkiye ile Rusya'yı yan yana getirip sonra kendisi de bu koroya mı katılacak. Acaba TRUMP'ın Amerika'sı bu işe mi soyunacak..." diye not düşmüştüm... Bu dün yazılması gereken senaryonun bir AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 ayağıydı! Yani Amerika içinde FETÖ'yü besleyenleri bir başka ekip temizlemek mi istiyordu? Bunun için de Türkiye'nin yanına Rusya'yı da mı koyuyorlardı? "Mücadelenin tonu ve şiddeti artsın" diye... Bu akıllıca bir operasyon olurdu! Bilemiyoruz! Ama bir de senaryonun ya da madalyonun diğer tarafı vardı! Önce bir sözü hatırlayalım... NATO'nun ilk Genel Sekreteri BARON Ismay'in altın değerindeki sözünü... "Örgütün amacı, Amerikalılar'ı içeride, Ruslar'ı dışarıda, Almanlar'ı da alaşağı edilmiş halde bünyede tutmaktır..." NATO denilince herkesin aklına hemen ABD geliyor. Hollywood gücünü abartınca, ALGI böyle çalışıyor. Ama hiç bilmediğimiz yerlerde JAMES BOND'lar devrede! Kaçırdığımız bu! CIA Türkiye'de cinayet işlemedi mi? Elbette işledi! Mesela rahmetli Uğur Mumcu'yu ortadan kaldıran bunlardı! Mumcu muhtemelen MİT mensubuydu ve İngiltere'ye yakın dururdu! Katlettiler! Böyle onlarca örnek verebiliriz. Ama İngilizler'in de örnekleri çoktur! James Bond'lar bizim Ahmetler'dan, Mehmetler'den, Hasanlar'dan Hüseyinler'den öyle yardım alır ki şaşırıp kalırsınız... Cemaatler, tarikatlar ya da MASON teşkilatları, son tahlilde son sözü söyleyen birini ortaya koyar! Bu bazen ŞEYH bazen de ÜSTAD olur! Ve defalarca yazdığım gibi savaşmadan İMPARATORLUKLARINI DEVAM ETTİREN TEK DEVLET, İNGİLTERE'dir! Hala... Karlov suikastına gelelim... Biraz daha açarak ilerleyelim... Ankara'da Rus Büyükelçi Karlov bir Sahte Bayrak operasyonu ile öldürüldü. Bu net ve kesin! İstihbarat dünyasının iyi yetişmiş isimleri çok iyi bilir ki enseye sıkılan kurşun ve bombalı otomobille yapılan suikastlar, İngiliz istihbarat örgütü MI6'nın mührüdür... Karlov cinayetinde FETÖ'cü olduğu söylenen katil arkadan saldırıyor. 9 el ateş ediyor. Büyükelçi orada can veriyor. Olay daha dünya tarafından bilinmiyor! Haberi ilk veren ve saldırganın FETÖ'cü olduğunu söyleyen kim dersiniz? REUTERS! Bu işler böyledir! Sahte Bayrak operasyonları ile gerçekler saptırılır. Hedeflerden biri de budur! MI6, bu cinayetle daha önce yaptığı pek çok operasyon gibi Türkiye'yi AMERİKA'dan uzaklaştırmak istemektedir. Ortadoğu'da Amerika'yı silmenin tek yolu Türkiye'yi koşulsuz yanına almaktır. Tam tersi de doğrudur! Türkiye kimin yanında olursa o kazanır! Eğer Ankara, "Washington" derse, kaybeden Londra olur! Ortadoğu hepimiz iyi biliriz ki İngilizler'in oyun alanıdır! SYKES PICOT'tan sonra sözü bunlar söyledi buralarda... Şimdi bunu bırakmak niyetinde değiller. Eğer Ortadoğu'da kontrol bunlarda olursa, ABD çok zor günler yaşayacaktır. İşin kötü tarafı, savaşlarını bizim üzerimizden götüreceklerdi! Bunu da dünyada en iyi MI6 yapardı. Ellerine kimse su dökemezdi. Amerika FİL ve züccaciye dükkanı benzetmesine otururdu! Örneklere gelelim... ♦ 1973: ABD'nin Sudan Büyükelçisi Cleo A. Noel, ensesine sıkılan mermi ile öldürüldü. ♦ 1979: ABD'nin Kabil Büyükelçisi Adolp Dubs, 4 Afgan görünümlü MI6 ajanı tarafından kaçırıldı. Dubs, ensesine sıkılan tek kurşun ile öldürüldü. ♦ 1980: ABD'nin Beyrut Büyükelçisi John Gunther Dean'a yönelik silahlı saldırı. 