ULUSLARARASI 13. YÜZYILDA FELSEFE SEMPOZYUMU BùLDùRùLERù Editörler Doç. Dr. Murat Demirkol Ar. Gör. M. Enes Kala 13. Yüzyılda Farklı Bir Tehâfüt’ün Tenkitçisi Kelamcı ve Sûfî Dıyâüddîn Mes’ûd b. Mahmûd eû-úîrâzî (Ö. 655/1257) Hayri Kaplan1 Abstract A Different Critic of a Different Tahâfut in XIII. Century Theologian and Sufi Diyâ al-dîn Mas’ûd b. Mahmûd al-Shîrâzî (d. 655/1257) In the Middle Age, two sufis, who made contribution to the longstanding philosophical arguments writing about for or against the philosophy but their works were not emphasized, attract attention: Wellknown sufi Shihâb al-dîn Abû Hafs Omar al-Suhrawardî (d. 632/1234) and Diyâ al-dîn Mas’ûd b. Mahmûd al-Shirâzî. The first scholar systematized the Suhrawardiyya Sect and Futuwah Conception inherited from his uncle Abû al-Najeeb Abd al-Qadir al-Suhrawardî (d. 563/1168) and left a sufi classic work Awârifu’l-Ma’ârif. He dealt with the position of ancient Greek Philosophy in Islamic thought as Mashshâî School in the context of Islamic beliefs by using, referring to âyâh and hadiths rather than logical/philosophical evidences and wrote two books about this topic: Reûfü’n-Nasâih’ilÎmâniyye ve Keûfü’l-Fadâihı’l-Yûnâniyye and shorter one ùdâletü’l-’Iyân ‘ale’l-Burhân fi’rReddi ‘ale’l-Felâsife bi’l-Kur’ân. Diyâ al-dîn al-Shirâzî, who was a student of Fakhr al-dîn al-Râzî (d. 606/1210) for a while and then became a follower of welknown sufi Najm aldîn Kubrâ (d. 618/) and got icâzâ (diploma) from this sufi, scrutinized those two books, criticized them in some ways and corrected their deficiencies. Then, he collected his studies about these books in a scientific work: Keûfü’l-Esrâri’l-Îmâniyye ve Hetkü’l-Estâri’lHutâmiyye. In this book he made constructive criticism and used an exceptionally tactful language. Due to his competence in Kalam, he pointed to common attitudes and thoughts of humans in different periods and cultures giving examples and tried to show the foundations of certain patterns and characters of beliefs. This study, which seems as a dispute of a sufi who wrote books in the areas of philosophy and kalam whereas he was actually a hadith scholar with another sufi who considered himself competent and sufficient on those areas, is also important from the point of presenting a comparative summary of the thoughts of that period with the other thoughts which passed to Islamic World in some way until that period. In this paper, introduction of the life and works of Shîrâzî briefly and pointing of the topics mentioned above with the examples in the context of his mentioned work reached to peresent-day as a unique copy are aimed. Giriø ùslâm kültür coørafyasının çok geniû sınırlara ulaûtıøı, bu sınırların içinde ve dıûında çok sayıda irili ufaklı devletlerin birbirleriyle son bulmayan mücadelelerinin yaûandıøı, fakat ilim ve irfan uøruna yapılan seyahatlerin henüz siyasal sınırlarla engellenmediøi bir dönemde, dini ilimlerin hemen her alanındaki canlılıøına, fen ve tabiat bilimlerindeki zengin geliûmeler de eklenirken felsefe, kelam ve tasavvuf alanının mensupları gerek münazara gerek eser telifi tarzında kendi1 Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi ùlahiyat Fakültesi lerini ve birbirlerini tanımaya, tanımlamaya, tanıtmaya, savunmaya yönelik gayretlerine devam etmektedir. Aynı gayret gerek toplumsal hayattaki birliktelik dolayısıyla gerek fiziksel sınırlar itibariyle bir ûekilde komûu oldukları diøer