T.B.M.M. B : 29 22.1.1992 0:1 Protokolü hakkında Meclise malumat sunmak ihtiyacı hissedilir. Zira, işin ikinci kanadı; yani Batı kanadı, diğer kanadına yakın bir ehemmiyette ve önemdedir. Bir noktanın da altını çizmek isterim; Hükümetin bu gibi takdimleri karşısında, İçtüzü­ ğün tanıdığı imkânlarla söz hakkımızı kullanmak, sistematik bir tenkit mekanizması şeklinde anlaşılmamalıdır. Geçmişte bu yapılmıştır; ama, geçmişte bize çektirilenleri biz çektirmeyece­ ğiz; bunu kesinlikle söyleyeyim ve binaenaleyh, bu uygulama, sayın bakanların ve Hükümetin cesaretini kırmamalıdır. Bizim bu imkânı kullanışımız, gerektiği hallerde, Hükümete, millî dış politikanın icabı olarak destek vermek, gerektiği hallerde de -mütevazı da olsa- bir ölçüde, "Acaba değerlendirilebilir mi?" diye bazı görüş ve tecrübeleri takdire sunmak anlamında alınmalıdır diye düşünüyorum. İzin verirlerse, işin başında bir noktanın altını çizmek lazımdır : "Rusya Federasyonunu Dışişleri Bakanı ve yetkileriyle yapılan görüşmelerde, diğer Sovyet cumhuriyetleri ve bilhassa Orta Asya Müslüman ve Türk cumhuriyetleriyle ilişkiler hakkında görüşmeler yaptık ve şun­ ları, şunları yapacağımızı veya düşündüğümüzü söyledik" sözü, zannediyorum, kendi niyetle­ rini aşarak, belki bazı teknik çevrelerin geliştirdiği bir düşünce olsa gerek. Zira, unutmamak lazım; Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Birliği içerisindeki 11 devletten biridir. Binae­ naleyh, diğer devletlerle ilişkilerimizi, Moskova'nın ipoteki altına sokmak gibi bir hava yaratılırsa -ki, bunu daha önce de bir vesileyle arz etmiştim; bu, Hükümetin dış politikayla ilgili programında da maalesef mevcut- bir nevi, gelişmeleri, Moskova'nın icazetine bağlayan bu gi­ bi temaslarla, bu gibi ifadelerle, bu icazet kuvvetlendirilirse, sıkıntılar doğar. Bunu açıklıkla arz etmek isterim. Bir diğer husus da şudur : Sayın Bakan lütfedip bu konudaki programı açıkladılar. Bu, bize göre, çok ağır bir programdır. Olaylar çok süratle gelişiyor. Hükümet şunu kabul buyurmalı ki, bugünkü dünya gelişmeleri, bölgemizdeki gelişmeler, Türkiye gündeminin bir numa­ ralı meselesidir; bundan daha önemli bir mesele düşünülemez. Bu çerçevede, gene bir temennimizi takdire sunmak istiyoruz; o da şudur: Artık, iç siyasî romantizme ve hatta -izin verirlerse- fantazilere son vererek, Hükümetin, Sayın Başbakanı ile ve tümüyle, bu derece hayatî ve üçyüz yıldan beri belki, Türkiye'nin beklediği gelişmelere dö­ nüp bakması zamanı gelmiştir.(ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Makedonya'yı tanımakta geç kalınıyor; dün tanınması, evvelki gün tanınması lazımdı. Türkiye, artık, kendi ayak seslerinden korkmamalıdır, riskten kaçmamalıdır. "Şu memle­ ket veya şu komşu nasıl düşünülebilir?" endişesiyle, bekleme ve tereddüt... Dış politika ve dev­ let hayatında tereddüt, idarenin en kötü şeklidir. Kararlar yanlış olabilir; ama, karar almak lazımdır. Bu, devlet idaresinin icabıdır. Binaenaleyh, Avrupa Ekonomik Topluluğunu, her yö­ nüyle bir silah gibi ve veto hakkıyla bana karşı kullanan bir komşu memleketin şu veya bu alınganlıklarına yol açabilir endişesiyle, Türkiye Makedonya'yı tanımaktan kaçınamaz; süratle tanıması lazım. Daha ötesine gitmemiz, kardeş ve dost, Müslüman ve Türk Orta Asya cumhu­ riyetleriyle süratle temaslar kurarak, bunların, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımalarını sağlamamız lazımdır. Doğuşundan bu yana, sekiz yıldır Batının sırt çevirdiği ve karşı çıktığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin doğuşuna seyirci kalanlar, doğuşundan hemen sonra, hatta doğmadan evvel ve doğuşunu tahrik ederek, sırf Katolik oldukları ve Müslüman Türklerle ve Müslümanlarla sınır teşkil ettiği için, Hırvatistan ve Slovvenya'yı tanıdılar ve çok dikkat çekicidir -eminim ki, Hükümet bundan netice çıkarmıştır- Vatikan tanıdı, süratle tanıdı... „91_