2 mermi ensesine isabet etti. Daha akılda kalanı vardı! ♦ 2005: Lübnan eski Başbakanı Hariri, Beyrut'ta bombalı araçla öldürüldü. MI6, saldırıdan bir ay önce, Hariri'yi İngiliz düşmanlığı yaptığı için uyarmıştı. İçeriden örneklere gelmek istemiyorum bugün için! Her istihbarat teşkilatının çalışma biçimi farklıydı. İngilizler başkasının PARMAK İZİYLE CİNAYET İŞLERDİ! İşlediler de... Peki şimdi ne olacak? Beni en çok ilgilendiren de burası! AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 İki gündür bakıyorum. Tepkileri ölçmeye çalışıyorum... Ortalık karışacak. İki DEV GÜÇ Türkiye'de kendi gelecekleri için kapışacaklar... Maalesef etrafımızda acı göreceğiz. Bu kumpas belli ki CIA'yi sarstı. Akıl akıldan üstündür. Ortadoğu da böyle bir yerdir. Şimdi CIA tüm gücüyle intikam için gelecek... Gelmek de zorunda. Operasyonun altında kalma şansları hiç yok. İngilizler'e çalışan ya da onların Türkiye'de ve bölgede çıkarlarını sağlayanlar hedef olacak... Kendi siyasi çıkarları için kan dökecekler. Karşılıklı. Bu rüzgar geliyor... İngilizler Türkiye'yi, görünmeden kendi yanlarına çekerek operasyon yapacaklar. Daha sonra da Erdoğan'da kurtulacaklar. Yani Erdoğan'ın gücüyle Ortadoğu'da kazanacaklar. Bunu sadece İngilizler planlar. Başka kimse, başkasının gücünden güç çıkaramaz... Oyun bu! Şimdilik... Yarın ne olur bilinmez. Ama kavga çok büyük... Birileri Ankara'yı Amerika'dan kopartarak hem onlarla kavga etmemizi hem de yanlarında olmamızı sağlamak derdinde... Suikastlar sadece suikast değildir... Üzerinde çok düşünmek gerekiyor. TÜRKİYE HAKLI olarak kimden çok kazanıyorsa onunla yürür! Ama vekaleten kimseyle savaşmamak durumundayız... Hiç olmadığı kadar uyanık olmak gerekiyor... Unutmayalım ki ORTADOĞU'da güçlü olan iki aktör vardır! Amerika ile İngiltere... Şimdi akıl ve silah karşı karşıya... Sağlam adımlarla gidip pastadan büyük pay alalım... Az hasarla yürüyelim. Herkes bize mecbur. Elleri mahkum... AKILLI OLMAMIZ GEREKEN BİR DÖNEM! İki ateş arasındayız... Çekilelim ortadan! Hesaplaşsınlar! ZOR DEĞİL! Biz konuşmayı pek sevmesek de bizim emniyetten bilgi akışı en çok İNGİLİZ İSTİHBARATINADIR! Bizler ülkemizi hep severiz. Ama nasıl korunacağı konusunda hep hata yaptık... Bilemedik. 100 yıl sonra oyun yeniden kuruluyor. Kim gelirse gelsin bizimle olmak durumunda. Ama bizde 100 yıl önceki hataları tekrarlamayalım... Yapacağımız şey basit! İçimizdeki yabancıları temizlemek... Gerisi kolay... Ama bu kolay görünen işlemi 200 yıldır yapamıyoruz! Yaparsak kazanırız. Aksi kullanılırız! Bunu da daha sonra anlarız! İş işten geçince... Ama her halükarda kazanırız. Amaç pastanın büyüğünü almak... Öyle değil mi! YENİ AKİT Böyle müttefik olmaz olsun! Abdurrahman Dilipak İstanbul, Kayseri, Ankara. Olanları görüyorsunuz. Peki, bütün bu olanlar karşısında ABD, AB ve NATO nerede duruyor? ABD’nin başkenti Washington merkezli Heritage Vakfı Douglas ve Sarah Allison Dış Politika Merkezi Direktörü Luke Coffe, Barack Obama yönetimini eleştirerek, “YPG’yi eğiterek, silahlandırarak ve fonlayarak ateşle oynuyoruz” itirafında bulundu. Garp cephesinde de yavaş yavaş itirazlar yükselmeye başladı.. Hele bir hafta sonra ne olacak bir görelim. Böyle müttefik olmaz olsun.. NATO ittifakı fiilen kendi içine çöktü.. NATO ülkelerinin hemen hepsi Türkiye’ye karşı PKK ve FETÖ’nün yanında.. PKK deyince PYD’si, KCK’sı hepsi dahil.. ABD şimdi de PYD’ye Stringer füzesi vermiş.. Asker de veriyor, istihbarat da, para da veriyorlar, eğitim de, mühimmat da.. ABD ideolojik, politik, felsefi, vicdani açıdan iflas etti.. Beraberinde BM’yi ve NATO’yu da AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 sürüklüyor. Almanya ve İngiltere ile birlikte Avrupa’yı da bu kirli işlerine alet ediyorlar.. Esed, Halep’te katliam yaparken ABD, AB, NATO nerede idi.. Türkiye El Bab’a girerken de ortada yoktular.. PKK İstanbul’da saldırı düzenliyor, bizim müttefiklerimiz PYD ye Stringer füzesi veriyor! FETÖ teröristbaşı ABD’nin himayesinde. Fehriye Erdal Belçika’da. PKK’lılar, FETÖ’cüler Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da, Vatikan’ın himayesinde her yerdeler. Kanada’dalar, Avustralya’dalar, Avusturya’dalar, Letonya’dalar.. AB güya PKK’yı terör örgütü kabul ediyor, Salih Müslim Avrupa Parlamentosu’nda konuşuyor.. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halka hitap etmesine engel oluyorlar ama PKK’lıların meydanlarda gösteri yapmasına engel yok.. Canları cehenneme.. Artık maskesiz dolaşıyorlar.. ATV muhabiri soruyor, Avrupa Parlamentosu sözcüsü topu taca atıyor.. Gösterdiği adresteki sözcünün de söyleyecek sözü yok.. Bir bahane ile kaçıyor. “Ben yaptım oldu” havasındalar. Şimdiye kadar hiç kimse kendilerine hesap sormamış, hayır dememiş, itiraz etmemiş, susmuş ya, bu tür karşı koymalara alışık değiller.. Sahi; İngiltere ve Fransa, Suriye’de nerede duruyorlar.. İran orada, Rusya orada, Esed rejimi kan döküyor, BM’den, NATO’dan ses yok. Güvenlik Konseyi zaten meflûç. O zaman niye varlar ki.. Batılılar şunun farkında; Esed giderse iktidarın tek adayı var Sünni Müslümanlar. Onlar da bunu istemiyorlar. O zaman Esed’e razılar. Esed’in ayakta kalması için İran’a ambargoyu da sanki biraz da bunun için kaldırdılar, İran’ın Irak’a, Suriye’ye girmesine göz yumdular. Rusya zaten Tartus bahanesi ile Esed’in yanında.. Onlar orada diye kendileri de o bahane ile oradalar. DAEŞ bahanesi ile oradalar. Şimdi DAEŞ’i bıraktılar, PKK-PYD’ye destek veriyorlar.. Batı ateşle oynuyor.. Kendi cehennemlerine sırtlarında odun taşıyorlar.. Soğuk savaştan sonra, çeyrek yüzyılın belki de en zor günlerinden birini yaşıyor dünya.. PYD, Esed’le aynı cephede bugün.. Batı kirli, tehlikeli bir oyuna alet oluyor.. Bu işten en çok Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya zarar görür.. ABD’nin bundan sonra izleyeceği yol, Ocak sonunda netleşir.. 25 Aralık bunların Noel’i. Tatile çıkacaklar.. Bütün melanetlerini o güne kadar sergileyip sonra da gidip günah çıkartacaklar!. Ardından vur patlasın, çal oynasın yeni yıl kutlamaları.. Ayıkmaları bir hafta alır. 2016 sürecin kuluçka dönemi idi, 2017 bir kırılma noktası olabilir.. Ne olacaksa olacak. Eğer mevcut politikalar aynen devam edecek olursa inceldiği yerden kopabilir bu işler.. Çünkü bıçak kemiğe dayandı.. Batıda bu tehlikeli gidişin farkına varan isimler, kuruluş sözcüleri tek-tük de olsa seslerini yükseltmeye başladılar.. Bu gidişatın sonu uluslararası hukuk, örgüt ve düzenlemelerin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu böyle gidemez. Savaş ya da barış.. Ne olacaksa olacak.. Teslimiyetin faturası savaştan daha ağır olur.. Kızılderililerin ya da Karaderililerin başına gelenlerin kendi başlarına gelmesini istemeyecektir kimse.. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 22/12/2016 Dünya eski dünya değil.. Eğer batılılar gözlerini karartırlarsa, dünya bir cehenneme dönebilir ve bu işin galibi olmasa da batının sonu olabilir. Böyle bir savaşın galibi olmaz. Neden herkes hakkına razı olmuyor ki. Adaletten, barıştan hürriyetten yana niye bir düzen kurulmasın. Niye insanlar diktatörlerin zebunu olsunlar.. Böyle bir dünya sürdürülemez.. Yeni bir dünya kurulacak. Birileri istemese de.. Savaş ya da barış yolu ile varılacak yer burası.. Bu düzen böyle devam edemez. Yeni bir dünya mümkün.. Savaş, darbe ve terör istemiyor insanlık. Bu işlerin arkasında bu düzeni sürdürmek isteyenlerin olduklarını biliyoruz artık.. Demokrasiniz, liberalizminiz, uluslararası düzeniniz yerin dibine batsın! Bunlar makyaj malzemesi ya da oltaya takılan yem hükmünde. Son pişmanlık fayda vermez.. Böyle giderse siz de boğulursunuz. Döktüğünüz kanda boğulacak olsanız da, sonuçta boğulursunuz.. Göreceksiniz, faşizmin, komünizmin başına gelenler, kapitalizmin ve Siyonizmin de başına gelecek. 19. yy sonunda oluşan kavram ve kurumlarla 21. yüzyılı açıklamak mümkün değil, ama yeni bir dünya mümkün.. Adaletten, barıştan, Hürriyetten yana, herkesin inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce ifade edebildiği, mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetinin güvende olduğu, katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir dünya neden mümkün olmasın! Selam ve dua ile.. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