kültürlere, dinlere, düûünce akımlarına yönelik olarak da sürmektedir. ùster çaødaû temsilcilerle ister eser veya görüûleri o zamana ulaûan kadim temsilcilerle olsun ùslam dünyasındaki düûünce hareketliliøine, canlılıøına, alıûveriûine, etkileûimine, kısacası yaûamdaki ve yazındaki bu komûuluøa ne Haçlı seferleri ne Moøol istilası set çekebilmiûtir. Maddi ve manevi olumsuz ûartlar bazı pratiklerin tezahürünü engellese de teorik konulardaki; düûünsel alandaki ürünlerin yazıya dökülmesine mani olamamıûtır. Örneøin Mutezilî Zemahûerî’nin (ö. 538/1144) ortaya koyduøu tefsir çalıûması Ehl-i Sünnet tefsir âlimlerinin en çok ûerh vs. yazdıkları eserlerden biridir; Gazâlî’nin (ö. 505/1111) ve ona cevap niteliøinde ùbn Rüûd’ün (ö. 595/1198) eseri bu iki eseri ve dolayısıyla temsil ettikleri görüûleri karûılaûtırma geleneøinin oluûmasına zemin hazırlamıûtır; Fahruddîn er-Râzî (ö. 606/1210) ile Nasîruddîn et-Tûsî’nin (ö. 672/1274) úerhu’l-ùûârât’ları da kendilerinden sonra gelenlere benzer bir imkân sunmuûtur. Gerek dini gerek diøer ilimlerin neredeyse her alanında benzer örnekler sunmak mümkündür. Farklı Bir Tehâfüt: ÷ihâbuddîn Ömer es-Sühreverdî’nin Reøfü’nNasâih’l-Îmâniyye ve Keøfü’l-Fadâihı’l-Yûnâniyye’si Yetiûmesinde amcası ve ûeyhi Ebu’n-Necîb Dıyâuddîn Abdulkahir esSühreverdi’nin (ö. 563/1168) önemli rolü olan Ebu Hafs úihâbuddîn Ömer b. Muhammed es-Sühreverdî (539-632/1145-1234), Sühreverdiyye Tarikatının kurucusu kabul edilir. Tasavvuf alanının abidevi klasiklerinden ‘Avârifü’l-Ma’ârif adlı eseriyle tanınmıûtır. Abbasi halifesi en-Nâsır li-Dînillah (dönemi: 575622/1179-1225) zamanında altmıûlı yaûlarındayken telif ettiøi2 bu eserin dıûında kelam ve felsefeyle ilgili üç eser yazmıûtır. el-Mu’tekad diye de anılan A’lâmu’l-Hüdâ ve ‘Akîdetü Erbâbi’t-Tukâ, Ehl-i Sünnet inancını Eû’arîlik çizgisinde on fasılda özetleyen muhtasar bir akide metnidir. Telif tarihi 605/1208-1209’dan öncedir. Kalsik kelâmî bir metin olarak görülebilir.3 Sühreverdî’nin farklı bir Tehâfüt diye ifade ettiøimiz ve filozoflara reddiye niteliøinde iki eseri vardır: Biri Reûfü’n-Nasâih’l-Îmâniyye ve Keûfü’l-Fadâihı’l- 2 Eserin telif tarihi hakkında tespit edilen ve “en geç” tarih 605/ tir. Bu da eserin Süleymaniye/Lala ùsmail Ktp., nr. 180’daki nüshasının zahriye sayfasında (vr. 1a) yer alan ve Sühreverdî’nin de el yazısıyla onayladıøı kıraat/semâ kaydının tarihinden hareketledir (Ohlander, Erik Stefan, Abu Hafs Umar al-Suhrawardi and the institutionalization of Sufism, Michigan Üniversitesi/Yakın Doøu Araûtırmaları, yayımlanmamıû doktora tezi, Michigan 2004, s. 435-436; “A New Terminus Ad Quem for ‘Umar al-Suhrawardĩ’s Magnum Opus”, Journal of the American Oriental Society, Cilt: 128, Sayı: 2 (Nisan-Mayıs, 2008), s. 291-292). Belgrad Milli Ktp. yazmaları arasında yer alan bir diøer nüshanın (nr. 44/2) sonundaki (vr. 263b) istinsah tarihi ise 26 Cemaziyelevvel 603/29 Aralık 1206’dır. 3 Ohlander, Abu Hafs Umar al-Suhrawardi and the institutionalization of Sufism, s. 438. Yûnâniyye, diøeri daha ufak hacimli ùdâletü’l-’ùyân ‘ale’l-Burhân fi’r-Reddi ‘ale’l-Felâsife bi’l-Kur’ân. Tahkikli baskısında (Kahire 1420/1999, 182 s.) adı Keûfü’l-Fadâihı’lYûnâniyye ve Reûfü’n-Nasâih’l-Îmâniyye olarak belirlenen Reûfü’n-Nasâih’l-Îmâniyye ve Keûfü’l-Fadâihı’l-Yûnâniyye’nin telif tarihi Cemaziyelevvel 621/Haziran 1224’dir.4 ùdâletü’l-’ùyân’nın telif tarihi 622/1226’dan sonradır.5 Mu’allim Yezdî diye tanınan Mu’înuddîn Ali b. Celâluddîn Muhammed (ö. 789/1387) Keûfü’l-Fadâih’i 744/1343-44 yılında bazı ekleme ve deøiûikler eûliøinde Farsça’ya çevirmiû6 olup bu eser Necîb Mâyil Herevî tarafından yayımlanmıûtır (Tahran 1365 hû./1986, 387 s.). Sühreverdî’nin Gazâlî’den etkilendiøi açıkça görülür. ùkisinin de bu konuda eser telif etme nedeni, amaçları aynıdır ve filozoflara yönelik eleûtirileri ilahiyat konularındaki görüûleri özerinde yoøunlaûır. Felsefeyle içiçe olan diøer ilimlere, doøa ve fen bilimlerine karûı çıkılmamaktadır. Gazâlî’nin Tehâfüt’ü ile Sühreverdî’nin Reûfü’n-Nasâih’i arasındaki bazı farklılıklar ise ûöyle özetlenebilir: Gazâlî, Tehafüt’ü yazmadan önce filozofların, daha doørusu filozofları temsilen ùbn Sînâ ve Fârâbî’nin görüûlerini öørenmek, tanımak, tanıtmak amacıyla giriû veya hazırlık mahiyetinde ciddi bir araûtırma ürünü sunar: Makâsıdü’lFelâsife. Sühreverdî’nin böyle bir çalıûması yoktur. Gazâlî filozofları onların görüûlerine incelikle vakıf olmaya çalıûarak yine filozofların metotlarıyla, aklı ve mantıøı, cedel ve münazara üslubu çerçevesinde kullanarak tenkit eder. Sühreverdî farklı bir metot izler, nakle ve kendi kalbine doøan irfani bilgiye dayanır, ayetleri, hadisleri delil olarak kullanır; üslubu daha ziyade vaaz ve irûad karakterlidir. Çoøu yerde filozofları bilgi ve basiretten yoksun olmakla, tahkir ve tekfirle anar. Bazı ifadeleriyle ùbn Teymiyye’nin (ö. 728/1328) keskin dilini hatırlatır. Gazâlî ele aldıøı yirmi konuyu çok dikkatli ve düzenli bir ûekilde birbiri ardınca irdeler, konular arasında gerektiøinde baølantı kurar veya baølantılara iûaret eder; her konuda filozofların delillerini onların diliyle detaylıca ortaya koyup sonra bu delilleri aynı yoldan çürütmeye, sarsmaya, mantıksal hata veya ûüpheleri göstermeye çalıûır. Bir meselede sadece bir delil sunmaz, bir delili de sadece tek açıdan, tek noktadan incelemez. Kullandıøı dil açık ve netttir, ilgili alanın terimlerini içerir. Sühreverdî ise onların delillerini ortaya koymak ve tartıûmak yerine onların ulaûtıkları sonuçlar ayet ve hadislerle örtüûüyorsa ilgili ayet ve hadisleri bu konuda onların görüûlerine gerek olmadıøı baølamında sunar; örtüûmüyorsa ilgili ayet ve hadisleri onlara onları yeren bir dil kullanarak karûı delil 4 es-Sühreverdî, úihâbuddîn Ömer b. Muhammed, Keûfü’l-Fadâihı’l-Yûnâniyye ve Reûfü’n-Nasâih’lÎmâniyye, tahkik: Âiûe Yusuf el-Menâ’î, Dâru’s-Selâm, Kahire 1420/1999, s. 227-228. 5 Ohlander, Abu Hafs Umar al-Suhrawardi and the institutionalization of Sufism, s. 463. 6 es-Sühreverdî, úihâbüddîn, Reûfü’n-Nasâih’l-Îmâniyye ve Keûfü’l-Fadâihı’l-Yûnâniyye, tercüme: Mu’allim-i Yezdî; Mu’înuddîn Cemâl b. Celâluddîn Muhammed, tashih ve açıklamalar: Necîb Mâyil Herevî, Çâp u Neûr-i Bunyâd, Tahran 1365 hû./1986, s. 27 (Musahhihin takdiminden). olarak sunar. Fakat son derece aøır, edebi bir Arapça kullanır, hadisleri senetleriyle birlikte zikreder. Gazâlî mantıkî ve felsefî terimleri kullanmada sorun ve sıkıntı görmez/yaûamaz iken Sühreverdî teolojik konularda din dili dıûına çıkmamayı savunur, vâcibu’l-vücûd, el-illetü’l-ûlâ, illetü’l-ilel gibi terimlerin Allah hakkında kullanılmasını tasvip etmez, bu ifadeleri bir tür ûirk kabul eder. Dıyâüddîn Ebu’l-Hasen Mesud b. Mahmud eø-÷îrâzî úîrâzî hakkında kayda deøer bilgi veren yegâne kaynak Mu’înüddîn Ebu’lKasım Cüneyd eû-úîrâzî’nin 791/1389 tarihinde telif ettiøi úeddü’l-ùzâr fî Hattı’lEvzâr ‘an Züvvâri’l-Mezâr adlı úîrâz tarihini ve oralı önemli ûahısları konu edinen eseridir. Onun verdiøi malumata göre: úîrâzî imam, âlim ve zahit birisi olup, ilim tahsili için yolculuklar yapar, eser yazar, ùmam Fahruddîn er-Râzî’nin yanında kalır ve ondan çeûitli ilimler nakleder. Denildiøine göre Râzî’nin eserlerini istinsah edermiû. Onun yanından ayrılarak Kübreviyye Tarikatının kurucusu Necmuddîn el-Kübrâ’nın sohbetine baølanır, onun yanında kalır. Ondan tarikat hırkası giyer, telif ettiøi eserlerini ona okur. Sonra úîrâz’a döner, halvet ve uzletle meûgul olur. Ölene kadar orada ikamet eden úîrâzî muhtemelen kendisinin tesis ettiøi tekke ve medresede irûat ve eøitimle meûgul olur.7 úîrâzî’nin öørencilerinden bazıları ûunlardır: Yetmiû civarında eser veren úeyh Sadruddin Ebu’l-Maâlî el-Muzaffer b. Muhammed el-Ömerî (ö. 688/1289)8, Sühreverdî’nin halifesi ve onun Baødat istilasında Moøollar tarafından esir alınıp úîrâz’a getirilen kızını kurtarıp úîrâz’da ikametini saølayan Fakih Sâinuddîn Huseyn b. Muhammed eû-úîrâzî (ö. 664/1266)9, babası ve kendisi Sühreverdî’nin halifesi olan úeyh úemsüddîn Muhammed b. Safıyyüddîn Osman el-Kirmânî (ö. 642/1244).10 Dürratü’t-Tâc, úerhu’l-Kanun, úerhu Hikmeti’l-ùûrâk gibi eserlerin sahibi Kutbuddîn Mahmud b. Mesud eû- úîrâzî’nin (ö. 710/1311) hocalarından olan úemsüddîn Muhammed b. Ahmed el-Kîûî (ö. 695/1296)11 de onun müridlerindendir. Meûhur Istılâhâtü’sSûfiyye yazarı Kemâlüddîn Abdurrezzak el-Kâûânî (ö. 730/1330) de hem bu úemsüddîn el-Kîûî’nin hem de Dıyâüddîn eû-úîrâzî’nin oølu Ebû Hâmid Nâsıruddîn Mahmud b. Mesud’un (ö. 705/1305-6) talebesidir. Dıyâüddîn eû-úîrâzî’nin ùdâletü/Edilletü’l-Hakk ‘ale’l-Bâtın, el-Kanâ’a fî Seyri’sSâirîn ilallah, Menâihu’s-Sünnî ve Fadâihu’l-Müûebbihî gibi gariz eserleri vardır. úihâbüddîn es-Sühreverdî’ye muârazada bulunarak onun Reûfü’n-Nasâih’l-Îmâniyye ve Keûfü’l-Fadâihı’l-Yûnâniyye adlı eserine cevaben Keûfü’l-Esrâri’l-Îmâniyye ve Hetkü’l-Estâri’l-Hutâmiyye adlı eserini yazar. Sonra bu esere zeyl olarak iki risale eû-úîrâzî, Mu’înüddîn Cüneyd, úeddü’l-ùzâr fî Hattı’l-Evzâr ‘an Züvvâri’l-Mezâr, tashih ve haûiyeler: Muhammed Kazvînî ve Abbas ùkbal, Çâphâne-i Meclis, Tahran 1328 hû., s. 69-70. 8 eû-úîrâzî, úeddü’l-ùzâr, s. 69, 190, 193. 9 eû-úîrâzî, úeddü’l-ùzâr, s. 69, 177-178. 10 eû-úîrâzî, úeddü’l-ùzâr, s. 400, 402. 11 eû-úîrâzî, úeddü’l-ùzâr, s. 110, 111. 7 kaleme alır, birine ùûârâtü’l-Vâsılîn, diøerine el-Künh adını verir. ùdâletü/Edilletü’lHakk ‘ale’l-Bâtın adlı eseriyle de yine Sühreverdî’nin ùdâletü’l-’ùyân ‘ale’l-Burhân fi’rReddi ‘ale’l-Felâsife bi’l-Kur’ân eserine muarazada bulunur. Begavî’nin Mesâbîhu’sSünne adlı hadis kitabının bir kısmını ve birçok hadisi ûerh eder.12 úîrâzî büyük mertebelere nail olan deøerli evlatlarla rızıklandırılır. Çok üstün ve parlak sohbetleri, sözleri olan Dıyâüddîn’in bir ûiiri ûöyledir: Hiç ûüphesiz ki, insanlar hedefleri doørultusunda kuralların tam tersini yapıyorlar; Zira dünyada ömürlerini hesapsızca, mallarını ise inceden inceye ölçerek harcıyorlar Dıyâüddîn eû-úîrâzî 655/1257’de vefat eder ve úeyh-i Kebîr (ùbn Hafîf eûúîrâzî, ö. 371/982) Kabristanı yanındaki türbesine defnedilir.13 Dıyâüddîn’in yazdıøı eserlerin adları dikkate alındıøında onun kelâm ve hadis âlimi olarak yetiûtiøini, sadece teberrüken deøil, hayatında büyük deøiûiklik yapacak, vird, zikir, halvet gibi pratiklerini uygulayacak tarzda Kübreviyye tarikatına intisap ettiøini söyleyebiliriz. Kelâm alanındaki üstadı Fahruddîn er-Râzî’nin onun üzerinde etkisi olmakla birlikte, nakille yetinmediøi ve orijinal fikirler ürettiøi söylenebilir. Tekkesinde irûat faaliyetlerine devam eden bir sufi ûeyhi olarak tasavvuf alanında eserler yazdıøı gibi kelâm alanında eserler vermeye de devam ettiøi anlaûılmaktadır. Dıyâüddîn eø-÷îrâzî’nin Tehâfütü’t-Tehâfüt’ü: Keøfü’l-Esrâri’l-Îmâniyye ve Hetkü’l-Estâri’l-Hutâmiyye Özellikle ortaçaøda ùslam dünyasında felsefe/hikmet denilince Meûûâî felsefe ve onun temsilcisi gibi görülen ùbn Sînâ akla gelen ilk isimlerdendir. Bu alanda o kadar etkili olmuûtur ki, felsefeyi savunanlar da eleûtirenler de öncelikle onun görüûlerine, onun eserlerine gönderme yapmıûlardır. O “min esâtîni’lhikme” diye nitelenir ve bu alanda “ûeyh” “reîs” ve “hâce” diye anılır. Felsefeye iliûkin onlarca eseri arasında ansiklopedik ve hacimli eû-úifâ eserinden bile daha çok ses getiren, üstelik son eserlerinden olan el-ùûârât ve’t-Tenbîhât, onun temsil ettiøi felsefenin temel kaynaklarından kabul edilmiû ve üzerinde yüzlerce çalıûma yapılmıûtır. el-ùûârât’ın yanı sıra onun diøer eserlerine ve de kısmen de olsa diøer ùslam filozoflarının eserlerine dayanarak felsefeyi, Yunan felsefesini eleûtiren birden fazla eser kaleme alınmıû olup, bu eleûtiriler de eleûtiriye tabi tutularak baûka eserler ortaya çıkmıû, felsefenin lehinde ve aleyhinde iki tarafın da çok dikkatli, özenli, ilmi ürünleri tarihe miras bırakılmıûtır. ùbn Sînâ’dan sonra felsefe lehinde ve aleyhinde karûılıklı/ikili eserlerin telif tarihleri arasındaki yıl farkları karûılaûtırıldıøında benzerleri arasında en kısa sürede tenkit ve cevaba muhatap olan Tehâfüt karakterli eser, Sühreverdî’nin eseridir. Dikkati çeken bir diøer husus da bu tenkidin kelâmcı geçmiûi olan bir sûfî tarafından yapılmıû olmasıdır. 12 13 eû-úîrâzî, úeddü’l-ùzâr, s. 69-70. eû-úîrâzî, úeddü’l-ùzâr, s. 70. Yazar Ebû Hâmid elGazâlî (ö. 505/1111) Tâcüddîn eûúehristanî (ö. 548/1153) Fahruddîn erRâzî (ö. 606/1210) Eser, Telif Tarihi Makâsıdü’l-Felâsife 487/1094 Tehâfüti’l-Felâsife 488/1095 Musara’atü’l-Felâsife (ö. 540/1145) úerhu’l-ùûârât 575576/1179- 1180 Yazar úemsüddîn Muhammed edDeylemî (ö. 593/1197) ùbn Rüûd (ö. 595/1198) Nasîruddîn et-Tûsî (ö. 672/1274) Seyfüddîn elÂmidî (ö. 631/1233) Abdülvelî b. Karatekin elBaødâdî (ö. 629) Tûsî (ö. 672/1274) úihâbüddîn esSühreverdî (ö. 632/1234) Reûfü’n-Nasâih’lÎmâniyye ve Keûfü’lFadâihı’l-Yûnâniyye C.evvel 621/Haziran 1224 Dıyâüddîn eûúîrâzî (ö. 655/1257) Eser, Telif Tarihi et-Tecrîd fî Reddi Makâsıdi’l-Felâsife Yıl Farkı Tehâfütü’t-Tehâfüt 575/1180 Musari’u’l-Musari’ en erken: 640/1242 Keûfü’t-Temvîhât 605/1208 85/87 yıl er-Redd ‘ale’lFahri’r-Râzî (fîmâ Ehazehû ‘ale’bni Sînâ) tahminen 605/1208 veya sonrası úerhu/Hallü (Müûkilâti)’l-ùûârât 644/1246 Keûfü’l-Esrâri’lÎmâniyye ve Hetkü’l-Estâri’lHutâmiyye C.evvel 647/Aøustos 1249 en az 100/103 29-30 yıl en az 29-30 yıl 67/69 yıl 25 yıl Dıyâüddîn’in bu eserini yazdıøı tarihlerde úîrâz, Moøolların birçok kenti harabeye çevirdiøi bir dönemde âlimlerin, ediplerin sıøınacaøı bir merkezdir. Salgur atabeklerinden Atabek Muzafferuddîn Ebû Bekr b. Sa’düddîn Zengî (dönemi: 623-658/1226-1259) Oktay Kaan’ın komutanlarıyla barıû yapıp il olmayı kabul ederek Kutluk Han lakabıyla Fars atabeyliøini sürdürmüû, Hulâgû döneminde de aynı siyaseti sergileyerek úîrâz’ı korumuûtur. Bu yüzden Dıyâüddîn, Reûfü’n-Nasâih’in giriûinde en-Nâsır li-Dînillah ve bulunduøu hilafet ûehri Baødat hakkında Sühreverdi’nin kullandıøı övücü ifadeleri neredeyse aynı kelimelerle Atabek Muzafferuddîn ve úîrâz hakkında kullanır; zahidlerin, abidlerin, sufilerin, salihlerin, ilim ve amel sahibi âlimlerin; Kur’an’ın okunduøu, zikirlerin yapıldıøı camilerin, tekkelerin, medreselerin baûkalarının uyandırdıøı büyük fitneden úîrâz’ı koruyan adil bir hükümdarın yönetimi altında varlıklarını devam ettirdiklerini belirtir.14 Dıyâüddîn bu eseri yazmasının nedenini ûöyle açıklar: 14 eû-úîrâzî, Dıyâüddîn Mesud, Keûfü’l-Esrâri’l-Îmâniyye ve Hetkü’l-Estâri’l-Hutâmiyye, Meclis-i úûrâ-yi ùslâmî Ktp., nr. 232, s. 3-5 (Yazma eserin sayfaları numaralandırılmıû olup varak yerine sayfa numarasıyla iûaret edilecektir). Büyük úeyh Sühreverdî, Reûfü’n-Nasâih ve ùdâletü’l-’Iyân adlı iki eserini filozofların hangi görüûlerinin hak, hangi görüûlerinin batıl olduøunu belirtmek, nebevi yoldan manevi ilim ve keûif sahibi olanların bilgilerinin üstünlüøünü, ilahiyat konularında sadece akıl ve burhana sarılanların bilgilerinin geçersizliøini göstermek amacıyla yazmıûtır. Bazı konularda “Sınırı aûmadıøı sürece bu görüûte bir sakınca yoktur”, “Bu söyledikleri keûif sahiplerinin bilgilerinin gölgeleridir”, “Ay ve Güneû tutulmaları konusunda onların söylediklerini Müslümanlar inkâr etmezler, zira Geometri/Astronomi biliminin delilleri bunu göstermektedir” gibi ifadeleriyle açıkça filozofların hakkını teslim eder. Bazı konularda ise “Bu, onlara karûı okla kılıçla savaûmayı gerektirecek bir görüûtür” diyebilmektedir.15 Sühreverdî bu tavrı sergilerken hem filozofların görüûlerini hem de onlara yönelik tenkitleri yeteri kadar açıklamamıûtır. Onlara yönelik tenkitleri de kemal sahibi hakîmler katında tenkit edilmiû olan eleûtirilerdir. Ayrıca kendisine ait göstererek dile getirdiøi manevi ve kalbe doøan bilgiler, akıl ve nazar yolundan giden önceki filozofların sözleri arasında da yer almaktadır. ùûbu durumda söz konusu tartıûmalı konuları detaylı ûekilde ele alıp doøru olanı tespit amacıyla bu eseri yazar ve Sühreverdî’nin övdüøü veya eleûtirdiøi hususları, kabukla özü ayırt edilecek, gerçek mi serap mı olduøu ûüphesiz belirlenecek ûekilde inceleyeceøini vaat eder. Esere, âlimlerin tartıûmalı konularını tanıtan bir mukaddime ile baûlayacaøını, ayrıca rabbânî hakîmlerin iûaretlerini belirten ve fasıllardan oluûan bir hâtime (ùûârâtü’l-Vâsılîn) ile sonlandıracaøını ifade eder.16 Okuyucuyu bilgilendirmek ve hazırlamak amacıyla yazdıøı mukaddimede âlimlerin ve önceki filozofların farklı, tartıûmalı konularını tanıtır. “Âlimlerin ilimleri ve hukemânın hikmeti” derken “Kime hikmet verilmiûse ona çok hayır verilmiûtir” (Bakara; 2/269) ayetinde iûaret olunanların kastedildiøini belirterek onların nübüvvet ıûıøından/lambasından ateû/ilim alan/aydınlanan kiûiler olduøunu ûu nitelemeler eûliøinde açıklar: Bunlar Kendisini Allah’a veren, O’na yoøunlaûan kiûilerdir, yakîn sahibi ve müminler için örnek ve önder kiûilerdir. Peygamber (AS) ashabına dini hükümleri öøretir ûekilde yakîni de öøretmiûtir. Dolayısıyla tam bir yakînî iman üzere olanlar için Kur’ân ve hadislerin sır hazineleri açılır.17 Yakîn sahipleri de faklı farklıdır. Kimileri, duyularıyla algılananlar ne kadar gerçekse, iman ettikleri de öylesine onlar için gerçektir; dolaysıyla onların kullukları/ibadetleri gıyaben deøil sanki huzurî halde gerçekleûir. Kimileri kalplerinde olanı Allah’ın bildiøini görürler ve bütün benlikleriyle bunu duyarlar, hissederler. Kabiliyetinden dolayı yakînî inanca doørudan intikal edenler Hakk’ın cezbesine tutulurlar. Kimileri mücahedeyle, meûakkatle kendini arındırıp güzel ahlakla donanarak basamakları aûar, nihayetinde kalbinden perde kalkar. Bunlar Hak yolunda ilerleyen saliklerdir. Kimileri iki yönü kendisinde birleûtirir, bunlar da Allah’ın seçtikleridir.18 15 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 6-7. eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 7. 17 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 8. 18 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 8-9. 16 Kadim zamanlarda da kendini Allah’a verenler vardı ve bunlar hakîmler diye adlandırılır, ûeyhlerine de muallim adı verilirdi. Eski Yunan eserlerinde belirtildiøine göre hakîmler ya muallimlerine, ya eøitim aldıkları yer ve okula, ya uygulanan metoda, ya hikmetin bir türüne veya tamamına nispet edilerek anılırlardı. Kadim zamanda muallimlerine nispet edilenler, günümüzde Ahmed erRifâ’î’ye Rifâ’îlerin, Ali el-Harîrî’ye Harîrîlerin nispet edilmesine benzerler. Uygulama bakımından günümüz Cevâlikası, kadim zamandaki Kelbîlere benzer. Eski dönemlerde bugünkü Kalenderiler gibi olanlar da vardır. Hayvani/behimi haz anlamında deøil “bildiøiyle amel edene Allah bilmediøini varis kılar” anlamındaki ilim lezzetini, “kırk sabah Allah için samimi olanın kalbinden diline hikmet pınarları akar” anlamındaki hikmet lezzetini amaçlayan ve bugün sufiler diye adlandırılan kiûiler de vardır.19 Ona göre, kadim zamanda da kendini Allah’a verenler mücahede yapmıûlar, zorluklara katlanmıûlar, bu yolda eøitim almak ve eøitmek vermek için gayret sarf etmiûler, gıda, giyim, mesken gibi zaruri ihtiyaçlarında en azıyla yetinmiûler, saygı ve tazime muhatap olmamak için mezarlıklarda, daølardaki maøaralarda, terkedilmiû mabetlerde kalmayı tercih etmiûler, çok dolaûmıûlar ve kendilerine Meûûâîler adı verilmiûtir.20 Tabi ki onun bu açıklaması, Gezimcilik (Peripatetizm/Aristoculuk) teriminin nereden türediøi konusunda yaygın olarak bilinen “dersi yürüyerek yapmak” ile uyuûmamaktadır. Kısacası o çaøda ùslam dünyasında ilgilerini Allah’a, onu tanımaya, bilmeye yoøunlaûtıran belli baûlı ne kadar farklı gruplar varsa, insanlıøın eski çaølarından bu yana da her dönemde benzerleri var olmuûtur. Aynı husus dinde bidatçiler diye nitelenebilecek ve sapıklıklar içeren gruplar için de geçerlidir. Onlar her dönemde, kendi yollarını ilahi sözlere ve hadislere dayandırırlar. Gulât-ı úîa olduøu gibi Gulât-ı Sûfiyye denilebilecek gruplar da vardır. Benzer gruplar ùslam öncesi çaølarda da vardır.21 Dıyâuddîn daha sonra tevhid ve usul ilminin dolayısıyla saølıklı nazar ve akılla delilleri araûtırma ve deøerlendirmenin gerekliliøini, inanç konusunda taklitte ısrar ve öncekilere körü kürüne baølı kalmanın Kur’ân’ın ruhuna ters düûtüøünü, özellikle dini naslardan istidlalle ortaya konulan deliller ve bunu inceleyen Kelâm ilminin gerekli olduøunu savunur. Kelâm ilmini tenkit doørudan Kur’ân’ı tenkittir. Kendi döneminde mücahede ehli olmakla birlikte ilim tahsiline, âlimlerle müûavereye yanaûmayan birçok sufinin, bidatçi ve sapık sufiler hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için tehlikeli durumlara düûtüklerini belirtir.22 Ayrıca, duymaya ve nakle dayalı olarak kabul edilen her bilginin yani dinî nasların her zaman ve her durumda delil olarak sunulmasının mümkün olamayacaøını, özellikle bunları delil olarak kabul etmeyen din ve görüû sahipleriyle ilmî tartıûmalar yapılırken bu durumun söz konusu olduøunu da belirtir.23 19 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 9-10. eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 11. 21 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 11-12. 22 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 18, 20, 28, 72 23 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 87, 97-98, 105, 135, 158. 20 Aynı kaynaktan beslenmekle beraber nübüvvet ve velayetin sınırları olduøunu vurgular. Filozoflara konu ve keûfolan âlemle, mevâcid sahiplerine keûfolan âlem, sonlu ile sonsuz gibi olmasına raømen, Sühreverdî’nin peygamberliøi açıklarken hep yerip durduøu filozofların kaidelerini kullanarak teûbihlerde bulunmasını yadırgar.24 Kur’ân ayetlerinde olduøu gibi hadislerde ve velilerin sözlerinde de zahir, batın, hadd ve matla yönlerinin bulunduøunu kabul eder. ùbn Sînâ, Farâbî gibi ùslam filozoflarını tekfir etmenin yanlıû olduøunu belirtir.25 Filozoflar tarafından Allah’ın cevher olarak nitelendirildiøini belirten Sühreverdî’yi bu konuda filozoflara özellikle de ùslam filozoflarına iftira etmekle ve onları yanlıû anlamakla suçlar.26 “Filozofların ilk illetliyi Allah’ın oølu konumuna getirdikleri” ûeklindeki ifadesinin Sühreverdî’ye ait olamayacaøını, muhtemelen baûkaları tarafından metine sokuûturulduøunu belirtir.27 Bazı konularda filozofların açıklamalarını, onların felsefi terimleri yerine dinden ödünç alınan bedellerini kullanarak tekrar etmesini ve bunu kendi açıklaması gibi sunmasını kınar. Çünkü felsefi dille anlatılan bir konuyu, bir görüûü yeren Sühreverdî, aynı konuyu sadece terimlerini deøiûtirerek aslında aynı anlama gelecek ûekilde sunmakla, kendi sunduøu anlatımı da farkında olmadan yermiû olmaktadır.28 Sühreverdî gerçek filozoflarla filozof geçinenleri (mütefelsife) ayırt etmeksizin bazı görüûleri filozoflara ait gösterip eleûtirmektedir ki, úîrâzî’ye göre bu tutum hiç de hakkaniyetli ve saølıklı deøildir.29 Bir filozofun velilerin arınma yoluyla ulaûtıkları ûeylere ulaûtıøını iddia etmesi ne kadar yanlıûsa, bir velinin de filozofların nazar ve diraset yoluyla ulaûtıkları ûeylere ulaûtıøını iddia etmesi o kadar yanlıûtır.30 Sühreverdî’nin yapmadıøı bir iûi, filozofların ve diøerlerinin tenkit edilen görüûlerini onların aøzından yine onların kaynaklarına dayanarak anlatma iûlemini Dıyâüddîn üstlenir. Konu veya problemi doøru anlamak için doøru ûekilde ortaya koymaya veya özetlemeye çalıûır, filozofların kaynaklarına müracaat eder. Filozoflardan nakledilen kadim hikâyelerden, Aristo’ya, Eflatun’a ve diøerlerine izafe edilen çeviri eserlere, Câbir b. Hayyân’dan, Ebu Zeyd el-Belhî’den, ùbn Sînâ’dan, Ebû Tâlib el-Mekkî’ye, Aynul-Kudât el-Hemedaniye, Serrâc’a, Gazâlî’ye, Sühreverdî el-Maktûl’e varıncaya kadar çok çeûitli kaynaklara atıfta bulunur veya nakil yapar. Bir konu üzerinde ne kadar farklı görüû varsa önce onları özetleyerek ön bilgi sunar. Tabi ki, Fahruddîn er-Râzî’den nakillerde bulunur ve ondan sitayiûle bahseder.31 Muhammed Âbid El-Câbirî’nin ùslam Düûüncesi Okumalarında 13.Yüzyıl ùslam Düûüncesinde Felsefe Çalıûmaları 24 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 108, 112, 119, 120, 142, 175, 204. eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 138, 140, 217. 26 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 195. 27 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 196. 28 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 186-187. 29 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 247, 254, 266, 276, 325. 30 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 164. 31 eû-úîrâzî, Keûfü’l-Esrâr, s. 20, 106-107, 123, 227, 342, 344. 25